Sistemik skleroz SİSTEMİK SKLEROZ - fırat üniversitesi romatoloji bd

advertisement
Sistemik skleroz
SİSTEMİK SKLEROZ
VAKA SUNUMU
54 yaşında kadın hasta, el ve ayak parmaklarındaki yaralar
nedeniyle başvurdu. 6 aydır her iki el parmak uçlarında,
son 3 haftadır sağ ayak dördüncü parmağında yara
oluşmuş. Bu yakınmalarından 9-10 yıl kadar önce ellerinde
özellikle soğukta ortaya çıkan solukluk ve morarma
şeklinde renk değişiklikleri başlamış. Ancak, halen devam
eden bu yakınması nedeniyle herhangi bir sağlık
kuruluşuna başvurmamış. Bir yılı aşkın süredir, özellikle
hızlı-acele şekilde merdiven çıkarken, nefes darlığı ve
çarpıntısı oluyormuş. Son 3 aydır balgamın eşlik etmediği
öksürük yakınması başlamış.
Süleyman Serdar Koca
ve tutulum yerleri, RF’den farklı olarak, ekstremiteler ve
gövdedir.
RF, altta yatan herhangi bir hastalık yoksa primer
RF (Raynaud hastalığı), varsa sekonder RF (Raynaud
sendromu) olarak sınıflandırılır. Bu sınıflandırma, prognoz
ve tedaviyi etkileyeceği için önemlidir. Sekonder RF’nin
en sık nedeni sistemik skleroz (SSk) ve diğer bağ dokusu
hastalıklarıdır. Bağ dokusu hastalıkları dışında endokrin
hastalıklar, hematolojik hastalıklar, tıkayıcı damar
hastalıkları, çeşitli ilaçlar ve kimyasallar da RF’ye neden
olabilir (Tablo 1). RF yakınması ile başvuran hastaların
yaklaşık % 60’ında, altta yatan sekonder nedenlerin
olabileceği unutulmamalıdır. Sekonder RF, primerle
karşılaştırıldığında, daha ileri yaşlarda başlar ve daha ciddi
seyirli olup iskemik değişiklikler ve DÜ’lere yol açabilir.
Bu nedenle, sunulan hastamızda ilk planda sekonder RF
(Tablo 1) düşünülmelidir.
Tablo 1. Raynaud fenomeni ile ilişkilendirilen durumlar.
Şekil 1. Sağ el 1. ve 3. ve sol el 3. Parmaklarda ve sağ
ayak 4. metatarsofalangeal eklem ekstansör yüzde ülsere
lezyonlar.
SORU: Hastanın öyküsündeki bu yakınmalara göre ön
tanılarınız nelerdir ? Niçin ?
Ön tanılar:
1. Raynaud fenomeni varyantları
2. Primer Raynaud fenomeni (Raynaud hastalığı)
3. Sekonder Raynaud fenomeni ve nedenleri
‒ Sistemik skleroz
‒ Diğer bağ dokusu hastalıkları
‒ İlaçlar
‒ Anatomik sendromlar
Hastanın yakınmaları Raynaud fenomeni (RF) ve
ikincil dijital ülser (DÜ)’ler olarak yorumlanmıştır. RF
epizodik ataklarla karakterize, sıklıkla el ve el
parmaklarını etkileyen vazospastik bir hastalıktır. Daha az
sıklıkta ayaklar, burun ve kulaklar da etkilenebilmektedir.
RF’de sırasıyla solukluk, siyanoz ve hiperemi olmak üzere
3 evreli renk değişikliği oluşur. Ancak, hastaların tümünde
bu ardışık 3 evre görülemeyebilir. Renk değişikliğine ek
olarak, parmaklarda uyuşukluk ve ağrı da olabilir. Soğuk
ve/veya emosyonel stresin tetiklediği bifazik veya trifazik
renk değişimi varlığında kesin RF; monofazik renk
değişimine ek olarak, uyuşukluk veya parestezinin
varlığında ise olasılı RF tanısı konulmaktadır.
Soğuk ve emosyonel stres, RF varyantları olan
akrosiyanoz ve primer livedo retikülariste de deride renk
değişikliğini
tetikleyebilmektedir.
Akrosiyanozda,
parmaklardaki morarma süreklilik gösterir ve eller yukarı
kaldırıldığında renk normale döner. Eller terli ve nemlidir.
Livedo retikülaris, ağ şeklinde renk değişikliğine yol açar
SS KOCA
İnflamatuvar
romatizmal
hastalıklar
Sistemik skleroz, romatoid artrit, sistemik
lupus
eritematoz,
Sjögren
sendromu,
dermatomyozit/polimiyozit, miks bağ dokusu
hastalığı, vaskülitler
hastalığı,
ateroskleroz,
Tıkayıcı damar Buerger
tromboembolik hastalıklar
hastalıkları
Amfetamin, beta-blokerler, ergot deriveleri,
İlaçlar
antineoplastikler
(bleomisin,
sisplatin),
siklosporin, interferon alfa ve beta
Polisitemi, kriyoglobulinemi, soğuk aglutinin
Hematolojik
hastalığı, myeloproliferatif ve lenfoproliferatif
hastalıklar
hastalıklar
Hipotiroidi,
feokromositoma,
karsinoid
Endokrin
sendrom
Hastalıklar
Vibrasyon hasarı, ulnar arter anevrizması
Travma
Skalenus antikus sendromu, servikal kosta,
Anatomik
torasik çıkış sendromu
sendromlar
Hepatit B ve C, parvovirus B19
Enfeksiyonlar
Sistemik skleroz: Deri ve iç organların yaygın
fibrozu ile karakterize kronik inflamatuar bir hastalıktır.
SSk hastalarında, % 95 sıklığında RF görülmektedir ve
kabaca sekonder RF’nin % 50’sinden SSk sorumludur.
Ancak, SSk hastalarının büyük bir çoğunluğu, sıklıkla RF
başladıktan yıllar sonra tanı almaktadır. Bu nedenle, RF ile
başvuran hastaların başlangıçta dikkatli bir şekilde SSk
açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Ek olarak,
primer RF kabul edilen hastaların da 6 ay aralıklar ile en
az iki yıl düzenli şekilde kapilleroskopi ve SSk’ya özgü
otoantikorlar açısından değerlendirilmeleri gereklidir.
