Sevgili meslekdaşlarım, saygıdeğer konuklar, kıymeti basın

advertisement
Sevgili meslekdaşlarım, saygıdeğer konuklar, kıymeti basın
mensupları,
Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri
Derneği’nin 24’üncü Olağan Genel Kurulu’na hoş geldiniz.
UTİKAD Yönetim Kurulu Başkanı olarak bugün karşınızda,
uluslararası taşımacılık ve lojistik sektörünü değil onu etkileyen
dış koşullar hakkında değerlendirmelerde bulunmak üzere
bulunuyorum.
Zira lojistik sektörü, diğer tüm sanayi ve hizmet sektörleri gibi
geride bıraktığımız yıl siyasi ve ekonomik gelişmelerden hayli
mustarip olmuştur. Nisan ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi
ile başlayan yüksek tansiyonlu seçim süreci, ekonomide bir
belirsizlik ortamı yaratmış, bu durum lojistik sektörüne diğer
pek çok sektörde olduğu gibi “ödeme krizi” olarak yansımıştır.
Özellikle navlun ödemelerini büyük ölçüde peşin veya kısa
vadeli yapan forwarder işletmeleri çok sıkıntılı bir dönem
geçirmiş ve geçirmektedir. Keza dahili taşımacılıkta krizin daha
derin etkileri olduğu, dahili karayolu taşımacılığı yapan
işletmelerin iş hacimlerinde büyük daralmayla karşı karşıya
kaldığı, pek çoğunun kepenk kapatma noktasına geldiği bu
sektörün temsilcileri tarafından sıkça dile getirilmiştir.
Piyasaların tam olarak rahatlatmamakla birlikte 22 Temmuz
seçimleri siyasi istikrarın yeniden sağlanması açısından
sevindirici olmuştur. Seçimlerin barış ortamında geçmesi ve
seçmen iradesinin yüksek oranda TBMM’ye yansımasından
dolayı UTİKAD olarak daha önce memnuniyetimizi ifade
etmiştik.
Ancak bunun da ötesinde yeni dönemde lojistikle ilgili üst düzey
kamu kuruluşlarının yeniden yapılandırma sürecine girmesi
bizlere umut aşılamıştır. Nitekim Bakanlar Kurulu’na yeniden
Ulaştırma Bakanı olarak katılan Sn. Binali Yıldırım’ın
girişimleriyle Karayolları Genel Müdürlüğü bakanlığa
bağlanmıştır. Bu yeniden yapılanma sürecinin devam edeceği,
PTT ve Telekomünikasyon Kurulu gibi bilişim sektörüne ilişkin
birimlerin kurulacak olan Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’na
bağlanacağına dair haberler basına yansımıştır.
Bilişim ve taşımacılık gibi son derece farklı yapıya sahip
alanların farklı bakanlıkların yetki alanına bırakılması son derece
isabetli bir karar olacaktır. Ulaştırma Bakanlığı, taşımacılığa
ilişkin tüm birimleri aynı çatı altında toplayıp, enerjisini son
derece geniş kesimleri ilgilendiren bu sektörlerde
yoğunlaştırmasından sektörümüz büyük fayda sağlayacaktır.
Bu yeniden yapılandırma kapsamında DHMI’nin işletici kuruluş
olmaktan çıkarılıp denetim kuruluşa haline getirilmesi ve daha
da önemlisi, TCDD’nin yük, yolcu ve altyapı işletmeciliği
fonksiyonlarını farklı kuruluşlara devreden TCDD Yasasının bir
an önce çıkarılması sektörümüzün beklentileri arasındadır.
Yeniden yapılandırma sürecine ilişkin son bir not olarak, Dış
Ticaret Müsteşarlığımızın, ülkemizin uluslararası pazarlarda
rekabet avantajı elde etmesi ve sürdürmesinde en önemli
araçlarından biri olarak lojistik sektörünü gördüğünün ispatı
olarak “Lojistik Dairesi” kurmasının önemine dikkat çekmek
istiyorum. Lojistik Çalışma Grubumuzun 5 Temmuz’da
İstanbul’da üyelerimizle buluşturduğu Kağan Sürmeli
başkanlığındaki Lojistik Dairesi’nin, son derece yerinde
tespitlerle işe koyulduğuna tanık olduk. Türkiye’nin lojistik
alanındaki açmazlarının çözümü konusunda faydalı çalışmalara
imza atacağına inandığımız bu Daire, lojistik zincirin iki ayrılmaz
parçası olan lojistik işletmeleri ve dış ticaret erbabıyla ilişkileri
daha da kuvvetlendireceğine inanıyoruz…
***
Saygıdeğer Genel Kurul katılımcıları,
Geride bıraktığımız dönemde lojistik sektörünü zorlayan
koşulları irdelemeye geçmeden önce sektörümüze yakından
ilgilendiren olumlu bazı gelişmelere daha değinmek istiyorum.
Hepimizin yakından takip ettiği üzere, seçim sürecine rağmen
özelleştirme süreci aksamamış ve slaytta görebileceğiniz hepsi
rekor seviyede tekliflerle sonuçlanan ihaleler gerçekleştirilmiştir.
UTİKAD olarak, yıllardır ihmal edilen hava ve deniz limanları,
kamu tarafından işletilen lojistik merkezler, demiryolu ve
karayolu altyapılarında yeniden yatırım sürecini başlatacağı,
verimliliğin artacağı ve iş süreçlerinin hızlanacağı beklentisiyle
özelleştirme ve serbestleştirmelerin hep yanında olduk.
Özelleştirme sürecindeki tıkanıklıkların aşılıp, kabul edilebilir
ölçülerdeki tekliflerle bu tesis ve altyapıların özelleştirmesinden
de büyük memnuniyet duyduk.
