BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İç Hastalıkları Anabilim

advertisement
1993
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
İç Hastalıkları Anabilim Dalı
SOLİD ORGAN NAKLİ SONRASI GELİŞEN LÖKOPENİ
NEDENLERİ VE SONUÇLARI
UZMANLIK TEZİ
Dr. Burçak Evren ARIN TAŞDOĞAN
Ankara, 2007
1993
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
İç Hastalıkları Anabilim Dalı
SOLİD ORGAN NAKLİ SONRASI GELİŞEN LÖKOPENİ
NEDENLERİ VE SONUÇLARI
UZMANLIK TEZİ
Dr. Burçak Evren ARIN TAŞDOĞAN
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Sema KARAKUŞ
Ankara, 2007
TEŞEKKÜR
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki beş yıllık İç Hastalıkları ihtisasım boyunca
bizlere her türlü imkanı sunan Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal’a ve
İç
Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanımız Sayın Prof. Dr. Nurhan Özdemir’e
Doktorluk ve Hematoloji nosyonumda bana büyük katkıda bulunan ve tezimin her
aşamasında yardım ve ilgisini esirgemeyen Erişkin Hematoloji Bilim Dalı Başkanı Sayın
Hocam,”ablam” Doç. Dr. Sema Karakuş’a
Eğitimimde katkısı bulunan tüm İç Hastalıkları Anabilim Dalı üyesi hocalarım ve
öğretim görevlilerine
Beni yetiştirip bugünlere getiren, hayatın her aşamasında desteklerini hissettiğim
biricik annem ve babama
Tezimin oluşmasında çok emek ve desteği olan ve beni üç yıldır sabırla bekleyen
sevgili eşime
Teşekkür ederim
iii
ÖZET
Homolog organ nakli son dönem böbrek ve karaciğer yetmezliğinde uygulanan, kabul
görmüş bir tedavi yaklaşımıdır. Yeni ve daha güçlü immün sistemi baskılayan ilaçların
kullanıma girmesinden sonra yapılan nakillerin sonuçları da önemli oranda gelişme
kaydetmiştir. Bunun sonucu olarak immün sistem baskılanmasının yan etkilerinin sıklığı
belirgin olarak artmıştır. Lökopeni bu yan etkilerden en sık görünenlerden bir tanesi olup
birçok faktöre bağlı gelişebilir. Bu araştırmada, böbrek ve karaciğer alıcılarının lökopeni
ataklarının sıklığı, nedenleri, hasta özellikleri ve organ reddi ile olan ilişkileri, ölüm ve kronik
organ reddi üzerine olan etkilerini araştırmayı planladık.
Ocak 1996 ile Ekim 2006 tarihleri arasında yapılan 569 solid organ nakli alıcılarının
dosya bilgileri geriye dönük olarak incelendi. Hastaların 27 tanesi operasyon sonrası takipsiz
olduklarından araştırma dışında bırakıldılar. 14 hastaya ise iki kez transplantasyon
uygulandığından toplam olarak 556 nakil sonrası takip dönemi incelendi.
Değerlendirilen 556 olgudan 463’ü böbrek (%83), 92’si karaciğer (%16,5) ve 1’i böbrek
ve karaciğer (%0,2) nakli hastasıydı. Karaciğer alıcılarının lökopeniye (Lökopeni lökosit
sayısının<3500/μL olması olarak tanımlandı.) böbrek alıcılarına göre daha sıklıkla girdikleri
ve lökopeni ataklarının yaş, cinsiyet ve hepatit C virüs (HCV) infeksiyonu ile ilişkisiz olduğu
saptandı. Diğer taraftan lökopeni varlığının virüs yükünden bağımsız olarak hepatit B virüs
(HBV) infeksiyon varlığı ile güçlü bir ilişkisi olduğu görüldü (p=0,002). Ayrıca splenomegali
varlığı (p<0,001) ve antinükleer antikor (ANA) pozitifliğinin lökopeni sıklığı üzerine etkisi
saptandı. Her lökopeni atağı için nedenler incelendiğinde ilk üç sırayı immün sistemi
baskılayıcı ilaçlar, bakteriyel infeksiyonlar ve sitomegalovirüs (CMV) infeksiyonunun aldığı
gözlendi. Ayrıca lökopeni ile ölüm (p=0,0001) ve kronik doku reddi (p=0,0023) arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki gösterildi.
Lökopeni nakil sonrası dönemde görülebilen, hasta ve greftin yaşam süresini etkileyen
sık ve önemli bir komplikasyondur. Lökopeniye neden olan etken bakteriyel veya viral bir
infeksiyon ise ajana yönelik tedavi ile düzelir. Neden immün sistemi baskılayan ilaçların
kullanımı ise infeksiyon odağı gösterilmeden başlanacak bir antibiyotik lökopeninin süresini
ve ciddiyetini artıracaktır.
Anahtar Sözcükler: Organ nakli, Lökopeni, Nötropeni
iv
İNGİLİZCE ÖZET
Development of Leukopenia after Solid Organ Transplantation; It’s Reasons and
Results
Homologous organ transplantation is an accepted therapeutic modality for end-stage
disease of the kidney and liver. The results of transplantation are significantly improved with
the advent of more potent immunsupressive drugs. As a counterpart, the incidence of the side
effects of immunosupression dramatically increased. Leukopenia is one of the most common
problem with a wide differential diagnosis. Herein this research, we investigated leukopenia
attacks of
the kidney and liver transplantation recipients and it’s prevalance, reasons,
relationship with rejection and patient factors and it’s influence on graft and patient survival.
We retrospectively evaluated the file records of 569 solid transplant patients between
January 1996 and October 2006. Since 27 patients didn’t come to their follow-up so their datas
were excluded and 14 patients had two transplantations,we analysed totally 556
posttransplantation periods.
Of the 556 transplantation periods, 463 (%83) were kidney, 92 (%16.5) were liver and
1(%0.2) was both kidney and liver transplants. We found that liver transplantation recipients
experience leukopenia (leukopenia accepted as leukocyte counts<3500/µL) more common
than kidney recipients and these attacks have no relationship with gender, age and HCV
infection. On the other hand, they have a strong relationship with HBV infection independent
of HBV DNA status. Splenomegaly (p<0.001) and antinucleer antibody (ANA) positivity also
increase the frequency of leukopenia periods. We evaluated the common reasons for
leukopenia for each attack, the first three reasons are immunosupressive drugs, bacterial
infections and CMV infection respectively. Also we found statistically significant correlation
between the leukopenia and death (p=0.0001) and chronic rejection (p=0.0023).
Leukopenia are common and important complications that can be seen during the
posttransplant periods of recipients which can effect both graft and patient survival. The
reason for leukopenia must be found because if the reason is a bacterial or viral infection,
leukopenia improves with the treatment but if the reason is myelosupression caused by
immunsupressive drugs, an initiation of antibiotic without showing any origin of infection
may increase the severity and duration of leukopenia.
Key Words: Transplantation, Leukopenia, Neutropenia
v
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
İç Kapak
ii
Teşekkür
iii
Özet
iv
İngilizce Özet
v
İçindekiler Dizini
vi
Kısaltmalar ve Simgeler Dizini
vii
Şekiller ve Tablolar Dizini
viii
1. Giriş
1
2. Genel Bilgiler
3
2.1 Solid Organ Nakli
3
2.1.1 Böbrek Nakli
3
2.1.2 Karaciğer Nakli
5
2.1.3 İmmünsüpresif İlaçlar
8
2.1.4 Doku Reddi
13
2.2 Lökopeni ve Nedenleri
16
2.2.1 Edinsel Nötropeni
16
2.2.2 Birincil Nötropeni
20
3. Hastalar ve Yöntem
22
4. Bulgular
23
5. Tartışma
31
6. Sonuç ve Öneriler
35
7. Kaynaklar
36
vi
KISALTMALAR VE SİMGELER DİZİNİ
Adenozin monofosfat……………………………………………………………. AMP
Aktive T lenfositlerin nükleer faktörleri…………………………………………..NFAT
Antinükleer antikor………………………………………………………………..ANA
Acquired immune deficiency syndrome…………………………………………. AIDS
Cluster of differentiation…………………………………………………………..CD
Doğal öldürücü…………………………………………………………………….NK
Granülosit- makrofaj koloni uyarıcı büyüme faktörü……………………………..GM-CSF
Guanozin monofosfat……………………………………………………………...GMP
Hepatit B virüs…………………………………………………………………….HBV
Hepatit C virüs…………………………………………………………………….HBC
İnsan lökosit antijen……………………………………………………………….HLA
İnterlökin…………………………………………………………………………..IL
Major histocompetibility complex………………………………………………...MHC
Mikofenolat mofetil……………………………………………………………….MMF
Mutlak nötrofil sayısı……………………………………………………………...MNS
Siklosporin A……………………………………………………………………...CSA
Sistemik Lupus Eritematozus……………………………………………………...SLE
Sitomegalovirüs…………………………………………………………………....CMV
Steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçlar…………………………………………..NSAID
T hücre reseptörü…………………………………………………………………..TCR
Tümör nekrozis faktör……………………………………………………………..TNF
vii
ŞEKİLLER VE TABLOLAR DİZİNİ
Sayfa No
Şekil 2.1. Ülkemizde böbrek nakillerinin yıllara göre sayısı……………………………….....4
Şekil 2.2. Ülkemizde kadavra kaynaklı böbrek nakillerinin yıllara göre değişimi………........4
Tablo 2.1. Böbrek naklinin yapılmaması gereken durumlar …………………………............5
Tablo 2.2. Fulminan hepatik yetmezlik için King’s Collage kriterleri………………………..7
Tablo 2.3. Karaciğer nakline engel oluşturan durumlar……………………………………….8
Tablo 2.4. Glukokortikoidlerin en sık görülen yan etkileri………………………………......10
Tablo 2.5. Lökopeni nedenleri……………………………………………………………......17
Tablo 2.6. Nötropeni nedenleri……………………………………………………………….18
Tablo 4.1. Hastaların son dönem organ yetmezlik nedenleri………………………………....23
Tablo 4.2. Görülen her lökopeni atağının nedenleri ve yüzdeleri…………………………….25
Tablo 4.3. Lökopeni gelişimi için kabul edilen risk faktörlerinin bir arada değerlendirilmesi.26
Tablo 4.4. Solid organ nakli sonrası ölüm sebepleri………………………………………….27
Şekil 4.1.Lökopeni varlığı ile hasta sağkalımı arasındaki ilişki……………………………....27
Şekil 4.2. Lökopeni varlığı ile greft sağkalımı arasındaki ilişki………………………………28
Şekil 4.3. Üç grupta hasta sağkalımı………………………………………………………….29
Şekil 4.4. Üç grupta greft sağkalımı…………………………………………………………..30
viii
1. GİRİŞ
Homolog organ nakli son dönem böbrek ve karaciğer hastalığında kabul görmüş bir
tedavi seçeneğidir. Daha güçlü immün sistem baskılayıcı ilaçların kullanıma girmesiyle organ
nakli sonuçları belirgin olarak iyileşmiştir. Azotiyopürin ve prednizon 1960’lı yıllarda
kullanılmaya başlandığında, uyumlu akraba vericileriyle olan böbrek nakli sonuçları kadavra
vericilerden olanlara göre belirgin üstün, bir yıllık greft sağ kalımı canlı vericide %75-90
iken, kadavrada %50-60 idi. 1980’li yılların başında siklosporinin kullanıma girmesiyle,
kadavradan alınan greftlerdeki bir yıllık sağ kalım %70 ve hatta 1998 yılında %88’e ulaştı.
İmmün sistemi baskılayan ajanlardaki gelişmelerle beraber yan etki sıklığında da dramatik bir
artış gözlendi. Bu yan etkilerden en önemli ve sık olanları arasında nefrotoksitite,
hepatotoksitite, hematolojik bozukluklar (anemi, lökopeni,
trombositopeni), tekrarlayan
bakteriyel, viral, protozoal, fungal infeksiyonlar, artmış sekonder malignite insidansı
sayılabilmektedir.
