www.mehmetbozkurt.com.tr - mbozkurt36/twiter - m.bozkurt36@facebook TARİHTE KÜRTLER Amacımız ırkçılık yapmak değil, hakkında çok farklı düşüncelerin olduğu bir kavim, millet hakkında bir durum tespiti yapmaktır. Irkçılık yapmaktan da Allah’a sığınırız. Bunu öncelikle belirtmek isterim. Kürtler, Yukarı Mezopotamya’nın en eski ve yerli halklarından olup, Toros dağlarından Zagros dağlarına kadar uzanan coğrafyada yaşayan ve bu bölgeye sonradan yerleşen bir kavim olmayıp, buranın yerlilerindendir. Kürtler tarihsel olarak çok eskilere dayanmaktadır. Bazı araştırmalara göre “Kürt” terimi Sümer kökenlidir. Kürtlerin “Kürti” diye adlandırıldıkları belgelenmiştir. “Kürti” Sümer dilinde “dağlılar” demektir. Bu ismin geçmişi M. Ö. 3000 yıllarına kadar dayanmaktadır. Birçok tarihi kaynaklara göre Kürtlerin M. Ö. 2000 yıllarında Dicle-Fırat çevresinde yaşadıkları belirtilmiştir. Tarihte ilk defa “Kürt” ismi ve coğrafi bölge olarak “Kürdistan” ismi M. Ö 3000 yıllarından itibaren Sümer-Akad-Asur-Yunan ve Arap kaynaklarında geçmektedir. Arşivler tarandığında görülecektir. “Kürti, Kürt, Kardu” şeklinde geçmektedir. Bu da bize göstermektedir ki, Kürtler M.Ö dünyanın birçok parçasında vardır. Ağırlıklı olarak İran ile Irak arasındaki bölgede yaşamaktadırlar. Ancak Türkiye, Suriye, Irak İran ve Rusya’da ciddi sayıda bir Kürt nüfusu yaşamaktadır. İlk olarak Kürt formatı, M. S Sasaniler döneminde şeklini almıştır. M. Ö coğrafi bölge olarak Kürdistan, Kürtlerin yaşadığı yer şeklinde çivi yazısı ile “Akad tabletlerinde Kürda” şeklinde yerini alarak Kürt yurdu kendisini göstermektedir. Birçok kaynakta M. S 5. yüzyılda Kürtlerin Diyarbakır ve çevresinde yaşadığını görebiliriz. Kürdistan kelime olarak Kürtlerin yaşadığı bölgeye verilen isimdir. İslam bu hassasiyeti korumuş ve Osmanlı kaynaklarında Kürtlerin yaşadığı bölgeye “Kürdistan” denmiştir. Kürtler, coğrafik olarak Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Ermenistan devletlerinin sınırları içerisinde ve tarihsel olarak da “Kürdistan” diye adlandırılan coğrafyada yaşayan Aryan kökenli etnik gruba mensupturlar. Kesin olarak nüfusları belli olmamakla birlikte 30 ile 50 milyon arasında olup, Kürtlerin çoğunluğu SünniMüslüman’dır. Bunun yanında Şii, Alevi, Yezidi, Zerdüşt ve Hıristiyan Kürtler de vardır. Avrupa’da 1,5 milyondan fazla Kürt yaşamaktadır. Kürtlerin tarihte birçok devlet kurdukları tarihi kaynaklarda zikredilmektedir. Kürtler M. Ö 2500 yılında kurulmuş bir hükümete sahip olmuştur. Bu hükümetin Zoha ve Hakkari arasında kurulan “Lolo Hükümeti” olduğu ve 140 yıl ayakta kaldığı zikredilmektedir. Daha sonra “Kuti hükümeti” adıyla meşhur olan bir hükümet kurulmuş bu isim Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Cudi = Kuti dağından alınmıştır. Tarihte Kürtler birçok devlet kurmuşlardır. Biz bu kurulan devletleri bu aşamada anlatmayacağız ve çalışmamızın ileriki aşamalarında değineceğiz. Kürtlerin asıllarının cinler olduğu konusunda bazı kaynaklarda bilgi görmek mümkündür. İslam sonrası İslam’ın fetih orduları ile Kürtlerin karşılaşmalarında şahit olunan cesaret ve şecaat karşısında ifade edilen hayret, “bunlar Cinler’den olabilir”, şeklinde yorumlanmıştır. Bu konuda en çok tarihçi Mesudi, olayın üzerinde durmaktadır. Araplar ve Müslümanlar, Kürtleri çok