siyanotik doğuştan kalp hastalıklı çocuklarda demir eksikliği ve

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
SİYANOTİK DOĞUŞTAN KALP HASTALIKLI
ÇOCUKLARDA DEMİR EKSİKLİĞİ VE
TEDAVİSİNİN VİSKOZİTE ÜZERİNDE
ETKİLERİ
YAN DAL UZMANLIK TEZİ
Uzm. Dr. SEMİHA TERLEMEZ
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. FATMA SEDEF TUNAOĞLU
ANKARA
2013
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
SİYANOTİK DOĞUŞTAN KALP HASTALIKLI
ÇOCUKLARDA DEMİR EKSİKLİĞİ VE
TEDAVİSİNİN VİSKOZİTE ÜZERİNDE
ETKİLERİ
YAN DAL UZMANLIK TEZİ
Uzm. Dr. SEMİHA TERLEMEZ
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. FATMA SEDEF TUNAOĞLU
ANKARA
2013
İÇİNDEKİLER
Sayfa No:
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... i
KISALTMALAR ................................................................................................... iii
TABLOLAR DİZİNİ ............................................................................................. iv
ŞEKİLLER DİZİNLERİ ......................................................................................... v
1. GİRİŞ................................................................................................................... 1
2. GENEL BİLGİLER ............................................................................................. 3
2.1. Doğuştan Kalp Hastalıkları ........................................................................ 3
2.1.1. Tanım ve Epidemiyoloji .................................................................. 3
2.1.2. Etiyoloji ........................................................................................... 3
2.1.3. Doğuştan Kalp Hastalıklarının Sınıflandırılması ............................ 4
2.2. Siyanotik Doğuştan Kalp Hastalıkları ........................................................ 5
2.3. Siyanotik Doğuştan Kalp Hastalıklarında Hematolojik Sorunlar .............. 6
2.3.1. Sekonder Eritrositoz ........................................................................ 6
2.3.2. Hiperviskozite.................................................................................. 6
2.3.2.1. Viskozite ........................................................................... 7
2.3.2.2. Kan viskozitesini etkileyen nedenler ................................ 8
2.3.2.3. Siyanotik hastalarda viskozite........................................... 9
2.3.3. Hemostaz Bozuklukları ................................................................. 11
2.3.3.1. Siyanotik doğuştan kalp hastalarında fibrin
oluşumu ........................................................................... 11
2.3.3.2. Siyanotik doğuştan kalp hastalarında trombosit
fonksiyonları ................................................................... 12
2.3.3.3. Siyanotik doğuştan kalp hastalarında tromboz ............... 13
2.3.4. Demir Eksikliği.............................................................................. 14
2.4. Demir Eksikliği Anemisi .......................................................................... 15
2.4.1. Demir Fizyolojisi ........................................................................... 15
2.4.2. Demir Eksikliği Anemisinin Nedenleri ......................................... 18
2.4.3. Tanı ................................................................................................ 18
2.4.3.1. Belirti ve Bulgular .......................................................... 18
i
2.4.3.2. Laboratuvar ..................................................................... 19
2.4.4. Tedavi ............................................................................................ 21
2.4.5. Siyanotik Doğuştan Kalp Hastalıklarında Demir Eksikliği
Anemisi .......................................................................................... 22
2.3.6. Demir Eksikliği Anemisi ve Viskozite .......................................... 23
3. GEREÇ ve YÖNTEM ....................................................................................... 25
3.1. Olgu Seçimi .............................................................................................. 25
3.2. Çalışma Şekli............................................................................................ 25
3.3. Çalışma Planı............................................................................................ 25
3.4. Yöntem ..................................................................................................... 28
3.5. Etik Kurul Onayı ...................................................................................... 29
3.6. İstatistiksel Değerlendirme ....................................................................... 29
4. BULGULAR ..................................................................................................... 31
4.1. Demografik Özellikler .............................................................................. 31
4.2. Hastaların Tanı Dağılımları ...................................................................... 31
4.3. Hiperviskozite Semptomları ..................................................................... 32
4.4. Laboratuvar Sonuçları .............................................................................. 33
4.5. Pulmoner
Arteriyel
Hipertansiyonu
Olan
Hastaların
Değerlendirilmesi ..................................................................................... 41
5. TARTIŞMA....................................................................................................... 45
5.1. Demografik Veriler .................................................................................. 45
5.2. Klinik Bulgular ......................................................................................... 46
5.3. Demir Eksikliğinin Değerlendirilmesi ..................................................... 48
5.4. Demir Tedavisinin Viskozite Üzerine Etkileri ......................................... 50
5.5. Pulmoner Hipertansiyon - Viskozite İlişkisi ............................................ 53
6. SONUÇLAR ..................................................................................................... 55
7. KAYNAKLAR .................................................................................................. 57
8. ÖZET ................................................................................................................. 67
9. SUMMARY ...................................................................................................... 69
ii
KISALTMALAR
Hb
: Hemoglobin
Hct
: Hematokrit
MCV
: Mean corpuscular volume (ortalama eritrosit hacmi)
MCH
: Mean corpuscular hemoglobin (ortalama eritrosit hemoglobini)
MCHC
: Mean corpuscular hemoglobin concentration (ortalama eritrosit
hemoglobin konsantrasyonu)
DBK
: Demir bağlama kapasitesi
TS
: Transferrin saturasyonu
sTfR
: Solubl transferrin reseptörü
PAH
: Pulmoner arteriyel hipertansiyon
IL1
: İnterlökin-1
IL4
: İnterlökin-4
IL6
: İnterlökin-6
IL13
: İnterlökin-13
TNFa
: Tümör nekrozis faktör alfa
iii
TABLOLAR DİZİNİ
Sayfa No:
Tablo 1.
Konjenital Kalp Hastalıklarının Sınıflandırılması ............................... 4
Tablo 2.
Demir Eksikliği Anemisinde Kullanılacak Biyokimyasal
Testler................................................................................................. 21
Tablo 3.
Hastaların Demografik ve Klinik Özellikleri ..................................... 31
Tablo 4.
Hastaların Tanı Dağılımları ............................................................... 32
Tablo 5.
Hastalarda
Hiperviskozite
Semptomlarının
Görülme
Sıklığı ................................................................................................. 33
Tablo 6.
Hastaların başlangıç laboratuvar verileri ........................................... 34
Tablo 7.
Demir
eksikliği
olan
ve
olmayan
grup
arasında
hiperviskozite semptomlarının karşılaştırılması ................................ 35
Tablo 8.
Demir eksikliği olan ve olmayan iki gurubun demografik
veriler ve laboratuvar verileri açısından karşılaştırılması .................. 37
Tablo 9.
Demir
tedavisinin
viskozite
ve
diğer
hematolojik
parametreler üzerine etkisinin değerlendirilmesi ............................... 40
Tablo 10. Demir tedavisi uygulanmayan grupta kontrol hematolojik
değerlerin karşılaştırılması ................................................................. 41
Tablo 11. Pulmoner hipertansiyonu olan ve olmayan hastaların
viskozite
ve
diğer
hematolojik
parametrelerinin
karşılaştırılması .................................................................................. 43
Tablo 12. PAH olan 17 hastanın başlangıç ve 3 aylık demir
tedavisinden sonra laboratuvar verilerinin karşılaştırılması .............. 44
iv
ŞEKİLLER DİZİNLERİ
Sayfa No:
Şekil 1.
Viskozite semptom skor tablosu .......................................................... 26
Şekil 2.
Ferritin düzeyi ile korelasyon gösteren tam kan sayımı
parametreleri ........................................................................................ 38
v
1. GİRİŞ
Siyanotik doğuştan kalp hastalıklarında arteriyel oksijen saturasyonunun
düşük olması nedeni ile hemoglobin ve hematokrit düzeylerinde kompanzatuar
olarak artış olmaktadır. Periferik dokulara giden oksijen miktarını arttıran bu
adaptasyon; yeterli oksijenasyonu sağlamak için yardımcı olmakla birlikte
hematokrit değerlerinin çok yükselmesine ve istenmeyen yan etki olarak kan
viskoelastisitesinin artmasına neden olmaktadır. Siyanotik doğuştan kalp
hastalarında artmış viskoelastisite ve diger hematolojik problemler hem tromboz
hem de kanamaya eğilimi arttırarak mortalite ve morbiditede önemli artışlara
neden olurlar. Kanın viskoelastisitesinde oluşan değişiklikler özellikle periferik
vasküler yatakta trombüslere ve perfüzyon bozukluklarına neden olmakta; bu
bozukluklar tekrarlayan sinüzit, görme bulanıklığı, halsizlik gibi bulgular ile
kendini gösterebileceği gibi iskemik atak veya miyokard enfarktüsü gibi ölümcül
şekillerde de ortaya çıkabilmektedir. Yüksek hematokrit düzeyine bağlı gelişen
yan etkileri önlemek,
mortalite ve morbiditeyi azaltmak amacıyla hastalara
plazma değişimi uygulanmakta ve hastalar birçok kez plazma değişimi için
hastaneye yatırılmakta; viskoelastisite komplikasyonlarının gelişmesi durumunda
da yoğun bakımda izlenmeleri gerekmektedir. Bu komplikasyonlar hastaların
sağlık giderlerinin yüksek olmasına ve işgücü kaybına neden olmaktadır.
Demir; hemoglobin üretiminde çok önemli bir elementtir ve yeterli demir
deposunun olması ideal hemoglobin düzeylerinin oluşması ve korunması için
gereklidir. Siyanotik doğuştan kalp hastalarının üçte birinden fazlasında demir
1
eksikliği görülmektedir (1,2); demir eksikliğinin başta gelen nedenleri sekonder
eritrositozun demir depolarını tüketmesi ve tekrarlayan plazma değişimleri
nedeniyle eritrosit kitlesiyle birlikte demir kaybının da olmasıdır. Anormal
hemostaz, kanama eğilimi, antikoagülan kullanımı demir eksikliğini arttıran diğer
faktörlerdir. Demir eksikliğinin yol açtığı mikrositoz ise viskoelastisiteyi ve
trombozu arttırır (3). Siyanotik doğuştan kalp hastalarının izlemlerinde demir
açığının yerine konması sıklıkla önerilmektedir. Ancak demir tedavisi mikrositozu
düzeltirken hemoglobin düzeyini de arttırmaktadır. Artmış hemoglobin ve
hematokrit değerleri viskoelastisitenin artmasına neden olmaktadır.
Artan
hematokrit değerinin plazma değişimi ile azaltılması ise kırmızı küre kütlesi ile
birlikte demir düzeyinin de azalmasına neden olmaktadır. Oluşan kısır döngü göz
önüne alındığında; demir tedavisinin siyanotik hastalarda kullanımında dikkatli
olunması, tedavi kriterlerinin gözden geçirilmesi gerektigi ortaya çıkmaktadır.
Bu çalışma: siyanotik kalp hastalıklı çocuklarda demir tedavisinin
viskoelastisite üzerindeki etkilerini saptamak,
hastaların izleminde demir
tedavisinin yerini belirlemek, artmış viskoelastisiteye bağlı komplikasyonların
sıklığını dolayısı ile mortalite ve morbiditeyi azaltmak amacıyla planlanmıştır.
2
2. GENEL BİLGİLER
2.1. Doğuştan Kalp Hastalıkları
2.1.1.Tanım ve Epidemiyoloji
Doğuştan kalp hastalıkları intrauterin hayatta kardiyovasküler sistemin
gelişimindeki herhangi bir anormallik sonucu ortaya çıkan hastalıklardır.