Lökopeni (lökosit sayısı<3500/μL) sık görülen ve sebepleri açısından geniş bir ayırıcı
tanı yapılmasını gerektiren bir laboratuvar bulgusudur. Lökopeninin nedeni ya azalmış üretime
ya da artmış periferik yıkıma bağlıdır. Solid organ nakli hastalarında azalmış üretim ilaçlar,
infeksiyonlar, vitamin B12 ve folik asit eksikliği gibi beslenme ile ilgili bozukluklara bağlı
olabileceği gibi kemik iliğinin normal görevini engelleyen tümöral bir yayılıma bağlı olarak da
gelişebilir. Artmış periferik yıkımın nedenleri ise yine infeksiyonlar, ilaçlar ve otoimmün
hastalıklar veya hipersplenizm olabilir.
Solid organ nakli hastalarında
lökopeni önemlidir çünkü gelişimiyle infeksiyona
yatkınlık oluşturabileceği gibi antimikrobiyal ve immün sistemi baskılayıcı ajanların güçlü
lökopenik etkilerinden dolayı klinisyenin gerekli ve yeterli tedavi vermesini de engelleyebilir.
Bunların sonucunda yetersiz immün baskılanma veya ciddi infeksiyonlar ile greft ve hasta
kaybı gelişebilmektedir. Bu nedenle lökopeninin mobidite ve ölüm üzerinde belirgin etkisi
bulunmaktadır.
Literatürde, ulaşabildiğimiz kadarıyla, solid organ nakli hastalarında lökopeni hakkında
ilaçların yan etkisi, sitomegalovirüs (CMV) infeksiyonu sırasında ve hipersplenizme bağlı
gelişen bir bulgu olarak yayınlanmış kaynaklar mevcuttu. Ayrıca lökopeni varlığında
granülosit-makrofaj koloni uyarıcı büyüme faktörü (GM-CSF) kullanımı ile ilgili yayınlar da
görüldü. Ancak bu kaynakların çoğu olgu sunumları şeklindeydi. Lökopeni hakkında genel
1
olarak prevalans, nedenleri, hasta özellikleri, organ yetmezliğinin nedenleri, dalak uzunluğu,
hepatit serolojisi ile olan ilişkisi, greft ve hasta sağ kalımı üzerine olan etkisi gibi konularda
herhangi bir veriyi içeren bir çalışma bulunmamaktaydı. Bu nedenle, önemli bir solid organ
nakli merkezi olan BÜTF’de son on yıl içerisinde uygulanan yetişkin böbrek ve karaciğer
nakli olgularının dosyaları geriye dönük olarak lökopeni gelişimi açısından incelendi.
2
2. GENEL BİLGİLER
2.1 Solid Organ Nakli
2.1.1 Böbrek Nakli
Nakil, son dönem böbrek yetmezliğinin önemli bir tedavi yaklaşımıdır. Çünkü, gerek
canlı vericiden, gerekse kadavradan yapılan başarılı böbrek nakillerinde diyaliz tedavilerinde
olduğu gibi böbrek fonksiyonlarından bazıları değil, tamamı yerine getirilir. Buna ek olarak,
hem tüm böbrek fonksiyonları yerine getirildiğinden, hem de hastalar için sürekli diyaliz
işlemlerinin oluşturduğu fiziksel ve psikolojik zorluklar ortadan kalktığından dolayı yaşam
kalitesi daha iyidir. Böbrek nakli son dönem böbrek yetmezliği olan hastalarda yaşam süresini
uzatır. Böbrek naklinden sonra 5 yıllık yaşam oranı yaklaşık olarak %69 iken, diyaliz
hastalarında bu oran ortalama %32’dir. En başarılı sonuçlar ise doku uygunluk antijenlerinde
tam uyum olan vericilerden yapılan nakillerde olmaktadır. Bu hastalarda 10 yıllık greft sağ
kalım oranı %82’dir. Kadavra kaynaklı vericilerden yapılan nakillerde 10 yıllık greft yaşam
oranı ise %47’dir. Tek haplotip uyumu olan vericilerden (anne, baba, kardeş) yapılan
nakillerle, kan bağı olmayan vericilerden yapılan nakillerin 10 yıllık greft yaşam oranının
benzer (% 64) olması nedeni ile son yıllarda doku uygunluk antijenlerinde hiç uyum olmayan
vericilerden nakil yapılan merkez sayısı artmaktadır. Ülkemizde ise böbrek nakli rakamları ne
yazık ki istenilen düzeyde değildir. Türk Nefroloji Derneğinin 31.12.2005 tarihli verilerine
göre ülkemizde yapılmış böbrek transplantasyonu sayısı 7.643’tür (Şekil 2.1). Amerika
Birleşik Devletlerinde ise sadece 2004 yılı içerisinde 15.671 (9025 kadavra, 6646 canlı)
böbrek nakli yapılmıştır. Ülkemizde kadavra kaynaklı böbrek nakli oranı % 30’dur (Şekil 2.2).
Son yıllarda bir artış gözlenmekle beraber toplam nakil sayısının düşük olduğu da göz önünde
bulundurulursa kadavra kaynaklı nakil sayısının istenilen düzeyin çok altında olduğu
kolaylıkla anlaşılmaktadır (1-3).
Böbrek nakli yapılabilmesi için alıcı ile verici arasında ABO kan grubu uyumu
olmalıdır; uyum kuralları kan transfüzyonundaki gibidir. Rh sisteminin ise bir önemi yoktur.
Son yıllarda kan grubu uyumsuz böbrek nakilleri konusunda gelişmeler olmuştur. Alıcı ile
verici arasında uyum aranan ikinci sistem doku grubu olarak bilinen insan lökosit antijen
(HLA) sistemidir. HLA sistemi 6. kromozomun kısa kolunda yerleşmiş doku uygunluk
antijenlerini içerir. Bu antijenler sınıf 1 (A,B,C) ve sınıf 2 (D, DR, DP, DQ) olmak üzere ikiye
ayrılır (1,2,4).
3
Şekil 2.1. Ülkemizde böbrek nakillerinin yıllara göre sayısı (3)
Şekil 2.2. Ülkemizde kadavra kaynaklı böbrek nakillerinin yıllara göre değişimi (3)
Böbrek naklinde önemli olan A, B, DR antijenleridir; her insanda ikişer tane bulunur.
En iyi sonuç doku uygunluk antijenlerinde tam uyum olduğu durumlarda alınmaktadır.
Vericide alıcıda olmayan DR, A, B antijenleri arttıkça alıcının böbreği reddetme olasılığı
artmaktadır. Alıcının takılan böbreği kabul etmesini minör doku uygunluk antijenleri de
etkilemektedir. Hastanın altta yatan böbrek hastalığı, yapılan kan transfüzyonu sayısı, gebelik
4
sayısı ve daha önceki nakiller de başarıyı etkileyen unsurlardır. Böbrek naklinin yapılmaması
gereken durumlar ise aşağıda sıralanmıştır (Tablo 2.1) (1,2,4).
Tablo 2.1. Böbrek naklinin yapılmaması gereken durumlar
HLA antijenlerine karşı sitotoksik antikor varlığı (Pozitif T hücresi cross-match)
Metastatik veya tedavi edilmemiş kanser
Aktif enfeksiyon
Kronik aktif hepatit, karaciğer sirozu
Ciddi kalp yetersizliği veya koroner yetersizliği
Ciddi akciğer hastalığı
Aktif vaskülit veya glomerülonefrit
Düzeltilemeyen alt üriner sistem hastalığı
Aktif peptik ülser
Tedaviye uyumsuzluk
Tedavi edilemeyen psikoz
Primer oksalozis (Karaciğer ve böbrek nakli birlikte yapılabilir)
Gerekli hazırlıklardan sonra vericiden alınan böbrek koruyucu sıvıdaki işlemi takiben
alıcının iliyak fossasına retroperitoneal olarak yerleştirilir ve renal arter, ven ve üreterin uygun
teknikle anastamozu yapılır.
2.1.2 Karaciğer Nakli
Ortotopik karaciğer nakli akut veya kronik karaciğer hastalıkları sonucu gelişen son
dönem karaciğer yetmezliği tabloları için en önemli ve etkin tedavi yöntemidir. Karaciğer
nakli ile ilgili ilk deneysel çalışmalar 1955’de Welch ile 1956’da Cannon ve arkadaşları
tarafından başlatılmıştır. İnsanda ilk karaciğer nakli Starzl ve arkadaşları tarafından 1963
yılında Denver’da gerçekleştirilmiştir (5).
Tüm dünyada kadavra sayısının yetersizliği, nakil listelerindeki çok sayıda hastanın bekleme
döneminde kaybedilmesine yol açmaktadır. Uzun organ bekleme süreleri nedeniyle pek çok
hasta çoklu organ yetmezliği veya infeksiyöz komplikasyonlar nedeniyle kaybedilmektedir.
Hastaların bu tür komplikasyonların gelişiminden önce tedavi edilmesi son derece büyük
önem taşımaktadır. Bu nedenle canlıdan karaciğer nakli önemli bir tedavi yaklaşımı olarak
kabul görmektedir. Diğer bir tedavi şekli ise split karaciğer naklidir ve bir vericinin
karaciğerinin iki hastada kullanılması esasına dayanır. Çocuk hastaya sol lob ya da sol lob
lateral segment nakli uygulanırken, erişkin hastada ihtiyacına göre segment 4-8 sağ üçsegment
nakli gerçekleştirilir (5,6).
5
Cerrahi teknik, immün sistemin baskılanması, nakil sonrası bakım ve infeksiyonla
mücadelede kaydedilen önemli gelişmeler günümüzde karaciğer nakli sonrası bir yıllık yaşam
sürelerinin %85-90 oranlarına ulaşmasına neden olmuştur.
Yetişkinlerde karaciğer nakli için en sık karşılaşılan hastalıklar hepatit C infeksiyonuna
ikincil gelişen siroz ve alkolik karaciğer hastalığıdır. Ülkemizde kronik B hepatiti sonrası
gelişen siroz da ön sıralarda yer almaktadır. Pediyatrik hasta grubunda en sık nedenler biliyer
atrezi ve alfa-1 antitripsin eksikliğidir. Karaciğer nakli için hasta seçiminde bazı faktörler
mutlaka göz önüne alınmalıdır. Bu faktörler arasında kabul edilmiş nedenlerin bulunması,
başka tedavi metodlarının olmaması, karaciğer nakli için engel oluşturacak unsurların
olmaması ve hastanın karaciğer naklini kabul etmesi sayılabilir. Karaciğer nakli nedenleri
temel olarak üç grupta toplanabilir;
1. Hepatoselüler Hastalıklar
- Postnekrotik siroz
- Alkolik siroz
- Hepatobiliyer malignensiler
- Fulminan karaciğer yetmezliği
- Otoimmün hepatitler
- Neonatal hepatitler
- Budd-Chiari sendromu
- Konjenital hepatik fibrozis
2. Kolestatik Karaciğer Hastalıkları
3. Kalıtsal Metabolik Hastalıklar
Hepatik fonksiyon bozukluğu nedeniyle ortaya çıkan ve hastanın yaşam kalitesini
bozmakla birlikte yaşamı acil olarak tehdit etmeyen semptomlar da giderek artan bir sıklıkla
nakil nedeni olarak değerlendirilmektedir. Bunlar kolestatik hastalıkta tedaviye cevap
vermeyen kaşıntı, kırığa yol açan metabolik kemik hastalığı, tekrarlayan biliyer sepsis atakları,
ksantomatöz nöropati ve hepatoselüler hastalıkta dirençli asit, hepatik ensefalopati, varis
kanaması ve halsizliktir. Siroz hastalarında sentetik fonksiyon bozukluğu, asit, varis kanaması,
6
hepatik ensefalopati veya beslenme bozukluğu tesbit edildiğinde nakil yönünden ilgili
merkeze yönlendirilmelidirler (5,6).
