Türkiye`de 2002-2005 Döneminde Tasarruf Dengeleri ve Ani Kesinti

advertisement
Bankacılar Dergisi, Sayı 59, 2006
Türkiye’de 2002-2005 Döneminde Tasarruf Dengeleri
ve
Ani Kesinti İhtimali
Emre Alpan İnan*
1. Giriş ve Çalışmanın Amacı
Türkiye ekonomisi, 2002 yılından günümüze kadar güçlü bir ekonomik büyümeye eşlik eden yoğun yabancı kaynak kullanımı sürecine ve disiplinli bir kamu maliyesi uygulamasına sahne olmuştur. Kur ve para politikası açısından bakıldığında, enflasyon hedeflemesi
uygulamasının temel para politikası olarak seçilmesi ve kur politikası olarak da, enflasyon
hedeflemesi uygulamasını destekleyebilecek olan dalgalı kurun seçilmesi dönemin diğer
karakteristik özelliği olmuştur. Para ve kur politikası enflasyonla mücadelede başarılı olmuş
ve enflasyon oranında önemli düşüşler sağlanmıştır. Bununla beraber, genel olarak çok
olumlu seyreden bu tablo, cari işlemler dengesinde giderek büyüyen açıklar verilmesiyle
gölgelenmiştir. Bilindiği gibi, cari işlemler dengesi aslında kamu kesimi ve özel kesim net
tasarruflarının toplamından ibarettir. Bir başka deyişle cari işlemler açığının nedeni, bir
ekonomideki kamu ve/veya özel sektör unsurlarının kazandıklarından daha fazla harcamalarıdır.
Dönem boyunca cari işlemler açığındaki düzenli artış, açığın taşınabilir olup olmadığıyla ilgili tartışmaları da devamlı gündemde tutmuştur. Mayıs 2006’da dünya genelinde ve
Türkiye finans piyasalarında da görülen dalgalanma, cari işlemler açığıyla ilgili tartışmayı
yeniden canlandırmıştır.
Türkiye’de 2002’den günümüze cari işlemler açığını oluşturan unsurlar harcamalar
yöntemiyle oluşturulmuş veriler dikkate alınarak incelendiğinde, cari işlemler açığının temel
sebebinin özel kesim net tasarrufundaki hızlı gerileme olduğu görülmektedir. Daha ayrıntıya
inildiğinde ise, özel kesim net tasarruflarındaki hızlı gerilemenin özel tüketim artışından çok,
özel yatırımların artışından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Özel yatırımlardaki artışın yoğun
yabancı sermaye kullanımı olan bir dönemde gerçekleşmesi ise doğrudan yabancı sermaye
kullanımı ile net özel kesim yatırımları (dolayısıyla tasarrufları) arasındaki ilişkiyi gündeme
getirmektedir.
Bu çalışma, özellikle cari işlemler açığına odaklanmış bir çalışma değildir. Çalışmanın
odak noktası özel kesim net tasarrufundaki gerilemedir. Bununla beraber, ele alınan dönem
itibariyle Türkiye’de cari işlemler açığının oluşmasındaki temel neden olarak özel kesim
yatırımlarındaki artış (ve dolayısıyla net özel tasarruflardaki gerileme) gözüktüğü için,
çalışma cari işlemler açığıyla da ilgilidir. Çalışma, özel kesim net tasarruflarındaki gerilemenin nedenlerini ve bu gerilemenin yabancı sermaye kullanımında ani kesinti ihtimalini nasıl
etkilediğini araştırmaya çalışmaktadır.
*
Türkiye Bankalar Birliği, Bankacılık ve Araştırma Grubu.
16
Bankacılar Dergisi
Bu çerçevede ikinci bölüm, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yabancı kaynak kullanımı ve özel kesim net tasarrufu arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalara ayrılmıştır.
Türkiye’de 2002-2005 döneminde görülen dış tasarrufların iç tasarrufları ikamesi ve toplam
tasarruf eğilimindeki gerileme gibi unsurların Türkiye’ye özgü olmadığı; yoğun dış kaynak
kullanan gelişmekte olan ülkelerde yaygın şekilde görülmüş olduğu/ görülmekte olduğu
anlaşılmaktadır. Gelişmekte olan ülke, toplam kamu ve özel kesim net tasarrufları azaldıkça
(cari işlemler açığı yükseldikçe) sermaye akımındaki ani kesintilere daha açık hale gelmekte
ve –genellikle parası konvertibl olmadığı ve cari işlemler açığını döviz cinsi borçlanmayla
finanse ettiği için- yani yerleşik ekonomik birimlerinin üzerinde önemli miktarda kur riski
biriktiği için, ani kesintilerden daha yüksek oranda zarar görmektedir.
Bir önceki paragrafta ele alınan nedenlerle gelişmekte olan ülkeler ani kesinti tehlikesine açıktır. Bu ülkelerde, makroekonomik istikrarı gözeten politikalar ve dalgalı kur rejimi
uygulaması, finansal sistemlerin mali zaaflarını azaltmak ve disiplinli bir kamu maliyesi
politikasının hayata geçirilmesi ani kesinti ihtimalini azaltmakla beraber, yok etmemektedir.
Bu çerçevede, çalışmanın üçüncü bölümü ani kesinti fenomeninin genel olarak incelenmesine ayrılmıştır. Ani kesintilerin gelişmekte olan ülkelerde hangi koşullarda ortaya
çıktığı, uygulanan para politikası, kur rejimi tercihi, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yapılan
anlaşmalar, kullanılan yabancı kaynağın niteliği gibi unsurların ani kesinti fenomenini nasıl
etkilediği ve ani kesintilerin yaşanmasında iç faktörlerin mi, yoksa dış faktörlerin mi etkili
olduğu sorusuna cevap aranmıştır. Bölüm sonunda, ani kesinti ihtimalini azaltan politika
uygulamaları derlenmeye çalışılmıştır.
Çalışmanın dördüncü bölümü, Türkiye’de 2002-2005 döneminde yaşanan ekonomik
gelişmeleri, net tasarruf oranlarındaki değişimlere odaklanan bir bakış açısıyla aktarmaya
çalışmaktadır. Bu bölümde diğer gelişmekte olan ülkelerde karşılaşılan klasik olguların
Türkiye’de gerçekleşip gerçekleşmediği araştırılmaktadır.
Beşinci ve son bölüm, bulguların genel bir tekrarını içeren sonuç ve genel değerlendirme bölümüdür.
2. Sermaye Hareketlerinin Yurtiçi Tasarruflar Üzerindeki Etkisi
Neoklasik bir bakış açısıyla, sermaye hareketlerinin ve sermayenin getirisinin (faiz
hadlerinin) serbestçe belirlendiği bir dünyada sermayenin, (faiz hadlerinin ülke risklerini ve
sermaye verimliliğini de kapsadığı varsayımı altında) bol ve getirisinin nispeten düşük olduğu
ülkelerden, kıt ve getirisinin nispeten yüksek olduğu ülkelere yönelmesi beklenir. Öyle ki,
sonunda her iki ülkede sermaye yoğunluğu ve ülke risklerini de içeren faiz hadleri eşitlenecektir.
Sermayenin kıt ve getirisinin yüksek olduğu bir ekonomide, dış yatırımcıları
cezbedecek kadar yüksek olan faiz hadlerinin, ekonominin yerleşik birimleri tarafından da
cazip bulunması ve dolayısıyla özel sektör net tasarruflarının da -her iki ülkede de sermaye
yoğunluğu ve ülke risklerini de içeren faiz hadleri eşitlenene kadar- artış göstermesi beklenir.
Bir başka deyişle, dış tasarrufların iç tasarrufları ikame etmesi, en azından teorik bazda
beklenmeyen bir gelişmedir. Bununla beraber, özellikle gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde dış tasarrufların iç tasarrufları ikame ettiğini gösteren çok sayıda çalışma vardır. Feldstein
ve Horioka’nın (1980) çalışması, -esas odaklandığı nokta, sermayenin azgelişmiş ülkelere
neden beklenen düzeyin çok altında gittiği olmakla beraber- dış tasarruflar ve iç tasarruflar
17
Emre Alpan İnan
arasındaki bağlantı konusunda günümüze kadar devam eden canlı ve çok boyutlu bir tartışma
başlatmıştır. Feldstein ve Horioka’nın (1980) bulguları, özellikle gelişmekte olan ülkelerde
yurtiçi yatırımların büyük ölçüde yurtiçi tasarruflarla finanse edildiğini ve sermaye akışkanlığının gelişmiş ülkeler arasında daha yüksek olduğu şeklindedir.
Feldstein ve Horioka’nın (1980) çalışması doğal olarak günümüzdeki sermaye hareketlerini ve tasarruf/yatırım davranışlarını anlamak için yetersizdir. Öncelikle çalışmanın
yapıldığı tarih çok eskidir. Ayrıca, incelenen dönem günümüzden çok farklı finansal ve
ekonomik dinamiklere sahiptir. Bununla beraber, çalışmanın verdiği cevap değilse bile,
gündeme getirdiği soru, güncelliğini korumaktadır.
Coakley, Kulasi ve Smith (1998), “Feldstein-Horioka bilmecesini” ele aldıkları çalışmalarında farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Yazarlar, OECD ülkeleri için (gelişmiş ülke
örneklemi için kullanılmıştır) Feldstein ve Horioka’nın sonuçlarının geçerli olduğunu
söylemekle beraber, OECD üyesi olmayan ülkelerde, özellikle azgelişmiş ekonomilerde,
yurtiçi yatırımlar ve tasarruflar arasında güçlü bir bağıntı olduğuna dair yeterli kanıt olmadığını bulgulamışlardır. Ayrıca, tam sermaye serbestisinin (perfect capital mobility) bulunduğu
ekonomilerde yüksek tasarruf-yatırım oranlarının ortaya çıkabileceğini ve bu nedenle
Feldstein ve Horioka’nın sonuçlarının tatminkar olmayabileceğini söylemişlerdir.
Yurtdışı tasarruflarla yurtiçi tasarruflar –veya başka bir bakış açısıyla yurtiçi yatırımlar- arasındaki ilişki, 1990’ların başından itibaren küreselleşme ve finansal entegrasyon süreci
hız kazandıkça, daha çok ilgi çekmiştir. Bosworth ve Collins (1999), 58 gelişmekte olan
ekonominin 1978-1995 dönemi verilerini inceledikleri çalışmalarında, yabancı kaynak
kullanımının yurtiçi yatırımlara mı gittiğini (cari işlemler açığı mı yarattığını) yoksa daha çok
sermaye çıkışları ve rezerv artışını mı finanse ettiğini sorgulamışlardır.
Çalışmanın temel bulgusu ülkeye giren yabancı sermayenin büyük ölçüde yurtiçi yatırımlara gittiği (net yurtiçi tasarrufu azaltarak cari işlemler açığına yol açtığı) şeklindedir.
Yazarlar, yabancı sermaye kullanımının türlerine göre (doğrudan yatırım, portföy yatırımı,
banka kredisi vb) etkilerini incelediklerinde ise,
i. doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yurtiçi yatırımlar (dolayısıyla yurtiçi tasarruflar) üzerinde çok güçlü ve dolaysız bir etkiye sahip olduğunu,
ii. buna karşın portföy hareketlerinin yurtiçi yatırımlar üzerinde anlamlı bir etkiye sahip olmadığını,
iii. banka kredisi şeklindeki yabancı sermaye kullanımının ise diğer iki tür yabancı
sermayenin karışımı bir etkiye sahip olduğunu
bulgulamışlardır.
