D:\Documents and Settings\onero

advertisement
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Sempozyum Dizisi No:
69
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Sempozyum Dizisi No: 69
Görüntüleme Sistemleri
Editör: Prof. Dr. Çetin ÖNSEL - Doç. Dr. Fatih KANTARCI
2009 © Bu kitabın bütün hakları İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Komisyonuna
içeriğinde yer alan bilgi ve görsel materyal ile ilgili her türlü sorumluluk yazarlara aittir. Kitab ın tamamı ya da bir
bölümü yazılı izin alınmaksızın elektronik ya da mekanik yöntemlerle kopya edilemez, ço ğaltılamaz ve yayınlanamaz.
Kaynak olarak belirtilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.
Birinci Basım • Ocak 2010
GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ
SEMPOZYUMU
Editörler
Prof. Dr. Çetin ÖNSEL - Doç. Dr. Fatih KANTARCI
9 Yazar Katılımıyla
2010
İSTANBUL
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Komisyonu
Başkan Barış İlerigelen
Kardiyoloji Anabilim Dalı
Üyeler
Prof. Dr. Ertuğrul H. Aydemir
Dermatoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Sergülen Dervişoğlu
Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Ahmet Dobrucalı
İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof. Dr. Ahmet Erözenci
Üroloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Ertuğrul Gazioğlu
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Prof. Dr. Meral Kızıltan
Nöroloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Haşim Mutlu
Kardiyoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Gül Öngen
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof. Dr. Recep Öztürk
Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof. Dr. Sabahattin Saip
Nöroloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Oktay Seymen
Fizyoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Öner Süzer
Farmakoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. İsmet Şahinler
Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Doç. Dr. Mehmet Rıza Altıparmak
İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Doç. Dr. Oktay Demirkıran
Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı
Baskı öncesi hazırlık • Kapak tasarımı •
Baskı ve Cilt • Doyuran Matbaası
Alemdar Caddesi Güzel Sanatlar Sokak No: 5 Cağaloğlu / İstanbul
Tel.: (0212) 527 59 47 - Faks: (0212) 528 22 91
2
1.000 Adet basılmıştır.
çok iyi sonuçlar alınmaya başlanmıştır.
Pratisyen hekimlere yönelik olarak hazırlanan bu kitapçık, tüm nükleer tıp
konularını kapsamamakla birlikte, pratisyen hekimlerin sıklıkla
karşılaşabilecekleri düşünülen bazı hastalıkların tanı ve tedavisinde
başvuracakları rutin nükleer tıp yöntemlerini içermektedir.
ÖNSÖZ
Nükleer Tıp, radyofarmasötikler kullanılarak birçok hastalığın tanısında ve
bazı hastalıkların tedavisinde önemli rol oynayan bir bilim dalıdır. 1954 yılında
rahmetli Prof. Dr. Suphi Artunkal hocamız tarafından ülkemize ilk kez getirtilen
I-131 radyoizotopu, bugün Kardiyoloji Enstitüsü olarak kullanılan ve o zaman
Tedavi Kliniği olarak bilinen binada tiroit kanseri ve hipertiroidi tedavisinde
kullanılmıştır. Bu tarih ülkemizde nükleer tıbbın başlangıcı olarak kabul
edilebilir.
1950’li yıllardan itibaren dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerek nükleer
tıp cihazlarında gerekse radyofarmasötiklerde önemli gelişmeler olmuştur.
1950’li yılların sonlarına doğru kullanılmaya başlanan rektilineer skenerlerin
yerini 1960’lı yıllarda dinamik çalışmalar yapabilen gama kameralar, 1980’li
yıllarda ise SPECT yapabilen tek veya multidedektörlü gamma kameralar
almıştır. 2000’li yılların başından itibaren pozitron emisyon tomografisi (PET)
ve son olarak BT entegre edilmiş PET (PET-BT) ve SPECT (SPECT/BT)
kameralar geliştirilmiştir. Halen ülkemizde birçok kamu hastanesinde ve özel
hastane/kliniklerde yetmiş civarında PET-BT merkezi bulunmaktadır. PET/
BT’nin yanı sıra SPECT/BT kameraları da giderek yaygınlaşmaya başlamıştır.
Böylece birçok hastalığın tanısında, tedaviye verdiği cevabın araştırılmasında
ve tümör evrelemesinde nükleer tıp dünyada olduğu gibi ülkemizde de
vazgeçilmez bir bilim dalı haline gelmiştir.
Bugün birçok nükleer tıp merkezinde tiroit kanseri ve hipertiroidide rutin
olarak kullanılan I–131 tedavisi yanında nöroblastom ve feokromositomada I131 MIBG tedavisi uygulanmakta ve son zamanlarda geliştirilen somatostatin
reseptör analogları ile nöroendokrin tümörlerin tanı ve tedavisi kolaylıkla
yapılabilmektedir. Son olarak inoperabl karaciğer tümörleri ve metastazlarının
tedavisinde kemoterapi ile eşzamanlı olarak da kullanılabilen Y-90 mikroküre
tedavisi geliştirilmiştir. Ülkemizde de yaygın uygulama alanı bulan bu tedaviden
3
Mezuniyet sonrası eğitime yararlı olması dileği ile.
Prof. Dr. Çetin Önsel
Editör
Yazarlar
Prof. Dr. Levent KABASAKAL
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı
Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı
Prof. Dr. Haluk SAYMAN
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı
Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı
Prof. Dr. İlhami USLU
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı
Doç. Dr. Metin HALAÇ
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı
Doç. Dr. Bedii KANMAZ
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı
Doç. Dr. Fatih KANTANCI
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı
Uzm. Dr. Deniz Çebi OLGUN
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı
9 Yazar Katılımıyla
6
İÇİNDEKİLER
Üriner Sistem Taş Hastalıklığının Belirti, Tanı,
Semptomatik, Medikal Tedavisi ve Kemolisiz • 11
Prof. Dr. Armağan ÖNER
Bölüm 1
Endokrin Sistem .......................................... 1
Prof. Dr. Haluk Sayman
Bölüm 2
Kardiyovasküler Sistem.................................
Doç. Dr. Metin Hallaç
Bölüm 3
İskelet Sistemi...............................................
Prof. Dr. Çetin Önsel
Bölüm 4
Nefroüroloji..................................................
Doç. Dr. Bedii Kanmaz
Bölüm 5
Gastrointestinal ve Pulmoner Sistem.....
Prof. Dr. İlhami Uslu
Bölüm 6
Radyonüklid Tedavi .................................
Prof. Dr. Levent Kabasakal
Bölüm 7
PET ................................................................
Prof. Dr. Kerim Sönmezoğlu
7
8
• Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
İSKELET SİSTEMİ
Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
Kemik sintigrafisi, 1971 yılında Tc-99m ile işaretli polyphosphanate’ların
bulunmasından sonra nükleer tıpda en sık kullanılan sintigrafik yöntem olmuştur.
Kemik sintigrafisi, kemikte oluşan kanlanma artışını ve osteoblastik
değişiklikleri; radyolojik yöntemler ise kemik-mineral değişiklikleri sonucu
oluşan anatomik değişiklikleri göstermektedir. Bu nedenle kemik sintigrafisi
radyolojik değişikliklerden çok önce lezyonların gösterilmesini sağlamaktadır.
Kemik sintigrafisi, klinikte radyolojik yöntemlerle birbirlerini tamamlayıcı
olarak kullanılmaktadır. Çok defa lezyon bölgesini göstererek radyolojik olarak
o bölgenin daha ayrıntılı incelenmesini sağlamaktadır. Ayrıca, radyolojik olarak
gösterilen lezyonun klinik önemini göstermekte ve radyolojik olarak tanı
konamamış bazı lezyonların kesin tanısı için değerli bilgiler vermektedir.
Lokal lezyonların araştırılmasında üç fazlı kemik sintigrafisi uygulanır. Bu
yöntemde, birinci fazda lezyonun damarlanması, ikinci fazda kan havuzu,
üçüncü fazda ise kemik fazı değerlendirilir. Birinci fazda bir dakika süren 1-3
sn aralar ile dinamik görüntüler alınır. Kan havuzu fazı görüntüleri birinci fazdan
hemen sonraki ilk 10 dakika içinde alınır. Bu faz, kapiller permeabilite
değişikliklerine bağlı kemikteki ekstraselüler sıvı değişikliklerini gösterir.
Üçüncü faz görüntüleri ise yumuşak dokulardaki aktivitenin tamamen
temizlenmesini ve aktivitenin kemikte birikmesini sağlamak için enjeksiyondan
2–4 saat sonra alınır. Lokal lezyon düşünülmeyen durumlarda 3. faz tüm vücut
kemik sintigrafisi uygulanır. Bu yöntemde tüm vücudun ön ve arka imajları
alınır. Bazen üst üste gelen kemikler bazı lezyonları örtebilmektedir. Bu durumda
değişik projeksiyonlardan statik planar imajlar alınarak lezyonun daha iyi
görüntülenmesi sağlanır.
Kemik SPECT, planar görüntüye göre daha yüksek kontrast çözünürlüklüdür
ve üç boyutlu görüntü vererek daha doğru lokalizasyon sağlar. Özellikle aksiyal
kemiklerde planar görüntülerin normal olduğu durumlarda, kuşkulu lezyonların
araştırılmasında kullanılan bir yöntemdir (Resim 1).
Radyofarmasötikler
Rutin kemik sintigrafisinde Tc-99m hydroxymethylene diphosphonate
(HMDP) ve Tc-99m methylene diphosphonate (MDP, medronate) en sık
kullanılan radyofarmasötiklerdir.
Sintigrafik Yöntemler
Hasta tokken erişkinlerde 740–1100 MBq, çocuklarda 74 MBq Tc99m MDP
intravenöz olarak verilir. Görüntüleme için, üç fazlı kemik sintigrafisi, tüm
vücut kemik sintigrafisi ve kemik SPECT olmak üzere üç türlü yöntem
mevcuttur.
9
Resim 1: Erişkinde normal tüm vücut kemik sintigrafisi ve SPECT.
Solda tüm vücut, sağda SPECT imajları:
Üst iki sıra transaksial, orta iki sıra sagital ve alt iki sıra koronal kesitler.
10
İskelet Sistemi •
Radyofarmasötiklerin Kemik Sisteminde Tutulum Mekanizmaları
İntravenöz olarak verilen difosfinatlar kemikte kan akımı ve kapiller
permeabilite değişikliklerine, kemik yüzeyinin artışına ve aktif kemik yapımının
mineralize tabakasında bulunan hidroksiapatit kristalleri yüzeyinde tutulur.
Pirofosfatların kemik dışı birikimi, bazen kemikte olduğu gibi hidroksiapatit
reaksiyonuna bağlıdır. Bu durum osteosarkomda görülür. Ancak pirofosfatlar
her metastatik organ kalsifikasyonunda birikim göstermez. Bu farklılık kalsiyum
fosfat birikiminin içeriği ile ilgilidir. Yüksek magnezyum içeriği apatite
dönüşümü engellemektedir. Bununla beraber hiperkalsemik hastalarda kalsiyum
asit fosfat kristalleri daha sonra apatite dönüşür ve hidroksiapatit kristalleri
dokuda birikim gösterir.
Normal Kemik Sintigrafisi Bulguları
Normal tüm vücut kemik sintigrafisinde radyofarmasötik simetrik bir dağılım
gösterir. Çocuklarda normal olarak uzun kemiklerin metafiz ve epifiz
bölgelerinde, kafatası tabanında ve sütürlerde aktivite artışı dikkati çeker (Resim
2). Bazı kadınlarda hiperostosis frontalis’e bağlı kalvaryumda ve frontal bölgede
yaygın aktivite birikimi mevcuttur. Kalvaryumda yaygın aktivite artışı yoğun
kemoterapi veya metabolik kemik hastalığı sonucu ortaya çıkabilir.
Resim 2: Çocukta normal
tüm vücut kemik sintigrafisi.
Normal olarak büyüme
plaklarında aktivite tutulumu
artmıştır. Sol uylukta
yumuşak doku tümörüne
bağlı tutulum mevcut.
11
• Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
Patolojik durumlarda osteoblastik aktivite artışına bağlı olarak o bölgede
artmış aktivite görülür. Normalde böbrekler hafifçe görüntülenir. Böbreklerin
aktivite tutulumundaki değişiklikler bazı böbrek hastalıklarının ve sistemik
hastalıkların tanısında kullanılır.
Radyoterapi kemikteki aktivite tutulumunu azaltır. Uygulanan bölgede 4–6
ay sonra aktivite tutulumunda azalma başlar ve 18 aya kadar devam eder.
Aktivitenin kemikte yaygın olarak azalması bifosfonat tedavisi sırasında ve
kronik demir yüklemesi sırasında da görülür. Bu durumda böbreklerde yoğun
aktivite artışı izlenir. Böbreklerdeki yoğun aktivite artışı kemoterapiden hemen
sonra da ortaya çıkabilir.
Yumuşak Doku Tutulumu
MDP’nin kemik dışı yumuşak doku tutulumu çeşitli sistemik hastalıklarda
ve bölgesel patolojilerde ortaya çıkar. Yumuşak doku tutulumları, doku
kalsiyumu üzerine bağlanma, denatüre proteinlerle kompleks oluşturma, demir
depolarının varlığı, hiperemi-kapiller permeabilite değişikliği ve doku
enzimlerine bağlanma gibi birçok mekanizma sonucu oluşur.
Spor yaralanmalarında, elektrik çarpmalarında ve kronik renal yetersizlikte
kaslarda biriken kalsiyuma bağlı aktivite tutulumu izlenir. Kas tutulumuna en
sık rastlanan nedenlerden biri de heterotopik kemik formasyonu veya miyositis
ossifikans’tır. Bu duruma sık olarak travma, felç, yanık veya kalça artroplastisi
komplikasyonu olarak rastlanır. Hastalığın erken tanısı tedavi açısından
önemlidir.
Hiperkalsemide (hiperparatiroidi veya malinite) aynı zamanda birçok
organda yaygın aktivite tutulumu görülür. Dalakta lokalize tutulum, splenik
enfarktüs, tümör birikimi ve splenik hematom, lösemi, lenfoma, talasemi ve
orak hücreli anemide görülür. Birçok hastada tutulumlar transfüzyondan sonra
görülen hemosiderine bağlı olarak gelişir. Orak hücreli anemide dalağın
görüntülenmesi birçok hastada fonksiyonel aspleni sonucu oluşur. Bu hastalarda
Tc-99m sülfür kolloid tutulumu olmamaktadır.
12
İskelet Sistemi •
Aktivite, amiloid birikiminde de tutulur. Amiloidoza bağlı olarak gelişen
anürik hastalarda, başka sebeplere bağlı anürisi olan hastaların aksine böbrek
vizüalize olur. Amiloid kardiyomiyopatilerin tümünde aktivite tutulmasa bile
bu hastalığa duyarlı ve özgüldür.
Malin tümörlerde daha fazla olmak üzere tüm yumuşak doku tümörleri
MDP’yi tutar. Nöroblastomda primer tümörü ve yumuşak doku metastazlarını
göstererek tedavide önemli rol oynar.
• Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
Metastatik Kemik Hastalıkları
Kemik metastazlarının %80’i meme, prostat, akciğer ve böbrek
tümörleri’nden kaynaklanmaktadır. Kemik metastazlarının gösterilmesinde
kemik sintigrafisi radyografiden daha duyarlıdır. Radyografide litik lezyonun
görülebilmesi için kemik mineral yoğunluğunda %50 kayıp, sklerotik lezyon
için ise kemik mineral içeriğinde %30 artış olması gerekir. Halbuki %5-15’lik
lokal kemik mineral değişimi kemik sintigrafisinde tanı için yeterli olmaktadır.
Endikasyonları
• Primer kemik tümörleri
• Metastatik kemik tümörleri
• Selim kemik lezyonları
• Osteonekroz
• Kemik enfarktüsü
• Artrit
• Kemik grefti canlılığı
• Kemik ağrılarının değerlendirilmesi
• Spor travmaları
• Metabolik kemik hastalıkları
• Biyopsi yerinin saptanması
Resim 3: Üç fazlı kemik sintigrafisinde sağ tibia proksimalinde osteojenik sarkoma
bağlı aktivite artışı. A. Perfüzyon ve kan havuzu fazı. B. Tüm vücut ve statik imajlar.
Primer Kemik Tümörleri
Metabolik aktivitesinin düşük olması nedeni ile selim kemik lezyonlarında
aktivite artışı azdır. Sintigrafide bu lezyonların sınırları daha belirgindir. Ancak,
osteofibrotik displazide metabolik aktivitenin yüksek olması nedeni ile kemik
sintigrafisinde 3 faz da belirgindir. Enkondromatozis’de takip sırasında seri
yapılan sintigrafilerde artmış aktivite alanlarının görülmesi malinite açısından
biyopsiyi gerektirir. Malin tümörler genelde vaskülerdir, dolayısıyla bu
tümörlerde aktivite artışı yoğundur. Ancak osteoid osteoma ve osteoblastoma
gibi selim tümörlerde de lokal aktivite artışı görülür.
13
Metastatik birikimler osteoblastik aktiviteyi artıracağından kemik ajanları
o bölgede birikim gösterir. Metastaz soliter (tek odak) olabileceği gibi yaygın
olarak da ortaya çıkabilir. Yaygın metastazlarda, metabolik kemik hastalıklarında
olduğu gibi tüm kemiklerde yaygın aktivite birikimi ile birlikte böbrekler
vizüalize olmayabilir. Bu duruma süpersken denir. Osteoblastik aktiviteye neden
olmayan metastazlarda ve agresif tabiatlı tümörlerde ise metastatik bölgeler
litik destrüksiyon sonucu ortası fotopenik ve etrafı hiperaktif olarak ortaya
çıkar.
Kemik sintigrafisinin bilinen malinitelerdeki endikasyonu; evreleme, kemik
ağrısının değerlendirilmesi, hastalığın yaygınlığının ve tedaviye yanıtın
tespitidir.
14
İskelet Sistemi •
Evreleme, özellikle meme ve prostat kanserlerinde oldukça önemlidir. Kemik
ağrılarının, özellikle sırt-bel ağrılarının değerlendirilmesinde yumuşak dokuyu
da değerlendirdiğinden MR son zamanlarda öncelikli olarak tercih edilmektedir.
Tedavinin değerlendirilmesinde kemik sintigrafisi önemli olmasına rağmen
yorumlamada bazen flare reaksiyonu (alevlenme) zorluk gösterebilir. Flare
reaksiyonu, iyileşme sırasında enflamasyona bağlı olarak osteoblastik reaksiyonla kendini belli eder ve mevcut metastazlar daha aktif hale gelir. Bu durum
genelde meme kanserinde ortaya çıkar. Progresyonun, tedaviye yanıttan
ayrılabilmesi için sintigrafinin kemoterapiden 6 ay sonra yapılması gerekir.
• Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
ve negatif prediktif değeri %98.5’dir. Ancak, antiandrojen tedavisinde PSA’nın
supresyonu nedeni ile PSA değeri güvenilir değildir. Sonuç olarak kemik
sintigrafisi, PSA seviyesi 10ng/ml üzerinde olan hastalarda, PSA seviyesi normal olsa bile kemik ağrısı olanlarda ve PSA seviyesine bakılmaksızın antiandrojen tedavisi görenlerde endikedir.
Resim 5:Prostat kanseri
metastazı. Kalvaryumda,
kostalarda, kolon vertebraliste, pelviste ve sağ
femurda yaygın metastaz.
Böbrekler vizüalize olmamıştır
(supersken).
Meme Kanseri
Metastaz sıklığı Evre I’ de % 0.5, Evre II’ de %2.4, Evre III’ de %8.3’dür.
Bu verilere göre preoperatif kemik sintigrafisi endikasyonu yoktur. Patolojik
evre II ve üzerinde operasyon sonrası bazal kemik sintigrafisi çekilmelidir.
Meme kanseri takibi sırasında normal kemik sintigrafisi olan hastalarda 1–5
yıl içinde metastaz gelişir. Metastaz insidansı hastalığın tanı sırasındaki evresine
bağlıdır. Metastazlı hastalarda 2 yıllık ölüm oranı %65, normal olanlarda ise
%10’dur (Resim 4).
Resim 4: Meme kanserinde
yaygın kemik metastazları.
Kostalarda, kolon vertebraliste,
pelviste ve sol femur trokanter
bölgesinde çok sayıda
metastazla uyumlu hiperaktif
odaklar mevcut.
Akciğer Kanseri
Kemik sintigrafisinin akciğer kanserindeki en büyük etkisi hastanın gereksiz
yere operasyona gitmesini önlemesidir. Akciğer kanseri tanısı konan hastalarda
operasyon sonrası kemik sintigrafisinin daha kolay yorumlanması için referans
olarak bazal kemik sintigrafisi çekilmesi gerekir.
Diğer Tümörler
Diğer tümörlerin kemik metastazlarının gösterilmesinde kemik sintigrafisi
radyografiden daha duyarlıdır. Bu tümörlerde kemik sintigrafisi sadece kemik
ağrısı olan hastalarda endikasyon teşkil eder.
Osteomiyelit
Prostat Kanseri
Kemik sintigrafisinin pozitif olması kemik ağrısı ve serum enzimlerinin
yükselmesi ile birlikte olur. PSA düzeyi 8 ng/ml veya daha az olan tedavi
görmemiş hastalardaki pozitif kemik sintigrafisi olasılığı çok düşük düzeydedir
15
Kemik sintigrafisi, osteomiyelitin tanısında duyarlılık, özgüllük, doğruluk
ve maliyet açısından en uygun tekniği oluşturur. Komplike olmamış vakalarda
üç fazlı kemik sintigrafisinin dayarlılığı %94, özgü değeri %95’dir.
16
İskelet Sistemi •
Osteomiyelit tanısında, düz grafi, üç fazlı kemik sintigrafisi, Ga-67 ve Tc99m işaretli lökosit sintigrafisi yöntemleri arasında en değerli tanı yöntemi Tc99m HMPAO işaretli lökosit’tir (duyarlılık %87, özgül değer %81). Ancak hızlı
ilerleyen ve destrüktif artropatilerde iltihap olmadan işaretli lökosit tutulumu
olur. Bu yanlış pozitif sonucun ortadan kaldırılması için Tc-99m sülfür kolloid
kemik iliği sintigrafisi ile birlikte işaretli lökosit sintigrafisi uygulanır. Yorumlamada, lökosit sintigrafisinin pozitif, kemik iliği sintigrafisinin negatif olması
osteomiyelitin, her ikisinin de pozitif olması atropatik değişikliklere bağlı gelişen
reaktif kemik iliğinin belirtisi olarak değerlendirilir. Bu nedenle bu yöntem
diyabette görülen nöropatik eklemin değerlendirilmesinde sıklıkla kullanılmaktadır.
• Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
işaretli lökosit tutulumu ise enfeksiyon bölgesinde yoğunlaşmaktadır. Her iki
yöntemin birlikte kullanılması halinde ağrılı protezlerde duyarlılık %100 ve
özgül değer %97’e yükselmektedir (Resim 7).
Kronik osteomiyelit %4 vakada akut osteomiyelitin progresyonu sonucu
ortaya çıkar. Kemik sintigrafisi ayırıcı tanı için galyum sintigrafisi ile birlikte
uygulanır. Galyum sadece iltihabi durumlarda tutulduğundan sintigrafilerdeki
galyum aktivitesinin kemik sintigrafisi aktivitesinden fazla olması durumunda
kronik osteomiyelit tanısındaki duyarlılığı %80 ve özgül değeri %83’e yükselmektedir. Kronik kemik enfeksiyonu lenfosit ve mononükleer lökosit içerir,
polimorfonükleer hücreler mevcut değildir. İşaretli lökosit sintigrafisinin duyarlılığı %90 olmasına rağmen kemik kırığı ve cerrahi bölgedeki eflamasyonda
tutulması nedeni ile özgül değeri %57’ye düşmektedir. Galyum sintigrafisi
vertebra osteomiyeliti tanısında işaretli lökositten daha duyarlıdır.
A
Ağrılı Protezlerin Değerlendirilmesi
Ağrılı protezlerde aseptik gevşeme ile enfeksiyonun ayırıcı tanısı tedavi
açısından oldukça önemlidir. Kemik sintigrafisinde genelde enfeksiyonda protez
çevresinde artmış aktivite, gevşemede ise fokal aktivite görülür. Ancak bu bulgular spesifik değildir. Protez enfeksiyonlarının değerlendirilmesinde en ideal
yöntem Tc-99m HMPAO işaretli lökosit sintigrafisi’dir. Lökositler osteoblastik
aktivite artışı olan bölgelerde tutulmazlar. Ancak kemik iliğini veya kemiği
bozan durumlarda sorun ortaya çıkabilir. Bu nedenle ağrılı protezlerin değerlendirilmesinde en sık kullanılan yöntem Tc-99m HMPAO işaretli lökosit/kemik
iliği (Tc-99m sülfür kolloid) sintigrafisi’dir. Enfeksiyonda kemik iliği süpresyonuna bağlı olarak enfeksiyon bölgesinde sülfür kolloid tutulumu olmamakta,
17
B
C
D
Resim 7: Sağ kalçada protez enfeksiyonu. A. Birinci fazda (perfüzyon fazı) sağ kalça
protezi çevresinde artmış perfüzyon. Kan havuzu fazında aynı bölgede hiperemiye
bağlı artmış aktivite. B. Kemik sintigrafisinde sağ kalça protezi çevresinde artmış
aktivite birikimi. C. Kemik iliği sintigrafisinde sağ kalça protezi bölgesinde kemik iliğine
ait aktivite birikim izlenmiyor. D. İşaretli lökosit sintigrafisi sağ kalça protezi
proksimalinde enfeksiyonla uyumlu yoğun aktivite birikimi
18
İskelet Sistemi •
• Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
Osteonekroz
Osteonekrozda, sintigrafik bulgular vasküler ve patolojik değişikliklere bağlı
olarak değişir. İlk önce nekroz bölgesinde fotopeni ve bunun etrafında hiperaktivite görülür. Daha sonra iyileşmeye bağlı olarak bölgede yoğun aktivite tutulumu ortaya çıkar. Bu aylarca sürer. İyileşmeden sonra aktivite tutulumu normale
döner.
Resim 8: Sağ humerustataki travmaya bağlı
olarak gelişen sağ kolda refleks sempatetik
distrofi.