cesur, atak ve vur-kaç taktikleri ile hareket ettiklerinden, olsa olsa bunlar Cin’dir demişlerdir. Mecazen bunlar Cin’dir denilmiştir. Bazı alimler de bu durumu gerçek gibi algılamışlardır. Hatta ciddiye alınmayacak kadar önemsiz bazı kaynaklarda deniliyor ki: “Hz. Süleyman (a.s), bazı cariyeler cinlerle evlenmişler ve doğan çocuklarla birlikte cariyeler Hz. Süleyman (a.s) tarafında dağlara sürülmüş, bunların Kürt olduğu söylenir. Bunu ciddiye almak ve doğru kabul etmek mümkün değildir. Çünkü yaratılış gereği mümkün değildir. İnsanlar ile cinlerin farklı yaratılışları gereği evlenmeleri ve bunun gereği olarak çoğalmaları mümkün değildir. Hatta Kürtleri Arap kabilelerine de dayandıranlar da vardır. Bu görüş de gerçekçi değildir. Fert fert ve küçük guruplar halinde İslam’a girdiklerini kaynaklarda görmek mümkündür. Ancak kitlesel olarak İslam dinine girmeleri Halife Hz. Ömer (r.a) zamanına denk gelmektedir. Zerdüşti Kürtler ve Zerdüşti Farslar İslam’ın fetih orduları ile karşılaşmalarında, yenilgileri üzerine 1 ilk defa Müslümanlar ile karşılaşmaları ve tanışmaları Kürtlerin kitlesel olarak İslam dinine girmelerini sağlamıştır. Önemli bir kısmının, bir baskı ve zorlama olmadan, Zerduşt inancını terk ederek Müslüman oldukları birçok kaynakta yazılıdır. Zerdüşti Kürtlerin %90’ı barış yolu ile Müslüman olurken, Şerazuri Kürtler de daha sonra Müslüman olmuşlardır. Kürtlerin ferdi ve kolektif olarak İslam dini ile tanışmaları, Kürt olan Gaban2 el-Kürdi adlı sahabe aracılığı ile olmuştur. Oğlu Meymun el- Kürdi de ciddi anlamda katkı sünmüştür. Şehit edilen Gaban el-Kürdi’nin mezarı Tikrit’tedir. Eyyübiler, Hizbani Kürt aşiretinin Revan kolundandır. Kaynaklarda ilk Kürt beyliği olarak ifade edilir. Selehaddin Eyyübi’nin dedesi olan Şadi bu beyliğe mensuptur. Mısır, Şam, Filistin gibi Arapların yaşadığı bölgelerde Eyyübiler hüküm sürerken 3 , Selehaddin Eyyübi 4 yolculuk esnasında Tikrit yakınlarında doğar. Daha sonra ilk Kürt beyliğinin yönetiminde görev alır. Başta Selahaddin Eyyübi olmak üzere Eyyübiler, İslam dinini ve diyarını haçlılara karşı çok iyi temsil etmişlerdir. Selahaddin Yenilen Kürtler hakkında İslam’ın bunlar ile ilgili hükmü konusunda; İslam orduları ilk defa böyle bir inanç grubu ve kavimle karşılaştıklarında, Ehl-i Kitap olmadıkları için nasıl bir hüküm verileceği Medine’de olan halife Hz. Ömer (r.a)’e bildirilir. Yapılan istişarede sahabe Abdurrahman ibn-i Avf, Hz. Peygamber (s.a.v)’in: “Onlara Ehl-i Kitap muamelesi yapınız.” dediğini duyduğunu ifade eder. Bunun üzerine savaş sonrası esirlere Ehl-i Kitap muamelesi yapılır. Kur’an-ı Kerim’de Zerduştluk ile ilgili bir bilgi yoktur. Ancak Mecusiler’den bahseden emirler vardır. Zerdüştlük, Mecusiliğin bir koludur ve Zend-Avesta adında bir inanç kitabı vardır. Zerdüştlükte ateş bir iyilik, aydınlık ve kıble sembolü olarak kabul edilir. Zerdüştlükte ateş bir kıble olarak kabul edildiğinden, ateş yakılır ve ona karşı ibadet edilir. Zamanla ateş bir ma’bud, yani bir ilah haline gelmiştir. Zerdüştlerin Peygamberi Zerdüşt’tür. Onların kutsal kitabı olan Zend-Avesta, 12 bin öküz postu üzerine yazılı inançlarına ait emir vardır. Bir kişinin ezberlemesi mümkün olmadığından, insanlar arasında bölüştürülerek ezberletilmesi sağlanmıştır. Büyük İskender, 2 nüsha olan Zend-Avesta’nın bir nüshasını yakmış, diğer nüshası da Yunanca’ya çevirisini yaparak memleketine götürmüştür.Büyük İslam mütefekkiri Ali Şeriati: “Zend-Avesta’nın Yunan medeniyetinde önemli bir yerinin olduğunu” ifade eder. Bu gün dünyada yaklaşık 300.000 kadar Zerdüşti Kürtler İran ve Hindistan’da yaşamaktadır. 