Fulminan karaciğer yetmezliği semptomların başlangıcından itibaren ilk 8 hafta
içerisinde ensefalopati ve koagülopati gelişmesidir. Bu duruma yol açabilecek etkenler
arasında asetaminofen entoksikasyonu, bazı ilaçların kullanımı, viral hepatit A ve B,
hepatotoksinler ve Wilson hastalığı sayılabilir. Hastaların önemli bir kısmı yoğun destek
tedavisi ile düzelebilmekle birlikte bir kısmında hastalık ölümcül seyredebilmektedir. Bu
nedenle karaciğer nakli uygun ve gerekli durumlarda mutlaka gündeme getirilmelidir. Londra
King’s Collage kriterleri fulminan hepatik yetmezlikte nakil için en sık kullanılan kriterlerdir
(Tablo 2.2).
Tablo 2.2. Fulminan hepatik yetmezlik için King’s Collage kriterleri (5)
Asetaminofen intoksikasyonunda;
PH< 7,3 veya INR >6,5 ve serum kreatinini> 3,4 mg/dl
Asetaminofen dışı sebeplerde;
INR>6,5 ve aşağıdaki değişkenlerden herhangi üç tanesi
-Yaş< 10 veya > 40
- Non-A ve non-B hepatit, halotan hepatiti, idiyosenkratik ilaç reaksiyonu
- Sarılığın ensefalopatinin başlangıcından 7 günden fazla zamandır olması
- INR> 3,5
- Serum bilirubin> 17,6 mg/dl
Karaciğer nakli için engel oluşturan nedenler mutlak ve göreceli olarak ikiye ayrılabilir
(Tablo 2.3). Göreceli nedenler, mutlak nedenler kadar olmasa da ortotopik karaciğer naklinin
başarısını azaltabilir ve maliyeti artırabilir. Hastanın karaciğer nakli yönünden aciliyeti yok ise
bu faktörlerin ortadan kaldırılmasının beklenmesi uygun olacaktır (5,6).
7
Tablo 2.3. Karaciğer nakline engel oluşturan durumlar
Mutlak kontrindikasyonlar:
-
Ekstrahepatik kanser
-
İleri derecede akciğer veya kalp hastalığı
-
Sepsis
-
Aktif madde veya alkol kullanımı
-
HIV seropozitivitesi
-
Cerrahiye engel anatomik anomaliler
Göreceli kontrindikasyonlar:
-
İleri derecede malnütrisyon
-
Ekstrahepatik veya hepaobiliyer infeksiyon
-
Portal ven trombozu
-
Cerrahi portokaval şant
Genel görüşe göre, beklenen bir yıllık yaşam oranı %90 yada altında değil ise hasta
listeye alınmamalıdır. Child Pugh skoru 7 yada daha fazla olan, portal hipertansiyona bağlı
gastrointestinal sistem kanaması geçiren veya spontan bakteriyel peritonit atağı geçiren olgular
Child Pugh skoru ne olursa olsun karaciğer nakli listesine alınmalıdırlar (5,6).
2.1.3 İmmünsüpressif İlaçlar
Solid organ naklinin ilk yapıldığı yıllarda immün sistemi baskılamak amaçlı
kortikosteroidler ve azotiyopürin kullanılmaktaydı. Yeni ilaçların geliştirilmesi ve kullanıma
girmesiyle, doku reddini kontrol etmek ve nakil edilen organa karşı immüntoleransı
oluşturmak için elimizdeki ilaçların sayısı da çoğaldı. İmmün sistemi baskılamanın amacı,
grefte karşı alıcıda gelişebilecek cevabı önlemek ve yan etkiler ortaya çıkmadan greftin
uyumunu sağlamaktır. Doku reddinin patofizyolojisi daha iyi anlaşıldıkça bu amaca ulaşmak
için geliştirilen yöntemler de artmıştır (4).
Birçok merkez birkaç ilaçtan (genelde kortikosteroidler, azotiyopürin, kalsinörin
inhibitörleri) oluşan kombinasyonlar kullanmakla beraber dünya çapında genel olarak kabul
görmüş temel bir immün sistemi baskılayıcı tedavi bulunmamaktadır (4-6). Tedavi seçenekleri
arasından; hastanın mevcut diğer hastalıkları ve akut veya kronik doku reddi için gösterilmiş
8
risk faktörlerinin varlığına göre seçim yapılmalıdır. Örneğin, osteoporozu olan bir hastada
uzun süreli ve yüksek doz kortikosteriod tedavisinden kaçınılırken nakil nedeni otoimmün
hepatite bağlı karaciğer yetmezliği olan hastada kortikosteroid tedavisinin kesilmesi hastalığın
tekrarına neden olabilir (6).
Hem karaciğer hem de böbrek naklinde kullanılan ilaçlar aynıdır. Bu nedenle her iki
organ için immün sistemi baskılayan ilaçlar ve yan etkilerinden klinik kullanımda en sıklıkla
yer alan ilaçlardan bahsedilecektir.
Kortikosteroidler
Kortikosteroidler uzun süre hem doku reddini önlemede hem de akut doku reddinin
tedavisinde temel bir ilaç olarak kullanılmıştır. Hem immün baskılanma hem de inflamasyon
önleyici etkileri bulunmaktadır. Steroidlerle uzun süreli tedavinin oluşturduğu yan etkilerin
farkına varılmasıyla, günümüzde birçok merkez nakil sonrası birinci yılda uygun hastalarda bu
ajanı tedaviden uzaklaştırmaktadır (4,6).
Temel
olarak
kullanılan
glukokortikoidler;
prednizon,
prednizolon
ve
metilprednizolondur. Bu ajanlar hızlı olarak emilirler. Plazma yarı ömürleri 60-180 dakika
olmasına rağmen biyolojik yarı ömürleri oldukça uzundur (18-36 saat). Perioperatif dönemde
indüksiyon tedavisi olarak yüksek dozlarda intravenöz uygulanmasının ardından operasyon
sonrası dönemde peroral idame dozuna düşülür. Nakli izleyen aylarda ise azaltılarak 5-15
mg/gün veya gün aşırı alınması şeklinde ayarlanır. Akut doku reddi tedavisinde de yine
yüksek dozlarda ve intravenöz uygulanmaktadır.
Etkilerini esas olarak, T lenfositlerden salınıp makrofaj ve lenfosit cevabını
belirginleştiren sitokinlerin yapımını engelleyerek gösterirler. Normalde stoplazma içerisinde
heat şok proteinlerle inaktif bir kompleks halinde bulunan glukokortikoid reseptörlerine
bağlanırlar. Bu bağlanma sonucunda reseptör-glukokortikoid kompleksi
proteinlerden
ayrılarak çekirdeğe gider ve cevap oluşturacak DNA bölgelerine bağlanır. Böylece bazı
genlerin transkripsiyonu uyarılr veya baskılanır. Diğer bir etkilerini lipokortin isimli bir
düzenleyici proteinin salınımı ile yaparlar, bu protein fosfolipaz A2’yi inhibe ederek
prostaglandin ve lökotrien sentezini inhibe eder.
Ayrıca dolaşımdaki T lenfositlerin damariçi
alandan lenfoid dokuya göçünü de uyararak lenfopeni, monositopeni yaparlar (4).
Karaciğer ve böbrek naklinde diğer immün sistemi baskılayan ilaçlarla birlikte de
kullanılmaktadırlar. İlaç etkileşimi açısından, yüksek doz metilprednizolonun siklosporinin
9
serum düzeyini artırdığı ve siklosporinin de kan prednizolon düzeyini artırdığı bilinmektedir.
Steroid yan etkileri Tablo 2.4’de özetlenmiştir. Malignite riskini artırmadıkları bilinmektedir
(6).
Tablo 2.4. Glukokortikoidlerin en sık görülen yan etkileri
Kardiyovasküler Sistem
Sodyum ve tuz retansiyonu, hipertansiyon
Endokrin Sistem
Glukoz intoleransı, gelişme geriliği, kuşingoid görünüm,
mensturel düzensizlikler
Oftalmik
Posteriyor subkapsüler katarakt, glokom, ekzoftalmus
Kas-İskelet Sistemi
Osteoporoz, kemik kırıkları, aseptik femur başı nekrozu,
miyopati, kas güçsüzlüğü
Nörolojik Sistem
Psikolojik değişiklikler, baş ağrısı, psödotümör
Deri
Kolay berelenme, gecikmiş yara iyileşmesi
Gastrointestinal Sistem
Pankreatit, peptik ülser
Kalsinörin İnhibitörleri: Siklosporin A ve Takrolimus
Siklosporin A (CSA) onbir aminoasitlik lipofilik siklik bir peptiddir. İlacın farklı
formları ile emilimi değişkendir. Karaciğerde sitokrom P450 sistemi tarafından metabolize
edilerek safra ile atılır. Başlangıçta 8-10 mg/kg dozunda, ilk altı ay boyunca hedef kan düzeyi
150-300 μg/L olacak şekilde uygulanır. Sonrasında ise 4-6 mg/kg dozuna düşülerek kan
düzeyi olarak 75-125 μg/L hedeflenir. Takrolimus ise bir makrolid antibiyotiktir ve
karaciğerde aynı şekilde metabolize edilir. Siklosporine göre 20-30 kat daha potent olan bu
ilaç 0,2 mg/kg dozunda kullanılarak 5-20 μg/L kan düzeyi hedeflenir (4).
Kalsinörin kalsiyum bağımlı bir serin fosfatazdır ve T lenfosit aktivasyonunda hız
kısıtlayıcı olarak işlev görür. T hücre reseptörüne (TCR) bağlanma ile aktive olan kalsinörin
aktive T lenfositlerin nükleer faktörleri (NFAT) adı verilen transkripsiyon faktörleri
üzerindeki düzenleyici bölgelerin defosforilasyonunu sağlar. Bu faktörlerle beraber hücre
çekirdeğine giren kalsinörin hedef olan sitokin genlerinin promotor bölgelerine bağlanır.
İnhibisyonuyla NFAT proteinleri çekirdeğe giremez ve sitokin sentezi için gerekli gen
transkripsiyonu olamaz. Her iki ilaç da hücre membranını rahatlıkla geçerek immünofilinlere
10
(siklosporin siklofiline, takrolimus FK bağlayıcı protein 12’ye) bağlanırlar. Oluşan aktif
kompleks kalsinörin üzerinde belli bölgelere bağlanarak diğer moleküllerle etkileşimini önler.
Böylece T lenfosit aktivasyonuyla ilişkili interlökin (IL) 2, interferon-γ, GM-CSF, tümör
nekrozis faktör (TNF) α, IL4, Cluster of differentiation (CD)40L gibi önemli maddelerin
sentezi için gerekli gen transkripsiyonu engellenir (4).
Her iki ilaçla yan etkiler olarak nefrotoksisite, hiperkalemi, hiperürisemi,
hipomagnezemi, hipertansiyon, diyabet gelişimi, tremor gibi nörotoksisite görülebilirken dişeti
hiperplazisi, hirsutizm, hipertansiyon ve hiperlipidemiye siklosporin ile daha çok rastlanır.
Takrolimus ile ise bozulmuş glukoz toleransı ve tremor daha sıktır. Sitokrom P450 sistemiyle
metabolize
edildiklerinden,
bu
sistemle
metabolize
edilen
birçok
ilaçla
beraber
kullanımlarında kan düzeylerinde sapmalar görülür, bu nedenle diğer ilaçlarla beraber
kullanımda dikkatli olunmalıdır.
Azotiyopürin
Karaciğerde 6-merkaptopürine metabolize olan bir pürin analoğudur. Normal pürin
yolağına girerek DNA ve RNA sentezini inhibe eden proliferasyonu önleyen bir ajandır.
Böylece aktive T ve B lenfositlerin çoğalmasını önler. Ayrıca azotiyopürin kemik iliğindeki
promiyelositlerin hücre döngüsünü kırarak dolaşımdaki monositlerin sayısını azaltır. Eğer
beraberinde kalsinörin inhibitörü verilmiyorsa oral yoldan 2-3 mg/kg/gün dozundan uygulanır.
Kalsinörin inhibitörüyle birlikte kullanıldığında daha düşük dozlar verilmelidir (4-6).