Kapilleroskopi ve özgül otoantikorlar, erken SSk tanısı
için önemlidir. Başlangıçtaki kapilleroskopik bakısında ve
özgül otoantikor analizinde özellik bulunmayan primer RF
hastalarının yaklaşık % 1’inde; bunlardan herhangi
birisinde anormallik olan hastaların yaklaşık % 20’sinde;
her ikisinde anormallik olanların ise yaklaşık %70’inde 5
yıl içinde SSk gelişmektedir.
1
Sistemik skleroz
Diğer bağ dokusu hastalıkları: Romatoid artrit,
Sjögren sendromu, sistemik lupus eritematoz ve
inflamatuar miyopatiler gibi bağ dokusu hastalıkları,
SSk’dan sonra RF etiyolojisinden en sık sorumlu tutulan
hastalıklardır. Bu hastalıklarda, SSk’dan farklı olarak,
RF’nin ilerleyen dönemlerde ortaya çıkmaması nedeniyle,
RF yakınması olan hastalarının ilk başvuruda bu bağ
dokusu hastalıkları için dikkatli bir şekilde irdelenmesi
gerekmektedir.
İlaçlar: RF yakınması ile başvuran hastaların
maruz kaldıkları kimyasallar ve ilaç kullanımları (Tablo 1)
açısından da sorgulanması gerekmektedir. Yaygın
kullanımı alanı olan beta blokerlerin RF ataklarını
başlatabildiği unutulmamalıdır. Bu hastalarda, etkenin
ortadan kaldırılması tedavi için yeterli olmaktadır.
Anatomik sendromlar: Skalenus antikus
sendromu ve servikal kosta gibi nedenlerle oluşan torasik
çıkış sendromu, RF’nin sık görülmeyen ancak tedavi
edilebilir nedenlerindendir. Bu amaçla, RF ile başvuran
tüm hastalarda standart nabız muayenesinin ve Adson testi
başta olmak üzere provokasyon testlerinin yapılması
gerekmektedir.
VAKA SUNUMU (devam)
Sosyal ve aile öyküsü: Hasta, 19-32 yaşları arasında 6
gebelik tanımlıyor, abortus öyküsü yok. Hiç sigara
kullanmamış. İnflamatuar romatizmal patolojiler açısından
aile öyküsü bulunmamaktadır.
Fizik bakı: Genel durum iyi. Nabız; 76 atım/dk (ritmik),
kan basıncı; 150/95 mmHg, solunum sayısı; normal
bulundu. Ağız açıklığı azalmış ve tapir ağzı görünümü
vardı. Sklerodaktili ile birlikte, yüz ve önkol deri sertliği
belirlendi. 4 el parmağı ve bir ayak parmağında ülsere
lezyonları vardı (Şekil 1).
Labaratuvar bulguları: Tam kan sayımı ve rutin
biyokimyasal tetkikler normal sınırlardaydı. Eritrosit
sedimentasyon hızı: 53 mm/saat, C-reaktif protein düzeyi:
9 mg/dL, anti-nükleer antikor (ANA): pozitif (1/320
dilüsyon), anti-sentromer antikor: pozitif (203 IU/mL) ve
anti-Scl-70 antikor: negatif bulundu (Tablo 2).
Tablo 2. Labaratuar bulguları
Parametreler
Beyaz küre, x103/μL
Hemoglobin, g/dL
Trombosit, x103/μL
Glukoz, mg/dL
Kreatinin, mg/dL
Aspartat transaminaz, U/L
Alanin transaminaz, U/L
Total protein, g/dL
Albumin, g/dL
Eritrosit
sedimantasyon
hızı, mm/saat
C-reaktif protein, mg/dL
Romatoid faktör, IU/L
Antinükleer antikor
Anti-sentromer
Anti-scl-70
SS KOCA
Bulgular
9.6
11.7
280
91
0.9
26
28
7.3
4.1
53
N değerler
4-10
12-18
150-420
70-105
0.7-1.3
5-34
0-55
6-7.8
3.5-5.5
0-15
9
Negatif
Pozitif (1/320)
203 IU/mL
Negatif
<3.13
<20
Negatif
Negatif
Negatif
SORU: Tanıyı doğrulamak için ek tetkiklere gereksinim
var mıdır ?
Soğuk ve/veya emosyonel stres ile tetiklenen en
az iki fazlı renk değişimi, RF tanısı için yeterlidir. Sunulan
hastada, RF nedeni olarak SSk düşünüldüğünde, hastanın
semptom ve bulguları American Collage of Rheumatology
(ACR) sınıflama kriterlerini (Tablo 3) karşılamaktadır.
Sunulan hastada, RF ve SSk tanıları için sadece fizik bakı
bulguları bile yeterli gözükmektedir. Hastada, bu tanılar
için ek tetkiklere gereksinim bulunmamaktadır.
Tablo 3. Sistemik skleroz tanı/sınıflama kriterleri
Metokarpofalangeal
veya
Major kriter
metotarsofalangeal
eklemlerin
proksimalindeki deri sertliği
1-Sklerodaktili
Minör
2-Dijital ülser
kriterler
3-Bibaziler pulmoner fibroz
Majör kriter + 2 minör kesin tanı için yeterli
TANI: sistemik skleroz
Özellikle erken dönemde başvuran SSk hastaları
için ACR kriter setinin duyarlılığının düşük olduğu
bilinmelidir. Bu kriterlere kapilleroskopi veya görülebilen
telenjiektazi bulguları eklendiğinde, bu setin duyarlılığının
% 34-67’den % 89-99’a yükseldiği gösterilmiştir. 2001
yılında, RF’ye ek olarak kapilleroskopik bulgu ve/veya
özgül otoantikor varlığı erken SSk tanı kriterleri olarak
belirlenmiştir. Bu bilgiler ışığında, yapılacak olan
kapilleroskopi ve otoantikor analizleri, en azından tanı
aşamasında, oluşabilecek kuşkuları giderecektir. Ek olarak,
hastalık aktivitesine ilişkin bilgiler sunacaktır.