2 Arapça’da G harfı olmadığı için, Caban olarak yazılmaktadır. Caban, yani Gaban Kürtçe’de Çoban anlamına gelir. 3 Bu dönemde Musul, Erbil, Diyarbakır ve Hasankeyf bölgelerinde de çok sayıda Kürt nüfusu yaşamaktadır. 4 Selahattin Eyyübi’nin babası kesinlikle Kürt’tür. Kürt olan bir anne ve babadan doğmuştur. Kaynaklardan alınan bilgi budur. Eyyübiler, Musul civarında yaşadıklarından ve Arap kültürü ile iç içe olduklarından bazı akraba isimlerinin Arap ve Türkmen olmaları bir anlam ifade etmez. Kendi kardeşlerinin isimleri de Tütekin ve Turan Şah’tır. 1 Eyyübi, 90 yıl Hıristiyanların hakimiyetinde olan Küdus’u fethetmiştir. Ayrıca yüzlerce medrese ve ilmiye kuruluşlarını Müslümanlara kazandırmışlardır. Medrese ve tekke geleneğini devam ettirerek Kürtlere yön verilmiştir. Medreseler 1000 yıllık bir geleneğin ürünüdür. Hemedan medreseleri ilk medreselerdir. O dönemde medrese, hem eğitimöğretim yeri olmuş ve hem de yargı yeri olmuştur. Medrese’de hem Kadı ve hem de Müderrisler birlikte görev yapmışlardır. Karar verme noktasında Kadılar, Müderrisler’den bilgi almaktaydılar. Medreselerin Kürt dili, kültürü ve edebiyatında önemli bir yeri vardır. Eyyübiler dönemindeki Medreselerde “Müiblik”, yani asistanlık kurumu da vardır.5 Osmanlı öncesi Kürtlere ait medreseler olduğu gibi, Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Ayrıca Osmanlı döneminde medrese sisteminde Kürtlerin yeri büyüktür. Kürtlerin kurumsal kimliklerinde medreselerin ve bu medreselerde yetişen ilim erbabının yeri ve önemi büyüktür. Medrese ve medrese eğitimi Cumhuriyet ile birlikte tasfiye edilmiştir. Tevhi-i Tedrisat kanunu ile medrese eğitimine son verildi ve medrese eğitim dili olan Kürtçe2ye de son verildi. Bu nedenle de Kürt dili eğitim ve öğretimden koptu. İmam-hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi mezunu din görevlileri Kürt toplumu nezdinde itibar görmedi ve benimsenmedi. Bu durum hergün biraz daha Kürtleri devlete karşı soğumaya neden oldu. Din birliği konusunda zayıflamanın önemli nedenlerinden biri saymak mümkündür. Çünkü Kürtler ile Türkleri 1000 yıllık birlikte yaşama tarihinde din birliğinin önemli bir rolu vardır. Onları birbirine bağlayan en önemli harç İslam’dır. İslam’ı Kürtlere öğreten medrese alimlerinin yetişmesinin önündeki engel, Kürt toplumunu incitmiş ve bu durumu kendisine karşı bir duruş olarak görmüştür. Ebu Suud efendi, Molla Gürani, Said-i Nursi 6 ve İdris-i Bitlisi de Hoca ile öğrenci arasında bir aracı olan Muiblik, anlaşılmayan konular hakkında öğrenciye rehberlik etmişlerdir. Said-i Nursi veya kendi ifadeleri ile Said-i Kürdi, medresede yetişmiş Bitlis ilinin Hizan ilçesinin Nurs köyünde doğmuştur. Hem Osmanlı dönemini ve hem de Cumhuriyetin ilk yıllarını idrak eden aydın, alim ve zeki bir Kürt ailenin çocuğudur. Kürt diline, edebiyatına, kültürüne ve özellikle de bir Kürt Üniversitesinin kurulmasına önem vermiştir. Medinet’üz-Zehra Dar’ül-Funun adını verdiği bir Üniversite