T.C. EGE ÜNĠVERSĠTESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

advertisement
T.C.
EGE ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
AMERĠKAN KÜLTÜRÜ VE EDEBĠYATI Anabilim Dalı
1990’LARDA ÇĠNLĠ AMERĠKALI OLMAK:
GISH JEN VE FRANK CHIN’ĠN ROMANLARINDAKĠ
KĠMLĠK ARAYIġI
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
Berna KAYA
DANIġMANI: Yrd. Doç. Dr. Esra ÖZTARHAN
ĠZMĠR-2013
ĠÇĠNDEKĠLER
YEMĠN METNĠ……………………………………………………..………………….ii
TUTANAK……………………………………………………………………..………iii
GĠRĠġ...………………………………………………..……………………….……......1
I.
ONDOKUZUNCU
YÜZYILDAN
GÜNÜMÜZE
AMERĠKA’DAKĠ
ÇĠNLĠLER……………………………………………………………………………...7
1. Ondokuzuncu Yüzyılda Çin………………………..…………...………..…...7
1.1. İmparatorluk ve Etkileri…………………………………...…..…....7
1.2. Manchu Yönetiminde Çin..………………………...………………..8
2. Ondokuzuncu Yüzyılda Amerika‟daki Çinliler…………..………………...…8
2.1. Çinlilerin ABD‟ye Gelişi………………………………………...….8
2.2. Çinlilere Yönelik Irkçı İdeolojiler………………………….…..…...9
2.2.1. Vatandaşlık Hakkı…………….……………...…….…...…9
2.2.2. Kıtalar Arası Demiryolunun İnşaası….…..………….......10
2.3. Çinlilerin ABD‟deki Sosyal Yapılanması…………….……......…..10
2.3.1. Klan, Fong ve Tong‟lar………………………………..…10
2.3.2. İlk Amerikalı-Çinli Kuşağın Doğuşu………………...…..11
2.4. 1882 Göçmen Yasası……………….……………………….….….11
3. Yirminci Yüzyılda Amerikalı Çinliler………..……..………………….……12
3.1. Boxer İsyanı, Boykot ve Sonuçları………….……………...…..….12
3.2. San Francisco Depremi, Çin Mahallesi Yangını ve Evrak Oğullar.12
3.3. Angel Adası…………………………………..…..……………...…13
3.4. 20. Yüzyılda Çin…….…………………………..….…………...…13
4. Yirminci Yüzyılda ABD‟deki Çinlilerin Hayatları………………..……..….14
4.1. Meslekler………….…………………...……………….…..………14
4.2. Kimlik Sorunları……….…………………..…………….……...…14
4.3. Büyük Bunalım Dönemi……………...………………….……...…15
4.3.1. Çin Mahallesi ve Turizm…………..……………..…..….15
4.3.2. Popüler Kültürün Etkileri…………..…………………….15
4.4. İkinci Dünya Savaşı ve Etkileri……….……….……….…..……...16
iv
4.4.1. Nanking Katliamı………………………………....….…..16
4.4.2. Pearl Harbor………………………………..……..…..….16
4.5. Çin Halk Cumhuriyeti‟nin Kuruluşu ve Etkileri…….……...…..…17
4.5.1. Amerikalı Çinlilere Karşı Şüphe……………....……...….17
4.6. Sosyal ve Politik Alanda Çinli Amerikalılar….…….…………...…18
4.6.1. Amerikalı Çinliler ve Politik Aktivizm...…….……...…...18
4.6.2. 1986 Tiananmen Meydanı Olayları ve Etkileri…..………19
5. Yirminci Yüzyıl Sonunda ABD‟deki Çinliler……..……………………..….20
5.1. Gelir Grupları…………….……………………...………………....20
5.2. Uluslararası Evlat Edinme ve İnsan Kaçakçılığı...…...….….…….21
II. ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ĠLGĠLĠ KAVRAMLAR VE ABD’DE KÜLTÜREL
ÇEġĠTLĠLĠK.......................................................................................................23
1. Kültür, Etnik Köken ve Irk…………………….…………………...……..…23
1.1. Kültür………………………………….………………..………….23
1.2. Irk…………………….………………………………...…………..24
1.3. Etnik köken…………………………………………………...……25
2. Çokkültürlülük, Asimilasyon ve Etnik Çeşitlilik……………………...…......27
3. Amerika‟da Çokkültürlülük, Amerikalılaştırma ve Amerikan Kimliği….….28
3.1. WASP Baskınlığı…………………….………………………..…...29
3.2. Eritme Potası ve Amerikalılaştırma………….…….………..……..29
3.3. Anglo-Sakson Irksalcılığı ve Genetik……………………………...30
3.4. Irkçılığın Düşüşü ve Kültürel Çoğulculuğun Yükselişi…..…….....31
3.5. Sosyal ve Sanatsal Alanlarda Çokkültürlülük…..……..………….32
III. ÇĠNLĠ AMERĠKALI EDEBĠYATI……………………………...………………34
1. Çinli Amerikalı Edebiyatının Doğuşu ve Gelişimi…………………..………34
1.1. Mektup ve Makaleler……………………………...………...……..34
1.2. Angel Adası Şiirleri ve Kültürlü Çinliler…………………..…..….36
1.3. Sin Far Sui……………………………………..…………………..38
1.3. 1940‟larda Çinli Amerikalı Edebiyatı……………………...……...39
1.3.1. Savaş Edebiyatı…………………………..………………39
1.3.2. İkinci Kuşak Çinli Amerikalı Yazarlar……………….....39
v
1.4. 1960 ve 1970‟ler……………………………………...……………41
1.4.1 Frank Chin…………………………………..……………41
1.4.2 Maxine Kingston…………………………………….…...42
1.4.3 Amy Tan………………………………..……………...…43
2. 1960 Sonrasında Edebi Kuramların ve Eleştirinin Gelişimi………….……..44
2.1. Etnik Milliyetçi Kuram…………..………….………………….....44
2.2. Etnik Feminist Kuram………………..…………….………………45
2.3. Heterojen Çoğulcu Kuram………………....……………………....46
3. 1990‟lar ve Çinli Amerikalı Edebiyatı………………………………...……..47
3.1. Gish Jen……………………………………………...……………..47
3.2. Sanatsal Özgürlük ve Toplumsal Sorumluluk……………………..48
IV. MONA IN THE PROMISED LAND’DE ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ETNĠK
KÖKEN VE AMERĠKAN KĠMLĠĞĠ………….…….…………….………………...51
1. Çinli Olmak…………………………………………………...……………...51
1.1.Mona‟nın “İlginç Çinli” İmajı…………………..…………….…....51
1.2. Çin ve Amerikan Kültürleri Arasındaki Farklılıklar……………....52
2. Amerika‟da Çinli Olmak……………………….……………...……….…....53
2.1.Kendi Kimliğini Şekillendirme……....…………………..….….…..53
2.1.1. Mona ve Yahudilik………………………………...…..…53
2.1.2. Helen ve WASP Kültürü…………………………………54
2.2. Çinli-Amerikan Kuşaklar ve Farkları……………………......…….55
3. Etnik Köken ve Çinli-Amerikalı Kimliği...………………...……….……....55
3.1. Callie ve Etnik Köken….……………………………..…….…...…55
3.2. Mona‟nın Kimliğini Şekillendiren Unsurlar…………………..…..56
3.3. Cedric ve Eski Kuşak Çinli-Amerikalılar……………………….....57
3.4. Politik Aktivizm/Pasifizm ve Çinli-Amerikalılar………………….58
3.5. Anavatan Kavramının Algılanışı ve Etnik Kimlik……….…….….59
4.Azınlıklar Arası İlişkiler…………………………….…..………..………......60
5. Çokkültürlülük…...……………………………………………………...…...61
5.1. Irksal Önyargılar ve Topluma Etkisi…………….……..………....62
5.2. Amerikan Kimliği ve Çokkültürlülüğün Etkisi………………..….63
vi
5.2.1. Mona ve Çokkültürlülük…………….………………...…63
5.2.2. Seth ve Çokkültürlülük…………………………….……..65
6. Kültürleri Birleştirmek…………………………………………..………..….66
V. DONALD DUK’TA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ETNĠK KÖKEN VE AMERĠKAN
KĠMLĠĞĠ………...……………………………………..…………………………..….69
1. Çinli Olmak…………………………………….….………………..………..69
1.1. Donald‟ın WASP İdolü…………………………………………….69
1.2. Kaliforniya Tarihi ve Çinliler………………….…………..……...70
2. Amerika‟da Çinli Olmak…………………………………………………….71
2.1. Çinlilerin Marjinalleştirilmesi……………...………………………71
2.2. Çin Kültürünü Tanımak…………………..………………..……....71
2.2.1. Kaderin 108 Yıldızı……………………...…….…………72
2.2.2. Etnik Mitoloji ve Tarih……………………………......….73
3. Etnik Köken ve Çinli-Amerikalı Kimliği………….……………...……...….74
3.1. Eritme Potası…………………………...……………………...…..74
3.2. Etnik Köken ve WASP Amerikalılaştırması…………….……...….75
3.2.1. Çokkültürlülüğü Reddetme…………………………...….75
3.2.2. “Pasif Çinli” Tektipi………………………….………......76
3.3. Etnik Kökenin Günümüze Aktarılışı……………………….....……76
3.3.1. Mitoloji Yoluyla Aktarım.………………….………..…...78
3.3.2. Tarihsel Belge Yoluyla Aktarım………………..………..78
3.4. Azınlık Olmayı Kabullenmek….………………………………..…79
3.4.1. Etnik Kimlik ve Irkçılık……………………………..…..81
3.4.2. Azınlık Dayanışması…………….…………………...…..82
4. Çokkültürlülük……………………………………………...………………..83
4.1. Azınlıklar Arası İlişkiler……………………………………..…….83
4.2. Amerikan Kimliği ve Çokkültürlülüğün Etkisi………………...…83
5. Kültürleri Birleştirmek…………………………………..….………………..85
SONUÇ…………...………………………………………………………………..…..87
BĠBLĠYOGRAFYA………………………………………………………..……….....92
ÖZGEÇMĠġ…………………………………………………………………………...97
vii
ÖZET…………………...……………………………………………………...………98
ABSTRACT…………………………………………………………………...………99
viii
GĠRĠġ
Amerikan kültürü ve edebiyatı kavramı, günümüzde genellikle beyaz ırka ait
Anglo-Sakson Protestanların kültürü ve onların edebi eserlerinin bir bütünü olarak
algılanmaktadır. Oysa Amerika Birleşik Devletleri, içerisinde birçok farklı kültürü ve
etnik kökeni barındıran, çok uluslu bir devlettir ve Amerikan yerlileri haricinde ülkede
bulunan farklı ırklardan insanların tümü, bu topraklara göç ederek yerleşmiştir.
Bahsedilen farklı ırk ve etnisitelere, Afrika, Hispanik, Avrupa, Yahudi, Hint, Asya
kökenli Amerikalılar ve daha birçok farklı örnek verilebilmektedir. Elbette, bu kadar
geniş bir kültürel ve etnik çeşitliliğin var olduğu bir ülkenin edebiyatı da, birçok farklı
etnik köken ve kültürden yazarların yarattığı eserleri kapsamaktadır. Bu durum, bir
yandan bir bütün olarak Amerikan edebiyatına kültürel ve tarihi bir zenginlik, bir
çokkültürlülük kazandırmakta, diğer yandan da Amerikan edebiyatının birçok alt türe
sahip olmasını sağlamaktadır. Amerikan edebiyatının bu alt türlerinden bir tanesi de
Çinli Amerikalı edebiyatıdır.
Çinli Amerikalı edebiyatı, Amerika topraklarına göç eden, bu topraklara
yerleşen ve elbette Amerika Birleşik Devletleri‟nde en az biri Çin kökenli olan
ebeveynler tarafından dünyaya getirilen Amerikan vatandaşlarının eserlerini kapsayan
edebi gelenektir. Çinli Amerikalı edebiyatının başlangıcı, genellikle ondokuzuncu
yüzyılda Kaliforniya‟daki altın madenlerinin zengin olma umuduyla popülerleşmesiyle
birlikte, Çin‟den Amerika‟ya göç eden Çinlilerin eserleri olarak kabul edilmektedir.
İnsanın var olduğu her yerde edebiyat da var olduğundan, Amerika‟daki Çinli
göçmenler de kültürlerini, tarihlerini, hayallerini, kısacası hayatlarını ifade etmek için
yazılı eserler vermişlerdir. Ayrıca Çinli Amerikalı edebiyatı, oldukça geniş bir tür
yelpazesine sahiptir; Şiirlerden anı ve otobiyografilere, mektuplardan romanlara kadar
birçok farklı edebi türden eserler Çinli Amerikalı edebiyatını oluşturan parçalardır.
Tıpkı eserlerdeki çeşitlilik gibi, Çinli Amerikalı yazarlar da sosyal, ekonomik ve politik
açılardan farklı görüşler ve yaşam tarzları sergilemektedirler. Ayrıca, Çinli Amerikalı
yazarlar, içinde bulundukları dönemlerden, ulusal ve uluslararası politikalardan, sosyal
ve ekonomik koşullardan etkilenmişlerdir ve bunlar da eserlerine yansımıştır.
1
Her ne kadar farklı dönemler ve koşullarda yazmışlarsa da, Çinli Amerikalı
yazarların eserlerinde bazı ortak temalar öne çıkmaktadır. Bu temalardan bir tanesi Çin
kökenlilere yapılan ırkçı ayrımcılık ve beyaz Anglo-Sakson Protestan (WASP)1
kültürünün baskıcı özellikleridir. Bu temalar, özellikle yirminci yüzyılın ortasına kadar
yazılan göçmen Çinli edebiyatında görülür ve eserlerde dışlanmışlık ve ırkçılık olarak
yer alır. Özellikle erken dönem Çinli Amerikalı edebiyatı, mektup ve anı gibi türlerde
eserler vermiştir ve bu eserler genellikle Çinli Amerikalılara yapılan eğitim, sağlık, iş
imkanları gibi sosyal konularla ilgili ayrımcılığı gözler önüne sermektedir. Bu noktada
altı çizilen bir başka tema da asimilasyon olmuştur. WASP kültürünün bir dayatması
olan “eritme potası” sembolü ile azınlıkların etnik ve ırksal kökenlerinden arınması ve
beyaz Amerikalılar gibi davranmaya zorlanması konusu da, Çinlli Amerikalı
edebiyatının her döneminde işlenen bir tema haline gelmiştir. Çinli Amerikalı kuşaklar
arasındaki anlaşmazlık ve çatışmalar da, özellikle yirminci yüzyıl eserlerindeki ortak
temalardan biridir. Bu konunun özellikle Çin göçmeni anne ve baba ile ABD doğumlu
kız/oğul ilişkileri üzerinden verildiği de, bu tezde açıkça görülecektir.
Bu tezde incelenen bütün romanlarda, Çinli göçmenlerin yaşadığı zorluklar
görülmektedir. Fakat yalnızca göçmen edebiyatı incelenmemiş, kimlik kavramı da
üzerinde sıklıkla durulan bir konu olmuştur. Kimlik, özellikle ABD gibi çok uluslu
ülkelerde 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi‟nden sonra, çokkültürlülük ve etnik köken
ile yakından ilişkili bir kavram haline gelmiştir. Tezde incelenen romanlar, 1960‟larda
etnik kökenin yükselişine ve ırkçı hareketlerin reddine tanıklık etmiş olan yazarların,
1990‟larda yayınlanmış olan eserleridir. Bu bağlamda, kimlik ve özellikle Amerikan
kimliği kavramının günümüzdeki yansımaları, göçmenliğin zorlukları, ayrımcılık ve
asimilasyon gibi konuların yanında, ısrarla üzerinde durulan temalar olmuştur. Çinli
Amerikalı edebiyatında çokkültürlülüğün ve etnik kimliğin Amerikan kimliğine olan
etkileri de, genel olarak çocukluktan çıkıp ergenliğe giren Çinli Amerikalı
başkahramanlar ve onların aileleri ve çevreleri ile olan ilişkileri üzerinden anlatılmıştır.
Elbette, etnik kimliğin ve çokkültürlülüğün bu tezde üzerine çalışılmış olan
romanlardaki yerini belirleyebilmek için, 1990‟ların Amerika‟sındaki sosyal ve kültürel
1
White Anglo-Saxon Protestant: Beyaz Anglo-Sakson Protestan
2
değişimleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. 1960‟ların İnsan Hakları
Hareketi‟ni izleyen, etnik ve ırksal azınlıkların etnik kimliği sahiplenmesi dışında, ABD
kültürüne olan etkisiyle bahsedilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır. 1991‟de
Sovyetler Birliği‟nin yıkılmasıyla, ABD dünya genelinde serbest piyasa ekonomisiyle
lider konuma gelmiştir ve bu da hem ülkenin hem de bireylerin sosyo-ekonomik
durumlarının iyileşmesini sağlamıştır. Ayrıca, ABD, dönemin Doğu Avrupa
ülkelerindeki ırksal ve etnik ayrımcılığa karşı, demokrasiyi ve çokkültürlülüğü
destekleyen uluslarası politik bir tavır sergilemiştir. Yani, 1990‟ların Amerika‟sı,
kendisini Amerikalı olarak tanımlayan herkesi kapsayan, “ulusçu çokkültürlü” bir
devlet modeli olarak görülmüştür. Çokkültürlülüğe verilen desteğin başlıca sebebi ise,
ABD‟nin ekonomi politikasıdır. Çokkültürlülük, ırksal ayrımcılığın yaptığı maddi
etkileri serbest pazar politikalarının taleplerine göre ayarlamıştır (Atanasoski 215).
Kısacası, ABD‟nin kapitalist ekonomisi, tüm vatandaşlarını eşit birer “müşteri” olarak
gördüğünde ve ırk ayrımı yapmaksızın çokkültürlü tavrı benimsediğinde asıl başarıya
ulaşmaktadır.
Bunun yanında, teknolojinin gelişmesi ile haberleşme ve medya küreselleşmeye
başlamış, beraberinde ise küreselleşen bir kültür getirmiştir. Popüler kültür, her evde
bulunan televizyonlar ve yaygınlaşmaya başlayan internet ve cep telefonu kullanımıyla,
her ABD vatandaşı için ulaşılabilir hale gelmiştir. Popüler kültür kavramı, etnik
grupların da varlığıyla, çokkültürlü bir hal almaya başlamıştır: Tipik bir Amerikan
vatandaşının gündelik hayatına, Çin ve Meksika yemekleri, yoga, caz müzik gibi birçok
farklı etnik kökene ait öğeler dahil olmuştur. İşte tam da bu sebeple, Amerikan kimliği
olgusunu tanımlamak güçleşmiştir. 1990‟ların Amerikan vatandaşı, özellikle bir etnik
azınlığa dahil bir bireyse, kendi kimliğini tanımlamakta güçlük çekmektedir. Amerikan
rüyası ve demokrasi gibi kavramlar, bireyi kimi zaman etnik kimliğinden uzaklaştırmış,
çokkültürlülük
ise
kültürler
arası
ilişkileri
sağlamlaştırarak,
etnik
kimliğin
keşfedilmesini sağlamıştır. Üstelik, ABD‟de 1990‟ların çokkültürlü ideolojisi, serbest
pazarda yapılan yatırımlar ve gerçek eşitliğin savunulması arasındaki tutarsızlığı da
maskelemektedir (Atanasoski 215). Yani, 1990‟ların ABD‟de her ne kadar eşitlikçi bir
sosyo-ekonomik ortam varmış gibi görünse de, kapitalist sistem dahilinde başarılı
3
olamayan göçmenler ve etnik azınlıklar kimlik bunalımının yanı sıra birçok maddi
sıkıntı da yaşamışlardır. Bütün bunlar Amerikan edebiyatını da etkilemiştir. Yukarıda
bahsedilenler ile paralel olarak etnik edebiyat, 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi‟yle
tetiklenip 1980 ve 1990‟larda çokkültürlülük ile beslenerek ortaya çıkmıştır. Etnik
edebiyat, bir yandan göçmenlerin, etnik ve ırksal azınlıkların sorunlarını yansıtırken,
diğer yandan da modern Amerika‟da yaşayan etnik azınlık mensubu bireylerin etnik
kimliklerini yadırgama, kabul etme ve Amerikan kimliği yaratma süreçlerini ele
almaktadır.
Bu tezin ilk bölümünde, Çinli Amerikalıların ondokuzuncu yüzyıldan günümüze
uzanan kısa bir tarihçesi bulunmaktadır. Bu bölümde, Çinlilerin Amerika topraklarına
gelişlerine ve bu topraklardaki yaşantılarına kısa bir bakış sunulmaktadır. Ayrıca, Çinli
Amerikalıları etkileyen sosyal, ekonomik olaylar ile Çin ve ABD arasındaki önemli
politik gelişmelere de değinilmektedir. Tezin ikinci bölümünde ise, azınlık
edebiyatlarına olan etkisi açısından büyük önem taşıyan, kültür, etnik köken, ırk,
çokkültürlülük gibi konular ele alınmıştır. Bu kavramlar ve birbirleriyle olan ilişkileri
açıklanmaya çalışıldıktan sonra, konu Amerika Birleşik Devletleri bazında özele
indirgenmiş, Amerikan Kimliği öğesi, incelenen diğer kavramlar çerçevesinde
irdelenmiştir.
Tezin üçüncü bölümünde ise, Çinli Amerikalı edebiyatının ondokuzuncu
yüzyıldan bugüne gelişimi incelenmiştir ve Çinli Amerikalı edebiyat geleneğini
oluşturan önemli eserler kısaca tanıtılmıştır. Çinli Amerikalı yazarların işlediği
konuların ve kullandıkları yazın türlerinin çeşitliği bu bölümde görülebilmektedir.
Bunun yanında, bu edebiyatta karşımıza çıkan temalar, karakterler ve dilden söz
edilmiş, ardından da Asyalı Amerikalı edebiyat kuramları ve eleştirisine değinilmiştir.
Bu bölümde, Elaine Kim ve Frank Chin gibi önemli Çinli Amerikalı yazarların
görüşlerine yer verilmiştir.
Tezin son iki bölümünde ise roman incelemesi yapılmıştır. Bu romanlardan ilki
Gish Jen‟in Mona in the Promised Land (1996) adlı eseridir. Romanın konusu, 1968
yılında onüç yaşında olan ve New York‟taki bir Yahudi mahallesinde yaşayan
4
başkarakter Mona‟ya odaklanmıştır. Mona‟nın, çocukluğundan başlayarak ve ergenliği
boyunca, asimilasyon yanlısı ebeveynleriyle, Harvard‟da okuyan ve etnik kökenine
sarılan ablasıyla, Asyalı-Amerikalı, Afrikalı-Amerikalı, Yahudi arkadaşlarıyla ve
çevresiyle olan ilişkileri ele alınmaktadır. Jen‟in romanını öne çıkaran özelliklerden biri
de, Mona‟nın din değiştirmesi ve Yahudi olmasıdır. Çokkültürlülük, etnik köken, ırk
gibi konular, Yahudilik ve Çinlilik kavramları üzerinden sorgulanmaktadır. Mona‟nın
“Amerikalı” kavramını algılayışı ve bu algının etnik ve kültürel kavramlar bağlamında
gelişimi,
anne-kız
ilişkisi,
kadın-erkek
ilişkisi
gibi
semboller
aracılığıyla
irdelenmektedir. Romanda, Mona‟nın bir yandan ergenlik sorunlarıyla, diğer yandan ise
ırk ve etnisite karmaşasıyla, kimliğini şekillendirmeye çalışmasına değinilmektedir.
Bunun yanında, Mona ve diğer karakterler, 1970‟lerden 1990‟lara Çinli Amerikalı
kavramının değişimine, hayat tarzları ve düşünce farklılıklarıyla ışık tutmaktadır.
Tezde incelenen ikinci roman ise Frank Chin‟in Donald Duk (1991) adlı eseridir.
12 yaşına girmek üzere olan ve San Francisco‟nun Çin Mahallesinde yaşayan ana
karakter Donald, romanın merkezindedir. Kendi isminden ve Çin kökenli olmaktan hiç
hoşlanmayan Donald, ailesinin etnik kökenini sahiplenen tavrından ve Çin
Mahallesinde yaşamaktan da alaycı bir tavırla bahsetmektedir. Kendine idol olarak ise
bir WASP olan dansçı Fred Astaire‟i görmektedir. Yine, kuşak çatışması konusu babaoğul ilişkisi ile simgelenmekte, asimilasyon, etnik köken ve çokkültürlülük gibi temalar,
Donald‟ın ailesi ve çevresiyle olan ilişkisi üzerinden yansıtılmaktadır. Çinli olmak
istemeyen Donald‟ın etnik köken ile ilgili düşünceleri ise, gördüğü rüyalarla birlikte
değişmektedir. Kıtalararası demir yolu inşaatında çalışan atalarını rüyasında görmeye
başlayan Donald, yavaş yavaş etnik kökenine ilgi duymaya ve beyaz ırka mensup
arkadaşı Arnold ile birlikte Amerika‟daki Çinlilerin tarihini araştırmaya başlayacaktır.
Chin bu romanında, Çin‟e özgü mitlerden ve hikayelerden yararlanmıştır ve Donald‟ın
ırk, etnik köken ve kültür gibi kavramları algılayışında bu mitlere yer verilmiştir.
Bunların yanında, Donald ve diğer karakterler 1990‟ların Çin Mahallesindeki yaşam
tarzını da yansıtmaktadır.
İncelenen romanlar 1990‟ların etnik edebiyatına birer örnektir çünkü
başkahramanlarının kendilerine ait birer Amerikan kimliği oluşturma sürecini ele alarak,
5
bu süreci etkileyen etnik, ırksal, kültürel ve çokkültürel faktörlerin önemini
yansıtmakta, diğer yandan ise Amerika‟da Çin kökenli olmanın birey üzerindeki sosyal
ve psikolojik etkilerinin altını çizmekte ve baskın WASP kültürü dahilinde ÇinliAmerikan hayat deneyiminin zorluklarını gözler önüne sermektedir. Gish Jen‟in Mona
in the Promised Land ve Frank Chin‟in Donald Duk adlı romanları, Çinli-Amerikalı
başkahramanlarının çocukluktan ergenliğe geçişleriyle birlikte, kendi Amerikan
kimliklerini arayışları ve etnik kökenlerini anlayışları ve kabul edişleri üzerine
kurgulanmıştır.
6
I. ONDOKUZUNCU YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE AMERĠKA’DAKĠ ÇĠNLĠLER
Uluslararası göç, hangi kültürden, hangi nesilden olursa olsun, insanlar için
kolayca tercih edilebilecek bir seçenek değildir. Alışkın olunan hayatın, coğrafyanın ve
kültürün bir anda yerini yabancı bir çevreye, bilinmeyen bir dile, farklı bir kültüre
bırakması tercihi, oldukça zor ve korkutucu bir karardır. Muhtemelen, Amerika Birleşik
Devletleri‟ne göç etmeye karar veren Çinliler için, bu tercihin getirdiği deneyim,
normalde olduğundan daha korkutucuydu. Dünyanın en eski uygarlıklarından biri olan
Çin‟den, en genç ülkelerinden biri olan ABD‟ye göç etmeyi düşünebilmek için, oldukça
geçerli bazı sebepleri olmalıydı. Bu tezde, 150 yıla yakın bir süre boyunca, Çinlileri
anavatanlarından ayrılmaya ve ABD‟ye göç etmeye zorlayan koşulları ve bu koşullar
üzerinde etkisi olan ekonomik, siyasi, ülkelerarası ve toplumsal sorunları incelerken, bir
yandan da ABD‟de yaşayan Çin kökenli halkın karşılaştığı hem ekonomik hem de
toplumsal alanlardaki ırkçılık ve ayrımcılık ile onların Amerika‟yı şekillendirmekteki
katkılarından bahsedeceğiz.
1. Ondokuzuncu Yüzyılda Çin
1.1. Ġmparatorluk ve Etkileri
Göçün nedenlerini anlayabilmek için, öncelikle ondokuzuncu yüzyılda Çin
İmparatorluğu‟nun sınırları içerisindeki durumu incelemek gerekir. Oldukça geniş bir
alanı kaplayan bu topraklarda coğrafyanın ve bunun yanında sık sık birbirleriyle büyük
bir zıtlık gösteren kültürel geleneklerin de bölgeden bölgeye değiştiğini göz önünde
bulundurmalıyız (Chang 2)2. Göçebe Moğol ve Tibetlilerin yaşadığı Batı Çin‟den,
dünyada kabul gören Çinli yaşam tarzından sıyrılan Tibet‟e, Gobi Çölü‟nden, verimli
pirinç tarlalarının bulunduğu nehirler bölgesine, Çin‟de birçok farklı kültür bir arada
yaşıyordu. Bu bölgeleri bir arada tutan, kendine özgü kültürü ve kontrol
mekanizmasıyla imparatorluk otoritesiydi. Bu otorite özellikle ülkenin iç kısımlarında
yaşayan fakir çiftçi halk, sınav sistemi sayesinde kurumsallaştırılmış olan elit kesim
(bürokratlar ve toprak üzerinde yetkili devlet memurları) ile kıyılarda konuşlanmış olan
tüccarlar ve yoksul, vasıfsız işçiler üzerinde etkiliydi. Fakat sınıflar arasındaki gelir
2
Bütün İngilizce kaynak çevirileri bana aittir.
7
farkı öyle büyüktü ki, kıtlık dönemlerinde yoksullar gerçekten zenginlerin kapısında can
veriyordu (Chang 11).
1.2. Manchu Yönetiminde Çin
Ayrıca, ondokuzuncu yüzyılda Çin, Qing hanedanlığı (Manchu‟lar) yönetiminde
hazinesini ve dünya çapındaki gücünü kaybedip, teknolojik olarak ilerleyemiyor,
Nanking Antlaşması uyarınca da İngilizler ülkenin limanlarını ele geçiriyor ve afyon
ticareti yapıyorlardı. Bütün bunların sonucu olarak fakirleşen halk, isyanlar çıkarmaya
başladı; İmparatorluk bu isyanları askeri müdahale ile bastırırken, hıncını milyonlarca
masum kasabalıdan çıkardı (Chang 17). İsyan sonucunda zarar gören topraklar artık
çiftçiler için gelir kaynağı olamayacak durumdaydı, isyancılar ise hapse girmektense
ülkeyi terk etmeyi yeğliyordu. Bu sırada, ekonomik zorlukların üzerine hayatları da
riske giren bu insanlar arasında, “Altın Dağ” diye adlandırdıkları Kaliforniya‟da altın
bulunduğu ve zenginliğe ulaşabilecekleri üzerine hikâyeler dolaşmaya başladı. Birçok
Çinli, “Altın Dağ”a geçici olarak gelip, bir süre çalışıp zengin olduktan sonra hayatlarını
eskiden sahip oldukları sosyo-ekonomik durumdan daha yüksek bir seviyede yaşamak
üzere Çin‟e geri döneceklerini düşünüyordu (Wong 39). Böylece, yasadışı yollardan da
olsa, Çin‟den Amerika‟ya göç başlamış oldu.
2. Ondokuzuncu Yüzyılda Amerika’daki Çinliler
2.1. Çinlilerin ABD’ye GeliĢi
Zor şartlar altında, zorlu yolculuklar yaparak Kaliforniya‟ya ulaşan Çinli
göçmenlerin büyük çoğunluğu, hemen altın madenlerine koştular. Diğer birçok göçmen
ırk gibi ABD‟nin diline ve kültürüne alışkın olmayan Çinli işçiler, sıklıkla gruplar
halinde ve hemşehrileri olan kişilerin altında çalıştılar (Sowell 136). Çalışkanlıklarıyla
nam salmalarının ilk nedeni, bulacakları bir parça altın ile hayatlarının değişeceğini
bilmeleriydi. Ne kadar çalışkan olurlarsa olsunlar, yeni şekillenmekte olan
Kaliforniya‟da henüz kanunlar işlemiyordu ve bu dönemde madenlerde çalışan işçilerin
bir kısmı çok zengin olduysa da, bir kısmı da buldukları altınlar için öldürüldü. Kısa bir
süre sonra ise en büyük düşmanlarının kanunsuzlar değil, yabancı düşmanı kanunlar
olduğunu anlayacaklardı.
8
2.2. Çinlilere Yönelik Irkçı Ġdeolojiler
Resmi kayıtlara göre 1851‟den önce yalnızca 46 Çinli Amerika‟ya göç etmişti
(Shaefer 87). Halk tarafından göçmen bir grup yerine farklı bir etnik kökene ait bireyler
olarak görülüyorlar, böylece hiçbir tehdit unsuru oluşturmuyorlardı. Yine de, beyaz
Amerikalıların Çin göçmenleriyle ilgili fikirlerinin altında ırkçı ideolojiler vardı; onlar
Doğulu, egzotik ve yabancıydı:
Çinliler (Amerika‟ya)3 ilk geldiklerinde, onlara karşı olan önyargı uzun
zaman önce açıkça şekillenmiş ve yaşanmıştı. Çinlilere karşı olumsuz
görüşler, ilk Çinlinin Amerika topraklarına ayak basmasından çok daha
eskide başlamıştı. Birçok Amerikalı, Çin‟in bir zamanlar muhteşem bir
uygarlık olduğunu biliyordu, ama aynı zamanda artık ileri derecede
yıkılma durumunda olduğu konusunda da hemfikirlerdi. Onların gözünde
Çinli insanlar, açlıktan ölen kitleler, yük hayvanları, ahlaksız kâfirler ve
afyon bağımlılarından başka bir şey değildi. (Chan 45)
2.2.1. VatandaĢlık Hakkı
“Altına hücum” başlayınca, gruplar halinde göç etmeleriyle birlikte, bu ırkçı
tutum yalnızca fikir olmaktan çıkarak, yasalar tarafından da desteklenmeye başladı.