Doğuştan kalp hastalıklarının sıklığı 1000 canlı doğumda 5-8 arasında
değişmektedir (4,5). Bu oran ölü doğumlarda 1000’de 30–40, abortuslarda
1000’de 100–250 ve prematürelerde (patent duktus arteriyozus dışında) 1000’de
20 ile daha yüksektir (6).
Doğuştan kalp hastalıklarından bazılarının görülme sıklığında cinsiyet
farkı olduğu bilinmektedir. Özellikle siyanotik ve komplike doğuştan kalp
hastalıkları erkeklerde daha fazladır (6).
2.1.2. Etiyoloji
Etiyoloji kesin olarak bilinmemekle birlikte genetik ve çevresel faktörlerin
birlikte etkileşimi ile çok faktörlü olduğu kabul edilmektedir. Doğuştan kalp
hastalıklarının %3’ü klasik tek gen mutasyonları sebebiyle, %5’i kromozomal
anomalilerden dolayı, %3’ü çevresel faktörler (rubella, fetal alkol sendromu) ve
geriye kalan kısmı multifaktöryel gen ya da tek gen etkilerinin gelişigüzel ortaya
çıkmasıyla ilişkilendirilmektedir. Doğuştan kalp hastalıklarının gelişiminde rolü
olduğu düşünülen çevresel ve maternal faktörler ise şöyle sıralanabilir; düşük
doğum ağırlığı, hamilelik sırasında kullanılan ilaçlar (valproik asit, lityum…),
3
gebelik sırasında geçirilen enfeksiyonlar (rubella vb.) ve annede diabet görülmesi
başlıca risk faktörleridir (7).
2.1.3. Doğuştan Kalp Hastalıklarının Sınıflandırılması
Doğuştan kalp hastalıkları hastanın siyanotik olup olmamasına göre
başlıca iki guruba ayrılır. Bu iki grup ise hemodinamik özelliklerine göre alt
gruplara ayrılır (8). Asiyanotik doğuştan kalp hastalıkları, soldan sağa şantlı kalp
hastalıkları ve obstrüktif lezyonlar olmak üzere alt gruplara ayrılırlar.
Siyanotik
doğuştan
kalp
hastalıklarında
venöz
kan,
akciğerlerde
oksijenlenmeden doğrudan sistemik arteriyel dolaşıma geçer. Bu hastalıkların en
önemli klinik bulgusu siyanozdur. Siyanotik doğuştan kalp hastalıkları ise
pulmoner kan akımının azalmış veya artmış olmasına göre iki ayrı grupta
değerlendirilir (Tablo 1).
Tablo 1. Konjenital Kalp Hastalıklarının Sınıflandırılması
Asiyanotik Doğuştan Kalp Hastalıkları
Sol-Sağ Şantlı
Ventriküler septal defekt
Atriyal septal defekt
Patent duktus arteriyozus
Obstrüktif Lezyonlar
Aort stenozu
Aort koarktasyonu
Pulmoner stenoz
Siyanotik Doğuştan Kalp Hastalıkları
Pulmoner Kan Akımı Azalmış
Fallot tetralojisi
Pulmoner atrezi
Triküspid atrezisi
Pulmoner stenoz ile birlikte olan büyük
arter
transpozisyonu
Pulmoner Kan Akımı Artmış
Büyük arter transpozisyonu
Trunkus arteriyozus
Tek ventrikül
4
2.2. Siyanotik Doğuştan Kalp Hastalıkları
Siyanotik doğuştan kalp hastalıklarının en sık görüleni Fallot tetralojisidir.
Tüm konjenital kalp hastalıklarının %5-10’unu oluşturur (9). Her 1000 canlı
doğumda ise görülme sıklığı 0.26 – 0.48 arasında değişir (10,11). Fallot
tetralojisini, büyük arterlerin transpozisyonu, trunkus arteriozus ve pulmoner
atrezi izler.
Siyanotik doğuştan kalp hastalıklarında sağdan sola şant hastalığın temel
patofizyolojisini oluşturur. Siyanoz şantın miktarı ile orantılıdır. Hastalar
genellikle siyanozun fark edilmesi ile tanı alırlar. Klinik bulgulardan siyanoz ve
siyanoz komplikasyonları sorumludur. Arteriyel oksijen saturasyonunun düşük
olması, doku oksijenasyonunun azalmasına neden olur. Renal kan akımındaki
düşük oksijen saturasyonu eritropoetin salgılanmasını uyararak kemik iliğinden
eritrosit yapımını uyarır. Bu kompanzatuar mekanizma eritrosit sayısını arttırarak
periferik dokulara ulaşan oksijen miktarını arttırmaya yardımcı olur. Ancak
siyanotik doğuştan kalp hastalıklarında görülen klinik problemlerin bir çoğunun
nedeni bu adaptasyon nedeniyle ortaya çıkan sekonder eritrositozdur. Eritrositoz
nedeniyle artan viskoelastisite periferik doku perfüzyonunun bozulmasına neden
olur. Dokulara ulaşan düşük oksijen ile birlikte bozulmuş doku perfüzyonu
hastalarda, görme bulanıklığı, sık sinüzit geçirme, baş ağrıları ve iskemik ataklara
neden olur. Artan viskoelastisite tromboza eğilimi de arttırır. Bunun yanı sıra
eritrositoz ile birlikte, artan eritrosit yıkım ürünleri safra taşlarının sık
görülmesine neden olur. Venöz kanın akciğerlere uğramadan sistemik dolaşıma
geçmesi nedeniyle, serebral apse ve trombüs görülme riski bu hastalarda artmakta
5
ve bu durum önemli mortalite ve morbidite nedenlerinin başında gelmektedir
(12,13). Tüm bu faktörler hastalarda hem kanama hem de tromboza eğilime
neden olurlar. Hematolojik problemlerin dağılımındaki çeşitlilik hastaların izlem
ve tedavilerindeki en önemli güçlükleri oluşturur.
2.3. Siyanotik Doğuştan Kalp Hastalıklarında Hematolojik Sorunlar
2.3.1. Sekonder Eritrositoz
Siyanotik doğuştan kalp hastalıklarında, kronik siyanoza karşı bir uyum
gelişir. Doku oksijen düzeyinin düşmesi nedeniyle böbreklerden eritropoetin
salgılanması uyarılır (14,15). Eritropoetin artışı ise kemik iliğinden eritrosit
üretimini arttırır ve sekonder eritrositoz gelişir. Sekonder eritrositoz hipoksinin
şiddeti ile orantılıdır. Oksijen düzeyi düşük olan hemoglobin, bu adaptasyon
mekanizması sayesinde artmış hemoglobin sayısı ile kompanze edilmeye çalışılır.
Düşük oksijen düzeyine karşı geliştirilen bir diğer adaptasyon ise, düşük arteriyel
oksijen basıncı ile hemoglobin oksijen dissosiasyon eğrisinin sağa kaymasıdır. Bu
sayede hemoglobinin oksijene olan ilgisi azalır ve dokulara oksijen bırakması
kolaylaşır (16).
2.3.2. Hiperviskozite
Dolaşım halindeki kan dokulara oksijen ve besin taşıma görevini yerine
getirirken etkili olan faktörler yalnızca kalbin pompalama ve damarların ileti
işlevleri değildir. Bugüne kadar kalbin ve damarların işlevleri üzerinde çok
durulmuş olmakla birlikte 30 yıl içindeki çalışmalar kanın söz konusu işlevini
6
yerine getirmesinde ve kan akımının uygun koşullarda sağlanabilmesinde kanın
akışkanlık özelliklerinin de son derece önemli olduğunu ortaya koymuştur.
Örneğin; kanın şekilli elemanlarının kapillerlerden geçişini sağlayan kuvvet
perfüzyon basıncı olmakla birlikte hücrelerin şekil değiştirme yetenekleri de
önemli bir kolaylaştırıcı etkendir. Perfüzyon basıncının düşmesi ya da hücrelerin
sertleşip şekil değiştirmekte zorluk çekmeleri kapillerlerin tıkanmasına yol
açabilir. Bu nedenle kanın akışkanlık özelliklerinin ve damar duvarı ile
etkileşiminin incelenmesi dolaşım problemlerinin altında yatan nedenlerin
anlaşılmasında çok faydalı ve açıklayıcı olabilir.
2.3.2.1. Viskozite
Viskozite, bir sıvının molekülleri arasındaki iç sürtünme nedeniyle akıma
karşı gösterdiği dirençtir. Kanın akıma karşı gösterdiği direnç ise kan
viskozitesidir. Viskozite akışkanlığın tersidir (viskozite= 1/akışkanlık). Isı artışı,
tüm sıvıların viskozitesini azaltan bir etkendir. Karmaşık yapıda bir vücut sıvısı
olan kanın viskozitesini ise ısının yanı sıra bu sıvıyı oluşturan elemanların
bileşimi (hematokrit, plazmanın içeriği) ve eritrositlerin şekil değiştirme yeteneği
de etkiler. Dahası kanı oluşturan elemanların kan içindeki düzeni (örneğin;
agregasyon) akım hızına göre değişir ve bu durum da viskoziteyi etkiler. Sıvılar
viskozitelerini değiştiren etkenlere göre iki grupta Newtonian sıvılar ve nonNewtonian sıvılar olarak incelenir. Newtonian sıvılar ideal sıvılardır ve
viskoziteleri yalnızca ısı değişikliklerinden etkilenir. Non-Newtonian bir sıvının
viskozitesi ise sıvının içeriğine ve akımın hızına göre değişir. Bu etkenler, non-
7
Newtonian bir sıvı olan kanın viskozitesini 100 kat değiştirebilir. Örneğin; akım
hızı arttıkça kanın viskozitesi azalır. Bu özelliğe kayma incelmesi “shear stres”
adı verilir. Düşük akım hızlarında kanın viskozitesi yüksektir. Bu yükseklik
eritrosit agregatlarının oluşmasına bağlıdır. Akım hızı artırılırsa agregatlar
parçalanmaya
başlar
ve
kanın
viskozitesi
düşer.
Agregatlar
tamamen
parçalandıktan sonra akım hızındaki artış devam ederse, kan viskozitesi de
azalmaya devam eder. Bu azalma eritrositlerin şekil değiştirme yetenekleri
sayesinde olur. Şekil değiştiren eritrositlerin akımın yönüne uyum sağlamaları
direnci düşürür, viskozite en düşük değerine ulaşır (17,18).
2.3.2.2. Kan viskozitesini etkileyen nedenler
Kan, plazma ve hücrelerden meydana gelen karmaşık yapıda bir sıvıdır.
Dolayısıyla da kan viskozitesi hem plazmanın hem de hücrelerin özelliklerinden
etkilenir. Günümüzde kan viskozitesini etkileyen dört ayrı parametre olduğu kabul
edilmekte ve kan viskozitesi bu parametreler aracılığı ile değerlendirilmektedir.
Bunlar; hematokrit, eritrositlerin şekil değiştirme özelliği, eritrosit agregasyonu ve
plazma viskozitesidir. Kan viskozitesi diğer sıvılar gibi viskometre adı verilen
aletler aracılığıyla tek parametre halinde ölçülebileceği gibi, viskoziteyi belirleyen
bu dört parametre ayrı ayrı da incelenebilir. Viskometre ile tam kan viskozitesinin
ölçülmesi kanın akıma karşı gösterdiği direnç hakkında genel bir fikir verir.
