indirmek için tıklayınız

advertisement
DIŞ POLİTİKA VE GÜVENLİK
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
YAYINLARI
İSTANBUL
2016
Kütüphane Katolog Bilgileri:
Yayın Adı: Dış Politika ve Güvenlik
Yazar: Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
ISBN: 978-605-9963-23-7
Sayfa Sayısı: 209
BİLGESAM
Mecidiyeköy Yolu Caddesi (Trump Towers Yanı)
No:10 Celilağa İş Merkezi Kat:9 Daire 36-38
Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye
Tel: +90 212 217 65 91
Faks: +90 212 217 65 93
www.bilgesam.org
[email protected]
Kapak ve İç Tasarım: Sertaç Durmaz
Copright © 2016
Bu kitabın bu basımının Türkiye’deki yayın hakları BİLGESAM Yayınlarına aittir.
Her hakkı saklıdır. Hiçbir bölümü ve paragrafı kısmen veya tamamen ya da özet
halinde çoğaltılamaz, dağıtılamaz. Normal ölçüyü aşan iktibaslar yapılamaz. Normal
ve kanuni iktibaslarda kaynak gösterilmesi zorunludur.
Dış Politika ve Güvenlik Derlemeleri
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
1
I. BÖLÜM - TÜRKİYE VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI
5
Türk Dış Politikasının Analizi
7
Türk Dış Politikasında Popülizm
13
Dış Politikaya Fabrika Ayarı
15
Türk-Yunan ilişkileri ve Sorunlar
18
Türkiye’de Demokratik Kültür ve Olgunluk
21
Başkanlık Sistemi Tartışmaları
23
Milli Savunmada Sanayi Atağı
26
Türkiye Ekonomisi
31
II. BÖLÜM - TÜRKİYE VE KÜRESEL AKTÖRLER
35
Küresel Yönetişim ve G-20
37
BM İklim Değişikliği Konferansı
40
AB Süreci ve Türkiye’de Reformlar
43
Türkiye-AB Zirvesi; Öneriler ve Riskler
46
BİLGESAM Yayınları
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Vizesiz Avrupa Yolunda Kriz
49
Türkiye-ABD ilişkileri Örtüşen ve Ayrışan Konular
52
ABD’nin PYD Politikası Düşmanca Bir Yaklaşımdır
55
Doğu Akdeniz’deki Enerji Kaynakları ve Etkileri
58
Türkiye-Rusya Krizi
61
Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali
64
Türkiye-Rusya Gerilimi Kafkaslara Sıçrar mı?
67
Azerbaycan - Ermenistan Çatışması
70
III. BÖLÜM - ORTA DOĞU
73
Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor
75
Suriye Türkmenlerinin Varoluş Savaşı
78
Cenevre’de Suriye Sorununa Çözüm Arayışı
81
Türkiye’nin Suriye Stratejisi Çöküyor
84
Türkiye’nin Ortadoğu Vizyonu
87
Orta Doğu Vizyonu Nasıl Olmalı?
90
Türkiye-İran-Suudi Arabistan Etkileşimi
93
İran’da Seçim Sonuçları ve Etkileri
95
Başbakan Davutoğlu’nun İran Ziyareti
98
101
Türkiye-İran İlişkileri
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik Derlemeleri
Orta Doğu’da Mezhep Savaşı Çıkar mı?
103
Vekâlet Savaşları Orta Doğu ve Türkiye
106
Böl ve Yönet Sykes-Picot örnegi
109
Rusya Suriye’den Çekilecek mi?
112
IV. BÖLÜM - GÜVENLİK VE TERÖRİZM
115
Değişen Güvenlik Ortamı ve Türkiye
117
IŞİD’e Karşı Savaş
122
Üçüncü Dünya Savaşı mı?
125
Küresel Terör Tehdidi
128
Paris’te Terör; Riskler ve Fırsatlar
131
Hendekler Kapanacak, Güvenlik Sağlanacak
134
Teröre Karşı Tek Yürek Nasıl Sağlanır?
137
Hakkâri ve Şırnak İl Merkezleri Taşınacak
140
PKK Terörü ve 10 Maddelik Eylem Planı
143
Özgürlük İçin Güvenlik
146
İdil’de Operasyon, Ankara’da Terör
149
Ankara Güvenlik Konseptinin İçeriği
152
Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova’da Operasyon
155
Yüksekova’da Operasyon Tamamlandı
157
BİLGESAM Yayınları
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
PKK Hendek Stratejisinde Başarısız Oldu
160
Kilis’e Roket Saldırıları
163
PKK’nın Füzeleri ve Terörle Mücadele
166
Sivil Toplum Kuruluşları ve Terörle Mücadele
169
SON DÖNEMDE ORTA DOĞU VİZYONU
VE STRATEJİSİ
172
TÜRK HALKI DEMOKRASİ İÇİN TEK YÜREK
204
DEMOKRASİ İÇİN DARBELERE
KARŞI OMUZ OMUZA
209
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
SUNUŞ
Bazı yayın kuruluşları ve gazeteler siyasi iktidara yakın olmak,
pozisyon kazanmak ve daha iyi ekonomik imkânlara sahip olmak
için yandaş olarak adlandırılırken, bir kısmı da gerçekçi, bilimsel
ve akılcı olup olmadığına bakmadan politika ve uygulamalara tepki
göstermekte, nefret söylemleri kullanmakta ve muhalif olarak adlandırılmaktadır.
Gerçekçi, bilimsel, akılcı, makul, birleştirici ve pozitif yaklaşımlar
sergileyenler nerede? Çok saygı duyduğum, örnek aldığım mükemmel örnekler de yok değil ama çok nadir.
Bu nedenle ilk yazımda güven ortamı oluşturmak ve anlaşılmayı
kolaylaştırmak maksadıyla, gelecekte dikkate alacağım etik kuralları ve yazım sistematiğini sizlerle paylaşacağım.
Demokratik ülkelerde basın dördüncü kuvvettir ve halk adına iktidarı denetler. Bu nedenle basın mensupları önemli bir toplumsal
sorumluluk üslenir.
Hem topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmek hem de basın
özgürlüğünü sürdürülebilir kılmak için basın mensupları basın ahlakına ve etik kurallara uymak zorundadır.
Etik, ahlak felsefesi olarak da adlandırılmaktadır. Ahlak toplumsal
değerlere, etik ise evrensel insani değerlere dayanmaktadır.
Yazılarımda basın ahlakı ve etiği benim şiarım olmalı ve benimle
özdeşleşmeli. Tarafsızlık, şeffaflık, dürüstlük, adalet ve hesap verebilirlik benim ilkelerim olmalı.
Gerçekçi, bilimsel ve akılcı analizler yapmalıyım. Doğru olduğuna
inandığım düşünceleri cesurca sizlerle paylaşmalıyım.
BİLGESAM Yayınları
1
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Herhangi bir siyasi partinin veya özel çıkar grubunun sözcüsü değil,
halkın vicdanı ve sesi olmalıyım.
Ayrımcılıktan ve düşmanlıktan arınmış yumuşak bir üslup kullanmalıyım. Güven ikliminde halk içine sevgi fideleri ekmeliyim.
Hem aklınıza hem ruhunuza hitap etmeliyim. Gönlünüzde önemli
bir yer elde etmeliyim.
Köşe yazılarımda genellikle dış politikada konusunda güncel ve
önemli olaylar yer alacak. Ancak gündemde yeterince yer almayan
çok önemli küresel ve bölgesel gelişmeler de toplumun dikkatini
çekmek maksadıyla yazılacaktır.
Konular genellikle Türkiye’nin yoğun etkileşim içinde bulunduğu
Orta Doğu Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Asya gibi coğrafi alanları
kapsayacak. ABD, AB, Rusya ve Çin ile ilişkiler üzerinde önemle
durulacaktır.
Ayrıca uluslararası sistemi derinden etkileyen uluslararası güvenlik,
ekonomi-politik, enerji, ulaşım ve çevre ile ilgili fonksiyonel konular değerlendirilecektir.
Dış politika analizleri de açıklanan etik kurallar çerçevesinde yazılacak. Olaylar ve gelişmeler küresel, bölgesel, ülkesel ve toplumsal
etkileşimler dikkate alınarak tanımlanacaktır.
Tanımlanan olay ve gelişmeler teorik yaklaşımlar çerçevesinde basit modellere dönüştürülecek ve bilimsel yöntemlerle analiz edilecektir.
Analiz sürecinde farklı yaklaşım ve düşüncelere yer verilecek. Anlaşılmayı kolaylaştırmak maksadıyla anlatım ve yorumlar basit,
sade ve akıcı olacaktır.
2
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Sonuç bölümünde; evrensel değerlere uygun, insanlığın faydasına
ve milletin yararına öneriler sunulacaktır.
Bu prensiplere, okuyuculara ve topluma sevgi ve saygının bir gereği
olarak uyacağım.
Küresel, bölgesel, ülkesel, toplumsal barış ve istikrara; huzur ve refaha katkı yapmak dileğiyle…
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı
BİLGESAM Yayınları
3
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
4
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
I. BÖLÜM
TÜRKİYE VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI
BİLGESAM Yayınları
5
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ*
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 64. Cumhuriyet hükümetini
kurma görevini Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu’na verdi. İki
bölüm halinde yayınlanacak bu yazıda, yeni hükümet programının
hazırlanmasına katkı sağlamak maksadıyla, geçmişe yönelik dış
politika uygulamaları gözden geçirilmekte, başarılı uygulamalar ve
problem yaratan yaklaşımlar vurgulanmaktadır.
Türkiye’nin dış politikasında 2002 seçimlerinden sonra önemli değişimler yaşandı ve dinamizm arttı. Hem yurt içinde birlik ve beraberlik duygusu kuvvetlendi, hem de yurtdışında Türkiye’nin yumuşak gücü hızla gelişti.
Bir yandan AB ile entegrasyon geliştiriliyor, diğer yandan komşularımızla siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel ilişkiler hızla ilerliyor,
dünyanın değişik bölgelerine açılımlar gerçekleştiriliyordu.
Bütün dünya, Doğu ve Batı ile etkin ilişkiler geliştiren, özgürlük
ve refah seviyesini hızla yükselten Türkiye’yi hayranlıkla izliyordu.
Yurt dışına çıkan vatandaşlarımız büyük bir saygınlıkla karşılanıyordu.
Ancak son yıllarda farklı bir durum yaşanmakta. Kazanımlarımız
hızla kaybedilmekte. Yumuşak gücümüz ve saygınlığımız hızla düşmektedir. Herkesin kafasında yankılanan sorular; “Nasıl bu kadar
hızlı yükseldik? Neden bu kadar hızla düşüyoruz? Ne yapılmalı?
Nasıl Bu Kadar Hızlı Yükseldik?
Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nun belirlediği dış politikanın temel
esasları; özgürlük ve güvenlik dengesi, diplomaside yeni bir dil ve
* Bu yazı 21 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
7
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
tarz, komşularla sıfır sorun, çok boyutlu dış politika, ritmik diplomasi ve proaktif uygulamalar, 2011 yılına kadar çok başarılı bir şekilde uygulandı.
Davutoğlu’nun akademik vizyonu ile Dışişleri Bakanlığı personelinin engin tecrübelerinden ortaya çıkan sentez ve Türkiye optimalini
yansıtan dış politika uygulamaları başarın itici gücü oldu.
AB ile katılım müzakereleri doğrultusunda çağdaş bir dönüşüm
yaşayan devlet, Büyük Orta Doğu projesi kapsamında model ülke
rolünü etkin olarak uyguladı. ABD, Batı ve Orta Doğu ülkeleri ile
ilişkilerini hızla geliştirdi. Medeniyetler arası işbirliği yaratılarak
Doğu ve Batı arasında köprü oluşturuldu.
Güvensizlik ve düşmanlık senaryoları üzerine oturan eski dış politika uygulamaları terk edildi. Uygulamaya konan yeni diplomatik dil
ve tarz ılımlı bir atmosfer oluşturdu.
Sıfır sorun, ritmik diplomasi ve proaktif dış politika esasları doğrultusunda komşularla iyi ilişkiler geliştirildi. Stratejik İşbirliği Konseyleri vasıtasıyla bölge ülkeleri ile Orta Doğu’ya özgü bir entegrasyon süreci başlatıldı.
Hem küresel, hem bölgesel, hem de komşu ülkeler ile siyasi, ekonomik, kültürel ilişkilerin hızla gelişmesine paralel olarak; ülke içinde
özgürlük, insan hakları, demokrasi ve refahın hızla artması çarpan
etkisi yaptı.
Cazibe Merkezi Türkiye
Yükselen güç olarak tanımlanan ve yumuşak gücü hızla artan Türkiye, Cazibe merkezi bir ülke konumuna geldi. Bölgesel barış ve
8
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
istikrara önemli katkılar yaptı. Büyük bir bölgesel güç ve küresel
aktör olarak algılanmaya başladı.
Bu durum Türkiye’nin özgüvenini yükseltti. Bölgesel güç ve küresel aktör söylemleri küresel bir güç söylemlerine dönüştü. Arap
baharı ile birlikte Müslüman Kardeşler ve Hamas ile ilişkiler geliştirildi. Küresel ve bölgesel güçlere karşı meydan okumalar yapıldı.
Ülkenin gücü artarken realist teori çerçevesinde diğer güçlerin bu
değişimi kendi çıkarları için tehdit olarak algılayabilecekleri dikkate alınmalıydı. Onları fazla rahatsız etmemeye özen gösterilmeliydi.
Tam tersine uygulamalar gerçekleştirildi.
Türkiye’nin yükselişi küresel ve bölgesel güçler tarafından tehdit
olarak algılanmaya başlandı. Eski dostlar düşman oldu. Türk dış politika uygulamaları önündeki engeller ve ülke içinde sorunlar arttı.
Türk dış politikası 2011 öncesinde hızla yükselmiş ve Türkiye cazibe merkezi bir ülke olmuştu. Ancak son yıllarda Türkiye ile ABD
ve Batı ilişkilerde güvensizlik oluştu. Müslüman Kardeşler ile derinleşen ilişkilerden tedirgin olan Orta Doğu ülkeleri, Türkiye’nin
bölgedeki artan etkisinden rahatsız olmaya başladı.
Özellikle Sünni İslam anlayışının yükselişini tehdit olarak gören
İran, Türkiye’nin bölgedeki artan etkisine karşı geliştirdiği politikaları uygulamaya koydu.
Artık rüzgâr tersine dönmüştü. Libya’da ABD Büyükelçilik mensuplarının öldürülmesinden sonra Arap Baharı sonbahara, daha sonra da kışa dönüştü.
Müslüman Kardeşlerin merkezi Mısır’da, Suudi Arabistan destek-
BİLGESAM Yayınları
9
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
li selefi gruplar Mursi yönetiminden desteğini çekti ve halkın tepkisini öne süren Sisi silahlı kuvvetleri arkasını alarak darbe yaptı.
“Mursi halk desteğini kaybetti” gerekçesiyle darbe ABD ve Batı
tarafından desteklendi.
Kimyasal silahların imhasına yönelik anlaşma sonrasında, Batılı güçler Suriye’de muhalif güçlere yaptığı yardımı kesti. Türkiye
Suriye’deki gelişmeler karşısında yalnız bırakıldı ve uygulamaya
çalıştığı bütün politikalar bir bir başarısızlığa uğratıldı.
PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD ve YPG’ye destek
arttı. Irak’ın kuzeyindekine benzer özerk bir Kürt devletinin temelleri atılmaya başladı.
Küresel ve bölgesel güçlerle ilişkiler bozuldu. Bölgedeki dost ülke
ve yönetimler azalmaya başladı. Türk dış politikasında kullanılan
dil tekrar eskiye döndü ve dost ülkeler düşman olarak tanımlandı.
Eskiden olduğu gibi, hem küresel hem de bölgedeki düşman güçler
tarafından kuşatılan bir ülke tanımlaması ön plana geçti.
Bölgede bütün güçler tarafından görmemezlikten gelinen IŞİD hızla
gelişti. Irak ve Suriye’de önemli bir bölgeyi işgal etti. Yapmış olduğu insanlık dışı eylemler ve katliamlar sonrasında cazibesi yükselen
Sünni İslam anlayışı da büyük bir darbe aldı.
Bölgede yükselen unsurlar; Müslüman kardeşler, Türkiye ve Sünni
İslam anlayışının cazibesi hızla düşmeye başladı.
Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırması, Esad’ın bölgedeki
pozisyonunu kuvvetlendirdi. Türkiye’nin Suriye’deki geliştirmeleri
yönlendirebilme kabiliyeti büyük oranda azaldı. Uluslararası ilişki-
10
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ler ve güvenlik ortamı Türkiye’nin aleyhine döndü. Dış politikada
düşüş hızlandı.
Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak yurt içinde de ötekileşme, kutuplaşma ve düşmanlaşma arttı. Potansiyel gerilimler Gezi Olayları ve
6-8 Ekim Kalkışması ile çatışmaya dönüştü. Çözüm süreci çöktü ve
PKK Terör Örgütünün eylemleri arttı.
Türkiye’nin, Suriye’de IŞİD karşıtı koalisyona aktif olarak katılması sonrasında, IŞİD Terör Örgütü iç çatışmayı körüklemek maksadıyla Silvan, Diyarbakır ve Ankara’da büyük terör eylemleri gerçekleştirdi.
Neden Bu Kadar Hızla Düşüyoruz?
Açıklamalardan anlaşılacağı üzere dış politika kazanımlarının hızla
kaybedilmesinin temel nedenleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir.
Güç, çıkar ve politika dengesinin kaçırılması ve gücümüzün olduğundan fazla gösterilmesi.
Gücümüzü olduğundan fazla göstererek, gerek küresel gerekse bölgesel güçlere meydan okunması.
2011 öncesi başarıyı getiren dış politika prensiplerinden uzaklaşılması.
Uluslararası ilişkiler ve güvenlik ortamında dostlarımızı azaltan ve
düşmanlarımızı artıran politikalar uygulanması.
Ayrıca iç politikada ötekileşme, kutuplaşma ve düşmanlaşmaya neden olan yaklaşımlar sergilenmesi bu düşüşü hızlandırmıştır.
BİLGESAM Yayınları
11
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Ne Yapılmalı?
Çağcıl devlet yapılanması doğrultusunda özgürlük, insan hakları,
demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin yerleşmesine yönelik reformlara tekrar başlanmalıdır.
Daha önce yükselişi sağlayan 2011 öncesi dış politika prensipleri,
yeni politikalarla tekrar uygulamaya konmalıdır.
Küresel ve bölgesel güçlere meydan okumalardan kaçınılmalıdır.
ABD ve AB ile ilişkiler geliştirilmeli ve karşılıklı güven ortamı tekrar sağlanmalıdır.
Düşmanlıkları azaltıcı ve dostlukları artırıcı girişimlere öncelik vermelidir.
12
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA POPÜLİZM*
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde popülizm; “politik durumu
dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika” ve “halk yardakçılığı” olarak tanımlanmaktadır. Genellikle iç
politika ve ekonomi politikalarında kullanılan bu terim; günümüzde
dış politika vizyon, uygulama ve söylemlerinde de kullanılmaktadır.
Popülist politikalar halkın beklenti, umut ve hassasiyetlerini istismar ederek bunları oya dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle
popülist yaklaşımlar başlangıçta olumlu sonuçlar gösterse de bir
müddet sonra gerçekçilik, bilimsellik ve akılcılıktan uzaklaşıldığı
için siyasi ve ekonomik krizlerle sonuçlanmaktadır.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 8. Büyükelçiler Konferansında,
“Dış politikada popülizm ve hamasete yer yoktur.” demiştir. Çünkü
iç politika ve ekonomide olduğu gibi dış politikada da popülizmin
sonucu hüsrandır. Bu nedenle Bakan “Her zaman mutedil ve temkinli bir dil kullanıp, yapıcı ve yaratıcı öneriler getireceğiz. Etnik,
dinsel ve bölgesel milliyetçiliği reddetmeye devam edeceğiz” diye
konuşmasına devam etmiştir. Bu açıklamalar gerçek uygulamalarla
örtüşmekte midir?
Dış politikanın yöneleceği temel unsurlar milli çıkar, menfaat ve
hedeflerdir. Milli menfaatleri gerçekleştirecek milli hedeflere ulaşmak maksadıyla, gücün oluşturulması ve kullanılmasına yönelik
olarak takip edilen yol, usul tarz ve yönteme “Milli Strateji” denir.
Milli Stratejinin en temel karakteristiği süreklilik göstermesidir. Süreklilik gerek içsel nedenlerden, gerekse dışsal nedenlerden dolayı
değişim gösterebilir ancak kopuşlar genellikle devrimlerden sonra
yaşanır.
* Bu yazı 9 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
13
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
2009 yılından itibaren AK Parti’nin seçimlerde elde ettiği başarılar
kendine güvenini artırdı ve geçmiş dış politikada stratejinden kopuş
yaşandı. İç politikadaki popülist söylem ve demeçler dış politikayı
da etkiledi. Gerçekçilikten uzak popülist yaklaşımlar çerçevesinde;
Türkiye’nin gücü başlangıçta bölgesel güç olarak ifade edilirken
daha sonra küresel bir aktör ve müteakiben küresel bir güç olarak
değerlendirildi. Küresel bir güç olan Türkiye, düzen kurucu bir ülke
olarak bölgesel ve küresel özerk politikalarını belirleyerek bölgedeki gelişmeleri şekillendirmeye çalıştı. Halkın bastırılmış duyguları
harekete geçirilerek oya dönüştürüldü.
Bölge halklarıyla birlikte hareket etme adı altında Müslüman Kardeşler ve Hamas ile yakınlaşıldı. Diğer bölgesel ve küresel güçlerin algıları ve politikaları yeterince dikkate alınmadı. Bu kapsamda
yapılan popülist açıklamalarda küresel ve bölgesel güçlere meydan
okumalar yapıldı. İdealist söylemlerle Orta Doğu şekillendirilmeye
çalışılırken Türkiye bölgedeki sorunların bir parçası haline geldi.
Türkiye Sünni inanç sistemini kullanarak revizyonist politikalarla
nüfuz alanını genişleten bir devlet olarak algılandı. “Yeni Osmanlıcılık” olarak adlandırılan bu politikalar bölge ülkeleri ve küresel
güçler tarafından tehdit olarak değerlendirildi.
Türkiye popülist politikalar ve hamasi söylemler nedeniyle bölgede
yalnızlaşmaya başladı ve hedef ülke durumuna geldi. Bölgeye yönelik politikaları hem küresel güçler hem de bölgesel güçler tarafından başarısızlığa uğratıldı. Hatta Türkiye vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bir coğrafyaya dönüştü. Terör örgütlerine sağlanan destekle
içeride de güvenlik ve istikrar bozuldu. Türkiye cazibe merkezi bir
ülke iken kazanımlarını hızla kaybeden, yalnızlaşan ve yönetme
gücü sorgulanan bir ülke konumuna dönüştü.
14
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
DIŞ POLİTİKAYA FABRİKA AYARI*
Önceki yazılarımda açıkladığım gibi 2002-2011 yılları arasında
adeta dış politikada bir devrim gerçekleştirildi. AB ile ilişkiler geliştirildi. Asya, Afrika, Latin Amerika açılımları yapıldı. En önemlisi komşularımızla yüksek düzeyli işbirliği konseyleri oluşturularak
bölgeye özgü bir entegrasyon süreci başlatıldı. Dış ticaret hacmi
hızla yükseldi. Refah arttı ve Türkiye cazibe merkezi bir ülke haline
geldi.
Ancak 2011 yılından sonra dış politika ayarları bozulmaya başladı.
Olumlu gelişmeler gerilimlere ve düşmanlıklara dönüştü. Bölgemizdeki ülkelerle ilişkiler bozuldu. Bölgeye barış ve istikrar ihraç
eden ve ülkeler arasında sorunlarda güvenilir bir arabulucu olan
Türkiye, sorunların bir parçası haline geldi. Haziran 2016’dan sonra dış politika yapıcıları özeleştiri yaptı ve “Dış politikada fabrika
ayarlarına dönülmesi” kararı alındı.
Son aylarda tekrar olumlu gelişmeler yaşanmaya başladı. AB ile
müzakerelere devam kararı alındı ve hızla ilerleme sağlanacağı konusunda umutlar arttı. Kıbrıs’ta Rum ve Türk tarafı arasında devam
eden görüşmelerin, anlaşmayla sonuçlanacağı beklentisi yükseldi.
İsrail ile sorunların çözümü ve anlaşmaya varılacağı konusunda
açıklamalar yapıldı. Mısır ile görüşmelerde ilerlemeler kaydedildiği
hususunda haberler çıktı.
Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri
Dış politikada yaşanan dönüşümü birçok etmen teşvik etmektedir.
Bunların en önemlisi şüphesiz “Doğu Akdeniz’de keşfedilen yeni
enerji kaynakları”dır. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin 2010
* Bu yazı 25 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
15
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
yılında yayımladığı rapora göre; Doğu Akdeniz’de zengin enerji
kaynakları bulunmaktadır.
Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan ve Leviathan olarak adlandırılan bölge; Mısır ile Kıbrıs Adası arasında kalan ve Nil olarak adlandırılan bölge; Girit Adası’nın Güneydoğusunda kalan ve Heredot
olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki bölgede, toplam enerji rezervi yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir
rakama ulaşmaktadır.
Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap
edilmektedir. Bölge ülkeleri yeni keşfedilen enerji kaynaklarından
maksimum ekonomik fayda sağlamaları için bir araya gelerek ortak
projeler geliştirmelidir. Doğal gazın tüketici pazarlara ulaştırabilmesi üç yolla mümkündür.
Birinci yol çıkarılacak gazın deniz altından döşenecek bir doğal gaz
boru hattıyla önce Girit’e, oradan Yunanistan’a ve nihayet İtalya
üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasıdır.
İkinci yol gazın Kıbrıs’a taşınması ve burada inşa edilecek bir doğal
gaz sıvılaştırma santralinde işlenip sıvılaştırılarak tankerler yolu ile
tüketim pazarlarına taşınmasıdır.
Üçüncü yol ise gazı doğrudan Türkiye’ye ulaştırmak ve burada
mevcut boru hatlarıyla tüketici pazarlara aktarılmasını sağlamaktır.
En Ekonomik Yol Türkiye
Tercih edilebilecek ilk yol için yapılması gereken toplam yatırım
yaklaşık 19.5 milyar dolar, ikinci yol için yaklaşık 12.6 milyar dolar, üçüncü yol için ise sadece 4.7 milyar dolar civarındadır.
16
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Diğer bir ifadeyle gazın Türkiye üzerinden taşınması ilk yola göre
yaklaşık 15 milyar dolar, ikinci yola göre ise yaklaşık 8 milyar dolar
daha ucuzdur.
Bölgede keşfedilen enerji kaynaklarının tüketici pazarlara ulaştırılmasında tercih edilebilecek en ekonomik yol Türkiye’den geçmektedir.
Bu nedenle Doğu Akdeniz’de Türkiye ile diğer bölge ülkeleri arasındaki sorunlar çözülmelidir. Bölge ülkeleri arasında işbirliği süreçleri başlatılmalıdır. Girişimler artmış sonuçlar görülmeye başlamıştır.
BİLGESAM Yayınları
17
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ VE SORUNLAR*
Yunanistan Başbakanı Çipras 18 Kasım günü Türkiye’yi ziyaret etti
ve ziyaretin sonunda Başbakan Davutoğlu ile bir basın açıklaması
yaptı. Basın açıklamaları görünen ve görünmeyen önemli hususları
içeriyordu. Ancak bir önceki gün yapılan futbol maçında, Yunanistan Milli Marşı sırasında yapılan ıslıklı protesto, objektif değerlendirmeler yapılmasını engelledi.
Milli maçta Yunanistan Milli Marşı’nın ıslıklı protestosu bize hiç
yakışmadı. Milli marşlar o ülkenin vatandaşlarını temsil eder. Onlara saygının bir gereği olarak böyle bir girişim mazur görülemez.
Empati yapıp Yunanistan’da böyle bir olay meydana gelseydi bizim
duygularımız nasıl etkilenirdi? Diye kendi kendimize sormamız gerekir.
Bu kötü başlangıca rağmen basın toplantısında çok olumlu açıklamalar yapıldı. İki halkın ortak coğrafya, tarih, kültür ve kahve
zevkini paylaştığı söylendi. İki ülkenin yöneticilerinin geçmişin önyargılarından kurtularak işbirliği içinde geleceği inşa etmeleri gerektiği vurgulandı. Bu kapsamda Ege Denizi ve Kıbrıs sorunlarının
çözümü yolunda ilerleme kaydedilmesinin önemi üzerinde duruldu.
Sorunların çözümü, ticaret, turizm, kültür ve eğitim alanlarında
işbirliğinin geliştirilmesi yönündeki girişimler şüphesiz çok faydalıdır. Ancak Ege ve Kıbrıs gibi kronik sorunların çözümünde varılacak uzlaşmanın hangi noktada oluşacağı, bölgede sürdürülebilir
barış ve istikrarın tesisi için hayati derecede önemlidir.
* Bu yazı 27 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
18
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Ege Denizi Sorunu
Bu vurgunun yapılmasının nedeni Çipras’ın basın açıklamasında
yer alan fakat çok fazla dikkate alınmayan bazı söylemleridir. Bunlardan ilki “Ege’de savaş gemilerinin hareketleri ve Türk gemilerinin ihlalleri”. Bunu ifade ederken hafif gülümseyerek Türkiye’yi
suçluyordu. Türk savaş gemileri gerçekten karasuları ihlalleri yapıyor mu? Benzer şekilde Türk savaş uçakları hava sahasını ihlal
ediyor mu?
Ege de Türk-Yunan sorunu; Yunanistan’ın anlaşmalarla silahsızlandırılmış adalara tehdit oluşturacak kadar top, tank ve zırhlı araç
yerleştirmesi, hava sahasını olması gerekenden 4 mil daha uzun ilan
etmesi ve FIR hattını egemenlik alanı olarak kullanmak istemesi,
kıta sahanlığını bütün Ege Denizi’ne sahip olacak şekilde belirlemesi, karasularını 6 milden 12 mile çıkarma girişimi ve anlaşmalarla
Yunanistan’a verilmemiş adalar üzerinde hak iddia etmesi konularını kapsamaktadır.
Yunanistan Ege Denizi’ni bir Yunan denizi olarak görmekte ve
Türkiye’yi adeta karasularına hapsetmek istemektedir. Bunu
Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Bu nedenle sorunlu
uluslararası sularda savaş gemilerini dolaştırmakta ve havada savaş uçaklarını uçurmaktadır. Yunanistan bu girişimleri ihlal olarak
değerlendirmektedir. Sorun ege denizinin hakça paylaşımı veya
Türkiye’nin haklarını da dikkate alan uzlaşmalar ve işbirliği ile çözülebilir.
Kıbrıs Sorunu
Çıpras’ın dikkate alınması gereken ikinci açıklaması “Kıbrıs’ta herhangi bir devletin değil AB’nin garantörlüğünde çözümü” vurgulaBİLGESAM Yayınları
19
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
masıydı. Bu önemsiz bir konu mu? Ne anlam ifade ediyor? Bunun
anlamı Türkiye’nin devre dışı bırakılmasıdır. Zürih ve Londra anlaşmaları ile Türkiye’ye verilen garantörlük hakkının ortadan kaldırılmasıdır. AB’ye dâhil olan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
istediği gibi davranabilme serbestisini elde etmesidir. Türkiye’nin
bunu da kabul etmesi mümkün değildir.
Kıbrıs Sorunu sadece Kıbrıslı kardeşlerimizin güvenli bir geleceğinin inşası sorunu değildir. Aynı zamanda Türkiye’nin güvenliği
sorunudur. Türkiye’nin dâhil olmadığı AB içinde Yunanistan ve
Kıbrıs’ın bütünleşmesi, Türkiye’nin batıda Ege’de olduğu gibi güneyden de kuşatılmış anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda;
Türkiye’nin açık denizlere çıkışı sınırlanmakta, bu denizlerden ve
deniz altı kaynaklarından istifade olanakları engellenmektedir.
20
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRKİYE’DE DEMOKRATİK KÜLTÜR VE OLGUNLUK*
Türkiye’de son yıllarda yaşanan gerilimlerin ve olayların temelinde çağcıl demokrasi, demokratik kültür ve olgunluk eksikliği yer
almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağcıl demokrasi olarak nitelenmesi için demokrasinin devlet-toplum, siyaset-toplum ve devletsiyaset ilişkileri içinde; toplum-içi farklı kimlikler arası ilişkilerde
ve güncel hayatın örgütlenmesinde “yerleşmesi” ve “derinleşmesi”
gereklidir. Çağcıl demokrasinin yerleşmesi ve derinleştirilmesi için
de çoğulcu demokrasi ve yönetişim prensiplerine uyulmalıdır.
Çoğulcu Demokrasi
Demokrasinin gelişim sürecinde, çoğunluğun devlet yönetimindeki
kararlarının mutlak olması, azınlık haklarını kısıtlayabileceği kaygısı çoğulcu demokrasiyi ortaya çıkarmıştır. Çoğulcu demokrasi
anlayışında çoğunluğun yönetme hakkı bulunmasına rağmen çoğunluğun sınırsız yetkilere sahip olduğu söylenemez. Temel insan
haklarına saygı, insan onurunun korunması, azınlıkta veya muhalefette olanların beklentilerinin dikkate alınması, farklı düşüncelerin
serbestçe hiçbir baskıyla karşılaşmadan söylenebilmesi çoğulcu demokrasi için şarttır. Çoğulcu demokrasilerde özgürlük herkesin yönetime serbestçe katılımını sağlarken, eşitlik de insanların her türlü
farklılığına rağmen, insan onurunun korunması gereğinden dolayı,
eşit bir şekilde bu yönetime katılabilmesi anlamına gelmektedir.
Çoğulcu demokrasilerde bireysel, kültürel ve sosyal haklar korunur
ve genişletilir.
Farklı kültürel kimlikler arası ilişkilerde ötekileşme yerine eleştirel
anlama ve diyalog temelli tartışma ortamı oluşturulur. Toplumsal
sorunların çözümü ve taleplere karşı şiddet ve baskı yerine demokratik müzakere yöntemi etkin olarak kullanılır.
* Bu yazı 29 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
21
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Yönetişim
Yönetişim kavramı ise hükümet otoritesine ve gücüne dayalı yönetim anlayışından, hiyerarşik yapıdaki bir yönetim olgusundan farklı
yeni bir süreci ve toplumun yönetimine ilişkin yeni bir modeli anlatmaktadır. Böyle bir model içinde aktörlerin ve birimlerin tek taraflı
yönlendirmeleri ve etkileri değil, bir etkileşim süreci içinde gerçekleşen interaktif ilişkiler söz konusudur. Sadece hükümet birimlerinin ve görevlilerinin değil, aynı zamanda hükümet dışı örgütlerin,
sivil toplumun, bilim adamlarının, uzmanların ve vatandaşların katılımı söz konusudur.
Yönetişim yaklaşımından hareketle yapılan analizlerde; özellikle
hükümet-toplum etkileşimi üzerinde durulmakta; devlet ile devletdışı alan arasında işbirliğinin, kamu ile sivil toplum örgütleri arasında ilişkilerin geliştirilmesinin, çok kutuplu karar alma mekanizmalarının yaygınlaştırılmasının önemi belirtilmektedir. Çoğulculuk
ve yönetişimin temel ilkeleri olan hukukun üstünlüğü, katılımcılık,
şeffaflık, eşitlik, etkinlik, hesap verebilirlik sayesinde önemli güç
merkezleri arasında uzlaşma sağlanarak toplumsal gerilimlerin çıkması önlenebilir.
Çıkan gerilimler kutuplaşmaya ve karşılıklı düşmanlıklara varmadan yatıştırılabilir. Çoğulcu demokrasi ve yönetişim prensiplerinin
siyasetin, bürokrasinin, toplumun her kesimine yerleşmesi, demokratik kültür ve olgunluğun oluşturulabilmesi için aşağıdaki hususlar
gereklidir. Çoğulcu demokrasi ve yönetişim prensiplerinin aileden
başlamak üzere eğitimin her kademesinde öğretilmesi ve uygulanması. Yeni Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları ile mevzuatın içine ve ruhuna yerleştirilmesi. Siyasal etik kuralların geliştirilmesi ve siyasal hayata hâkim olması. Yürütmenin yasama ve yargı
üzerindeki baskın rolünün ortadan kaldırılarak, kuvvetler ayrılığı
prensibinin tam olarak uygulanması.
22
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
BAŞKANLIK SİSTEMİ TARTIŞMALARI*
Türkiye’de başkanlık sistemine geçiş tartışmaları 1987 yılında Başbakan Turgut Özal döneminde başladı. 1997 yılında Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel başkanlık tartışmalarını tekrar gündeme getirdi.
Son olarak Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan başkanlık sisteminin
gelmesi için yoğun bir kampanya yürütüyor.
Ancak yapılan kamuoyu araştırmalarında başkanlık sistemine destek yüzde 30-35 düzeyinde. Halkın başkanlık sistemini bilmediği
konusunda görüşler öne sürülüyor.
Hatta kampanyalar beyin yıkama ve baskı oluşturma seviyesine kadar ulaşıyor. Türk toplumunun baskı ve beyin yıkamalardan çok,
engin sezgisi ile karar verdiği ihmal ediliyor.
Neden Başkanlık Sistemi?
Başkanlık sistemini savunanların başlıca tezi; ülkede ekonomik ve
siyasi istikrar ancak başkanlık sistemi ile garantiye alınabilir.
Parlamenter sistemde hükümetler her an değişebilir. Bu nedenle yürütmenin istikrarını sağlamak zordur. Bu yaklaşım Türkiye’de uzun
süreli koalisyonları besleyecek siyasi kültürün olmadığı varsayımına dayanmaktadır.
Diğer bir tez; başkanlık sisteminde yapılması planlanan projelerin
hızla gerçekleştirilmesi, sınırlama ve engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Parlamenter sistemde muhalefet partileri tarafından yürütmenin denetlenmesi engel ve geciktirme olarak değerlendirilmektedir.
Bu görüşleri 2002’den bu yana devam eden AK Parti iktidarları geçersiz kılmaktadır.
* Bu yazı 5 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
23
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
AK Parti 13 yıldır iktidardadır ve 17 yıla kadar iktidarda kalacaktır.
Otoriter yönetimler hariç hangi ülkede bu kadar süre iktidarda kalan
bir lider ve parti var?
Ayrıca AK Parti projelerini hızla hayata geçirmekle övünmüyor
mu? Devrim niteliğinde değişim yaptığını vurgulamıyor mu? Gerçekten devrim niteliğinde değişim yaptı ve planladığı projeleri hızla
gerçekleştirdi.
Peki, o zaman başkanlık sistemi neden bu kadar isteniyor?
Başkanlık Sistemi Sorunsuz mu?
Geçmiş dönemlerde parlamenter sistemde bazı istikrarsız dönemleri
yaşadık.
Ancak başkanlık sisteminde de istikrarsızlıklar yaşanmaktadır.
Başkanlık sisteminde sabit görev süresi de bir sistem krizine yol
açabilir. Başkan oldukça istisnai bir durum olan “suçlama” dışında
görevden alınamaz.
Hastalık dolayısıyla iş göremez hale gelen veya meşruiyetini yitiren
bir başkanın görevden alınamaması ciddi bir otorite sorununa yol
açabilir. Hatta bu sorun bir rejim krizine dönüşebilir.
Venezuela’da Başkan Carlos Andres Peres ve Brezilya’da Başkan
Fernando Collar’ın döneminde yaşanan krizler veya Arjantin’de
başkan Peron’un 1974’te ölümünden sonra yerine gelen başkan yardımcısı olan eşi Maria Estela Martines de Peron’un meşruiyet sorunu yaşaması ve 1976 darbesiyle iktidardan düşürülmesi başkanlık
sisteminde sabit görev süresinin yarattığı problemlere örnek olarak
gösterilebilir.
24
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Ayrıca başkanlık sisteminde yürütme; yasama organının çıkaracağı
kanunlara ve kabul edeceği bütçeye bağlıdır. Başkan ile parlamento
çoğunluğunun farklı siyasi eğilimlerde olduğu durumlarda bunun
istikrarsızlığa sebep olması mümkündür.
Üstelik başkanlık sistemleri rejim krizlerini çözecek anayasal mekanizmalardan da yoksundur.
Bu durum Latin Amerika ülkelerinde anayasal krizlere ve askeri darbelerle demokrasinin kesintiye uğramasına sebep olmuştur.
ABD gibi gelişmiş demokrasilerde bütçe kongre tarafından onaylanmadığı için günler, hatta haftalarca devlet hizmetleri kesintiye
uğramıştır.
Bilimsel çalışmalar, başkanlık sisteminde demokrasinin kesintiye
uğraması ihtimalinin parlamenter sistemlere göre daha kuvvetli olduğunu göstermektedir.
BİLGESAM Yayınları
25
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
MİLLİ SAVUNMADA SANAYİ ATAĞI*
Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme dönemine kadar uzanan Türk
savunma sanayii, 17’nci yüzyıla kadar güçlü bir konuma sahipti.
Ancak 18’nci yüzyıldan itibaren Avrupa’daki teknolojik gelişmelere ayak uyduramamış ve zayıflamıştı. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı
sırasında Mustafa Kemal’in direktifleri ile sadece basit tezgâhlarda
hafif silah ve mühimmat üretilebilmişti.
Cumhuriyet döneminde, Askeri Fabrikalar Umum Müdürlüğü kapsamında özellikle silah-mühimmat ve havacılık sektörlerinde temel
üretimler yapılmıştır. Özel firma olan Nuri Killigil tesislerinde de
tabanca, 81 mm havan ve mühimmatı, çeşitli tahrip kalıpları, patlayıcı ve yanıcı maddeler üretmiştir.
Havacılık alanında Vecihi Hürkuş kendisi bir uçak geliştirmiş,
ayrıca Tayyare ve Motor Türk A.Ş. tarafından toplam 112 uçak
üretilmiştir. Havacılık sanayiindeki bir sonraki adım, Türk Hava
Kurumu’nun 1941 yılında Ankara’da kurduğu uçak fabrikası olmuştur. Bu uçak fabrikası, 140 adet eğitim uçağı, hafif nakliye uçağı
ve ambulans uçakları üretmiştir.
Dış Yardımlar ve Olumsuz Etkileri
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Truman Doktrini ve Marshall Planı
çerçevesinde ABD tarafından sağlanan dış yardımlar ve 1952 yılında NATO’ya üye olmasıyla başlayan süreçte ihtiyaç fazlası savunma donanımının hibe edilmesi; savunma ürünlerinin yurt içinde
üretilmesini engellemiştir.
* Bu yazı 3 Mayıs ve 6 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
26
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
1964 yılındaki Kıbrıs bunalımı sırasında, müttefik ülkelerden alınan
savunma silahlarının, başta ABD olmak üzere bazı müttefik ülkelerce engellenmeye çalışılması; savunma gereksiniminin karşılamasında diğer ülkelere mutlak bağımlı hale gelinmesinin sakıncalarını
ortaya çıkarmıştır.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye ABD ambargosuyla
karşı karşıya kalmış ve bunun üzerine Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakıfları kurulmuştur. Vakıflara halkımız büyük
bir coşku ile bağış yapmış ve onaylanan yasalarla bu vakıflara özel
gelirler sağlanmıştır.