Femur başı osteonekrozunda vasküler bozukluğu takip eden ilk 72 saat içinde
femur başındaki azalmış vaskülarizasyon kemik sintigrafisi ile gösterilebilir.
MR kemik iliğindeki yağ hücrelerinin ölümüne bağlı olarak gelişen sinyal
değişikliğini tespit eder ve bu 5 günlük bir zamanı alır.
Travma
Leg-Calve-Perthes hastalığı (LCP), 3–12 yaş grubunda daha sık görülen
proksimal femoral kapital epifizin osteonekrozudur. Sintigrafik bulgular hastalığın evresine göre değişir. İlk evrede sintigrafide proksimal femoral epifizde
aktivite tutulumu yoktur. Revaskülarizasyon sırasında proksimal epifiz lateralinde aktivite artışı görülür. Bu belirtiye lateral stripe denir. Bu bulgu epifizin
kan dolaşımını muhafaza ettiğini gösterir. Revaskülarizasyon kollaterallerle
metafizden sağlanıyorsa kollaps oluşur ve femur başında sürekli deformite
görülür. Bu durumda sintigrafide epifiz aktivitesinde giderek genişleme ve epifiz
bazalinden yukarıya doğru giderek aktivite artışı izlenir.
Kemik grefti canlılığı’nın araştırılmasında, kemik sintigrafisi değerli bir yöntemdir. Transient migratuvar osteoporoz, avasküler nekrozdan tutulan bölgede
osteopeni görülmesi ile ayrılabilir. MR’da kemik iliğinde ödem izlenir. Refleks
sempatetik distrofi (komplike bölgesel ağrı sendromu) nörolojik belirtileri olan
(tip II) ve olmayan (tip I) olarak ikiye ayrılır. Üç fazlı kemik sintigrafisinde
hiperemi ile birlikte eklem çevresinde aktivite artışı görülür. Eklem çevresindeki
aktivite artışı en duyarlı ve spesifik bulgudur (%96, %98) (Resim 8).
19
Radyolojik değişimlerden çok önce pozitif olması nedeniyle travmanın tedavisinde ciddi bir rol oynar. Travmadan birkaç gün sonra kemik sintigrafisi pozitif
olur.
Travma sonucu oluşan kırıklarda sintigrafi kuşkulu olmayan bölgelerdeki
kırığı da gösterebilir. Çoklu travmalarda sintigrafi radyografide gösterilmeyen
kırıkların görülmesini sağlar. Sintigrafi, ayrıca, hasta takibini, kırığın normal
iyileşmesini veya komplikasyonların (avasküler nekroz, enfeksiyon, kronik bölgesel ağrı sendromu) oluşumu ve radyografide gösterilen kırığın klinik olarak
önemini gösterir.
Özellikle şiddete maruz kalmış çocuklarda, tıbbi, sosyal ve yasal nedenlere
bağlı oluşan kuşkularda kemik sintigrafisi uygulanması gereklidir.
Spor Yaralanmaları
Akut ve kronik spor yaralanmalarında, yumuşak doku ve kemik patolojilerinin tanı ve tedavisinin izlenmesinde kemik sintigrafisinin yaygın kullanım
alanı mevcuttur. Stres kırıkları, kasların kemik üzerine olan tekrarlayan veya
uzun süreli etkisi ile ortaya çıkar. Tekrarlayan stres, periostal rezorpsiyon sonucu
kemik korteksinin zayıflamasına ve kırığa neden olur.
20
İskelet Sistemi •
Büyüme ve Metabolik Kemik Hastalıkları
Kemik sintigrafisi, kemikteki büyüme, gelişme ve metabolik değişiklikleri
gösterir. Birçok doğumsal büyüme hastalığı radyolojik ve klinik olarak değerlendirilir. Osteogenesis imperfekta’da olduğu gibi kemik kırıkları sintigrafide
gösterilebilir. Ağır metabolik hastalıklarda ise kemik sintigrafisinde özel görünümler ortaya çıkar.
Fibroz displazi, nedeni belli olmayan sporadik selim bir kemik gelişme
bozukluğudur. Sintigrafi hastalığın yerini ve yaygınlığını saptar. Asemptomatik
poliostotik bölgelerin tespit edilmesi sintigrafinin esas endikasyonudur.
• Prof. Dr. Çetin ÖNSEL
böbreklerin vizüalize olmaması, uzun ve aksiyal kemiklerde, periartiküler
bölgelerde, kalvaryumda ve mandibulada aktivite artışı görülür.
KAYNAKLAR
1. Thrall JH., Ziessman HA., Nuclear Medicine, The Requisites, 2nd edition, 2001; 4862 1.
2. Diagnostic Nuclear Medicine. 4th edition. Editors: 2. Martin P Sandler, et al. Lippincott
Williams & Wilkins Philadelphia, USA, 2003.
3. Nuclear Medicine in Clinical Diagnosis and Treatment. 3rd edition. Editors: Peter
Ell, Sanjiv S. Gambhir. Chuchill Livingstone, London, UK, 2004
4. Robert E. Henkin: Nuclear Medicine. Philadelphia, Mosby, 2006.
Resim 10: Birçok kemiği tutan
fibroz displazi. Sağ bacakta fibroz
displaziye bağlı deformite.
Metabolizma Hastalıkları
Hiperparatiroidi, renal osteodistrofi ve osteomalazide hızlı kemik yapımı
nedeni ile aktivite tutulumu ileri derecede artar ve karakteristik bir tutulum
ortaya çıkar. Bu tutulum şekline supersken denir. Supersken’de kravat şeklinde
sternum, kostakondral eklemlerde tespih tanesi şeklinde fokal aktivite tutulumu,
21
22
• Prof. Dr. İlhami USLU
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
SİNDİRİM SİSTEMİ ve PULMONER SİSTEM
Prof. Dr. İlhami USLU
Şekil 1: Tc-99m perteknetat kullanılarak
yapılan tükürük bezi sintigrafisi
TÜKÜRÜK BEZİ SİNTİGRAFİSİ
Tükürük bezlerinin yapısının yada salgı fonksiyonlarının bozulması durumunda, tükürük bezi sintigrafisi yapılarak hastalığın tanısı konulabilir. Tükürük
bezlerinin görüntülemesi için Tc-99mO4 (perteknetat) kullanılır. Çekim öncesinde özel bir hazırlık gerekmez. Hastanın başı hiperekstansiyonda iken 370
MBq Tc-99mO4 iv olarak verildikten sonra dinamik olarak 1-2 dakika içerisinde
ikişer saniyelik anteriyor ve posteriyor görüntüler alınır. Bu görüntüler bezlerin
kanlanma fazını gösterir. Daha sonra 5., 10., 15., 20. ve 30. dakikalarda statik
görüntüler alınır. 30. dakikada ayrıca her iki lateralden statik çekim gerekir.
Daha sonra hastaya tükürük sekresyonlarını artırmak amacıyla limon verilerek
aynı pozisyonlarda tekrar gama kamera altında görüntüler alınır.
Normalde parotis ve submandibuler bezlerde homojen bir tutulum izlenir.
Bu bezlerdeki çeşitli hastalıklarda bilateral veya tek taraflı olarak aktivite tutulumunda artış ya da azalma izlenebilir. Ayrıca alınan görüntülerden matematiksel
hesaplama kullanılarak tükürük klirensini de hesaplamak mümkündür.
GASTROÖZOFAGEAL REFLÜ SİNTİGRAFİSİ
Mide içeriğinin özofagusa geçmesine neden olan olaya reflü adı verilir.
Genellikle kardia yetersizliğinden meydana gelir. Gastroözofagial reflü (GOR)
yetişkinlerde özofajit, kanama, perforasyon ve striktür gibi çeşitli komplikasyonlara yol açabilmektedir. İnfant ve çocuklarda ise respiratuar problemler ve
demir eksikliği gibi komplikasyonlar görülebilmektedir.
Gastroözofagial reflü infantlarda 7–8. aya kadar normal fizyolojik bir
olaydır. Sonrasında spontane olarak gerileyerek reflü 8. ayda fizyolojik olarak
bitmektedir. Gastroözofagial reflü çocuklarda 6 ay–2 yaş arasında oldukça sık
görülmekte ve gelişme geriliği, apne, stridor, aspirasyon gibi problemlere yol
açmaktadır. Bu yüzden gastroözofagial reflü tanısı oldukça önem kazanmaktadır.
Tükürük klirensi (mI/dk) = Tükürükteki aktivite X Tükürük salgılanması
(ml/dk) / Plazma aktivitesi (mI/dk)
Tanıda kullanılan tetkikler:
• Baryumlu özofagus grafisi
• Endoskopi
• 24 saatlik pH moniterizasyonu
• Sintigrafi
Radyonüklid yöntem ile reflü tanısı invazif yöntemlere göre daha kolaydır,
duyarlılığı yüksek olup, rahat uygulanabilir, iyi tolere edilebilir ve kantitatif
23
24
Sindirim Sistemi ve Pulmoner Sistem •
değerlendirme yapılabilir. Maruz kalınan radyasyon dozu oldukça düşüktür.
İnfantlar için süt daha büyük çocuklarda ise portakal suyu kullanılır. 7-15 MBq
Tc-99m DTPA/sülfür kolloid 30 ml süt içerisinde dilüe edilerek oturur pozisyonda hastaya içirilir. Gama kamera altında sırt üstü yatar pozisyonda 20–30
sn’lik ardışık görüntüler (30-45 dk) alınır. Erişkinlerde manşon kullanılarak
basınç belli aralıklarla artırılarak çekimler alınır.
• Prof. Dr. İlhami USLU
4-6 saatlik açlık sonrası çocuklarda 30-100 µCi/kg, erişkinlerde ise 200350 MBq Tc 99m Perteknetat iv olarak verilir. Hasta sırt üstü gama kamera
altında yatırılarak 60 adet 1 saniyelik dinamik görüntüler daha sonra ise 5-10
dakikalık aralıklarla 1 saatlik statik görüntüler alınır.
Şekil 3: Batında suprapubik bölgede Meckel divertikülü ile
uyumlu aktivite tutulum odağı görülmektedir.
Şekil 2: Anterior ve posterior görüntülerde multipl
gastroözofagial reflüler izlenmektedir
KANAMA YERİ SİNTİGRAFİSİ
MECKEL SİNTİGRAFİSİ
Meckel divertikülü terminal ileumda görülen doğumsal omfalomezenterik
kanal artığı olup, genellikle abdomenin sağ kadranında sınırlandırılmış olur.
Gastrointestinal konjenital anomaliler içerisinde en sık görülenidir. Genellikle
%2 oranında görülür ve vakaların %50’si 2 yaşın altındadır.
Ektopik mide mukozası içeren hastaların %95-98’i kanar. Mukozal asiditeye
bağlı komşu bağırsakta ülser ve kanama meydana getirebilir. Daha seyrek olarak
perforasyon ve ülser görülebilir. Rutin radyolojik yöntemler ile tanısı zordur.
Tanıda Tc-99m perteknetat ile görüntüleme standart yöntemi oluşturur.
25
Gastrointestinal sistem kanamaları üst ve alt bölge kanamaları olarak ikiye
ayrılır. Üst bölge kanamalarının nedenleri genellikle özofagus varisleri, mide,
duodenum ülserleri, gastrit, özofajit, tümör veya yanık olarak özetlenebilir.
Gastroskopi ve duodenoskopi ile bu kanamaların yeri rahatlıkla tespit edilebilir
ve tedavisi yapılabilir.
Alt sistem kanamaları kalın barsak kaynaklı ise kolonoskopiden yararlanılır.
Eğer ince barsak kaynaklı ise kanamaların tespiti oldukça zorlaşmakta ve devreye nükleer tıp yöntemleri girmektedir. Alt gastrointestinal sistem kanamalarının nedenleri genellikle tümörler, enfeksiyonlar, divertikül, anjiodisplazi
26
Sindirim Sistemi ve Pulmoner Sistem •
ve perforasyon’dur. Tanıda anjiografi oldukça faydalıdır, ancak kontrast ajan
aktif kanama sırasında enjekte edilirse sonuç verebilmektedir.
• Prof. Dr. İlhami USLU
kanamaları genellikle intermittan olduğu için, işaretli eritrosit sintigrafisi tercih
edilir (Duyarlılığı %93, özgüllüğü %95).
• GİS Kanmalarında Tanı Yöntemleri;
- Endoskopi
- Baryumlu grafiler
- Anjiografi
- Sintigrafi (Alt sistem kanmalarında, intermitant ve düşük debili kanamalarda etkilidir)
Nükleer tıpda kanamaların gösterilebilmesi için iki yöntem kullanılmaktadır:
Tc-99m ile işaretli sülfür kolloid, ve Tc-99m ile işaretli eritrosit yöntemi.
Tc-99m sülfür kolloid enjekte edildikten hemen sonra retiküloendotelyal
sistem tarafından tutulmaktadır. Serum yarı ömrü 3 dakika olup 15 dakika sonrasında kandan ve damar sisteminden arınmaktadır. Eğer aktif bir kanama mevcut
ise radyofarmasötik ekstravasküler alana geçiş gösterir, daha sonra batın içerisinde birikerek göllenme meydana gelir. Hasta sırt üstü kamera altında yatarken
370 MBq Tc 99m sülfür kolloid iv olarak enjekte edilir. 30 dakika boyunca
1-2’şer dakikalık görüntüler alınır. Aktif kanama varsa genellikle 15 dakika
içerinde bu durum saptanır.
Şekil 4: Tc-99m işaretli eritrositler ile kanama yeri sintigrafisi çalışmasında
batın sol alt kadranda kanama odağı ile uyumlu
giderek birikim gösteren aktivite tutulumu izlenmektedir.
Tc-99m ile işaretli eritrosit sintigrafisinde 3 tür işaretleme tekniği mevcuttur.
Genellikle in vivo yöntem uygulanmaktadır. In vivo yöntem’de bağlanma
verimliliği yaklaşık % 75–80, modifiye in vivo yöntem’de % 85–90 ve in vitro
yöntem’de % 98’dır. Hasta gama kamera altında iken kanamadan şüphelenilen
alandan önce 1’er saniyelik 1 dakikalık dinamik görüntü alınır. Daha sonra
1’er dakikalık 1 saatlik dinamik görüntüler alınır. Kanama odağı tespit edilemez
ise 2 ve 4. saatlerde, gerekirse 24. saatte statik çekimler alınır. İşaretli eritrosit
yöntemi ile kanama miktarı en az 0.05–0,1 ml/dak olan kanamalar tespit
edilebilmektedir.
Tc-99m ile işaretli eritrosit sintigrafisi, intermitant kanamalarda Tc-99m
sülfür kolloid sintigrafisine göre oldukça avantajlıdır. Zemin aktivitesi sülfür
kolloid ile yapılan sintigrafiye göre daha düşüktür. Alt gastrointesinal sistem
27
Şekil 5: Tc-99m sülfür kolloid sintigrafisi erken ve geç görüntüleri izlenmektedir.
28
Sindirim Sistemi ve Pulmoner Sistem •
• Prof. Dr. İlhami USLU
SAFRA YOLLARI SİNTİGRAFİSİ
KARACİĞER DALAK SİNTİGRAFİSİ
Safra yolları sintigrafisinde Tc-99m IDA (iminodiasetik asit) deriveleri kullanılır. Organik bir anyon olan bu maddeler kanda proteinlere gevşek bir şekilde
bağlandıktan sonra aktif transport mekanizması ile hepatositlere taşınır, hızla
safra ve idrar yollarından atılırlar. Genellikle kimyasal olarak alkali zincirinin
uzunluğunun artması safra yolları ile atılımının artmasına, böbreklerden atılımın
azalmasına sebep olur.
Safra yolları sintigrafisi akut-kronik kolesistit tanısı, ektrahepatik safra
yollarının tıkanıklığı, duodenogastrik reflünün araştırılması, konjenital hastalıklar, bilier atrezi, caroli hastalığı, konjenital hepatik fibrosis tanısında kullanılır.
3-10 mCi Tc-99m IDA derivesi IV olarak enjekte edilir. 1. dakikada kan havuzu
imajı alınır. Bundan sonra 30. dakikaya kadar her 5 dakikada bir statik imaj
alınır. 30. dakikadan sonra her yarım saatte bir görüntüler alınarak hastanın
kinik durumuna göre 1–4 saat takip edilir. Duktus koledokus ve duodenum
görüldüğü halde 4 saat boyunca safra kesesi görülmez ise akut kolesistit tanısı
konur. Geç görülmesinde ise(>2 saat) kronik kolesistit düşünülür. Kolesintigrafi
akut kolesistit tanısının konulmasında en değerli yöntemdir.
Karaciğer hücrelerinin %85’ini hepatositler (poligonal hücreler), %15’ini
ise Kupffer hücreleri oluşturur. Kupffer hücreleri retiküloendotelyal hücrelerin
%90’ını oluşturur. Bu hücrelerin asıl görevi kanda bulunan partikül özelliğindeki
maddeleri fagositoz yolu ile temizlemektir. Karaciğer sintigrafisinin esası kupffer
hücrelerinin fonksiyonuna dayanmaktadır. RES’de tutulan sülfür kolloid ile
karaciğer, hepatositlerde tutulan bileşikler ile ise safra kanallarına izrah edildiğinden hem karaciğer hem de safra yolları ve safra kesesinin fonksiyonları
incelenebilir.
Özel bir hazırlığa gerek duyulmaz. Erişkinler için 75–200 MBq), çocuklar
için 2 MBq/kg (minimum 20 MBq) Tc-99m sülfür kolloid, ven içine enjekte
edilir. Enjeksiyondan 15 dakika sonra anteriyor, sol lateral ve posteriyor pozisyonlarda statik görüntüler alınır. Son kosta ve midklavikular hat üzerine kurşun
işaretler konularak karaciğerin büyüklüğü ve yeri belirlenir.
Şekil 7: Tc-99m sülfür kolloid
ile karaciğer-dalak sintigrafisi
Şekil 6: Safra yolları sintigrafisi
çalışmasında akut kolesistit ile
uyumlu bulgular izlenmektedir.
C14 ÜRE NEFES TESTİ
Mide ülserinin en önemli nedeni kabul edilen Helikobakter pilori enfeksiyonu Karbon-14 (C-14) üre solunum testi ile kısa sürede saptanmaktadır. Hastaya kapsül formundaki C-14 izotopu ile işaretlenmiş üre, su ile içirilir. 10
dakika sonra hastanın nefesle dışarı verdiği hava bir balona üfletilir. Midede
helikobakter pilorinin varlığı durumunda, bakterinin üreaz enzimi üreyi parça-
29
30
Sindirim Sistemi ve Pulmoner Sistem •
layarak amonyak ve işaretli CO2 oluşturur ve bu CO2 nefeste saptanabilir.
Balondaki işaretli CO2, özel bir cihazda ölçülerek helikobakter pilorinin varlığı
belirlenir.
Testten önce 6 saatlik açlık gerekmektedir. Testin doğru sonuç verebilmesi
için son iki hafta içinde antibiyotik, mide ilacı (mide asit inhibitörleri), 1 hafta
önce histamin H2 reseptör antagonistleri ve antiasitler kesilmelidir. Tedavinin
takibi amacıyla test uygulanacaksa, yalancı pozitif sonuçları ekarte etmek için
tedavi bitiminden 4-6 hafta sonra testin uygulanması gerekir.
• Prof. Dr. İlhami USLU
Pulmoner emboli subsegmenter, segmenter veya lobar olabilir. Genellikle
alt lobları tutar, bilateraldir ve olguların % 85’inde multipl sayıdadır. İki segmenter perfüzyon patolojisi varken, ventilasyonun normal olması pulmoner
emboli için yüksek olasılık göstergesidir.
Perfüzyon sintigrafisinde 75 MBq 99mTc- makroagregat albumin (MAA)
IV olarak enjekte edildikten sonra gama kamera altında görüntüler alınır. Ventilasyon sintigrafisinde inert gazlar (Xe-133,Kr-81m), Aerosoller (99mTc-DTPA),
özel ocakta 99mTc-perteknetat emdirilmiş karbon partikülleri (Teknegaz)
kullanılır.
AKCİĞER VENTİLASYON-PERFÜZYON SİNTİGRAFİSİ
Pulmoner emboli pulmoner arter ve dallarının sistemik venlerden gelen 1015 mikrondan büyük materyaller ile tıkanmasıdır. Pulmoner emboli % 90 vakada
alt ekstremite (pelvik veya uyluk) derin ven trombozundan kaynaklanır. Uzun
süre yatağa bağlı kalmak, ameliyatlar, malignite, myokard enfarktüsü, uzamış
genel anestezi, gebelik, postpartum dönem, yanıklar, bazı ilaçlar, koagülopatiler
(antitrombin III eksikliği, protein C ve protein S eksikliği), madde bağımlılığı,
kapak hastalıkları sık nedenlerdir.
Yüksek olasılıklı pulmoner emboli tanısı için (>80% olasılık) perfüzyon
sintigrafisinde iki veya daha fazla uyumsuz büyük segmenter veya eşdeğerli
perfüzyon defekti mevcudiyeti ile (Büyük segmenter = 2 adet modatare segmenter = 4 adet küçük segmenter defekt) normal ventilasyon sintigrafisi bulguları
gereklidir.
Dispne, öksürük ve plevral göğüs ağrısı en sık semptomlardır. Pulmoner
emboli klasik triadı; Hemoptizi + tromboflebit + plevral sürtünme sesi mevcudiyeti olup pulmoner embolili hastaların sadece % 22’sinde bulunmaktadır.
Plazma D-dimer testi önemli ancak nonspesifiktir.
Akciğer Grafisi sıklıkla normaldir. 1-4 hafta sonra pozitifleşmeye başlar.
Atelektazi, plevral efüzyon, hemidiyafragma elevasyonu, desenden pulmoner
arter genişlemesi, akciğer infarktı izlenebilir. Pulmoner enfarkt geliştiğinde radyografide Hampton bulgusu (plevral tabanlı yumuşak doku opasitesi) izlenir.
Pulmoner Anjiografi pulmoner emboli tanısında altın standart yöntem olmakla
birlikte invaziv olması, tehlikeli ve zor bir yöntem olması nedeniyle klinikte en
az tercih edilenidir. Spiral BT ile hızlı ve ince kesitler alınabilir ancak subsegmenter embolilerde başarısızdır. Radyasyon riski fazladır. MR ise BT’ye oranla
daha üstün olmakla birlikte subsegmenter embolilerde benzer şekilde başarısızdır.
31
Şekil 6: Normal Ventilasyon-Perfüzyon sintigrafisi bulguları izlenmektedir.
Şekil 7: Yüksek olasılıklı Ventilasyon-Perfüzyon sintigrafisi bulguları görülmektedir.
32
Sindirim Sistemi ve Pulmoner Sistem •
KANTİTATİF AKCİĞER PERFÜZYON SİNTİGRAFİSİ
Major akciğer operasyonları sonrasında kalan akciğer parankimi hastaya
minimum 800 ml/dk FEV1 değeri sağlayabilmelidir. Kantitatif akciğer perfüzyon sintigrafisi ile rezeke edilecek kısım ve kalan kısım işaretlenerek FEV1
değeri ile oranlanır. Kalan oran minimum değer olan 800 ml/dk’dan fazla ise
operasyon rahatlıkla yapılabilir. Operasyon öncesinde kantitatif akciğer sintigrafi
yapılarak bu oran hesaplanır ve operasyona karar verilir.
Şekil 8: Akciğer kantitasyon sintigrafisi ile akciğer alanlarının
perfüzyona katılım oranları hesaplanabilmektedir.
33
34
• Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİSİ (PET)
Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
PET’in Temel prensipleri ve klinik kullanımı
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET), “pozitron yayıcılar” adı verilen özel
nitelikli radyonüklidler ve bunlarla işaretli radyokimyasal bileşikler (radyofarmasötik) kullanılarak yapılan sintigrafik bir görüntüleme yöntemidir. Canlı
organizmada oluşan çeşitli biyokimyasal ve metabolik farklılaşmalara yönelik
olarak geliştirilen değişik radyofarmasötikler aracılığıyla hedef alan ve dokuların
fonksiyonel ve metabolik durumunu ortaya koyabilen PET teknolojisi son yirmi
yıl içerisinde onkolojik görüntülemenin önemli bir parçası haline gelmiştir. Aslında 1975’ten itibaren bazı nörolojik ve kardiyolojik endikasyonlarda kullanılan
PET görüntüleme, esas olarak onkolojik kullanımının devreye girmesiyle birlikte
2000’li yılların başından itibaren tüm dünyada ve ülkemizde büyük bir ivme
ile yaygınlaşmıştır. Bugün itibarıyla ülkemizde 70 civarında PET görüntüleme
merkezi bulunmaktadır. Bunlar içerisinde 2004 yılında hizmete açılan İ.Ü.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı PET Görüntüleme Ünitesi
kamudaki ilk örneklerden biri olup özellikle akademik anlamda bu konuya
öncülük etmiş bir kurum olmuştur. Bu merkezde 2009 yılı sonu itibarıyla
20.000’i aşkın hasta uygulaması yapılmış ve başka merkezlerden 100’e yakın
nükleer tıp uzmanı PET konusunda eğitilmiştir.
PET radyofarmasötikleri
Pozitron yayıcı radyonüklidler (Flor-18, Karbon-11, Oksijen-15, Nitrojen13, Rubidyum-82, Galyum-68 vb), yapay olarak “siklotron” adı verilen medikal
hızlandırıcılarda üretilmektedir. Bu radyonüklidler değişik metabolik ve
35
biyokimyasal yolaklara iştirak edebilmeleri için genellikle çeşitli farmasötiklere
kimyasal olarak bağlandıktan sonra (radyofarmasötik) kullanılırlar. Pozitron
yayıcılar biyojenik yapıları nedeniyle organik moleküllere konvansiyonel radyoizotoplara göre nispeten daha kolayca bağlanabilmektedirler. Literatürde PET
görüntüleme amaçlı değişik fonksiyonel yolaklara iştirak edebilen 500’ün
üzerinde radyofarmasötik tanımlanmıştır. Bunlar arasında gerek üretiminin kolay
olması gerekse klinik etkinliğinin yüksek olması nedeniyle dokunun glikoz
kullanımını ortaya koyan Flor (F)-18 ile işaretli fluoro-2-deoxy-D-glucose
(FDG), günümüzde tümör görüntülemede kullanılan yegane PET radyofarmasötiği durumundadır. Hemen hemen tüm ülkelerde FDG insan kullanımı için
ruhsatlandırılmış olup, ticari olarak üretimine ve dağıtılmasına da izin verilmektedir. F-18’in diğer PET radyonüklidlerine göre nispeten uzun yarı ömürlü
(~2 saat) olması ve bu nedenle bölgesel üretim merkezlerinden birkaç saatlik
mesafedeki çevre PET görüntüleme merkezlerine dağıtılabilmesi FDG’nin
kullanımını yaygınlaştıran önemli bir faktördür. Ayrıca siklotrona entegre edilen
bilgisayar kontrollü tam otomatik FDG sentez ünitelerinin geliştirilmiş olması
da diğer PET radyofarmasötiklerine kıyasla FDG üretimini kolaylaştırmaktadır.