Mody ve Murshid (2002) de (aralarında Türkiye’nin olmadığı) 59 ülkeyi kapsayan çalışmalarında, yurtdışı kaynak kullanımını türlerine göre farklılaştırarak, incelemişlerdir. Mody
ve Murshid’e (2002) göre doğrudan yabancı yatırımlarla yurtiçi yatırımlar arasında doğrudan
ve güçlü bir ilişki vardır. Bununla beraber, bu ilişki zaman geçtikçe zayıflamaktadır. Buna
karşın portföy hareketleri ve banka kredileri şeklinde gelen yabancı sermayenin yurtiçi
yatırımlar üzerindeki etkisi daha sınırlıdır. Finansal entegrasyon arttıkça, (mesela yabancılara
18
Bankacılar Dergisi
yurtiçi finansal varlıkları alma-satma imkanı tanındıkça) dış kaynak - yurtiçi yatırım ilişkisi
daha da zayıflamaktadır.
Mody ve Murshid’in çalışmasının önemli bir bulgusu da, daha iyi makroekonomik politikalar uygulandığı müddetçe, yabancı sermaye- iç yatırım ilişkisinin güçlendiği şeklindedir.
Burada iyi politikalardan kasıt, makroekonomik istikrarı artırıcı politikalardır. Bu bulguyla
bağlantılı olarak, yazarların bir başka gözlemi de, azgelişmiş ülkelerin (iyi politikalar
uygulamayan ülkelerin) yabancı kaynak-iç yatırım ilişkisini güçlendirecek nitelikte yabancı
yatırım çekmeyi başaramamaları, ancak hızlı şekilde kar sağlayıp, ülkeden çıkmayı düşünen
sıcak para niteliğindeki kaynakları çekmeyi başardığıdır.
Aizenman, Pinto ve Radziwill (2004) 47 gelişmekte olan ekonomi ve 22 gelişmiş ekonominin 1981-2001 verileriyle yaptıkları çalışmada, gelişmekte olan ülkelerde finansal
entegrasyon arttıkça dış tasarruf kullanımının arttığını, buna karşılık iç tasarrufların azaldığını
ve dış kaynak kullanımının net tasarruf üzerinde kısıtlı bir etkisi olduğunu bulgulamışlardır.
Çalışma, araştırmaya konu olan ülkelerde, yurtiçi yatırımların büyük ölçüde (yüzde
90’lar civarında) yurtiçi tasarruflarca finanse edildiğini ve özellikle finansal entegrasyonun
hızlandığı 1990’lı yıllar boyunca da bu eğilimin fazla değişmediğini bulgulamıştır.
Feldstein ve Horioka’nın 1980 gibi oldukça erken bir tarihte yaptıkları çalışmanın
beklenmedik sonucu, 1980’den günümüze dünya genelinde finansal entegrasyon sürecinin
hızla gelişmesinin de katkısıyla çok sayıda araştırmaya ilham vermiştir. Bu merakın sonucu
olarak bugün, sermaye hareketlerinin yurtiçi tasarruf (yatırım) kararlarını nasıl etkilediğini
inceleyen geniş bir literatür mevcuttur. Bu bölüm için faydalanılan kaynaklar, bu literatürün
küçük bir kısmını oluşturmaktadır ve mümkün olduğunca farklı görüşleri yansıtmayı
amaçlamıştır. Bununla beraber, bazı ortak noktalar ön plana çıkmaktadır. Bu ortak noktalar
şöyle özetlenebilir:
i. Gelişmekte olan ülkelerde finansal entegrasyon arttıkça, yabancı kaynak kullanımı da
artmaktadır.
ii. Artan yabancı kaynak kullanımı, iç tasarrufları ikame ederek, yani özel sektör yatırımlarını artırarak ve/veya özel tasarruf eğilimini düşürerek, bir tasarruf dengesizliğine
(cari işlemler açığına) yolaçabilir.
iii. Kullanılan yabancı kaynağın niteliğine bağlı olarak, özel tasarruflar üzerindeki etkisi
de farklılaşmaktadır. Buna göre, doğrudan yabancı sermaye yatırımları iç yatırımlar
üzerinde kuvvetli bir etkiye sahipken, banka kredilerinin iç yatırımlar üzerindeki etkisi
daha sınırlıdır. Portföy hareketlerinin, iç yatırımlar üzerinde anlamlı düzeyde bir etkisi
–ele alınan çalışmalar kapsamında- görülmemektedir.
2002-2005 döneminde Türkiye ekonomisindeki gelişmeler incelendiğinde, yukarıda
kısaca özetlenen gelişmekte olan diğer ülke tecrübeleriyle paralellikler olduğu görülecektir.
Bu paralellikler dördüncü bölümde incelenecektir.
3. Gelişmekte Olan Ekonomilerde Ani Sermaye Kesintilerinin Etkisi
Çalışmanın bu bölümü gelişmekte olan ülkelerde, özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren sıklıkla görülen bir fenomenin, yabancı kaynak kullanımındaki ani kesintilerin
19
Emre Alpan İnan
incelenmesine ayrılmıştır. Bir önceki bölümde ele alındığı şekilde, gelişmekte olan bir
ekonomide dış tasarruflar iç tasarrufları ikame edebilir. Böyle bir durumda, kullanılan dış
tasarrufta ani bir kesinti meydana gelirse, dış tasarruf kullanan gelişmekte olan ülke, bu
kesintiye düşük bir tasarruf oranında (Türkiye örneğinde 1994 ve 2001’de görüldüğü gibi
yüksek bir cari işlemler açığı düzeyinde) yakalanacaktır. Bu nedenle, ani sermaye kesintilerinin nedenleri ve doğası üzerinde durmak faydalı olabilecektir.
a. Ani kesinti nedir:?
Ani sermaye kesintisi, gelişmekte olan ülkelerde meydana gelen, beklenmedik ve büyük oranda resesyona yol açan bir olgu olarak tanımlanmaktadır. Bu kesintilerin karakteristik
özellikleri; cari işlemler hesaplarında görülen eğilimlerin aniden tersine dönmesi (cari
işlemler açığının artıya dönmesi ve sermaye girişlerinin çıkışlara dönmesi gibi), gayri safi
milli hasıla ve toplam talepte hızlı bir gerileme ile finansal aktiflerin fiyatlarında hızlı bir
gerilemedir. (Mendoza, 2006)
Caballero ve Krishnamurty’ye göre ise (2003) ani kesintiler, iç finansal sistemlerinde
zaaflar olan ve uluslararası finansal piyasalarla yeterli entegrasyonu sağlayamamış gelişmekte
olan ülkelerde meydana gelir. Hızlı bir ekonomik büyümeyi finanse eden dış kaynak, birden
ülkeden çıkmaya başlar ve ülkeyi krize sürükler.
Ani kesintilerin döviz kuru rejimleriyle ilişkisini inceleyen bir başka çalışma Razin ve
Rubinstein (2005) ise, ani kesintileri milli gelirde keskin bir düşüşle beraber ortaya çıkan
finans ve/veya kur krizi olarak tanımlamaktadır.
Ani kesintilerin bir başka tanımı ise, iç tüketimi dönemler arasında azaltan cari işlemler krizi şeklindedir. (Caballero ve Panageas, 2005)
b. Ani kesintilerin nedenleri
Ani kesintilerin neden ortaya çıktığı ve gelişmekte olan ülkeleri nasıl etkilediği çok
sayıda araştırmaya konu olmuştur. Ani kesintilere karşı genel olarak ülkelerin direncini
inceleyen çalışmalar olduğu gibi, tek bir politika değişkeninin (döviz kuru rejimi, borç stoku,
cari işlemler dengesi, kurumsal gelişmişlik, IMF programları vb) etkilerini inceleyen
çalışmalar da vardır. Bu alt başlıkta, ani kesintilerin hangi nedenlerden kaynaklandığını
inceleyen bazı araştırmaların bulguları aktarılacaktır.
Mendoza’ya göre (2000), ani sermaye kesintileri açık ekonomi iktisadı (open economy
macroeconomics) bakış açısıyla izah edilemez. Çünkü küresel düzeyde sürtünmesiz çalışan
bir kredi pazarı varsayımına sahip olan açık ekonomi iktisadına göre, ekonomik temellerde bir
sorun ortaya çıktığı zaman hanehalkı tüketimini tedricen azaltacak, firmalar etkin çalıştıkları
için yatırımlarını erteleyecekler ve üretimlerini faktör verimliliklerini koruyacakları bir
düzeyde tutacaklardır. Genel olarak özel kesim net tasarrufunu artıran bu davranışların sonucu
olarak cari işlemler açığı tedricen kapanacaktır. Ani sermaye kesintileri ise, bu öngörülerin
tersine çalışır. Milli gelirde çok hızlı bir gerileme (genellikle reel bazda yüzde 5’in üzerinde)
ortaya çıkar, ödemeler dengesi kalemlerindeki eğilim birden tersine döner ve ekonomideki
aktörler sermaye piyasalarına en çok ihtiyaç duydukları bir noktada, borçlanma imkanlarını
kaybederler.
20
Bankacılar Dergisi
Öyle anlaşılıyor ki, açık ekonomi iktisadının ani kesilme fenomeninde açıklayamadığı
nokta sadece hızdır. Çünkü ani kesilmeler, beklenmedik olaylar olarak tanımlanmaktadır.
Örneğin, Chari, Kehoe ve McGrattan (2005) ve Calvo (1998) kurdukları modellerde ani
kesintileri, beklenmedik olaylar olarak tanımlamışlardır.
Caballero ve Krishnamurty’ye göre, (2003) ani kesintileri doğuran/güçlendiren faktörler hem iç, hem dış sebepler olabilir. Yazarlara göre pek çok ani kesintinin nedeni, bu
kesintiyi yaşayan gelişmekte olan ülkenin ekonomisindeki zaaflar olsa da, diğer pek çok
kesinti ise doğrudan dış dünyadan gelen şoklar nedeniyle yaşanmıştır. Yine aynı çalışmada
gözlemlenen bir başka sebep, merkez bankalarının itibar eksikliğidir ve bu eksiklik genelde
uzun dönemler boyunca enflasyonla mücadelede başarısız olmaktan kaynaklanır.
Çalışma, ülkeleri üç gruba ayırmaktadır. Buna göre, enflasyonla mücadelede uzun süre
başarısızlık yaşamış ve bu nedenle merkez bankalarının itibarının düşük olduğu ülkeler ani
kesintilere en açık olan gruptur. Buna karşın, ani kesintilere karşı en dirençli olan grup,
enflasyonla mücadelede başarılı olmuş olan ülkelerdir. Yazarlar bu ülkelere örnek olarak
Meksika, Şili ve Güneydoğu Asya ülkelerini göstermektedir. Aralarında Türkiye’nin de
bulunduğu üçüncü grup, disiplinli maliye ve para basma (seignorage) politikalarını oturtmaya çalışan gruptur. Bu gruptaki diğer ülkeler Brezilya ve Doğu Avrupa ülkeleri olarak
sayılmaktadır. Bu grup, ani kesintilere direnç açısından diğerlerinin ortasında yer almaktadır.
Bir başka çalışma Eichengreen, Gupta ve Mody (2006) ise, IMF ile anlaşmalı olarak
bir ekonomik istikrar programı yürüten ülkelerde, ani kesintilerin daha az meydana geldiğini
ve meydana geldiğinde de daha az yıkıcı bir etki yarattığını bulgulamıştır. 24 ülkede yaşanan
toplam 35 ani kesintiyi inceleyen bu çalışmaya göre, (aralarında Türkiye’nin 1994,1998 ve
2001 deneyimleri de vardır.) IMF programlarının koruyucu etkisini gösterebilmesi için,
programı uygulayan ülkenin ekonomik temellerinin sağlam olması gerekmektedir. Sağlam
ekonomik temellere sahip olmayan ülkelerde, IMF programlarının özellikle sermaye
girişlerinin tersine dönmesinin milli gelir üzerinde yarattığı tahribatı engellemede etkisi
olduğuna dair bir bulguya rastlanmamıştır.