kurma hayalını bir çok devlet yetkilisi ile paylaşmış, bu konuda Atatürk ile de görüştüğü rivayetler arasındadır. Ancak bu sayede Kürt dilinin gelişmesinin mümkün olacağına ve Kürtlerin bir seviyeye gelmesine inanıyor. Bu Üniversiteyi Bitlis’te kurmak ister, Van ve Diyarbakır’da da iki şubesinin olması gerekir düşüncesindedir. Bu Üniversitede üç dil eğitiminin olması O’nun düşünceleri arasındadır. Çünkü O’na göre, Arapçayı vacip, Türkçeyi lazım ve Kürtçeyi de eğitim dili olarak Osmanlı yönetimine ve daha sonra da Cumhuriyet yönetimine söyler. Bu konuda bir miktar destek de görür, ancak daha sonra bu Üniversite projesi sekteye uğrar. Bu üç dilli Üniversite kurma düşüncesinde olan Said-i Nursi, sadece dini ilimlerinin okutulması yerine Fen ve Dini ilimlerin birlikte okutulması gerekliliğine inanır. O’na göre sadece dini ilimler okuyanların taassup içinde olduklarını ve sadece fen ilimlerini okuyanların ise maneviyata karşı mesafeli durduklarından ve metafizik olaylara inanmadıklarından dolayı, kurulacak Üniversitede hem dini ilimler ve hem de fen ilimleri birlikte okutulmalıdır. Eserlerinde kendisini zaman zaman Said-i Kürdi olarak tanıtmıştır. İlk zamanlarda Kürtçe’den başka bir dil bilmeyen Said-i Nursi, daha sonra Türkçe, Farsça ve Arapça’yı öğrenmiştir. Ağırlıklı olarak hayatı Van ve Bitlis civarında geçmiştir. Doğubeyazıt’ta medrese okumuştur. Medreseden icazet alıştır. Kaynağı Ahmede Hane’dir ve O’ndan çok etkilenmiştir. Medrese eğitimi aldığı yıllarda, O’nun eserlerinden etkilendiği için sabaha kadar Ahmede Hane’nin türbesinde kaldığı konusunda görüşler vardır. Şeyh Said isyanına gönlü razı gelmez ve engelleme girişimlerinde bulunur, ancak başarılı olamaz. Bazı araştırmalarda ikisi arasında mektuplaşmalar vardır. Ancak Said-i Nursi de potansiyel bir tehlike olarak görülür ve sürgün edilir. Eserlerinde Said-i Kürdi ibareleri hep kaldırılmış, yerine Said-i Nursi yazılmıştır. Bunun ana sebebi, bir Kürt öncünün arkasında yürüme kompleksidir. Yaşadığı yüzyılın müceddidi kabul edilen ve medresede 12 ilim okuyarak icazet alan Mevlana Halidi Nakşibendi Kürdi, kendi döneminin yenilikçisidir ve 5 6 medresede yetişmiş Kürt alimlerdir. Yavuz Sultan Selim döneminde, danışmanı olan İdris-i Bitlisi aracılığı ile Kürt aşiretlerinin Osmanlı devletinin yanında yer alması konusunda anlaşma sağlanılmıştır. Buna karşılık da Osmanlı: “Kürtlerin kendi dili ve kültürü ile yaşamasını teminat altına alarak özerk bir Kürt Beyliği statüsü” sağlamıştır. Sağlanan anlaşma ile iran Safevi devletine karşılık Çaldıran savaşının kazanılmasında Kürt aşiretlerinin desteğinin önemi büyüktür. Doğu bölgeleri konusunda Yavuz Sultan Selim’e danışmanlık yapan Bitlisli bir Kürt olan İdris-i Bitlisi’nin etkisi ile dağınık yaşayan Kürt aşiretleri, sağlanan beylik statüsü ile bir arada yaşanması ve yerleşik hayata bağlılıkları sağlanmıştır. Ancak zamanla yapılan bu anlaşma konusunda sıkıntılar yaşamaktadır. İleride potansiyel tehlike arz edebilir düşüncesi ile Osmanlı devleti, yavaş yavaş bazı Kürt beyliklerini ortadan kaldırma çalışması başlatmıştır. İran Safevi devleti ile Osmanlı devleti arasında yaşanan savaşta, iki ordu da Kürtleri ordularının ön saflarında görevlendirmiş ve Kürtlerin bu savaşta karşı karşıya gelmeleri sağlanmıştır. Dolayısıyla