Federal yasaya göre yalnızca “beyazlar” vatandaşlık hakkı alabiliyordu; yani Çin
kökenliler,
devlet
tarafından
verilen
sağlık
ve
eğitim
gibi
hizmetlerden
faydalanamıyorlardı. Yeni çıkan bir yasa Amerikan vatandaşı olmayan madencilerin
fazla vergi ödemesini gerektiriyordu. Başka bir ırkçı karar ise, “beyaz olmayan”
kişilerin mahkemede beyazların lehine ya da aleyhine ifade verememesiydi. Bütün bu
yasalar altında ezilen ve madenlerde hayatları tehlikeye giren Çinliler, birer birer
madencilikten uzaklaşıyor, “bizim” diyebilecekleri bir yer arıyorlardı. Böylece,
ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve anavatanlarına daha yakın hissetmelerini sağlayacak
olan - ilki San Francisco‟da olmak üzere - Çin mahalleleri ortaya çıkmaya başladı.
3
Parantez içindeki bilgiler tarafımdan eklenmiştir.
9
2.2.2. Kıtalar Arası Demiryolunun ĠnĢası
1860‟lara geldiğimizde ise Çinli göçmenler, ABD‟yi şekillendirecek en önemli
olaylardan birinde görev aldılar; kıtalararası demiryolunu inşa ettiler. Burlingame
Antlaşması uyarınca, göçmenler artık Çin ve Amerika arasında özgürce göç
edilebilecekti ve inşaatı gerçekleştirecek olan firmalardan Central Pacific, ucuz, verimli
ve kolayca sömürülebilir işgücü için Çin göçmenlerini işe aldı (Chang 56). Beyaz işçiler
yerine Çinlileri işe almakla elde edilen kazanç muazzamdı, ayrıca Çinliler, en zor
şartlarda çalıştırılabiliyorlardı (Haak 85). Aşırı soğuk, aşırı sıcak, patlayıcılar ve kötü iş
koşulları nedeniyle binlerce Çinli can verdi.
Kıtalararası demiryolu inşaatı bittikten sonra işsiz kalan Çinli işçiler yeni kazanç
kapıları ararken, işverenler de Çinlilerin sağladığı işgücünün ucuzluğunu fark
ediyorlardı. Böylece, çiftçiler ve sanayiciler hem kazançlı olduğu için, hem de diğer
ırklara mensup işçilere (İrlandalılar, Afrika kökenliler gibi) gözdağı verip grevleri
sonlandırmak için çoğunlukla Çinlileri işe almaya başladılar. Çinli göçmenlerin ucuza
çalışmasının sebebi de kazandıkları paranın Çin‟deki ailelerinin hayatını değiştirmiş
olmasıydı (Chang 67). Amerika‟da kazanılan paranın Çin‟deki değeri çok daha fazlaydı,
bu yüzden işçiler düşük ücretlerle ve kötü koşullarda çalışmaya razı oluyordu.
2.3. Çinlilerin ABD’deki Sosyal Yapılanması
2.3.1. Klan,Fong ve Tong’lar
Gittikçe daha da şehirlileşen Çinli göçmenler, bazı sosyal ve ekonomik
oluşumlar yaratmaya başladılar. Haak‟a göre, göçmenlerin günlük ihtiyaçlarıyla
ilgilenen “klanlar” ve akraba ya da hemşerilerin toplandığı “fong‟ların” yanında, “Altı
Çinli Şirketi” diye adlandırılan kuruluş, Çinli azınlığa eğitim ve sağlık hizmetleri
sağlamaya ve mahalle dışı anlaşmazlıkları yatıştırmaya yardımcı oluyordu (119).
Amerika‟daki Çin kökenli azınlığa sahip çıkmak isteyen bu tüccar grubunun yanında,
“tong” diye adlandırılan çeteler, üyelerine korunma sağlıyor, diğer yandan da insan
kaçakçılığı ve uyuşturucu ticareti yapıyordu. Tong‟lar, binlerce Çinli kadın ve kızı,
Amerika‟daki bekâr Çinli nüfusa hizmet etmek üzere ithal ediyordu (Chang 81). Tıpkı
Chang gibi, Chan de Amerka‟ya göç eden öncü Çinli kadınların büyük çoğunluğunun
10
seks işçiliği için pazarlanan yoksul kadınlar olduğunu belirtmiştir (105). Bu kadınlar
çok ağır şartlar altında çalıştırılıyor, açık arttırmayla satılıyor, sıklıkla öldürülüyor veya
intihar ediyorlardı.
2.3.2. Ġlk Amerikalı-Çinli KuĢağın DoğuĢu
Tong‟lar tarafından ABD‟ye sokulan kadınların bir kısmı sözleşmeleri sona
erdiğinde, kaçmayı başardıklarında veya evlenerek çeteye borçlarını ödeyebildiklerinde
özgür kaldılar ve çocukları dünyaya geldi. Bunun yanında, ülkeye yasal yollardan
girebilen tüccar eşleri de Amerika topraklarında doğum yaptı. Çinli kadın nüfusun
erkeklere göre az olması da ırklar arası evliliklerle sonuçlandı. Böylece 1870‟lerde ilk
Çin kökenli Amerikan vatandaşı nesli oluşmuş oldu. Bunun sebebi, anne ve babalarının
aksine doğdukları topraklarda otomatikman vatandaşlık hakkını kazanmış olmalarıydı.
2.4. 1882 Göçmen Yasası
Bir yandan bir “azınlık” vatandaş grubu oluşurken, diğer yandan Çinlilere karşı
ırkçı yaklaşım artıyordu. Amerika‟da Çinliler ekonomik (beyaz kapitalistlerin
sömürgeleştirilmiş iş gücüne rağbeti ve beyaz işçilerin etnik düşmanlığı), ve ideolojik
(Amerika‟yı türdeş beyazlar toplumu olarak tanımlayan görüş) nedenlerle “yabancılar”
olmaya zorlandılar (Haak 130). Çinli göçmenlerin düşük ücretlere razı olmaları ve grev
kırıcı olarak işe alınmaları, fiziksel ve ırkçı saldırılara maruz kalmalarına sebep oldu.
Amerikan İç Savaşı‟nın sona ermesi ve kıtalararası ulaşımın demiryolu sayesinde
kolaylaşmasıyla birlikte işsizlik arttı ve Çinliler, özellikle yoğun olarak yaşadıkları
bölgelerde (Kaliforniya ve Doğu kıyısı) bunun sebebi olarak görülmeye başlandı. Çinli
işçilere yönelik saldırılar, Avrupa kökenli Amerikalı işçilerin kendi problemlerine
günah keçisi bulma çabasıydı (Chan 53). Zaten kültürel ve fiziksel farklılıkları
nedeniyle ırksal düşmanlığa maruz kalan Çinli göçmenler hakkında düşünülenler,
politik ortamda da dile getirilmeye başlandı. Sonuç olarak 1882‟de, Meclis, Çinli
işçilerin gelecek on yıl boyunca ABD‟ye girmesini yasadışı kılan ve hâlihazırda
ABD‟de bulunan Çinlilere vatandaşlık verilmesini reddeden yasayı onayladı (Haak
111).
11
Bu yasanın ırkçı fanatikleri sakinleştireceği düşünülürken, tam tersi oldu: Irkçı
gruplar, Bütün Çin kökenlilerin Amerika topraklarını terk etmesini istediler. Çin
mahallelerine ve Çinli göçmenlere birçok saldırı düzenlendi. Hatta Çin kökenli
Amerikan vatandaşları bile vatandaşlıklarını ve haklarını ellerinden almaya çalışan
yasadışı girişimlere maruz kaldılar (Chang 137). Göçmenler mahkemelerde haklarını
aramalarına rağmen çoğunlukla “beyaz ırk” lehine karar veriliyordu. 1888‟de Bütün Çin
kökenliler kapsamında genişletilen bu yasa, 1892‟de yenilendi ve 1902‟de süresi
belirsiz olmak üzere uzatıldı. (Haak 111).
3. Yirminci Yüzyılda Amerikalı Çinliler
3.1. Boxer Ġsyanı, Boykot ve Sonuçları
Yirminci yüzyıla gelindiğinde Çin‟de, beyaz Hıristiyanları ekonomik sorunların
kaynağı olarak gören ve katleden “Boxer İsyanı”, Çinlilere olan etnik düşmanlığı
perçinledi. Buna karşılık olarak 1905 yılında Çin‟de halk tarafından ABD‟ye karşı
boykot başladı, fakat ABD hükümeti, Qing hanedanlığından boykotu engellemesini
istedi. Manchu‟lar bir imparatorluk emri yayınladı (Chang 143). Buna rağmen boykot,
Başkan Roosevelt‟in, göçmen memurlarının yasal ziyaretçilere ve Çinli tüccarlara kötü
davranmamasını belirten bir bildiri yayınlamasını sağladı. Yine de yirminci yüzyılın
başlarında, ABD‟deki Çin diasporasında – hem göçmen sınırlaması, hem de ırkçı
saldırılar yüzünden hayatı tehlikeye giren Çinlilerin ABD‟yi terk etmesi sonucunda –
büyük bir azalma yaşandı.
3.2. San Francisco Depremi, Çin Mahallesi Yangını ve Evrak Oğullar
Sonra birdenbire doğal bir felaket, Çin kökenli Amerikalı tarihinin akışını
değiştirdi: 18 Nisan 1906‟da, sabah erken saatlerde, San Francisco bir depremle sarsıldı
(Takaki 234). Buradaki Çin mahallesinde büyük bir yangın çıktı ve çoğu resmi evrak
(vatandaşlık ve doğum belgeleri gibi) yok oldu; bu durum da Çinli göçmenlere, San
Francisco‟da doğduklarını iddia etme ve Çin‟de doğan çocukları için vatandaşlık talep
etme şansı verdi. “Evrak tüccarlar” ve “evrak oğullar” fenomeni ABD hükümetinde
şüphe uyandırdı (Chang 147). Böylece 1910‟da San Francisco körfezindeki Angel
Adası, bir Çinli göçmen tesisi haline getirildi. Limana ulaşmadan önce burada uzun
12
süreler boyunca, kimi zaman kalabalık odalarda yerde uyuyarak, düzenli beslenemeden,
sağlıksız şartlarda tutuluyor, uzun süren ayrıntılı sorgulamalar sonucunda bir kısmı San
Francisco‟ya ayak basabiliyordu.
3.3. Angel Adası
Göçmen
Çinliler,
adaya
gelir
gelmez
öncelikle
sağlık
taramasından
geçiriliyorlar, kırsal Çin‟deki olumsuz hijyenik koşullar nedeniyle bir kısmında parazit
hastalıkları görülüyor ve kabul edilmiyorlardı.
Sağlık koşulunu sağlayabilenler ise
hapis hayatına çok benzeyen bir durum içine giriyorlardı:
Kadınlar ve erkekler, içerisinde ikişer veya üçerli şekilde üst üste
dizilmiş ranzalar bulunan, az eşyalı odalarda ayrı topluluklar halinde
tutuluyorlardı. Mahremiyet yok denecek kadar azdı. Erkekler, bu nezaret
koğuşunun ikinci katında tutuluyordu ve bu kısım kaçmalarına engel
olsun diye parmaklıklarla çevrelenmişti. (…) Yatakhanelerin kilitli
kapılarının ardında gardiyanlar bekliyordu ve Çinliler genellikle kendi
hallerine bırakılıyordu. (Lai 15–16)
Zaten insanlık dışı koşullarda tutulan Çinliler, maruz kaldıkları despotça
davranışlar nedeniyle de birçok kez psikolojik sorunlar ve hatta intihar vakaları
yaşadılar. Angel Adası‟nda yaşadıkları deneyimler Çinli Amerikan vatandaşlarında
derin bir korku ve utanç yarattı. Bu zorlu sorgudan geçmiş olan Çin kökenliler ve
onların çocukları, Amerikan vatandaşı olsalar bile, yaşanların ve anlatılanların etkisiyle,
baskı ve korku kültürünün getirdiği pasifliğin yanında, ırksal farklılıklarının getirisi olan
istismarın utancını yaşadılar. Rakamsal olarak ise, Angel Adası‟na gelen Çinlilerin
yüzde onu, okyanus aşırı gemilerle Çin‟e dönmeye zorlandı (Takaki 238).
3.4. 20. Yüzyılda Çin
Bu sırada yozlaşmış Qing hanedanı Çin hazinesini, 1895‟te Japonlara yenilerek
Çin topraklarının bir kısmını kaybetmesine rağmen, askeri gücünü arttırmak için
kullanmak yerine özel zevkleri için kullanmaktaydı; bu da halkın tepkisine neden
oluyordu. Genel nefret arttıkça, devrim kaçınılmaz hale geldi: 1911‟de Manchu‟lar ordu
13
tarafından devrildi ve Sun Yat-sen liderliğinde Çin Cumhuriyeti kuruldu. Bu durum
yalnızca birkaç yıl sürdü, Sun iç savaşı önlemek için istifa etti, yerini diktatörlük
gücünü benimseyen Yuan‟a bıraktı ve Yuan‟ın ölümüyle, merkezi hükümet
derebeyliklere bölünerek, Çin‟i ihtilaflı savaş beylerine bıraktı (Chang 158-161).
4. Yirminci Yüzyılda ABD’deki Çinlilerin Hayatları
4.1. Meslekler
Çin‟de savaş devam ederken, ABD‟deki Çinliler için de yaşama savaşı
sürüyordu; birçok farklı sınıftan Çinli, birbirine benzemeyen işlerde çalışıyordu. Çinliler
genel işgücü pazarından çıkarılmış ve kendilerine “acı sözlerin söylenemeyeceği”
mesleklerle uğraşmaya zorlanmışlardı (Takaki 240). Madencilik yapan çok sayıda Çin
kökenli insanın varlığı, diğer Çinlileri değişik sektörlere yönlendirmişti:
Çinli madenciler nerede toplanıyorsa, Çinli tüccarlar da onlara erzak
tedarik etmek, sosyal ve eğlence ihtiyaçlarını karşılamak için o
bölgelerde dükkânlar açtılar. Tüccarlar, Çin yemekleri için gereken
çeşitli içeriği ithal ettiler. (…) Bunlara ek olarak, çoğu madencinin
çoktan Amerikan derisi ayakkabı giymeyi öğrenmesine rağmen tüccarlar,
Çin kumaşları ve kıyafetleri de ithal ettiler. Böylece tüccarlar, Çinli
göçmenlerin ihtiyaç duyacağı ve alışkın oldukları maddi kültürün temel
malzemeleriyle çevrelenmesini sağladı. (Chan 29-30)
Çinli göçmenler artık ticaretle uğraşıyor, restoranlarda çalışıyor ya da
işletmecilik yapıyor, şifacılar ve bakkal dükkânları açıyorlardı, bunlardan daha yaygın
olarak da çamaşırhaneler işletiyorlardı.
4.2. Kimlik Sorunları
Bu işlerle uğraşan ilk nesil göçmenlerin çocukları ise, aileleri tarafından
doktorluk, mühendislik gibi “prestijli” mesleklere yöneltildiler, çünkü çoğu aile
ABD‟de mesleğini yapmakta başarısız olan çocuklarının her zaman Çin‟e dönüp Batıda
kazandıkları uzmanlıkla çalışabileceğini düşünüyordu (Chang 175). Bunun yanında
devlet okullarında başlarda dışlanan ikinci nesil Çin kökenli Amerikan çocuklar,
14
toplumda ancak uyumlu, saygılı ve çalışkan olduklarında kabul gördüklerini fark
ediyorlardı. Çoğu çocuk kimlik karmaşası yaşıyordu, bazıları kendini tamamen Çinli
olarak görüyor, bazılarıysa beyaz ırka mensup görünmediği için utanç yaşıyordu.
Kimlik kargaşası bir problemse, bir diğeri de aleni ve gizli ırkçılıktı. İkinci nesil
çocuklar büyüdüğünde, okul yerine iş dünyasında ayrımcılığa uğruyorlardı; “beyaz” ırk
tarafından yönetilen firmalarda kabul görmüyor, görseler bile daha düşük maaşlarla
çalışmak zorunda kalıyorlardı. Ayrıca, kadın erkek ilişkileri, düşünce yapısı, sosyal
aktiviteler ve hatta dış görünüş ve davranışları konusunda, Çin geleneklerine bağlı olan
aileleriyle zıtlıklar yaşıyorlardı.
4.3. Büyük Bunalım Dönemi
4.3.1. Çin Mahallesi ve Turizm
Çin kökenli Amerikalılar kimlik bunalımı yaşarken, Amerika da ekonomik
bunalım içine düştü. 1929‟da Büyük Bunalım patlak verdi ve 20 milyon Amerikalı
kendini işsiz buldu. Çin azınlığı ise ekonomik krizden, yoksulluktan öğrendikleri
tutumlulukları ve kendi kendilerine yetmeleri sayesinde aşırı derecede etkilenmedi.
Bunun yanında bunalımın etkisiyle toplumlarını tehdit eden durumlar karşısında
organize oldular: Eylemleriyle New York‟taki Çinlilere ait çamaşırhanelere getirilmek
istenilen ekstra vergiyi indirtip, işletmecilere getirilen vatandaşlık şartını iptal ettirdiler.
Toplum olarak kriz süresince para kazanmanın yollarını aradılar ve çözümü turizmde
buldular. Bir getto olan Çin Mahallesi, Çinlileri sağlıksız, asimile olamayan ve
istenmeyen göçmenler olarak gören fikirleri doğruladı, fakat aynı olumsuz imgelem Çin
mahallesinin şehrin “ilginç” ve “gizemli” bölgesi, Amerika‟da “yabancı bir koloni”
şeklinde algılanıp, bir turizm merkezi olarak gelişmesine yol açtı (Takaki 246).
4.3.2. Popüler Kültürün Etkileri
Sinema teknolojisiyle birlikte, Çinlilere uygulanan tektipleştirme daha geniş
kitlelere ulaştı: Chang‟e göre Fu Manchu ve Charlie Chan gibi karakterler Çinlileri
düşman, kötü niyetli, sinsi, gizemli ya da soytarı gibi lanse etti. Popüler kültürün
Çinlileri yabancılaştırmaktaki başarısı açıkça görülür:
15
Gazete makaleleri, ucuz dergiler ve 1920‟ler ve 1940‟ların Hollywood‟u,
Çinlileri algılayabilmek için düşünce kategorileri yaratacak olan sıfatları
temin etti. Örneğin; esrarengiz, ketum, anlaşılmaz, ayrılıkçı, sinsi,
hilekâr, uyuşturucuya düşkün, ahlaksız, tehlikeli, efemine, sabırlı, fazla
kibar, hain ve zeki gibi. Egzotiğe ve çekici günahkârlığa duyulan tutku,
Çinlilere kendi mahallelerinde hissettirilmiştir. (Wrobel 221–222)
Bahsedilen tektiplerin körüklediği ırksal ayrımcılık ve Büyük Bunalım nedeniyle
iş bulmakta zorlanan Çin kökenlilerin bir kısmı, anavatanlarına döndüler. Fakat çoğu
hayatlarını kurtarmak için geri dönecekti, çünkü Çin‟de devasa bir değişim
gerçekleşmek üzereydi.
4.4. Ġkinci Dünya SavaĢı ve Etkileri
4.4.1. Nanking Katliamı
Çin topraklarının bir kısmını zaten ele geçirmiş olan Japonya, 1937‟de Pekin ve
Şangay‟ı ele geçirdi ve aynı yılın sonlarında Nankin Katliamı gerçekleşti. Japon
imparatorluk ordusu, 8 yıl sürecek ve 35 milyon Çinlinin hayatına mal olacak olan
savaşın alameti olarak, yüz binlerce sivile tecavüz etti ve kıyım yaptı. Bunun üzerine
Çin kökenli Amerikalılar, Çin‟deki vahim duruma dikkat çekmek için eylemler ve bağış
organizasyonları ve boykot çağrıları yaptılar. Bu çabalar sonucunu verdi ve Japonya‟ya
silah ve materyal gönderimi durduruldu ve Çin kökenli Amerikalı toplumu Çin‟e toplam
25 milyon dolar yardımda bulundu (Chang 220).
4.4.2. Pearl Harbor
Yine de Amerika 1940‟larda daha çok Avrupa‟daki savaşla ilgileniyordu, fakat
Amerikan ambargosunun Asya‟yı fethetme planlarını engelleyeceğini düşünen Japonya,
Hawaii‟deki Amerikan üssünü bombaladı. Pearl Harbor‟a yapılan saldırı, neredeyse bir
gecede Çinliler ve Japonlar hakkındaki Amerikan tasvirini değiştirdi ve hem Çin hem
de Japon kökenli Amerikalı tektiplerini farklılaştırdı (Chang 222). Artık Çinliler dost,
Japonlar ise düşmandı; ABD ve Çin II. Dünya Savaşı sırasında aynı tarafta
olduklarından, Çin‟den göç yasağının kaldırılması politik açıdan önemliydi (Haydu
16
223). 1943‟te Çin‟den göç etme yasağı kaldırıldı ve gelecek olan Çinlilere vatandaşlık
hakkı tanındı. Çin kökenli göçmenler için iş bulmak kolaylaştı ve toplumsal alanda daha
fazla kabul gördüler. Çin kökenli Amerikalıların bir bölümü Amerikan ordusunda
savaştı. 1945 “Savaş Gelinleri Yasası” uyarınca Çin kökenli Amerikalılar Çin‟de
evlenip eşlerini ABD‟ye getirebildiler ve savaş sonrası doğum oranındaki artıştan bu
etnik grup da etkilendi.
4.5. Çin Halk Cumhuriyeti’nin KuruluĢu ve Etkileri
Fakat bu durum uzun sürmedi ve Amerika‟daki Çinlileri yeni siyasi ve ülkeler
arası sebeplerle ortaya çıkan eski ırkçı nefret bekliyordu. Bunun sebepleri ise Soğuk
Savaş, Kore Savaşı ve en önemlisi Çin İç Savaşı‟ydı. Nasyonalist Çin hükümeti
tarafından askeri güç ile dağıtılmış ve dağlık bölgeye konuşlanmış olan Komünist
Çinliler, hem Japonya‟ya karşı halkın yanında verdikleri mücadele ile hem de yozlaşmış
ve despotlaşmış hükümete karşı oldukları için gün be gün halkın ve askeriyenin
desteğini kazandılar. 1 Ekim 1949‟da Pekin‟de, Mao Zedong Çin Halk Cumhuriyeti‟nin
kurulduğunu açıkladı. Eski Nasyonalistler, varlıklı aileler ve akademik kariyer sahibi
kişiler, yanlarına alabildikleri değerli eşyalarla birlikte ülkeyi hemen terk etmeye
başladı.
4.5.1. Amerikalı Çinlilere KarĢı ġüphe
Yurt dışında doğan Çinliler umutsuzca yeni hayatlar kurmaya çalışırken,
Amerika‟da doğan Çinliler kendi geleceklerini gözden geçirmeye başladılar. Kendi
ailelerine ya da eski hükümet burslarına erişemeyecek olan öğrenciler para kazanmak
zorunda
kalmış,
gelecekte
ABD‟de
çalışamazsa
anavatanına
dönebileceğini
düşünenlerin planları bozulmuştu. Ayrıca Amerika‟nın komünizm karşıtlığı, Sovyetler
Birliği‟nin ilk atom bombasını patlatarak gözdağı vermesi ve gelişmekte olan ÇinSovyet ittifakı Çin kökenli Amerikalıları da hainlik şüphesine maruz bırakıyordu
(Chang 247). Çinliler tekrar düşman gibi görülmeye başlandı, Çin mahallelerinde
aramalar yapıldı, Çinli vatandaşların özel eşyalarına el kondu. Her ne kadar askeri
savunmada, roketçilikte ve birçok diğer bilimde ülkelerine katkı sağlamış olsalar da,
Çin kökenliler yabancı olarak görülmeye devam ediyordu.
17
4.6. Sosyal ve Politik Alanda Çinli Amerikalılar
4.6.1. Amerikalı Çinliler ve Politik Aktivizm
1960‟larda Çinli karşıtı ayrımcılık güçlü kaldı ama artık etnik Çinliler önceden
olduğu gibi, haklarını, geçim yollarını, kimi zamansa hayatlarını korumak için toplum
kuruluşlarına bağımlı değillerdi ve Çin mahallelerine sıkışmamışlardı. Artık birçok Çin
kökenli Amerikalı, bir önceki nesilden kalma fakirliği sürdüren yeni göçmenler ve bir
önceki göçten kalma yaşlılarla dolu Çin mahallelerinden kopmuştu (Sowell 146).
Ayrıca asimilasyon artmıştı ve artık maddi olanakları vardı. Fakat 1958‟de Çin
hükümeti tarafından zorunlu kılınan sanayileşme hamlesi yüzünden kıtlık ve
yoksulluktan kaçarak ABD‟ye gelenler genellikle Çin mahallelerine yerleştiler. Çok az
İngilizce biliyor olmaları sebebiyle yetişkinler düşük ücretli işlerde çalışırken, çocuk ve
gençler ise anadilde eğitim alamadıkları için okulu bırakıp sokaklarda gruplaşmaya veya
çeteleşmeye başladılar. Chang‟e göre, Martin Luther King‟in başı çektiği insan hakları
hareketi ve protesto edilmekte olan Vietnam savaşının sağladığı aktivizmle, 1960‟ların
mücadeleci ruhu Çin göçmenlerinin Amerika doğumlu çocuklarının bir kısmının, bu
Çince yardım çağrılarına cevap vermesine yol açtı (273). Anadilde eğitim hakkının
kazanılmasında bu aktivizmin yeri vardı.
1976‟da Mao Zedong‟un ölümüyle yerine Deng geçti ve 1980‟ler boyunca,
Deng yönetiminde Çin, ideolojik olmayan, kapitalist bir ekonomi geliştirmeye başladı.
Ayrıca ABD ve Çin arasında hem diplomatik antlaşmalar, hem de karşılıklı olarak
kültürel, bilimsel ve teknolojik alışveriş için birçok anlaşma yapıldı. Prestijli okullarda
öğrenimini tamamlayıp Batıda ve Çin‟de kabul görme düşüncesiyle birçok Çinli öğrenci
üniversitelere başvurdu. Bunun yanında Chang‟e göre, belirlenmiş olan yirmibin kişilik
göç kotasına dâhil olmayan öğrenci, diplomat ve turist vizeleriyle ABD‟ye gelen
Çinliler önce kalıcı olarak yerleşiyor, daha sonra da ABD vatandaşı oluyorlardı (315).
1980‟lerin Amerika‟sı hırs kültürüyle beslenen, zengin ve fakir arasındaki farkın
uçurumlaştığı, evsiz nüfusun çoğaldığı, kokain ve AIDS gibi kavramların var olduğu bir
ülkeydi. Bunun yanında, ulusal borcu çoğalan ABD, Japonya ve Almanya‟dan borç
alıyordu. Ama Amerika her ne kadar değişse de, ırkçılık aynı kalmıştı; çoğu vatandaş
18
Amerika‟nın ekonomik koşulları için başka ülkeleri, dolayısıyla o ülkelerin temsilcisi
olarak gördükleri azınlıkları suçluyorlardı. 1982‟de Vincent Chin, kendisini Japon
zanneden iki hoşnutsuz otomotiv işçisi tarafından beysbol sopasıyla dövülerek
öldürüldü ve suçlular kefaletle serbest bırakıldı. Bu dava bir anda Asyalı-Amerikalıların
ırkçılığın ne boyutta olduğunu ve “politik organizasyonun gerekliliğini” fark etmelerine
sebep oldu (Chang 320-321).
Buna rağmen çoğu Çinli, yasaların dahi kendilerini nefret suçlarından
koruyamayacağını düşünerek, siyasi yerine ekonomik alanda başarı peşinde koştu. Bu
da
Çin
kökenlilerin
beyaz
Amerikalılar
tarafından
“örnek
azınlık”
olarak
gösterilmesiyle sonuçlandı. Çinliler, Afrika ve Meksika kökenli insan hakları
aktivistlerine, haklarını kazanmak için saldırgan protestolar yapmak yerine, çok
çalışmaları için örnek gösteriliyordu (Chan 167). Böylece bir yandan Çinlileri “fahri
beyazlar” olarak kabul edip, diğer yandan da politik etkinlikten uzak tutmaya çalıştılar.
Çoğu Çin kökenli Amerikan vatandaşı, gerek ailevi ihtiyaçlarını karşılayabilmek,
gerekse kendi Amerikan rüyalarını yaşayabilmek için ekonomik koşullar önemli
olduğundan, örnek azınlık olmayı kabullendi. Hızla gelişen ileri teknoloji endüstrisi,
aileleri tarafından hem yüksek gelirli, hem de ileri seviyede İngilizce gerektirmeyen
işlere yönlendirilmiş olan Çinliler için yeni altın madeniydi. Bu sektör ile üniversiteler
Çin kökenli öğrencilerle dolarken, bir yandan “yeni zengin” Çin kökenli Amerikalılar
toplumun daha zengin kesiminde yerini aldı.
4.6.2. 1986 Tiananmen Meydanı Olayları ve Etkileri
1980‟lerin sonunda, Çin Halk Cumhuriyeti tekrar kanlı bir olay yaşadı. 1986‟da
bir Parti üyesinin hükümeti açıkça eleştirmesinin ardından, önce bir öğrenci grubuyla
başlayıp sonra diğer şehirlere yayılan ve hükümeti hedef alan protestolar yapılmaya
başlandı. 1989 Mayıs‟ının sonunda, Pekin‟deki öğrenciler, Amerikan Özgürlük
Anıtı‟ndan ilham alarak Tiananmen Meydanı‟na bir “Özgürlük Tanrıçası” heykeli
diktiler. Demokrasi isteyen bir milyondan fazla insan sokaklara döküldü. Hükümet,
protestoları kaba kuvvet kullanarak bastırmak istedi ve silahlı askerler yüzlerce
göstericiyi öldürdü. Uluslararası medyaca nakledilen bu katliam, Çin-Amerika
19
ilişkilerinde kalıcı bir yara açtı (Chang 335-336). Bunun üzerine ABD Başkanı Bush,
tüm Çin uyrukluların Amerika topraklarında kalabileceğini belirten bir emir çıkardı.
ABD‟de okuyan Çin kökenli öğrencilerin çoğu ülkelerine dönmek istemiyordu.
Katliam yalnızca Çin‟de değil, yakın bölgelerdeki Çinlilerde de korku uyandırdı.
İngilizler birkaç yıl sonra Hong Kong‟dan çekileceklerdi ve komünistlerin işgalinden
korkan kapitalist ve mesleki elit ailelerin bir kısmı ABD‟ye göç etti. Fakat ABD‟de para
kazanmanın düşündükleri kadar kolay olmadığını anladılar. Kısa süre içinde
“astronotlar” olarak adlandırılan, işlerini Hong Kong‟da yürüten ve ailesi Amerika‟da
yaşayan, sürekli iki bölge arasında uçan iş adamlarına dönüştüler (Chang 339). Sürekli
olarak ailelerinden uzak kalmaları, evlilik dışı ilişkilere ve çocuklarıyla manevi
bağlarının kopmasına yol açtı. Benzer olarak, Çin‟in askeri tehdidi altındaki Tayvan da
bu dönemde ABD‟ye göç veren ülkelerden oldu. Tayvan‟dan gelen Çin kökenliler ise
genellikle “paraşüt çocuklar” olarak bilinen ve varlıklı ailelerin Tayvan‟daki azılı
akademik rekabetten ya da zorunlu askerlik hizmetinden korumak istedikleri
çocuklarıydı. Bu çocuklar ABD‟de koruyucu ailelerin veya akrabaların yanında ya da
kendi başlarına yaşıyor, aileleri tarafından manevi açlıkları maddi yolla kapatılmaya
çalışıyordu; bu durum çocuklarda duygusal yabancılaşma ve depresyon yaratıyordu.
5. Yirminci Yüzyıl Sonunda ABD’deki Çinliler
5.1. Gelir Grupları
Çin kökenli göçmenler sosyal, ekonomik ve kişisel sorunlarıyla boğuşurken,
ABD, 1990 ve 1991‟de Sovyetler Birliği‟nin parçalanmasıyla, dünyanın bir numaralı
ekonomik ve askeri gücü haline geldi. Sovyetler ile girdiği silahlanma yarışı her ne
kadar ulusal borç yaratmışsa da, silahlanmanın yanı sıra bilgi teknolojisinde de
ilerlemesini sağladı, böylece işletme devrimi yaşandı ve ekonomi yeni teknolojiyi
yaratma veya ilerletme üzerine kuruldu. Bu durum vasıfsız yoksul kesimin daha da
yoksullaşmasına sebep oldu ve zengin-fakir arasındaki uçurum ABD‟ye yeni gelen
Çinli göçmenleri iki gruba ayırdı: Bunlar, Chang‟in de değindiği gibi, göz önündeki
eğitimli ve elit grup ile yeraltı ekonomisi içinde, köle konumunda kaybolan binlerce
yasadışı göçmenin oluşturduğu topluluktu (349).
20
İnternet
teknolojisinin
hayatımıza
girmesiyle
birlikte,
eğitimli
grubun
mensuplarının bir kısmı Silikon Vadisi‟nde çalışarak zengin oldu, fakat 1990 yılında
çıkan Göçmen Yasası, eğitimli göçmenleri 6 yılla sınırlı bir süre ABD‟de çalıştırmayı
gerektiriyordu. Ayrıca, Sovyetler Birliği‟nin dağılması Çin‟i ABD‟den sonraki en
büyük askeri güç haline getirmişti. Tarihsel süreçte Çin kökenli Amerikan toplumunun
kaderi her zaman Çin-Amerika ilişkisinin durumuna bağlı olmuştu ve 1990‟lar da
istisnai değildi (Chang 356). Birçok Çin kökenli bilim adamı ve hükümet görevlisi
casuslukla itham edildi, özel eşyalarına el kondu ve hatta hapse atıldı.