Ani kesintilerin nedeni olarak hem iç, hem dış faktörleri gösteren bir başka çalışma
Caballero ve Panageas’a (2005) aittir. Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan krizlerin bir kısmı
tamamen iç politika hatalarından ve zaaflarından çıksa da, önemli bir kısmı da yabancı
yatırımcıların dış şoklara verdikleri tepki ile ilişkilidir.
Gelişmekte olan ülkelerdeki ani kesintileri inceleyen bir diğer önemli çalışma
Calvo’ya (2005) aittir. Buna göre, 1990’lı yıllarda, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan ani
kesintiler incelendiğinde, bunların oluşmasında dış faktörlerin büyük ölçüde etkili olduğu
görülmektedir. Sağlam ekonomik temeller ve “uygun” iç politikalar ani kesintilere karşı
ekonominin direnç kazanmasında etkilidir ama tek başlarına tamamen koruyucu bir etkileri
yoktur. Calvo, ani kesintilerin gerçekleşme ihtimalini ve vereceği zararı azaltmak için
uygulanması gereken iç politikaları şöyle sıralar:
i. Döviz ve/veya dövize endeksli borçların risklerini düşük miktarda tutmak,
ii. Ekonomik birimlerin döviz cinsinden borçlanmalarını (yurtdışı ve yurtiçi borç ayrımına gidilmeksizin) vergi vb araçları da kullanarak zorlaştırmak,
iii. Dalgalı kur politikası uygulamak (özel sektörü döviz cinsi borçlanmadan caydıracağı
düşünüldüğü için),
iv. Ters para ikamesi sürecini güçlendirecek politikalar uygulamak.
21
Emre Alpan İnan
Görüldüğü gibi Calvo’nun ani kesintilerin oluşma ihtimalini azaltan iç politikalar olarak saydığı unsurlar genelde kur riski yaratacak borçlanma işlemlerini azaltan unsurlardır.
Calvo, kendisi de bu tedbirlerin etkilerinin kısıtlı olabileceğini veya uygulamanın zor
olabileceğini belirtmektedir.
Öte yandan, Razin ve Rubinstein (2005) 92 ülkeyi kapsayan ve kur rejimleriyle ani
kesintilerin ilintisini inceleyen çalışmalarında, kur rejimleri ile ani kesinti ihtimali arasında
önemli bir ilişki bulgulamışlardır. Bu ilişki, kur rejimlerinin döviz cinsi borçlanmaya olan
etkilerinden kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle, yerel aktörlerin döviz cinsinden borçlanma
ihtimalini artıran kur rejimleri ani kesinti ihtimalini de artırmaktadır. Yazarlara göre, döviz
cinsi borçlanma ihtimalini artıran -ve dolayısıyla ani kesinti riskini de artıran- döviz rejimleri,
döviz kurunu çıpa olarak kullanan rejimlerdir. Öte yandan dalgalı kur rejimi uygulaması da,
ani kesinti riskini tamamen azaltmaz. En azından ekonomik birimlerin döviz borçlanma
iştahını kontrol anlamında bile tamamen başarılı olamaz. Çalışmanın bulguları çerçevesinde,
yazarların vardığı sonuçlardan bir tanesi, dalgalı kur rejimlerinin, özellikle firmalar kesiminin
döviz cinsi borçlanmasını artırdığı yönündedir. Özellikle düşük kişi başı gelir düzeyine sahip
olan ekonomilerde ve finansal sistemin yeterli derinlik ve çeşitliliğe sahip olmadığı ülkelerde,
firmaların döviz borçlarını dengeleme (hedge) maliyetleri de yüksek olduğu için, döviz
riskleri dengelenmez. Bu durum, ani kesinti ihtimalini artırır.
c. Sonuç: Ani kesintiler nasıl engellenebilir?
Yukarıda sonuçları aktarılmaya çalışılan araştırmalar, ani kesintilerin nedenleri arasında hem dış, hem de iç faktörlerin olduğunu bulgulamışlardır. (Caballero ve Krishnamurty ,
2003), (Calvo, 2005), (Caballero, Panageas, 2005). Bunun anlamı, gelişmekte olan bir
ülkenin, tek başına ani kesintileri engellemeye yeterli bir politika demeti uygulamasının
mümkün olmadığıdır. Gelişmekte olan ülkeler, ancak, ani kesinti ihtimalini azaltan politikalar
uygulayabilirler.
Ani kesinti ihtimalini azaltan politikalar ise şöyle sıralanabilir:
1. Ekonomik aktörlerin döviz cinsi borçlanmalarını (veya en azından bu tip borçlanmaların yarattığı kur riskini) azaltacak politikalar uygulamak: Bu amaçla mali tedbirler
(Calvo, 2005), veya kur rejimi tercihinden faydalanmak. (Razin ve Rubinstein, 2005)
2. Sağlam ekonomik temellere sahip olmak: Sağlam ekonomik temellerden kasıt, fiyat
istikrarı, mali istikrar, finansal istikrar, özel kesim veya kamu kesimi arasında herhangi bir fark gözetmeksizin, döviz cinsinden borçlanmanın sınırlandırılması ve cari işlemler açığının düşük bir düzeyde tutulmasıdır. İncelenen hemen her çalışma, iç politikaların önemini vurgulamakta ve bu unsurlardan en az bir tanesine atıf yapmaktadır.
3. Kur tercihinde dalgalı kur politikası uygulamak: Yalnız, dalgalı kur uygulamasında
beklenen fayda, doğrudan rejimin bizatihi kendisinden kaynaklanan bir fayda değildir.
Dalgalı kur uygulaması, ekonomik aktörlerin kur riski alma iştahlarını azaltacağı düşünüldüğü için önerilmektedir. (Calvo, 2005), (Caballero ve Krishnamurty, 2003) Bu
anlamda, dalgalı kur rejimi, ekonomik birimlerin daha az kur riski almalarını sağladığı
sürece bir çeşit sigorta işlevi göreceği için faydalıdır. Eğer, ekonomik birimlerin kur
riski alma iştahını azaltmıyorsa, ani kesintileri önleme bakımından faydası tartışmalıdır.
22
Bankacılar Dergisi
Hatta (Razin ve Rubinstein, 2005), dalgalı kur rejiminin, özellikle firmalar kesiminin
kur riskini yükselttiğini ve finansal sistemin fazla derinliğe ve çeşitliliğe sahip olmadığı
ekonomilerde, bu risklerin dengelenmesinin maliyeti yüksek olduğu için, ani kesinti ihtimalinin arttığını söylemektedirler.
Enflasyon hedeflemesi (ve dalgalı kur rejimi) altında ekonomik birimlerin kur riski
alma iştahlarını azaltmak için (Caballero ve Krishnamurty, 2003)’nin önerdiği bir çözüm ise,
merkez bankasının yurtdışı kaynak kullanımı sonucu ülkeye giren döviz fazlasını sterilize
etmemesidir. Yazarlara göre, döviz fazlasının sterilize edilmesi sonucu, döviz fiyatı belli bir
istikrar kazanır ve bu istikrar da, ekonomik aktörleri kur risklerini artırmaya iter.
Son olarak ek bir sigorta işlevi olarak önerilen, - yada gözlemlenen- bir unsur da, IMF
ile yapılan ve yürütülmekte olan bir anlaşmadır. (Eichengreen, Gupta ve Mody, 2006) Böyle
bir anlaşmanın, sağlam ekonomik temellere sahip olan ülkelerde ek bir sigorta işlevi gördüğünü ve ani kesintinin gerçekleşme ihtimali ile gerçekleştiği takdirde ekonomide yarattığı
tahribatı azalttığını bulgulamışlardır. Zayıf ekonomik temellere sahip olan ekonomiler için
böyle bir korunma işlevi söz konusu değildir.
4. Türkiye’de 2002-2005 Dönemi: Tasarruf İkamesi
Bu bölümde, Türkiye ekonomisindeki 2002-2005 dönemindeki temel değişiklikler kısaca ele alınacak ve 2002-2005 döneminde tasarruf dengelerindeki gelişmeler incelenecektir.
Ardından, ikinci ve üçüncü bölümlerde aktarılan diğer gelişmekte olan ülke deneyimleri
sonucu ortaya çıkan karakteristik özelliklerin (dış tasarrufların özel tasarrufları ikamesi, özel
yatırımlarda artış, iç politikalarla ani kesinti ilişkisi) Türkiye için ne ölçüde geçerli olduğu
anlaşılmaya çalışılacaktır.
4.1. Genel Görünüm: Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
Türkiye’de 2002-2005 döneminde uygulanan politikaların genel çerçevesini belirleyen
ve bugün içinde bulunduğumuz ekonomik ortamı hazırlayan temel unsur Güçlü Ekonomiye
Geçiş Programı olmuştur. Bu nedenle, bu programın ana unsurlarını kısaca hatırlamak 20022005 döneminde Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri anlamlandırmak açısından faydalı
olabilir.
2001 Krizi’ni takiben uygulamaya konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı temelde
ekonomide istikrar sağlamayı ve yapısal zaafları güçlendirmeyi amaçlamıştır. Bu çerçevede,
bankacılık sektörüne dönük önemli bir yeniden yapılandırma, kontrollü kur yerine serbest kur
rejimi, -başlangıçta örtük ve 2006 başından itibaren “açık” enflasyon hedeflemesi uygulaması,
uzun vadede gerçekleştirilecek olan yapısal reformlar ve disiplinli maliye politikası, programın temelini oluşturmuştur.
2002 yılından 2006 yılının ortalarına kadar temel ekonomik gelişmelere bakıldığında,
programın çok büyük ölçüde başarılı olduğu görülmektedir. Oldukça yüksek büyüme
rakamları gerçekleştirilmiş ve enflasyon oranı düzenli bir gerilemeyle tek haneli rakamlara
inmiştir.
Bankacılık sektöründe gerçekleştirilen üçlü denetim, sermaye artırımı, kamu bankalarının yeniden yapılandırılması, sektöre yönelik kamu denetim ve gözetiminin etkinliğinin
artırılması ve İstanbul Yaklaşımı olarak da bilinen Finansal Yeniden Yapılandırma Programı
gibi proje ve reformlar finansal sistemin mali kırılganlığını önemli ölçüde azaltmıştır.
23
Emre Alpan İnan
Öte yandan enflasyon oranındaki gerileme, hem reel hem nominal faiz oranlarının gerilemesini mümkün kılmıştır. Ekonomideki toplam riskin –ve risk algısının- gerilemesi
sonucu döviz kurlarının istikrar kazanması ise enflasyon oranındaki gerilemeye katkıda
bulunmuştur.
4.2. Tasarruf Dengeleri
Toplam tasarruf dengeleri açısından incelendiğinde, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının ekonomideki toplam tasarruf – yatırım dengesinin sağlanmasıyla ilgili özellikli bir
amacı olmamıştır. Sadece disiplinli maliye politikasının sürdürülmesi gibi ilkelerin ve –milli
gelirin yüzde 6,5’i düzeyinde birincil bütçe fazlasının sağlanması gibi hedeflerin varlığı,
toplam kamu kesimi net tasarrufunun artırılacağına – kamu net tasarruf açığının düşürüleceğine – işaret etmektedir. Nitekim, programın başarı sağladığı en önemli alanlardan biri de kamu
maliyesi olmuştur. Birincil bütçe fazlası hedefleri, genel olarak tatminkar bir şekilde
tutturulmuştur. Gerileyen faiz hadleri paralelinde azalan iç borç stoku faiz ödemeleri ve
istikrarlı bir şekilde değer kazanan TL, kamu kesimi net tasarrufunun azaltılmasına önemli
katkı sağlamıştır. Bu gelişmelerin sonucu olarak, kamu kesimi net tasarruf açığı 2001 yılında
GSMH’nın yüzde 15,3’ü düzeyinde gerçekleşmişken, 2002-2005 döneminde düzenli bir
azalma göstererek, 2005 yılı sonunda yüzde 2,8’e gerilemiştir. Kamu kesimi net tasarrufunun
4 yıllık bir süre içinde milli gelirin yüzde 12,5’i düzeyinde bir iyileşme göstermiş olması,
ekonomideki toplam tasarruf – yatırım dengelerini de olumlu etkilemiştir.
