Dünyanın En Mazlum Ülkesi

advertisement
Dünyanın En Mazlum Ülkesi
Abdülhamit AVŞAR*
Bir coğrafya düşünün. Tarihin akışına yön veren
pek çok olaya beşiklik etmiş. Pek çok devirlerde tarih orada düğümlenmiş, orada salınmış ve oradan
akmış farklı havzalara. Ve burası tarihin bilinen en
eski devirlerinden itibaren, zaman zaman yaşanan
işgallerin dışında, taa 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar aynı milletin hâkimiyetinde kalmış ve bu milletin
ana vatanı olmuş.
Türk tarihinin bilinen bütün büyük Türk devletlerinin, Hunların, Göktürklerin, Karahanlıların mihveri olmuş. Türk dilinin medarı iftiharı olan Divan-ı
Lügat-it Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmut ilhamını bu
coğrafyadan almış. Yusuf Has Hacip, ölümsüz eseri
Kutadgu Bilig’de ortaya koyduğu devlet felsefesinin
temellerini burada tespit etmiş. Karahanlı Hükümdarı Satuk Buğra Han İslamiyet’i bu coğrafyanın
enginliği içinde kabul etmiş. Bu
coğrafya aynı zamanda, Türk
dünyasının en kadim medeniyet havzası olmuş. Göktürk ve
Uygur alfabeleri, burada ortaya
çıkmış. Türk medeniyeti burada
filizlenmiş, kök salmış, yerleşik
ve ortadan kaldırılamaz bir hâle
gelmiş.
Türkiye Türkçesindeki uygar kelimesinin menşei, burada yaşayanlara verilen boy adıdır. Bilindiği gibi,
1930’larda Türkiye Türkçesinde medeniyet kelimesine karşılık olarak, sözünü ettiğimiz coğrafyada
yaşayanların Türk medeniyetine katkıları göz önüne
alınarak Uygur kelimesi önerilmiş; ancak, ‘Uygur uygurluğu’ gibi bir kullanım zorluğundan kaçınabilmek
için, uygur sözü, uygar olarak değiştirilmiş.
1.825.000 km2’lik yüz ölçümüyle Türkiye’nin
yaklaşık iki buçuk katı kadardır. Batıdan Kazakistan,
Kırgızistan ve Tacikistan, güneyden Afganistan, Pakistan ve Hindistan, doğudan Çin (Kansu) ve Tibet,
kuzeyden de Moğolistan’la çevrilidir. Bu özelliğiyle
Avrasya’nın en önemli jeopolitik bölgelerinden biridir.
Ülke aynı zamanda dünyanın en büyük tarım
alanları arasındadır. Burada ekilebilir toprakların yü-
24
Bizim Ahıska
zölçümü 195 milyon hektardan fazladır. Kızıl Çin,
pamuk ihtiyacının önemli bir kısmını bu ülkeden
elde etmektedir.
Yine burası, dünyanın sayılı yeraltı servetlerine
sahip ülkeleri arasındadır. Sahip olduğu petrol rezervinin İran ve Irak’taki rezervlerden on misli daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bütün Çin’de tespit
edilen petrol rezervinin de yaklaşık % 56’sı bu coğrafyadadır. Ülkenin 25 yerinde altın, 7 yerinde bakır,
7 yerinde kurşun, 10 yerinde demir, 3 yerinde de
uranyum yatakları mevcuttur. Tespit edilmiş kömür
rezervleri 1 milyar 600 milyon tondur. Ülkede 122
çeşit maden tespit edilmiştir. Bu, Çin’deki maden
çeşitlerinin % 81,3’üne tekabül etmektedir. Bunların ne kadar büyük bir rakamlar olduğunu belirtmeye gerek yok. Nitekim 1989 yılında, dönemin Çin
Başbakanı, dünyanın en büyük
petrol yatakları ve Asya’nın en
zengin altın yataklarının burada
bulunduğunu ifade etmiştir.
Ama bu zenginliklerle jeostratejik konumu, bu ülkeyi hep
büyük güçlerin mücadele alanına çevirmiş ve 18. yüzyıldan itibaren bahtının kararmasına yol
açmıştır. Orta Asya’da ortaya
çıkan Rus-İngiliz ana karakterlerinin rol aldığı ‘büyük oyun’da, mevcut Türk devleti
çökertilmiş; ancak, bu ülke paylaşılamayarak, 1776
yılında o günlerde zayıf ve kontrol edilmesi kolay bir
devlet olan Çin’e bırakılmıştır.
Binlerce yıl, sürüler hâlinde Batı’ya akmaya çalışan Çinlilerin karşısında canlı bir set oluşturarak
onları durduran ve bu anlamda beşeriyete en büyük
hizmetlerden birini yapan Türkler, tarihî hasımlarının
eline teslim edilmiştir. Düşünsenize eğer bu olmayıp milyonlarca Çinli durmaksızın Batı’ya aksaydı,
bugün Avrupa’da, Rusya’da hâkim millet kim olurdu? Çin ise, yüzyıllar boyu karşısında boyun eğdiği
bu ülkeyi, dönemin büyük devletlerinin bir lütfuyla
ele geçirince, 1884 yılında adını ‘yeni ülke’ anlamında ‘Şincang’ (İngilizce yazılışıyla Sinkiang) olarak değiştirmiş ve o yıllardan itibaren sistematik bir
biçimde buranın Türk nüfusunu yok etme, Türk kimliğini silme politikası uygulamaya başlamıştır.