Diğer taraftan, SSk tanılı hastalarda tedavi
protokolü, organ-sistem tutulumlarına göre değişeceğinden
hastaların solunum sistemi, gastrointestinal sistem, kasiskelet sistemi ve renal tutulumlar açısından
değerlendirilmesi ve bu yönde tetkikler yapılması
gerekecektir.
VAKA SUNUMU (devam)
Tedavi ve klinik seyir: Akciğer grafisinde, bazallerde
bilateral retiküler patern gözlendi. Solunum fonksiyon
testleri (SFT) analizinde, zorlu vital kapasite (FVC) % 71
(N: % 80-120); karbonmonoksit difüzyon kapasitesi
(DLCO) % 39 (N: %80-120) olarak belirlendi. Yüksek
çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (HRCT)’de, her iki
akciğer alt loblarında periferik yerleşimli buzlu cam
görünümü ile uyumlu alanlar görüldü.
Hastaya, pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH)
olasılığı açından ekokardiyografi (EKO) yapıldı. EKO’da
sol ventrikül fonksiyonları ve sağ ventrikül çapı normaldi.
Ancak, sağ ventrikül duvar kalınlığı artmıştı. Triküspit
regürjitasyon hızı (Vmax) 3.9 m/dk olarak belirlendi.
Bernoulli formülü ile, Vmax değeri kullanılarak, triküspit
regürjitasyon pik basınç gradienti (Pmax) 60 mmHg olarak
hesaplandı ve sistolik pulmoner basınç (sPAB) 70 mmHg
olarak belirlendi. Triküspid anüler plan sistolik esneme
2
Sistemik skleroz
mesafesi (TAPSE) 23 mm (N: 15-20 mm); E/A oranı ise
0.58/0.78=0.74 (N: 0.8-2.1) idi. Hastaya sağ kalp
kateterizasyonu (SKK) yapıldı ve sPAB: 55 mmHg,
pulmoner kapiller uç basıncı (PWR): 11 mmHg, kardiyak
indeks: 2.8 L/dk/m2 olarak belirlendi. Vazoreaktivite testi
için 50 mcg/kg dozunda adenozin başlandı ve 150 mg/kg
doza kadar artırıldı. 2 dakika sonunda sPAB 51 mmHg’ye
geriledi, kardiyak atım volümü değişmedi, hipotansiyon
oluşmadı. Bu sonuçlar doğrultusunda, vazoreaktivite testi
negatif kabul edildi.
Hastaya asetil salisilik asit (100 mg/gün),
pentoksifilin (800 mg/gün), losartan (50 mg/gün),
intravenöz (iv) iloprost (2 ng/kg/dk), bosentan (125
mg/gün), iv siklofosfamid (1000 mg/ay) ve oral
metilprednizolon (24 mg/gün, her 10 günde 4 mg azaltıldı)
tedavileri başlandı. Bir ay sonraki kontrolde, tam kan
sayımı ve karaciğer fonksiyon testlerinde anormallik
gözlenmedi ve bosentanın dozu 250 mg/gün olarak
artırıldı. Ayda ardışık 5 gün uygulanan iloprost, 4 kürden
sonra kesildi. 6 kür siklofosfamid tedavisinden sonra,
azatioprin (150 mg/gün) ile tedaviye devam edildi.
Tedavi başlangıcından 6 ay sonra, hasta tekrar
değerlendirildiğinde, aktif DÜ yakınması yoktu. Efor
dispnesi kısmen gerilemiş, öksürük kesilmişti. İki kat
merdiveni rahat çıkabiliyordu. Ancak, deri sertliğinde bir
gerileme oluşmamıştı. Bu dönemde yapılan rutin kan ve
biyokimyasal tetkikleri ve akut faz yanıtları normal
sınırlardaydı. FVC; % 79, DLCO; % 54, Vmax; 3.6 m/dk,
sPAB; 62 mmHg ve TAPSE; 21 mm bulundu. Hastaya
kontrol SKK yapılmadı.
SİSTEMİK SKLEROZ
SSk, deri ve iç organların yaygın fibrozu ile
karakterize, kronik otoimmün/inflamatuar bir hastalıktır.
SSk insidans ve prevalansı, etnik ve bölgesel faktörlerle
ilişkili olarak önemli farklılıklar gösterebilmekle birlikte,
sırasıyla milyonda 20 ve 200 olarak kabul edilmektedir.
Hastalık en sık 30-50 yaşlarında görülmekte ve
kadın/erkek oranı 8/1’dir.
Etiyopatogenez: SSk’nın etiyolojisi tam olarak
aydınlatılamamasına karşın, genetik ve çevresel faktörler
etiyolojiden sorumlu tutulmaktadır (Şekil 2). Birinci
derece akrabalarında SSk hastası bulunan bireylerde, SSk
gelişme olasılığı artmaktadır. Silika tozları, vinil klorid, Ltriptofan, meme silikon implantları ve organik çözücüler
SSk ile ilişkilendirilen çevresel faktörlerdir. Diğer birçok
çevresel ve mesleksel faktörlerin SSk ile ilişkileri
araştırılmasına karşın, bu risk faktörlerinin birçok hastada
bulunmadığı bilinmektedir. Çeşitli bakteriyel ve/veya viral
enfeksiyöz ajanlar (helikobakter pilori, sitomegalovirüs,
parvovirus B19, Epstein-Barr virus ve retroviruslar),
moleküler benzerlik ve/veya direkt endotelyal hücre hasarı
yaparak, SSk etiyopatogenezine katkı yapıyor olabilir. SSk
hastalarının kanlarında ve deri lezyonlarında, fetal orjinli
SS KOCA
mikrokimerik hücrelerin artmış olduğu gözlenmiştir.
Ancak, sağlıklı bireylerde bile mikrokimerik hücrelerin
saptanması, bazı SSk hastalarında mikrokimerik hücrelerin
bulunmayışı, hastalığın başlangıcından önce hiç gebeliği
olmayan kadın hastaların varlığı ve erkeklerde de
hastalığın
görülmesi,
mikrokimerizmin
SSk
etiyopatogenezindeki rolü açısından soru işaretleri
taşımaktadır.
