PDF, 7.09MB

advertisement
Çağrı
Rum Katolik Kilisesi Dergisi – Sayı 23
Noel’e Hazırlık Devresi
Bir kere daha Noel’e Hazırlık Devresi başlıyor.
Bir kez daha hayatımızın en önemli olayı ile
karşı karşıya gelme zamanı yaklaşıyor:
Bu sayıda:
Noel’e Hazırlık Devresi 2
Mesih Kraldır
3
Merhamet İşleri
4
Çocuklar için On Emir
Kelam’ın Vücut alması!
* İsa’nın doğuşundan ikibin yıldan fazla bir
zaman geçti ve çok şey değişti, kimileri diyor
ki daha iyiye gitti; kimileri de daha kötüye!
Aslında biz de değiştik, belki daha iyi olduk
belki de daha kötü! Tanrı’nın Oğlu, O’nun
istediği gibi bir dünya olsun ve daha iyi
yaşayalım diye bize geliyor.
6
Meryem Ana
8
Kadın ve İncil
10
Birinci Yüz Yılın Kiliseleri
12
Gençler için Dini Muhabbet
13
İsa Hakkında
15
* O’nun gelmesini bekleyelim! Uzakta değil,
kalbimizin kapısındadır. O’nu uyanık ve
hazır olarak karşılaşmamız gerekiyor.
Dikkatli olmamız lazım: O, tez geliyor!
* Bu dönemin ilk haftasının İncil’inde İsa
öğrencilerine diyor “uyanık olup” gelmesini
beklesinler, ev sahibi hırsızın gelmesini
dikkatle beklediği gibi. Ama biz bir
dostumuzun gelmesini bekliyoruz, bizi seven
birinin.
* Çok değerli ve özel birinin beklenmesidir.
Çoktan beri gelmesini arzu ettiğimiz biri.
Uyumamak çok normaldir, kaygı ile
beklemek doğaldır.
* Beklemek, alışmadığımız bir şey.
Sevdiğimiz kişinin beklenmesi olsa da …! Ne
yazık ki çok kişi artık beklemeyi bilmiyor: ya
çünkü arzu ettiği her şeye sahiptir, ya da
umudunu kaybetmiş ve hayal kırıklığına
uğramıştır.
* Haydi, biz yola çıkalım ve O’na doğru
yürüyelim. Açıkçası O, bize doğru koşarak
geliyor ve bizi arıyor. Evet, Tanrı, İsa’da
insan olup, bir aileden, bir kadından doğup
aramıza geliyor ve kendi Hayatını bize geri
vermek istiyor.
Mesih Kral’dır
“Evet, ben bir kralım” Bunu söyleyen elleri bağlanmış ve
güçsüz bir şekilde Sezar’ın valisinin önünde durmaktadır. Nasıl
bir çelişki! Bu güçsüz kral dünya tarihinde neyi değiştirebilir ki?
Ancak kudret başka taraftadır. Bu dünyanın büyüklerinin sözünün
geçtiği politik ve ekonomik kilit noktalarındadır. Pilatus’un
önünde mahkûm olarak duranın arkasında ise ne ordusu, ne finans
güçleri, ne de siyasi bir güç vardır. İnsani düşünceyle bakıldığı
zaman tarihin geniş akıntısında batıp gitmiş, çoktan unutulmuş
olması gerekirdi.
Ancak O hala ve daima buradadır. Hala bu dünyanın
kudretlilerinin karşısında durmaktadır. Her birimiz sadece evde
veya işyerinde de olsa iş arkadaşları ya da başkalarının önünde
biraz kudretli olmak ister. Nasıl ki küçük bölge valisi Pilatus
büyük adam rolünü vurguluyorsa, aynı şekilde İsa benim de önümde durmaktadır ve Pilatus’un
sürdürdüğü diyalog İsa’nın bana tuttuğu aynaya dönüşür: Peki sen ne durumdasın? Rol mü
yapıyorsun yoksa olduğun gibi mi yaşıyorsun? Bu aynaya bakmaya cesaretim var mı?
Pilatus İsa’ya soruyor: „Kimsin? Yahudilerin kralı sen misin?“
İsa karşı sorusunu aynaya yöneltiyor: „Bunu kendiliğinden mi söylüyorsun, yoksa başkaları bunu
sana benim hakkımda mı söyledi?“ Bunu „genel kanı“ olduğu için mi söylüyorsun? Yoksa
gerçekten bilmek istiyor musun? „Başkaları“ bunu sana söylediği için baskı altında mı bunu
soruyorsun, yoksa bu soru senin yüreğinden mi geliyor?
Aynaya bakış: Kararlarımın ne kadar önyargı? Düşündüğüm ve söylediklerimin ne kadarını
gerçekten de öyle düşünüp düşünmediğimi sorgulamadan basitçe „başkalarından“ aldım?
Kiliseye karşı önyargıların nasıl da düşüncesizce ve kontrol etmeden devamlı olarak sürdürüldüğünü görmek beni üzüyor. Mümkün olduğunca önyargıların etkisinde kalmamak için çaba
göstermemiz gerekir. Kendimize hep şunu sormalıyız: Bu konuyu bilip anlayarak kendi vardığım
karar ve düşüncemi, yoksa „başkalarının söylediklerini“ tekrarlıyor muyum?
Pilatus, İsa’nın sorusundan rahatsız olmuştur. İsa’nın kendisine tuttuğu aynaya bakmaya hazır
değildir: „Ben Yahudi miyim? Ne yaptın?“ İsa’nın cevabı ise başka bir düzeydedir: „Benim
krallığım bu dünyadan değildir.“ Benim krallığım dünyevi olsaydı, o zaman benimkiler benim
için savaşırlardı.
Yine bir ayna: Sadece bu dünya yoktur, öteki dünya da vardır. Bu dünyanın egemenleri öteki
dünyaya hâkim değildir. Kudretleri sınırlıdır. Tüm dünyevi kudret sınırlıdır. Diktatörler ve totaliter
devletler insanların ruhlarına hükmetmeye kalkıştığında bunun nereye götürdüğünü geçen yüzyılda
yaşadık.