Bununla beraber, aynı gelişmenin özel kesim net tasarruflarında yaşanmadığı, tam tersine özel kesim net tasarruflarının hızla azaldığı ve 2004 yılından itibaren de eksi bakiye
vermeye başladığı görülmektedir. Özel kesim net tasarrufları 2001 yılında GSMH’nın yüzde
16,6’sı düzeyinde fazla vermişken, 2002-2005 döneminde düzenli bir azalma göstererek, 2005
yılı sonunda milli gelirin yüzde 4,4’ü oranında açık vermiştir. Böylece ekonomideki toplam
net tasarruf dengesi (cari işlemler dengesi olarak okunmalıdır) 2001 yılında milli gelirin
yüzde 1,3’ü oranında fazla vermişken, 2005 yılı sonunda yüzde 7,3’ü oranında açık vermiştir.
Bir başka deyişle, özel kesim net tasarruflarındaki azalma, kamu kesimi net tasarrufundan
gelen 12,5 puanlık iyileşmenin olumlu etkisini silmiş ve ilave olarak 8,5 puanlık bir kötüleşmeye daha neden olmuştur. Toplamda özel kesim net tasarrufları milli gelirin yüzde 21’i
düzeyinde bir gerileme göstermiştir. Dört yıl gibi kısa bir süre zarfında, özel kesimin yatırım
ve tasarruf kalıbında görülen bu değişim son derece şaşırtıcıdır.
Tablo 1: Ekonominin Genel Dengesi (Milli Gelire Oran, yüzde)
Gayri Safi Milli Hasıla
Dış Kaynak
Toplam Kaynaklar
Toplam Yatırımlar
Kamu
Özel
Toplam Tüketim
Kamu Harcanabilir Geliri
Kamu Tasarrufu
Özel Harcanabilir Gelir
Özel Tasarruf
Toplam Yurtiçi Tasarruf
1989-2001
100,0
2,2
102,2
23,3
6,7
16,6
78,9
10,4
-1,3
89,6
22,4
21,1
* Gerçekleşme tahmini, Kaynak: DPT, Yıllık Programlar
24
2002
100,0
2,4
102,4
21,6
6,3
15,4
80,8
6,4
-6,2
93,6
25,4
19,2
2003
100,0
4,2
104,2
23,5
4,7
18,8
80,7
7,0
-5,3
93,0
24,6
19,3
2004
100,0
6,2
106,2
26,5
4,2
22,3
79,7
10,7
-1,3
89,3
21,6
20,3
2005*
100,0
7,1
107,1
27,5
5,4
22,1
79,6
14,4
2,6
85,6
17,8
20,4
Bankacılar Dergisi
Sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği 1989 yılından 2005 yılına kadar olan dönem
incelendiğinde, özel kesim net tasarruflarının, yoğun dış kaynak kullanımının yaşandığı
dönemlerde gerilemekle beraber, ilk kez 2004 yılında eksi bakiye verdiği ve bu eğilimin 2005
yılında da güçlenerek devam ettiği görülmektedir.
Grafik 1: 1989-2005 Döneminde Tasarruf Dengesi (GSMH’nın yüzdesi olarak)
20,0
15,0
10,0
5,0
0,0
2005
2004
2003
2002
2001
2000
19 9 9
19 9 8
19 9 7
19 9 6
19 9 5
19 9 4
19 9 3
19 9 2
19 9 1
19 9 0
19 89
-5,0
-10,0
-15,0
-20,0
Kamu (Tas.-Yat.) Farkı
Özel (Tas.- Yat.) Farkı
Net Tasarruf
Kaynak: DPT
1989-2001 döneminde, özel tasarrufların milli gelire oranı, ortalama olarak yüzde 22,4
olarak gerçekleşmiştir. 2002 yılında yüzde 25,4 düzeyinde gerçekleşen özel tasarruf oranı,
2002-2005 döneminde düzenli olarak azalarak, 2005 yılında yüzde 17,8’e gerilemiştir. 19892001 döneminde milli gelirin yüzde 1,3’ü oranında açık vermiş olan kamu kesimi tasarrufu,
2002-2005 döneminde düzenli olarak iyileşerek, 2005 yılında milli gelirin yüzde 2,6’sına
yükselmiştir. Genel olarak, 2002-2005 döneminde uygulanan disiplinli maliye politikası ve
gerileyen faiz hadleri kamu kesimi tasarrufunu iyileştirirken, özel kesim tasarrufunun milli
gelire oranı hızla gerilemiştir. Grafik 1’de 1989-2005 döneminde kamu kesimi, özel kesim ve
toplam net tasarrufların milli gelire oranı sunulmaktadır.
1989- 1993 döneminde özel kesim net tasarrufları genelde milli gelirin yüzde 5’i düzeyinde seyretmiştir. 1994, 1998 ve 2001 gibi ani kesintilerin yaşandığı yıllarda, alınan
ekonomik tedbirlerin ve dış kaynak kullanımının kesilmesiyle, özel kesim net tasarruflarında
artış yaşanırken; 1995-1997 ve 2000 gibi dış borç kullanımının rahat ve nispeten bol olduğu
dönemlerde ise, özel kesim net tasarrufları gerilemiştir.
Tablo 2: Kamu Kesimi Tasarruf Davranışı (Milli gelire oran, yüzde)
Kamu Harcanabilir Geliri
Kamu Tüketimi
Kamu Tasarrufu
Kamu Yatırımı
Kamu (Tas.-Yat.) Farkı
1989-2001
10,4
11,7
-1,3
6,7
-8,0
2002
6,4
12,6
-6,2
6,3
-12,5
2003
7,0
12,3
-5,3
4,7
-10,0
2004
10,7
12,0
-1,3
4,2
-5,4
2005*
14,4
11,8
2,6
5,4
-2,8
Kaynak: DPT, Yıllık Programlar
25
Emre Alpan İnan
1989-2001 döneminde ortalama olarak milli gelirin yüzde 10,4’ü düzeyinde gerçekleşen kamu kesimi harcanabilir geliri, 2002 yılında milli gelirin yüzde 6,4’üne kadar gerilemiştir. 2002-2005 döneminde ise düzenli bir artış göstererek, 2005 yılında milli gelirin yüzde
14,4’üne yükseldiği tahmin edilmektedir. Buna karşılık kamu kesimi tüketimi, hem 19892001 döneminde, hem de 2002-2005 döneminde fazla değişmeden yüzde 12’ler düzeyinde
gerçekleşmiştir. 1989-2001 döneminde yüzde milli gelirin 6,7’si olarak gerçekleşen kamu
yatırımları, 2002-2005 döneminde hafifçe daralarak, yüzde 5’ler düzeyinde seyretmiştir. O
halde şu tespitte bulunabiliriz. 2002 yılında milli gelirin yüzde 12,5’i oranında açık veren
kamu kesimi net tasarrufunun 2005 yılında milli gelirin yüzde 2,8’i oranında açığa iyileşmesinin arkasındaki temel faktör, kamu tüketimi veya yatırımındaki gerilemeden çok, kamu
harcanabilir gelirindeki artıştır.
Kamu kesimi net tasarrufu incelendiğinde, 1989-2001 döneminde özel kesim net tasarruflarıyla ters yönlü bir ilişki gösterirken, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının uygulandığı 2002-2005 döneminde kamu kesimi net tasarrufunun, yukarıda kısaca değinilen sebeplerle düzenli olarak arttığı görülmektedir. Bununla beraber, özel kesim net tasarrufundaki
gerileme, kamu kesimi net tasarrufundaki iyileşmeden daha büyük olduğu için toplam yurtiçi
net tasarruf açığı (cari işlemler açığı olarak okunmalıdır) 2002-2005 döneminde düzenli
olarak artmıştır. Kriz yılı olan 2001 yılında milli gelirin yüzde 1,3’ü oranında fazla veren
yurtiçi tasarruflar, 2005 yılında milli gelirin yüzde 7,3’ü oranında açık vermiştir.
Türkiye ekonomisinin tasarruf dengeleri incelendiğinde bir başka şaşırtıcı nokta ortaya
çıkmaktadır. Kamu ve özel kesim net tasarrufları arasında bir değişim (trade-off) görülmektedir. 1989-2005 dönemi için iki seri arasındaki korelasyon katsayısı -0,83 olarak gerçekleşmektedir. Bu durum, kamu tasarruflarının özel tasarrufları ikame ettiği (veya özel tasarrufların
kamu tasarruflarını ikame ettiği) gibi garip bir sonuca yol açmaktadır. Dışa kapalı bir
ekonomide özel ve kamu net tasarruflarının arasında tam bir değişim olması beklenecektir.
Bununla beraber, Türkiye gibi dışa açık ve yoğun dış kaynak kullanımının olduğu bir
ekonomide kamu ve özel kesim net tasarrufları arasındaki böyle bir negatif ilişki dikkat
çekicidir.
Tasarruf serilerinde dikkat çekici ikinci bir özellik “iyi zamanlarda” kamu kesimi net
tasarrufunun artması, buna karşın özel kesim net tasarrufunun kamu kesimi net tasarrufundan
daha hızlı bir şekilde küçülmesidir. İyi zamanlardan kasıt, ekonomiye dış kaynak girişinin
görece bol olduğu ve ekonomik büyümenin yaşandığı yıllardır. “ Kötü zamanlarda” ise, yani
1994, 1998 ve 2001 gibi kriz yıllarında ise, ekonomide toplam tasarruf dengesinin yeniden
kurulması daha çok özel kesim net tasarruflarının artırılması yoluyla sağlanmışa benzemektedir. Buna karşın, 2002-2005 dönemini daha önceki “iyi zamanlardan” ayıran temel nokta, kriz
sonrası dönemde kamu net tasarruflarındaki artıştır. 1994 Krizinden sonra, kamu net
tasarrufunda görülen artış; 2002-2005 dönemiyle kıyaslanamayacak kadar küçüktür. 1998
yılından sonraki dönemde ise, kamu net tasarrufları azalmıştır. Bu çerçevede, 2002-2005
dönemi tekil bir özellik göstermektedir.
Kamu kesimi net tasarruflarının iyi zamanlarda artış göstermesi anlaşılabilir bir şeydir.
Belki de daha doğru bir sıralama, kamu kesimi net tasarruflarının artış gösterdiği dönemlerde,
yani disiplinli maliye politikalarının uygulandığı dönemlerde dış alemin Türkiye ekonomisine
daha çok yatırım yapmaya istekli olduğu şeklindedir. Bir başka deyişle, disiplinli maliye
politikaları genellikle dış alem, yani borç vericiler tarafından olumlu karşılanan bir dizi tutarlı
istikrar politikasının en önemli parçası olmaktadır ve dış dünyaya makroekonomik yönetim
konusunda olumlu bir sinyal göndermektedir. Özellikle Türkiye gibi kamu kesimi borcunun
26
Bankacılar Dergisi
finansal sisteme oranının yüksek olduğu ve faiz ödemelerinin toplam kamu harcamaları içinde
önemli yer tuttuğu bir ekonomide bu tür bir sinyalin etkisi güçlenmektedir.