Şekil 2. Sistemik sklerozun etiyopatogenezi
SSk
patogenezi
oldukça
karmaşıktır
ve
patogenezdeki birçok basamakta hala tam olarak
aydınlatılamamış konular bulunmaktadır. Günümüzde
vaskülopati, immün aktivasyon, oksidatif stres ve
devamında
artmış
fibroblastik
aktivasyon,
SSk
patogenezinin temel basamakları olarak kabul edilmektedir
(Şekil 2). Genetik zemin ile uyumlu olarak, çeşitli
kimyasallar, enfeksiyon ajanları ve mikrokimerizm gibi
etiyolojik faktörlerin herhangi biri veya birden fazlası,
patogenik sürecin basamaklarından vaskülopati, immün
aktivasyon ve oksidatif stresten herhangi biri veya birden
fazlasını tetikleyebilmektedir.
RF, DÜ, telanjiektazi, PAH ve renal kriz, SSk’da
vaskülopati varlığının klinik kanıtlarıdır. Vaskülopati,
endotelyal hücre aktivasyonu sonucu üretilen sitokinler ve
adezyon molekülleri aracılığı ile inflamatuar hücrelerin
adezyonuna ve migrasyonuna neden olmaktadır. Ek olarak,
epizodik vazospazmlar ve ilerleyen evrelerde ortaya çıkan
fibrointimal proliferasyon, dokularda iskemi-hipoksiye
neden olarak, doku hasarına katkı yapmaktadır. Böylece,
vaskülopati immün aktivasyon ve fibrotik süreçte
doğrudan veya dolaylı önemli görevler üstlenmektedir.
SSk hastalarının deri lezyonlarının histopatolojik
incelenmesinde T lenfositler, makrofajlar, mast hücreleri
ve daha az oranda B lenfosit infiltrasyonları saptanmıştır.
Aktive olan T lenfositler, CD154/CD40 ligandı ile
fibroblastlara bağlanarak doğrudan veya interlökin (IL)-4
ve transforme edici büyüme faktörü-beta (TGF-β) gibi
profibrotik sitokinler aracılığı ile dolaylı olarak
fibroblastik aktivasyona neden olur. Ayrıca, hücresel
immün aktivasyon sırasında üretilmekte olan kimi
sitokinler, endotelyal hücre aktivasyonuna neden olmakta
3
Sistemik skleroz
ve adezyon moleküllerinin üretimini artırarak inflamatuar
hücre infiltrasyonuna katkı sağlamaktadır. SSk’da, doğal
ve edinsel hücresel immünite yanında humoral immün
aktivasyon kanıtları da bulunmaktadır. SSk’da hastalığa
özgü otoantikorların varlığı, B lenfositlerin SSk
patogenezindeki rolüne işaret etmektedir. B lenfositler,
otoantikorlara ek olarak, TGF-β üretimi ile de patogenik
sürece katkı yapmaktadır.
Aktive olmuş fibroblastlar (miyofibroblastlar),
ekstraselüler matriks (ESM) yapıtaşlarının üretimi ile
fibrotik sürecin en önemli aktörüdür. SSk’da,
fibroblastların aktivasyonundan hipoksi, endotelyal
hücreler (endotelin-1 [ET-1] üretimi ile) ve inflamatuar
hücreler (doğrudan ve profibrotik sitokin üretimi ile
dolaylı olarak) sorumlu tutulmaktadır. Aktive fibroblastlar,
ESM yapıtaşlarının sentezi yanında, IL-6, TGF-β1,
trombosit kaynaklı büyüme faktörü ve kollajen doku
büyüme faktörü gibi pro-fibrotik sitokin ve büyüme
faktörlerini de üretirler. Böylece, fibroblastlar bir kez
aktive olduktan sonra otokrin özellik kazanmakta ve
aktivasyon için eksternal uyarılara gereksinimleri
kalmamaktadır. İlerleyen dönemlerde, fibroblastik aktivite
devam etmesine karşın, fibrotik dokuda inflamatuar
hücrelerin azaldığı gösterilmiştir. SSk’da fibroblastik
aktivitenin
devamlılığı,
fibroblastik
otonomi,
fibroblastların apoptoza direnci ve non-fibroblastik
hücrelerin fibroblastlara dönüşümü ile sağlanıyor olabilir.
SSk dermal fibroblastlarının farklı morfolojik karakterleri,
fibroblastların farklı serilerden prolifere olabileceği
konusunda kuşkular uyandırmıştır. Endotelyal hücreler,
perisitler,
adipositler
ve
epitelyal
hücreler
miyofibroblastların kaynağı olabilir. Endotelyal hücrelerin
fibroblastik hücrelere dönüşümünden ET-1, kronik
inflamatuar yanıt ve oksidatif stres sorumlu tutulmaktadır.
Fibrotik dokunun degradasyonu ve restorasyonu
için gerekli olan hücreler ve proteolitik enzimlerin kan
damarları aracılığı ile fibrotik bölgeye gelmesi
gerekmektedir. Bu durum ise yeni damar oluşumu
(neovaskülarizasyon) ile gerçekleşebilir. Ancak, dokuda
hipoksi/iskemi ve pro-anjiogeniklerin artmış düzeyine
karşın, SSk’da yeni damar oluşumu yetersiz veya kaotiktir.
Bu amaçla yapılmış çalışmalarda, çelişkili sonuçlar elde
edilmiştir.
SSk etiyopatogenezini aydınlatmak amacıyla
yapılan güncel çalışmalar, genetik ve fibroblastik otonomi
üzerine odaklanmaktadır. Son yıllarda yapılmış olan tüm
genom çalışmalarında, ilişkili bulunan genlerin SSk
patogenezine etkileri test edilmektedir. Fibroblastik
otonomi ve non-fibroblastik hücrelerin fibroblastlara
dönüşümü açısından ise wnt/katenin ve janus kinaz 2
(jak2) sinyal yolakları irdelenmektedir.
