Emir'ül-Mü'minin ve Halifet'ül-Müslimin M. Metin Müftüoğlu (Kaplan): 1432 HİCRİ YILBAŞI VE MÜCEDDİD Besmele, hamdele ve salveleden sonra... Kur‘an şöyle der: "Ben gerçek müslümanlardanım deyip salih amel işleyerek Allah‘a (ibadete) çağıran kimseden daha güzel sözlü kim var?" (Fussilet Suresi, Ayet, 33) Bu ayeti tahlil ettiğimizde görürüz ki; 1- Sözün en güzeli Allah‘a davet yolunda, hakkı tebliğ yolunda sözlenen sözdür. En şerefli vazife davet ve tebliğ vazifesidir! 2- Davet ve tebliğin üç şartı vardır: İlim, amel ve takdim! a) İlimdir: Tebliğci, tebliğ edeceği mevzuu yeteri kadar bilmelidir; Bilmeden olmaz. Kaş yapıyorum derken göz çıkarabilir. b) Ameldir: Davet ettiği şeyi davetçi evvela kendi yapacak ve kendisi onu bizzat yaşayacak, yerine getirecek ve ondan sonra tebliğ edecektir. Yoksa sözünün pek değeri olmaz ve kabul görmez. c) Takdimdir: Yani kendisini tanıtmaktır. Tebliğci kendisini tanıtırken de; "Ben şu soydanım, filan kişinin oğluyum, filan mektepten mezunum, filan hocanın talebesiyim veya filan partiye bağlıyım!" değil de, "Ben müslümanım ve müslümanlardan biriyim!" diyecektir. İşte bizim yolumuz ve metodumuz budur ve bu olmalıdır. Sadece, "İslam, İslam!" diyeceksiniz. Sadece, "Müslümanım ve müslümanlardan biriyim!" diyeceksiniz ve böylece kendinizi tanıtmış olacaksınız ki, sizin tebliğ ve davetinizin arkasında manalar aranmasın. Yüce Mevla´mız bu arada yukarıda yazılan ayet-i kerime‘lerin manasını anlayan, kavrayan, ruhuna nüfuz eden, şuuruna varan, dolayısıyla dünya ve ahiret saadetine mazhar olan kullarından eyleye! Allah‘a şükürler olsun bu sene de feyiz, bereket ve devlet getiren, İslam‘ın devletini getiren Hicri yılbaşının, Hicri hareketin 1432. yılını yakında idrak etmiş bulunacağız biiznillah! Şimdiden hepinize ve hepimize mübarek olsun, tebrik ve teberrük ederiz. Her hicri yılbaşı Ümmet-i Muhammed‘e hayır getirmiştir, fazilet getirmiştir, hareket getirmiştir, yenilik getirmiştir. Cenab-ı Peygamber (s.a.v.) bir hadis-i şerif‘inde şöyle buyurur: "Allah her asrın başında bir müceddid gönderir!" (Ebu Davud‘dan naklen Camiü‘sSağır) -1- MÜCEDDİD: Müceddide gelince; Zamanın ilerlem- esiyle, bir taraftan insanların dine bağlılığı gevşer, heyecanları azalırken, bir taraftan da tavizkarların verdikleri tavizler neticesinde bazi dini vecibeler terk edile edile unutulur, bazı haramlar da işlene işlene mübah gibi telakki edilir. Ve bazi bid‘atlar da kendilerini dindenmiş gibi gösterip insanların kafasında yerleşirler. İşte, bütün bu sakıncaları bertaraf etmek, yeniden müslümanları Kur‘an ve sünnet‘e ve bunlardan kaynaklanan fıkhi mevzuata yöneltmek, dinin sadece Allah ile kul arasında bir vicdan işi, sadece ahiret işi olmayıp aynı zamanda insanın bütün smzi fiiil ve hareketleriyle haşir ve neşir olup, aynı zamanda bir hayat nizamı, bir dünya görüşü olduğunu, İslam‘a göre dini devletten, devleti de dinden ayırmanın mümkün olmadığını ve olamayacağını; ters yönde hareketin dini de, devleti de zayıf düşüreceğini, müslümanlara zararlar getireceğini duyurmak, onları bu yolda uyarmak ve yine gevşeyen müslümanlara, dinle