Kim Mesih’i kralı olarak kabul ederse, boyunduruğa girmez. Mesih onu kurtaracaktır. Pilatus’un
önünde elleri bağlı olarak duran kral her türlü yalan ve kendini kandırmanın bağlarından kurtarır.
Bunun için sadece bir tek şey gereklidir: dürüstçe gerçeği bulmaya çaba göstermek. Bu aynaya bak!
Kardinal Christoph Schönborn
Merhamet işleri
Engel hem eski, hem de çağdaş bir olay
Sakatlık engel demektir. İnsanın bedensel ve ruhsal
özelliklerini, özgür, tam ve normal bir şekilde yapmasına
engel olan bozukluklara sakatlık adı verilir.
Engel kişinin içindedir, ama kişinin karşısına dışardan da
çıkabilir. Engelli olan kişi, diğer insanlarla ve dış dünyayla
kolay ve rahat ilişkiler kurmasını engelleyen, onu dışlayan
ve küçük düşüren birçok olayla karşılaşır.
Bizi çevreleyen dünya, aslında insanlara hizmet etmek için
dolanmıştır, ancak genellikle insanlar eşyaları ve onların
kullanımını zorlaştırırlar. Özellikle teknik dünya, zorluk
çeken kişilere zorluk duvarını daha da yükseltmektedir.
Sağlıklı insanlar tarafından, Mesih İsa’ya bağırma hakkı
olmadığı düşünen Eriha’daki kör gibi…(Lk.18, 39)
Engellilere yardım etmek
"Kudüs’te Koyun Kapısı yanında,
beş eyvanlı bir havuz vardır. Bu
eyvanların altında kör, kötürüm,
felçli hastalardan bir kalabalık
yatardı. Orada otuz sekiz yıldır
hasta olan bir adam vardı. İsa
adamı yatmakta görüp onun uzun
zamandır bu durumda olduğunu
anlayınca ona, ‘İyi olmak ister
misin?’ diye sordu. Hasta şöyle
cevap verdi: ‘Efendim, beni
havuza indirecek kimsem yok...’"
(Yuhanna 5,1-9).
Geçmişte sakatlık çoğunlukla doğuştandı veya belirli hastalıkların sonucuydu. Günümüzde birçok
sakatlık, kazalar veya şiddet yüzünden ortaya çıkmaktadır.
Sakatlık çeşitleri hemen hemen sonsuzdur; her sakatın yinelenemez ve tek olduğu söylenebilir.
Yaşamış oldukları durumun önemi büyüktür.
Hareketlerinin kısıtlı olması nedeniyle, sakat kişi derin aşağılanma duyguları yaşar; durumu çok az
kişi anlayabilir, birçok kişi tahmin bile edemez. En büyük küçük düşürücü olay kendini
tutamamadır, kişisel bedensel ihtiyaçlarını denetleyemedikleri için en mahrem ihtiyaçlarında bile
yardım edilmeye muhtaçtırlar.
Kişinin ilişkilerini ve işlevlerini olumsuz yönde etkileyen ve ona çok acı çektiren çeşitli sakatlıklar
vardır. Bu etki o denli büyüktür ki olağanüstü duyarlılığına rağmen kişinin yetersiz sanılmasına
neden olur. Örneğin, duygusal işlevler ve duyarlılık, engellilerde çok gelişmiştir, özellikle de
kendi duygularını yeterince gösteremedikleri zaman...
Böylece engellileri ve sağlıklıları ayıran bir duvar yükselir ve sonuç olarak genellikle sağlığı
yerinde olmayanlar dışlanır.
Sonradan sakatlanıp bu duruma gelen kişi şu devrelerden geçer:
1) Reddetme; ilk önce, yeni ve ağır sağlık durumuna inanmaz
ve acılarının gerçekliğini kabul etmez.
2) İsyan; başkalarına ve hatta ona yardım edip destek olmaya
çalışanlara dahi isyan etme durumundadır.
3) Avunma; yaşama yeniden sarılabilmek için uydurulan
yanlış bir düştür (yaşama ve mutlu olma ihtiyacımızdan
doğar).
4) Bunalım; acıya karşı güçsüzlüğünü saptamaktan doğar ve
engelli kişinin kendini soyutlayarak içine kapanmasına neden
olur.
5) Kabullenme; sonunda verilen doğru tepkidir, bununla acı
olduğu gibi kabul edilir, ama aynı zamanda sağlıklı kişilerin
yaptığı hemen hemen her şeyi yapabilmek için suni bir takım
aletlerden ve çevreden yardım almayı da kabul etmektir;
kabullenme sayesinde, iç mutluluk bulunur ve sağlıklı
kişilerin yaşamıyla yeniden iletişim kurulur.
1- Engellilere karşı özel bir tür hayır işi
Engelli kişinin ihtiyacı olan yardım yalnızca iyi
niyet üzerine kurulamaz.
a) Yardım eden kişi, zeki olmalıdır, yani
insanın içini okumayı bilmelidir, engellinin
ruhunu
görüp
onun
sorunlarını,
düş
kırıklıklarını, arzularını anlamalı; bütünüyle
onun ruhuna girmelidir.