Böylece siklotron yatırım ve işletme maliyeti olmadan PET görüntüleme
yapılabilmesi olası hale gelmiştir. Bunun ötesinde FDG’nin çoğu tümörlerin
ortak bir göstergesi olan artmış glikoz metabolizmasını ortaya koyarak tümör
yaygınlığını etkin olarak görüntüleyebilmesi de klinik kullanımını yaygınlaştıran
en önemli faktördür.
PET kamera (tarayıcı)
Radyoaktif bozunmaları esnasında pozitron yayıcıların konvansiyonel
radnonüklidlere göre daha yüksek enerjili (511 kiloelektron Volt) gama fotonları
yayması nedeniyle bunların deteksiyonu ve görüntü oluşturulması ancak PET
kamera (PET tarayıcı) denilen aygıtlarla yapılabilmektedir. PET tarayıcı şekil
itibarıyla BT cihazına benzemekte olup, yatar pozisyonda hastanın içinden
geçebileceği bir boşluk ve bunun etrafında hasta vücudundan gelen radyoaktif
ışınları tespit eden bir “gantri” ünitesi ile gelen bilgilerin aktarıldığı ve işlemlendiği bir bilgisayar kısmından oluşur.
36
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) •
PET görüntülemede hastadan gelen radyoaktif fotonların algılanması ile
“emisyon görüntüleme” ve buna ilave olarak görüntü alanındaki doku katmanlarının ışın geçirgenlik özelliklerini belirleyen “transmisyon görüntüleme”
yapılmaktadır. Transmisyon görüntülemeden elde edilen veriler, emisyon
görüntüleme esnasında fotonların değişik doku katmanlarından geçerken
kaybettiği enerjileri hesaplamak ve düzeltmek amacıyla kullanılmaktadır.
Görüntülenen obje içerisindeki radyoaktivite yoğunluğunun doğru olarak hesaplanabilmesi için gerekli olan bu işleme “atenüasyon düzeltme” adı verilmektedir.
Yeni nesil BT entegre edilmiş PET tarayıcılarda (PET/BT), transmisyon
görüntüleme gantri içerisine yerleştirilmiş olan x-ışın tüpü ile yapılmaktadır.
X-ışın ile yapılan transmisyon, çok kısa (< 20 saniye) sürdüğü için entegre
PET/BT sistemlerinde görüntüleme süresi yaklaşık %50 oranında azalmaktadır.
Ayrıca, X-ışın transmisyonu sonucunda elde edilen yüksek çözünürlüklü
morfolojik (BT) görüntülerinin PET görüntülerine çakıştırılması (füzyonu) ile
konvansiyonel PET görüntülemedeki en büyük problemlerden birisi olan
anatomik bilgi eksikliği büyük ölçüde giderilebilmektedir (Şekil 1).
FDG tutulum mekanizması ve biyodağılımı
Bir D-glikoz analoğu olan FDG, iv yoldan vücut içine verildiğinde kan
akımına orantılı olarak dokulara dağılmakta ve glikoza benzer şekilde glikoz
taşıyıcı membran molekülleri (GLUT1-5) tarafından hücre içine alınarak heksokinaz ile FDG-6-fosfat’a dönüştürülmektedir. Endojen glikozun aksine FDG6-fosfat glikolizin bundan sonraki kademelerine giremediği için biyolojik yıkım
gerçekleşene kadar hücre içerisine hapsolmakta ve PET ile görüntüleme yapılmasına olanak sağlamaktadır. FDG ile yapılan PET (FDG-PET) görüntülemede
in-vivo glikoz kullanımı ve dağılımı ölçülebilmektedir.
Normalde FDG-PET görüntülerinde, enerji substratı olarak glikoz kullanan
dokular belirgin gözükür. Fizyolojik şartlarda en belirgin görünen doku beyin
gri korteksidir. Miyokart tutulumu da genellikle belirgindir. Lenfoid dokular
(özellikle orofarengeal bölge) kısmen artmış FDG tutulumu gösterebilir. Karaciğer daha düşük yoğunlukta ancak homojen olarak FDG tutar. Gastrointestinal kanalda artmış FDG tutulumu nadir değildir ve kişiden kişiye önemli
37
• Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
değişkenlikler gösterir. Özellikle çekum ve çıkan kolonda artmış FDG tutulumuna sıklıkla rastlanır. İskelet kasları özellikle aktivasyon durumunda iseler
çok yoğun FDG tutarlar. Fizyolojik atılım yolu olması nedeniyle böbrek toplayıcı
sistemlerinde ve mesanede yoğun FDG birikimi gözlenir.
FDG ile tümör görüntüleme prensipleri
Aşırı enerji gereksinimleri nedeniyle normale göre daha yüksek oranda
glikoz kullanan malin dokular FDG-PET görüntülerinde yüksek foton sayımı
veren odaklar olarak gözükür. Yassı epitel hücreli kanserler ya da az diferansiye
ve agresif seyirli kanserler daha yoğun FDG biriktirme eğilimi gösterirler.
Muhtemelen bu nedenledir ki birçok solid tümörde FDG tutulum yoğunluğu
ile tümörün biyolojik agresifliği arasında zıt ilişki ortaya konmuştur. Buna karşın adenokanserler (özellikle taşlı yüzük hücreliler) ve iyi diferansiye tümörler
daha düşük yoğunlukta FDG tutmaya meyillidirler. Sarkomlarda ise başlıca
tümörün biyolojik agresifliğine göre değişken bir tutulum söz konusudur. Herşeye rağmen FDG tutulum yoğunluk derecesine ve tipine göre histolojik alt
tiplerin ya da primer-metastaz ayrımının yapılabilmesi söz konusu değildir.
Glikoz kullanımı ve FDG tutulumu maliniteye özgül bir hadise olmayıp
özellikle aktif granülomatöz hastalık, aktif inflamasyon ve infeksiyon, bazı selim
tümörler, kollajen hastalıklar gibi pek çok benign patofizyolojik süreçler de
maliniteyi taklit eden ölçütlerde artmış FDG tutulumlarına neden olabilmektedir. Bu nedenle en tecrübeli ellerde bile onkolojik değerlendirme açısından
yaklaşık %10-15 oranında yalancı pozitif sonuçlar gözlenebilir. Diğer taraftan
malin olmasına rağmen glikoz kullanımı düşük olan bazı tümörler (prostat kanseri, taşlı yüzük hücreli karsinom, hepatosellüler karsinom ve nöroendokrin
tümör gibi), proliferatif aktivitesi yüksek olmayan iyi diferansiye tümörler (bronkoalveoler akciğer kanserleri, lobuler ve tubuler meme kanserleri, karsinoid
tümörler) ve hücreden fakir (nekrotik, müsin içeriği yüksek) tümörler her zaman
FDG tutmayabilir ve yalancı negatif PET görüntüleme sonuçlarına yol açabilirler. Ayrıca PET teknolojisinin önemli bir dezavantajı olan uzaysal rezolüsyon
kısıtlılığı nedeniyle 1 cm’den küçük tümörlerde PET görüntülemenin duyarlılığı
önemli ölçüde azalmaktadır. Öte yandan fizyolojik olarak yüksek düzeyde FDG
38
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) •
birikimi gösteren beyin ve mesane gibi organlarda gelişen malign tümörlerin
(çok yoğun tutulum olmadıkça) tespitinde de FDG-PET görüntülemenin duyarlılığı azalmaktadır.
A- ONKOLOJİK AMAÇLI FDG-PET KULLANIMI
FDG-PET onkolojide başta evreleme ve yeniden evreleme olmak üzere primer tümör tanısı ve karakterizasyonunda, nüks belirlemede ve tedaviye yanıtın
belirlenmesinde kullanılmaktadır.
I. Primer tümör tanısı ve karakterizasyonu
Pimer tümör tanısı ve karakterizasyonuna yönelik FDG-PET endikasyonları
şu alt başlıklarda toplanabilir: 1. Şüpheli kitlelerde malinite potansiyelinin belirlenmesi, 2. Metastazlı hastalarda primer odak aranması, 3. Primer tümör evreleme, 4. Prognoz belirleme, 5. Biyopsi yerinin belirlenmesi.
1. Şüpheli kitlelerde malinite potansiyelinin belirlenmesi
FDG-PET ile malinite potansiyelinin araştırılması, özellikle soliter pulmoner
nodül (SPN) değerlendirilmesinde önem kazanmıştır. Akciğer kanserinin bir
bulgusu olabilen SPN, pek çok malin olmayan hastalıkta da görülmektedir.
Toraks BT’de maliniteyi düşündüren bazı kriterler (solid yapı, spiküler kontur
vb.) tanımlanmış olsa da buna göre ameliyat edilen nodüllerin %20-40’ının
selim olduğu; böylece pekçok hastanın gereksiz yere biyopsi ve/veya torakotomiye ve olası komplikasyonlarına maruz kaldığı bilinmektedir. Ameliyat öncesi PET yapılması durumunda ise bu hastaların önemli bir kısmı (~ %15)
gereksiz bir cerrahi girişimden kurtarılabilmektedir. FDG-PET’in fokal akciğer
lezyonlarındaki diagnostik etkinliğini araştırmak için yapılan geniş bir metaanalitik değerlendirmede fokal akciğer lezyonlarında (n=1474) FDG-PET’in
duyarlılığı % 83-100 (ortalama= %96), özgüllüğü ise % 50-100 (ortalama = %
73.5) bulunmuştur. Tüberküloz, sarkoidoz, koksidioidomikoz, aspergilloz ve
diğer bazı infeksiyonlarda FDG-PET ile yalancı pozitif sonuçlara rastlanmaktadır. Öte yandan bronkoalveoler hücreli karsinomlar, müsinöz kanserler
ve karsinoid tümörler gibi düşük glikoz afiniteli tümörlerde ve PET’in kısıtlı
çözünürlüğü nedeniyle 1 cm’den küçük tümörlerde yalancı negatif sonuç
verebilmektedirler.
39
• Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
Meme, pankreas, over, tiroit ve böbrek kitlelerinin habis-selim ayırıcı tanısında FDG-PET kullanılsa da önemli oranlarda yalancı pozitiflik ve yalancı negatiflikler nedeniyle elde edilen doğruluk değerleri istenen etkinliğe ulaşmamıştır.
Ancak bir kitlede FDG tutulumunun artmış olması malinite olasılığının yüksek
olduğuna işaret eder ve histopatolojik tanı yapılmasını gerektirir.
2. Primer tümör tespiti ve lokalizasyonu
Semptomatik veya ailesel riski bulunan hastalarda ve hatta asemptomatik
kişilerde bile FDG afinitesinin iyi olduğu tümörlerin PET ile tespiti mümkün
olabilmektedir. Nitekim değişik endikasyonlarla FDG-PET uygulanan birçok
hastada daha önceden bilinmeyen farklı primer tümörler tespit edilmektedir.
Japonya’da bazı özel sağlık kulüplerinin tümör tarama programlarında FDGPET ile %1.4 oranında daha önceden bilinmeyen kanser odakları tespit edilebilmiştir. Ancak pahalı olması yanında hem inflamatuar reaksiyonlarda yanlış
pozitiflik oranının artması hem de sınırlı uzaysal rezolüsyonu nedeniyle küçük
tümörleri kaçırabilmesi nedeniyle FDG-PET’in bir malinite tarama testi
olamayacağı genel olarak kabul gören bir görüştür. Buna karşılık primeri bilinmeyen metastazlı olgularda primer odak tespitinde faydalı olabilmektedir. Örneğin diğer yöntemlerle primer tümör bulunamayan skuamöz hücreli baş-boyun
tümörlerinin %20-50’sinde FDG-PET ile primer odak gösterilebilmiştir.
3. Tümör dereceleme
Bazı istisnalara rağmen FDG tutulum yoğunluğunun yüksek olması genel
olarak tümör derecesinin yüksek olduğuna işaret eder. Başta glial beyin tümörleri
olmak üzere lenfomalarda ve sarkomlarda yüksek derece-düşük derece ayırımında FDG-PET’in etkinliği araştırılmış, ancak iki grup arasında önemli oranda
çakışmalar ve düşük dereceli tümörleri selim lezyonlardan ayıramama gibi problemler nedeniyle bu endikasyonda kullanımı yaygınlaşamamıştır. Takipteki düşük dereceli tümörlerde (özellikle gliomlar ve lenfoma) FDG tutulumunun belirginleşmesi malign dönüşüm açısından güçlü bir göstergedir.
40
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) •
4. Prognostik bilgi sağlanması
Habis tümörlerin büyük çoğunluğunda tümördeki FDG tutulum yoğunluğu
ile prognoz arasında önemli bağlantılar elde edilmiştir. Örneğin Ahuja ve arkadaşlarının küçük hücreli dışı akciğer kanserli 155 hastayı kapsayan serilerinde
SUD değeri <10 olan 118 (% 76) hastada ortalama sağkalım süresi 25 ay; SUD
değeri > 10 olan 37 (% 24) hastada ise 11 ay bulunmuştur (p= 0,0049).
Multivaryans analizde klinik evre ve lezyon boyutundan bağımsız olarak en iyi
prognostik bilgiyi SUD değeri sağlamıştır.
Lenfomalarda da FDG tutulum yoğunluğu artıkça hastalığın agressif seyrettiği ve prognozun kötüleştiği gösterilmiştir. Tedavi sonrası FDG-PET’in
pozitif olduğu rezidüel kitlelerde 1 yıllık hastalıksız kalma oranı %0-18 arasında
verilirken; PET’in negatif olduğu olgularda bu oran %86-100 olarak verilmektedir.
5. Bilinen bir kitlede biyopsi yerinin belirlenmesi
Biyopsi sonucunun tanı koydurucu olabilmesi için doğru örnekleme son
derece önemlidir. Heterojen kitlelerde FDG-PET ile metabolik olarak en aktif
bölgeler belirlenerek biyopsiye yön verilebilmektedir. Örneğin yüksek grade’li
beyin tümörlerinde ve primer sarkomlarda FDG-PET bu amaçla kullanılmıştır.
II. Evreleme-Yeniden evreleme ve Nüks belirleme
Kısıtlı uzaysal rezolusyonu ve yetersiz anatomik enformasyon nedeniyle
konvansiyonel PET’in primer tümör (T) evrelemeye bir katkısı olmamaktadır.
PET/BT tarayıcılarla ise genellikle diagnostik BT’ye eşdeğer başarıda T evreleme yapılabilmektedir. Nodal (N) ve uzak (M) evreleme açısından tek seansda
tüm vücudun taranmasına izin vermesi ve ayrıca yapısal değişikliklerden bağımsız olarak kanserlerdeki metabolik aktiviteye hassas bir yöntem olması nedeniyle
FDG-PET, gerek ilk evreleme, gerekse yeniden evreleme için çok başarılı bir
yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. FDG-PET’in eklenmesiyle hastaların
%20-40’ında konvansiyonel yöntemlerle elde edilen evreleme değişmektedir
(Şekil 1).
41
• Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
Diğer yandan kanser takibinde nükslerin erken belirlenmesi hastaya doğru
yaklaşım sağlamak ve aynı zamanda etkin olabilecek tedavi seçeneklerini zamanında uygulayabilmek açısından hayati önem taşır. Radyoterapi ve/veya ameliyat
sonrası ödem, nekroz veya fibroz doku gelişmesinden ötürü bu zemindeki
nükslerin ayırıcı tanısı BT ve MR ile oldukça zor olmaktadır. Oysa neoplaziye
bağlı metabolik aktivite artışını gösteren FDG-PET rezidüel veya nüks tümörleri
metabolik olarak nispeten inaktif olan radyasyon nekrozu yâ da fibröz dokudan
kolayca ayırır. Ancak yara iyileşmesi ve radyasyona bağlı inflamatuar reaksiyonlar yanlış pozitif sonuçlara yol açabileceğinden, nüks araştırması yapılan
hastalarda FDG-PET uygulamasının zamanlaması önemlidir. FDG-PET yapılırken inflamatuar süreçlerin iyileşmiş veya asgari düzeyde olmasına dikkat
edilmelidir. Örneğin ışın tedavisi sonrasında FDG- PET çalışmasının yapılması
için asgari 2 ay, daha ideali 6 ay beklenmesi önerilmektedir. Ayrıca şüpheli
durumlarda seri takip PET çalışmaları faydalı olabilir. Takipte FDG-PET’in
çok yarar sağladığı bir durum da rutin görüntüleme yöntemlerinin bulgu vermemesine rağmen tümör belirteçlerinin yükseldiği durumlardır.
Akciğer (küçük hücreli ve küçük hücreli olmayan), baş-boyun tümörleri,
özefagus, kolorektal, habis melanom, lenfomalar, meme ve özefagus kanserleri
FDG-PET’in evrelemede başarıyla kullanıldığı malinitelerdir. Ayrıca pankreas,
serviks, over, endometrium, böbrek, kemik-yumuşak doku tümörleri, tiroit ve
hepatosellüler kanserler de evreleme ve yeniden evreleme amacıyla FDG-PET
kullanılmaktadır.
III. Tedaviye yanıtın belirlenmesi
Klasik olarak ışın tedavisi veya kemoterapi sonrasında anatomik görüntüleme yöntemlerinde kitlenin küçülmesi ile tedaviye yanıtın oluştuğu kabul
edilir. Ancak bunun her zaman doğru olmadığı birçok çalışmada gösterilmiştir.
Örneğin BT’de negatif olarak kabul edilen 1 cm’den küçük lenfadenopatilerin
aktif tümör dokusu içerebileceği ya da 1 cm’den büyük olduğu için BT’de
metastatik kabul edilen lenfadenopatilerin metastaz olmadığı FDG-PET ile ortaya konabilmektedir. Ayrıca tedaviden sonra oluşan yapısal deformasyonlar,
nekroz-skar gibi reaksiyonların zemininde BT ve MR ile tümör kalıntılarının
ayırt edilmesi mümkün olmamaktadır. Bunların yanısıra tümörün küçülmesi
42
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) •
• Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
için belli bir zaman süreci gerektiği için tedavinin erken dönemindeki yanıtın
değerlendirilmesinde de BT ve MR yetersiz kalmaktadır.
üstündedir. Frontal lob kaynaklı odakları belirlemede de FDG-PET’in en etkin
metod olduğu mükerrer araştırmalarda gösterilmiştir.
FDG-PET ise direkt olarak neoplaziye bağlı hipermetabolizmanın bir göstergesi olduğu için tedavi sonrası oluşan yapısal bozukluklar ve diğer reaksiyonlardan konvansiyonel yöntemlere göre daha az etkilenmektedir. Bu nedenle
FDG-PET, tümörün tedaviden sonraki durumunu daha etkin olarak ortaya
koyabilmektedir (Şekil 2). Ancak radyoterapi sonrası erken dönemde gelişen
inflamatuar reaksiyona bağlı tümör hipermetabolizması ile karışabilecek
seviyede FDG tutulumu oluşabilmektedir. Ayrıca, kemoterapiden sonraki erken
dönemde canlı tümör hücreleri kalsa bile bunların metabolizmalarının geçici
olarak baskılanmış olabileceği ve dolayısıyla FDG-PET görüntülerinde gözükecek seviyede yeterli sinyal veremeyecekleri öne sürülmektedir. Bu nedenle
tedavi sonrası PET çalışması için radyoterapiden sonra asgari iki ay (ideali 6
ay), kemoterapiden sonra ise asgari iki hafta (ideali 1 ay) beklenmesi önerilmektedir.
II. Alzheimer tip Demans tanısının konfirmasyonu ve ayırıcı tanısı
B- ONKOLOJİ DIŞI FDG-PET KULLANIMI
I. Epileptik odak yerinin belirlenmesi
Nöbet sırasında epileptik deşarj bölgelerinde beyin perfüzyonun ve metabolizmasının arttığı; buna karşılık nöbetsiz (interiktal) dönemde aynı bölgelerde
perfüzyon ve metabolizmanın azaldığı iyi bilinen bir bulgudur. Çoğunlukla
anatomik bozukluk olmaksızın oluşan bu patofizyolojik değişiklikler gerek beyin
perfüzyon SPECT gerekse FDG-PET ile yapılan noninvaziv fonksiyonel beyin
görüntüleme çalışmalarında net olarak ortaya konabilmektedir. Bu değişikliklerin ortaya konması ile epileptik fokus yerinin belirlenmesi sonucunda medikal
tedaviye dirençli hastalarda cerrahi tedavi şansı doğmaktadır. Cerrahi girişimle
epileptik odağın çıkarılması sonucunda da hastaların birçoğunda kalıcı iyileşme
sağlanabilmektedir.
Parsiyel nöbetlerde temporal lob epileptik odağın en sık lokalizasyonudur.
Temporal lob epilepsisini (TLE) belirlemede FDG-PET’in duyarlılığı %70’in
43
Demans genel olarak bilişsel ve entelektüel yetilerdeki kronik bozukluk
olarak tanımlanabilir. Başta Alzheimer hastalığı (AD) olmak üzere Parkinson
hastalığı, Hungtington hastalığı, Wilson hastalığı ve Multiinfarkt demans, HIV
demansı, Multipl Skleroz ve Jakob-Creutzfeldt hastalığı demansın altında yatan
nedenlerdir. Bunlar içerisinde AD, özellikle ortalama yaşam süresinin uzadığı
batı ülkelerinde önemli bir sağlık problemi olarak ortaya çıkmaktadır. AD’ının
erken tanısı ve diğer demans türlerinden ayırt edilmesi hem doğru tedavi stratejisinin uygulanması hem de gereksiz sağlık harcamalarının azaltılması açısından
önem taşımaktadır.
PET ve SPECT ile yapılan fonksiyonel görüntüleme çalışmalarının AD
tanısına ve diğer demanslardan ayırt edilebilmesine katkı gösterdikleri öteden
beri bilinmektedir. 1980’li yıllardan beri FDG-PET ile yapılan çok sayıdaki
araştırmalarda AD’da beyin beyin glukoz metabolizmasının aynı yaştaki sağlıklı
kişilere göre %20–30 oranında azaldığı ve en belirgin olarak da bilateral parietal ve temporal kortekslerin etkilendiği ortaya konmuştur. 65 yaşından genç
kişilerde bilateral parietal kortekste glukoz metabolizması ve/veya beyin perfüzyonun azalması AD’nın tipik bulgusu olarak tanınmaktadır. Üstelik PET ve
SPECT’teki bu bulgular tanıyı destekleyen klinik bulgulardan önce (yaklaşık 1
yıl) ortaya konabilmektedir.
III. Miyokart canlılığının belirlenmesi
Sol ventrikül fonksiyonları bozulmuş olan koroner arter hastalığında disfonksiyone segmentlerindeki miyokart canlılığının belirlenmesi hasta yaklaşımını belirleme açısından son derece önemlidir. Çünkü disfonksiyon zemininde
canlı miyokart dokusu bulunan hastalarda revaskülarizasyon tedavisi ile sol
ventrikül fonksiyonları dramatik olarak iyileşmekte ve hastanın yaşam kalitesi
belirgin olarak düzelmektedir. Potansiyel olarak düzelebilen ventrikül disfonkisyonu “myokardiyal hibernasyon” terimi ile ifade edilmektedir. Hibernas44
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) •
yon, kronik olarak miyokart kan akımı azalması durumunda dokunun enerjiyi
daha tasarruflu kullanmak ve kendini korumak için kontraktil fonksiyonlarını
azaltarak bir nevi adaptasyon göstermesini ifade eder. Revaskülarizayon tedavisi
ile kan akımı düzelince hiberne doku fonksiyonlarını geri kazanmaktadır. Hâlbuki skar gibi ventrikül fonksiyon bozukluğuna yol açan diğer durumlarda
revaskülarizasyon tedavisi yararsız kalmaktadır. Dolayısıyla klinik olarak benzer
tabloyu oluşturan hibernasyonlu hastaları gerçek infarktlı hastalardan ayırt
edilmesi ve böylece revaskülarizasyonun gerçekten faydalı olacağı hibernasyonlu hastaların seçilmesi hayati önem kazanmaktadır. Öte yandan yarar görmeyecek hastaların da bu derecede ağır gereksiz bir cerrahi girişimden korunması
ile hem olası mortalite ve morbidite azaltılmış olacak hem de gereksiz sağlık
harcamaları önlenmiş olacaktır.
• Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
öngörmede perfüzyon-metabolizma uyumsuzluğunun pozitif öngörü değeri
%82, negatif öngörü değeri ise %83 bulunmuştur.
IV. Enfeksiyon/Enflamasyon lokalizasyonu
FDG neoplazik dokunun yanı sıra metabolik aktivitesi yüksek olan enfeksiyon/enflamasyon odaklarında da yüksek konsantrasyonda birikebilmektedir.
Ortamdaki bakterilerin ve aktif makrofaj infiltrasyonunun FDG birikiminden
sorumlu olduğu gösterilmiştir. Dolayısıyla özellikle diğer yöntemlerle sonuç
elde edilemeyen enfeksiyon/enflamasyon odaklarının saptanmasında ve takibinde FDG-PET yararlı olabilmektedir. Nedeni bilinmeyen ateş olgularında
enfeksiyon odağının lokalize edilmesi ve protez enfeksiyonlarının belirlenmesi
bu alandaki başlıca kullanım alanları olmuştur.
Miyokart perfüzyon sintigrafisi ile perfüzyon değerlendirilmesi, düşük-doz
dobutamin stimülasyonu eşliğinde yapılan ekokardiyografi ile kontraktil rezerv
araştırılması ve FDG-PET ile dokunun metabolik olarak karakterize edilmesi
miyokart canlılığının araştırılmasında en sık kullanılan yöntemlerdir. Bu yöntemlerin herbirinin kendine özgü avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır.