ilgisi azalan müslümanlara yeni bir aşk ve şevkle, yepyeni bir heyecanla canlılık ve bağlılık kazandırarak onları dostunu, düşmanını tanır bir mücahid haline getirmek ve netice itibariyle de onları huzura kavuşturmak üzere, Cenab-ı Hakk yeni yeni müceddid lider ve rehberler gönderir. Bunlar Peygamber olmadıkları halde, , peygamberlerin görevini yürütmeye çalışırlar. Bunların bir ismi de yine Peygamber diliyle "Verese-i Enbiya"dır, yani peygamberlerin varisleridir. Bunlara Kur‘an diliyle de "Rabbaniyyun" veya "Mustahfezun" denir. Rabbaniyyun demek: Tefsir sahibi Beyzavi‘nin beyanına göre, ilimde de, amelde de kamil ve mükemmel olanlar demektir. Yani bir taraftan Kur‘an‘ı ve onun talimatını mükemmel bir şekilde öğrenmişler, gereğini yapmışlar ve aynı şeyleri öğretmişlerdir. Müdahane ve taviz verme yoluna asla gitmemişlerdir. Mustahfezin; yani müstahfezler: Müstahfez demek, bir şeyin hıfzı, bekçiliği kendisinden istenen demektir. Evet bir din alimi aynı zamanda dinin hafızıdır, muhafızıdır, bekçisidir. Onun görevi sadece dini öğretmek ve yaşamak değil, aynı zamanda onun muhafızlığını da yapmaktır. O kudsi emanete sahip olup tecavüze uğratmamaktır. Şeytaniyyun ve şeytani güçlerin dini dünyaya satanların, tavizkarların, kavuk sallayanların tahribatından korumaktır. Bu tabir Maide Suresi‘nin 44. ayetinde geçmektedir. Oraya bakıla! Bunlar her asrın başında gelirler. Sahabeden sonra mezhep imamları, müctehidler, muhaddisler, müfessirler, büyük mütasavvıflar gelmişlerdir. İmam-ı Azam‘lar, İmam-ı Gazali‘ler, İmam-ı Rabbani‘ler, Hoca Rahmetullah‘lar, Akşemseddin‘ler, Bediüzzaman‘lar, Hasan el-Benna‘lar, Seyyid Kutup‘lar, Cemaleddin bin Reşid‘ler, daha sayıları binleri aşan daha niceleri gelmiştir... Yukarıdaki geçen hadis‘teki yüz sene başı hicretten itibaren yüz senenin başıdır. Bu yüz senenin başı Peygamberimiz‘in doğum yılından veya peygamber olduğu biset yılından itibarendir diyenler de vardır. Hadis‘teki "Müceddid"ten murad yukarıda geçen tarife ilaveten şunlar da söyleniyor: Maruf ve meşhur bir din alimi olacaktır. Hem zahiri hem de batıni ilme sahip olacaktır. Sünneti ihya edecek, bid‘atleri dinden ayıklıyacaktır. İhmal edilen Şeriat-ı Garra‘yı ihya edecektir. Ulemanın varis oldukları hakkındaki hadis-i şerif: "Ulema peygamberlerin varisleridir. Onları gök ehli sever. Bunlar öldükleri zaman denizde balıklar onlar için istiğfar ederler!" (Camiu‘sSağır, İbn-i Neccar) Evet Peygamber‘e varis olmak kolay şey değildir. Önce İslam‘ın ilmini yapacak, tebliğini peygamber gibi bihakkın ifa edecektir. Hiç kimseden korkmayacak, her türlü eziyet -2- ve sıkıntılara katlanacaktır. Her türlü baskı ve zorlamalara rağmen müdahalede bulunmayacak, hele hele taviz verme yoluna asla gitmeyecektir. İşte o zaman Peygamber‘e varis olma makamına layık olur. Cenab-ı Hakk bu ümmet içinde böyle alimlerin sayısını çoğaltsın! Amin!.. Cenab-ı Hakk her yüz sene başında bir müceddid gönderir. Bu güzel bir havadistir. Heyecanlı bir hava eser. İnsanoğlu gevşekliğinden uykusundan, tembelliğinden uyanır, tembelliğinden vaz geçer, kendisine gelir, kendine döner