Sempati, ve empati arasında fark vardır:
sempati, kendini engelli kişinin dostu
göstermeyi amaçlayan yüzeysel davranıştır;
oysa empati ise kişinin durumunu ve
kısıtlılıklarını derince paylaşmayı amaçlar.
b) Yardım eden kişi, engelli kişinin üzerinde
(sağlıklı olduğu için) yükseklik durumundan
yararlanmamalıdır; bir şekilde, yalnızca engelli
kişinin kullanımında bulunan silahlarla
mücadele etmeyi kabullenmelidir. Hiçbir
zaman yetki (otorite), baskı kullanmamalı;
sabırla ikna etmelidir.
c) Engelli
kişinin,
kendinde
bulunan
toparlanma ve uyum sağlama olanağına
güvenebilmesi için yardım eden kişi güvenlik
sağlamalıdır. Ayarlanmış cümlelerle değil
somut önerilerle güvenlik sağlamalıdır; bu
amaç için, bu acı hakkında iyi bir bilgisi olması
gerekir. Bu nedenle, engelli kişilerin yardımına
koşmak
için
öncelikle
teknikleri
ve
tekniklerden de önce ruhu öğrenmek, bilgelikle
dolu ve İncilsel bir yaklaşımdır...
d) Yardım eden kişi, az şey bildiğinin farkında
olmalıdır ve hiçbir zaman her şeyi bildiği
izlenimini vermemelidir. Çoğunlukla engelli
kişiler kendilerine yardım edenlerin (doktor,
hastabakıcı ve hemşireler dâhil) durumlarını
biliyormuş havasında olmalarına hiddetlenirler
ve onların gerçek sorununu anlamadıklarını
düşünürler. İyilik hiçbir zaman alçakgönüllülükten ayrılmamalıdır.
e) Yardım eden kişi engelli kişinin uzun süren
olgunlaşma dönemlerine saygı göstermeli ve
onun kendi engelini kabul etmesine yardımcı
olmalıdır; acıyarak yalan söylemeden, aşamalı
olarak ve sabırla gerçeği söylemelidir.
Kabul etmek: yalnızca kendi acısını kabul
etmek değil, aynı zamanda ilaçta; sihirli şifa
verici olmadıkları halde, birçok kez yinelenen
açık uygulamalar olmalarına ve az sonuç
vermelerine rağmen kabul etmek zordur.
Engelli kişi, sağlıklı yaşamaya derin bir arzu
duyar; doğanın bu kaynağı kaldıraç olarak
kullanılmalı, ancak birçok kısıtlamalar olduğu
hatırlatılmalıdır,
bu
engellerinde
kişi
alçakgönüllülükle az da olsa üstesinden
gelebilir.
"İsa Eriha’ya yaklaşırken kör bir adam yol kenarında
oturmuş dileniyordu. Adam oradan geçen kalabalığı
duyunca, 'Ne oluyor?’ diye sordu. Ona, ‘Nasıralı İsa
geçiyor’ diye açıklamada bulundular. O da, ‘Ey Davut
Oğlu İsa, halime acı diye bağırdı. Önden gidenler onu
azarlayarak susturmak istedilerse de o, ‘Ey Davud
Oğlu, halime acı!’ diyerek daha çok bağırdı. İsa
durdu, adamın kendisine getirilmesini buyurdu..."
(Luka 18,35-43)
2- Engelli kişileri ziyaret etmek
Birçok kişi yaşamını engelli kişilerin hizmetine
sunamaz (ve sunmayı bilmez); bu çağrı
herkeste yoktur. Ancak herkes, rahatsızlığının
farklı evrelerinde, engelli bir kişiyi ziyaret
edebilir ve etmelidir. Bazı öneriler yararlı
olabilir:
a) Kurulmuş cümleler sarf etmemek; kimi
zaman susmak v.s. kendini zeki sorularla
kısıtlamak uygun düşer, bu şekilde engelli
kişinin içinde bulunduğu rahatsızlık daha rahat
anlaşılır. O kendisi hakkında memnuniyetle
konuşur; yapılacak tek şey onun başına gelen
kötülük nedeniyle boşuna lanetler savurmasını
engellemek için konuyu değiştirmektir,
Karşılaştırmalar yapmak yararsızdır, çünkü bu
konuda engelli kişi çoğunlukla kaybedendir;
ancak onun geriye kalan yaşam ve uygulama
olanaklarını keşfetmesine yardım edilebilir.
b) Engelli kişiye bir kereye mahsus gidilmez,
ziyaretleri belli bir sıklıkta ve sabırla yinelemek
gerekir; bu şekilde değerli bir iyilik
gerçekleştirilir
ve
engelli
kişi
bunu
değerlendirir.
c) Formalite icabı ve "zorunlu kullanıma"
yarayan klasik armağanlardan kaçının; engelli
kişinin
ilgilerini
ve
uygulamalarını
geliştirebileceği, kullanılabilir armağanlar
vermek daha iyidir.
d) Hiçbir zaman koruyucu bir tavır
alınmamalıdır, çünkü bu yalancılıktır… ve
öğrenmek için rahatsız kişinin tüm dedikleri
dinlenir. Hatırlayalım ki; engelli birisine
yardım etmek yalnızca vermek değil; aynı
zamanda almaktır! İncil’in yasası budur!
Çocuklar için 10 Emir
Ne yapmalıyım?
RABBİN OLAN ALLAH’IN ADINI
BOŞ YERE AĞZINA ALMAYACAKSIN
İkinci emir şöyle der: “Rabbin olan Allah’ın adını boş yere ağzına almayacaksın” (Çık
20,7). İsa şöyle eklemektedir: “Dünyanın her yanına gidin, müjdeyi bütün yaratılışa
duyurun.” (Mar 16,15).
Allah’ın ismi kutsaldır, çünkü Allah kutsaldır; bu nedenle onun Adı sevgiyle,
sevecenlikle ve bir dindarlık korkusu hissiyle telaffuz edilmelidir. Allah’ın ismine
saygı göstermek demek, Allah’ın tüm Gizemine saygı duymak demektir.
Fakat sık sık, yasasına uymayanı cezalandırmayla hoşnut olan biri gibi Allah’a dair
yanlış, hatta üzüntü verici diyebileceğimiz bir fikre sahibiz. Hayatımızda zor ve acılı
günleri yaşadığımızda sebebini O’nda bulmamalıyız. Aksine, tam da zorluk
koşullarında Rab Allah bize daha yakındır ve bizimle birlikte acı çeker. Bu nedenle,
bizimle kalmak ve bizim zayıf ve kırgın insani durumumuzu paylaşmak üzere, İsa’da
insan olmuştur.
