Irkçılığın Geleceği

advertisement
Yiğit Kutay Gülben
Irkçılığın Geleceği Hemen hemen bütün yapımlarında sistem eleştirisi yapan Andrew Niccol’ün ilk uzun metrajlı filminde de gelecekteki potansiyel bir sistemi eleştirdiğini görüyoruz. Bilim üzerinden ırkçılığın konu alındığı filmde ütopik bir dünya tasvir ediliyor. Günümüzde DNA’nın bizi biz yapan özellikleri taşıyan bir nevi imza olduğu artık genel bir bilgi. Filmimiz ​
Gattaca’​
da ismini DNA’nın dört yapı taşından alıyor; Adenin(A), Timin(T), Guanin(G) ve Sitozin(C). Fütürist bilim­kurgu türüne göre oldukça yalınbir yapıya sahip film fakat hedefindeki ideoloji olan ırkçılığı gayet iyi işlemekte. Bundan yirmi yıl önce şu anki teknolojiler birer hayalden ibaretlerdi ve çoğu insan için abartıdan öte değillerdi. Günümüzde teknoloji inanılmaz bir hızla gelişirken savunma teknolojilerinin gelişmemesini beklememiz imkansız. Filmlerde göz retina taraması, kan örneği ile DNA eşleşmesi, idrar örneğinden kimlik saptama gibi teknolojiler sıkça gösterilmeye başlandı. Seyircinin hoşuna gittiğinden hiç şüphe yok ve pek çok kişi tarafından da arzulanan gelişmeler bunlar. tam ondokuz yıl önce konu alınan filmde de dünya bu tür teknolojiler tarafından yönetiliyor. Gelişmik teknoloji, ilerlemiş bir medeniyet. Ethan Hawke’ın canlandırdığı Vincent karakteri normal döllenme ile var olmuş bir insanı canlandırıyor. Bu durumu bir sorun olarak görmeyebilirsiniz fakat doğar doğmaz olası ölüm nedeninizin, alkolikliğe, uyuşturucuya ve bütün diğer hastalıklara olan yatkınlığınızın topuğunuzdan alınan bir kan damlasıyla saniyeler içerisinde ayrıntılı raporu oluşturuluyor. Böyle bir dünyadaysanız içinde yaşadığınız dünya düzeni hakkında tekrar düşünmek isteyebilirsiniz. Laboratuvarlarda üretilen süper hızlı büyüyen süper sağlıklı, herhangi bir zihinsel hastalığa yatkınlığı olmayan çocuklarla aynı dünyaya merhaba dediniz. İş başvurusu olarak DNA’nızı gönderdiğiniz, kadın ve erkeklerin tanışmak için yanlarında DNA sonuçlarını taşıdığı yeterli ya da yetersiz sıfatını taşıyan insanlar olarak kişilerin sınıflandırıldığı bir dünyadasınız. Andrew Niccol’ün tasvir ettiği aşırı gelişmiş dünyada sıradan bir insan olmak hiç de hoş bir durum değil. Genetik ayrımcılığın her gittiğiniz yerde yüzünüze vurulduğunu düşünün. Fakat böyle bir dünyada bile sisteme karşı gelmeye cesareti olan insanlar mutlaka bulunacaktır, aynı filmimiz Gattaca’daki Vincent ve Jerome gibi. Empoze edilen güçlüyü ve güçsüzü ayırma şekli aslında zamanımızda da mevcut bir durum. Durum olarak nitelendirdim çünkü ayrımı yapanlar bu durum bir sorun değil bir gereklilik halinde. Seçimi yapan kişiler ellerinde bulundurdukları güç yani para ile ayrımcılığı toplumun hemen her kesimine yaymayı ve sonuçlarını kendi çıkarları için kullanmayı çok seviyorlar. Türkiye’de hangi partiyi tuttuğunuza göre size iş veren kurumlar ve yöneticiler var. Hangi fikirlerin dışa ne şekilde vurulacağını kısıtlayan hatta basını kısıtlayan güçler var. Sporcuları giyimlerine göre yargılayan spor medyası, öğrencilere evini kiralamayan ev sahipleri, 18 yaşını çoktan geçmiş ailelerinin hatta devletin dahi müdahale yetkisinin olmadığı çiftlere oda vermeyen oteller var. Amerika’da hala siyahi olduğu için aşağılanan Afrika kökenli siyahiler polislerce öldürülüyorlar. İnsanların Valid(uygun) yada Unvalid(uygun değil) olarak sınıflandırılması filmdeki teknolojiler kullanılmasa da pek çok şekilde zaten yapılıyor. Pek çok iyi insan yeteneklerini bu sınıflandırmalar sebebiyle kullanamıyor. Sayısız hayat kurtarma potansiyeli olan doktorların etnik kökenleri gerekçe gösterilerek işlerini yapmaları engelleniyor. Sanatı ucube olarak nitelendirerek ve sırf güç sahibi olduğu konumunu kullanarak yıktıran kimseler milyonlarca insanın kaderini belirleyen kararlar alıyor. Ve acı olan uygun, uygun değil gibi insanlık dışı ayrımcılığı yapanlar bu durumu zamanla halklara ve insan topluluklarına benimsetip empoze ediyorlar. Başkaları tarafından toplum içindeki konumu belirlenen kişilerse durumlarını kabullenip yaratılan hayali kafesler içerisinde hayatlarının sonuna kadar yaşamak zorunda kalıyor. Sanki amaçsızca ölümü bekleyen köleler gibi bir ömür geçiren insanlar hayal dahi edemeyecekleri dünyalarda yaşayan başka bir kısım insanlar tarafından itildikleri hayatlarda asla potansiyellerini yaşayamıyorlar. Çünkü ayrımcılık insanı başka insanların karar mekanizması yoluyla kısıtlayan bencil bir duvar gibi sapasağlam ve sabırla dikiliyor. Bu açıdan bakıldığında Andrew Niccol’ün gelecekte gerçekleşmesi muhtemel genetik­ayrımcılıktan çok günümüz ayrımcılığına dikkat çekmek istediğine inanıyorum. Hiçbir sistem kusursuz değildir çünkü her insan farklı bakış açıları ve ideolojileri ile kafalarında bambaşka sistemler kurarlar fakat pek çoğunun kafasındakinin ırkçılığın tam tersinin olduğuna inanıyorum. Daha doğrusu ırkçılığın olmadığına inanmak istiyorum. Birer Vincent ve Jarome olmasak da hepimizin toplum içinde üstüne düşen toplumu ve içindekileri korumak gibi görevlerimizin olduğunu unutmamalıyız. 
Download