Viskozite artışının nedeninin belirlenebilmesi için belirtilen bu dört parametrenin
ayrıntılı olarak incelenmesi gerekir (19).
8
2.3.2.3. Siyanotik hastalarda viskozite
Siyanotik doğuştan kalp hastalarında görülen artmış viskozite, sekonder
eritrositozun doğal bir sonucudur. Ancak buradaki artmış viskoziteyi, yalnızca
artan eritrosit sayısı ile açıklamak mümkün değildir. Viskoziteyi etkileyen dört
temel faktörü (hematokrit, eritrositlerin şekil değiştirme özelliği, eritrosit
agregasyonu, plazma viskozitesi) herhangi bir şekilde etkileyen tüm faktörler kan
viskozitesini de etkiler. Dolayısı ile eritrosit kitlesi ve morfolojisi, kanın şekilli
elemanlarının agregasyon özellikleri, kanın şekilli elemanlarının dağılımı,
sıcaklık, yüzey gerilimi ve endotel bütünlüğü, kan viskozitesini etkileyen
nedenlerin bazılarıdır
(20,21). Eritrosit kitlesi ve eritrositlerin morfolojisi
viskoziteyi etkileyen en önemli iki faktördür (22,23). Siyanotik hastalarda doku
oksijenasyonunu arttırmak için ortaya çıkan sekonder eritrositoz, artmış eritrosit
kitlesi nedeniyle viskozitenin de artmasına neden olur. Bunun yanında siyanotik
hastalarda demir eksikliği sık görülen bir durumdur. Demirden fakir bir eritrosit
ise hacmini kaybederek, mikrosiferositoza dönüşür, bikonkav yapısını kaybeder.
Eritrosit bikonkav yapısını kaybettikçe bükülebilirliği, dolayısı ile akışkanlığı
azalır ve agregasyona eğilimi artar (22). Sekonder eritrositoz ve demir eksikliği
birlikte siyanotik hastalarda kanın akışını zorlaştırarak, kapiller düzeyde doku
perfüzyonunun bozulmasına neden olur (24,25). Bozulan doku perfüzyonu
nedeniyle hastalarda hiperviskozite semptomları olan; baş ağrısı, tekrarlayan
sinüzit, görme bozuklukları, güçsüzlük, kas ağrıları ve yorgunluk gibi bulgular
ortaya çıkabilir (25,26). Hiperviskozite ayrıca tromboz nedeniyle gelişen
serebrovasküler olaylar (inme, geçici iskemik atak…) ve miyokard enfarktüsü gibi
9
mortalitesi ve morbiditesi yüksek durumlara da neden olabilir (27). Hastalarda
hiperviskozitenin semptomlarını değerlendirmek amacıyla iyi bir öykü ve ayrıntılı
bir fizik muayene yapılmalıdır.
Viskozite, eritrosit kitlesi ile orantılı olsa da klinik bulgular hastalar
arasında farklılık gösterebilir. Çok yüksek hematokrit değerlerinde bazı hastalarda
hafif, bazı hastalarda ise ağır hiperviskozite semptomları görülebilir. Bu durum
kompanze ve dekompanze eritrositoz olarak daha çok erişkin siyanotik doğuştan
kalp hastalıklı hastalarda tanımlanmıştır (20,28). Siyanotik doğuştan kalp
hastalıklarında, ideal hematokrit değerini gösteren bir çalışma yoktur. Özellikle
çocuklarda yaş küçüldükçe bu belirsizlik artar. Bu gün için kabul gören genel
yaklaşım,
hiperviskozitenin
hastalarda
semptomatik
olması
durumunda
hematokrit değerini %65’in altına düşürmeyi amaçlayan flebotomi yapmaktır
(29,30). Flebotomi, eritrosit kitlesini azaltarak viskoziteyi azaltır. Bu durum hem
periferik vasküler direncin azalmasını hem de kardiyak outputun artmasını sağlar.
Artan kardiyak output ve düzelen mikrosirkülasyon doku oksijenasyonunun
artmasını sağlayarak hiperviskozite bulgularının düzelmesini sağlar (31). Ayrıca
hematokrit değerinin düşmesi ile serebrovasküler komplikasyon riski de azalır
(32). Flebotomi ile azalan eritrosit kitlesi ve devam eden siyanoz ise tekrar
eritropoetin artışına ve kemik iliğinden eritrosit üretiminin artmasına neden olur.
Flebotomi yapılan hastalarda eritrosit kitlesi ile birlikte önemli miktarda demir de
vücuttan uzaklaştırılmış olur. Demir eksikliği ise kemik iliğinde üretilen eritrosit
morfolojisini bozarak kan viskozitesinin artmasına ve mikro dolaşımın
10
bozulmasına neden olur (23,33). Bu etkileşimler nedeni ile flebotominin
zamanlaması ve endikasyonları konusunda kesin bir fikir birliği oluşmamıştır.
Siyanotik
doğuştan
kalp
hastalarında
tüm
bu
nedenler
gözden
geçirildiğinde, birbirinden farklı ancak doğrudan ya da dolaylı olarak birbirini
etkileyen birçok faktörün viskoziteyi etkilediği görülmektedir.
siyanotik
hastalarda
viskozitenin
yönetimi
oldukça
kaotik
Bu nedenle
bir
durum
oluşturmaktadır.
2.3.3. Hemostaz Bozuklukları
Hemostaz, bütünlüğü bozulmuş bir damarda kanamayı durdurmayı
sağlayan mekanizmaların tümüne verilen isimdir. Hemostazın başlıca öğeleri
damar duvarı, trombositler, pıhtılaşma faktörleri, pıhtılaşma inhibitörleri ve
fibrinolitik sistem faktörleridir. Hemostazda fizyolojik olarak pıhtı oluşumuna yol
açan koagülasyon mekanizmaları ile pıhtı oluşumunu engelleyen antikoagülasyon
mekanizmaları denge halindedir. Bu dengenin bozulması anormal tromboz ya da
kanamaya neden olabilir.
2.3.3.1. Siyanotik doğuştan kalp hastalarında fibrin oluşumu
Siyanotik doğuştan kalp hastalığında, hemostazı olumsuz yönde etkileyen
pek çok faktör olduğu öne sürülmüştür. Fibrinojen, koagulasyonun son basamağı
olan fibrin oluşumu için gereklidir. Siyanotik doğuştan kalp hastalıklı çocuklarda
sağlıklı çocuklar ile kıyaslandığında fibrinojen düzeyi belirgin düşük, fibrinojen
yarılanma ömrü kısa ve fibrinojen yıkımı daha hızlı saptanmıştır (34). Ayrıca
11
fibrinojen fonksiyonları da bozuk saptanmıştır (35,36). Siyanotik doğuştan kalp
hastalarında artan hematokrit düzeyinin fibrinojen fonksiyonlarını olumsuz
etkilediği gösterilmiştir. Özellikle hemoptizi semptomları sık görülen hastalarda,
bu durum fibrin basamağındaki yetersizlik ile ilişkilendirilmiştir (35).
Fibrinojen sayı ve fonksiyonlarındaki değişikliklerin, artmış hematokrit ve
viskozite nedeniyle subklinik düzeyde sürekli var olan intravasküler koagülasyona
bağlı olduğu düşünülmektedir (34, 37).
2.3.3.2. Siyanotik doğuştan kalp hastalarında trombosit fonksiyonları
Siyanotik doğuştan kalp hastalarında trombosit sayı ve fonksiyonlarının da
etkilendiği
gösterilmiştir.
Yapılan
çalışmalar
hastaların
çoğunlukla
trombositopenik olduğunu göstermektedir (37,38). Trombositopeninin nedenleri
tam olarak bilinmemektedir. Varsayımlardan biri siyanotik hastalarda yüksek
viskozite nedeniyle sürekli ve subklinik devam eden intravasküler koagülasyon
nedeniyle trombosit tüketiminin artmasıdır (37). Bir diğer varsayıma göre sağ-sol
şant nedeniyle akciğerlerde parçalanmayan megakaryositler sistemik dolaşıma
geçerek trombosit üretimini baskılamaktadır (38). Trombositopeninin yaygın
olmasına karşın, ciddi kanamaya neden olacak kadar derin trombositopeni
gözlenmez. Hastalarda kanamaya eğilimi arttıran trombosit bozukluğunun,
trombositopeniden çok trombosit fonksiyonlarındaki bozulma ile ilgili olduğu
bildirilmiştir (37,39).
12
2.3.3.3. Siyanotik doğuştan kalp hastalarında pıhtılaşma faktörleri
Siyanotik doğuştan kalp hastalarında hemostaz birden çok basamakta
etkilenmiştir ve bu basamaklardan biri de pıhtılaşma faktörlerinin düşük düzeyde
saptanmasıdır (37,40). K vitamini bağımlı, karaciğerden sentez edilen pıhtılaşma
faktörlerinin düzeyleri bu hastalarda düşük saptanmıştır (37,40). Hipoksi ve
azalmış doku perfüzyonunun pıhtılaşma faktörlerinin sentezinde bozulmaya neden
olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca kronik damar içi pıhtılaşmanın da faktörlerin
tüketiminin artmasına katkısı olduğu düşünülmüştür (37,40). Özellikle hematokrit
değerinin %60’ın üzerine çıkması ile birlikte pıhtılaşma faktörlerinin hızla düşüş
göstermeleri bu varsayımı destekler niteliktedir (41).
2.3.3.3. Siyanotik doğuştan kalp hastalarında tromboz
Siyanotik doğuştan kalp hastalıklı hastalarda, tromboembolik olaylar sık
görülmektedir (27,32). Tromboembolik olayların en önemli predispozan faktörü
eritrositozdur. Artan hematokrit düzeyleri, kanın akışkanlığını azaltarak vasküler
yatakta tromboza eğiliminin artmasına neden olur. Eritrositozla birlikte
viskozitenin artması önce doku düzeyinde mikroperfüzyonu bozar, özellikle
kapiller düzeyde kan akışkanlığının azalmasıyla birlikte trombozlar görülür ve
dokularda mikro enfarktlar gelişir. Ancak artan eritrosit ve artan viskozite dışında
bu hastalarda tromboza eğilimi arttıran başka faktörler de saptanmıştır. Siyanotik
doğuştan kalp hastalıklı çocuk ve erişkinlerde damar içi pıhtılaşmayı önleyen
protein C ve trombomodülin aktivasyonu düşük bulunmuş; bunun yanı sıra
trombosit aktivasyonunun arttığı da gösterilmiştir (42). Bu faktörler göz önünde
13
bulundurulduğunda siyanotik doğuştan kalp hastalarında tromboza olan eğilimin
açıkça arttığı görülmektedir.
Siyanotik doğuştan kalp hastalıklı hastalarda saptanan trombosit fonksiyon
bozuklukları ve pıhtılaşma faktörlerinin düşüklüğü ise bu hastaların izlemlerinde
gözlenen epistaksis, hemoptizi ve operasyonlar sırasında yaşanan kanamalı
durumların nedenlerini açıklamaktadır. Görüldüğü gibi hastalar hem kanamaya
hem de tromboza eğilimlidirler. Bu patolojik durumlar hastaların izleminde
mortalite ve morbiditenin önde gelen nedenlerini oluştururlar. Kanamalı durumlar
ya da tromboemboli kliniği ile başvuran siyanotik doğuştan kalp hastalıklı
hastaların birçoğu hastaneye yatırılarak tedavi edilir. Özellikle serebrovasküler
tromboembolik olaylarda hastaların yoğun bakımda yatış ihtiyaçları olabilir.
