Dava Adamı Bediüzzaman

advertisement
Dava Adamı Bediüzzaman
Cuma, 11 Haziran 2010 12:28
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri batıl karşısındaki korkusuzluğu ve İslamî
mücadeledeki inatçılığıyla bilinen bir şahsiyettir. İnandığı idealler uğrunda ömrünü
tüketmiş bir dava adamıdır. O, kolay zamanda ahkâm kesenlerden değil, zor zamanda
hizmet edenlerden olmuştur. İslam’ın izzetini göstermek hususunda en ufak bir zaaf
göstermemiştir. Nitekim Sibirya’da esaret altında kaldığı sırada Rus komutanın
karşısında ayağa kalkmaması ve “Ben İslam alimiyim, imansızın karşısında ayağa
kalkamam” diyerek karşı koyması; sarığını çıkartmasını isteyen Ankara Valisi’ne “Bu
sarık ancak bu başla birlikte çıkar” diyerek cevap vermesi; İngiliz Anglikan Kilisesi
Başpapazının; “İslamiyet hakkında sorduğum altı soruya altı yüz kelime ile cevap
isterim” demesi üzerine “Ayağını boğazımıza basmış vaziyette küstahça soru soran bu
papaza, değil altı yüz kelime; değil altı kelime bir tükürük ile cevap veriyorum!” beyanıyla
anlamlı bir ders vermesi; Divan-ı Harp’teki mahkemeden berat etmiş olmasına rağmen
mahkemeye teşekkür etmeyerek, talebeleriyle birlikte “Zalimler için yaşasın cehennem”
sloganıyla Beyazıt’tan Sultan Ahmet kadar yürümesi, onun İslam’ın izzetini en güzel bir
şekilde temsil ettiğini ispatlamaktadır.
Bediüzzaman hazretleri ömrü
boyunca zulme boyun eğmemeyi ve batıl ile mücadele etmeyi kendisine bir vazife
bilmiştir. Bu sebeptendir ki çileli ömrünü, zindanlarda ve sürgünlerde geçirmek zorunda
kalmıştır. Fakat zindanda bile olsa Yüce Allah’ı tanımanın en büyük nimet olduğunun
bilinciyle hiçbir zaman bu durumdan şikâyet etmemiş; bilakis memnuniyetini şöyle ifade
etmiştir: “O'nu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan,
saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Hattâ bir bahtiyar mazlum idam olunurken
bedbaht zalimlere demiş: Ben idam olmuyorum; belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat
ben de sizi idam-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden, sizden tam intikamımı alıyorum. Lâ
ilahe illallah diyerek sürûr ile teslim-i ruh eder.”
DİN KARDEŞLİĞİNİ DÜSTUR EDİNMESİ
Bediüzzaman’ın, döneminin siyasal güçleri ile arasının açık olduğu
bilinmektedir. Bu sebepten birçok defalar haksızlıklara uğramıştır. Müslümanlığın
mayasında din uğrunda haksızlığa uğrayan tüm mazlumlara sahip çıkma ve onlara değer
verme erdemi olduğundan Bediüzzaman’ı da diğer mazlum şahsiyetler gibi tanımak ve
anlamaya çalışmak zorundayız. Kaldı ki bugün Müslümanlar arası fikir ayrılıklarının ve
ihtilafın en temel sebeplerinden bir tanesi yeteri kadar birbirimizi tanımamamızdır.
Karşılıklı derdimizi anlatmamız ve bir şeyleri paylaşmamız, zannedersem iletişim
problemlerinin yol açtığı ayrılıkları da bertaraf edecektir. Nitekim Bediüzzaman Said-i
Nursi hazretleri de Müslümanların fikir birlikteliği içinde olmaları gerektiğine inanmış ve
din kardeşliğinin önündeki engellerin aşılması için çalışmıştır.
Bizler Bediüzzaman gibi fikir dünyamızda iz bırakmayı başarmış ve kitleleri
etkileme gücüne sahip müstesna şahsiyetleri tanımada bir acziyet gösterecek olursak, bu
durum; aynı dine inanan farklı kitlelerin de birbirlerinden uzaklaşmasına sebebiyet
verecektir. Bizim maksadımız, yeni ayrılıklar çıkartmak değil, ayrı düşmüş unsurlarımızı
1/4
Dava Adamı Bediüzzaman
Cuma, 11 Haziran 2010 12:28
bütünleştirmek olmalıdır. Şüphesiz bu anlayış Müslüman kardeşliğinin bir gereğidir.