Bu emir belki de, en fazla aza indirgediğimiz arasından biridir, çünkü birçok Hristiyan
için “Rabbin olan Allah’ın adını boş yere ağzına almayacaksın”, yani
sövmeyeceksin demek gibidir.
Hâlbuki bu emri iyi anlamak için, BOŞ YERE ifadesinin manasını iyi kavramak
gerekir, yani: Faydasız bir şekilde, yanlış şekilde, uygun olmayan biçimde,
önemsiz nedenlerle ve az önemle…
Bu emir, yalan yere yemini yasaklamaktadır: Bir yemin etme durumu, Allah’ı tanık
olarak çağırmak anlamındadır, Allah nasıl doğru ise, söylenilen şey de doğrudur
demektir.
Biz Hristiyanlar yemin etmemeliyiz, çünkü Rab tarafından gerçeği sevmeye ve onu
duyurmaya, diğer insanlar ile ilişki çerçevesinde gerçek içinde yaşamaya çağrıldık.
İsa, kalabalıklara konuşurken, bir gün şöyle demiştir:
“Atalarımıza, ‘Yalan yere ant içme, ama Rabbe içtiğin antları tut’
denildiğini duydunuz. Oysa ben size diyorum ki, hiç ant
içmeyin… ‘Evet’iniz Evet, ‘Hayır’ınız Hayır olsun. Bundan fazlası
Şeytan’dandır.”
Son olarak, her zaman kendimize hatırlatmalıyız ki, yalnızca Allah’ın ismi kutsaldır,
saygı ve onura layıktır; O’nunla ilgili olan tüm her şey de aynı şekildedir:
Rabbimiz İsa’nın Annesi, Bakire Meryem kutsaldır;
Rabbe sadakat içinde yaşayan erkek ve kadınlar kutsaldırlar;
Her Hristiyan’ın ismi kutsaldır, çünkü bizi Vaftiz gününde Allah’ın aracılığıyla
çağırdığı isimdir ve aracılığıyla ebediyete çağrılmış olacağımız isimdir.
O halde, bir sorumluluk sahibiyiz: Allah’ın ismini savunmak, imandan ve İncil’den
konuşmayı bilmek, başkalarına İsa’yı duyurmak için zamanımızdan biraz ayırmak…
Bu bizim görevimizdir, Rabbin kesin buyruğudur!
Kalbimi açıyorum…
•
Allah’ın, Meryem Ana’nın ve Azizlerin isimlerine saygı duyuyor muyum? Kolaylıkla
Allah’a sövüyor muyum veya kaba dil kullanıyor muyum?
•
İmanımın uygun bir tanığı mıyım, yoksa bir Hristiyan olarak kendimi tanıtmaktan
utanıyor muyum?
•
Ailede, iş hayatımda, kilisemde ve genelde gittiğim diğer yerlerde, imanımı sevinç
içinde aktarmaya dikkat ediyor muyum?
Meryem Ana
Günahsız Meryem Ana Bayramı
(8 Aralık)
Bugün dikkatimizi, İsa’nın annesi Meryem Ana’ya
çeviriyoruz: O’nun, insanlığa ve her tekil kişiye acı çektiren
günahtan serbest halinde dünyaya geldiğini kutluyoruz. Bu
gerçek, Allah’ın sevgisinin bir gizemidir. Yahya herkesi
tutumlarını değiştirmeye ve tövbe etmeye çağırır, hem
günahkârları hem de kendilerini doğru gibi görenleri: Hatta
bunların herkesten çok tövbeye ihtiyaçları vardır, çünkü
kendilerini doğruda gördüklerinden, Allah’ın kendisinin
Baba olduğunu göstermek için gönderdiği Oğlunu,
ihtiyaçları yok diye ret etme durumuna girerler. Günahsız
olan Meryem Ana, günahkârlar dünyasına girer, bu öyle bir
dünya ki günah, insanların düşünme tarzlarını ve atacakları
adımları yönlendirmektedir. O halde Meryem Ana’nın da
acıya karşı bağışıklığı yok, çünkü herkese acı çektiren
egoizmle yüklü kişiler arasında yaşamaya geliyor.
Ama günahsız olmak ne demektir? Bunu, bizim bugün kutladığımız gizemi açıklamak için doğu
Kilise Hıristiyanlarının kullandıkları unvandan anlayabiliriz. Onlar Meryem Ana’yı “Tamamıyla
Kutsal” diye çağırırlar! Meryem Ana, Allah’ın kutsallığıyla tamamıyla parlamaktadır. Bu ne
demek? Meryem Ana, Allah’a daima “evet” diyerek yaşadı. Baba’nın sevgisi onda daima olumlu
cevap buldu. Yaşamı, düşünceleri, eylemleri, insanlarla karşılaşması, daima Baba’nın sevgisini
yansıttı. O, tamamıyla kutsaldır! Bu sebeptendir ki lekesizdir, günahsızdır, tertemizdir: onda hiç bir
zaman Baba’nın isteğine, sevgisine, merhametine karşı bir itaatsizlik, bir isyan veya ret olmadı.
Aziz Luka, Meryem Ana’nın Allah’ın Sözüne itaatini çok iyi anlatmaktadır. Meryem Ana, meleğin
selamını tedirginlikle kabul ediyor, çünkü bunun özel bir selam olduğunu anlıyor, nitekim bu selam
halkı ile ilgili peygamberlikleri gerçekleştirir. Meryem Ana bu selamı reddetmiyor, bunun “ne
anlama gelebileceğini” düşünüyor. Ona açıklama yapıldıktan sonra yine soru soruyor, fakat
şüpheleri olduğu için değil de, ne yapacağını bilmesi ve tam ve mükemmel bir onay verebilmesi
için soruyor. Meleğe şu soruyu soruyor: “Bu nasıl olur?”, yani “Bunların gerçekleşmesi için ne
yapmalıyım?”. Sonunda da tam bir güvenle, “Allah katında olanaksız hiç bir şey yoktur” cümlesine
dayanarak, yürekten Evet’ini söylüyor. Bu yaşamının tek bir olayı değil, Meryem Ana tüm yaşamı
boyunca böyle davrandı. O gün böyle davrandı çünkü yaşamı boyunca Allah’a hep evet demeye
hazırdı ve alışıktı. Meryem Ana tamamıyla kutsaldır, yani her şeyiyle Allah’a bağımlı olmak
istemektedir. O, Havva’dan öğrenmedi. Onda, Allah’a karşı hiç şüphe olmadı, Baba’nın sevgisinden
bir an bile şaşmadı: o lekesizdir, günahsızdır!