Her canlı hücre enerjiye gereksinim duyacağı ve bunun için de glukoz kullanacağı için FDG-PET viabilite belirlenmesinde çok duyarlı bir yöntem olacaktır.
Aslında normal miyokart hücrelerinin primer enerji kaynağı serbest yağ asitleridir. Ancak hiperglisemi durumunda glukoz primer enerji substratı olmaktadır.
Oysa hiberne miyokart hücreleri daha hızlı enerji elde edebilmek için hem açlıkta
hem de toklukta glukozu ana enerji maddesi olarak tercih ederler. Böylece PET
çalışmalarında canlı miyokart dokusu yüksek konsantrasyonda FDG tutarken,
infarkt alanlarında FDG tutulumu gözükmez. Ancak normal miyokart dokusunda
FDG tutulumu değişkenlik göstereceği için tek başına FDG-PET ile glukoz
metabolizması miyokart canlılığı belirlenmesinde yeterli özgüllük veremez. Perfüzyon ve metabolizma çalışmalarının karşılaştırılması en yüksek doğruluğu
verir. Perfüzyonu azalmış bölgelerde metabolizmanın korunması veya artması
(perfüzyon-metabolizma uyumsuzluğu) hibernasyon tanısı için yüksek özgüllüktedir. Buna karşın hem perfüzyonu hem de metabolizması azalmış alanlarda
canlılığın olmadığı rahatlıkla belirlenir. Revaskülarizasyonun başarısını
45
46
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) •
• Prof. Dr. Kerim SÖNMEZOĞLU
Şekil 2. Küçük hücreli akciğer karsinom tanılı bayan hastanın inisyal PET/BT görüntülerinde
(üst sıra) sol hemitorakstaki santral yerleşimli büyük boyutlu tümörü, sol supraklaviküler
LAM paketi ve sağ adrenal metastazı görülmektedir. Altıkür kemoterapi sonrası yapılan
kontrol PET/BT çalışmasında (alt sıra) tümör ve metastazlarının tedaviye iyi yanıt göstererek
kayboldukları izlenmektedir.
Şekil 1. Entegre PET/BT sistemlerinde transmiyon görüntüleri X-ışın kaynağı ile
oluşturulduğu için yüksek çözünürlüklü morfolojik görüntüler elde edilir. Bu görüntüler
hem emisyon görüntülerindeki attenüasyon düzeltmede kullanılır, hem de emisyon
görüntüleri ile çakıştırılarak lezyon lokalizasyonuna yardım amaçlı kullanılır. Sağ akciğerden
skuamöz hücreli karsinom tanısı alan erkek hastada BT kesitlerinde atelektazi alanından
ayırt edilemeyen primer tümör (TM), PET görüntülerinde daha net seçilebilmektedir. Ayrıca
BT kesitlerinde seçilemeyen 4R ve 10R lenfatik istasyonlardaki lenf nodları da artmış
metabolik aktiviteleri (muhtemel metastaz) nedeniyle PET görüntülerinde kolayca
gözükmektedir. Buna karşılık BT kesitlerinde 4R lenfatik istasyonda izlenen
lenfadenomegali ise PET imajlarında artmış metabolik aktivite göstermemiştir (muhtemelen
reaktif).
47
48
• Doç. Dr. Bedii KANMAZ
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
Tc-99m Glucoheptonat bir başka kortikal ajandır, hastaya enjekte edilen
dozun % 10-15’i renal tubuluslarda tutulur, dozun büyük bölümü hızla GFR ile
vücuttan atılır. Bu ajan ile geç statik imajlarda yüksek rezolusyonlu böbrek
imajları elde etmek mümkündür. Tc-99m DMSA’nın bulunmadığı durumlarda
statik böbrek görüntülenmesinde kullanılabilir.
NEFROÜROLOJİ
Doç. Dr. Bedii KANMAZ
Statik böbrek sintigrafisinin başlıca endikasyonları şunlardır:
• Renal enfeksiyonlarda parankim hasarının derecesinin saptanması
• Tümör ve kist gibi yer kaplayan lezyonların araştırılması
• Ektopik böbrek dokusunun ve konjenital anomalilerin araştırılması
• Split renal fonksiyonların belirlenmesi
• İVP de fonksiyon göstermeyen böbrekteki nonfonksiyonun kesinleştirilmesi
BÖBREK SİNTİGRAFİSİ
Böbrek sintigrafisi her iki böbrek, üreter ve mesane fonksiyonları hakkında
bilgi veren, şüphelenilen hastalıkların teşhis edilmesine yarayan önemli bir
nükleer tıp çalışmasıdır.
Böbrek sintigrafisinde kullanılan ajanlar başlıca üç gruba ayrılır:
• Uzun süre renal tubulusta tutulan ajanlar
• Glomeruler filtrasyonla sekrete edilen ajanlar
• Ağırlıklı olarak tübüler sekresyon gösteren ajanlar
Statik ve dinamik olmak üzere iki çeşit böbrek sintigrafisi çekilir. Statik
böbrek sintigrafisinde uzun süre renal tubulusta kalan ajanlar, dinamik böbrek
sintigrafisinde glomeruler filtrasyonla sekrete edilen ve ağırlıklı olarak tübüler
sekresyon gösteren ajanlar kullanılır.
Yukarıdaki endikasyonlardan en önemlisi üriner sistem enfeksiyonlarıdır.
Enfeksiyonun parankim hasarına yol açıp açmadığının bilinmesi (özellikle yenidoğan ve çocuklarda) çok önemlidir. Bu amaçla akut pyelonefrit sırasında ve
enfeksiyondan 3–6 ay sonra statik böbrek sintigrafisi çekilir. Akut dönemde
sintigrafide parankim hasarının olmaması böbreklerin korunacağı anlamına gelir.
Üç ile altı ay sonra çekilen sintigrafide akut dönemde görülmüş olan parankim
defektinin devam etmesi skar oluştuğunu gösterir.
Çekim tekniği:
• Yüksek resolusyonlu kolimatör kullanılır, (bebeklerde pinhole)
• Çekim: iv enjeksiyondan 2-6 saat sonra anteriyor, posteriyor, her iki posterior oblik, her iki lateral pozisyonlarda imajlar alınır.
• Ektopik böbrek aranıyorsa batın ve torakstan da imaj alınır.
STATİK BÖBREK SiNTİGRAFİSİ
Statik böbrek sintigrafisinde kullanılan en önemli ajan Tc-99m DMSA
(dimerkaptosuccinic acid)’dır. Tc-99m DMSA böbrek tübülüslerinde yerleşen
ve renal korteksi çok iyi görüntüleyen bir ajandır. Radyofarmasötiğin tutulması
hücrelerin canlı olduğunu gösterir. Tutulan aktivitenin yoğunluğu parankimin
kalınlığı ve fonksiyonu ile direkt orantılıdır. Bu nedenle Tc-99m DMSA split
renal fonksiyonları (sağ ve sol böbreğin total fonksiyona katılım oranlarını)
hesaplamak için kullanılmaktadır. Enjeksiyondan sonraki bir saat içinde enjekte
edilen dozun yaklaşık % 40’ı renal tubuluslarda tutulur. Geriye kalan doz 24
saat içinde yavaş yavaş idrar yoluyla atılır.
49
50
Nefroüroloji •
• Doç. Dr. Bedii KANMAZ
önemli bir filtrasyon ajanıdır. Ucuz ve stabil bir ajan olması nedeniyle sıklıkla
kullanılan bir radyofarmasötiktir.
Tübüler ajanlar
Şekil 1. Normal statik böbrek sintigrafisi
Günümüzde en yaygın kullanılan tübüler ajan Tc-99m MAG 3 ( merkapto
asetil triglisin)’tür. Bir diğer önemli tübüler ajan ise Tc-99m MAG 3 ile benzer
özellikler taşıyan Tc-99m EC (etilen sistein)’dir. Tc-99m MAG 3 ün tamamı,
Tc-99m EC nin ise tamamına yakın kısmı tübüler sistemle böbreklerden atılırlar.
Bu ajanlarla böbreklerin perfüzyonu, ekstraksiyonu ve ekskresyonu
değerlendirilir.
Şekil 2. Sol böbrek üst polde kontur
düzenini bozan skar. Sağ böbrekte
toplayıcı sistem dilatasyonu
Çekim Tekniği
Hasta çekime alınmadan hidrate edilmeli ve çekimden hemen önce mesanesi
boşaltılmalıdır. Hasta oturur vaziyette (erişkinler) veya yatar durumdadır (çocuklar), kolimatör hastanın arkasında mesane ve böbrekler kameranın görüş
alanı içine girecek şekilde hasta yerleştirilir.
Aktivite küçük volümde hızla (bolus tarzında) enjekte edildikten hemen
sonra 1 saniyelik 60 imaj (Şekil 4, perfüzyon görüntüleri) ve daha sonra 1’er
dakikalık 30 imaj (Şekil 5, fonksiyon görüntüleri) alınır.
DİNAMİK BÖBREK SİNTİGRAFİSİ
Dinamik böbrek sintigrafisi böbreklerin perfüzyonunu (kan akımı) görüntüleyip, enjekte edilen radyofarmasötiğin glomerullerde ve tübüler sistemde
işleme tabi tutulduktan sonra toplayıcı sisteme ve oradan üreterlere ve mesaneye
geçtiğini izleyebildiğimiz bir dinamik çalışmadır.
Dinamik böbrek sintigrafisinde kullanılan ajanlar gomerüler ajanlar ve
tübüler ajanlar olarak ikiye ayrılabilir.
Değerlendirme
Çekim bittikten sonra bilgisayarda her iki böbrek üzerinde ilgili alanları
çizilerek zaman aktivite eğrileri elde edilir (Şekil 6) . Böbrek fonksiyonu üç
fazda değerlendirilir (Şekil 3).
• I-Faz: Vasküler faz (ilk 30–60 saniye). Aktivite aorta abdominaliste görüldükten hemen sonra her iki böbreğin eş zamanda ve eş yoğunlukta kanlanıp
kanlanmadığına bakılır.
Glomerüler ajanlar
Glomeruler radyofarmasötiklerden günümüzde kullanılan en önemli ajan
Tc-99m DTPA (dietilen triamin penta asetik asit)’dır. Tc-99m DTPA ideal bir
perfüzyon ajanıdır. Tamamına yakın kısmı glomerüler filtrasyonla atılır, tübüler
sekresyonu ve reabsorbsiyonu yoktur. Bu nedenle GFR ölçümünde kullanılabilen
51
• II-Faz: Ekstraksiyon fazı (konsantrasyon). Hastaya enjekte edilen aktivitenin böbrekteki konsantrasyonu, maksimum aktiviteye ulaşma zamanı
değerlendirilir.
52
Nefroüroloji •
• Doç. Dr. Bedii KANMAZ
• III-Faz: Ekskresyon fazı (klirens). Maksimuma ulaşmış olan aktivitenin
toplayıcı sisteme geçişi, üreterler yoluyla mesaneye atılışı izlenir.
Şekil 5. Normal fonksiyon imajları
Şekil 3.Vasküler, ekstraksiyon ve ekskresyon fazlarını gösteren zaman aktivite eğrisi.
Şekil 6. Normal dinamik böbrek sintigrafisinin zaman aktivite eğrileri
Dinamik böbrek sintigrafisi endikasyonları
• Böbrek yetmezliğinin değerlendirilmesi
• Üst üriner kanal darlıklarının araştırılması (Diüretik renografi)
• Renovasküler hipertansiyon teşhisi (Kaptopril renografi)
• Renal transplantların takibi
• Transplantasyon öncesi vericilerin böbrek fonksiyonlarının araştırılması
• Ameliyat öncesi ve sonrası böbrek fonksiyonlarının değerlendirilmesi
• Split renal fonksiyonların (her iki böbreğin ayrı ayrı) saptanması
• GFR ölçümü
Şekil 4. Normal perfüzyon
Yukarıda belirtilen endikasyonlardan en önemlileri üriner kanal darlıklarının
(hidronefroz) değerlendirilmesi, renovasküler hipertansiyon teşhisi ve renal
transplantların takibidir.
53
54
Nefroüroloji •
• Doç. Dr. Bedii KANMAZ
Diüretik Renografi
Diüretik renografi çeşitli nedenlerle ekskresyon bozukluğu olan hastalarda
(üreteropelvik darlık gibi) uygulanır. Bu çalışmada çekim sırasında 20. dakikada
hastaya diüretik enjekte edilerek böbreklerin diüretiğe verdiği cevap görüntülenir. Diüretik sonrası toplayıcı sistemin aktiviteden arınıp aktivitenin mesaneye geçip geçmediğine bakılır. Toplayıcı sistemin aktiviteden arınması
dilatasyonu, aktiviteden arınmaması obstruktif üropatiyi düşündürür.
Diüretik renografinin en önemli endikasyonu antenetal hidronefrozdur. Bu
çocuklarda dinamik böbrek sintigrafisi ile split renal fonksiyonlarda zaman
içinde azalma olup olmadığına bakılır. Fonksiyonda azalma durumunda veya
diüretiğe yanıtın olmaması halinde hasta cerrahi tedaviye yönlendirilir.
Erişkinlerde hidronefrozun nedeni genelde ürolitiasistir, drenajın ve parankim fonksiyonunun değerlendirilmesi amacıyla diüretik renogram uygulanır.
Kaptopril Renografi
Kaptopril renografi renovasküler hipertansiyon teşhisinde kullanılır. Renal
arter darlığı hastalarda böbrek perfüzyonunun azalmasına yol açar. Bu nedenle
renin-anjiotensin mekanizması devreye girer. Anjiotensin II postglomerüler
arterde vazokonstriksiyona neden olarak glomerüllerin kan akımının bozulmasını engeller. Bu savunma mekanizmasını Kaptoprille bloke etmek mümkündür. Kaptopril konverting enzimi bloke ederek Anjiotensin II nin oluşmasını
engeller ve dolayısı ile glomerüllerden filtre edilen kan miktarı azalır ve böbrek
fonksiyonları bozulur.
Sekil 7. Solda bazal çalışma, sağda kaptopril çalışması. Kaptoprilli çalışmada renal
arter stenozu bulunan böbrekte zaman aktivite eğrisinin bozulduğu izleniyor.
TRANSPLANTE BÖBREK SİNTİGRAFİSİ
Transplant böbrek sintigrafisi ile özellikle erken dönemde transplant
fonksiyonları değerlendirilir. Kan akımı, parankim fonksiyonu, ve ekskresyon
(Şekil 8 ve 9) izlenerek akut rejeksiyon ile akut tübüler nekroz arasında ayırıcı
tanıya gitmek, üriner ve vasküler kaçakları saptamak sintigrafi ile mümkündür.
Dinamik böbrek sintigrafisinin transplant takibindeki önemi diğer görüntüleme
tekniklerindeki (Doppler ultrasonografi gibi) ilerlemelere rağmen halen devam
etmektedir.
Renal arter stenozundan şüphelenilen veya renal anjiografi ile darlık tesbit
edilmesine rağmen klinik sonucun görülmesi istenen hastalarda kaptopril
renografiye başvurulur.
İlk önce dinamik böbrek sintigrafisi çekilir. Birincisi kaptoprilsiz yapılan
bazal çalışmadır, diğeri ise çalışmadan 1 saat önce hastaya oral yoldan 50 mg
kaptopril verilerek yapılan kaptoprilli çalışmadır. Her iki sintigrafi birbiriyle
karşılaştırılır. Bazal çalışmada izlenen fonksiyonun kaptoprilli çalışmada
bozulması renal arter stenozu lehine değerlendirilir (Şekil 7).
55
Şekil 8. Transplantta normal perfüzyon
56
Nefroüroloji •
• Doç. Dr. Bedii KANMAZ
Şekil 9. Normal fonksiyon gösteren
transplant
Şekil 10. Vesikoüreteral reflü
TESTİS SİNTİGRAFİSİ
RADYONÜKLİD SİSTOGRAFİ
Vezikoüreteral reflünün değerlendirilmesinde kullanılan bir çalışmadır. Reflü
üreterovesikal valve mekanizmasındaki bozukluğa (konjenital, immaturite,
enfeksiyon) bağlı olarak ortaya çıkan bir patolojidir. Radyonüklid sistografi
iki türlü uygulanır:
Direkt radyonüklid sistografi: Hastaya mesane sondası takılır ve gamma
kamera altında sonda yoluyla Tc-99m mesaneye gönderilir. Daha sonra mesane
serum fizyolojikle doldurulur. Hastanın miksiyon ihtiyacı ile birlikte çekime
başlanır ve dinamik çekim hasta dayanamayacak duruma gelinceye kadar ve
daha sonra miksiyon sırasında devam eder. Aktivitenin üreterlere ve oradan
böbreğin pelvisine geçip geçmediğine bakılır.
İndirekt radyonüklid sistografi: Hastaya normal dinamik böbrek sintigrafisi
çekilir ve çalışma sonunda mesanede biriken aktivitenin üreterlere geçip
geçmediğine bakılır.
57
Nükleer tıbbın acil çalışmalarından bir tanesi akut ağrılı skrotumda akut
epididimit ile akut torsiyon arasında ayırıcı tanıya gitmektir. Testis torsiyonu
acil cerrahi müdaheleyi gerektiren bir durumdur. Torsiyondan sonraki ilk 6
saatte testis’in kurtarılma şansı %100 iken 12 saat sonra yapılan müdahalede
ancak % 20 dir, 24 saat sonra testis kesin kaybedilir.
Çekim tekniği: Sintigrafi sırasında penis yukarı kaldırılarak pubisin
üzerindeki deriye bir bantla yapıştırılır ve testislerin altına bacaklardan
gelebilecek arkaplan aktivitesini elimine etmek için bir kurşun plak yerleştirilir.
Tc-99m perteknetat bolus halinde i.v. enjekte edildikten sonra skrotumdan 1
dakika süreyle 2–3 saniyelik dinamik imajlar ve daha sonra statik kan havuzu
imajı alınır.
Akut epiditimitte kan akımı ileri derecede artmıştır. Testiste yoğun aktivite
tutulumu izlenir.
Akut testis torsiyonunda erken dönemde düşük perfüzyon geç dönemde
fotopenik alan ve çevresinde hiperemi mevcuttur. Testis çevresindeki
hipereminin nedeni internal pudental arterdeki artmış kan akımıdır. Bu arter
testisi çevreleyen dartosu besleyen damardır.
58
Nefroüroloji •
Kaynaklar
1. Tzu Chen Y, Cheng Keng G, Chyong HL: Lower genitourinary tract. In Biersack HS,
Freeman LM eds Clinical Nuclear Medicine. Berlin, Heidelberg 2007, Springer.
2. Taylor AT: Kidney. In Biersack HS, Freeman LM eds Clinical Nuclear Medicine. Berlin, Heidelberg 2007, Springer
3. Palmer ELScott JA, Strauss HW eds Practical Nuclear Medicine. Philadelphia,
London, Toronto, Tokyo. W.B.Saunders 1992.
59
60
• Doç. Dr. Metin HALLAÇ
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
I. Miyokart Perfüzyon Sintigrafisi
Miyokart perfüzyon sintigrafisi (MPS) radyofarmasötiklerin miyokart
içerisindeki dağılımını gösterir. Radyofarmasötiklerin miyokart tarafından
tutulması (ekstraksiyon fraksiyonu) koroner arter kan akımı ile orantılıdır.
Günümüzde MPS amacıyla en sık kullanılan kullanılan radyofarmasötikler Tl201 ve Tc-99m sestamibi (Tc-99m MIBI)’dir.
KARDİYOVASKÜLER SİSTEM
Doç. Dr. Metin HALLAÇ
1970’li yılların başlarında “equilibrium radyonuclide angiocardiography”
veya “gated blood pool imaging” yöntemlerinin geliştirilmesi ile sol ventrikül
duvar hareketleri ve ejeksiyon fraksiyonu (EF) gibi sol ventrikül fonksiyonlarının
non-invazif değerlendirilmesi mümkün olmuştur. Ardından Tl-201’in miyokart
perfüzyonunun görüntülenmesi amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. 1990’ların
başlarında miyokart perfüzyon görüntülemesi amacıyla Tc-99m ile işaretli
ajanlar, miyokart metabolizmasının değerlendirilmesi amavıyla ise Positron
Emission Tomography (PET) yöntemi kullanılmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler
ile birlikte nükleer kardiyolojik yöntemler sol ventrikül fonksiyonlarının
belirlenmesi, koroner arter hastalıkları’nın (KAH) tanısı, miyokart canlılığının
araştırılması, prognoz değerlendirmesi ve tedavi yönteminin belirlenmesi
amaçlarıyla günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadırlar.
MPS genellikle stres konumundaki miyokart perfüzyonu ile istirahat
konumundaki miyokart perfüzyonunun kombinasyonu şeklinde uygulanır. Stres
sırasında miyokardın artan oksijen gereksiniminin sağlanabilmesi için kardiyak
output artar. Ayrıca miyokardın artan oksijen gereksiniminin karşılanabilmesi
için koroner damarlar genişler ve koroner kan akımı artar. Ateroskleroza bağlı
koroner arter darlıklarında ise, hasta damarlar normal damarlar kadar
genişleyemez. Netice olarak stres sırasında daralmış koroner damarlar tarafından
kanlanan miyokart bölümleri normal damarlar tarafından kanlanan miyokart
bölümlerinden daha az kanlanır. Bu durum rölatif olarak daha az kanlanan
miyokart bölümlerinde normal miyokart bölümlerine göre daha az
radyofarmasötik tutulmasına, dolayısıyla daha az sayım vermesine yani
“hipoaktif” olarak izlenmesine neden olur.
1- MPS Endikasyonları
a. Koroner arter hastalığı tanısı
KARDİYOVASKÜLER SİSTEMİN
İNCELENMESİNDE NÜKLEER TIP YÖNTEMLERİ
Kardiyovasküler sistemin nükleer tıp yöntemleri ile değerlendirilmesi temel
olarak üç bölüme ayrılabilir:
I. Miyokart perfüzyonunun değerlendirilmesi
II. Miyokart metabolizmasının değerlendirilmesi
III. Sol ventrikül fonksiyonlarının first-pass radyonüklid anjiyografi ve MUGA
ile değerlendirilmesi
61
MPS en sık kullanıldığı endikasyon KAH’nın tanısıdır. KAH (KAH)
tanısında MPS’nin duyarlılığı ve özgüllüğü yaklaşık olarak %91 ve %87’dir.
Bununla birlikte KAH’dan şüphelenilen her hastadan rutin olarak MPS istenmesi
doğru bir yaklaşım değildir. MPS’nin klinik kullanımının iyice anlaşılması için
Baye’s teorisi üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Buna göre hastalar yaş,
cinsiyet ve semptomlarına göre KAH açısından düşük ihtimalli, orta ihtimalli
ve yüksek ihtimalli olmak üzere üç gruba ayrılırlar. MPS’nin tanıya en fazla
katkısı test öncesi KAH açısından orta ihtimalli grupta olmaktadır. Test öncesi
KAH ihtimalinin düşük veya yüksek olduğu grupta ise MPSnin tanıya önemli
bir katkısı bulunmamaktadır.
62
Kardiyovasküler Sistem •
• Doç. Dr. Metin HALLAÇ
bulgusunun izlenmesi yüksek risk grubunu gösterir. Benzer şekilde miyokart
enfarktüsü geçiren hastalarda geç dönemde yapılan MPS’inde iskemi
bulgusunun varlığı da yüksek risk grubunu göstermektedir.
MPS’nin KAH tanısındaki başlıca endikasyonları:
• KAH açısından orta veya düşük orta risk grubundaki hastalar
• KAH açısından düşük risk grubunda, ancak anormal veya şüpheli stres
EKG bulgusu olan hastalar
• Akut göğüs ağrısı olan, ancak EKG’si normal veya şüpheli olarak
değerlendirilen hastalar
• Koroner anjiografide koroner damarlarda saptanan sınırdaki darlığın
hemodinamik öneminin belirlenmesi ve revaskülarizasyon gerekliliğin
araştırılması
b. Prognozun Belirlenmesi
MPS’nin KAH tanısı dışında sık olarak kullanıldığı bir diğer durum da
prognoz değerlendirmesidir. MPS:
i. KAH olduğu bilinen ya da KAH’dan şüphelenilen kişilerde MPS ile iskemi
varlığı ve yaygınlığı saptanarak yüksek risk grubunda bulunan hastalar belirlenebilir. Yüksek risk grubundaki hastalar, yani kötü prognoza sahip olan hastalar
iskemik segment sayısının en yüksek olduğu hastalardır. MPS’de akciğerlerde
aktivite tutulumunun izlenmesi ve egzersize bağlı geçici sol ventrikül dilatasyonunun görülmesi de diğer kötü prognoz göstergeleridir. MPS ile sadece yüksek risk grubunda bulunan hastalar değil, aynı zamanda düşük riskli hastalar da
belirlenerek prognoz tayini yapılabilmektedir. KAH tanısı bilinen ya da KAH
şüphesi bulunan hastalarda MPS’nin normal olması kardiyak olay riskinin yıllık %1’in altında olduğunu gösterir. Benzer şekilde KAH açısından düşük risk
grubundaki kişilerde MPS’nin normal olması 9 yıl içerisinde kardiyak olay
geçirme ihtimalinin %1’in altında olduğunu gösterir.
ii. Miyokart enfarktüsü geçiren hastalarda sonraki dönemdeki prognozun
belirlenmesi tedavi yaklaşımı açısından önemlidir. Enfarktüs sonrası erken
dönemde yapılan submaksimal egzersiz - farmakolojik stres MPS yüksek yada
düşük risk grubundaki hastaların ayırt edilmesinde egzersiz EKG ve koroner
anjiografiden daha üstündür. Enfarktüs sonrası erken dönemdeki MPS’de iskemi
63
iii. Kararsız anjina pektoris miyokart enfarktüsü gibi ciddi kardiyak olayların
habercisi olabilir. Bu hastaların çoğunluğunda medikal tedaviye iyi yanıt
alınmakla birlikte yüksek riskli, dolayısıyla revaskülarizasyon gereken hastalar
MPS ile ayırt edilebilir.
iv. Gerek vasküler cerrahi girişimler öncesinde, gerekse de diğer nonkardiyak cerrahi girişimler öncesinde KAH açısından risk grubunda olan
hastaların belirlenmesinde MPS kullanılmaktadır. Ayrıca KAH tanısı bilinen
hastalarda da non-kardiyak cerrahi girişim öncesinde risk değerlendirmesi
amacıyla MPS kullanılmaktadır.
c. Miyokart Canlılığının Araştırılması
MPS’nin sık olarak kullanıldığı bir diğer durum da miyokart canlılığının
araştırılmasıdır. Burada karşımıza “hibernation” ve “stunning” kavramları
çıkmaktadır. Akut, tekrarlayan veya kronik iskemiler sonucunda miyokart ya
fibrozis-skara gider, ya da hibernasyon gelişerek sol ventrikül fonksiyonlarında
bozulma ile sonuçlanır. Yani hibernasyon gelişen miyokart, canlı ancak
kasılmayan miyokart anlamına gelmektedir. Hibernasyon gelişen miyokartta
perfüzyon bozulmuş, ancak metabolizma korunmuştur. Sol ventrikül fonksiyon
bozukluğuna bağlı kalp yetmezliği kardiyolojide ciddi bir sorundur. KAH ve
sol ventrikül fonksiyon bozukluğu olan hastaların bir kısmında revaskülarizasyon
sonrasında fonksiyonlarda düzelme izlenebilir. Revaskülarizasyon sonrasında
sol ventrikül fonksiyonlarında düzelme izlenen hastalar kasılma fonksiyonları
bozuk, ancak halen canlı miyokart dokusunun bulunduğu hastalardır. Ancak
ciddi sol ventrikül fonksiyon bozukluğu bulunan bu hastaların operasyonlarında
mortalite ihtimali yüksektir. Bu nedenle, bu hastalar operasyona alınmadan önce
canlı miyokart dokusunun varlığı gösterilmeli, dolayısıyla da uygulanacak
operasyondan yararlanma ihtimali ortaya konmalıdır.