En sık görülen yan etkisi tüm hücre gruplarını etkileyen kemik iliği baskılanmasıdır. Bu
etki doz bağımlı ve ilacın dozunun azaltılması veya kesilmesiyle geriye dönüşlüdür. Diğer
önemli yan etkileri ise, infeksiyonlara yatkınlık, artmış malinite riski, hepatotoksisite ve saç
dökülmesidir. Yıkımından sorumlu enzimlerden bir tanesi ksantin oksidaz olduğundan
allopürinol ile beraber kullanımı artmış yan etkiye neden olur.
Mikofenolat Mofetil (MMF)
Mikofenolik asitin yarısentetik etil esteridir, hızlı ve tamamen emilerek esterazlarla
hidrolizasyon sonucu aktif ilaç olan mikofenolik asite dönüşür. Dozu 1-3 gr/gün olup, kan
seviyesi takip edilmez. Karaciğerde β-glukronidaz enzimi ile metabolize edilip idrarla ve daha
fazla olarak safra ile atılır.
Etkisini lenfositlerdeki de novo pürin sentezini inhibe ederek gösterir. Hücreler pürini
iki şekilde elde ederler, birincisi de novo sentez, diğeri ise tekrardan kullanım yoluyladır.
11
Lenfositler birinci yolu tercih ederler. Mikofenolik asit guanozin monofosfatın (GMP) de novo
sentezindeki hız kısıtlayıcı enzim olan inozin monofosfat dehidrogenazı inhibe ederek
GMP’nin azalıp adenozin monofosfatın (AMP) göreceli olarak artmasına neden olur. GMP ve
AMP düzeylerindeki bu değişiklik T ve B lenfositlerin çoğalması için gerekli de novo pürin
sentezini inhibe eder. Diğer dokularda ise tekrardan kullanım yoluyla pürin eldesi devam ettiği
için hücre çoğalması etkilenmez. Bu da bize MMF’in lökositler üzerindeki selektif etkisinin
nedenini gösterir.
Diyare, lökopeni, hafif anemi ve artmış CMV infeksiyonu riski yan etkileri olup
gebelerde kullanılmamalıdır (4,6).
Rapamisin ve Analogları
Streptomyces hygroscopicus’tan izole edilen makrosiklik bir laktondur. Takrolimusa
benzer bir molekül olan rapamisin, takrolimus gibi FK bağlayıcı protein 12’ye bağlanarak
aktif hale gelen bir ilaçtır. Fakat kalsinörini inhibe etmez. Rapamisin IL-2’ye bağlı sinyal
iletimi ve hücre çoğalmasını inhibe eder, lenfositlerin IL-4, IL-7, IL-15 gibi büyüme faktörleri
ve sitokinlere vereceği cevabı önler. Siklosporin ile sinerjistik etkisi mevcuttur ayrıca
siklosporinin kan düzeyini de artırır. Kullanım dozu 2 mg/gün olan ilaçla beraber pnömosistis
carinii pnömonisine yönelik profilaksi de uygulanması gerekmektedir. Yan etkileri arasında
hafif trombositopeni, hiperlipidemi, oral ülserler bulunmaktadır (4,6).
Poliklonal Antikorlar
Bunlar poliklonal Ig G preparatları olup etkin fakat selektif olmayan ilaçlardır. Atlar
veya tavşanların insan lenfoid hücreleri veya timositlerine karşı birkaç kez immünize
edilmesiyle elde edilirler. Üç şekilde etki gösterirler; lenfositlerin aktivasyonunu etkileyerek,
lenfoid hücreleri yıkıma uğratarak ve lenfoid hücrelerin dağılımını değiştirerek. Özellikle ilk
doz uygulamalarında T lenfositleri uyararak sitokin salınımıyla ciddi yan etkiler
oluşturabilmektedirler (4,6).
Monoklonal Antikorlar
İlk kullanıma giren OKT3 adı verilen mürin anti-CD3 monoklonal antikorudur. CD3
kompleksi T lenfositin aktive olması için gereklidir ve OKT3 de bu kompleksin ε kısmına
bağlanarak hücrenin sinyali algılamasına engel olur. Fakat bir fare proteini olduğu için,
uygulandığında antikor cevabı oluşturup sonraki kullanımlarda nötralize edici antikorlarla
etkisi engellenebilir. İntravenöz olarak 5 mg dozunda 7-14 gün uygulanır.
12
Yakın zamanda kullanıma girecek diğer monoklonal antikorlar IL-2 reseptörünün üç
transmembran proteininden biri olan CD25 molekülüne karşı geliştirilmiş olan tam humanize
olan dakluzimab ve kimerik baziliksimabdır. Bu molekül tüm aktif T lenfositler üzerinde
bulunur ve antikorların bağlanmasıyla IL2’nin etkilerinin ortaya çıkması önlenir (4,6).
2.1.4 Doku Reddi
Organ nakli ile, greft dokusu üzerindeki yabancı antijenlere karşı immün cevap gelişir.
Bu cevap doğal (özgül olmayan) bağışıklık sistemi ve edinsel (özgül) bağışıklık sistemi ile
meydana gelir. Doğal sistem antikorlar, komplemanlar, doğal öldürücü (NK) hücreler,
makrofajlar ve nötrofillerden oluşur ve antijenle ilk karşılaşıldığında devreye girer, antijene
özgül değildir. Edinsel sistemde ise makrofaj, T ve B lenfositlerin etkileşimiyle antijene
spesifik bir yanıt oluşturulur. Edinsel sistemin temel hedefi insanda major histocompetibility
complex (MHC) antijenleridir (6).
Greftin vericiden alınması sırasında iskemi ve reperfüzyonla doku hasarı oluşur ve
normalde bulunmayan bazı antijenler doku yüzeyinde ifade edilir. Öncelikle endotel hücreleri
aktive olarak adezyon moleküllerinin ifadesini artırır ve sitokinlerle uyarılan lökositlerin
endotele tutunmasını sağlarlar. Tutunan lökositler dokuya doğru ilerleyerek infiltrasyona
sebep olurlar. Ayrıca iskemiyle kompleman sistemi de uyarılarak yangıyı alevlendirir.
Bunların hepsi doğal bağışıklık sistemi ile oluşan ve antijene spesifik olmayan cevaptır (6).
Spesifik immün yanıt greftin üzerindeki verici MHC sınıf II antijenlerinin alıcı T
lenfositleri tarafından fark edilmesiyle başlatılır. Aktive olan T lenfositler çoğalmaya,
farklılaşmaya ve sitokin salgılamaya başlarlar. Bu sitokinler damar endoteli üzerinde daha
fazla antijen ifade edilmesine, sitotoksik T lenfositlerin, makrofaj ve NK hücrelerinin
uyarılmasına, B lenfositlerden antijene spesifik antikor salınımına neden olurlar (6).
Transplante edilen organa karşı her iki bağışıklık sistemi ile gelişen immün cevap temel olarak
üç tipte doku reddi oluşturur.
1. Hiperakut doku reddi: Dakikalar veya saatler içinde oluşur, antikor ve komplemana
bağlı gelişir. Genelde geri dönüşsüzdür.
2. Akut doku reddi: Günler veya aylar içerisinde gelişir, hücresel immün cevaba
bağlıdır. Mevcut bazı ilaçlarla geri döndürülebilir.
3. Kronik doku reddi: Aylar-yıllar içerisinde oluşur, greft kaybına neden olur.
13
Hiperakut Doku Reddi
Nadir
görülen
ve
ilaçlarla
tedavisi
mümkün
olmayan
bu
red
tipi
revaskülarizasyondan hemen sonra ortaya çıkar. Daha önceden alıcı kanında bulunan
sitotoksik antikorlar nakil edilen organın endoteliyle reaksiyona girerek kompleman
aktivasyonu, hücre yıkımı, pıhtılaşma sisteminin uyarılmasına neden olurlar. Histolojik olarak
akut yangı cevabı ile yaygın tromboz görülür. Yoğun fibrin birikimi ve vazoaktif peptidlerle
meydana gelen iskemi ile organ hasarı daha da artar. Bu olaylar böbrek naklinde belirgin
olurken karaciğer naklinde organın çift kaynaktan kanlanması nedeniyle iskemi önemsiz
olabilir (4-6).
Hiperakut rejeksiyonun bir alt tipi olan hızlanmış akut rejeksiyon 7-10 gün içerisinde,
alıcıdaki hafıza T ve B lenfositlerinin grefte karşı antikor oluşturmasıyla oluşur. Daha önceki
nakillerle duyarlanmış olan, çoklu transfüzyon uygulanmış, birçok gebelik geçirmiş alıcılar
risk oluştururlar (4).
Tedavi edilebilir bir durum olmadığından ve önceden mevcut antikorlar tarafından
oluşturulduğundan dolayı dikkatli cros-match ile önlenebilir. Tek tedavisi acil yeniden
nakildir.
Akut Doku Reddi
Hücresel doku reddi adı da verilen akut doku reddi nakilden 7-10 gün sonrasında
görülmeye başlanır. Klinik başlangıcı çok farklı olabilmekle beraber karaciğer alıcılarında
billuribinler ve safra kanalı enzimlerinin yükselmesi, nadir olarak da aminotransferazların
yükselmesiyle kendini belli eder (5,6). Böbrek alıcılarında ise kalsinörin inhibitörlerinin
devam tedavisi altında klasik klinik olan ateş yüksekliği, oligüri, transplant böbrek üzerinde
ağrı artık nadir olarak görülmektedir. Çoğu zaman bireyler hafif kreatinin yüksekliğiyle
asemptomatik olarak başvururlar. Bu hastalarda kreatinin yüksekliği yapabilecek diğer
nedenler de laboratuvar ve görüntüleme teknikleriyle ekarte edilmelidir. Tanıda altın standart
organ biyopsisidir. Böbrek biyopsisinde diffüz lenfositik infiltrasyon, hasar görmüş tübüllerin
duvarlarında
lenfositler
(emperipoezis),
endotelit,
kompleman
ve
immünglobulin
depolanmasını gösterir pozitif immünhistoloji görülür (4). Karaciğer biyopsisinin patolojik
incelenmesinde ise portal alanların baskın olarak lenfositler olmak üzere lökositlerce
infiltrasyonu, hücre yayılması ve hasarı, portal vende endoflebit saptanır. Aktive lenfositlerin
14
öncelikli hedefi safra kanalı epitel hücreleri ve endoteldir, direkt hepatosit invazyonu nadir
olarak görülür (6).
Akut rejeksiyonun tedavisi yüksek doz intravenöz steroid ve bazen beraberinde
poliklonal/monoklonal antikor uygulamasıdır. Bunlara cevapsız olgularda hastanın almakta
olduğu immün sistemi baskılayıcı ajanlar değiştirilmelidir.
Kronik Doku Reddi
Karaciğer nakli için kronik doku reddi duktopenik rejeksiyon ile eş anlamlı kullanılır.
Nakilden birkaç hafta sonrası ile yıllar sonrasına kadar geçen süre zarfında görülebilir. Erken
dönemde, baskın olarak sitotoksik CD8(+) T lenfositleri içeren infiltrasyon görülür.
Damarlardaki intimal kalınlaşma ve total veya subtotal oklüzyon safra kanalı epitel
hücrelerinde iskemik hasar ve yıkıma neden olur, ayrıca immünolojik hasar da söz konusudur.
Bu yıkımın belirginleşmesiyle parankimal infiltrasyon çözünür. Esas tipik bulgu
kanaliküllerdeki hasar ve sayılarındaki azalmadır. Kronik rejeksiyon ile hepatosit
apopitozisinde artış izlenir fakat bunun doku reddine mi yoksa iskemiye bağlı mı olduğu
konusunda tartışma mevcuttur.
Birçok risk faktörü ortaya atılmıştır. Geçirilmiş akut rejeksiyon atakları, primer biliyer
siroz veya primer sklerozan kolanjit nedeniyle nakil uygulanması suçlanmış fakat etkileri
kesinleşmemiştir.
CMV
infeksiyonu
ve
doku
uyumsuzluğunun
etkisi
olmadığı
düşünülmektedir. Kesin olarak, kronik doku reddi nedeniyle yeniden nakil uygulanması
tekrardan kronik doku reddi gelişimi için risk faktörüdür. Tedaviye yanıt kötüdür. Bu nedenle
yeniden nakil mutlaka akılda tutulmalıdır (5,6).