Yeniden Yapılandırma
1980’lerde Türkiye yapısal bir dönüşüm sürecine girmiş, TSK’nın
artan ihtiyaçları, teknolojik gereksinimleri ve büyüyen mali boyut
nedeniyle yeni bir model geliştirilmiştir. Bu çerçevede Savunma Sanayii Fonu oluşturulmuş ve savunma sanayii projelerini yürütmek
için Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı
(SAGEB) yapılandırılmıştır.
Ayrıca 1987’de Kara, Hava ve Deniz vakıflarının birleştirilmesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı TSKGV oluşturulmuştur. SAGEB, 1989 yılında Savunma Sanayii Müsteşarlığı
(SSM) olarak yeniden düzenlenmiştir.
Bu dönemde F-16, Zırhlı Muharebe Aracı, Mobil Radar Kompleksleri, F-16 Elektronik Harp, HF/SSB Telsizleri, CASA Hafif Nakliye
Uçağı gibi büyük savunma projeleri yürütülmeğe başlanmıştır. Bu
projeleri yürütmek için de çok sayıda yabancı ortaklı şirketler kurulmuştur.
BİLGESAM Yayınları
27
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Yeni Stratejiler
Savunma Sanayinde asıl büyük atak 2000 sonrasında yaşanmıştır.
Savunma sanayiindeki yabancı sermaye payının önemli bir kısmı,
TSKGV ve SSM tarafından devralınmıştır. 3238 sayılı Savunma
Sanayii Hakkında Kanun’la “modern bir savunma sanayiinin geliştirilmesi ve TSK’nın modernizasyonunun sağlanması” amaçlanmıştır.
Bu doğrultuda yerli sanayi altyapısından azami ölçüde yararlanılması, ileri teknoloji yatırımlarının teşvik edilmesi, yabancı sermaye
ve teknoloji ile işbirliği, araştırma-geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi suretiyle gerekli her türlü silah, araç ve gerecin mümkün
olduğunca Türkiye’de üretiminin sağlanması hedeflenmiştir.
Geçmiş uygulamalardan farklı olarak; özel sektöre açık, dinamik
bir yapıya kavuşmuş, ihracat potansiyeline sahip, yeni teknolojilere
adapte olmakta güçlük çekmeyen, teknolojik gelişmeler doğrultusunda kendini yenileme kabiliyeti bulunan bir savunma sanayii kurulması öngörülmüştür.
Türkiye savunma sanayi alanında son yıllarda yaptığı büyük atakla birçok başarılı projeler gerçekleştirdi. Milli gemi, uçak, insansız
hava aracı, uydu, taarruz helikopteri, tank, füze ve roket projeleri
devletin büyük kararlılığı ile devam ediyor.
Son olarak üzerinde uçak, helikopter, tank ve zırhlı muharebe aracı
taşıma kabiliyetine sahip amfibi hücum gemisi üretimi; Türkiye’nin
bölgesinde liderlik iddiasını artıracak ve ordunun gücünü katlayacak projeler.
Savunma sanayinde 2016 yılı ciro hedefi 8 milyar dolar, ihracat he-
28
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
defi ise 2 milyar dolar. Savunma ürünlerinde 2023 ihracat hedefi 25
milyar dolar. Dolayısıyla gelecekte daha güçlü ve dışa bağımlılığı
azaltılmış silahlı kuvvetlerin yanında, ekonomiye önemli katkılar
sağlayan bir savunma sanayi oluşturulacak.
Yerli Savunma Sanayi Ürünleri
Milli Gemi projesiyle milli imkânlarla modern muharip gemiler
üretiliyor. Geminin tamamen özgün ön dizaynı 2004 yılında tamamlandı ve 2005 tarihinde İstanbul Tersanesi Komutanlığında geminin
inşa sürecine başlandı. 2008’de Heybeliada (F-511) denize indirildi
ve 2010’dan itibaren deniz seyirlerine başlanarak performans kontrolleri yapıldı.
Atak Helikopteri projesinde Agusta Westland tasarımı A129, Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçlarına uygun şekilde değiştirildi. Milli
aviyonik ve silah sistemleri ile teçhiz edildi. Üretimi yapılan T129,
dünyada kendi sınıfındaki en etkin taarruz helikopteri arasındasır.
Altay Tankı projesi Koç Grubu’na bağlı Otokar’ın ana yüklenicisi
olduğu projeye Güney Kore’nin Rotem firması teknik destek vermektedir. Tankın tasarım, geliştirme, prototip imalatı tamamlanmış,
test ve sertifikasyon aşamaları devam etmektedir.
Anka İnsansız Hava Aracı projesinde tasarım, prototip imalatı ve
test uçuşu aşamaları başarıyla tamamlanmıştır. Anka, 1.600 kilo
kalkış ağırlığıyla kendi sınıfının en üst kapasiteli uçakları arasında
yer almaktadır. Anka, 24 saat havada kalabilmektedir. Gündüz ve
gece keşif, gözetleme ve hedef tespiti yeteneklerinin en gelişmişlerine sahiptir. Ayrıca otomatik olarak inip kalkabilmektedir.
Arma Zırhlı Muharebe Aracı Otokar tarafından üretilmektedir. Ka-
BİLGESAM Yayınları
29
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
ranlıkta, siste, dumanda hiçbir ışık yakmadan termal kamera ile
yolu ve etrafı görme yeteneklerine sahiptir. Arma, Amfibi kit sayesinde hiçbir ön hazırlık yapmadan suda yüzebilecek ve suda saatte 8
kilometre hız yapabilecektir. Sürücü ve komutan dahil 12 personel
ve 24 ton azami yük taşıyabilecektir.
Göktürk keşif ve gözetleme uydusu, özellikle Avrupa, Kafkaslar ve
Ortadoğu’da askeri istihbarat amaçlı yüksek çözünürlüklü görüntü
alınmasını sağlamaktadır.
Hürkuş Eğitim Uçağı TAI tarafından üretilmektedir. Hürkuş, ortaseviye eğitim için hava kuvvetlerinde kullanılacaktır. Uçak, gece ve
gündüz görev yapabilmektedir. Öğretmen ve öğrenci pilotun arka
arkaya oturduğu, tek turboprop motorlu bir konfigürasyona sahiptir.
SOM Füzesi, 200 kilometre menzile sahiptir. Uçaktan, kara ve deniz hedeflerine atılabilmektedir. Hedefini GPS ile uydudan ve yer
haritası ile bulmaktadır.
Kasırga TR-300 Füzesi, 302 mm çapında olacak ve 80/100 km menzile ulaşabilecektir.
Yukarıda örnekleri verilen savunma sanayi ürünlerinin yanında daha
çok sayıda silah ve sistem milli olarak üretilmektedir. Bu projeler
geleceğe umutla bakmamıza katkı yapmaktadır. Ancak bu projelerin
en önemlileri henüz TSK envanterlerine tam olarak girmemiştir.
Bu nedenle bu sistemleri ön plana çıkarmak, sanki hepsi envantere girmiş gibi gücümüzü olduğundan büyük görmek, güç-çıkarpolitika etkileşimini olumsuz yönde etkileyebilir. Ülkemizi zayıflatılması gereken hedef ülke haline getirebilir.
30
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRKİYE EKONOMİSİ*
Son dönemde yapılanlar sürekli geçmiş dönemlerle mukayese ediliyor. Söylemler çok başarılı olunduğu doğrultusunda. Çoğunlukla
oluşan imaj çok olumlu. Bu imaj gerçek durumla örtüşüyor mu?
Özellikle en çok üzerinde durulan alan ekonomi. Ekonomik gelişmeler muhteşem bir başarı öyküsü olarak sunuluyor. Gerçekte böyle
mi?
Bu konuyu yazmak için karar verdiğimde çok olumlu şeyler yazacağımı düşünüyordum. Ancak araştırma yapmaya başladığımda fikirlerim değişmeye başladı. Şu sorulara yanıtlar aradım. Son dönemde
dış politika başarılı mı? Dış güvenlik ortamı Türkiye lehine mi şekillenmiş durumda? İç güvenlik ortamı nasıl? Toplumda birlik ve
beraberlik ne durumda? Ekonomik veriler efsane mi oluşturuyor?
Büyüme Oranları
Konu başlığı ile doğrudan ilintili olmadığı için ilk dört sorunun
cevaplanmasını sizlere bırakıyorum. Türkiye’nin kuruluşundan bu
güne kadarki ekonomik büyüme oranlarını araştırıyorum. Türkiye
Cumhuriyeti hükümetleri dönemlerinde ortalama büyüme oranları
en yüksekten düşüğe doğru aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır. Verilerin yorumunu sizler yapabilirsiniz.
* Bu yazı 13 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
31
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
T.C Hükümetleri Döneminde Ortalama Ekonomik Büyüme Oranları, 1923-2015**
İşsizlik Oranları
Yıllara göre işsizlik oranları incelendiğinde 1977-1978 yılları hariç
Türkiye tarihinde en yüksek işsizlik oranları son dönemde yaşanmaktadır. 2016 yılı Ocak ayında işsizlik oranı yüzde 11,1 seviyesine
yükselmiştir. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz
sayısı 2016 yılı Ocak döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 31
bin kişi artarak 3 milyon 290 bin kişi olmuştur.
Milli Gelir
2000’li yıllarda Dolar bazında toplam ve kişi başına düşen milli
gelir, Doların Türk Lirası karşısında değer kaybetmesinin etkisiyle
önemli oranda arttı. 2013 yılında Türkiye’nin milli geliri 822 milyar
dolara, kişi başına gelir ise 10 bin 823 dolara yükseldi. Ancak 2014
yılında milli gelir 800,1 milyar dolara geriledi. Dolayısıyla kişi başına gelir 10 bin 404 dolara düştü. Dolardaki hızlı artış son bir yılda
yüzde 32’yi buldu. Bu hızlı yükselme, milli geliri de etkiledi. Milli
gelir 709 milyar dolara geriledi. Kişi başına düşen gelir 2000 dolar
düştü ve 8 bin 769 dolar seviyesine indi.
** “92 yıllık büyüme serüvenimiz,” businessht, 20 Nisan 2015, Erişim Tarihi: 13
Mayıs 2016, http://www.businessht.com.tr/yazarlar/cagdas-sirin/1068162-92-yillikbuyume-seruvenimiz
32
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Enflasyon
Son dönemde en başarılı sonuçlar enflasyon alanında elde edildi.
2002’de yüzde 29,75 olan TÜFE, 2003’de yüzde 18,36’ya, 2004’te
yüzde 9,32’ye, 2012’de yüzde 6,16’ya düştü. Ancak 2015’de yüzde
8,81’e yükseldi.
Dış Borç
Dış borcun Gayrisafi Yurtiçi Milli Hasılaya oranları 2002’de yüzde
56,2 iken, 2005’te yüzde 35,5 düştü. Ancak daha sonra tekrar yükseldi ve 2015’te yüzde 52,6 oldu.
Sonuç olarak son dönemde ekonomik veriler, kamu diplomasisi ile
oluşturulan imaj kadar iyi değil. Dönem içinde çok olumlu sonuçlar
alınmış olsa da daha sonra bu başarı sürdürülemedi ve özellikle son
yıllarda olumsuza gidiş hızlandı. Dış politika ve güvenlik alanındaki olumsuzluklar, ekonomik alana her geçen gün daha fazla yansımakta ve elde edilen kazanımlar kaybedilmekte.
BİLGESAM Yayınları
33
Dış Politika ve Güvenlik
II. BÖLÜM
TÜRKİYE VE KÜRESEL AKTÖRLER
BİLGESAM Yayınları
35
Dış Politika ve Güvenlik
KÜRESEL YÖNETİŞİM VE G-20*
20’nci yüzyılın sonunda iki önemli değişim yaşanmıştır. Soğuk savaş sona ermiş, iletişim ve bilişim sahalarında yaşanan teknolojik
gelişmeler, üretimin örgütlenmesinde ve ticaretin yapısında büyük
değişiklikler meydana getirmiştir. Teknolojik devrim haberleşmede olağanüstü hız ve alan genişlemesi yaratmıştır. Ekonominin her
kesiminde yeni olanaklar ve üretim biçimleri meydana getirmiştir.
Küreselleşme
En geniş anlamıyla ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda
değerlerin ulusal sınırları aşarak yayılması şeklinde tarif edilen küreselleşme bütün dünyayı etkilemiştir. Çağdaş teknolojilere, küresel
ekonomik yapılara ve evrensel değerlere uyum sağlayamayan toplumlar küreselleşme süreci tarafından kültürel değerlerini kısmen
de olsa değiştirmeye zorlanmıştır.
Küreselleşme, tek kutuplu dünya ve ABD hegemonyası suçlamasıyla tehdit olarak da algılanmıştır. Dünya Ticaret Örgütü’nün 1999’da
Seattle’da gerçekleştirdiği “Binyılın Buluşması” adlı zirve başarısızlıkla sona ermiş ve ABD’nin karşı konulamaz bir güce sahip olduğu iddiası ciddi bir biçimde tartışmaya açılmıştır.
Çin, Hindistan gibi büyüyen ekonomiler ve Batı-dışı modernleşme
giderek dünyayı etkilemeye başlamıştır. Post-küreselleşme kapsamında modernleşme algısı, giderek Batılı kalıplardan arınmakta ve
her ülke kendi değer yargılarını ve kültürünü modernleşme süreçlerini belirleme noktasında temel veri olarak almaktadır.
* Bu yazı 13 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
37
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Küresel Yönetişim
Doğulu ülkeler, artık kendi geleceklerini kendi değer yargıları ve
normları etrafında kurmakta, Çin ve Hindistan gibi yeni güçler
hegemona karşı meydan okumalar gerçekleştirmektedir. Böyle bir
ortamda klasik yöntemler işlevselliğini yitirmekte ve Küresel Yönetişim kavramı ön plana çıkmaktadır.
Küresel hegemon ABD ve gelişmiş ülkelerin oluşturduğu G-8,
1994’te Meksika, 1997’de Asya ve 1998’de Rusya krizlerini önleyememiştir. 1999 yılında küresel ekonomik ve mali istikrarın sağlanması ve teşvik edilmesi için G-20 oluşturulmuştur.
G-20 içinde Almanya, ABD, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin,
Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan,
Türkiye ve AB Komisyonu yer almaktadır.
Ülkeler ekonomik büyüklüğün yanında uluslararası sistemdeki
etkinlik ve bölgesel güç olma gibi diğer faktörler gözetilerek seçilmiştir. G-20 dünya ekonomisinin %85’ini, ticaretinin %80’ini
temsil etmekte ve dünya nüfusunun üçte ikisini kapsamaktadır.
G-20’nin mevcut kompozisyonu yönetişim kavramının katılımcılık
ve etkililik ilkelerine uygundur.
G-20 ancak yönetişim ilkelerine riayet edilmesi ile sağlıklı bir şekilde işleyebilir. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve hukukun üstünlüğü
ilkeleri sayesinde, ekonomik krizlerin en büyük nedeni olan aşırı
risk alımları ve fahiş fiyatlar önlenebilir. Ekonomik aktörlerin denetlenmesi mümkün olabilir.
2008 yılında ABD konut piyasasında başlayan ve küresel ölçekte
38
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
etkili olan finansal kriz, G-20 platformunun daha etkin olmasını
gerekli kılmıştır. Bakanlar düzeyinde toplanan G-20, bu tarihten
itibaren yılın belirli zamanlarında devlet başkanları düzeyinde toplanmaya başlamıştır.
G-20 Antalya Zirvesi
G-20, 15-16 Kasım tarihlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında Antalya’da toplanacaktır. Toplantıya ABD Başkanı Obama,
Rusya Devlet Başkanı Putin, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Jinping, İngiltere Başbakanı Cameron, Fransa Cumhurbaşkanı
Hollande, Almanya Başbakanı Merkel ve çok sayıda devlet başkanı
katılacaktır.
Zirve gündeminde kalkınma ve iklim değişikliği, kapsayıcı büyüme,
küresel ekonomi, büyüme stratejileri, istihdam ve yatırım stratejileri
yer almaktadır. Ayrıca Küresel sınamalar kapsamında; terörizm ve
mülteci krizi konuları görüşülecektir.
Dayanıklılığın artırılması çerçevesinde; finansal düzenlemeler,
uluslararası vergi, yolsuzlukla mücadele ve IMF reformu değerlendirilecektir. Müteakiben ticaret ve enerji konuları ele alınacaktır. Zirvenin sonunda Antalya Bildirgesi ve Antalya Eylem Planı’nı
onaylanacak.
BİLGESAM Yayınları
39
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
BM İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KONFERANSI*
BM, son yıllarda yönetişim esaslarına uygun olarak, küresel sorunlarla daha fazla ilgilenmekte, belirli hedefler belirlemekte ve sözleşmeler hazırlamaktadır. Bu kapsamda Eylül ayı sonunda “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri 2030” yayınlanmıştır.
Belirlenen hedefler çerçevesinde her ülke, yoksulluğun ana nedenlerini ortadan kaldırmak, ekonomiyi büyütmek, refahı desteklemek,
halk sağlığı, eğitim ve sosyal ihtiyaçları karşılamak için çalışmalar
yapacak; aynı zamanda çevrenin korunması için de önlemler alacaktır.
İklim Çalışmaları
Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli, 5. Değerlendirme Raporuna göre; küresel ısınmanın nedeni insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonudur. 1850 yılından bu güne kadar dünya
yüzeyinin sıcaklığı 1 derece artmıştır. Sıcaklık 2 derece daha arttığı
taktirde yeryüzü yaşanılmaz bir yer olacaktır.
19. Yüzyıl ortalarından bu yana deniz seviyesindeki artış 2 bin yıldır
yaşanandan daha fazladır. 1901-2010 yılları arasında küresel ısınma
ve buzların erimesi nedeniyle deniz seviyesi, 19 cm yükselmiştir.
Kuzey Kutbundaki buz tabakası 1979 yılından bu yana küçülmeye
devam etmiş ve 1,07 milyon metre kare buz erimiştir.
Bütün devletler güvenli limit olan 2 derecelik küresel ısınma sınırının altında kalmak için sera gazı emisyonunu azaltmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için düşük karbonlu elektrik üretimine ve enerji verimliliğine, 2030’a kadar her yıl 100 milyar dolarlık yatırım yapılması
gerekmektedir.
* Bu yazı 4 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
40
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Çalışmaların ihmal edilmesi veya 2030 yılı sonrasına ertelenmesi
durumunda, çok daha büyük teknolojik, ekonomik ve endüstriyel
sorunlar meydana gelecektir
Paris’te 30 Kasım’da başlayan-12 Aralık’ta sonuçlanacak olan “BM
İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Toplantısı” en önemli çalışmalardan birisidir. Toplantı sonucunda 195 devletin yaşanabilir bir
dünya için yeni bir “İklim Değişikliği Sözleşmesi” imzalaması beklenmektedir.
Sözleşmede; sera gazı salınımlarının azaltılması için hedefler ve
ulusal taahhütlerin belirlenmesi; etkili mücadelenin yapılabilmesi
için finansal kaynakların sağlanması ve teknoloji transferinin gerçekleştirilmesi; özellikle kırılgan gelişmekte olan ülkelere finansal
destek yapılması ve verilen taahhütlere uyumun 5 yıllık dönemler
içinde gözden geçirilmesi konuları yer alacaktır.
Türkiye’ye Etkileri
Bilimsel çalışmalarda Akdeniz Havzasının, iklim değişikliğinin
olumsuz yansımalarından en fazla etkilenecek ve iklim değişikliğine karşı en hassas bölgeler arasında yer aldığı belirtilmektedir.
Genel sıcaklık artışının 1-2 dereceye ulaşacağı ve kuraklığın geniş
bölgelerde hissedileceği açıklanmaktadır.
Türkiye’de ise yıllık ortalama sıcaklığın 2,5-4 derece artacağı, Ege
ve Doğu Anadolu bölgelerinde 4, iç bölgelerde 5 dereceyi bulacağı
tahmin edilmektedir. Sıcaklık ve yağış rejimindeki değişim, tarım
ve sanayiyi olumsuz yönde etkileyeceği gibi biyolojik çeşitliliği
azaltacak, ekosistemi bozacak ve orman alanlarını sınırlayacaktır.
Türkiye iklim değişikliği çalışmalarına aktif olarak katılmalı; belir-
BİLGESAM Yayınları
41
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
lenen hedeflere ulaşılması maksadıyla kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeli; güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji
potansiyelinden daha fazla istifade etmelidir.
İklim değişikliği nedeniyle Türkiye’de taşkın, kuraklık, çölleşme,
orman yangınları gibi afetlerin artması beklenmektedir. Afetlerin
neden olacağı can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi için afet
risklerinin etkin olarak yönetilmesi gereklidir.
42
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
AB SÜRECİ VE TÜRKİYE’DE REFORMLAR*
Türkiye ile AB üyesi devletler arasında, Kasım Ayı sonunda gerçekleştirilen zirvede, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin yeniden canlandırılmasına karar verildi. İlişkilerin derinleştirilmesi maksadıyla
yüksek düzeyde ekonomik, enerji ve politik diyalog mekanizmalarının oluşturulması konusunda anlaşmaya varıldı.
Üyelik sürecinin hızlandırılması ve stratejik işbirliğinin genişletilmesi maksadıyla her yıl iki zirve yapılması kararlaştırıldı. Geri kabul anlaşmasının onaylanması ve bütün şartların yerine getirilmesi
durumunda vize serbestisinin 2016’nın Ekim ayında başlayacağı
belirtildi.
Türkiye ve AB üyesi ülkelerin ortak bir kadere sahip olduğu,
Türkiye’nin üyeliğinin sadece birlik ve Türkiye için değil aynı zamanda küresel barış için de kazanç olduğu vurgulandı. Göçmen krizi konusunda Ortak Eylem Planının hayata geçirilmesi için mutabakata varıldı. Türkiye’ye Suriyeli göçmenlerin yaşam koşullarının
iyileştirilmesi için 3 milyar Avroluk destek sağlandı.
14 Aralık’ta yapılan hükümetler arası zirvede “Parasal ve Ekonomik Politikalar” başlıklı 17’nci fasıl açıldı. Açılış kriterlerinin yerine getirilmesi durumunda “Kamu alımları” başlıklı 5’nci, “Rekabet
Politikası” başlıklı 8’nci ve “Sosyal Politika ve İstihdam” başlıklı
19’ncu başlıklar açılabilir.
Eleştirel Konular
Bu olumlu gelişmelere rağmen AB devlet ve hükümet başkanlarının, 17-18 Aralık 2015’te Brüksel’de katılacağı zirvenin taslak
sonuç bildirisinde, hukukun üstünlüğü ve temel haklarla ilgili ana
* Bu yazı 15 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
43
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
eksiklikler vurgulanmakta. Eleştirel medyaya, gazetecilere, yazarlara ve sosyal medya platformları ile kullanıcılarına açılan davalar
sorgulanmaktadır.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına zarar verilmesinin; ifade özgürlüğü ile toplanma özgürlüğündeki belirgin gerilemenin tersine
çevrilmesi için acil şekilde önlemler alınmasının gerekliliği belirtilmektedir. Aralarında kadın, çocuk ve azınlık haklarının da bulunduğu insan haklarına, din özgürlüğüne ve mülkiyet haklarına tam
saygının sağlanması istenmektedir.
Güçler ayrılığı ilkesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
tüm kararlarına uyulması çağrısı yapılmaktadır. Hiç ilerleme sağlanmamış ya da çok az ilerleme sağlanmış yolsuzlukla mücadele
gibi alanların da ele alınması için gerekli çalışmaların yapılması talep edilmektedir.
Terörist eylemlere son verilmesi çağrısı yapıldıktan sonra Kürt sorununa siyasi çözüm bulunması maksadıyla, tüm taraflara barış görüşmelerine devam edilmesi önerisi yapılmaktadır.
Ayrıca Türkiye’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ilişkilerini normalleştirmek için gerekli ilerlemeyi hâlâ sağlayamadığı vurgulanmaktadır.
Reform İhtiyacı
Uzun süren duraklamadan sonra AB üyelik süreci tekrar canlanmaktadır. Geçmiş dönemlerde AB eleştirileri ve yönlendirmeleri
Türkiye’nin çağdaşlaşmasına önemli katkılar yapmıştır. AB sürecinin hızlanması, Türkiye’deki çağcıl devlet yapılanmasının ve uygulamalarının derinleşmesi için reformlara ihtiyaç vardır.
44
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Geleceğini doğunun belirsizliğinde ve karmaşasında arayan bir
Türkiye’den; AB içinde yer alan, çağcıl devlet özelliklerine sahip,
geleceğe güvenle bakan bir Türkiye, halkına daha fazla huzur, zenginlik ve refah vadetmektedir.
Ayrıca doğulu kültürel özellikleri ile Batının çağcıl sistemlerinden
ortaya çıkacak sentezin Doğu-Batı köprüsünün inşasına katkı yapacağı, medeniyetler çatışmasına panzehir olacağı açıktır.
Türkiye bu şekilde Terör ve Kıbrıs sorunlarına daha kolay çözümler
bulacak, küresel barış ve istikrarın merkezi olacaktır.
BİLGESAM Yayınları
45
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
TÜRKİYE-AB ZİRVESİ; ÖNERİLER VE RİSKLER*
AB devlet ve hükümet başkanları ile Türkiye arasında Brüksel’de
yapılan müzakereler sonrasında bir anlaşma imzalanmadı.
Türkiye’nin belirli konularda talepleri ve karşılığında vaatleri oldu.
Aşırı beklentiler olmasa da umutlar devam ediyor. Mülteci anlaşmasının imzalanması 18 Mart’ta yapılacak olan AB Zirvesi’ne ertelendi.
Türkiye-AB Zirvesinde görüşmeler 15 saat sürdü. Görüşmelerin
ağırlıklı konusu AB’ni sarsan mülteci sorunu oldu. Türkiye sorunun
çözümü yönünde bazı önerilerde bulundu ancak bazı talepleri de
var. Anlaşmanın çerçevesi üzerinde mutabakat sağlandı. Ayrıntıları
konusunda tartışmalar devam ediyor. Anlaşmanın son şeklini alması
için görüşmeler devam edecek.
Türkiye’nin Önerileri ve Talepleri
Türkiye’nin önerileri ve talepleri: Geri Kabul Anlaşması ile Türk
vatandaşlarına vize serbestisi Haziran ayına çekilsin. Türkiye’ye
verilecek 3 milyar Euro’luk kaynağa, 3 milyar Euro’luk kaynak ilave edilsin. Türkiye’nin Yunanistan’dan geri alacağı her mülteciye
karşı, AB de bir mülteci alsın. Geri kabul masraflarını AB karşılansın. Türkiye AB Müzakere süreci hızlansın.
Türkiye’nin öneri ve talepleri AB üyesi ülkeler arasında tartışma
yarattı. Türkiye, Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat edebilmesi
kararının, Hollanda’nın dönem başkanlığının sona ereceği Haziran
ayının sonuna kadar yetiştirilmesini istiyor. Ancak Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz vize kolaylığının ancak birtakım
engellerin aşılmasıyla yürürlüğe girebileceğini söylüyor.
* Bu yazı 11 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
46
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Türkiye müzakerelerin hızlanması için beş başlığın müzakereye
açılmasını istiyor. Buna karşılık Angela Merkel, Türkiye’nin AB
üyeliği müzakerelerinin “açık uçlu” olduğunu vurguluyor. Bu nedenle Türkiye’nin tam üyeliğinin şimdilik gündemde olmadığını
belirtiyor. Yunanistan Başbakanı Aleksis Tsipras ise aşırı beklentilere yer olmadığı uyarısında bulunuyor.
Zoraki Anlaşma ve Riskler
Uluslararası Göç Örgütü’ne göre, geçen yıl 856.723 olan Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçen sığınmacı sayısı, bu yılın Mart
ayına kadar 129.455 sayısına ulaştı. Balkan ülkeleri devamlı artan
sayı karşısında istikrar ve güvenliklerini tehdit altında hissettiler
ve sınır güvenliklerini artırdılar. AB üyesi bazı ülkeler; Almanya,
Macaristan, Danimarka, Slovenya, İsveç ve Belçika, Schengen
Anlaşması’na rağmen sınır kontrollerine başladı.
Tehdit algılamasının bu kadar yüksek olduğu bir konjonktürde,
AB’nin Türkiye’nin taleplerini dikkate alması muhtemel. Bu nedenle Türkiye’nin talepleri karşılanmaya çalışılacaktır. Ancak
Türkiye’nin talepleri karşılanırken birçok şart ileri sürülecek ve
kontrol sistemleri oluşturulacaktır. Mülteci krizinin kontrolünü elde
etmek ve süreçte her zaman inisiyatifi elde tutmak için gerekli tedbirleri almaya gayret sarf edecektir.
Ayrıca AB’den, Türkiye’ye verilecek yardımların tek seferde değil,
belirli miktarlarda parça parça verilmesi sağlanacaktır. Bu parçaların kullanılması için projelendirilmesi istenecektir ve bu projeleri denetleyecek mekanizmalar kurulacaktır. Bu uygulamalar
Türkiye’nin sığınmacı konusunda hareket serbestisini kaybetmesine neden olabilir. AB’nin müdahaleleri gelecekte daha büyük sorunlar oluşturabilir.
BİLGESAM Yayınları
47
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
AB, Türkiye’den mültecileri seçerek alacaktır. İyi eğitim alınmış,
yetenekli ve sağlıklı sığınmacılar Avrupa’ya giderken, sorunlu
olanlar Türkiye’de yerleşecektir. AB nüfus istatistiklerindeki olumsuzluklara tedbir getirirken, Türkiye sorunlarla uğraşmak zorunda
kalabilir.
Türkiye, anlaşmaya son şekli verilirken kısa vadede rahatlama sağlayacak, uzun vadede çeşitli sebeplerle önü kesilebilecek vaatlerin
yanında, uzun vadede meydana gelebilecek sorunları minimize edecek tedbirleri de dikkate almalıdır.
48
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
VİZESİZ AVRUPA YOLUNDA KRİZ*
Türk vatandaşlarının vizesiz Avrupa hayali son günlerde toplumda
hem heyecan hem de umut yaratmıştı. Ancak AB ile “terör tanımı”
konusunda yaşanan ihtilaf bu umudun sonu olabilir. AB terör tanımı
konusunda gerekli yasal düzenlemenin yapılmasını istiyor. Türkiye ise terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürüldüğü bir dönemde
bunun yapılmasının mümkün olmadığını vurguluyor. Gelişmelerin
krize dönüşme potansiyeli var.
AB Komisyonu, Vize Serbestisi Yol Haritası kapsamında üçüncü
ilerleme raporunu 4 Mayıs’ta açıkladı ve Türkiye’ye yeşil ışık yaktı.
Bununla birlikte AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg, vize
muafiyeti konusunda Türkiye’nin yerine getirmesi gereken şartları
açıkladı. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve Terörle Mücadele
Kanununun AB standartlarına uyumlu hale getirilmesi, Europol ile
operasyonel işbirliği anlaşması, AB ülkeleri ile adli işbirliği yapılması ve pasaportların AB üyesi ülkelerin standardına getirilmesi konularında da yasal sürecin tamamlanması gerektiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu konuda yaşanan tartışmalara son noktayı koydu: “Şu anda AB vize için terörle mücadele
yasasını değiştireceksiniz diyor. Siz Avrupa Parlamentosu yanında çadır kuran teröristlere müsaade ediyorsunuz. Bu zihniyetinizi
neden değiştirmiyorsunuz? Teröristlere çadır kurduracaksın, bunu
demokrasi adına yaptığını söyleyeceksin, bize de vize için terör yasasını değiştirin diyeceksin. Biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna
git, kiminle anlaşabiliyorsan anlaş.”
* Bu yazı 10 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
49
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Peki, Şimdi Neler Olacak?
Önümüzdeki dönemde üç muhtemel senaryodan birisi yaşanabilir.
Birincisi; bu söylemlere rağmen Türkiye, Terörle Mücadele Kanununda gerekli değişikliği yapar ve vizesiz Avrupa yolu açılabilir.
İkincisi; Türkiye kanunda değişiklik yapmaz, buna karşılık AB vizesiz Avrupa tarihini erteleyebilir ve sığınmacılara yapılması gereken 3 milyar Avroluk yardımı sürüncemede bırakabilir. Üçüncüsü;
Türkiye terörün tanımında herhangi bir değişiklik yapmaz. Buna
rağmen AB vizesiz Avrupa yolunu açılabilir.
AB Bakanı Volkan Bozkır, AB’nin terörün tanımında değişiklik yapılmasını bir şart olarak ortaya koymadığını, sadece niyet beyanında bulunduğunu söylüyor. Geri kabuller başladığında veya vizeler
kalktığında Türkiye’den gidecek olanların, geniş kapsamlı terör tanımından yararlanıp siyasi iltica talebinde bulunabilmeleri olasılığının, AB’de endişe yarattığını vurguluyor.
Olası Gelişme
Yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere Türkiye, muhtemelen “terör tanımı”nda herhangi bir değişiklik yapmayacaktır.
Bu nedenle gelişmelerle ilgili temel belirleyici unsur, AB’nin buna
nasıl tepki vereceğidir.
Önümüzdeki günlerde AB Komisyonu’nun raporu Avrupa
Parlamentosu’nda görüşülecek ve Parlamentoda Türkiye’ye yönelik
önemli eleştiriler ve suçlamalar yapılacaktır. Ancak Anlaşmanın uygulamasının durdurulması söz konusu olmayabilir. Çünkü mülteci
akını AB için çok önemli bir tehdittir. Anlaşma kadük olursa bundan
en fazla zarar görecek taraf AB’dir.
50
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Bu nedenle Anlaşma eksiklere ve aksaklıklara rağmen uygulamada
kalacaktır. Fakat vizesiz Avrupa’da 1 Temmuz tarihi geciktirilebilir. Geciktirilmese dahi uygulamada zorlular çıkarılabilir. Ayrıca
sığınmacılara yapılacak 3 milyar Avroluk yardımlarda aksaklıklar
yaşanabilir.
Sonuç olarak AB, Türkiye için çok önemli bir hedeftir. Türkiye’nin
gelecek hayalidir. Vizesiz Avrupa, Gümrük Birliğinden sonra AB’ye
yönelen yolda en önemli kapılardan biridir. Yaşanan krizler bu yolu
kapatmamalıdır.
BİLGESAM Yayınları
51
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ ÖRTÜŞEN VE
AYRIŞAN KONULAR*
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden 21-23 Ocak tarihleri arasında
Türkiye’ye resmi bir ziyaret yaptı. Ziyaret sürecinde İstanbul’da
önce milletvekilleriyle görüşen Biden, müteakiben STK temsilcileri, gazeteciler ve akademisyenlerle bir araya geldi.
AK Parti’den Galip Ensarioğlu, Orhan Miroğlu; CHP’den Sezgin
Tanrıkulu, Fikri Sağlar; HDP’den Ayhan Bilgen ve Leyla Zana’nın
katıldığı bir yuvarlak masa toplantısında, Kürt sorunu üzerinde duruldu.
Gazeteciler Kadri Gürsel, Aslı Aydıntaşbaş, Ceyda Karan; Prof.
Dr. Yaman Akdeniz, Rakel Dink, Dilek Dündar, oğlu Ege Dündar
ve Türkan Elçi, Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman
Kavala’nın da olduğu sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin katıldığı toplantıda ifade ve basın özgürlüğü konuları görüşüldü.
Daha sonra Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan ile resmi görüşmelerini gerçekleştirdi. DavutoğluBiden görüşmesinden sonra basına açıklama yapılmasına rağmen
Erdoğan-Biden görüşmesinden sonra yapılması planlanan basın
açıklaması iptal edildi.
Görüşmeler sonunda Türkiye ile ABD arasında örtüşen ve ayrışan
konular ortaya çıktı. DAEŞ ve PKK terör örgütlerine yönelik mücadelede örtüşen açıklamalar yapılırken; Türkiye’deki ifade ve basın
özgürlüğü, PYD’nin terör örgütü olarak tanımlanması ve Musul’un
kuzeyindeki Başika kampı konularında ayrışma yaşandı.
* Bu yazı 26 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
52
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
IŞİD ve PKK ile Mücadele
Biden, “Biz terörün ortadan kalkması için işbirliği yapmaya devam
edeceğiz. Bizim ortak hedefimiz IŞİD’i ortadan kaldırmaktır…
PKK da IŞİD gibi Türkiye için bir tehlikedir. PKK hiçbir şekilde
barışa gönüllü değildir. Bir terör örgütüdür. Kabul edilemeyecek
faaliyetlerde bulunmaktadır. Geçmişte barış görüşmeleri başarılı
olmadı ve PKK başka çözüm yolu bırakmadı. Tatbikî siz de terörle
mücadele edeceksiniz.” demiştir. Türkiye’nin PKK terör örgütüne
yönelik yürüttüğü operasyonlara açık destek vermiştir.
Türkiye’de İfade ve Basın Özgürlüğü
Biden, STK’lar ile yaptığı görüşme öncesinde “Türkiye ne kadar
başarılı olursa, bütün Ortadoğu’ya ve özgürlük kavramıyla yeni temas kurmaya başlayan bölgelere verdiği mesaj o kadar güçlü olur.
Ancak medya eleştirel haber yaptığı zaman gözü korkutuluyor ya da
hapse atılıyorsa, internet özgürlüğünde kısıtlamaya gidilip Youtube
ve Twitter gibi siteler kapatılıyorsa, binden fazla akademisyen sadece bir bildiriyi imzaladıkları için vatana ihanetle suçlanıyorsa, bu
olması gereken bir örnek değil” açıklamasında bulunmuştur.
“Özgürce eleştirebilmenin, özgürce nefes almak kadar gerekli olduğunu yalnızca Türkiye’ye değil, bütün ülkelere anlatmaya devam
edeceğiz. Basın ve ifade özgürlüğü yalnızca Amerikan değerleri değil, tüm insanlığın değerleridir. Bizim sözünü ettiğimiz özgürlükler
Türk halkı için yeni değildir; onlar sizin Anayasa’nızda var” demiştir.
PYD Terör Örgütü mü?
Biden, milletvekilleriyle yaptığı görüşmede PKK’yı terör örgütü
olarak değerlendirirken, PYD’yi DAEŞ’le mücadele de işbirliği
BİLGESAM Yayınları
53
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
yapılan bir örgüt olarak tanımlamıştır. PYD’nin PKK ile eşdeğer
bir örgüt olmadığını, PYD ile yapılan işbirliğinin PKK ile işbirliği
yapıldığı anlamına gelmediğini vurgulamıştır. Başbakan Davutoğlu
ile yapılan resmi görüşme sonrasında ise açıklama yapmamıştır.
Başika Askeri Eğitim Kampı
Daha önce Biden ile Irak Başbakanı İbadi arasındaki görüşmeden
sonra yapılan açıklamada; “Türkiye’nin askerlerini geri çekmeye
başladığı” hatırlatılmış ve “bu geri çekilmenin devam etmesi çağrısı” yapılmıştı. Türkiye ziyaretinde ise Başika kampı konusunda
“koordinasyonun güçlendirilmesi” gibi muğlak bir açıklama yapılarak durum geçiştirilmeye çalışılmıştır.
54
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ABD’NİN PYD POLİTİKASI DÜŞMANCA BİR
YAKLAŞIMDIR*
PYD (Demokratik Birlik Partisi) 2003 yılında Suriye’nin kuzeyinde
PKK terör örgütü içindeki Suriyeli teröristler tarafından kurulan bir
siyasi partidir. Lideri Salih Müslim’dir. Askeri kolu YPG’dir (Halk
Koruma Birlikleri). Çeşitli kaynaklarda YPG’nin silahlı personel
mevcudu konusunda 40.000 ile 60.000 arasında farklı rakamlar verilmektedir.
PYD Ne Yapmak İstiyor?
PYD, Suriye’de iç savaş başladığında, Esad’ın kuzeydeki askerlerini çekmesi nedeniyle Cizire, Kobani ve Afrin bölgelerine hâkim
oldu. 2014’te IŞİD Kobani’nin önemli bir kısmını ele geçirdi.
YPG, ABD’nin yoğun hava desteği, Peşmerge ile Özgür Suriye
Ordusu’nun (ÖSO) yardımıyla IŞİD’i püskürttü. Üç bölgede özerk
kanton yönetimi ilan etti.
PYD, yine ABD hava desteğiyle, IŞİD’in kontrolünde olan Tel
Abyad’ı ele geçirdi ve Cizire ile Kobani kantonlarını birleştirdi.
Kontrol altına aldığı bölgelerden Arapları, Türkmenleri, hatta kendilerine boyun eğmeyen diğer Kürtleri göç etmeye zorladı. Uluslararası Af Örgütü ve BM kaynakları, Arap ve Türkmen köylerinin
ateşe verildiğini ve köylülerin bölgeyi terk etmesi için ölümle tehdit
edildiğini vurguladı.
PKK/KCK’nın Suriye kolu olarak görev yapan PYD ve silahlı gücü
YPG, Azez ile Cerablus arasındaki bölgeyi de ele geçirerek, Afrin
kantonuyla birleşmeyi ve Suriye’nin kuzeyinde toprak bütünlüğünü
sağlayarak etnik temelli bir Kürt devleti kurmayı hedeflemektedir.
* Bu yazı 28 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
55
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
ABD, PYD’yi Neden Destekliyor?
Türkiye Birinci Körfez Savaşı’nda BM’nin Irak’a ekonomik ve askeri ambargo kararına uymuştur. İncirlik Üssü’nün çok uluslu güçler tarafından kullanılmasına izin vermiştir. Ancak Türkiye savaşa
aktif olarak katılmamıştır. Türkiye, İkinci Körfez Savaşı’nda da
ABD’yi ve koalisyon güçlerini desteklemekle birlikte, daha çekimser bir politika izlemiş ve koalisyon güçlerinin Türkiye üzerinden
cephe açmasına izin vermemiştir.
ABD, her iki savaşa da katılmaması nedeniyle, Türkiye’nin müttefiki olarak kendisinden beklenen yeterli desteği vermediği değerlendirmesini yapmıştır. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra PKK terör
örgütü hızla gelişmiş ve Türkiye’ye büyük zarar vermiştir. Ayrıca
Irak’ın kuzeyinde Kürt devletinin oluşması için gerekli çalışmalar
başlatılmıştır.
1999-2004 yılları arası hemen hemen hiçbir eylem yapmayan PKK
terör örgütü, İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra, 2004 yılından itibaren tekrar kuvvetlenmiş ve eylemlerini artırmıştır. Irak’ın kuzeyinde
ise özerk Kürt devleti kurulmuştur.
ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve Suriye iç savaşını fırsat bilen IŞİD,
bölgede geniş bir alanı ele geçirmiştir. Bu süreçte ABD bu gelişmeye
hiçbir müdahalede bulunmamıştır. IŞİD bölgeyi tehdit etmeye başladıktan sonra karadan Suriye’ye müdahale etmesi için Türkiye’yi
teşvik etmiştir. Türkiye bu oyunun bir parçası olmamıştır.
ABD ve Türkiye’nin Suriye politikaları, Suriye’deki kimyasal silahlar imha edildikten sonra bir türlü uyuşmamıştır. Türkiye, ABD
stratejilerine yeterli destek vermemiş; ABD ise adeta Türkiye’nin
hamlelerini bir bir başarısızlığa uğratmıştır.