Hematolojik komplikasyonlar hastalarda morbidite ve mortalite artışına neden
olur.
Komplikasyonların tedavisi ve hastaların hastaneye yatışları iş gücü
kaybına, yaşam kalitesinin bozulmasına ve yüksek sağlık giderleri olmasına neden
olur. Tromboz ve kanama risklerinin bir arada görüldüğü bu hastalarda
hematolojik problemlerin yönetimi oldukça güçtür.
2.3.4. Demir Eksikliği
Demir eksikliği, siyanotik doğuştan kalp hastalıklarında sık görülen bir
bulgusudur (9). Öncelikle hipoksi nedeniyle artan eritropoetin, kemik iliğinden
eritrosit üretimini uyararak sekonder eritrositoza neden olur. Artan eritrosit
üretimi ile birlikte, demirin aşırı kullanımı bir süre sonra demir depolarının
tükenmesine ve demir eksikliği gelişmesine neden olur. Sekonder eritrositozun
14
ağırlaştığı semptomatik olduğu durumlarda ise hastalar flebotomi ile tedavi
edilirler. Flebotomi, vücuttan eritrosit hacmi ile birlikte önemli miktarda demirin
de uzaklaşmasına neden olur. Hastaların izlemlerinde tekrarlayan flebotomiler
yapılması demir depolarının tükenmesine neden olur.
Hemostaz bozuklukları nedeniyle siyanotik doğuştan kalp hastaları
kanamaya eğilimlidir. Epistaksis ve hemoptizi bu hastalarda sık görülen
bulgulardır. Her türlü kanama, eritrosit ve dolayısı ile demir kaybına da neden
olur. Siyanotik doğuştan kalp hastalarında, demirin aşırı tüketimine ve kaybına
neden olan tüm bu faktörlerin sonucu olarak demir eksikliği anemisi sık görülen
bir bulgudur.
2.4. Demir Eksikliği Anemisi
Demir eksiliği, hemoglobin yapımını engellemeyecek ölçüde vücut
demirinin eksik olmasıdır. Demir eksikliği anemisi ise demir eksikliği sonucu
hemoglobin miktarının azalmasıdır. Demir eksikliği, ülkemizde ve tüm dünyada
en sık görülen besinsel eksikliktir ve demir eksikliği anemisi en sık görülen
anemidir. Ülkemizde çocuk yaş gruplarında yapılmış çalışmalarda demir eksikliği
anemisinin sıklığı %15,2 ile %62,5 arasında bildirilmiştir (43,44).
2.4.1. Demir Fizyolojisi
Demir; dokulara oksijen taşınması, elektron transferi, DNA, RNA ve
protein sentezi ile pek çok yaşamsal önemi olan enzimlerin yapı ve fonksiyonunda
görev yapan temel bir elementtir (45). Demirin vücuttaki dağılımı incelendiğinde,
15
ortalama olarak hemoglobinde %70, ferritin ve hemosiderinde %25, miyoglobinde
%4, transferrin, sitokrom, katalaz ve diğer enzimlerde %1’den daha düşük oranda
bulunmaktadır (45). Demir ferritin ve hemosiderin şeklinde depolanır. Ancak
depo demirin büyük çoğunluğunu ferritin oluşturur. Ferritin sentezinin
düzenlenmesi, ferritin mRNA’sı ve demir duyarlı element (“iron responsive
elements”, IRE) adı verilen bir molekül tarafından yapılır. Ferritin sentezinde
görevli bir diğer protein de demir duyarlı proteindir (iron responsive protein, IRP)
(45). Demir eksikliğinde IRP, ferritin mRNA’sında bulunan IRE’lere bağlanarak
ferritin sentezini bloke eder. Demir fazlalığında ferritin sentezi artar. Serum
ferritin düzeyi vücut demir deposunun iyi bir göstergesidir (45).
Vücut demirinin yaklaşık %0,1’i dolaşımda bulunur ve tamamına yakını
transferrine bağlanır (45). Transferrin, başlıca demir transport proteinidir.
Karaciğerden sentezlenir ve dolaşımdaki düzeyi depo demir ile düzenlenir. Demir
fazlalığında transferrin reseptör düzeyi azalır. Transferrin reseptörü, hücre içine
demir alımını düzenleyen önemli bir membranöz proteindir (46). Demir ihtiyacı
olduğunda hücre yüzeyindeki transferrin reseptör ekspresyonu artar. Reseptörün
plazmada bulunan kısmına solubl transferrin reseptörü (sTfR) adı verilmektedir.
Demir eksikliğinde sTfR düzeyi artar (47,48).
Solubl Transferrin Reseptörü
Vücudun demir depolarını değerlendirmek amacıyla rutin uygulamada
serum ferritin düzeyi kullanılır. Ferritin düzeyi bu amaçla kullanılan güvenilir bir
parametredir. Ancak ferritin düzeyinin enfeksiyon ve enflamasyonla birlikte
arttığı yapılan çalışmalar ile gösterilmiştir. Enfeksiyon ve enflamasyon
16
durumlarında artan interlökin 1 (IL1), tümör nekrozis faktör (TNFa) gibi
sitokinlerin eritropoezi baskılayıcı etkileri ve bunun yanı sıra eritropoez sırasında
demir kullanımını azaltıcı etkileri olduğu gösterilmiştir (49,50). Ayrıca IL1,TNFa,
IL6, IL4 ve IL13’ün makrofaj kaynaklı demir salınımını azaltıp depolanmasını
artırdıkları ve ferritin düzeyini yükselttikleri gösterilmiştir (50-52). Enfeksiyon ve
enflamasyon sırasında artan sitokinler ile orantılı olarak ferritin düzeyi de
artmakta ve akut faz reaktanı gibi davranmaktadır. Bu nedenle enfeksiyon ve
enflamasyonun bulunduğu durumlarda ferritin düzeyinin organizma demir
deposunu doğru olarak yansıtmadaki güvenilirliği kaybolmuş; hastalarda demir
eksikliği olup olmadığını belirlemek için mevcut laboratuvar değerlendirmeleri
yetersiz kalmıştır (49,50,53) .
Dokularda hücreler, transferrin ile taşınan demiri yüzeylerinde bulunan
transferrin reseptörü aracılığı ile hücre içine alırlar. Transferrin reseptörüne
bağlanan transferrin, membranda endositik bir vezikül olarak hücre içine alınır ve
bu kompleksin demiri endozomun asidifikasyonu ile serbestleştirilir. Demiri
boşalmış kompleks tekrar hücre yüzeyine döner (49,50,54,55). Eritrositler
haricinde tüm hücrelerde transferrin reseptörü bulunur. Hücre yüzeyinde bulunan
transferrin reseptör sayısı hücrenin demir ihtiyacını yansıtır (49,50,54,55).
Transferrin reseptörünün bir sitozolik bir de transmembran parçası
bulunmaktadır. Proteolitik yıkımla membran reseptörünün sitozolik kısmından
ayrılan reseptör parçası serumdaki transferrin reseptörünü oluşturur. Serumdakü
bu reseptör parçası solubl transferrin reseptörü (sTfR) olarak adlandırılır. sTfR
serum konsantrasyonunun organizmadaki total sTfR kütlesini
yansıttığı
17
gösterilmiştir. Bu nedenle sTfR direk olarak eritropoetik aktiviteyi ve fonksiyonel
demir gereksinimini göstererek, organizmanın demir durumu hakkında objektif
bir
ölçüm
sağlamaktadır
(54-56).
Demir
eksikliği
olduğunda
sTfR
yükselmektedir. Özellikle çocuk yaş grubunda kolay, doğru ve enfeksiyondan ve
enflamasyondan etkilenmediği belirtilen (55) sTfR gibi bir parametrenin
kullanılması özellikle bu çağın önemli bir sorunu olan demir eksikliğinin erken
tanı ve tedavisine büyük katkı sağlamaktadır.
2.4.2. Demir Eksikliği Anemisinin Nedenleri
Demir eksikliği anemisinin en sık nedeni, demir alımının yetersiz
olmasıdır (45). Bunun dışında demir emilim bozuklukları, demirin aşırı tüketimi
ve vücuttan demir kaybı demir eksikliğinin ve anemisinin diğer nedenleridir.
Siyanotik doğuştan kalp hastalıklı çocuklarda ise özellikle sekonder eritrositoz ile
demir tüketiminin artması, kanama ve tekrarlayan flebotomi ile vücuttan demir
kaybının görülmesi demir eksikliğinin öncelikli sebeplerini oluşturur.
2.4.3. Tanı
2.4.3.1. Belirti ve Bulgular
Demir eksikliği anemisinin klinik bulguları birçok sistemi ilgilendiren
semptomlar olarak karşımıza çıkar. Hastalığın erken döneminde halsizlik,
huzursuzluk, iştahsızlık gibi nonspesifik bulgular görülebilir. Ağır anemide
sıklıkla kalpte üfürüm, taşikardi, kardiyomegali, dispne, tırnaklarda kolay kırılma,
ağız çevresinde stomatit, tat alma bozukluğu, yutma güçlüğü, poliüri, polidipsi,
18
aşırı uyuma, dikkat eksikliği, letarji, baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması,
davranış bozuklukları, öğrenme güçlüğü, çabuk yorulma, oturma emekleme ve
yürümede gecikme görülebilir (57). Kronik demir eksikliği anemisinde hastaların
%30’unda mavi sklera, dil papillalarında atrofi, kaşık tırnak, olguların %1015’inde ise hepatosplenomegali görülebilir.
Demir eksikliğinin önemli bir klinik bulgusu da bilişsel fonksiyonlar
üzerine etkisidir. Son yıllarda giderek artan sayıda çalışma kognitif özelliklerin ve
zekânın demir eksikliği anemisinde olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir.
Demir eksikliği olan süt çocuklarında olmayanlara göre daha kognitif skor daha
düşük bulunmuştur (58,59). Demir eksikliği anemisinin zeka üzerine uzun süreli
etkilerine bakıldığında ise hemoglobin düzeyinin her 1 gr/dl düşüklüğü ile zeka
puanının 1,7 puan düştüğü görülmüştür (60). Yine 9-12 aylık süt çocuklarında
demir eksikliği anemisi olan ve olmayan iki grup arasında yapılan dikkat ve hafıza
değerlendirmesinde demir eksikliği anemisi olan grupta olmayanlara göre yetersiz
olduğu görülmüştür. Bu kadar erken yaşta nörogelişimsel yeteneklerin etkilenmiş
olması demirin nöronal gelişim üzerindeki etkilerinin önemini ortaya koymaktadır
(61). Bu nedenlerle çocukları erken yaşta ortaya çıkabilecek demir eksikliği
anemisinden korumak amacıyla rutin demir profilaksisi önerilmektedir (61).
2.4.3.2. Laboratuvar
Türk Hematoloji Derneği’nin, ulusal tanı ve tedavi kılavuzunda yer alan
demir eksikliği anemisinin laboratuvar verileri şöyledir (62);
19
1. Tam kan sayımı:
a. Çocuklarda yaş gruplarına uygun Hb değerlerinin -2SD altı anemi
olarak kabul edilir.
b. Anemiye eşlik eden mikrositoz, hipokromi ve anizositoz varsa demir
eksikliği anemisi olma olasılığı yükselir. Ancak, tam kan sayımı tek
başına tanısal bir tetkik olarak kabul edilmez.
c. Trombosit sayısı genellikle artmış (trombositoz) veya daha nadiren
azalmış (trombositopeni) olabilir.