5.2. Uluslararası Evlat Edinme ve Ġnsan Kaçakçılığı
Yine de, bu eğitimli ve elit grup, diğerlerinden daha şanslıydı. İkinci gruba dâhil
olanların bir kısmı Çin‟den evlat edinilen kız bebeklerdi; Çin‟de nüfus artışı sebebiyle
birden fazla çocuk sahibi olmanın cezası ağırdı ve geleneksel olarak erkek çocuk sahibi
olmak isteyen aileler, kız çocuklarını sokağa atmaya başladılar. Böylece Çin hükümeti
uluslararası çocuk evlat edinmeyi yasalaştırdı. Amerika‟daki evlat edinme koşullarına
uymayan (bekâr, homoseksüel vb.) kişiler Çin‟e başvuruyordu. Bu bebekler
büyüdüklerinde kimlik bunalımına düşebiliyor, gerçek ailelerini öğrenmek istiyorlardı.
Fakat onlardan çok daha kötü koşullarda yaşayan, Çin‟den ABD‟ye büyük umutlarla
gelen yasadışı vasıfsız işçilerdi. Bu göçmenler, ondokuzuncu yüzyıl boyunca
Amerika‟ya gelen ilk kuşak göçmenlere inanılmaz bir benzerlik gösteriyordu. İki
göçmen kuşak da daha çok, anavatanlarında aileleri ve eşleri olan, genç, güçlü
yetişkinlerden oluşuyordu (Chang 377). Bu işçiler insan kaçakçılarına borçlanarak,
nakliye sandıkları gibi insani olmayan koşullarda uzun süre yolculuk ederek ABD‟ye
geliyor, geldiklerinde borçları akrabaları tarafından ödenene dek esir tutuluyor, hatta
işkence görüyorlardı. Eğer kaçakçılardan kurtulabilirlerse düşük ücretlerle, uzun saatler
boyunca, sağlıksız ortamlarda çalışıyorlardı. Bunun sebebi ondokuzuncu yüzyıl
göçmenleriyle aynıydı: Çin‟deki ailelerinin hayatı ABD‟de kazandıkları paraya
bağlıydı.
Bir buçuk yüzyıl süren bu yolculuk, ABD‟ye göç eden Çinlilerin siyasi,
toplumsal ve ekonomik sorunlarını Amerikan rüyasını yaşayarak çözmek istediklerini
21
anlatmaktadır. Kendileri ve aileleri için iyi bir hayat isteyen bu insanlar, birçok ırka
mensup göçmen gibi ABD‟ye gelmiş ve bu “genç” ülkeyi, belki de “yaşlı” kültürleri ile
şekillendirmişlerdir. Bugün Amerika, Çin uyruklu vatandaşlarının başarıları olmasaydı
aynı olmazdı (Chang 390). İç Savaş‟ta yer almalarına, kıtalararası demiryolunu inşa
etmelerine, insan hakları mücadelelerine, savaş ve bilgi teknolojilerindeki çalışmalarına
ve her tür meslekteki katkılarına rağmen, Çin kökenli Amerikalılar çoğu ABD vatandaşı
tarafından yabancı olarak görülmektedir. Irkçı önyargılar ve ülkelerarası politik
çatışmalar nedeniyle ondokuzuncu yüzyıldan beri tektipleştirilen ve ötekileştirilen bu
insanlar, Amerikan topraklarına ayak bastıklarından beri etnik düşmanlığın sebep
olduğu kimlik karmaşasıyla da boğuşmaktadır. Amerika‟da “tüm insanların gerçekten
eşit doğduğu” benimsenene dek bu durum çoğu azınlık gibi Çin kökenli Amerikan
vatandaşları için de aynı olacaktır.
22
II. ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ĠLGĠLĠ KAVRAMLAR VE ABD’DE KÜLTÜREL
ÇEġĠTLĠLĠK
Birden fazla kültürün var olduğu toplumlarla ilişkili bir terim olan
çokkültürlülük, terminoloji ve içerik açısından yirminci yüzyıldan beri araştırılmakta ve
tartışılmakta olan bir kavramdır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri gibi çok uluslu
devletlerde çokkültürlülük, toplumsal, ideolojik ve siyasal alanda son yıllarda önemli
bir kavram haline gelmiştir. Çokkültürlülüğü anlayabilmek için, etnik köken, ırk ve
kültür gibi bazı kavramların tartışılması gerekir. Bu tezde, çokkültürlülük ve onunla
ilişkili
kavramlar
açıklanırken,
bu
kavramlarla
ilgili
kuramlar
tartışılacak;
çokkültürlülüğün ve ilişkili kavramların Amerika Birleşik Devletleri‟ndeki tarihi ve
algılanışı ortaya konacaktır.
1. Kültür, Etnik Köken ve Irk
Kültür, etnik köken ve ırk kavramları günlük hayatta sıklıkla birbirinin yerine
kullanılabilen ve bu kavramları kullanan bireyin yorumuna dayalı olarak değişen
anlamlara sahip olan kavramlardır (Martin 75). Bu kavramlar her ne kadar birbirleriyle
yakından bağlantılı da olsa, anlam olarak birbirlerinin tam karşılığı değildirler. Bu
nedenle, bu kavramlar ayrı ayrı tanımlanacak ve bu kavramlarla ilgili bazı kuramları ve
birbirleriyle olan ilişkileri incelenecektir.
1.1. Kültür
Antropolojik düşüncenin başlıca kavramlarından biri olmasına rağmen kültür,
kitlesel iletişim bağlamında ve özellikle popüler kültür vasıtasıyla her tür sosyal
bilimcilerin, sosyologların, edebi kuramcıların, eleştirmenlerin ve çeşitli araştırmacıların
ilgilendiği bir konu haline gelmiştir (Berger 135). Yani kültür insan hayatının her
alanında var olan ve bu alanlar ile etkileşim içinde bulunan bir varlıktır. Naylor
makalesinde kültürü şu şekilde tanımlamaktadır:
Kültür, insanı diğer canlı varlıkların dünyasından ayıran yegane
özelliktir. İnsani adaptasyonun başlıca yolu, insan düşünce ve
davranışının temelidir. Kültür, insanları hayvanlar aleminden ayırır ve
kendilerini
tanımlamalarına
yardımcı
olur.
İnsanlar,
doğal
ve
23
sosyokültürel çevrelerindeki problemleri karşılamak, denetlemek ve hatta
değiştirmek için, kültürü yaratır, öğrenir ve kullanırlar. (3)
Yani kültür, insanların hayatlarını nasıl sürdüreceklerini belirleyen, ihtiyaçlarına
karşılık veren, dünya üzerindeki yerlerini belirleyen ve insan olmanın ne demek
olduğunu açıklamak için kullanılan bir yaşayış biçimidir. Martin de kültürü benzer
biçimde tanımlar:
Kültür, soyut, öğrenilen, paylaşılan kural ve ölçütlerdir; bir toplumda
tecrübeleri yorumlamak ve davranışları (bu kural ve ölçütler tarafından
üretilen davranışlar ve maddi mülkiyetler de dahil olmak üzere) organize
etmek için kullanılırlar. Bu tanım, gerek bu ölçütlerin bilinçli olarak
katılımına, gerekse bilinçsizce üstlenilmesine bakılmaksızın, insanların
nasıl davranması gerektiğine belirleyen gerçek ve düşünsel ölçütleri içine
alır. Davranış ve değerlerimizin, maddi mülkiyetlerimizin, sosyal
kurumlarımızın ve ruhsal inançlarımızın tümü, toplumun diğer üyeleriyle
paylaştığımız temel kültürü yansıtır. (76)
Kısacası kültür, her insanın sahip olduğu davranış biçimlerini, inançları ve
yaşayışları kapsar. Kültürler ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, tek bir ülkede bölgeye
göre değişen kültürler ve bunların altkültürleri bulunur. Kültür kolektiftir, insan
gruplarına göre çeşitlilik gösterirler (Martin 9). Ayrıca kültür bilinçli ya da bilinçsiz
şekilde öğrenilen bir kavramdır. Örneğin, Amerika‟da doğmak bir kişiye ABD
vatandaşlığı haklarını sağlar, fakat Amerikan kültürünün bir üyesi olmak için, kendisini
o kültürün bir parçası şeklinde tanımlamasını sağlayacak olan inanç ve davranışları
öğrenmelidir (Martin 9).
1.2. Irk
Bir kültürü içeriden ve dışarıdan etkileyen ve çokkültürlülük ile yakından ilişkili
olan diğer bir kavram da ırk kavramıdır. Kelime anlamı, kalıtımsal olarak ortak fiziksel
ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğudur. Irk kavramı, tıpkı tür kavramı gibi,
insanları sınıflandırmak için kullanılmıştır:
24
Irk fikri insanlık tarihinde çok eskilere uzanır, medeniyetlerin
karmaşıklıklarıyla ve çeşitli amaçlar dahilinde toplumu gruplara
ayrılmaya sevk eden sınıflandırmalarıyla evrimleştikleri noktaya dayanır.
Bunu yapmanın kolay bir yolu da, gözlemlenebilen fiziksel özellikler
temelinde gruplandırmaktır. (Naylor 49)
Irksal kategorilerin, coğrafi, demografik ve gözlemlenebilen bedensel çeşitliliği
karşılayabilmesi için, tanımlayıcı gruplara bazı nitelikler eklenmesi gerekir (Lieber 56).
Yani, belirli bir coğrafi bölgede yaşayan belirli bir nüfusun, birbirine benzer kalıtımsal
özellik gösterdiğini belirten bazı nitelikler bulunmalıdır. Fakat, Lieber‟e göre ırklar,
yine, çevre, zeka düzeyi ya da coğrafya açısından sınıflandırılamaz, çünkü bu
sınıflandırmanın nerede başlayıp nerede bittiği belli değildir.
Elbette, fiziksel
antropologlar ırk terimini kullandıklarında, bir ırkın kapsamı basitçe, araştırmacının
amacının ne olduğuna dayanır (Petersen 6). Yani, insanları fiziksel özellikleri dahilinde
gruplandırmak subjektif bir eylemdir, ve birçok kuramcıya göre bu eylem bilimsel
objektifliği ortadan kaldırır. Bütün ırksal sınıflandırmalar gelişigüzel ve yapaydır
(Naylor 50).
Sosyal bilimlerde ise ırk kavramı daha çok ırkçılık ve/veya ayrımcılıkla
ilişkilendirilmektedir. Irk, gelişigüzel fiziksel ya da kültürel özelliklere dayanan ve
ayrımcılık amaçları doğrultusunda kullanılan bir sosyal kategoridir (Martin 83). Bu
ayrımcılık pozitif veya negatif olmakla birlikte, yaygın kullanımı ırkçılıkla
bağdaşmaktadır. Sosyal veya kültürel beceri ve yetenekleri, fiziksel karakteristiklere
dayanan gruplara atfetmek, ırkçılığı doğurmuştur (Naylor 50). Irkçılık, farklı ırklara
karşı önyargı, genelleme ve tektipleştirmeyi de içermektedir. Bu tektipler birey ve
grupların, ırksal ya da etnik özellikleri açısından olumsuz yönde abartılması ve
çarpıtılmasıyla ortaya çıkar (Williams 26).
1.3. Etnik Köken
Günlük konuşma dilinde birbiri yerine kullanılan ırk ve etnik köken kelimeleri,
köken bakımından aynı olmakla birlikte, içerik ve anlam bakımından birbirinden
farklıdır. Etnik kelimesinin kökeni, bir ulus ya da ırk anlamına gelen Yunanca ethnos
25
kelimesinin sıfat hali olan ethnikos‟tan Latinceye geçerek türemiştir (Petersen 1). Fakat
etnik köken o kadar geniş bir kavramdır ki ırk terimine indirgenemez:
Etnik köken, doğası gereği atalık ile, bir kişinin atalarıyla ilgili inançları
ile ilişkili bir konudur. Max Weber‟in de belirttiği gibi, etnik grup diğer
birçok gruba üyelikten farklı olarak etnik köken, geçmişe; aile, grup ve
ulus tarihi ve kökenine yönelir. Fakat etnik kimlik, atalar ile (ya da tam
anlamıyla, atalarla ilgili neye inanıldığıyla) birebir uyuşmak zorunda
değildir. (Alba 37-38)
Görüldüğü gibi, etnik köken, ırksal özelliklerle değil, ait olunan grubun,
paylaşımların ve kültürel mirasın kökeniyle bağlantılıdır. Kültürel miras, insanlara
konuşma dili, jest ve mimikler, giyim tarzı, sosyal ölçütler; dil, din ve gelenekler
aktarır:
Davranışsal işaretler, bir grubun özellikli mirasını temsil eder. Bu miras
atalar, milliyet, dil, din, kültür veya politik ve sosyal deneyimler gibi
etkenler doğrultusunda yaşanan ortak tecrübeleri yansıtır. Etnik
yönelimleri olan bireyler için, kültür temelli davranışsal işaretler grup
üyelerinin özelliklerini yansıtmaz, bu davranışlar yalnızca geçmişte
paylaşılmış tecrübelerden doğan önemli farklılıkların dışavurumudur.
Paylaşılmış deneyimlere, kölelik baskısı, iş ayrımcılığı, teknolojik
gelişmelerdeki başarıların gururu veya geleneksel müzik ve sanattaki stil
ve temsil örnek oluşturabilir. Tarih ve mirastan türeyen paylaşılmış
deneyimler ve görüşler, etnik kimliğin özünü oluşturur. (Martin 79-80)
Yani, etnik köken, bireyler ve gruplar için geçmişle bağlantılı bir yaşayış şekli
oluşturmaktadır. Etnik gruplar politik, ekonomik ve sosyal eylem gruplarıdır;
dolayısıyla her zaman değişim halindedirler (Naylor 51). Irk ve kültürün aksine etnik
kimlik, bilinçli olarak kabul edilen ve seçilen bir olgudur. ABD gibi çok uluslu
devletlerde etnik gruplar, kültürel çeşitliliği, dolayısıyla çokkültürlülüğü sağlamaktadır.
26
2. Çokkültürlülük, Asimilasyon ve Etnik ÇeĢitlilik
Çokkültürlülük genel olarak iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Bu anlamların
ilki, belirli bir bölgenin (bir apartmandan bir ülkeye kadar değişen) nüfus temelinde
birden fazla kültür ile yapılanmış olduğunu söyler. Dünya çokkültürlüdür çünkü birçok
kültür barındırır. ABD çokkültürlüdür, çünkü o da birçok farklı kültürü kapsar (Naylor
22). Çokkültürlülüğün diğer anlamı ise, böyle bir kültürel çeşitliği destekleyen ideoloji
ve ilkeleri ifade eder:
Liberal demokratik geleneğin kurulmasına neden olan, evrensel özgürlük,
eşitlik yeterliliğine ulaşma ideali olarak betimlenen çokkültürcülük,
özellikle eşit saygınlığı ileri sürmektedir. Bir başka deyişle, (…) çok
kültürcülüğün temelinde tanınma isteği yatmaktadır. Bu da öncelikle
bireyin kültürünün ve onun kültürel kimliğinin tanınması biçiminde
yansır. (Aydın 146)
Yani çokkültürlülük, bir ulus içerisinde yer alan ve birbirinden farklı temellere
dayanan tüm kültür ve etnik köken gruplarının kabullenilmesi ve eşit haklara sahip
olması ideolojisini temel alır. Özellikle etnik yönelimleri olan bireyler, çokkültürlü bir
toplumdaki tüm etnik kimliklere eşit derecede saygıyı hak ettiğini, ve böyle bir
toplumda yaşayan herkesin, diğerlerinin kimliğinin bir parçası olan etnik özellikleri
kabullenip onlarla uzlaşması gerektiğini kabul eder (Martin 81).
Çokkültürlülük ile zıt olduğu düşünülebilecek bir kavram ise asimilasyon ve
asimilatif bakış açısıdır. Asimilasyon görüşü, ırksal ve etnik azınlıklardan toplumun
başlıca kurumlarını kontrol eden grup gibi olmasını ister; taklit edilmesi gereken
kültürel değerleri ve inançları belirleyen yine bu çoğunluktur (Williams 28). Yani,
baskın kültürden farklı olarak azınlık olarak görülen gruplar baskın kültürü
benimsemelidir. Örneğin, ABD‟de yaşayan siyahi, Latin kökenli ya da Ortadoğulu biri,
kimliğinin bir parçasını meydana getiren kültürel mirası unutup, yalnızca Amerkan
kültürünü kabullenerek, baskın kültüre göre yaşamalıdır. Çokkültürlülük, asimilasyona
tepki olarak, birey ve grupların kişisel ve kültürel kimliklerini korumak istemeleriyle
doğmuştur:
27
Çokkültürcülüğün kavramsal temeline ve ortaya çıkış koşullarına
bakıldığında, bazı kültürlerin, özellikle elit veya yüksek olarak algılanan
Avrupamerkezci kültürün, diğerlerine zorla dayatılmasıyla ve bu
dayatmaya itici güç oluşturan üstünlük varsayımlarıyla yakından ilintili
olduğu görülür. Çünkü Batı toplumları bir yandan sömürgeci
genişlemelerde bulunurken, öte yandan nüfusları içinde kökenini başka
kültürlerden alan bazı kesimleri marjinalleştirmişlerdir. Egemen uluslar
bunu yaparken, kendi hegemonyalarını diğerlerinde bir aşağılık imgesi
yaratarak kurarlar. Dolayısıyla çokkültürcü kavram içerisinde algılanan
özgürlük ve eşitlik mücadelesi bu imgenin düzeltilmesiyle başlar. (Aydın
146)
Asimilatif ve çokkültürcü yaklaşımların her ikisi de aslında toplumsal
uyumluluğu hedeflemektedir. İlki, tek bir baskın yaşayış biçiminin benimsenmesini
desteklerken, ikincisi farklı kültürel ve etnik grupların bir arada var olmasını ve eşit
haklara sahip olması taraftarıdır. Asimilasyon grupların yok olmasını ve tek bir kategori
altında toplanmasını hedeflerken, çokkültürcülük bir kategoriden ayrılıp gruplaşmayı
benimser. Kısaca, ilki sindirmeye eğilimlidir ve önceliği birliğe verir. İkincisi ise
asimilasyon karşıtıdır ve farklı etnik azınlıkların çok çeşitliliğin korunmasına önem
verir.
3. Amerika’da Çokkültürlülük, AmerikalılaĢtırma ve Amerikan Kimliği
Coğrafi açıdan çokkültürlülük kavramı Amerika Birleşik Devletleri‟in temelini
oluşturur; bu bölgede zaten yaşamakta olan Amerikan yerlileri, Amerika‟nın keşfinden
sonra İngiliz, İspanyol ve Afrika kökenliler, daha sonra gelen göçlerle ise dünyanın
hemen her yerinden kültürel ve etnik gruplar ABD‟yi şekillendirmişlerdir. İdeolojik
olarak çokkültürlülük ise uzun bir tarihsel süreç sonrasında ortaya çıkmıştır. Amerikan
kimliğinin şekillenmesi ise onsekizinci yüzyıldan günümüze uzanan bir süreçtir ve bu
süreçte toplumsal ve siyasi gelişmeler önemli rol oynamıştır.
28
3.1. WASP Baskınlığı
Amerikan Bağımsızlık Savaşı‟ndan sonra ABD‟de, çoğunluğu beyaz ırka
mensup, Anglo-Sakson ve Protestan (WASP) olan bir toplum oluşmuştur, bu da o
dönemin baskın kültür grubunu belirlemiştir. ABD kendini özgürlük, eşitlik ve rızaya
dayanan yönetim prensiplerine bağlı bir ulus olarak tanımlamıştır ve halkın milliyeti bu
prensiplerle özdeşlikle açıklanmıştır (Gleason 59). Her ne kadar evrenselci görünse de,
onsekizinci yüzyıl ABD‟de ırksal ayrımcılığın revaçta olduğu bir dönemdir:
Devlet
kurucuları
insanoğlunun
“devredilemez
haklarından”
bahsetmiştir. Bu ideal doğrultusunda yazarlarken ve konuşurlarken,
gerçek oldukça farklıydı. Gerçek hayatta, siyahiler veya AfrikalıAmerikalılar ve Amerikan yerlileri insan olarak görülmüyor, dolayısıyla
devredilemez haklara sahip olamıyorlardı. Kölelik, ayrımcılığın aşırı
haliydi. (Williams 27)
Bir yandan “beyaz” etnik köken mensuplarına dönemle karşılaştırıldığında
oldukça liberal haklar tanırken, diğer yandan siyahilere ve Amerikan yerlilerine ırksal
ayrımcılık yapılmıştır. Ayrıca, Avrupa haricindeki bölgelerden gelen göç arttıkça, 1790
ve 1798‟de çıkarılan yasalarla, “yabancı” göçmenlerin vatandaşlığa kabulu ve ABD‟de
ikameti oldukça zorlaştırılmıştır. ABD‟deki kültürel ayrımcılık yalnızca ırksal anlamda
gelişmemiştir; 1800‟lerin başlarından itibaren büyük çoğunluğu İrlanda‟dan göçen
Katolik gruplar, kısa süre sonra ülkedeki en büyük dini mezhep halini almıştır (Gleason
69). Bu durum, baskın kültür olan WASP‟ların tepkisini çekmiştir; Katoliklik İrlandalı
olmakla, Protestanlık ise Amerikalı olmakla bir tutulmaya başlanmıştır (Gleason 76).
Kısaca, Avrupa merkezci düşünce ABD‟de kültürel ve etnik açıdan devam etmiştir.
3.2. Eritme Potası ve AmerikalılaĢtırma
I. Dünya Savaşı sonrasında etnik düşmanlıkların alevlenmesiyle ve dış göçün
artmasıyla birlikte ABD‟de asimilasyon kavramı ortaya çıkmıştır. Bunun en önemli
örneği “eritme potası” benzetmesidir. Eritme potası, göçmenlerin farklı yönlerini eritip,
onları önceden belirlenmiş bir kalıba dökmeyi amaçlayan bir işlem olarak görülmüş ve
asimilasyonun sembolü olarak yorumlanmaya başlanmıştır. (Gleason 80). Bir yandan
29
Amerikan kimliği ve toplumu oluşturabilmek için birlik olmayı simgelerken, aynı
zamanda asimilasyonu çağrıştırmaktadır. Dönemsel olarak düşünüldüğünde, Amerikan
rüyasını yaşamak için ABD‟ye göç eden etnik ve kültürel grupların, baskın WASP
kültürüne ayak uydurmasını yansıtır. Eritme potası metaforu, kendine güveni olmayan
ilk neslin “gerçek” Amerikalarla ayırt edilemez bir benzerlikte tamamiyle kaybolma
isteğini hatasızca anlatır (Petersen 13).
Asimilasyonun bir başka ifadesi de Amerikalılaştırma‟dır. Fakat ABD‟nin
coğrafi olarak değişen kültürel ve toplumsal yapısının yanında, çokkültürlü yönü de
Amerikan kimliğinin kolayca tanımlanamayan bir kavram haline getirir:
Amerikalı olmanın ne anlama geldiği ulusal kimlikle ilgili temel sorudur.
Bazıları gerçek Amerikalı olmayı dil, din ve davranış temelinde kültürel
çoğunluğa yakın benzerlik olarak tanımlarken, diğerleri ise ulusal kimlik
ile bağdaşabilecek çeşitliliğin kapsamı konusunda daha rahat bir duruş
sergilemektedir. (Gleason 84)
Görüldüğü gibi, Amerikalı olma kavramı gruptan gruba ve bireyden bireye
değişmektedir. Buna rağmen, genel olarak Amerikalılaştırma, Anglo-Sakson ırksalcılığı
ile ilintilidir. WASP geleneği, 1900‟den sonra Mendel genetiği ve ırksal snıflandırmayla
birlikte, ayrımcılığı sosyal ve bilimsel anlamda sürdürmüştür.
3.3. Anglo-Sakson Irksalcılığı ve Genetik
Mendel‟in ırkların fizyolojik özelliklerinin nesilden nesle aktarıldığını
keşfetmesinden sonra, birçok bilim adamı yalnızca fiziksel değil, kültürel ve kişisel
özelliklerin de ırklara bağlı olarak farklılık gösterdiğini düşünmeye başlamıştır.
1930‟lara gelindiğinde birçok Batılı bilim adamı, kişisel özelliklerin gen yoluyla
nesilden nesle geçişini kabul etmekteydi (Brattain 1400). Bu durum, fiziksel
sınıflandırmanın yanında, karakter özelliklerinin de ırklara göre sınıflandırılmasını
beraberinde getirmiştir. Fiziksel özelliklerin yanında kültürel özelliklerin de gen yoluyla
aktarımı genel kabul görmüştür ve bu sınıflandırma, genetik biliminde ırkların rastgele
karışmasının kültürel gelişme yerine kültürel bozulmaya sebep olacağı görüşünü
30
desteklemiştir (Gleason 94). Kısacası, Anglo-Sakson ırksalcılığının çokkültürlülüğe
karşı tavrı, birçok genetik bilimci tarafından da desteklenmiştir.
3.4. Irkçılığın DüĢüĢü ve Kültürel Çoğulculuğun YükseliĢi
ABD‟de ırkçılık ve her tür ırksal ayrımcılık, özellikle II. Dünya Savaşı sırasında
ve sonrasında gerilemiştir. Nazi ırkçılığının grotesk aşırılığı ve savaş sırasında ortaya
çıkan korkunç sonuçlar ırkçılığı bir ilke olarak tamamiyle gözden düşürmüştür ve
birçok Amerikalıyı böylesine insanlık dışı ve demokratik değerlere ters bir kurama karşı
tiksintiyle doldurmuştur (Gleason 84). Nazilerin soykırım programının neticesinde, bazı
antropologlar “ırk” kelimesinin dilden çıkarılması gerektiğini, çünkü bu kavramın hem
ırkçılıkla ilişkili olduğunu hem de belirsiz ve değişken sınırları olan bir kategori
olduğunu savunmuşlardır (Petersen 7). 1940‟lar ve sonrasında, Anglo-Saksonizm ve
diğer her tür ırksal ideoloji düşüşe geçmiştir; yine de beyaz ırk toplumdaki elit ve aydın
kesim olmayı sürdürmüştür.
Bu noktada etnik köken ve kültürel çoğulculuk yükselişe geçmiştir. II. Dünya
Savaşı‟nın yankılarından sonra gruplar, kültürler ve etnik kökenler arası iletişimin bir
toplum için önemi algılanmaya başlamıştır. Kültürel çoğulculuk, hem sosyal çeşitliliğin
gerçek varlığı, hem de farklı gruplar arasında etnik merkezcilik, önyargı ya da
ayrımcılık olmadığı takdirde bu çeşitliliğin iyi olduğu inancını belirleyen bir terim
olmuştur (Gleason 105). Kültürel çoğulculuk ve etnik kökenin önem kazanmasının
siyasi bir sebebi de, ABD‟de başgösteren siyah-güç hareketidir. Etnik merkezci bir
hareket olan siyah-güç, Martin Luther King ve Malcolm X gibi aydınların popüler
kültürde seslerini duyurmalarıyla diğer etnik gruplara da yayılmıştır. Tanınma ve eşit
haklara sahip olma isteğiyle, Amerika‟daki azınlıkların ikinci nesli etnik kökenini
sahiplenmeye başlamıştır. Petersen‟a göre etnik kökenin yükselişinin üç sebebi vardır:
İlki, daha önceki ideolojilerin, etnik kökenler arası eğilimi bütünüyle
objektif şekilde analiz etmek yerine, yalnızca politik konuma destek
olarak evrimleşmeleridir. İkincisi, yavaş ya da hızlı asimilasyonun tek
yönlü olduğunu kanısının oldukça yanlış olmasıdır. Son olarak, ABD‟de
31
ve tüm dünyada etnik kökenin yükselişinin sebebi ertelenmiş bir köken
arayışıdır. (16-19)
Böylece, 1970‟lere gelindiğinde, ABD‟de ırkçı ve ırksal ayrımcı ilkeler
değerlerini oldukça yitirmiş, çokkültürlülük ve etnik çeşitlilik ise değer kazanmaya
başlamıştır. Bu kavramlar kişi ve grupların kimliklerinin bir kısmını belirlerken, bu
dönemde Amerikan kimliği tekrar sorgulanır. Şüphesiz, ırksal kriz ve II. Dünya
Savaşı‟nın tam tersi etki yapan Vietnam Savaşı Amerikan değerlerinin ve kurumlarının
sorgulanmasına sebep olan en önemli iki olaydır (Gleason 133). Özellikle Vietnam
Savaşı sonrası, II. Dünya Savaşı‟nın korkunçluğunu hatırlayan Amerikalılar, böylesine
insanlık dışı bir müdahaleyi kendi ülkelerinin yapmasıyla bir kimlik krizine
sürüklendiler. Amerikan sistemine ve Amerikan rüyasına olan güven azaldı ve bu
kavramların yüzeysel olduğu düşüncesi güçlenmeye başladı. Ulusal kimliğin değerini
yitirmesiyle etnik kimlik daha da önem kazandı. Bu koşullar altında insanların aslında
etnik kökenleri olduğunu hatırlamaları, aynı zamanda kendilerini Amerikan
sistemindeki hataların sorumluluğundan sıyırmaları ve sorumlu olan WASP
çoğunluğundan hak talep etmeleri oldukça dikkat çekicidir (Gleason 135).
3.5. Sosyal ve Sanatsal Alanlarda Çokkültürlülük
Böyle bir ulusal kimlik bunalımıyla birlikte, gerek sosyal gerekse sanatsal
anlamda çokkültürlü akımlar doğmuştur. Afrikalı-Amerikalı, Meksika-Amerikalı,
Asyalı-Amerikalı çalışmaları gibi ırksal ve etnik akımların yanında, feminizm, lezbiyenfeminizm, siyahi-feminizm ve queer kuram gibi cinsel kimlik odaklı akımlar da
yapılanmaya başlamıştır. Bunun eğitime ve eleştirel kurama katkısı, çokkültürlü
anlayışlar
doğrultusunda
kültürel
azınlıklar
ve
onların
eserleri
konusunda
bilgilendirilmesi, dolayısıyla içinde yaşanan toplumun daha geniş bir bakış açısıyla ele
alınabilmesini sağlamasıdır:
Amerika Birleşik Devletleri, çok sayıda kadın, Hispanik, AsyalıAmerikalı, Afrikalı-Amerikalı, Amerikan yerlisi ve daha pek çoğunu
barındıran çokkültürlü bir toplum olduğundan, bu insanların çalışmaları
edebi ve felsefi kanona dahil edilmelidir. Geçmişte yaşamış beyaz
32
Avrupalı erkekler ve WASP‟lara ve ABD tarihinde ulusal karakter ve
uzlaşma gibi konulara odaklanmak yerine, örneğin çeşitlilik ve farklı
azınlık gruplarının Amerikan hayatına katkısı üzerinde durulmalıdır.
(Berger 139-140)
Çokkültürlülük, eşit haklara sahip olmak isteyen kültürel ve etnik grupların
ideolojisi olduğundan, bu tür kültürel çoğulcu çalışma ve eğilimler hem bugüne kadar
görmezden gelinen azınlıkların mirasının tanınmasını sağlayacak, hem de kültürler arası
ve etnik gruplar arası ilişkilerin güçlenmesine yardımcı olacaktır.
Görüldüğü gibi, ABD gibi çokkültürlü devletlerde, bireylerin kimlikleri kültürel,
etnik kökensel ve ulusal kimliklerin birleşiminden oluşmaktadır. ABD‟nin kuruluş
ideolojisi olan özgürlük ve eşitlik kavramlarının gerçek anlamda yaşanabilmesi için, ırk,
kültür ve etnik kökenlerin çeşitliğinin tanınması, algılanması ve onlara saygı
gösterilmesi gerekmektedir. Çokkültürlü bir yönelim hem toplumun baskın kesiminin
bakış açısını, hem de ırksal ve etnik gruplara dahil olan ve gün geçtikçe sayıları artan
insanların, özellikle siyahi Amerikalıların, Hispaniklerin, Asyalıların ve Amerikan
yerlilerinin görüşlerini vurgulamaktadır (Williams 32). Kısacası, çokkültürlülük ve
etnik çeşitlilik, aslında “Amerika” kavramını oluşturmaktadır.
33
III. ÇĠNLĠ AMERĠKALI EDEBĠYATI
Çinli Amerikalı edebiyatından, Çin‟den Amerika‟ya göç ederek ABD vatandaşı
olan göçmenler ve elbette Amerika doğumlu Çinliler tarafından oluşturulmuş edebiyat
olarak söz edilebilir. Ondokuzuncu yüzyılda, ilk Çinli göçmenlerin ABD topraklarına
ayak basması ile başlayan bu edebi gelenek, yirminci yüzyılda çoğalarak ve tanınarak
sürmüştür ve günümüzde de çağdaş edebiyatın bir parçasıdır. İnsanoğlu tarafından
yaratılan her sanat gibi Çinli Amerikalı edebiyatı da, varolduğu dönemlerin sosyal,
tarihsel ve politik olaylarından etkilenerek ve bu olaylar doğrultusunda şekillenerek
günümüze ulaşmıştır. Bir azınlık edebiyatı olarak Çinli Amerikalı edebiyatı, ırksal,
kültürel, çokkültürlü ve etnik kavramlarla yakından ilişkilidir. Bu tezde, Çinli Amerikalı
edebiyatının ondozkuzuncu yüzyılın ortasından başlayarak günümüze uzanan gelişimi
incelenirken, dönemsel tarihi sosyal ve politik olayların ve önemli Çinli Amerikalı
yazarların etkilerine değinilecek, sonrasında ise Asyalı Amerikalı edebiyat kuramları
kapsamında, Çinli Amerikalı edebiyatı ve bu tür dahilinde kullanılan dil ve yinelenen
temalar analiz edilecektir.