Böbrek naklinde ise tanı diğer böbrek fonksiyon bozukluğu yapabilecek nedenlerin
dışlanmasıyla konulur. Histolojik olarak, glomerüler sklerozis, intertisiyel fibrozis ve
arterlerde fibrointimal proliferasyonla karakterizedir. Fakat bu patolojik bulgular önceden
geçirilmiş akut rejeksiyon ataklarına, ilaçlara, infeksiyona, yaşa da bağlı olabilir, bu nedenle
hasta kliniği ile birlikte değerlendirilmelidir.
Patogenezde suçlanan etkenler antijenik olan ve antijenik olmayanlar şeklinde ikiye
ayrılır. Antijenik faktörler arasında bulunan doku uyumsuzluğu ve alıcı lenfositlerine karşı
gelişmiş antikorların bulunmasının greft sağkalımını azaltarak kronik doku reddine yol açtığı
gösterilmiştir. Diğer antijenik faktörler olarak immün sistemin baskılanması ve geçirilmiş akut
doku reddi atakları sayılabilir.Tüm akut doku reddi atakları suçlanmamaktadır. Ciddi, böbrek
15
fonksiyon testlerinde belirgin kötüleşme görülen, histolojik olarak damarsal tutulum izlenen
ve nakil sonrası 2-3 aydan sonra görülen atakların kronik doku reddine daha belirgin yol açtığı
saptanmıştır. Ayrıca tekrarlayan akut ataklar kronik doku reddi ihtimalini artırmaktadır. Yeni
çıkan immün sistemi baskılayıcı ajanlar akut doku reddi gelişimini önlemektedir fakat uzun
dönemde kronik doku reddini önlediklerine dair bir veri bulunmamaktadır. Bu ilaçların
nefrotoksik etkileri de göz önüne alındığında akut doku reddi ataklarını semptomatik olarak
düzelttikleri,
temelde
süregelen
kronik
değişikliklere
etkilerinin
bulunmadığı
düşünülmektedir. Antijenik olmayan etkenler ise kadavra vericilerinde gelişen beyin ölümü,
iskemi-reperfüzyon hasarı, CMV infeksiyonu, verici yaşı, hiperlipidemi veya hipertansiyon
varlığı, proteinüridir.
2.2 Lökopeni ve Nedenleri
Dolaşımdaki lökositlerin sayısındaki değişiklikler birincil olarak yapımla ilgili ya da
hastalık veya toksinlere ikincil cevap olarak ortaya çıkabilir. Temel olarak lökopeni azalmış
üretim ve/veya artmış periferik yıkıma bağlı olarak gelişebilir (Tablo 2.5) (7).
Lökositler polimorfonükleer ve mononükleer hücrelerden oluşup lökosit formülünde %40-75
oranında nötrofil hakimiyeti vardır. Bu nedenle lökopeniyle nötropeni çoğu kaynakta eş
anlamlı olarak değerlendirilmektedir
Nötropeni genelde ateş yüksekliği nedeniyle veya insidental olarak yapılan tam kan
sayımı sonucu ortaya çıkar. En önemli sonucu ise enfeksiyona yatkınlık yaratmasıdır.
Nötropeni sebepleri birincil ve edinsel olmak üzere ikiye ayrılır (Tablo2.6). Esas olarak
azalmış yapım, nötrofillerin dolaşımdan dokuya yer değiştirmesi, periferik yıkım, apopitozis
veya bunların birkaçının birarada bulunmasıyla nötropeni oluşmaktadır (8).
2.2.1 Edinsel Nötropeni
Nötropeni özellikle çocuklarda viral infeksiyonlar sonrasında görülebilir. İnfeksiyonun
başlangıcından birkaç gün sonra gelişip birkaç hafta sonrasına kadar devam edebilir. Viremi
geçince nötrofil sayısı genelde normale döner. Birkaç mekanizma birarada nötropeni
gelişiminden sorumludur; azalmış üretim, artmış yıkım ve yeniden dağılım. Ek olarak virüse
karşı oluşan antikorlar da nötrofillerin immün yıkımına neden olabilmektedir. Varisella,
kızamık, kızamıkçık, hepatit A ve B, infeksiyöz mononükleoz, influenza, parvovirus,
sitomegalovirüs bilinen etkenlerdir. Acquired immune deficiency syndrome (AIDS)’li
hastalarda %70 oranında görülen nötropeninin nedenleri ise hipersplenizm, antinötrofil
16
antikorları ve T hücre fonksiyon bozukluğudur. Bruselloz, tularemi, riketsiya, tüberküloz,
leişmanyoz ve bazı stafilokok infeksiyonlarında da orta derecede nötropeniye rastlanabilir.
Ayrıca özellikle yeni doğan ve yaşlılarda sepsis ile ciddi nötropeni izlenebilir. Bunun nedeni
kemik iliği rezervinin yeterli olmaması ve kompleman aktivasyonuyla nötrofillerin endotele
yapışması ve damar duvarına komşu birikmesidir (8).
Tablo 2.5. Lökopeni nedenleri
1. Azalmış yapım
• İlaçlar:
azotiyopürin, mikofenolat-mofetil, siklofosfamid, metotreksat,
gansiklovir, takrolimus, vb.
• İnfeksiyonlar:
virüsler (sitomegalovirüs, EBV, herpes simpleks virüs,
varisella zoster virüs, HIV,
hepatit virüsleri, influenza A ve B, kızamık, kabakulak),
Fungal ve protozoal infeksiyonlar
• Nutrisyonel eksikliker:
vitamin B12, folik asit, bakır
2. Periferik yıkım
• İlaçlara bağlı
• İnfeksiyonlar
• Otoimmün bozukluklar:
Felty sendromu, Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), Wegener
Granülomatozisi
• Antinötrofil antikorların varlığı
• Splenik sekestrasyon
17
Tablo 2.6. Nötropeni nedenleri
Birincil Nötropeni
-Etnik nötropeni
-Ciddi konjenital nötropeni (Kostmann sendromu)
-Miyelokateksi/ Tetraploid çekirdekli nötropeni
-Siklik nötropeni
-Schwachman-Diamond-Oski sendromu
-Chediak-Higashi sendromu
-Retiküler disgenezi
-Diskeratozis konjenita
Edinsel Nötropeni
-Postenfeksiyöz
-ilaç bağımlı
-Kronik benign nötropeni
-Çocukluk çağının kronik benign nötropenisi
-Nonimmün kronik idiyopatik nötropeni
-Otoimmün nötropeni
-İzoimmün nötropeni (yenidoğanda)
-Saf beyaz küre aplazisi
-İmmünolojik hastalıkların seyrinde nötropeni
-Lenfoproliferatif hastalıkların seyrinde nötropeni
-Metabolik hastalıklarla nötropeni
-Artmış marjinasyona bağlı nötropeni
-Nütrisyonel eksiklikler
Birçok ilaç nötropeniye neden olabilir. Bunlar ya direk kemik iliği baskılanması veya
öncül hücrelerde antikor ve kompleman aracılı hasar yoluyla ya da periferik yıkım yoluyla
nötropeniye neden olurlar. En sık neden olanlar ise fenotiazin, yarısentetik penisilinler, steroid
olmayan antiinflamatuvar ilaçlar (NSAID), aminopirin deriveleri, benzodiyazepinler,
barbütiratlar, altın bileşikleri, sülfonamidler, antitiroid ajanlar, propranolol, digoksin,
18
dipiridamol, asetildigoksindir. Genelde nötropeni ilacın başlanmasından 1-2 hafta sonra ortaya
çıkıp, ilacın bırakılmasıyla birkaç gün içerisinde normale döner. Nötropeni geliştiğinde en
güvenilir yol ilacı kesmektir; fakat çoğu zaman ilacın gerekliliği nedeniyle kesilememektedir.
Böyle durumlarda mutlak nötrofil sayısı 500-700/mm³ altına düşmedikçe yakın takip ile ilaca
devam edilebilir (8).
İleri yaş çocuklar ve yetişkinlerde görülen, nötrofil sayısı ortalama 200-500/mm³
civarında seyreden kronik benign nötropeninin kemik iliği incelemesinde miyeloid öncüllerin
normal veya artmış sayıda olduğu ve metamiyelosit-band evresinde duraklama olduğu görülür.
Hepatosplenomegali olmayan, infeksiyon veya maligniteyi düşündürecek bir bulgu
saptanmayan hastalarda periferik kanda monositoz görülebilir. Bu hastalar aynı derecedeki
ilaca bağlı miyelosüpresyona kıyasla nötrofillerini gerekli olduğunda dokulara daha fazla
yönlendirebildiklerinden daha nadir infekte olurlar. Steroidler, splenektomi, sitotoksik ilaçlar,
büyüme faktörleri bu hastalarda nötrofil sayısını yükseltmek için kullanılabilir. Hastaların
seyri iyi gidişli olduğundan ilaç tedavisi tekrarlayan infeksiyonları olan hastalara
saklanmalıdır (8).
Otoimmün nötropeni; infeksiyonların seyri, ilaç kullanımı ve diğer otoimmün
hastalıklarla
birlikte görülebilir. Bazı hastalarda kronik benign nötropeni ile birarada
görülmektedir. Ayrıca beraberinde otoimmün trombositopeni ve immün hemolitik anemi de
saptanabilir. Ig G veya Ig M yapısında, nötrofil antijenlerine karşı gelişmiş özgül antikorlar
gösterilmişse de tanıda yeterli değildir. Birçok insanda bu antikorlar olmasına rağmen
nötropeni gelişmeyebilir.Ancak antikorların yokluğu tanının dışlanmasına neden olamaz.
Antikorların yanı sıra dolaşımda immünkompleksler de gösterilmiştir. Tedavi ciddi
nötropeniyle beraber tekrarlayan infeksiyonu olan hastalarda uygulanmalıdır. Romatoid artrit,
SLE gibi otoimmün hastalığı olanlarda sitotoksik ilaç tedavisi planlanabilir. Splenomegalisi
olan %50’lik hasta grubunda splenektominin yararı geçicidir ve enfeksiyona yatkınlığı
artırmaktadır. Yüksek doz gamaglobulin, steroidler ve büyüme faktörleri diğer tedavi
seçenekleridir (8).
Saf beyaz küre aplazisi; ciddi piyojenik infeksiyonlar ve nötropeniyle seyreden nadir
bir sendromdur. Bu hastaların %70’inde beraberinde timoma saptanmaktadır, bazı hastalarda
ise timoma operasyonu sonrası yıllar içerisinde gelişmektedir. Kemik iliği incelemesinde
normal eritroid ve megakaryositer serilere rağmen miyeloid seri gelişimi yoktur. İbuprofen ve
19
klorpropamid ile de geliştiği gösterilmiştir. Tedavide siklosporin A, steroidler ve intravenöz
immunoglobulin kullanılmaktadır (8).
Nötropeni, ayrıca immün yetmezlik sendromlarıyla beraber de görülebilir. X’e bağlı
agamaglobülinemi, hiper-Ig M sendromu, sık değişken immune yetmezlik sendromuyla
birlikte bulunabilir. Nötropeni kronik/siklik/epizodik olabilir. Neden
azalmış kemik iliği
üretimi veya otoimmün nötropenidir. Bu hastalarda tekrarlayan ve toplumda nadir görülen
enfeksiyonlar gelişir. Tedavide kemik iliği nakli uygulanabilir.
Granüler lenfositlerin lenfoproliferatif bozuklukları heterojen bir grubu olup nötropeni
görülebilmektedir. Büyük granüler lenfositik lösemi, Felty sendromu, T-gama lenfositozis, T
ve NK hücreli büyük granüllü lösemi bu grup içerisindedir. Periferik kanda lenfositoz ve
nötropeni görülür. Kemik iliği ise erken miyeloid evrede duraklama gösteren hiponormoselüler ilik örneği ile uyumludur. Nötropeninin nedeni granülositlerdeki hızlanmış
apopitozdur. Bu hastalarda nötropeniye bağlı infeksiyon gelişmesi tedavi başlama nedenidir.
Metotreksat ve siklosporin A verilebilir (8).