2. Periferik yayma: Tam kan sayımını destekler şekilde, hipokromi,
mikrositoz, anizositoz ve poikilositoz görülür.
3. Retikülosit sayısı: Genellikle normal veya düşük, bazen de hafif artmış
bulunabilir.
4. Serbest eritrosit protoporfirin düzeyi yükselir.
5. Biyokimyasal tetkikler (Tablo 2).
20
Tablo 2. Demir Eksikliği Anemisinde Kullanılacak Biyokimyasal Testler
Tetkik
Açıklama
Özel durumlar
Ferritin
*Düşüklüğü demir eksikliği
için tanısal bir testtir.
*Enfeksiyon, yangı, kanser
ve karaciğer hastalıklarında
yüksek bulunur. Bu
durumlarda CRP ve/veya
ESH bakılması önerilir
*Çocuklarda, serum ferritin
düzeyinin12
mikrogram/l‘nin altında
olması demir eksikliği olarak
kabul edilir.
Serum demir
*Düşük serum demiri
Serum demir bağlama
*Yüksek serum demir
kapasitesi
bağlama kapasitesi
*Ferritin, yukarıda belirtilen
durumların varlığında, demir
eksikliği tanısı için
güvenilmeyen bir tetkik
olarak kabul edilir.
*Enfeksiyöz ve yangısal
hastalıklarda bu test
sonuçları güvenilir değildir.
* Serum demiri için, tercihen
sabah aç karına alınan kan
örneklerinden elde edilen
sonuçların değerlendirmesi
önerilir.
Transferrin saturasyonu
*Düşük TS (<%15)
(TS) yüzdesi
*TS=serum demiri/demir
bağlama kapasitesi x100
formulü ile hesaplanır
Demir tedavisine
cevabın
Demir tedavisine iyi
*Devam eden kan kaybı ve
hematolojik yanıtın
takibi
gösterilmesi ile de tanı
Demir emilim
bozukluklarında
konulabilir.
tanısal değildir
2.4.4. Tedavi
Tedavide öncelikle demir eksikliğinin nedeni ortadan kaldırılır. Demir’in
+2 (ferro) değerlikli formu demir eksikliğinin şiddetine göre belirlenmek üzere 36 mg/kg/gün dozda uygulanır. Günlük doz iki veya üçe bölünerek verilebilir.
21
Yararlanımın yüksek olması için aç karnına verilmesi önerilir. +2 değerlikli formu
oral tolere edilemezse +3 değerlikli (ferri) formu da oral olarak kullanılabilir (62).
2.4.5. Siyanotik Doğuştan Kalp Hastalıklarında Demir Eksikliği Anemisi
Siyanotik doğuştan kalp hastalarında kemik iliğinde demirin aşırı tüketimi,
hemostaz bozuklukları nedeniyle sık görülen kanamalar ve tekrarlayan
flebotomiler ile demirin vücuttan kaybı demir eksikliğinin sık görülmesine neden
olur.
Demir
eksikliğinin
ilk
aşamasında
anemi
görülmez,
eritropoez
etkilenmediği için eritrositler normal büyüklük ve şekildedir. Biyokimyasal olarak
yalnızca kan ferritin düzeyi düşük saptanır (45). Demir eksikliğinin devam etmesi
ile ikinci aşamada eritropoezde demir eksikliğinin etkileri görülmeye başlar;
ferritin düşüklüğü ile birlikte eritrosit protoporfirini artmış, retikülosit azalmış,
transferrin saturasyonu azalmış ve transferrin reseptör düzeyi artmıştır. Bu
aşamada hemoglobin ve hemotokrit düzeyleri normaldir. Demir eksikliğinin son
aşamasında ise kemik iliğinde eritropoez nitelik ve nicelik olarak değişir.
Eritrositler hipokrom, mikrositer yapıdadır; hemoglobin ve hematokrit düzeyleri
ise azalmıştır. Serum demir, ferritin, MCV, transferrin saturasyonları azalmış,
eritrosit protoporfirin, transferrin reseptör düzeyleri ve RDW artmıştır (45).
Demir
eksikliği
anemisi
tanısında
kullanılan
laboratuvar
değerlendirmelerinin birçoğu siyanotik doğuştan kalp hastalarında kullanılmaz.
Siyanotik doğuştan kalp hastalarında hemoglobin değeri sekonder eritrositoz
nedeniyle yüksektir; yaş için normal hemoglobin değerlerinin hemen her zaman
22
üzerinde bir hemoglobin değerine sahiptirler. Bu nedenle demir eksikliği tanısında
tam kan sayımının yardımı sınırlıdır. Erişkin yaşa ulaşmış siyanotik doğuştan kalp
hastalarında, hemoglobin değerinin 15 gr/dl’nin altında olması demir eksikliği
anemisi için genel olarak dikkate değer bulunur (63). Yapılan çalışmalarda,
hastalarda serum demir, demir bağlama kapasitesi, transferrin saturasyonu,
transferrin reseptör düzeyleri ve ferritin düzeyleri ile demir eksikliği anemisinin
değerlendirildiği görülmektedir (1,64). Çocuk yaş gurubunda ise sekonder
eritrositoz ile artan hemoglobin yanında, yaş için normal hemoglobin değerlerinin
de farklı olması aneminin değerlendirilmesini güçleştirir. Bu nedenle siyanotik
doğuştan kalp hastalıklı çocuklarda demir eksikliği anemisinin değerlendirilmesi
için hemoglobin, hematokrit, kırmızı kan hücre kitlesi değerlerinin yerine serum
ferritin, demir düzeyleri ve transferrin saturasyon değerleri kullanılmaktadır
(65,66). Siyanotik doğuştan kalp hastalığı olan çocuklarda demir eksikliği ile tam
kan sayımındaki düşük MCV, MCH ve yüksek RDW düzeyleri korele
bulunmuştur (65).
2.3.6. Demir Eksikliği Anemisi ve Viskozite
Demir eksikliği anemisinin hangi mekanizma ile olursa olsun, eritrositozlu
hastalarda viskoziteyi arttırdığı görülmüştür (22,23,67). Demir eksikliğinin viskoz
etkilerinin, ortalama
eritrosit
hemoglobini
azaldıkça arttığı
görülmüştür
(22,23,67).
Kan viskozitesini etkileyen birçok faktör vardır.
Eritrosit kitlesi ve
morfolojisi bunların başında gelir (20-22). Demir eksikliği anemisi eritrosit
23
morfolojisini etkileyen en önemli faktördür. Demir eksikliği ile birlikte eritrosit
hemoglobin konsantrasyonu azalır. Hemoglobin miktarı azalan eritrosit bikonkav
yapısını kaybeder; bükülebilirliği dolayısı ile akışkanlığı azalır. Demir eksikliği
sonucunda, eritrosit hem hacmini hem de şeklini kaybederek mikrosiferositoza
dönüşür; bu haliyle akışkanlığı azalmıştır ve agregasyona eğilimlidir (22).
Bikonkav yapıdaki eritrosit, aynı zamanda bükülebilir özelliği ile damar içinde
akım yönüne paralel seyir gösterebilir; bu hali ile kanın kayma hızına direnç
göstermez. Demir eksikliğinde ise rijid yapıdaki mikrosferosit kanın kayma hızına
ve mikro dolaşıma uygun şekil alamaz. Bu durum mikrodolaşımın olumsuz
etkilenmesine ve viskozitenin artmasına neden olur (22,23,68).
Demir eksikliği ayrıca eritrosit yaşam süresini kısaltır (69). Esneklik
özelliğini kaybeden eritrosit, kayma gerilimi ile karşılaştığında membran rüptürü
gelişerek eritrosit intravasküler alanda parçalanır (70).
Tüm bu metabolik süreçlerin tamamı ele alındığında, siyanotik doğuştan
kalp hastalıklarında sekonder eritrositozun, demir eksikliğine ve artmış
viskoziteye, demir eksikliğinin ise eritrosit morfolojisini değiştirerek viskozitenin
daha da artmasına neden olduğu görülmektedir.
Viskozitenin tedavisi için
hastalarda uygulanan flebotomiler ise demir eksikliğine neden olmaktadır. Demir
eksikliği anemisi ve viskozite arasında karmaşık ve bir kısır döngüye benzeyen
ilişki bulunmaktadır.
24
3. GEREÇ ve YÖNTEM
3.1. Olgu Seçimi
Ocak 2011- Aralık 2012 tarihleri arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Kardiyoloji B.D. polikliniğine başvuran yâda serviste yatırılarak izlenen,
siyanotik doğuştan kalp hastalığı tanısı almış 2 yaş ile 17 yaşları arasında çocuk
hastalar çalışma kapsamına alınmıştır.
Değerlendirme sırasında anemiye neden olacak düzeyde kanama bulguları
olan hastalar, son bir hafta içinde kan transfüzyonu alan hastalar, son üç ay içinde
demir tedavisi almış olan hastalar çalışma kapsamına alınmamıştır. Ayrıca
siyanotik doğuştan kalp hastalığı tanısı almış ancak değerlendirildiği dönemde
operasyon planlanan (3 aydan daha kısa süre içinde) ve çalışmaya katılmak
istemeyen hastalar çalışma dışında bırakılmıştır.
3.2. Çalışma Şekli
Prospektif bir çalışmadır.
3.3. Çalışma Planı
Hastaların yaş, cinsiyet bilgileri, ağırlık, boy, kan basıncı değerleri
alınmıştır. Ayrıntılı fizik muayeneleri özellikle de artmış viskoelastisitenin
nörolojik bulguları açısından ayrıntılı nörolojik muayeneleri yapılmıştır.
Hastaların viskoelastisite semptomları Perloff ve arkadaşları tarafından en çok
25
görülen 12 semptom sorularak erişkinler için uyarlanmış skor tablosuna göre
puanlandırılmıştır (20) (Şekil 1).
Şekil 1. Viskozite semptom skor tablosu
Semptom skorlaması beş yaşından büyük çocuklarda yapılmıştır.
Hastalarda hiperviskozite semptomları sorgulanırken yaş gruplarına uygun şekilde
hiperviskozitenin en çok görülen semptomları olan baş ağrısı, burun kanaması,
görme bulanıklığı, diş eti kanamaları, sık sinüzit geçirme öyküsü, kas ağrıları,
26
eklem ağrıları ve şişliği sorgulanmıştır. Bunlardan görme bulanıklığı, kulak
çınlaması, burun kanaması semptomları değerlendirme döneminde ve/veya bir ay
öncesine kadar olan süre içinde varsa anlamlı kabul edilmiştir. Sık sinüzit geçirme
öyküsü son 6 ay içinde 3 kez sinüzit geçirmiş olan hastalarda anlamlı kabul
edilmiştir. İnme geçirme öyküsü ise geçmişte yaşanmış olsa da sıklığını
belirlemek amacıyla sorgulanmıştır.