4.3. Özel Kesim Net Tasarrufundaki Gerilemenin Unsurları
Özel kesim net tasarrufundaki gerilemenin kaynağını bulmak için, 2002-2005 döneminde özel kesim net tasarrufunun başlıca bileşenleri incelendiğinde, özel kesim tüketiminde
artış olmadığı, tam tersine gerileme olduğu görülmektedir. Özel kesim net tasarrufundaki
azalış, özel kesim yatırımlarındaki yüksek oranlı artıştan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla
1994 ve 1998 Krizlerinden sonra görülen özel kesim tüketimindeki oransal artış, 2001
Krizi’nden sonra görülmemektedir. Bu anlamda da 2002-2005 dönemi daha önceki “ iyi
zamanlardan” ayrılmaktadır.
Tablo 3: Özel Kesim Tasarruf Davranışı (Milli gelire oran, yüzde)
Özel Harcanabilir Gelir
Özel Tüketim
Özel Tasarruf
Özel Yatırım
Özel (Tas.- Yat.) Farkı
Özel Tasarruf Oranı *
Özel Tüketim Oranı**
1989-2001
89,6
67,2
22,4
16,6
5,8
25,0
75,0
2002
93,6
68,2
25,4
15,4
10,0
27,2
72,8
2003
93,0
68,4
24,6
18,8
5,8
26,5
73,5
2004
89,3
67,7
21,6
22,3
-0,7
24,2
75,8
2005*
85,6
67,8
17,8
22,1
-4,4
20,8
79,2
* Özel tasarrufların özel kesim harcanabilir gelirine oranıdır.
** Özel tüketimin özel kesim harcanabilir gelirine oranıdır.
Kaynak: DPT, Yıllık Programlar
Özel kesim net tasarrufunun bileşenlerine bakıldığında, net tasarruftaki gerilemenin
özel tüketim artışından değil, özel yatırım artışından kaynaklandığı görülmektedir. Özel kesim
tüketiminin milli gelire oranı, hem 1989-2001 döneminde, hem de 2002-2005 döneminde
yüzde 68 düzeylerinde gerçekleşmiştir. Buna karşılık, özel kesim yatırımları 1989-2001
döneminde milli gelirin ortalama yüzde 16,6’sını oluştururken, 2002 yılında yüzde 15,4
olarak gerçekleşmiştir. 2002-2005 döneminde milli gelir içindeki payı düzenli olarak artış
gösteren özel kesim yatırımları, 2005 yılında yüzde 22,1’e yükselmiştir.
Ayrıca, ikinci bir unsur olarak özel kesim tasarruf eğilimi de gerilemiştir. Özel kesim
tasarruf eğilimi (özel tasarrufların özel harcanabilir gelire oranı) 2002 yılında yüzde 27,2
olarak gerçekleşmiş iken, 2005 yılında yüzde 20,8’e gerilemiştir. Bir başka deyişle özel sektör
hem toplam harcanabilir gelirinin daha küçük bir kısmını tasarruf etmiş; hem de toplam
yatırımlarını çok hızlı bir şekilde artırmıştır. Üstelik 2002-2005 döneminde kamu kesimi
harcanabilir gelirindeki artış, özel kesim harcanabilir gelirini azaltmasına rağmen bu gelişme
yaşanmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, özel kesim tasarrufları özel kesim yatırımlarını
karşılamaya yetmemiştir. 2005 sonunda milli gelirin yüzde 7,3’ü oranında gerçekleşen cari
işlemler açığının 4,6 puanı özel sektör tasarruf açığından kaynaklanmıştır.
Açıklamaya çalışılan nokta, neden 2002-2005 döneminde özel kesimin net tasarruf
tercihinde böyle önemli bir değişiklik yaşandığıdır. Olası yanıtlardan bir tanesi, MarshallLerner koşuludur. Eğer bir ekonomide ihracat ve ithalatın talep esneklikleri toplamı birden
fazlaysa, o ekonomide yerel paranın döviz kurlarına karşı reel bazda değer kazanması, ihracatı
olumsuz ve ithalatı olumlu etkiler. Bir bütün olarak cari işlemler dengesini ise olumsuz
27
Emre Alpan İnan
etkiler. İthal mallarının ucuzlaması, yatırım talebini artırır ve ithal yatırım mallarının artışı ve
tabii ki ihracatın azalması paralelinde cari işlemler açığı büyür.
Grafik 2: 1989-2005 Döneminde Özel Kesim Tüketim ve Yatırımı
(GSMH’nın yüzdesi olarak)
71,0
25,0
70,0
20,0
69,0
68,0
15,0
67,0
66,0
10,0
65,0
64,0
5,0
63,0
62,0
0,0
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
1990
1989
Özeltüketim
Özelyatırım
Kaynak: DPT
Gerçekten de 2002-2005 dönemi YTL’sının değerlendiği, yani başlıca yabancı para birimleri karşısında reel olarak değer kazandığı bir dönemdir. TCMB tarafından hesaplanan
1995=100 bazlı tartılı efektif reel kur endeksine göre (TERKE) 2002 Ocak ayında 130 puan
olan TÜFE bazlı endeks, 2005 sonunda 171 puana yükselmiştir. TEFE (ÜFE) bazlı endeks ise
119 puandan 142 puana yükselmiştir. Bir başka deyişle YTL TÜFE bazlı endekse göre yüzde
32; ÜFE bazlı endekse göre yüzde 19 oranında değer kazanmıştır. Aynı dönemde cari işlemler
açığı da büyümüştür. Bununla beraber, reel kur endeksindeki değişmeler ekonominin dış
ticaret alanındaki rekabet gücünün sadece bir bölümünü oluşturmaktadır. Başta işçilik ücreti
olmak üzere girdi maliyetleri, mali yükler, finansal sistemin büyüklüğü ve kredi maliyeti
(dolayısıyla kredi sağlama imkanı ve finansman maliyeti) verimlilik gibi unsurlar da rekabet
gücünü etkilemektedir. 2002-2005 döneminde bu unsurlardan bir kısmında YTL’sının
değerlenmesinin getirdiği rekabet dezavantajını dengeleyen olumlu gelişmeler olmuştur.
Örneğin, Türkiye İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre ihracatın önemli bir bölümünü
oluşturan imalat sanayinde, üretimde çalışılan saat başına verimlilik endeksi 2001 yılı
sonunda 121’den 2005 yılı sonunda 158’e yükselmiştir. Bu değişim yüzde 31’lik bir verimlilik artışına karşılık gelmektedir. Böyle bir verimlilik artışı, diğer unsurlar aynı kalmak
koşuluyla tek başına YTL’nin değer kazanmasından doğan rekabet kaybını telafi edebilecek
düzeydedir.
Ayrıca, bu dönemde kredi faizlerinin de faizler genel seviyesindeki düşüşe paralel olarak hem nominal, hem de reel bazda gerilemesi, finansal sistemin milli gelire oranının
artması, mali baskınlık düzeyinin gerilemesi, yoğun dış kaynak kullanımı gibi unsurlar da
firmaların finansman imkanlarını artırmış ve finansman maliyetlerini düşürmüş olmalıdır.
Özetle, YTL’nin başlıca yabancı para birimleri karşısında değer kazanması, şüphesiz
özel sektör net tasarrufunun azalmasına (cari işlemler açığının büyümesine) katkıda bulunmuştur. Bununla beraber, özel sektör net tasarrufunun gerilemesinde tek faktör değildir ve
28
Bankacılar Dergisi
etkisi dikkatle değerlendirilmelidir. Özel kesim net tasarruflarındaki gerilemeyi açıklamak
için (Marshall-Lerner koşulu dışında) bir başka cevap, ikinci bölümde ele alınan araştırmalar
paralelinde, diğer gelişmekte olan ülkelerde yaşandığı gibi, Türkiye’de de dış tasarrufların iç
tasarrufları ikame ettiği olabilir. Bu önermeyi test etmek için, özel kesim net tasarrufu ile
sermaye hareketleri arasındaki ilişkiye bakmak faydalı olabilecektir. Özel kesim net tasarrufu
ile sermaye hareketleri arasında, güçlü bir değişim vardır. İki seri arasındaki korelasyon
katsayısı, 1989-2005 dönemi için -0,81 olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağıntı, özel kesim net
tasarrufu ile kamu kesimi net tasarrufu arasındaki bağıntı kadar güçlüdür. Bir başka deyişle,
dış kesim tasarrufu, özel sektör tasarrufunu ikame etmektedir.
Grafik 3: 1989-2005 Döneminde Özel Kesim Tasarrufu ve Sermaye Hareketleri
(GSMH’nın yüzdesi olarak)
15,0
20,0
10,0
15,0
5,0
10,0
0,0
5,0
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
1990
1989
-5,0
0,0
-10,0
-5,0
-15,0
-10,0
S erm aye Hareketleri
N et özeltasarruf
Kaynak: DPT
Dış tasarrufların özel tasarrufları ikame süreci iki yönlü çalışmaktadır. Birincisi özel
kesim tasarruf eğiliminde gerileme ortaya çıkmaktadır. İkinci olarak, dış tasarruflar öncelikle
özel yatırım harcamalarını –özel tüketim harcamalarını değil- finanse etmektedir. Dış
tasarrufların özel tasarrufları ikame etme sürecinin nasıl çalıştığı, bu ikamenin hangi mekanizmalarla gerçekleştiği bu çalışmanın kapsamı dışındadır. Aslında bu husus ayrı bir
araştırmanın konusudur ve böyle bir araştırma Türkiye ekonomisinin işleyişi hakkında çok
önemli bilgiler sağlayabilir.
İkame mekanizması hakkında yeterli bilgimiz olmasa bile, şöyle bir sonuca ulaşmak
mümkün görünmektedir: Tasarruf ikamesinin yaşandığı ekonomide, iç faiz hadleri, yabancı
yatırımcıyı cezp edecek kadar yüksek, fakat yerleşikleri yatırım ve tüketimden vazgeçirecek
kadar yüksek değildir veya en azından yerleşik ekonomik birimler tarafından öyle algılanmamaktadır.
5. Ani Kesinti İhtimali
Bu bölümde ani kesinti ihtimalini azaltan politikaların, Türkiye’nin 2002-2005 dönemindeki ekonomik tecrübesinde ne ölçüde hayata geçmiş olabileceği incelenecektir. Böyle bir
çaba, çalışmanın ilgili kısımlarında ele alınan genelleştirilmiş kuralların, Türkiye’nin –diğer
her ülke gibi- kendine özgü şartlarında ne ölçüde çalışabileceğiyle ilgili olarak bize bir içgörü
sağlayabilir.
29
Emre Alpan İnan
Ani kesinti ihtimalini azaltan politikalar/uygulamalar şöyle sıralanabilir:
a. Ekonomik aktörlerin döviz cinsi borçlanmalarını (veya en azından bu tip
borçlanmaların yarattığı kur riskini) azaltacak politikalar uygulamak
Türkiye’de 2002-2005 döneminde uygulanan politikaların, ekonomik aktörlerin döviz
cinsi borçlanmalarını nasıl etkilediğini anlamak için ilk bakılması gereken yer cari işlemler
dengesidir. Türkiye’deki ekonomik birimlerin genel olarak yurtdışında YTL cinsi borçlanma
imkanlarının olmadığı veya çok kısıtlı kaldığını varsayarsak, dış borçlanmaların tamamına
yakının döviz cinsinden olacağı açıktır. Bu varsayımlar altında, cari işlemler açığı, ekonomik
aktörlerin sadece toplam dış borçlanma ihtiyacını değil, toplam döviz cinsinden dış borçlanma
ihtiyacını da gösterecektir.