Ancak özelleştirme sürecinin ardından yaşanan sıkıntılar,
özelleştirmenin her derde deva olmadığı yönündeki
kuşkularımızı maalesef güçlendirdi. Özellikle Mersin Limanı
özelleştirmesi sonrası yaşanan aksaklıklar ve yükselen liman
hizmet ücretleri, keza bir kamu özelleştirmesi olmasa da UN RoRo’nun satışından hemen sonrasına getirilen ücret zamları
sektörümüzde haklı tepkilere yol açmaktadır.
Özelleştirme sonrası yaşanan aksaklıkların geçici olduğuna
hepimiz inanıyoruz. Ancak bu, geçiş sürecinin iyi planlanmadığı,
yeni işletici kuruluşların özelleştirme sonrası “yalnız bırakıldığı”
gerçeğini gizleyememektedir. Mersin’de yaşandığı gibi
sorunların limanı kullanan tüm tarafların katılımı, desteği ve
gayretiyle aşılması örnek teşkil etmelidir. Bundan sonraki devir
teslimlerdeki beklentimiz ilgili tüm tarafların desteği ve
işbirliğinin tesisinden sonra gerçekleşmesi başlıca
dileğimizdir.
Öte yandan özelleştirmeler, serbestleştirmeler veya UN Ro-Ro
örneğinde olduğu gibi önemli satışlardan sonra hizmet
bedellerinin yükselmesi konusunda ise ciddi kaygılar
taşımaktayız. Yaşanan örneklerde, yüksek ihale bedellerinin
özelleştirmeye konu tesis ve araçların kullanıcılarına
yansıtılması sadece lojistik sektörümüzü değil tüm ekonomimizi
derinden etkileyecek, ülkemizin güçlükle elde ettiği uluslararası
rekabet avantajlarının yitirilmesine yol açacaktır. Bu açıdan
kamu idaresine büyük görev düşmektedir.
***
Saygıdeğer Genel Kurul katılımcıları
Lojistik sektörünün Türkiye’nin uluslararası ticarette rekabet
avantajı elde etmesi ve sürdürmesinde en önemli unsurlardan
biri olduğu sadece Dış Ticaret Müsteşarlığımız tarafından değil
Ulaştırma Bakanlığımız tarafından da kabul ediliyor. Bunun en
açık ispatı Ulaştırma Bakanımız Sn. Binali Yıldırım’ın, Ankara’da
yaptığı bir konuşmada görülmektedir.
Sayın Bakanımız şöyle diyor.
“Bir şeyi üretir, en iyisini de yapabilirsiniz. Ama en kısa sürede
en makul fiyatlarla talep edene ulaştıramazsanız, bu tedarik
zincirini kuramazsanız, gelişen, küreselleşen ticarette yok
olmaya mahkûmsunuzdur. Avrupa ve Asya arasında köprü
konumunda olan, Doğu ile Batı ulaşım koridorunun vazgeçilmez
halkasını temsil eden Türkiye, lojistik anlamda emsalsiz bir
stratejik konuma sahiptir. Taşımacılık sektörünün son
zamanlarda bu gerçeği gördüğünü ve buna göre yapılandığını
biliyoruz. Bu süreci daha da hızlandırmanız lazım. Bizim
irademiz dışında oluşan doğrudan ve dolaylı engelleri aşmanın
yegâne yolu daha küresel düşünmekten geçiyor. Artık iş
yapma alanınız 780 bin kilometrekarelik Anadolu toprakları
değil, Avrupa, Asya, Rusya, Afrika ve Ortadoğu olmalı. Nerede
bir boşluk varsa orada yerimizi alacağız ve böylece bize engel
çıkarmaya çalışanların içine gireceğiz…"
Bu sözler lojistik sektörünün vizyonunun Ulaştırma Bakanımız
tarafında da paylaşıldığını gösterdiği için son derece anlamlıdır.
Gerçekten de uluslararası taşımacılık ve lojistik sektörü
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de değişmiş ve gelişmiştir.
Lojistik şirketlerimiz küresel rekabete açılmaya başlamıştır.
Ancak dünyada lojistik alanda küresel rekabetin doğası da
değişmiştir. Bir yanda çok uluslu lojistik zincirlerinin hâkimiyeti
artarken; öte yandan devletler limanlarına, havaalanlarına,
lojistik merkezlerine ve demiryollarına talebi artırmak,
uluslararası transit yollarını, hat işletmelerini, büyük hava kargo
operatörlerini ülkelerine çekebilmek için kıyasıya bir savaş
vermektedir.
Böyle bir ortamda kürsel çapta oyuncu olmak isteyen Türk
lojistik şirketlerinin bireysel çabaları maalesef yetersiz
kalmaktadır. Oysa Ulaştırma Bakanımız, bu sözlerden
anlaşılacağı üzere, rekabeti lojistik sektörünün bireysel
çabalarına terk etmektedir.
Peki bizler uluslararası alanda nasıl rekabet edeceğiz? Rekabete
hangi koşullarda başlıyoruz? Bakanımızın bahsettiği pazarlarda
şansımız ne?
Gelin birlikte bu soruların yanıtlarını arayalım…
Türkiye sınırlarını aşmadan önce ülke içinde hangi koşullarda
yarışmaya başladığımızı irdelemek istiyorum…
Uluslararası pazarlarda rekabet edebilmenin başlıca koşulu
güçlü bir finansmana sahip olmaktır. Bunun içinse öncelikle gelir
gider dengenizin denetlenebilir, ölçülebilir, istikrarlı ve tahmin
edilebilir olması gerekir.
Uluslararası taşımacılık ve lojistik sektörü Türkiye’de maalesef
finansman gücünü kendisine bağlı olmayan koşullar nedeniyle
sürekli yitirmektedir. Bunun başlıca sorumlusu düşük döviz kuru
politikasıdır.