1. Çinli Amerikalı Edebiyatının DoğuĢu ve GeliĢimi
1.1. Mektup ve Makaleler
Çinli Amerikalı edebiyatına dahil edilebilecek en eski yazılı eserler, 1848‟de
“altına hücum” ile birlikte Kaliforniya‟ya gelen ilk Çinli göçmen kuşağın yazmış
olduğu mektup ve makalelerdir. Bu kayıtlar oldukça az sayıdadır çünkü bu dönemin
göçmenleri az sayıda kadın ve birkaç tüccar haricinde, genel olarak Çin‟in Guangdong
bölgesinde bıraktıkları ailelerini geçindirmek durumunda olan, eğitimsiz ve fakir erkek
işçilerdi (Wong, Chinese 41). Elbette, bu göçmenlerin İngilizce‟ye tam anlamıyla hakim
olmaması, bu döneme ait kayıtların sayısının az olmasının önemli bir nedenidir. Yine
de, dönemin Çinli göçmen işçileri, Çince halk tekerlemeleri ile koptukları ülkelerine ait
bir sözlü edebiyat geleneği sürdürmüştür ve bu çalışmalar günümüze ulaşmıştır.
Wong‟a göre, “bir zamanların gizli çalışmaları bir anda Çinli Amerikalı kanonunun bir
parçası haline gelmiştir” (Chinese 42). Çünkü bu tekerlemeler, ancak 1970‟ten sonra
İngilizceye çevrilmiş ve basılmıştır.
34
Elbette ki, 1850‟lerin Çinli Amerikalı edebiyatı, yalnızca göçmen işçilerin
tekerlemeleriyle sınırlı değildir. Çin‟den Kaliforniya altın madenlerinde ve bunun
yanında diğer alanlarda işçi olarak çalışmaya gelenlerin sayısı arttıkça, beyaz
Amerikalıların Çinliler ile ilgili görüşleri de değişmeye başlamıştır. Önceden
üreticilikleri, dürüstlükleri, tutumlulukları ve barışçıl yönleriyle övülen Çinliler, artık
alçak köleler, klancılar, tehlikeli, hilebaz ve ahlaksız insanlar olmakla suçlanmaktadır
(Y. Lee 476). Böylece, yayın organları ve toplum tarafından ağır ırkçı suçlamalara
maruz kalan Çinlileri korumak ve savunmak için, Çinli toplum liderleri bazı mektup ve
makaleler yayınlamışlardır. Bunlara örnek olarak “Letter of the Chinamen to His
Excellency, Governor Bigler” (1852), “Remarks of the Chinese Merchants of San
Francisco” (1855) ve “To His Excellency U.S. Grant, President of the United States: A
Memorial from Representative Chinamen in America” (1876) gösterilebilir.
Başlıklardan da anlaşılabileceği gibi, bu mektuplar özellikle Altı Çinli Şirketi‟ne dahil
olan ve işleri dolayısıyla İngilizce‟ye hakim olan, ileri gelen tüccarlar tarafından
yazılmıştır. ABD‟deki Çinlilerin yazıları bir hoşgörü ricasıdır ve genel olarak bu
yazılar, uzlaşmacı bir tutum ve uyum sağlama isteği ile şekillenmiştir (Yin 18-25). Her
ne kadar arabulucu bir tavır izlese de, aslında bu mektuplar Amerika‟daki Çinli ileri
gelenlerin, kendi diasporalarını ırkçı ideolojilere karşı savundukları yazılardır ve Çinli
Amerikalı edebiyatı açısından birer mihenk taşı olma özelliğine sahiptirler.
Ondokuzuncu yüzyıl Çinli göçmenlerin ABD‟de yazdıkları yazılar yalnızca
tüccarların mektupları ile sınırlı değildir. Diğer sınıflara dahil olan ve İngilizce bilen
Çinli göçmenler de zaman zaman dönemin toplumsal olayları ile ilgili mektuplar
yazmışlardır. Buna örnek olarak, Mary Tape tarafından, Çinli çocukların eğitimiyle
ilgili ayrımcılığa karşı yazılmış olan “A Letter to San Francisco Board of Education”
(1885) gösterilebilir. Bunun yanında, New York‟taki bir çamaşırhaneci olan Lee
Chew‟in otobiyografik hikayesi de, bu döneme ait önemli dökümanlardan biridir. Bahsi
geçen iki eser de, farklı konularla ilgili olmalarına karşın, 1800‟lerin ortalarında
ABD‟deki Çinlilere karşı ırkçı tutumu eleştirmekte, Çinli Amerikalıların seslerini
duyurmak için çaba göstermektedir. Dönemin koşullarını günümüze aktaran başka bir
yayın da, 1875‟te yayınlanan Çince-İngilizce Dil Kılavuzu‟dur. Çinli göçmenlerin
35
ezberlemesi gerekenler, “korsan, hırsız, serseri, dolandırıcı, kumarbaz, düşman, katil,
suçlu” gibi kelimelerdir. Ayrıca kılavuzda, Çinli göçmenlerin toplumda yer edinebilmek
üzere kullanması için, bazı Hıristiyan öğretilerine de yer verilmiştir (Yin 32-35). Bu
eserler, dönemin ırkçı ideolojilerine, Çinli göçmenlerin bu ayrımcılığa verdikleri
tepkilere ve bunlarla başa çıkma yollarına ışık tutmaktadır.
1.2. Angel Adası ġiirleri ve Kültürlü Çinliler
Özellikle 1882 Çinli Göçmen Yasası‟ndan sonra, “evrak oğullar” fenomenini
engelleyebilmek adına Angel Adası‟nın Çinli göçmenler için bir çeşit toplama kampına
dönüştürülmüştür. ABD‟ye girebilmek için Angel Adası‟nda uzun zaman kötü
koşullarda kötü muamelelere maruz kalan Çinli göçmenlerin, kaldıkları odaların
duvarlarına kazıyarak yazdıkları şiirler, Çinli Amerikalı edebiyatını anlayabilmek ve
özümseyebilmek için incelenmesi gereken eserlerdir. Angel Adası şiirleri, intikam
hayalleri ya da parazit kontrolüne gitmekle ilgili yazınsal değeri olmayan şikayetlerden,
hayattaki düş kırıklıklarıyla ilgili, klasik edebiyata yapılan atıflarla dolu düşüncelere
uzanan bir çok çeşitliliğe sahiptir (Leonard 378). Ayrıca bu şiirler, Çinli göçmenlerin
günlük hayata dair sevinç ve üzüntülerinin yanısıra, içinde bulundukları koşulları da
etkili bir biçimde anlatmaktadır:
Bu ahşap binada hapsedildim, hep üzgün ve sıkkınım.
Hatırlarım, köyümü terk edeli, birkaç dolunay geçti.
Evde ailem kapıya dayanmış, acil mektup bekliyor.
Onlara iyi olduğumu söyleyecek kimim var ki?
(Alıntılayan Yin 39)
Yukarıdaki gibi, kişisel üzüntüyü, memleketini terk etmenin ve ailesini arkada
bırakmanın zorluklarını anlatan şiirlerin yanında, hapsedilmeyi, yalnızlığı, kızgınlığı ve
düş kırıklıklarını anlatan, ırkçı ve ayrımcı yaklaşımdan kaynaklanan sıkıntıları dile
getiren şiirler de mevcuttur:
Beyazların kaba kuvveti altında eziliyor sarı ruhlar, yazık!
……………………………………………………………..
.
36
Sepete tıkılmış bir domuz gibi hapsedildik zorla.
Ruhlarımız karlı bir kubbenin altında, takatsiz;
Sığırlarla, atlarla bile eş tutulmadık.
Dökülüyor buz gibi güne gözyaşlarımız;
Kuşla, tavukla bile eş tutulmadık.
(Alıntılayan Yin 37)
Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi, Angel Adası‟nda istekleri dışında tutulan
Çinli göçmenlerin sesleri bu şiirler vasıtasıyla Çinli Amerikalı edebiyatının bir parçası
olmuş ve günümüze ulaşmıştır. Şiirlerin bir diğer önemi de, taşıdıkları edebi nitelikten
dolayı gelen göçmenlerin cahil köylüler olduğu kanısını da çürütmesinden
kaynaklanmaktadır (Tanrısal 61). Kısacası bu şiirler, bir azınlık olarak Çinli
Amerikalıların Angel Adası‟nda yaşadıklarını gözler önüne sermiş, diğer yandan da
dönemin göçmenlerinin cahil ve eğitimsiz olduğuna dair tektipi sarsmıştır.
Tabii ki, ondokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında
ABD‟ye göç eden Çinlilerin tamamı işçilerden oluşmamaktadır. Bu göçmen grubun
küçük de olsa bir kısmını, Amerika‟ya misyonerler, Çin hükümeti ya da iyi bir maddi
duruma sahip olan
aileleri tarafından eğitim almaya
gönderilen öğrenciler
oluşturmaktaydı. Yin tarafından “kültürlü Çinliler” olarak adlandırılan bu göçmenler,
maddi olarak ve eğitim durumu açısından daha önce bahsedilen işçi gruptan daha iyi
koşullara sahip oldukları için, dönemin Çinli Amerikalı edebiyatında daha baskındırlar
(53-4). Kültürlü Çinli yazarlar, her ne kadar göçmen çoğunluğun bir parçası olmasalar,
onların deneyimlerini aktarmasalar da, özellikle otobiyografi ve anı türlerinde verdikleri
eserlerle Çinli Amerikalı edebiyatının bir parçası olmuşlardır. Bunlara örnek olarak,
1882 Yasası‟na cevaben yazılmış olan When I Was a Boy in China (Lee Yan Phou
1887) gösterilebilir. Çin medeniyeti hakkında ansiklopedik bilgi içeren bu kitap
Çinlilerin yaşamları, aile yapıları, felsefeleri, dinleri, örf ve adetleri, mutfakları,
eğitimleri ve edebiyatları konusunda okuyucuyu bilgilendiriyordu (Tanrısal 64).
Böylelikle Phou, beyaz Amerikalılar tarafından yanlış anlaşılmış olan Çin kültürü ile
ilgili kanıyı düzeltmeyi amaçlıyordu. Phou‟nun yanısıra Tingfang Wu‟nun bir yandan
Çin kültürünü tanıtarak Amerikan toplumunu etkilemeyi, diğer yandan da ırk
ayrımcılığını yadsımayı amaçladığı America through the Spectacles of an Oriental
37
Diplomat (1914) ve Yung Wing‟in Amerikan sistemini övdüğü ve Çin medeniyetinin
Batı‟nın gerisinde kaldığını vurguladığı My Life in China and America (1909) da,
kültürlü Çinlilerin Çinli Amerikalı edebiyatı kanonuna kattıkları önemli otobiyografik
eserlerdir. Birbirlerinden ideolojik açıdan farklı olsalar da, bu eserler Çin kökenliler
haricindeki Amerikalı okuyucuları hedeflemiştir ve Çinlilere karşı yanlış ve haksız
tutumları değiştirmek amacıyla yazılmıştır. Genel olarak, kültürlü Çinlilerin çalışmaları,
Çin ve Amerika arasındaki ırksal ve kültürel uçuruma bir köprü olma amacıyla
şekillenmiştir (Yin 54). Buna rağmen, sempatik görünmek uğruna Çinlileri ve Çin
kültürünü egzotik, gizemli ve yabancı göstermeleri, bazı tektiplerin oluşmasına
katkısından dolayı gelecek neslin birçok yazarı tarafından eleştirilmiştir.
1.3. Sin Far Sui
Bu noktada, özellikle Avrasyalı kimliğini ön plana çıkarmasıyla, Çin‟i daha önce
bahsedilen yazarlara kıyasla daha objektif yansıtmasıyla ve daha çok göçmen Çinlilerin
hayatlarına eğilmesiyle bilinen Sin Far Sui‟den bahsetmek gerekmektedir. Şimdiki
edebiyat kanonu Sin Far Sui‟yi, İngilizce yazan ilk Çinli Amerikalı yazar olarak
belirleme eğilimindedir (Wong Chinese 44). Gerçek adı Edith Eaton olan, annesi Çinli,
babası ise İngiliz Sui‟nin hikayeleri, 1912‟de Miss Spring Fragrance adı altında
basılmıştır. Cinsel ve ırksal konularla ilgili ironik yaklaşımlara yer verdiği hikayeleri,
sade bir dille yazılmıştır:
…birkaç cümle dışında, kendi ana dilime alışkın değilim.
O zaman bu insanların beni memleketlileri olarak kabul
etmelerini nasıl umabilirim? Amerikalılaştırılmış Çinliler,
onların ırkından olduğumu söylediğimde bana gülüyorlar.
(Sui 131)
Görüldüğü gibi Sui, özellikle iki kültürün arasında kalmışlığı ve bu iki kültürün
birbirine olan düşmanlığının psikolojik etkilerini başarılı şekilde yansıtmıştır. Ayrıca,
Edith Eaton‟ın öykülerinde, Amerika‟daki Çinliler sempatik bir şekilde, tek yönlü
kafirler değil çok yönlü insanlar olarak, acı çekebilen ve çektirebilen, seven ve
sevilebilen, sadık veya düzenbaz olabilen insanlar olarak sunulmaktadır (Ling 222).
38
Yani Sui, dönemin tektipleriyle ve ırkçı yaklaşımlarıyla savaşırken, aynı zamanda Doğu
ve Batı kültürleri arasında bir arabulucu görevi üstlenmiş, iki kültür arasında kalmanın
ise bireysel psikolojik yönünü yansıtarak bu edebi geleneğin ilk kadın yazarı olmuştur.
1.3. 1940’larda Çinli Amerikalı Edebiyatı
1.3.1. SavaĢ Edebiyatı
1940‟lara gelindiğinde ise, Çinli Amerikalı edebiyatı açısından birçok önemli
olay meydana gelmiştir. Bunlardan ilki II. Dünya Savaşı‟nın patlak vermesi ve Pearl
Harbor saldırısından sonra Çin ve ABD‟nin ittifak konumuna geçmesidir. Böylece,
ABD‟de genel kanı, Japonların “kötü”, Çinlilerin ise “iyi” olduğu şeklinde değişmiştir
ve bu durum Çinli Amerikalı edebi eserlerinin toplum tarafından daha fazla kabul
görmesiyle sonuçlanmıştır. Ayrıca, 1943‟te Çinli Göçmen Yasası‟nın yürürlükten
kaldırılmasıyla birlikte, Çin‟deki savaştan ABD‟ye kaçan göçmenler de eserler vermeye
başlamıştır. Bunlara örnek olarak Dawn Over Chunking (Adet, Anor ve Meimei Ten) ve
War Tide (Anor Lin) verilebilir. Çin doğumlu bu yazarların ortak temaları, savaşın
bireyler ve aileler üzerindeki psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileridir. Bu roman ve
otobiyografiler, kadınların ilk ağızdan yazdıkları savaş deneyimlerinin etkileyici
hikayeleridir ve bu savaş kitaplarında, gizli bir amaç bulunmaktadır: ABD‟ye, cephane
ve erzak açısından üstün ülkeye, Çin‟in uygun bir müttefik oluşunun kanıtlanması (Ling
225-227). Yani, savaş edebiyatının Çinli yazarları savaşın acılarını anlatırken, bir
yandan da yine Çinlileri iyi huylu ve uyumlu göstererek, Çin kökenlilerin ABD‟deki
baskın toplum tarafından kabullenilmesini sağlamaya çalışmıştır.
1.3.2. Ġkinci KuĢak Çinli Amerikalı Yazarlar
1940‟lardaki diğer önemli gelişme ise, sayıca yavaş yavaş çoğalmakta olan
ikinci kuşak Amerika doğumlu Çinlilerin yetişkinliğe geçmesidir. Böylelikle, Çinli
Amerikalı edebiyatına dahil edilebilecek eserlerde bir artış olmuştur. Fakat, ikinci kuşak
Amerikalı Çinli yazarlar, kültürlerini tanıtmaya ve iki kültür arasında bağlantı kurmaya
çalışan bir önceki nesilden farklı olarak, Çinli topluma ve kültüre karşı tepki ve
yabancılaşma temasında buluşmuşlardır. Bunun dışında, kültürler arasında kalmak,
kuşaklar arası farklılıklar, Amerikan rüyası, ırklar arası ilişkiler ve özellikle Amerikan
39
toplumunun bir parçası ve örnek azınlık olma çabası gibi konular, ikinci kuşak Çinli
Amerikalı yazarların eserlerine hakim olmuştur. Bu eserlere örnek olarak Father and
the Glorious Descendant (Pardee Lowe, 1943) ve The Fifth Chinese Daughter (Jade
Snow Wong, 1950) verilebilir:
İki yazar da başarılarını, daha önce iğrenç bir şekilde
yabancı
olarak
nitelendirilen
egzotik
yemekler
ve
gelenekler de dahil olmak üzere, Çin‟e dair şeylerin, daha
fazla benimsenmesine borçludur; ve ikisi de Çinli
Amerikalı hayatın, gelenekten modernliğe, gelenekçilikten
bireysel özgürlüğe doğru bir yörüngede ilerlediğini
belirtmiştir, ki bu da göçmen ailenin kaçınılmaz
“gelişimi”ne dair yaygın görüşe oldukça uygundur.
(Wong Chinese 46)
Wong‟un da belirtmiş olduğu gibi, ikinci nesil Çinli Amerikalı yazarlar, II.
Dünya Savaşı‟nın etkisiyle kabul görmüşlerdir ve “eritme potası” sembolünü
yansıtmaktadırlar. Amerika‟da doğup büyüyen bu nesil, Amerikan kimliğinin birer
parçası olan özgürlük ve bireysellik gibi kavramların yanında, gelenekçi ve toplumcu
Çin kültürünün arasında kalmıştır; dolayısıyla varolabilmek için bakış açıları
asimilasyona daha yakındır.
Bu yönleriyle birçok Çinli Amerikalı yazar tarafından eleştirilseler de, aynı
zamanda yürminci yüzyılın ortalarında Çin kökenli Amerikalılara karşı ırkçı tutumun,
etnik ayrımcılığın ve dışlanmanın altını çizdikleri için, bu yazarlar Çin Amerikan
edebiyatı ve tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Örneğin, Elaine Kim‟e göre,
Lowe‟un otobiyografisi, Amerika‟da doğmuş olan bir Çinli‟nin kendisine yapılan
ayrımcılığa verdiği tepkiyi belgelediği için önemlidir (65). Jade Wong ise, kitabının
sonunda başkarakterini hem Amerikan rüyasına ulaştırmakta, hem de ailesiyle
uzlaştırmaktadır; Amerikan ve Çin kültürleri arasında bir bağ kurmaktadır. Özetle,
ikinci nesil yazarlar eserlerinde, hem kullandıkları karakteri birer “örnek azınlık” olarak
tasarlayıp Çinlilerin imajını düzeltmeye, hem de dönemin Çinli Amerikalı hayat
deneyimini ve bunun zorluklarını işlemeye çalışmışlardır.
40
1.4. 1960 ve 1970’ler
II. Dünya Savaşı‟nın sona ermesiyle ve Çin‟de komünist düzenin yerleşmesiyle
birlikte, ABD‟de Çinlilere olan bakış açısı yeniden yön değiştirmiştir ve süregelen
ırkçılık ve etnik ayrımcılık daha da artmıştır. Bunun yanında, 1960 İnsan Hakları
Hareketi, Amerikalı Çinliler de dahil olmak üzere birçok etnik ve ırksal azınlığın politik
ve sosyal olarak aktifleşmesini sağlamıştır. Ayrıca, Vietnam Savaşı‟nın özellikle Asya
kökenli Amerikalıların gündeminde önemli bir konu haline gelmiştir. “Asyalı
Amerikalı” terimi, insan hakları, Üçüncü Dünya ülkeleri ve Vietnam Savaşı karşıtı
hareket bağlamında ortaya çıkmış ve bilinçli bir şekilde “oryantal” veya “sarı” gibi
terimlerin yerine, özellikle üniversite kampüslerinde benimsenmiştir (Koshy 321). Tüm
bu olayların etkisiyle, Çinli Amerikalı edebiyatının da politik ve sosyal açıdan
geliştiğinden bahsedilebilir. Etnik kökenin yükselişi ile birlikte, Frank Chin ve Maxine
H. Kingston gibi yazarlar, daha önceki Çinli Amerikalı örneklere kıyasla çok daha
politik, özgür; ırkına, etnik kökenine ve kültürüne sahip çıkan yepyeni bir edebiyat dili
ve tarzıyla karşımıza çıkmaktadır. 1950‟lere kadar Çinlileri baskın kültüre “anlatmaya”
yönelik edebiyat, 1960‟ların yazarları tarafından bu tutumun Çinlileri ötekileştirdiği
düşüncesiyle değiştirilmiştir; Çinli Amerikalı edebiyatı, kültürel arabuluculuktan etnik
gurura taşınmıştır.
1.4.1 Frank Chin
Bu kuşağın temsilcilerinden Frank Chin, hem romanları ve oyunlarıyla, hem de
Asyalı Amerikalı ve dolayısıyla Çinli Amerikalı edebiyat geleneğine ve kuramına
ilişkin çalışmalarıyla, 1970‟lerden günümüze dek öne çıkan yazarlardan biri olmuştur.
Çinli Amerikalı edebiyatında önder olarak tanımlanabilecek yazarlardan Frank Chin,
eserlerinde özellikle egzotikliğe, nostaljiye ve duygusallığa karşıdır (Tanrısal 88).
Bunun sebebi, Chin‟in Çinli Amerikalıların “feminize” edilmesine karşı olması ve
romanlarını bu edebi geleneğin özellikle makülen hale getirilmesi doğrultusunda bir dil
kullanarak yazmasıdır:
İyi ya da kötü, tektipik Asyalı, erkek olarak bir hiçtir. En
kötüsü de, Asyalı-Amerikalı aşağılık görülür, çünkü
41
kadınsı
ve
efeminedir,
geleneksel
maskülenliğin
yaratıcılığa, fiziksel cesarete, gözüpekliğe ve orijinalliğe
dair niteliklerinden mahrumdur. (Chin 30)
Bu alıntıda bahsettiği tektipleştirmeyi tersine çevirmek için Chin, eserlerinde
genellikle Çinli Amerikalı erkeklerin hikayelerine yer vermektedir ve bu bağlamda Çinli
Amerikalı kimliği üzerine çoğu zaman didaktik bir tarzı benimsemektedir.
Kurumsallaşmış ırkçılığa ve beyaz kültür egemenliğine bir başkaldırı içindeki Chin‟in
eserleri, şiddetli bir şekilde asimilasyon karşıtıdır (Wong Chinese 48-9). Örneğin,
Chickencoop Chinamen (1971) adlı oyununda, Çin kültürünün orijinalliğinin
benimsenmesi, örnek azınlık tektipinin reddedilmesi ve erkek gücünün önemini
vurgulanması, okuruna ulaştırmak istediği derslerdir. Donald Duk (1991) adlı
romanında ise, etnik kimliğin önemini, atalarından kalan edebi ve tarihi mirasın
korunmasını ve nasıl bir Çinli Amerikalı erkek olunması gerektiğini vurgulamaktadır.
Bunu yaparken de, özellikle Çin kültürüne ait kahramanlık mitlerini ve Çinlilerin
tarihsel başarılarını, güçlü bir Çinli Amerikalı kimliği oluşturmak için önemli birer
sembol olarak kullanmaktadır.
1.4.2 Maxine Kingston
Dönemin bir başka önemli yazarı, Frank Chin tarafından sürekli eleştirilmesine
rağmen, tematik ve dönemsel açıdan onunla birçok benzerlik gösteren Maxine
Kingston‟dır. Kinston‟ın The Woman Warrior: Memoirs of a Girlhood Among Ghosts
(1976) adlı eseri, ulusal anlamda kabul gören ilk ödüllü Çinli Amerikalı edebiyatı
örneği olmuştur. Çin kültüründeki cinsiyetçilik, Çinli Amerikalı kuşaklar arası ilişkiler,
anne-kız ilişkileri ve güçlü kadın imajı gibi konulara değindiği bu eser, otobiyografi,
bildungsroman ve anı türlerinin bir karışımıdır. Anne-kız ilişkilerine, Çin kültüründeki
seksizme ve sessizliğin bozulmasının gerekliliğine odaklanması, bu eserin feminist bir
metin olduğunu belirtmektedir; bu eser hem orta sınıf beyaz feminizmin, hem de renkli
azınlığa ait edebiyat geleneğinin bir parçasıdır (Wong, Chinese 50). Tıpkı Chin gibi
Kingston da Çin kültürünün mit ve hikayelerinden yararlanmaktadır; örneğin Woman
Warrior’da Fa Mulan adlı kadın savaşçıyı ve onun erkek kılığına girerek asker olmasını
42
öykülemektedir. Bunun yanında, etnik kökeniyle duyduğu gururu kadın karakteri
üzerinden yansıtır. Karakterin, çocukken Çinli geçmişine karşı hissettiği kafa karışıklığı
ve utancın yerini, kendisini beyaz sınıf arkadaşlarından ayıran hikaye ve geleneklerde
bulduğu mirası, hazinesi, gücü ve kimliği almaktadır (Ling 236).
1960‟lardan önce gördüğümüz daha yumuşak başlı ve asimilasyona eğilimli
kadın yazar tarzı da yerini daha güçlü ve cesurca yazan, etnik kökenini kimliğiyle
birleştiren kadın yazarlara bırakmaktadır. Elbette, yazım tarzındaki bu değişimde
1960‟ların insan hakları hareketinin, etnik kültürün yükselişinin ve feminizmin
güçlenmesinin etkisi çok büyüktür. Chin‟in Kingston‟ı eleştirmesinin odak noktası da,
feminizm uğruna ve daha geniş bir kitleye ulaşabilmek için Çin efsanelerini değiştirerek
yazması olmuştur; Chin, Kingston‟ı tıpkı daha önceki kadın yazarlar gibi asimilasyon
yanlısı bulmaktadır. Fakat Kingston bu eseriyle, yalnızca Çinli Amerikalı edebiyatının
değil, genel olarak Amerikan edebiyatının bir parçası olmuş ve geniş kitlelere
ulaşmıştır. Ayrıca, Maxine Kingston‟a göre, Asyalı Amerikalıların kendilerini kurbanlar
yerine savaşçılar olarak görmeleri önemlidir (Kim 253). Yani Kingston, aslında Chin
ile aynı etnik gururu taşımakta ve romanlarına bu kimliği yansıtmaktadır.
1.4.3 Amy Tan
Tıpkı Maxine Kingston gibi, anne-kız ilişkileri üzerine yazdığı romanıyla
ünlenen ve Frank Chin tarafından eleştirilen bir diğer önemli isim ise Amy Tan‟dir.
1989‟da basılan kitabı The Joy Luck Club, tıpkı Woman Warrior gibi en çok okunan
kitaplardan biri olmuştur. Dört tane kurmaca anne-kız öyküsünden oluşan eser, yuppie
yaşamı ve liberal çoğulculuk gibi 1980‟lerin popüler tartışmalarına da değinmektedir
(Wong Chinese 51). Bu gibi genel konuları işlemesiyle Tan‟in kitapları evrensel bir
boyut kazanmış ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabilmiştir. Tanrısal‟ın da kitabında
belirtmiş olduğu gibi, Tan‟in ünlü ve popüler bir yazar olması aslında bir Çinli
Amerikalı
olmasından
kaynaklanmaktadır
(246).
Etnik
kökenin
ve
kültürel
çoğulculuğun önem kazanması ile birlikte, Amerika‟da azınlık edebiyatları hem diğer
azınlıklar hem de baskın kültür tarafından daha çok ilgi görmeye başlamıştır.
43
1970‟lerin sonundan 1980‟lerin sonuna kadar Asyalı Amerikalı göçmen
edebiyatı, “Asyalı Amerikalı edebiyatı” kategorisine tam anlamıyla egemen olmuştur
(Sumida 2). Çinli Amerikalı edebiyatı da bu kategorinin içinde yer aldığından, işlenen
konular genellikle göçmen ailelerin ve bireylerin yaşayışlarına, deneyimlerine ve ırkçı
ideolojilerin sonucunda çektikleri sıkıntılara ve kimlik bunalımlarına odaklanmıştır.
Bunun yanında, 70‟lerde birçok etnik ve kültürel grubun sesini duyurmasıyla birlikte
edebiyatta gelenekselden kopan yaklaşımlar çoğalmıştır. David H. Hwang‟ın Tony
ödüllü M. Butterfly adlı oyunu da yapıbozumcu bir örnektir. Puccini‟nin operası
Madama Butterfly‟ın ana hatlarını takip ederek, Fransız bir diplomat ile aslında bir
travesti olan ve opera şarkıcısı rolüne bürünen komünist Çinli bir ajan arasındaki ilişkiyi
parodilemektedir. Böylece, oryantalizm, seksizm ve emperyalizm gibi edebi gelenekte
süregelen konuları yeniden yapılandırır ve Asyalı Amerikalı kimliği ve kültürel
politikasında cinsel tercihin, ırk ve cinsiyetle nasıl kesiştiğine dair sorular yöneltir
(Wong, Chinese 51-2). Hwang‟ın oyunu, bu yönleriyle Çinli Amerikalı edebiyatının ana
metinlerinden bir tanesi haline gelmiştir.
2. 1960 Sonrasında Edebi Kuramların ve EleĢtirinin GeliĢimi
1960‟larda İnsan Hakları Hareketi‟nin etkisiyle ve Asyalı Amerikalı teriminin
ortaya çıkmasıyla birlikte, Çinli Amerikalı edebiyat kuramları da Asyalı Amerikalı
edebiyatı bağlamında tartışılmaya başlanmıştır. Öncelikle, Frank Chin ve Elaine Kim
gibi eleştirmenler Asyalı Amerikalı edebiyatı geleneği oluşturmaya çalışmışlar,
ardından diğer birçok eleştirmen ile birlikte Asyalı Amerikalı edebiyatının ne olduğu,
ne olması ve nasıl okunması gerektiğine dair sorular yöneltip, bu soruları
cevaplandırmaya çalışmışlardır. Bu doğrultuda, 1960‟lardan başlayarak, etnik
milliyetçi, etnik feminist ve heterojen çoğulcu kuramlardan bahsetmek gerekmektedir.
2.1. Etnik Milliyetçi Kuram
Frank Chin, 1974‟te birkaç Asyalı Amerikalı editör ile birlikte Aiiieeeee! An
Anthology of Asian-American Writers adlı antolojiyi yayınlamıştır ve bu antolojide Chin
ve arkadaşları, Asyalı Amerikalılığın ne olduğunu, bu kanona nelerin dahil edilmesi
gerektiğini belirlemeye çalışmışlardır. Gerçek Asyalı Amerikalı duyarlılığının
44
Hıristiyan, kadınsı ve göçmen olmadığı temeline dayanarak, seçkilerini Çinli, Japon ve
Filipinli edebiyatları olarak üç alt grupla sınırlandırmışlardır (Wong, Necessity 8).
Ayrıca Chin, daha önce de belirtildiği gibi Tan ve Kingston gibi kadın yazarları
feminizm uğruna baskın kültüre hitap etmekle eleştirmiştir ve bu yazarlardan “sahte”
Asyalı Amerikalı yazarlar olarak bahsetmektedir. Bu sebeplerden dolayı Chin, etnik
milliyetçi kategorisine dahil edilmektedir. Ayrıca, bireyleri Amerikalı ve Çinli olarak
ayrılan “ikili kimlik” olgusunu kabul etmezler; bu kavram, ırksal ve kültürel olarak
“farklı” diye etiketlenmiş olan Asyalı Amerikalılara, asla ulaşamayacakları bir
“Amerikalı” modeli sunduğundan dolayı asimilasyoncudur (Sumida 1). Kısacası Chin‟e
göre, Çinli Amerikalı kavramı yalnızca ABD doğumlu, Hıristiyan ve göçmen olmayan
Çinlileri kapsamaktadır ve yalnızca bu şartları taşıyan eserleri Asyalı Amerikalı
kanonuna dahil etmektedir. Elaine Kim ise, Asian American Literature: An Introduction
to the Writings and Their Social Context adlı antolojisinde, Asyalı Amerikalı edebiyat
geleneğini daha geniş bir kapsamda ele almaktadır ve bu kitabının giriş bölümünde,
Asyalı Amerikalı yazarların milliyetlerinin ve ırklarının “tipik” bir örneği ya da
“temsilcisi” olmalarının gerekmediğini belirtmiştir (xviii).
2.2. Etnik Feminist Kuram
Feminizm akımının yaygın hale gelmesiyle birlikte, her azınlık edebiyatında
olduğu gibi Çinli Amerikalı edebiyatında da etnik feminist kuramdan söz
edilebilmektedir. Özellikle anne-kız ilişkilerine yer veren, anı ve otobiyografi türünde
yazılmış eserler, Çinli Amerikalı edebiyatının etnik feminist kuram aracılığıyla
okunmasını sağlamıştır:
Feminist yaklaşımlar, etnik milliyetçilerin doldurduğu bir
ortamda etnik kadınlara yer açmıştır ve ayrıca ataerkilliğin
öncelikli olarak sorgulanabileceği bir dil sağlamıştır, kadın
sesi ve geleneği yeniden oluşmuş ve Asyalı Amerikalı
eleştirisinin özgünlüğü böylece meşrulaştırılmıştır.
(Li 187)
45
Çinli Amerikalı edebi eserlerinde, cinsel rollerin ve kimliğin karşılıklı olarak
kültürü ve etnik kökeni nitelemek, anlatmak ve anlamlandırmak için kullanıldığını
belirten etnik feminist kuram, özellikle kadın yazarların kadınlara dair eserlerini
incelemektedir. Günlükler, anılar ve mektuplar gibi ihmal edilmiş, ötekileştirilmiş ve
dişileştirilmiş türleri benimseyen metinler, türün geleneksel, ataerkil hiyerarşilerine
karşı verilen feminist gözdağının büyük bir parçasıdır (Goellnicht 349). Özetle etnik
feminizm, Çinli Amerikalı kadın yazarları ve onların dünya görüşünü yansıtan ve
eserleri hem kadın hem de azınlık olma doğrultusunda inceleyen bir kuramdır.