56
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ABD, yeterli desteği vermeyerek ÖSO’nun zayıflamasına neden olmuş ve PYD’yi Suriye’de kullanacağı tek kara gücü olarak göstererek desteklemiştir. Türkiye’nin PKK terör örgütüyle PYD arasında
fark olmadığını delilleriyle anlatmasına rağmen PYD’yi desteklemeye devam etmiştir.
ABD, El-Kaide ile bağlantısı nedeniyle El-Nusra ve birçok muhalif
grubu terör örgütü olarak ilan ederken, sizce PKK terör örgütü ile
bağlantısı açık olan PYD’yi neden desteklemektedir? Her şey o kadar net ki! Görmemek için kör olmak gerekir.
BİLGESAM Yayınları
57
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
DOĞU AKDENİZ’DEKİ ENERJİ KAYNAKLARI VE ETKİLERİ*
Son zamanlarda Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynaklarının,
Türkiye’nin jeopolitiğini ve bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri nasıl
etkileyeceği konusu, önemli tartışma konularından birisidir.
Doğu Akdeniz’de varlığı tahmin edilen enerji kaynaklarının miktarları ile varlığı ispatlanan miktar arasında önemli farklar bulunmaktadır. Bu nedenle, havzadaki potansiyel enerji kaynaklarının parasal
değeri hakkında 1 trilyon dolardan 3 trilyon dolara kadar farklı tahminler yürütülmektedir.
Bölgesel Barış ve İstikrara Etkileri
Doğu Akdeniz’de keşfedilen yeni enerji kaynakları aralarında siyasi sorunlar bulunan en az yedi farklı ülkeyi ilgilendirmektedir. Bu
ülkeler arasındaki ilişkiler ve bölgesel barış ve istikrarın sürdürülebilirliği yüksek maliyet gerektiren yatırımların karlı olabilmesi için
çok önemlidir.
Yapılan yatırımların en az 20 yıl süreyle aktif olarak çalışmasını
sağlayacak güvenli bir uluslararası ilişkiler ortamına ihtiyaç vardır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), 2003 yılından itibaren Doğu
Akdeniz’deki bazı sahildar ülkelerle, ikili anlaşmalar yapmak suretiyle, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırmasında bulunmuştur. Mısır, Lübnan ve İsrail ile yapılan bu anlaşmalarla, petrol
ve doğal gaz yataklarının aranmasını ve çıkarılmasını hedefleyen
girişimleri olmuştur.
Hukuki açıdan netliğe kavuşturulmamış bu alanlarda, tek taraflı girişimler nedeniyle olumsuz gelişmelerin yaşanması muhtemeldir.
* Bu yazı 5 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
58
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Daha büyük krizlerin doğmasına neden olmamak için Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırması sorunları ile Kıbrıs Adasında
devam eden siyasi sorunların birbirini olumsuz yönde etkilemesine
izin verilmemelidir.
Aksi takdirde her iki sorun da çözümsüzlüğe mahkûm olacak ve
kaybedenler Kıbrıs Adasında yaşayan Türk ve Rum toplumları olacaktır. Ayrıca, Arap Baharı nedeniyle bölge ülkelerinin yaşadığı sorunlar ortadadır. Doğu Akdeniz’deki çözüme kavuşturulmamış deniz yetki alanı paylaşımı, mevcut anlaşmazlıkları ve sorunları daha
da karmaşıklaştırarak içinden çıkılmaz bir hale getirebilir.
Türkiye’nin Jeopolitiğine Etkileri
Tarafların bölgede mevcut olduğuna inanılan enerjiden ekonomik
olarak maksimum fayda sağlamaları bir araya gelip ortak projeler geliştirmeleriyle mümkündür. Şu ana kadar yapılan keşiflerde
Türkiye’nin potansiyel MEB alanında ciddi sayılabilecek bir enerji
kaynağına rastlanmamıştır. Ancak bölgede keşfedilen enerji kaynaklarının tüketici pazarlara ulaştırılmasında tercih edilebilecek en
ekonomik yol Türkiye’den geçmektedir.
Örneğin GKRY’nin Afrodit sahasında bulduğu doğal gazı tüketici
pazarlara ulaştırabilmesi üç yolla mümkündür.
Birinci yol çıkarılacak gazın deniz altından döşenecek bir doğal gaz
boru hattıyla önce Girit’e, oradan Yunanistan’a ve nihayet İtalya
üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasıdır.
İkinci yol gazın Kıbrıs’a taşınması ve burada inşa edilecek bir doğal
gaz sıvılaştırma santralinde işlenip sıvılaştırılarak tankerler yolu ile
tüketim pazarlarına taşınmasıdır.
BİLGESAM Yayınları
59
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Üçüncü yol ise gazı doğrudan Türkiye’ye ulaştırmak ve burada
mevcut boru hatlarıyla tüketici pazarlara aktarılmasını sağlamak
şeklindedir.
Tercih edilebilecek ilk yol için yapılması gereken toplam yatırım
yaklaşık 19,5 milyar dolar, ikinci yol için yaklaşık 12,6 milyar dolar, üçüncü yol için ise sadece 4,7 milyar dolar civarındadır.
Diğer bir ifadeyle gazın Türkiye üzerinden taşınması ilk yola göre
yaklaşık 15 milyar dolar, ikinci yola göre ise yaklaşık 8 milyar dolar
daha ucuzdur.
Bu rakamlar bile Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin önemini ve tarafların neden işbirliği yapmaları gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
60
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRKİYE-RUSYA KRİZİ*
Türkiye, Hatay’ın Yayladağı bölgesinde defalarca ikaz edilmesine
rağmen hava sahasını ihlal eden Rus uçağını 24 Kasım’da düşürdü.
İki ülke arasında gerilim tırmandı ve krize dönüştü. Krizin nedenleri, gelişmeler ve sonuçları kamuoyunda tartışılmaya başladı.
Krizin oluşumu ve derinleşmesini algılayabilmek için Rusya’nın
son dönemdeki dış politika uygulamalarını kısaca gözden geçirmekte fayda var. Sovyetler Birliği soğuk savaş sonrasında dağıldı
ve Rusya Federasyon’unda iç savaş yaşandı. Putin’in iktidara gelmesinden sonra aşırı güç kullanımıyla iç savaş sonuçlandırıldı, ülkede güvenlik ve istikrar sağlandı. Petrol fiyatlarının hızla artması
sonucunda ekonomi gelişti.
Rus Yayılmacılığı
Rusya güçlendikçe yakın çevre ülkelerine yönelik baskılarını arttırdı. Rusya’nın baskısından kurtulmak için Batı Bloğu ve NATO
içinde yer almaya çalışan Gürcistan ve Ukrayna’da iç çatışmalar
çıkardı. Çatışma ortamına çekilen bu ülkelere askeri müdahalede
bulundu.
Gürcistan’da iç savaş derinleşti ve ülke parçalandı. Abhazya ve
Güney Osetya’nın bağımsızlık ilanı Rusya tarafından tanındı.
Ukrayna’da daha ileri gidilerek Kırım önce işgal, sonra ilhak edildi.
Donetsk ve Luhansk bölgeleri Ukrayna’dan koparıldı.
Gürcistan ve Ukrayna’daki gelişmelere dünyadan yeterli ve etkili tepki gelmeyince, Rusya hegemonyasını doğu Akdeniz ve Orta
Doğu’ya doğru genişletmeye başladı. Suriye’de Esad yönetimine
desteğini artırdı. Lazkiye’de bulunan Bassel El-Esed hava üssüne; 2
bin asker, 34 uçak, 16 helikopter, 9 tank, 2 karadan havaya fırlatılan
füze savunma sistemi konuşlandırdı.
* Bu yazı 1 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
61
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Tükenmek üzere olduğu bir zamanda Esad yönetimine, 34 sabit kanatlı uçağı (12 SU-24, 12 SU-25, 4 SU-30 ve 6 SU-34) ile yeniden
hayat verdi. Esad ile yaptığı ittifak anlaşması ve IŞİD’le mücadele
etme söylemleriyle Suriye’deki varlığına uluslararası hukuk açısından meşruiyet kazandırdı.
Krizin Patlaması
Rusya Esad güçleriyle birlikte IŞİD’den ziyade Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Türkmen Tugaylarına saldırılar düzenledi. Bu durum
Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getirdi ve süreç içinde gerilim
arttı. Rus uçaklarının bu saldırılar esnasında, Türkiye’nin ilan ettiği
angajman kurallarını hiçe sayarak, Türk hava sahasını ihlal etmesi
bardağı taşıran son damla oldu.
Türkiye, Rus uçaklarının 3-4 Ekim tarihlerinde yapmış olduğu hava
sahası ihlallerine sert tepki verdi ve NATO anlaşmasının 4. Maddesine uygun olarak NATO Konseyi’ni toplantıya çağırdı. Konsey
ihlallerin NATO hava sahasına yapıldığını belirtti ve Rusya’yı sert
bir dille uyardı.
Türkiye’nin angajman kurallarına uymaması durumunda,
Suriye’den gelen her hava aracının faaliyetini düşmanca girişim
olarak değerlendireceğini ve vuracağını açıklamasına rağmen, Rus
uçakları 24 Kasım’da Hatay’ın Yayladağı bölgesinde Türk hava sahasını ihlal etti. Türk F 16’ları da ihlal yapan uçağı düşürdü.
Süper güç imajı büyük yara alan Rusya, Türkiye’nin uçağını Suriye
hava sahasında vurduğunu iddia ederek sert tepki gösterdi ve tehditler savurmaya başladı. Türkiye, NATO Konseyi’ni tekrar toplantıya
çağırdı ve gelişmeleri anlattı. Konsey diğer ülkelerin radar izlerini
62
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
de inceledi ve ihlalin gerçek olduğunu tespit etti. Gerilimin düşürülmesi yönünde açıklama yaptı.
Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesini bazı kesimler onur,
Türkiye’nin gücü ve kahramanlık olarak yorumlarken, bazı kesimler de Türkiye’nin karşılaşacağı olumsuz gelişmeleri vurgulayarak
eleştirmektedirler.
Gerçekçi bir değerlendirme yapıldığında; Türkiye’nin bütün uyarılara rağmen hava sahasını ihlal eden bir uçağı düşürmesi uluslararası hukuk açısından haklıdır. Ancak haklılık her zaman doğru yapıldığı anlamına mı gelmektedir?
Rusya acaba güçlü olduğu savaş ve çatışma mantığına mı bizi çekmektedir? Bu alana çekilen Gürcistan ve Ukrayna’daki sonuçlar ortadadır. Bir NATO üyesi olan Türkiye’nin güçlü alanı barış, işbirliği
ve diplomasi alanıdır. Türkiye siyasi ve ekonomik yaptırımlar uygulanan Rusya’yı bu alana çekerek daha etkili olamaz mı?
BİLGESAM Yayınları
63
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
RUSYA’NIN KÜRESEL HEGEMONYA HAYALİ*
Rusya’da Vladimir Putin’in iktidara gelmesi ile birlikte önemli değişimler yaşandı. Batı ile siyasi, ekonomik ve güvenlik ilişkileri gelişti. Petrol ve doğalgaz fiyatları aniden arttı. Hazar Havzası Enerji
kaynaklarını ve batıya ulaşım hatlarını kontrol eden Rusya, Ekonomik açıdan hızla yükseldi.
Savaşlar ve Güç Kullanımı
Rusya güçlendikçe genetiğine işlemiş yayılmacılık güdüsü tekrar
harekete geçti. Aşırı güç kullanımı ve insanlık dışı uygulamalarla
Çeçenistan’ı işgal etti. Dağıstan ve kuzey Kafkasya’da baskısını artırdı. Batı Rusya’yı kontrol ettiğini sanıyordu, bu uygulamalara ses
çıkarmadı.
Rusya, Sovyetler Birliği’nden ayrılan devletlerde, “Turuncu Devrimler” ile Batı yanlısı iktidarların yönetime gelmesine tepki gösterdi. Güney Osetya’ya Gürcistan’ın operasyon yapmasını bahane
ederek, askeri bir harekâtla 2008 yılında bu bölgeyi Gürcistan’dan
kopardı. Abhazya da Gürcistan’dan tamamen ayrıldı.
Rus-Gürcü savaşı uluslararası sistemde dengeleri değiştirdi. Artık
her devlet istediği devlete saldırabilir ve toprak koparabilirdi. Batının Gürcistan’da destek yerine hemen barış görüşmelerine başvurması Rusya’yı daha da cesaretlendirdi.
Rusya, Ukrayna’nın da Batı sistemine dâhil olma girişimine tepki verdi. Kırım’ı bir gecede işgal etti. Müteakiben referandum ile
bir mermi atmadan Kırım’ı ilhak etti. Savaşı göze alamayan Batı,
Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı.
* Bu yazı 2 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
64
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Düşen petrol fiyatları ve Batı tarafından uygulanan yaptırımlar nedeniyle, ekonomik açıdan zor durma düşen Rusya geri adım atmadı.
Ukrayna’nın Lugansk ve Donetsk bölgelerinde halk ayaklanmalarını teşvik etti ve silahlı gruplara destek verdi. Güney-Osetya, Abhazya ve Kırım’da yaptığı gibi Lugansk ve Donetsk’te halka Rus
pasaportları vermeye başladı.
Son olarak Rusya Esad ile anlaşarak Suriye’ye önemli bir askeri güç
konuşlandırdı. ABD’nin oluşturduğu IŞİD karşıtı koalisyona destek
verme görüntüsü ile bölgeyi kendi çıkarlarına uygun olarak şekillendirmeye başladı. İran, Irak ve Hizbullah ile işbirliğini geliştirdi.
PKK ve PYD ile geliştirmeye çalışıyor.
İttifaklar ve Örgütler
Rusya, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ile Beyaz Rusya, Ermenistan Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan üzerinde askeri etkisini sürdürmektedir. Ayrıca Avrasya ekonomik Birliği vasıtasıyla bu
ülkeler üzerindeki hegemonyasını geliştirmeye çalışmaktadır.
Bu gelişmelere paralel olarak Rusya ve Çin’in öncülük ettiği; Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın da üye olduğu
Şangay İşbirliği Örgütü; 2016 yılında Pakistan ve Hindistan’ın katılımıyla daha da güçlenmektedir. ABD ve Batı karşısında adeta yeni
bir kutup oluşmaktadır.
Neo-Avrasyacılık yaklaşımı doğrultusunda Rusya’nın bu dış politika atakları, küresel hegemonya hayalleri peşinde koştuğunun
açık göstergeleridir. Farklı ittifaklar ve işbirlikleri ile Pasifikten
Akdeniz’e kadar etki alanını genişletmektedir.
Gelişmeler Rusya’nın durmayacağını, etkisini İran vasıtasıyla Şii
nüfus ağırlıklı körfez ülkelerine doğru genişleteceğini göstermekBİLGESAM Yayınları
65
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
tedir. Rusya önümüzdeki dönemde Azerbaycan ve Gürcistan üzerindeki baskısını artırabilir. PKK’yı destekleyerek vekâlet savaşları
vasıtasıyla Türkiye’yi bölmeye çalışabilir.
Sonuç olarak; Rusya bir yandan küresel hegemonya hayalleri peşinde koşarken, diğer yandan ekonomik yaptırımlarla boğazına geçirilmiş olan kement nefesini kesmektedir. Soğuk savaşta olduğu gibi
bir gün aniden nefesi tükenip düşebilir.
66
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRKİYE-RUSYA GERİLİMİ KAFKASLARA SIÇRAR MI?*
Türkiye-Rusya arasındaki ilişkiler Erdoğan-Putin döneminde tarihte hiç olmadığı kadar iyi bir seviyeye ulaşmıştır. Putin 3 Aralık
2012’de Erdoğan’la görüşmesinde “Bizim Türkiye ziyaretimiz basit
anlamda ortak ve komşu ülkeye gelişimiz değildir, biz dost ülkeyi
ziyaret etmekteyiz.” demiştir.
Türkiye bu dönemde AB ile duran ilişkilerine bir tepki olarak Rusya
ile yakınlaşırken, Rusya Türkiye’yi Batıdan koparmaya çalışmıştır.
Bu kapsamda Türkiye, Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) gözlemci üye olmuş. Hatta Erdoğan bu örgüte üye olma beklentisini de
açıklamıştır. İki ülke arasındaki ticaret hacminin 100 milyar dolar
seviyesine yükseltilmesi kararlaştırılmıştır.
Ancak sınır ihlali yapan Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra her şey değişti. Türkiye ile gerilim arttı. İlişkiler tersine döndü.
Rusya Türkiye’ye karşı art arda ekonomik yaptırımları uygulamaya
koydu. Suriye’de adeta Türkiye’ye düşmanca bir yaklaşım sergilemeye başladı.
Putin Türkiye’yi tehdit etmekten de çekinmedi. “Suriye’deki varlığımızı ve hava gücümüzü artırdık. Orada S-400 hava savunma füze
sistemi yoktu, ama şimdi var. Eskiden Türk uçakları orada uçuyordu
ve Suriye hava sahasını ihlal ediyordu. Şimdi de uçsunlar bakalım!”
şeklinde açıklama yaptı.
Gerilim Kafkaslara Sıçrar mı?
Rusya gerilime paralel olarak Kafkaslardaki askeri varlığını da artırıyor. Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya’ya
İskender füze sistemleri yerleştiriyor. Ermenistan ile ortak bölgesel
* Bu yazı 12 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
67
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
hava savunma sistemi oluşturmak için anlaşma imzalıyor. Bu ülkedeki hava üslerinin süresini 2044 yılına kadar uzatıyor.
Gelişmeler Türkiye-Rusya geriliminin Kafkaslara doğru genişleyeceğini gösteriyor. Türkiye’nin Azerbaycan ve Gürcistan ile ilişkilerini geliştirmek için attığı adımlar, Rusya tarafından dikkatle takip
ediliyor.
Türkiye de Rusya’nın Kafkasya’daki girişimlerini dikkatle izlemektedir. Türkiye, aynı zamanda Kafkasya’da istikrarsızlığın nedeni olarak Rusya’yı görmektedir. Rusya Dağlık Karabağ’da Ermeni
işgalini desteklemiştir. 2008 yılında Gürcistan’ı işgal etmiş, Güney
Osetya ve Abhazya’yı bu ülkeden koparmıştır.
Son aylarda Dağlık Karabağ sınırında Azerbaycan ve Ermenistan
askerleri arasında çatışmalar çıkmaktadır. Yılın son ayında Azerbaycan tankları ateş açan Ermenistan hedeflerini vurdu. Benzer şekilde sınırda çıkan çatışmalarda Ermeni ve Azeri askerler hayatını
kaybetti. Kafkaslarda gerilim artıyor.
Türkiye Azerbaycan ve Gürcistan arasında geliştirilen projeler tehdit altında. Gerilim artarsa Bakü-Tiflis-Kars tren yolu projeleri ile
Bakü-Tiflis-Erzurum ve Trans-Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) projeleri tehlikeye girebilir.
Rusya-İran-Ermenistan İttifakı
Suriye’de özellikle Rusya-İran ittifakı belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu ittifak içinde Irak ve Hizbullah gibi Şii unsurlar da
yer alıyor. İttifak Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarını hedef alıyor.
Türkiye’nin girişimleri bir bir başarısızlığa uğratılıyor.
68
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Kafkaslarda benzer bir şekilde Rusya-Ermenistan ittifakı ile İran yakınlaşmasını izliyoruz. Bu gelişme bir ittifaka doğru evrilirse, Türkiye ilk defa hem doğudan hem de güneyden çevrelenmiş olacak.
Bu gelişme Türkiye’nin Kafkaslardaki çıkarlarını tehdit edecek.
Türkiye, Suriye’deki olumsuz gelişmelerin Kafkaslara yansıyabileceğini dikkate almalı ve Rusya-Ermenistan ittifakına İran’ın yakınlaşmasını önleyici tedbirler almalıdır. Bu ittifakın oluşması durumunda Türkiye’nin Kafkaslardaki çıkarları büyük zarar görebilir.
Önemli projelerin gerçekleşmesi zorlaşabilir.
BİLGESAM Yayınları
69
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
AZERBAYCAN - ERMENİSTAN ÇATIŞMASI*
Son aylarda Kafkaslarda gerilim artıyor, Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ’da çatışmalar çıkıyor. Son çatışmalar
ciddi boyutlara ulaştı ve halen devam ediyor. Çatışmalarda uçaklar,
helikopterler, tanklar ve topçu bataryaları kullanıldı. Resmi açıklamalara göre 12 Azerbaycan ve 18 Ermeni askeri hayatını kaybetti.
Azerbaycan 6 Ermeni tankı ve 15 topun imha edildiğini, Ermenistan
ise 1 Azeri helikopterini düşürüp, 10’dan fazla tankı tahrip ettiğini
belirtiyor.
Azerbaycan çatışmalar sonrasında Goranboy ve Naftalan yerleşim
yerlerini kontrol eden Talış köyü etrafındaki tepeleri ele geçirdiğini
ve Seysulan köyünü Ermeni güçlerden temizlendiğini açıkladı. Ayrıca Azerbaycan kuvvetlerinin Fuzuli bölgesindeki Horadiz kentinin
güvenliği için önemli olan Lele Tepesi’ni de kontrol ettiğini belirtti.
Geri alınan bölgelerde savunma hattı oluşturuldu ve mevziler güçlendirildi.
Dağlık Karabağ Sorunu
Çatışmaların nedeni Dağlık Karabağ sorunudur. SSCB’nin dağılma
sürecinde, 1991 yılında Güney Kafkasya Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte, bölgede kanlı savaşlar yaşandı.
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşı tetikleyen hadiseler
savaştan 3 yıl önce başladı. Azerbaycan hâkimiyeti altında bulunan
Dağlık Karabağ’ın yerel konseyindeki 110 Ermeni üye, bölgenin
Ermenistan’a bağlanması kararını aldı. Bunun üzerine bölgede çatışmalar arttı ve Ruslar tarafından desteklenen Ermeniler bölgeyi
askeri harekâtla kontrol altına aldı.
* Bu yazı 5 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
70
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
İki ülke arasındaki savaş, Dağlık Karabağ bölgesi dâhil olmak üzere
Azerbaycan’ın 7 ilçesini kapsayan, ülke topraklarının yüzde 20’sine
tekabül eden önemli bir bölgenin Ermenistan işgali altına girmesiyle sonuçlandı. Topraklarından sürülen yaklaşık 1.000.000 civarında
Azeri, Azerbaycan’a göç etti. 55.000’den fazlası göçmen çadırlarda,
32.000’i evlerde, 57.000’i hayvan barınaklarında, 8.000’i vagonlarda, geri kalan kısmı ise okullar, spor salonları ve inşaatı tamamlanmamış binalarda yıllarca kaldı.
Çatışmalar Savaşa Dönüşür mü?
Dağlık Karabağ sorunu, Güney Kafkasya’da güvenlik ve istikrarın önündeki en büyük engellerden biridir. Temel olarak Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu çerçevesinde
sürdürülen barış görüşmelerinden bugüne kadar herhangi bir sonuç
alınamadı.
Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sinin Ermenistan tarafından işgal altında tutulması, 1.000.000’a yakın Azeri’nin yerlerinden edilmiş olarak yaşamak zorunda kalması, Azerbaycan’ın askeri harcamalarını artırması ve Azerbaycan siyasi ve askeri liderlerinin işgal
altındaki bölgeleri askeri güç kullanarak alma söylemleri yeni bir
savaşın çıkma olasılığını artırmaktadır.
Ancak 2008 yılında Rusya ile Gürcistan, 2014 yılında Rusya ile
Ukrayna arasında yaşanan savaş, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’a
yönelik muhtemel bir girişiminde dikkatli davranmasını zorunlu
kılmaktadır. Bu noktada Azerbaycan’ın dikkate alması gereken en
önemli faktör, Rusya’dır. Rusya son yıllarda yakın coğrafyasında
etkinliğini artırmakta ve yayılmacı bir politika izlemektedir.
BİLGESAM Yayınları
71
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Bu nedenle Rusya, Azerbaycan-Ermenistan savaşı çıkması durumunda bu fırsatı kaçırmayacak ve her iki ülke üzerindeki nüfuzunu
daha da artıracaktır. Gürcistan ve Ukrayna deneyiminden sonra bu
gelişmelere Batı’nın müdahalesini beklemek de gerçekçi bir değerlendirme olmayacaktır. Bölgedeki kaos derinleşerek Türkiye’yi de
içine çekebilecek bir girdaba dönüşebilecektir.
72
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
III. BÖLÜM
ORTA DOĞU
BİLGESAM Yayınları
73
Dış Politika ve Güvenlik
ORTA DOĞU BATAKLIĞINDA İNSANLAR ÖLÜYOR*
İnsani müdahale söylemleriyle Afganistan ve Irak savaşları; Arap
Baharı aldatmasıyla halk ayaklanmaları, iç savaşlar ve müdahaleler
Orta Doğu’yu adeta bir bataklığa dönüştürdü. Ülkelerin içlerindeki
iktidar mücadeleleri, bölgesel güçlerin rekabetleri ve küresel güçlerin hegemonya savaşları farklı amaçlarla farklı ittifakların oluşmasına neden olmaktadır.
Orta Doğu’daki gelişmeleri, nedenleri ve ittifakları anlayabilmek
için devletlerin hedeflerini bilmek faydalı olacaktır. Orta Doğu’da
hegemonya mücadelesinin tarafları ABD, Rusya, Fransa ve Almanya; bölgesel nüfuz alanlarını ve etkilerini genişletmeye çalışan bölgesel güçler Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve İsrail.
Küresel Güçlerin hedefleri
ABD’nin
Orta
Doğu
politikasının
hedefleri;
enerji kaynakları ve ulaşım yollarını kontrol etmek, Batı yanlısı yönetimlerin ve değerlerin bölgeye yerleşmesini sağlamak, bölge dışı veya bölgeden bir devletin hâkim bir güç
olarak bölgede nüfuzunu geliştirmesine engel olmak, Araplar
arasında birliğe mani olmak ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktır.
Rusya’nın tarihsel hedefi sıcak denizlere inmektir. Rusya çarlık
döneminden bu yana yayılmacı bir siyaset izlemektedir. Gürcistan
ve Ukrayna krizleri ile Karadeniz’de etki alanını geliştiren Rusya,
2015 yılında Suriye’deki askeri varlığını artırmış ve doğu Akdeniz’e
yerleşmiştir.
* Bu yazı 18 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
75
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Ayrıca İran ile işbirliğini geliştirerek Irak ve Lübnan üzerinde nüfuz
sahibi olmuştur. Bu gelişme Şangay İşbirliği Örgütü ile birlikte düşünüldüğünde Rusya Pasifik’ten Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bir
bölgede ABD ve Batı karşıtı bir blok oluşturmaktadır.
Fransa tarihsel nüfuz alanı olan Suriye’de etkinliğini devam ettirmeyi istemektedir. Almanya ise geçmişteki hayalleri doğrultusunda
bölgede nüfuz kurabilecek yapılar oluşturmaya çalışmaktadır.
Bölgesel Güçlerin hedefleri
Türkiye 2011 yılına kadar diplomaside ılımlı bir dil, ritmik diplomasi, komşularla sıfır sorun ve yüksek düzeyli işbirliği konseyleri
vasıtasıyla bölgeye özgü entegrasyon girişimleriyle Orta Doğu bölgesinde etkinliğini artırdı. Batıyla iyi ilişkiler özgürlük, demokrasi,
hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi uygulamaları ile
bölgede cazibe merkezi haline geldi.
Arap baharı ile birlikte işler tersine döndü. Türkiye Müslüman Kardeşler ve Hamas ile ilişkilerini geliştirdi. Bölgeye yönelik olarak
hem küresel güçlere hem de bölgesel güçlere meydan okudu. Sünni
İslam anlayışının liderliği ve Yeni Osmanlıcılık yaklaşımıyla revizyonist politikalar yürütmekle itham edildi. Bütün ülkelerle kurulan
iyi ilişkiler birbiri ardına bozulmaya başladı.
Mavi Marmara baskını ile İsrail ile ilişkiler koptu. Şii inanç sistemini nüfuz alanını genişletmek için bir araç olarak kullanan İran ile
rekabet arttı. Baskı altında tutulan potansiyel düşmanlık duyguları,
Suriye’deki gelişmeler sonrasında uygulamalara dönüştü. Arap Baharını ve Müslüman kardeşleri tehdit olarak gören Suudi Arabistan,
Mısır’da Mursi yönetimine desteğini kesti ve darbenin fitilini ateşledi. Mısır ile ilişkiler kesildi.
76
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Başarısız devletler Irak ve Suriye; devletleşen Kuzey Irak Kürt Yönetimi; İktidar mücadelesine giren devlet dışı aktörler Özgür Suriye
Ordusu, Suriye Demokratik Güçleri; devlet kurmaya çalışan terör
örgütleri IŞİD ve PKK/PYD. Aktörler çok, çıkarlar farklı, kaygan
zemin ve değişen işbirliği süreçleri. Orta Doğu’da oluşan bataklıkta
insanlar ölüyor, devletler çöküyor ve güçler israf ediliyor. Hayaller
kabusa dönüşüyor.
BİLGESAM Yayınları
77
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
SURİYE TÜRKMENLERİNİN VAROLUŞ SAVAŞI*
Suriye’de Türkmenler; Rus hava kuvvetleri ve zırhlı araçları tarafından desteklenen Esad güçleri, Hizbullah ve İran destekli milisler,
PYD’nin silahlı unsurları YPG ve en önemlisi IŞİD terör örgütü unsurlarına karşı dört cephede varoluş savaşı veriyor.
BİLGESAM’ın düzenlediği “Suriye Türkmenleri” konulu seminerde
Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa, bu direnişi
ve mücadeleyi Çanakkale Savaşı’na benzetiyor. Suriye’de Türkmen
varlığının devam etmesi için ölüm kalım savaşı verildiğini belirtiyor.
Suriye’de Türkmen Varlığı
Suriye’de Türkmen varlığı ile ilgili farklı kaynaklarda farklı sayılar
veriliyor. Suriye kaynakları Türkmenleri 200.000 kişilik küçük bir
grup olarak gösteriyor. Ancak son yapılan araştırmalarda Suriye’de
Türkçe konuşan Türkmen sayısının yaklaşık 1,5 milyon olduğu belirtiliyor. Asimile olmuş Türkmenlerin de dâhil edilmesi durumunda
bu sayının 3,5 milyona ulaşacağı değerlendiriliyor.
Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep, Rakka kentleri ve köyleri
Türkmenlerin çoğunlukla yaşadığı yerler. Halep ve Rakka şehirlerinde yaşayanlara Halep veya Culap Türkmeni, Lazkiye bölgesindekilere ise Bayır-Bucak Türkmeni adı verilmektedir.
Fransız mandası döneminde başlayan ve sonrasında da devam
eden politikalar sonucu küçük gruplar halinde yaşayan Türkmenler önemli oranda asimile olmuştur. Bütün baskılara rağmen asimile
olmayan Türkmenler, iç savaş başlayınca bir müddet silahsız muhalefet yapsalar da, daha sonra varlıklarını devam ettirebilmek için
silahlanarak muhalif hareketlere katılmışlardır.
* Bu yazı 29 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
78
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Türkmenler IŞİD’le Savaşıyor
Birbirinden ayrı olarak hareket eden Türkmen tugayları son aylarda
birleştirildi ve iki tümen olarak teşkilatlandırıldı. Kuzeydeki Bayır
Bucak Türkmenlerinin yer aldığı Sahil Tümeni doğuda IŞİD ile savaşıyor. Azez-Cerablus hattında güvenli bölge oluşturmak için birbiri ardına köyleri almaya başlıyor.
Bundan rahatsız olan Rusya, Türkmenleri havadan yoğun olarak
bombalıyor. Esad ve PYD’nin Afrin’deki silahlı unsurları ile Hizbullah destekli milisler Türkmenlere geri ve yan bölgelerden saldırıyor. Bu güçler IŞİD’le mi savaşıyor? Yoksa IŞİD’le savaşan Türkmenleri arkadan vurarak IŞİD’e destek mi veriyor?
IŞİD’le savaşacağım diye Suriye’ye hava ve kara kuvveti gönderen
Rusya, Hava saldırılarının yüzde 90’ını Türkmenlere, yüzde 10’unu
IŞİD’e yapıyor. Esad ve Hizbullah destekli milislerin IŞİD’e saldırılarıyla ilgili bir haber okudunuz mu? Okumadınız! Çünkü bu güçler
Halep ve Bayır Bucak bölgelerinde Türkmenlere karşı savaşıyor.
Halep ve Bayır Bucak bölgeleri stratejik açıdan çok önemli. Bu bölgeler ele geçirilmeden Laskiye ve bölgedeki Rus üsleri güvende değil. Ayrıca bu bölge Türkiye’yi Ortadoğu bölgesinden tecrit etmek
için gerekli. Bu bölge düşerse Ermenistan, İran, Irak’tan sora Suriye
de tamamen Türkiye karşıtı Rusya-İran ittifakına dâhil olacak.
Afrin bölgesindeki PYD silahlı unsurları (YPG), Esad güçleriyle
işbirliği yaparak Türkmenlere karşı savaşıyor. Çünkü bu bölgenin
düşmesi durumunda Azez-Cerablus hattının ele geçirilmesi kolaylaşıyor. Bu hattın ele geçirilmesi halinde denize çıkışı da olan bir Kürt
devletinin coğrafi temelleri atılabilir.
BİLGESAM Yayınları
79
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Sonuç olarak; IŞİD’le savaştığını söyleyen Ruslar, Esad güçleri,
İran destekli milisler, Hizbullah ve PYD; çoğunlukla IŞİD’le değil
Suriye Türkmenleri ile savaşıyor. Türkmenler ölüm kalım savaşı veriyor. Aynı zamanda IŞİD’le savaşıyor. Çok sayıda Türkmen şehit
oluyor. Kobani için gösterilen hassasiyet Bayır Bucak için gösterilmiyor.
80
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
CENEVRE’DE SURİYE SORUNUNA ÇÖZÜM ARAYIŞI*
Arap Baharından etkilenerek Ocak 2011’de Suriye’de küçük gösteriler halinde başlayan isyan, kısa sürede ülke çapına yayıldı. Hükümetin halk hareketlerine geniş çaplı tutuklamalar, işkenceler, polis
şiddeti ve sansürle cevap vermesi üzerine gösteriler büyümeye devam etti.
Esad’ın direnen şehirlere ve kasabalara karşı büyük ölçekli askeri
harekât başlatması gösterileri iç savaşa dönüştürdü. İç savaşta bugüne kadar 250 binden fazla Suriyeli hayatını kaybetti ve 4,5 milyondan fazla kişi komşu ülkelere göç etti.
Cenevre konferansı
Suriye’de iç savaşı bitirmek için 30 Haziran 2012’de 1. Cenevre Konferansı yapıldı. Görüşmeler sonucu ortaya çıkan bildiride;
Suriye’de iç savaşa son verme hedefiyle siyasi bir geçiş sürecinin
başlatılması ve tarafların karşılıklı rızasıyla tam yetkiye sahip olacak bir geçiş yönetimi kurulması, kuşatma altındaki bölgelere insani
yardım sokulması, tutukluların serbest bırakılması öngörülüyordu.
Ancak Cenevre Bildirisi hayata geçirilemedi.
2. Cenevre Konferansı 22 Ocak 2014 tarihinde yapıldı. Alınan kararlar, BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’ye ilişkin 2254 nolu karar
tasarısına yol haritası olarak dâhil edildi. Buna göre ilk 6 ay içinde taraflar müzakereleri sonuçlandırıp geçiş hükümeti kuracak; bu
süreçte sahada ateşkes sağlanacak ve müteakip 12 ay içinde yeni
anayasa hazırlanarak adil bir seçim yapılacak.
* Bu yazı 2 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
81
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
3. Cenevre Konferansı 25 Ocak’ta başlayacaktı ancak Türkiye PYD
terör örgütünün toplantıya katılmasına itiraz etmesi nedeniyle gecikti. Daha sonra Suriyeli muhaliflerin oluşturduğu Yüksek Müzakere Komitesi (YMK) ancak kuşatma altındaki bölgelere insani
yardımların ulaştırılması, kuşatmaların kaldırılması, tutukluların
serbest bırakılması ön şartlarının yerine getirilmesi halinde toplantıya katılabileceklerini açıkladı.
Daha sonra YMK, BM Suriye Özel Temsilcisi Mistura ile görüşmek
için Cenevre’ye geldi. Ancak Suriye rejiminin ülkede sivillere karşı işlediği savaş suçlarına devam etmesi durumunda, Cenevre’deki
Suriye görüşmelerini terk edeceklerini açıkladı. Ayrıca insani yardımların yapılmasını şart koştu.
Sonuç Alınacak mı?
Önceki konferanslardan sonuç alınamaması nedeniyle bu konferansın başarılı olup olmayacağı konusunda şüpheler hala devam ediyor.
Bazı yorumcular konferanstan herhangi bir sonuç çıkmayacağını
ileri sürerken, bazıları da belirli konularda anlaşma çıksa da bunların uygulamaya konmasının zor olduğunu belirtiyor.
Gözden kaçırılmaması gereken husus önceki toplantılarda tam bir
başarı sağlanmasa da belirli bir gelişme yaşandığı gerçeğidir. Gelinen noktada sorunun çözümü konusunda bir yol haritası ortaya konmuştur ve bu yol haritası BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul
edilmiştir. Dolayısıyla görüşmeler 6 ay kadar sürecek ve bu süre
içinde bir geçiş hükümeti oluşturulmaya çalışılacaktır.
Görüşmeler inişli çıkışlı geçebilir. Zaman zaman da kesintiye uğrayabilir. Ancak zor bir süreç olsa da belirli bir ilerleme kaydedile-
82
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ceği değerlendirilmektedir. Sürecin başarıyla ilerlemesi için Rusya
tarafından desteklenen Suriye ordusunun yürüttüğü askeri operasyonlara son vermesi, kuşatma altındaki sivillere insani yardımların
ulaştırılması önemlidir.
Konferansa katılan tüm ülkelerin beklentisi görüşmelerin başarıyla
sonuçlanmasıdır. Buna rağmen taraflar Suriye’deki pozisyonlarını
güçlendirmek için girişimlerde bulunabilir. Dolayısıyla Rusya ve
Suriye’nin şu ana kadar olduğu gibi sivillere ve şehirlere yönelik
saldırıları devam ederse süreç kesintiye uğrayabilir.
BİLGESAM Yayınları
83
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
TÜRKİYE’NİN SURİYE STRATEJİSİ ÇÖKÜYOR*
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Eylül 2012’de “Biz en kısa
zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri
başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye
Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşliğimiz için
özgürce dua edeceğiz.” demişti.
Günümüzdeki Gerçekler
Bu gün bu söylemlerin çok gerisindeyiz. Son günlerde Rusya’nın
desteğiyle rejim güçleri ve Suriye Devlet Başkanı Esad’a bağlı milisler, Suriye’nin Halep kenti ile Kilis’te bulunan Öncüpınar
Gümrük Kapısı arasındaki Duvar Zeytun, Tel Cibin ve Hırdeteyn
köylerini ele geçirdi. Halep’te muhaliflerin kontrolündeki mevkileri
kuşattı ve Türkiye ile ikmal hatlarını kesti.
Ayrıca PKK terör örgütünün uzantısı YPG, birkaç gün önce yine
Rusya’nın desteğiyle stratejik öneme sahip Miniğ Hava Üssü’nün
kontrolünü sağladı. Müteakiben Türkiye sınırında bulunan ve muhaliflerin can damarı olarak bilinen Azez kasabasına operasyon başlattı. Halep kırsalında muhaliflerin son kalesi niteliğindeki Tel Rıfat
ile Türkiye arasındaki bağlantı koptu.
Saldırıların Amacı
Bu saldırıların amacı Türkiye’nin Suriye’de desteklediği iyice zayıflamış olan Özgür Suriye Ordusu’nun dağıtılmasıdır. Bu sayede
Türkiye’nin sahadaki varlığı yok edilecek ve bu ayın sonuna doğru
* Bu yazı 16 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
84
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
tekrar toplanacak olan Cenevre görüşmelerinde Türkiye’nin etkisi
sıfırlanmaya çalışılacaktır. Ayrıca kuşatma altındaki Halep’te, her
daim bombalanan açlık, sefalet ve umutsuzluk sarmalındaki muhalifler Türkiye’ye göçe zorlanacaktır.
Bu gelişmeler sonrasında atık Suriye’de ılımlı muhaliflerden söz etmek mümkün olmayabilir. Suriye içinde IŞİD’e karşı Esad ve PYD
güçleri etkinliğini daha da arttırabilir. Küresel ve bölgesel güçlerin
desteğini alan iki aktör, Türkiye karşıtı politikalarına devam edebilir.
Türkiye’nin Tepkisi
Türkiye Suriye stratejisinin çökmekte olduğunu görmektedir. Geçmişte kırmızıçizgi olan Azez-Cerablus hattına, yeni ve daha koyu
bir kırmızıçizgi Azez- Tel Rıfat bölgesi ilave oldu. Bu nedenle daha
önce Cerablus bölgesinde Fırat’ın batısına geçen PYD unsurlarının
top ateşiyle vurulduğu gibi, Miniğ Havaalanı çevresindeki PYD unsurları da ateş altına alındı. Türkiye’nin Suriye’ye askeri harekât
yapacağı konusunda yayınlar yapıldı.
Bu gelişmeler üzerine ABD ve Fransa Türkiye’den “alandaki top
atışlarını durdurmasını” istedi. YPG’nin ismi verilmeden “Suriyeli
Kürtlerin mevcut koşulları kullanarak yeni toprak ele geçirmekten
kaçınması” gerektiği vurgulandı. PYD Türkiye’nin Suriye’ye askeri
harekât yapması durumunda karşılık vereceklerini bildirdi. Rusya
ise ılımlı muhalifleri vurmaya devam ediyor.
Ilımlı muhaliflerin ve Türkmen unsurların son kaleleri düşmek üzere. Rusya, Esad, Hizbullah ve PYD unsurları Türkiye’nin desteklediği güçleri yok etmek için saldırılarına devam ediyor. Türkiye’nin
koalisyon güçleriyle birlikte Suriye’ye operasyon yapması ihtimali
BİLGESAM Yayınları
85
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
yok. Tek başına bir kara harekâtı yapması da çok riskli ve destek
bulması söz konusu değil. Bu nedenle Türkiye sadece top atışlarıyla
caydırıcılığını sağlamaya çalışıyor. Ama bunun da caydırıcı olması
mümkün değil.
Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye hayalleri kaos senaryolarına dönüştü. Küresel ve bazı bölgesel güçler Suriye satranç tahtasında
Türkiye’ye karşı hamlelerini yoğunlaştırıyor. Türkiye’ye yönelik
dış ve iç tehditler artıyor. Türkiye’nin Suriye politikası çöküyor.
86
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU VİZYONU*
Türk dış politikasının Ortadoğu vizyonu incelendiğinde, özellikle
2002-2009 yılları arasındaki dönemde, politika oluşum süreçleri ve
uygulamaları kuruluş hedef ve prensipleri ile tarihsel deneyimlere
büyük ölçüde uygundur. Bu dönemdeki politikalar ve uygulamalar
başarılı sonuçlar vermiş, Türkiye hem Batı hem de Ortadoğu ülkeleri arasında takdir edilen saygın bir ülke konumuna gelmiştir.