Uluslararası taşımacılık ve lojistik sektörü gelirlerini döviz
bazında, genellikle Avro ve Dolar üzerinden tahsil ederken
ödemelerinin büyük kısmını YTL olarak yerine getirmektedir. Bu
nedenle döviz kurunda YTL lehine kayıplar sabit giderleri
artırırken, gelirleri tırpanlamaktadır. Merkez Bankası verilerine
göre Ekim ayı sonu itibarıyla dolardaki değer kaybı yüzde 25’e,
avrodaki kayıp ise yüzde 10’a yaklaşmış bulunmaktadır.
Düşük döviz kurunun sektörümüze getirdiği yükü betimlemek
açısından, basit bir işgücü maliyeti hesabına dikkatinizi çekmek
istiyorum.
Farz edelim ki 1 Ocak 2003 yılında 1000 YTL net maaşla bir
çalışanı bünyenize kattınız. Bu çalışanınızın net maaşına her yıl
sadece enflasyon üzerinden zam yaptığınızı kabul edelim.
Çalışanınızın net geliri 1 Ocak 2007 tarihinde 1529 YTL’ye, ilk 9
ayın enflasyonuna göre bir ayarlama yaparsanız 1647 YTL’ye
yükselmiş olacaktır. Bu, çalışanınızın YTL bazında net maaşların
4,5 yaklaşık yüzde 65 yükseldiğini göstermektedir.
Bir de çalışanınızın dolar üzerinden maliyetine baktığınızda ise
manzara daha vahim görünüyor. Zira 1 Ocak 2003 tarihinde
606 dolara denk gelen maaş, 2007 başında 1084 dolara, Eylül
2007 sonunda ise 1407 dolara çıkmış oluyor. Yani gelirini dolar
üzerinden tahsil edenler için işgücünün çıplak maliyeti %232
yani yaklaşık 2,5 kat artmış olduğu görülüyor.
Ayrıca tabloda görebileceğiniz üzere, Eurosat verilerine göre
Türkiye istihdam üzerindeki yükler açısından Avrupa
şampiyonlunu elinde bulunduruyor. Gelir vergisi, SSK primi,
işsizlik sigortası kesinti, damga pulu vb. vergi ve kesintilerin
toplamı brüt maaşın yüzde 50’sine ulaşıyor.
Bu tablo ister istemez işletmeleri ya verimlilik artışına yani daha
az çalışan istihdam ederek işlerini yürütmeye çalışmaya veya
Türkiye’de maalesef sıklıkla başvurulduğu gibi kayıtdışı
istihdama yöneltiyor.
***
Saygıdeğer genel kurul katılımcıları
İşini geliştirmek isteyen, yurtdışı pazarlara açılmak, üçüncü
ülkeler arasında taşıma yaparak ülkemize döviz kazandırmayı
hedefleyen lojistik işletmeleri, düşük kurun haricinde,
finansman zorlukları nedeniyle de uluslararası rakiplerine göre
yarışa geriden başlamaktadır. Bunun en temel sebebi reel faiz
oranlarında dünya rekoruna sahip bir ülkede iş yapmaya
çalışmamızdır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre enflasyon son
üç yılın en düşük seviyesine gerilemiştir. Bunda ulaştırma
hizmetleri başta olmak üzere tüm hizmet sektöründe yaşanan
fiyatların gerilemesinin etkili olduğu ifade edilmektedir.
Ancak kamu borçlanma faizleri aynı hızda düşmemiştir. Bu
nedenle bankaların uyguladığı kredi faiz oranları aşırı derecede
yüksektir ve doğal olarak bankaları işletmelerimiz için
finansman kaynağı olmaktan çıkarmaktadır.
Öz varlığı sınırlı lojistik işletmelerinin bu finansman koşullarında
yurtdışı pazarlarda yatırımı girişmesi de beklenmemelidir.
Enflasyondan konu açılmışken sektörümüzün temel
girdilerinden olan akaryakıt fiyatları üzerinde biraz durmak
istiyorum. TÜİK verilerine göre bu yılın ilk 9 ayında akaryakıtı
da içeren enerji fiyatlarında yükselme değil, düşüş yaşanmış.
Bunda elbette elektriğe zam yapılmamasının ve yüksek YTL
kuru nedeniyle uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarındaki
artışların yurtiçi piyasaya yansımasını kısıtlamış olmasının etkisi
büyüktür. Ancak biz forwaderler, hava ve deniz kargo acenteleri
olarak uluslararası piyasalarda yakıt fiyatlarındaki
dalgalanmaları yakından biliyor, takip ediyoruz. Yabancı deniz
ve havayolu taşıyıcılarının BAF (Yakıt) ve CAF (Döviz) faktörleri
adı altında uluslararası piyasalarda yakıt ve kur artışlarını
doğrudan müşterilerine yansıttığını görmekteyiz.
Kaldı ki slaytta göreceğiniz gibi uluslararası piyasalarda petrol
fiyatları yeniden yükseliş eğilimine girmiş bulunmaktadır.
Konunu uzmanları petrol fiyatlarının daha usun süre 90-100
dolar aralığında duracağını ifade etmektedir. Bu durumun yurt
içinde de akaryakıt fiyatlarına dolayısıyla enflasyona yansıması
kaçınılmaz görünmektedir. Öyle görülüyor ki yakıt fiyatları,
güvenlik meseleleriyle birlikte lojistik sektörünün başlıca
gündem maddeleri arasına yakında oturacaktır.
***
Sevgili meslektaşlarım,
Şimdi de uluslararası taşımacılık ve lojistik sektörümüz dış
pazarlarda nerelerde şanslı, nerelerde rekabet avantajına sahip,
hangi bölgede hangi sıkıntılarla karşı karşıya birlikte
inceleyelim…
Uluslararası lojistik pazarlarında güçlü olabilmek için öncelikle
üslendiğiniz ülkenin dış ticaretinde önemli bir paya sahip
olmanız gerekir. Bu da ülkenizin dış ticaret performansıyla
doğrudan ilintilidir.