2.3. Heterojen Çoğulcu Kuram
Etnik milliyetçiler ve etnik feministler, özellikle “farklılık” ve “diaspora”
üzerinde durmaktadırlar; bir azınlık olarak diğer bütün etnik kültürlerden farklı
yönlerini bir Asyalı Amerikalı diasporası bağlamında ayırıcı özellikler olarak
görmektedirler. Wong‟a göre bu yaklaşım, Amerikan ulusal kültürünü kabullenme
olasılığını düşürmektedir (Necessity 4). Bu nedenle daha geniş bir kitleyi ve daha fazla
eseri bir arada inceleyebilmek için kültürel ve etnik azınlıkların teker teker birlikte
varolması
doğrultusunda
“heterojen
çoğulcu”
kuramlar
doğmuştur.
Özellikle
1980‟lerden itibaren geçerli olmaya başlayan bu akım, melezliği ve çoğulculuğu
desteklemektedir. Asyalı Amerikalı edebiyat eleştirisinin bu döneminde yeni olan şey
ise, bu kavramın post-yapısalcı bağlamı ve Asyalı Amerika‟nın nüfussal açıdan
çeşitliliğini yorumlama yollarının, birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde olduklarının
kabulüdür (Li 191). Etnisite ekolüne karşı çıkan bu kuram, Wong‟a göre her metni
kendi başına ele almaktadır ve ırk, sınıf ve cinsiyet gibi kesişen kavramların edebiyata
yansımalarının altını çizmektedir (Necessity 4). Bu kuramda “farklılık” kavramı, kimlik
oluşumunda ırkın yerini sorgularken, “diaspora” ise bir ulusun ait olduğu düşünülen
etnik yazına meydan okumaktadır. Ayrıca etnisite kavramı, ulusların içinde ve
arasındaki hareketin birçok farklı ulaşımı, gidiş ve dönüş bölgeleriyle evrim
geçirmektedir; yalnızca köken ve göç edilen bölge arasındaki antlaşma olarak
tanımlanamamaktadır (Kosher 338). Bu kuram doğrultusunda Çinli Amerikalı edebiyatı
da, yalnızca etnik köken veya ırk temelinde değil, cinsiyet ve toplumsal sınıf gibi birçok
özelliğin ışığında, postmodern, postyapısal ve postsömürgeci açılardan incelenmektedir.
46
Asyalı Amerikalı kuramcı ve eleştirmenlerin rollerinden biri, daha önce de
belirtildiği gibi bir edebi gelenek oluşturmaya çalışmak olmuştur. Bunun yanında,
azınlık edebiyatlarında öne çıkan etnik köken, ırk ve kültür gibi kavramları bu edebi
geleneğin içerisine yerleştirmeye ve eserleri farklı açılardan değerlendirmeye
çalışmışlardır. Asyalı Amerikalı eleştirmen aynı zamanda ayrıcalıklı akademisyen ve
Amerika‟nın etnik “ötekisi” gibi tartışmalı durumları doldurarak (…), hem içeriden hem
de dışarıdan bakabilmeyi sağlayan mağdur-mağdur eden kutuplaşmasını yeniden
yapılandırmıştır (Goellnicht 338).
3. 1990’lar ve Çinli Amerikalı Edebiyatı
3.1. Gish Jen
Asyalı Amerikalı kimliğinin kültürler arası birleştirici etkisi ve Çinli Amerikalı
genç kuşağın yaşam koşullarının anne-babalarına kıyasla şehirlileşmesi ile birlikte,
1990‟larda Çinli göçmen edebiyatının daha bireysel ve kimliksel konulara eğildiğinden
söz edilebilir. Gish Jen de, özellikle Typical American (1989) ve Mona in the Promised
Land (1996) adlı yarı kurmaca romanlarıyla bu geleneğin önderlerinden olmuştur. Her
iki romanında da Jen, bir yandan Çinli Amerikalılarn sorunlarına değinirken, diğer
yandan yaşanan kimlik sorunlarını ve Amerikalı olmanın ne demek olduğunu
sorgulamaktadır. Çinli Amerikalı edebiyatında işlenen konuların çoğalmasını şöyle
açıklar:
Eskiden
Asyalı
Amerikalı
kızların
New
York‟ta
koşuşturması yerine Çin‟e dair öykülere olan ilgi daha
büyüktü. (…) Çokkültürlülüğün bir sonucu olarak, yeterli
olmasa bile olası temalar listesi büyük ölçüde genişledi.
Bu genişlemeyle birlikte, kesinlikle yepyeni bir algıcılık
ortaya çıktı.
(R. Lee 228)
Jen‟in bu röportajda belirttiği üzere, çokkültürlülüğün etkisi ile Çinli Amerikalı
yazarlardan daha önce beklenen egzotik ve ilginç Çin hikayelerinin yerini, daha şehirsel
ve bireysel yaşam deneyimlerine dair öyküler almıştır. Ayrıca, Çinli Amerikalı genç
kuşak yazarlar önceki kuşaklardan farklı olarak ayrımcılık ve yoksulluk yaşamadıkları
47
için yazar olarak yazma konusuna farklı yaklaşımlar sergilerler (Tanrısal 97). Böylece
Gish Jen ve onun çağdaşı yazarlar, bir yandan Vietnam Savaşı ve İnsan Hakları
Hareketi gibi önemli olayları kaynak olarak kullanırken, diğer yandan modern ABD‟de
Çinli Amerikalıların karşılaştığı etnik köken, din, ırk ve kültür sorunsallarını ele
almaktadır.
Her yazılı eserde olduğu gibi, Çinli Amerikalı edebiyatında da kullanılan dilin
önemi çok büyüktür. Daha önce de belirtildiği üzere, Amerika‟ya gelen ilk Çinli
göçmenlerin çok sayıda eser verememesinin sebebi, İngilizce‟ye hakim olamamalarıdır.
Fakat 1990‟lara gelindiğinde, şehirlileşen Çinli Amerikalılar ve genel olarak Asyalı
Amerikalılar, kendilerine özgü bir yazım dili edinmişlerdir. Asyalı Amerikalı kimliği de
bu dil ile yakından ilişkilidir:
Asyalı
Amerikalıların
kullandığı
dil, iki dünyanın
birleşimidir: bu dil atalarının yabancı dili değildir ve
çevrelerinde konuşulan İngilizce‟den daha fazlasıdır.
Asyalı Amerikalı yaşam deneyimine dair deyimlerle
doludur, Amerikalı bir çevrede yetiştirilmiştir ve Asyalı
etkileri taşımaktadır. Bu dil, ayırt edilir biçimde Asyalı
Amerikalıdır. (Wand 125)
1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyatında görülen dil de genellikle Çin kültürüne
ait göndermelerle, deyim ve ünlemlerle, Çin Mahallesine özgü betimlemelerle doludur.
Dilin gücünün bütün bir toplum için gerçekliği yapılandırması, özellikle medyaya
erişimi olmayan, haklarından mahrum edilen ırksal azınlık için tehdit unsurudur
(Goellnicht 354). Bu kapsamda, Çinli Amerikalı edebiyatını hem Amerikan hem de Çin
edebiyatlarından ayıran en önemli özelliklerden biri olarak dil, toplumsal ve politik bir
araç haline gelmektedir.
3.2. Sanatsal Özgürlük veToplumsal Sorumluluk
Cheung‟a göre, Çinli Amerikalı edebiyatıyla ilgili 1990‟dan günümüze uzanan
önemli bir tartışma, yazarların sanatsal özgürlüğü mü, yoksa toplumsal sorumluluğu mu
benimsemesi gerektiği sorusuyla süregelmiştir (15). Örneğin, işlenen konu ve temaların
48
çoğalması ile birlikte, Çinli Amerikalı şairler 1900‟lerde yaşamış olan atalarınınkilerden
çok farklı eserler ortaya koymaktadırlar. Bir zamanlar Angel Adası‟nda göçmenlerin
duvarlara yazdıkları şiirlerden çok farklı olarak evrensel konularda ve doğa üzerine
şiirler yazmaktadırlar (Tanrısal 102). Diğer yandan, Elaine Kim ve Frank Chin gibi
eleştirmenlerin Asyalı Amerikalı kimliğinin politik olduğu ve dolayısıyla bu edebiyata
ait eserlerin de toplumsal bir sorumluluğu olması gerektiği üzerinde durması, Çinli
Amerikalı edebiyatının kuramsal ve eleştirel anlamda tartışılmasını beraberinde
getirmiştir.
Görüldüğü gibi, Çinli Amerikalı Edebiyatı, ondokuzuncu yüzyılda Çinli
göçmenlerin ABD‟ye gelmeleriyle başlamıştır ve günümüzde hala devam eden bir edebi
gelenektir. Tarihi olayların büyük ölçüde etkilediği bu eserler, ilk etapta Çinli
göçmenlerin ayrımcılığa dair sorunlarını ve Çin kültürünü baskın beyaz ırka açıklamayı
benimsemişken, özellikle 1960‟ların İnsan Hakları Hareketi‟nden sonra etnik kökene ve
azınlığa dair bir boyut kazanmış, tektipleştirilmeyi ve ötekileştirilmeyi, iki kültür
arasında kalmayı ve azınlık politikalarına dair konuları işlemişlerdir. Asyalı Amerikalı
teriminin kabul edilmesiyle birlikte bu edebi gelenek daha da genişlemiş, etnik
milliyetçi, etnik feminist ve heterojen çoğulcu kuramlarla farklı şekillerde
yorumlanmıştır. Li‟nin, Asyalı Amerikalı edebiyatıyla ilgili genel kanısı şu yöndedir:
Asyalı Amerikalı edebiyatının yazımında gördüklerimiz,
sosyal aktivizm ve sanatsal yaratıcılığın birleşmesi,
yazarın kültürler arası arabulucu ve politik reformcu
rolleridir.
Bunun
yanında
sanat
eseri,
yaşam
deneyimlerinin hem ifadesi, hem de kurmacasıdır ve aynı
zamanda gerçekliğin yansıması ve sosyal dönüşümün bir
aygıtıdır. (34)
Çinli Amerikalı edebiyatında da genel anlamda bu özelliklerden bahsedilebilir.
Yazarların kendilerine ve atalarına ait hayat deneyimlerini, etnik kökenlerinden ve Çin
kültüründen, politik ve toplumsal olaylardan öğrendiklerini aktarmasıyla, Çinli
Amerikalı edebiyatı yalnızca bir yazın türü değil, bir etnik ve kültürel azınlığın tarihsel
49
sürecini ve yaşadıklarını, aynı zamanda politik görüşlerini anlatan belgeler olarak
tanımlanabilir. Çinli Amerikalı edebiyatı, gerek kuram ve eleştirileriyle, gerek
tekrarlanan temaları ve kullandığı dil ile, Çinli Amerikalıların ondokuzuncu yüzyıldan
günümüze değişen yaşantılarına ışık tutmaktadır.
50
IV. MONA IN THE PROMISED LAND’DE ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK,
ETNĠK KÖKEN VE AMERĠKAN KĠMLĠĞĠ
Gish Jen‟in ikinci romanı Mona in the Promised Land, başkahramanı Çin
kökenli Amerika doğumlu Mona, onun göçmen Çinli ebeveynleri ve birçok farklı ırk ve
kültüre ait arkadaş çevresi ile Amerika‟nın 1970‟lerdeki çokkültürlü toplumuna bir
örnek oluşturmaktadır. Hikaye 1968‟de, Mona onüç yaşındayken başlayıp yetişkinlik
çağına dek devam eder ve okuyucularına Amerika‟da çokkültürlülük, etnik köken, ırk,
kültür, asimilasyon ve en önemlisi Amerikan kimliği gibi kavramları, Çin kökenli bir
ABD vatandaşının bakış açısıyla sunar. Mona‟ya göre, “Amerikalı olmak, ne istersen o
olabilmektir” (Jen 40). Okuyucu, Mona‟nın ve çokkültürlü çevresinin kendi kimliklerini
anlama ve yaratma sürecine ve bu süreç boyunca yaşanan zorluk ve mücadeleye tanık
olmaktadır. Bu bölümde, Mona in the Promised Land, kültür, ırk, etnik köken bazında
incelenirken, karakterlerin kimliklerini oluşturma çabaları ele alınacaktır.
1. Çinli Olmak
1.1.Mona’nın “Ġlginç Çinli”Ġmajı
Jen romanında, Amerikan kültürünün içerisinde yaşayan bir Çinli olmayı birçok
farklı karakter ve olay üzerinden anlatmaktadır. Roman 1968‟de, Chang ailesinin New
York‟ta bir Yahudi banliyösü olan Scarshill‟e taşınmalarıyla başlar. Çin kökenli bir
ailenin burjuva Yahudi mahallesine taşınması ve orada bir restoran açabilmesi
ekonomik açıdan Amerikan rüyasını gerçekleştirmek demektir. Sonuçta onlar “Yeni
Yahudiler”dir, örnek azınlık ve büyük Amerikan başarısıdırlar (3). Mona ise yeni
okulunda kendine yer edinme çabasıyla tek Çin kökenli öğrenci oluşundan
faydalanmaya çalışır. Arkadaşlarını etkileyebilmek için Çince biliyormuş gibi davranır,
annesinin pişirdiği yemeklerin otantik Çin mutfağı olduğunu savunur, Çin‟de canlı
maymunların beyninin nasıl yenildiğini arkadaşlarına anlatır (6-8). Bu noktada Mona,
kendisini Uzakdoğu‟lu, egzotik ve farklı göstererek ilgiyi üzerinde toplamaya
çalışırken, aslında evde mikrodalga yemekleri tüketen tipik Amerikalı aile imajını
saklamaktadır. Diğer yandan ise fiziksel olarak diğerlerinden farklı olmanın sonucu
51
olarak, Mona ve ablası Callie, yeni mahallelerinde kendilerini “kalıcı birer değişim
programı öğrencisi” gibi hissetmektedirler (6).
Okula yeni gelen Japon öğrenci Sherman Matsumoto‟nun hayatına girmesiyle
birlikte, Mona‟nın ırk ve etnik köken kavramlarına yaklaşımı belirginleşir. Sherman‟ı
ilk gördüğünde onun Çinli olduğunu düşünmesi, kendisi de Çinli olmasına rağmen
kendi kökenini tektipleştirdiğini ve kendi kültürünü bilmediğini gösterir. Mona ile
fiziksel benzerliklerine rağmen Sherman aslında Japondur. Sonrasında asimilasyon
yanlısı bir yaklaşımla, Sherman‟dan üzerinde çizgi film kahramanı olan defterinin
yerine, ABD‟de o dönemin modası olan tipte bir defter almasını ister. Mona her ne
kadar popüler olmak için fiziksel görünüşünü ve etnik kökenini kullansa da, Amerikan
kültürüne ait davranışları benimsemekte, Sherman‟ı da çoğunluğa adapte etmek
istemektedir. Mona, Sherman‟a “Ne olursa olsun Amerikalı olabilirsin, tıpkı benim
istersem Yahudi olabileceğim gibi. Yalnızca değişmem gerekirdi” der (14). Sherman
ise, Japon kültürüve ABD-Japonya arasındaki savaşın sonucu olan atom bombası
üzerinde durur ve Mona‟dan Japon olmasını ister. İkisinin yaklaşımı da diğerinin
kültürüne karşı asimilasyoncudur. Mona, Sherman‟ın çoğunluktan farklı olan Japon
kültürüne ait özelliklerinin değiştirmeye ve onu Amerikalılaştırmaya çalışmaktadır.
Sherman ise, uluslar arası politik bir olaydan etkilenerek WASP kültürünü dışlamakta
ve Mona‟nın Japon kültürünü benimsemesini istemektedir.
1.2. Çin ve Amerikan Kültürleri Arasındaki Farklılıklar
Romanda,
Çin
ve
Amerikan
kültürleri
arasındaki
farklılıklara
da
değinilmektedir. Mona, kendi ailesini arkadaşlarınınkilerle kıyasladıkça, Çin ve
Amerikan kültürleri arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. Barbara‟nın ailesi ona
yükledikleri sorumluluklar için para verirler ve verdiği herhangi bir maddi zararı
karşılamasını isterler. Mona‟nın ailesi ise sorumlulukların zaten yerine getirilmesi
gerektiğini düşünür ve çocuklarının herhangi bir şeyi ödemesini hakaret olarak görürler
(26). Aile kavramı Mona‟nın ebeveynleri için daha duygusal ve toplumsalken, Barbara
veya Seth‟in ebeveynleri için çok daha bireysel ve materyalist yansıtılmaktadır. Ayrıca,
tipik Amerikan ailelerinden farklı olan yönleri Mona‟yı rahatsız etmektedir: Yemekte ne
52
olursa olsun yemek zorunda olmaları, yapacakları her şey için izin alma mecburiyetleri
gibi farklılıklar, Amerika‟da doğmuş olan, genellikle Yahudilerle arkadaşlık kuran,
Amerikan okulunda eğitim gören Mona‟yı iki farklı kültürün arasında bırakır (28-30).
2. Amerika’da Çinli Olmak
2.1.Kendi Kimliğini ġekillendirme
Jen‟in bu romanında ele aldığı konulardan bir tanesi, Amerika‟da Çinli olmaktır.
Mona‟nın, Amerika‟da doğmuş bir Çin kökenli olması ve arkadaşlarının Yahudi olması,
onu öncelikle kimliğini sorgulamaya, sonrasında ise bu kimliği kendi özgür iradesiyle
şekillendirmeye iter.
Yahudiliğin ne anlama geldiği, eğer onlara sorarsanız,
çoğu zaman kim olduğunu hatırlamakla ilgilidir. (…)
Mona, Çinli olduğunu unutabilmenin nasıl olacağını hayal
etmeye çalışır, bu hem kolay hem de zordur. Kolaydır
çünkü aslında yalnızken sıkça yaptığı bir şeydir. Ama
dışarıda diğer insanlarla birlikteyken, öğretmeni Bayan
Feeble gibileri bu durumu sürekli öne çıkarmaktadır. O
halde mesele şudur: Mona‟nın kim olduğunu çok iyi
hatırladığı gerçeği, onu Barbara Gugelstein‟dan daha mı
Yahudi yapmaktadır? (32)
Görüldüğü gibi, Mona ırkını ve etnik kültürünü unutmak istemektedir; Çinli
olmak onu diğerlerinden ayıran, onlar gibi olmasını engelleyen bir faktördür.
2.1.1. Mona ve Yahudilik
Begoña Simal Gonzalez, The (Re)Birth of Mona Changowitz: Rituals and
Ceremonies of Cultural Conversion and Self-Making in "Mona in the Promised Land"
adlı makalesinde, konuya şöyle değinmektedir:
Ergen Mona, din değiştirip Yahudi olmayı, böylece Çinli
mirasını reddetmeyi seçer. Elbette bu isyan, “anormal”
53
olmak
yerine
arkadaşlarına
benzemek
istemesinin
kaçınılmaz dürtüsünün bir sonucudur. Aynı zamanda bu
isyan, bir ergenin anne-babasından farklı olma ve
reddetme ihtiyacına da cevap vermektedir. (234).
Görüldüğü gibi Mona‟nın Yahudiliği seçmesi, hem ergenliğinin, hem de Çinli
kökenini reddetmek istemesinin bir sonucudur. Gonzales‟in de belirttiği gibi, birçok
Yahudinin yaşadığı bir ortamda Mona, “normal” görünebilmek için din değiştirerek
çoğunluğun bir parçası haline gelmek istemektedir. Mona‟nın Yahudi olmayı tercih
etmesinin diğer sebepleri ise, bir yandan ebeveynlerinden farklı davranarak ergenlik
isyanını yaşarken, diğer yandan sürekli ve tartışılmaz itaat gerektiren Katolik inançtan
uzaklaşmaktır. Haham Horowitz‟in sürekli sorgulamaya dayanan yaklaşımı, Mona gibi
hem kültürel hem dini açıdan kurallarla çevrelenmiş biri için ilgi çekicidir; Amerika
özgür insanların özgür ülkesidir ve Mona etnik kültürünü kendisi seçmek ister. Fakat
Mona‟nın ailesi, özellikle annesi Helen, bu durumu kabullenemez. Helen, Yahudi
olmayı Afrikalı Amerikalı olmak istemekle, cinsiyet değiştirmekle, hatta bir ağaç olmak
istemekle özdeşleştirir (49).
2.1.2. Helen ve WASP kültürü
Ayrıca, Helen kendilerini azınlık olarak görmeyi ve buna bağlı olarak politik
aktivizmi reddetmektedir. Toplumsal açıdan Helen, baskın çoğunluk olan WASP‟lar
gibi olmaya çalışmaktadır (53). Ailevi açıdan Çin kültürüne önem verirken, toplumsal
alanda asimilasyonu kabullenmektedir. Helen‟ın tersine Mona, Çin kökenlilerin azınlık
olduğunu kabullenmekte, hatta aynı zamanda başka bir etnik azınlık olan Yahudilere
dahil olmak istemektedir. Mona in the Promised Land‟de Mona‟nın nasıl iyi bir ÇinliYahudi olunacağına dair ikilemi, asimilasyonun bir şekli olarak tanımlanamaz, (…)
Mona‟nın durumunda, etnik ve geleneksel dini sınıflandırmalar tamamiyle alabora
olmakta ve bu olgulara itaat edilmemektedir (Behling 418). Burada Çin göçmeni ABD
vatandaşları ile, onlardan sonraki ABD doğumlu Çin kökenli kuşağın farkından söz
edebiliriz.
54
2.2. Çinli-Amerikan KuĢaklar ve Farkları
Örneğin Helen, Çin kültürüne ait bir kadınlık olgusuyla Mona‟nın gitar yerine
piyano çalmasını isterken, Mona annesinin bu yaklaşımına tepki olarak kaya tırmanışı
sporunu seçer. Helen, Mona‟ya sürekli olarak “kendisinin kızı” olduğunu hatırlatır ve
aynı yolu izlemesi gerektiğini savunurken, Mona sürekli olarak buna zıt davranır. İki
kuşak arasındaki çatışma, farklı Amerikan kimliklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca
Mona Tevrat‟ı öğrenerek, Scarshill‟in Yahudi toplumunun sosyal aktivizmini
körükleyen kutsal öğretiyi keşfeder ve bu ona çekici gelir (Furman 214). Mona,
kimliğinden ve geleneklerinden gurur duyan ve bunu politik aktivizmle gösteren bir
azınlık olan Yahudiliği, kendi içine kapalı bir topluluk olan ve asimilasyonu kabullenen,
buna rağmen baskın çoğunluk tarafından ötekileştirilen Çinliliğe tercih etmektedir.
3. Etnik Köken ve Çinli Amerikalı Kimliği
3.1. Callie ve Etnik Köken
Mona‟nın ablası Callie ve arkadaşı Naomi, 1970‟ler Amerika‟sında etnik
kökenin yükselişini vurgulamaktadır. Callie‟nin yılbaşı ağacının Çin kültürüne özgü
olmadığını belirtmesi, Fransızca‟yı bırakıp Çince dersi almaya başlaması, ve yoga
yapmaya başlaması, etnik kökenine sarıldığını ve bunu kimliğinin bir parçası haline
getirdiğini göstermektedir (41-3). Bu durum bir süre Çin‟de yaşamış olmalarına rağmen
Helen ve Ralph‟e garip gelir, çünkü onlar hayatlarını kurabilmek için Amerikan
yöntemlerini benimsemişler ve asimilasyona uğramışlardır. Andrew Furman, Immigrant
Dreams and Civic Promises: (Con-)Testing Identity in Early Jewish American
Literature and Gish Jen's Mona in the Promised Land adlı makalesinde Mona‟nın
ebeveynlerinden şöyle bahseder:
Mona‟nın ebeveynleri çokkültürlülük heyecanına da prim
vermezler, (…) asimilasyoncu içgüdüye sığınırlar ve
çocuklarının yaygın olarak kabul gören kimlik yerine etnik
bir kimlik edinmelerini şaşırtıcı bulurlar. Ralph Chang
Callie‟nin Harvard‟da Çince öğrenmesine anlam veremez,
“hiçbir işe yaramaz” der. Buna benzer olarak, Mona‟nın
55
Yahudi olduğunu öğrenen Helen, onaylamadığını açıkça
gösterir. O ve kocası, komünist Çin‟den çocukları “Yahudi
değil, Amerikalı” olsun diye kaçmışlardır. (214-15)
Görüldüğü üzere, Helen ve Ralph‟in “Amerikalı” kavramına verdikleri anlam,
çocuklarınınkinden farklıdır. Helen ve Ralph‟in fikrine göre Amerikalı olmak WASP
olmaya daha yakındır ve etnik kökenin bu kavramda yeri yoktur. Asimilasyon onlara
göre kabul edilmesi gereken bir olgudur.
Callie ise bir önceki kuşağın unutmak istediğini hatırlamıştır. Naomi ise,
Afrikalı Amerikalı olmasına rağmen Çin kültürüne ait çok daha fazla şey bilmekte ve
hayatına uygulamaktadır. Buna rağmen, Callie‟nin bir Afrikalı Amerikalı ile oda
arkadaşı olması ilk başta Helen‟ı kaygılandırır. Başka bir Çinli ile oda arkadaşı olması
Helen‟a daha mantıklı görünür. Burada, Çinli olmanın ne demek olduğu ile ilgili iki
farklı görüş ortaya konmaktadır. Helen, Çinli olmayı ırksal bir olgu olarak görürken,
Callie (ve Naomi) bunu bir yaşam tarzı ve felsefesi olarak görmektedir. İlerleyen
zamanlarda Mona, Callie‟ye Çinli olmaktan sıkıldığı halde neden Çinli olmaya
çalıştığını sorduğunda, Callie “elbette Çinli olmaktan sıkıldığını, ama Çinli olmak ve
Çinli olmak arasında fark olduğunu” söyler (167). Yine, WASP‟lar tarafından
asimilasyona uğramış ve tektipleştirilmiş Çinlilik ile, gerçekten saf Çin kültürünü
yaşamak arasında fark olduğu vurgulanmaktadır.
3.2. Mona’nın Kimliğini ġekillendiren Unsurlar
Mona ise dış dünya tarafından farklı ve ilginç olarak algılanmaya devam
etmektedir. Seth Mandel kendisini bir “özgür düşünür” olarak tanımladığından ve
yüzeysel olarak tipik Amerikan kimliğine başkaldırısından ötürü, görünürde Mona‟ya
ilgi duymaktadır. Seth Mona‟ya ne okuduğu sorduğunda, Mona en azından Çince bilip
bilmediğini veya evde ne yediğini sormadığı, kısacası zihniyle ilgilendiği için Seth‟e
ilgi duyar (63). Burada, Mona dış görünüşü yerine kişiliğiyle ilgilenildiği
düşünmektedir, fakat bunun nedeni yine Çinli olmasıdır. Seth Mandel onu, Çinli bir
Yahudi olmasından dolayı “bir fenomen” olarak tanımlar (63). Mona‟nın bu ilgiyi
56
karşılıksız bırakması, Seth ve Barbara‟nın ilişkiye başlamalarıyla sonuçlandığında ise,
Amerikan kimliğine adapte olup olamadığını sorgular:
Hiçkimse, fırsat kapıya geldiğinde ayaktakımı gibi
beklemez, zaman zaman kendisi ve belki bir de Callie
hariç. Bu kalıtımsal bir durum mu? Ya da diğer insanlar
bireysel paylarını bireysel tabaklarından yerken, Chang‟ler
masanın ortasındaki tek bir kaseden yiyip, herkes
bitirmeden masadan kalkamadıkları için mi? (67)
Görüldüğü gibi Mona, karakterini ve davranışlarını belirlemede hem ırksal hem
de kültürel açıdan Çinli olmanın getirilerini sorgulamaktadır. Davranış tarzının genetik
özellikleriyle ilgili olduğundan şüphe etmektedir. Ayrıca, Amerika‟ya asimilasyon
yoluyla uyum sağlamış olan fakat kendi içine kapanık ve diğer ırklara güvensiz bir
tutum izleyen ailesi ile birlikte onların kuralları dahilinde yaşamanın, kendi kimliği ve
istekleri için harekete geçmesini engelleyip engellemediğini düşünmektedir. Bunun
yanında, Mona‟nın ergenlik öfkesi vücuduyla ilgili endişe şeklini alır, fakat bu endişeyi
öne çıkaran şey ise ırksal konularla olan ilişkisidir (Lin 47). Mona, yaşıtlarıyla kendisini
fiziksel olarak karşılaştırır ve kendi bedeninin gelişmediğini düşünür. Barbara‟nın
büyük göğüslü, uzun ve kadınsı vücudunun yanında, kendi fiziksel görüntüsünü
garipser. Çokkültürlü bir toplumda kabul edilen güzellik ölçütlerinden fiziksel açıdan
farklı olmanın zorluğunu yaşar (75-76).
3.3. Cedric ve Eski KuĢak Çinli-Amerikalılar
Mona in the Promised Land‟de Mona ve Callie gibi kimlik mücadelesi içindeki
Çin kökenlilerin yanında, ailesini Çin‟de bırakıp ABD‟ye çalışmaya gelen Çinlilere de
değinilmektedir. Ralph‟in restoranının aşçısı Cedric buna bir örnektir:
Mona Çin‟deki ailesini düşünüp düşünmediği merak etti.
Geride iki çocuğunu, karısını ve ebeveynlerini bırakmıştı,
ve hepsi de ABD‟ye gidip şansını denemesi konusunda
hemfikirdi. O da buna karşılık olarak, elinden geldiği
zaman onları da kurtarmak için döneceğine söz vermişti.
57
Fakat bunu nasıl ve ne zaman yapacaktı, hem ailesi
Kültürel Devrim‟de sağ kalabiliyor muydu? (86)
Cedric‟in bu durumu, Çin‟den Amerika‟ya tek başına göç eden birçok göçmen
erkeğin hayatını yansıtmaktadır. Düzenli olarak ailesine para gönderen Cedric, onlar
için çalışmasına rağmen hayatta olup olmadıklarından bile emin değildir. Mona, Cedric
ile karşılaştırıldığında, sorunlarının çok önemsiz olduğunu düşünür (87). ABD‟ye
göçmen olarak gelen Çinliler ile ABD‟de doğan Çin kökenlilerin sorunları birbirinden
oldukça farklıdır.
3.4. Politik Aktivizm/Pasifizm ve Çinli-Amerikalılar
Bunu anlamasına karşın Mona, ailesini ve genel olarak kendisinden bir kuşak
önceki Çinlileri politik açıdan pasif olarak nitelendirmektedir. Helen‟ı Seth‟in annesi
Bea ile karşılaştırır; Seth annesinin “kapitalist baskıcı” olduğunu düşünüp mülkiyet
kavramını eleştirirken, Mona insan hakları yürüyüşüne katıldığı için ona politik
aktivizmi yüzünden özenmektedir. Hem etnik hem de dini açıdan Yahudi olan Seth
annesinin aktivizminin göstermelik olduğunu düşünürken, Mona kendi ailesinin “bırak
bir grup Afrikalı Amerikalı için yürümeyi, kendileri için bile asla yürüyüşe
katılmayacaklarını” söyler (117). Bunun yanında Mona, kendi ailesinin ırkçı olup
olmadığından da emin olamaz; Afrikalı Amerikalı çalışanları Alfred‟e güvenmemeleri,
onun yerine Çinli Cedric‟i terfi ettirmeyi planlamaları Mona‟ya göre ırkçı bir tutumdur.
Yine de, bunu kendilerini güvende hissetmek için yaptıklarını anlar:
Bazen Mona ebeveynlerine şöyle demek istiyordu:
Biliyorsunuz ki Çin Devrimi uzun zaman önceydi, artık
bunu
atlatabilirsiniz.
bombaların
düştüğünü
Tamam,
duydunuz
bahçede
ve
her
saklanıp
şeyinizi
kaybettiniz. Kardeşleriniz ve aileleriniz başına ne geldiğini
bilmediğiniz de, onlara sadece biraz para göndermek
istediğiniz de doğru. Ama bunu zaten yapmadınız mı?
Burada, Amerika‟da değil misiniz, indirim reklamlarını
izleyip kupon biriktirmiyor musunuz? Siz artık birer akıllı
58
müşterisiniz. Emin olmayı unutun gitsin. Bir yandan da
Mona anlıyordu ki onlardan bunu istemek Yahudilerden
soykırımı, Afrikalı Amerikalılardan köleliği unutmalarını
istemek gibiydi. (118)
Mona, bu noktada ABD‟ye Çin Devrimi sırasında göçen Çinlilerin bakış açısını
kavramaktadır. Çinli göçmenlerin genel olarak neden politik açıdan aktif olmadığını
anlar, Afrikalı Amerikalılarla çok fazla iç içe olmak istememelerinin sebebinin onlara
dönüşmekten ve yaşadıkları Amerikan rüyasını kaybetmekten korkmaları olduğunu fark
eder. Helen‟ın “Afrikalı Amerikalıların sürekli sorun çıkarmak istediğini” düşünmesinin
sebebi de budur (119). Bir yandan Cedric gibi Çin‟deki akrabalarına para gönderme
zorunluluğu, diğer yandan örnek azınlık olarak kabul edilmenin rahatlığından
vazgeçememe, göçmen Çinlileri politik ve sosyal alanda pasif kalmaya ve asimilasyonu
kabullenmeye itmiştir. Bay ve Bayan Chang‟in amacı düzgün sosyo-ekonomik
koşullarda bir hayata erişmek iken, Mona‟nın amacı kişisel farkındalık kazanmaktır
(Krist 691-2). Çin kökenli azınlığın Afrikalı Amerikalı azınlıktan farkı ise, romanda
Alfred tarafından da dile getirilmiştir: “Kimse bize WASP demiyor, adamım, ve kimse
bizim bir azınlık olduğumuzu unutmuyor, ve eğer davranışlarımızı kontrol etmezsek,
hapse girmeyeceğimizi söylemezsin. Biz siyahız. Biz Zenciyiz.” diyerek, siyah-güç
hareketini özetlemekte ve diğer azınlıklardan politik alanda neden daha aktif
olduklarının altını çizmektedir (137).