ve İslam‘a doğru, insanlığa doğru, Allah‘ın rızasına doğru hızlı bir şekilde harekete geçer. İnşaallah bu devir de böyledir! Görüyorsunuz dünyada bir hareket var. Allah‘a şükürler olsun! İslam hareketi; Artık bu hareket gizlenecek, inkar edilecek derecede değildir. Elle tutulur, gözle görülür safhadadır, yani herkes görmektedir. İçinde bulunduğumuz tebliğ hareketi, Almanya‘nın Köln Barbaros Cami‘ndeki büyük toplantıda "Devlete Gidiş Yolu Parti mi, Tebliğ mi?" başlığını taşıyan yazıyla, 3 Zilkaide 1403‘e tekabül eden 13 Ağustos 1983 tarihinde usul ve metodda bir inkılab meydana getirerek, İslam‘ın devlet olma yolunda sünneti seniyye‘ye bir çığır açmıştır, elhamdülillah! Bu hicri tarih de gösteriyor ki; Hicri 1400 yılı olan 14. asır bitmiş, hicri 1500 yılına, 15. asra girilmiş bulunmaktadır. Peygamber metodu olan tebliğ hareketinin 27. yılındayız. Batılın hakka, şirkin Tevhid‘e, demokrasinin İslam’a, putçuluğun müslümanlığa, particiliğin Peygamber metoduna, mezhepsizliğin Ehl-i Sünnet’e libas edildiği bir asırda; kınayıcıların kınamasından, tağutların tehditlerinden, kâfir, zalim, fasık, müşrik ve münafıkların desise ve tuzaklarından çekinmeden canını, malını ve dünyasını ortaya koyarak cahiliyet sisteminin, küfrün, kemalizmin ve tüm dünya müstekbirlerinin oyunlarını bozan; Peygamber varisi, âlim, asrımızın müceddidi, muallimimiz, mürşidimiz ve komutanımız olan, ilim ve mücadele adamı, muhacir, İslam davasının yılmaz mücahidi, tağutlara boyun eğmeyen, 70 yıl sonra dibeköşeye itilen, hor ve hakir görülen İslam Devleti‘ni 27 Ramazan 1414 yılına tekabül eden, 8 Mart 1994 yılında, mübarek Kadir gecesinde, mübarek Ramazan ayında, mübarek mekan olan Almanya‘nın Köln Ulu Cami‘nde cesaretle ihya ve ilan eden, Emir‘ül-Mü‘minin ve Halifet‘ül-Müslimin Reşid Hoca oğlu Cemaleddin (Kaplan) uğruna mücadele verdiği Rabb‘isine, bundan 15 sene evvel 15 Zilhicce 1415‘e tekabül eden (15 Mayıs 1995) Pazartesi günü saat 12.50’de Hilâfet bayrağı altında kavuşarak şehadet şerbetini içmiştir. Merhum Halife‘mize Allah’tan (c.c.) rahmet, Ümmet-i Muhammed’e sabırlar ihsan etmesini dua ve niyaz ederiz! Bediüzzaman Hz.‘lerinin İşaret Ettiği Cemaat! Mensup olduğumuz İslamî hareket bundan seneler öncesinden gerçek İslam âlimleri tarafından da anılmakta idi. Bu yazımızda hareketimizle, ilgili olarak üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri’nin sözleri ve risalelerini bir kez daha gözden geçireceğiz. 13.8.1983 tarihinden 75 sene önce yani 23 Temmuz 1908 senesinde, İstanbul’un Ayasofya’sı yakınında Mısır’dan teşrif buyuran El-Ezher Üniversitesi’nin bir profesürü Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri ile görüşmüş ve aynen şu soruyu kendisine sormuş: „Sizin hâlen Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’de mevcud bulunan hürriyet ile Avrupa’daki hürriyet (medeniyet) hakkında görüşünüz nedir?“ Bediüzzaman Said-i Nursi profesörün sualine (şu anda meydana gelmiş hareketimizi ve ilanı yapılan İslam Devleti’ni doğrudan doğruya işaret edercesine şöyle diyor: „Ben şunu söyleyebilirim: Osmanlı Devleti Avrupa’ya gebe kalmıştır. Ya er ya da geç -3- bunu doğuracaktır. Avrupa medeniyetiyse Osmanlı’dan gebedir. Er-geç doğurup bunu meydana getirecektir!