Meryem Ana’nın bu güzelliği bizim için bir “dogma”dır, yani imanımızın gizemlerinden biridir. Bu
ne demektir? Biz, Allah’ın bizi günahsız istediğine inanıyoruz, yani tamamıyla Ona çevrili
olmamızı istiyor, bu imkânsız değildir. Günah, kaçınılmaz değildir, bizim insan olmamızla ilgili
değildir. Günah olduğunda, bizi küçültüyor, bizi mahvediyor ve acı veriyor. Bizi Allah yarattı,
günahsız olmamız için yarattı, yani Ona hep ve tamamıyla itaatkâr olmamız ve sevgisine cevap
verebilmemiz, Onu hep içimizde taşımamız için yarattı. Ne zaman ki düşüncelerimiz ve
davranışlarımız Baba’nın sevgisine ve bilgeliğine cevaptır, o zaman gerçekten gerçekleşmiş oluruz
ve kendimizi öyle hissederiz. Ne zaman ki bizimle Allah arasında mesafe yok, duvar ve itaatsizlik
yok, o zaman gerçek insanlarız. Sadece sevgisi, merhameti, affı ve şefkati bize çekici gelmektedir, o
zaman gerçek insanlarız.
Noel’e Hazırlık Devresinin bu bayramında havari Pavlus, birçok kere, Allah’ın Kutsalı, Meryem’in
Oğlu, İsa’yı örnek almamızı tavsiye etmektedir. İlk olarak örnek alacağımız tavsiye şudur: “Allah,
Mesih İsa'nın isteğine uygun olarak duygu ve düşünce birliği içinde yaşamamızı sağlasın” öyle ki
“hep birlikte tek bir ağızdan Rabbimiz Mesih İsa'nın Pederi olan Allah'ı yüceltelim”. Bu sebepten
“Mesih sizi kabul ettiği gibi, Allah'ın yüceliği için siz de birbirinizi kabul ediniz”. Meryem Ana,
İsa’ya itaat ederek Yuhanna’nın yanına bir anne gibi yaşamaya gitmekle ve havarilerle duada birlik
olmakla bize bunun örneğini verir. Meryem Ana’nın tüm yaşamı, Allah’a şan verir; onda O’nun
parıltılı sevgisinin yansımasını görürüz! Meryem Anayla ve şefaati ile günahtan ve her türlü
kötülükten arınma yürüyüşümüze devam edelim, öyle ki Allah’ın şanı olalım ve dünyaya Meryem
Ana’nın lekesiz elbisesinde parlayan kutsallığın bir ışınını yansıtalım!
DUA
Rab İsa,
Yahya’nın ağzından bize :
“Tövbe edin,
“Çünkü Allah’ın Egemenliği yakındır”
Diyorsun.
Rab İsa, bunu biliyoruz :
Yaşamımızı yeniden gözden geçirmezsek,
Yolumuzu kesin değiştirip
Senin ardından gitmezsek
Krallığına giremeyiz.
Affına ve merhametine güvenerek
Günahlarımızı sana bildirdiğimizde
Kesin yenilenmemizi sağlanmanı
Senden dileriz.
Sevgin bizde her boş isteği yaksın
Ve eğri olanını doğrultsun.
Şanın için olmayan her şeyden
bizi paklayan Ruh’un bu ateşi için
sana şükrediyoruz.
Yaşamamızda adalet ve barışın,
Sonsuza dek hüküm süreceğin
Yeni dünyanın ilk ürünleri olması için
Yeniden yeşermesini sağla.
Barışın, insanlığın mutluluğu için,
Bir nehir gibi yayılsın.
İncil ve Kadınlar
TANRI’NIN KÜÇÜK KALEMİ
Rahibe Teresa’nın 4 Eylül 2016’da Roma’daki Petrus Meydanı’nda Papa
Francis tarafından aziz ilan edilişi törenine 120.000 kişi katıldı. Hepsi bu anı
bekledikleri, ümit ettikleri ve bunun için dua ettiklerinden dolayı insanların
yaşadığı heyecan çok belirgindi. Bu büyük tören sırasında Papa Francis şöyle
dedi: „Sanırım ona şimdi ‘Azize Teresa’ demek hepimize zor gelecek, çünkü
onun azizliği öylesine yakın, öylesine zarif ve verimli ki, herhalde ona ‘Rahibe
Teresa’ demeye devam edeceğiz.“
“Kalküttalı Rahibe Teresa” hâlihazırda 19 Ekim 2003 tarihinde Dünya Misyon Pazarı gününde Papa II.
Jean Paul tarafından mübarek ilan edilmişti. Papa hitabında şöyle demişti: “İsa’nın çarmıhtaki
‘Susadım’ (Yuhanna 19,28) şeklindeki Tanrı’nın insanlara derin özleminin bir ifadesi şeklindeki
sözüne Teresa ‘Bu susuzluğu ben dindiririm’ şeklinde cevap verdi ve bu nedenle en yoksullara
Tanrı’nın sevgisinin zenginliğini armağan etmek için tüm dünyaya gitti.”