Türkiye’nin dış ticaret performansı her geçen gün yükseliyor.
Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanımız Sn. Kürşat Tüzmen,
Türkiye ihracatçılar Meclisi verilerine dayanarak Ekim ayı sonu
rakamlarına göre ihracatımızın 100 milyar doları geçtiği
duyurdu. TÜİK’in resmi verilerine göre Eylül ayı sonu itibarıyla
ihracatımız 72 milyar dolardır. Bu da 2006 yılının ilgili dönemine
göre yüzde 24 artışı ifade etmektedir. Bu açıdan ihracatımızın
2007’in belirsizlik koşullarından etkilenmediğini ve aynı hızla
artmayı sürdürdüğünün ispatı olarak memnuniyet vericidir.
Dış ticaretin ithalat kanadına baktığımızda ise yılın ilk dokuz
ayında 121 milyar dolarlık bir rakamla karşılaşıyoruz. Türkiye
İhracatçılar Meclisi’nin verdiği bu rakam geçen yılın aynı
dönemine göre yüzde 18.6 yükselişi ifade ediyor. Bu da dış
ticaret açığımızın artış hızının yavaşlamakla birlikte hala çok
yüksek bir seviyede, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10.4
artışla 45.3 milyar dolara ulaştığını gösteriyor.
Değerli genel kurul katılımcıları
Lojistik sektörünü yakından tanımayan çevreler, dış ticaretin
her iki yönünde hizmet veren bizler açısından dış ticaret açığının
hiçbir öneminin bulunmadığını düşünebilir. Ancak durum hiç de
öyle göründüğü gibi değildir.
Zira lojistik süreçlerin optimizasyonu öncelikle faaliyet
gösterilen pazarlar arasında dengeli eşya akışı gerektirmektedir.
Yani lojistik sektörü açısından, çift yönlü dengeli mal
hareketlerinin bulunduğu pazarlardaki faaliyetler verimlidir. Tek
yönlü eşya akışı taşıma araçlarının utilizasyonu düşürmekte bu
da doğal olarak lojistik maliyetleri artırmaktadır.
Dış ticaret açığının lojistik sektörüne maliyetini göstermesi
açısından Merkez Bankasının slaytta gördüğünüz verilerini
incelemek faydalı olacaktır.
Merkez Bankası’nın verilerine göre 2002 yılı sonuna kadar
Türkiye’nin navlun gelirleri, navlun giderlerinin iki katı
seviyesinde seyretmekte, yani taşımacılık sektöründen ülkemize
net döviz kazancı gelmekteydi. Ancak 2002 yılından sonra bu
tablonun tam tersine döndüğünü görmekteyiz. Bu tarihten
sonra Türkiye’nin navlun gelir gider tablosu sürekli açık
vermektedir. Öyle ki Aralık 2002- Ekim 2007 tarihleri arasındaki
navlunda net döviz kaybı toplam 5.2 milyar dolara
ulaşmaktadır.
Bu tabloyu kabaca dış ticarette yerli ve yabancıların payı olarak
da okumak mümkündür. Yine slaytta gördüğünüz gibi 2001
yılında Türkiye’nin dış ticaretinde yüzde 60’n üzerinde paya
sahip olan Türk taşıyıcılar, 2002 yılından itibaren sürekli pay
kaybetmiş, 2007 yılı başı itibarıyla yüzde 30 seviyesinde pay
alır hale gelmiştir. 2007 yılının ilk dokuz ayında bu tablo biraz
iyileşme sağlanmış, Türk taşıyıcıların payı yüze 34’e kadar
yükselmiştir.
Bu tablo kuşkusuz Türkiye’nin artan dış ticaretinin bir
sonucudur. Bu tablo Türkiye’nin dış ticarette açık verdiği gibi dış
ticarette kendisine yönelik mal hareketinde kendi lojistik
olanaklarını da kullanamadığını göstermektedir. Yani Türkiye,
artan miktarda mal ithal ederken, ithal eşyanın taşınmasını da
yabancılara bırakmaktadır.
Peki dış ticarette navlun açığını hangi pazarlarda veriyoruz? Bu
sorunun yanıtını aramadan önce dış ticaretimizde taşıma
modlarının paylarına bir bakmakta fayda vardır.
TÜİK verilerine göre 2007 yılının ilk dokuz ayındaki Türkiye’nin
72 milyar dolarlık ihracatının yarıya yakın oranı denizyoluyla,
yüzde 42 oranındaysa karayoluyla taşınmıştır. Veriler taşınan
yükün miktarı değil değeri üzerindendir. Bu nedenle
havayoluyla taşınan Türk ihraç yükünün değer oranı yüzde 6’ya
ulaşmaktadır. Tabloda ‘diğer’ olarak gösterilen, büyük oranda
boru hattıyla taşınan Türk ihracat yükünün oranı ise yüzde ikiye
ulaşırken, demiryolu ile taşınan yükün değeri yüzde bir
seviyesindedir. Ancak son beş yılın rakamları incelendiğinde
ihracatta en fazla pay artıran taşıma türünün de demiryolu
olduğunu göstermektedir.
2007 yılı ilk 9 ayındaki ithalatımızda taşıma modlarının payına
baktığımızda ise taşınan yükün değeri açısından bakıldığında
denizyolu taşımacılığının büyük farkla yüzde 59 pay aldığını
görüyoruz. Karayolu taşımacılığın payı yüzde 23’te kalırken
havayolu taşımalarının payı yüzde 10’a yükselmektedir.