Nötropeni metabolik hastalıkların seyrinde de görülebilir. Diyabetik ketoasidoz,
hiperglisinüri, orotik asitüri, metilmalonik asitüri ve Tip Ib glikojen depo hastalığında
nötropeni saptanabilir. Kemik iliği normo/hiperselülerdir. Esas sorun dolaşımdaki nötrofillerin
apoptozisidir. Tedavi büyüme faktörleriyle yapılır.
Bu nedenler dışında nötropeni hemodiyaliz uygulamaları, transfüzyon reaksiyonları ve
yanık gibi nedenlerle kompleman sisteminin active olması ve böylece nötrofillerin damar
duvarına yakın birikmesiyle de gelişebilir. Paroksismal noktürnal hemoglobinüri gibi
kompleman bağımlı yıkım bir diğer nedendir. Hipersplenizm, vitamin B12/folik asit/bakır
eksikliği ve herediter transkobalamin II eksikliğinde de nötropeniye rastlanabilir.
Hipersplenizmde genelde anemi ve trombositopeni de nötropeniye eşlik eder. Nütrisyonel
nedenlerde ise sebep inefektif miyelopoezdir. Kemik iliğinde megaloblastik değişiklikler
saptanabilir (8).
2.2.2 Birincil Nötropeni
Etnik yada ailesel benign nötropeni bazı ırklarda görülen, hafif derecede nötropeniye
neden olan, infeksiyon riskini artırmayan bir durumdur. Nötrofil sayısı genelde 800-1400/mm³
olup kemik iliği normoselülerdir.
20
İmmün olmayan kronik idiyopatik nötropeni, erişkinlerde hafif derecede nötropeniyle
kendini belli eden, kemik iliğinde miyeloid seride hipoplazi ile karakterize bir patolojidir.
İnfeksiyon nadir görülür ve ciddi değildir. Her iki hastalık da tedavi gerektirmez.
Siklik nötropeni, 14-35 (%90 hastada 21) günde bir ortaya çıkan nötropeni, ateş
yüksekliği, faranjit, stomatit ve bakteriyel infeksiyonlarla karakterize nadir görülen bir
hastalıktır. Hastalık kalıtsaldır ve genelde benign seyretmekle beraber birkaç hastada
enfeksiyon nedeniyle ölüm gelişmiştir. Tanı 8 hafta boyunca haftada 2 veya 3 kez tam kan
sayımı yapılmasıyla konulur. Genelde nötropeni 3-5 gün içerisinde düzelir. Nötrofillerde tüm
siklus boyunca apopitoza eğilim vardır (8).
Bunlar dışında yeni doğan ve çocukluk çağında görülen Kostmann Sendromu,
miyelokateksi, Shwachman-Diamond-Oski Sendromu, Chediak-Higashi Sendromu, retiküler
disgenez, diskeratozis konjenita ve izoimmün neonatal nötropeni gibi nadir görülen ve çoğu
erken yaşta ciddi infeksiyonlarla ölüme neden olabilen patolojiler de mevcuttur.
21
3. HASTALAR VE YÖNTEM
Bu araştırmada Ocak 1996 ile Ekim 2006 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Tıp
Fakültesi Ankara Hastanesi’nde böbrek ve karaciğer nakli uygulanan erişkin hastaların
dosyaları geriye dönük olarak incelenmiştir. Bunlardan 27 tanesi nakil sonrası takiplerine
gelmediğinden bu hastaların verileri kullanılmamıştır. Veriler nakil tarihinden başlayarak
kronik doku reddi ortaya çıkıncaya veya hasta ölünceye kadar geçen sürede toplanmış, kronik
doku reddi sonrası eğer hasta bir kez daha nakil olmuş ise bu ikinci nakile dair datalar ayrı bir
nakil sonrası dönem içinde değerlendirilmiştir. Tekrarlanan nakiller ile (14 hasta) toplam 556
nakil sonrası dönem lökopeni ve nötropeni
gelişimi açısından gözden geçirilmiştir. Her
lökopeni atağında atağın nedeni, lökosit ve nötrofil sayıları, yapılmışsa kemik iliği
incelemesinin patoloji sonucu kaydedilmiştir. Ayrıca hastaların hepatit markerları,
ultrasonografik olarak dalak uzunlukları, geçirdikleri biyopsi ile kanıtlanmış akut rejeksiyon
atakları ve hepatit markerları pozitif hastaların viral yükleri kaydedildi. Lökopeni için lökosit
sayısı≤3500/μL, nötropeni için nötrofil sayısı≤1500/μL olarak, radyologların ultrasonografide
splenomegali tanısı koymak için kullandıkları limit olan 120 mm ve üstü dalak longitudinal
uzunluğu splenomegali olarak kabul edildi.
Biyoistatistiksel değerlendirme için “SPSS 11.0 for Windows” programı kullanıldı.
Hastaların demografik, hastalıkları ve transplantasyon ile ilgili verilerinden rakamsal olanlar
ortalama±standart sapma, kategorik olanlar yüzde oran şeklinde ifade edildi. Transplantasyon
sonrası gelişen lökopeni ataklarına neden olabilecek risk faktörleri tek değişkenli (univaryant)
ve çok değişkenli (multivaryant) istatistiksel analizlerle belirlenmeye çalışıldı. İstatistiksel
analizler için, çapraz tablolar, ki-kare, student T-test, Mann-Whitney test, Pearson
korelasyonu, multivariet lojistik regresyon analizleri, koks regresyon ve Kaplan-Meyer
sağkalım eğrileri kullanıldı.
22
4. BULGULAR
İncelenen nakil sonrası dönemlerin 451’i (%82,8) böbrek, 90’ı (%17) karaciğer ve 1’i
(%0,2) karaciğer ve böbrek nakli sonrasıydı. Organ vericilerine bakıldığında, böbrek
nakillerinin %24’ü (n=110) kadavradan, %76’sı (n=341) canlı vericiden iken karaciğer
nakillerinin %47’si (n=42) kadavradan, %53’ü (n=48) canlıdandı. Hastaların 140 tanesi (%26)
kadın iken, 402 tanesi (%74) erkek olup ortalama yaş 33,7±11,3 (17-66) olarak saptandı.
Karaciğer ve böbrek nakline giden hastaların son dönem organ hasarı nedenleri Tablo 4.1’de
belirtilmiştir.
Tablo 4.1. Hastaların son dönem organ yetmezlik nedenleri
Nakil tipi
Böbrek
Karaciğer
Karaciğer+Böbrek
Son dönem organ hasarı
nedenleri
Hipertansiyon
23
Hasta yüzdesi
(%)
5,1
DM
Nefrolitiazis
GMNF+TIN
9
39
97
2,0
8,6
21,5
Amiloid
24
5,3
Bilinmeyen
175
39,8
Polikistik böbrek
14
3,1
Pyelonefrit
ATN
46
4
10,2
0,9
Alport send
HBV
HCV
HBV+HDV
Alkolik siroz
17
41
10
1
7
3,8
45,6
11,1
1,1
7,8
Fulminan hepatit
2
2,2
Wilson hast
9
10,0
Otoimmün hepatit
5
5,6
Bilinmeyen
Kriptojenik siroz
1
6
1,1
6,7
Konjenital hepatik fibrozis
3
3,3
PBS
4
4,4
Kist Hidatik
Metabolik
1
1
1,1
100,0
23
Hasta sayısı
İncelenen dönemlerde, toplam 200 hastada 351 lökopeni atağı saptandı. Bir hastada en
fazla görülen lökopeni atağı sayısı 8 idi ve karaciğer nakli olmuş iki hastada izlenmişti. Temel
olarak ilaçlar ve bakteriyel/viral infeksiyonlar en sık lökopeniye sebep olurken, her atak için
detaylı neden listesi Tablo 4.2’de belirtilmiştir. Lökopeni ataklarının %82,4’ünde lökopeniye
nötropeninin de eşlik ettiği görüldü. Bu nedenle lökopeni için belirtilen risk faktörleri
nötropeni için de geçerliydi.
Böbrek alıcılarında lökopeni sıklığı %31,7 (n=147) iken, karaciğer alıcılarında bu oran
%56,5 (n=52) idi. Bu nakil edilen organ tipi açısından anlamlı bir farklılık oluşturuyordu
[p<0,0001, OR=2,7 (%95CI:1,7-4,4)]. Karaciğer nakli yapılanlarda nakil sonrası dönemde
lökopeni atağı sayısı 1,4±1,8 iken böbrek nakillilerde bu sayı 0,5±0,8 idi (p<0,0001).
Lökopeni izlenen hastaların %38,2’si (n=55) kadın iken, %35,2 (n=145) erkekti (p>0,05).
Lökopeni atağı geçiren hastaların yaş ortalaması 34,0±12,4 iken, geçirmeyenlerin 33,5±10,6
idi (p>0,05). Yaş ve cinsiyet ile lökopeni gelişimi arasında istatistiksel bir farklılık bulunmadı.
Hastaların 76’sında (%14) HbsAg pozitif iken, 79 hastada (%15) anti-HCV antikoru
pozitifti. Lökopeni HbsAg pozitif olan hastaların %51’inde gelişirken, negatif olanlarda bu
oran %33,5 idi [p=0,002, OR=2,0 (%95 CI 1,2-3,3)]. Nötropeni gelişimi açısından da HbsAg
pozitif ile negatif hastalar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p=0,04).
HbsAg pozitif hastaların nakil sonrası dönemlerinde lökopeni atağı sayısı 1,0±1,5 iken,
negatiflerde bu sayı 0,5±1,0 idi (p<0,0001). Böylece analizlerde HBV infeksiyonun nötropeni
gelişimi açısından bir risk faktörü olduğu belirlendi. Diğer taraftan HCV infeksiyonu ile
lökopeni oluşumu arasında belirgin ilişki saptanmadı (p>0,05). Hepatit B veya hepatit C ile
infekte hastaların 17 (%11) tanesinin viral yük (HBV DNA veya HCV RNA)
verileri
olmamakla beraber 76’sında (%49) viral yük pozitifti. Viral yükün etkisine bakıldığında virüs
yükü pozitif olan ve olmayan hastalarda lökopeni gelişimi açısından farklılık gözlenmedi
(p>0,05).
Lökopenisi olmayan hastaların ortalama dalak uzunluğu 119±26 mm iken, bu ortalama
uzunluk lökopenisi olanlarda 132±35 mm idi (p<0,0001). Hastaların ultrasonografik olarak
ölçülen dalak uzunluğu ile lökopeni sıklığı arasında pozitif bir korelasyon bulundu (p<0,0001,
r =0,289).
24
Tablo 4.2. Görülen her lökopeni atağının nedenleri ve yüzdeleri
Lökopeni
Lökopeni
Lökopeni
Lökopeni
Lökopeni
Lökopeni
Lökopeni
Lökopeni
Lökopeni
Nedenleri
1
2
3
4
5
6
7
8
(n:200)
(n:83)
(n:34)
(n:17)
(n:9)
(n:4)
(n:2)
(n:2)
%22,2
%25
%50
%50
ilaç
%37
%26,5
%11,8
%23,5
Pnömoni
%4
%2,4
%8,8
%11,8
İntraabdominal
%5
%14,5
%17,6
%5,9
idrar yolu inf.
%6,5
%6
%8,8
üst solunum yolu
%4,5
%2,4
Gastroenterit
%6,5
%8,4
%5,9
CMV
%10
%6
%8,8
Megaloblastik
%3
%3,6
Hepatit
%0,5
%44,4
İnfeksiyon
%5,9
%50
inf.
Rejeksiyon
%8,0
Kemik iliği
%1,5
%50
%5,9
%5,9
%2,9
%10,8
%25
%8,8
%17,6
%11,1
%25
%11,1
%25
%2,9
Patolojisi
Sepsis
%12,5
Hipersplenizm
%1,2
zona zoster
%1
%13,3
%17,6
%5,9
%2,9
%50
%11,1
%2,4
25
Splenomegalisi olan hastaların %51’inde lökopeni gelişirken dalak boyutu normal olanlarda
bu sıklık %29 idi ve istatistiksel olarak anlamlıydı [p<0,0001, OR=2,5 (%95 CI 1,7-3,6)] .