Tablo 4’de, incelenen 2002-2005 döneminde cari işlemler açığı ve GSYİH’ya oranı
verilmiştir. Hem cari işlemler dengesi, hem de gsyih rakamları yıllıktır. Yani geriye doğru son
bir yıllık dönemin toplamı alınmıştır. Cari fiyatlarla bir yıllık gsyih, ilgili dönemin ortalama
dolar kuruna bölünmüştür.
Toplam dış (döviz cinsi) borçlanma ihtiyacı olarak ifade edilebilecek olan cari işlemler
dengesi, 2002 yılı üçüncü çeyreğinden itibaren açık vermeye başlamış ve bu açık gsyih
artışının çok üzerinde bir hızla büyümüştür. 2002 yılsonunda 1,5 milyar dolar düzeyinde olan
cari işlemler açığı, 2005 yılsonunda 23 milyar dolar düzeyine yükselmiş ve aynı dönem
itibariyle gsyih’nın yüzde 0,8’inden yüzde 6,4’üne erişmiştir.
Tablo 4: Cari İşlemler Dengesi ve GSYİH’ya Oranı (Milyon dolar)
2002/1
2002/2
2002/3
2002/4
2003/1
2003/2
2003/3
2003/4
2004/1
2004/2
2004/3
2004/4
2005/1
2005/2
2005/3
2005/4
Cari İşlemler
Dengesi
3.228
1.161
223
-1.524
-3.903
-5.735
-5.683
-8.036
-10.419
-12.315
-14.043
-15.604
-16.401
-18.822
-20.865
-23.091
GSYİH
148.837
156.025
168.681
184.557
188.331
199.007
224.107
240.403
262.529
277.253
287.301
302.921
312.823
328.105
347.995
363.394
Cari İşlemler/
GSYİH, (yüzde)
2,2
0,7
0,1
-0,8
-2,1
-2,9
-2,5
-3,3
-4,0
-4,4
-4,9
-5,2
-5,2
-5,7
-6,0
-6,4
Kaynak: TCMB, TÜİK
2002-2005 döneminde, dış ticaret açığının ve dolayısıyla cari işlemler açığının büyümesinde etkili olabilecek çeşitli faktörler vardır. YTL’nin reel olarak değerlenmesi, hızlı
ekonomik büyüme, Türkiye’de finans sisteminin uzun vadeli kredi vermeye başlaması, 2001
Krizinden sonra ertelenmiş talebin realize edilmesi bu faktörlerin başlıcalarıdır.
30
Bankacılar Dergisi
Tablo 5: Sermaye Hareketlerinin Bileşimi (Milyon dolar)
2002
Cari İşlemler Açığı
Sermaye Hareketleri
-Borç doğurmayan*
-Borç doğuran**
-Kamu
-Özel
-Ticari krediler
-Bankalar, net
-Diğer sektörler, net
-Bankalar mevduatı
-1.524
7.083
-1.816
8.899
8.061
838
2.483
-1.028
371
-988
2003
2004
2005
Toplam
-8.036 -15.604
11.359 22.393
5.548
9.478
5.811 12.915
-238 -2.931
6.049 15.846
2.181
4.201
1.975
5.708
1.022
5.081
871
856
-23.091
41.335
22.057
19.278
-4.888
24.166
3.549
9.116
10.225
1.276
-48.255
82.170
35.267
46.903
4
46.899
12.414
15.771
16.699
2.015
* Doğrudan yatırımlar, yabancıların hisse senedi ve DİBS alımları, Net hata ve noksan kalemlerini
kapsar.
** Ticari krediler, bankalar mevduatı, bankalar ve diğer sektörler net borçlanması, Genel hükümet
ve TCMB’nın net tahvil ihraçları, net kredileri, net IMF hesabını kapsar.
Kaynak: TCMB, Ödemeler dengesi İstatistikleri, Ayrıntılı sunum
Bununla beraber, bir bütün olarak, uygulanmakta olan politika demetinin ekonomik
birimlerin döviz cinsi borçlanma ihtiyacını sınırlandıracak bir yapısı olmadığı anlaşılmaktadır.
2002-2005 döneminin tamamında, 48,3 milyar dolar döviz cinsi borçlanma ihtiyacı (cari
işlemler dengesi toplamı) ortaya çıkmış, buna karşın cari işlemler açığının çok üzerinde, 82,2
milyar dolar net dış kaynak (net sermaye hareketleri toplamı) temin edilmiştir.
Tablo 5’de, 2002-2005 döneminde sermaye hareketleri, sermaye hareketlerinin borç
doğuran ve doğurmayan kısımları ile borç doğuranların alıcılara göre dağılımı incelenmiştir.
2002-2005 döneminde meydana gelen 82,2 milyar dolarlık dış kaynak kullanımının yaklaşık
yüzde 57’si (46,9 milyar dolar) borç doğuran, yüzde 43’ü (35,3 milyar dolar) borç doğurmayan niteliktedir. Borç doğuran işlemler, toplamda cari işlemler açığına oldukça yakındır. Öte
yandan borç doğuran işlemlerin neredeyse tamamı, özel sektör tarafından yapılmıştır. Kamu
kesiminde hem net işlemlerin toplamı sıfıra yakındır, hem de 2003-2005 döneminde kamu,
net dış borç ödeyici konumdadır.
Ani kesinti ihtimalini azaltan faktörlerden biri, belirtildiği gibi, uygulanan politikaların, yurtiçi ekonomik birimlerin döviz cinsi borçlanmalarını –veya en azından bunun
doğurduğu riskleriengelleyebilmektir. 2002-2005 döneminde, uygulanan ekonomik
politikaların yurtiçi ekonomik birimlerin döviz cinsi borçlanmalarını sınırlandırmakta başarılı
olmadığı görülmektedir. 2005 sonu itibariyle milli gelirin yüzde 6’sını geçen bir iç tasarruf
açığı oluşmuştur. Bu açık, döviz cinsinden dış kaynakla kapatılmıştır. Toplam dış kaynak
kullanımı çok daha yüksek olmakla beraber, borç doğuran işlemler kabaca cari işlemler
açığına eşittir ve yine 2005 itibariyle milli gelirin yüzde 6’sını geçmektedir.
b. Sağlam ekonomik temellere sahip olmak: (fiyat istikrarı, mali istikrar, finansal
istikraın sağlanması; özel kesim veya kamu kesimi arasında herhangi bir fark gözetmeksizin, döviz cinsinden borçlanmanın sınırlandırılması ve cari işlemler açığının düşük
bir düzeyde tutulması).
Ani kesinti ihtimalini azaltan politikalarda, Türkiye açısından bu şık incelendiğinde
ortaya karışık bir görüntü çıkmaktadır. Ele alınan dönem itibariyle, fiyat istikrarı ve mali
31
Emre Alpan İnan
istikrarın sağlanmasında önemli yol alındığı görülmektedir. Fiyat istikrarı açısından bakıldığında, TÜİK verilerine göre, 2001 yılında yüzde 69 olarak gerçekleşen tüketici fiyatları
endeksi artış oranı (uçtan uca) 2002 yılında yüzde 30’a gerilemiştir. 2002-2005 döneminde de
gerilemeye devam eden enflasyon oranı, 2005 yılsonunda yüzde 8 olarak gerçekleşmiştir.
Benzer şekilde mali istikrarın sağlanmasında da önemli mesafe kaydedilmiştir. Mali
istikrarın önemli bir göstergesi olarak kabul edebileceğimiz kamu kesimi borçlanma gereğinin
milli gelire oranı (KKBG/GSMH) düzenli bir şekilde gerilemiştir. DPT’nın verilerine göre,
2001 yılında yüzde 16,5 düzeyine kadar yükselen KKBG/GSMH oranı, 2002 yılında yüzde
12,7’ye; 2004 yılında yüzde 4,7’ye gerilemiştir. Bu oranın 2005 yılında yüzde 0,9 olarak
gerçekleştiği tahmin edilmektedir.
Mali istikrarı ölçebileceğimiz bir başka kriter, kamu kesimi borç stokunun milli gelire
oranıdır. Bütçe performansındaki olumlu gelişmelerin sonucu olarak, kamu kesimi borç
stokunun milli gelire oranı da tedricen gerilemiştir. Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, 2002
yılında kamu kesimi iç borç stokunun milli gelire oranı yüzde 55 iken, 2005 yılında bu oran
yüzde 50’ye gerilemiştir. Aynı dönem itibariyle kamu kesimi dış borç stokunun milli gelire
oranı ise yüzde 34’den yüzde 18’e gerilemiştir. Böylece kamu kesimi toplam borç stokunun
milli gelire oranı 2002 yılında yüzde 89 iken, 2005 yılında yüzde 68 olarak gerçekleşmiştir.
Mali istikrar ve fiyat istikrarında yakalanan olumlu gelişmelere karşın, bir önceki bölümde detaylı olarak ele alındığı gibi, cari işlemler açığı büyümeye devam etmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin dış açık hariç olmak üzere, sağlam ekonomik temellere ulaşmak yönünde
ciddi bir performans gösterdiği ve gerek yerli gerekse yabancı ekonomik aktörlerin beklentilerinin olumlu seyrettiği düşünülebilinir.
c. Kur tercihinde dalgalı kur politikası uygulamak: Yalnız, dalgalı kur uygulamasında beklenen fayda, doğrudan rejimin bizatihi kendisinden kaynaklanan bir fayda
değildir. Dalgalı kur uygulaması, ekonomik aktörlerin kur riski alma iştahlarını
azaltacağı düşünüldüğü için önerilmektedir. Eğer, ekonomik birimlerin kur riski alma
iştahını azaltmıyorsa, ani kesintileri önleme bakımından faydası tartışmalıdır.
Türkiye, Güçlü Ekonomiye Geçiş programının en önemli parçalarından biri olarak,
kur rejiminde, dalgalı kur uygulamasını tercih etmiştir. Bu tercihte, şüphesiz daha önceki
olumsuz tecrübeler etkili olmuştur. Kontrollü kur politikasının uygulandığı, yani kur artış
oranlarının sınırlandığı dönemler, 1994 ve 2001 yıllarında meydana gelen ekonomik krizlerle
son bulmuştur. Her iki krizde de, kontrollü kur politikasının dış ticaret açığını ve dolayısıyla
cari işlemler açığını büyüterek, krizin oluşumuna etki ettiği düşüncesi; Güçlü Ekonomiye
Geçiş Programıyla beraber, serbest kur politikasının tercihinde etkili olmuş görünmektedir.
Bu geçmiş tercübeye karşın, dalgalı kur politikasının döviz cinsi dış borçlanmayı, dolayısıyla kur riski yaratımını sınırlandırma konusunda doğrudan başarılı olamadığı görülmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, dalgalı kur rejiminin ani kesinti ihtimalini azaltan bir
faktör olarak tercih edilme nedeni, ekonomik birimlerin kendi kendilerini kur risklerini
azaltmaya/ kontrol altında tutmaya mecbur hissetmeleridir. Dalgalı kur rejimi, kur riski
oluşturma davranışının sınırlanmasında çok etkili olmamış gibi görünmektedir. Bununla
beraber, kur riski oluşturma ve bu riski kontrol altına alma çabalarının ayrı ayrı değerlendirilmesi daha sağlıklı olacaktır. Bu amaçla, Mayıs- Haziran 2006 döneminde, Türkiye finans
piyasalarında yaşanan dalgalanmalar, kur riskinin kontrol edilme çabalarının etkinliğini
ölçebilmek için bir fırsat da oluşturmuştur.
32
Bankacılar Dergisi
Dış borçlanmayla kur riski oluşturan çeşitli ekonomik birimler (firmalar, kamu kesimi,
bankalar vb) arasında sadece bankalar kesiminin kur riskinin kontrolü için yaptıkları işlemler
hakkında veriye sahibiz. Bu işlemlerin nasıl sonuç verdiğini anlamak için Mayıs-Haziran
dalgalanmasının banka bilançolarına ve gelir-gider tablolarına etkisini incelemek faydalı
olabilir.