Demiryolu taşımacılığının payı yüzde 2’de kalmakla birlikte,
slaytta görüldüğü gibi son 5 yılda demiryoluyla taşınan ithalat
yükünün değeri beş katına ulaşmıştır.
2007 yılının ilk dokuz ayına ilişkin olarak taşıma türlerinde
taşınan yükün ton cinsinden miktarı konusunda henüz resmi
istatistikler yayınlanmamıştır. Ancak TÜİK’in 2006 yılını sonu
itibarıyla toplam ihracat ve ithalatta taşıma türlerinin payına
ilişkin geçici verilerine göre denizyoluyla taşınan yükün miktarı
178 milyon ton, karayoluyla 21 milyon ton, demiryoluyla 2.1
milyon ton ve havayoluyla taşınan yük miktarıysa 275 bin
tondur. Bu veriler dış ticaretimizde miktar açsından yüzde 88,
karayolunun yüzde 10, demiryolunun yüzde birin biraz
üzerinde, havayolunun ise yüzde birin altında pay aldığını
göstermektedir.
Taşıma türlerindeki gerek taşınan yükün değeri gerek taşınan
yükün miktarı açısından incelendiğinde bir takım sonuçlara
ulaşmak mümkündür. Bunun başında özellikle denizyolu
taşımacılığının ithalattaki payının yüksekliğinden yola çıkarak
Türkiye’nin özellikle bu taşımalarda navlun kayıpları yaşadığı
sonucudur. Keza havayolu taşımacılığında gerek taşınan yükün
değeri gerekse miktarı açısından önemli seviyelerde olmasa da
benzer durum yaşanmaktadır.
Buna karşılık karayolu ve rakamlar henüz istenilen sevilerde
olmasa da demiryolu taşımacılığında yerli ve yabancı payları
açından görece dengeli, hatta karayolu taşımacılığı açısından
pozitif bir durum yaşandığını göstermektedir.
Dış ticarette lojistik sektörümüzün rolünü ortaya çıkarmak için
dış ticaret kompozisyonumuza biraz daha yakından bakmakta
fayda görüyorum.
Bunun için Türkiye’nin ticaret yaptığı ülkelerle ihracat ve ithalat
oranlarına bölgesel olarak inceleyelim…
İlk olarak kara sınırımız bulunan ülkelerle 2007 yılının ilk 9
ayında ticaretimize bir göz atalım. Burada öncelikle göze çarpan
husus doğal gaz ve petrol alımlarımızdan dolayı İran ile
ticaretimizde 4 milyar dolara varan bir dış ticaret açığımızın
olduğudur. Ancak söz konusu ticaretin devlet tekelindeki boru
hatlarında yapıldığı göz önünde bulundurulursa, kara sınır
komşularımızla yapılan ticaretimizde Türkiye lehine bir durum
söz konusu olduğu söylemek mümkündür. Ayrıca lojistik
süreçlerin verimliliği açısından bir milyar doların üzerine çıkan
Bulgaristan ve Yunanistan’la ticaretimizin son derece sağlıklı bir
yapıda olduğu görülmektedir. Irak ve İran hariç doğu ve güney
komşularımızla da benzer bir denge söz konusudur. Ancak bu
ülkelerle ticaretimiz arzu edilen seviyelerin çok altındadır.
Irak ve İran’la ticaretimizde ise tek yönlü bir trafik söz
konusudur. Bu durum lojistik süreçlerin verimliliğini
etkilemektedir.
Tabloya genel olarak baktığımızda ise kara sınır komşularımızla,
yani Türkiye’nin birincil pazarı olması gereken bölgeyle
ticaretinin hem ihracatta hem de ithalatta son derece düşük
paylarda kaldığını görmekteyiz. Bu açıdan komşu ülkeler
‘aradığımız’ hedef pazarlar olmaktan en azından şimdilik uzak
görünmektedir.
Ancak burada özelikle kara komşularımızla ulaşım bağlantıları
ve sınır geçişleri açısından eksikliklerimize değinmeden
edemeyeceğim. Komşularımız ile ticaretimizi artırmak için
öncelikli şart, etkin bir ulaşım bağlantılarının olmasıdır. Oysa
mesela hala 2,5 milyar dolar ihracat yaptığımız Irak ile
doğrudan demiryolu bağlantımız yoktur. İran ile demiryolu
bağlantımız ise Van Gölü feribot geçişlerindeki aksamalardan
dolayı inanılmaz çilelerle sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Türkiye’nin değil dünyanın en işlek sınır kapılarından olan
Kapıkule’deki yetersizlikler kamuoyumuzca bilinmektedir. Keza
Habur’da yaşanan sıkıntılar hepimizin malumudur. Görüldüğü
üzere uluslararası bağlantılarımızdaki en büyük kusur yine
Türkiye’nin hanesinde düşmektedir. Bu açıdan öncelikle BaküTiflis-Kars demiryolu ve Van Gölü Kuzey geçişi gibi projelerin
tamamlanması, Irak’a doğrudan demiryolu bağlanmasının
yatırım planlarına alınması, karayolu bağlantılarının
güçlendirilmesini ve sınır kapılarındaki süre kayıplarının bir an
önce asgariye indirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin ikincil pazarı olarak görülebilecek Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne (KEİ) üye 11 ülke ve Orta Asya
Cumhuriyetleri ile 2007 yılının ilk 9 ayındaki ticaretimize
baktığımızda ise ihracat ve ithalat paylarının yükseldiğini
görmekteyiz. Ancak bu ticaretimizde belirleyici unsur özellikle
Rusya ile doğal gaz ve petrol ticaretimizdir. Bu ticaretin bir
kısmı Ukrayna üzerinden geldiği için bu ülke ile ticaretimizde de
cari açık ortaya çıkmaktadır.