Klinik: Skleroderma klinik bulgularına göre,
lokalize ve sistemik olarak iki alt gruba ayrılır. Lokalize
formlarda (Tablo 4), SSk’dan farklı olarak RF, otoimmün
belirteçlerde olumluluk ve iç organ tutulumları
SS KOCA
bulunmamaktadır. En sık görülen lokalize skleroderma
formu morfeadır.
Tablo 4. Skleroderma grubu hastalıkların sınıflandırılması
Lokalize
1. Plak morfea
a. Plak morfea
b. Guttat morfea
c. Pasini
ve
Perini
atrofodeması
d. Keloid morfea
2. Yaygın morfea
3. Büllöz morfea
4. Derin morfea
a. Subkutanoz morfea
b. Eozinofilik fasiit
c. Morfea profunda
5. Lineer skleroderma
a. Lineer morfea
b. En coup de sabre
skleroderma
Sistemik
1. Pre-skleroderma
2. Sınırlı
kutanöz
sistemik skleroz (sSSk)
3. Diffüz
kutanöz
skleroderma (dSSk)
4. Sklerodermasız
skleroderma
5. Çakışma sendromları
Sistemik formlarda (Tablo 4), deri tutulumuna
vaskülopati, otoimmünite kanıtları veya iç organ
tutulumlarına ilişkin klinik bulgular eşlik etmektedir.
Hastalardaki ilk yakınmalar ve klinik bulgular çoğu zaman
nonspesifiktir. RF, halsizlik-yorgunluk ve kas-iskelet
sistemi yakınmaları başlıca klinik bulgulardır. İlk spesifik
bulgu, el ve parmak derisindeki şişlik ve sertleşmedir. Bu
aşamadan sonraki klinik seyir oldukça değişkendir.
Klinikte en sık karşılaşılan sistemik formlar olan diffüz cilt
tutulumlu SSk (dSSk) ve sınırlı cilt tutulumlu SSk (sSSk),
temel olarak cilt tutulumunun lokalizasyon ve genişliğine
göre ayrılmış olup, pekçok yönü ile birbirinden farklıdır
(Tablo 5). Pre-skleroderma ve sklerodermasız skleroderma
(scleroderma cine scleroderma), nadir karşılaşılan diğer
sistemik klinik formlardır (Tablo 4). Pre-skleroderma, tipik
deri tutulumu olmaksızın, RF’ye SSk’ya özgü
otoantikorların
olumluluğu
veya
kapilleroskopik
anormalliklerinin eşlik ettiği bir klinik formdur.
Sklerodermasız sklerodermada ise deri tutulumu
bulunmaksızın, tipik iç organ tutulumları gözlenmektedir.
Tablo 5. Yaygın ve sınırlı cilt tutulumlu sistemik
sklerozun farkları
dSSk
sSSk
Kısadır
Uzundur
RF ile hastalığın başlangıcı
arasında geçen süre
İlk 5 yılda
Uzun süre sonra
İç organ tutulumu
IAH
PAH
Solunum sistemi tutulumu
% 20
% 40
Kalsinoz
% 60
% 90
Telenjiektazi
% 20
%1
Renal kriz
% 70
%5
Tendon krepitasyonu
Nükleoler
Sentromerik
ANA - IFA paterni
%5
% 50-90
Anti-sentromer antikor
% 40
% 15
Anti-Scl-70 antikor
dSSk; yaygın cilt tutulumlu sistemik skleroz, sSSk; sınırlı cilt
tutulumlu sistemik skleroz, RF; Raynaud fenomeni, ANA; antinükleer antikor, IFA; immünfloresan, IAH; interstisyel akciğer
hastalığı, PAH; pulmoner hipertansiyon
4
Sistemik skleroz
dSSk’da,
deri
tutulumu
ekstremitelerin
proksimaline ve gövdeye kadar ilerler. sSSk’dan farklı
olarak, RF ile deri tutulumunun başlangıcı arasındaki süre
daha kısadır. Bu hastalarda, sıklıkla anti-sentromer antikor
negatif, anti-topoizomeraz-I (anti-Scl-70) antikoru ise
pozitiftir. dSSk’da, iç organ tutulumu daha sıktır ve
prognoz daha kötüdür. Akciğerde IAH’ye neden olur. IAH
efor dispnesi ve non-prodüktif öksürük ile kendini gösterir.
Kalp tutulumu en sık perikardit şeklinde olup, belirgin
semptomlara neden olmayabilir. Miyokard tutulumu efor
dispnesi, çarpıntı ve göğüs ağrısına neden olabilir.
Gastrointestinal sistem tutulumunda en sık yutma güçlüğü,
pirozis, özefageal reflü ve özefajit gözlenir. İnce barsak
tutulumu varlığında ise obstrüksiyon, distansiyon, karın
ağrısı, ishal ve malnütrisyon olabilir.
SSk’ya ikincil PAH, son derecede ağır seyirli olup,
prognozu kötü ve ölüm riski yüksek bir hastalıktır.
Yorgunluk, sersemlik ve çarpıntının eşlik ettiği egzersiz
dispnesi en sık karşılaşılan başlangıç yakınmalarıdır. Daha
sonra, göğüs ağrısı, tekrarlayıcı senkop, öksürük gibi nonspesifik semptomlar görülebilir. Semptomların nonspesifik doğası ve erken dönemde belirgin klinik yakınma
ve bulguya neden olmaması nedeniyle sıklıkla tanı
gecikmektedir. Hastalığın geç dönemlerinde, ödem ve asiti
de içeren, karakteristik sağ kalp yetmezliği bulguları
vardır. Ancak, ileri evre hastalarda prognoz belirgin
şekilde kötüdür.
PAH taraması ve ayırıcı tanısı için EKO pratik ve
non-invaziv bir yöntemdir. EKO ile sağ ventrikül
genişlemesi, sol ventrikül boyutunda küçülme, septal
konfigürasyon bozukluğu gibi PAB artışının indirek
bulguları belirlenebilmektedir. Bernoulli formülü ile
tahmini PAB ölçülebilmektedir. Formülde; 4 × (Vmax)2 ile
Pmax hesaplanmakta, Pmax’a sağ atriyum basıncı
eklendiğinde sPAB elde edilmektedir. Sağ atriyum basıncı;
inferior vena kava (IVC) dilate ise 15, solunumla IVC
çapındaki değişim % 50’den küçük ise 10, solunumla IVC
çapındaki değişim % 50’den büyük ise 5 mmHg olarak
kabul edilir.