3.5. Anavatan Kavramının AlgılanıĢı ve Etnik Kimlik
Bunların yanında, anavatan kavramının algılanışı ve etnik kimlik konularına da
değinilmektedir. Barbara, Yahudilerin anavatanı zaten İsrail ise, neden Amerika‟da
yaşadıkları konusunda, bunun tıpkı Alfred‟in Afrika‟ya taşınmasına benzediğini
belirttiğinde, Alfred‟in verdiği yanıt “Orada İngilizce konuşuluyor mu?” olur (134-35).
Mona, Barbara, Seth, Alfred; hepsi ABD‟de doğmuş, orada eğitim almış, orada
yaşamışlardır. Konuştukları dil ve içinde yaşadıkları kültürün bir parçası, kaçınılmaz
olarak Amerikalıdır. Ayrıca Barbara, “Amerika‟nın Vietnam ve bunun gibi birkaç detay
unutulursa harika bir ülke olduğunu” belirtir, en azından soykırımdan kaçan birçok
59
Yahudi için öyle olmuştur. Sonuçta özgürlükler ülkesine gelip orada bir hayat kurmuş
olan ataları sayesinde banliyölerde Amerikan rüyasını yaşamaktadırlar. Bunun hemen
sonrasında Alfred‟in değindiği nokta ise, Amerika böylesine harika bir ülkeyse neden
kendilerini sadece “Amerikalı” yerine “Amerikalı Yahudi” diye tanımladıkları olur.
Bunun sebebi, daha önce Mona üzerinden anlatıldığı gibi, Barbara için de bir azınlık
olarak özgürlüğe ulaşma çabası ve bunun yanında dini sebeplerdir. Kısacası, bu bir
etnik köken seçimidir. Ayrıca Alfred, Mona‟nın Yahudi olduğunu kesinlikle reddeder.
Bunun sebebi yine Mona‟nın ırkıdır, ve yine ırk, kültür ve etnik köken birbirine
karıştırılmaktadır. Çokkültürlülük, ırksal önyargılar nedeniyle kolay kabul edilebilir bir
unsur değildir.
4. Azınlıklar Arası ĠliĢkiler
1970‟lerde sosyal ve siyasi açıdan bilinçlenmeye başlayan pek çok Amerikan
genci gibi, Mona, Seth ve Barbara, bütün ezilenlerin birleştiği, ulussuz bir toplum hayal
etmektedir (141). Ayrıca, toplumsal görevler edinmek, politik açıdan aktif olmak
istemektedirler. Böylece Mona, kız arkadaşı tarafından evden kovulan Alfred‟i, ailesi
tatilde olan Barbara‟nın garajına yerleşmeye ikna eder. Fakat çevreden kimsenin
görmemesi için, Alfred‟in girip çıkarken bir yeraltı tünelini kullanması ve Barbara‟nın
kuzenine yakalanmamak için sessizce beklemesi gerekmektedir. Bu da Mona ve
arkadaşlarının, toplum tarafından dışlanma korkularını göstermektedir. Ne de olsa
Alfred Afrikalı Amerikalıdır ve dönem dolayısıyla Afrikalı Amerikalılar hala
toplumdan dışlanmaktadır.
Kısa bir süre sonra, bir kaçak gibi yaşamaktan sıkılan Alfred‟in kendisine
yardımcı
olanlara
başkaldırması,
tam
anlamıyla
azınlık
psikolojisini
ortaya
koymaktadır. Alfred‟in kız arkadaşı Evie‟ye çenesini kapatmasını söylemelerini
istemesi ve Barbara‟nın babasından “Yahudi-baba” diye bahsetmesi, gizli ve pasif
şekilde yaşamaya zorlanan azınlık mensuplarının, kendilerine yapılan ayrımcılık ve
baskıyı toplumun diğer bireylerine aynı şekilde yansıttığını göstermektedir (161).
Alfred, Yahudi arkadaşlarının azınlık olmalarına rağmen ona mutlak özgürlük yerine,
kendisini göstermediği sürece rahat bir yaşam sunmasına isyan etmektedir. Sonrasında
60
Barbara, düşledikleri ulussuz toplum için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini
savunur:
“Tabii ki de kızgın” dedi. “Hayatının tümüne karşı öfkeli.
Ve haklı. İşte buradayız ve çok zenginiz, ve ona bir
noktaya kadar yardım etmeye hazırız. Ama bazı
ayrıcalıklarımızı kaybedeceğimiz noktaya kadar değiliz,
doğru mu? (162)
Bu yaklaşım, Yahudiler ve Çinliler gibi örnek azınlıkların, politik kimlik
yaratma yolunda ilerlerken, alışmış oldukları konfor ve rahatlıktan vazgeçmelerine,
Amerikan rüyası yerine çokkültürlülüğü ve farklı etnik kimlikleri savunmaları
gerektiğine dikkat çekmektedir. Ulussuz, yani çokkültürlü bir toplumun barış içinde
yaşaması, herkesin eşit haklara sahip olabilmesiyle mümkündür ve bu durum ancak
herkes sesini duyurabildiğinde gerçekleşir.
5. Çokkültürlülük
Mona‟nın etnik kimliğini keşfetmesi, tıpkı Callie gibi, Naomi sayesinde olur.
Kendisinin “renkli” halktan olduğunu ve sarı ırka mensup olduğunu öğrenir, aynı
zamanda toplumsal sorunlarla ilgilenen tek azınlığın Yahudiler olmadığını da fark eder
(170-71). Naomi, yoga yapan, Çince dersi alan, Çin yemekleri ve aynı zamanda Afrikalı
Amerikalı atalarına özgü yemekleri yiyen, caz dinleyen çok yönlü ve çokkültürlü bir
karakter olduğu için, Mona ona hayranlık duyar. Ayrıca, Eloise Ingle‟ın burjuva WASP
ailesiyle geçirdiği zaman önceleri gözüne hoş görünse de, tipik Amerikan rüyasının
tipik ve sığ karakterleri olduklarını anlar. İlk başta yedikleri yemekler, oturdukları masa
ve yaptıkları sporlar Mona‟ya hoş görünür; tam anlamıyla zengin olmuş bir ailenin
Amerikan rüyasını yaşamasına tanıklık eder. Fakat İskoç tarzı üniforma giyen Naomi‟ye
İskoçya‟nın neresinden olduğunu ve Mona‟nın ABD vatandaşı olduğunu bilmelerine
rağmen nereden geldiğini sormaları, Mona‟da tipik WASP kimliğine daha derin bir
bakış açısı sunar (178-80). Furman makalesinde, genelgeçer bir Amerikan kimliğinin
neredeyse var olmadığından söz etmektedir:
61
Jen‟in karakterleri, gitgide belirsizleşen ve tutunamayan
“genelgeçerden” kendilerini uzak tutabilecek her tür
kültürel kimliğe tutunmaktadırlar. Kültürel homojenleşme
günleri,
Jen‟in
romanında
uzak
geçmişte
kalmış
görünmektedir. Aslında, homojen genelgeçer kimlik
Jen‟in karakterlerinin reddedebileceği bir seçenek olacak
kadar bile az görülmektedir. (215)
Furman‟ın yaklaşımına örnek olarak, tüm önyargılarına rağmen Bayan Ingle‟ın
Çin sanatlarına dair Mona‟dan daha fazla bilgiye sahip olması verilebilir. Ingle ailesinin
ilgi alanları, WASP‟ların da farkında olmadan çokkültürlülüğe dahil olduğunu simgeler.
Görüldüğü gibi, WASP Amerikan kimliği de, Amerika‟daki çokkültürlülükten
etkilenmektedir.
5.1. Irksal Önyargılar ve Topluma Etkisi
Hem 1970‟lerin gençlik kültürüne hem de çokkültürlü topluma, Alfred ve
Evie‟nin ilişkisi, Alfred‟in arkadaş grubu ve Mona, Seth ve Barbara‟nın bir grup
oluşturması iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Bir yandan Big Benson ve Ray‟in
Vietnam gazisi oluşu, Alfred‟in arkadaşlarının ırk ve aktivizm gibi konularda
birbirinden farklı düşünmesi, diğer yandan Afrika, Yahudi ve Çin kökenli bir grup
gencin birlikte yoga yapması, soul müzik dinlemesi, mah-jongg ve beyzbol oynaması,
Amerikan kimliği kavramının karmaşıklığını gözler önüne sermektedir (198-99).
1970‟lerde ABD‟de hüküm süren barış yanlısı gençlik akımı vurgulanırken, diğer
yandan kendisini “Amerikalı” olarak tanıtan tüm bu bireylerin birbirinden ne kadar
farklı olduğu belirtilmektedir. Bunun yanında ırk, azınlıklar ve siyah-güç hareketi gibi
birçok konuyu açıkça
tartışabiliyor olmaları,
uyum
içinde varolabildiklerini
göstermektedir.
Bütün bunlara rağmen, gümüş bir mataranın çalınmasıyla birlikte önyargıların
ne denli kalıcı, kurulan bağın ise ne kadar kırılgan olduğu ortaya konur. Barbara‟nın
“bir gün evden bir şey çalınacağını bildiğine” dair öngörüsü, Afrikalı Amerikalılara
karşı önyargısının bir dürtü halini aldığını gösterir (199). ABD‟de Afrikalı Amerikalılar
62
hırsız olarak tektipleştirildiği için, Alfred‟in arkadaşları bu suçlamayı büyük bir hakaret
olarak görüp, çokkültürlü grubun dağılmasını isterler. Burada ırksal bir azınlığın,
kendilerinden farklı bir ırk tarafından tarafından müdahaleye uğradığında verdiği
tepkiye tanık olunmaktadır, ve bu tepki yine müdahale eden tarafı ötekileştirerek
verilmektedir. “Yahudi-baba” kavramı Barbara‟nın babasına bir hakaret olarak
kullanılmaktadır, ayrıca Luther öfkesini daha ileri taşıyıp aynı ırka mensup olmalarına
rağmen Alfred‟i “beyaz bir kızla yattığı için” dinlememektedir (204). Kısacası,
tektipleştirilen taraf olan Afrikalı Amerikalılar, beyazları önyargılı oldukları
düşüncesiyle tektipleştirmişlerdir.
Roman boyunca ırksal önyargıların en yoğun görüldüğü bölüm, Evie ve
Alfred‟in ilişkisinin Barbara‟nın ailesi tarafından öğrenilmesiyle başlar. Alfred beyaz
bir kızla birlikte olduğu için Mona‟nın ebeveynleri tarafından işten kovulur. Barbara‟nın
ailesi Mona ile görüşmesini yasaklar, çünkü “bütün bu olanlar kızlarının beyniyle
düşlenemeyecek bir şeydir”. Barbara artık etrafta Yahudiyim diye gezmeye bir son
vermeye karar verir (220-22). Bütün bunlar ırksal ve etnik önyargıların birer sonucudur,
örneğin Alfred Afrikalı Amerikalı olduğu için dışlanır. Mona, hem kendi ailesi, hem de
toplumun çoğunluğunda tektipleri ve ayrımcılığı gördüğü için, ikisinden de
hoşlanmamaktadır (Gonzales 33). Fakat o da, Çinli olduğu için “sinsi ve zeki”
tektipleştirmesine maruz kalır. Barbara ise azınlık olmanın kendilerini özgürleştirmek
yerine kendilerine zarar verdiği düşüncesine kapılır. Bu da, toplumun azınlıklar
üzerinde yarattığı baskıyı ve asimilasyonu ortaya koymaktadır.
5.2. Amerikan Kimliği ve Çokkültürlülüğün Etkisi
5.2.1. Mona ve Çokkültürlülük
Mona‟nın iki kültürün arasında kalışı, bu olaylar yaşandıktan sonra yinelenir.
Helen ile Alfred‟in kovulması üzerine yaşadıkları tartışmada, Helen Mona‟dan
beklediği kimliği şu şekilde anlatır:
Yalnızca Amerikalı bir kız annesinin kendini öldürdüğünü
düşünüp ah, bu çok ırkçı der. Çinli bir kız kendini öldürüp
öldürmemesi gerektiğini düşünür. Çünkü bu onun çok
63
çalışan ve çok acı çekmiş olan zavallı annesini ne kadar
çok düşündüğünü gösterir. Annesini mutlu edecek her şeyi
yapmak ister. (221)
Asimilasyona uğramasına rağmen Helen, Amerika‟da doğup orada büyümüş
olan kızından tam anlamıyla bir Çinli olmasını istemektedir. Helen Amerikalı kimliğini
marjinalleştirmekte, hatta Çinli kimliğinin tam tersi olarak göstemektedir. Fakat Mona,
hem Amerikalı hem de Çinlidir. Sherman ile konuşurken kültürler arasında kalmışlığını
ve kimlik arayışını şu şekilde özetler:
Ona WASP olmamanın, Afrikalı Amerikalı olmamanın,
bir Yahudinin olabileceği kadar Yahudi olmamanın, ve
Çin mahallesinden de olmamanın nasıl bir şey olduğunu
anlatır.
“Ortada kalmışsın”, der Sherman, “Öylece tek başına”.
“Ben asla evimde değilim” der Mona. (231)
Aslında Mona, bütün bu saydığı kültürlerden birer parça taşımaktadır. Birçok
“azınlık” kimliğinin bütünü, Amerikan karakteri diye adlandırılabilecek bir kırkyama
örtü oluşturmaktadır (Furman 216). WASP gibi yaşamakta, Afrikalı Amerikalı kültüre
ait müzikler dinlemekte, Bir din olarak Yahudiliğe inanmakta ve ırksal ve etnik olarak
da Çin kültürü içinde bulunmaktadır. Fakat, hayatındaki farklı çevrelerin farklı
beklentilerine cevap veremediği için, kendini asla rahat hissedemez. Ailenin nerede
bittiğini ve dış dünyanın nerede başladığını sorgulayan Mona için kendi Amerikan
kimliğini yaşamak zordur.
Mona‟nın ailesinin Alfred‟i ırksal nedenlerle terfi ettirmeyeceğini söylemiş
olması, Helen açısından Mona‟nın ailesine ve dolayısıyla Çinli kökenine ihanet etmesi
anlamını taşımaktadır. Helen, Mona‟nın Yahudi ayinlerine katılmasına izin vermez;
artık özgür ülke dışarıda kalmıştır, evin içi ise Çin‟dir (250). Yavaş yavaş ergenlikten
sıyrılmakta olan Mona‟nın bu yaklaşım karşısında evden kaçması, kendi yarattığı
Amerikan kimliğine ailesinin saygı duymayışından kaynaklanır. Tren istasyonunda
kendini “Cennet Bahçesi” gibi hisseder:
64
Kendini sanki zamanın o sivri başlangıcında duruyormuş
gibi hisseder. Arkasında, tarih yoktur. Önünde ise, her şey.
Ne kadar da küstahça! Annen yokmuş gibi! Ağaç
kovuğundan
çıkmışsın
gibi!
Helen‟ın
sesini
duyabiliyordur. Yine de Mona kendi içinde, tren istasyonu
kadar büyük, canlı ışıklarla aydınlanan bir şeylerin
açıldığını hisseder. (255)
Bu sembol Mona‟nın ailesiyle ve aynı zamanda Çinli kökeniyle verdiği savaşın
sona erdiğinin altını çizmektedir. Bütün kitap Mona‟nın kimlik arayışını izlemektedir ve
paradoksal şekilde Mona, Yahudi ritüelleri ve din değiştirme yoluyla “Çinliliğinin”
bilincine ulaşmaktadır (Gonzales 232). Mona evden ayrılarak artık bir yetişkin olmanın
ilk adımını atmıştır ve mücadelesini verdiği kimliğe sahip çıkmıştır. “Özgür ülke”de,
sırt çantasını alıp evden ayrılarak, annesinin olmasını talep ettiği kişi yerine çokkültürlü
bir Yahudi Çinli-Amerikalı olmayı seçmiştir.
5.2.2. Seth ve Çokkültürlülük
Roman boyunca kendi Amerikan kimliği arayışını sürdüren ve çokkültürlülüğe
örnek olan sadece Mona değildir; Seth de en az Mona kadar uzun bir arayış sürecinden
geçer. Seth, bir Kızılderili çadırında yaşar, Çin çubukları kullanır, Afrikalı gömleği
giyer. Kızılderili, Afrikalı Amerikalı, WASP, Yahudi, Çinli, Japon ve hippie gibi yaşar.
Bu nedenle kendine ikincil bir kişilik yaratır; bu da Sherman Matsumoto‟dur. Mona 8.
sınıftayken Japonya‟ya geri dönen Sherman‟ı, Mona‟yla iletişim kurma aracı olarak
kullanır. Hikaye boyunca Mona‟nın Sherman ile paylaştıkları, Seth ile paylaştıklarından
oldukça farklıdır. Mona telefonla konuştuğu kişiyi görememektedir, fakat ırksal kimlik,
o kişinin niyetiyle ilgili düşünceleri üzerinde önemli bir etki olmuştur (Lin 50). Mona,
Japon olduğunu düşündüğü için Sherman‟la Amerika‟daki şehirlerle ve doğayla ilgili,
en önemlisi Amerika‟da Uzakdoğulu olmakla ilgili fikirlerini paylaşır. Seth‟le ise cinsel
birlikteliğin yanısıra, Amerika‟daki baskın genç kültürü paralelinde ırk, köken, anavatan
gibi kavramları ve hobileri paylaşır. Kısacası, Seth/Sherman ve Mona‟nın ortak
65
noktaları, çokkültürlü oluşlarıdır. Kendilerini tanımlayabilmek adına birçok farklı
kültüre dahil olmuşturlar, ve bu tekrar ayrılmayacak şekilde bir araya gelmelerini sağlar.
Mona, eve geri dönemediği için Seth ile birlikte Barbara‟nın eski evinin garajına
yerleştiğinde, eve bir hırsız girer ve bu hırsızın cebinde Alfred‟in arkadaşlarını çalmakla
itham ettikleri mataranın aynısını bulurlar (288). İçinde bulundukları durumun
Alfred‟inkiyle paralelliği ve hemen akabinde mataranın ortaya çıkması, azınlıkların
birbirini
ancak
aynı
duruma
düştüklerinde
gerçek
anlamda
anlayabildiğini
vurgulamaktadır. Mona, Barbara ve Seth ancak Alfred gibi baskı altında kalınca gerçeği
görmüş ve ırkçı bir tavır sergilediklerini anlamışlardır. Mataranın sembolik anlamı ise,
ABD‟deki azınlıklar arasındaki bağın yeniden güçlenmesidir. Matarayı Alfred‟e
vererek, Mona‟nın ailesine karşı açmış olduğu davadan vazgeçmesini sağlarlar (292).
6. Kültürleri BirleĢtirmek
Üçyüz sayfa boyunca, 60‟lı yılların sonlarının tüm hippi jenerasyonunun bilince
ve etnik farkındalığa ulaşmasına şahit olunmakta ve birkaç yıl sonra, son söz
bölümünde, bunların şaşırtıcı sonuçları görülmektedir (Gonzales 229). Romanın son söz
bölümünde, Callie‟nin tam anlamıyla etnik kökenine bağlı bir Amerikalı olduğu
görülmektedir:
Öylesine Çinli olmuştu ki Ralph ve Helen onda bir sorun
olduğunu düşünüyordu. Örneğin, neden şu kapitone Çinli
ceketlerinden giyiyordu ki? Artık kendileri bile çok daha
sıcak tutan parkalar giyiyorlardı. Ve kumaş ayakkabılar!
Onlar
Çin‟deyken
bile
asla
kumaş
ayakkabı
giymemişlerdi, her zaman kaliteli ithal derileri vardı. Ve
neden kendine Kailan diyordu? Ona güzel bir İngiliz adı
bulmak yeterince zor olmuştu, neden şimdi kimsenin
telaffuz
edemediği
bir
isim
kullanıyordu?
Asyalı-
Amerikalı olmaktan gurur duyduğunu söylüyor, bu yüzden
Çinli ismini kullanıyordu. Fakat Asyalı-Amerikalı da ne
demekti? (301)
66
Tam anlamıyla etnik kökenini yansıtmaktan ve bunu kimliğinin bir parçası
haline getirmekten gurur duyan Callie‟nin aynı zamanda ailesinin beklentileri
doğrultusunda okul hayatını büyük başarıyla bitirmesi, doktor olması ve çok başarılı bir
eşe sahip olması, onun Amerikan kimliğini kazandığını göstermektedir. “İyi Çinli kız”
rolünü oynayan Callie, Kanton lehçesi dersleri alarak ve geleneksel Çin giysileri giyerek
kökenini “yeniden keşfetmeye” çabalamıştır (Fachinger 41). Callie bir yandan
Amerikan rüyasını yaşarken, diğer yandan bu rüyayı istediği gibi şekillendirmektedir.
Çinli ve Amerikalı kimliklerini birleştirerek, 1960‟larda ortaya çıkan Asyalı-Amerikalı
kimliğini öne çıkarmıştır. Doğal olarak bu durum, Amerikalı olabilmek için geçmiş
dönemin baskılarına ve asimilasyona başkaldıramamış olan ebeveynleri tarafından
garipsenmektedir.
Mona, evden kaçtığı dönemden beri kendisini affetmeyen annesi Helen‟ı
düşünmekte ve özlemektedir. 1 yaşında bir çocuğu olmasına ve Seth ile evlenmek üzere
olmasına rağmen, annesinin ölümüne sebep olup olmayacağını düşünmektedir (302). Bu
kaygı, Mona‟nın Çinli etnik kökeninin tamamen yok olacağı kaygısıyla birebir
örtüşmektedir, bir bakıma Helen, Mona‟nın atalarını ve o ataların kültürünün ABD
topraklarındaki sürekliliğini simgelemektedir. Romanın sonunda, Mona‟nın anne ve
babası “dört bacaklı bir yaratık” halinde, zakkumların arasından sürünerek gelir (303).
Bu tasvir Çin kültürüne ait en yüksek rütbeli mitolojik hayvan olan ejderhayı
anımsatmaktadır. Güç ve haşmeti sembolize eden ejderha, Mona üzerinde etnik
kökeninin ne kadar büyük bir etkisi olduğunu vurgulamaktadır. Tıpkı Donald Duk‟ta
olduğu gibi, romanın sonunda Mona etnik kimliğini kucaklamış ve onu Amerikalı
kimliğinin bir parçası haline getirmiştir.
Mona in the Promised Land, Çin kökenli Amerikalıların geçmişi, bugünü ve
geleceğini temsil eden bir olayla sona erer:
Öyle ağlıyordu ki, gören Mona‟nın hastalıkta sağlıkta
Helen‟la evleneceğini sanırdı-böyle küçücük kalmış olan
onun annesi miydi? Mona öyle ağlıyordu ki, kim görse iyi
günde kötü günde –en sonunda!- evlendiğini sanırdı. Ölüm
67
bizi ayırana kadar diye düşündü ve ileri atıldı, tam o sırada
Io yere düştü. Io‟nun kolları havayı dövdü, yanakları
titredi; herkes onun da Mona gibi ağlamaya başlayacağını
düşündü. Ama bunun yerine iki ayağının üzerine
doğruldu, ve küçük bir tanık gibi, alkışladı. (304)
Bu alıntı, Mona‟nın ırkını, etnik kökenini ve bir Çinli olmayı tam anlamıyla
kabullenişini yansıtmaktadır. Helen ve Mona‟nın bu sembolik evliliği, aynı zamanda
Çin kökenli Amerikalıların kuşaklar arası bağını da vurgulamaktadır. Helen geçmişi,
Çin‟den gelen geleneksel değerleri, Mona ise kendi tercihleriyle ve özgür iradesiyle
kendine bir Amerikan kimliği oluşturan kuşağı simgelemektedir. Çocuğu Io da, ÇinliAmerikalı etnik kökeninin geleceğini sembolize etmekte ve bu iki birbirinden farklı
kültürel kimliğin birleşmesini kutlamaktadır.
Görüldüğü gibi Jen, Mona in the Promised Land‟de öncelikle Mona ve diğer
birçok
karakter
ve
onların
birbirleriyle
olan
ilişkileri
üzerinden,
ABD‟de
çokkültürlülüğü, azınlıkların ve özellikle Çin göçmenlerinin sorunlarını, ırksal ve etnik
ayrımcılıklar ile önyargıları etkili bir şekilde işlemektedir. Amerikan kimliğinin ne
anlama geldiğini ve azınlık kökenli bireylerin bu kimliği oluştururken ve keşfederken ne
gibi zorluklarla karşılaştığını da yansıtmaktadır. Amerika‟da Çinli olmanın dününü,
bugününü ve yarınını, farklı jenerasyonların farklı yaklaşımlarıyla anlatırken, 1970‟ler
Amerika‟sına ve dönemin önemli akımlarına yer vermektedir. Çokkültürlülük ve etnik
kökenin yükseliş dönemine rastlayan bu hikayede, baş kahraman Mona‟nın adını
Changowitz olarak değiştirmek istemesi doğaldır: “Amerikalı olmak ne istersen o
olabilmektir”, ve Seth‟in hayal ettiği gibi “odaları arasında duvarlar olmayan bir ev”
yaratabilmek için çokkültürlülük desteklenmelidir (208).
68
V. DONALD DUK’DA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ETNĠK KÖKEN VE
AMERĠKAN KĠMLĠĞĠ
Frank Chin‟in 1991 yılında yayınlanan romanı Donald Duk, romanla aynı ismi
taşıyan ve 12 yaşına basmak üzere olan Çinli-Amerikalı başkahramanın, çocukluktan
ergenliğe geçişiyle birlikte kendi kimliğini arayışı ve etnik kökenini anlayışı ve kabul
edişi üzerine kurgulanmıştır. Donald Duk, roman boyunca ailesi, arkadaşları ve çevresi
ile kültür, kimlik ve etnik köken gibi konularda tartışmakta, gördüğü rüyalar ve yaptığı
araştırmalar vasıtasıyla kültürel geçmişi hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Bunların
yanında, yirminci yüzyılın sonlarında San Fransisco Çin Mahallesi‟nde geçen hikaye,
dönemin çokkültürlülüğünü ve etnik kökenin yükselişini Çin kökenli Amerikalı bir
çocuğun gözünden yansıtmaktadır.
Bu bölümde roman etnik, kültürel ve ırksal
açılardan incelenirken, karakterlerin, özellikle başkarakter Donald‟ın kendi Amerikan
kimliğini oluşturma ve etnik kökenini kucaklama süreci incelenecektir.
1. Çinli Olmak
1.1. Donald’ın WASP Ġdolü
Roman, Donald‟ın Çinlilere ve dolayısıyla kendine özgü sevmediği özellikleri
ve farklılıkları yorumlamasıyla başlar. Donald Duk, ismini sevmez: Adı çizgi film
karakteri Donald Duck‟a benzediği için okuldaki arkadaşları ve özellikle mahallesindeki
tong üyesi çocuklar onunla dalga geçmektedir. Kendi ismi onu çıldırtmaktadır, Çinli
görünmek onu çıldırtmaktadır. Bill Brown‟ın Identity Culture adlı makalesinde belirttiği
üzere, Donald Duk, adının eşsesliliğini etnik aşağılamanın bir türü olarak
deneyimlemektedir (164). Yani, aslında etnik kökeniyle ilgisi olmayan bir konuyu, Çinli
olmasına bağlamaktadır. Ayrıca, okulu sevmesine rağmen orayı “Çinlilerin, Çinlilerden
rahatça nefret edebildiği” bir yer olarak görmektedir, Çin Mahallesini sevmemekte, ama
orada yaşamaktadır (2-3). Kısaca Donald, kendisini Amerika‟daki baskın etnik kültüre
dahil olan diğer çocuklardan farkılaştıran tüm özelliklerden nefret etmektedir. Bu
nedenle, kendine idol olarak Fred Astaire‟i seçer: Bu Avrupa kökenli Amerikalı ünlü
dansçı ve film yıldızı Donald‟ın olamadığı her şeydir. Beyaz ırka mensup, başarılı,
“gerçek” bir Amerikalı. Donald, “Çinli Fred Astaire” olmak istemektedir. Burada
69
“Çinli” kelimesi, Donald‟ın ırksal fizyolojinin kaçınılmazlığının farkında olduğunu
göstermektedir. Ayrıca Donald, kendi kimliğini yaratırken, Çinli olmayı yalnızca dış
görünüşteki bir farklılığa indirgemek istemektedir.
1.2. Kaliforniya Tarihi ve Çinliler
Roman özellikle Çin Yeni Yılı‟na giriş ve onu takip eden günlerde geçmektedir
ve Donald, Çinliliğe özgü olan her şeye duyduğu soğukluğu bu özel güne karşı da
hissetmektedir. Çünkü bu, okulda öğretmenleri tarafından da üzerinde durulan bir
konudur. Donald‟ın bu şekilde tepki vermesinin nedenlerinden bir diğeri de, kendisini
dolaylı olarak dışlayan ve marjinalleştiren dayatma tarihsel bilgilerdir. Kaliforniya
Tarihi öğretmeni Bay Meanwright bir dersinde Çinlilerle ilgili bilgi verir:
Amerika‟daki
Çinliler,
yüzyıllardır
süregelen
Konfüçyüsçü düşünce ve Zen mistisizmi sonucunda pasif
ve güvensiz hale gelmişti. Şiddetli şekilde bireysel ve aşırı
demokrat Amerikalılara karşı tamamen hazırlıksızlardı.
onikinci yüzyılın ortalarında Amerika‟ya attıkları ilk
adımdan beri, ürkek ve içine kapanık Çinliler, agresif ve
oldukça rekabetçi Amerikalılar tarafından acımasızca
kurban edilmek karşısında çaresiz kalmışlardır. (2)
Burada, Çinlilerin kendi etnik ve kültürel ideolojileri aşağılanmakla birlikte,
pasif ve çaresiz göçmen tektipi vurgulanmaktadır. Donald‟ın özel okuldaki eğitimi onu,
asimilasyon için etnik kimliğin silinmesini sağlayan sosyal normların değişimi ve
kültürel vatandaşlık anlamında yetiştirmektedir (Xu 81). Yani, çoğunluğu WASP
öğrencilerden oluşan bir okulda aldığı eğitim, Donald‟ı etnik kimliğinden uzaklaştırarak
beyaz çoğunluk gibi olmaya ve asimilasyona itmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir
diğer nokta ise, Amerikalı ve Çinli olmanın birbiriyle zıt hale getirilmesi ve bir anlamda
Çinlilerin asla Amerikalı olamayacağının ima edilmesidir. Bu tutum karşısında Donald,
öğretmenin kitabına kusmak istediğini söyler (3). Bu tepkinin şiddeti, her ne kadar etnik
mirasından kopmak istese de, Donald‟ın böylesine açıkça emperyalist tutumlardan
tiksinmekten kendini alamadığını ortaya koymaktadır (Leonard 183). Yani Donald,
70
kendini etnik kökeninden sıyırmak istese de, Çinlilere karşı olumsuz söylemlerden
hoşlanmadığını belirtmektedir. Henüz kimliğinin bir parçası olmasa da Çinlilik,
Donald‟ın ailesinin, çevresinin ve yaşamının bir parçasıdır.
2. Amerika’da Çinli Olmak
2.1. Çinlilerin MarjinalleĢtirilmesi
Babası King Duk, Donald‟a ismiyle dalga geçen zorbalardan korunması için
zekasını kullanıp, Donald Duck şakaları yaparak, hatta ördek sesleri çıkararak onları
güldürmesini öğütler (5). Donald bunları gerçekten yaptığında işe yaradığını fark eder.
Buna rağmen Donald Duk sonsuza kadar kendi ismine gülmek istemez, (…) bir
kavgadan korunabilmek için kendi adına gülmenin bir sonu olmalıdır (7). Burada,
kendini bir Çinli-Amerikalı olarak marjinalleştirmenin,
her ne kadar birey olarak
korunmayı sağlasa da, kendini aşağılama sonucu kişiyi bir kimlik bunalımına
sürüklediği görülmektedir. Kendini diğerlerinden farklı bir tektipe dönüştürmenin,
psikolojik açıdan hoşa gitmeyen bir his olduğu anlaşılmaktadır. Yani, Donald kendi
kimliğini rahatça sergilemek istemektedir.
2.2. Çin Kültürünü Tanımak
Yine de, Donald sergilemek istediği kimliğe Çin kültürüne ait özellikleri dahil
etmek istememektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, etnik kökeninin tarihine
dair bilgi sahibi olmayışı ve dolayısıyla Çin ile ilgili herhangi bir kavrama saygı
duymayışıdır. Donald‟ın ailesi ve çevresi göstermelik de olsa etnik birer kimliğe
sahiptirler (Leonard 184). Donald ise, etnik kökenine dair her şeyi taşlamakta, aptalca
kavramlar olarak lanse etmektedir. Birçok başarısı olan, ünlü bir şef ve Çinliler arasında
ünlü bir opera sanatçısı olan babasını, hayatındaki Çin‟e özgü her şey gibi, “berbat”
olarak nitelendirmektedir (10). King Duk, arkadaşı Arnold‟a lay see4 verdiğinde Donald
utanır (33). Ayrıca Donald, dans öğretmeni “Çinli Fred Astaire” Larry Louie‟yi, Çin
geleneklerine olan bağlılığı nedeniyle başarısız biri olarak görür: Larry Louie
başarısızdır çünkü gerçekten Fred Astaire olmak istememektedir (52). Donald‟a göre
4
Çinlilere özgü, yeni yılda çocuklara dağıtılan “şanslı para”.