Lojistik süreçlerin verimliliği açısında çift yönlü trafiğe sahip
olduğumuz ülke sayısının azlığı dikkati çekmektedir. Nitekim
KEİ ülkeleri arasında hem belirli bir hacim yakaladığımız hem
dengeli bir dış ticaret ülkeler sadece Romanya, Bulgaristan ve
kısmen Yunanistan’dır. Bölgedeki en büyük ticari partnerimiz
olan Rusya Federasyonu ile ise boru hatlarıyla taşınan doğalgaz
ve petrol bir yana koyulduğunda Türkiye’den bu ülkeye 3,5
milyar doları bulan tek yönlü bir eşya hareketi olduğu
görmekteyiz. Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetleri ile
ticaretimizde göre bir denge vardır ancak bölge ülkeleri
arasında sadece Kazakistan ile 1 milyar doların biraz üzerinde
ticaretimiz söz konusudur. Diğerleriyle ticaretimiz endekslere
baktığımızda son üç yılda 4-5 kat artmıştır ancak diş ticaret
hacimlerimiz son derece düşük seviyededir.
Yine de bu bölgeye ümitle bakmamızı sağlayan veriler
mevcuttur. KEİ teşkilatının verilerine göre, üye devletler
arasındaki ticaret hacmi son üç yılda üç kat artmıştır. Yine
Türkiye’nin ihracatının en hızlı artış kaydettiği beş ülkeden üçü
Orta Asya cumhuriyetleridir…
Ancak bu tablonun daha da iyileşmesi yine bölge ülkeleri
arasında ulaşım ağlarının güçlendirilmesi için işbirliğinin
geliştirilmesine bağlıdır. Bu kapsamda Türkiye’ye pek çok görev
düşmektedir. Bunların başında KEİ ülkeleri ve Orta Asya
Cumhuriyetleri’nin ana taşıma modu olan demiryolu
bağlantılarının güçlendirilmesi gelmektedir. Bugün bu ülkelerle
demiryoluyla sevkıyat yapmak isteyenlerin önündeki
alternatiflerin sayısı son derece kısıtlıdır. TCDD’nin Almati blok
treninde verim bir türlü sağlanamamıştır. Karadeniz’de vagon
feribot taşımacılığı yapan sadece bir gemi çalışmaktadır. Yine
Karadeniz üzerinde konteyner+demiryolu servisleri ise yetersiz
olduğu gibi aktarmalarda büyük zaman kayıpları ile karşı
karşıya kalınmaktadır. Bu nedenlerden ötürü özellikle Orta Asya
Cumhuriyetleriyle ticaretimizde 5 bin kilometreyi aşan
mesafeler kamyonlarla 10-12 bin dolar seviyesindeki navlun
bedelleriyle aşılmaya çalışılmaktadır.
Bu açıdan yine Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesi hayati önem
taşımaktadır. Hattın tamamlanmasından sonra uzun vadeli
projeksiyonlar, demiryoluyla eşya sevkıyatının 30 milyon tona
çıkacağını göstermektedir. Ancak bizim kanımız hattın bir an
önce devreye girmesi halinde bu hedefe çok daha kısa sürede
ulaşılabileceği yönündedir.
Türkiye’nin son dönemde dış ticarette odaklandığı Ortadoğu ve
Kuzey Afrika’ya baktığımızda ise daha dengeli ancak yine
yetersiz hacimlerde kalan bir dış ticaret kompozisyonu ile
karşılaşmaktayız. Bu geniş coğrafyada maalesef girişimlere
rağmen 2007 yılının ilk dokuz ayında 1 milyar doların üzerinde
ticaret hacmi yakaladığımız ülke sayısı sadece 7’dir.
Ancak bu tabloda Türkiye’yi umutlandıran husus, bölge ülkeleri
ile mevcut ticaretimizde fazla vermemizdir. Nitekim bölgedeki
yaklaşık 30 ülkeye yaptığımız ihracatın toplam ihracatıma oranı
207 yılının ilk 9 ayında yüzde 17,2’ye yükselmiştir. Bölge
ülkelerinden ithalatımızın toplam ithalatımıza oranı ise yüzde 6
seviyesindedir.
Öte yandan petrol zengini ülkelerin yoğunlaştığı bu bölgede,
artan petrol fiyatlarının etkisiyle başlatılan imar ve sanayi
hamlesi Türk müteahhitlik şirketlerine proje imkanı sunmakta,
bölgede gelişmiş sanayiye sahip tek ülke konumundaki
Türkiye’den bölge ülkelerine başta inşaat malzemesi olmak
üzere her türlü sanayi ve tarım ürünü akışını hızlandırmaktadır.
Ne var ki bu tablo do lojistik süreçler açısından tek yönlü trafik
yaratmasından ötürü verimlilik arz etmemektedir. Bu süreçlerin
iyileştirilmesi için de ulaşım bağlantılarının güçlenmesi, özellikle
liman ve denizyolu taşıma hizmetlerinin iyileştirilmesi ve
hacimlerinin artırılması gerekmektedir. Özellikle Akdeniz
havzası ülkeleri ve Körfez ülkelerine doğrudan bağlantılı
denizyolu hatlarının geliştirilmesine büyük ihtiyaç vardır.
Arabistan Yarımadası’ndaki ülkelerle ise halen demiryolu
bağlantılarımız son derece zayıftır. Karayolu taşımalarımız ise
mesafe, coğrafi koşullar ve güvenlik sorunları nedeniyle yetersiz
kalmaktadır.
Kanımızca son derece gelişme potansiyeline sahip bu bölge ile
ulaşım bağlarının geliştirmesi bölgeyle yapılan ticareti de kat ve
kat artmasını sağlayacaktır.
