Savaş ve Mendil Sıcak veya soğuk olması farketmiyor, savaşlar her daim hayatımızın bir köşesinde bir yara olarak duruyor. Kimi zaman evimizi, şehrimizi, ailemizi katletseler de, kimi zaman sinsice, ekonomik altyapımızı çökerterek bizi yok etmeye çalışanlarla karşılaşıyoruz. Hiçbir Yer Oteli, Ivana Bodrozic’in sıcak savaştan bahsettiği bir roman. Küçücük bir kız çocuğu yaşadıkları karşısında ayakta kalabiliyor. Babasını, evini kaybediyor ama bu üzüntüyle hayatına devam edebiliyor. Maalesef, gerçek hayatta herkes bu kadar şanslı olamıyor. Mesela, çoğu zaman Suriyeden gelenlere kızıyoruz, yakınımızda istemiyoruz. “Bizim ülkemizde bizden iyi yaşıyorlar”, “kuralları çiğniyorlar” diye yüzlerine bile bakmıyoruz. Her kırmızı ışıkta bir mülteciyi görebiliyoruz, ya dilenirken ya da mendil satarken. Kucağında yeni doğmuş bebekleriyle sokaklarda uyuyanlar da eksik olmuyor şu sıralar. Sizce de biraz haksızlık etmiyor muyuz? Bizim de evimizin önüne bomba atılsa, bizim de sevdiklerimiz kurşuna dizilse hala aynı yerde yaşamak ister miydik acaba? Daha güvenli ve daha parlak bir geleceği mi seçerdik sevdiklerimiz için yoksa oracıkta ölmeyi mi? Savaşın kelime anlamı “geniş kişi toplulukları arasında meydana gelen, genel anlamıyla ileri derecede şiddet içeren olay, çarpışma, çatışmadır. Soğuk savaş gibi politika temelli savaşlar olsa da savaş kelimesi silahlı kitlesel muharebe olarak kullanılır” şeklinde geçiyor sözlüklerde. Kelimelerle ifade edince ne kadar da anlamsız, basit bir şey gibi geliyor. Çok da can yakmazmış gibi... Halbuki savaşın ifade ettikleri harflerle, kelimelerle böyle anlatılabilir mi? “Savaşta tüm ailemi kaybettim” diyen bir çocuğa “politika böyle gerektirdi” diyebilir miyiz? Tek açıklaması bu olamaz maalesef. Bir daha annesine, babasına sarılamayacak bir çocuk nasıl olur da bu açıklamadan sonra “politika”dan nefret etmez? Savaşta en masum olmalarına rağmen en çok yara alanlardır çocuklar. Ne olduğunu dahi anlayamazlar. “En son yağmur damlalarının düştüğü gökyüzünden nasıl olur da bir anda bombalar yağmaya başlar?” diye düşünür dururlar. Maalesef hiçbir çocuk hangi topraklarda doğacağını, hangi ırka mensup olacağını ve hayatını seçemiyor. Harabeye dönen evleri anlamlandıramazlar. Yuva dedikleri yerden sadece bir kaç duvar kaldığında dahi her hangi bir millete kin besleyemezler. Olan biten çok saçma gelir o zamanlar. Her yaptığınız açıklamaya “neden?” diye sormaları kaçınılmazdır. Herhangi bir uçağın bambaşka bir ülkenin sınırını geçmesi ve bu sebepten savaş çıkması anlamsızdır onlar için. “Neden sınırlar var?” derler bu durumda. Bir ülkenin yeraltı kaynaklarından dolayı kuşatılması da mantıksız gelir onlara. “Neden paylaşmıyoruz?” derler. Onlar saf kalplidir. Onlar için dünya, yaşadıkları sokaklardan, oynadıkları oyuncaklardan ibarettir. Etraflarında olup bitenler gerçek gibi gelmez çoğu zaman. Kimi fiziksel olarak kimi de zihninin derinliklerinde hep o yaraları taşırlar. Her daim etrafa gülümseyen fidanlara, geleceğimize bunu yapmak zorunda mıyız gerçekten? Savaş kelimesi gerçek hayatta karşınıza çıktığında bir daha kolay kolay akıl sağlığınızı bulamayacağınız bir şeydir. Sevdiğiniz her şeyi özlemektir. En sevdiğiniz şarkıyı uzun bir süre dinleyemezsiniz, kedinizi kucağınızda uyutamazsınız, pahalı yemeklerinizin fotoğraflarını sosyal ağlarda paylaşamazsınız, hayatınızın aşkıyla bir daha sımsıkı sarılamayabilirsiniz ve hatta çok uzun bir süre aynaya dahi bakamayabilirsiniz. Pahalı makyaj malzemelerinin, marka kıyafetlerin bir önemi kalmaz bir anda. Sadece kaçmayı, güvende olmayı dilersiniz. Sakin bir ülkede mendil satmak bile savaşan bir ülkede doktor olmaktan daha cazip gelebilir böyle zamanlarda. Hiç tanımadığınız insanlardan nefret etmek zorundasınızdır, sevgi hissi evreni terk etmiştir adeta. Yani, dünyanın en güzel şeyi barışsa eğer, en berbat olayı da savaşlardır. Huzur dolu bir dünya ancak savaş olmadığı zaman var olacaktık ve beraberinde mutluluğu da getirecektir. Sevgi dolu, çocukların ağlamadığı günlere... Kaynakça: Savaş Nedir?, 25 Ekim 2016, http://www.turkcebilgi.com/sava%C5%9F