Papa II. Jean Paul’ün bu düşüncelerinde 26
Ağustos 1910’da Gonxhe Bojaxhu adıyla Makedonya’nın başkenti Üsküp’te Arnavut bir ailenin
üç çocuğundan en küçüğü olarak doğan çağdaş
bir misyonerin yaşamının kısa bir özetini
buluruz. Çok sıradan, ancak harika bir yaşam
tasarısı bu sıradan kadını büyük fedakârlığı ve
özeni sebebiyle insan sevgisinin mükemmel
bir örneği haline dönüştürdü.
Bu azizenin şahsiyetinin derinliğini anlamak ve
onu sadece merhametli bir hayır işleri personeli klişesine indirmemek için onun hep sıradan
cümleleri ve jestleri yardım eder. “Dünya
sadece ekmeğe değil, sevgiye de açlık duyar.
İnsanlar kabul
görmek
ve sevilmeye
muhtaçtırlar.”
“Acı verene kadar sevmemiz gerekir. Sadece
‘seviyorum’ demek yetmez. Sevginin canlı bir
hayırseverlik eylemine dönüşmesi gerekir.”
“Tanrı’nın sevgisi sınır tanımaz. Onun ölçüsü
yoktur ve derinliği ölçülemez. İsa bunu bize
yaşamı ve ölümünde göstermiştir. Bu nedenle
bizim sevgimiz de sınır tanımamalıdır.
Kendimizi Tanrı’ya armağan etmeye hazır
olmalıyız.”
Rahibe Teresa 5 Eylül 1997’de gözlerini bu
dünyaya ebediyen kapadığı zaman arkasında
misyonunun 109’dan fazla ülkede neredeyse
600 şubesini bırakmıştı. Bir defasında bir doğu
bloku ülkesinden döndüğü zaman sevinç içinde
şöyle demişti: “İsa’ya bir tabernakel daha
verdik.” Bu, yeni bir misyon şubesi açtığı
zaman kullandığı deyimdi. Dışarıdan bakınca
öyle görülse de o kendisini asla bir kurucu veya
genişleyen büyük bir kuruluşun idarecisi olarak
görmedi. Tüm hizmetleri daima İsa’nın işi
olmalıydı. O sınırsız bir sevginin misyoneriydi.
Havarilerin gönderilişindeki gibi: “Tüm
dünyaya gidin...” (Markos 16,15) gibi coğrafi
açıdan da sınırsız, İsa’nın “Sizi sevdiğim gibi
birbirinizi sevin” (Yuhanna 13,34) şeklindeki
yeni buyruğu gibi ruhani derinliği açısından da
sınırsız bir sevgi.
Rahibe Teresa’nın yaşamı ve işlerine geriye
dönük bakınca İsa’nın Son Yargı Günü
hakkındaki sözlerinin (Matta 25,40) İsa’nın
sevgiye yönelik açlığının nerede dindirileceğini
ona hep daha açık şekilde gösterildiğini anlarız:
Bunlar; açlar, susamışlar, çıplak ve yurtsuz
olanlardır. Tek cümleyle ifade edersek: “İsa’nın
en yoksulların perişan hallerinde” görüldüğü
dünyanın en yoksul barakaları ve tüm insanların
yüreklerindeki ruhani barakalardır. Rahibe
Teresa böylece kardeş ve insan sevgisinin
misyoneri, Kalkütta’daki yoksulların annesi ve
sonunda tüm dünyadaki muhtaçların annesi
olmuştur.
Samariyeli kadın: "Bana bu sudan ver" diyor.
Kadın dalga geçmeye devam ediyor: Bu adam
fazla ileri gidiyor. Hem su vermekten söz ediyor,
hem de bu sudan bir kez içmenin yeterli olacağını
söylüyor. Bakalım ne yapacak!
NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ
Rahibe Teresa’nın 11 Aralık 1979’da kendisine Nobel Barış Ödülü’nün takdim edilmesi sırasında
yaptığı konuşmadan bir bölüm; “Çocuk bir aileye, bir halka ve dünyaya Tanrı’nın en büyük
armağanıdır. Sizlerle paylaşmak istediğim bir inancım var. Günümüzde barışa en büyük zararı veren şey
masum, doğmamış çocukların çığlığıdır. Bir anne karnındaki çocuğu öldürebiliyorsa, kendimizi karşılıklı
öldürmemizden daha büyük nasıl bir suç olabilir! Hatta Kutsal Kitap’ta şu yazılıdır: ‘Anne unutabilir,
ama ben seni asla unutmam.’ Hatta anneler unutsa bile... Ancak günümüzde milyonlarca doğmamış
çocuk öldürülmektedir ve bu konuda bir şey söyleyemiyoruz. Gazetelerde şununla bununla ilgili
haberler okuyoruz, ancak kimse sizin ve benim gibi aynı sevgiyle döllenmiş, aynı Tanrısal yaşamla
donatılmış milyonlarca küçükten bahsetmiyor. Ve buna bir şey demiyoruz, dilsiziz. Bana göre kürtajı
yasallaştırmış olan uluslar en fakir ülkelerdir. Küçüklerden, doğmamış çocuklardan korkuyorlar. Ve
bu bir çocuğa sahip olmak istemedikleri için, başka çocuk istemedikleri için bu küçük ölmek zorunda
kalıyor. O küçüklerin adına sizlerden rica ediyorum: Doğmamış çocukları kurtarın, onlarda İSA’nın
mevcudiyetini tanıyın!“
Sükûnetin meyvesi
duadır,
Duanın meyvesi
imandır,
İmanın meyvesi
sevgidir,
Sevginin meyvesi
hizmet etmektir,
Hizmet etmenin meyvesi
esenliktir.