Nötropeni gelişimi açısından da splenomegalisi olan ve olmayan hastalar arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark bulundu (p<0,0001).
Antinükleer antikor (ANA) müspet olan hastaların sayısı 12 (%2,2) idi. ANA pozitif
olan hastalarda lökopeni %69 oranında gelişirken, negatif olan hastalarda bu oran %35 idi
[p=0,01, OR=4,1 (%95 CI 1,2-13,6)]. Lökopeni için kanıtlanmış risk faktörleri olan karaciğer
nakli, HbsAg (+)’liği, splenomegali ve ANA (+)’liği bir araya getirilerek oluşturulan model ile
yapılan multivaryant lojistik regresyon analizinde splenomegalinin en güçlü risk faktörü
olduğu belirlendi [p=0,009, OR=1,8(%95 CI 1,1-2,8)] (Tablo 4.3).
Tablo 4.3. Lökopeni gelişimi için kabul edilen risk faktörlerinin bir arada değerlendirilmesi
p değeri
OR
%95 CI
Karaciğer nakli
0,092
1,63
0,9-2,9
HbsAg (+)’liği
0,383
1,28
0,7-2,2
ANA (+)’liği
0,128
2,60
0,7-8,9
Splenomegali varlığı
0,009
1,8
1,1-2,8
Saptanan 351 lökopeni atağının 44 tanesinde yapılan kemik iliği örneklemesinde
%52’si (n=23) hiposellüler, %36’sı (n=16) normo/hipersellüler olarak saptandı. Hastaların
%11’inin (n=5) kemik iliği incelemesi aplastik anemi (n=1), displazi (n=1) ve tüberküloza
bağlı granülomatöz tutulumla (n=3) uyumluydu.
İncelenen 556 nakil sonrası döneminin %14,6’sı (n=81) ölümle sonuçlandı. Ölüm
nedenleri Tablo 4.4’de ayrıntılı şekilde verilmiştir. Lökopeni ölen hastaların %59’unda
varken, yaşayanlarda bu oran %32 idi [p<0,0001, OR=3,0 (%95 CI 1,9-5,0)]. Hastanın her
yaşadığı lökopeni atağının ölüm riskini artırdığı gözlendi (p<0,0001,RR=1,3). Kaplan-Meyer
analizlerinde lökopeni gelişen hastalarda yaşam oranı %76 iken, lökopeni olmayanlarda %91
idi (Log Rank=0,0001) (Şekil 4.1). Bu dönemde lökopeni atağı geçirmeyen hastaların
ortalama sağkalım süresi 148 ay iken, lökopeni atağı geçirenlerde bu sürenin 111 ay olduğu
görüldü. Greft sağkalımına bakıldığında, %23 (n=128) hastada kronik doku reddi geliştiği
saptandı. Tecrübe edilen her lökopeni atağı ile greftin kronik rejekte olma riski artıyordu
(p=0,016, RR=1,15). Kaplan-Meyer analizlerinde lökopenisi olan hastalarda greft sağkalımı
26
%67 iken, lökopeni olmayanlarda %83’dü (Log Rank=0,0023) (Şekil 4.2). Lökopeni atağı
geçirmeyen hastalarda ortalama greft ömrü 112 ay iken, geçirenlerde bu süre 99 ay olarak
bulundu.
Tablo 4.4. Solid organ nakli sonrası ölüm sebepleri
Ölüm nedeni
Sayı
Yüzde %
Sepsis
48
59,2
Kanama
6
7,4
Serebrovasküler olay
7
8,6
Doku reddi
3
3,7
Malignite
4
4,9
Bilinmiyor
13
16
1,2
1,0
,8
Hasta sag kalimi
,6
1
,4
1-censored
0
0-censored
,2
-100
0
100
Nakil sonrasi dönem (ay)
Şekil 4.1.Lökopeni varlığı ile hasta sağkalımı arasındaki ilişki
― Lökopeni saptanan hastaların sağkalım çizgisi
― Lökopeni saptanmayan hastaların sağkalım çizgisi
27
200
1,2
1,0
,8
Greft sag kalimi
,6
1
,4
1-censored
0
,2
0-censored
0
20
40
60
80
100
120
140
Nakil sonrasi dönem (ay)
Şekil 4.2. Lökopeni varlığı ile greft sağkalımı arasındaki ilişki
― Lökopeni saptanan hastalardaki greft sağkalım çizgisi
― Lökopeni saptanmayan hastalardaki greft sağkalım çizgisi
Nötropeninin sağkalım üzerine olan etkisine bakıldığında, nötropeni saptanan
hastaların %23’ünün öldüğü, nötropeni olmayanlarda ise bu oranın %10,5 olduğu saptandı
[p<0,0001, OR=2,5 (%95 CI 1,5-4,1)]. Nakil sonrası dönemde hiç lökopenisi olmayan,
nötropeni olmadan lökopeni saptanan ve nötropenisi olan hastalar model oluşturularak
birarada değerlendirildiğinde nötropeni gelişmeden sadece lökopeninin de hasta sağkalımı
üzerine etkisi olduğu görüldü [(p<0,0001) OR=3,6 (%95 CI 1,9-6,9) ve (p=0,001) OR=2,1
(%95 CI 1,3-3,5)]. Yapılan Kaplan-Meyer analizlerinde lökopeni atağı hiç olmayanlarda
sağkalım %91 iken, nötropenisiz lökopeni olanlarda %68 (Log Rank<0,0001), lökopeni ile
beraber nötropeni olanlarda ise %77 (Log Rank=0,001) idi (Şekil 4.3). Greft sağkalımına
28
bakıldığında, nötropenisi olan hastalarda %33 kronik rejeksiyon gelişirken, nötropeni
olmayanlarda bu oran %19’du [p=0,001, OR=2,0 (%95 CI 1,3-3,1)]. Yine lökopenisi hiç
olmayan, nötropeni olmadan lökopenisi olan ve nötropenisi olan bu üç grup bir arada
değerlendirilip,
nötropenisiz
lökopeni
gelişimiyle
nötropenik
lökopeni
gelişimi
karşılaştırıldığında nötropenisiz lökopeninin greft sağkalımı üzerine etkisi olmadığı gözlendi
[(p>0,05) OR=1,7 (%95 CI 0,9-3,1) ve (p=0,006) OR=1,1 (%95 CI 1,1-2,4)]. Kaplan-Meyer
analizlerinde, lökopeni hiç olmayanlarda greft sağkalımı %82 iken, sadece lökopeni olanlarda
%68 (Log Rank>0,05), nötropenik olanlarda ise %66 (Log Rank=0,005) bulundu (Şekil 4.4).
1,2
1,0
,8
2,00
Hasta sag kalimi
,6
2,00-censored
1,00
,4
1,00-censored
,00
,00-censored
,2
-100
0
100
Nakil sonrasi dönem (ay)
Şekil 4.3. Üç grupta hasta sağkalımı
― Nötropenik lökopenili hastaların sağkalım çizgisi
― Nötropenisiz lökopenisi olan hastaların sağkalımı
― Lökopenisi olmayan hastaların sağkalımı
29
200
1,2
1,0
,8
2,00
Greft sag kalimi
,6
2,00-censored
1,00
,4
1,00-censored
,00
,2
,00-censored
0
20
40
60
80
100 120 140
Nakil sonrasi dönem (ay)
Şekil 4.4. Üç grupta greft sağkalımı
― Nötropenik lökopenili hastaların greft sağkalım çizgisi
― Nötropenisiz lökopenisi olan hastaların greft sağkalım çizgisi
― Lökopenisi olmayan hastaların greft sağkalımı çizgisi
30
5. TARTIŞMA
Organ nakli sonrasında doku reddini önlemek ve nakil edilen organa karşı
immüntolerans oluşturmak için immün sistemin baskılanması gereklidir. İlaçlarla yapılan
immün baskılanma ile bir yandan greft reddinden korunurken diğer yandan immün
baskılanmanın istenmeyen yan etkileri de oluşturulmamalıdır. Bu yan etkiler içerisinde her
türlü infeksiyona yatkınlık, artmış malignite gelişme riski, organ toksisiteleri ve hiperlipidemi,
hiperglisemi gibi metabolik bozukluklar bulunmaktadır. Genel olarak nakil hastalarında
lökopeni/nötropeni yapabilecek birçok etken bir aradadır. Bu hastalarda toplumda sık olarak
görülen veya çok nadir bulunan oportunistik bakteriyel/fungal/viral/protozoal infeksiyonlar
varolan baskılanmış immün sistem nedeniyle sıklıkla görülür. Bu infeksiyonlar tek başına
lökopeniye
neden
olabilecekleri
gibi
bunların
tedavisinde
kullanılan
ilaçlar
da
lökopeni/nötropeni yapabilmektedirler. Ayrıca immün sistem baskılanması nedeniyle ortaya
çıkan maligniteler de direkt kemik iliği baskılanması, tutulumu ya da immün yıkım ile
lökopeniye neden olabilmektedir. Bu hastalarda ayrıca lökopeni yapabilecek splenomegali,
kronik viral infeksiyonlar, primer hastalıklarıyla ilgili metabolik bozukluklar ve otoimmün
antikorlar gibi başka nedenler de bulunmaktadır.
Literatürde, ulaşabildiğimiz kadarıyla, solid organ nakli hastalarında lökopeni
gelişimiyle
ilgili sınırlı bilgi bulunmaktadır. Daha çok olgu sunumları şeklinde olan bu
makaleler ilaç yan etkileri (7,9,10,11), CMV infeksiyonu seyrinde (12) veya hipersplenizm ile
gelişen lökopeni (13), büyüme faktörlerinin nakil sonrası lökopeni gelişen hastalarda
kullanımı (14) ve bu hastalarda gelişen miyelodisplazi (15,16) ile ilgilidir. Lökopeni
oluşumundaki risk faktörleri ve lökopeninin hasta ve greft sağkalımı üzerindeki etkilerinin
araştırıldığı çalışmamızda karşılaştırma yapılabilecek bir makaleye ulaşılamamıştır.
Bu çalışmada toplam 556 nakil sonrası dönemi geriye dönük olarak lökopeni gelişimi
açısından değerlendirdik. İki yüz hastada toplam 351 lökopeni atağı saptanmış olup, bunların
%82,4’ünde lökopeniye nötropeni de eşlik etmekteydi. Lökopeni için belirtilen bütün risk
faktörleri ve lökopeninin hasta ve greft sağkalımı üzerindeki etkileri nötropeniyle benzer
olarak saptandı. Bu nedenle lökopeni nötropeniyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır.
En sık sepsis dahil bakteriyel infeksiyonlar (%37,2), ilaçlar (%30,9), zona zoster, viral
gastroenteritler ve CMV dahil viral infeksiyonlar (%16) lökopeniye neden olan etkenler olarak
saptandı. Karaciğer nakli sonrası görülen lökopeninin böbrek nakli sonrası saptanan
31
lökopeniye göre daha sık geliştiği saptandı (p<0,0001). Karaciğer nakli hastalarında ortalama
lökopeni sayısı 1,4±1,8 iken, böbrek nakil hastalarında bu sayı 0,5±0,8 idi (p<0,0001).
Lökopeni gelişiminin cinsiyet ve yaşla ilişkisi bulunamadı (p>0,05).
Nakil yapılan hastalarda görülen viral infeksiyonların başında hepatitlerin geldiği ve bu
viral etkenlerin de lökopeni yapabileceği bilinmektedir (7,8). Hepatitler gibi viral
infeksiyonlar kemik iliğinde azalmış veya etkisiz lökosit yapımına ve dolaşımdaki lökositlerin
de marjinal havuza kaymasına neden olurlar. Aynı zamanda, immünolojik olan ve olmayan
yollarla lökositlerin periferik yıkımından sorumlu olabilirler. Çalışmamızda HbsAg ve AntiHCV pozitifliğinin ve bu virüslerin oluşturduğu aktif vireminin lökopeni gelişimi üzerine olan
etkisi değerlendirildiğinde HBV infeksiyonunun viremiden bağımsız bir risk faktörü olduğu
belirlendi (p=0,002). HbsAg pozitif hastalar 1,0±1,5 lökopeni atağı geçirirken, negatif olanlar
0,5±1,0 atak geliştiriyorlardı (p<0,0001). HCV infeksiyonu ile herhangi bir ilişki
gösterilemedi (p>0,05).