Çinliler, uzun tarihleri boyunca kendi ülkeleri diye
bilinen bölgelerde bile çoğu zaman başka milletlerin
hâkimiyetinde yaşamışlardır. Shang (M.Ö. 14501050), Chou (M.Ö. 1050-247) ve Chin (M.Ö.
247- M.S. 206) gibi eski hanedanlar, aslında Çinli
olmayan milletler tarafından (Türk, Tibet ve Moğol)
kurulmuştur. Yine Çin’i, MS 220 ile 1280 dönemindeki yaklaşık bin yıllık sürenin 740 yılı boyunca
Türk, Moğol ve Tunguzlar yönetmiştir. Yine 1280 ile
1911 yılları arasındaki 631 yılın yalnızca 276’sında
Çinliler kendi ülkelerini yönetebilmişler, geri kalan
355 yıl boyunca Çinli olmayan halklarca idare edilmişlerdir. Buna rağmen, dönemin büyük devletlerinin ‘ikram’ etmesine kadar hiçbir zaman hâkim
olamadıkları, Türklerin anavatanını, kendi topraklarına katarak onu Çinlileştirmeye girişmişler ve adını da değiştirmişlerdir. Ama daha acı olanı bunu,
diğer Türklerin bile kabul etmeleri ve Türkiye’deki
Sincan’la karıştırıp neredeyse ‘Şincan’ adını Türkleştirmeye çalışmalarıdır.
Doğu Türkistan Türkleri, bu uydurma ismi hiçbir
zaman kabul etmemişler ve onlarca, yüzlerce büyükküçük çaplı bağımsızlık hareketi gerçekleştirmekten
geri kalmamışlardır. Bunlardan üçünde başarılı olmuşlar; 1864 yılında Yakup Han Bedevlet liderliğinde bağımsızlığını ilân edince Osmanlı Devleti’ne biat
etmiş ve padişah adına hutbe okutmuştur. Ardından
1933 ve 1944 yıllarında yine işgalcilerin ülkeden
kovmayı başararak bağımsızlıklarını elde etmişlerdir.
Hattâ 1933’te kurulan devlet, bayrağını, tamamen
Türkiye’nin bayrak ölçü ve formunu örnek alarak
hazırlamış, yalnızca rengini ‘gök rengi’ olarak belirlemiştir.
Doğu Türkistan’dan bahsettiğimizi anlamışsınızdır. Bugün işgalcilerin verdiği adla, ‘Şincan Uygur
Özerk Bölgesi’!
Bu ülke mazlumdur, çünkü dünya unutmuştur.
Bu ülke mazlumdur, çünkü hâlâ üzerinden kalkmayan demir perde içerisinde tam bir asimilasyona
maruz tutulmaktadır. Bu ülke mazlumdur, çünkü en
küçük bir insanî hayat talepleri ‘terör’ bahanesiyle
ezilmektedir. Kaçımız biliyoruz, günde ne kadar masum insan, sudan sebeplerle tutuklanıyor, ağır cezalara mahkûm ediliyor? Dünyanın en fazla idamını
gerçekleştiren Çin, her ay kaç Uygur Türk’ü kurşuna
diziliyor? Nasıl zalimce uygulanan zorunlu kürtajlarla Türklerin nüfusunun artmasına izin verilmezken,
milyonlarca Çinli getirilerek, yerli ahalinin eritilmesine, ülkenin etnik yapısının değiştirilmesine çalışılıyor? ‘Gelme Çinliler’e modern şehirler kurulurken,
‘doğma Türkler’ sefalet ve insanlık dışı bir yaşantıya
mahkûm ediliyor?
Son olarak 5 Temmuz’da başlayan olaylar sırasında, kaç kişinin öldürüldüğünü, kaç Türk’ün tutuklandığını, kaçının yargısız infaza tabi tutulduğunu,
kaçının göstermelik yargılamalarla idam edileceğini
kim tahmin edebiliyor? Çin, bunları takip etmek isteyenlere karşı hangi tavrı gösteriyor? Çin, olaylar
sırasında Türkiye’den yükselen kardeş sesleri üzerine Türkiye üzerinde hangi politik manevraları yapmaya başladı? Olayları mihverinden saptırıp kimlere
ne açıklamalar yaptırmaya çalışıyor? Doğu Türkistan için verilen sözleri etkisiz kılmaya yönelik politik
kampanyaları karşısında ne yapılabiliyor?
Ülkeleri işgal edilmiş olan Doğu Türkistan Türkleri, kendi ülkelerinde nasıl ‘azınlık’ olarak nitelendirilebiliyor ve bu sorgulanmadan kabul ediliyor? Daha
da önemlisi, neden bu ülke insanları, kendi soydaşlarının, dindaşlarının dualarından, hafızalarından
uzak tutulmaya çalışılıyor ve başarılı olunuyor?
Evet, dünyanın birçok yerinde, zulümler var.
Ancak onları, diğer insanlar biliyor, görüyor ve en
azından lanetliyorlar. Ama Doğu Türkistan’da en az
oralarda olduğu kadar, hatta daha fazla zulüm, işkence varken, gözlerden uzak kalıyor. Niçin iniltiler,
haykırışlar, kahroluşlar duyulmuyor. Milyonlarca insan yok olurken, herkes derin bir sessizlik içinde,
bigâne, habersiz ve kayıtsız kalabiliyor?
Söyler misiniz neresidir dünyanın en mazlum ülkesi? Kimdir dünyanın en mazlum insanları?
* Doğu Türkistan Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi.
Bizim Ahıska
25
Download