Üstad’ın bu konudaki şu uyarısı gerçekten de takdire şayandır: “Ey ehl-i iman! Zillet
içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade
eden zalimlere karşı “MÜMİNLER ANCAK KARDEŞTİR” kal'a-i kudsiyesi içine giriniz,
tahassun ediniz Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafa
edebilirsiniz.” Bediüzzaman “Müslüman kardeşliği” ilkesini kendisine düstur
edindiğinden dolaydır ki kavmiyetçiliği kardeşliğin önündeki en büyük engel olarak
görmüştür. Meseleye bu nokta-i nazardan bakarak şöyle söylemiştir. “Biz Müslümanlar
indimizde ve yanımızda din milliyet bizzat müttehiddir, itibari, zahiri, arizi bir ayrılık var.
Belki din milliyetin hayatı ve ruhudur.” Bu önemli tespiti bile onun kıymetini bir kez daha
gözler önüne sermektedir. MEDENİYETTEN İSTİFASI
Bediüzzaman istibdada ve baskıya boyun eğmeyen, özgürlüğünden taviz
vermeyen haysiyetli bir kişiliğe sahiptir. Zorlama ve dayatmalarla davasından vazgeçecek
veya şartların müsait olmadığını bahane ederek mücadelesini sekteye uğratacak bir
kişilik değildir. Öyle ki “Bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbesti-i
kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolu’nun dağlarında tam mânasiyle
hükümfermâdır” diyerek hürriyetsiz bir hayatı insanlık izzetine aykırı bulmuş ve böyle bir
hayatın figüranı olmaktansa, Doğru Anadolu dağlarındaki münzevi fakat özgür hayatın
başrolünde oynamanın evla olduğunu söylemiştir.
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri medeniyetin kendi öz değerlerimizden
beslenmesi gerektiğini düşünmüş ve batıdan devşirilmeye çalışılan sözde bir uygarlığın
bizim dallarımıza aşılanmasına kavi bir şekilde karşı çıkmıştır. İslam’ın genlerinin bu
toplumun iliklerine kadar işlediğini bilen Üstad, biz “biz” olarak kaldığımız müddetçe
böyle bir aşının tutmayacağının da farkındadır. Bu düşüncelerle –haşa- dayatılmış sahte
medeniyete kişiliğini kiraya vermek ve onun şartlarına adapte olmaktansa, başına
gelecekleri de göze alarak medeniyetten istifasını sunmuştur. Nitekim Mehmet Akif
Ersoy’u Mısır’a göç ettiren sebepler Üstad’ın da böyle bir tavır almasını gerektirmiştir.
Bediüzzaman, Akif’in “tek dişi kalmış canavar” olarak nitelendirdiği medeniyetten şu
sözlerle istifa etmiştir: “Medeniyetten istifam sizi düşündürecek. Evet böyle istibdat ve
sefahate ve zillete memzüc medeniyete bedeviyeti tercih ediyorum.”
Böyle bir kararı alarak bir nevi kendisini güncel olaylardan soyutlamış ve
batıdan gelen fikir akımlarının zehriyle kıvranan İslam gençliğini yeniden imana
döndürmek için eserler telif etmeye koyulmuştur. Onun kendisini soyutlama nedeni,
-denemin fikir açlığı da düşünülürse-, bir nevi bu konudaki ihtiyacı karşılamaya yöneliktir.
Zira o, imanın delillerinin yeniden ortaya konulamadığı takdirde, batıl felsefelerle ülkeye
giren birçok zehirli akımların büsbütün gençleri ifsat edeceğini düşünmektedir. Her ne
kadar gündemi takip etme noktasında, medeniyetten istifasının gereğini yapsa da zaman
zaman hükümetin icraatlarını genel ifadeler kullanarak eleştirmekten de geri durmamıştır.
Şu ifadeleri bunun bir örneğidir: “Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum.
El'iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına, îmanına ve âhiretine çalışanları mes'ul edecek
kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilân ve
2/4
Dava Adamı Bediüzzaman
Cuma, 11 Haziran 2010 12:28
ihtar ederim ki: Bin canım olsa, îmâna ve âhiretime feda etmeğe hazırım. Ne yaparsanız
yapınız!” Bu sözleri ile İslam şeriatine bağlılığını bildiren Bediüzzaman hazretleri
“Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet
ve adalet-i mahz ve fazilettir” diyerek bu konuya bir kez daha dikkat çekmiştir.