Ancak 2009-2015 dönemi Ortadoğu vizyonu ve uygulamaları, tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. Adeta bir
kırılma hatta bir kopuş yaşanmıştır. Bu kopuşun nedenleri; vizyon
temelli dış politika arayışı kapsamında sahadaki gerçeklerden ve
reel politikten uzaklaşılması; güç, çıkar ve politika ilişkisinin yanlış
kurgulanması; hedeflerin belirlenmesinde ve prensiplerin uygulanmasında önemli hatalar yapılması; ve gerçekler, söylemler ve uygulamalar arasında farklar oluşmasıdır.
Bu dönemde yapılan hatalar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
Yeni Türkiye imajı adı altında çağcıl, demokratik standartlardan
uzaklaşmaya başlanması;
Özgürlükler, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlarda geriye gidiş yaşanması;
Dış politikanın bir devlet politikası olduğu gerçeğinden hareket ederek, politika oluşum sürecinde ve uygulamasında; başta bürokrasinin, muhalefet partileri, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşları,
sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş ve eleştirilerinin
yeterince dikkate alınmaması;
* Bu yazı 22 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
87
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Türkiye’nin gücünün olduğundan büyük değerlendirilmesi, merkez
ülke, düzen kurucu ülke, oyun kurucu ülke gibi yaklaşımlarla küresel ve diğer bölgesel güçlere meydan okumaların yapılması;
Özerk dış politika uygulanması yaklaşımıyla, belirlenen politikaların Batılı müttefikler dâhil diğer ülkelere dikte edilmesi, diyaloglarda dış politika nezaket kurallarına uyulmaması ve uzlaşmaz tutum
sergilenmesi;
Değer odaklı dış politika esası doğrultusunda dış politika ortamındaki gerçeklerden kopulması ve akılcı politikalardan uzaklaşılması;
Düzen kurucu ülke, özerk dış politika ve halkların taleplerini yansıtan temsili sistemler üzerine inşa edilen bölgesel düzen yaklaşımlarıyla revizyonist olarak algılanabilecek söylemler yapılması ve
uygulamalara başvurulması,
Özgürlük-güvenlik dengesi ve halkların desteklenmesi adına adeta
halkların yönetimlere başkaldırmaya yönlendirilmesi, devletlerin
egemenlik haklarının göz ardı edilmesi ve iç işlerine karışılması,
Orta Doğu devlet yönetimlerinin güveninin kaybedilmesi;
Yeni Osmanlıcılık olarak değerlendirilebilecek, Sünni mezhebine
mensup halklar üzerinden bölgedeki nüfuz alanının geliştirilmesi
yönünde açıklamalar yapılması, Müslüman kardeşler ve Hamas gibi
örgütlerle ortak hareket edilmesi ve mezhepsel gerilimlerin artmasına neden olunması;
Halklar desteklenirken uluslararası meşruiyeti sorgulanan örgütlerle, hatta bazı devletler tarafından terör örgütü olarak değerlendirilen
gruplara destek verilmesi, Değişen durumların etkilerinin zamanında öngörülememesi ve gerekli dış politika esnekliğinin gösterilememesi,
88
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Başarısız uygulamaları zamanında görerek, akılcı bir yaklaşımla kabullenmek ve tedbirler almak yerine, değerler üzerine yapılan açıklamalarla başarısızlığın örtülmeye çalışılması ve değerli yalnızlık
olarak tanımlanan yaklaşımlar sergilenmesi, bu nedenle de gerekli
tedbirlerin zamanında alınmaması.
Yapılan bu hatalar sonucu Türkiye bölgede yalnızlaşmaya başladı
ve hedef ülke durumuna geldi. Bölgeye yönelik politikaları hem
küresel güçler hem de bölgesel güçler tarafından başarısızlığa uğratıldı. Hatta Türkiye vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bir coğrafyaya
dönüştürüldü. Terör örgütlerine sağlanan destekle içeride de güvenlik ve istikrar bozuldu.
BİLGESAM Yayınları
89
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
ORTA DOĞU VİZYONU NASIL OLMALI?*
Türkiye’nin kuruluşundaki dış politika hedef ve prensipleri ile yaşanan tarihsel deneyimlerden alınan derslere uygun olarak Türkiye’nin
Orta Doğu vizyonu; halkın büyük çoğunluğunun desteğiyle oluşan;
ulusal çıkarları hedefleyen; küresel ve bölgesel güçlerin beklentileri
ve politikalarını dikkate alan; Batılı müttefiklerimizin beklentileri
ile bölge ülkelerinin algılarını dengeleyen; bölgesel barış, istikrar
ve refahı öngören; ekonomik entegrasyonu önceleyen; bölgedeki
farklılıkları dikkate alarak çoğulcu bir anlayışı benimseyen; eşitlik
temelinde uzlaşmaya önem veren; sorunların bir parçası olmamaya
özen gösteren; gerçekçilik, esneklik ve akılcılık prensiplerine uygun
politikalar üzerine inşa edilmelidir.
Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler,
prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak Orta Doğu vizyon ve
politikalarında dikkate alınmalıdır.
Dış ve iç politika etkileşimi dikkate alınarak öncelikle çağcıl, demokratik standartlara ulaşabilmek ve çağcıl devlet yapısını oluşturabilmek için reformlara devam edilmelidir. Uluslararası hukuk
kurallarına uyulması konusunda yeterli hassasiyet gösterilmelidir.
Dış politikanın halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir devlet politikası olması için gerek vizyon oluşturma gerekse politika
geliştirme ve uygulama sürecinde; başta bürokrasinin, muhalefet
partilerinin, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşlarının, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş ve eleştirileri dikkate alınmalıdır.
* Bu yazı 25 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
90
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Orta Doğu’ya yönelik vizyon ve politikalar oluşturulurken bölge
ülkelerinin tarih algısı gerçekçi olarak değerlendirilmeli, bölgesel
hassasiyetler belirlenmeli, sahadaki gerçeklerden ve reel politikten
uzaklaşılmamalıdır.
Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve
politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel
müttefiklerle uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. Bu nedenle küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki çıkarları, hedef ve politikaları dikkate alınmalıdır.
Devletlerin egemenlik haklarına ve içişlerine müdahalelerden kaçınılmalıdır. Devletler veya devlet yönetimleri ile halklar arasındaki
anlaşmazlıklarda sonuna kadar uzlaştırıcı politikalarda ısrar edilmeli, bu mümkün olmuyorsa tarafsız ve uzak kalınmalıdır.
Batılı müttefikler dâhil diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerde dikte edici
yaklaşımlardan uzak durulmalı ve karşılıklı diyaloglarda dış politika nezaket kurallarına uyulmalıdır.
Yeni Osmanlıcılık algısını oluşturacak revizyonist söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. Mezhebe dayalı politikalardan uzak
durulmalıdır. Terör örgütü olarak değerlendirilen gruplarla ilişki
kurulmamalıdır.
Orta Doğu’da değişen dış politika ortamı gerçekçi olarak değerlendirilerek, esneklik prensibi doğrultusunda küresel ve bölgesel ilişkiler gözden geçirilmelidir. Bu kapsamda AB ve İsrail ile ilişkilerdeki
olumlu gelişmeler memnuniyet vericidir. Benzer şekilde Mısır ile
ilişkiler de yeniden canlandırılmalıdır.
BİLGESAM Yayınları
91
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Suriye politikası bölgede meydana gelen gelişmeler ışığında yeniden şekillendirilmeli, Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ABD,
Rusya, İran ve Suudi Arabistan arasında bir uzlaşma arayışına girilmelidir.
Bölgesel bir gücün Orta Doğu’da etkinliğini artırabilmesi için en
az bir süper güçle birlikte hareket etmesi ve bölgesel güçlerin en az
ikisi ile işbirliğini geliştirmesi gerekir.
92
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRKİYE-İRAN-SUUDİ ARABİSTAN ETKİLEŞİMİ*
Son yıllarda İslam dünyasında etkinliğini artıran üç ülke Türkiye-İran-Suudi Arabistan. Zaman zaman işbirliğinin zaman zaman
da rekabetin yaşandığı bir etkileşim. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın
İstanbul’da yapılan 13. Zirvesi’nde ortaya çıkan sonuçlar, Türkiye
ve İran Cumhurbaşkanları Erdoğan ve Ruhani’nin Ankara’daki görüşmeden sonra yaptıkları açıklamalar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan
ile Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdulaziz arasındaki ilişkiler
bu konuda önemli emareler veriyor. Üç ülke İslam birliği ve kardeşliği konusunda benzer yaklaşımlar sergilerken gerçekten samimiler
mi? İslam’daki birlik ruhu rekabetin acımasız gerilimini sonlandırabilir mi?
İşbirliği ve Rekabet İkilemi
Cumhurbaşkanı Erdoğan İslam İşbirliği Konferansı’nda “Müslümanlar olarak üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında
mezhepçilik fitnesi geliyor. Irkçılık fitnesi geliyor. Her zaman ifade
ettiğim gibi benim dinim Sünnilik de değildir. Şiilik de değildir. Benim dinim İslam’dır.” açıklamasını yaptı. Benzer şekilde İran Cumhurbaşkanı Ruhani “Bizim kimliğimiz mezhepler değil, bizim kimliğimiz İslam’dır.” dedi. Suudi Arabistan Kralı Selman, yönetimi
devraldıktan sonra yaptığı ilk açıklamada; “Arap halkı ve İslam ümmetinin en çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğunu vurgulamıştı.”
Üç lider yaptıkları açıklamalar ile aslında bütün İslam dünyasının
ortak duygu ve görüşlerini dile getirdi. Ancak bu üç ülke arasında
yaşanan rekabet İslami referanslara rağmen yapılan açıklamaların
hayata geçirilmesini engelledi. Günümüzde İslam dünyası çatışmaların, terörün, ölümlerin ve göçlerin yaygın bir şekilde yaşandığı
bir coğrafyaya dönüştü. Her zaman olduğu gibi yine yaşanan so* Bu yazı 19 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
93
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
runların nedenlerini Batılıların müdahalelerine bağlayabiliriz ancak
bu sorunlarımıza bir çözüm getirmiyor. Sorunlarımızla yüzleşmeliyiz. Batılıların müdahalelerde başarılı olmasının nedeninin gerçekte
Müslüman ülkeler arasındaki rekabet olduğunu görmeliyiz. Rekabetin yarattığı olumsuzlukları diyalog, uzlaşma ve yardımlaşma ile
aşmalıyız. Peki, ama nasıl?
Uzlaşma ve İşbirliği Arayışları
Her şeyden önce etkin bir sonuç alınıp alınamayacağına bakılmaksızın karşılıklı diyalog ve uzlaşma arayışları artırılmalıdır. Sorun
odaklı realist yaklaşımlar terkedilmelidir. İslam ülkeleri arasındaki
işbirliğinin herkesin çıkarına olduğu anlaşılmalıdır. Mezheplerin
ilişkiler üzerindeki olumsuz etkileri görmemezlikten gelinemez.
Ancak mezheplerin varlığı da bir gerçek ve yok sayılamaz. Bu
nedenle mezheplerin birbirlerine yakınlaştırılması başarılı sonuç
vermez. Belki mezheplerin varlığı kabul edilirken, mezhepler arasındaki ötekileşme ve düşmanca yaklaşımlar yumuşatılabilir. Tarih
ve dini kitaplardaki olumsuz anlatım ve söylemler karşılıklı olarak
kaldırılabilir.
İslam işbirliği Konferansı sonuç bildirgesinde açıklandığı gibi “İslam ülkeleri arasında, iyi komşuluk ilişkileri, içişlerine karışmama,
bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı, farklılıkları İİT, BM şartı
ve uluslararası hukuk içerisinde barışçı bir biçimde çözme, tehdit
ve güç kullanmaktan geri durma temelinde” yaklaşımlar benimsenmelidir. Beklentilerimiz ve umutlarımız; uzlaşma ve işbirliğinin,
ayrışma ve çatışmaya üstün gelmesi; tüm İslam dünyasında barış
huzur ve refahın hâkim olmasıdır. Bunun sağlanabilmesi için kin
ve düşmanlık duygularını nefsimize yöneltmemiz, bunların yerine
iç dünyamızda hoşgörü ve birlik anlayışını inşa etmemiz gerekir.
94
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
İRAN’DA SEÇİM SONUÇLARI VE ETKİLERİ*
İranlılar, yeni Uzmanlar Meclisi’ni ve Parlamentoyu belirlemek için
Cuma günü sandık başına gitti. Bu seçimin sonuçlarını değerlendirebilmek için İran’ın siyasi yapısını bilmek gerekir. Bu siyasi yapı
kapsamında İran seçimlerinin önemi nedir? İç ve dış politikaya etkileri ile Türkiye’ye yansımaları neler olabilir?
İran’ın Siyasi Yapısı
İran siyasi yapısının en tepesinde dini lider vardır. Ülkenin mevcut
dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’dir. Cumhuriyet’in genel politikalarını tanımlar ve denetler. Silahlı kuvvetlerin başkomutanıdır,
güvenlik ve istihbarat operasyonlarını kontrol eder. Savaş açma
konusunda tek yetkilidir. Ayrıca devletin önemli üst düzey yöneticilerini atar.
Anayasa Koruma Konseyi altı tanesi Dini Lider tarafından atanan
oniki üyeden oluşmaktadır. Diğerleri İran Meclisi tarafından, İran
Yargı’sının aday gösterdiği hukukçular arasından seçilmektedir.
Konsey meclis tarafından kabul edilen bir yasayı anayasaya veya
Şeriata uygun olmadığı gerekçesiyle geri gönderebilir. Ayrıca seçimlerde adayları veto edebilir.
Uzmanlar Konseyi, 88 üyeden oluşur. Üyeler, İran vatandaşları tarafından 8 yıllığına seçilir. Dini lidere yasal görevleri konusunda danışmanlık yapar. Uzmanlar Konseyi’nin en önemli fonksiyonu Dini
Lider’i seçmek, gözlemek ve gereken koşullar oluştuğunda Lider’i
görevden almaktır.
İran Cumhurbaşkanı dini liderden sonraki en yüksek devlet makamıdır. Şu andaki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’dir. Dört yıllığına
* Bu yazı 1 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
95
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
genel oy ile seçilir. Bir kişi iki defa seçilebilir. Cumhurbaşkanı, dini
lidere bağlı olan konular dışında yönetim yapılarının çalışmasından
sorumludur. Cumhurbaşkanı, bakanlar kurulunu atar, hükümet kararlarını yönlendirir ve yasamanın önüne konacak hükümet politikalarını seçer.
İran Meclisi dört yıllığına seçilen 290 üyeden oluşmaktadır. Meclis
yasama faaliyetini yürütür, uluslararası antlaşmaları değerlendirir
ve ulusal bütçeyi onaylar.
Seçimler Neden Önemli?
Devrimden sonra İran iç ve dış politikasında kırılmalar yaşanmıştır. İran, Humeyni döneminde iç politikada muhafazakâr ve sertlik
yanlısı politikalar uygulamış, dış politikada ABD’den uzaklaşarak
Batı’dan kopmuştur. Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde ise içeride ılımlı ve reformist politikalar uygulanmış, dışarıda uluslararası
sisteme uyum sağlamak amacıyla ABD ve Batı ile ilişkiler düzeltilmeye çalışılmıştır.
Ahmedinecad döneminde Humeyni zamanındaki politikalara geri
dönülmüş, ABD ve AB ile ilişkiler tekrar bir kriz sürecine girmiştir.
Ahmedinecad yönetimi, nükleer işbirliği yapma amacıyla dış politikasında Batı ekseni yerine Doğu eksenine öncelik vermiştir.
Ruhani döneminde ise Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde olduğu
gibi ılımlı politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Batı ile bozulan
ilişkiler düzeltilmeye çalışılmış ve en büyük sorun olan nükleer
program konusunda anlaşma imzalanmıştır.
Bu çerçevede seçimler, kamuoyunun ana eğilimini ve ülkenin ne
yöne doğru gittiğini ölçmek için bir sınav niteliğindeydi. İlk Seçim
sonuçlarına göre İran’ın en yüksek dini yönetim organını ve dini
96
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
liderini seçen Uzmanlar Meclisi için yapılan seçimde, reformcu ve
ılımlıların muhafazakârlara üstünlük sağladığı görülmektedir. Parlamento seçimlerinde de benzer durum söz konusudur.
Bu sonuçlara göre Cumhurbaşkanı Ruhani, Batı ile nükleer anlaşma
ve siyasi reformlar konusunda halktan onay almış durumda. Artık
ekonomik reformlara hız verebilir. 2017 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için iyi bir avantaj sağlamış görünüyor.
Gelecek yıllarda İran’ın küresel ve bölgesel etkinliği daha da artabilir. Türkiye’nin hem iç politikada hem de dış politikada düşüş
yaşadığı bir dönemde İran’ın yükselişe geçmesi önemli. Bu nedenle
Türkiye geçmişle övünmek yerine, düşüşün nedenlerini ve tekrar
yükselişe geçmenin yollarını araştırmalı.
BİLGESAM Yayınları
97
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
BAŞBAKAN DAVUTOĞLU’NUN İRAN ZİYARETİ*
Ortadoğu bölgesinde rekabet halindeki iki önemli güç olan Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler, son yıllarda en kötü dönemlerinden
birini yaşıyordu. İran’ın Şii Hilali olarak adlandırılan Şii nüfusun
yoğun olarak yaşadığı ülkelerde nüfuzunu artırmak için girişimlerde bulunması, Sünni ülkelerde endişe yarattı. Benzer şekilde
Türkiye’nin Sünni devletlerle ilişkilerini geliştirmesi, İran’da rahatsızlık oluşturdu. Karşılıklı güvensizlik ilişkilere olumsuz yansıdı.
Orta Doğu’da Türkiye-İran Rekabeti
Özellikle iki devlet Irak ve Suriye’de karşı karşıya geldi. İki ülkenin
politikaları tamamen birbirine zıttı. İran, Irak’ta Şii merkezi yönetimi destekliyor ve Sünni nüfus baskı altına alınıyordu. Türkiye tam
tersine Sünni kesimin hak arayışını destekliyor ve merkezi Irak yönetimine baskı yapıyordu.
Suriye’de ise İran, Esad ve Rusya ile birlikte hareket ediyor ve sivil
halka yönelik katliama ortak oluyordu. Türkiye’nin Suriye politikaları, bu üçlü tarafından birbiri ardına akamete uğratılıyordu.
Türkiye, İran yayılmacılığından endişe duyan körfez ülkeleri; Suudi
Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Kuveyt’le
işbirliğini geliştiriyordu. Türkiye, Yemen’e müdahale eden Suudi
Arabistan’ı desteklerken, İran Suudi Arabistan’a tepki gösteriyordu. Ortadoğu’da Sünni-Şii gerilimi hat safhaya ulaşıyor, gerilimin
bir savaşa dönüşmesinden endişe ediliyordu.
Ziyaretin Önemi ve Sonuçları
İran’ın P5+1 ülkeleriyle yaptığı nükleer mutabakatının ardından
Türkiye’ye yönelik dili ve duruşu sertleşmişti. İran Dışişleri Bakanı
* Bu yazı 8 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
98
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Cevad Zarif’in, Türkiye’ye gelmeyi planladığı günlerde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan makalesinde, üstü örtülü bir şekilde
bölge sorunlarının asıl sorumlularından birinin Türkiye’deki yöneticiler olduğunu iddia etmesi, Türkiye’yi rahatsız etmişti. Bu nedenle Zarif’in Ağustos’ta Türkiye’ye yapacağı ziyaret son anda iptal
edilmişti.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun, İran’ın P5+1 ülkeleriyle
yaptığı Nükleer Anlaşma içindeki sorumluluklarını yerine getirdiğini, bir raporla açıklamasından sonra, Ortak Kapsayıcı Eylem Planı
yürürlüğe girdi. İran’a yönelik ABD, AB ve BM’nin yaptırımları,
İran’ın anlaşma yükümlülüklerini yerine getirmesi nedeniyle 16
Ocak 2016’da kaldırıldı.
Yaptırımların kaldırılmasıyla İran’ın uluslararası bankalarda dondurulmuş olan 100 milyar dolarlık varlıkları serbest bırakılacaktı. İran
ile iş yapan ülke ve firmalar üzerindeki yasaklar kalkacak ve İran
dünya ile ticaretini hızla geliştirecekti.
Bu kapsamda İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ilk Avrupa ziyaretini İtalya’ya yaptı. Ziyaret sırasında imzalanan anlaşmaların 17
milyar Euro değerinde olduğu açıklandı.
İkinci ziyaret Fransa’ya gerçekleştirildi. Total ve Airbus firmalarının yöneticileri ile bir araya gelerek, bu firmalarla işbirliği anlaşmaları imzalandı. Bu anlaşmalar arasında İran’ın 118 Airbus uçağı
alması da var.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun İran ziyareti işte böyle bir ortamda
gerçekleşti. Bu ziyaret İran ile gerilimin azaltılması; Suriye politikaları arasındaki uzaklığın yakınlaştırılması ve politikalar arasında-
BİLGESAM Yayınları
99
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
ki uyumun sağlanması; ekonomik ve ticari ilişkilerin doğan fırsatlardan istifade edilerek geliştirilmesi açısından çok önemliydi.
Ziyaret sonrasında Davutoğlu, İran ile Suriye konusunda beş konuda mutabakat sağlandığını açıkladı. Bunlar; bölge sorunlarının
bölge aktörleri tarafından çözülmesi; Suriye’nin toprak bütünlüğü
ve birliğinin bozulmasına müsaade edilmemesi; ateşkese birlikte
destek verilmesi; temsil kabiliyeti yüksek bir yönetim oluşturulması
ve teröre karşı işbirliği yapılmasıdır.
Gezinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç; “bölgenin kaderinin bölge dışı aktörlere bırakılmaması ve bölgenin geleceğinin yine bölge
ülkeleri tarafından birlikte şekillendirmesi” kararıdır.
100
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ*
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani arasında
16 Nisan 2016 tarihinde Beştepe’de yapılan görüşme sonrasında yapılan açıklamalarda; “Kimliğimiz Şii, Sünni ya da başka bir mezhep
değil; sevgi ve kardeşliği içinde barındıran İslam’dır” vurgusu yapıldı. Ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi konusunda niyet
beyanında bulunuldu.
Ancak siyasi ve güvenlik konularında tam bir uzlaşma yok. Bölgede
akan kanın durdurulması gerektiği konusunda hemfikir olunmasına
rağmen Türkiye ve İran arasında bölgesel konularda görüş ayrılıkları devam ediyor. Bu durumda gerçekten ilişkiler daha ileri boyutlara
taşınabilir mi? Bunun için neler yapılmalıdır?
Ekonomik İlişkiler
Türkiye-İran ilişkileri son yıllarda maalesef geriledi. Arap Baharı
kapsamında yaşanan gelişmeler ve özellikle Suriye’de uygulanan
politikalar ilişkileri olumsuz yönde etkiledi. Siyasi ilişkilerdeki
olumsuzluklar ekonomik ilişkilere de yansıdı. 22 milyar dolara çıkan
ticaret hacmi, 10 milyar dolara düştü. Sınır kapılarında ve gümrüklerde sorunlar yaşandı. Tırlar sınırlarda uzun kuyruklar oluşturdu.
Aslında iki ülkenin ekonomilerinin tamamlayıcı özellikleri dikkate
alındığında, ilişkilerin olması gereken boyutun çok altında kaldığı
açıktır. Gerekli tedbirler alınabilirse hedeflenen 30 milyar dolarlık
ticaret hacmi çok kısa sürede yakalanabilir. Enerji alanında daha
önceden yapılan ön anlaşmalar hayata geçirilebilir. Sorunların üstesinden gelinebilir.
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve İran Telekomünikasyon ve Bilişim Teknolojileri Bakanı Mahmoud Vaizi Türkiye-İran ilişkilerini
daha iyi bir noktaya taşımak için görevlendirildi. Her iki bakan Tür
* Bu yazı 26 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
101
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
kiye-İran arasındaki siyasi, ekonomik, askeri, ticari, kültürel, turizm
ve ulaştırma alanlarında ilişkileri yakından takip edecek. Karşılıklı yatırımların artırılması yönünde çalışmalar yapacak. İş dünyası
temsilcilerinin ve girişimcilerin her iki ülkede ve üçüncü ülkelerde
yatırım yapmaları teşvik edilecek.
Siyasi İlişkiler
Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için siyasi alandaki farklılıkların
aşılması gerekir. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de yaşanan iç savaşlarda
uygulanan stratejiler ve körfez ülkelerine yönelik politikalar arasında önemli farklılıklar vardır.
Bununla birlikte iki ülke, bölgede akan kanın durdurulması; Suriye
ve Irak’ın toprak bütünlükleri ve siyasi birliklerinin korunması; ülkelerin geleceğini ve kaderini o ülkelerin kendi halkının belirlemesi
konularında hemfikirdir.
Terörle mücadelede özellikle uluslararası işbirliğine ihtiyaç duyulduğu ve bu çerçevede teröre karşı sıfır tolerans uygulanarak; iyi
terörist ve kötü terörist ayrımı yapılamayacağı anlayışı karşılıklı
olarak paylaşılmaktadır.
Bölgedeki gelişmelere mezhepsel temelde yaklaşılmasının hiçbir
fayda sağlamayacağı, tam tersine yıkıcı etkileri olacağı hususlarında her iki ülke yakın görüşlere sahiptir.
Türkiye ve İran’ın sorunları aşmak ve ilişkileri geliştirmek için her
şeyden önce aralarındaki siyasi diyaloğu güçlendirmeli ve görüş ayrılıklarını asgariye indirmelidir.
İslam ülkelerinde gelişen terörizm ilk önce bu ülkeleri tehdit etmektedir. İslam terörü değil sevgi, kardeşlik ve yardımlaşmayı teşvik
etmektedir. Bu husus dünya kamuoyuna etkin olarak anlatılmalı ve
İslamafobi ile mücadele edilmelidir.
102
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ORTA DOĞU’DA MEZHEP SAVAŞI ÇIKAR MI?*
Suudi Arabistan’ın Şii din adamı Şeyh Nimr’i idam etmesinden
sonra Riyad ile Tahran arasındaki potansiyel gerilim patladı. İran’da
Suudi Arabistan karşıtı gösteriler yapıldı ve Suudi Büyükelçiliği yakıldı. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Sudan, İran ile
ilişkilerini dondurdu. Birleşik Arap Emirlikleri ise ilişki seviyesini
düşürdü.
Ortadoğu’da; özellikle Suriye ve Irak’ta farklı boyutlarda ve isimlerde var olan çatışmaların temelinde mezhepsel farklılıklar yer almaktadır. Riyad ile Tahran arasında yaşanan bu gerilimin, bütün İslam dünyasına yayılabileceği endişesi artmakta ve kaos senaryoları
yazılmaktadır. Gerçekten Şii-Sünni mezhep savaşı çıkar mı? Savaş
bütün bölgeye yayılır mı?
Tarihsel Arka Plan
İran’da 1979’da yaşanan devrim sonrasında Suudi Arabistan-İran
arasındaki siyasi gerilim derinleşti. Şii isyan hareketlerinin bölgeye
yayılabileceği endişesi; Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik
Arap Emirlikleri ve Umman arasında Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği
Konseyinin kurulmasına neden oldu.
Riyad, 1980-88 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşında Saddam Hüseyin’i destekledi. 1980’lerde Şiilerin oluşturduğu Hicaz
Hizbullah’ı bölge ülkelerinde çeşitli saldırılar gerçekleştirdi. Şii
milisler 1981 yılında Bahreyn’de bir darbe girişiminde bulundu.
1987’de Mekke’de Hac sırasında Suudi güvenlik güçleriyle Şiiler
arasında çatışma çıktı ve yüzlerce Şii öldü. Bu olay gerilimi tırmandırdı ve 1988-91 yılları arasında iki ülke ilişkileri donduruldu.
* Bu yazı 8 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
103
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
İkinci Körfez Savaşı (2003) sonrasında İran’ın, Irak’ta kurulan Şii
ağırlıklı hükümetler üzerindeki etkisi arttı. Arap Baharı sürecinde
Şii çoğunluğun bulunduğu Bahreyn’de 2011’de çıkan isyan, Suudi Arabistan askeri desteği ile bastırıldı. Suriye İç savaşında İran
Nusayri Esad yönetimini; Suudi Arabistan ise silahlı Selefi İslami
grupları destekledi. İki ülke arasında vekâlet savaşları başladı.
Kral Selman Bin Abdulaziz’in 2015’de iktidara gelmesinden sonra
İran’a karşı daha kararlı politikalar izlenmeye başlandı. Şii Husilerin isyanı sonucu Yemen Cumhurbaşkanı Mansur al Hadi Suudi
Arabistan’a sığındı. Suudi hava kuvvetleri Husiler üzerine hava
taarruzları düzenledi. Husi İsyanının İran tarafından desteklendiği
ileri sürüldü. İki ülke arasındaki vekâlet savaşı Yemen’e de sıçradı.
Şii-Sünni Savaşı Riski
Uluslararası kamuoyunda Şii-Sünni çatışması riskinin arttığı doğrultusunda tartışmalar hat safhaya yükseldi. Korku ve endişeler
arttı. Maalesef yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere
zaten Şii-Sünni gerilimi; Suriye, Irak ve Yemen’de vekâlet savaşına dönüşmüştü. Eğer sağduyulu davranılmazsa ve gerekli tedbirler
alınmazsa bu yangın bütün Ortadoğu’ya yayılabilir.
Bu yangının yayılması önlenebilse dahi Ortadoğu dinsel, mezhepsel
ve etnik açıdan parçalanmış durumda. Bu parçalanmış yapı içindeki
gruplar farklı hedefler ve çıkarlar doğrultusunda hareket ediyor. Ancak farkında değiller ama hepsi kaybediyorlar. Bölgede yaşananlar
Orta Çağda Avrupa’da yaşanan karanlık tabloya benziyor.
Türkiye bu karanlık tablonun aydınlık yüzü olmalı. Gelişmeler karşısında sorunun tarafı olmaktan kaçınmalı. Tarafları yatıştırıcı ve
104
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
gerilimi azaltıcı rol üslenmelidir. Sorunların çözülmesinin tılsımlı
anahtarı olan laiklik ve çok kültürlülük ilkelerine uygun hareket
edilmelidir.
Sanıldığının aksine laik yaklaşım sadece farklı dinler arasında değil,
daha çok aynı dine mensup farklı mezhepler arasında hoşgörünün
geliştirilmesine katkı sağlar. Çok kültürlülük anlayışı sorunların çözümüne yardım eder ve gruplar arasındaki bağı güçlendirir.
BİLGESAM Yayınları
105
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
VEKÂLET SAVAŞLARI ORTA DOĞU VE TÜRKİYE*
Savaşlar insanlık medeniyetinin gelişmesine paralel olarak evirilmiştir. Ok, yay, piyade, süvari ve savaş arabalarının kullanıldığı klasik dönem savaşları, süreç içinde tüfek ve top gibi ateşli silahların
kullanıldığı erken modern dönem cephe savaşlarına dönüşmüştür.
Sanayi devrimi sonrasında modern dönem savaşları, teknolojinin
gelişmesine paralel olarak uzun menzilli füzelerin, hava kuvvetlerinin ve tank birliklerinin sisteme dâhil olmasıyla, topyekûn savaş
uygulamalarına ve manevra savaşlarına dönüşmüştür.
Savaşlarda siyasi, askeri, coğrafi, demografik, psiko-sosyal ve kültürel, bilimsel ve teknolojik güç unsurlarının tamamı, milli güç unsurları olarak kullanılmaya başlamıştır.
Uluslararası hukuk kurallarındaki gelişmeler ve savaşların siyasi,
ekonomik ve sosyal maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması, Soğuk Savaş sonrası dönemde post-modern savaş yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bu savaşların temel özelliği asimetrik unsurların kullanılmasıdır.
Terör örgütleri, mafyalar, gizli servisler ve özel kuvvetlerin kullanıldığı, terörizm ve yumuşak güç savaşlarını ihtiva eden gayrinizami savaşlar; siber savaş, etki odaklı savaş ve yıldız savaşları gibi
ileri teknoloji savaşları post- modern savaş yöntemleri içinde yerini
almıştır.
Vekâlet Savaşları
Günümüzde devletlerarasında yaşanacak savaşların maliyetlerinin
kabul edilemez boyutlara ulaşması ve kazanan devletlerin dahi çok
* Bu yazı 19 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
106
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
büyük yaralar alması, asimetrik savaş yöntemlerinin gelişmesine
neden olmuştur. Barış ve savaş algılamalarının muğlaklaştığı, savaşan aktörlerin tespitinin güçleştiği, devlet dışı aktörlerin de kullanıldığı, devletlerarasındaki ve devletlerin içindeki hassasiyetlerin
istismar edildiği Vekâlet Savaşları ön plana çıkmıştır.
Vekâlet Savaşları; devletlerin, özellikle küresel ve bölgesel güçlerin
kendi çıkarlarını elde etmek ve nüfuz alanlarını genişletmek maksadıyla; kendi askeri unsurlarını kullanmaktan ziyade, müttefiklerini,
edilgen ülkeleri, hedef ülkedeki parçalanmış yapıları ve yandaşlarını cepheye sürmek suretiyle gerçekleştirdikleri savaşlardır.
Soğuk Savaş döneminde bloklar arasında nükleer savaşların yaratacağı tahribat nedeniyle uygulamaya konan Vekâlet Savaşları, soğuk
savaş sonrasında daha da geliştirilerek yaygınlaştı. Sert ve yumuşak
güçlerin farklı birleşenlerinin kullanıldığı Bölgesel Savaşlar, Terörizm ve Yumuşak Güç savaşları şeklinde uygulanmaya başlandı.
Vekâlet Savaşları ve Ortadoğu
Küresel ve bölgesel güçlerin yer aldığı Vekâlet Savaşları bütün boyutları ve özellikleri ile son yıllarda Ortadoğu’da yaşanmaktadır.
ABD, AB, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi devletler
oyuncu olarak; Suriye, Irak, Lübnan, Körfez ülkeleri, Yemen ve
Türkiye operasyon coğrafyaları olarak ön plana çıkmaktadır.
Ortadoğu’da Vekâlet Savaşları kapsamında ABD ile Rusya arasında yaşanan küresel rekabetin bir yansıması görünür hale gelirken;
İran, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında bölgesel nüfuz mücadelesi yaşanmaktadır. Türkiye bölgede bir oyuncu olarak yer almasına
rağmen aynı zamanda bir operasyon coğrafyası durumuna gelmiştir.
BİLGESAM Yayınları
107
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Türkiye, İran’ın Şii yayılmacılığı doğrultusunda bölgede artan etkisini, Sünni İslam anlayışıyla sınırlamaya çalışmaktadır. Bu kapsamda Türkiye, oyuncu olarak bölgedeki etkinliğini artırmak için gayret
sarf etmektedir. Rusya-İran koalisyonuna karşı Batı ittifak sistemi
içinde yer almaktadır.
Türkiye, aynı zamanda rekabet içinde bulunduğu devletler tarafından PKK, IŞİD, DHKP-C ve MLKB gibi terör örgütleri kullanılarak, Vekâlet Savaşlarının yürütüldüğü bir coğrafya dönüştürülmektedir.
108
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
BÖL VE YÖNET SYKES-PİCOT ÖRNEGİ*
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Orta Doğu topraklarının, Batılı güçler tarafından Sykes-Picot Anlaşması ile masa başında cetvelle belirlenen sınırlar ile bölünmesi
ve siyasi hâkimiyet alanlarına ayrılması, “böl ve yönet” stratejisinin
uygulanmasına çarpıcı bir örnektir. Sykes-Picot Anlaşması 100 yıl
geçmesine rağmen Orta Doğu’daki gelişmeleri hala etkilemektedir.
Dünyanın en önemli ve stratejik noktalarında bulunan, İstanbul-Çanakkale Boğazları, Süveyş Kanalı, Babü’l-Mendeb Boğazı, Hürmüz
Boğazı, Basra Körfezi gibi geçiş yollarını kontrol eden Orta Doğu,
petrolün enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlamasıyla İngiltere
ve Fransa gibi sömürgeci güçlerin hedefi haline geldi.
Orta Doğu’nun Bölünmesi
İngilizler, 1909 yılında Osmanlı Hükümeti’ni, Arap aşiretlerinin isyanıyla tehdit etti ve iktidar peşinde koşan Mekke Şerifi Hüseyin ile
temasa geçti. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na İttifak
Devletleri safında katılmasını müteakip Arap sülale ve aşiretlerini
ayaklandırmak için çalıştı.
İngiltere, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i tüm Arap Yarımadası, Suriye
ve Irak’ı içine alan bir devlet kurması için teşvik etti. Aynı zamanda
Necid Emiri İbn Suud ile de Kuveyt hariç Basra Körfezi’nin güney
kıyılarını kapsayan bir bağımsızlık antlaşması yaptı. Yani Mekke
Şerifi Hüseyin’e vaat ettiği topraklarda Necd Emiri İbn Suud’un da
hâkimiyetini tanıdı. İngiltere, ikiyüzlü politika ile bölgedeki halkların birbirlerine düşman olmasını sağlayacak tohumları ekti.
* Bu yazı 18 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
109
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Bu arada İngiltere, Ortadoğu’yu paylaşmak için Fransa ile de görüşmeler yaptı. Görüşmeler sonucunda Sykes-Picot Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre; Suriye’nin kıyı bölgesiyle Adana ve
Mersin Fransa’ya; Basra ve Bağdat vilâyetleriyle Hayfa ve Akkâ
limanları İngiltere’ye bırakıldı. İskenderun’un serbest liman ve
Filistin’in uluslararası bölge olması kararlaştırıldı.
Arabistan toprakları, Akkâ-Kerkük çizgisiyle ikiye bölünerek kuzey
kısmı Fransız, güney kısmı İngiliz nüfuzuna bırakıldı. İngiltere ve
Fransa kendi nüfuz bölgelerinde Arap devletleri kurmayı ve bunları
korumayı taahhüt ediyordu. İngiltere, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e
vaat ettiği toprakları bu defa da Fransa ile paylaşıyordu.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Büyük Arabistan Krallığı hayaliyle
Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyan etti. Bu isyan “Büyük Arap
İhaneti” olarak ders kitaplarına girdi. Müslümanlar kendi içlerinde
milliyetçilik, mezhepçilik, aşiretçilik, asabiyetler, çıkarlar temelinde bölündü ve bölge parçalanarak yapay sınırlar çizildi. Bölge
bugün de devam eden yüz yıllık süreçte kan, gözyaşı ve kargaşa
ortamına sürüklendi.
Sykes-Picot Anlaşması ile çizilen sınırlar, 1920’de İtalya’nın San
Remo şehrinde toplanan konferansta yeniden belirlendi. Sınırlar
Paris Barış Konferansı’nda son şeklini aldı. Daha sonra yaşanan
gelişmelerle bu sınırlarda önemli değişiklikler oldu. Her seferinde
bölge daha küçük parçalara ayrılarak böl-yönet stratejisinin uygulama alanı haline getirildi.
Alınması Gereken Dersler
Son olarak Orta Doğu Arap Baharı ile başlayan süreçte yeniden şekillendiriliyor. Büyük güçler tarafından kendi çıkarları doğrultusun-
110
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
da yönlendirilmekte zorlanılan ulus devletler, etnik ve mezhepsel
olarak yeniden bölünüyor. Yaşanan savaşlar ve çatışmalar her geçen
gün bölge halklarını yeniden düşünmeye zorluyor.
Bölge devletleri ya daha küçük parçalara bölünecekler ve büyük
güçler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kolayca yönlendirilebilecekler ya da çok kültürlü, çoğulcu, demokratik, barışçıl,
müreffeh toplumlar oluşturacaklar. Bölünüp kolayca yönetilebilecek bir duruma gelmektense; birlikte hareket edilmeli, işbirliği ve
entegrasyon süreçleri başlatılarak birlikte büyük bir güç haline gelinmeli ve küresel güçlerin oyununa gelmemeli.
BİLGESAM Yayınları
111
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
RUSYA SURİYE’DEN ÇEKİLECEK Mİ?*
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye’deki Rus güçlerinin
büyük bölümünün çekilmesi için emir verdi. Kararın ardından Rus
jetlerinin bir kısmı Hımeymim Üssü’nden ayrıldı. Rus pilotlar ülkelerinde törenlerle karşılandı ve görüntüler uluslararası ajanslar
tarafından yayınlandı.
Dünya Rusya’nın Suriye’den çekilme kararından memnun. Ancak
şüpheler yok değil. Bu açıklamayı siyasi bir oyun olarak niteleyenler de var. Suriye yönetimi bir tepki vermiyor. Rusya gerçekten
Suriye’den tamamen çekilecek mi? Suriye’ye neden geldi? Neden
çekiliyor?
Tamamen Çekilmeyecek
Putin, Savunma Bakanlığı’nın ve ordunun kendisine verilen görevleri genel olarak yerine getirdiğini söyledi. Ancak Tartus’taki deniz
üssü ile Hımeymim’deki askeri hava üssünün muhafaza edileceğini
belirtti. Üslerde kalan Rus uçakları Esad güçlerine destek vermeye
devam edecek. Lazkiye’deki S-400 füze ve radar sistemi kalacak ve
Suriye savunmasına katkı sağlayacak. Rus gemileri de Suriye deniz
sahasında faaliyetlerini sürdürecek.
Açıklamalardan anlaşılacağı üzere Rusya, Suriye’den tamamen çekilmeyecek. Kalan askeri unsurlar Esad yönetimine destek verecek.
Bölgede hala önemli bir oyuncu olarak gelişmeleri etkileyebilecek.
Diğer oyuncular bölge politikalarında Rusya’yı dikkate almak zorunda.
* Bu yazı 18 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
112
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Suriye’ye Neden Geldi
Rusya Esad yönetimin düşmek üzere olduğu ve muhaliflerin Tartus’taki deniz üssü ile Hımeymim’deki askeri hava üssünü tehdit
etmeye başladığı bir zamanda Suriye’ye kuvvet gönderdi. Çünkü
Esad yönetiminin düşmesi veya deniz ve hava üssünün muhaliflerin
eline geçmesi durumunda, Rusya’nın Suriye’deki ve Doğu Akdeniz’deki varlığı son bulacaktı.
Rusya, Suriye’deki varlığını ve Doğu Akdeniz’de etkinliğini sürdürebilmek için Esad yönetimine destek verdi. Suriye’deki dengeler
Esad lehine değişti. Üsleri tehdit eden muhalif unsurlar etkisiz duruma getirildi ve üslerin güvenliğini sağladı. ABD ve Batılı güçlerin
Ortadoğu’yu kendi istedikleri gibi şekillendirmesine müsaade etmedi. Oyunda “Ben de varım benim çıkarlarımı da dikkate alın” dedi.
Neden Çekiliyor
Rusya’nın süreç içinde askeri hedeflerini büyük ölçüde gerçekleştirdiği söylenebilir. Cenevre görüşmeleri ve Suriye içindeki seçim
süreci öncesi çekilme kararını açıklaması dikkat çekici. Rusya bu
sayede uluslararası kamuoyuna Suriye’ye siyasi çözüm için uygun
zemini oluşturmak maksadıyla müdahale ettim. Şimdi şartlar oluştu
ve bu nedenle askeri varlığımı azaltıp siyasi süreci destekliyorum
mesajı veriyor. Askeri gücünü azaltıyor. Ancak siyasi etkisini artırıyor.
Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’dan sonra Suriye’de de askeri operasyon yapması ile oluşan zorba devlet imajını, büyük devlet imajına
çevirmeye çalışıyor. Cenevre görüşmelerinde taraflardan biri olmak
yerine, tarafsız büyük ülke olmayı tercih ediyor. Görüşmelerden
sonuç alınması durumunda, Suriye’ye barış gücü yerleştirmesi söz
BİLGESAM Yayınları
113
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
konusu olabilir. Böyle bir durumda Rusya, barış gücü içinde yer
alabilir.
Ayrıca petrol fiyatlarının 40 doların altına düştüğü bir konjonktürde,
Rusya’ya uygulanan ekonomik ve siyasi yaptırımlar etkisini göstermeye başladı. Bunun sonucu olarak Rusya’da devalüasyon yapıldı
ve paralarının değeri önemli ölçüde düştü. Döviz rezervleri yaklaşık
1 trilyon doların üzerindeyken yarıya indi. Dolayısıyla Suriye’de
büyük bir kuvvetle operasyonlara devam etmesi durumunda, Rusya ekonomik açıdan daha da yıpranacaktır. Bu nedenle Suriye’deki
kuvvetlerini azaltmak zorundadır.
114
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
IV. BÖLÜM
GÜVENLİK VE TERÖRİZM
BİLGESAM Yayınları
115
Dış Politika ve Güvenlik
DEĞİŞEN GÜVENLİK ORTAMI VE TÜRKİYE*
Türkiye’nin Suriye ile 911, Irak’la 384 kilometre ortak sınırı bulunmaktadır. Bu nedenle Suriye ve Irak’taki gelişmeler Türkiye’yi doğrudan etkilemektedir. Son aylarda bu coğrafyadaki güvenlik ortamında önemli olaylar meydana gelmektedir. Bu durum Türkiye’ye
yönelik riskleri artırmaktadır.
Güvenlik Ortamındaki Riskler
Rusya’nın bir oyuncu olarak Suriye’deki kuvvetlerini artırması,
IŞİD ve Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) yönelik operasyonlar yapması ve PKK’nın Suriye uzantısı PYD ile ilişkilerini geliştirmeye
çalışması güvenlik ortamında önemli değişimlere neden olmuştur. ABD’nin başarısız olması nedeniyle Eğit Donat projesine son
vermesi; PYD’nin silahlı kanadı YPG ile bazı ılımlı muhalif Arap
gruplar ve Süryani Askeri Konseyi’ni bir araya getirerek Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında yeni bir yapı oluşturması bu
değişimi derinleştirmiştir.
Ayrıca ABD’nin SDG’ye destek amacıyla, 50 tonluk cephaneyi kargo uçaklarıyla YPG’nin kontrolündeki Haseke bölgesine bırakması ve bu cephanenin YPG’nin eline geçmesi gelişmelerin önemini
daha da artırmıştır.
İran ise IŞİD’le mücadele kapsamında merkezi Irak yönetimi üzerindeki nüfuzunu artırdı. Askeri kuvvet, silah ve araçlarla Esad yönetimine destek verdi. Hizbullah ve Esad güçleriyle birlikte ÖSO’ya
karşı savaştı. Nüfuzunu Suriye ve Lübnan coğrafyasına doğru genişletti. Şii Hilali’nin kuzey hattını kuvvetlendirdi. PYD, Cizire,
Kobani ve Afrin’den sonra ABD hava kuvvetleri desteği ile Haziran
ayında ele geçirdiği Tel Abyad’da dördüncü kanton yönetimini ilan
etti. Suriye’nin kuzeyinde sıra
* Bu yazı 10 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
117
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Cerablus-Mare hattına geldi. Bu bölgeyi de ele geçirirse Suriye’nin
kuzeyini tamamen kontrol edebilir. PYD, Esad ve İran desteğinin
yanında ABD ve Rusya desteğini de elde etme imkânına sahip.
IŞİD’de karşı savaşta kara gücü olarak Rakka’ya taarruza hazır. Bu
durumda Suriye’nin petrol bölgelerini de ele geçirme fırsatını elde
edebilir.
Irak’ın kuzeyinde Özerk Kürt Yönetimi Kerkük’ü ele geçirdikten
sonra IŞİD ile mücadele kapsamında Musul’a taarruza hazırlanıyor.
Kürt güçleri Musul’u ele geçirdikten sonra bölgeden çıkmayabilir.
Resmin bütününe baktığımızda Orta Doğu’daki güvenlik ortamı
Türkiye’nin aleyhine dönüşmüş durumda. Türkiye ne yapmalı? Bu
gelişmeleri tersine döndürebilir mi?
Türkiye Ne Yapmalı?
Bölgede ABD-PYD-Kuzey Irak Kürt Yönetimi-Merkezi Irak Hükümeti işbirliği ön plana çıkarken, buna karşılık Rusya-Esad yönetimiİran- Merkezi Irak Hükümeti-Hizbullah işbirliği de dikkati çekiyor.
Merkezi Irak Hükümeti hem birinci hem de ikinci grupla işbirliğini
sürdürüyor. Rusya aynı zamanda PYD ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi
ile işbirliği arayışları içinde.
Böylesine karmaşık işbirliği süreçlerinde Türkiye öncelikli olarak
yurt içinde terör örgütlerine karşı etkili mücadele ederek bu örgütlerin eylem insiyatiflerini ortadan kaldırmalı. Son zamanlarda yurt
içinde PKK terör örgütüne karşı kararlı mücadeleyi sürdürmeli ve
örgütü marjinal hale getirmeli. IŞİD’in yurt içindeki hücrelerini etkisizleştirmeli. Yurt içinde daha iyi bir güvenlik ortamı oluşturma
çabaları ile koordineli bir şekilde, bölgedeki aktörlerle ilişkilerini
geliştirmeli ve güvenlik ortamının şekillenmesinde aktif olmalı.
118
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Öncelikle IŞİD’e karşı ABD öncülüğündeki koalisyon içinde etkinliğini artırmalı. Bu koalisyonun operasyon kabiliyetini jeopolitik
özelliklerini kullanarak kendisine bağımlı hale getirmeli.
PKK Terör Örgütünün marjinalleşmesi ve bölgedeki Kürt yönetim
ve grupları üzerindeki etkisinin azalması ile uyumlu olacak şekilde, hem yurt içinde hem yurt dışında, tarihi Türk-Kürt kardeşliğini
ve işbirliğini yeniden canlandırmalı. Bölgede çıkarları çatışan diğer
devletler ile de diyaloğu artırmalı ve işbirliği olanakları aramalı.
IŞİD sonrasında bölgenin şekillenmesinde etkili olacak diğer devletlerle yaşanan gerilim ve düşmanlıklar ortadan kaldırılmalıdır.
Sonuç olarak; Türkiye eğer bölgedeki güvenlik ortamını yeniden
şekillendirebilir ve kendi lehine dönüştürebilirse bu risklerin üstesinden gelebilir.
IŞİD, Cuma akşamı Paris’te stadyum, konser salonu, restoran ve
barlara yönelik terör saldırıları gerçekleştirdi. 132 kişi hayatını kaybetti ve 99’u ağır 352 kişi yaralandı. Üzerlerinde ağır silahlar ve
patlayıcılar bulunan yedi terörist etkisiz hale getirildi. Katliam bütün dünyada yankılandı ve gündemi belirledi.
IŞİD’e karşı harekâtın görüşüldüğü ve hazırlıkların son aşamaya
geldiği bir zamanda, bu saldırılar ne anlama geliyor? Oluşan riskler
ve fırsatlar nelerdir? Riskler ve fırsatlar politikalara nasıl yansıtılabilir?
Riskler
IŞİD kendisine karşı harekât hazırlığı yapan ve bizzat taarruzlara
iştirak eden koalisyon üyelerine karşı asimetrik saldırılarla karşılık veriyor. Türkiye’de Suruç, Diyarbakır ve Ankara saldırıları,
BİLGESAM Yayınları
119
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Mısır’da Rus yolcu uçağının düşürülmesi, Lübnan’da Hizbullah’ın
etkin olduğu mahallede patlatılan bombalar ve Paris’te gerçekleştirilen katliam. Saldırılar devam edebilir!
Saldırılar Avrupa’da İslamofobi ve İslam karşıtlığını körükleyebilir. Yanlış söylem ve davranışlar bunu düşmanlığa dönüştürebilir ve
Medeniyetler Çatışmasının fitilini ateşleyebilir.
IŞİD’e karşı mücadele yetersiz hazırlık ve kara gücüyle yapılırsa,
Suriye ve Irak Afganistan gibi terör bataklığı haline gelebilir. Kaçan
terör örgütü mensupları gittikleri ülkelerde yeni terör yuvaları ve
örgütleri oluşturabilir.
Çatışmaların yoğunlaşması ile mülteci sorunu kontrolsüz bir şekilde
genişleyebilir. Mülteciler kaçış yollarında kitlesel bir şekilde hayatlarını kaybedebilir. Başta komşu ülkeler olmak üzere, Avrupa’da
güvenlik problemleri derinleşebilir.
İşbirlikçi Politikalar
Uluslararası ilişkiler sisteminde devlet dışı aktörler her geçen gün
etkinliğini artırmaktadır. Günümüzde terör örgütleri sadece bulundukları ülkeleri değil, komşu ülkeleri ve uluslararası sistemi de tehdit etmektedir.
Farklı ülkelerde, farklı amaç ve hedeflerle hareket eden terör örgütleri, ortak ve büyük çaplı terör eylemleri gerçekleştirebilir. Kolektif
terör veya küresel terörle etkin mücadele ancak uluslararası işbirliği
ile yapılabilir.
İşbirliğinin geliştirilmesi için herkes tarafından kabul edilebilir bir
terör ve terörist tanımının yapılması lazımdır. Uygun tanımlamalar
şunlar olabilir. “Terör, yerleşik düzeni değiştirmek amacıyla yapılan
120
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ve toplumda yılgınlık yaratan cebir ya da şiddet eylemidir. Terör
eylemleri yapan örgüte terör örgütü, eylemi gerçekleştiren kişilere
terörist denir.”
Terör örgütleri siyasal hedeflerini gerçekleştirmek maksadıyla, insanların yaşam tarzlarını önemli oranda etkileyen ideoloji, etnik ve
dinsel duyguları istismar eder. Örneğin; DHKP-C sol ideolojiyi,
PKK Kürt etnik kimliğini ve IŞİD ise İslam inanç sistemini istismar
ederek kendi siyasal hedeflerine ulaşmaya çalışır.
IŞİD gerçekleştirdiği eylemler ve mücadelede en fazla İslam anlayışına ve Müslümanlara zarar vermiştir. Onun için önemli olan
İslam’a hizmet değil, siyasal hedeflerine ulaşmaktır. Bu nedenle
Avrupalılar ve özellikle siyasetçiler bunu dikkate alarak İslamofobi
ve İslam karşıtlığını derinleştirecek söylemler ve eylemlerden kaçınmalıdır.
IŞİD karşıtı koalisyonun Suriye ve Irak’ta gerçekleştireceği
harekâtın başarıya ulaşması için etkin bir kara gücüne ihtiyaç vardır.
Hava unsurları ve sadece bölgesel unsurlardan teşkil edilen yetersiz
güçler ile sürdürebilir başarı elde edilemez. Bu nedenle koalisyon
güçleri etkin bir kara unsuru oluşturmak maksadıyla gerekli katkıyı
vermelidir.
Mülteci hareketini kontrol edebilmek için Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturulmalı. Bu bölgede uluslararası işbirliği ile
mülteciler için uygun kamplar inşa edilmelidir.
Paris’teki terör saldırıları, ekonomi ve finans konularını görüşmek
üzere Antalya’da toplanan G-20 Zirvesinin gündemini de etkiledi.
Görüşmelerde uluslararası terör ve işbirlikçi mücadele yöntemleri
üzerinde duruldu. Ortak görüşler sonuç bildirgesinde ve açıklamalarda yer aldı.
BİLGESAM Yayınları
121
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
IŞİD’E KARŞI SAVAŞ*
Avrupa ülkeleri Paris terör saldırılarından sonra IŞİD’e karşı savaşa
aktif katılım için parlamentolarından art arda kararlar çıkartıyorlar.
Ayrıca bölgeye harp gemileri, savaş uçakları, hava savunma sistemleri, istihbarat, elektronik harp, lojistik gemileri ve uçakları gönderiyorlar.
Neden böylesine büyük bir askeri güç bölgede konuşlandırılıyor?
Bu kadar büyük bir güç nasıl yönetilecek? Savaş ne kadar yakın?
Soruları herkesin kafasını kurcalıyor.
Avrupa Neden hareketlendi?
Avrupalılar, Paris terör saldırıları ve mülteci akını ile terörün geldiği
yeni boyutu gördüler ve etkilerini algıladılar. Terör kendilerinden
çok uzak değildi ve en güvenli olarak gördükleri Paris’in merkezinde dahi kendilerini vurabiliyordu. Mülteci akını sınırlarına dayanmıştı, güvenlik, refah ve zenginliklerini tehdit ediyordu.
Ayrıca Rus yayılmacılığı Gürcistan ve Ukrayna’dan sonra Doğu
Akdeniz ve Suriye’ye genişlemişti. Rusya’nın Suriye’deki askeri
varlığını artırması ve Esad güçlerine destek vermesi sadece IŞİD’le
mücadele için değildi. Rusya sıcak denizlere inmiş ve Batı çıkarlarını tehdit etmeye başlamıştı.
Rusya, İran ile ilişkilerini geliştiriyor. Merkezi Irak yönetimini ve
PYD’yi kendi yanına çekmeye çalışıyordu. Şangay İşbirliği Örgütü,
İran, Irak, Suriye ve Hizbullah etkileşimi ile Batı karşıtı cepheyi,
Pasifikten Akdeniz’e kadar genişletiyor ve tarihi İpek Yolu üzerindeki etkinliğini artırıyordu. Rusya’ya dur demenin zamanı gelmişti.
* Bu yazı 8 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
122
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Rusya IŞİD’le mücadele yerine Özgür Suriye Ordusu ve Türkmen
Tugaylarına hava saldırıları düzenliyor. Bu saldırlar esnasında Türk
ve NATO hava sahasını ihlal etmekten çekinmiyordu. NATO ve
Türkiye’nin caydırıcı açıklamalarına rağmen bir Rus savaş uçağı
ihlalde bulundu ve Türkiye tarafından düşürüldü.
Türkiye-Rusya gerilimi aynı zamanda NATO’yu da tehdit ediyordu.
Eğer Rusya’ya karşı gerekli caydırıcı tedbirler alınmazsa gerilim
çatışmaya evirilebilir ve NATO’yu da içine çekebilirdi. NATO yeterli kuvvetle bölgede bulunmazsa Rusya NATO unsurlarına yönelik de fütursuz girişimlerde bulunabilirdi.
Savaş Çok Yakın
Bölgeye 2 uçak gemisi, 3 destroyer, 7 firkateyn, 3 denizaltı, hava savunma, elektronik harp ve istihbarat gemileri gönderildi. Kıbrıs’taki
İngiliz üslerine 12 Tornado ve 4 Typhoon savaş uçağı ile AVACS
uçağı kaydırıldı. Türkiye’de 6 F-15C, 6 F-15E avcı uçağı,12 A-10
bombardıman uçağı, 6 Tornado keşif uçağı, 13 tanker uçağı, 10
MQ-1 silahlı insansız hava aracı konuşlandırıldı.
IŞİD’e karşı harekât ABD koordinasyonunda icra edilecektir. Koalisyonun komutanı ABD’li Korgeneral Sean MacFarland’tır.
Kuveyt’te bulunan karargâh içinde koalisyona dâhil bütün ülkelerin
irtibat subayları vardır.
Rusya ve Esad unsurları koalisyon içinde değildir. Rusya, Suriye,
Irak ve İran Bağdat’ta ayrı bir koordinasyon merkezi teşkil etmiştir.
Bu merkezin Kuveyt’teki karargâh ile irtibatı vardır.
Bu kadar büyük bir askeri güç bölgeye intikal ettikten sonra IŞİD’e
karşı savaşın etkinliği çok daha fazla artacaktır. IŞİD hava taarruzla-
BİLGESAM Yayınları
123
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
rı ile iyice zayıflatıldıktan sonra bölgedeki güçler ile kara taarruzuna
geçilecektir.
Özgür Suriye Ordusu ve Türkmen Tugayları ile Azez-Cerablus istikametinde; PYD, Arap ve Süryani unsurları içeren Suriye Demokratik Güçleri ile Tel Abyad-Rakka istikametinde; Merkezi Irak ordusu
ve gönüllü aşiretler ile Bağdat-Ramadi istikametinde; Peşmergeler,
Sünni aşiretler ve Türkmenlerden oluşan güçler ile Musul’a aynı
anda veya birbiri ile uyumlu olacak şekilde bir zaman çizelgesine
bağlı olarak taarruz edebilir.
124
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI MI?*
Savaş kavramı tarihsel bir süreç içinde teknolojik, siyasal, sosyal ve
hukuksal gelişmelere bağlı olarak bir evrim geçirmektedir. Dördüncü nesil savaşın özellikleri ile küresel terörizmin günümüzde ulaştığı boyut ve etkileri dikkate alındığında yaşanan çatışmalar “Üçüncü
Dünya Savaşı” olarak tanımlanabilir mi?
Savaşın Evrimi
Sanayi devrimi sonrasında modern dönemin topyekûn savaşları,
teknolojinin gelişmesine paralel olarak uzun menzilli füzelerin,
hava kuvvetlerinin ve tank birliklerinin sisteme dâhil olmasıyla manevra savaşlarına dönüşmüştür.
Uluslararası hukuk kurallarındaki gelişmeler ve savaşların siyasi,
ekonomik ve sosyal maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması, Soğuk Savaş sonrası dönemde post-modern savaş yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Post-modern savaş kavramında savaşan tarafların kim olduğu açıkça belli değildir. Savaş ve barış dönemleri birbiri içine girmiş ve
muğlaklaşmıştır. Asimetrik özellikleri olan, sivil ve askerler arasındaki farkların ortadan kalktığı askeri, yarı-askeri ve bazen de sivil
gayretlerin ön plana çıktığı mücadelelerdir. Harekât alanı muharebe
sahasının dışına taşmış ve sivillerin yaşadığı alanları da içine alan
küresel bir hale dönüşmüştür.
Küresel Terörle Savaş
Post-modern savaş yöntemleri içinde yer alan terörizm tarihsel süreç içinde anarşist, etnik, ideolojik, dini ve siber dalga şeklinde geli* Bu yazı 11 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
125
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
şim göstermiştir. Bu dalgalar kesin sınırlarla birbirlerinden ayrılmış
değildir. Her dönemde yaşanan terör olaylarında, önceki dalgaların
yansımaları görülebileceği gibi müteakip dalganın gelişim izleri de
görülebilir.
Terörün yeni boyutunun ortaya çıkışı ve etkinliğini artırması Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ile başlamıştır. Afganlara yardım etmek amacıyla farklı ülkelerden çok sayıda Müslüman gönüllü
bu ülkeye akın etmiştir. El- kaide bu dönemde oluşmaya başlamış
ve daha sonra ABD’nin önce Afganistan’ı müteakiben Irak’ı işgal
etmesiyle hızla gelişmiştir.
2000 yılında Ebu Musab el-Zerkavi tarafından Afganistan’da kurulan “Tevhid ve Cihad Örgütü, ABD’nin Afganistan’ı işgalini müteakip önce İran’a daha sonra Irak’a geçmiştir. ABD’nin Irak’ı da işgal
etmesi üzerine, örgüt koalisyon güçlerine yönelik mücadelesini artırmış ve 2004’de “Irak El Kaidesi” adını almıştır.
2006 yılında Zerkavi’nin öldürülmesinden sonra örgütün başına
Ebu Eyub el-Mısri geçmiş ve örgüt adı “Irak İslam Devleti” olarak
değiştirilmiştir. İç savaş nedeniyle merkezi otoritenin zayıflamasını
fırsat bilen örgüt varlığını Suriye topraklarına taşımış, kontrol ettiği bölgeyi genişletmiş ve adını 2013’de “Irak Şam İslam Devleti
(IŞİD)” olarak tekrar değiştirmiştir.
Nijerya’daki “Boko Haram”, Somali’deki “Eş-Şebab”, Mali’deki
“El Murabitun”, Mısır’daki “Sina Vilayeti”, Cezayir’deki “Hilafetin Askerleri” gibi terör örgütleri IŞİD’e biat etmiştir.
El-Kaide ve IŞİD gibi dini motifli terör örgütleri uluslararası sistemi
ve bu sitemi büyük ölçüde yönlendiren Batı’yı hedef alan, birçok
devletten veya onların halklarının belirli bir bölümünden destek gö126
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ren, farklı ülkelerde uzantıları ve ağları olan, dünyanın farklı coğrafyalarında eylemler yapan küresel terör örgütleridir.
Küresel terör örgütleri uluslararası sisteme ve onun aktörlerine karşı savaşmaktadır. Bu nedenle post-modern savaş kavramının özellikleri çerçevesinde, küresel terör örgütlerine ve onların farklı ülkelerdeki uzantılarına karşı yürütülen küresel ölçekteki mücadele,
“Üçüncü Dünya Savaşı” olarak tanımlanabilir.
BİLGESAM Yayınları
127
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
KÜRESEL TERÖR TEHDİDİ*
Terörizmin günümüze yansıyan tarihsel gelişim süreci beş dalgaya
ayrılabilir. Anarşist dalga, etnik dalga, ideolojik dalga, dini dalga
ve siber dalga. Bu dalgalar kesin sınırlarla birbirlerinden ayrılmış
değildir. Dalga adı o dönemde yoğun olarak yaşanan terörün temel
amacı ve özelliği dikkate alınarak belirlenmiştir. Dolayısıyla her
dönemde yaşanan terör olaylarında diğer dalgalardaki terör olaylarının amaç ve özelliklerinin uzantıları vardır. Günümüzde yaşanan
terör sürecinde dini dalga dalganın bütün özellikleri gözlenirken,
anarşist, etnik ve ideolojik dalganın yansımaları ile siber dalganın
gelişim izleri de görülmektedir.
Dini Dalga
Dini dalgayı diğerlerinden ayıran en büyük özellik hedef kitlesinin
oldukça geniş olmasıdır. Diğer dalgalarda terör örgütleri daha spesifik hedeflere sahiptiler. Ancak günümüzde terör örgütleri tüm dünya genelinde çok geniş bir hedef kitlesi ile mücadele halindedirler.
Küreselleşme, kitle iletişim ve ulaşım imkânları terör örgütlerinin
eylem alanı dünya çapında genişletmiş ve doğal olarak etkilerini de
bu boyutta büyütmüştür.
Hedef kitlenin bu kadar fazla büyümesi aynı zamanda terör örgütlerinin de daha geniş bir alana yayılmasına ve örgütsel yapıların
değişikliğe uğramasına neden oldu. Artık terör örgütleri katı bir
hiyerarşik yapılanmadan ziyade hücre yapılanmalarının meydana
getirdiği bir “ağ (network)” yapılanması haline geldiler. Farklı ülkelerde faaliyet gösteren bu hücreler merkeze propaganda, kaynak
ve elaman temininde destek sağlarken, ağın dağılması durumunda
yeni örgütlerin çekirdeğini de oluşturma fırsatı vermektedir.
* Bu yazı 29 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
128
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Bu dönemin dikkat çekici bir özelliği de intihar eylemlerinin yaygınlaşmasıdır. Daha önceki dalgalarda da intihar eylemleri gerçekleştirilmişti. Ancak bu dönemde çok etkili olması ve çok daha fazla
uygulama alanı bulması nedeniyle intihar eylemleri bu döneme ait
bir özellik olarak karşımıza çıktı. İntihar eylemlerinin bu dönemde
ortaya çıkmasının en büyük etkenlerden birisinin de dini retorik olduğu söylenebilir.
Siber Dalga
Teknolojik gelişmeler; taşınabilir telefonlar, bilgisayar ve internet
sistemleri insanların hayatını kolaylaştırdığı kadar teröristlerinkini
de kolaylaştırmakta ve terörün yeni boyutunu ortaya çıkarmaktadır.
Siber dalga bilgisayar teknolojilerini ve internet sistemlerini kullanarak kurumların ve ülkelerin güvenliğini tehdit edebilmektedir.
Bu sistemler aracılığıyla devletlerin gizli ve stratejik bilgileri ele
geçirilebilir, askeri ve güvenlik sistemleri felç edilebilir.
Hayatın büyük bir bölümünün bilgisayar sistemleriyle düzenlendiği
bir ortamda, Nükleer enerji sistemleri, ekonomi ve finans sistemleri, ulaşım ve telekomünikasyon sistemleri, sağlık sistemleri gibi
bilgisayar ağlarının çökmesi çok ciddi ve onarılması zor tehlikeler
yaratabilir.
Siber terörizm bilgisayarı yalnızca savaş aleti olarak değil; aynı zamanda propaganda yapma ve taraftar toplama aracı olarak da kullanmaktadır. Ayrıca siber terörizmde saldırının nereden geldiğini
tespit etmek ve nasıl bertaraf edileceğini çözümlemek hiç de kolay
değildir. Teröristlerin yakalanma riski azalmakta ve teröristlerin can
güvenlikleri tehlikeye düşmemektedir.
BİLGESAM Yayınları
129
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Siber terör dini motifli terörün etkisini artırmakta bütün dünyaya
yayılmasını kolaylaştırmaktadır. El-Kaide, IŞİD, el-Şebab ve Boko
Haram gibi terör örgülerinin birçok ülkede hücreler oluşturmasına,
propaganda yapmasına, elaman temin etmesine, finans desteği sağlamasına ve istihbarat elde etmesine imkân sağlamaktadır.
Gelecekte terör örgüleri siber terör faaliyetlerini artırabilirler ve küresel sisteme daha fazla zarar verebilirler.
130
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
PARİS’TE TERÖR, RİSKLER VE FIRSATLAR*
IŞİD, Cuma akşamı Paris’te stadyum, konser salonu, restoran ve
barlara yönelik terör saldırıları gerçekleştirdi. 132 kişi hayatını kaybetti ve 99’u ağır 352 kişi yaralandı. Üzerlerinde ağır silahlar ve
patlayıcılar bulunan yedi terörist etkisiz hale getirildi. Katliam bütün dünyada yankılandı ve gündemi belirledi.
IŞİD’e karşı harekâtın görüşüldüğü ve hazırlıkların son aşamaya
geldiği bir zamanda, bu saldırılar ne anlama geliyor? Oluşan riskler
ve fırsatlar nelerdir? Riskler ve fırsatlar politikalara nasıl yansıtılabilir?
Riskler
IŞİD kendisine karşı harekât hazırlığı yapan ve bizzat taarruzlara
iştirak eden koalisyon üyelerine karşı asimetrik saldırılarla karşılık veriyor. Türkiye’de Suruç, Diyarbakır ve Ankara saldırıları,
Mısır’da Rus yolcu uçağının düşürülmesi, Lübnan’da Hizbullah’ın
etkin olduğu mahallede patlatılan bombalar ve Paris’te gerçekleştirilen katliam. Saldırılar devam edebilir!
Saldırılar Avrupa’da İslamofobi ve İslam karşıtlığını körükleyebilir. Yanlış söylem ve davranışlar bunu düşmanlığa dönüştürebilir ve
Medeniyetler Çatışmasının fitilini ateşleyebilir.
IŞİD’e karşı mücadele yetersiz hazırlık ve kara gücüyle yapılırsa,
Suriye ve Irak Afganistan gibi terör bataklığı haline gelebilir. Kaçan
terör örgütü mensupları gittikleri ülkelerde yeni terör yuvaları ve
örgütleri oluşturabilir.
* Bu yazı 17 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
131
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Çatışmaların yoğunlaşması ile mülteci sorunu kontrolsüz bir şekilde
genişleyebilir. Mülteciler kaçış yollarında kitlesel bir şekilde hayatlarını kaybedebilir. Başta komşu ülkeler olmak üzere, Avrupa’da
güvenlik problemleri derinleşebilir.
İşbirlikçi Politikalar
Uluslararası ilişkiler sisteminde devlet dışı aktörler her geçen gün
etkinliğini artırmaktadır. Günümüzde terör örgütleri sadece bulundukları ülkeleri değil, komşu ülkeleri ve uluslararası sistemi de tehdit etmektedir.
Farklı ülkelerde, farklı amaç ve hedeflerle hareket eden terör örgütleri, ortak ve büyük çaplı terör eylemleri gerçekleştirebilir. Kolektif
terör veya küresel terörle etkin mücadele ancak uluslararası işbirliği
ile yapılabilir.
İşbirliğinin geliştirilmesi için herkes tarafından kabul edilebilir bir
terör ve terörist tanımının yapılması lazımdır. Uygun tanımlamalar
şunlar olabilir. “Terör, yerleşik düzeni değiştirmek amacıyla yapılan
ve toplumda yılgınlık yaratan cebir ya da şiddet eylemidir. Terör
eylemleri yapan örgüte terör örgütü, eylemi gerçekleştiren kişilere
terörist denir.”
Terör örgütleri siyasal hedeflerini gerçekleştirmek maksadıyla, insanların yaşam tarzlarını önemli oranda etkileyen ideoloji, etnik ve
dinsel duyguları istismar eder. Örneğin; DHKP-C sol ideolojiyi,
PKK Kürt etnik kimliğini ve IŞİD ise İslam inanç sistemini istismar
ederek kendi siyasal hedeflerine ulaşmaya çalışır.
IŞİD gerçekleştirdiği eylemler ve mücadelede en fazla İslam anlayışına ve Müslümanlara zarar vermiştir. Onun için önemli olan
132
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
İslam’a hizmet değil, siyasal hedeflerine ulaşmaktır. Bu nedenle
Avrupalılar ve özellikle siyasetçiler bunu dikkate alarak İslamofobi
ve İslam karşıtlığını derinleştirecek söylemler ve eylemlerden kaçınmalıdır.
IŞİD karşıtı koalisyonun Suriye ve Irak’ta gerçekleştireceği
harekâtın başarıya ulaşması için etkin bir kara gücüne ihtiyaç vardır.
Hava unsurları ve sadece bölgesel unsurlardan teşkil edilen yetersiz
güçler ile sürdürebilir başarı elde edilemez. Bu nedenle koalisyon
güçleri etkin bir kara unsuru oluşturmak maksadıyla gerekli katkıyı
vermelidir.
Mülteci hareketini kontrol edebilmek için Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturulmalı. Bu bölgede uluslararası işbirliği ile
mülteciler için uygun kamplar inşa edilmelidir.
Paris’teki terör saldırıları, ekonomi ve finans konularını görüşmek
üzere Antalya’da toplanan G-20 Zirvesinin gündemini de etkiledi.
Görüşmelerde uluslararası terör ve işbirlikçi mücadele yöntemleri
üzerinde duruldu. Ortak görüşler sonuç bildirgesinde ve açıklamalarda yer aldı.
BİLGESAM Yayınları
133
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
HENDEKLER KAPANACAK, GÜVENLİK SAĞLANACAK*
Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın Silopi ve Cizre, Mardin’in Dargeçit ve
Nusaybin ilçelerinde icra edilen operasyonların hedefi; teröristlerin
temizlenmesi, kamu güvenliği ve otoritesinin sağlanmasıdır.
Bu güne kadar devam eden operasyonlarda çok sayıda terörist etkisiz hale getirildi. Halk bu ilçeleri terk etti. İşyerleri ve evler büyük
zarar gördü. Karamsar görüşler ve umutlar birbirine karıştı.
Bazı uzmanlar bölgenin Türkiye’den ayrıştığı ve koptuğu yorumunu yaparken, güvenlik konusunda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip
uzmanlar ise 3-6 ay içinde terör örgütünün şehirlerde de eylem inisiyatifini kaybedeceği değerlendirmesi yapmaktadır.
Komşu ülkelerdeki gelişmeler nedeniyle terör kısa sürede tamamen
ortadan kaldırılamayabilir. Ancak terör örgütü marjinal hale getirilerek günlük hayatı bu günkü kadar etkilemesi önlenebilir.
Ne Yapılmalı?
PKK terör örgütünün bütün gücüyle kıra dayalı şehir savaşını yürüttüğü böyle bir ortamda, sonucu üç önemli husus belirleyecektir. Birincisi siyasi kararlılık, ikincisi güvenlik güçlerinin sabırlı ve
kararlı mücadelesi, üçüncüsü bölge halkının siyasete ve güvenlik
güçlerine desteği.
Operasyonların ağırlık merkezi bölge halkının PKK’nın değil devletin arkasında durmasıdır. Bu nedenle halkın moralinin yüksek tutulması, terör nedeniyle oluşan zararların karşılanacağı ve yaraların
sarılacağına yönelik umutların devam etmesi önemlidir.
* Bu yazı 22 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
134
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Bu güne kadar yapılan operasyonlar polisin; tahkim edilmiş, silah
ve patlayıcı yığınağı yapılmış, şehir yapılanması şeklinde teşkilatlanmış terör örgütüne karşı mücadelede yetersiz kaldığını göstermektedir.
Bu durum jandarmanın önemini ve gerekliliğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Silahlı kuvvetlerden belirli bir destek alan jandarma,
polis ile işbirliği yaparak makul bir sürede söz konusu ilçeleri teröristten temizleyebilir.
Güvenlik güçleri, temizlenen bölgelere terör örgütünün tekrar yerleşmesini engellemek ve halkın güvenliğini sağlamak maksadıyla
yerleşim yerlerinde konuşlanmalıdır. Belirli mahallelerde karakollar tesis edilmeli ve karakollar arasında devriyeler oluşturulmalıdır.
Halkın güvenliğini sağlayan ve halkla bütünleşen güvenlik güçleri,
terör örgütünün bölgeye tekrar yerleşerek halk üzerinde baskı kurmasını önleyebilir. Bölgede günlük hayat canlanır ve ticaret gelişir.
Refahın artması ve halk üzerindeki terör baskısının ortadan kalkması devlete olan bağlılığı artırır.
Neden Yapılmadı?
Son yıllarda Türkiye’de siyaset hiç olmadığı kadar güçlendi. Güçlendikçe vesayet güçleri olarak değerlendirdiği Türk Silahlı Kuvvetleri, bürokrasi ve yargıya karşı önyargılı davranmaya başladı. Bu
kurumlara karşı saygı azaldı ve yapılan öneriler dikkate alınmadı.
Aynı şekilde yeterli deneyim ve bilgi sahibi olan uzmanlar yerine,
yanlışta olsa mevcut uygulamaları öven kişilerin görüşlerine önem
verildi. Bu gelişmelere en uygun örnek terörle mücadelede yaşandı.
Uzmanların terörle mücadele stratejileri kapsamında önerdiği deBİLGESAM Yayınları
135
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
mokrasi, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve uluslararası ilişkiler
boyutları çözüm süreci kapsamında uygulamaya konurken; güvenlik boyutu bütün uyarılara rağmen ihmal edildi.
PKK terör örgütü bu ihmali istismar etti ve 2012 yılında Şemdinli’de
yaşadığı hüsrandan sonra değiştirdiği “Kıra Dayalı Şehir Savaşı”
stratejisini uygulamak için hazırlık yaptı.
Şehir teşkilatlanması, silah ve patlayıcıların depolanması, provalar
gerçekleştirildi. Dağdaki teröristle şehir yapılanması arasında irtibat
kuruldu. Sonunda süreç patladı.
136
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
TERÖRE KARŞI TEK YÜREK NASIL SAĞLANIR?*
Geçen yılın ikinci yarısından sonra Türkiye art arda IŞİD terör saldırılarının hedefi oldu. 5 Haziran’da Diyarbakır’da 5 ölü, 400’den
fazla yaralı. 20 Temmuz’da Suruç’ta 34 ölü, 100’den fazla yaralı.
10 Ekim’de Ankara’da 109 ölü, 500’den fazla yaralı. Son olarak
İstanbul’da 10 ölü, 15 yaralı.
PKK Terör Örgütü ise çözüm süreci boyunca hazırlığını yaptığı “Kıra Dayalı Şehir Savaşı” stratejisini uygulamaya başladı;
Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın Silopi ve Cizre, Mardin’in Dargeçit ve
Nusaybin ilçelerinde terör eylemlerini yoğunlaştırdı.
Bu saldırılar DHKP-C ve MLKB gibi terör örgütlerinin eylemleri
ile birlikte dikkate alındığında, Türkiye’de terör adeta patladı. Türkiye terör örgütlerinin hedefi haline geldi.
“Türkiye teröre karşı mücadelede tek yürek olabiliyor mu? İktidar
ve muhalefet uyumlu bir mücadele verebiliyor mu?” soruları tartışılmaya başlandı.
İktidarın Yaklaşımları
Basına açıklama yapan iktidar yetkilileri “terörün sadece AK
Parti’nin değil, bütün partilerin ve 78 milyonun ortak sorunu” olduğunu; bu nedenle “Türkiye’deki siyasetin terörle mücadele karşısında birlikte bir duruş sergilemesi gerektiğini” belirtmektedirler.
Ayrıca bu yetkililer terör saldırıları sonrasında “medyanın, siyasetin, akademisyenlerin ve STK’ların hükümeti suçladıklarını; bunun
sakat, hastalıklı bir anlayış ve tavır olduğunu” vurgulamaktadırlar.
“Bu davranışın terörü cesaretlendirdiği ve güç bulmasına yardımcı
olduğu konusunu” sorgulamakta ve suçlamalarda bulunmaktadırlar.
* Bu yazı 15 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
137
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Muhalefetin Yaklaşımları
Muhalefet yetkilileri ise “Benzer olayların geçen yıl Ankara ve
Suruç’ta da yaşandığını, terörü bitirmek konusunda açık çek verdiklerini ve terörle mücadeleyi desteklediklerini” belirtmektedirler. Ancak devamında “Defalarca uyardık; ‘Ortadoğu bataklığına
Türkiye’yi sürüklemeyin’ dedik. Düne kadar sustuk, sabrettik, artık
sabrımız taştı.” diye eleştirmektedirler.
Birçok akademisyen ve sivil toplum örgütü; “PKK ile yürütülen çözüm sürecinde yapılan yanlışlıları ve PKK terör örgütünün bu süreci
Kıra Dayalı Şehir Savaşı Stratejisi’nin hazırlıkları için kullandığını
vurguladıklarını; ancak iktidarın kendilerini dinlemek bir yana ötekileştirdiğini ve dışladığını” söylemektedirler.
Benzer şekilde IŞİD konusunda da uyarılar yapıldığını ancak iktidarın bir süre IŞİD’i terör örgütü olarak görmekten kaçındığını
ve Sünni aşiretlerin başkaldırısı olarak değerlendirdiğini; hem yurt
içinde hem yurt dışında tedbir almakta geciktiğini vurgulamaktadırlar.
Tabii ki terör örgütleri ile iltisaklı olan ve girişimlerine destek veren
unsurlar da yok değil ancak bunlar küçük bir azınlık.
Açıklamalardan anlaşılacağı üzere, iktidar ile muhalefetin büyük
kısmı arasında “tek yürek” olma konusunda temel sorun, yönetişim
ilkelerine uyulmamasıdır. İktidar muhalefetin yapıcı önerilerini dikkate almamakta; bu nedenle de terörle mücadele konusunda halkın
ezici çoğunluğunun yer alacağı “teröre karşı tek yürek” oluşturamamaktadır.
Muhalefet ise demokratik seçimle iktidara gelen yönetimin terörle
mücadelede esas karar verici olduğunu kabullenememekte ve “teröre karşı tek yürek” olmakta zorlanmaktadır.
138
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Şeyh Edibali tek yürek olmak konusunda sorumluluğu iktidara
yüklemektedir. “Ey oğul! Beysin. Bundan sonra öfke bize, uysallık
sana. Gücengeçlik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana. Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana. Bölmek bize, bütünlemek sana…” demektedir.
BİLGESAM Yayınları
139
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
HAKKÂRİ VE ŞIRNAK İL MERKEZLERİ TAŞINACAK*
Geçen hafta güvenlik zirvesinde Hakkâri il merkezinin
Yüksekova’ya, Şırnak il merkezinin Cizre’ye taşınması kararlaştırıldı. İçişleri Bakanlığı 90 günlük süre içinde valilik, emniyet,
jandarma, adliye ve bakanlık il teşkilatlarının taşınması için yasal
düzenleme hazırlıyor. Bu illerde 15-20 kurum ve 500-600 memur
yer değiştirecek.
Muhalefet “hükümetin, daha önce Süleyman Şah türbesini bir gecede taşıdığını, bu sefer de aynı işlemi Türkiye sınırları içinde yapacağını, güvenlik gerekçesiyle il merkezlerinin başka yerlere taşımanın
bir zafiyetin göstergesi olduğunu” belirtmektedir.
Karar Yüksekova ve Cizrelileri mutlu ederken, Hakkâri ve Şırnak
şehir merkezlerinde yaşayanların tepkisini çekmektedir. Gerçekten
bu karar gerekli ve doğru mu? Bölgenin güvenliğine ve gelişmesine
katkı sağlar mı?
Toplumun farklı kesimlerinde tartışılan bu sorular; coğrafya, gelişmeye müsait olama ve güvenlik parametreleri açısından değerlendirilerek cevaplandırılmalıdır.
Coğrafi Gerçekler
Şırnak il merkezi Namaz Dağı’nın 1650 m. rakımlı yamacına kurulmuş bir yerleşim merkezidir. Dağlık bir coğrafyaya sahiptir. Hemen
hemen hiç düz alanı yoktur. Kuzeyden gelen soğuk havalar kışın bu
yörenin sert ve karlı geçmesine neden olur. İl merkezinde karla örtülü gün sayısı güney bölgesine göre daha fazladır. Ulaşım imkânları
sınırlıdır. Şırnak il merkezinin nüfusu 63.000 civarındadır.
* Bu yazı 22 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
140
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Cizre ise 360 m. yükseklikte geniş bir düzlük üzerine kurulmuştur.
Dicle nehri nedeniyle yeterli su kaynaklarına sahiptir. Yaz aylarında
sıcak ve kurak, kış aylarında ılık ve yağmurlu bir iklimi vardır. Tarihi ipek yolu üzerinde olması nedeniyle ulaşım imkânları gelişmiştir.
Habur sınır kapısına yakındır. Cizre ilçe merkezinin nüfusu 113.000
civarındadır.
Hakkâri il merkezi de kendi ismiyle anılan dağın 1720 m. rakımlı
yamacına kurulmuştur. Dağlık bir coğrafyaya sahiptir. Hemen hemen hiç düz alanı yoktur. Yazlar kurak ve sıcak, kışlar soğuk ve kar
yağışlı geçer. Kış döneminde ortalama sıcaklık -5 ile -22 °C arasındadır. Ulaşım imkânları sınırlıdır. Hakkâri il merkezinin nüfusu
57.500 civarındadır.
Yüksekova dağlar arasında düzlük bir alana kurulmuştur. Ovanın
yükseltisi 1950 metredir. Genişliği 15 kilometre, uzunluğu 40 kilometredir. Kapalı bir havza konumunda olan ovada sert bir kara
iklimi hâkimdir. Kışlar soğuk ve karlı geçer. Ulaşım imkânları sınırlıdır. Yüksekova ilçe merkezinin nüfusu 68.700 civarındadır.