Teknik nedenler veya obezite gibi hastaya bağlı
nedenlerle, EKO ile % 20-30 hastada PAB
ölçülememektedir. Diğer taraftan, PAH varlığı istirahatte
mPAB2ın >25 mmHg (egzersiz durumunda >30 mmHg)
olması ve ek olarak, PWP’ın ≤ 15 mmHg ve pulmoner
vasküler direnç >240 dynes/s/cm5 şeklinde tanımlanır. Bu
tanıma göre, PAH tanısı SKK ile konulur. Ek olarak, SKK
ile PWP ölçülebilir, kardiyak indeks belirlenir ve
vazorektivite testi yapılabilir. Vazoreaktivite testinde, kısa
etkili bir vazodilatatör (inhale iloprost, nitrik oksit [NO], iv
adenozin veya epoprostenol) uygulandığında, kardiyak
debide değişim olmaksızın, mPAB’da ≥ 10 mmHg düşüş
olursa veya mPAB 40 mmHg’nın altına düşerse test pozitif
olarak yorumlanmaktadır. Vazoreaktivite testi pozitif olan
hastaların, kalsiyum kanal blokeri (KKB) tedavisine
duyarlı oldukları gösterilmiştir. Ancak, idiopatik PAH
SS KOCA
hastalarının sadece % 13’ünde bu test pozitif
bulunmaktadır, ve bunların da sadece yarısı KKB
tedavisinden yararlanmaktadır. SSk hastalarının çoğu, bu
aşamada, RF nedeniyle zaten KKB kullanmaktadır.
İlerleyici
deri
sertliği
sonucu
fleksiyon
kontraktürleri, miyalji ve artalji sık karşılaşılan kas-iskelet
sistemi tutulum örnekleridir. Daha az sıklıkta, gerçek artrit
ve miyozit görülebilmektedir.
Malign hipertansiyon ve hızlı ilerleyen böbrek
yetmezliği bulguları ile seyreden renal kriz, SSk’nın en
önemli komplikasyonlarından birisidir. Renal kriz önemli
derecede mortal olup, 1 ve 5 yıllık sağ kalım oranları
sırasıyla % 15 ve % 10 olarak bildirilmiştir. Yüksek cilt
skoru (modifiye Rodnan deri kalınlık skoru ≥ 20), eklem
kontraktürleri varlığı ve kortikosteroid kullanımı, renal
kriz gelişimi açısından risk faktörleri olarak belirlenmiştir.
SSk’da % 25 sıklıkta karşılaşılan kalsinoz,
tekrarlayan mikrotravmalara uğrayan ön kol, dirsekler ve
parmaklar gibi bölgelerde gözlenmekte ve sSSk formunda
daha sık bulunmaktadır. Kalsinoz, yerleştiği bölgelerde
deriyi hasarlayarak ülsere lezyonlara ve ikincil
enfeksiyonlara neden olmaktadır.
SSk’nın kardiyak tutulumları perikardiyal efüzyon,
miyokardit ve aritmilerdir. Bunlar kötü prognoz
işaretleridir. Kardiyak tutulum posmortem çalışmalarda sık
görülmesine
karşın,
klinik
izlemde
nadiren
belirlenmektedir.
Ayırıcı tanı: Skleromiksödem, skleroödem,
eozinofilik fasiit, nefrojenik sistemik fibroz ve graftversus-host hastalığı, SSk ayırıcı tanısında dikkate
alınması gereken nadir hastalıklardır. Liken miksödem ve
papüler müsinoz olarak da bilinen skleromiksödemde, yüz
dahil tüm vücut etkilenmektedir. Skleromiksödeme sıklıkla
paraproteinemi eşlik eder. Ancak, RF bulunmaz ve
otoantikorlar negatiftir. Son dönem böbrek yetmezliği olan
hastalarda, gadolinyum içeren kontrast kullanarak
manyetik rezonans görüntüleme sonrası oluşan nefrojenik
sistemik fibroz, skleromiksödem gibi müsin birikimine yol
açar, fakat faklı olarak yüzü etkilemez. Deride müsin
birikimi ile giden diğer bir hastalık olan skleroödem,
diyabet ile ilişkilendirilmektedir.
Tedavi: Günümüzdeki tedavi yaklaşımları SSk’nın
bazı bulgularını kontrol altına alıyor olsa da deri tutulumu
için genel kabul görmüş bir tedavi protokolü
bulunmamaktadır. SSk tedavisi, tutulan organ sistemlerine
ve klinik bulguların ağırlığına göre düzenlenmelidir. Bu
nedenle, tedavi planlanırken hastaların organ-sistem
tutulumları açısından dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Periferik vasküler sistem tutulumunda tedavi:
Vasküler sistem tutulumunda tedavideki temel hedefler RF
sıklığını azaltmak, iskemik ülsere lezyonların iyileşmesini
hızlandırmak ve progresif tıkayıcı damar hasarını
yavaşlatmaktır. RF olan hastaların soğuk, stres ve sigara
kullanımından kaçınmaları, ekstremitelerini sıcak tutmaları
5
Sistemik skleroz
ve vazospaszm oluşturan ilaçları kullanmamaları
gerekmektedir.
RF medikal tedavisinde dihidropiridin grubu KKB
(nifedipin, nikardipin, amlodipin, felodipin, isradipin),
anjiotensin reseptör bloker (ARB)’leri gibi vazodilatatör
ilaçların yararlı oldukları kanıtlanmıştır. KKB, bu amaçla
en sık kullanılan vazodilatatörlerdir. Ancak, yararları
sınırlıdır ve palpitasyon, hipotansiyon gibi yan etkileri
bulunmaktadır. Bir ARB olan losartanın etkinliği
gösterilmiştir. Ancak, anjiotensin dönüştürücü enzim
(ACE) inhibitörlerinin etkinliğini araştıran yeterli çalışma
bulunmamaktadır. Yukarıdaki tedavi ajanları ile
yakınmaların
kontrol
altına
alınamadığı
veya
kontrendikasyonlar nedeniyle kullanılamadığı durumlarda,
fosfodiesteraz tip 5 (PDE-5) inhibitörleri, fluoksetin gibi
seratonin geri alınım inhibitörleri, topikal nitrogliserin
veya iv iloprost kullanılabilmektedir. Dirençli hastalarda,
sempatektomi diğer bir tedavi seçeneğidir (Şekil 3).