71
gerçek Fred Astaire olabilmek için kişi, WASP‟lardan farklı olan etnik kökene ve Çin
kültürüne dair tüm özelliklerden sıyrılmalıdır. Suzanne Leonard, Dreaming as Cultural
Work in "Donald Duk" and "Dreaming in Cuban" adlı makalesinde, konuya şu şekilde
değinmiştir:
Donald, Çinli insanların daha geleneksel ve renkli
hikayelerini de reddetmektedir, çünkü kendisini tamamiyle
farklı bir kültürel mirasın parçası olarak hayal etmektedir.
(…) Çin Mahallesinde yaşamak, Donald‟ın Fred Astaire
gibi beyaz ikonların etnik olmayan davranışlarını taklit
etmesini iyice zorlaştırdığı için, Donald coğrafi yeri
tarafından kapana kıstırılmış gibi hissetmektedir. (183)
Bu alıntıda da belirtildiği üzere, Donald kendisini WASP kültürünün bir parçası
olarak görmek istediği için, Çin Mahallesine, tarihine, kısacası Çinliliğe dair her
özellikten sıyrılmak istemektedir. Leonard‟ın “etnik olmayan davranışlar” sözüyle
belirttiği, herhangi bir azınlığa dahil olmayan beyaz Amerikalılara ait davranışlardır ve
Donald‟ın Fred Astaire‟i taklit etmesinin sebebi de o kültüre ait olmak istemesidir.
2.2.1. Kaderin 108 Yıldızı
Çin Mahallesi‟nde kısılıp kaldığını hisseden Donald, oraya dair her şeyi
dışlamaktadır. Tüm bu örnekler göz önüne alındığında da, Donald‟ın kendi etnik
kökenine saygı duymadığı görülebilir. Bunun en önemli sembolü Donald‟ın, babasının
özellikle Angel Adası‟ndan uçurmak için yaptığı, bir Çin klasiğinin kahramanları olan
“Kaderin 108 Yıldızı”na adanmış maket uçaklardan birini zamanını beklemeden evin
çatısında yakıp uçurmasıdır. Bu sembol, Donald‟ın Çin mitolojisine saygı duymadığını
yansıtmaktadır. Angel Adası‟nın Amerikalı Çinlilerin tarihindeki önemli yeri göz
önünde bulundurulursa, King Duk‟ın haftalarca üzerinde çalışıp önem verdiği “maket
uçakları yakarak uçurma” seremonisi, Donald‟ın gözünde anlık bir heyecana
indirgenmiştir.
72
2.2.2. Etnik Mitoloji ve Tarih
Yukarıda da belirtildiği gibi, Donald‟ın etnik kökenine dair kavramlara saygı
duymayışı bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Babasının akıl hocası sayılabilecek
ve Donald Duk ile adaş olan amcası, Donald‟a Kaderin 108 Yıldızı‟nın Su Kenarı adlı
Çin edebiyatı klasiğindeki kahramanlar olduğunu, yaktığı uçağın bu kahramanlardan
Lee Kuey olduğunu ve Donald‟ın Çinli adının da Lee olduğunu anlatır. Ayrıca, büyükbüyükbabasının kıtalar arası demiryolunun inşaasında çalıştığını söyler (22-23).
Romanın yazarı Frank Chin‟in bir röportajında belirttiği gibi, Çin efsaneleri ve
hikayeleri Çinli-Amerikalı kuşağa tarihi miraslarını hatırlatmak için “değerli birer araç”
ve beyaz Amerikalılara diğer kültürlerin tarihini ve geleneklerini anlama yetisi
kazandırması açısından bir “gerekliliktir”. Bu öğretiler, etnik kökeninin tarihsel
kavramlarıyla ilgili az da olsa bilgilenen Donald‟ın Pasifik Demiryolu‟nda çalışan
atalarıyla ve Çin mitolojisiyle ilgili rüyalar görmeye başlamasıyla sonuçlanır. Donald‟ın
gördüğü rüyalarda kendi büyük-büyükbabası kılığında oluşu, artık yavaş yavaş
atalarının yaşadıklarına empati ile yaklaşmaya başladığı şeklinde yorumlanabilir. Bu
durum, Donld‟ın bilgilenmeye dayalı olarak etnik kökeniyle bağlantıya geçmeye
başladığını simgelemektedir.
Bunların yanında Donald, Çin Yeni Yılı ile birlikte Çin geleneklerinin içerdiği
anlamları fark etmeye başlar. King Duk, Çin mahallesine yeni yıl kutlamaları için gelen
operacıları, kendisi de bir operacı olduğu için ailesi gibi görmektedir ve onlar için 150
kişilik bir ziyafet hazırlar (31-32). Aynı şekilde, fakir akrabalarına (Fong Kardeşler) ve
komşularına bedava balık ve pirinç dağıtır (40). Donald, Çinlilerin büyük bir aile gibi
davrandıklarını anlamaya başlamıştır. Uzak durmak için çaba sarf ettiği Fong
kardeşler‟in Donald‟a yaktığı maket uçağın aynısını hediye etmesi ise, Donald
tarafından sorgulanır. Donald, kendisine neden böyle bir iyilik yapıldığını anlamakta
güçlük çeker. Bunun nedeni, henüz Çin kültürünü anlayamamış ve benimseyememiş
olması, ve bir azınlık olarak Çinli-Amerikalılara kendini dahil etmemesidir.
73
3. Etnik Köken ve Çinli Amerikalı Kimliği
3.1. Eritme Potası
Daha önce de belirtildiği gibi, romanın başlarında Donald‟ın Amerikalılığa bakış
açısı, baskın kültür olan WASP geleneğine yakındır. “Herkes eskiyi bırakıp Amerikalı
olmalı. Eğer bütün bu Çinliler daha Amerikalı olsaydı, bütün bu sorunları yaşamazdım”
diyerek, “eritme potası” sembolüne yakın bir düşünceyi örneklemektedir (42).
Donald‟dan farklı olarak babası King ise etnik kökenine ve Çin kültürüne bağlı bir bakış
açısı sunmaktadır:
Bence Donald Duk, Amerikalı olmak için Çinli olmayı
bırakması gerektiğini düşünen son Amerika doğumlu
Çinli-Amerikalı çocuk. Yeni göçmenler bunu kanıtlıyor.
(…) Fransızca öğrendiler, şimdi de İngilizce öğreniyorlar.
Hala Kanton Lehçesini, Çinceyi konuşuyorlar. Bir
şeylerden vazgeçmek yerine, üzerine ekliyorlar. Bildikleri
diğer her şeyin içine Amerika‟yı da ekliyorlar. (42)
King Duk‟un bu söylemi, yirminci yüzyılda çoğu Çinli-Amerikalı arasında
yaygın olan etnik kökeni kimliğinin bir parçası haline getirme durumunu ortaya
koymaktadır. Etnik kimlik bir seçimdir. King‟in 14 yaşındayken Çinli-Amerikalı
ailesini bırakıp Çin‟e, Duk Amca‟nın yanına kültürünü öğrenmeye gitmesi de bunu
örneklemektedir (47). Ayrıca King, operada çok zor ve hazırlanması güç olan Kwan
Kung karakterini oynayacaktır. King‟e göre, Kwan Kung Batı psikolojisinin
desteklediği sorumsuzluğu kabul etmez (68). Çünkü Kwan Kung karakteri, disiplinli,
güçlü ve zekidir, tam olarak Çin‟in idealize edilmiş erkeklik sembolüdür ve King‟in
belirttiği Çin‟in disiplin anlayışına göre, Amerikalı davranış tarzı oldukça sorumsuzdur.
Bu noktada, etnik kökenine bağlı olarak kimliğini oluşturmuş olan King‟in Çin
geleneklerine verdiği değer ve Batı geleneklerine bakış açısı görülmektedir:
Donald, Çinli-Amerikalıların aşağılanması da dahil olmak
üzere beyaz çoğunluğun davranışlarını benimseyen,
kendinden nefret eden Çinli-Amerikalıyı temsil etmektedir
74
ve roman bu yanılgıyı düzeltecek öğretmen figürlerinin bir
karışımını sunmaktadır. Donald‟ın baş öğretmeni, adıyla
ve mirasıyla gurur duyan, bilge ve güçlü King Duk‟tur,
ama yaşlı bilge Donald Amca‟dan eski Çin öykülerinin
anlatıcısı Karavide Adam‟a ve Vietnam gazisi Victor
Lee‟ye kadar birçok başka figür de ona öğretiler
sunmaktadır. (Richardson 59)
Fakat henüz etnik kimliğini sahiplenmemiş olan Donald, babasının ısrarla Çinli
olmaya çalışmasına anlam verememektedir ve babasının, Amerika‟da doğduğu için, ne
yaparsa yapsın Çinli değil “beyaz” olduğunu düşünür. Bu düşüncenin altında,
çokkültürlülüğü yapıcı değil yıkıcı bir olgu olarak gören WASP bakış açısı yatmaktadır.
3.2. Etnik Köken ve WASP AmerikalılaĢtırması
3.2.1. Çokkültürlülüğü Reddetme
Amerika‟daki çokkültürlülüğün örnekleri, Chin‟in romanında üzerinde oldukça
sık durulan bir konu olmuştur. Chin, Amerikan çoğulculuğunu destekleyen etnik gururu
övmektedir (Nguyen 143). King Duk, genel olarak Çin yemekleri yapmasına rağmen
her ülkenin mutfağını başarıyla pişiren bir aşçıdır (9). Larry Louie, görünüş olarak Fred
Astaire‟e benzeyen ve onun gibi dans edebilen, ama bunların yanında Flamenko dansını
da yapan biridir ve müzisyen Bay Yin, hem Çin Operası‟nda görev almakta hem de
Flamenko gitar çalabilmektedir (52). Her ikisinin de Çinli olmasına rağmen Roman
müziğine ilgi duymalarının sebebi ise, Romanların dönemin İspanya‟sında azınlık
olarak kabul edilmesidir; bu da azınlıklar arası etkileşimin olumlu bir örneğidir. Donald
ise, bu tip etkileşime karşı karışık duygular hissetmektedir: Larry Louie‟nin Flamenkosu
tehlikeli, tahmin edilemeyen ve Donald‟ın yapmak istediği bir şeydir (54). Ayrıca, Fred
Astaire‟in dansına hiç benzemeyişi Donald‟ı ürkütmektedir. Donald‟ın çokkültürlülüğü
ilk etapta tehlikeli bulması, çokkültürlülüğü idealize edilmiş “beyaz Amerikalı”
kimliğine adapte edememesinden kaynaklanmaktadır. Buna rağmen Donald‟ın
Flamenko yapmak istemesi ise, bir Çinli-Amerikalı olarak çokkültürlülüğe yatkınlığının
altını çizmektedir.
75
3.2.2. “Pasif Çinli” Tektipi
Donald, gördüğü ilk rüyayla birlikte, Amerika‟ya gelen ilk Çinli göçmen
kuşağına dair fikirler geliştirmeye başlar. Donald rüyasına daha çok ilgi duymaya
başladıkça, Çinlilerin demiryoluna yaptıkları katkılara dair tarihi belgelerdeki hatalara
karşı, gitgide politikleşen bir farkındalık geliştirir (Leonard 182). Kendisiyle yaşıt
olacak kadar genç insanların dinamit, barut ve ateşleyicilerle taşları nasıl deldiğini
görür: Bu dinamit ve granitle oynayan Çinli çocuklar gülünecek bir konu değildir (26).
Ayrıca, savaş tanrısı Kwan Kung‟un baltasının oldukça ağır olan replikasını kolayca
şovunda kullanabilen Yin ve ailesini görür (27). Bu insanların cesareti, dayanıklılığı ve
gücü Donald‟ı etkileyecektir: Donald‟ın Çinlilikle ilgili fikirleri, rüyaları aracılığıyla
edindiği bir kavrayış aracılığıyla değişmektedir. Özellikle rüyasındaki Kwan Kung‟un
liderliği, iş etiği ve sosyal aktifliği, Donald‟ın kendi ırkıyla ilgili eski bilgilerine, yani
Çinlilerin pasif ve etkisiz gibi gösterilen özelliklerine tam anlamıyla zıt düşmektedir.
Kwan Kung, “ray döşeme rekoru”nun başlangıcında, işvereni Crocker ile tartışır ve tüm
Çinli işçiler iş bırakma eylemi yaparlar (75). Ayrıca, eylemi bitirmezlerse
kovulacaklarını söyleyen Crocker, sonrasında Kung‟a duyduğu saygıdan ötürü özür
diler. Donald, Çinli göçmenler için emeğin basit bir hayatta kalma yolu değil,
Amerika‟nın bir parçasına sahip olmanın bir yolu olduğunu keşfetmiştir (Nguyen 145).
Bütün bunlar, politik açıdan pasif, ne olursa olsun işini bırakmayan ve beyaz adamın
altında her daim ezilen Çinli tektipini çürütmektedir.
3.3. Etnik Kökenin Günümüze AktarılıĢı
Edinmeye başladığı bilgilerin ve gördüğü rüyaların etkisiyle, Donald yaşadığı
ortamdaki sembolleri fark etmeye başlamıştır. Gittiği restoranlarda, evinde ve diğer
mekanlarda daha önce fark etmediği birçok Kwan Kung posteri ve heykelini fark eder:
Donald Duk bütün hayatını Grant‟taki aynı Çin mahallesi
adresinde geçirmişti, bu dükkanların önünden her gün
geçmişti, yıl boyunca bu restoranların çoğunda yemek
yemişti,
ama
bütün
bu
Kwan
Kung posterlerini,
76
heykellerini ve mabetlerini gördüğünü hatırlamıyordu.
(81)
Donald, idealize ettiği Amerikan kimliği için tüm Çinliliğinden sıyrılmaya
çalıştığı için, daha önce Kwan Kung figürüne dikkat etmemiştir. Bu sembolü fark
etmeye başlamasının sebebi, Çin kültürüne gitgide daha fazla ilgi duymasının bir
sonucudur. Yine de, Donald‟ın idealize edilmiş beyaz Amerikalı kimliğinden
vazgeçmesi hemen gerçekleşmez. Dünya ray döşeme rekorunun gerçek olup olmadığını
soran Arnold‟a, “gerçek olsa bile, Çinliler kaybetmiştir” der (83). Bunun sebebi,
Donald‟ın Çinli atalarının böylesine zor bir yarışı kazanamayacağını düşünmesidir,
çünkü Donald hala beyaz bir Amerikalı gibi düşünerek, fiziksel olarak başarısız Çinli
tektipini kabullenmektedir. Bu nedenden dolayı, Donald kimliğini, özellikle de etnik
kimliğini henüz dış dünyayla paylaşmamaktadır.
Donald‟ın bir başka rüyası ise, babasının kendisini nasıl gördüğüne dair
fikirlerini ortaya koymaktadır. Rüyasında babası Donald‟ı Çinli bir şifacıya götürür ve
şikayet eder:
Benden bir şeyler çalıyor, bana yalan söylüyor ve Çinlilere
pislik muamelesi yapıyor. (…) Sanırım kazara hastaneden
beyaz bir çocuk alıp eve getirmiş ve kendi oğlum gibi
yetiştirmiş olabilirim. (…) Küçük beyaz bir ırkçı
yetiştirdiğime inanamıyorum. Çin mahallesinin Amerika
olmadığını sanıyor. (88-89)
Bu bölümde, Donald babasının söyledikleri aracılığıyla kendi davranışlarına
ilişkin yorumlarda bulunmaktadır. Aslında kendisiyle ilgili bazı olumsuz düşünceleri,
babası yani etnik köken açısından bakıldığında atası vasıtasıyla Donald‟a ulaşmaktadır.
Zaten bundan sonra, Donald Çinli kökeniyle ilgili yoğun bir inkar anı yaşar. Çinlileri
tekrar pasiflikle, rekabetçi olmamayla ve baskıya başkaldıramamayla itham eder ve
“ben onlar gibi değilim” der (91). Aynı rüyanın içinde kimliğine dair birbirinden
tamamen farklı iki yansımaya şahit olan Donald‟ın, Amerikalı ve Çinli kavramlarını
77
birbirden keskin bir çizgiyle ayırdığı, ve kimliğinin bu iki farklı özelliğini bir araya
getirmekte zorlandığı görülmektedir.
3.3.1. Mitoloji Yoluyla Aktarım
Donald, rüya görmeye devam ettikçe, atalarının kültürüne yakınlaşmaya devam
eder. Ray döşeme rekoru için çalışılırken, Donald kendisini işçilerin yanında Çinlilere
özgü maket aslanı dans ettirirken bulur. Ayrıca, Donald‟ın geçmişle ilgili rüyalarının
yirminci yüzyılla paralelliğinin üzerinde durulmuştur. Demiryolunda çalışan işçiler için
Donald, “saçlarını farklı şekilde tarasalar ve koyu renkli gözlükler taksalar, Çin
mahallesindeki çete üyesi çocuklar gibi görünürlerdi” yorumunu yapar (110). Modern
dünyada Çinlilerin özellikle sayısal alandaki başarısı, Kwan Kung‟un döşedikleri
demiryolunu hesaplaması ile sembolize edilir. Ayrıca, dünya rekorunu kırdıklarında,
“Bataklığın 108 Haydutu”5 işçilerin yanına gelir: Bütün bunlar, etnik kökenin ve bir
ulusa atalarından miras kalan kültürün, yirminci yüzyıla ne şekilde aktarıldığını
yansıtmaktadır. Çin Mitolojisi, Donald‟ın büyük-büyük babasına, oradan da modern
çağın Çinli-Amerikalısı Donald‟a ulaşır. Mitolojinin yanında Çinlilerin tarihteki
başarısı, ataları üzerinden Donald‟a ulaşır. Bu tarihsel aktarım ise, etnik kökeni kimliğin
bir parçası haline getirmekle sonuçlanır. Demiryolunun son kirişini imzalaması
istenildiğinde Donald tereddüt eder, fakat Kwan ona “Dünya Rekoru kırmaktan mı
korkuyorsun?” diye sorduğunda, etnik kökeninin kendisi için gurur kaynağı olacağını
anlayan Donald, kirişi imzalar (115). Bu, Donald‟ın kültürünü ve kökenini zihinsel
anlamda kabul edişinin simgesidir.
3.3.2. Tarihsel Belge Yoluyla Aktarım
Bununla bağlantılı olarak, Donald‟ın Çin kültürünü ve etnik kökenini, tarihsel ve
mitolojik kaynaklar kullanarak öğrenmeye çalışması, gerçek dünyada sergileyeceği
kimliğine bu öğeleri dahil edeceğinin göstergesidir. Öncelikle Arnold‟la birlikte Üç
Krallık, 108 Haydut ve Su Kenarı gibi mitolojik hikayeleri derinlemesine öğrenirler
(118). Sonrasında ise, kütüphaneye gidip kıtalar arası demir yolunun inşaası ve Dünya
Ray Döşeme Rekoru hakkında kitaplar okurlar (121). Kültürü hakkında bilgi sahibi
5
Kaderin 108 Yıldızı’nın diğer adı.
78
oldukça, Donald bunları kişiselleştirmeye ve kimliğine adapte etmeye başlamıştır.
Donald özellikle, tarih kitaplarında dünya rekoru ile ilgili Çinlilere yer verilmeyişine
oldukça kişisel bir tepki verir:
Tek bir Çinli ismi bile yok. Rekoru kırıyoruz, ve bizden
kimsenin adı geçmiyor. Son kiriş hakkında tek bir kelime
bile yok. (…) Biz tarih yazdık. Oniki bin Çinli. Ve
demiryoluyla ilgili kitaplara ustabaşımızın ismini bile
koymamışlar. (121)
Görüldüğü gibi, artık tarihsel bilginin ve kültürel kökeninin bilincinde olan
Donald, romanın başındaki gibi “Çinliler” diye bahsetmek yerine, “biz” demektedir.
Donald, gerçek dünyasının kütüphanelerinde kendi tarihsel belleğine dair hiçbir kayıt
bulamadığı için hayal kırıklığına uğramıştır (Li 225). Etnik kökenini kimliğine taşıyan
Donald, bir azınlığın parçası haline gelmiştir ve ilk tepki gösterdiği şey atalarına yapılan
haksızlık olmuştur.
3.4. Azınlık Olmayı Kabullenmek
King Duk‟ın Donald‟a sunduğu öğretilerden biri de, azınlık olarak sosyal ve
politik alanda aktif olmak ve asimile olmamaktır. Donald atalarına yapılan haksızlıktan
bahsettiğinde, King Duk şu şekilde cevap verir:
Eğer tarihimizi biz yazmazsak, onlar neden yazsın? (…)
Tarih savaştır, spor değil! Eğer onlar için iyi bir çocuk
olursan, onların yaptıklarını yapıp, onların sevdiği şeyleri
sevip, okulda iyi notlar alırsan, seni sonsuza dek
gözeteceklerini mi sanıyorsun? (…) Tarihini kendin
korursun ya da sonsuza dek kaybedersin, oğlum. Cennetin
Emri6 budur. (122)
6
Çin felsefesinde Kralın Kutsal Hakkı. Romanda, “krallıklar yükselir ve yıkılır, uluslar gelir ve gider”
şeklinde yorumlanıyor (11).
79
King Duk‟ın bu sözleri, bir dönemin “örnek azınlığı” olarak kabul edilen,
tamamiyle asimile olmuş ve WASP kültürünü benimsemiş Çinli-Amerikalı düşüncesine
bir eleştiridir. Bir azınlığın tarihiyle ilişkisi, King‟e göre o azınlığın varoluşunun
temelidir. Asimile olmak ise, yalnızca geçici bir süre için koruma sağlamanın yanında
pasifleşmeye neden olduğundan, azınlıklar için büyük bir tehlikedir. Kısacası,
Amerika‟da bir Çinli-Amerikalı olarak varolabilmenin yolu, tarihini her zaman
yaşatmaktan geçmektedir.
Donald‟ın Amerikalı kimliği kavramını sorgulayışı yine, hayalinde Fred Astaire
ile girdiği diyalogda açıkça görülmektedir:
“Ben hep senin gibi olmayı hayal ettim. Sen hiç benim
gibi olmak istedin mi?”
“Ah, hayır. Ben hep Fred Astaire olmayı hayal ettim. Artık
hiçkimse benim gerçek adımı bilmiyor.” (…)
“Senin için önemli olan tek şey, hep olmayı hayal ettiğin
kişi olabilmek”
“Eğer hayallerinde kim olduğunu unutabilirsen, kimbilir,
belki de hayaller bunun için vardır.” (124-125)
Burada Donald, kendi bakış açısından görülen Fred Astaire‟in aslında bir kişi
değil, bir kavram olduğunu fark etmiştir. “Hayallerinde kim olduğunu unutabilmek”,
“olmayı hayal ettiğin kişi” olabilmektir: Donald da, kendi rüyalarında büyükbüyükbabası olarak, aslında olmayı hayal ettiği kişiye dönüşmektedir. Ayrıca Donald,
Astaire‟e kendisi gibi olmak isteyip istemediğini sorduğunda, WASP Amerikalı
kimliğine sahip birinin Çinli-Amerikalı olmayı hayal edip etmediğini sormuş olur.
Böylece Donald, kafasında mükemmelleştirerek oluşturduğu Fred Astaire idolünün,
gerçek hayatta kendisinden üstün olmayan normal bir insan olduğu düşüncesini
kavramaktadır. Ayrıca, Fred Astaire‟in adının gerçekliğinden emin olmayışı da, tüm
kimliklerin birden fazla yaratıcısı olduğunu ortaya koymaktadır (Leonard 187). Bu da,
çokkültürlülüğe yapılan bir atıftır.
80
3.4.1. Etnik Kimlik ve Irkçılık
Yukarıdakini takip eden demiryolu rüyasında ise, Donald‟ın edindiği tarihsel
bilgiyle birlikte Çinli göçmenlere yapılan ırkçılığı kavramaya başladığını görürüz.
Donald‟ın rüyasında daha önce beyazlar giysiler içinde, beyaz bir atın üzerinde tasvir
edilen Crocker, demiryolu inşaatında Çinlilerin yeriyle ilgili şunları söyler:
Size söz veriyorum Bay Durant, yarınki kutlamalarda tek
bir
kâfir
bile
lokomotiflere
görünmeyecek.
ve
telgraf
Sizin
de
direklerine
izninizle,
nişancılar
yerleştireceğim ve silah zoruyla da olsa bu çekik gözlüleri
bizden uzak tutmalarını isteyeceğim. (…) Onlara her ne
kadar hayran olsam ve saygı duysam da, onlara
demiryolunu kimin inşa ettiğini göstereceğim. Beyaz
adamlar. Beyaz hayaller. Beyaz zihinler ve beyaz kaslar.
(130)
Donald‟ın Crocker‟ı bu şekilde hayal etmesi, “beyaz” Amerikalılarla ilgili
fikirlerinin değişmeye başladığını yansıtmaktadır. Ayrıca Donald, yeni kazandığı etnik
gururla, azınlık hakları için zihnindeki mücadeleye başlamıştır. İrlandalı işçilerin
Çinlilerin imzalı kirişinin çakılmasına izin vermeyeceğini duyan Donald, “kirişi
söküyorlar!” diye bağırmaya başladığında adeta azınlığı için propaganda yapan birine
dönüşür. Donald artık kendi zihninde bir azınlığın yalnızca parçası değil, savunucusu ve
savaşçısıdır.
“Beyaz adam”ı bazı kötü özelliklerle bağdaştıran Donald, yeni kimliğine uyum
sağlamaya çabalarken, etnik kimliğini savunmayı ve ırkçılığı birbirine karıştırır.
Kendisiyle “aynı rüyaları gören” arkadaşı Arnold ile tarih kitaplarında yer alan İrlandalı
işçilerin bir fotoğrafı üzerine diyalogları şu şekilde gelişir:
“Bu fotoğrafta olmayı buradaki beyaz adamlar kadar hak
ettiğimizi düşünmüyor musun?”
“Ben de beyazım,” dedi Arnold Azalea.
81
“Sen de beyazsın ama bu adamlar gibi beyaz değilsin. Seni
severim. Ne olduğun umrumda değil.”
“Senin ne olduğun benim umrumda.” (132)
Burada Donald Arnold‟a beyaz olmanın kötü bir özellik olmasına rağmen
arkadaşlıklarını etkilemeyeceğini söylemiştir. Donald, baskın kültürün azınlık üyelerine
yaptığını, yani etnik kökeni ve kültürü görmezden gelerek yalnızca birey olarak kabul
etmeyi, Arnold‟la olan ilişkisinde uygulamıştır. Özetle, Donald‟ın yaptığı da bir nevi
ırkçılıktır. Buna rağmen, romanın başından beri Donald‟ın kültürüne ilgi duyan ve bu
kültürü tanımaya çalışan Arnold, Donald‟ın ne olduğunu umursamaktadır; Arnold
baştan beri, Donald‟ı etnik kimliğiyle kabul etmiştir. Donald‟ın bu tutumu, aynı azınlığa
dahil olmamasına rağmen kendisiyle empati kurabilen arkadaşını kaybetmesiyle
sonuçlanır.
3.4.2. Azınlık DayanıĢması
Bunların yanında, Donald‟ın etnik köken, kültür, ırk kavramlarını sorgulayışı ve
kimliğini tanımlayışı ile Çin Yeni Yılı konsepti yine paralellik göstermektedir. Eski
Çinlilerin yılın son ayını “canavar ölüyor” şeklinde tanımlamaları, Donald‟ın beyaz
Amerikalı olmaya çalışmaktan gitgide vazgeçtiğini; Çinlilere göre 12 yaşın çocukluktan
çıkış olması ve yılın başlangıcında “herkesin doğum günü” diye adlandırılan bir gün
olması ise Donald‟ın artık yeni bir kimlikle yetişkinliğe adım attığını ortaya
koymaktadır. Ancak bunlar yaşandıktan sonra, Donald uçağı ateşe verdiği akşam çatıda
karşılaştığı Amerikalı Kong‟un (Homer Lee) hasta olduğunu, bu nedenle suçlandığı
cinayeti işlemiş olamayacağını polise bildirir. Donald ilk etapta Amerikalı Kong‟dan
korkar ve cinayetle suçlanıp ölü bulunduğunu televizyondan öğrendiğinde tepkisiz kalır.
Fakat Çinli-Amerikalı azınlığın bir parçası haline geldikten sonra, Kong‟u aklamak için
polise gider. King Duk‟ın polislerle yaptığı konuşmada da aynı etki görülmektedir:
“Medyaya niye haber verdiniz, söyler misiniz?” dedi polis,
“Çinlilerin kamusallıktan hoşlanmadığını düşünürdüm.”
82
“Strateji,” dedi babam. “Amaç, yanlış yere suçlanan Bay
Homer Lee için adalet. Ben bu stratejiye Açık Toplum
Stratejisi diyorum.” (142)
Homer Lee, her ne kadar kendisini Çinli değil Amerikalı olarak tanıtmışsa da, bu
diyalog vasıtasıyla Çin kökenli azınlığın dayanışmasının koşulsuz olduğu anlatılmak
istenmiştir. Ayrıca, “hayatını gizli bir şekilde yaşayan Çinli” tektipi yıkılmış,
azınlıkların politik ve sosyal alanlardaki aktivizm için medyayı kullanması ve böylece
seslerini duyurabilmeleri de vurgulanmıştır.
4. Çokkültürlülük
4.1. Azınlıklar Arası ĠliĢkiler
Donald, Amerikalı olabilmek için, kendine ait bir kimlik oluşturmaktadır.
Brown‟ın da belirtmiş olduğu gibi, Amerika tek bir kimlikle değil, kimliğe yapılan
vurguyla tanımlanabilen bir kimlik kültürüdür (165). Yani Brown‟a göre, kimliği
oluşturan öğelerin seçilerek dış dünyada vurgulanması ile Amerikan kimliği
oluşmaktadır. Brown‟ın değindiği gibi, daha önce çokkültürlü kavramları kendisine
yakın bulmayan Donald, etnik kökenini kendi inşa ettiği Amerikan kimliğine ekledikten
sonra kültürel çoğulcu bir yaklaşım geliştirir. Önceleri Çinli Fred Astaire‟in Flamenko
yapmasına anlam verememekteyken, şimdi “Uncle‟s Cafe”yi güzel bir mekan olarak
tanımlamaktadır. Donald, Hem Çin hem de Amerikan yemekleri yapılan bu restorandan
hoşlanmaktadır (145). Bunun yanında, Donald‟ın kızkardeşleri Venus ve Penelope de
romanda çokkültürlülüğün örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çin‟e özgü ceketler
giyen, waffle seven, popüler kültüre dair geniş bilgisi olan ve zaman zaman Fransızca
konuşan bu karakterler, Donald‟ın hayatındaki kişilerin bile çokkültürlü olduğunu
ortaya koymaktadır.
4.2. Amerikan Kimliği ve Çokkültürlülüğün Etkisi
Roman boyunca, etnik kökenin yükselişi ve Donald‟ın Çinli-Amerikalı
kimliğinin sergilenişi, Bay Meanwright ile Donald‟ın diyaloğunda en yoğun şekilde
verilmiştir. Bay Meanwright‟ın sunumunda tekrar tekrar üzerinde durduğu Çinli
göçmenlerin pasif ve çaresiz olduğu görüşü, artık Donald‟ı rahatsız etmektedir.
83
Söylediklerinin yanlış olduğunu söyleyen Donald‟a üzerine alınıp alınmadığını soran
öğretmenine, Donald şöyle cevap verir:
“Evet bayım, alındım. (…) Bay Meanwright, bizim pasif
ve
rekabetten
yoksun
olduğumuz
konusunda
yanılıyorsunuz. Summit Tüneli‟ni biz oyduk. Yüksek
sıradağlarda iki zorlu kış geçirdik. Çinli işçiler, ustabaşılar
ve gecikmiş ödemeler için grev yaptık ve kazandık. Bir
günde en uzun demiryolu inşaası rekorunu biz kırdık. Son
kirişimizi Promontory‟ye biz çaktık. Ve sizin gibi yanlış
bilgilendirilmiş
insanlar
bizim
o
son
fotoğrafta
bulunmamamızın sebebidir.” (150)
Görüldüğü üzere Donald, edindiği tarihsel bilgileri kullanarak, sosyal ve politik
anlamda aktif bir azınlık üyesi haline gelmiştir. Irkçıların varlığı ya da diğer
çocuklardan farklı oluşu gibi sebeplerden dolayı okula gitmeyi istememekten
vazgeçmiş, kültürünü ve etnik kökenini var etmek ve insanları bu konularla ilgili
bilgilendirmek için aktif olmayı tercih etmiştir. Viet Thanh Nguyen de, The
Remasculinization of Chinese America: Race, Violence, and the Novel adlı makalesinde
bu konuya değinmiştir:
Tarihin haksızlığından etkilenen ve demiryolu işlerinin
zorluğunu bedeninde hisseden Donald, Çin Mahallesi‟nin
“gerçek” dünyasına mirasını yeniden keşfetmeye ve Çin
Mahallesi toplumuna katılmaya kararlı bir şekilde döner.
Donald bunu, Yeni Yıl töreninde aslan dansçılarından biri
olarak yapar, yani, dans aracılığıyla, özgürlük arzusunu
Çin kültürünü ifade isteğiyle birleştirir. Donald, Çin
mahallesini kabulleniş yoluyla kendi Amerikalılaşmasını,
ancak Çinlilerin Amerikan tarihiyle bir bütün olduğunu
öğrendikten sonra dile getirmiştir. Çin Mahallesi ve Çinli
Amerikalı tarihi, dışlanacak alanlar olarak kalmak yerine,
84
Donald‟ın Çinli Amerikalılara katılmak için hak talebinde
bulunacağı yerler haline gelir. (143)
Görüldüğü gibi Donald, rüyalarının etkisiyle Çin Mahallesi‟ni ve Çinli
Amerikalı kimliğini sahiplenmiştir. Nguyen‟in de belirttiği gibi, daha önce dışladığı bu
alanları artık kimliğini ifade edebileceği ve bir parçası olabileceği olgular olarak
görmektedir. Böylece, Donald‟ın etnik ve kültürel kavramlarla tamamlanan kimliği,
gerçek dünyada da varolmuştur.