ilk olarak ölenler Kürtler olmuştur. O dönemde yaşayan Mem’u-Zin’in yazarı olan Ahmede-Hane 7 bunu açıkça yazmaktadır. Bu konuda Memu’u-Zin adlı eserde birçok beyit bulmak mümkündür. öldüğü gün Said-i Nursi dünyaya gelir. Her yüzyılın müceddidi var hadisi üzerine yorum yapan İslam alimleri, Said-i Nursi’yi de kendi yüzyılının yenilikçisi olarak kabul etmişlerdir. Said-i Nursi mektuplarının sonuna Said-i Kürdi diyerek imzalar ve mühürler. Ancak soyadı kullanılmadığı için taraftarları Nurs köyüne nispetle O’na Said-i Nursi demeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Hatta 30 kadar parça eserinde Kürt ve Kürdistan kelimeleri kaldırılmıştır. Orijinal eserleri incelendiğinde bu durum görülecektir. Bir Kürt büyüğünü kendisine büyük görme, adeta kendisine olan inancını kaybetme kadar komleks nedeniyle O’nu Kürt olarak görmeme ruhu harekete geçmiştir. Hatta Kürt olmaktan çıkarmanın basit yollarından birisi de O’nu Seyyid olarak görmek ve Ehl-i Beyt’e dayandırmak düşüncesidir. Eserlerinde yüzlerce yerde Kürt ve Kürdistan kelimeleri geçer ve “Ben ki, bir Kürdüm ve ben ki, bir bedevi Kürdüm” demektedir. Bu da bize göstermektedir ki, Said-i Nursi kesinlikle Kürt’tür. Said-i Nursi, Şualar adlı eserinde, ben Seyyid değilim ve ben kendimi Seyyid bilmiyorum der. Lemalar adlı eserinin 22. Lemasında: Üstad Bediuzzaman Said-i Nursi’nin yazdığına bir öğrencisi eklenti yaparak der ki: “Hz. Peygamber (s.a.v)’e sinek konmadığı gibi, O’nun soyundan gelen evladı olan Ustada da sinek konmuyor.” Bu durum üzerine öğrencisine karşı çıkarak 28. Lemada yapılan bir haşiyede Seyyid olmadığını ifade ederek, “Bir sinek geldi ve elime kondu.” diyor. İslam’da nesil diye bir şeyin olduğunu ifade ederek, “Seyyid olan birisi değilim derse günah işler ve Seyyid olmayan birisi de ben Seyyid’im derse yine günah işler.” demektedir. Ancak Seyyid olsaydı kesinlikle bunu derdi. Bediüzzaman olarak anılması, Zamanın garibi, tuhafı anlamlarına geldiği gibi, güzel, harika ve sevimli anlamlarına da gelmektedir. Zamanın bilinmeyeni, zamanın tuhafı yönünü kendisine uygun görmüştür. Zamanla ilgili olmayan ve ilgisi olmayan bir zat, garip ve tuhaf bir zat olarak kendisini görmüştür. Bu nedenle kendisine Bediüzzaman denilir. Siirt’teki medrese hocası O’nu imtihan eder ve olağanüstü başarısı nedeniyle O’na bu lakabı verir. Dini ve dini olmayan bütün ilimlerin öğrenilmesine önem vermiştir. İkna kabiliyeti yüksek bir İslam alimidir. Sakal ve evlenme gibi iki sünneti terk ettiğini kendi sözlerinde görmek mümkündür. Risale-i Nurları değişik zaman ve mekanlarda yazmıştır. Kendi ifadeleriyle eski ve yeni Said dönemlerinde parça parça yazdığını söylemektedir. Risale külliyatında din ve fen ilimleri vardır. Buna bir hadis ve tefsir çalışması da denilebilinir. Manevi Kur’an tefsiri olarak görmek mümkündür. Ancak harfiyen tefsir olarak görmek mümkün değildir. İman konuları başta olmak üzere, konuları işlerken ayetler ve hadisler ışığında düşüncelerini açıklamaktadır. Mezarının nerede olduğu kesinlikle bilinmemektedir. İsparta’da iken, “Hz. İbrahim (a.s) beni çağırıyor diyerek Urfa’ya götürülmesini ister. Urfa’ya gelince “Ben ölüme geldim” diyerek 1,5 gün sonra ölüyor. 