Şekil 3. Raynaud fenomeni tedavi algoritması
RF; Raynaud fenomeni, DÜ; dijital ülser, KKB; kalsiyum kanal
blokerleri, PDE5i; fosfodiesteraz tip 5 inhibitörü.
DÜ nedeniyle başvuran hastalarda ise klasik tedavi
yaklaşımları ve destek tedavilerine ek olarak, iv iloprost
kullanılabilmektedir. Sıklıkla, iv iloprost tedavisine yanıt
alınmaktadır. Dirençli hastalarda sildenafil uygulanabilir
ve sempatektomi yapılabilir. Sempatektomide işleminin
yan etkileri fazla olduğu gibi etkinliği de kısa sürelidir.
İloprosta dirençli DÜ hastaları dışında, sempatektomi pek
tercih edilmemelidir. Dirençli DÜ hastaları için botilinum
toksini A enjeksiyonları iyi bir yöntem gibi
gözükmektedir.
Endotelin
reseptör
antagonist
(ERA)’lerinden
olan
bosentan,
aktif
DÜ’lerin
iyileşmesinde etkisizdir. Ancak, yaygın cilt tutulumlu ve
çok sayıda ülseri olan hastalarda yeni DÜ oluşumunu
engellemek amacıyla kullanımı onaylanmıştır.
Gastrointestinal sistem tutulumunda tedavi:
Gastro-özefageal yakınmaları olan hastalarda, proton
pompa inhibitörleri kullanılabilir. Metoklopramid ve
eritromisin gibi prokinetik ilaçlar, üst gastrointestinal
sistem motilitesini artırmak için tercih edilebilir. Alt
gastrointestinal sistem semptomları varsa ve bu durum
bakteriyel çoğalma ile ilişkilendirilirse, kinolonlar veya
SS KOCA
amoksisilin-klavulanik asit
antibiyotikler kullanılabilir.
gibi
geniş
spektrumlu
İnterstisyel akciğer hastalığı tedavisi: IAH
saptanan hastalarda immünsüpresif ilaçlar etkili
olabilmektedir. Avrupa Romatoloji Derneği (EULAR),
aktif IAH saptanan hastalarda, siklofosfamidin oral 1-2
mg/kg/gün veya iv 600 mg/m2/ay dozlarda uygulanmasını,
hastalık aktivitesi kontrol altına alındıktan sonra ise idame
olarak 2.5 mg/kg/gün dozunda azatioprin kullanımını
önermiştir. Ancak, siklofosfamid lökopeni, enfeksiyonlara
yatkınlık, hemorajik sistit, alopesi ve infertilite gibi yan
etkiler yapabilmektedir. Ek olarak, siklofosfamid mesane
kanseri vb. ikincil maligniteler ile ilişkilendirilmektedir.
Seçilmiş hastalarda mikofenolat mofetil (MMF) veya
rituksimab kullanılabilmektedir.
Pulmoner arteriyel hipertansiyon tedavisi:
Vazoreaktivite testi negatif olan veya KKB tedavisine
yanıt vermeyen hastalara prostasiklin analogları, ERA’lar
ve PDE-5 inhibitörleri gibi PAH spesifik tedavi ajanları
tercih edilmelidir.
Prostasiklin analoglarından iloprost, epoprostenol
ve treprostinilin egzersiz kapasitesi, dispne skoru,
kardiyopulmoner hemodinamiler ve yaşam süresine
olumlu etkileri bildirilmiştir. Ancak, epoprostenolün
sürekli iv uygulanması ve ısıya duyarlı olması nedeniyle
infüzyon paketinin de devamlı soğutulması gerekmektedir.
Ek olarak, infüzyonun kesilmesi durumunda ani ve şiddetli
pulmoner ödem gelişebilmektedir. Ayrıca, baş ve çene
ağrısı,
bulantı-kusma
ve
abdominal
kramplar
yapabilmektedir. Benzer yan etkiler gösteren diğer bir
prostasiklin analoğu olan treprostinil, subkutan (sc) veya iv
olarak uygulanabilmekte ve soğutma işlemine gereksinim
bulunmamaktadır. İloprost, kliniğimizde de kullanımda
olan bir prostasiklin analoğu olup, inhalasyon şeklinde
uygulanması daha az sistemik yan etki oluşturmaktadır.
Bosentan, ambrisentan ve sitaksentan, ERA grubu
ilaçlardır. Bosentanın, egzersiz kapasitesi, pulmoner
vasküler direnç ve PAB üzerine olumlu etkileri
gösterilmiştir.
En
sık
gözlenen
yan
etkisi,
hepatotoksisitedir ve yaklaşık olarak % 5-10 hastada
karaciğer fonksiyon testlerinde normalin 3 katı veya daha
fazla artışa neden olabilmektedir. Bu grupta yer alan
sitaksentan,
hepatotoksisitesi
nedeniyle
piyasadan
çekilmiştir. ERA grubu ilaçlar etkileri yavaş ortaya
çıktığından, ileri evrelerdeki ve hemodinamik olarak stabil
olmayan hastalarda ilk tercih olmamalıdır.
NO, vazodilatatör etkisini hücre içi siklik guanozin
monofosfat (cGMP) üzeriden göstermektedir. Akciğer
dokusunda da yoğun olarak bulunan PDE-5, cGMP’yi hızlı
bir şekilde inaktive etmektedir. PDE-5 inhibitörü olan
sildenafil, cGMP ve böylece NO üzerinden pulmoner
vasküler yapılarda vazodilatatör etki göstermektedir.
Sildenafil, genellikle iyi tolere edilebilmektedir.