Hastalardan ilk değerlendirme sırasında sağ koldan venöz kan örneği
alınmış; tam kan sayımı,
serum demir, demir bağlama kapasitesi, ferritin
düzeyleri ve transferrin saturasyonu çalışılmıştır. Periferik yayma ile eritrosit
morfolojisi değerlendirilmiştir. Ferritin düzeyinin enfeksiyon gibi dış faktörlerden
etkilenebileceği
göz önüne alınarak demir
eksikliğini
doku düzeyinde
gösterebilmek amacıyla alınan kan örneğinde transferrin reseptör düzeyi ve
viskoelastisite düzeyleri çalışılmıştır.
Siyanotik doğuştan kalp hastalarında sekonder eritrositoz nedeniyle
hemoglobin değerleri yaş gurubuna göre hemen her zaman beklenen değerlerin
üzerinde olduğundan demir eksikliği anemisi tanısı için ferritin düzeyi
kullanılmış; ferritin düzeyi 12 ng/ml altında olan hastalar demir eksikliği anemisi
olarak tanı almışlardır (62).
Hastalar ferritin düzeylerine göre demir eksikliği olan ve olmayan olmak
üzere iki guruba ayrılmıştır. Demir eksikliği saptanan hastalara 4 mg/kg/gün, iki
dozda olacak şekilde iki değerlikli demir tedavisi oral olarak başlanmıştır. Demir
tedavisinin yemeklerden yarım saat önce aç karna olmasına özen gösterilmiştir.
Ailelere demir ilacının kullanımı, sürekliliği ve yan etkileri konusunda bilgi
27
verilmiştir. Demir eksikliği olmayan hastalara ise demir tedavisi uygulanmamıştır.
Hem demir başlanan hemde başlanmayan grupta laboratuvar ve klinik
değerlendirmeler 3 ay sonra tekrarlanmıştır.
Çalışma hakkında aileler ve hastalar bilgilendirilmiş, ailelerden ve okul
çağındaki hasta çocuklardan bilgilendirilmiş gönüllü olur formu onayı alınmıştır.
3.4. Yöntem
Viskoelastik kan özellikleri, Vilastic Bioprofiler (Vilastic Scientific, Inc,
Austin, U.S.) cihazı ile sert, silindirik bir tüp içerisinde osilatuar akış kullanılarak
ölçülmüştür. Bu yöntemde eritrositlerin düzeni, yönelimi ve deformabilitesindeki
değişikliklerin sonucu oluşan viskoelastik değişimler ölçülebilmektedir. Ölçüm
için 1 ml tam kan kullanılmıştır. Hastalardan alınan kan örnekleri antikoagülanlı
kan tüplerine alınmış, alım sırasında hemoliz olmamasına özellikle dikkat
edilmiştir. Antikoagülasyon miktarının sonuçları etkilediği bilindiği için tüm
örnekler eşit miktarda antikoagülan ile karıştırılmıştır. Hematokrit değişimleri
sonuçları etkileyeceği için tüm örneklerin bir kısmı hematokrit ölçümü için ayrı
bir tüpe alınmış ve kapiller tüp yöntemiyle 5 dakika 12000 rpm ile santrifüje
edilerek hematokrit ölçümü yapılmıştır. Ölçüm öncesinde cihaz ölçüm tüpü
deiyonize su ile doldurularak ve 37 dereceye getirilmesi sağlanmıştır. Sıcaklık
dengesi sağlanınca deiyonize suyun viskozitesi ölçülerek daha sonra içerisine
yüklenen kan örneği vizkositesinden çıkarılmıştır. Böylece taşıyıcı sıvının örnek
ölçümüne olan etkisi yok edilmiştir. Tüm ölçümler sabit sıcaklık altında
yapılmıştır. Bunu sağlamak için cihazın ölçüm öncesi en az 40 dakika sabit
28
sıcaklıkta çalısması sağlanmıştır. Kan örneklerinin alımı ile çalışma arasındaki
sürede kan reolojisinde değişiklikler olacağı bilindiği için tüm örnekler alımdan
hemen sonra bekletilmeden çalışılmıştır. Sonuç olarak viskozite ve elastisite
ölçülerek
karşılaştırmalar
yapılmıştır.
Viskozite
ve
elastisite
poise
ile
birimlendirilmştir.
Hastaların tam kan sayımları Beckman Coulter LH 780 Analyzer ile
empedans yöntemi kullanılarak yapılmıştır.
Serum ferritin düzeyi Abbot Architect otomatik analiz cihazında
ölçülmüştür. Demir bağlama kapasitesi Beckman Coulter AU 2700 plus
otoanalizörlerde ölçülmüştür.
Transferrin saturasyonları; serum demiri/total demir bağlama kapasitesi
x1OO olarak hesaplanmıştır.
Serum transferrin reseptör tayini Makrosel human sTfR ELISA KIT
kullanılarak ELISA yöntemi ile ölçülmüştür.
3.5. Etik Kurul Onayı
Bu çalışmaya, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Yerel Etik Kurulu 13-52
sayılı kararı ile onay vermiştir.
3.6. İstatistiksel Değerlendirme
Çalışmadan
elde
edilen
verilerin
değerlendirilmesi
ve
tabloların
oluşturulması amacıyla SPSS (Statistical Package for Social Sciences) version 15
kullanılmıştır. Kategorik değişkenler (nitel değişkenler) frekans ve yüzde değerler
29
ile nicel değişkenler ise ortalama, standart sapma, medyan ve minimummaksimum
değerleriyle
sunulmuştur.
Kategorik
değişkenlerin
değerlendirilmesinde Chi-Square (χ2) testi ve gerekli olduğu durumlarda Fisher
exact test kullanılmıştır. Nicel değişkenlerin karşılaştırılmasında ilk olarak
parametrik test koşullarının (denek sayısı ve normal dağılıma uygunluğun
araştırılması) sağlanıp sağlanmadığı araştırılmıştır. Bağımsız iki grubun
karşılaştırılması amacıyla parametrik test koşullarının sağlandığı değişkenler için
Student’s t testi, parametrik test koşullarının sağlanmadığı durumlarda ise MannWhitney U testi kullanılmıştır. Bağımlı iki grup ise parametrik test koşullarının
sağlandığı durumlarda Paired Sample t-test, aksi takdirde Wilcoxon testi ile
karşılaştırılmıştır. Değişkenler arasındaki ilişkiler, verilerin durumuna göre
Pearson
veya
Spearman
korelasyon
katsayıları
ile
incelenmiştir.
Bazı
parametrelere ait kesim noktaları (“cut-off”) bulmak amacıyla ROC (Receiver
Operating Characteristic) analizi yapılmıştır. Bütün istatistiksel analizlerde
önemlilik seviyesi olarak p<0.05 değeri kabul edilmiştir.
30
4. BULGULAR
4.1. Demografik Özellikler
Çalışma kriterlerine uygun toplam 39 hasta değerlendirilmiştir. Hastaların
20(%51)’si kız, 19(%49)’u ise erkek olup; ortalama yaşları 9,9±6,2 yıl, ortalama
ağırlıkları 33 ± 18,4 kg saptanmıştır. Ortalama oksijen saturasyonu %73,5 ± 8,2
saptanmıştır. Hastaların ilk değerlendirmesinde iki hastada taşikardi saptanmıştır.
Tüm çalışma gurubunun ortalama viskozite semptom skoru 12,6 ±2,8
saptanmıştır (Tablo 3).
Tablo 3. Hastaların Demografik ve Klinik Özellikleri
x ± SS
Ortanca
(min – maks)
9.9 ± 6.2
11.0
(1.5 - 19.0)
Ağırlık (kg)
33.0 ± 18.4
33.0
(7.5 - 63.0)
Boy (cm)
127.2 ± 33.9
134.0
(70.0 - 175.0)
Kalp hızı (dk)
90.9 ± 13.4
90.0
(60.0 - 125.0)
O2sat (%)
73.5 ± 8.2
72.0
(62.0 - 90.0)
Viskozite
12,6 ± 2,8
12
(6 - 17,5)
Yaş (yıl)
semptom skoru
4.2. Hastaların Tanı Dağılımları
Hastaların tanıları sıklık sırasına göre; 12 (%30) Fallot tetralojisi, 7
(%17,9) çift çıkımlı sağ ventrikül (ÇÇRV), 7 (%17,9) ventriküler septal defekt
(VSD) + Eisenmenger sendromu, 4(%10) büyük damar transpozisyonu (BDT) +
pulmoner stenoz (PS) + VSD, 3(%7,6) trunkus arteriozus, 3(%7,6)’ü triküspit
31
atrezisi + atrial septal defekt (ASD) + VSD, 1(%2,5) aorta-pulmoner pencere, 1
(%2,5) mitral atrezi + ASD + VSD, 1(%2,5) hasta pulmoner hipoplazi + VSD’dir
(Tablo 4).
Tablo 4. Hastaların Tanı Dağılımları
Tanı
Hasta sayısı n (%)
Fallot Tetralojisi
12 (%30)
ÇÇRV + VSD
7 (%17,9)
VSD + Eisenmenger
7 (%17,9)
BDT + VSD + PS
4 (%10)
Trunkus arteriozus
3 (%7,6)
Triküspit atrezisi + ASD +VSD
3 (%7,6)
Aorta- pulmoner pencere
1 (%2,5)
Mitral atrezi + ASD + VSD
1 (%2,5)
Pulmoner hipoplazi + VSD
1 (%2,5)
4.3. Hiperviskozite Semptomları
Hastalarda en çok görülen hiperviskozite semptomu baş ağrısı olarak
saptanmıştır. Hiperviskozite semptomları sıklık sırasıyla; baş ağrısı 25(%64,1),
sık sinüzit geçirme yakınması 23(%59),
görme bulanıklığı 21(%53,8), burun
kanaması 9(%23,1), kulak çınlaması 5(%12,8) hastada saptanmıştır. Hastaların
hiç birinden inme geçirme öyküsü alınmamıştır (Tablo 5).
32
Tablo 5. Hastalarda Hiperviskozite Semptomlarının Görülme Sıklığı
Semptomlar
Hasta sayısı (%)
Baş ağrısı
25 (%64,1)
Sık sinüzit geçirme
23 (%59)
Görme bulanıklığı
21 (%53,8)
Burun kanaması
9 (%23,1)
Kulak çınlaması
5 (%12,8)
Baş dönmesi
0
Artrit, artralji
0
El ve parmaklarda uyuşma, hissizlik
0
Kas ağrısı
0
İnme öyküsü
0
4.4. Laboratuvar Sonuçları
Hastaların ortalama hemoglobin düzeyleri 15,6 ± 2,6 gr/dl, hematokrit
değerleri %47,4 ± 8,0, MCH 26,5 ± 3,8 pg, MCHC 32,8 ± 1,2 gr/dl, MCV 81,0 ±
9,9 fl, RDW %16,7 ± 3,5, ortalama demir düzeyleri 53,1± 48,1 ug/dl, demir
bağlama kapasitesi (DBK) 401,1 ± 65,2 ug/dl, ferritin 26,4 ± 39,8 ng/ml,
transferrin saturasyonu (TS) %13,9 ± 13,6, sTfR 5,1 ± 3,5 mg/L ve viskozite 5,7 ±
1,4 c poise olarak ölçülmüştür (Tablo 6).