64
Kardiyovasküler Sistem •
Akut miyokart enfarktüsü sonrasında miyokart ya fibrozis-skara gider, ya
da reperfüzyonun tekrar sağlanması ile birlikte stanning (stunning) gelişerek
sol ventrikül fonksiyonlarında bozulma ile sonuçlanır. Miyokart enfarktüsü
sonrasında miyokart segmentleri içerisinde canlı dokunun mevcudiyeti
revaskülarizasyonun gerekliliğini gösterir. Miyokart segmentleri içerisinde canlı
miyokart dokusunun bulunmadığı durumlarda ise medikal tedavi uygulanır.
• Doç. Dr. Metin HALLAÇ
görüntüler redistribüsyonun göstergesi olup, hücre membran bütünlüğünü yani
Na-K ATP’az pompasının metabolik bütünlüğünü yansıtır. Netice olarak Tl201 ile yapılan MPS’nde tek enjeksiyon yapılmakta olup, enjeksiyondan hemen
sonra alınan görüntüler perfüzyonun, geç alınan görüntüler ise hücre membran
bütünlüğünün bir göstergesidir.
b.Tc-99m sestamibi (Tc-99m MIBI)
A. Radyofarmasötikler
a. Talyum 201- klorid
Miyokart perfüzyonunun gösterilmesi amacıyla ilk kullanılmaya başlanılan
radyonüklid olması ve halen en sık kullanılan ajanlardan birisi olması nedeniyle
MPS birçok kişi tarafından “talyum testi” olarak da bilinmektedir. Tl-201 bir
potasyum analoğudur ve biyolojik özellikleri potasyuma benzer. İntravenöz
olarak verildiğinde K+ gibi aktif olarak Na-K ATP’az transport sistemi ile
kısmen de kolaylaştırılmış difüzyon ile hücre membranını geçerek hücre içerisine
girer.
İntravenöz olarak enjekte edilen Tl-201’in koroner arterlerden ilk geçişi
sırasında miyokartta tutulma oranı (ilk geçiş ekstraksiyon fraksiyonu) Na-K
ATP’az pompasının metabolik bütünlüğüne bağlı olarak yaklaşık %85’dir.
Miyokartta ilk geçiş ekstraksiyon fraksiyonunun %85 olmasına karşın total
olarak enjekte edilen Tl-201’in ancak %3-6’sı miyokart tarafından tutulur.
Maksimal stres sırasında enjekte edilen Tl-201 ilk 5 dakika içerisinde miyokartta
pik konsantrasyona ulaşır. Dolayısıyla maksimal stres sırasında uygulanan Tl201 enjeksiyonundan 5 dakika sonra alınmaya başlanılan görüntüler stres
sırasındaki miyokart perfüzyonunu, yani dolaylı olarak koroner arter kan akımını
gösterir.
Enjeksiyondan 10–15 dakika sonra ise gerek miyokart, gerekse de diğer
organlarda tutulmuş olan Tl-201 serbestleşerek “washout” tekrar kan akımına
geçer. Kan dolaşımına katılan Tl-201’in tekrar miyokart tarafından aktif olarak
tutulmasına ise redistribüsyon denir. Tl-201 enjeksiyonundan 3 saat sonra alınan
65
Tc-99m, nükleer tıp bölümlerinde hemen her zaman bulunabilen nispeten
ucuz bir radyoaktif maddedir. Tc-99m’in yarı ömrü 6 saat olup, Tl-201’e göre
(74 saat) kısmen daha kısa yarı ömre sahiptir. Bu özelliği sayesinde Tl-201’e
göre çok daha yüksek dozlarda güvenle uygulanabilmektedir. Ayrıca enerjisi
140 keV olup, Tl-201’e göre daha yüksektir. Bu iki özelliği sayesinde Teknesyum
ile işaretli ajanlar ile yapılan MPS’de Tl-201’e göre daha yüksek kalitede imajlar
elde edilmektedir. Ayrıca EKG ile senkronize gated görüntüleme yapılarak,
miyokart duvar hareketleri sinematografik olarak izlenebilmekte ve sol ventrikül
EF (EF) hesaplanabilmektedir.
Tc-99m MIBI, lipofilik katyon olup pasif yolla hücre içerisine, oradan da
yine pasif yolla mitokondri içerisine girer. Tc-99m MIBI’nin miyokartta ilk
geçişteki ekstraksiyon fraksiyonu yaklaşık %60’tır. Tl-201 ile karşılaştırıldığında
minimal redistribüsyona sahiptir. Bu nedenle teknesyum ile işaretli ajanlarla
yapılan miyokart perfüzyon sintigrafilerinde genellikle iki ayrı enjeksiyon
yapılmaktadır.
B. Hasta Hazırlığı
MPS için hastalar gece yarısından itibaren aç olarak gelirler. Egzersiz testine
bağlı olarak iskemi gelişebileceği ve nitrogliserin uygulaması gerekebileceği
dikkate alınarak hastaların Viagra kullanmaları 48 saat öncesinden bıraktırılır.
Viagra kullanan hastalarda nitrogliserin kullanılması ölümcül hipotansiyona
neden olabilir. Bunun dışında MPS öncesi hasta hazırlığındaki dikkat edilmesi
gereken hususlar temel olarak uygulanacak stres testine göre değişmektedir.
66
Kardiyovasküler Sistem •
Egzersiz stres testi uygulanacak hastalarda beta blokerler (72 saat), kalsiyum
kanal blokerleri (48-72saat) ve nitrat grubu (12 saat) ilaçlar istisnai durumlar
dışında test öncesi kesilirler. Beta bloker grubu ilaçlar egzersiz sırasında
maksimal kalp hızına ulaşılmasını engelleyebilirler. Kalsiyum kanal blokerleri
ve nitrat grubu ilaçlar ise kardiyak iskemiyi engelleyebilirler veya
baskılayabilirler. Çeşitli nedenlerle bu ilaçlar kesilemeyebilir. Bu durum raporda
belirtilmeli ve rapor sonucunun yorumlanmasında dikkate alınmalıdır. Bazı
durumlarda ise medikal tedavinin iskeminin engellenmesinde yeterli olup
olmadığını değerlendirmek amacıyla belirtilen ilaçlar kasten kesilmeyebilir.
Ayrıca egzersiz stres testi planlanmış olan hastada çeşitli nedenlerle farmakolojik
stres testi gerekliliği ortaya çıkabileceği ihtimali dikkate alınarak kafein içeren
içecekler ile teofilin içeren ilaçlar test öncesi kesilir.
Farmakolojik stres testi olarak dipiridamol veya adenozin uygulanacak
hastalarda test öncesinde kafein içeren içecekler ile teofilin grubu ilaçlar kesilir.
Ayrıca dipiridamol veya adenozin farmakolojik stres testlerinin astmatik
hastalarda kontrendike olduğu unutulmamalıdır. Farmakolojik stres testi olarak
dobutamin tercih edilen hastalarda ise beta bloker grubu ilaçlar yeterli kalp
hızına ulaşmayı engelleyebileceğinden dolayı kesilmeleri gerekebilir.
• Doç. Dr. Metin HALLAÇ
vazodilatasyon yapar ve miyokart kan akımı artırır. Farmokolojik stres olarak
dipiridamol ve adenozin uygulanamayan hastalarda ise farmakolojik stres testi
olarak bir beta-agonisti olan dobutamin kullanılır.
a. Tl-201 ile MPS
Tl-201 ile standart görüntüleme protokolü stres-redistribüsyon yöntemidir.
Bu yöntemde maksimal stres sırasında (egzersiz veya farmakolojik stres) Tl201 enjeksiyonu yapılır. Enjeksiyondan 5 dakika sonra stres görüntüleri elde
edilir. Enjeksiyondan 3 saat sonra ise redistribüsyon görüntüleri elde edilir.
Görüntüler SPECT görüntüleri olup, kalbin kısa eksen (aksial), vertikal uzun
eksen (sagital) ve horizontal uzun eksen (koronal) olmak üzere 3 ayrı eksende
tomografik kesitleri elde edilir (Resim 1). Daha sonra her bir eksendeki stres
ve istirahat görüntüleri alt alta getirilerek perfüzyon değerlendirilir. Eğer herhangi bir defekt izlenmiyorsa normal perfüzyon (Resim 2a, 2b, 2c); stres görüntülerinde bir defekt izleniyor ve bu defekt redistribüsyon görüntülerinde düzeliyorsa (reversible perfüzyon defekti) bu görünüm iskemi (Resim 3a, 3b, 3c);
stres görüntülerinde izlenen defekt redistribüsyon görüntülerinde de devam
ediyorsa (sabit perfüzyon defekti) bu görünüm skar veya ağır iskemi lehine
değerlendirir (Resim 4a, 4b, 4c). Skar/ağır iskemi (canlı doku, hibernasyon
veya stunning) ayırımında ise ilave görüntüleme yöntemleri geliştirilmiştir.
C. Yöntem
MPS, sıklıkla stres MPS ile istirahat MPS’nin kombinasyonu şeklinde yapılır.
Stres testi olarak sıklıkla treadmil egzersiz testi uygulanır. Maksimal strese,
yani hedef kalp hızının (220-yaş= maksimal hedef kalp hızı) %85’inin üzerine
çıkıldığında radyonüklid enjeksiyonu yapılır.
Farmakolojik stres testi ise kardiyak nedenlerle veya periferik vasküler nöromüsküler hastalıklar gibi nonkardiyak nedenlerle egzersiz yapamayan
hastalarda, sol dal bloğu bulunan hastalarda, egzersize kalp hızı yanıtını etkileyen
ilaç kullanan hastalarda, treadmil ile maksimal hedef kalp hızının %85’ine
ulaşamayan hastalarda ve akut miyokart enfarktüsü sonrası erken dönemlerde
uygulanır. Adenosin ülkemizde bulunmadığından dipiridamol en sık olarak
uygulanmaktadır. Dipiridamol, adenozin üzerinden koroner arterlerde
67
Bunlardan biri standart stres-redistribüsyon görüntülerine ek olarak 8–24.
saatte alınan “geç redistribüsyon” görüntülerinin alınmasıdır. Bir diğeri de stresredistribüsyon görüntülerinden hemen sonra tekrar Tl–201 enjeksiyonu
yapılarak “reinjeksiyon” görüntülerinin alınmasıdır. Standart stres-redistribüsyon yöntemlerinde izlenen sabit defektler geç redistribüsyon veya reinjeksiyon görüntülerinde de devam ediyorsa skar, düzeliyorsa canlı doku lehine
değerlendirilir. Tl–201 miyokartta tutulumu Na-K ATP’az aktivitesini,
dolayısıyla hücre membran bütünlüğünü ve miyokart canlılığını gösterir. Tl–
201 ile yapılan miyokart canlılığı çalışmalarında FDG PET uygulamalarına
yakın sonuçlar elde edilmiştir.
Tl-201 ile yapılan bir diğer görüntüleme yöntemi ise “istirahat-redistribüsyon” görüntülemesidir. Bu yöntem klinik durumu nedeniyle egzersiz veya
68
Kardiyovasküler Sistem •
farmakolojik stres testi yapılamayan hastalarda miyokart canlılığının araştırılmasında kullanılır. İstirahatta Tl-201 enjeksiyonundan 30 dakika sonra istirahat
görüntüleri alınır. Enjeksiyondan 3–4 saat sonra da redistribüsyon görüntüleri
alınarak miyokart canlılığı değerlendirilir.
• Doç. Dr. Metin HALLAÇ
FDG (F-18 Florodeoksiglikoz) bir glikoz analoğu olan D-glikozun bir siklotron ürünü olan 110 dakika fiziksel yarı ömre sahip F-18 ile işaretlenmesiyle
elde edilir. FDG hücre içerisine girdikten sonra glikolizin ilk aşaması olan
hekzokinaz enzimi vasıtasıyla fosforillenerek FDG-6-fosfata dönüşür. FDG-6fosfat glikolizin diğer aşamalarına katılamaz ve hücre içerisinde birikir.
b- Tc-99m MIBI ile MPS
Tc-99m MIBI ile yapılan MPS’de stres ve istirahat olmak üzere iki ayrı
enjeksiyon yapılması gerekmektedir. Tc-99m MIBI MPS’de değişik görüntüleme protokolleri uygulanmakla birlikte en sık aynı gün stres-istirahat görüntülemesidir. Stres sonrası Tc99m MIBI enjeksiyonu yapılır ve 15–30 dakika
kadar sonra stres görüntüleri alınır. Stres görüntüleri alındıktan 3 saat kadar
sonra daha yüksek dozda Tc-99m MIBI enjekte edilir ve 30–90 dakika kadar
sonra istirahat görüntüleri alınır. Tl-201 sintigrafisinde olduğu gibi stres ve
istirahat görüntüleri alt alta getirilerek değerlendirme yapılır.
II. Miyokart metabolizması
Miyokart metabolizması değerlendirilmesi miyokart canlılığının belirlenmesi açısından önem taşımaktadır. Miyokart canlılığı için altın standart revaskülarizasyon sonrasında sol ventrikül fonksiyonlarının düzelmesidir. Miyokart
canlılığının araştırılmasında Tc-99m MIBI sintigrafisi de önemli bilgiler vermekle birlikte günümüzde en sık kullanılan nükleer tıp yöntemleri Tl-201 MPS
(geç redistribüsyon veya reinjeksiyon yöntemleri) ve FDG PET uygulamalarıdır.
a. FDG PET
Açlıkta ve aerobik şartlarda miyokart hücreleri enerjilerini oksidatif yolla
sağlarlar ve temel enerji kaynakları yağ asitleridir. Çalışan bir miyokardın enerji
gereksiniminin %65-70’i yağ asitlerinden, %15-20’si ise glikozdan elde edilir.
Ayrıca daha düşük oranlarda laktat, prüvat, aminoasitler gibi maddeler de enerji
kaynağı olarak kullanılmaktadır. Toklukta plazma insülin düzeyinin artması,
glikoz metabolizmasının uyarılması ve lipolizin inhibe olması sonucunda miyokarda ulaşan serbest yağ asidi miktarı azalır. Anaerobik koşullarda, yani iskemi
durumlarında ise miyokart hücreleri enerjilerini anaerobik glikoz metabolizması
olan glikoliz yoluyla sağlarlar.
69
Onkolojik amaçlı FDG PET uygulamalarının aksine kardiyak FDG PET
tetkiki toklukta yapılır. Testin toklukta yapılmasının yanı sıra miyokardın glikoz
tüketimini artırmak amacıyla çeşitli uygulamalar yapılır. Test öncesi “glikoz
yüklemesi” en sık kullanılan yöntemdir.
Ağır iskemilerde (stunning veya hibernasyon) miyokart hücreleri enerji
gereksinimlerinin az bir miktarını anaerobik yolla glikozdan sağlar. Bu düşük
düzeylerdeki enerji miyokardın canlılığının korunması için yeterli olmakla
birlikte, kontraksiyonların sağlanması için yeterli olmamaktadır. FDG PET
görüntülemesi miyokart canlılığının değerlendirmesinde nükleer tıp yöntemleri
arasında altın standart olarak kabul edilmektedir. PET görüntülerinde miyokart
segmentlerinde FDG tutulumunun izlenmemesi skar lehine değerlendirilir.
Kontraksiyon göstermeyen miyokart segmentlerinde FDG’nin normal tutulması
veya normal miyokart segmentlerine göre %50’nin üzerinde FDG tutulumunun
olması canlılığın göstergesidir. Rutin klinik uygulamalarda miyokart canlılığının
araştırılması istirahatta miyokart perfüzyon görüntülemesi yapılması, sonrasında
FDG PET yapılarak perfüzyon defektinin olduğu segmentlerde FDG
tutulumunun olup olmadığının araştırılmasına dayanmaktadır. Perfüzyon defekti
olan miyokart segmentlerinde FDG tutulumu olmaz ise (metabolizma yokluğu)
skar, perfüzyon defekti olan segmentlerde FDG tutulumu olursa canlı doku
lehine değerlendirilir.
III. First-pass Radyonüklid Anjiokardiyografi ve MUGA ile Sol Ventrikül
Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi
First-pass radyonüklid anjiokardiografide periferik venden radyofarmasötik
enjeksiyonu ile birlikte ajanın vena kavadan sağ atriuma, sağ ventriküle, pulmoner arterlere, akciğerlere, sol atriuma, sol ventriküle, aortaya ve büyük damarlara
geçişleri sırasında dinamik görüntüler alınır. First-pass radyonüklid anjiografi
70
Kardiyovasküler Sistem •
ile ise sol ventrikül EF’na ek olarak MUGA’da hesaplanamayan sağ ventrikül
EF da güvenle hesaplanabilir. First-pass radyonüklid anjiyografide ayrıca
ventrikül fonksiyonlarının değerlendirilmesi, kalp kapak hastalıklarında
prognoz-cerrahi girişim gerekliliğinin belirlenmesi ve soldan sağa şantların
saptanması ve kantifikasyonu vb hakkında önemli bilgiler vermektedir. Ancak
ekokardiyografinin gelişmesi ve yaygınlaşması ile birlikte günümüzde fazla
kullanılan bir yöntem değildir.
MUGA, radyonüklid ventrikülografi olarak da bilinmekte ve sol ventrikül
fonksiyonlarının değerlendirilmesinde altın standart olarak kabul edilmektedir.
Görüntülemede Tc-99m ile işaretli eritrositler kullanılmaktadır. Eritrositleri
işaretlemede hastaya önce iv olarak kalay klorür (PYP) enjekte edilir. Birkaç
dakika bekledikten sonra diğer koldan Tc-99m enjekte edilir. Daha donra EKG
rehberliğinde her bir kardiyak siklusta 8–32 görüntü alınarak görüntüleme
gerçekleştirilir. MUGA ile duvar hareketleri izlenerek EF, ventrikül büyüklükleri
vb parametreler hesaplanabilir. First-pass radyonüklid anjiokardiyografi yönteminde olduğu gibi ekokardiyografinin yaygınlaşması ile birlikte MUGA’nın
da klinik kullanımı eski sıklığını kaybetmiştir.
Kaynaklar:
1. Russell R R, Zaret B L. Nuclear Cardiology: Present and future. Cur Probl Cardiol,
2006; 31:557-629.
2. Taylor A, Schuster D M, Alazraki N: A Clinician’s Quide to Nuclear Medicine.
İstirahaton, Society of Nuclear Medicine, 2003.
3. Dilsizian V, Narula J, Braunwald E: Atlas of Nuclear Cardiology. Philadelphia, Current Medicine, 2003.
4. Thtall J H, Ziessman H A: The Requisites Nuclear Medicine. Missouri, Mosby, 2001.
5. Binak K, İlerigelen B, Sırmacı N, Önsel Ç: Teknik kardiyoloji.
71
72
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
Yaklaşık 3 aylık fetüste hormon sentezi başlar. Tiroit bezi folikül hücrelerinde
kolloid içine aldığı iyodu peroksidaz enzimi ile organifiye ettikten sonra tiroglobuline yapışık tirozin molekülüne bağlayarak (monoiyodotirozin-MIT ve
diiyodotirozin-DIT) T4 (DIT+DIT) ve T3 (DIT+MIT) hormonlarını üretir. Bu
hormonlar tiroglobulinden proteolizis ile ayrılarak TSH etkisi ile kana salınır.
Serumdaki tiroit hormon değerleri ile TSH arasında negatif feedback
mekanizması geçerlidir.
ENDOKRİN SİSTEM
Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
T4 vücutta 5´deiodinaz enzimi ile T3’e dönüşür. Periferde etkili hormon
T3’dür. Kalsitonin hormonu da serum kalsiyum (Ca) düzeyine göre tiroit içindeki
parafoliküler ‘C’ hücrelerinden salgılanır.
TİROİT BEZİ
Tiroit bezi hastalıklarının tanısında ve tedavisinde Nükleer Tıp’ın çok özgün
ve önemli bir yeri vardır. Türkiye’de tiroit hastalıklarının sık görülmesi bu önemi
daha da arttırmaktadır. Araştırmalara göre yurdumuzda her 2-3 kişiden birinde
tiroit hastalığına rastlanmaktadır. Hastalığın türüne göre değişmekle beraber,
tüm dünyada olduğu gibi kadınlarda tiroit hastalığı görülme sıklığı ülkemizde
de erkeklere oranla daha fazladır.
TİROİT HASTALIKLARINDA KULLANILAN
TANI YÖNTEMLERİ
A. In-Vitro Tiroit Fonksiyon Testleri
a. T4, T3 ve serbest formları fT4, fT3
Tiroit embriyolojik olarak farenksin ön bölümünde oluşur ve tiroglossal
kanaldan aşağı iner. Tiroit normal olarak iki lob ve bunları birleştiren isthmus’dan oluşur ve boyun ön bölümünde 2. ve 3. trakea halkasını sarar (Resim
1). 15–25 gr ağırlığındadır. Her bir lob 4–4.5 cm uzunluğunda, 2–2.5 cm
çapında, isthmus ise 2 cm eninde ve 0.5
cm kalınlığındadır.
Superiyor tiroit arterleri eksternal
karotislerden, inferiyor tiroit arterleri ise
subklavian arterin tiroservikal dalından
beslenir. Üst, orta ve alt venleri vardır.
Rekürren larengeal sinir alt, superiyor
üst artere komşudur. Lenfatik drenajı orta hatta santral kompartmana, her iki
servikal derin lenfatiklere ve supraklaviküler lenf istasyonlarına olur.
Önceleri radioimmünoassay ile, günümüzde ise ELISA veya kemilüminesan
testler ile ölçülür. Artmaları kabaca hipertiroidi, azalmaları ise hipotiroidi veya
tiroidit lehinedir. Etkili hormon olan T3 sürekli T4’den dönüştürüleceğinden
erken hipotiroidi tanısında duyarsızdır.
Monodeiyodinasyon ile T4’ün % 35’i T3’e; % 42’si rT3’e (reverse T3)
dönüşür. Kronik hastalıklarda ve belirgin açlıkta, akut hastalıklar esnasında,
cerrahi uygulamalar ve sonrasında, antitiroit ilaç, kortikosteroid, amiodaron ve
propranolol kullananlarda T4’ün T3’e dönüşümü azalır. Yaşlılıkta, fetal dönemde
ve neonatalde T4’ün T3’e dönüşümünün azaldığı belirtilmiştir. Hasta ötiroit
sendromunda düşük T3 yüksek rT3, normal T4 ve TSH bulunur.
Bazı kişilerde T4 direnci de gözlenebilir. Bu durumda T4 ve TSH birlikte
yükselir. Birinci tipi ailesel olup dokularda direnç olduğundan hasta genellikle
ötiroiddir. İkinci tipinde ise hipofizde direnç vardır ve hastalar hipermetaboliktir.
Resim 1. Tiroit bezi ve anatomik
pozisyonu
73
74
Endokrin Sistem •
Serbest tiroit hormonları (fT4 ve fT3) ölçümleri aslında gerçek serbest hormon ölçümleri değildir. Bu testler bağlayıcı proteinlerle ilişkili olup aslında
tahmini serbest hormon olarak adlandırılmaları gerekir. Total hormonlar yerine
serbest formları istemenin tek nedeni total hormon testlerinde tanısal doğruluğu
etkileyebilen protein bağlanma anormallikleri olan hipo- veya hipertirodi hastalarında tanısal değeri arttırmaktır. Ne yazık ki günümüzde kullanılan serbest
hormon testleri de index formları da dahil olmak üzere yanlış sonuçlar verebilmektedir.
b. TSH (Thyroid Stimulating Hormone)
Tiroit bezini uyararak hormon sentezini başlatır. Tiroit hormonlarının hipofiz
üzerindeki negatif feedback etkisi ile artar veya azalır. Artması hipotiroidi,
azalması hipertiroidi lehinedir. l-tiroksin supresyonu ile takip altındaki hastalarda dozaj ayarlanması için kullanılan bir parametredir.
c. TRH (Thyrotropin Releasing Hormone)
TSH salgısını ayarlayan ve hipotalamustan salgılanan bir hormondur. Test
amacı ile kullanıldığında intravenöz enjeksiyonundan önce ve 30 dakika sonra
TSH düzeylerine bakılarak primer veya sekonder hipertiroidi tanısında kullanılır.
Eğer sekonder yani hipofizer hipotiroidi söz konusu ise TRH uyarısına yeterli
TSH yanıtı gerçekleşmez. Normalde TRH uyarısı sonrasında TSH düzeyinin
bazal ölçüm değerinden 8.5-20 µIU/mL kadar artması beklenir. Tersiyer
hipotiroidi de ise TRH salgısı normalden düşüktür.