Gelişmeye Müsait Olma
Coğrafya, iklim ve nüfus parametreleri dikkate alındığında; Hakkâri
il merkezinin Yüksekova’ya, Şırnak il merkezinin Cizre’ye taşınmasının uygun olduğu değerlendirilmektedir.
Her iki il dağ yamaçlarına kurulmuş, genişleme imkânı olmayan bir
arazi yapısına sahiptir. İlçeler ise düz ve gelişme için daha uygun bir
alandadır. Ulaşım imkânları açısından da ilçeler ön plana çıkmaktadır. Havaalanları bu ilçelerin sınırları içindedir.
Güvenlik Gerekçeleri
Hem il hem de ilçe merkezleri güvenlik açısından sorunlu durumda-
BİLGESAM Yayınları
141
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
dır. Ancak nispi mukayese yapıldığında ilçe merkezleri daha kötüdür. Halen Cizre de sokağa çıkma yasağı devam etmektedir. Alınan
istihbarat bilgileri; PKK terör örgütünün Cizre ve Yüksekova’da
kurtarılmış yerleşim bölgeleri oluşturma ve devletten koparma girişimlerine ağırlık vereceğini göstermektedir.
Ayrıca ilçelerin nüfusu il merkezlerine göre daha büyük olduğu için
daha fazla güvenlik yeteneğine ihtiyaç duymaktadır.
Sonuç olarak Hakkâri il merkezinin Yüksekova’ya, Şırnak il merkezinin Cizre’ye taşınması; coğrafya, gelişmeye müsait olama ve
güvenlik parametreleri açısından doğru bir karardır.
142
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
PKK TERÖRÜ VE 10 MADDELİK EYLEM PLANI*
Türkiye, PKK terörüne karşı mücadelesine otuz yıla yakın bir süredir devam etmektedir. Terör olaylarının gerçekleştiği ilk dönemde,
terör örgütünün yaptığı eylemlerin küçümsenmesi ve önemsenmemesi zaman içerisinde sorunun daha karmaşık hale gelmesine sebep
olmuştur.
Güvenlikçi Politikalar
Daha sonra terörle mücadelenin ekseni, büyük ölçüde güç kullanımına endekslendi. Terörle mücadelede başarı kriteri öldürülen terörist sayısıyla belirlendi. Bu kriter vahim hatalar zincirinin de başlangıcı oldu. Hukuk kuralları dışında bazı tedbirler alınmaya çalışıldı.
Faili meçhul cinayetlerin sayısı arttı. Teröristlerin lojistik desteğinin
kesilmesi için çok sayıda köy boşaltıldı. Kısa süre içinde köyünü
terk etmek zorunda kalan binlerce insan göç ettikleri coğrafyada
sefalete düştü. Bu aileler ve çocukları büyük ölçüde örgütün etki
alanına girdi.
Güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler zaman zaman terör örgütüne
karşı önemli başarılar sağlasa da bu tedbirlerin azaltılmasından sonra örgüt yeniden toparlanma sürecine girdi ve kesin bir sonuç elde
edilemedi. Bu durum terörle mücadele algısının değişmesine neden
oldu.
Terörle mücadele algısının değişmesi sonrasında, sorunun sadece
güç kullanarak çözülemeyeceği, çok boyutlu bir sorun olduğu, güvenlik dışındaki sivil alanların da devreye sokulması gerektiği anlaşılmaya başlandı.
* Bu yazı 9 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
143
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Önerilen Terörle Mücadele Stratejisi
Stratejinin temel esasları: “çağcıl demokrasi çerçevesinde etnik
kökeni ne olursa olsun tüm vatandaşlarımızın özgürlük alanlarının
genişletilmesi; insan hakları ve hukukun üstünlüğü esaslarına uygun olarak güvenliğin sağlanması; bölgesel gelişmişlik düzeyleri
arasındaki farkların azaltılması ve refahın yaygınlaştırılması; çağcıl
devlet yapısının geliştirilmesidir”.
Bu stratejinin dört boyutlu olarak yürütülmesi önem arz etmektedir. Bunlar; Demokratikleşme boyutu kapsamında özgürlükler temelinde demokratik değerlerin geliştirilmesi; Sosyo-kültürel ve
sosyo-ekonomik boyut kapsamında terörü besleyen koşulların oradan kaldırılması ve halk desteğinin sağlanması; Güvenlik boyutu
kapsamında teröristle mücadele ve silahlı terör örgütünün marjinal
duruma getirilmesi; Uluslararası ilişkiler boyutu kapsamında teröre
sağlanan uluslararası desteğin kesilmesidir.
Güvenlik Boyutunun İhmali
Müzakere ve çözüm süreci kapsamında iki büyük hata yapıldı. PKK
terör örgütü muhatap olarak alındı ve bunun sonucu olarak terör
örgütüne karşı güvenlik tedbirleri ihmal edildi.
Terör örgütünün muhatap alınması onun hem toplumda hem de
uluslararası alanda meşruiyetini artırdı. Güvenlik tedbirlerinin alınmaması ise terör örgütünün “Kıra Dayalı Şehir Savaşı Stratejisi”
doğrultusunda hazırlanmasına, şehir örgütünün teşkilatlanmasına,
patlayıcı ve silahların şehirlere taşınmasına uygun ortam sağlandı.
Başlangıçta nasıl güvenlikçi yaklaşım terörle mücadelede yeterli
olmadıysa, sonrasında da güvenlik tedbirlerinin alınmaması terör
144
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
örgütünün gelişmesine ve daha fazla güvenlik personelimizin şehit
olmasına neden oldu. Güvenlik konusunda yapılan hata ve ihmallerin maliyetinin, şehitler ve yaralıların kanları olduğu bir kez daha
görüldü.
Eylem Planı
Başbakan Davutoğlu, alınan dersler ışığında hazırlanan 10 maddelik Terörle Mücadele Eylem Planı’nı açıkladı. Planda silahlı terör
örgütünün muhatap alınmayacağı; direkt halkla birlikte hareket edileceği; yeterli güvenlik tedbirlerin uygulanacağı; demokratik, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik açılımların yapılacağı vurgulanıyor.
Planın başarılı olması için öncelikle güvenliğin ve devlet otoritesinin tesisi şart. Halkın yaralarının sarılması ve rehabilitasyonu en az
onun kadar önemli.
BİLGESAM Yayınları
145
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
ÖZGÜRLÜK İÇİN GÜVENLİK*
Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık baş danışmanı iken
açıkladığı, dış politika ilkeleri arasında ilk sırada yer alan “özgürlük
güvenlik dengesi”, gerek Dışişleri Bakanlığı gerekse Başbakanlık
dönemlerinde de vurgulandı. Özgürlük güvenlik dengesi ne anlama
geliyor? Denge kelimesi verilmek istenen mesajı tam olarak ifade
ediyor mu?
Özgürlük Güvenlik Dengesi mi?
Özgürlük herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın
düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu
olarak tanımlanmaktadır. Güvenlik ise toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi olarak açıklanmaktadır. İhtiyaçların ve isteklerin güven altında
bulunması ve devlet olarak örgütlenen bir toplumun düzen içinde
yaşaması anlamına da gelmektedir.
Tanımlamalardan anlaşılacağı üzere güvenlik kavramı içinde özgürlüklerin sağlanması da yer almaktadır. Yani güvenliği sağladığınızda özgürlüğü de sağlamış olursunuz. Özgürlüğün olmadığı bir
durumda güvenlikten de söz etmek mümkün değildir. Özgürlük ve
güvenlik bir birine zıt kavramlar olarak değerlendirilmemelidir. Bu
nedenle özgürlük güvenlik dengesi değil özgürlük güvenlik ilişkisi
ifadesi daha doğru bir söylemdir.
İfadenin Şekli Neden Önemli?
Başbakanımız, güvenliğin özgürlük için feda edilmesi durumunda
kargaşa, özgürlüğün güvenlik için feda edilmesi durumunda dikta* Bu yazı 12 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
146
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
törlük rejimlerinin ortaya çıkacağını vurgulamaktadır. Güvenliği
riske atmadan azami derecede özgürlük ve özgürlükleri sınırlamadan azami derecede güvenlik sağlanması gerektiğini söylemektedir.
Bu söylem de yanlış çıkarımlara neden olabilir. Çünkü bu açıklama güvenliği sağlamak için alınan tedbirlerin, sanki özgürlükleri
ortadan kaldırıyormuş gibi bir anlam içermektedir. Bu yaklaşım
güvenlik kavramını itici bir hale getirmektedir ve ihtiyaç duyulan
güvenlik tedbirlerinin zamanında alınmasını engellemektedir.
Örneğin çözüm sürecinde bu yanlışa düşülmüştür. Özgürlük için gerekli güvenlik tedbirleri zamanında alınmamış, PKK Terör Örgütü
“Kıra Dayalı Şehir Savaşı” strateji için hazırlık yapmak, teşkilatlanmak, patlayıcı ve silahları bölgeye taşımak için elverişli bir ortam
yakalamıştır. Bunun sonucu olarak bölgede yaşam hakkı dâhil en
temel özgürlükler ortadan kalkmıştır.
Ayrıca bu söylemden diktatörlük yönetimlerinde sanki güvenlik
sağlanıyormuş gibi bir anlam çıkmaktadır ki, bu da doğru değildir.
Özgürlüğün olmadığı bir ülkede güvenlikten bahsetmek mümkün
değildir. Günümüzde güvenlik sadece devletin güvenliğini ifade
etmemektedir. Güvenlik kavramına toplumsal güvenlik ve bireyin
özgürlükleri de dâhil olmuştur. Toplumun özgürlüğü, huzuru, mutluluğu ve refahı da önem kazanmıştır.
Vurgulanan hususlara ilave olarak bu açıklamalardan güvenliğin
sağlanması için otoriter yönetimlere ihtiyaç vardır anlamı da çıkarılmaktadır. Bu değerlendirme de yanlıştır. Bu algıyı istismar eden
otoriter yönetimler, iktidarlarının devamını sağlamak için toplumdaki güvenlik kaygılarını derinleştirecek girişimlerde bulunurlar.
BİLGESAM Yayınları
147
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Özgürlük ve Güvenlik İlişkisi
Özgürlük ve güvenlik ilişkisi ifadesi daha doğru bir söylemdir. Çünkü güvenlikten amaç özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bu bize alınacak tedbirlerin boyutu için bir ölçüt vermektedir.
Alınacak güvenlik tedbirleri öngörülen tehdidin özgürlükleri ortadan kaldırıcı veya sınırlayıcı etkisinden daha fazla özgürlüklere
olumsuz yönde etki yapmamalıdır.
Eğer alınan güvenlik tedbirleri olası tehditlerden daha fazla özgürlükleri sınırlıyorsa, siz güvenlik üretmekten çok güvenlik problemi
yaratmış olursunuz. Bu durum alınan güvenlik tedbirlerinin başarılı
olmasını da engeller. Halk güvenlik tedbirlerine tepki gösterir ve
potansiyel gerilimler artar.
148
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
İDİL’DE OPERASYON, ANKARA’DA TERÖR*
Şırnak’ın Silopi ve Cizre ilçelerinde operasyonlar sürürken PKK
terör örgütü İdil ilçesine yığınak yaptı. Turgut Özal ve Yenimahalle
bölgelerinde hendekler açtı, barikatlar kurdu ve bombalı tuzaklar
döşedi. Bu nedenle İdil ilçesinde Salı günü saat 23.00’ten itibaren
sokağa çıkma yasağı uygulanmaya başladı. Önümüzdeki günlerde PKK terör örgütünün benzer girişimlerine karşı Nusaybin ve
Yüksekova’da da operasyonlar başlatılabilir.
Bu ilçelere bugüne kadar operasyon yapılmamasının nedeni, tehdidin önceliği sebebiyle Sur ve Cizre’de sürdürülen operasyonlar
olabilir. Sur ve Cizre’de polis ve jandarma unsurları kullanılmasına
rağmen yeterli sonuç alınamayacağı görülünce silahlı kuvvetlerin
desteği alındı. Yapılan operasyonlarda çok sayıda terörist etkisiz
hale getirildi. Ancak bölgede evler önemli ölçüde hasar gördü.
Operasyonlar Neden Aynı Anda Yapılmadı?
Operasyonların zorluğu, yaratabileceği tahribat ve halk üzerindeki
etkisi dikkate alınarak, hendek ve barikatların olduğu bütün ilçelerde aynı anda operasyon yapılmadı. Bütün ilçelerde eşzamanlı operasyon yapılması durumunda, güneydoğu Anadolu’da birçok ilçede
aynı anda göçler yaşanacak, çatışma ve tahribat bugün yaşanandan
daha büyük olacaktı. Bu durum hem iç kamuoyunda hem de uluslararası toplumda daha fazla tartışma yaratacak ve tepkiler artacaktı.
Bu nedenle terör örgütünün hendek ve barikatlar inşa ettiği ilçelere yönelik planlanan operasyonlar safhalara ayrılmış olabilir. İlk
etapta en tehlikeli ve öncelikli olan ilçelere operasyon yapılması, bu
ilçelerde operasyon bittikten sonra yeniden inşa ve rehabilitasyon
* Bu yazı 19 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
149
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
çalışmalarına ağırlık verilmesi, bu çalışmalarla birlikte ikinci öncelikli ilçelere operasyonlar başlatılması, bu şekilde bütün ilçelerin
temizlenmesi planlanmış olabilir.
Böyle bir hareket tarzında operasyon safhalara ayrıldığından bölgede yaşanacak göçler ve tahribat daha az görülür. Operasyonların bitirildiği, yeniden inşa ve rehabilitasyon çalışmalarının yürütüldüğü
ilçelerdeki olumlu gelişmeler, operasyon yapılacak diğer ilçelerdeki
gelişmelere tepkiyi azaltır, güvenlik güçlerine desteği artırabilir.
Bu sayede hem iç kamuoyunda hem de dış kamuoyunda aşırı tepkilerle karşılaşılmaz. İlk operasyon yapılan ilçelerdeki deneyimlerden
istifade edilebilir. Deneyimli personel operasyon yapılan ilçelere
kaydırılabilir. Böylece operasyonlarda başarı şansı artar ve terör
örgütünün halkı istismar ederek şehir savaşı başlatma stratejisi engellenir.
Terör Eylemleri Yayılabilir
Maalesef bu alt başlığı yazdıktan sonra Ankara’da terör saldırısı yapıldı. 28 silah arkadaşım ve vatandaşım hayatını kaybetti, 61’i yaralandı. Üzüntüm sonsuz. Hayatını kaybeden arkadaşlarıma Allah’tan
rahmet, yarılara acil şifalar dilerim. Maalesef daha yazım yayınlanmadan attığım alt başlıkla ilgili gelişme yaşanması endişelerimi
daha da artırıyor.
Maalesef son yıllarda Türkiye karşıtı devletler ve terör örgütleri ülkemizi hedef almış durumda. Siyasi iktidar adalet ve değerler gibi
idealist kuram çerçevesinde olması gerekenleri anlatmaktan ziyade
gerçeklere dönmek zorunda. Hayallerden kurtulup Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehditlere karşı gerekli tedbirleri etkin olarak almalı.
Muhalefete de birkaç söz gerek. Türkiye uzun yıllardan beri ilk defa
iç ve dış tehditlere karşı bu kadar hassas ve yalnız durumda. Her
150
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç var. Türkiye iktidarı ve muhalefetiyle tek yürek olmalı. Dışardaki ve içerdeki tehditlere karşı dimdik durmalı.
BİLGESAM Yayınları
151
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
ANKARA GÜVENLİK KONSEPTİNİN İÇERİĞİ*
Ortadoğu bölgesinde değişen uluslararası güvenlik ortamı,
Türkiye’ye yönelik güvenlik tehditlerini hem artırdı hem de çeşitlendirdi. IŞİD gibi bir terör örgütü devletleşti ve güney sınırımıza
komşu oldu. Sınırlarımızın hemen ötesinde vahşi katliamlar gerçekleştirdi. Türkiye’ye yönelik tehditlerde bulundu.
Suriye’deki iç savaş Türkiye’ye 2,6 milyon sığınmacının akın etmesine neden oldu. Suriye ve destekleyicileri Rusya ve İran Türkiye’ye
düşmanca yaklaşımlarda bulunmaya başladı. Bölgesel güvenlik ortamındaki olumsuz gelişmeler ülke içindeki güvenlik ortamındaki
hassasiyetleri de artırdı.
Türkiye’ye düşmanca yaklaşımlar sergileyen devletler ile Türkiye’deki terör örgütleri PKK, uzantısı PYD ve TAK, DHKP-C,
MLKP etkileşime girdi. Türkiye vekâlet savaşlarının yürütüldüğü
bir coğrafyaya dönüştü.
Ankara’da Terör Tehdidi
Ankara terör saldırılarının en önemli hedefi haline geldi. Beş ay
içinde meydana gelen iki terör saldırısında; Gar Kavşağında 109
kişi öldü, 500’den fazla kişi yaralandı, Merasim Sokak’ta 28 kişi
öldü, 81 kişi yaralandı.
Terör Türkiye’nin başkenti Ankara’yı, Ankara’nın da kalbi
TBMM, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri
Komutanlığı’nın merkezindeki Merasim Sokağı hedef aldı. Gelecek
dönemde saldırılar devam edebilir ve bu eylemler halkta çok derin
etkiler oluşturabilir. Halk üzerinde korku, şok, yılgınlık ve umutsuzluk artabilir.
* Bu yazı 23 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
152
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Başkentte özgürlük ortamının devamını sağlamak için değişen tehditlere karşı gerekli tedbirler alınmalıydı. Bu nedenle Cumartesi
günü Ankara Valiliği’nde Başbakan Davutoğlu’nun katıldığı 5 saat
süren bir güvenlik toplantısı yapıldı. Toplantı sonunda Ankara’ya
özel bir güvenlik konsepti hazırlanmasına karar verildiği ve bu konsept için belirli prensiplerin belirlendiği açıklandı.
Eğer Ankara için bugüne kadar böyle bir konsept ve plan hazırlanmadıysa, bu çok büyük bir eksikliktir. Hatta büyük bir ihmaldir. İl
bazında haftalık güvenlik toplantıları yapılacağı belirtildi. Bu toplantıların da düzenli olarak yapılması gerekiyordu. Yapılmamış olduğunu düşünemiyorum.
Konsept Nasıl Hazırlanır?
Ankara güvenlik konsepti ve planı nasıl hazırlanır? Bu planda neler bulunur? İlk olarak Türkiye’nin ve Başkent Ankara’nın güvenlik
ortamı değerlendirilir. Değerlendirmeler ışığında güvenlik tehditleri
tespit edilir. Bu tehditlerin hedef alabileceği hassas bölgeler, yerler
ve olaylar öngörülür. Bu yerlerin güvenliğinin sağlanması için güvenlik gücü, teçhizat ve araç ihtiyacı tespit edilir.
İhtiyaçların hangi polis, jandarma ve silahlı kuvvetler unsurları tarafından karşılanacağı belirlenir. Belirlenen güvenlik unsurlarının
hazırlanacak senaryolara uygun olarak hangi teorik ve uygulamalı
eğitimleri yapacağı programlanır. Prova ve tatbikatlar planlanır.
Tehditler; bomba yüklü araçlarla saldırılar, intihar saldırıları, önceden yerleştirilmiş bombalarla saldırlar, kundaklama, sabotaj, ateşli
silahlarla saldırlar, önemli kişilere suikastlar, önemli kişileri kaçırma, uçak kaçırma, kurtarılmış bölgeler oluşturma ve kitlesel ayaklanmalar vb. girişimler olabilir.
BİLGESAM Yayınları
153
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Hassas bölgeler ve yerler; Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlıklar, Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları, Valilik, Büyükelçilikler, garlar, havaalanları, kalabalık meydanlar ve istasyonlar, kalabalık gösterilerin yapılacağı alanlar, barajlar, santraller, elektrik ve
doğalgaz merkezleri, köprüler, kavşaklar ve toplu ulaşım araçları
olabilir.
Son olarak terörle mücadele top yekûn bir mücadeledir. Bu nedenle
halkın bilinçlendirilmesi gerekir. Okullarda ve kurumlarda eğitim
programları düzenlenmesi faydalı olacaktır.
154
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
NUSAYBİN, ŞIRNAK VE YÜKSEKOVA’DA OPERASYON*
Bugüne kadar Cizre, Sur, Silopi, İdil, Dargeçit ve Derik dâhil 12
ilçede yapılan hendek operasyonlarında, 1.300 civarında PKK terör
örgütü mensubu etkisiz duruma getirildi. 1.500 civarında barikat ve
hendek kaldırıldı ve kapatıldı. 105 şehidimiz kalpleri dağladı. İlçelerde büyük tahribat yaşandı. İnsanlar bu ilçeleri terk etti.
Bu ilçelerde yeterli güvenlik sağlandıktan ve çeşitli yerlere yerleştirilmiş patlayıcılar ve bubi tuzakları temizlendikten sonra, yeniden
inşa ve rehabilitasyon çalışmalarına hız verilecek. Terörün tahrip
ettiği tarihi yerler aslına uygun şekilde onarılarak gelecek nesillere sunulacak. Halkın mağduriyeti en kısa sürede giderilerek günlük
yaşam normale dönecektir.
Terör örgütünün temizlenen ilçelere tekrar sızması ve yeni hendek
ve barikatlar inşa etmemesi için gerekli güvenlik tedbirleri alınacak.
İlçelere giriş ve çıkışlar kontrol altında tutulacak. İlçe içinde hassas yerlerde güvenlik merkezleri oluşturulacak. Mahalle ve sokaklar polis, bekçi ve koruculara zimmetlenecek. Güvenlik personeli
halkla iç içe ve omuz omuza gönül birliği içinde vatandaşlarımızın
özgürlükleri için güvenliklerini sağlayacaktır.
Yeni Operasyonlar Başlıyor
Operasyonların tamamlandığı ilçelerde yeniden inşa ve rehabilitasyon
çalışmaları sürerken Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova’da operasyon
hazırlıkları sürüyor. Güvenlik güçleri bu bölgelere kaydırılıyor. Yakında birliklerin konuşlandırılması tamamlanacak ve operasyon hazırlıkları bitirilecek. Şimdiden operasyonlara iştirak edecek güvenlik
personelimize “Allah korusun ve başarılı kılsın” diye dua ediyoruz.
* Bu yazı 15 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
155
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Terörle mücadele zor bir görev! Operasyon esnasında bir yanda hayatınız veya silah arkadaşınızın hayatı, diğer yanda sivil halka ve
mümkün olduğu kadar mülklerine zarar verilmemesi. Karşınızda
kanla beslenen terör örgütü mensupları. Hiçbir sınırlamaları yok.
Halka zarar vermekten çekinmedikleri gibi gerektiğinde onları kalkan olarak kullanılıyorlar. Mülklerde her tür tahribatı yapıyorlar.
Tüneller kazıyor, duvarları yıkıyor, tahrip maddeleri ve bubi tuzakları yerleştiriyor, hastaneleri ve okulları yakıyorlar.
Kim Kazanacak?
Tabii ki herkes kaybedecek. Bölge halkı yaralı, yorgun ve bıkkın.
Evi, işyeri ve kaynakları büyük zarar görmüş durumda. İlçeler tahrip olmuş ve tarihi eserleri büyük zarar görmüş. Güvenlik güçlerinin
çok sayıda şehidi ve yaralısı var. Millet hem şehidimizin ve yaralılarımızın, hem de bölgedeki vatandaşlarımızın acısını yaşıyor. Millet
olarak yeter artık terör bitirilsin, son bulsun istiyoruz.
Bütün bunlara rağmen en fazla darbeyi PKK terör örgütü ve yandaşları alıyor. Her geçen gün güç kaybediyor. Çözüm süreci boyunca
yakaladığı fırsat, yaptığı yığınak ve hazırlıklar bir bir yok oluyor.
Çok sayıda eğitilmiş militanını kaybediyor. Her geçen gün eriyor.
Hatta halka verdiği büyük zarar nedeniyle halkla karşı karşıya geliyor. Halkın tepkisi artıyor. Bütün çağrılara ve zorlamalara rağmen
halk sokaklarda eylemlere katılmıyor.
Terör örgütü yeni çağrılar yapıyor. Büyük şehirlerde eylemlerin artırılması ve güneydoğuda yerleşim bölgelerinde kurtarılmış bölgeler
oluşturulması talimatı veriyor. Tehditler savuruyor. Eğer şehirlerde
başarılı olunmazsa tekrar dağda ve kırda Türk Silahlı Kuvvetleriyle
karşı karşıya gelmekten korkuyor. Böyle bir durumda geçmiş deneyimlerden biliyor ki, başarılı olması imkânsız. Hezimet ve marjinalleşme kaçınılmaz.
156
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
YÜKSEKOVA’DA OPERASYON TAMAMLANDI*
Yüksekova’da PKK terör örgütü mensuplarına yönelik 13 Mart’ta
başlayan operasyon tamamlandı. Cumhuriyet, Orman, Mezarlık,
Eski Kışla, Yeşildere, Esentepe, Güngör ve Dize mahalleleri teröristlerden temizlendi. Operasyonda; 196 terörist etkisiz hale getirildi, 214 barikat kaldırıldı, 135 hendek kapatıldı ve 286 EYP imha
edildi. 619 adet çeşitli cins ve çapta silah, bu silahlara ait 46.669
adet mühimmat, 35 telsiz ve EYP yapımında kullanılan 2220 kg
patlayıcı madde ele geçirildi.
Bölgede ayrıntılı arama/tarama ile hendek ve barikatların kaldırılması, kapatılması, EYP’lerin etkisiz hale getirilmesi faaliyetlerine
devam ediliyor. Ülkemizin ve milletimizin huzur ve güvenliğini temin etmek için Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet mensupları ile
geçici köy korucuları omuz omuza kahramanca görevlerini yapıyor.
Hepsini millet olarak kutluyoruz.
Yüksekova Neden Önemli
Bu köşede 22.12.2015 tarihinde yayınlanan “Hendekler kapanacak,
güvenlik sağlanacak” başlıklı yazıda; PKK terör örgütünün “Kıra
Dayalı Şehir Savaşı Stratejisi”ni uygulamaya çalıştığı ve sonucu üç
önemli hususun belirleyeceği yazılmıştı. Birincisi siyasi kararlılık,
ikincisi güvenlik güçlerinin sabırlı ve kararlı mücadelesi, üçüncüsü
bölge halkının siyasete ve güvenlik güçlerine desteği. Bunlar gerçekleşiyor ve art arda operasyonlar başarıyla tamamlanıyor.
Yine 1 Nisan 2016’da “PKK hendek stratejisinde başarısız oldu”
başlıklı yazıda; PKK terör örgütünün hendek stratejisinde başarısız
* Bu yazı 22 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
157
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
olduğu ve “kırsala çekileceği” açıklanmıştı. Halkın büyük çoğunluğunun PKK’dan nefret ettiği, yuvasını yıkan, ocağını söndüren ve
bütün yaşama sevincini yok eden bu terör örgütünün, kendilerine
gelecek vadetmediğini acı tecrübeyle gördüğü belirtilmişti. Halkı
karşısına alan bir terör örgütünün başarısızlığa mahkûm olduğu vurgulanmıştı.
Cizre, Sur, Silopi, İdil, Dargeçit, Derik’ten sonra Yüksekova’da da
operasyonlar başarıyla tamamlandı ve yukarıda yazılan öngörüler
gerçekleşti. PKK terör örgütünün hendek stratejisinde başarısız olduğu teyit edildi. PKK, artık kırsalda eylemlerine devam edecek ve
ittifak yaptığı TAK, DHKP-C, MLKB ve benzeri örgütlerle büyük
şehirlerde bombalı eylemler yapmaya çalışacak.
Kırsalda Başarılı Olabilir mi?
Yukarıda belirtilen yazılarda PKK’nın kırsalda da güvenlik güçlerine karşı başarı şansının olmadığı açıklanmıştı. Bu yazılar yazdıktan
sonra gelişen olaylar yakından takip edildi ve ilgililerle görüşüldü.
Kandil, Kuzey Irak ve yurtiçindeki kamplara yapılan hava ve kara
operasyonları ile PKK’nın kırsalda yeniden teşkilatlanması ve lojistik eksikliklerini gidermesi engellendi. Kuzey Irak ve Suriye’den
ağır silah ve mühimmat ikmali yapması önlendi.
Bu günler önceden öngörülerek Güneydoğudaki hassas karakollara
yönelik PKK operasyonlarına karşı her türlü tedbir önceden alınmaya çalışıldı. PKK’nın bu karakollara yönelik saldırıları yapılan bu
hazırlıklar sonucunda hüsrana uğradı. Müteakiben yapılan hava ve
kara operasyonları ile büyük zayiat verdirildi. Önümüzdeki dönemde güvenlik güçlerinin “İzle-Gör-Yok Et Stratejisi” ile PKK terör
örgütü bunları da yapamayacak duruma gelecek.
158
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Siyasi kararlılık, güvenlik güçlerinin sabırlı ve kahramanca mücadelesi ve bölge halkının desteği ile bu yılın sonuna kadar PKK terör
örgütü marjinalleşmeye başlayacak. Halkın güvenliğini sağlayan ve
halkla bütünleşen güvenlik güçleri, terör örgütünün bölgeye tekrar
yerleşmesine ve halk üzerinde baskı kurmasına engel olacak. Bölgede günlük hayat canlanacak ve ticaret gelişecek. Refahın artması
ve halk üzerindeki terör baskısının ortadan kalkması devlete olan
bağlılığı artıracak.
BİLGESAM Yayınları
159
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
PKK HENDEK STRATEJİSİNDE BAŞARISIZ OLDU*
PKK terör örgütü elebaşlarından Murat Karayılan, şehirlerdeki
hendek stratejisinin yanlış olduğunu söylemiş ve pişman olmuş.
PKK’nın daha önce olduğu gibi “kırsala çekileceğini” açıklamış.
Adeta başarısızlıklarını ilan etmiş. Neden başarısız oldular? Ne yapacaklar? Yine başarısız olacaklar.
PKK Neden Başarısız Oldu
Başarısız oldular çünkü bu süreçte terör örgütü 5.359 kayıp verdi. Cizre, Sur, Silopi, İdil, Dargeçit, Derik, Nusaybin, Şırnak ve
Yüksekova’da yüzlerce ev tahrip oldu. İşyerleri talan edildi. Hastaneler ve okullar yakıldı. Halkı sokağa dökmeye çalıştılar ama her
seferinde bölge halkı oyuna gelmedi ve terör örgütünü desteklemedi. Kitlesel halk hareketleri; devlete karşı geniş çaplı gösteriler ve
eylemler olmadı. Halk bırakın desteklemeyi artık PKK’dan nefret
ediyor. Yuvasını yıkan, ocağını söndüren ve bütün yaşama sevincini yok eden bir terör örgütünün, kendilerine gelecek vadetmediğini acı tecrübeyle gördü. Halkı karşısına alan bir terör örgütünün
başarı şansı olamaz. Bunu yakından takip eden Karayılan kaybettiklerinin farkında ki, başarısızlıklarını kabul edip, pişman olmuş.
Ancak rehavete kapılmamalı henüz yerleşim yerleri teröristlerden
tamamen temizlenmedi. Barikatlar kaldırılıyor, hendekler temizleniyor, bubi tuzakları ve patlayıcılar etkisiz duruma getiriliyor. Çatışmalar yoğun bir şekilde devam ediyor. Hala çok sayıda şehit ve
yaralı veriliyor. Çözüm sürecinde etkin güvenlik tedbirleri almamanın maliyeti kanla ödeniyor.
* Bu yazı 1 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
160
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Üstesinden gelinmesi gereken temel sorun; yıkılmış yerleşim yerlerinin yeniden inşası ve halkın rehabilitasyonu. Bu sorun, halkın
geleceğe umutla bakmasını sağlayacak, devletin gücünü ve şefkatini hissedecek şekilde süratle çözülmelidir. Halkın en kısa sürede
normal yaşama dönmesi sağlanmalıdır. Bu çalışmalarda başarılı
olunması durumunda, devletin terörle mücadelesine destek daha da
artacak ve PKK terör örgütünün başarı umudu yok edilecektir.
Bu satırları geçmişte yaşanmış deneyimlere istinaden yazıyorum.
1996-97 yıllarında Şırnak’ta benzer durumlar yaşanmıştı. Şehir ve
çevresi teröristlerden temizlenince halkın üzerindeki baskı ortadan
kalktı. Halk normal yaşamına döndü ve devlet halkla kucaklaştı.
Şehre girmek için teşebbüs eden bazı teröristler halk tarafından sopayla kovalandı. Umarım benzer olayları tekrar yaşarız.
PKK Ne Yapacak?
PKK terör örgütü hendek stratejisinde başarılı olamayınca ve halk
desteğini kaybedince tekrar kırsala dönecektir. Kırsalda mücadele
için yeniden teşkilatlanacak ve lojistik eksikliklerini gidermeye çalışacaktır. Kuzey Irak ve Suriye’den ağır silah ve mühimmat ikmali
yaparak baharla beraber güvenlik güçlerine saldırmaya başlayacaktır.
IŞİD’in büyük şehirlerde yaptığı bombalı eylemlerin etkisini daha
da artırmak için benzer eylemleri PKK ve ittifak yaptığı TAK,
DHKP-C, MLKB de gerçekleştirebilir. Eylemlerini yurt sathına yayarak güvenlik güçlerinin güneydoğuda yoğunlaşmasını engellemeye çalışabilir.
PKK’nın kırsalda da güvenlik güçlerine karşı başarı şansı hiç yok.
Bu stratejinin 2012 yılında Şemdinli’deki son uygulamasında hüsrana uğramıştı. “İzle-Gör-Yok Et Stratejisi” karşısında büyük zayiat
BİLGESAM Yayınları
161
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
vermişti. Eğer bu stratejiye altı ay daha devam edilseydi, PKK’da
1998 yılında görülen çözülme süreci tekrar yaşanırdı. Altı ay erken
başlayan “Çözüm Süreci” ve bu süreçte yapılan hatalar PKK’yı tekrar yaşama döndürdü.
Bu defa aynı hatayı yapmayalım ve PKK marjinalleşinceye kadar
operasyonlara kararlı bir şekilde devam edelim.
162
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
KİLİS’E ROKET SALDIRILARI*
IŞİD uzun bir süredir hem bombalı terör saldırıları hem de Katyuşa roketleri ile Türkiye’yi hedef alıyor. Bu saldırılarda çok sayıda
vatandaşımız hayatını kaybediyor ve yaralanıyor. IŞİD geçen ocak
ayından itibaren Kilis’e 45 Katyuşa roketi attı. Kent merkezinde
patlayan mermiler 6’sı Suriyeli 18 kişinin ölümüne, 62 kişinin de
yaralanmasına yol açtı.
Roket saldırıları nedeniyle diken üzerinde yaşayan Kilis’teki vatandaşlarımız endişe içinde ve gergin. Roket mermilerine hedef olmaktan korkan halk evlerinden çıkamıyor. Her an ölüm korkusuyla
yaşayan halkın psikolojisi bozuk ve göç hazırlıkları yapıyor. Tabii
ki, aynı zamanda her türlü provokasyona açık. Bu durum sürdürülemez. Devlet halkın güvenliği için gerekli tedbirleri almalı. Ama
nasıl?
Alınan Tedbirler
Öncelikle Kilis’te ilave askeri tedbirler alınacak. Ekonomik destekler kapsamında, saldırılar sırasında zarara uğrayan esnaf ve
sanatkârlar ile tüccarların zararları giderilecek. Bu kapsamda evi ve
dükkânı yıkılanların zararları tazmin edilecek. Kamu yararına çalışanların istihdam süreleri mevcutlarda 9 aya çıkartılacak. Valiliğin
isteği doğrultusunda yeni istihdam sağlanacak.
Kilis bölgesine ilave zırhlı birlikler, havanlar, topçu birlikleri ve
çok namlulu roketatarlar kaydırılıyor. İstihbarat yetenekleri artırılıyor. İnsansız hava araçlarıyla bölge havadan 24 saat gözetleniyor.
Belirlenen hedefler Fırtına toplarıyla vuruluyor. Ayrıca koalisyon
uçakları hava saldırıları düzenliyor. IŞİD hedefleri bir biri ardına
vuruluyor.
* Bu yazı 29 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
163
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Bütün bu önlemler, aslında Kilis’e saldırılar başladığında tehdidin
boyutları öngörülerek, bu kadar zayiat verilmeden önce alınabilirdi.
Kilis’e düşen Katyuşa roketlerinin yanlışlıkla yapılan atışlar olmadığı, IŞİD’in Katyuşa roketleri ile Kilis’i hedef aldığı değerlendirilmeliydi. Bu günlerde alınan tedbirler daha önceden alınmalıydı.
IŞİD’in bölgeye getirdiği roketatarlar insansız hava araçları ile tespit edilerek, ateş etmeden önce imha edilmeliydi.
İlave Hangi Tedbirler Alınabilir?
Bölgedeki önleyici istihbarat kabiliyetinin yeterli olmadığı belli.
Fırtına toplarının IŞİD roketatarların imhası için yeterli olmadığı
açık. Çok namlulu roketatarlarımız ile hedeflerin vurulması zor.
Rusya’nın S-400 hava savunma füzeleri nedeniyle, uçaklarımızın
Suriye sınırını geçmesi ve hedefleri vurması büyük risk. Peki, ne
yapılmalı?
En etkili önlem İncirlik’teki 15 adet Predator’ün (İnsansız Silahlı
Hava aracı) kullanılması. Predator’ler havadan hedefleri tespit edebilir ve üzerindeki Hellfire füzeleri ile anında vurabilir. Türkiye’yi
hedef alan roket mevzilerinin tahrip edilmesi için bu hava araçlarının kullanılması ABD’den talep edilmelidir. Predator’lerin bölgede
görev yapması caydırıcılık sağlayabilir ve IŞİD’in, Katyuşa roketatarlarını bölgeden çekmesine neden olabilir.
Koalisyon hava unsurları da IŞİD hedeflerinin imhası maksadıyla
kullanılabilir. Zaten bu unsurlar IŞİD’le mücadele etmek için görevli değiller mi? Peki bu güne kadar neden etkin olarak kullanılmadı?
Bu unsur, sadece PYD ve Irak merkezi kuvvetlerine destek vermek için mi bölgede? Topraklarında konuşlanan ve müttefiki olan
Türkiye’ye ve onula beraber hareket eden guruplara neden destek
sağlamıyor?
164
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Ayrıca ABD’den talep edilen HIMARS bataryalarının bölgeye yerleştirilmesi faydalı olur. Bu bataryaların menzili 90 kilometre civarındadır. Çok sayıda roketi aynı anda atma kabiliyeti sayesinde,
Katyuşa mevzilerinin imhası için etkin olarak kullanılabilir. AfrinCerablus arasında yer alan ve “Münbiç” olarak bilinen coğrafyanın
“Güvenli Bölge” haline getirilmesine önemli katkılar sağlayabilir.
Dikkat edilmesi ve sakınılması gereken önemli husus; Türkiye’nin
oyuna gelerek kara unsurlarıyla Suriye girmemesidir.
BİLGESAM Yayınları
165
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
PKK’NIN FÜZELERİ VE TERÖRLE MÜCADELE*
13 Mayıs Cuma günü Hakkâri’nin Çukurca ilçesindeki üs bölgesine
teröristlerce saldırı düzenlenmişti. Bölgeye destek için gönderilen
bir Kobra helikopteri teröristler tarafından açılan ateş sonucu düşürülmüştü. Çatışmalarda 6 askerimiz ve 2 pilotumuz şehit olmuştu.
Genelkurmay Başkanlığı, çatışma ile ilgili yaptığı açıklamada,
Kobra helikopterinin kaza kırıma uğradığı ve düşüşün “teknik bir
arızadan kaynaklandığı” vurgulanmıştı. PKK ise bir gün sonra sosyal medyadan yayınladığı görüntüler ile Kobra helikopterini karadan havaya atılan omuz tipi füzeyle vurduğunu iddia etmişti.
Genelkurmay Başkanlığı 19 Mayıs’ta “Helikopterin, terörist unsurların yerden açtığı ateş sonucu, muhtemelen yerden havaya atılan
ve cinsi henüz belirlenemeyen füze olabileceği değerlendirilen bir
hava savunma silahı ile vurularak düşürülmüş olabileceği kanaatine
varılmıştır” açıklamasında bulundu ve incelemelerin devam ettiğini
bilirtti.
Terörle Mücadelede Yeni Bir Safha
Daha önceki yazılarımızda; Türkiye’nin Orta Doğu’da uyguladığı
dış politika ve güvenlik stratejilerinin başarısızlığı uğradığı; küresel ve bölgesel güçlerle ilişkilerin bozulduğu; Türkiye’nin hedef
ülke durumuna geldiği vurgulanmıştı. Bölgedeki güvenlik ortamının Türkiye’nin aleyhine şekillendiği ve bu durumun ülke içine de
yansıyacağı, vekalet savaşları kapsamında terörün yeni bir evreye
gireceği açıklanmıştı.
* Bu yazı 23 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
166
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Maalesef bu öngörüler dikkate alınmadı ve önerilen önlemler etkin
olarak yerine getirilmedi. Sonuçta Türkiye’ye yönelik faaliyette bulunan terör örgütlerine destekler arttı. PKK terör örgütüne tarihinde hiç olmadığı kadar destek var. Bu destek siyasi, stratejik, taktik,
teknik ve eğitim alanlarında olabildiği gibi lojistik alanda da görülmektedir. PKK terör örgütünün son aylarda ağır silahlara, roketlere
ve füzelere sahip olduğu istihbarat raporlarında yer almaktadır. Bu
silahların en önemlisi tabii ki, omuzdan atılan hava savunma füzeleridir.
PKK’ya Bu Füzeleri Kim Veriyor?
Bölgede Türkiye’yi hedef haline getirecek o kadar çok ülke var ki!
Bunların başında Suriye ve Rusya var. Daha önce de bu ülkelerin
PKK’ya önemli oranda destek sağladığı ve hava savunma füzeleri
verdiği yönünde haberler yayınlanmıştı. ABD’nin PYD’ye sağladığı destekler ve bu silahların PKK’ya verildiği, çeşitli kaynaklardan
açıklanmıştı. İran ve hatta IŞİD muhtemel şüpheli.
Bazı şehir ve ilçelerde PKK’ya yönelik olarak başarıyla sürdürülen
operasyonlar sonuçlanmak üzere. PKK’nın yeni stratejisi elde ettiği
ağır silahlar, patlayıcılar ve cephaneyle kırsalda ve büyük şehirlerde
saldırılarını artırmak. Eylem alanını tüm ülkeye yaymak. Halktan
alamadığı desteği, dış yardımla karşılamak. Bu yardımı sağlayacak
devletler çok ve bu sponsorlar çok istekli.
Terörle Mücadeleyi Nasıl Etkileyecek?
PKK terör örgütü son dönemde operasyon yapılan bölgelerin takviye edilmesini engellemek için elde ettiği patlayıcıları yollara döşüyor. Bunları patlatarak hem güvenlik güçlerine zayiat verdiriyor
BİLGESAM Yayınları
167
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
hem de karadan operasyon bölgelerine kuvvet kaydırmasını engellemeye çalışıyor. En azından bu kuvvetlerin bölgeye ulaşmasını geciktiriyor.