33
Tablo 6. Hastaların başlangıç laboratuvar verileri
x ± SS
Ortanca
(min – maks)
Hb (gr/dl)
15.6±2.6
15.1
(11.5-20.1)
Hct (%)
47.4±8.0
46.0
(33.0-64.6)
MCH (pg)
26.5±3.8
26.4
(17.4-31.3)
MCHC (gr/dl)
32.8±1.2
32.9
(29.6-35.3)
MCV (fl)
81.0±9.9
84.0
(58.9-95.8)
RDW (%)
16.7±3.5
15.6
(12.7-25.9)
Fe (ug/dl)
53.1±48.1
33.0
(11.0-180.0)
DBK (ug/dl)
401.1±65.2
395.0
(296.0-513.0)
Ferritin (ng/ml)
26.4±39.8
11.0
(2.2-220.0)
TS (%)
13.9±13.6
9.0
(2.0-53.0)
sTfR (mg/L)
5.1±3.5
4.2
(1.9-19.4)
Viskozite (c poise)
5.7±1.4
5.7
(4.0-9.2)
Demir eksikliği olan ve olmayan hasta grupları arasında demografik
özellikler açısından fark saptanmamıştır. Demir eksikliği otuzdokuz hastanın
21(%53,8)’inde saptanmıştır. Hiperviskozite semptomlarından baş ağrısı ve sık
sinüzit geçirme yakınmasının her iki grupta da sık görüldüğü saptanmıştır. Demir
eksikliği olan hastalardan alınan öykülere göre 16 (%76,2)’sında baş ağrısı,
14(%66,6)’ünde
sık
sinüzit
geçirme
yakınması,
11(%52,4)’inde
görme
bulanıklığı, 5(%23,8)’inde burun kanaması, 4(%19)’ünde ise kulak çınlaması
bulunmaktadır. Demir eksikliği olmayan hastaların öykülerinde ise 9(%50)’unda
baş ağrısı, 9(%50)’unda sık sinüzit geçirme yakınması, 10(%55,6)’unda görme
bulanıklığı, 4(%22,2)’ünde burun kanaması yakınması, 1(%5,6)’inde kulak
34
çınlaması vardır. Gruplar arasında Hiperviskozite semptomlarının görülme sıklığı
açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Viskozite semptom
skoru demir eksikliği olan grupta 15,2 ± 1,9, demir eksikliği olmayan grupta ise
12,6± 2,4 olarak değerlendirilmiştir (Tablo 7).
Tablo 7. Demir eksikliği olan ve olmayan grup arasında hiperviskozite
semptomlarının karşılaştırılması
Semptomlar
Demir eksikliği
olan (n:21) (%)
Demir eksikliği
olmayan (n:18)
p
Sayı (%)
Görme bulanıklığı
Yok
10 (47.6)
8 (44.4)
Var
11 (52.4)
10 (55.6)
Yok
17 (81.0)
17 (94.4)
Var
4 (19.0)
1 (5.6)
Yok
16 (76.2)
14 (77.8)
Var
5 (23.8)
4 (22.2)
Yok
7 (33,4)
9 (50)
Var
14 (66,6)
9 (50)
Yok
5 (23,8)
9 (50)
Var
16 (76,2)
9 (50)
0.843
Kulak çınlaması
0.349
Burun kanaması
0.907
Sık sinüzit geçirme
0.266
Baş ağrısı
0.128
İnme öyküsü
Yok
Viskozite semptom
skoru (ortalama)
21 (100.0)
15,2 ± 1,9
18 (100.0)
12,6 ± 2,4
0.05
35
Ortanca oksijen saturasyon değeri Demir eksikliği saptanan grupta %70
iken demir eksikliği olmayan grupta %75 bulunmuştur. Demir eksikliği saptanan
hastaların ortalama oksijen saturasyonu daha düşük görünmektedir. Ancak gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p= 0,189).
Ortalama Hb, Hct değerleri sırasıyla demir eksikliği olan grupta 14,8 ± 2,4
gr/dl, %45,8 ± 7,5, demir eksikliği olmayan grupta 16,5 ± 2,5 gr/dl ve %49,2 ±
8,3 ölçülmüştür. Demir eksikliği olan grupta Hb ve Hct değerleri daha düşük
bulunmuştur.
Ancak
gruplar
arasında
istatistiksel
olarak
anlamlı
fark
saptanmamıştır (Tablo 8). Demir eksikliği olan ve olmayan gruplar arasında diğer
hematolojik parametreler sırasıyla şöyle bulunmuştur; MCH düzeyi 24,5 ± 3,6 pg
ve 28,8 ± 2,7 pg (p=0,001), MCHC düzeyi 32,4 ± 1,4 gr/dl, 33,2 ± 0,8 gr/dl
(p=0,019), MCV düzeyleri 75,6 ± 9,3 fl, 87,2 ± 6,5 fl (p<0,001), RDW düzeyleri
%18,5 ± 3,7, demir eksikliği olmayan grupta %14,7 ± 1,7 (p<0,001) saptanmıştır.
Demir eksikliği olan grupta olmayan guruba göre MCH, MCHC, MCV değerleri
daha düşük, RDW değerleri ise daha yüksek saptanmıştır ve aralarında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (Tablo 8). Demir eksikliği saptanan
grupta demir düzeyi daha düşük, DBK daha yüksek, transferrin saturasyonu daha
düşük bulunmuştur ve gruplar arasında tüm bu değerler arasındaki fark
istatistiksel olarak anlamlıdır. Transferrin reseptör düzeyleri demir eksikliği
saptanan hastalarda 7,0 ± 3,8 mg/l, demir eksikliği olmayan hastalarda ise 2,8 ±
0,6 mg/l (p<0,001) bulunmuştur (Tablo 8).
36
Tablo 8. Demir eksikliği olan ve olmayan iki gurubun demografik veriler ve
laboratuvar verileri açısından karşılaştırılması
Demir eksikliği olan (n:21)
Demir eksikliği olmayan (n:18)
p
x ± SS
ortanca
(min – maks)
x ± SS
ortanca
(min – maks)
9.2
±
7.0
8.0
1.5-19.0
10.8
±
5.2
12.0
1.5-18.0
0.553
29.5
±
19.1
20.0
7.5-58.0
37.1
±
17.1
37.0
13.0-63.0
0.117
Boy (cm)
120.7
±
36.9
118.0
70.0-173.0
134.7
±
29.2
141.5
76.0-175.0
0.254
Hb (gr/dl)
14.8
±
2.4
14.7
11.5-20.1
16.5
±
2.5
16.4
12.7-20.1
0.063
Hct (%)
45.8
±
7.5
45.1
35.3-64.6
49.2
±
8.3
48.5
33.0-63.5
0.242
MCH (pg)
24.5
±
3.6
25.0
17.4-31.3
28.8
±
2.7
29.5
22.3-31.2
0.001
32.4
±
1.4
32.4
29.6-35.3
33.2
±
0.8
33.4
31.2-34.3
0.019
MCV fl
75.6
±
9.3
76.4
58.9-95.8
87.2
±
6.5
87.5
72.1-94.3
<0.001
RDW (%)
18.5
±
3.7
17.3
12.7-25.9
14.7
±
1.7
14.4
12.7-19.9
<0.001
Fe (ug/dl)
26.6
±
19.3
21.0
11.0-96.0
84.1
±
53.4
61.0
28.0-180.0
<0.001
433.4
±
54.1
438.0
348.0-513.0
363.4
±
57.1
352.5
296.0-495.0
0.001
5.6
±
2.8
4.9
2.2-11.0
50.6
±
48.7
34.7
14.0-220.0
<0.001
6.2
±
5.3
5.0
2.0-25.0
22.9
±
14.8
19.5
7.0-53.0
<0.001
7.0
±
3.8
6.0
3.0-19.4
2.8
±
0.6
2.6
1.9-4.2
<0.001
71.7
±
6.8
70.0
62.0-85.0
75.6
±
9.2
75.0
62.0-90.0
0.189
5.6
±
1.0
5.8
(4.0-7.3)
5.8
±
1.8
5.3
(4.0-9.2)
0.899
Yaş (yıl)
Ağırlık
(kg)
MCHC
(gr/dl)
DBK
(ug/dl)
Ferritin
(ng/ml)
TS (%)
sTfR
(mg/L)
O2sat (%)
Viskozite
(c poise)
Hastalarda ferritin düzeyinin 12 ng/ml değerinin altında olması ile
korelasyon gösteren hematolojik parametreler değerlendirilmiş; MCH, MCHC,
MCV düşüklükleri ve RDW yüksekliği arasında korelasyon saptanmış; ancak en
yüksek korelasyon MCH (0,565) ve MCV (0,533) değerleri arasında(0,565)
saptanmıştır (Şekil 2).
37
Şekil 2. Ferritin düzeyi ile korelasyon gösteren tam kan sayımı parametreleri
Demir eksikliği anemisi ile korelasyon gösteren hematolojik parametreler
için uygun “cut-off” değerleri aranmıştır; MCH için 28 pg altındaki değerlerin
%83 duyarlılık, %86 özgüllük ve %85 doğruluk (prediktif değer) ile “cut-off”
oluşturduğu görülmektedir. MCV için 82,8 fl değerinin altı %89 duyarlılık, %81
özgüllük ve %85 doğruluk ile “cut-off” değeri oluşturmaktadır. MCHC için 32,6
gr/dl ‘nin altındaki değerler “cut-off” oluşturmaktadır. MCHC için 32,6 gr/dl’nin
altı %89 duyarlılık ile demir eksikliğini destekler ancak özgüllüğü düşüktür
(%62). RDW’nin %16,05 üzerinde saptanması %71 duyarlılık, %89 özgüllük ve
%79 doğruluk ile “cut-off” değeri oluşturmaktadır.
Viskozite değeri demir eksikliği saptanan grupta ortalama 5,6 ± 1,0 c
poise, demir eksikliği olmayan grupta ise 5,8 ± 1,8 c poise bulunmuştur. Her iki
gurubun viskozite değerleri birbirine oldukça yakın saptanmıştır ve aralarında
istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (Tablo 8).
Demir eksikliği saptanan 21 hastaya iki dozda olmak üzere 4 mg/kg/gün,
iki değerlikli demir tedavisi oral olarak verilmiştir. Tedaviye 3 ay süre ile aralıksız
devam edilmiştir. Üç ay sonra hem demir verilen hem de verilmeyen grupta klinik
38
ve laboratuvar değerlendirmeleri tekrarlanmıştır. Demir tedavisi alan grupta 3 ay
sonra yapılan değerlendirmede; 1 hastada görme bulanıklığının azaldığı; kulak
çınlamasının 2 hastada geçtiği 1 hastada azaldığı; baş ağrısı yakınmasının 5
hastada kaybolduğu 1 hastada azaldığı; 4 hastada sinüzit sıklığının azaldığı ve 1
hastada burun kanaması sıklığının azaldığı saptanmıştır. Demir tedavisi uygulanan
hastalar arasında semptomlarında artış olan hasta olmamıştır. Demir tedavisi
uygulanmayan grupta ise üç ay sonra yapılan değerlendirmede viskozite
semptomlarının varlığı veya şiddetinde herhangi bir değişiklik gözlenmemiştir.