Saygı değer meslektaşlarım
Ülkemizin Amerika kıtası ülkeleri ile yaptığı ticarete göz
attığımızda gerek ithalat gerekse ithalat açısından son derece
düşük bir hacim yakalandığı görülmektedir. Türkiye’nin bu
kıtada belirli bir hacim yakaladığı tek ticari partneri Amerika
Birleşik Devletleri’dir. ABD ile ticaretimiz yılın ilk dokuz ayında 9
milyar doların üzerinde ve görece dengeli bir ticarettir.
Ülkemizden bu ülkeye denizyolu ve havayolu ulaşımı açısından
herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır.
Ancak ABD ile ticaretimizde bir güvenlik sıkıntısı yaşanmaktadır.
Bu bize has bir sıkıntı da değildir. Tüm ülkeler aynı sıkıntıyı
yaşamaktadır. ABD’nin bu ülkeye yönelik sevkıyatlarda ön
bildirim zorunluluğu getirmesi, bu ülkeye mal çıkışının olduğu
hava ve deniz limanlara pahalı güvenlik standartlarını empoze
etmesi, dünya küresel lojistik sektörünün baş meselesi haline
gelmiştir. Zira ABD’yi AB ve diğer bazı gelişmiş ülkeler de takip
etmiş ve benzer güvenlik standartlarını zorunlu hale
getirmişlerdir. Üstelik ABD, 2009’dan itibaren bu ülkeye
gönderilecek konteynerlere X-ray ile radyasyon taraması
zorunluluğu getireceğini açıklamıştır.
Konu FIATA’da son 5 yılın sürekli ilk gündem maddesidir. FIATA
2007 Dünya Kongresi’nde de tartışılmıştır. Freight forwarder
endüstrisinin söz konusu güvenlik standartlarını yerine
getirmede üzerine düşen görevleri yerine getirmeye hazır
olduğu, ancak üçüncü kişilerin yanlış ve eksik bildirimlerinden
dolayı sektörün sorumlu tutulamayacağı dile getirilmiştir.
Güvenlik tedbirlerinin sektörümüze getirdiği sıkıntıların ötesinde
taşıma maliyetlerine, dolayısıyla dış ticarete getirdiği yükler
açısından irdelenmesi gereken yönleri vardır. Zira yapılan
hesaplara göre söz konusu güvenlik standartlarını yerine
getirmenin maliyeti küresel çapta 1,5 trilyon dolara
ulaşmaktadır. Bu nedenle ABD ve benzeri tedbirleri alan
ülkelerle ticarette lojistik maliyetlerin yükselmesi gelecek
dönemlerde de kaçınılmaz görünmektedir.
Saygıdeğer meslektaşlarım,
Ekrandaki grafiğe özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Çünkü
Türkiye’nin navlundaki döviz kaybının yaşandığı coğrafya,
ekranda gördüğünüz Güney Asya’da Pasifik ülkelerine uzanan
bölgedeki 30 aşkın ülkeyle ticaretinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye bölgede belirli hacim yakaladığı tüm ülkelerle
ticaretinde yüksek seviyede cari açık vermektedir. Çin Halk
Cumhuriyeti ile en uç seviyesine ulaşan bu dış ticaret açığı
lojistik süreçler açısından da Türkiye’yi bölge ülkelerinin ulaşım
imkanlarına mahkum kılmaktadır. Zira sadece tek yönlü, o da
bölge ülkelerinden Türkiye’ye olan bir ticari eşya akışı söz
konudur. Böyle bir tabloda kimsenin Türk lojistik ve taşımacılık
şirketlerine ‘gidin bu trafikten pay kapın’ demeye hakkı yoktur.
Nitekim milli havayolu taşıyıcımız THY bile Çin’e doğrudan hava
kargo servisi başlatmakta haklı olarak çekimser kalmaktadır.
Bölgeden yapılan ithalatta Uzakdoğulu deniz hat işletmecilerin
bol uğraklı kimi zaman 45 güne ulaşan sürelerdeki taşımalarına
veyahut da Singapur veya Dubai aktarmalı deniz+hava
servislerini kullanmak zorunda kalmaktayız.
Açıkçası bu dış ticaret tablosu değişmeden, uluslararası
taşımacılık ve lojistik sektörünün bölge ülkelerle ticarette ithalat
forwarder ve acentelik hizmeti vermek dışında yapacağı pek bir
şey yoktur.
Avrupa ülkeleri ile dış ticaretimize baktığımızda ise bambaşka
bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz. 2007 yılının ilk 9 aylık
verilerine baktığımızda ihracatımızın yüzde 56’sından fazlasını
yani yaklaşık 40 milyar dolarını, ithalatımızın ise yüzde kırkını
yani yaklaşık 48 milyar dolarını Avrupa Birliği’ne üye ülkelerle
yapmaktayız. Buna AB üyesi olmayan Rusya hariç diğer Avrupa
ülkelerini kattığımızda oranlar daha da artmaktadır.
Bu rakamlar ayrıca son derece dengeli ve sağlıklı bir dış ticaret
mal akışını ifade etmektedir. Hacimler son derece yüksektir. Dış
ticaret ilişkisinde olduğumuz 38 Avrupa ülkesinden 17’siyle 1
milyar doların üzerinde ticaret hacmi yakalanmış durumdadır.
Üstelik hacimlerde ithalat ve ihracatın payı birkaç ekstrem
durum hariç kabul edilebilir seviyelerdedir.
Bu dış ticaret kompozisyonu lojistik süreçler açısından
optimizasyonun ve verimin yakalanması açısından son derece
önemlidir. Bu tabloya bakıldığı vakit, uluslararası taşımacılık ve
lojistik hizmet sağlayıcılarının büyük bölümünün Avrupa’ya
yönelik faaliyetlere yönelmesine şaşırmamak gerekir.
Avrupa ile ulaşım olanakları açısından da bir sıkıntı
yaşanmamaktır. Her türlü taşıma modunda yaygın, gelişmiş ve
çeşitlenmiş taşıma hizmeti bulmak mümkündür.
