Allah insanı yaratırken sormuyor. Yaradılmış olmaktan dolayı mutsuz

advertisement
Sorularlarisale.com
Allah insanı yaratırken sormuyor. Yaradılmış olmaktan
dolayı mutsuz isem bu haksızlık değil mi? Risaleler
ışığında cevaplar mısınız?
Evvela varlık, hayat, şuur gibi nimetlerde insan mustariptir. Yani irade sahibi
değildir. Allah bu noktalarda insanlara reyini sormuyor, sorma zorunluluğu da
yoktur. O mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Zulüm ve haksızlık ancak başka
birisinin mülkünde tasarruf etmek ile hasıl olur. İnsan her şeyi ile Onun mülkü
olduğu için, Allah’ın insan üzerinde bir zulüm ve haksızlık yapması mümkün değildir.
İkincisi, "adalet" kelime olarak zulüm etmemek, herkese hakkını vermek ve lâyık
olduğu muâmeleyi yapmak manalarına geliyor. Üstad Hazretleri adaleti şu şekilde
tarif ediyor:
"Adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfidir. Müsbet ise, hak
sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet
derecesinde ihatası vardır. Çünkü, Üçüncü Hakikatte ispat edildiği
gibi, her şeyin istidat lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla ve ıztırar
lisanıyla Fâtır-ı Zülcelâlden istediği bütün matlubatını ve vücut ve
hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen
ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adaletin şu kısmı, vücut ve
hayat derecesinde kat'î vardır."(1)
Müspet adalet, her şeyin yerli yerine konulması ve her hak sahibine hakkının
verilmesi anlamındadır. Mesela, kuzunun bedenine aslan ruhu, aslanın bedenine de
kuzu ruhu yerleştirmek adalete uygun olmaz. Kulağın yüzdeki orantısı faraza iki
metre olsa, adalet ve ölçüye sığmaz. Yüzün aritmetik alanında her azanın boyutları
ince bir ölçü içinde düzenleniyor. Faraza yüzdeki burun bütün yüzü kaplayacak
derecede büyük olsa, diğer azaların hakkına tecavüz etmiş olur ki, bu da bir
adaletsizlik tezahürüdür.
Dünya yüzünde unsur ve elementler adil bir şekilde dizayn edilmiştir. Şayet demir
bütün dünya yüzünü kaplasa idi hem hayat olmaz hem de diğer unsur ve
elementlerin varlığına haksızlık edilmiş olurdu. Buna benzer örnekleri çoğaltmak
mümkündür.
Bu açıdan bakıldığında kainatın umumunda mükemmel bir ölçü ve adaletin
gözetildiği anlaşılır. Yani kainattaki bütün ahenk ve ölçüler, intizam ve kaideler hepsi
adaletin bu şıkkının tezahürüdür. Her şey mutlak adalet ve ölçü içinde yaratılmıştır.
page 1 / 3
Yani mutlak adalet ve ölçü sahibi olduğu, kainat ile sabittir
"İkinci kısım, menfidir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani,
haksızların hakkını, tazip ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise, çendan
tamamıyla şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat o hakikatin vücudunu
ihsas edecek bir surette, hadsiz işarat ve emarat vardır. Ezcümle,
kavm-i Âd ve Semûd'dan tut, ta şu zamanın mütemerrid kavimlerine
kadar gelen sille-i tedip ve te'ziyâne-i tâzip, gayet âli bir adaletin
hükümran olduğunu hads-i kat'î ile gösteriyor."(2)
Üçüncüsü, mutsuzluk; imansızlık ya da zaafı imandan gelen manevi bir
hastalıktır. İnsanın fıtratı ve mizacı ancak iman ve ibadet ile mutlu olacak bir şekilde
tasarlanmıştır. İnsan bu tasarının rağmına ve zıddına hareket ederse elbette mutsuz
olacaktır.
Nasıl sarrafın hassas terazisi ile kömür tartılmaz, şayet tartılırsa yapılış amacının
dışında kullanıldığı için kırılır ve üzülür. Aynı şekilde, Allah’ı sevmek için verilen
kalbi, fani sevgililere sarf edersek, kalp veriliş amacının dışında kullanıldığı için
sıkılır ve bunalır. Yine hakkı ve doğruyu bulmak ve Allah’ın sanatlarını tefekkür
etmek için verilen aklı, nefsin ve hevanın hizmetinde kullanılırsa, akıl aynı kalp gibi
sıkılır ve depresyona girer. Kur’an ve nurani şeyler ile tatmin olan ruhu dünyanın
süfli fantezilerinin peşine takarsak, ruh buhrana düşer...