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
Pentagastrin veya pentagastrin-Ca provokasyonu duyarlılığı arttırır.
Pentagastrin provokasyonu ile kalsitonin düzeyi normal sağlıklı kişilerin
%80’inde 10 ng/L, genel popülasyonun ise %95’inde 30 ng/L’nin altındadır.
Normal erkeklerde kadınlara oranla daha yüksektir. 100 ng/L’den yüksek
değerler patolojik olup medüller kanser kuşkusu doğurur. Hastada MEN2
sendromu ile uyumlu genetik değişiklikler varsa 30-100 ng/L arası değerler Chücre hiperplazisi veya mikrokarsinom açısından anlamlıdır. RET mütasyonu
olan bir kişide provoke edilemeyen kalsitonin saptanması ileri yaşlarda ortaya
çıkabilecek medüller kanser olasılığını ekarte ettirmez. MEN2 hastası çocuklarda pentagastrin provokasyonu ile tanısal kalsitonin ölçümü için en uygun
yaş belirlenmemiştir. Yaklaşık 4-5 yaşında, palyatif total tiroidektomi yapılana
kadar yılda bir kez yapılması tavsiye olunur.
Kalsiyum stimülasyon testi ile eğer kalsitonin düzeyi 100 ng/L’nin üzerine
çıkarsa C-hücre hiperplazisinden şüphelenilir. Bu testin medüller kanser tanısı
için daha az duyarlılığı olduğu bildirilmiştir. Kalsiyum infüzyonu altında pentagastrin testinin yapılmasının duyarlılığı arttıracağı da savunulmaktadır.
Medüller kanserlilerde serum kalsitonin değerleri ameliyat öncesi ve ameliyattan 6 ay sonra ölçülmelidir. Ameliyat öncesi ilk ölçüm en erken 2 hafta
sonra yapılmalıdır. Kalsitonin değerleri saptanamayacak düzeylerde ise medüller
kanser veya rezidüel dokunun olmadığı düşünülebilir.
e. Karsinoembriyonik Antijen (CEA)
d. Kalsitonin
Vücutta birçok nöroendokrin dokulardan da salgılanmakla beraber en fazla
tiroitin parafoliküler C-hücrelerinden salgılanır. C-hücre hiperplazisi veya bu
hücrelerin habis şekli olan medüller tiroit kanseri tanısında kullanılır. Normal
kişilerde ve medüller kanser ve diğer tiroit kanseri olguları dışındakilerde serum düzeyi 10 ng/L altındadır. Hafif yükselmelerine otoimmün tiroit hastalıklarında (Tiroiditler, Basedow hastalığı) rastlanılabilir. Tiroit dışı hastalıklardan
böbrek yetmezliği, hiperkalsemi, hipergastrinemi, akut akciğer enfeksiyonları,
diğer lokal veya generalize sepsis durumlarında da yükselebileceği unutulmamalıdır.
75
Medüller tiroit kanserinin diğer bir belirtecidir. Yüksekliği kötü prognozu
belirtir.
f. RET Proto-Onkojen ölçümü
MEN2 sendromlu hastaların aile bireylerinin 10. kromozomunda meydana
gelebilecek farklı mutasyonların RET Proto-Onkojenini aktive edeceği
gösterilmiştir.
76
Endokrin Sistem •
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
g. Tiroit antikorları
B. In-Vivo Tiroit Fonksiyon Testleri
TT (Tiroit tiroglobulin-Anti Tg), TM (Tiroit mikrozomal-Anti TM), TPO
(Tiroit peroksidaz-Anti TPO), TSH reseptör antikorları (TRAb) otoimmün tiroit
hastalıklarında (Hashimoto, Graves) yükselir.
h. Tiroglobulin
Tiroit hücresi içinde tiroit hormonlarının bağlı bulunduğu protein molekülüdür. Hormonların üretildiği her türlü dokuda yer alır. Dolayısı ile tiroit dokusunun indirekt göstergesidir. Bu özelliği nedeni ile totale yakın tiroidektomi
ameliyatından sonra radyoiyot ablasyonu ile tedavi görmüş hastalarda tiroglobülin (Tg) değerlerinin geride kalan dokuyla orantılı olarak düşmesi beklenir.
Değerlendirilen hastalarda TSH supresyonu yapılmaması tercih edilir. İyot
alımından etkilendiğinden her hasta ve klinik için normal limitlerin özel olarak
belirlenmesi önerilmekle beraber kabaca 2 ng/ml normalin üst sınırı olarak
kabul edilmiştir. Tedavi sonrası differansiye tiroit kanseri hastaları için normal
limit yoktur. Tedavi sonrası değişiklikler TSH, Anti-Tg ve/veya Anti TPO
düzeylerine bağımlı olup tümör veya geride kalan normal tiroit dokusu ile
ilgilidir. Bu bilgiler ışığında izlenmesi gereken en mantıklı yol, supresyon altında
bakılan ardışık testlerde değişikliklerin izlenmesi olacaktır. Neoplazi dışı
hastalıklarda da, özellikle guatr ve hipertiroidi durumlarında, tiroidit veya tiroit
girişimlerinden (tiroidektomi, biyopsi, vb.) sonra yüksektir. Tirotoksikozis
factitia (l-tiroksin tableti alımına bağlı tirotoksikoz) olgularını gerçek
hipertiroididen ayırmada kullanılır. Tiroglobulin değerleri için fikir edinmek
üzere aşağıdaki tablo kullanılabilir.
Tg µg/L (ng/ml)
3 - 40
1.5 - 20
< 10
<2
Hastanın durumu
a. T3 supresyon testi
Bazal şartlarda yapılan I-131 uptake testi sonrasında hastaya 8 gün süresince,
günde üç defa, 25 µg T3 (Cynomel veya Tiromel tablet) oral olarak verilir. T3
verilmesinin 7. günü I-131 içirilerek, 24 saatlik uptake testi tekrarlanır. TSH’ya
bağımlı tiroit nodüllerinde supresyon gözlenirken otonom çalışan nodüllerde
supresyon gerçekleşmez. Normal T3 supresyon testi bulgusu tiroit uptake’inin
bazale göre %50’den fazla düşmesidir. Şüpheli otonom nodüllerin ve sınırda
Graves hastalığının tanısında kullanılır. Graveste antijenik stimülasyon nedeniyle
T3 ile supresyon oluşmaz.
b. Perklorat kovma testi
Hipotiroidi ve guatrı olan hastalarda tiroit hormon üretimindeki enzim
defektinin (dishormonogenezis) tanısında kullanılır. Enzim defekti olmayan
hastalarda verilen iyot birkaç dakikada T3 veya T4 hormonu şeklinde organda
depolanır. Enzim defekti olan hastalarda bu süre çok uzar. İyot tiroit dokusunda
kalır ve perklorat gibi yüksek molekül ağırlıklı anyonlar verilince organifiye
olmayan bu iyot tiroidden atılabilir. 2 saatlik I-131 uptake testi yapıldıktan
sonra hastaya cocuk ise 0,5 gr, erişkin ise 1 gr sodyum veya potasyum perklorat
verilir ve en erken 30 dk sonra uptake tekrar ölçülür. Normal olgularda uptake
değerindeki düşme % 10’dan azdır. % 10’u geçen değer organifikasyon defektini
(dishormonogenezisi) gösterir. Konjenital hipotiroidi tanısında endikedir.
c. TRH sitimülasyon testi
Normal kişilerde 0,5 mg TRH, TSH salınımını 3-5 kat artırır. Eğer TRH IV
verildikten 30 dk sonra alınan serum TSH ölçümlerinde, TSH bazale göre 5
üniteden fazla yükseliyorsa normal olarak kabul edilir. Sekonder hipotiroidizm
tanısında kullanılır.
Normal tiroit bezi standardı (TSH 0.4-4.0 mIU/L)
Supresyon altında tiroit bezi (TSH <0.1 mIU/L)
Subtotal tiroidektomililer (TSH < 0.1 mIU/L)
Totale yakın tiroidektomililer (TSH < 0.1 mIU/L)
77
78
Endokrin Sistem •
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
d. Rekombinant insan TSH (rhTSH)
b. Tiroit Sintigrafisi
Özellikle tiroit kanseri hastalarında klasik takip esnasında duyarlılığı
arttırmak için tümör belirteçleri, l-tiroksin ile bağımlı TSH baskısı kaldırıldıktan
sonra yapılmaktadır. Bu durum hastayı derin hipotiroidiye sokmakta ve çeşitli
morbiditelere yol açmaktadır. Günümüzde DNA polimerizasyon yöntemleri ile
elde edilen insan TSH’sı enjeksiyonu ile bu tip hastalarda ya supresyona hiç
ara vermeden, ya da bir hafta ara verilerek tümör belirteçlerinin düzeyleri
belirlenebilmekte ve diğer tanısal yöntemler uygulanabilmektedir.
e.Tiroit Uptake Testi
Tiroit fonksiyonunun kantitatif ölçüsüdür. Verilen standart bir radyoiyot
dozunun belli bir zaman içerisinde tiroit bezi tarafından tutulan yüzdesini
gösterir. 4 ve 24 saatlik ölçümler yapılır. Hipertiroidide artar hipotiroidi ve
tiroiditte azalır.
En çok kullanılan radyonüklid Tc-99m perteknetat’tır (Tc-O4). İyot
radyoizotopları da kullanılabilir. Tc-99m, iyot molekülü gibi tutulur ancak
organifiye olmaz. I–131 veya I–123 ise hem tutulur hem de organifiye olarak
tüm fonksiyonu gösterir. I–123 siklotron ürünü olduğundan pahalı ve kısa
ömürlüdür. I–131 ise yüksek radyasyon dozu ve kötü görüntü kalitesi nedeni
ile metastatik hastalık taramaları dışında pek kullanılmaz.
Normal sintigrafide her iki lob alt pollerinden birbirine yaklaşan elipsoid
yapılar ve bunları birleştiren ince bir isthmus görüntülenir. Tükürük bezleri ve
ağız mukozası ile özofagus da çevrede seçilebilir. Piramidal lob %10 hastada
görülebilir (Resim 2).
C. TİROİT GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ
• Konvansiyonel radyografi
• Sintigrafi-Planar, SPECT, PET
Resim 2. Normal tiroit sintigrafisinde kullanılan anterior, sağ ön ve
sol ön oblik pozisyonlara ait sintigrafik görüntüler.
• Anatomik görüntüleme yöntemleri: Ultrasonografi, Bilgisayarlı
Tomografi, Manyetik Rezonans Görüntüleme
• Hibrid görüntüleme yöntemleri: PET/BT, SPECT/BT
Hipertiroidi ve Basedow Graves hastalığında tiroidin boyutları ve aktivite
tutulumu homojen olarak artar, piramidal lob çoğunlukla belirginleşir
(Resim 3).
a. Radyografi
Basit radyografide tesadüfen ortaya çıkan kalsifikasyon alanları ile daha
önceden farkedilmemiş yer kaplayan bir tiroit kitlesi saptanabilir. Ya da başka
amaçla çekilen bir akciğer filminde bir yumuşak doku dansitesi şeklinde veya
trakeayı iten bir tiroit hiperplazisi gözlenebilir. Özellikle tiroit hastalığı tanısı
için radyografik inceleme istenmez.
79
Resim 3. Boyut artışı ile birlikte aktivite tutulumunda artış saptanan
tiroit sintigrafisi bulguları.
80
Endokrin Sistem •
Hipotiroidi veya tiroiditlerde aktivite tutulumu azalır, boyutlar değişkendir
(Resim 4). Dışarıdan tiroit hormonu, iyot veya radyolojik kontrast kullanan
hastalarda da tutulum azalır.
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
Malinite riski taşımayan nodüller Tc-99m MIBI tutmaz veya aktiviteden
hızla arınır (Resim 8).
Resim 4. Tiroit bezinde
azalmış, çevre dokularda
artmış aktivite tutulumu
hücre hasarına bağlı
fonksiyon azalmasının
belirtisidir.
Resim 7a. Normal Tc-99m MIBI sintigrafisi Tc-99m ile benzer görüntü
oluşturur ve zamanla tiroit aktivitesi azalır.
Toksik tiroit nodüllerinde tutulum
artarken çevre dokuda baskılanmaya
bağlı olarak azalmıştır (Resim 5). Bu
hastalarda uptake değerleri normal
bulunabilir.
Resim 5. Sağ lobda toksik adenom
ve çevrede supresyon belirtisi.
Resim 6. Sağ lob orta ve alt bölümünde
yerleşmiş hipoaktif adenomda düşük
radyonüklid tutulumu.
Hipoaktif nodüllerde ise tutulum
çevre dokuya oranla daha düşüktür. Bu
tip nodüllerde malinite oranı yüksektir
(Resim 6).
Resim 7b. Tc-99m veya I-131 tutmayan malin kitlelerde ise
MIBI tutulumu zamanla azalmaz.
İyi differansiye tiroit kanserlerinde
(DTC) Tl–201 veya Tc-99m MIBI
tutulumu normal dokuya oranla artar
(Resim 7a ve 7b). DTC rekürrens ve
metastazları I–131 veya I-123
kullanılarak çekilen tüm vücut
sintigrafileri ile araştırılır (Resim 9).
Medüller tiroit kanserlerinde ise I–131
MIBG, Tc-99m (V) DMSA veya In-111
Octreotide tutulumu izlenir (Resim 10).
Anaplastik ve az differansiye kanserlerde
bu radyofarmasötikler tutulmaz.
81
Resim 8. Malinite riski olmayan nodüller (Erken MIBI: sol üst ve geç MIBI:
sol alt sintigrafiler) radyoaktivite tutmaz veya hızla arınır
(Erken MIBI: sağ üst ve geç MIBI: alt sintigrafiler).
82
Endokrin Sistem •
Resim 9. Differansiye tiroit kanserli bir
hastanın tedavi sonrası takibinde çekilmiş
ve lokal nüks gösteren I-131 tüm vücut
sintigrafisi.
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
lenf bezlerini saptamaya da yarar. Bunlarda seri incelemelerde artış gösteren
boyutlar, sınırlarda keskinleşme, ekojenik hilusta silikleşme görülür.
Hiperekojeniteye yakın görünüm veren papiller karsinom metastazları dışında
metastatik lenf bezleri genellikle hipoekoiktir.
Resim 11. Tiroit hastalıkları
tanısında kullanılan anatomik
görüntüleme yöntemleri.
d. Hibrid Görüntüleme Yöntemleri
Resim 10. I-131 tutmayan (A) ancak
In-111 octreotid tutan (B) metastatik
Hurthle hücreli tiroit kanserinde tüm
vücut görüntüsü.
PET-BT veya SPECT-BT ile fonksiyonel bilgiler anatomik detaylarla
birleştirilir. Böylece lokalizasyon daha kesin olur. Tiroit kanserinin takibinde
I–131 tüm vücut sintigrafisi negatif olup tiroglobülin (Tg) yüksekliği olan
hastalarda endikedir (Resim 12).
c. Anatomik Görüntüleme Yöntemleri
Resim 12. İyi differansiye tiroit kanseri nedeni ile
postoperatif takip esnasında Tg yüksekliği
saptanan bir hastanın sol tiroit yatağında FDG
tutulumu nüksü göstermektedir.
Bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve ultrasonografi
tiroit hastalıkları tanısında kullanılabilir (Resim 11). Ultrasonografi özellikle 1
cm.’den küçük nodüllerin saptanmasında yararlıdır. Doppler ultrasonografi
kullanılarak nodüllerin veya dokunun damarlanması hakkında fikir edinilir.
Damarlanma artışı habaset kriteri sayılır. Aynı şekilde nodülleri çevreleyen
düşük ekolu dar alan olarak bilinen “halo” işaretinde düzensizlik, kesintiler ve
nodül içinde noktasal kalsifikasyon saptanması da habaset düşündürür. Kesin
ayrım kriteri olmamakla beraber habis nodüllerin %60’dan çoğu hipoekojen,
%25 kadarı izoekojen bulunmuştur. Ultrasonografi servikal bölgedeki patolojik
83
84
Endokrin Sistem •
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
İNCE İĞNE ASPİRASYON BİYOPSİSİ
TİROİT HASTALIKLARI
Hiçbir görüntüleme veya fonksiyon testi tiroit nodüllerinin benin veya malin
oluşu hakkında kesin bir bilgi veremez. Ancak nodülün sintigrafik olarak
hipoaktif ya da hiperaktif oluşu, dopplerde damarlanma artışı saptanması gibi
bazı ip uçları malinite eğilimi hakkında bilgi verir. Bununla birlikte birçok benin
tiroit nodülü (kistler, kolloid nodülleri, benin folliküler adenom, hiperplastik
nodüller ve Hashimoto tiroiditi nodülleri) soğuk görüntü verirler. Ayrıca sıcak
veya normoaktif, TSH supresyonu yaratmayan nodüllerde maliniteye rastlanabilmektedir.
Tiroit nodülünün benin ve malin karakteri ancak ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ile konur. İnce iğne aspirasyon biyopsisinin duyarlılığı % 65-85 ve
özgüllüğü % 72-100 arasında bulunmuştur. Tiroit nodülüne yaklaşımda İİAB,
sintigrafi ve ultrasonografiden önce yapılması gereken ilk inceleme haline
gelmiştir. Her ne kadar ayrı bir deneyim ve teknik gerektirmekte ise de kilolu
hastalarda kolay palpe edilemeyen nodüller ile <1.5 cm nodüller için
ultrasonografi önderliği kullanılabilir.
Tiroit hastalıkları ülkemizde sık görülür ve tanısında ilk önce in-vitro laboratuvar testleri ile sintigrafi ve ultrasonografi gibi fonksiyonel ve anatomik görüntüleme yöntemleri kullanılır.
Başlıca tiroit hastalıkları:
• Basit guatr
• Nodüler guatr
• Hipotiroidi veya hipertiroidi
• Tiroitidler
• Malin tiroit hastalıkları
a. Basit Guatr
Normal metabolizma değerleri ve tiroit bezinin boyutlarının artışı ile karakterizedir. Bu duruma diffüz tiroit hiperplazisi adı da verilir. Tiroit hormonları
normal sınırlardadır ve sintigrafide tiroit bezinde radyonüklid dağılımı
homojendir. Uptake değeri genellikle normaldir.
a. İİAB Endikasyonları
Bir cm ve üzeri çapa sahip tüm soliter veya dominant nodüller İİAB ile
değerlendirilmelidir.
Otonom hiperfonksiyone, ultrasonografide tesadüfen bulunan 1 cm’den
küçük nodüllerde, gebelerde, 1 cm’den küçük nodüller içeren mültinodüler guatr
hastalarında, fluktuasyon veren, klinik ve laboratuar bulguları ile Hashimoto
tiroditi tanısı alan hastalarda veya yumuşak nodüllerde İİAB geciktirilebilir.
Aspirasyon sitolojisinde deneyim çok gereklidir. İdeal durum İİAB biyopsisinin hastanın uzun süreli tedavisi ve takibini yapacak olan doktor tarafından
yapılmasıdır.
85
b. Nodüler Guatr
Tiroit bezi içerisinde bölgesel düzgün sınırlı büyüme alanlarına nodül adı
verilir. Palpe edilenlerin çapı çoğunlukla yaklaşık 1 cm ve üzeridir. En kolay
tanı yöntemi ultrasonografidir. Doppler özellikli ultrasonografi nodüllerin
damarlanmasını izleyebilmek açısından yararlıdır. Periferik veya merkezi damarlanma artışı gösteren, kesikli halo işareti olan ve semikantitatif değerlendirmelerle direnç endeksi (RI), perfüzyon endeksi (PI) normalden yüksek
bulunan nodüllerde habaset riski artışı bildirilmiştir. Sintigrafi ile görüntülenen
nodüllerde aktivite tutulumu artmışsa hiperaktif, azalmışsa hipoaktif, normalse
normoaktif nodüllerden söz edilir. Hipoaktif veya hiç aktivite tutmayan nonfonksiyonel nodüllerde habaset riski artmaktadır. Yine ultrasonografide hipoekojen ya da içerisinde mikrokalsifikasyon alanları içeren nodüllerde de habaset
daha sık görülür. Buna karşılık hipoekojen ya da anekojen kistik alanlar içeren
veya çeperi kalsifiye (egg-shell) nodüllerde habaset riski daha düşüktür.
86
Endokrin Sistem •
Hiperaktif (toksik) nodüllerde az olmakla beraber, özellikle gençlerde habasete
rastlandığı da bildirilmiştir. Hipertiroidi eşliğinde birden çok nodül mevcutsa
Plummer Hastalığı adını alır. Hiperaktif nodüllerin çevresindeki normal dokuda
radyonüklidlerin az tutulmasına supresyon adı verilir.
c. Hipotiroidi
Tiroit bezinin normalden daha çalışması veya hiç çalışmaması sonucu ortaya
çıkan hastalıktır. Nedenleri arasında konjenital anomaliler, hipotalamus veya
hipofiz bezlerinden uyarıcı hormonların salgılanmaması, tiroitler, tiroit içinde
enzimatik defektler sayılabilir. Bazal metabolizmada yavaşlama, psikolojik
problemler, unutkanlık, uyku hali ve tembellik, cilt bozuklukları, periferik ödem,
üşüme, ses kalınlaşması gibi belirtilerle karakterizedir. In vitro testlerde tiroit
hormonlarının tüm formları normalden düşük, TSH normalden yüksek bulunur.
I-131 uptake’i düşük olup Tc-99m ile tiroit sintigrafisinde tutulum diffüz olarak
azalmıştır.
Hipofiz yetersizliğinde TSH endüksiyonu azalırsa sekonder, hipotalamustan
TRH salgılanamıyorsa tersiyer hipotiroididen söz edilir.
Tedavisinde l-tiroksin replasmanı yapılır ve takipte TSH düzeyinin normale
dönmesi beklenir.
d. Hipertiroidi
Tiroit bezinin normalden daha fazla çalışması sonucu ortaya çıkan hastalıktır.
Uzun etkili tiroit stimüle edici immünglobülinler ve genetik faktörler
etyolojisinde etkilidir. Metabolizma artışı ile beraber zayıflama, ellerde titreme,
taşikardi, sinirlilik, sıcağa tahammülsüzlük, yüzde ve avuçlarda belirginleşen
terleme, uykusuzluk, iştah artışı, Basedow Graves tipinde egzoftalmi gibi
belirtileri vardır. In vitro testlerde tiroit hormonlarının tüm formları normalden
yüksek, TSH normalden düşük bulunur. I-131 uptake’i artmış olup Tc-99m ile
tiroit sintigrafisinde tutulum diffüz olarak artmıştır. Tedavisinde kullanılan
antitiroidlerin veya terapötik I-131’in etkinliği TSH değerinin normale dönmesi
ile kontrol edilebilir. Olguların çoğunda piramidal lob izlenir. Graves’li
87
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
hastaların % 2.7’sinde soğuk nodül vardır (Marine - Lenhart sendromu). Bunlar
Graves’e göre daha radyorezistandırlar I-131 tedavisi sonrasında soğuk nodüller
fonksiyon kazanırlar. Struma overi, nadir metastatik tiroit kanserleri, subakut
tiroiditin erken dönemleri, hipofiz tümörleri, koriokarsinom ve bazı akciğer
adenokarsinomları gibi TSH üreten tümörlerde hipertiroidi bulguları
saptanabilir. Tedavisinde prensip olarak ilk uygulama antitiroit ilaçlarla yapılır.
Propiltiyürasil veya metimazol etkili olmakla beraber hastalık 3-6 ay içinde
tekrar edebilir. Bu gibi durumlarda alternatif tedavi yöntemleri büyük guatrlarda
ve egzoftalmi eşlik ediyorsa cerrahi, nisbeten küçük guatrlarda ve cerrahiye
kontrendike durumlarda radyoaktif iyot tedavisidir. Radyoaktif iyot tedavisi
ayrı bir bölümde anlatılmaktadır. Cerrahi öncesi hastanın ötiroit hale getirilmesi
için rutin olarak antitiroit ilaçlar, bazen de radyoaktif iyot tedavisi palyatif
olarak uygulanır. Tarihsel tedaviler arasında iyot solüsyonları veya lityum
tedavisi sayılabilir ancak istenmeyen etkileri nedeni ile terk edilmişlerdir.
e.Tiroiditler
Akut tiroiditler stafilokok, streptokok ve aktinomiçeslerden kaynaklanır ve
genellikle ötiroit olup tiroit bölgesinde sıcaklık ve ağrı belirtileri vardır.
Sintigrafide enfekte bölgede tutulum azalır.
Subakut tiroiditler iki tiptir: Ağrılı granülomatöz tip (DeQuervain) viral
etkenlerle, ağrısız lenfositik tip dokunun lenfositlerle istilası sonucu oluşur ve
bazen doğum sonrası (post-partum tiroidit) görülür. Her iki tipinde de
tirotoksikoz fazı, hipotiroidik fazı ve iyileşme fazı vardır ve I-131 uptake’i
azalmıştır.
Kronik tiroiditler Hashimoto ve Riedel tiroiditi olarak adlandırılır.
Hashimoto hastalığı bağışıklık sisteminin aşırı duyarlı olması ile karakterizedir
ve özgül antikor artışları (Anti Tg ve Anti TPO) ile beraberdir. Ender rastlanan
Riedel tiroiditinde bez ileri derecede sertleşmiştir.
Türlerine göre tedavide kortikosteroidler, antienflamatuar ilaçlar ve tiroit
hormonu kullanılır. Trakeaya bası yapan Riedel tiroiditinin tedavisi cerrahidir.
88
Endokrin Sistem •
f. Malin Tiroit Hastalıkları
Tiroit kanserleri iyi differansiye ve anaplastik kanserler olarak iki ana grupta
incelenebilir. Ayrıca mikrofolliküler karsinom, okkült karsinom Hürthle hücreli
karsinom ve lenfoma gibi bu sınıflandırmaya girmeyen türleri de vardır.