Ancak taşıma türleri arasında karayolu taşımalarının payı
kuşkusuz yüksektir. Rakamlar hayli spekülatif olmakla birlikte,
Avrupa taşımalarında karayolu taşımalarının payı yüzde 80-90
civarında olduğu ifade edilmektedir. Bu açıdan karayolu
taşımacılığı derneklerinin “Türkiye’nin ihracatının yarısını biz
taşıyoruz” söylemlerinde haklılık payı son derece yüksektir.
Avrupa taşımalarında karayolu taşımacılığının payının bu denli
yüksek olmasının sağlıklı olup olmadığı veya buna yol açan
nedenler konusundaki tartışmalar bir yana, mevcut koşullarda
karayolu taşıyıcılarının Avrupa’da yaşadığı sıkıntı ve endişelerin
dikkate alınması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Zira konu bir
meslek grubun özel sıkıntısı değildir. Türkiye’nin ekonomik
menfaatleri söz konusudur. Türk karayolu taşıyıcılarının vize,
kota ve belge sıkıntıları veya UN Ro-Ro satışından sonra
taşımaların gelecekte sekteye uğrayabileceği veya taşıma
maliyetlerini etkileyen kararların alınacağı yönündeki endişeleri
tedarik zincirinin tüm halkalarında yer alan işletmeleri
ilgilendirmektedir.
Bu bilinçle, UTİKAD olarak Avrupa taşımalarında karayoluna
alternatiflerin geliştirilmesi gerektiğini savunmakla birlikte,
mevcut durumda yaşanan vize, kota ve belge sıkıntıların
aşılmasında elinden geldiğince çaba sarf etmekteyiz.
Bu kapsamda katıldığımız her uluslararası platformda bizler de
bu sıkıntıları dile getirmekte ve destek aramaktayız. Bu
çalışmalar Yönetim Kurulu Faaliyet raporumuzda ayrıntılarıyla
bulmanız mümkündür…
Değerli Genel Kurul Katılımcıları,
Konuşmama son vermeden önce Türk uluslararası taşımacılık ve
lojistik firmaları açısından genel görünümü arz etmek istiyorum.
Uluslararası Taşımacılık ve Lojistik Sektörü kur, faiz, yüksek
istihdam ve girdi maliyetlerinin baskısı altındadır. Bu nedenle
uluslararası alanda yabancı lojistik firmalarıyla rekabette daha
baştan geride kalmaktadır.
Uluslararası pazarlarda lojistik sektörünün gücüyle rekabet
avantajı yakalanması için öncelikle lojistik sektörü üzerindeki
yüklerin hafifletilmesi gerekmektedir.
Ancak lojistik sektörümüzün dış pazarlarda rekabet edebilmesi
için bu da yeterli değildir. Ülkemizin yüksek boyutlardaki cari
açığı lojistik süreçlerin optimizasyonuna engel olmakta, birçok
ülkeyle ticarette yabancı taşıyıcıların hizmetlerine bağlı
kalınmasına yol açmaktadır. Bu da ekonomimize yüksek
boyutta net navlun çıkışı olarak yansımaktadır. Türkiye’nin
gelişmekte olan pazarlarda gücünün artması, dolayısıyla dış
ticaret açığının kapanması için Türkiye’nin uluslararası ulaşım
bağlantılarının güçlendirilmesi, dış ticaret stratejilerine lojistik
hizmetlerin de eklenmesi gerekmektedir.
Mevcut pazarlar arasında Avrupa ülkeleriyle ticaretimiz büyük
önem taşımaktadır. Avrupa ülkeleriyle yapılan ticarette
yakalanan nispi denge lojistik optimizasyon süreçlerini
kolaylaştırmaktadır. Bu açıdan bu ülkeler ile yapılan karayolu
taşımacılığının önündeki vize, belge ve kota sıkıntılarının
aşılması hayati önem taşımaktayken, demiryolu ve kombine
taşımacılık olanaklarının geliştirilmesine çalışılmalıdır.
Saygıdeğer konuklar,
Bütün bu koşulları yerine getirmek uluslar arası taşımacılık ve
lojistik işletmelerinin bireysel veya topluca yapabileceğini
nitelikte değildi. Bunlar kamuyla beraber ancak kamu gücünün
önderliğinde gerçekleştirilebilecek hedeflerdir.
Uluslararası taşmacılık ve lojistik sektörü uluslararası pazarlarda
faaliyet gösterip ülkemize en az turizm kadar döviz
kazandıracak kadar bilgi ve birikime sahiptir. Ancak bunları
yapabilmesi için özel şartların yanı sına kendisine “Stratejik
açıdan öncü olabilecek bir devlete” ihtiyaç duymaktadır.
Lojistik sektörüne stratejik öncü devlet:
Lojistiğin dış ticarette rekabet avantajı yaratmadaki önemini
anlamış;
Lojistik maliyetleri azaltmak için lojistik sektörünün üzerindeki
yükleri hafifleten;
Lojistik sektörüne yeni pazarlara girmesi yardımcı olan;
Lojistikçilerin üçüncü ülkelerarası hizmet üretip ülkemize döviz
kazandırmasını teşvik eden;
Ülke içinde lojistik altyapıyı sadece kendi ihtiyaçlarımıza
yetecek kadar değil bölgemizden geçen transit trafiği ülkemize
çekecek şekilde yapıp hazır tutan devlettir.
Taşımacılık ve lojistik sektörüne ilişkin kamu kuruluşlarında
başlatılan yeniden yapılandırma sürecinin sonucunda bizlere
bunları sağlayacak bir yapının oluşması dileğiyle…
Hepinizi saygıyla selamlıyorum…
Kosta Sandalcı
Download