HbsAg pozitif olup virüs yükü negatif olan hastaların da bu viral infeksiyonu taşıdığı
bilinmektedir. Virüs yükünün negatif olması aktif viremi olmadığını göstermezken, kanda
mevcut yöntemlerle gösterilebilecek kadar viral genom kopyasının bulunmaması demektir. Bu
nedenle viral yükle farklı bir ilişki saptanmaması beklenilen bir bulgudur.
Hipersplenizm lökopeni nedenleri arasında yer aldığından (7,8,13) hastaların
ultrasonografik olarak ölçülen dalak uzunluğu ile lökopeni gelişimi arasındaki ilişki de
değerlendirildi. Dalak boyutu arttıkça lökopeni sıklığının arttığı ve splenomegalisi olan
hastalarda istatistiksel olarak anlamlı lökopeni olduğu gösterildi (p<0,0001). İmmün yıkım ile
lökopeni yapan ve otoimmün hastalıkların taramasında kullanılan ANA pozitifliği ile lökopeni
gelişimi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu gözlendi (p=0,01).
Lökopeni yapıcı etkileri gösterilmiş dört risk faktörü bir araya getirilerek yapılan
istatistikte
splenomegalinin
en
güçlü
risk
faktörü
olduğu
belirlendi
(p=0,009).
Hipersplenizmin kanıtlanması için hastalardan dalak sekestrasyon zamanı çalışılması istenmiş
fakat bu tetkik altı hasta dışında takip eden bölüm tarafından yaptırılmamıştır. İncelenen
lökopeni ataklarından sadece 44 tanesinde kemik iliği örneklemesi yapılmış ve bunlardan 5
tanesinde primer kemik iliği ile ilgili patolojiye (1 displazi, 1 aplastik anemi, 3 kemik iliği
tüberkülozu) rastlanmıştır.
32
Lökopeninin uzun dönemdeki etkilerine bakıldığında greft ve hasta sağkalımı
üzerinde önemli etkileri olduğu görüldü. İncelenen 556 nakil sonrası dönemin %14,6’sı (n=81)
ölümle sonuçlandı. Bu dönemde lökopeni atağı geçirmeyen hastaların ortalama sağkalım
süresi 148 ay iken lökopeni atağı geçirenlerde bu sürenin 111 aya gerilediği görüldü ve bu
düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,001). Hastanın her yaşadığı lökopenin ölüm
riskini 1,2 kat artırdığı gözlendi. Greft sağkalımına bakıldığında, %23 (n=128) hastada kronik
doku reddi geliştiği saptandı. Lökopeni atağı geçirmeyen hastalarda ortalama greft ömrü 112
ay iken, geçirenlerde bu sürenin 99 aya indiği gözlendi ve aradaki fark istatistiksel olarak
anlamlıydı (p=0,0023). Gelişen her lökopeni atağı ile greftin kronik rejekte olma riski 1,15 kat
artıyordu. Nötropeni de greft ve hasta sağkalımını istatistiksel olarak anlamlı şekilde negatif
yönde etkiliyordu. Lökopeniye en sık sepsis dahil bakteriyel enfeksiyonlar, ilaçlar ve viral
enfeksiyonların neden olduğunu düşünürsek, lökopeni/nötropeninin hasta ve greft sağkalımı
üzerine olan negatif etkisi şaşırtıcı değildir. Organ nakli olmuş hastaların immün sistemi
baskılanmıştır. Bu nedenle normal bireylerde kısa süreli, basit antibiyotik tedavisi ile tedavi
edilen bakteriyel infeksiyonlar ve destekleyici tedaviyle düzelen viral infeksiyonlar bu
hastalarda septik şoka varabilen ciddi, hayatı tehdit edici klinik tablolar oluşturabilir. Ayrıca
toplumda nadir görülüp bu hastalarda sık görülen, dirençli, birçok antibiyotiğe cevapsız
infeksiyonlar tedaviye cevap vermeyip ölüme neden olabilirler. İmmün sistemi baskılayıcı
ilaçların hepatotoksik ve nefrotoksik yan etkileri bilinmektedir. Bu ilaçların yüksek dozları
kemik iliğini baskılayıp lökopeniye neden olurken nakil edilen organda da hasar yaratabilir.
İnfeksiyonlar sırasında kullanılan antimikrobiyal ajanların da böbrek ve karaciğer üzerinde
toksik etkileri mevcuttur. Ayrıca lökopenik bir hasta infekte olmaya yatkın olup, infekte
olduğunda da mikroorganizmayla etkin bir şekilde savaşamayacaktır. Diğer yönden mevcut
immün sistemi baskılayıcı ilaçların lökopeni yapıcı yan etkileri nedeniyle klinisyen hastaya
yeterli immünsüpresif tedavi veremeyecektir.Bu olayların hepsi tabi ki hasta ve greft
sağkalımına negatif olarak yansıyacaktır.
Lökopenisi hiç olmayan, nötropeni olmadan lökopenisi olan ve nötropenik
lökopenisi olan hastalar üç grup olarak karşılaştırıldıklarında hem nötropeni olmadan lökopeni
hem de nötropenik lökopeninin hasta sağkalımı üzerine istatistiksel olarak anlamlı etkisi
olduğu görüldü. Bu da bize özellikle infeksiyon varlığında lökopenik nakil alıcılarında, derin
nötropeni (mutlak nötrofil sayısı (MNS)≤500/mm³) gelişimi beklenmeden büyüme faktörü
33
kullanımının gerekliliğini işaret etmektedir. Ayrıca nötropenik lökopeninin, nötropenisiz
lökopeniyle karşılaştırılmasıyla kronik doku reddi üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkisi
bulunmuştur, yani nötropenik lökopeni sadece lökopeniye göre greft fonksiyonunu daha
belirgin
bozmaktadır.
Bunu
da
şu
şekilde
açıklayabiliriz.
Nötropenik
lökopeni
sepsis/bakteriyemi ve birçok ilacın bir arada kullanımı gibi nedenlerle meydana gelen ileri
derecede miyelosüpresyon ve CMV gibi viral enfeksiyonlarla görülürken, nötropeni olmadan
lökopeni tek ilaca bağlı, kısa süreli, ilaç dozunun azaltılmasıyla düzelen ilaç etkisiyle veya
basit idrar yolu ve üst solunum yolu gibi lokalize enfeksiyonlarla görülmektedir. Nötropeni
gelişen durumlarda birçok nefrotoksik ve hepatotoksik ilacın bir arada kullanılması ve
infeksiyona yönelik güçlü immün mekanizmaların devreye girmesi gerekecektir. Ayrıca CMV
enfeksiyonun da greft böbrek üzerinde rejeksiyonu tetikleyici rolü bilinmektedir. Bu da bize
neden nötropeninin lökopeniye oranla kronik rejeksiyon üzerinde etkisinin belirgin olduğunu
açıklamaktadır.
34
6. SONUÇ VE ÖNERİLER
Solid organ nakli sorasında gelişen lökopeni, nedenleri ve sonuçlarını araştırmak üzere
yapılan bu çalışmada temel olarak şu sonuçlara varılmıştır.
1. Nakil sonrası gelişen lökopeni hasta yaşam süresi ve kalitesini etkilemektedir. Bundan
dolayı altta yatan neden bulunarak nötropeni derinleşmeden ve süresi uzamadan tedavi
edilmelidir.
2. Nakil sonrasında gelişen lökopeninin en sık üç nedeni bakteriyel infeksiyonlar ve sepsis,
ilaçlar ve viral infeksiyonlardır.
3. Lökopeni nedeni mutlaka bulunmalıdır çünkü eğer neden bakteriyel veya viral bir
infeksiyon ise etkenin tedavisi ile düzelir. Ama eğer sebep immün sistemi baskılayıcı ilaçların
neden olduğu kemik iliği baskılanması ise infeksiyon odağı gösterilmeden başlanacak bir
antibiyotik lökopeninin süresini ve ciddiyetini artıracaktır.
4. Karaciğer nakli sonrasında böbrek nakline göre daha sıklıkla lökopeni gelişmektedir.
5. Lökopeni gelişimiyle hasta cinsiyeti, yaşı arasında bir ilişki mevcut değildir.
6. Lökopeni gelişimiyle HBV infeksiyonu, splenomegali, ANA pozitifliği arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki mevcuttur.
7. Bulunan risk faktörleri arasında en kuvvetlisi splenomegalidir. Bu nedenle özellikle nakil
öncesi dönemde MNS 500/mm³ ve altında seyreden veya dalak sekestrasyonu pozitif olan
olgularda nakil cerrahisi sırasında splenektomi uygulanması veya nakil öncesinde splenik arter
embolizasyonu yapılması önerilebilinir.
8. Nötropeni gelişmeden lökopeninin de hasta sağkalımı üzerinde etkisi vardır. Özellikle
infeksiyonu olan lökopenik hastalarda mutlak nötrofil sayısı 1000/mm³’ün altına indiğinde,
erken dönemde büyüme faktörüyle destek verilmesi planlanabilir.
35
7. KAYNAKLAR
1. Suthanthiran M, Strom TB. Renal transplantation. N Eng J Med 1994:331:365-376
2. Danovitch GM . Handbook of Kidney Transplantation. Lippincott Williams&Wilkins,
Philedelphia, 2001
3. Türk Nefroloji Derneği Verileri, 2006
4. Johnson RJ, Feehally J. Comprehensive Clinical Nephrology. Second edition. Elsevier
Limited, 2003, USA
5. Türk Gastroenteroloji Vakfı. Gastroenteroloji. Ankara, Eylül 2002
6. Maddrey WC, Schiff ER, Sarrell MF. Transplantation of the Liver. Third edition.
Lippincott Williams&Wilkins, Philedelphia, 2001
7. Schaub S, Dickenmann M, Cynke E, Bircher A, Steiger J. Prednisone-induced neutropenia
after cadaveric kidney transplantation. Nephrol Dial Transplant 2002: 17 :1119-1121
8. Hoffman R, Benz,Jr EJ, Shattil Sj et al. Hematology Basic Principles and Practice.Fourth
edition. Elsevier Limited, 2005,USA
9. Nogueras F, Espinosa A, Mansilla A et al. Mycophenolate mofetil-induced neutropenia in
liver transplantation. Transplantation Proceedings 2005:37:1509-1511
10.Hong JC, Kahan BD. Sirolimus-induced thrombocytopenia and leukopenia in renal
transplant recipients: risk factors, incidance, progression, and management.Transplantation
2000:69:2085-2090
11. Singh N, Yu VL, Mieles LA, Wagener MM. β-Lactam antibiotic-induced leucopenia in
severe hepatic dysfunction: risk factors and implications for dosing in patients with liver
disease. The American J of Medicine 1993:94:251-256
12. Pour-Reza-Gholi F, Labibi A, Farrokhi F et al. Signs and symptoms of cytomegalovirus
disease in kidney transplant recipients. Transplantation Proceedings 2005:37:3056-3058
13. Gerlock AJ Jr, MacDonell RC Jr, Muhletaler CA et al. Partial splenic embolization
for hypersplenism in renal transplantation.AJR Am J Roentgenol. 1982 Mar;138(3):451-6.
14. Moghal NE, Milford DV, Darbyshire P. Treatment of neutropenia in a renal transplant
recipient with granulocyte colony-stimulating factor. Pediatr Nephrol. 1998 Jan;12(1):14-5.
15.Okamoto T, Okada M, Itoh T, et al.Myelodysplastic syndrome with B cell clonality in a
patient five years after renal transplantation.Int J Hematol. 1998 Jul;68(1):61-5.
16.Clatch RJ, Krigman HR, Peters MG, Zutter MM.Dysplastic haemopoiesis following
orthotopic liver transplantation: comparison with similar changes in HIV infection and
primary myelodysplasia. Br J Haematol. 1994 Dec;88(4):685-92.
36
Download