Grafik 4’te Mart 2005-Haziran 2006 döneminde bankacılık sisteminin (mevduat bankaları ile kalkınma ve yatırım bankalarını kapsamaktadır) toplam kambiyo zararı ile diğer
faaliyet gelirleri üç aylık dönemler itibariyle sunulmuştur.
Bankaların kambiyo karları/zararları kalemi, bankacılık sisteminin bilanço içi açık pozisyonlarının, kur değişiminden dolayı ürettiği geliri/kaybı göstermektedir. Diğer faaliyet
gelirleri ise çoğunlukla dengeleme (hedge) amacıyla gerçekleştirilen türev işlemlerin kur
farklarının kaydedildiği kalemdir.1
Döviz kurlarının oldukça istikrarlı bir seyir izlediği Mart 2005-Mart 2006 döneminde
bankacılık sisteminin kambiyo karları da düşük düzeyde ve istikrarlı bir seyir izlemiştir. Bu
dönemde en fazla 400 milyon YTL pozitif bakiye veren kambiyo hesabı, Mayıs ve Haziran
ayında döviz kurlarında yaşanan artış paralelinde, Haziran 2006 konsolide bilançosunda 3,4
milyar YTL açık vermiştir. Aynı dönemde (2006 yılının ikinci çeyreğinde) diğer faaliyet
gelirleri de büyük ölçüde türev işlemlerin kur artışının yansımasıyla 1,7 milyar YTL artış
göstererek, 3 milyar YTL’ye ulaşmıştır.
Grafik 4: Bankacılık Sisteminin Kambiyo Zararı ve Diğer Faaliyet Gelirleri
Kur Riskinden Korunma
4.000
3.000
Milyon YTL
2.000
1.000
0
Mart 2005
Haziran 2005
Eylül 2005
Aralık 2005
Mart 2006
Haziran 2006
-1.000
-2.000
-3.000
-4.000
D. Faal. Gelirleri
Kambiyo Zararı
Kaynak: TBB, Üç Aylık Raporlar
Bankacılık sistemi, ekonomik birimler arasında en sıkı mali denetime sahip olan sektör olduğu için ve 2001 Krizi’nden sonra bankacılık sistemine dönük denetim ve gözetim
faaliyetinin etkinliği de arttığı için, bankacılık sisteminin kur riski oluşturduğu, fakat bu riski
kontrol etmeyi başardığını da düşünmek makul olacaktır. Öte yandan, şirketler kesiminin
sahip olduğu kur riski ve bu riskin dengelenmesi amacıyla yapılan işlemler hakkında bilgiye
sahip değiliz. Bununla beraber, reel sektörde kur riskinin dengelenmesi faaliyetlerinin
bankacılık sektörüne oranla daha sınırlı kaldığını düşünmek makul gözükmektedir.
33
Emre Alpan İnan
d. Son olarak ek bir sigorta işlevi olarak önerilen, - ya da gözlemlenen- bir unsur
da, IMF ile yapılan ve yürütülmekte olan bir anlaşmadır. Böyle bir anlaşmanın, sağlam
ekonomik temellere sahip olan ülkelerde ek bir sigorta işlevi gördüğünü ve ani kesintinin gerçekleşme ihtimali ile gerçekleştiği takdirde ekonomide yarattığı tahribatı
azalttığını bulgulamışlardır. Zayıf ekonomik temellere sahip olan ekonomiler için böyle
bir korunma işlevi söz konusu değildir.
Türkiye halen, Uluslararası Para Fonu ile ortak bir ekonomik program yürütmektedir.
26 Nisan 2005 tarihli Niyet mektubuna istinaden imzalanan 19’uncu stand-by anlaşmasının
5’inci gözden geçirme çalışmaları devam etmektedir. Öte yandan, sağlam ekonomik temellere
sahip ülkelerde, IMF ile yürütülen anlaşmaların ek bir sigorta işlevi gördüğü şeklindeki bulgu
Türkiye için de geçerli olacaksa; başta enflasyon ve kamu maliyesi olmak üzere, ekonomik
temellerde disiplini öngören politikaların tavizsiz bir şekilde uygulanması gerekmektedir;
çünkü daha önce de belirtildiği gibi, dış kaynak kullanımı önemli bir zaafiyet yaratmaktadır.
6. Genel Değerlendirme ve Sonuç
Bu çalışma, Türkiye’de 2002-2005 döneminde tasarruf dengelerinde görülen bozulmanın; özellikle özel sektör tasarruf eğilimindeki gerilemenin ve özel kesim yatırımlarındaki
hızlı artışın nedenlerini anlamaya çalışmaktadır.
Türkiye ekonomisinde, 2002-2005 döneminde milli gelire oran olarak giderek büyüyen cari işlemler açıkları gerçekleşmiştir. Bu cari işlemler açıkları, esas olarak özel kesim net
tasarrufundaki gerilemeden kaynaklanmıştır. Özel kesim net tasarrufundaki gerilemenin iki
nedeni vardır. Bu nedenler, özel kesim tasarruf eğilimindeki azalma (toplam harcanabilir özel
gelirden özel tasarrufların aldığı payın gerilemesi) ve özel sektör yatırımlarındaki dikkate
değer artıştır.
Cari işlemler açığındaki genişlemeyi açıklamak için sıkça başvurulan argümanlardan
biri, ithalat ve ihracatın kur esneklikleri toplamının birden büyük olduğu bir ekonomide, yerel
paranın diğer dövizler karşısında reel bazda değer kazanması sonucu, ithal mallarının görece
ucuzlaması ve ihraç mallarının görece pahalılaşmasıdır. Bu durum, toplam ihracatı azaltıp,
ithalatı artırarak ülkenin cari işlemler dengesinin açık vermesine (cari işlemler fazlasının
küçülmesine veya açığının büyümesine) neden olur.
Türkiye’nin 2002-2005 döneminde yaşadığı cari işlemler açığı tecrübesi ise, bu argümanla tamamen açıklanamamaktadır. Türk lirası bu dönemde reel olarak başlıca dövizler
karşısında değerlenmiştir, fakat bu değerlenmenin yarattığı rekabet gücü kaybı, neredeyse
aynı ölçüde sağlanan bir verimlilik artışıyla büyük ölçüde giderilmiştir.
Bu argümanın açıklayıcılığıyla ilgili bir başka sıkıntı, döviz kurlarının değerinin, dolayısıyla TL’nin reel değerinin, Türkiye gibi dışa açık ekonomilerde sadece dış ticaret
işlemlerine değil, sermaye hareketleri ve yerleşiklerin portföy tercihleri gibi unsurlara da bağlı
olmasıdır.
Ayrıca, 2002-2005 döneminde sadece ithalat değil, ihracat da büyük bir hızla artmıştır.
Ekonomik aktivitenin hızla büyüdüğü ve yurtiçi talebin genişlediği bir dönemde, ihracattaki
hızlı artış dikkat çekicidir. Kısaca, Türk Lirası’nın reel bazda değerlenmesi, cari işlemler
açığının büyümesinde rol oynamış olabilir. Bununla beraber tek açıklayıcı faktör olarak kabul
edilmesi zor gözükmektedir.
34
Bankacılar Dergisi
Cari işlemler açığını özel ve kamu kesimlerin toplam net tasarruf dengeleri olarak düşündüğümüzde, bir başka olası cevap gündeme gelmektedir. Gelişmekte olan ekonomilerle
ilgili çok sayıda çalışma göstermektedir ki, bu ülkelerde yoğun dış kaynak kullanımı sonucu
dış tasarruflar iç tasarrufları ikame edebilmektedir. Dolayısıyla, ülkeye yoğun yabancı kaynak
girişi doğrudan doğruya cari işlemler açığının sebebidir.
Türkiye’de de 2002-2005 döneminde tasarruf ikamesi süreci yaşanmıştır. Kamu kesimi net tasarrufunda milli gelirin yüzde 12,6’sı oranında bir iyileşme olmasına rağmen, (kamu
kesimi net tasarruf açığı milli gelirin yüzde 15,3’ünden yüzde 2,8’ine gerilemiştir) özel kesim
net tasarrufları milli gelirin yüzde 21’i oranında azalmıştır. (Net özel tasarruflar 2001
yılsonunda milli gelirin yüzde 16,6’sı oranında fazla verirken, 2005 yılsonunda yüzde 4,4 açık
vermiştir.)
Dış tasarrufların iç tasarrufları ikame etmesi sürecinin Türkiye’de hangi mekanizmayla çalıştığı incelemeye değer bir konudur. Bununla beraber, böyle bir sürecin yaşanabilmesi
için iç faiz hadlerinin dış yatırımcıları Türkiye’de –en azından finansal- yatırım yapmaya
teşvik edecek kadar yüksek, buna karşılık yerleşikleri yatırım ve tüketim yapmaktan alıkoymayacak kadar düşük olduğu, en azından ekonomik birimler tarafından böyle algılandığı
varsayılmalıdır. Bu farklı algılamayla beraber, dış alem ve Türkiye’de faiz hadleri ya da
sermayenin marjinal getirileri farklı olabilir. Ya da Türkiye’de (ve diğer gelişmekte olan
ülkelerde) finansal kaynak kıtlığı nedeniyle ertelenmiş tüketim ve yatırım talepleri, dış kaynak
bulundukça gerçekleştiriliyor olabilir.
Tasarruf ikame sürecinin nedeni ne olursa olsun, şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır:
Dış tasarrufların iç tasarrufları ikame ettiği ekonomilerde, cari işlemler açığı yabancı kaynak
kullanımının bir fonksiyonudur. Bu cümleyi şu şekilde de ifade edebiliriz: Yoğun dış kaynak
kullanımı olan ve dış tasarrufların iç tasarrufları ikame ettiği bir ekonomide, kullanılan
yabancı kaynak arttıkça, net özel tasarruflar azalır ve cari işlemler açığı büyümektedir.
Bu nedenle sorun, (örneğin TL’nin değerlenmesi gibi nedenler yüzünden oluşan) bir
cari işlemler açığı ve bu açığın finansmanı değildir. Tersine dış kaynak bulundukça, net iç
tasarruflar gerilediği için cari işlemler açığı büyümektedir. Bu açık, zaten finansmanı
sağlandıktan sonra yaratılmaktadır.
Öte yandan, tasarrufların ikamesi süreci ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir nokta
da, makroekonomik istikrarı güçlendirecek politika uygulamalarının, bir yandan hem dış
dünyadan borç verenlerin, hem de yerleşik ekonomik birimlerin risk algısını düşürmek
suretiyle; diğer yandan kullanılan yabancı kaynak içinde, doğrudan yatırımlar gibi iç
tasarrufları doğrudan ikame eden kaynak türlerinin oranını artırmak suretiyle, tasarruf
ikamesini güçlendirebileceğidir.
Tasarrufların ikamesi süreci üç temel sakınca doğurur:
i. Birincisi, dış tasarrufta beklenmedik bir kesinti olması halinde, ekonomi bu sürece
düşük bir tasarruf haddinde yakalanır ve tasarruf dengesinin sağlanması maliyetli bir
süreç haline gelir.
ii. Tasarruf ikamesinin yaşandığı ülkedeki ekonomik birimlerin, eğer yerel parayla
yurtdışından borçlanma imkanı yoksa, ki gelişmekte olan ülkelerde genellikle bu imkan yoktur, kullanılan dış kaynak döviz cinsinden olur ve kur riski yaratır.