Neoplastik hastalıkları kanserleri dışında değerlendirilir. TNM sınıflandırması
(tümör boyutu, bölgesel lenf bezi ve/veya uzak metastaz) tedavi algoritmalarını
yönlendirir. Differansiye tiroit kanserlerinin çoğunda etyolojik faktör anlaşılamıştır. Pendred, Gardner, familyal adenomatöz polipozis ve kemodektoma gibi
ailevi hastalıklarla beraber görülmesi genetik faktörlerin de etkili olabileceğini
düşündürmektedir. Çocukluk çağında boyun ve üst mediasten ışın tedavisi
yapılanlarda daha fazla rastlanır ancak genel radyasyonun etkisi ispat edilememiştir. Bir santimetre altında izole tümörler cerrahi olarak çıkarılmışsa prognozları son derece iyi olduğundan daha ileri tedaviyi gerektirmezler. İki cm’den
büyük çaplı ve ayrıca bilinen metastatik lezyonu olan hastalarda totale yakın
tiroidektomi sonrasında bakiye doku ablasyonu sağlanıncaya kadar yüksek doz
I-131 ile tedavi yapılmalıdır.
Papiller tiroit kanseri en sık rastlanan türüdür. Kadınlarda daha sıktır. Profilaktik tuz iyodinasyonu bir neden olarak gösterilmiştir. İİAB ile erken tanısı
konan olgular cerrahi sonrasında I-131 ablasyonu ile başarıyla tedavi edilebilir.
En sık yayılma tarzı bölgesel lenf bezlerine ve akciğerlere, daha seyrek olarak
diğer organlara olur. Non-tiroit tümörlerde lenf bezi tutulumu mortalite açısından
çok önem taşırsa da, tiroit kanserlerinde bu durum mortalite üzerinde minimal
negatif bir etki yaratabilir. Yaşlı hastalarda lenf bezi tutulumu kötü prognoza
işaret eder. Lenfadenopati varlığı daha çok tedavi konseptini belirlemeye yarayan
ve tekrarlama riskini arttıran bir ayrıntıdır.
Folliküler tiroit kanseri ikinci sıklıkta olup iyot eksikliği olan bölgelerde
daha sık görülür ve aynı şekilde tedavi edilir. Hematojen yolla yayıldığından
daha çok kemik ve sistemik metastazlar yapar. Servikal lenf bezi metastazı
%10-13 oranında görülür. Folliküler kanserin papiller varyantlı tipi de olabilir.
İnce iğne aspirasyon biyopsisinde tanısı zor olup folliküler adenom, Hurthle
hücreli adenom veya embriyonel adenomla karışabilir.
89
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
Medüller tiroit kanseri parafolliküler C hücrelerinden kaynaklanır.Tüm tiroit
fegeromasitone kanserlerinin % 10’undan az kısmını oluşturmakla beraber %
13 gibi yüksek bir mortaliteye sahiptir. MEN2 sendromlularda (MEN 2A:
Feokromositoma, hiperparatiroidi ve medüller tiroit kanseri; MEN 2B: Feokromositoma, mültipl mukozal nörinom, marfanoid görünüm, medüller tiroit kanseri), ailevi olarak tek başına veya sporadik olarak ortaya çıkabilir. Tanısında
ve ameliyat sonrası takibinde bazal veya stimüle kalsitonin düzeyleri ile yine
tanı ve ailevi yatkınlığın araştırılmasında RET proto-onkojeni düzeylerinin
kullanımı yukarıda detaylı olarak anlatılmıştır. Hastalarda hiperkalsemiye bağlı
ishal ve ateş basması gözlenebilir. Tedavisinde mültisentrisite ve lokal yayılım
sıklığı nedeni ile total geniş tiroidektomi ve boyun disseksiyonu yine ön planda
olmakla beraber inoperabl olgularda radyoterapiden de yararlanılabilir. I-131
tutulumu olmadığından çok etkili olmamakla beraber komşu dokudan yayılan
ışımalardan yararlanmak amacı ile uygun olgularda yüksek doz I-131 tedavisi
denenebilir. Sıklıkla servikal lenf bezi, trakea, komşu damar ve sinirler, karaciğer
ve dalak ile merkezi sinir sistemine metastaz yapar. Takip esnasında kalsitonin
yüksekliği olan olgularda boyun ve karaciğer US, kemik sintigrafisi, boyun,
toraks veya batın BT veya MB ile metastazlar araştırılır. Nöroendokrin
tümörlerde tutulan I-131 metaiodobenzilguanidin (MIBG), In-111 Octreoscan,
Tc-99m (V) DMSA ve F-18 FDG PET sintigrafilerinin mikrometastazların
saptanmasında duyarlılıkları düşüktür.
Anaplastik tiroit kanseri az differansiye bir tür olup cerrahi tek etkili tedavi
tarzıdır. Komşuluk yolu ile yakın hayati organlara invazyon gösterdiğinden
prognozu kötüdür. Palyatif olarak radyoterapiden yararlanılabilir. Cerahi öncesi
hiperfraksiyone radyoterapi ile beraber doxorubicin tedavisi ile remisyon
sağlanan olgularda 2 hafta içinde total tiroidektomi uygulaması Karolinska
protokolü olarak bilinir. Intraoperatif radyoterapi ve tümör içerisine perkütan
etanol enjeksiyonu da denenen tedavi yöntemleridir.
Mikrokarsinomlar çoğunlukla başka amaçlı tiroidektomilerden sonra
tesadüfen saptanırlar. Cerrahi lobektomi şeklinde yapılmış ise ve hastanın yaşı
genç ise ileri müdahale gerekmeyebilir.
90
Endokrin Sistem •
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
PARATİROİT HASTALIKLARI
Mültifokal tiroit kanserleri lobektomi sonrası patolojide ortaya çıkmış ise
totale yakın tamamlayıcı tiroidektomi gerekir. Ardından I-131 ablasyonu tavsiye
olunur.
Hiperparatiroidizm
• Primer: Paratiroitlerin fonksiyon bozukluğu
• Sekonder: Kronik böbrek bozukluğuna karşı paratiroitlerin reaksiyonu
• Tersiyer: sekonder hiperparatiroidizm sonrasında bezlerin otonomi
kazanması
Tiroit kanserleri için risk faktörleri
• Yaş, < 20 veya > 40
• Nodül çapı > 2cm
• Bölgesel lenfadenopatiler
• Kanıtlanmış uzak metastazlar
• Eski baş-boyun ışınlaması
• Hızlı büyüyen tiroit nodülü
• Ses kısıklığı, ilerleyen yutma güçlüğü ve nefes darlığı
• Ailede papiller tiroit kanseri öyküsü
• Ailede medüller kanser veya MEN2 öyküsü
Tanıda Kullanılan Sintigrafik Yöntemler
a. Teknesyum-Talyum çıkarma sintigrafisi
Tiroit teknesyum ve talyum’u tutar. Paratiroit adenomları ise sadece talyumu
tutar. Hastaya önce Tc-99m iv olarak enjekte edilir ve görüntü alınır. Sonra
hasta kamera altında hiç kımıldatılmadan Tl-201 enjekte edilir ve yeniden
görüntü alınır. Görüntüler birbirinden bilgisayar ortamında çıkartılınca fazladan
tutulum gösterecek olan hiperplazik paratiroit bezleri saptanabilir.
PARATİROİT
Normal paratiroit bezleri 6 mm boyunda 3-4 mm genişliğinde ve 0.2-2 mm
kalınlığında olup genellikle 4 adettir. Kanlanması alt tiroit arterlerden veya üst
ile alt tiroit arterlerin anastomozlarından olur. Paratiroit hormonu böbreklerden
fosfat atılımını, kalsiyum reabsorpsiyonunu, osteoklastların stimülasyonunu ve
gastrointestinal sistemden kalsiyum emilimini arttırır (Resim 13).
Üst bezler çoğunlukla tiroit loblarının üst pollerinin arkasındadır. Alt bezler
alt pollere yakın yer almakla beraber ektopik yerleşimleri daha sıktır. Timusa
yakın veya mediastende görülebilir.
Resim 13. Üst ve alt paratiroid
bezleri şematik olarak
gösterilmiştir.
91
b. Tc-99m MIBI sintigrafisi
Çıkartma sintigrafisinde Tl-201 yerine kullanılabildiği gibi tek başına da
kullanılır. Tek başına kullanıldığında erken görüntüde aktivite tutan paratiroit
adenomu ile uyumlu alanlarda, geç görüntülerde aktivitenin atılmaması ile
karakteristiktir. Aynı durum mediasten içindeki ektopik bezler için de geçerlidir.
Aktivitenin sebat ettiği fokal artışlar ektopik paratiroit adenomunu gösterir.
c. SPECT/CT
SPECT ve CT görüntülerini aynı anda kaydeden cihazla yapılır. CT
görüntüleri sayesinde atenüasyon düzeltmesi ve detaylı kesitsel anatomi bilgisi
edinilir. Böylelikle Tc-99m MIBI verildikten sonra izlenebilecek aktivite artış
odağının hangi yapıya ait olduğu kesinlik kazanır (Resim 14).
92
Endokrin Sistem •
• Prof. Dr. Haluk B. SAYMAN
Resim 14. Sol alt paratiroit adenomunun
SPECT/CT görüntüleri.
Resim 15. Sol akciğerde nöroblastoma
SÜRRENAL BEZLERİ
a. Sürrenal Korteks sintigrafisi
Cushing sendromunda adrenal hiperplazisini göstermek için veya primer
aldosteronizmde adrenokortikal steroid sentezine giren I-131 ile işaretli
kolesterol (I-131-19-iodocholesterol) ile görüntüleme sağlanır.
Dexamethasone supresyonu yapılırsa hipofizden ACTH salınımı
azalacağından normal dokuda tutulum azalır ve tümörlerin ayırdedilmesi
kolaylaşır. 100000 sayımlık, planar görüntüler supresyon yapılmadıysa 7. ve
14. günlerde, supresyon yapılmışsa 3., 5. ve gerekirse 7. günlerde alınır.
b. Sürrenal Medülla sintigrafisi
Nöroblastom ve Feokromositoma’da I-123 veya I-131 ile işaretli MIBG
kullanılır. Patolojik olgularda tutulum artar (Resim 15-17).
Resim 16. Solda feokromositoma kitlesinde I-131 MIBG tutulumu
93
94
Endokrin Sistem •
Resim 17. Sağ sürrenalde
nöroblastom ve karaciğer
metastazında I-123 MIBG
tutulumu MRI ve SPECT
kesitleri.
KAYNAKLAR
1. Diagnostic Nuclear Medicine. 4th edition. Editors: Martin P Sandler, et al. Lippincott
Williams & Wilkins Philadelphia, USA, 2003.
2. Nuclear Medicine in Clinical Diagnosis and Treatment. 3rd edition. Editors: Peter
Ell, Sanjiv S. Gambhir. Chuchill Livingstone, London, UK, 2004
3. A.D.A.M. Medical Encyclopedia by U.S. National Library of Medicine. http://
www.nlm.nih.gov/medlineplus/encyclopedia.html
4. Goldsmith, Stanley J. “Endocrine System.” In Nuclear Medicine, ed. D. R. Bernier
et al. St. Louis, MO: Mosby, 1997.
95
96
• Dr. Deniz Çebi OLGUN
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
ve ayakta duramayan rahatsız hastalarda da kullanabilir. Göğüs kafesi ön
bölümüne yakın organlar, film fokus uzaklığı kısa olduğu için, normalden büyük
görülür.
SOLUNUM SİSTEMİNİN DEĞERLENDİRMESİNDE
DİREKT GRAFİLER
Oblik grafi: Üst üste düşen lezyonları birbirinden ayırmak için kullanılır.
Özellikle de plevral plakların gösterilmesinde kullanılır. Obliklik derecesi 25
derece gibi düşük olmalıdır. Trakea bifürkasyonu oblik projeksiyonda daha iyi
görülür.
Dr. Deniz Çebi OLGUN
Direkt radyografi akciğer ile ilgili şikayetleri veya problemleri olan hastaların
değerlendirilmesinde hala en sık kullanılan metoddur. Rutin direkt grafi
imajlarının ne zaman yeterli olacağını ve radyografik tekniklerin verimliliğini
arttırmak için nasıl modifiye edileceğini bilmek önemlidir.
Direkt grafilerdeki standart pozisyonlar; 1,2
PA (Postero-anterior) grafide: Hasta ayaktadır ve göğsünü filme yaslar,
skapulalara öne doğru rotasyon yaptıralarak akciğer alanları skapula
süperpozisyonundan kurtarılır ve derin inspiriumda grafi alınır. Işın göğüs
duvarının arkasından önüne doğru penetre olur, bu nedenle konturlar daha keskin
ve organ boyutları daha gerçekçidir.
Lateral grafi: Lateral grafi PA grafide saptanan patolojinin yeri, büyüklüğü
ve morfolojisi hakkında ek bilgiler verir. Özellikle PA grafide yeterli derecede
görülmeyen retrokardiak ve retrosternal bölgelerin daha iyi değerlendirilmesini
sağlar. Lezyonun daha iyi görüntülenebilmesi için lezyonun olduğu taraf kasete
yakın olmalıdır. Eğer lokal bir lezyon düşünülmüyor ise standart sol lateral
grafi alınır.
Diğer pozisyonlar; 1,2
AP (Antero-posterior) grafi: Mediasten yapılarını ve kot kırıkları gibi iskelet
lezyonlarını, trakea ve ana bronşları göstermek amacıyla istenir. Bebeklerde
97
Apikolordotik grafi: Tüpe yukarı doğru eğim verilir veya hasta geriye doğru
eğik durur. Klavikula ve 1.kotun ön uçları görüntü alanından kalktığı için
apeksler daha iyi incelenebilir. Ayrıca ışın dik geldiği için orta lob ve lingular
segment lezyonlarıda bu pozisyonda daha iyi görülür.
Lateral dekübitüs grafisi: Yan yatar pozisyonda çekilir. Özellikle minimal
plevral effüzyonu göstermede ve effüzyonu plevral yapşıklıktan ayırmada
kullanılan bir pozisyondur.
Expirasyon grafisi: Pnömotoraksı görüntülemek için kullanılır.
Grafileri değerlendirmeye önce teknik ve pozisyonu kontrol ederek başlamalıyız. Ekspojur faktörleri olan kilovolt, miliamper ve milisaniyenin denetlenmesi en iyi, disk aralıklarının değerlendirilmesi ile olur. İyi ekpojura sahip
bir filmde üst torakal vertabraların disk aralıkları görülürken, kalbin arkasındaki
disk aralıkları görülmemelidir. Eğer ekspojur fazla ise film tamamen radyolusent
görünür, ekspojur az ise daha beyaz tonlarda dansitesi artmış bir film oluşur.
Hastanın pozisyonunun değerlendirilmesi için ise, sırasıyla; klavikula uçlarının
spinöz proçeslere eşit uzaklıkta olup olmadığı, klavikula uçlarının 4. ve 5. kosta
arka uçlarına denk gelip gelmediği, skapulaların akciğer alanlarının dışında
olup olmadığı ve larenks hava kolonu ve her iki kostofrenik sinüsün görüntü
alanı içinde olup olmadığına bakılmalıdır. Hastanın yeterli inspiryum yapıp
yapmadığını değerlendirmek için ise diyafragmanın kostalara göre pozisyonuna
bakmak gerekir (5. veya 6. ön kostayı yada 10. veya 11. arka kostayı
çaprazlamalı ). 1,3
98
Solunum Sisteminin Değerlendirmesinde Direkt Grafiler •
Teknik değerlendirmeden sonra grafinin değerlendirilmesine geçilir. Akciğer
grafisinin değerlendirilmesinde sadece akciğer dokusu değil inceleme alanına
giren tüm yapılar bütün olarak değerlendirilmelidir. Bunlar sırasıyla; göğüs
duvarı, diyafragm, akciğer zarları, ana hava yolları, akciğer ve mediastendir.
Değerlendirme sistematik olmalı ve belirli bir sıra izlenmelidir. Bu sıranın şekli
değişik olabilir, ancak dikat edilmesi gereken nokta değerlendirmede unutulmuş
bir bölümün bırakılmamasıdır.
Göğüs duvarı deyince kostalar, vertebralar, klavikula, sternum ve skapula
gibi kemik yapılar ve cilt, cilt altı, kaslar ve memeden oluşan yumuşak dokular
inceleme alanına giren yapılardır. Erkeklerde pektoral kas, kadınlarda memeler
akciğer alanları üzerine süperpoze yumuşak doku gölgeleridir. Büyük memeler
özellikle alt alanlarda interstisyel ödem hatta plevral effüzyonu düşündürecek
şekilde yoğunluk artışına neden olabilir. Mastektomiye bağlı meme gölgesi
yokluğu, dikkat edilmez ise radyolusensi artımı, tek taraflı havalanma artışı
olarak yorumlanabilir. Kadınlarda ve zayıf erkeklerde meme başı nodül
görünümü verebilir, karşı tarafta simetriğinin görülmesi ile tanınabilirler ancak
bazen ek çekim yapılması gerekebilir.
Diyafragm, çevresi kas ortası tendinöz dokudan oluşan, karın ve göğüs
boşluğunu birbirinden ayıran bir yapıdır. Grafide kubbe şeklinde yapılar olarak
görülürler, sağ hemidiafragm sola göre 1-3cm yukardadır. Lateral grafide solsağ ayrımını yapmak için mide gazından faydalanabiliriz. Ayrıca sol diyafragmın
anterior 1/3’ü kalp yüzünden seçilemez.
Plevra, paryatel ve viseral olmak üzere iki yapraktan oluşur. Paryatel plevra
göğüs duvarının iç yüzünü ve diafragmanın üzerini sarar, viseral plevra ise
akciğerin üstünü sararak fissürleri oluşturur. Fissürler ve sinüsler direkt grafide
plevrayı temsil eden yapılardır. Sağda 3 lob olduğu için major ve minör olmak
üzere iki, solda ise 2 lob olduğu için bir major fissür mevcuttur. Plevral boşluklara sinüs denir, göğüs duvarı ile diafragm arasındaki plevral boşluğa kostofrenik, kalp ile diafragm arasındaki plevral boşluğa kardiofrenik sinüs denir.
Arka kostofrenik sinüsler plevral boşluğun en derin kesimi olup serbest sıvı
birikiminde ilk önce bu sinüsler kapanır.1,3
99
• Dr. Deniz Çebi OLGUN
Trakea başlangıcında orta hattadır, aşağı indikçe aort basısı nedeniyle hafifçe
sağa kayar. Kıkırdaklarda kalsifikasyon 40 yaşından sonra ve kadınlarda sıklıkla
görülen olağan bir bulgudur. Trakea, koronal ve sagital çaplarının üst sınırı
erkeklerde 25 ve 27 mm kadınlarda 21 ve 23 mm’dir Alt sınır ise erkelerde 13
mm kadınlarda 10 mm’dir. Trakea karina seviyesinde sağ ve sol ana bronşa
ayrılır. Subkarinal açı 35 ile 90 derece arasındadır (ortalama 61). Sağ ana bronş
sola göre daha kısa ve diktir.3 Trakeanın sağ kenarının üst lob ile yaptığı yüzeye
sağ paratrakeal çizgi denir. Bu çizginin kalınlığı, normalde 5 mm’i geçmemelidir.1,3
Hiluslar anatomik olarak arterler, venler, bronşlar, sinirler ve lenf dokusundan oluşmaktadır. Bronşlar hava dolu olduğu için radyolusenttir. Sinirler
ve lenfatik doku ise normalken fazla yer kaplamaz. Alt lob venleri hilusun
altından geçtiği için, hilus gölgesi başlıca üst lob ven ve arterleri ile alt lob
arterleri tarafından oluşturulur. Normalde her iki hilus eşit büyüklük ve yoğunluktadır. Radyolojik olarak %90’dan fazla olguda sol hilus daha yüksek, geriye
kalanında ise eşit düzeydedir. Hiluslar arasındaki bu farkın sebebi sağ hilusta
bronşun arterin üzerinde, solda ise arterin altında olmasıdır. Normalde sağ hilus soldan yüksek olmaz. Böyle bir durum her zaman anormaldir.1,3
Lateral grafide her iki hilus üst üste düşer. Lateral grafide hilusun en belirgin
yapısı oval bir opasite şeklinde görülen sağ pulmoner arter kesitidir. Bu yapının
arkasında intermedier bronş uzanır. İntermedier bronşun arka duvar kalınlığı 2
mm’yi geçmemelidir. Üst lob bonşları yuvarlak radyolusensiler olarak seçilir.
Sağ üst lob bronşu soldan iki santim yukardadır. Sol bronş çevresi pulmoner
arter ve venle çevrelendiği için daha iyi görülür.
Grafilerde akciğerin arter ve venleri çoğu zaman birbirinden ayırd edilemez.
Üst loblarda venler, arterlerin dışında ve onlara paraleldir, alt loblarda ise daha
horizontal seyreder. Sağda üst lob venleri ile alt lob arterleri arasında normalde
geniş açı vardır. Buna hiler açı denir ve hilusta yer kaplayıcı lezyon olduğunda
bu açı kaybolur.1 Alt lob arterleri üstekilerden daha geniştir. Sağ interlober
arter çapı üst sınırı erkeklerde 16 mm kadınlarda 15 mm’dir.1,3
Mediyasten PA grafide her iki akciğerin havalanan bölgeleri arasında kalan,
kalbi ve büyük damarları içeren opak alandır. Manibriyosternal açı ile torakal
100
Solunum Sisteminin Değerlendirmesinde Direkt Grafiler •
4.-5. omurları birleştiren çizgi tarafından üst ve alt olmak üzere iki bölüme
ayrılır. Alt mediasten ise önden arkaya doğru üç bölüme ayrılır. Sternumdan
perikarda kadarki ön bölüme ön mediasten, kalbi ve büyük damarları içeren ve
arka sınırı kalbin ve trakeanın arka kenarına kadarki bölüme orta mediasten ve
daha gerideki bölüme ise arka mediasten denir.1,3 PA grafide mediastenin
konturlarını sırasıyla, yukardan aşağı doğu sağda; süperior vena kava, sağ hilus, sağ atrium, solda ise; aort topuzu, pulmoner konus ve sol ventrikül oluşturur.
Akciğer PA grafide üç bölgeye ayrılır. Bunlara zon adı verilir. 2. ön kostaları
birleştiren çizginin üstüne üst zon, 2 ile 4. ön kotlar arasına orta zon, 4. ön kot
aşağısında kalan alana da alt zon denir. Ayrıca klavikula üstünde kalan bölgeye
apeks, mediastene yakın bölümlere perihiler, parakardiak yada santral gibi
terimler kullanılabilir. Retrokardiak, retrosternal gibi tanımlamalar da lateral
grafide kullanılan terimlerdir.1
Direkt grafide bir lezyon ile karşılaştığımızda öncellikle bu lezyonun nerede
olduğuna (akciğer, plevra, ekstraplevral, mediastinal ) karar verilmelidir. Bunu
değerlendirmede kullanılan temel kavramlar ve elementer lezyonlar mevcuttur.
Bunlardan kısaca bahsedicek olursak;
Siluet işareti: Eğer bir lezyon kalp, diyafragm veya aort gibi komşu olduğu
dokuların sınırını siliyorsa, bu lezyon komşu doku ile aynı plandadır. Eğer
lezyonun süperpoze olduğu dokunun konturları seçilebiliyorsa, bu lezyon komşu
dokunun önünde veya arkasındadır. Örneğin kalp konturunu silen bir lezyon,
sağda ise orta lob, solda ise linguler segmente aittir.1,2,4
Hava bronkogramı: Akciğer grafisinde büyük bronşlar dışında bronşlar ayrı
yapılar olarak görülmezler. Bunun nedeni bronş duvarlarının hem çok ince
olması hem de etrafının hava dolu alveoller ile çevrilmiş olmasıdır. Fakat
alveollerdeki hava, sıvı veya solid bir madde ile yer değiştirirse, bu bronşlardaki
havaya göre farklı bir kontrast oluşturur. Bu işarete ‘hava bronkogramı’ denir
ve patolojinin intraalveolar olduğunu gösterir. 1,2,4 Pnömoni, pulmoner ödem,
pulmoner enfarkt ve hyalen membran hastalığı gibi durumlarda görülür. 1,2,4
Ekstraplevral işareti: Akciğer dokusu ve plevra dışındaki yapılar ekstraplevral alanı oluşturmaktadır. Bu bölgede cilt, cilt altı yumuşak dokular, kemik
101
• Dr. Deniz Çebi OLGUN
yapılar, kemik yapı ile parietal plevra arasında bağ dokusu, mediasten ve
diyafram bulunur. Bu bölgeden kaynaklanan kitle lezyonlarının ortak özelliği
kitlenin geniş tabanı ile çıktığı yapıya oturması, akciğere bakan yüzeyinin
konveks biçimde olması ve iki kenarının kalem ucu şeklinde incelerek
sonlanmasıdır. 2
Asiner veya alveoler gölgelenme: Alveollerdeki havanın yerine sıvı veya
hücreyle dolması sonucu 6-10 mm çapında sınırları iyi seçilemeyen, birleşmeye
eğilimli opasitelerdir. Lobar veya segmental dağılım gösterirler. Hızlı gelişim
göstermesi önemli bir özelliğidir. En sık nedeni pnömonik konsolidasyondur.