27 Mayıs darbe hükümeti kardeşinden imza alır ve önce Afyon’a cenazesi götürülür, daha sonra İsparta Eğridir’e götürüldüğü bilinmektedir. Orada defnedilmiş, ancak nokta olarak bilinmemektedir. Vasiyeti olduğu söylenen, “Birkaç talebesinin dışında kimsenin mezar yerini bilmemesi” yönünde olduğudur. Ancak bu vasiyet konusunda şüpheler mevcuttur. 7 Ahmede Hane 9-10 yaşlarında iken, 16. yüzyılda Hakkari’den göç eden bir Kürt beyliğine mensup ailedendir. Kürt halkının dini ve milli önderidir. Babası Doğubeyazit’de doğmuş ve orada ölmüştür. O dönem edebiyat dili Kürt dili Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer almaktadır. Kürtçe müstakil bir lisan olup kendine has kaideleri ve edebiyatı vardır. Şu anda Kürtçe hem Latin ve hem de Arap alfabeleri kullanılarak yazılmaktadır. Arapça yazılan Kürtçe’de Arap alfabesinde olmayan bazı harflerde kullanılmaktadır. Filolog Abdülmelik Fırat’a göre Kürtçe’de 100.000 kadar kelime vardır. Kürtçe dili tıpkı diğer dünya dilleri gibi kendi arasında da lehçelere ayrılmıştır. Beylik statüsü sağlandıktan sonra Kürt dili ve edebiyatı altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde 1590 tarihinde Ali Teramahi kendi köyünde medrese kurmuş ve Arapça olarak ders vermektedir. Daha sonra “Kitabe Sarfe Kurmancı” 8 ,yani “Kurmancın Morfoloji Kitabı” adlı eseri yazmıştır. Arapça, Farsça ve Kürtçe dillerinin grameri kitabıdır. Aynı zamanda ilk Kürtçe gramer kitabıdır. Üç dilin mukayesesi yapılmaktadır. İlk defa bir medrese alimi Kürtçe dilbilgisi kitabı yazmaktadır. Ahmede Hane de Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe biliyor, divanında da bu dört dilde dörtlükler vardır. Ancak divanını kendi ana dili olan Kürtçe ile yazıyor. 14 yaşında iken, Doğubeyazıt Kürt beyliğinde katip olarak görev yapan Ahmede Hane, Kürtçeye sahip çıkma adına divanını Kürtçe yazar ve Kürt dilini bu eserimde kullandım diyor. Mem’u-Zin yaşanmış bir olay olarak Cizre’de Kürt beyliği döneminde geçer. Kürtlerin tarihinde ve hayatında Nevroz (Nevruz)’un önemi ve yeri büyüktür. Nevroz, yani yeni gün anlamına gelir. Aslı olan bir efsanedir. Dehak, Kava ve Nevroz mitolojik olarak görülse de birçok kaynakta mitoloji olmadığı görülmektedir. Şerefname9’de Kava, demirci olarak ifade edilir ve önlüğü olduğundan bahsedilir. Kava, Dehak’ı öldürmeye gittiğini söyler. Öldürmem halinde haber vermek adına ateş yakacağını da söyler. Dehak’ı öldürdüğünü haber vermek adına ateş yakılır, bunu görenler meydana toplanır ateş yakarlar, etrafında raks ederler ve halay çekerler. Dehak’ın öldürülmesinden sonra yerine kral olarak Cimşit veya Feridun seçilmektedir. Kava’nın demirci önlüğü ise sancak olarak kabul edilir. Bu önlük kıymetli mücevherlerle süslenir. Bu sancak, uğur sembolü olarak direğe çekilir. Ayrıca Farsça olmasına rağmen, Ahmede Hane’nin Kürtçe yazdığı Mem’u-Zin’i yazma nedenini şöyle ifade eder:” Eloğlu demesin Kürtler kültürsüzdür, okumaları ve kitapları yoktur.” “Kürtlerin hakiki aşk ve mecazi aşktan anlamadıklarını demesinler. Kürtler hem hakiki aşktan ve hem de mecazi aşktan anlıyorlar.” Bu Mem’u-Zin’in iki aşkı vardır. Siti ile Tacdin ve Mem’u-Zin’in aşkıdır. Siti ile Tacdin’in aşkı evlilikle sonuçlanır. Ancak Mem’u-Zin, bir Nevruz gününde birbirlerini görürler, kavuşma olmaz. 