İnsan sahip olduğu bütün maddi ve manevi duygularını yaradılış amacında
kullanırsa hem tatmin olur hem de mutlu olur. Nefsin ve şeytanın aldatması ile
dünyanın süfli ve adi işlerinde sarf etse, hem dünyada buhran sıkıntısına hem de
ahirette ihanet azabına müstahak olur. Özet olarak ruh ve kalbin boşluğunu ancak
Allah’ın marifeti ve muhabbeti doldurabilir.
Dördüncüsü, insanın ruh ve vicdan sağlığı bozulursa, neyin hak ve güzel, neyin
batıl ve çirkin olduğunu göremez ve tam manası ile takdir edemez. Bazen insan bir
hissiyatın içine hapis olur, o hissiyatın tesiri yüzünden çok büyük hakikatleri
göremez. Hatta o hissiyatın sevki ile intihara kadar gider. Bu gibi nefsani
mülahazalara dalarak, sağlıklı bir yaratılış mefkuresi ortaya çıkarmak kabil değildir.
Beşincisi, insanın kalp ve aklında ne hükmedip yerleşmiş ise, o hükme göre
hadiseleri yorumlayıp algılaması insan fıtratının değişmez bir prensibidir. Mesela
pesimist (karamsar) bir filozof her şeyi karamsar olarak okur ve anlar, hayatı da
ona göre şekillenir. Optimist (iyimser) bir filozof ise her şeyi iyimserlik
penceresinden izler hayatı da ona göre algılar. Kırmızı gözlük nasıl eşyayı kırmızı
gösteriyor ise, siyah gözlük de eşyayı siyah gösterir.
Münkir kainatı anlamsız, işe yaramaz ve tesadüfün oyuncağı olarak gördüğü için,
page 2 / 3
her şey ona azaplı ve sıkıntılı olarak yansır. Mümin ise her şeyin anlamlı, faydalı ve
Allah’ın tedbir ve dizgini elinde olduğunu bildiği için, her şey ona sevimli ve huzurlu
olarak yansır.
İbadet bir gözlüktür; onu takmayan, mevcudatın yapmış oldukları fıtri ibadetleri
göremezler ve okuyamazlar. Sağlam bir iman nasıl her şeyin ardında Allah’ın kudret
elini ve tasarrufunu zahir bir şekilde gösteriyor ise, sağlam bir ibadet de mevcudatın
hal ve kal dili ile yapmış oldukları ibadetleri zahir bir şekilde gösterip ilan eder. Bu,
Allah’ın insanın alemine koyduğu önemli bir kanun, mühim bir prensiptir. Bu kanun
ve prensibin konulmasının sebebi de her şeyde Allah’ı giden yolu görebilmek içindir.
“Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” Bu
ibareler uğursuz ve çirkin bakmanın muhalif manalarını ifade eder ki, bu ibarelerin
manayı muhalifinden uğursuz bakmanın ne denli çirkin olduğu çıkar. Yani "çirkin
gören çirkin düşünür, çirkin düşünen de hayattan elem ve azap duyar" demektir.
Öyle ise hayata ve olaylara iman ve ibadet gözlüğü ile bakarsak, her şeyin sırrı ve
hakikati çözülür. O olaylar arkasındaki güzellikler tezahür eder ve insan o güzellikler
ile mutlu ve bahtiyar olur.
Bu bakış açısını elde edebilmek için insanın hem kalbini hem nazarını hem de bilinç
altını iman ve hidayet ile doldurması gerekir. İnsanın kalbinde ve nazarında ne varsa
hayatı ve olayları ona göre yorumlar. Öyle ise en mühim iş kalp ve nazarın nasıl ve
neyle terbiye edildiğidir. Zaten insanın diğer cihazları kalp ve nazara bakar. Kalp ve
nazarda ne varsa hükmü de ona göre olur.
İnsanın dünya hayatından pişman olmasının temelinde iman ve tevekkül zafiyeti ile
birlikte hadiselerin iç yüzünü ve İlahi hikmetlerini görememek yatıyor. İnsan her
olayın iç yüzüne vakıf olup her hadisenin arkasındaki İlahi tasarrufu görse, o zaman
kainat akıcı ve zevkli bir roman gibi lezzet verir pişmanlık şevke inkılap eder.
Yine unutmayalım ki, okulu sevmeyen ve gitmek istemeyenler, görevini yapmayan
tembel öğrencilerdir. Çalışkan hiç bir öğrenci okulun varlığını ve kendisinin neden
okula gönderildiğini sorgulamaz.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, Mukaddime (Haşiye)
(2) bk. a.g.e.
İlave bilgi için tıklayınız:
İnsana, yaratılmayı ve imtihan olmayı isteyip istemediği sorulur mu?..
page 3 / 3
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download