Rahibe Teresa
Birinci Yüzyılın Kiliseleri
İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 3,1-6
Sart ŞehrU MÖ. 1400 senesUnde kuruldu. Dünyanın en eskU şehUrlerU arasında yer alan bu
kentUn halkı şanlı geçmUşUyle çok gurur duyardı. M.Ö. 6. yüzyılda kral Kroesus altında Sart
LUdya’nın başkentU oldu. Kroesus Sart çayında altın keşfettUkten sonra Sart’ın zengUnlUğUnU ve
şanını duymayan kalmaz. Fakat Sart’ın şanı pek uzun sürmez. M.Ö. 546 senesUnde Sart’ın
fethedUlemezlUğUyle ün yapan kalesU Persler tarafından fethedUlUr. BUr gece kaledekU
muhafızlardan biri kaskını yamaça düşürür ve gizli bir geçit kullanarak kaskını alıp kaleye
döner. Bunu fark eden Pers askerlerU Sart kalesUnU bUr gecede fetheder. Sartlılar hazırlıksız
yakalanmış ve böylece fethedUlmUşlerdU. Sonrasında Büyük İskender dönemUnde Persler Sart’ı
kaybetmiş ve şehrin Helenistik dönemi başlamıştı. Roma döneminde Sart şehrinin nüfusu
100.000’e ulaşmıştı.
ŞehUr tarUhUnde olduğu gUbU burada yaşayan Umanlılar geçmUş başarılarına güvenUp ruhsal
olarak uykuda kalmışlardı. Artık gündelUk hayatta RabbU aramaz hale gelmUşlerdU. “Rab
onlara: Yaşayan topluluk olarak ad yapmışsın, ama ölüsün. Uyan!” (3,1-2) dUye uyarıda
bulunmaktadır. Sonrasında Use: “Tövbe et! Eğer uyanmazsan, bUlmedUğUn saat sana hırsız gUbU
geleceğUm!” (3,3) diyerek bir sitemde de bulunmaktadır. Kuşkusuz burada uykudan ötürü
şehrUn yaşadığı tarUhsel hezUmetlere gönderme yapılmaktadır. Fakat kUlUse cemaatUnde sadık
Umanlılar da bulunmaktadır ve bunlara Yaşam KUtabından sUlUnmeyecek bUr ad vaat edUlUyor,
yani bu dünyanın geçicU görkemlerU yerUne sonsuzluk boyunca cennette ün yapmış bUr UsUm.
(Kaynak: www.inciltarihi.com - KK Arkeolojisi)
Gençler için Dini Muhabbetler
Neden Tek Tanrı’ya inanıyoruz?
Kutsal Kitabın tanıklığına göre tek bir Tanrı olduğu ve mantığın yasalarına göre de sadece tek bir Tanrı
olabileceği için Tek Tanrı’ya inanıyoruz.
Eğer iki Tanrı olsaydı, bu Tanrılardan biri diğeri için sınır olurdu; böylece ikisi de sonsuz, sınırsız veya
mükemmel olamazdı: bu sebeple ikisi de Tanrı olamazdı. İsrail’in temel teşkil eden Tanrı deneyimi
şöyledir:“Dinle, ey İsrail! Tanrımız RAB tek RAB’dir” (Tes 6,4). Devamlı olarak peygamberler yanlış
Tanrılara tapınmayı bırakmaya ve tek Tanrı’ya inanmaya çağırmışlardır: “Tanrı benim, başkası yok”
(İş. 45,22).
Tanrı neden kendine bir ad veriyor?
Tanrı kendine bir ad veriyor, çünkü kendisine hitap edilebilmesini istiyor.
Tanrı bilinmez olarak kalmak istemiyor. O sadece hissedilen veya sanılan “üstün bir varlık” olarak
onurlandırılmak istemiyor. Tanrı bilinmek, gerçek ve etkin olarak hitap edilmek istiyor. Tanrı yanan
çalının orada Musa’ya kendi kutsal adını bildiriyor: YAHVE (Çık 3,14). Tanrı kendisini halkı için hitap
edilebilir kılıyor, ancak yine de görünmez Tanrı, her daim mevcut gizem olarak kalıyor. Tanrı’ya
duyulan saygıdan dolayı İsrail’de Tanrı’nın adı söylenmez ve yerine hitap sözcüğü olan Adonay (Rab)
sözcüğü kullanılır. İşte İNCİL İsa’yı gerçek Tanrı olarak yüceltirken bu adı kullanır: “İsa Rab’dir!”
(Rom 10,9).
“Tanrı Gerçektir” ifadesi ne anlama gelir?
“Tanrı ışıktır, O'nda hiç karanlık yoktur.” (1 Yu 1,5) O’nun sözü gerçektir (Mes 8,7; 2. Sam 7,28), ve O’nun
yasası gerçektir (Mzm 119,142). İsa, Pilatus’un önünde tanıklık ederek Tanrı’nın gerçekliğine kefil gerçektir
kefil oluyor: “Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya geldim.” (Yu 18,37)
Bilim O’nu sınanabilecek bir nesne haline getiremeyeceği için Tanrı herhangi bir delil incelemesine
tabi tutulamaz. Buna rağmen Tanrı kendisini bir çeşit delil incelemesine sunuyor. İsa’nın tam
güvenilirliği nedeniyle Tanrı’nın gerçek olduğunu biliyoruz. O, “Yol, Gerçek ve Yaşam’dır” (Yu 14,6).
Bununla ilgilenen herkes bu gerçeği bulabilir ve görebilir. Tanrı “gerçek” olmasaydı iman ve mantık
birbiriyle görüşemezlerdi. Ancak Tanrı gerçek ve gerçek Tanrısal olduğu için karşılıklı anlayış
mümkündür.
Tanrı sevgidir: bu ne anlama gelir?