8 Kürtçe bir dildir. Kurmanci, Lorani, Sorani, Gorani Kürdi dilinin alt lehçeleridir. Zazaki’nin de Kürtçe dilinin alt lehçesi konusunda farklı fikirler olsa da kanaatimizce, Kürtçe’nin bir diğer lehçesidir. Zazalar da Kürtlerin bir koludur. Osmanlı Seyyahi Evliya Çelebi Seyehatname’de Bingöl’e gittiğini ve Zaza Kürtlerin’den bahseder. Ekrad (Kürtler anlamına gelir) kelimesini kullanır. Atatürk de bir telgrafında Kalili (az) sayıda Zaza denilen Kürtler’den bahseder. Zazalar, kendilerini Cumhuriyete kadar Kürt olmadıklarını söylerken, bir kısmının ise kendilerini Kürt olarak kabul ettiğini söylemek mümkündür. Bir dilde lehçeler 1000 yıl sonra ortaya çıkar. Ana gövde, yani genel bir şemsiye olan dil 1000 yıl yaşadıktan sonra, lehçeler ortaya çıkar. Şeref-name Kürt sülalelerinin ayrıntılı tarihçesidir. Şeref Han tarafından 1597 tarihinde Farsça olarak kaleme alınmıştır. Kürt tarihine ilişkin en önemli özgün kaynaklardan biridir. Şeref Han, Bitlis emiri Şemseddin Han'ın oğlu, Osmanlılarla 1514 tarihinde ittifak antlaşmasını imzalayan ve Bitlis’teki Şerefiye Camii’ni inşa ettiren 4. Şeref Han’ın torunudur. 9 Kürtlerin girdiği bütün savaşlarda bu sancak savaşçılarla birlikte olur. Hz. Ömer (r.a)’in halifeliği döneminde Kürtlerin girdiği savaşta yenilmeleri üzerine, İslam orduları arşivde Kava’nın önlüğünü bularak imha ediyorlar. Bu durum birçok İslam tarihi kaynaklarında ifade edilir. Yakubi ve Taberi tarihi başta olmak üzere birçok kaynakta, birbirinden alıntı yapılarak rivayet edilen bir diğer Kürtler ile ilgili iddia da, Hz. İbrahim (a.s)’in Nemrut tarafından ateşe atılması fikri Kürtlere aittir. Bunu da doğru bulmak mümkün değildir. Hz. İbrahim (a.s), Hz. İsa (a.s)’den 2000 yıl önce yaşamaktadır. Babası Azer puta tapanlardandır ve put yaparak hayatını sürdürmüştür. Harran, yani Urfa bölgesinde yaşamıştır. Nemrut, kendisine bir ve tek olan Allah’a iman konusunda baş kaldıran İbrahim (a.s)’a bir ceza vermek ister. Bu nedenle şura heyetini toplar, herkesin görüşünü alır. Ancak İbrahim (a.s)’ı ateşte yakalım fikri bir Kürd’e aittir rivayeti kesinlikle doğru değildir. Bu konuda yazılı bir belge yoktur, ancak rivayetler yazanın bakış açısını yansıtan birer görüş ve iddiadan öteye geçmez. Ve yine denilir ki, bir diğer Kürt de Hz. İbrahim (a.s)’in mancınık ile ateşe fırlatılmasını önermiştir. Bunu da kesinlikle doğru görmek mümkün değildir. 17. yüzyıl müfessiri olan İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan adlı tefsirinde 2 Kürt’ün rivayet edilen Hz. İbrahim (a.s) hakkındaki önerilerini bütün Kürtlere mal ederek şöyle diyor: “Sen sen ol onların geçtiği yerden ve yurttan geçme.” “Onların en iyileri ile bile arkadaşlık etme” “Allah, Kürtlerin benzerini bu dünyada artırmasın.” Bir din aliminin yapmaması gereken bir ırkçı tavır sergilemesi düşündürücü ve vebal doludur. Hele bir Tefsir eserinde bunu görmek ayrıca tiksindiricidir. Bunu da güya Hz. Peygamber (s.a.v)’in bir hadisine dayandırıyor. Hadis adı altında uydurulan bir rivayette: “Denilir ki, Kürt asıllı Karruf adındaki birisi Hz. Peygamber (s.a.v)’e gider. Hz. Peygamber (s.a.v) onun şeklini beğenmiyor. Hz. Peygamber (s.a.v) bu kim der? O’nun bir Kürt olduğu söylenir. Hz. Peygamber (s.a.v): “Allah birlik ve beraberliğe ulaştırmasın bunları, eğer birlik olurlarsa alem huzur bulamaz.” diyerek beddua etmiştir. Bunu doğru olarak görmek öncelikle