Bölgenin dağlık olması nedeniyle operasyon alanına en kısa sürede
takviye havadan yapılabiliyor. Öncelikle yerde hazır olarak bekletilen Kobra helikopterleri havalanarak sahaya intikal ediyor ve terör
örgütünü ateş altına alıyor. Hem çatışan birliklerimize destek sağlanıyor hem de terör örgütüne ağır zayiat verdiriliyor ve silahları
imha ediliyor.
Peki, bundan sonra taarruz helikopterleri bölgeye süratle intikal
edebilecek ve bölgede rahatlıkla terör unsurlarına harekat icra edebilecek mi? PKK’nın füzeleri bunu zorlaştıracaktır. Hava unsurlarının etkin kullanılmasını sınırlayacaktır. Operasyonlarda uçak ve
helikopter kayıpları artabilir. Allah kahraman silah arkadaşlarımızı
ve pilotlarımızı korusun. Güvenlik güçlerimizi başarılı kılsın.
168
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE TERÖRLE MÜCADELE*
Terör olayları son dönemde tırmanışa geçti. Bu olaylarda çok sayıda
insan hayatını kaybediyor, yaralanıyor ve ortaya ağır maddi tahribat
çıkıyor. Ayrıca bu terör dalgası insanların geleceğe dair umutlarına
da darbe indiriyor. Bu kötü gidişi engellemek ve terörle mücadele
etmek için sivil toplumun yapabileceği şeyler var mıdır, varsa nelerdir?
Sivil Toplum Kuruluşları
Sivil toplum kuruluşları (STK) çok farklı alanlarda örgütlenebilen
ve faaliyet gösteren gönüllülük esasına göre oluşmuş/oluşturulmuş
kuruluşlardır. Bu kuruluşlar sağlıktan eğitime, insan haklarından
kalkınmaya, kriz yönetiminden diplomasiye kadar uzanan çok geniş
bir alanda faaliyet göstermektedirler. STK’ların kuruluş amaçları ve
faaliyet alanları farklı olmakla birlikte temel hedefleri toplumsal sorunlara çözüm bulmak ve toplumun gelişmesine ve kalkınmasına
katkıda bulunmaktır.
Terörle Mücadelede STK’lar Neler Yapabilir?
STK’lar kamu diplomasisi kapsamında devletten halka, halktan
devlete ve halktan halka etkileşim imkânları sağlayarak terörle mücadelede önemli sorumluluklar üslenebilirler.
İlk olarak STK’lar yaptıkları araştırmalar ve hazırladıkları raporlarla terörün nedenleri ve mücadele yöntemleri konusunda devlete ve
güvenlik güçlerine farklı yaklaşımlar sunarlar.
STK’lar halkın terör ve terörizm konusunda bilgilendirilmesi ve
uyanık hale getirilmesi konusunda katkılar sağlarlar. Bu sayede hal* Bu yazı 15 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır.
BİLGESAM Yayınları
169
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
kın bilerek veya bilmeyerek terör örgütlerine verebileceği destekler
engellenebilir. Terör eylemlerinin yaratacağı etkiler en aza indirilebilir.
Bütün STK’ların terörü lanetlemesi ve tepki vermesi önemlidir.
Halkın terör örgütlerine karşı tek yürek olunduğu mesajı verilir ve
terör örgütlerinin halkı korkutmak, dehşete düşürmek için yaptığı
eylemlerin etkisi akamete uğratılır. Bu sayede terör örgütleri toplumu; devlete ve düzene karşı harekete geçiremez, yerleşik otoritenin
güçlerini ve kurumlarını etkisizleştiremez.
STK’lar devletin ve güvenlik güçlerinin terörle mücadelesine destek vererek, mücadelenin kararlı bir şekilde devam etmesine katkı
sağlayabilirler. Terörle mücadelede görev alan güvenlik güçlerinin
motivasyonunu artırılabilirler.
STK’lar terörle mücadelede devletin yaptığı operasyonların denetimine de katkı yaparlar. Terörle mücadelenin hukuk kurallarına uygun olarak yapılmasını denetleyerek, güvenlik güçlerinin terörist ile
masum kitle arasında ayrım yapmasına yardımcı olurlar.
STK’lar terörle mücadele sürecinde zarar gören vatandaşların yaralarının sarılmasını ve rehabilitasyonunu sağlayabilirler. Gerçekleştirecekleri yardım kampanyaları ile terörden zarar gören vatandaşların ihtiyaçlarını karşılayabilirler.
Çözüm süreçlerinde terörün ortadan kaldırılmasında önemli roller
üslenebilirler ve sürecin sağlıklı bir şekilde devam etmesine katkıda
bulunabilirler.
Yurt dışında partneri oldukları diğer STK’ları bilgilendirebilirler ve
uluslararası kamuoyunun terörle mücadeleye destek vermesine yardımcı olabilirler.
170
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Sonuç olarak STK’lar terörle mücadelede çok önemli görevler alabilirler ve terörle mücadelenin başarısına büyük katkılar sağlayabilirler. Ancak bunun için STK’ların faaliyetlerin etkin olarak planlanması ve koordine edilmesi gerekir.
BİLGESAM Yayınları
171
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
SON DÖNEMDE ORTA DOĞU VİZYONU VE STRATEJİSİ
1. Uluslararası İlişkilerdeki Gelişmeler
Uluslararası sistemde son 25 yılda çok önemli değişimler yaşandı.
Soğuk Savaş ve iki kutuplu sistem sona erdi, dünya ABD öncülüğünde tek kutuplu bir sisteme doğru evirildi. Bir süre sonra Rusya,
Çin, AB, Hindistan ve Brezilya gibi güçler, sistemi çok kutuplu bir
yapıya dönüştürmeye başladı. Günümüzde ABD öncülüğünde Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın dâhil olduğu çok önderli
bir sistemden söz etmek mümkündür. Bu grup, meşruiyetini devam
ettirmek için dünyanın değişik bölgelerinde yer alan gelişmekte
olan 20 devleti G-20 örgütlenmesi ile sisteme dâhil etmektedir.
Uluslararası ilişkilerde sadece sistem düzeyinde değil, aktörler düzeyinde de önemli değişim yaşandı. Uluslararası ilişkilerin aktörleri arttı. Günümüzde aktör olarak devletler hala önemini korurken,
devlet dışı aktörler de uluslararası sistem içinde etkinliğini artırmaktadır. Devletlerin yanı sıra hükümetler arası örgütler, uluslararası hükümet dışı örgütler, çok uluslu şirketler, medya, uluslararası
baskı grupları ve küresel elitler de aktör olarak uluslararası sistem
içinde yer almaktadır.
Terör örgütleri küreselleşmenin yarattığı imkânlardan ve hassasiyetlerden istifade ederek çok geliştiler, uluslararası sisteme ve
onun meşru aktörleri olan devletlere meydan okumaktalar. Küresel
dengesizlikleri, dini, etnik ve ideolojik hassasiyetleri istismar eden
küresel terör, zamanımızın en önemli tehditlerinden biri haline evirildi. Terörle mücadelede başarılı olunması için küresel işbirliğine
ihtiyaç arttı.
* Bu yazı 31 Mayıs 2016 tarihinde BİLGESAM Yayınları, Uluslararası Gelişmeler
Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi İsimli Bilge Adamlar Kurulu
Raporunda Yayımlanmıştır
172
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Gelişen teknoloji ile birlikte ulaşım, haberleşme ve bilgi sistemlerindeki gelişmeler de uluslararası ilişkiler ortamını derinden etkilemektedir. Bu değişim aktörler arasında siyasi, ekonomik, ticari,
sosyal etkileşimi artırmakta ve karşılıklı bağımlılığı kuvvetlendirmektedir. Ayrıca uluslararası örgütlerin ve uluslararası hukukun
gelişmesine paralel olarak ulusal egemenlik mutlak olmaktan çıkmaktadır.
Uluslararası sistem devletlerin işbirliğine dayanmakta, işbirliği
maksadıyla oluşturulan kurum ve kurallar devletlerin karar alma ve
uygulama esaslarını derinden etkilemektedir. Bu çerçevede devletler ulusal hukuk kuralları ve evrensel normlara aynı anda uymak durumunda kalmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da iç ve dış politika
ayrımı artık önemini yitirmektedir.
Uluslararası ilişkiler ortamında yaşanan değişimleri tanımlamak,
anlamlandırmak, açıklamak, yorumlamak, geleceğe ait öngörülerde
bulunmak ve politika önerileri geliştirmek için birçok teori geliştirilmiştir. Son yıllarda geliştirilen teoriler; uluslararası ilişkilerin
sadece rasyonel yaklaşımlarla açıklanamayacağı, kimlik, kültür,
söylem, korku, şöhret, onur, adalet gibi normatif kavramların da
dikkate alınması gerektiğini vurgulamaktadır.
Yeni yaklaşımlar çerçevesinde geliştirilen insani müdahale kavramı ve bu kapsamda icra edilen askeri operasyonlar devletlerin iç
işlerine müdahale edilmemesi ilkesini tartışılabilir duruma getirmiştir. Ancak bu müdahaleler devlet otoritesini ortadan kaldırmakta
ve terör örgütlerinin hızla gelişmesine uygun ortam yaratmaktadır.
Tartışmalar insani müdahale kavramını, koruma sorumluluğu kavramına dönüştürmektedir.
BİLGESAM Yayınları
173
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Uluslararası hukuk kurallarındaki gelişmeler ve savaşların siyasi,
ekonomik ve sosyal maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması, Soğuk Savaş sonrası dönemde post-modern savaş yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu savaşların temel özelliği
asimetrik unsurların kullanılmasıdır. Terör örgütleri, mafyalar, gizli
servisler ve özel kuvvetlerin kullanıldığı, terörizm ve yumuşak güç
savaşlarını ihtiva eden gayrinizami savaşlar; siber savaş ve yıldız
savaşları gibi ileri teknoloji savaşları; düşman, dost ve tarafsız ülkeler üzerinde psikolojik etki yaratarak davranışlarını değiştirmek
için milli güç unsurlarının sinerji sağlayacak şekilde kullanılmasını
öngören etki odaklı harekat (Effect based operations) post-modern
savaş yöntemleri içinde yerini almıştır.1
Günümüzde; barış ve savaş algılamalarının muğlaklaştığı, savaşan
aktörlerin tespitinin güçleştiği, devlet dışı aktörlerin de kullanıldığı,
devletler arasındaki ve devletlerin içindeki hassasiyetlerin istismar
edildiği Vekâlet Savaşları ön plana çıkmaktadır. Vekâlet Savaşları;
devletlerin, özellikle küresel ve bölgesel güçlerin kendi çıkarlarını
elde etmek ve nüfuz alanlarını genişletmek maksadıyla; kendi askeri unsurlarını kullanmaktan ziyade, müttefiklerini, edilgen ülkeleri,
hedef ülkedeki parçalanmış yapıları ve yandaşlarını cepheye sürmek suretiyle gerçekleştirdikleri savaşlardır.2
Soğuk Savaş döneminde bloklar arasında nükleer savaşların yarata-
1 Hasan Hüseyin Ecik, “Etki Odaklı Harekât Konseptinin Tarihi Gelişimi, Kavramsal Çerçevesi Ve Türk Silahlı Kuvvetlerindeki Yeri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi,
Sayı: 3, 2006, Erişim: 15 Mayıs 2016, http://dergipark.ulakbim.gov.tr/guvenlikstrtj/
article/viewFile/5000098948/5000092204
2 Atilla Sandıklı, “Vekâlet savaşları: Orta Doğu ve Türkiye”, Yeni Yüzyıl, 19 Ocak
2016, Erişim: 21 Şubat 2016 http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/vekletsavaslari-ortadogu-ve-turkiye-982
174
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
cağı tahribat nedeniyle uygulamaya konan Vekâlet Savaşları, Soğuk
Savaş sonrasında daha da geliştirilerek yaygınlaştı. Sert ve yumuşak
güçlerin farklı birleşenlerinin kullanıldığı Bölgesel Savaşlar, Terörizm ve Yumuşak Güç Savaşları şeklinde uygulanmaya başlandı.
2. Küresel Güvenlik Ortamındaki Gelişmeler
Soğuk Savaş sonrasında dört önemli gelişme uluslararası sistemi derinden etkiledi. Bunlardan birincisi 11 Eylül’de ABD’nin kalbinde
meydana gelen terör saldırılarıdır. Uluslararası terörizm, ABD’nin
tehdit algısını değiştirdi ve “Önleyici Müdahale/Preemptive Intervention” kapsamında Afganistan ve Irak savaşlarının çıkmasına neden oldu.
İkincisi 2008’de yaşanan finansal krizdir. Bu kriz ABD ekonomisinin
gücü konusunda soru işaretleri oluşturdu. Çin’in büyüme oranları
ise % 10’lar seviyesindeydi. Çin’in hızlı bir şekilde büyümesi uzun
vadede ABD’nin, uluslararası sistem üzerindeki baskın etkisini
tehlikeye sokacak bir gelişmeydi. Bu nedenle ABD, Asya’daki
güç dengesini kendi lehine dönüştürmek için Çin’i çevreleme
stratejisi uygulamaya başladı. Bu stratejinin ilk uygulaması Pasifik
politikasında gerçekleştirildi. Filipinler, Japonya ve Avustralya ile
askeri anlaşmalar; Vietnam ve Hindistan ile güvenlik anlaşmaları
yapıldı. 2020’ye kadar ABD donanmasının %60’nın Pasifik
Okyanusu’nda konuşlandırılması planlandı.3
Üçüncüsü Arap Baharı kapsamında; Tunus, Mısır, Libya, Irak,
Suriye, Bahreyn ve Yemen’de büyük çapta; Cezayir, Ürdün,
3 Leon Panetta, Shangri La Güvenlik Diyaloğu Konuşması, 02 Haziran
2012, Erişim: 16 Şubat 2016, http://archive.defense.gov/Speeches/Speech.
aspx?SpeechID=1681
BİLGESAM Yayınları
175
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Suudi Arabistan, Umman ve Lübnan’da küçük çapta olmak üzere
tüm Orta Doğu’da mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve
silahlı çatışmalar meydana geldi. Demokrasi ve özgürlük hedefleri
etkisiyle Arap Baharı olarak adlandırılmasına rağmen Orta Doğu;
küresel, bölgesel ve ülke içi rekabetlerin yaşandığı bir savaş alanına
dönüştü.
Dördüncüsü ise Rusya’nın tekrar hegemonya peşinde koşması ve
başta yakın çevresinde olmak üzere Orta Doğu’da siyasi ve askeri
varlığını artırmasıdır. Petrol ve doğalgaz fiyatlarının artması Hazar
Havzası enerji kaynaklarını ve batıya ulaşım hatlarını kontrol eden
Rusya’nın, ekonomik açıdan hızla kendini toparlamasına ve gelişmesine neden oldu. Aşırı güç ve şiddet kullanımı yoluyla Çeçenistan, Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’daki ayaklanmaları bastırdı.
Rusya güçlendikçe tarihsel yayılmacılık güdüsü tekrar harekete
geçti. Sovyetler Birliği’nden ayrılan devletlerde, “Turuncu Devrimler” ile Batı yanlısı iktidarların yönetime gelmesine tepki gösterdi.
Güney Osetya’ya Gürcistan’ın operasyon yapmasını bahane ederek,
askeri bir müdahale ile 2008 yılında bölgeyi Gürcistan’dan kopardı. Abhazya da Gürcistan’dan tamamen ayrıldı. Rus-Gürcü savaşı
Batı’nın Gürcistan’da destek yerine hemen barış görüşmelerine başvurması Rusya’yı daha da cesaretlendirdi.4
Rusya, Ukrayna’nın da Batı sistemine dâhil olma girişimine tepki verdi. Kırım’ı bir gecede işgal etti. Müteakiben de referandum
ile Kırım’ı ilhak etti. Savaşı göze alamayan Batı, Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı. Düşen petrol fiyatları ve
4 Bilge Adamlar Kurul Raporu, “Kafkasya’daki Gelişmeler ve Türkiye”, Rapor No:
60, Nisan 2014, s. 31
176
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Batı tarafından uygulanan yaptırımlar nedeniyle ekonomik açıdan
zor duruma düşen Rusya, geri adım atmadı. Ukrayna’nın Lugansk
ve Donetsk bölgelerinde halk ayaklanmalarını teşvik etti ve silahlı
gruplara destek verdi. Güney-Osetya, Abhazya ve Kırım’da yaptığı
gibi Lugansk ve Donetsk’te halka Rus pasaportları verdi.5
Son olarak Rusya Esad ile anlaşarak Suriye’ye önemli bir askeri güç
konuşlandırdı. ABD’nin oluşturduğu IŞİD karşıtı koalisyona destek
verme görüntüsü ile bölgeyi kendi çıkarlarına uygun olarak şekillendirmeye başladı. İran, Irak ve Hizbullah ile işbirliğini geliştirdi.
PKK ve PYD ile geliştirmeye çalışıyor.
Rusya, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ile Beyaz Rusya, Ermenistan Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan üzerinde askeri etkisini sürdürmektedir. Ayrıca Avrasya Ekonomik Birliği vasıtasıyla
bu ülkeler üzerindeki nüfuzunu geliştirmeye çalışmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak Rusya ve Çin’in öncülük ettiği; Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın da üye olduğu Şangay
İşbirliği Örgütü; 2016 yılında Pakistan ve Hindistan’ın katılımıyla
daha da güçlenmektedir. ABD ve Batı karşısında adeta yeni bir kutup oluşmaktadır.
Neo – Avrasyacılık yaklaşımı doğrultusunda Rusya’nın bu dış politika atakları, küresel güç olma peşinde koştuğunun açık göstergeleridir. Farklı ittifaklar ve işbirlikleri ile Pasifik’ten Akdeniz’e
kadar etki alanını genişletmektedir. Rusya önümüzdeki dönemde
Azerbaycan ve Gürcistan üzerindeki baskısını artırabilir ve PKK’yı
destekleyebilir.6
5 Atilla Sandıklı, “Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali”, Yeni Yüzyıl, 01 Ocak
2016, Erişim: 21 Şubat 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/rusyaninkuresel-hegemonya-hayali-733
6 Atilla Sandıklı, “Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali”, Yeni Yüzyıl, 01 Ocak
2016.
BİLGESAM Yayınları
177
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
3. Orta Doğu’daki Gelişmeler
İnsani müdahale söylemleriyle Afganistan ve Irak Savaşları; Arap
Baharı kapsamında halk ayaklanmaları, iç savaşlar ve müdahaleler
Orta Doğu’yu adeta bir bataklığa dönüştürdü. Ülkelerin içlerindeki
iktidar mücadeleleri, bölgesel güçlerin rekabetleri ve küresel
güçlerin hegemonya savaşları farklı amaçlarla farklı ittifakların
oluşmasına neden olmaktadır.
Orta Doğu’daki gelişmeleri, nedenleri ve ittifakları anlayabilmek
için devletlerin hedeflerini bilmek faydalı olacaktır. Orta Doğu’da
siyasi ve/veya ekonomik nüfuz mücadelesinin tarafları ABD, İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya; bölgesel nüfuz alanlarını ve etkilerini genişletmeye çalışan bölgesel güçler Türkiye, İran, Mısır, Suudi
Arabistan ve İsrail’dir.
ABD’nin Orta Doğu politikasının hedefleri; enerji kaynakları ve
ulaşım yollarını kontrol etmek, Batı yanlısı yönetimlerin ve değerlerin bölgeye yerleşmesini sağlamak, bölge dışı veya bölgeden bir
devletin hâkim bir güç olarak bölgede nüfuzunu geliştirmesine engel olmak, Araplar arasında birliğe mani olmak ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktır.7
Rusya’nın tarihsel hedefi sıcak denizlere inmektir. Rusya Çarlık döneminden bu yana yayılmacı bir siyaset izlemektedir. Gürcistan ve Ukrayna krizleri ile Karadeniz’de etki alanını geliştiren
Rusya, 2015 yılında Suriye’deki askeri varlığını artırmış ve Doğu
Akdeniz’e yerleşmiştir.
7Atilla Sandıklı, “Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor”, Erişim: 22 Şubat 2016,
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/orta-dogu-batakliginda-insanlar-oluyor-519
178
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Ayrıca İran ile işbirliğini geliştirerek Irak ve Lübnan üzerinde nüfuz sahibi olmuştur. Bu gelişme Şangay İşbirliği Örgütü ile birlikte
düşünüldüğünde, Rusya’nın Pasifik’ten Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bir bölgede ABD ve Batı karşıtı bir blok oluşturmaya çalıştığı
görülmektedir.8
Fransa tarihsel nüfuz alanı olan Suriye ve Lübnan’da etkinliğini
devam ettirmeyi istemektedir. Almanya ise geçmişteki hayalleri
doğrultusunda bölgede nüfuz kurabilecek yapılar oluşturmaya çalışmaktadır.
İsrail Arap dünyasının birlik oluşturmasını engellemek ve
parçalanmış bir durumda kalmasını sağlamak, bölgede kendisini
hedef alan devletler ve terör örgütlerinin gelişmesini, nükleer,
kimyasal ve biyolojik silahlar elde etmesini önlemek istemektedir.
İran, Şii Hilali olarak adlandırılan Şii nüfusun yoğun olarak yaşadığı
bölgede nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır. Ayrıca Batı ve İsrail
karşıtı politikalar uygulamaktadır.
Suudi Arabistan petrol gelirlerinden istifade ederek Vahhabilik hareketi vasıtasıyla bölgedeki nüfuzunu geliştirmektedir. Özellikle
İran’ın, Basra Körfez’i bölgesinde etkinliğini kırmak için mücadele
etmektedir.
Türkiye ise 2000’li yılların başlarından itibaren bölgeye özgü entegrasyon girişimlerinde bulundu. Ancak Arap Baharı ile birlikte
işler tersine döndü. Bu politikalar revize edilerek Orta Doğu’daki
gelişmelere paralel ve ağırlıklı olarak mezhep çatışmalarının etkisinde, Müslüman Kardeşler ve HAMAS gibi örgütlere sempati ile
8 Atilla Sandıklı, “Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor”.
BİLGESAM Yayınları
179
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
yaklaşan bir politika izlendi. Bu uygulamalar Orta Doğu’daki cepheleşmelerin dolaylı olarak içine girilmesi sonucunu doğurdu. Bu
çerçevede Suriye ve Irak’taki gelişmeler başta olmak üzere; İran’la
örtülü, Mısır’la askeri müdahale nedeniyle açık, İsrail ile Gazze ve
Mavi Marmara olayı nedeniyle bariz, Suriye ile sınırımıza bitişik etnik ve mezhepsel iç savaş nedeniyle hasmane bir tutum içine girildi.
4. 2000’li Yıllar
Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistemde önemli değişimler
yaşandı. İki kutuplu sistem sona erdi. Orta Avrupa, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde önemli güç boşlukları
oluştu. Türkiye bu bölgelerin merkezinde yer alıyordu. Bu bölgelerde meydana gelen gelişmelerden hem etkilenecek hem de bu gelişmeleri etkileyebilecek jeopolitik konuma sahipti. Değişim süreci
içinde bu bölgelerde yaşanan bölgesel çatışmalar; 11 Eylül 2001’de
terör saldırıları sonrası ABD ve koalisyon güçlerinin Afganistan’ı
işgali; terörü desteklediği ve Kitle İmha Silahları nedeniyle 2003’de
II. Irak Savaşı; 2008 Dünya finansal krizi; Büyük Orta Doğu Projesi
ve Arap Baharı gibi önemli gelişmeler meydana geldi.
2000’li yılların başından itibaren Türkiye, değişen Orta Doğu siyasi konjonktürü çerçevesinde “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin
başka bir ifadesi olarak değerlendirilebilecek komşularla sıfır sorun, yüksek düzeyli işbirliği konseyleri ve diplomaside ılımlı bir dil
uygulamalarıyla Orta Doğu bölgesinde etkinliğini artırdı. Bunlara
ilaveten; özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa
uygulamaları gibi Batı dünyasınca önemsenen ve benimsenen temel
prensiplere uygun politikalarla, Batı dünyası ve müttefikleri nezdinde de prestij kazandı.
180
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Türkiye, AB ve ABD ile ilişkilerini geliştirdi. Aynı zamanda Rusya
ile de yakınlaştı. Asya, Afrika ve Latin Amerika açılımları ile dünyaya açıldı. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde komşularla ilişkiler derinleştirildi. Stratejik işbirlikleri sağlandı ve bölgeye özgü entegrasyon çalışmaları yapıldı. Birçok bölgesel
sorunun çözümünde Türkiye etkin rol almaya başladı.
Türkiye’ye bölgesinde pek çok sorumluluklar yüklendi. Köklü sorunların bulunduğu bölgede önemli görüş farklılıklarına sahip birçok ülkenin nadir ortak paydalarından birisi, Türkiye’ye duydukları
güvendi. Türkiye’nin ekonomik kalkınma ve demokrasi alanında
kaydettiği gelişme, dış ilişkilerindeki hareket sahasını ve etki gücünü artırdı. Vizyoner yaklaşım ile Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin
tecrübesi olumlu bir sinerji yarattı. Çıkarlar ve değerler gerçekçi
değerlendirmeler ile pragmatik uygulamalara dönüştürüldü. Vizyon
ve reel politika optimali, Türkiye’nin yakın çevresinde sorunları
tamamen çözemese de barış ve istikrar kuşağı oluşturulmasında
önemli katkılarda bulundu.
Yunanistan’la 1999’da başlatılan diyalog süreci, Ege sorunlarına
ilişkin istikşafi görüşmeler, güven artırıcı önlemler, Yüksek Düzeyli
İşbirliği Konseyi gibi önemli mekanizmalar ve üst düzey temaslar
aracılığıyla işbirliğine dönüştürüldü. Bulgaristan ve Romanya’yla
ilişkiler çok ileri bir seviyeye taşındı, sorunlar çözüldü ve ekonomik
ilişkiler geliştirildi. Bu ülkelerin NATO üyeliğine destek verildi.
Ukrayna ile ilişkilerde bir sıçrama yaşandı ve ticaret hacmi son 10
yılda beş kat arttı. Vizeler kaldırıldı ve Yüksek Düzeyli Stratejik
İşbirliği Konseyi oluşturuldu. Rusya Federasyonu’yla ilişkiler
1990’lı yılların başından bu yana artan bir ivmeyle geliştirilerek,
işbirliğinde “çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık” seviyesine
BİLGESAM Yayınları
181
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
ulaşıldı. Rusya ile 2010 yılında Üst Düzeyli İşbirliği Konseyi oluşturuldu. Vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması iki ülke arasında ilişkilerin daha da gelişmesi için önemli bir fırsat ve potansiyel yarattı.9
Kafkasya ülkelerinin toprak bütünlüklerinin korunması, siyasi ve
ekonomik istikrarın sağlanması, bölgedeki sorunların barışçı yollardan çözüme kavuşturulması ve bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi
için politikalar uygulandı. Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu
girişimi hayata geçirildi. Bölgede diyalog ve güven ortamı oluşturulmaya çalışıldı. Tarihi ve kültürel yakınlık bulunan Azerbaycan’la
ilişkiler daha da kuvvetlendirildi. Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün
korunması yönünde söylemler sürdürülürken, Abhazya ile Güney
Osetya ihtilaflarına çözüm bulunmasına yönelik politikalar geliştirildi. Güney Kafkasya’da sürdürülebilir bir barış ortamının yaratılması amacıyla, 2009 yılında Ermenistan’la zorlu görüşmelerden
sonra iki önemli Protokol imzalandı.10 Protokollerin onay sürecinde
ilerleme sağlanamasa da geleceğe yönelik umutlar arttı.
Orta Doğu’da dış politikasını bağımsızlık, Batı karşıtlığı ve bölgesel liderlik hedef ve prensipleri doğrultusunda geliştiren İran ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkiler karşılıklı fayda sağlayacak şekilde
hızla geliştirildi. Ticaret hacmi 2000 yılında 1 milyar dolarken 2005
yılında 4 milyar dolara, 2011 yılında ise 14,9 milyar dolara yükseldi.11 İran’ın uluslararası toplumda endişe yaratan nükleer programı
9 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız”,
Erişim: 17 Ocak 2016, http://www.mfa.gov.tr/komsularla-sifir-sorun-politikamiz.
tr.mfa
10 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız”.
11 Fatma Sarıarslan, “2000’li Yıllarda Türkiye-İran Ekonomik İlişkileri”, Erişim:
22 Şubat 2016, http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu14makale/fatma_sariaslan.pdf
182
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
yakından izlendi ve meselenin diplomatik ve barışçı yollardan çözümüne yönelik girişimler aralıksız sürdürüldü.
Bu dönemde en önemli bölgesel gelişme 2003 yılında Irak’ta yaşandı. ABD Orta Doğu’da yeni bir düzen oluşturmak maksadıyla,
BM’nin uyguladığı silah denetimine uymadığı ve gizli bir şekilde
kitle imha silahları ürettiği gerekçesiyle, askeri bir harekâtla Irak’ta
Saddam Hüseyin rejimini devirmeyi hedefledi. Türkiye bu harekâtın
olumsuz etkilerini en aza indirmek için gönülsüz de olsa ABD ile
işbirliği yapmak zorunda kaldı. Türkiye’de savaşa destek verilmesi
konusunda kararsızlık vardı. Bu nedenle, ABD’nin Türkiye üzerinden kuzey cephesi açmasını ve Türk askerinin de Irak’a girmesini
öngören tezkere TBMM’nde kabul edilmedi.
Türkiye, ABD tarafından belirlenen senaryonun oyuncusu olmak
istemedi. Orta Doğu’da kendisi düzen kurucu ülke olmak istiyordu. Bunun sonucu olarak ABD ile ilişkilerde kriz yaşanmaya başlanmıştı. Krizin derinleşmesini önlemek için Türk hava sahasının
ABD uçaklarına açılmasını ve Türk askerinin Irak’a gönderilmesini
öngören ikinci tezkere TBMM’nde kabul edildi. Fakat ABD askeri
harekâtı sadece güneyden yaptı ve Türk askerleri Irak’a girmedi.
Türkiye’nin ananevi dış politika prensiplerinden tutarlılık ve güvenilirlik prensibine uyulmadığı için müttefiklerle birlikte hareket
edilmemesinin maliyeti daha sonra ortaya çıktı. ABD yetkilileri Irak’ta karşılaşılan uzun süreli direnişi Türkiye üzerinden cephe açılmamasına bağladılar ve Türkiye’yi suçladılar. Hatta ABDTürkiye gerilimi Süleymaniye’de 10 Türk askerinin başına çuval
geçirilmesi ve gözaltına alınması boyutuna kadar ulaştı. Irak’ın
kuzeyindeki otorite boşluğunu değerlendiren PKK terör örgütü yeniden silahlı eylemlere başladı ve kuvvetlendi.
BİLGESAM Yayınları
183
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Türkiye gücünü olduğundan büyük değerlendirmiş ve gelişmeleri
düzen kurucu ülke olarak kendisinin yönlendirebileceğine inanmıştı. Bu durum tam tersine sonuçlandı. Müttefiklerle beraber hareket edilmediği taktirde düzen kurmak bir yana gelişmelerin dahi
Türkiye lehine yönlendirilemediği görüldü. Dönem içinde ABD
ile ilişkiler düzeltilmeye çalışıldı. ABD’nin terörizmin ideolojik
kaynağını kurutmak, Orta Doğu’da ekonomik, sosyal, siyasal,
güvenlik, hukuk vb. alanlarda reformlar yaparak sorunları çözmek
ve demokrasinin gelişmesini sağlamak maksadıyla uygulamaya
koyduğu Büyük Orta Doğu Projesi Türkiye’nin bu girişimi için
uygun ortamı sağladı. Türkiye bu projede eş başkan olarak önemli sorumluluklar aldı. Batı ile İslam dünyası arasındaki gerilimleri
azaltmak ve farklı medeniyetlerin benimsediği ortak değerlere dikkati çekmek maksadıyla Türkiye, İspanya ile birlikte Medeniyetler
İttifakı Projesi’ne eş başkanlık yaptı. Ayrıca AB ile müzakere süreci
başlatılarak reformlara ağırlık verildi. Türk siyasal ve hukuk sistemi Batılı normlara uygun hale getirilmeye çalışıldı. Bu projeler ile
Türkiye’nin ABD ve Batı ile ilişkileri düzelmeye ve Orta Doğu’daki
etkinliği artmaya başladı.
Irak’taki tüm siyasi gruplarla iyi ilişkiler kuruldu. Türkiye, Irak’ın,
siyasi birliği ve toprak bütünlüğü konusunda yoğun çaba harcadı.
Etnik ve mezhepsel gerilimlerin çatışmaya dönüşmemesi için taraflar arasında uzlaştırıcı bir rol oynadı. Irak’ın kuzeyindeki özerk
bölge yönetimiyle zaman zaman sorunlar yaşansa da sonunda uzlaşma sağlandı ve kültürel, ekonomik ve ticari ilişkiler geliştirildi.
Türkiye’nin girişimiyle başlatılmış olan “Irak’a Komşu Ülkeler Süreci”; ilk etapta Irak’ın komşularının, ardından ilgili ülke ve uluslararası kuruluşların Irak’a yönelik çabalarının eşgüdümü sağlandı.
Irak’ta istikrarın tesisine katkı yapıldı. Irak merkezi yönetimiyle
184
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
2008 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi oluşturuldu
ve ilişkiler çok boyutlu olarak derinleştirildi.12
Adana Anlaşması ile 1998’de düzelmeye başlayan Türkiye-Suriye
ilişkileri, 2000’li yıllarda uygulamaya konan dış politika sayesinde daha da yakınlaşmıştır. ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında kendini tehdit altında hisseden Suriye ile Türkiye arasında sorunlar
hızla çözülmüş ve siyasi ilişkiler geliştirilmiştir. Siyasi ilişkilerin
yakınlaşması ekonomik ilişkilerin de gelişmesine katkı yapmıştır.
İki ülke arasında hızla gelişen ekonomik ilişkiler kültürel ilişkileri de tetiklemiş ve adeta iki ülke arasında sınırların önemi ortadan
kalkmıştır.13 Yaratılan güven ortamı askeri işbirliğinin başlatılması
konusunda dahi adımlar atılmasını sağlamıştır. Türkiye, Suriye’nin
dünyaya açılan kapısı konumuna gelmiştir. Türkiye, İsrail ve Suriye
arasında arabuluculuk yapmıştır. Lübnan devlet başkanlığı krizinin
çözümünde ve Suriye’nin koruması altında bulunan HAMAS odaklı İsrail-Filistin sorunun çözümünde önemli rol oynamıştır.
Diğer tarafta Türkiye, milli bir dava olarak addettiği Kıbrıs konusunda sorunun çözümü yönünde de esnek ve yapıcı bir tutum benimsemiştir. Türkiye, Kıbrıs sorununun, yerleşmiş BM parametrelerine dayanan, adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulması
yönündeki tüm diyalog ve görüşmeleri desteklemiştir. BM Genel
Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde gerçekleştirdiği girişimlerin başarıya ulaştırılması için gayret sarf etmiştir. Uzun süren müzakerelerden sonra hazırlanan Annan Planı, içerdiği çeşitli
olumsuzluklara rağmen geç de olsa Kıbrıs Türk tarafından kabul
12 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye-Irak Siyasi İlişkileri”, Erişim: 17 Şubat 2016, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-irak-siyasi-iliskileri.tr.mfa
13 Baskın Oran ed. Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar Cilt III. s. 401-402.
BİLGESAM Yayınları
185
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
edilmiştir. Ancak Rum tarafının kabul etmemesi nedeniyle hayata
geçirilememiştir. Bu durum çözüm yolunda zorluk çıkaran tarafın
Türk değil Rum tarafı olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.14
Bu yıllarda Türkiye bölgede “sürdürülebilir barış ve istikrarın sağlanması” için gayret sarf etmektedir. Bu kapsamda; İran’ın nükleer
silahlanma faaliyetlerini durdurmasının yanı sıra İsrail’in de elindeki mevcut silahları imha etmesi gerektiği belirtilmektedir. HAMAS
liderlerinden Şeyh Ahmet Yasin ve Abdülaziz Rantisi’nin 2004’te
İsrail operasyonu sonucu öldürülmesi üzerine İsrail’in bölgede devlet terörü uyguladığı şeklindeki açıklama, İsrail tarafında rahatsızlık
ve tedirginlik meydana getirmiştir. Ancak PKK’nın Kuzey Irak’ta
faaliyetlerine yeniden başlaması, ABD ile 1 Mart Tezkeresi’ne bağlı olarak bozulan ilişkilerin düzeltilmesi ve Ermeni Soykırımı yasa
tasarıları karşısında uluslararası destek ihtiyacı İsrail’le ilişkilerde
yumuşamaya neden olmuştur.15
İzlenen çok yönlü ve çok boyutlu dış politika, Türkiye’nin Orta
Doğu Barış Süreci’nde aktif ve yapıcı bir rol alabileceğine yönelik
beklentileri artırmıştır. Bu çerçevede Türkiye’nin İsrail ile Suriye
arasında sürdürülecek müzakerelerde arabulucu ülke olması Suriye
ve İsrail taraflarınca kabul görmüştür. Ancak İsrail’in izlediği
politikalar Türkiye’nin tarafsız bir şekilde politika üretmesini
imkânsız hale getirmiştir. Bu anlamda ilk büyük kriz 2006’da
İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesiyle ortaya çıkmıştır. İkincisi
2008’de Gazze’ye “Dökme Kurşun” operasyonu ile yaşanmıştır.16
Saldırı süresinin uzaması, şiddet yoğunluğunun artması üzerine İs14 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız”.
15 “Türkiye-İsrail İlişkileri”, SDE Analiz, Ekim 2011, s.13.
16 A.g.e., s.14.
186
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
rail, Türkiye tarafından “devlet terörü işlemek” le itham edilmiştir.
İki devlet arasındaki kriz Davos diplomatik kriziyle daha da derinleşmiş ancak buna rağmen İsrail ile ilişkiler koparılmamıştır.
2010 yılından itibaren Orta Doğu bölgesinde Arap Baharı olarak
adlandırılan köklü değişimler yaşanmaya başlamıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu süreçte Orta Doğu bölgesinde yaşanan
gelişmeleri ve Türkiye’nin uyguladığı politikaları; “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma” başlığı altında
şu şekilde özetlemektedir. Buna göre, Türkiye, bu değişim sürecini
kendi ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır. Bu
kapsamda değişime ilişkin doğru bir anlayış geliştirmeye ve değişimlere uygun stratejiler oluşturmaya gayret etmiştir. Ortaya çıkan
risklerle mücadele edebilmek için Türkiye’nin bazı jeopolitik üstünlüklere sahip olduğu değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler
ışığında Türkiye politika oluşturma ilkelerine düzen kurucu aktör
ilkesini dâhil etmiş ve bu ilkeyi öncelemiştir. Ayrıca farklı paradigmalar, açıklanan ilkelerin uygulamaya dönüşmesini önemli ölçüde
etkilemiştir. Bunlardan birincisi; ulusal çıkarlarla birlikte değer
odaklı bir dış politika takip edilmesidir. Bu çerçevede Türkiye’nin
küresel bir aktör ve akil bir ülke olduğu vurgulanmıştır. Akil ülkelerin ekonomik kriz ve siyasal dönüşüm sürecinde; çatışmaların
önlenmesi, arabuluculuk, çatışma çözümü ve kalkınma yardımı konularında katkı yapması gerektiği belirtilmiştir. Küresel hedeflere
ulaşmak için evrensel değerlerin kararlı bir savunucusu olurken,
aynı zamanda onların yerel değerlerle birleştirilmesi amaçlanmıştır.
Adalet ve eşitlik ilkeleri gereği bölge halklarının; özellikle insan
hakları, demokrasi, iyi yönetişim, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü
gibi normlara sahip olması arzu edilmiştir. Bölgede demokratikleş-
BİLGESAM Yayınları
187
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
me deneyimi yaşanırken, demokratik değerleri destekleme ve ulusal
çıkarları savunma arasındaki denge korunmaya çalışılmıştır.17
İkincisi; Küresel aktör ve akil bir devlet olarak dönüşüm sürecinde
zorlukların üstesinden gelmek için özgüvenle hareket edilmelidir.
Sorumlulukların karşılanması için gerekli araçlar ve dışişleri
bakanlığının yetenekleri geliştirilmiştir. Üçüncüsü; dış politikanın
özerk bir şekilde belirlenmesi ve yürütülmesidir. Bu politikalar
çıkarlar ve değerler perspektifinde Batılı ülkelerle koordine
edilebilir ancak önemli olan dış güçlerin belirlediği politikalarda
roller alınması değil, Türkiye’nin kendi belirlediği politikaları
uygulamasıdır. Dördüncüsü ise vizyon temelli politikaların takip
edilmesidir. Akil ülke rolü ve kriz yönetimi ile vizyon yönetimi
arasında sağlıklı denge kurulmalıdır.18
Davutoğlu, bu esaslar doğrultusunda Türkiye’nin küresel düzeyde
vizyonunu; “uluslararası toplumun genelini kapsayan katılımcı bir
uluslararası düzenin kurulması” olarak belirtmiştir. Küresel düzenin
üç boyutu bulunmaktadır: diyalog ve çok taraflılığa dayalı bir siyasal düzen, adalet ve eşitliğe dayalı bir ekonomik düzen, kapsayıcılık
ve uzlaşmaya dayalı bir kültürel düzen.19
Bölgesel düzeyde vizyonu ise; bölge devletlerinin demokrasi ve
gerçek anlamda ekonomik karşılıklı bağımlılık kapsamında birbir17 Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma”, SDE, 2012, Erişim: 19 Ocak 2016, 3-4, http://sam.gov.tr/tr/wp-content/
uploads/2012/08/vision_paper_turkce_031.pdf
18 Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma”, s. 5-7.
19 Ahmet Davutoğlu, “Küresel Yönetişim”, SAM Vision Papers, No.2, (Ankara:
Mart 2012), 8-14, Erişim :22 Şubat 2016, http://sam.gov.tr/tr/wp-content/uploads/2012/05/vision_Paper_02_Turkce.pdf
188
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
leriyle tamamen bütünleştiği; halkların meşru taleplerini yansıtan,
temsili siyasal sistemler üzerine inşa edilmiş bölgesel bir düzendir.20
Davutoğlu’nun belirlediği bu vizyon Türkiye’nin Orta Doğu
ve Kuzey Afrika’daki halk hareketlerine yönelik politikalarını
şekillendirdi. Türkiye’nin değer odaklı yaklaşımı, demokrasi ve
genel meşruiyete olan vurgusu Orta Doğu’daki ayaklanmalara
ilişkin politikalarına yön verdi. Tunus’taki devrimle birlikte
uygulanması gereken politikaların temel ilkeleri belirlendi. İlk
olarak ifade özgürlüğü ve diğer siyasal reformlar talep eden halkların
desteklenmesine karar verildi. Geçici güç dengesi hesapları dikkate
alınarak halklarla derin ve değerli dostluğu sürdürme amacından
vazgeçilmeyecekti. İkincisi, istikrarlı ve meşru demokratik siyasal
yapılara geçişin; güvenlik ve özgürlük arasında oluşturulacak
bir dengeyle sağlanabileceği vurgulandı. Üçüncüsü, demokratik
taleplere atfedilen önem ile komşularla sıfır sorun ilkesi arasında
bir çelişki yoktu. Bu nedenle baskıcı rejimlere karşı durulmalıydı.