1,2
İnterstisyel gölgelenme: İnterstisyum, akciğerin fonksiyon gören yapılarını
taşıyan stromal dokudur; bulunduğu yere göre 3’e ayrılır: 1-Santral (aksiyal)
interstisyum: Arter-bronş ikilisini çevreleyerek sekonder pulmoner lobülün
merkezine uzanır, 2-Periferal interstisyum: sekonder pulmoner lobulleri
çevreleyerek interlobuler septaları ve plevra altına uzanarak subplevral
interstisyumu yapar, 3-Parankimal, intralobuler interstisyum. İnterstisyel aralık,
sıvı, kan, hücre( tümör ya da iltihap hücresi), partikül, fibröz doku ile dolarak
belirginleşir. İnterstisyel kalınlaşma nodüler, lineer, retiküler, retikülonodüler
opasiteler şeklinde görülür. İnterstisyel tutulum, alveolar tutulumun tersine
keskin kenarlı olup birbirleriyle birleşme eğiliminde değildir ve görünümü yavaş
gelişir, lokalize veya diffüz olabilir. Bunlara örnek vericek olursak; nodüler
paterne örnek, sarkoidoz, tüberküloz, pnömokonyoz, retikülonodüler paterne
örnek, silikoz, sarkoidoz, lenfanjitik karsinomatoz sayılabilir. Lineer opasiteler
aksiyel interstisyumda bronş–damar demetinde kalınlaşmalar olarak görülür
ve peribronkovasküler kılıflanma olarak adlandırılır. Periferik interstisyumun
tutulumuna tipik örnek ise Kerley çizgileridir. En sık görüleni Kerley B çizgileri
olup, interlobuler septaların kalınlaşmasını temsil eden bu çizgiler en iyi
akciğerin alt kesimlerinde, kostodiyafragmatik sinüs komşuluğundaki 1-2 cm
uzunluğunda birbirine paralel ince çizgiler şeklinde görülürler. Akciğerin orta
kesimlerindeki interlobuler septa kalınlaşmaları poligonal şekilli olup kırık
çizgiler şeklinde görünürler ve Kerley C çizgileri olarak adlandırılırlar. Kerley
A çizgileri ise hilusa doğru yönelmiş 2-6 cm uzunluğunda, sıklıkla açılanma
102
Solunum Sisteminin Değerlendirmesinde Direkt Grafiler •
gösteren çizgiler şeklindedir. Akciğerin alt yarısında daha çok görülürler ve
sayıları B çizgilerinden daha azdır. Kerley çizgileri akciğer ödeminin her
şeklinde görülebilir.1,2,4
Sonuç olarak bir akciğer grafisi değerlendirmesinde öncelikli olarak yapılması gereken işlem çekilen grafinin teknik olarak uygun olup olmadığına bakmak
olmalıdır. Sonrasında filmdeki tüm yapıların (trakea, mediasten, hilus, diyafram,
sinüsler, parankim, göğüs duvarı,...gibi) hekimin kendisine göre belirleyeceği
öncelik sırasıyla sistematik olarak gözden geçirilmesini takiben saptanan
bulguların doğru tanımlanması, hastanın klinik ve laboratuvar bulgularıyla
birleştirildiğinde spesifik tanıya ulaşmayı sağlayabilir. Ancak tüm radyolojik
yöntemlerde olduğu gibi direkt grafilerinde duyarlılığı özgüllüğünden yüksektir.
Bu nedenle farklı lezyonlar benzer bulguları gösterebilir. Bundan dolayı akciğerler değerlendirilirken sadece radyolojik görünümden sonuçla histopatolojik
tanı koymaktan kaçınılmalıdır.
Kaynaklar
1. Klinik Radyoloji. Prof. Dr.Ercan Tuncel. Nobel &Güneş Tıp Kitabevi 2008
2. Temel Radyoloji – 1 Tıbbi Görüntülemeye Giriş Solunum Sistemi Hastalıkları Kalp
Hastalıkları. Editör : Prof. Dr. Erdem Gökmen. Nobel Tıp Kitabevleleri 1991
3. Imaging of the Chest. Nestor L. Müller, C. Isabela S. Silva. Saunders Elsevier 2008
4. Fundamentals of Chest Radiology. Loren H. Ketai, Richard Lofgren, Andrew J.
Meholic. Saunders Elsevier 1996
103
104
• Dr. Deniz Çebi OLGUN
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
Tüm grafilerde 4’ü doğal olan 5 adet ana dansite mevcuttur. Siyah gaz,
beyaz kalsifiye yapılar, gri yumuşak dokuyu, daha koyu gri ise yağ dokusunu
temsil eder. Metalik yapılar ise yoğun parlak beyaz olarak görülür. Akciğer
grafilerinde akciğerin hava ve kotların ise kalsifikasyon içermesi belirgin
kontrast oluşturur. Ancak batın grafilerinde çoğunluğu yumuşak doku olan,
benzer dansitelerin olmasından dolayı, ayırım zor olmaktadır.1,3
BATIN GRAFİSİ
Dr. Deniz Çebi OLGUN
Batın grafisi özellikle akut karın ağrısı gibi acil durumlarda tercih edilen,
halen kullanılan bir görüntüleme yöntemidir. Ksifoidden simfizis pubise kadar
olan bölge inceleme alanı içinde olmalıdır. Batın grafisi akciğer grafisine göre
daha sınırlı bir yere sahiptir. Batın grafisinde maruz kalınan radyasyon dozu
akciğer grafisine oranla oldukça yüksektir. (1 batın grafisi = 50 PA akciğer
grafisi)1
Batın grafileri üç ayrı projeksiyonda alınabilir. 1-Supin (sırt üstü yatar) 2Ayakta direkt batın (ADBG) 3-Lateral dekübit 1,2,3,4
Standart abdominal grafi supin projeksiyonda alınır. Sırt üstü yatan hastada
kaset hastanın sırtında olup ışın önden arkaya doğrudur (AP). Ayakta direkt
batın grafisi özellikle hava sıvı seviyelenmesini göstermesi nedeniyle tercih
edilen bir projeksiyondur.1,2,3,4 Hava yükselir, sıvı çöker, böbrekler, tranvers
kolon ve incebarsaklar alçalır, alt abdomen öne doğru taşkınlık oluşturduğundan
X ışını dansitesi artar, diyafragmlar aşağıya inerek akciğer bazellerinde
netleşmeye neden olur, serbest hava subdiyafragmatik alana yükseldiğinden
pnömoperiton tanısı kolaylıkla konulabilir. 3 Kısaca ADBG’nin iki temel
endikasyonu vardır. İntestinal obstrüksiyonda bağırsaklarda sıvı düzeylerini
ve perforasyonda diyafram altındaki serbest havayı araştırmak. Daha kalitesiz
olan bu grafileri bu iki endikasyon dışında tercih edilmemelidir.4 Dekübit
grafileri hasta sağ yada sol yana yatarken alınır. Amaç küçük miktarlardaki
havanın teyidi yada dik oturamayacak kadar hasta birinde sıvı seviyelerini
göstermektir.3,4 Ayrıca üriner sistemi incelemek amacıyla barsaklar temizlenerek
alınan grafiyede direkt üriner sistem (DÜS) grafisi denir.
105
Grafiler önce teknik yönden değerlendirilir. Ekspojur ve banyo faktörleri,
kasetin konumu, ışının santralizasyonu, görüntüyü etkileyen teknik faktörlerdir.
Daha sonra lezyonların değerlendirilmesine geçilir. Değerlendirmede hiçbir
şeyin gözden kaçmaması için sistematik olarak yapılmalıdır. Genellikle sırasıyla
kemikler, yumuşak dokular, gaz görünümleri ve opasiteler değerlendirilir.
Kemiklerin yoğunlukları, trabeküler yapıları ve eklemleri değerlendirilir.4
Böbreklerin büyüklükleri, yerleşim yerleri, konturları incelenir. Böbrekler
genellikle fasülye şeklinde, yumuşak doku dansitesinde ve üst abdomende
yüksek yerleşimli olarak görülür. Genellikle düzgün konturludurlar, solda T12
üst konturundan sağda L3 alt sınırına kadar uzanırlar, sol böbrek sağa kıyasla
minimal yüksek yerleşimli ve sağdan 1.5 cm daha büyüktür. Her iki böbrek de
üst pollerinden vertebral kolona doğru 12 derece eğimlidir. Mobil olan böbrekler
inspirasyon ile aşağı doğru hareket eder, erekt pozisyonda ise 3-4 cm aşağı
düşerler.3,4
Karaciğerin ve dalağın büyüklükleri araştırılır. Karaciğer sağ üst kadranda
yumuşak doku dansitesinde geniş bir alan olarak izlenir ve kütlesi nedeniyle
genellikle bu alana barsakların girmesine engel olur. Hepatomegalide fleksura
hepatika aşağı doğru yer değiştirir. Dalak sol üst kadranda kalp boyutunda
yumuşak doku dansitesindedir, çoğunlukla seçilemez. Splenomegalide fleksura
lienalis aşağı doğru yer değiştirir, aşırı büyümede alt sınırı yuvarlak kitle olarak
görülür ve böbreği içe ve aşağı doğru iter.
Psoas kası vücuttaki birkaç düz çizgiden ikisini oluşturur. Lomber spinal
düzeyden inferior ve laterale doğru genişleyerek uzanıp trokanter minöre
yapışırlar, retroperitoneal alan için çok önemli referans noktalarıdır.
Seçilememesi, retroperitoneal abse, hematom gibi çok önemli hastalıkları
106
Batın Grafisi •
düşündürür. Ancak aşırı gaz, skolyoz yada çevre yağlı doku bulunmaması gibi
masum sebeplerden dolayıda görülemeyebilir.3,4
Abdominal Kalsifikasyonlar
Kalsiyum normal ve anormal dokularda görülebilir. Normal anatomik
yapılardaki fizyolojik kalsifikasyon sıklığı ilerleyen yaşlarda artar. Normal
kalsifikasyonları; kostaların kıkırdak kalsifikasyonları, kalsifiye mezenterik lenf
nodları, pelvik flebolitler ve prostat glanda ait kalsifikasyonlar olarak
sıralayabiliriz. 3,5 Kalsifikasyon içeren anormal yapıları kalsifikasyon içeren
patolojiler ve kalsifikasyonun patoloji olduğu durumlar olarak iki ayrı grupta
inceleyebiliriz.
Kalsifikasyon içeren patolojiler; kronik pankreatit sonucu T9-T12
vertebraları seviyesinde sağdan sola yukarı, splenik hilusa doğru oblik uzanan
ince punktat kalsifikasyonlar görülebilir. Pankreas kalsifikasyonu kistik fibroz
ve bazende tümörlerde de görülebilir. T12-L2 vertebraları arasında, böbrek
lojlarında nefrokalsinozis yani renal parankimal kalsifikasyon,
hiperparatiroidizm, renal tubuler asidoz veya medüller sünger böbrek gibi renal patolojiler sonucu gelişebilir. Vasküler kalsifikasyonlar, sıklıkla aorta,
iliak arterler ve splenik arterde özellikle anevrizmatik yada ateromatöz plaklara
sekonderdir. Jinekolojik kalsifikasyon, kadınlarda tamamiyle kalsifiye olan
fibromlar pelviste değişik boyutlarda yuvarlak kalsifiye yapılar olarak
görülürler.5
Patolojik kalsifikasyonlar; Safra kesesi taşları, direkt grafilerde oldukça
az oranda görülebilirler (%10-20). Safra kesesi taşlarından en opak olanı
kalsiyum karbonat taşlarıdır. Kese duvarı bazen kronik inflamasyonların iyileşme
evresinde kalsifiye olarak, direkt grafide görülebilen porselen kese adını alır.4
Böbrek taşları, çoğunlukla opak olup (%85) grafilerde görülürler. Değişik
şekil ve boyutlarda olabilirler en tipik olanı tüm pelvisi dolduran kalikslere
doğru uzanan dallı budaklı görünümü ile staghorn (geyik boynuzu) taşıdır.4,5
Appendikolit, apendisitlerin % 15’inde görülebilen, sağ iliak fossada küçük
yuvarlak kalsifikasyondur.5 Mesane taşları, böbrek ve safra kesesi taşlarına
göre daha az görülen oldukça büyük ve çoğunlukla multipl olan pelvik
kalsifikasyonlardır.5
107
• Dr. Deniz Çebi OLGUN
Gaz görünümleri
Normal olgularda sindirim borusu içinde gaz midede ve çok az miktarda
ince barsaklarda ve kolonda vardır. İnce barsaklardaki gaz, supin grafilerde
tüm batına saçılmış gaz birikintileri şeklindedir. ADBG’de ise 2.5 cm’den daha
kısa sıvı seviyeleri verirler. Batın içi normal gaz örneği hiç gaz yokluğundan 34 adet 2.5 cm’den küçük sıvı seviyesine kadar değişir.4 Kolonda gaz en çok
çekum ve çıkan kolonda görülür. Çekum en geniş gaz distansiyonu görülen
kolon segmentidir; 8 cm çapa kadar gaz distansiyonu normal kabul edilir.3,4
İnce barsak obstrüksiyonunda dilate ince barsaklar santral yerleşimlidir.
Dilate barsağın çapı genellikle 3 cm’den büyük, 5 cm’den azdır. Barsaklar dilate olsada valvula conniventesler mutlaka görülür. Dilate barsak segmentinin
sayısı obstüksiyonun seviyesi konusunda yol göstericidir. ADBG’de çok sayıda
hava sıvı seviyelenmesi merdiven (stepladder) görünümüne yol açar.6
Çekum dışında, 5 cm üzerinde çapa sahip kalın barsak görülmesi anormal
kabul edilip kalın barsak obstrüksiyonunu düşündürmelidir. Dilate barsak
segmentinde haustraların görülmesi ve ince barsakların aksine dilate segmentin
periferik yerleşimli olması kalın barsak obstrüksiyonunu destekleyen
bulgulardır.6 Sigmoid volvulusunda, pelvisten diyafragm altına kadar uzanan
kahve çekirdeği veya tersine dönmüş U şeklindeki geniş gaz distansiyonu
tipiktir.4,6
Toksik megakolon inflamatuar barsak hastalıklarında, özelliklede ülseratif
kolitte kolon segmentinin perforasyona gidecek kadar, ileri derecede dilate
olmasıyla karakterize akut bir durumdur. Kolonun haustraları silinmiştir ve çapı
15 cm’e çıkabilir. Üzerinde parmak izine benzeyen bulgular görülebilir.
Çoğunlukla transvers kolon tutulur.4,6
Akut pankreatitde bazen pankreasa komşu genişlemiş bir ince barsak
segmenti (sentinal loop) izlenebilir. Transvers kolonun orta kesiminde gaz
yokluğu ise Stewart bulgusu olarak tanımlanmıştır.4
108
Batın Grafisi •
Duodenal obstrüksiyonda ister konjenital olsun ister edinsel, mide ve
duodenumdaki iki ayrı gaz görünümü tipiktir ve double bubble olarak
adlandırılır.4,6
Gastrointestinal sistem lümeni dışında serbest hava görülmesi pnömoperiton
olarak adlandırılır ve perforasyonu düşündüren bir bulgudur.2,7 ADBG’de
diyaframların altında karaciğerin üzerinde yarımay şeklinde serbest hava görülür.
Nekrotizan enterokolit ve barsak duvarı infarktı barsak duvarında serbest
havanın görüldüğü ekstralüminal gaz içeren diğer durumlardandır. Daha ileri
dönemlerde bu intramural gaz portal vene migre olabilir. Bu antemortem bir
bulgudur.7
Safra yolları içinde gaz ; parsiyel pankreatektomiden sonra yapılan kolesistojejunostomiye sekonder, spontan safra fistülünden sonra, oddi sfinkterine yönelik
girişimden sonra, nadirende diyabetiklerde daha sık görülen amfizamatöz
kolesistitde görülebilir.4,7
Sonuç olarak batın grafisi değerlendirirken önce tekniğe, sonra batın içi
gazın miktarına ve dağılımına, ekstralüminal gaz olup olmadığına,
kalsifikasyonlara, solid organ ve kemiklere bakmalıyız.
Kaynaklar
1. Abdominal x rays made easy: normal radiographs. Ian C Bickle, Barry Kelly
StudentBMJ 2002;10:102-3
2. Text Book of Radiology and Imaging. David Sutten. Churchill Livingstone 1998
3. Kolaylaştırılmış Batın Grafisi. James D.Begg. Çeviren: Hakkı Oktay. İstanbul medikal
yayıncılık 2008
4. Klinik Radyoloji. Prof. Dr.Ercan Tuncel. Nobel &Güneş Tıp Kitabevi 2008
5. Abdominal x rays made easy: calcification. Ian C Bickle, Barry Kelly StudentBMJ
2002;10: 272-4
6. Abdominal x rays made easy: abnormal intraluminal gas. Ian C Bickle, Barry Kelly
StudentBMJ 2002;10:140-1
7. Abdominal x rays made easy: abnormal extraluminal gas. Ian C Bickle, Barry Kelly
StudentBMJ 2002;10:180-1
109
110
• Doç. Dr. Fatih KANTARCI
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Görüntüleme Yöntemleri
Sempozyum Dizisi No: 69 • Ocak 2010; s. 11-18
görünüm önemli bir benignite ölçüsüdür. Malign lezyonlarda ise büyüme hızlı
olduğundan kemik, lezyonu sınırlamakta zorlanır; anormal bölgeden normal
kemiğe geçiş (kenar bölgesi, geçiş zonu) geniştir ve sklerotik kenar yoktur.
KAS-İSKELET SİSTEMİ RADYOLOJİSİ
Osteomyelit (Nonspesifik)
Doç. Dr. Fatih KANTARCI
Kemik ve kemik iliğinin enfeksiyonu olarak tanımlanır. Metafize yerleşmeye
meyilli, eklem tutulumu seyrek, etken ajan genellikle staflikok, ilk iki hafta hiç
radyolojik bulgu olmayabilir.
Direkt röntgenogramlar iskelet sistemi değerlendirmesinde çoğunlukla ilk
olarak istenen ve değerlendirmenin temelini oluşturan filmlerdir. Uygun klinik
muayene ile olası patoloji lokalizasyonu belirlendikten sonra gerekli projeksiyonlar elde edilir. Direkt röntgenogramları değerlendirirken mutlaka yaş,
cinsiyet, meslek bilgileri ile hastanın klinik ve laboratuar bulgularıda göz önünde
bulundurulmalıdır. Röntgen istemlerinde dikkat edilmesi gereken en önemli
hususlardan biri incelemenin yeterli bilgiyi vermesidir. Bunun için birbirine
dik en az iki projeksiyonda grafi elde edilmelidir. Uzun tubuler kemiklerde en
az bir eklem görüntüye girmelidir. Bunun yanında elde edilen grafilerde uygun
teknik parametreler kullanılmalı ve gerekirse tekrar inceleme yapılmalıdır.
Patolojiler değerlendirilirken belirli bir sıra izlenerek değerlendirme gerçekleştirilmelidir. Öncelikle lezyon alanı (yada tutulan bölge) belirlenmeli, lezyonun
kemikteki yerleşim yeri (diafiz, metafiz, epifiz, gibi), büyüklüğü, ve konturu
belirlenmelidir. Lezyonun iç yapısı, yoğunluğu, lezyon çevresindeki kemik
yapının durumu incelenmeli, eklemin tutulup tutulmadığına bakılmalıdır. Varsa
önceki incelemelerle kıyaslama yapılamlıdır.
Kemik lezyonlarının büyük çoğunluğu, kemik yapısının ortadan kalktığı
radyolüsent alanlar şeklindedir. Böyle bir lezyonla karşılaştığında hekimin
görevi, bunun benign ya da malign olduğuna karar vermektir. Benign lezyonlar
yavaş büyüdüklerinden kemiğin lezyonu sınırlaması daha başarılıdır ve
genellikle dar, yoğun (dens) bir kemik kenarla çevrelenmişlerdir (reaktif
skleroz). Röntgende beyaz görülen ve sklerotik kenar adını verdiğimiz bu
111
Akut osteomyelitte semptomların başlamasından 14 gün sonrasına kadar
bulgu izlenmeyebilir. Yumuşak doku şişliği (3-5.günde başlar) ilk saptanan
bulgulardandır. Osteoporoz ilk1 haftadan sonra ortaya çıkar ve radyografilerde
saptanabilmesi için en az %30’dan fazla kemik dansite kaybı olmalıdır. Belirsiz
sınırlı irregüler osteoliz alanları ve çevreleyen skleroz yokluğu geç dönemde
saptanan bulgulardandır. Çocuklarda sadece 5 gün sonra bile periosteal
(genellikle lamelli) reaksiyon görülebilir.
Kronik osteomyelitte mikst kemik destrüksiyonu ve sklerozu izlenir.
Sekestra, involükrum (sekestral kavite), sinüs traktı radyografik olarak görülen
bulgulardandır. Aktif enfeksiyon yeni osteoliz ve periosteal reaksiyon alanlarının
varlığı ile belirlenir. Sinüs traktının yerleşim ve uzanımı (sıklıkla komminikan)
en iyi kontrastlı radyografiler ile görülür.
Kemik Tuberkulozu (Spesifik infeksiyon): epifize yerleşmeye meyil ve
genellikle eklem tutulumu olur.
Artritler
1. Dejeneratif artritler (artroz)
2. İnflamatuar artritler
Romatoid Artrit
Ankilozan Spondilit
112
Kas - İskelet Sistemi Radyolojisi •
Osteoartroz: Radyolojik tanıdır. Yük çeken eklemlerde, yük çeken
kompartmanlarında görülür (sekonder). Osteoporoz, bulgusu değildir. Artrozda
röntgen bulguları: osteofit : eklem köşelerindeki yeni kemik yapımı olan
sivrileşmeler, eklem aralığında daralma, eklem yüzlerinde skleroz, eklem
yüzlerinde psödokistlerdir.
Romatoid Artrit: klinik, laborotuar ve radyolojik tanıdır. Sadece klinik ile
tanı konabilir. PİF ve MCF eklemleri tercih eder. Ossöz patolojileri göstermek
için direkt grafiler yeterlidir. RA röntgenogramda ossöz bulgular: periartikuler
yumuşak doku şişliği, periartikuler osteoporoz, erozif değişiklikler, eklem
aralığında daralma (kıkırdak harabiyeti),subluksasyon, luksasyon,
deformasyondur.
RA yumuşak doku bulguları: Kapsulit, tendinit, tenosinovit ve sinovial
hipertrofidir. Bu patolojiler MR gibi ileri tetkikler ile gösterilebirler. Ancak
çoğu zaman klinik muayene yeterlidir. Sinovial inflamasyonu göstermek için
kontrastlı MR tetkikleri gerekir.
Ankilozan Spondilit (AS)
Toplumun 16-45 yaş arasında %0.2 ile 0.3’ünü etkiler.Erkekler kadınlara
göre 7 kat daha sık etkilenir. Genetik yatkınlık ve HLA-B27 pozitifliği
bulunabilir. Radyografilerde patognomonik bulgular sindezmofitler, bambu
kamışı vertebra, vertebra gövde ön bölümlerindeki konkavitenin kaybı ve
sakroileittir. Suprapubik pelvis grafisi sakroiliak eklemleri göstermek için
geliştirilen özel bir tekniktir. Eklem aralığında genişleme, eklem yüzlerinde
erozyon sakroileit düşündüren bulgulardır. MR ve sintigrafi akut inflamasyonu
göstermede faydalıdır. AS’de geç dönem bulguları sakroiliak eklemde simetrik
fuzyon, vertebralar arası dikine köprüler (sindesmofit), vertebra kareleşmeleri
(Romanov), faset eklem ankilozları ve ligaman ossifikasyonları (bambu kamışı)
şeklinde sayılabilir.
Osteoporoz
Tüm dünyada kadınların 3/1’ni erkeklerin 8/1’ ni tutar. Sistemik bir kemik
hastalığı olup kemik kütlesinde azalma ile karakterizedir. Anormal osseöz
113
• Doç. Dr. Fatih KANTARCI
mikroyapı nedeniyle artmış fraktür riski vardır. Osteoporoz tanısında tercih
edilen tanı yöntemleri çift enerji foton absorbsiyometri (DXA) ve alternatif
olarak kantitatif BT (QCT)’dir. Ancak günlük pratikte direkt grafi
incelemelerinde osteoporozlu hastalarla da sıklıkla karşılaşılmaktadır.
Osteoporozda direkt grafi bulguları artmış radyolüsensi, femur boynunda tensil
ve kompresif trabeküllerde belirginleşme ve çerçeve vertebradır. Genellikle
radyografik bulguların tanınması için %30-50 arasında kemik kütle kaybının
olması gerekir.
Gelişimsel acetabuler displazi
İskelet sisteminin en sık konjentital gelişimsel anomalisi (anormal acetabular gelişim). Eski adı doğuştan kalça çıkığıdır. Erken tanı için klinik muayene
daha önemlidir. Endojen ve eksojen faktörlerin etkiliği olduğu multifaktöriyel
etyolojiye sahiptir. Risk faktörleri: kalça prezentasyonu, ailesel insindans,
prematür doğum, kadın cinsiyettir. Ehler-Danlos sendromu gibi bağ dokusu
hastalıklarında sekonder görülür. Primer sebeb muhtemel kıkırdak deformitesi
ile birlikte acetabuler halkada anormal ossifikasyondur (daha vertikal oryante,
sığ ve kraniale elonge acetabulum). Tedavi edilmezse femur başı desantralize
olup subluksasyon, dislokasyona neden olabilir, sekonder asetabulum gelişebilir
(preartritik deformite). Sıklıkla etkilenen tarafta femur başı ossifikasyon
merkezinde geçmiş ossifikasyon vardır. Femur boynunda sekonder deformite
(koksavalga ve anteversiyon) görülebilir.
Pelvik radyografide epifizial ossifikasyon merkezinde gecikmiş ossifikasyon
ve insitabilite (epifizial ossifik çekirdek ossifikasyonu ikinci ay yada daha sonra
başlar) saptanır. Asetabuler çatı açısı (asetabuler indeks) Hilgenreiner çizgisi
(her iki asetabulum triradyatkartilajını birleştiren hayali horizantal çizgi; “Y”
çizgisi) ile asetabulum superolateral köşesinden inferomedial ucuna çizilen çizgi
arasındaki açıdır. Doğumda 30 derecedir. Okul çağı çocuklarda 20 derecedir.
30 derecenin üstündeki açı kalça displazisi bulgusudur. Reimer indeksinde ise,
femur başı Perkins çizgisi ile iki parçaya bölünür (asetabuler halkadan Hilgenreiner çizgisine çizilen dikme). Reimer migrasyon indeksinde femurun lateral
bölümünün horizantal çapının tüm epifizial ossifikasyon merkezi çapına oranı
normalde yüzde %20’den fazladır. %20’den az ise femur başı lateralizedir.
114
Kas - İskelet Sistemi Radyolojisi •
Hilgenreiner ve Perkins çizgileri acetabulumu 4 eşit kadrana ayırır. Normalde
femur başı ossifikasyon merkezi alt ve iç kadranda yer alır. Kalça displazisinde
ossifikasyon merkezi üst ve dış kadranda yerleşimlidir. Diğer bir çizgi Menard
Shenton hattıdır. Menard Shenton hattı, femur boynu alt kenar konkavitesi ile
ramus pubis alt kontur konkavitesinin oluşturduğu kesintisiz bir çizgidir. Bu
çizginin kesintiye uğraması kalça displazisini düşündürür. Kalça çıkığında
fleksiyon ve eksternal rotasyon görüntüleri redüksiyon potansiyeni kontrol etmek
amacıyla kullanılabilir.
Kaynaklar
1. Tuncel E. Klinik Radyoloji. Nobel ve Güneş Tıp Kitapevi, 2002.
2. Greenspan A. Orthopedic Imaging: a practical approach. Lipincott W illimas and
Wilkins, 2004.
115
116
Download