Hz. peygamber (s.a.v)’e büyük saygısızlık ve iftiradır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)’in ahlak ve yaratılış modeline kesinlikle böylesi bir davranış ve söz aykırıdır. Bu iddiayı da Osmanlı alimi Hoca Saadettin Efendi’nin Tac’ut-Tevarih adlı eserinde görüyoruz. Denilmektedir ki, bu nedenle Kürtler bir arada değiller. Genel olarak Ehl-i Beyt’e olan büyük saygılarından dolayı Alevi, Şii ayaklanmalarına Kürtlerin büyük destek verdiklerini tarihte görmek mümkündür. Bu destek Ehl-i Beyt’e bağlılıklarının bir gereğidir. Kürt edebiyatı Ehl-i Beyt sevgisi üzerine doğmuştur. Kürt edebiyatında kadının büyük önemi dile getirilir. Eyyübi kraliçeleri büyük medreseler açmışlardır. Kürt kadını tarihte sosyal hayatta vardır. Ahmede Hane, Mem’u-Zin adlı eserinde Nevroz’a kadın ve erkek herkesin birlikte katılımını dile getirir. Savaş halinde iki kesimin arasına giren kadın tülbentini serdiğinde savaş biter. Bu durum da Kürtlerin kadını ne kadar önemli ve değerli gördüğünün belgesi olarak kabul etmek mümkündür. Ayrıca düşmanın evine getirilen kadın, kan davasının bitirilmesini sağlar. Bu duruma da barış ana demek mümkündür. Kürt toplumunda Dengbej, yanı ses ustası, türkü söyleyen insanlar, sözlü kültürün aktarıcıları olmuştur ve özel bir yere sahip olmuşlardır. Kürt kültürünü nesilden nesile Kulam, yani türkü ile aktarmışlardır. Yalan ve ayrımcılık üzerine bina edilerek bir halkı, bir milleti küçük görmek, hakir görmek ne kadar etik değilse, 1000 yıldır birlikte yaşayan bu milletin arasında fitne ve fesat yaratmak da etik değildir. Mahşere kadar birlikte ve bir arada huzur içinde yaşamak zorundayız. Çünkü başka türlü hiç birimiz asla mutlu olamayız. Allah huzur içinde yaşamayı hepimize nasip eylesin..! 05.02.2014 “Araştırmacı yazar Mehmet BOZKURT ” NOT: Kürtler ile ilgili araştırmadır. Bu araştırmaya konu olan makale peyderpey sosyal medya aracılığı ile yayımlanacaktır. KAYNAKLAR AHMEDE XANE (AHMEDE HANE), “Mem’u-Zin”, İstanbul-1975 AHMET TURAN, “Türk Kültürü Araştırmaları Doğu ve Güneydoğu Anadolu-II”, Ankara-1992 DESTANA MEME ALAN, “Memo Alan destanı”, İstanbul-1978 İDRİS-İ BİTLİSİ, “Heşt-Behest (Sekiz Cennet), İstanbul-1986 M.NURİ DERSİMİ, “Dersim Tarihi”, İstanbul-1979 MUSA ANTER, “Ferhanga Kürdi-Tirki”, İstanbul-1967 MUZAFFER ÖZDAĞ, “Millet Birliğimiz Vatan Bütünlüğümüz Soydaş Toplumlardan KÜRTLER”, Kayseri-1992 Prof. Dr. AHMET UĞUR, “İdris-i Bitlisi ve Şükri-i Bitlisi”, Kayseri-1991 Prof. Dr. M. FAHRETTİN KIRZIOĞLU, “Her bakımından Türk olan Kürtler I. Tarih Bakımından Kürtlerin Türklüğü”, Ankara-1984 Prof. DR. MEHLİKA AKTOK KAŞGARLI-YAŞAR KALAFAT, “Türko-Kürtlerde uygarlık ve Ağızlar Hakkında Düşünceler”, Kayseri-1991 Prof. Dr. MEHMET ERÖZ, “Türk Kültürünün Alt Kültür Unsurlarından KÜRTLER”, Kayseri-1992 S.AHMET ARVASİ, “Doğu Anadolu Gerçeği”, Ankara-1988 ŞEHİD ALİ HAYDAR BENGİ, “Tarih Sahnesinde Kürtler Kürt Sorunu ve İslam’i Çüzüm”, İstanbul-1988 ŞEREF HAN, “Şerefname-1” Kürt Tarihi, Ant Yayınları, Çev. M.E. Bozarslan, İstanbul-1971 ŞEREF HAN, “Şerefname-2” Osmanlı-İran Tarihi, Ant Yayınları, Çev. M.E. Bozarslan, İstanbul-1971 ŞÜKRİ-İ BİTLİSİ, “Selim-Name (Tarih)”, İstanbul-1986 YAŞAR KALAFAT, “Türkiye’de Alt Kültür Kesimleri”, Kayseri-1991 YUSUF ZİYAETTİN PAŞA, “Kürtçe-Türkçe Sözlük”, İstanbul-1978