Dördüncüsü, bölgenin geleceğini bölge halkları belirlemeliydi, bu
nedenle de dış müdahaleye karşı durulmalıydı. Beşincisi, bölgedeki
tüm halklar ebedi kardeş olarak kabul edildi ve mezhepsel gerilimleri
azaltmanın bir görev olduğu vurgulandı.21
Davutoğlu’na göre Orta Doğu’daki halk ayaklanmalarında talep
edilen değerler, Türk halkının sahip olduğu değerlerle aynıydı.
Halkların bunları talep etmeye hakları vardı. Halkların demokrasi
mücadelesinde tarihin doğru tarafında yer alınmalıydı. Ülkeyi kendi
20 Ahmet Davutoğlu, “Geleceğe Yönelik Bir Balkan Vizyonu”, SAM Vision
Papers, No.1, (Ankara: Ekim 2011), 5-11. http://sam.gov.tr/tr/wp-content/uploads/2012/05/Vision_Paper_No1_Turkce.pdf
21 Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma”, s. 8.
BİLGESAM Yayınları
189
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
şahsi mülkü gibi gören, evrensel değerler ve temel insan haklarını,
bilhassa hayat hakkını, tamamıyla hiçe sayan rejimlere müsamaha
gösterilemezdi. Türkiye Arap halklarının taleplerine “nerede olurlarsa olsunlar ve taleplerinin içeriği ne olursa olsun” koşulsuz destek vermeye karar verdi.22 Ancak tarihsel deneyimlerden elde edilen
Arap ülkelerinin kendi aralarındaki ve içlerindeki anlaşmazlıklara
karışılmaması ve taraf tutulmaması ilkesi göz ardı edildi. Devletlerin değil sokaklarda gösteri yapan halkların yanında yer alınması riskli bir karardı. Ayrıca bu yaklaşım uygulamada devletlerin
iç işlerine karışılması yolunu açtı. Otoriter yönetimler ile halklar
arasındaki çatışmaların derinleşmesi Türkiye’nin Orta Doğu’daki
sorunlara daha fazla müdahil olması sonucunu doğurdu. Böylece,
dış politika, mevcut koşulların ötesine geçerek fazla ideolojik bir
özellik kazandı.
Davutoğlu’nun belirlediği esaslar doğrultusunda rejimlere halklarının demokrasi arayışını göz ardı etmemeleri tavsiye edildi. Onlardan özgürlük ve güvenlik arasındaki dengeyi kurmaları istendi.
Güvenliğin özgürlük için feda edilmesi durumunda kargaşa, özgürlüğün güvenlik için feda edilmesi durumunda diktatörlük rejimlerinin ortaya çıktığı vurgulandı. Güvenliği riske atmadan azami
derecede özgürlük ve özgürlükleri sınırlamadan azami derecede güvenlik sağlanması konusunda liderler teşvik edildi.23 Ancak halkların desteklenmesi ve devletlerin tamamen ihmal edilmesi durumunda, Suriye’de olduğu gibi demokratik olmayan diğer küresel ve
bölgesel güçlerin rejimi ayakta tutabilmek için müdahale edecekleri
ve bunun sonucunda iç savaş çıkacağı ve özgürlüklerin tamamen
22 A.g.e., s. 8.
23 A.g.e., s. 9.
190
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ortadan kalkacağı değerlendirilemedi. Uzun vadeli vizyoner politikanın gerekli koşulu olan esneklik gösterilemediği için çoğu zaman
başarılı sonuçlar alınamadı.
Rejimler ve halklar arasında arabuluculuk yapmak için diplomasinin tüm araçları kullanıldı. Türkiye, rejimler vatandaşlarına karşı
kaba kuvvet kullandıklarında, kan dökülmemesi ve katliamların
sona erdirilmesi için diplomatik çözümler aradı. Yıkıcı etkileri
nedeniyle askeri dış müdahaleler engellenmeye çalışıldı. Aynı zamanda liderlerin zulümlerine karşı sessiz kalınmadı ve zulmü sona
erdirmek için uluslararası toplumla birlikte hareket edildi.24 Ancak
uluslararası toplum Mısır’daki darbede olduğu gibi esneklik göstererek farklı uygulamalara gidince Türk dış politikasında benzer
esneklik sağlanamadı. İdealist politikalar sahadaki gerçeklerden
uzaklaşmaya başladı.
Bölgede sınırsız işbirliği ve ekonomik entegrasyon arzulandığı için
geçiş sürecinin yeni bölünmelere neden olmamasına dikkat edilmeliydi. Özellikle, mezhepler arası bölünmeleri – mesela Şii siyasal
rejimlere karşı Sünni siyasal rejimler, eski rejimlere karşı yeni demokratik rejimlerin savunucuları – önlemek için gerekli girişimlerde bulunulmalıydı.25 Türkiye Arap halklarının demokrasi arayışını,
Sünni İslam anlayışı ve Ankara merkezli olarak değerlendirmek
durumunda kaldı. Özellikle İran’ın Suriye’de Esad rejimini ayakta
tutma konusundaki kararlılığı, Irak’ta merkezi hükümeti desteklemesi ve Yemen’de Husileri kullanma yönündeki tutumu farklı mezheplerdeki devletler arasındaki ayrışmayı derinleştirdi. Suriye’de ve
bölgede mezhepsel gerilimler ve rejimler arası çatışmalar daha da
arttı.
24 A.g.e., s. 9.
25 A.e., s. 9.
BİLGESAM Yayınları
191
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Dış politikada açıklanan vizyon, belirlenen hedef ve prensipler doğrultusunda hareket edilmesi öngörülmesine rağmen başarılı sonuçlar
alınamadı. AB ile müzakerelerin yavaşlaması ve ilişkilerin bozulması, Rusya ile ilişkilerin gelişmesi ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne
üye olunması yönündeki söylemler bu olumsuzlukları daha da derinleştirdi. Dış politikada Batıyla ters düşüldüğü yönündeki algılar
kuvvetlendi. Batıdan uzaklaştıkça insan hakları, demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü gibi kavramlardan da uzaklaşıldığı
yönündeki eleştiriler arttı.
2000’li yılların başlarındaki vizyon, hedef ve prensipler doğrultusunda gerçekleştirilen politika ve uygulamalar, Ortadoğu’da yaşanan hızlı değişim ve gelişmeler sonrasında her geçen gün sahadaki
gerçeklerden uzaklaşmaya başladı. İdealist yaklaşımlar çerçevesinde ahlaki, adil ve değerler üzerine kurulması arzu edilen küresel
ve bölgesel sistemler üzerine yoğunlaşıldı. Türkiye başlangıçta bölgesel bir güç, daha sonra küresel bir aktör ve müteakiben küresel
bir güç olarak değerlendirildi. Gücün olduğundan büyük değerlendirilmesi ve bu doğrultuda söylem, hedef ve politikaların geliştirilmesi; olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. Söylemler, özellikle Avrupa
ve ABD medyalarında “Türkiye eksen mi değiştiriyor, Batı’dan
ayrılıyor mu?” yönündeki algıları kuvvetlendirdi. Bu görüş doğrultusunda hareket eden müttefik ve müttefik olmayan devletler,
güvenlikleri ve bazı önemli çıkarlarının tehdit edildiği izlenimine
kapılarak Türkiye’nin bölgede etkisini engelleme çabası içine girdiler. Bu ihtimal dikkate alınmadığı için Türkiye yıpratılması gereken
hedef ülke durumuna geldi.
Bu kapsamda Türkiye, Brezilya ve İran arasında geliştirilen “Tahran Anlaşması” ilk hayal kırıklığının yaşanmasına neden oldu. 17
192
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Mayıs 2010’da Türkiye, İran ve Brezilya arasında uranyum takası konusunda mutabakat metni imzalandı. Düzen kurucu ülke olarak proaktif bir anlayışla gerçekleştirilen bu anlaşma BM Güvenlik Konseyi’nden destek almadı. ABD’nin girişimiyle İran’a ağır
yaptırımlar uygulanmasını öngören 1929 sayılı karar 10 Haziran
2010’da Türkiye ve Brezilya’nın ret oyuna rağmen BM Güvenlik
Konseyi’nde kabul edildi.26 Ayrıca bu gelişme ABD’nin büyük tepkisine neden oldu ve Türkiye’nin Batı bloku içindeki yeri sorgulanmaya başlandı.
Türk dış politikasının Batı ile ters düşme süreci Mavi Marmara olayı ile hızlandı. Türkiye, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo konusuna uluslararası kamuoyunun dikkatini çekerken, İnsani Yardım
Vakfı’nın organizasyonu ile Mavi Marmara adlı gemi, Gazze’ye
yardım malzemeleri götürmek üzere bir grup gemi ile birlikte yola
çıktı. 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye yakın uluslararası sularda İsrail Ordusunun gemiye asker çıkarması üzerine organizasyon
amacına ulaşamadı. Saldırıda İsrail komandoları tarafından 9 Türk
öldürüldü, 30’u yaralandı.27 Türkiye-İsrail ilişkileri derin yara aldı.
Türkiye her platformda İsrail’e karşı ağır eleştirilerde bulundu.
İran’ın nükleer silah elde etmeye çalıştığı konusunda yapılan
eleştiriye, her zaman İsrail nükleer silahları konusunu gündeme
getirerek cevap verdi. Bu durum Tahran Anlaşması’yla başlayan
olumsuz süreci daha da kötü hale getirdi.
26 Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier, “Kaos Senaryolarının Merkezinde İran”,
BİLGESAM Rapor, 2012, s.12,Erişim:Şubat2016,http://www.bilgesam.org/Images/
Dokumanlar/0-173-2014040850rapor_40_kaos_senaryolarinin_merkezinde_iran.
pdf
27 İsrail Mavi Marmara›ya saldırdı: 9 ölü 30 yaralı”, T24, 31 Mayıs 2010, Erişim:
13 Aralık 2015, http://t24.com.tr/haber/israil-mavi-marmaraya-saldirdi-9-olu-30yarali,79210
BİLGESAM Yayınları
193
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Büyük Orta Doğu Projesi ve Medeniyetler İttifak’ı ile Orta Doğu’da
cazibe merkezi haline gelen Türkiye, Arap Baharı sürecinin başlangıcında bölgedeki etkinliğini daha da artırdı. Sıcak çatışmaların
tarafı olmadan, daha çok insani yardım ve Libya’da olduğu gibi
tahliye harekâtı ile gündemde yer aldı. Türkiye gelişen özgürlükçü yaklaşımı, demokrasisi, ekonomisi ve artan refahı ile Orta Doğu
halkları için örnek bir ülke konumuna geldi. TESEV tarafından
2011’de Orta Doğu ülkelerinde yapılan bir araştırmada “Türkiye,
Orta Doğu ülkeleri için başarılı bir model olabilir mi?” sorusuna
katılanların % 61’i “Evet” demişti.28 Nüfusunun çoğunluğunun
Müslüman olması ve Batı dünyası içindeki yeri onu ayrıcalıklı bir
ülke konumuna yükseltmişti. Tunus ve Mısır’da devrimler sonrası
iktidara gelen yönetimler yüzünü Türkiye’ye dönmüştü. Bu durum
Türkiye’nin özgüvenini o kadar artırdı ki, küresel bir güç gibi özerk
politikalar uygulamaya ve Orta Doğu’da düzen kurucu bir ülke
olarak davranmaya başladı. Bu kapsamda Müslüman Kardeşler ile
ilişkilerini hızla geliştirdi ve HAMAS ile daha da yakınlaştı. Bu sayede Orta Doğu’da etki alanını eski Osmanlı coğrafyasına genişletebileceğini değerlendirdi.
Türkiye, Suriye’de halk hareketleri ayaklanmaya dönüşünce, kısa
bir süre Esad’ı reformlar yapmaya teşvik etti. Bunda başarılı olamayınca, Esad’la ilişkiyi kesti ve halkın yanında yer aldı. Düzen
kurucu bir ülke olarak Suriye’de muhalefeti teşkilatlandırmaya çalıştı. Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerle birlikte muhaliflere her
türlü yardımı yaptı. İran, gelişmeleri Nusayri Esad yönetimine karşı
Sünnilerin bir savaşı olarak değerlendirdi ve kendi çıkarlarına teh28 “Orta Doğu’da Türkiye Algısı”, TESEV, 2 Şubat 2011, Erişim: 23 Şubat 2016,
http://tesev.org.tr/wp-content/uploads/2015/11/Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2010.
pdf
194
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
dit olarak gördü. Ayrıca Irak’ta Şii yönetimin Sünniler üzerindeki
hâkimiyetini geliştirmesini destekledi. Bahreyn, Yemen, Katar ve
Suudi Arabistan’da Şii ayaklanmalarına karşı yapılan operasyonlara tepki gösterdi. Orta Doğu’da Şii-Sünni gerilimi ve İran-Türkiye,
İran-Suudi Arabistan rekabeti artmaya başladı.
Türkiye’nin dış politikasında yaşanan en olumsuz gelişmeler, küresel ve bölgesel aktörlerin etkisiyle Arap Baharı’nın tersine dönme
sürecinde yaşandı. Libya’da Eylül 2012’de ABD Büyükelçiliği’nin
basılması, Büyükelçi ve 3 elçilik personelinin öldürülmesi sonrasında Arap Baharında süreç tersine döndü. Arap Baharı ile Batı değerlerinin bölgeye yerleşmesinin kendi çıkarlarına uygun olduğunu
değerlendiren ABD, gelişmelerin kendi çıkarlarına hizmet etmediğini görünce farklı bir politika uygulamaya başladı. ABD için Orta
Doğu’da en büyük tehdit bölge içinden bir gücün gelişerek nüfuzunu artırması ve hâkim bir duruma gelmesidir. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ve HAMAS ile ilişkilerini geliştirerek bölgede nüfuzunu artırması, bölgede oyun kurucu ülke olduğunu ileri sürmesi
ve bu doğrultuda hareket etmesi; hem ABD hem de İran’da rahatsızlık yarattı. Hatta Müslüman Kardeşlerle ilişkisi nedeniyle Suudi
Arabistan’da dahi şüphe oluşturdu.29
Müslüman Kardeşlerin merkezi Mısır’da, Suudi Arabistan destekli
selefi gruplar Cumhurbaşkanı Mursi yönetiminden desteğini çekti.
Cumhurbaşkanı Mursi, Mısır’ı yönetmekte sorunlar yaşadı ve olaylar çıktı. Halkın tepkisini öne süren Sisi 3 Temmuz 2013’de silahlı
kuvvetleri arkasına alarak darbe yaptı. “Mursi halk desteğini kay29 Atilla Sandıklı, “Türk Dış Politikasının Analizi II”, Yeni Yüzyıl, 24 Kasım
2015, Erişim: 12 Aralık 2015, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/turk-dispolitikasinin-analizi-ii-192
BİLGESAM Yayınları
195
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
betti” gerekçesiyle darbe ABD ve Batı tarafından desteklendi. Türkiye darbeyi kınadı ve darbe sonrasında kurulan hükümeti meşru bir
yönetim olarak tanımadı. Mısır’la ilişkiler koptu. Ortadoğu politikaları konusunda ABD ve Batı ile ayrışma derinleşti.
Yine 2013 yılında Suriye ile kimyasal silahların imhasına yönelik
anlaşma imzalandıktan sonra, öncelikli tehdit ortadan kalktığı için
ABD ve Batılı güçler Suriye’de ılımlı muhalif güçlere yaptığı yardımı kesti. Türkiye, Suriye’deki gelişmeler karşısında yalnız bırakıldı ve uygulamaya çalıştığı bütün politikalar bir bir başarısızlığa
uğradı. PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD ve YPG’ye
destek arttı. Irak’ın kuzeyindekine benzer özerk bir Kürt devletinin
temelleri atılmaya başladı.30 Irak’taki iç savaşla merkezi yönetimin
dış desteklerle güçlendirilmesi yönündeki gelişme, bölgesel güçler
arasındaki bölünmeleri derinleştirdi. Rusya’nın Suriye’de Esad rejimini güçlendirme politikası, Türkiye ile Rusya’nın politikalarının
ters düşme sürecini başlattı.
Küresel ve bölgesel güçler tarafından görmezden gelinen IŞİD hızla
gelişti. Irak ve Suriye’de önemli bir bölgeyi işgal etti. Yapmış olduğu insanlık dışı eylemler ve katliamlar sonrasında Sünni İslam
anlayışı da büyük bir darbe aldı. Özellikle Batının İran’a yaklaşma
girişimleri, Batı-Suudi Arabistan ilişkilerinin girdiği süreç bölgede
İran lehine bir görüntü ortaya çıkardı.
Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırması, Esad’ın bölgedeki
pozisyonunu kuvvetlendirdi. Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri
yönlendirebilme kabiliyeti büyük oranda azaldı. Uluslararası ilişkiler ve güvenlik ortamı Türkiye’nin aleyhine döndü. Gelişmelerin
30 Atilla Sandıklı, “Türk Dış Politikasının Analizi II”.
196
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
PKK ve Kürt dinamiğinin çıkarları doğrultusunda önemli fırsatlar
yaratabileceği öngörülemedi. Suriye’nin kuzeyinde PKK uzantısı
PYD’nin özerk bir Kürt devleti kurma ve petrol sahalarını kontrol
etme girişimi; Irak’ın kuzeyinde Özerk Kürt Yönetiminin bağımsızlığını ilan etmesi; PKK’nın Türkiye’de özerklik taleplerinin kitlesel
halk hareketlerine dönüşmesi risklerine karşı bütüncül politikalar
geliştirilemedi ve gerekli tedbirler zamanında alınamadı.
Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak yurt içinde de potansiyel gerilimler arttı, Gezi Olayları ve 6-8 Ekim Kobani Kalkışması ile çatışmaya dönüştü. Çözüm süreci çöktü ve PKK Terör Örgütünün eylemleri
arttı. Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın Cizre, Silopi ve İdil, Mardin’in
Dargeçit ve Nusaybin, Hakkâri’nin Yüksekova ilçelerinde hendek
ve barikatlar kurulup kurtarılmış bölgeler oluşturuldu. Ankara’da
sivillere yönelik iki büyük terör saldırısı gerçekleştirildi.
PKK’nın fiili özerk (kurtarılmış) bölgeler kurarak kitlesel halk hareketi ile sonuç alma stratejisi; devletin gösterdiği kuvvetli mücadele
iradesi, TSK’nın ve diğer güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları,
bölge halkının terör örgütlerine destek vermemesi ve hatta direnç
göstermesi sayesinde başarısızlığa uğratıldı. PKK terör örgütü eylemlerini tekrar kırsala ve büyük şehirlere kaydırmaya başladı. Bölgede kalıcı bir barışın sağlanması için kapsamlı bir siyaset henüz
geliştirilemedi.
Türkiye’nin, Suriye’de IŞİD karşıtı koalisyona aktif olarak katılması
sonrasında, IŞİD Terör Örgütü iç çatışmayı körüklemek maksadıyla Silvan, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da büyük terör eylemleri
gerçekleştirdi. Özellikle Kilis bölgesi olmak üzere sınır bölgelerimizdeki kentleri Katyuşa roketleriyle vurmaya başladı. Buna kar-
BİLGESAM Yayınları
197
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
şılık Türkiye de uzun menzilli topçu ateşi ve Koalisyon güçlerinin
hava taarruzlarıyla Suriye’deki IŞİD mevzilerini vurmaktadır.
Orta Doğu’da meydana gelen kaosun ve uygulanan olumsuz politikaların Türkiye’ye yüklediği en büyük sorunlardan birisi, 3 milyona
yakın Suriyelinin Türkiye’ye sığınmasıdır. Bu sorun, Türkiye’de
bugün ve gelecekte önemli siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve güvenlik problemleri yaratacak potansiyeldedir. Ayrıca AB ile ilişkileri de etkilemektedir.
Gelinen noktada Türkiye uluslararası prestijini hızla kaybetmeye
başladı. BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için 2008’de yapılan
seçimlerde 153 oy alan ve üyeliğe seçilen Türkiye, 2014’de
yapılan seçimlerde sadece 73 oy aldı ve üyeliğe seçilemedi.31
TESEV’in Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolü ile ilgili yaptığı anket
çalışmalarında Orta Doğu halklarının Türkiye’ye olumlu bakışının,
2010 ile 2013 yılları arasında %19 civarında bir düşüş yaşadığı
görülmektedir.32 Herkesin güvenilir bir ülke olarak gördüğü ve bütün devletlerle iletişim ve etkileşim kurabilen arabulucu vasıflarına
sahip Türkiye, küresel, bölgesel ve ülkesel sorunlar yaşayan bir ülke
konumuna düştü. Batı ülkeleri Türkiye’nin Orta Doğu politikalarını
daha fazla sorgulamaya başladı. Orta Doğu’da İsrail, Mısır, Suri31 “Türkiye BM Güvenlik Konseyi’ne giremedi”, BBC Türkçe, 17 Ekim 2014,
Erişim: 22 Ocak 2016,
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141016_turkiye_bm
32“OrtaDoğu’daTürkiyeAlgısı2010”,http://tesev.org.tr/wpcontent/uploads/2015/11/
Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2010.pdf,“Orta Doğu’da Türkiye Algısı 2011”,
http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/pdf/Ortadogu_Turkiye_Algisi_2011.pdf, “Orta
Doğu’da Türkiye Algısı 2012”,http://www.fes-tuerkei.org/media/pdf/Publik
ationen%20Archiv/Ortak%20Yay%C4%B1nlar/2012%20Ortado%C4%9Fu’da%20
T%C3%BCrkiye%20Alg%C4%B1s%C4%B1%20(TUR)%202012_pdf.pdf, “Orta
Doğu’da Türkiye Algısı 2013”, http://tesev.org.tr/wp-content/uploads/2015/11/Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2013.pdf
198
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
ye, Irak ve İran’la ilişkiler kötüleşti. Suudi Arabistan ile ilişkiler iyi
olarak görülmesine rağmen ilişkilerde güven azaldığı için rekabete
dayalı şüpheli yaklaşım ve uygulamalar devam etmektedir. Yine
bölgede etkin olan Rusya ile uçak düşürme olayından sonra ilişkiler
kopmuş, düşmanca yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. ABD ile güvene
dayanan ilişkilerin yerini güvensizlik almış, karşılıklı niyet ve politikalar konusunda şüpheler ön plana çıkmıştır.
Suriye’nin güney sınırımıza yakın bölgelerde PKK terör örgütü ve
onun Suriye’deki kolu PYD bölgedeki etkinliğini artmıştır. PYD,
Türkiye’nin tepki göstermesine rağmen müttefiklerimizle bile ilişkiler geliştirebilmektedir. PKK ve YPG, IŞİD, DHKPC ve MLKP
son zamanlarda Türkiye’de eylemlerini yoğunlaştırmıştır. Suriye ve
Irak’taki gelişmelerin Türkiye aleyhine şekillenmesi, Türkiye’nin iç
güvenlik risklerini daha da yükseltmiştir.
Türkiye, Orta Doğu vizyonunu ve politikalarını tekrar gözden geçirmek durumundadır. Bu vizyon ve politikaların oluşturulmasına
ve uygulanmasına etki edecek olan iç politika ortamı ile bölgesel ve
küresel ilişkiler ortamı yeniden şekillendirilmeye çalışılmalıdır. Son
aylarda AB ile ilişkiler ortamında tekrar yakalanan olumlu zemin
hızla geliştirilmelidir. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine yönelik
olumlu gelişmeler sonuçlandırılmalıdır. 2016 yılı içinde Başbakan
Davutoğlu’nun İran ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Ankara ziyaretleri faydalı olmuştur. Ayrıca İstanbul’da yapılan İslam
İşbirliği Teşkilatı toplantısında Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip
Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve müteakiben Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdulaziz ile yapılan görüşmeler
önemli girişimlerdir. İran ile başlayan bu diyalog süreci karşılıklı
ziyaretlerle genişletilmeli ve İran’la bölgesel politikalar konusundaki uzaklık azaltılmalıdır.
BİLGESAM Yayınları
199
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Mısır’daki darbe yönetimine rağmen uluslararası toplumun Sisi yönetimi ile ilişkilerindeki gelişmeler dikkate alındığında, Mısır ile
ilişkilerin normalleşme sürecine girmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’nin girişimleri ile Mısır ile ilişkiler çok kısa sürede düzeltilebilir. Bölge halklarının beklentisi Türkiye, İran, Mısır ve Suudi
Arabistan arasında bölgenin geleceği yönünde bir uzlaşma zemininin oluşturulmasıdır. İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesi, Türkiye’nin tüm bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesini ve bölgede daha fazla dengeleyici rol oynamasını zorunlu
kılmaktadır. Bu ivme yakalanabilirse küresel güçler de uzlaşma
zeminine katkı sağlayabilir.
Sonuç ve Öneriler
Türk dış politikasının Orta Doğu vizyonu incelendiğinde, 2000’li
yılların başında politika oluşum süreçleri ve uygulamaları kuruluş
hedef ve prensipleri ile tarihsel deneyimlere büyük ölçüde uygundur. Bu dönemdeki politikalar ve uygulamalar başarılı sonuçlar vermiş, Türkiye hem Batı hem de Orta Doğu ülkeleri arasında takdir
edilen saygın bir ülke konumuna gelmiştir.
Ancak daha sonraki yıllarda Orta Doğu vizyonu ve uygulamaları,
tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. Bunun
nedenleri; vizyon temelli dış politika arayışı kapsamında sahadaki
gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılması; güç, çıkar ve politika
ilişkisinin yanlış kurgulanması; hedeflerin belirlenmesinde ve prensiplerin uygulanmasında önemli hatalar yapılması; ve gerçekler,
söylemler ve uygulamalar arasında farklar oluşmasıdır.
Türkiye’nin kuruluşundaki dış politika hedef ve prensipleri ile yaşanan tarihsel deneyimlerden alınan derslere uygun olarak Türkiye’nin
200
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Orta Doğu vizyonu; ulusal çıkarları hedefleyen; küresel ve bölgesel
güçlerin beklentileri ve politikalarını dikkate alan; Batılı müttefiklerimizin beklentileri ile bölge ülkelerinin algılarını dengeleyen;
bölgesel barış, istikrar ve refahı öngören; ekonomik entegrasyonu
önceleyen; bölgedeki farklılıkları dikkate alarak çoğulcu bir anlayışı benimseyen; eşitlik temelinde uzlaşmaya önem veren; sorunların
bir parçası olmamaya özen gösteren; gerçekçilik ve esneklik prensiplerine uygun politikalar üzerine inşa edilmelidir.
Türkiye’nin Orta Doğu’daki konumunu pekiştirecek en tutarlı uygulama; sorunların bir parçası olmadan, sorunlara çözüm bulabilecek ve arabuluculuk icra edilebilecek bir politika üretmektir. Bu
politika gereği ittifaklar, Kuruluş dönemi dış politika hedef ve vizyonunda olduğu gibi milli menfaatler dikkate alınarak gerçekçilik
ve dengecilik prensiplerine uygun olarak oluşturulmalıdır. Daha net
bir deyişle; Batı’nın ittifak sisteminin parçası olarak gerekenler yerine getirilirken, Orta Doğu devletlerinin hassasiyetleri ile tarihi ve
kültürel etkileşimler göz ardı edilmemelidir. Bu iki etken arasında
konjonktürel durum da dikkate alınarak optimal bir denge sağlanmalıdır.
Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler,
prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak vizyon ve politikalarda dikkate alınmalıdır.
Uluslararası hukuk kurallarına uyulması konusunda yeterli hassasiyet gösterilmelidir.
Dış politikanın halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir devlet politikası olması için gerek vizyon oluşturma gerekse politika
geliştirme ve uygulama sürecinde; başta bürokrasinin, muhalefet
BİLGESAM Yayınları
201
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
partilerinin, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşlarının, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş ve eleştirileri daha fazla
dikkate alınmalıdır.
Orta Doğu’ya yönelik vizyon ve politikalar oluşturulurken bölge
ülkelerinin tarih algısı ve Türkiye’den beklentileri gerçekçi olarak
değerlendirilmeli, bölgesel hassasiyetler belirlenmeli, bölgedeki gelişmeler doğrultusunda sahada oluşan gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılmamalıdır.
Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve
politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel
müttefiklerle, daha uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. Bu nedenle
küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki çıkarları, hedef ve politikaları dikkate alınmalıdır.
Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı riskleri de dikkate alarak devletlerin egemenlik haklarına saygı gösterilmeli ve içişlerine müdahaleden kaçınılmalıdır.
Devletler veya devlet yönetimleri ile halklar arasındaki anlaşmazlıklarda sonuna kadar uzlaştırıcı politikalarda ısrar edilmeli, bu
mümkün olmuyorsa tarafsız ve uzak kalınmalıdır.
Batılı müttefikler dâhil diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerde istişare
mekanizmalarına daha fazla önem verilmeli ve çıkar dengeleri karşılıklı diyaloglarla kurulmaya çalışılmalıdır.
Karşılıklı diyaloglarda diplomatik nezaket kurallarına uyulmalıdır.
Yeni Osmanlıcılık algısını oluşturacak revizyonizm izlenimi veren
söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır.
202
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
Suudi Arabistan ve İran arasındaki güç mücadeleleri ve bu mücadelede mezhep farkının kullanılmasına rağmen, Türkiye mezhebe
dayalı politikalardan uzak durmalıdır.
Batı ülkelerince uluslararası meşruiyeti sorgulanan örgütlerle ve
bazı devletler tarafından terör örgütü olarak değerlendirilen gruplarla ilişki kurulmamalıdır.
Orta Doğu’da değişen dış politika ortamı gerçekçi olarak değerlendirilerek, esneklik prensibi doğrultusunda küresel ve bölgesel ilişkiler gözden geçirilmelidir.
Bu kapsamda AB ve İsrail ile ilişkilerdeki olumlu gelişmeler memnuniyet vericidir. İsrail ile ilişkilerin düzeltilme süreci hızlandırılmalıdır. Benzer şekilde uluslararası toplumun tutumu da dikkate
alınarak Mısır ile ilişkiler yeniden canlandırılmalıdır.
Suriye politikası bölgede meydana gelen yeni gelişmeler ışığında
yeniden şekillendirilmeli, Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ABD,
Rusya, İran ve Suudi Arabistan arasında bir uzlaşma arayışına girilmelidir.
İran ile bölgesel sorunların çözümüne yönelik diyalog geliştirilmeli
ve belirli bir uzlaşma zemini oluşturulmalıdır.
Suriye politikaları nedeniyle Rusya ile zaten gergin olan ilişkileri
daha fazla tırmandırmamak için askeri ve siyasi alanlarda gerginliği
artıracak söylem ve eylemlerden kaçınılmalıdır.
Rusya ile ilişkilerin onarılması maksadıyla Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerle bir araya gelerek, bu güne kadar elde edilmiş olan Karadeniz
Donanma İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) ve Karadeniz
Uyum Harekâtı (BLACKSEA HARMONY) gibi kazanımların devam ettirilmesi ve geliştirilmesi yönünde girişimler yapılmalıdır.
BİLGESAM Yayınları
203
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
TÜRK HALKI DEMOKRASİ İÇİN TEK YÜREK*
Demokrasi ve şehitlerimiz için düzenlenen Yenikapı mitingi 7
Ağustos Pazar günü olağanüstü bir katılıma gerçekleşti. Yaklaşık 5
milyon insanın alanı doldurduğu mitingde, miting sahası dışındaki
yerler de dolmuştu. Miting sahasının çevresinde, çok uzun mesafeden geldiği halde yer bulamayan binlerce insan vardı.
Türk halkı Yenikapı’da düzenlenen demokrasi ve şehitler mitinginde iktidarı ve muhalefeti ile tek yürek haline geldi. Uzun yıllardır,
iktidar ve muhalefet arasındaki gerilimler Yenikapı’da yerini uzlaşma ve işbirliğine bıraktı. Millet olarak birlik ve beraberliğimizin
adeta simgesi oldu Yenikapı. Yenikapı’dan yükselen heyecan, coşku
ve söylemler dosta güven, Türkiye düşmanlarında ise korku yarattı.
Bu özellikleriyle Yenikapı bir dönemin sonu, yeni bir dönemin başlangıç noktası olarak da değerlendirilebilir.
Bu uzlaşma ve işbirliği zemini, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar
Merkezi (BİLGESAM) olarak umut ettiğimiz ve çalışmalarımızı bu
doğrultuda yürüttüğümüz ve hedeflediğimiz bir sonuçtu. Biz BİLGESAM olarak bütün çalışmalarımızın sonunda yapmış olduğumuz
önerilerde Türk halkı içindeki ötekileşme ve kutuplaşmanın yerini
uzlaşma ve işbirliği süreçlerinin alması gerektiğini vurgulamıştık.
Bu nedenle BİLGESAM Başkanı olarak 12:00-13:00 civarında erken saatlerde miting alanına ulaştım. Başlangıçta halkın heyecan ve
duygularını paylaşmaya çalıştım. Onlarla birlikte darbelere ve teröre karşı tepkimizi dile getirdik. Bunun yanında halkın demokrasi,
şehitler, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü ile geleceğe yönelik umutlarını ifade ettiği haykırışlarına katıldım. Uzun bir süre alandaki bu
* Bu yazı 9 Ağustos 2016 tarihinde www.bilgesam.org adresinde yayımlanmıştır.
204
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
coşkuya katıldıktan sonra protokol kartını alarak protokolün bulunduğu alana geçtik. Burada darbe girişimine canlarını esirgemeden
feda eden şehitlerimizin aileleri ve yaralı gazilerimizle birlikte olduk. Onlardan darbe günü yaşanan hainlikleri ve hainlerle mücadele eden bu kahramanların yaşadıklarını dinledik. Onlarla beraber o
anın hem acısını hem de heyecanını bir kere daha yaşadık. Ama asıl
önemli olan bu insanların geleceğe, Türkiye’nin geleceğine umutları ve özlemleri bizi daha çok etkiledi. Yaşanan bütün bu problemlere ve acılara rağmen o kahramanlar ve o kahramanların aileleri
Türkiye’nin geleceğine umutla, güvenle ve heyecanla bakıyor.
Süreç ilerledikçe Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları
alana geldi. Türk halkının komutanlarını bağrına basarak Türk Silahlı Kuvvetlerini sahiplendiğine tanık olduk. Türk halkı Türk Silahlı Kuvvetleri içinden çıkan hainlere kin ve nefret duyarken bu
hainlerle mücadele eden, hayatlarını hiçe sayan Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçek sahiplerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sevgi duygularını gösterdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis Başkanı İsmail
Kahraman, Başbakan Binali Yıldırım, Cumhuriyet Halk Partisi başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Milliyetçi Hareket Partisi başkanı Devlet
Bahçeli’nin bir arada yan yana oturmalarının ortaya koyduğu birlik
mesajı halkımızı son derece memnun etti. Bu birlik mesajı özellikle darbe girişimini algılamakta, bu girişime tepki göstermekte geciken ve demokrasi havarisi geçinen Batılı ülkelere de önemli bir
mesaj niteliğindeydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanının,
Başbakanının, Meclis Başkanının, muhalefet partilerinin ve silahlı
kuvvetlerin bir arada olması aynı zamanda Türk halkının da özlemlerini yansıtan bir tabloydu. Bu tablo muhalefet partisi liderleriyle
BİLGESAM Yayınları
205
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
başlayan konuşmalarla devam etti. Önce Milliyetçi Hareket Partisi
başkanı Devlet Bahçeli halka hitap etti. Ardından Cumhuriyet Halk
Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Genelkurmay Başkanı Hulusi
Akar, Başbakan Binali Yıldırım, Meclis Başkanı İsmail Kahraman
ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan halka hitap etti.
Yapılan konuşmalarda genellikle üzerinde durulan ilk konular
FETÖ terör örgütü ve darbecilere karşı gelişen tepkiyi yansıtıyordu.
İkinci sıradaki tepki ise darbeye tepki göstermeyen, adeta darbenin
arkasında duruyormuş imajı sergileyen ABD ve Batıya karşıydı.
Konuşmalarda bu tepkilerin yanında Türk halkı arasındaki siyasi
konularda uzlaşma noktaları ön plana çıktı. Siyasi iktidar mensuplarında birlik ve beraberlik vurgusu, Türkiye’nin kurucu vizyonu
ve anlayışına yönelik söylemler ağırlık kazanırken, muhalefet partilerinde ise darbelere birlikte karşı durmak, demokrasi, uzlaşma
ve işbirliği mesajları öne çıktı. Bu mesajlarla birlikte demokrasi ve
şehitler mitingi, Türkiye’nin tarihi ve kültürel değerleriyle devletin
kurucu felsefesi arasındaki uyumun sağlanmasına vesile oldu.
Milliyetçi Hareket Partisi başkanı Devlet Bahçeli, konuşmasında
15 Temmuz’da milletin iradesini ele geçirmeyi hedefleyen mütecaviz girişime milletimizin dur dediğini, milletimizin cumhuriyetin
kazanımlarını koruduğunu ifade etti. Bahçeli Türkiye’nin yeni bir
sayfa açması gerektiğini, milli bir uzlaşma sağlayarak, hukukun üstünlüğünü gözeterek, insan hak ve özgürlüklerini muhafaza ederek
kutuplaşma ve cepheleşmelerin önünün alınması gerektiğini belirtti.
Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz’un
Türkiye’ye bir uzlaşma kapısı araladığına, 15 Temmuz’da artık yeni
bir Türkiye’nin olduğuna işaret ederek bu musibetten bütün genel
başkanların ders çıkarması gerektiğini belirtti. Kılıçdaroğlu, konuş206
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
masında 12 maddelik bir yol haritası sundu, bu maddeler kapsamında camiye, kışlaya, adliyeye siyaset sokulmamasını, siyasette
özeleştirinin önemini, devletin inşasında liyakat sisteminin esas
alınmasını, laikliğin korunması gerektiğini ve demokrasinin güçlenmesine katkı sağlamak zorunda olduğumuzu beyan etti.
Kılıçdaroğlu’nun ardından kürsüye çıkan Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hulusi Akar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçek evlatları
ve emniyet mensuplarının darbe girişimine kahramanca karşı koyduğunu ifade etti. Akar, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve millete ihanet
eden darbecilere cevabın tereddütsüz bir şekilde verildiğini, Türk
halkının asker elbisesi giymiş canilerle Silahlı Kuvvetlerin fedakâr
mensuplarını ayırt etmesinin kendilerine güç verdiğini vurguladı.
Başbakan Binali Yıldırım, konuşmasına CHP genel başkanını, MHP
genel başkanını Cumhurbaşkanımızın ve milli iradenin yanında durduğu için tebrik ederek başladı. Yıldırım siyasette meydana gelen
bu tabloyu bozmayacaklarını, Türkiye’yi 2023 hedeflerine taşıyacaklarını kaydetti. Başbakan Yıldırım, dayanışma kardeşliğini daha
da güçlendireceklerini, birlikte Türkiye olursak çözülemeyecek hiçbir sorun kalmayacağını, bu birlikteliği koruyacaklarını, adaletle ve
hukukla hareket edeceklerini beyan etti.
TBMM Başkanı İsmail Kahraman konuşmasında çalışma günü olmamasına rağmen 15 Temmuz gecesinde darbeye karşı Meclisin
açıldığını, gece boyunca açık tutulduğunu, ertesi gün olağanüstü
bir toplantı yaptıklarını ve TBMM’de bulunan 4 partinin imzaladığı
ortak bir bildiri yayımladıklarını ifade etti. Kahraman, milli iradeye
konulmak istenen ipoteğe karşı koyarak Meclisimizin ikinci defa
gazilik payesini hak ettiğini dile getirdi.
BİLGESAM Yayınları
207
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk milletinin 1000 yıl
önce Malazgirt’te hangi inanç ve kararlılıkla Anadolu’nun kapısını açmışsa, 15 Temmuz’da aynı hislerle darbecilerin karşısında dikildiğini, milletin devletine sahip çıktığını ifade etti. Erdoğan, 15
Temmuz’un Türkiye’nin sadece siyasi, ekonomik, diplomatik saldırılar değil, aynı zamanda askeri saldırılar karşısında da yıkılmayacağını gösterdiğini belirtti. Erdoğan, miting alanında Genelkurmay Başkanıyla, CHP ve MHP genel başkanlarıyla, 81 vilayetten
her görüşten, her meşrepten insanın katılımıyla verilen görüntünün,
Türkiye’nin düşmanlarını en az 16 Temmuz sabahı kadar kahrettiğini vurguladı, FETÖ terör örgütünün milletin iradesini hesap edemediğini ifade etti.
Sonuç olarak Yenikapı’daki demokrasi ve şehitler mitingi,
Türkiye’nin demokrasi doğrultusunda ilerleyen bir devlet olduğu ve
demokrasiye bir tehdit geldiğinde Türk halkının farklı görüşleri bir
kenara bırakarak birlikte hareket edebileceğini gösterdi. Yurtdışında Türkiye’deki gelişmelerin yeterince anlaşılamadığı bir ortamda
bu miting önemli mesajlar verdi. Demokrasi ve şehitler mitingi,
Türkiye’ye yeni bir ufuk açtı. Cumhurbaşkanının önderliğinde iktidar ve muhalefete kendilerini ifade etme imkânı tanındı. Böylece
ülkede yeni bir uzlaşma zemini meydana getirdi. Miting alanındaki
birlik ruhu Türk halkının geleceğe umutla bakmasına vesile oldu.
Tüm siyasi tarafların ve bürokrasinin bu uzlaşma zemininde buluşması ve birlik ruhunu benimsemesi, bütün devlet kurumlarına bu
bakış açısının hâkim olması yarınların Türkiye’si için gereklidir.
208
BİLGESAM Yayınları
Dış Politika ve Güvenlik
DEMOKRASİ İÇİN DARBELERE KARŞI OMUZ OMUZA
TSK bünyesinde yuvalanan illegal çete mensubu hainlerin, 15 Temmuz akşam saatlerinde hem komuta makamlarına isyan hem de seçilmiş siyasi yönetime darbe girişimi; Cumhurbaşkanımızın dirayetli yönetimi, Başbakanımız ile bakanlarımızın koordineli ve etkili
çalışması, siyasi partilerimizin desteği, Silahlı Kuvvetler komuta
kademesinin hayatlarını hiçe sayarak karşı koyması, devletine sadık asker ve polislerin mücadelesi ve halkımızın hayatları pahasına
meydanları doldurması sayesinde bütün yurt genelinde tam anlamıyla bastırılmıştır.
Bu demokrasi mücadelesinde şehit düşen sivil, asker ve emniyet
mensubu kahramanlarımızı minnetle anıyoruz. Yaralılarımıza acil
şifalar diliyoruz. Cumhurbaşkanımızın önderliği, Başbakanımızın
yönetimi, bütün siyasi parti başkanlarının birlikteliği, güvenlik güçlerinin mücadelesi ve tabii ki halkımızın demokrasi azim ve kararlılığı takdire şayandır.
Atalarımızın bize emanet ettiği demokratik, laik, sosyal, hukuk devletine yönelik bundan sonra da her türlü menfur saldırılara karşı omuz omuza karşı duracağımıza inancımız tamdır.
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı
BİLGESAM Yayınları
209
Download