Tanrı sevgi ise, O’nun sonsuz iyi niyetiyle yaratılmamış, ayakta tutulan ve sarmalanmamış hiç bir
şey yoktur. Tanrı sadece sevgi olduğunu açıklamıyor, aynı zamanda bunu kanıtlıyor: “Hiç kimsede,
insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur.” (Yu 15,13)
Başka hiç bir Din hristiyanlığın söylediği gibi “Tanrı sevgidir” (1 Yu 4,8.16) demiyor. Acı deneyimler
ve insanın yeryüzündeki kötülüğü bazen insanı Tanrı’nın gerçekten sevgi olduğu konusunda
şüphelendirse bile iman bu söze sıkı sıkıya bağlı kalır. Daha Eski Ahit’te Tanrı peygamber İşaya
aracılığıyla halka şunu söylüyor: “Gözümde değerli ve saygın olduğun, Seni sevdiğim için, senin yerine
insanlar, Canın karşılığında halklar vereceğim. Korkma, çünkü seninleyim” (İş 43,4-5a), ve onlara şunu
iletiyor: “Kadın emzikteki çocuğunu unutabilir mi?, diyor, Rahminden çıkan çocuktan sevecenliği
esirger mi? Kadın unutabilir, Ama ben seni asla unutmam. Bak, adını avuçlarıma kazıdım.” (İş 49,1516a) İsa çarmıhta canını dostları için feda ederek Tanrısal sevgi hakkındaki ifadenin boş sözler
olmadığını kanıtlıyor.
İnsan Tanrı’yı kabul ettiği zaman ne yapmalıdır?
İnsan Tanrı’yı kabul ettiği zaman O’nu hayatında ilk sıraya koymalıdır. Böylece yeni bir yaşam başlamış
olur. Hristiyanlar da düşmanlarını bile sevmelerinden tanınmalıdır.
Tanrı’yı kabul etmek: Varolmamı isteyip beni yaratan, bana her an sevgiyle bakan, yaşamımı kutsayan
ve ayakta tutan, dünya ve sevdiğim bütün insanlar elinde olan, özlemle beni bekleyen, yaşamımı
doldurup tamama erdirmek ve ebediyen yanında yaşamamı isteyen Tanrı vardır ve buradadır,
demektir. Tanrı’yı kabul ettiğini yalnızca başıyla onaylamak yetmez. Hristiyanların İsa’nın yaşam
tarzını üstlenmeleri gerekir.Havarisel İman Açıklaması ve temel formunda “İnanıyoruz” diye başlayan
İznik-Konstantinopel Büyük İman Açıklaması.
Diriliş ve yaşam Ben’im!
İsa Hangi Tarihte Doğdu?
İsaHakkında
Her sene 24 Aralık akşamı İsa’nın doğuşunu kutlamak için kiliseler dolup taşar, Hristiyanlar
ilahi söyleyip dualar okurlar. Fakat tarihi verilere baktığımız zaman İsa 25 Aralık’ta
doğmamıştır aslında… Peki, o zaman neden 25 Aralık seçilmiştir? 25 Aralık, 4. Yüzyılda
Roma imparatorluğunun paganizmden Hristiyanlığa geçiş süreci içeresinde bir kutlama tarihi
olarak seçilmiş olabileceği düşünülmektedir. 23 Aralık “Sol İnvictus” yani güneşin bayramı
olarak bilinen bir pagan bayramıyken, İsa’nın doğuşunu kutlamak amacıyla bu bayram tarihi
25 Aralığa alınıp “Hristiyanlaştırıldı”. Burada şunu ifade etmekte fayda var: İsa’nın
doğuşunun kutlanması pagan bir unsur değildir. Dolayısıyla Noel ibadetlerine pagan
diyemeyiz. Burada gördüğümüz şey, pagan bir bayram tarihinin bir Hristiyan bayram tarihi
olarak değiştirilip Hristiyan takviminde yerini bulmuş olmasıdır.
Peki, acaba İsa ne zaman doğmuştur? İpuçlarımız Luka’dan geliyor: “Yahudiye Kralı Hirodes
zamanında, Aviya bölüğünden Zekeriya adında bir kâhin vardı (…) Zekeriya, hizmet sırasının
kendi bölüğünde olduğu bir gün, Tanrı’nın önünde kâhinlik görevini yerine getiriyordu (…)
Bu sırada, Rab’bin bir meleği buhur sunağının sağında durup Zekeriya’ya göründü. Zekeriya
onu görünce şaşırdı, korkuya kapıldı. Melek, “Korkma, Zekeriya” dedi, “Duan kabul edildi.
Karın Elizabet sana bir oğul doğuracak, adını Yahya koyacaksın (…) Görev süresi bitince
Zekeriya evine döndü. Bir süre sonra karısı Elizabet gebe kaldı ve beş ay evine kapandı (…)
Elizabet’in hamileliğinin altıncı ayında Tanrı, Melek Cebrail’i Celile’de bulunan Nasıra adlı
kente, Davut’un soyundan Yusuf adındaki adamla nişanlı kıza gönderdi. Kızın adı
Meryem’di.” (Luka 1:5,12-13, 23-24)
Kâhin Zekeriya Aviya bölüğünden geliyordu, yani 8.bölük (bkz. 1.Tarihler 24,7-19). Kâhinlik
yılı Nisan ayıyla başlıyordu. 8 hafta sonra 8. bölük görev alırdı. Yani bu Haziran ayı demektir.
Görev sonrası Elizabet gebe kalır ve gebeliğin 6. ayında bu sefer Meryem hamile kalır.
Normal bir gebeliğin 40 haftasını da hesaba katacak olursak bu demek ki İsa İbranilerin Tişri
ayı, yani bizim bildiğimiz M.Ö. 6 senesinde Ekim aylarının başlarında doğmuştur. Bu tarih
İbranilerin “Çardak Bayramı” adlandırdıkları kutlamaya denk gelmektedir. Böyle bir tarih iki
önemli nedenden dolayı hayli olasıdır:
(1) Çobanların koyunları gütmesi Aralık soğuklarında güç olurdu, fakat son bahar mevsiminin
ortasında son derece normaldir.
(2) Yuhanna 1,14’de Yuhanna tarafından kullanılan mecaz: “Söz, insan olup aramızda
yaşadı.” ayetinin asıl Grekçe orijinalinde: “Söz, insan olup aramızda “ἐσκήνωσεν” (yani)
“çardak kurdu” olmasıdır!
İyi Noeller!
Rab bizim için geliyor!
O’nu kabullenmeye hazır mıyız?
Download