“ Buradaki doğum mecazi anlamda kullanılmıştır. Avrupa’dan doğacak olan, Avrupa’da meydana gelecek olan İslamî harekettir, Hilâfet hareketidir. Görüldüğü gibi 23 Temmuz 1908 tarihinde İstanbul’da Bediüzzaman içinde bulunduğu bu mübarek harekete işaret etmiştir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi" isimli kitabının 85. sahifesinde yazılı, Bediüzzaman Said-i Nursi) Ayriyeten Bediüzzaman Said-i Nursi şöyle demektedir: "Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ünvanı ile Şeâir-i İslamiye’yi ihya etmektir!" (Emirdağ Lahikası, c.1, s. 261, Tenvir Neşriyat, İstanbul) Allah Resulü bir hadis-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır: „Bir takım insanlar çıkacak ve Mehdi (a.s.) için ortam oluşturacaklardır!“ (İbn-i Mace) İşte görüldüğü gibi Merhum Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri bir çok söz ve eserlerinde mensubu olmakla daima gurur ve şeref duyduğumuz bu Peygamber hareketine işaret etmiş ve İslam güneşinin batıdan yani Avrupa’dan doğacağını müjdelemişti. Ne mutlu bu Peygamber davasına mensup olup zorlu yolda azim ve cesaretle yürüyen bizlere!.. Cenab-ı Hakk, ümmetin beklediıi ahir zaman Mehdi’sine ortam hazırlayan bu mübarek cemaattan bizleri ayırmasın ve ayaklarımızı sabit kılsın! Bir Dua: Ya Rabb‘i! "Daima okunacak" manasına isim koyduğun Kur‘an-ı Mübin aşkı içün, ab-ı Ruy-ı Habib-i Ekrem bahşi içün, Hanedanı ehli beyti nübüvvet hatırı içün, bize rızana muvafık işler yaptırt. İnsanlık alemine hadim kıl, kalbimizin gözünü açda, bu kaninatın seninle kaim, senin muhabbetinle daim olduğunu görelim. Her zerrenin hukukuna -4- rizayet ederek çalışalım, alın akı ile huzuru sübhanine çıkalım. "Ya Rabb‘i! Bize hidayet ihsan ettikten sonra, kalplerimizi kaydırma, ve indinden rahmet ihsan eyle! Zira sensin en çok bağışlayan!" (Al-i İmran, 8) Ve son şunu söyleyelim ki, dua yapmayı eksik etmeyeceksiniz! Bu dua hem sizin gibi hidayete ermiş olanların hidayetlerinin olsun, devletlerinin olsun devam ve bekasına vesile olacak ve hem de ihmal edilmiş olanların hakikatleri görmelerine sebebiyet verecektir. Kur‘an‘ın verdiği bir çok dua ayetleri yanında, bilhassa yukarıdaki duayı (Al-i İmran, 8) sık sık tekrar edeceksiniz. Efendimiz de kendisine saldırıp yüzünü yaralayan ve dişini şehid edenlere karşı bile dua yapmayı ihmal etmemiş ve şöyle demiştir: "Ya Rabb! Benim bu milletime hidayet ihsan et! Zira bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!" Bu vesile ile tüm müslümanların mübarek yeni 1432 Hicri yılbaşlarını tebrik ve teberrük ederim. 1 Muharrem 1432 Hicri yılbaşısı, İslam alemine hayırlar getirsin ve mübarek olsun. İnsanlık için, sulh ve selem, barış ve huzur getirsin. Amin! Bi hürmeti Taha ve Yasin! Tebliğ ve dua bizden, tevfik ve kabul Rabb‘imizden! Selam Hakk‘a tabi olanlara! Muhammed Metin b. Cemaleddin (Kaplan) Emir‘ül-Mü‘minin ve Halifet‘ül-Müslimin Verese-i Enbiya Medrese-i Yusufiye, Tekirdağ-Türkiye 15 Zilhicce 1431 (21 Kasım 2010)