35
Emre Alpan İnan
iii. Ülkede yatırım ve tüketimi finanse eden toplam kaynaklar içinde yurtdışından (döviz
cinsinden) sağlananların artışı, toplam döviz arz ve talebini etkileyerek, yerel paranın
diğer dövizler karşısındaki reel değerinin artmasına yolaçabilir.
Bu üç sakınca bir bütün olarak değerlendirildiğinde, cari işlemler açığı, yerleşikler üzerindeki kur riskinin artması, yerel paranın değerlenmesi gibi gelişmeler dış dünyadan
kaynak sağlayanların ülkeyi daha riskli olarak algılamalarına yol açar ve bu algı olumsuz bir
dünya konjonktürüyle birleştiğinde (mesela gelişmiş ülkelerde faiz oranlarında artış yaşandığında) dış kaynak kullanımında ani kesinti riski doğabilir. Yapılan araştırmalar, ani kesintiler
üzerinde dış şokların önemli etkisi olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişle, dış kaynak
kullanıcısı gelişmekte olan ülkelerin uyguladıkları para ve maliye politikaları, tercih ettikleri
kur rejimi, finansal sistemlerinin mali zaaflarının elimine edilmesi gibi olumlu unsur ve
politikalar, ani kesinti ihtimalini azaltabilir, fakat ortadan kaldırmaz.
Ani kesinti ihtimalini azaltan politika ve uygulamalar ise şöyle özetlenebilir:
1- Ekonomik birimlerin döviz cinsi borçlanmalarını azaltacak politikalar uygulanması: Gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğu yurtdışından kendi parası cinsinden
borç bulamaz. Bu nedenle, özel kesimin net tasarrufundaki gerileme döviz cinsi borçlanmayla/dış kaynakla ikame edilir. Döviz cinsi borçlanmayla beraber, kur riski de ithal edilir ve ekonomideki yerleşik birimlerde (bankalar kesimi, firmalar kesimi, merkez bankası, hanehalkı vb) birikir. Ekonomideki toplam kur riskinin artması, borç verenlerin risk algısını artırır ve ani kesinti ihtimalini güçlendirir. Uluslararası finans piyasalarıyla yüksek entegrasyon düzeyine sahip gelişmekte olan ülkelerde bu kur riskinin dengelenmesi (hedge) imkanları daha geniştir.
2- Borç verenler tarafından kabul edilebilir ekonomi ve finans politikaları uygulanması: Kabul edilebilir politikalardan kasıt, fiyat istikrarı, mali istikrar ve finansal
istikrarın sağlanmasıdır. Kamu maliyesinin disiplinli bir şekilde yürütülmesi, cari işlemler açığının düşük seviyelerde tutulması (iç tasarruflardaki gerilemenin sınırlandırılması olarak okunabilir) ve finansal kuruluşların mali bünyelerinin güçlü tutulması,
risk yönetiminin geliştirilmesi gibi politikalar ilk anda akla gelenlerdir.
3- Kur rejimi tercihi ani kesinti ihtimali üzerinde etkilidir: Gelişmekte olan ülke,
eğer dalgalı kur rejimi tercihi uyguluyorsa, ani kesinti ihtimalini azaltabilir. Fakat yapılan çalışmalar bu argümanın bazı şartlara bağlı olduğunu göstermiştir. Öncelikle
dalgalı kur uygulamasının faydalı olması, yerleşik ekonomik aktörlerin kur riski alma
iştahlarını azaltabilmesine bağlıdır. Eğer bu sağlanamıyorsa, dalgalı kur uygulamasından beklenen faydalar önemli ölçüde azalmaktadır.
Bazı çalışmalara göre, merkez bankalarının ülkeye giren döviz fazlasını, yani yabancı
kaynakların cari işlemler açığını finanse ettikten sonra kalan kısmını, sterilize etmesi
döviz kurlarını istikrara kavuşturur ve yerleşik ekonomik birimlerin kur riski taşıma
iştihasını artırır. Bu durumda da dalgalı kur uygulamasının ani kesinti ihtimalini azaltıcı etkisi tartışmalıdır.
4- IMF programlarına uymak, ani kesinti ihtimalini azaltır: IMF programlarıyla ani
kesinti ihtimalini araştıran bir çalışmaya göre, IMF ile anlaşması bulunan ve bu anlaşmaya uygun iç politikalar uygulayan ülkelerde ani kesinti ihtimali azalmakta, IMF
anlaşmaları borç verenlerin risk algısını azaltarak, ek bir sigorta işlevi görmektedir.
36
Bankacılar Dergisi
Bununla beraber, bu sigortanın çalışması içinde ekonominin genel olarak sağlam
makroekonomik temellere sahip olması gerekmektedir.
Türkiye açısından bakıldığında, incelenen dönemde Türkiye’nin kredibilitesi yüksek
makroekonomik politikalar uyguladığı ve gerek Türkiye ekonomisine kaynak sağlayan
yabancı ekonomi aktörlerinin, gerekse yerleşik ekonomi aktörlerinin beklentilerinin olumlu
etkilendiği, ekonomideki risk algısının gerilediği söylenebilir. Öte yandan, sadece YTL’nin
reel bazda değerlenmesiyle açıklanamayacak bir cari işlemler açığı yaşanmaktadır. Diğer
gelişmekte olan ülkelerde de yaşandığı gibi, bu cari işlemler açığı yoğun bir dış kaynak
kullanımı sırasında –ve onun sayesinde- mümkün olabilmiş gözükmektedir. Yoğun dış
kaynak kullanımı, özel tüketimi değil, fakat özel yatırımları artırmak suretiyle özel tasarrufları
azaltmıştır. Kullanılan dış kaynağın yaklaşık yüzde 60’ı borç doğuran nitelikte işlemlerdir.
Dalgalı kur politikasının, ekonomik birimlerin döviz cinsi borçlanmalarını düşürmede
tek başına yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Buna karşın, Mayıs-Haziran 2006 dalgalanmasında da gözlenebildiği gibi, en azından bankacılık sektörü açısından etkin bir denetimle beraber
dünya finans piyasalarına entegrasyonun artışı, döviz borçlanmasını değilse de, kur riskini
sınırlandırmıştır. Bankacılık sektörünün dengeleme (hedge) amaçlı işlemlerinin sektörü
koruduğu görülmüştür. Yine de bankacılık sektörü için ortaya çıkan bu olumlu tablonun
ekonominin diğer aktörler, özellikle de reel kesim için de geçerli olmadığı düşünülmektedir.
Kredibilitesi yüksek makroekonomik politikalar ve dalgalı kur uygulaması, büyüyen
tasarruf açıklarına karşın Türkiye’de ani kesinti yaşanması ihtimalini düşürmektedir. Bununla
beraber, “doğru” iç politikaların tek başlarına tam bir koruma sağladığı düşüncesi ihtiyatla
karşılanmalıdır.
Türkiye gelişmekte olan ve yoğun dış kaynak kullanan bir ekonomidir. Bu durumuyla,
ani kesinti ihtimallerine açıktır. Ani kesinti ihtimalini artıran önemli bir neden, dış konjonktürdeki değişimlerdir. “Doğru” iç politikalar; yani disiplinli kamu maliyesi, enflasyonist
baskılarla tavizsiz mücadele ve ekonomik aktörlerin beklentilerinin başarılı bir şekilde
yönetimi gibi unsurlar, ani kesinti ihtimalinden kaçınma ve-veya gerçekleşirse yarattığı
tahribatı azaltma konusunda önemlidir; bununla beraber yeterli değildir. Bu önlemleri
tamamlayan ve en az onlar kadar önemli diğer unsur, yerleşik ekonomik aktörlerin döviz cinsi
borçlanmalarının -veya en azından aldıkları kur riskinin - sınırlandırılmasını teşvik eden
politikalar olmalıdır.
Bu çalışma, 2002-2005 döneminde özel sektör tasarruflarındaki gerilemenin ana sebebinin, YTL’nin değerlenmesi veya Türkiye’nin rekabet gücünü etkileyen benzeri bir unsur
değil; dış dünyadan borçlanma imkanlarının artışı olduğunu savunmaktadır. Bununla beraber,
bu varsayımı test etmek için, ek çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Özel sektör tasarrufları ile daha detaylı bilgilere ulaşabilmek, -örneğin özel sektör tasarruflarının reel sektör, finansal sektör ve hanehalkı arasındaki dağılımı gibi- ve özellikle reel
sektörün döviz pozisyonu, kur riski ve bu riski dengeleme (hedge) imkanlarıyla ilgili daha
fazla bilgi edinmek; özel tasarruflardaki gerilemenin mekanizmasını anlamak açısından
faydalı olacaktır. Bununla beraber, halihazırda bu veriler mevcut değildir. Tasarruf ikamesinin
mekanizmasının tespiti, uygulanmakta olan ekonomik politikaların, ani kesinti ihtimali
üzerindeki etkilerini daha net ortaya koyabilecektir.
37
Emre Alpan İnan
Dipnot
1
Diğer faaliyet gelirleri sadece türev işlemlerin kur farklarından oluşmamaktadır. Burada başka kalemler de
bulunmaktadır. Ancak özellikle kur hareketlerine bağlı olarak meydana gelen önemli değişimler (Mayıs-Haziran
2006’daki dalgalanmaların yansıdığı Haziran 2006 bilançolarında olduğu gibi) bu kalemde belirleyici olmuştur.
Kaynakça
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
38
AIZENMANN, J. PINTO, B. ve RADZIWILL, A., (2004), “Sources for Financing Domestic Capital: Is
Foreign Saving a Viable Option for Developing Countries? ”, Natioanal Bureau of Economic
Research, Working Paper, No: 10624
BOSWORTH B.P. ve COLLINS, S.M. (1999) “ Capital Flows to Developing Economies: Implications
for Saving and Investment” Brookings Papers on Economic Activity, 143-69
CHARI V.V., KEHOE, P.J. ve MCGRATTAN, E.R., (2005), “Sudden Stops Output Drops”, National
Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 11133
CABALLERO, R.J. ve KRISHNAMURTY A. (2003), “Inflation Targeting and Sudden Stops”,
National Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 9599
CABALLERO, R.J. ve PANAGEAS S. (2003), “Hedging Sudden Stops and Precautionary Recessions:
A Quantitave Framework”, National Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 9778
CABALLERO, R.J. ve PANAGEAS S. (2005), “A Quantitave Model of Sudden Stops and External
Liquidity Management”, National Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 11293
CALVO, G.A. (2005), “Crises in Emerging Market Economies: A Global Perspective”, National
Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 11305
COAKLEY, J., KULASI, F. ve SMITH R. (1998) “ The Feldstein-Horioka Puzzle and Capital
Mobility: A Review, International Journal of Finance and Economics, No: 3, 168-188
DPT, Devlet Planlama Teşkilatı, Yıllık Programlar
EICHENGREEN, B.,GUPTA, B. ve MODY, A. (2006), “Sudden Stops and IMF Supported Programs”,
IMF Working Paper, No: 06/101
FELDSTEIN, M. ve HORIOKA, C. (1980) “ Domestic Saving and International Capital Flows”, The
Economic Journal, Volume 90, No: 358
MENDOZA, E.G. (2006), “Lessons from The Debt-Deflation Theory of Sudden Stops”, National
Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 11966
MISHKIN, F.S. (2004), “Can Inflation targeting Work in Emerging Market Countries?”, National
Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 10646
MODY, A. ve MURSHID, P. (2002), “ Growing Up with Capital Flows” IMF Working Papers,
WP/02/75
RAZIN, A. ve RUBINSTEIN, Y. (2005), “Evaluation of Currency Regimes: The Unique Role of
Sudden Stops”, National Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 11785
TAYLOR, M.A. (1994), “Domestic Saving and International Capital Flows Reconsidered”, National
Bureau of Economic Research, Working Paper, No: 4892
Download