Bu ve benzeri sözlerinden dolayı defalarca yargılanan ve uzun yıllar soğuk
zindanlarda zor şartlar altında yaşayan Bediüzzaman her meseleye İslam nazarından
bakmasının sebebini ise şöyle açıklamıştır: “Ben talebeyim; onun için, her şeyi mizan-ı
şeriatla muvazene ediyorum. Ben milliyetimizi, yalnız İslâmiyet biliyorum; onun için, her
şeyi de İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ediyorum.” Üstad yönetim alanındaki
düşüncelerini söylemekten de çekinmemiştir. Öyle ki yönetim ile ilgili temel görüşünü şu
şekilde formülize etmiştir. “Padişah peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse
halifedir, biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygamber’e tabi olmayıp zulüm edenler
padişah da olsalar haydutturlar.“ SİYASET HAKKINDAKİ DÜŞÜNCESİ
Tarihçe-i Hayat’ta bildirildiğine göre Bediüzzaman hazretleri siyaseti dine
alet etmekle ve gizli siyasi komite kurmakla suçlanmıştır. O bu suçlamalara karşı şöyle
cevap vermiştir: “Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar; kabahatlerinin setri için,
başkasını irtica ile ve dinini siyasete âlet yapmakla ittiham ederler.”
Her ne kadar döneminin şartları ve o günkü tek partili sistemde siyasi ortam
müsait olmadığından veya iman hizmetinin sekteye uğramaması için tedbir mahiyetinde
siyasetin şerrinden Allah’a sığınsa da bu durumu kendi zamanı ile sınırlamıştır. Kaldı ki
kendi kullandığı lafızlara baktığımızda bir mukayyetlik görülmektedir. “Şimdilik İstanbul
siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır” sözündeki “şimdilik” lafzını ve “Menfaat
üzerine dönen siyaset, canavardır” sözündeki “menfaat üzerine dönen” kaydını boş yere
söylemediğini düşünecek olursak onun bu konudaki görüşlerini daha da iyi anlarız.
Bediüzzaman aynı zamanda talebelerinin Risaleyi Nur namına değil fakat
kendi şahısları namına siyasete girmelerinde bir mahzur görmemiştir. Hatta kendi
namına siyasete giren talebelerinin Risale-i Nur’un intişarı ve maslahatı hesabına
çalışacaklarını söylemiştir. AYASOFYA DAVASI
Bediüzzaman’ın en bariz vasıflarından birisi de söyleyeceği sözü eğip
bükmeden, İslam’ın izzetine yakışır bir tarzda söyleyebilmesidir. Bir alim olarak yalnızca
Allah’tan korkmayı kendisine düstur edinen Bediüzzaman yeri geldiğinde net tepkiler
vermekten de geri durmamıştır. En önemli itirazlarından bir tanesini bugün bazı
çevrelerce hemen hemen hiç dile getirilmeyen Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetnamesi
konusunda yapmıştır. O bu vasiyetnamenin ihlal edilmesine karşı çıkmış ve şu sözleriyle
tepki göstermiştir: “Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir
kumandanın keyfî, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve
şahsımız itibariyle amel etmiyoruz.”
3/4
Dava Adamı Bediüzzaman
Cuma, 11 Haziran 2010 12:28
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri kendi döneminin şartlarını çok iyi tahlil
edebildiğinden Müslümanların sorunlarına mantıklı çözümler üretme noktasında yol
gösterici bir konuma sahiptir. Dost ve düşmanını çok iyi tanımakla beraber, kime nasıl
davranacağını da çok iyi bilen birisidir. Ülkedeki dengeleri bozan gizli güçlerin
faaliyetlerinin de farkındadır. Onlara karşı gözlerini yumarak veya onları görmezden
gelerek sorunların halledilemeyeceğini bilmektedir. Üstad, sorunların temeline inmeyi
başarmış ve kardeşlerini de şöyle uyarmıştır: “Aziz Sıddık Kardeşlerim, Sizin sebat ve
metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün plânlarını akîm bırakıyor” Görüldüğü gibi
o, ülkedeki dış mihrakların kuklası olan gizli güçleri inkar etmemiş ve onlarla bir
mücadelenin gereğine inanmıştır. Bugün gizli örgütlerden bahsedenleri “komplo teorisi
üretmek”le suçlayan bazı kimselerin hayatın tozpembe olmadığını anlayıp, bu güçlere
dikkat çeken Bediüzzaman’ın tespitlerine kulak vermeleri elzemdir.
SONUÇ Bediüzzaman hazretleri dinin aleyhinde kanun çıkaran hükümeti
eleştirmesiyle, masonlara ve onların gizli derneklerine karşı kardeşlerini uyarmasıyla,
Adnan Menderes’ten Ayasofya Camii’nin tekrar ibadete açılmasını talep etmesi ve
böylece Fatih’in vasiyetine sahip çıkmak istemesiyle ve daha birçok örnek vasıflarıyla
büyük bir dava adamı olduğunu ispat etmiştir.
4/4
Download