Etnik azınlık olmak ve ırkçılık kavramlarının Donald tarafından birbirine
karıştırılması sorunu ise, Arnold ile barıştıklarında çözülür. Donald‟ın eğitiminin önemli
bir kısmı, kendisini beyaz ırkçılıktan sıyırması, ve bunun yanında kurumsallaşmış beyaz
baskısı ile birey olarak ele alınan beyaz kişileri ayırt edebilmesidir (Richardson 67). Bu
ayrım King Duk tarafından şu şekilde ifade edilir:
Eğer yazmadığı kitaplar yüzünden Arnold Azalea‟ya
kızarsam, bu iyi olmaz. (…) O senin arkadaşın, Çinliler
hakkında şimdiye kadar sahip olduğu tüm bilgi, sensin.
Arnold‟un gerçeği bilmek istediğini, onunla trenlere dair
aynı rüyaları gördüğünüzü söylüyorsun. Kafanı kullanıp
şunu anlamalısın: Bu savaşta O senin müttefiğin. (156)
King‟in bu sözleriyle, kişilerin ırklarına göre sınıflandırılmaması gerektiğini
belirtilmektedir. Bunun yanında, bir kültürü ya da etnik kökeni, diğer kültürlere ve
kökenlere tanıtanların, o kültürün bireyleri olduğunun altı çizilmektedir. Etnik
kültürlerin birlikte varolabilmesi, yani çokkültürlülüğün temeli için, farklı kültür ve
kökenlerden bireylerin ırkçı ideolojilere saplanmak yerine birlikte hareket etmeleri
gerektiğine de ayrıca değinilmiştir. Donald‟ın Arnold ile bu sözler söylenmeden önce
barışmış olması ise, bu düşünceleri kendiliğinden benimsemiş olduğunu göstermektedir.
5. Kültürleri BirleĢtirmek
Romanın kapanış bölümünde, hikaye boyunca varolan paralellikler dikkat
çekmektedir. Donald, tıpkı rüyasındaki “aslan dansında” görev aldığı gibi, yeni yıl
85
eğlencesinde de maket “ejderhayı” dans ettirmekle görevlidir. Donald dans etmeyi
öğrenir, fakat Astaire gibi balo salonunda değil, Çin Yeni Yılı‟nda ejderhanın içindedir;
bununla birlikte babası King Duk‟ın ona öğretmeye çalıştığı şeyi de öğrenir, “Çin
mahallesi Amerika‟dır” (Nguyen 142). King Duk ise, operada Kwan Kung rolüyle
sahne alır; aynı Kwan Kung gibi, o da kendinden sonraki kuşağı yönlendirmekle
görevlidir. Bu iki sembol, etnik köken ve kültürün kuşaklar boyunca kişilerin
kimliğinde aldığı kaçınılmaz rolü yansıtmaktadır. Ayrıca, Donald‟ın annesi Daisy‟nin
çocukluk idolünün Shirley Temple oluşu, bir anlamda Donald‟ın geçirdiği değişimi aynı
şekilde yaşadığını göstermektedir (165-166). Donald artık rüyaların bittiğini
düşünmektedir (169). Bunun sebebi ise gördüğü rüyaların artık kimliğini oluşturmadaki
işlevini tamamlamış olmasıdır. Donald‟ın tüm ailesi ve yakınları Angel Adası‟na
gittiklerinde ise II. Dünya Savaşı‟ndan bahsettikten sonra uçakları yakıp uçururlar.
Yine, tıpkı Donald‟ın rüyasındaki gibi, Bataklığın 108 Haydutu gökyüzünden uçarak
geçer ve kaybolur. Donald, yeniden yaptığı maket uçağını bu kez etnik kimliğine ve Çin
geleneklerine uygun şekilde uçurmuştur.
Görüldüğü gibi Donald Duk‟da Chin, tarihsel ve mitolojik rüyaları aracılığıyla,
başkahramanının kimliksel anlamda geçirdiği değişimi anlatmaktadır. Başta WASP
Amerikalı olmaya özenen ve bu fikri ilahlaştıran Donald, ailesi ve yakınlarından aldığı
bilgiler, rüyaları ve hayalleri, tarihsel ve mitolojik kaynaklardan öğrendikleriyle gitgide
bu fikirden uzaklaşmıştır. Amerikalı olmanın beyaz olmakla eşdeğer olmadığını
anladıktan sonra ise, içine atalarından miras kalan etnik kökenini ve Çin kültürünü de
katarak, kendine yeni bir Amerikalı-Çinli kimliği yaratmıştır. Bu kimliğini önce zihinsel
anlamda kendine, sonra da pratikte sergileyerek çevresindekilere kanıtlamış,
tektiplerden ve önyargılardan sıyrılarak etnik kökenin ırkçılıkla bağdaşmadığını
kavramıştır. Roman, “Krallıklar yükselir ve yıkılır, uluslar gelir ve gider” deyimi ile
kapanmaktadır; kültürün, kökenin ve tarihin bireylerde yaşaması ve onlar tarafından
gerektiğinde savaşılarak yaşatılması gerektiği vurgulanmaktadır. Donald ve diğer
karakterler vasıtasıyla Chin, yirminci yüzyılın varlıklı Çinli-Amerikalı ailesinin
bireylerine ve bu bireylerin kimlik, kültür, etnik köken ve ırk anlayışına ışık tutmuştur.
86
SONUÇ
1990‟larda Amerikan etnik edebiyatının bir parçası olarak Çinli Amerikalı
edebiyatı, daha önceki dönemlerin eserleriyle karşılaştırıldığında, daha kimliksel ve
bireysel konulara eğilmektedir. Elbette, bir azınlık edebiyatı olduğundan, toplumsal ve
sosyal sorunlara da değinilmektedir. Fakat özellikle 1960‟ların İnsan Hakları
Hareketi‟nden ve 1990‟larda çokkültürlülüğün yükselişinden sonra, daha önceki Çinli
göçmen kuşaklara kıyasla eğitim, sağlık, iş olanakları gibi sosyal konularda çok daha
eşit şartlara sahip olan ve Çin Mahallesinin sınırlayıcı etkisinden kurtulan yeni nesil Çin
kökenli yazarlar daha farklı temaları ön plana çıkarmışlardır. İki kültürün arasında
kalmak, Çinli Amerikalı kuşaklar arasındaki çatışma, çokkültürlülüğün ve etnik kökenin
etkisi, Çinli Amerikalıların “Amerikan kimliği” arayışları gibi temalar, 1990‟ların Çinli
Amerikalı edebiyatında sıklıkla tekrarlanan temalardır. Politik, tarihi ve toplumsal
olaylara, karakterlere ve temalara, genel olarak Çinli Amerikalı edebiyatında sıkça
rastlanması, Goelnicht‟in de belirttiği gibi, Asyalı Amerikalı kuramı ile edebiyatının,
birbirine ayrılmaz bir biçimde bağlı olmasından ve her ikisinin de politik bir özellik
taşımasından kaynaklanmaktadır (342-43).
Çin göçmenlerinin sorunları, ırkçı ve etnik ayrımcılık gibi temalar da birçok
eserde rastlanabilecek türdendir. Goellnicht‟e göre özellikle kadın yazarlar, baskın ve
azınlık kültürler, maskülen ve feminen konumlar, gerçek ve kurmaca, Asyalı ve
Amerikalı kimlikler üzerine yoğunlaşmıştır (342). Ayrıca, asimilasyon ve etnik gurur
gibi azınlıkları ilgilendiren konular üzerine de eğilinmektedir. Baskın beyaz kültür
tarafından ötekileştirilen ve tektipleştirilen Çinli Amerikalı imajının gerek açıklama,
gerekse yeniden yapılandırma yoluyla değiştirilmeye çalışılması da, tekrarlanan
temalardan bir tanesidir. Bunun yanında, romanların geçtiği yerler genellikle büyük
şehir banliyöleri, kentleşmiş Çin Mahalleleri gibi çağdaş mekanlardır ve Amerikan
popüler kültürüne yapılan atıflara sıkça rastlanmaktadır. Bu tezde incelenmiş olan Mona
in the Promised Land ve Donald Duk, 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyat eserlerine
verilebilecek örneklerden iki tanesidir. Romanların her ikisinin de adlarının
başkarakterlerine gönderme yapıyor olması, birçok ortak noktalarından sadece biridir.
Elbette bu romanların, benzer yönleri olduğu gibi, farklı yönleri de vardır.
87
Bu tezde incelenmiş olan Mona in the Promised Land, yukarıda bahsedilen
temaların tümünü kapsamaktadır. Yahudi mahallesinde yaşayan bir Çinli Amerikalı
olarak Mona‟nın fiziksel olarak kendini beğenmeyişi, fakat arkadaşlarının ilgisini
çekebilmek için Çin kültürüne dair ilginç şeyler yapıyormuş imajı çizmeye çalışması,
Çin ve Amerikan kültürlerinin arasında kalmışlığını açıkça yansıtmaktadır. Ayrıca
Mona, Yahudi arkadaşı Barbara‟nın ailesi ile kendi ailesini kıyaslayarak aralarındaki
kültürel farklılıkları gördüğünde, kendisini yine Çin ve Amerika‟nın arasında kalmış
gibi hissetmektedir. Bunun yanında, Mona‟nın ebeveynleri Helen ve Ralph yalnızca
çocuklarından beklentilerini ifade ederken “Çinli” sıfatını kullanırlar, aslında tam
anlamıyla Amerika‟da var olabilmek için asimilasyonu ve genel kabul gören WASP
kültürünü benimsemişlerdir. Bu da, Yahudi olmak isteyen, gitgide Çinli etnik kökenini
sahiplenen Mona ile anne-babası arasında kuşak çatışmasına neden olmaktadır.
Kendisini ancak asimile olarak topluma kabul ettirmiş olan göçmen Çinli kuşak ile
1970‟lerdeki etnik kökenin yükselişine dahil olan, hatta din değiştirip başka bir
azınlığın da parçası olmayı isteyen kuşak arasındaki farklılıkların boyutu, özellikle
anne-kız ilişkisi yoluyla yansıtılmıştır.
Bunun yanında, çokkültürlülük Mona in the Promised Land‟de sıkça karşılaşılan
bir temadır. Çince bilen, yoga yapan, Asya yemekleri yiyen ve caz dinleyen Afrikalı
Amerikalı Callie ve Kızılderili çadırında yaşayan, Çin yemekleri yiyen ve Afrikalı
kıyafetleri giyen Seth gibi karakterler, çokkültürlülüğün ABD‟deki hayatlara ve
kimliklere olan etkisini vurgulayan örneklerdir. Mona‟nın Afrikalı Amerikalı ve
Yahudilerden oluşan bir arkadaş grubuna sahip olan Yahudi bir Çinli Amerikalı olması
da, yine çokkültürlü toplum ve kişileri işaret etmektedir. Romanda, etnik köken teması
ise çokkültürlülük ile bağlantılı olarak verilmiştir; Mona‟nın din değiştirip Yahudi
olduktan sonra, Çinli etnik kökenini sahiplenmesi ve Yahudiliğe inanan bir Çinli
Amerikalı haline gelmesi ve Callie‟nin Çin kültürüne dair birçok şeyi Naomi‟den
öğrenmesi, bu karakterlerin çokkültürlü bir kimliğe ulaştıkça etnik kimliklerini de
sahiplendiklerini göstermektedir.
Sözü edilen bu temalar, karakterlerin kendi Amerikan kimliklerini bulma çabası
ve etnik kökenlerini kucaklayarak bu kimliğe dahil etmesi gibi daha geniş çaplı bir
88
temayı desteklemektedir. Çinli olmaktan nefret eden Callie‟nin etnik kökenin
yükselişinin bir örneği haline gelmesi etnik kimliğini kabul edişinin bir göstergesidir.
Mona‟nın fiziksel özelliklerini kabullenmesi ve kendisini güzel bulması ise, genelgeçer
kültürel normlardan uzaklaşarak ırksal özelliklerini kucaklamasını simgelemektedir.
Çinli olmaya dair özellikleri “ilginç” olmak için değil, kimliğinin bir parçası olduğu için
kabullendiğinde, Mona kendisini daha önce olduğu gibi dışlanmış hissetmemektedir.
Bunların yanında, romanın sonunda Mona‟nın Seth ile evlenmesi, melez bir çocuğunun
olması ve annesi Helen ile yeniden bir araya gelmesi ise, etnik köken ile
çokkültürlülüğün bir birleşimi olarak kendi Amerikan kimliğini oluşturduğunu ortaya
koymaktadır.
Bu tezde incelenen ikinci roman olan Donald Duk da, bahsedilen temaları içinde
barındırmaktadır. Donald da, tıpkı Mona gibi, ilk etapta Çinli kökenini yadırgamaktadır.
Fakat Donald, Mona gibi etnik ve ırksal özelliklerini ilgi çekmek için kullanmak yerine,
tamamen reddetmeyi tercih etmektedir. Çin kültürü ve bu kültüre dair her şey, Donald
için bir utanç ya da sıkıntı kaynağıdır. Ayrıca Donald, Mona‟nın aksine çokkültürlü bir
banliyöde değil, Çin Mahallesinde yaşamaktadır. Yine de, Donald‟ın iki kültürün
arasında kalışı, Çin Mahalesinde yaşamakta olması ve Fred Astaire gibi beyaz ırka
mensup bir ünlüyü kendine idol olarak seçmesi bağlamında görülmektedir. Ayrıca, her
ne kadar Çinli kökenine dair özellikleri yadsımak istese de, öğretmeninin Çinlilere karşı
olan ırkçı tutumunun Donald‟ı rahatsız etmesi, yine iki kültürün arasında kaldığının
göstergesidir. Yine de Mona, Çinli olmayı Donald kadar tepkiyle reddetmez; Mona
Çinli olduğunun farkındadır ve asimile olmuş aile hayatı ile dış dünyadaki çokkültürlü
hayatı arasında kalmıştır, Donald ise çokkültürlü aile hayatı ile bir WASP olabilme
hayali arasında kalmıştır.
Donald da aynı Mona gibi ailesiyle kuşak çatışması yaşamaktadır, fakat bu iki
anne-kız ve baba-oğul çatışması arasında da bazı farklılıklar göze çarpmaktadır.
Öncelikle, Donald‟ın ailesi, Mona‟nın ailesinin tersine asimilasyonu kabul etmemiştir;
özellikle Donald‟ın babası, Çin kültürüne ait gelenek ve adetlere sahip çıkan, onları
hayatına uygulayan birisidir. Bu nedenle, Donald Duk‟ta asimilasyon yanlısı olan taraf
Donald‟ın kendisidir, hem etnik kökenini ve Çin kültürünü benimseyen, hem de
89
Amerikan yemekleri ve popüler kültürü gibi konulara adapte olan ailesinin tersine
Donald, Çinli olmak istememektedir. Donald ve babası arasındaki kuşak çatışmasının
sebebi de, babasının Donald‟ın Çin gelenek ve adetlerine uyum sağlamasını istemesi ve
Donald‟ın bunu istemeden de olsa kabul etmek zorunda kalmasıdır. Donald‟ın,
babasının Çin Yeni Yılı için yapmış olduğu maket uçaklarından birini yakması, kendi
etnik kökeniyle ve kültürüyle ilgili bilgisinin olmaması ve dolayısıyla bu kavramlara
saygı duymamasını simgelemektedir.
Tıpkı Mona in the Promised Land‟de olduğu gibi, Donald Duk‟ta da
çokkültürlülük teması ile sıkça karşılaşılmaktadır. Kendisini “Çinli değil Amerikalı”
olarak tanıtan Vietnam gazisi Homer Lee ve flemenko gitar çalan dans öğretmeni “Çinli
Fred Astaire” Larry Louie gibi karakterler, çokkültürlülüğün Amerika‟daki toplum ve
kimlikler üzerindeki etkisini vurgulamaktadır. Ayrıca, King Duk‟ın Çin ve Amerikan
yemeklerini harmanlayarak yeni tarifler yaratması, Donald‟ın kız kardeşlerinin sohbet
sırasında sürekli olarak Amerikan popüler kültürüne gönderme yapmaları, Arnold‟ın ise
beyaz ırka mensup olmasına rağmen Çin geleneklerine, tarihine ve mitlerine ilgi
duyması da, çokkültürlülüğün varlığının altını çizmektedir. Etnik köken teması ise,
Donald Duk‟ta ağırlıklı olarak üzerinde durulan tema olarak öne çıkmaktadır. Mona‟nın
etnik kimliğine dair gerçek hayattan edindiği bilgilerin aksine, Donald öncelikle
gördüğü rüyaların sonucunda etnik kimliğine karşı bir farkındalık geliştirmektedir.
Donald, ancak kıtalar arası demiryolu inşaatında çalışan Çinli atalarını hayal ettikten
sonra etnik kimliğine ve Çinli kökenine ilgi duymaya başlamıştır. Bu temada da yine,
Mona‟nın aksine, etnik kökenini kimliğinin bir parçası haline getirmiş olan karakterler
Donald‟ın amcası ve babasıdır. Donald ise ancak bir bilgilenme sürecinden geçtikten
sonra etnik kökenini kucaklayacaktır.
Kendi kimliğini oluşturma ve etnik kökenini kabullenerek bu kimliğe dahil etme
teması, Mona in the Promised Land‟de olduğu gibi Donald Duk‟ta da öne çıkan konu
olmuştur. Donald‟ın Fred Astaire idolünden sıyrılarak Çinli göçmen atalarını idealize
etmeye başlaması, etnik kökenin Amerikan kimliğindeki yerini vurgulamaktadır.
Ayrıca, tıpkı Mona‟nın ablası Callie ve arkadaşı Naomi‟den öğrendikleri gibi, Donald
da amcasından ve babasından Çin kültürüne, ırk kavramına ve ırkçılığa, etnik kökene
90
dair birçok şey öğrenmektedir. Bunların yanında Donald‟ın, tarihi ve kültürel bilgiye
ulaştıkça kimliğinin şekillenmesi, Çin kültüründe 12 yaşına girmenin çocukluktan
çıkmayı simgelemesiyle de yansıtılmaktadır. İki roman arasındaki temel benzerliklerden
biri olarak, Mona‟nın etnik kökenini kavrayışı/kabul edişi annesi ile barışması yoluyla
simgelenirken, Donald‟ınki de yeniden yaptığı maket uçağı tüm ailesiyle birlikte Angel
Adası‟na giderek geleneklere uygun şekilde uçurmasıyla belirtilmiştir. Ayrıca, her iki
romanın da sonunda Çin kültürüne ait en yüksek rütbeli mitolojik hayvan olan ejderha
sembolünün yer alması, etnik kökenin Mona ve Donald‟ın Amerikan kimliklerini
şekillendirmedeki etkisine ışık tutmaktadır.
Görüldüğü gibi, Mona in the Promised Land ve Donald Duk, 1990‟ların Çinli
Amerikalı edebiyatını yansıtan iki roman örneğidir. Her iki roman da, Çinli olmak,
Amerika‟da Çinli olmak, çokkültürlülük, etnik köken, kültürler arasında kalmak ve
Amerikan kimliği gibi konuları, başkahramanları ve onların aile ve çevreleriyle olan
ilişkileri üzerinden ele almaktadır. Her iki romanda da, Çinli Amerikalı genç
karakterlerinin kimlik oluşturma süreçlerini etkileyen ırksal, etnik, kültürel özellikler
yansıtılmış, Amerika‟da bir etnik azınlığa mensup olmanın kişiyi psikolojik ve sosyal
anlamda nasıl etkilediği üzerinde de durulmuştur. Gish Jen‟in Mona in the Promised
Land ve Frank Chin‟in Donald Duk adlı romanları, Çinli-Amerikalı başkahramanlarının
çocukluktan ergenliğe geçişleriyle birlikte, kendi Amerikan kimliklerini arayışları ve
etnik kökenlerini anlayışları ve kabul edişleri üzerine kurgulanmıştır.
91
KAYNAKÇA
Alba, Richard D. Ethnic Identity: The Transformation of White America. New
Haven: Yale UP, 1990.
Atanasoski,
Neda.
"„„Race‟‟
Toward
Freedom:
Post-Cold
War
US
Multiculturalism and the Reconstruction of Eastern Europe." Journal of American
Culture 29.2
(2006):
213-26. Humweb.
Web.
<http://humweb.ucsc.edu/feministstudies/faculty/atanasoski/atanasoski-race-towardfreedom.pdf>.
Aydın, Kamil. Karşılaştırmalı Edebiyat: Günümüz Postmodern Bağlamında
Algılanışı. İstanbul: Birey Yayıncılık, 2008.
Behling, Laura L. ""Generic" Multiculturalism: Hybrid Texts, Cultural
Contexts." College English 65.4 (2003): 411-26. JSTOR. Web. 4 May 2013.
<http://www.jstor.org/stable/3594242 .>.
Berger, Arthur Asa. Cultural Criticism: A Primer of Key Concepts. Thousand
Oaks, CA: Sage Publications, 1995.
Brattain, Michelle. "Race, Racism, and Antiracism: UNESCO and the Politics of
Presenting Science to the Postwar Public." The American Historical Review 112.5
(2007): 1386-413. Print.
Brown, Bill. "Identity Culture." American Literary History 10.1 (1998): 16484. JSTOR. Web. 05 Mar. 2013. <http://www.jstor.org/stable/490265>.
Chan, Sucheng. Asian Americans: An Interpretive History. Boston: Twayne,
1991.
Chang, Iris. The Chinese in America: A Narrative History. New York: Viking,
2003.
92
Cheung, King-Kok. "Re-viewing Asian American Literary Studies." An
Interethnic Companion to Asian American Literature. Cambridge: Cambridge UP,
1997. 1-36. Print.
Chin, Frank. Aiiieeeee! An Anthology of Asian-American Writers. Washington:
Howard UP, 1974. Print.
Chin, Frank. Donald Duk: A Novel. Minneapolis, MN: Coffee House, 1997.
Print.
Chu, Patricia P. Assimilating Asians: Gendered Strategies of Authorship in
Asian America. Durham, NC: Duke UP, 2000. Print.
Fachinger, Petra. "Cultural and Culinary Ambivalence in Sara Chin, Evelina
Galang, and Yoko Tawada." Modern Language Studies 35.1 (2005): 38-48. JSTOR.
Web. 7 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/30039806 .>.
Furman, Andrew. "Immigrant Dreams and Civic Promises: (Con-)Testing
Identity in Early Jewish American Literature and Gish Jen's Mona in the Promised
Land." MELUS
25.1
(2000):
209-26. JSTOR.
Web.
7
May
2013.
<http://www.jstor.org/stable/468158 .>.
Goellnicht, Donald C. "Blurring Boundaries: Asian American Literature as
Theory." An Interethnic Companion to Asian American Literature. Ed. King-Kok
Cheung. Cambridge: Cambridge UP, 1997. 338-65. Print.
Gonzales, Begona Simal. MELUS 26.2 (2001): 225-42. JSTOR. Web. 7 Mar.
2013. <http://www.jstor.org/stable/3185526 .>.
Haak, Gam San. "The Chinese in Nineteenth Century America." Strangers from
a Different Shore : A History of Asian Americans. 81-131.
Jen, Gish. Mona in the Promised Land. New York: Knopf, 1996. Print.
Kim, Elaine H. Asian American Literature, an Introduction to the Writings and
Their Social Context. Philadelphia: Temple UP, 1982. Print.
93
Krist, Gary. "Schemers and Schemas." Rev. of Mona in the Promised Land by
Gish Jen.The Hudson Review Winter 1997: 687-94. JSTOR. Web. 7 May 2013.
<http://www.jstor.org/stable/3851911>.
Koshy, Susan. "The Fiction of Asian American Literature." The Yale Journal of
Criticism9.22 (1996): 315-46. Print.
La, Belle Thomas J., and Christopher R. Ward. Ethnic Studies and
Multiculturalism. Albany, NY: State University of New York, 1996.
Lai, H. Mark., Genny Lim, and Judy Yung. Island: Poetry and History of
Chinese Immigrants on Angel Island 1910-1940. Seattle: University of Washington,
1991.
Lee, Rachel. "Gish Jen." Words Matter: Conversations with Asian American
Writers. Ed. Cheung King-Kok. Honolulu: University of Hawai'i, 2000. 215-32. Print.
Lee, Yan Phou. "The Chinese Must Stay." The North American Review 148.389
(1889): 476-83. JSTOR. Web. 20 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/25101763>.
Leonard, George. The Asian Pacific American Heritage: A Companion to
Literature and Arts. New York: Garland Pub., 1999. Print.
Leonard, Suzanne. "Dreaming as Cultural Work in "Donald Duk" and
"Dreaming in Cuban""MELUS 29.2 (2004): 181-203. JSTOR. Web. 05 May 2013.
<http://www.jstor.org/stable/4141825>.
Li, David
Leiwei.
Duk. Manoa Autumn
"Donald Duk by Frank Chin." Rev. of Donald
1991:
224-25. JSTOR.
Web.
5
May
2013.
<http://www.jstor.org/stable/4228680>.
Li, David Leiwei. Imagining the Nation: Asian American Literature and
Cultural Consent. Stanford, CA: Stanford UP, 1998. Print.
94
Lin, Erika T. "Mona on the Phone: The Performative Body and Racial Identity
in "Mona in the Promised Land"" MELUS 28.2 (2003): 47-57. JSTOR. Web. 4 May
2013. <http://www.jstor.org/stable/3595282 .>.
Ling, Amy. "Chinese American Women Writers: The Tradition behind Maxine
Hong Kingston." Redefining American Literary History. Ed. A. Lavonne Brown. Ruoff
and Jerry Washington. Ward. New York: Modern Language Association of America,
1990. 219-36. Print.
Naylor, Larry L., Kimberly P. Martin, Michael D. Lieber and Norma
Williams. Cultural Diversity in the United States. Westport, CT: Bergin & Garvey,
1997.
Nguyen, Viet Thanh. "The Remasculinization of Chinese America: Race,
Violence, and the Novel." American Literary History 12.1/2 (2000): 130-57. JSTOR.
Web. 05 Mar. 2013. <http://www.jstor.org/stable/490245>.
Petersen, William, Michael Novak, and Philip Gleason. Concepts of Ethnicity.
Cambridge, MA: Harvard University, 1980.
Richardson, Susan B. "The Lessons of Donald Duk." MELUS 24.4 (1999): 5776. JSTOR. Web. 05 Mar. 2013. <http://www.jstor.org/stable/468173 .>.
Schaefer, Richard T. Racial and Ethnic Groups. Glenview, IL: Scott, Foresman,
1988. Print.
Servington, Sharon L. Interview "Not by Shakespeare Alone." The New York
Times Book Review 31 Mar. 1991, Review of Donald Duk. Print.
Sowell, Thomas. Ethnic America: A History. New York: Basic, 1981. Print.
Sui, Sin Far, and Hsuan L. Hsu. Mrs. Spring Fragrance. Peterborough, Ont.:
Broadview, 2011. Print.
Sumida, Stephen H. "The More Things Change: Paradigm Shifts in Asian
American Studies."American Studies International 38.2 (2000): 1-11. Print.
95
Takaki, Ronald. "Ethnic Islands:." Google Books. N.p., n.d. Web. 1 Nov. 2012.
<http://books.google.com/books/about/Ethnic_islands.html?id=YHegAAAAMAAJ>
Tanrısal, Meldan. Gizem Dolu Yaşamlar: Çinli Amerikalı Edebiyatı ve Amy Tan.
Ankara: Ürün Yayınları, 2012. Print.
Wand, David Hsin-fu. Asian-American Heritage; an Anthology of Prose and
Poetry. New York: Washington Square, Pocket, 1974. Print.
Wong, Morrison G. Asian Americans: Contemporary Trends and Issues. Ed.
Pyong Gap Min. Thousand Oaks, CA: Sage Publications, 1995. Print.
Wong, Sau-Ling Cynthia. "Chinese American Literature." An Interethnic
Companion to Asian American Literature. Ed. King-Kok Cheung. Cambridge:
Cambridge UP, 1997. 39-61. Print.
Wong, Sau-ling Cynthia. Reading Asian American Literature: From Necessity to
Extravagance. Princeton, NJ: Princeton UP, 1993. Print.
Wrobel, Alfred J., Michael J. Eula, and Donald Haydu. "The Chinese
Americans." American Ethnics and Minorities: Readings in Ethnic History. Dubuque,
IA: Kendall/Hunt Pub., 1990. 210-24.
Yin, Xiao-huang. Chinese American Literature since the 1850s. Urbana:
University of Illinois, 2000. Print.
Xu, Wenying. "Masculinity, Food, and Appetite in Frank Chin's "Donald Duk"
and "The Eat and Run Midnight People"" Cultural Critique 66 (2007): 78-103. JSTOR.
Web. 5 May 2013. <http://www.jstor.org/stable/4539809 .>.
96
ÖZGEÇMĠġ
1992 yılında Bornova Anadolu Lisesi‟nden mezun oldum.1996 yılında Dokuz
Eylül Üniversitesi
İngilizce Öğretmenliği bölümünü bitirdim.1996 yılından beri
öğretmenlik yapmaktayım.Halen Cumhuriyet N.S.İ .Kız Teknik ve Meslek Lisesi‟nde
görev yapmaktayım.
97
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, Gish Jen‟in Mona in the Promised Land ve Frank Chin‟in
Donald Duk adlı Çinli Amerikalı edebiyatı romanlarında, çokkültürlülük, etnik köken
ve Amerikan kimliği konularını incelemektir. Bu incelemeyi, romanların dönemini ve
ait oldukları edebi geleneği göz önünde bulundurarak yapabilmek için tarihsel
araştırmalara yer verilmiştir. Ondokuzuncu yüzyılda Çinli göçmenlerin Amerika‟ya
ayak basmasıyla birlikte ortaya çıkan Çinli Amerikalı edebiyatı kavramı, zaman içinde
içerik, tür ve taşıdığı anlam açısından birçok değişikliğe uğrayamıştır. 1990‟ların Çinli
Amerikalı edebiyat eserlerini anlayabilmek ve inceleyebilmek için, bu edebi geleneğin
geçirdiği tarihsel evrimden bahsedilmektedir. Çin ve Amerika Birleşik Devletleri
arasındaki politik ilişkiler, Çin kökenli Amerikan vatandaşlarının içinde bulundukları
sosyal, politik ve ekonomik durumlar, her dönemde olduğu gibi, 1990‟ların Çinli
Amerikalı edebiyatına da yansımıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı, 1960‟ların İnsan
Hakları Hareketi, Vietnam Savaşı gibi önemli sosyopolitik olaylar, bu dönemin Çinli
Amerikalı edebiyatını yönlendirmiştir. Ayrıca, ABD‟nin, özellikle göçmenleri
ilgilendiren iç politikaları da bu tezde bahsedilen bahsedilen önemli etkenlerdir.
Bunların yanında, ırksal ve etnik ayrımcılık, çokkültürlülük ve etnik kimlik gibi,
azınlık edebiyatlarında öne çıkan konular da bu tezde incelenmektedir. İnsan Hakları
Hareketi ile tetiklenen etnik kimliğin yükselişinin, 1990‟ların Çinli Amerikalı edebiyat
eserlerinde öne çıkan bir tema olduğu görülmektedir. Tezde incelenen Mona in the
Promised Land ve Donald Duk adlı iki eserde de, etnik kimlik kavramının ne şekilde
yansıtıldığı üzerinde durulmuştur. Etnik kimlik bağlamında, Amerikan kimliğinin ne
olduğunun sorgulanması ve bireysel bir kimlik oluşturma çabasının bu eserlerde önemli
bir yere sahip olduğunu göstermek amaçlanmıştır. Aynı zamanda, bu romanlardaki
Çinli Amerikalı bakış açısı incelenmiş, roman karakterleri doğrultusunda Çin kökenli
bir birey olarak 1990‟ların Amerika‟sında yaşanan sosyal ve psikolojik sorunlar
yansıtılmaya çalışılmıştır.
98
ABSTRACT
The purpose of this work is to analyze the subjects of multiculturalism, ethnicity and
American identity in two Chinese American literary works, Mona in the Promised Land by
Gish Jen and Donald Duk by Frank Chin. In order to analyze these two novels in line with the
literary canon and era in which the novels are written, research on the background information
is included. The notion of the Chinese American literature, emerged with the arrival of the
Chinese immigrants to America in the 19th Century, has gone through a lot of changes in
context, genre and conception over time. In order to understand and analyze the Chinese
American literary works of the 1990s, the historical evolution of this literary canon is
mentioned. The political relations between China and the United States of America, and the
social, political and economical conditions of the Chinese American citizens are reflected on
the Chinese American literature of the 1990s. Important socio-political events like World War
II, Civil Rights Movement of the 1960s, and Vietnam War shaped the Chinese American
literature of the era in particular. The domestic policies of USA, specifically the concern of
immigrants, are also important agents referred in this study.
In addition, this work examines certain prominant subjects of minorities‟ literature,
such as racial and ethnical discrimination, multiculturalism, and ethnic identity. It is observed
that the rise of ethnic identity, triggered by the Civil Rights Movement, is a significant theme
of the Chinese American literary works of the 1990s. How the two novels analyzed in this
work, Mona in the Promised Land and Donald Duk, reflect the concept of ethnic identity, is
emphasised. Within the context of ethnic identity, the intention is to show the significance of
questioning American identity and the struggle for building an individual identity in these
literary works. Concurrently, Chinese American point of view is studied, and the social and
psychological problems of the Chinese American individual living in the 1990s America is
represented, in line with the novel characters.
99
Download