PAH spesifik tedavi ajanları monoterapisi ile
6
Sistemik skleroz
yakınmalar kontrol altına alınamadığında, kombine
kullanımları da önerilmektedir. Kombine kullanımlarda,
ilaç etkileşimlerine dikkat edilmelidir. PAH’a ikincil son
dönem sağ kalp yetmezliği geliştiğinde ve kombine
tedavilere karşın hastanın yakınmaları kontrol altına
alınamadığında atrioseptostomi, kalp-akciğer veya sadece
akciğer transplantasyonu uygun seçeneklerdir.
Renal krizde tedavi: Renal kriz riski yüksek olan
hastalar, kan basıncı ve renal fonksiyonlar açısından daha
sık ve düzenli aralıklarla izlenmelidir. Renal kriz
tedavisinde, ACE inhibitörleri ilk seçenek ilaçlardır.
Kaptopril ve enalapril, sağ kalım oranlarını önemli
derecede artırmış ve kalıcı diyalize gereksinim duyan hasta
sayısını azaltmıştır. Bazı hastalarda, tüm tedavi
yaklaşımlarına karşın, geçici ve/veya kalıcı diyaliz ve
sonuçta böbrek transplantasyonu gerekebilmektedir.
Kalsinoz tedavisi: Değişik çalışmalarda, kalsinoz
tedavisinde warfarin, minosiklin, alüminyum hidroksit,
aspirin, kolşisin, probenesid, bifosfonatlar ve diltizemin
etkinlikleri araştırılmıştır. Ayrıca, yüzeyel ve küçük
kalsinozlarda karbondioksit lazer tedavisi, büyük
kalsinozlarda ise cerrahi işlemler uygulanabilmektedir.
Ancak, bu tedavi yaklaşımlarından hiçbiri kalsinozun
önlenmesi ve tedavisinde standart tedavi olarak kabul
edilmemektedir.
Kas-iskelet sistemi tutulumlarının tedavisi:
İnflamatuar artrit ve miyozit varlığında metotreksat ve
kortikosteroidler uygun seçeneklerdir.
Cilt tutulumunun tedavisi: Günümüzde, yerleşmiş
deri fibrozu tedavisinde kullanılabilecek onay almış
herhangi bir temel etkili ilaç bulunmamaktadır. Uzun
yıllardır kullanılmakta olan D-penisilaminin ise etkisi
tartışmalıdır. Azatioprin, klorambusil ve 5-florourasil gibi
immünsüpresifler etkisiz bulunmuştur. Metotreksat ile
yapılmış çalışmalarda, göreceli bir etki rapor edilmiş ve bu
bulgular doğrultusunda metotreksat EULAR’ın SSk tedavi
önerilerinde yer almıştır. Ancak, klinik pratikte
metotreksat tedavisinin etkili olmadığı gözlenmektedir.
Kliniğimizde yapılmış olan deneysel bir çalışmada da
metotreksat tedavisinin dermal fibroz üzerine olumlu
etkisinin bulunmadığı gösterilmiştir.
SSk’ya ikincil IAH tedavisinde başarı ile
kullanılmakta olan siklofosfamidin, küçük gözlemsel
çalışmalarda, hastaların cilt skorlarını da düzelttiği rapor
edilmiştir. MMF ve biyolojik tedavi ajanlarından
rituksimabın, deri fibrozu üzerine olumlu etkileri küçük
ölçekli ve retrospektif çalışmalarda ortaya konulmuştur.
Ancak, bu iki ajan için randomize kontrollü çalışmalar
gerekmektedir. Tirozin kinaz inhibitörü olan imatinib ile
yapılan çalışmalarda, yan etki oranları yüksek
bildirilmiştir. Kök hücre nakli ile yapılan çalışma sonuçları
umut verici olabilir.
SS KOCA
Sonuç olarak
 RF düşünülen hastalarda, Raynaud fenomeni
varyantları olan akrosiyanoz, livedo retikülaris ve
lupus pernio dışlanmalıdır.
 RF kabul edilen hastalarda, başlangıç yaşının 25’in
üzerinde olması ve ülsere lezyonların eşlik etmesi
durumunda sekonder RF düşünülmelidir.
 Sekonder RF’nin önemli nedenlerinden birisi SSk’dır.
Bazen, SSk’nın RF başladıktan yıllar sonra
oluşabildiği unutulmamalıdır. Bu nedenle, erken tanı
konulabilmesi açısından, RF ile başvuran hastaların
belirli bir süre kapilleroskopik bakısı ve SSk spesifik
antikolar açısından tetkikleri gerekmektedir.
 SSk klinik bulgularından olan IAH ve PAH, sıklıkla
subklinik veya asemptomatiktir. Bu nedenle, SSk
tanısı konulan hastalar tedavi başlangıcında ve daha
sonraki izlemleri sırasında, belirli aralıklarla IAH ve
PAH açısından taranmalıdır.
 PAH taramasında EKO oldukça etkilidir.
Kaynaklar
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Rheumatology; 6. baskı; Ed: Hochberg MC, Silman AJ,
Smolen JS, Weinblatt ME, Weisman MH. Elsevier Mosby:
1361-1438.
Özgen M, Koca SS. (2010) Sklerodermanın Etiyopatogenezi
ve Güncel Tedavisi. Fırat Üniversitesi Sağlık Bilimleri Tıp
Dergisi;24:69-76.
Chizzolini C, Brembilla NC, Montanari E, Truchetet ME.
(2011) Fibrosis and immune dysregulation in systemic
sclerosis. Autoimmun Rev;10:276-81.
Kowal-Bielecka O, Landewé R, Avouac J, Chwiesko S,
Miniati I, Czirjak L, et al. (2009) EULAR recommendations
for the treatment of systemic sclerosis: a report from the
EULAR Scleroderma Trials and Research group
(EUSTAR). Ann Rheum Dis;68:620-8.
Botzoris V, Drosos AA. (2011) Management of Raynaud's
phenomenon and digital ulcers in systemic sclerosis. Joint
Bone Spine;78:341-6.
Chatterjee S. (2011) Pulmonary hypertension in systemic
sclerosis. Semin Arthritis Rheum;41:19-37.
09.02.2012
7
Download