Demir tedavisi uygulanan hastaların başlangıç ve üç ay sonraki
hematolojik değerleri karşılaştırılmıştır. Üç ay sonra Hb değerinin ortalama 14,8 ±
2,4 gr/dl’den 16,0 ± 2,0’a(p=0,003), Hct değerinin ortalama %45,8 ± 7,5’tan
%47,6 ± 7,2 değerine yükseldiği (p=0,052) görülmüştür. Üç aylık demir tedavisi
sonrasında MCH değeri 24,5 ± 3,6 pg’dan 26,8 ± 2,6 pg’a(p=0,007), MCHC
değeri 32,4 ± 1,4 gr/dl’den 33,1 ± 1,3,gr/dl’ye(p=0,02), MCV düzeyi 75,6 ± 9,3
fl’den 80,1 ± 6,9 fl’ye yükselmiş(p=0,014); RDW düzeyi ise %18,5 ± 3,7’den
%16 ± 2,2’ye düşmüştür (p=0,002). Demir tedavisi uygulanan grupta tedaviden
sonra serum demir düzeyi, ferritin düzeyi, transferrin saturasyonu artmış, demir
bağlama kapasitesi azalmış, sTfR düzeyi ise demir eksikliğinin azalması ile
uygunluk göstererek azalmıştır. Hemoglobin ve hematokrit değerlerindeki artışa
rağmen viskozite değeri başlangıçta ortalama 5,6 ± 1,0 c poise iken çok az bir
miktar azalma göstererek 5,5 ± 1,0 c poise değerine düşmüştür (p=0,741). Ayrıca
demir tedavisi uygulanan grupta başlangıçtaki ortalama oksijen saturasyonu
39
%71,7 ± 6,8 den %75,0 ± 6,8 değerine yükselmiş; bu yükselme istatistiksel olarak
da anlamlı bulunmuştur (p<0,001) (Tablo 9).
Tablo 9. Demir tedavisinin viskozite ve diğer hematolojik parametreler üzerine
etkisinin değerlendirilmesi
Başlangıç
Demir tedavisinden 3 ay sonra
p
x ± SS
ortanca
(min – maks)
x ± SS
ortanca
(min– maks)
Hb (gr/dl)
14.8
±
2.4
14.7
(11.5-20,1)
16.0
±
2.0
15.9
(12.3-9.4)
0.003
Hct (%)
45.8
±
7.5
45.1
(35.3-64,6)
47.6
±
7.2
48.0
(32.0-63.1)
0.052
MCH (pg)
24.5
±
3.6
25.0
(17.4-31.3)
26.8
±
2.6
26.9
(19.8-30.4)
0.007
32.4
±
1.4
32.4
(29.6-35.3)
33.1
±
1.3
33.1
(30.2-36.0)
0.020
MCV(fl)
75.6
±
9.3
76.4
(58.9-95.8)
80.1
±
6.9
81.0
(66.0-91.4)
0.014
RDW(%)
18.5
±
3.7
17.3
(12.7-25.9)
16.0
±
2.2
15.6
(13.3-20.4)
0.002
Fe (ug/dl)
26.6
±
19.3
21.0
(11.0-96.0)
59.6
±
22.0
60.0
(20.0-22.0)
<0.001
DBK
433.
±
54.1
438.0
(348.0-513.0)
±
51.2
360
(288.0-80)
0.002
5.6
±
2.8
4.9
(2.2-11.0)
40.5
±
41.1
24.4
(3.2-179.0)
<0.001
6.2
±
5.3
5.0
(2.0-25.0)
16.0
±
6.3
16.0
(5.0-29.0)
<0.001
7.0
±
3.8
6.0
(3.0-19.4)
4.6
±
1.9
4.6
(2.2-10.8)
<0.001
5.6
±
1.0
5.8
(4.0-7.3)
5.5
±
1.0
5.5
(2.9-7.3)
0.741
71.7
±
6.8
70.0
(62.0-85.0)
75.0
±
6.8
72.0
(66.0-90.0)
<0.001
MCHC
(gr/dl)
(ug/dl)
Ferritin
(ng/ml)
TS (%)
sTfR
(mg/L)
Viskozite
(c poise)
O2sat (%)
4
371.
4
Demir tedavisi uygulanmayan 18 hastanın 3 ay sonra klinik ve hematolojik
değerlendirmeleri tekrarlanarak başlangıç ve kontrol değerleri karşılaştırılmıştır.
Hastaların viskozite semptomlarında herhangi bir artma ya da azalma
saptanmamış, oksijen saturasyonlarının aynı düzeyde kaldığı görülmüştür. Ancak
hastaların Hb, Hct, MCHC düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir azalma ve
RDW değerinde istatistiksel olarak anlamlı bir yükselme olduğu görülmüştür.
40
Hastalarda demir eksikliği gelişmemesine karşın serum demir, ferritin, TS, sTfR
düzeylerinde ise istatistiksel olarak anlamlı azalma olduğu görülmüş; viskozite
değerlerinde ise her hangi bir değişiklik olmamıştır (Tablo 10).
Tablo 10. Demir tedavisi uygulanmayan grupta kontrol hematolojik değerlerin
karşılaştırılması
Başlangıç
x ± SS
Hb
3 ay sonra
ortanca
(min-maks)
ortan
x ± SS
ca
p
(min-maks)
16.5
±
2.5
16.4
12.7-20.1
15.7
±
2.3
15.7
11.8-19.3
0.001
49.2
±
8.3
48.5
33.0-63.5
47.6
±
9.0
46.0
32.0-63.0
0.001
28.8
±
2.7
29.5
22.3-31.2
28.1
±
2.8
29.0
22.0-32.0
0.162
33.2
±
0.8
33.4
31.2-34.3
32.3
±
1.5
32.9
29.0-34.4
0.002
MCV(fl)
87.2
±
6.5
87.5
72.1-94.3
86.6
±
6.6
86.0
70.0-94
0.085
RDW(%)
14.7
±
1.7
14.4
12.7-19.9
15.5
±
1.6
15.3
13.0-20
Fe (ug/dl)
84.1
± 53.4
61.0
28.0-180
57.2
±
48.5
14.0-120
0.001
DBK
363.
± 57.1
352.5
296-495
360.0
305-480
0.983
50.6
± 48.7
34.7
14.0-220
31.5
±
23.0
12.0-90
22.9
± 14.8
19.5
7.0-53.0
16.5
±
8.0
15.5
5.0-34.
0.004
2.8
±
0.6
2.6
1.9-4.2
3.2
±
0.9
3.0
2.2-5.8
0.001
5.8
±
1.8
5.3
4.0-9.2
5.8
±
1.8
5.5
3.8-9.2
0.407
75.6
±
9.2
75.0
62.0-90.0
75.1
±
9.0
74.0
62.0-90.0
0.070
(gr/dl)
Hct (%)
MCH
(pg)
MCHC
(gr/dl)
(ug/dl)
Ferritin
(ng/ml)
TS (%)
sTfR
(mg/L)
Viskozite
(c poise)
O2sat
(%)
4
366.
2
±
31.
0
43.
8
22.
7
<0.00
1
<0.00
1
4.5. Pulmoner Arteriyel Hipertansiyonu Olan Hastaların Değerlendirilmesi
41
Çalışmada değerlendirilen 39 hastanın 17’sinde konjenital kalp hastalığına
bağlı pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) bulunmaktadır; antikoagulan tedavi
almayan bu hastalar pulmoner hipertansiyon için spesifik medikal tedavi olarak
bosentan, iloprost ve sidenafil tedavilerinden bir veya birkaçını almakta idiler.
Pulmoner hipertansiyonda diğer hastalardan farklı olarak pulmoner vasküler
direnç yüksektir. Bu nedenle viskozitenin gerek almakta oldukları spesifik
tedaviden gerek pulmoner vasküler dirençten nasıl etkilendiğini belirlemek
amacıyla bu hastalar ayrı bir grup olarak tekrar değerlendirilmiştir. Pulmoner
hipertansiyonu olan hastalar diğer hastalar ile klinik ve laboratuvar olarak
karşılaştırılmıştır. PAH olan hastaların yaş ortalaması 14,6 ± 3,5 yıl ve PAH
olmayan hastaların yaş ortalaması 6,2 ± 5,3 yıldır. PAH olan hastalar ile
olmayanlar
arasında
viskozite
semptomları arasında
herhangi
bir
fark
saptanmamıştır. Laboratuvar değerleri kıyaslandığında ise tüm hematolojik
değerler ve viskozite değerleri arasında her hangi bir fark saptanmamıştır (Tablo
11).
42
Tablo 11. Pulmoner hipertansiyonu olan ve olmayan hastaların viskozite ve
diğer hematolojik parametrelerinin karşılaştırılması
Diğer (n:22)
PHT (n:17)
x ± SS
Hb
ortanca
(min – maks)
p
x ± SS
ortanca
(min– maks)
15.2
±
2.5
14.6
11.6-20.1
15.9
±
2.7
15.8
11.5-20.1
0.380
46.3
±
8.2
44.7
33.0-64.6
48.1
±
8.0
46.5
35.3-62.0
0.395
26.4
±
4.3
27.9
17.4-31.3
26.5
±
3.5
26.4
20.3-31.2
0.910
32.5
±
1.5
32.8
29.6-35.3
33.0
±
.9
33.0
31.4-34.3
0.372
MCV(fl)
81.8
±
11.1
84.8
58.9-95.8
80.3
±
9.2
80.7
64.3-94.3
0.436
RDW(%)
16.8
±
3.3
15.9
12.7-22.8
16.7
±
3.8
14.9
12.7-25.9
0.691
41.6
±
36.0
28.0
11.0-150.0
62.0
±
54.9
33.5
14.0-180.0
0.282
405
±
73.6
395.0
300-513.0
398.0
±
59.5
395.0
296-507
0.713
29.4
±
51.4
11.0
2.2-220.0
24.0
±
28.9
9.5
2.4-99.1
0.867
10.9
±
10.4
8.0
2.0-41.0
16.2
±
15.5
10.5
2.0-53.0
0.250
4.6
±
2.9
3.6
1.9-12.4
5.4
±
4.0
4.4
2.2-19.4
0.436
5.4
±
1.3
5.2
4.2-9.1
5.9
±
1.5
5.8
4.0-9.2
0.343
(gr/dl)
Hct (%)
MCH
(pg)
MCHC
(gr/dl)
Fe
(ug/dl)
DBK
(ug/dl)
Ferritin
(ng/ml)
TS (%)
sTfR
(mg/L)
Viskozite
(c poise)
Pulmoner hipertansiyonu olan 17 hastadan 9’unda ferritin düzeyi 12
ng/ml’nin
altında saptanarak demir tedavisi
uygulanmıştır.
Pulmoner
hipertansiyon olmayan 22 hastanın ise 12’sinde demir eksikliği saptanarak demir
tedavisi başlanmıştır. Pulmoner hipertansiyonlu hastaların başlangıçtaki viskozite
ortalaması 5,4 ± 1,3 c poise, tedaviden 3 ay sonraki viskozite değeri ise 5,4 ± 1,2
c poise olarak ölçülmüştür. Demir tedavisi ile Hb, Hct ve viskozite değerleri
43
değişiklik göstermemiş ancak ortalama oksijen saturasyonu tedaviden önce %77,2
± 6,8 iken tedaviden sonra %78,6 ± 6,6’ya çıkmıştır (p=0,021)(Tablo 12).
Tablo 12. PAH olan 17 hastanın başlangıç ve 3 aylık demir tedavisinden sonra
laboratuvar verilerinin karşılaştırılması
Başlangıç
x ± SS
Hb
(gr/dl)
Hct (%)
MCH
(pg)
MCHC
(gr/dl)
MCV(fl)
RDW(
%)
Fe
(ug/dl)
DBK
(ug/dl)
Ferritin
(ng/ml)
TS (%)
sTfR
(mg/L)
ortanca
Demir tedavisinden 3 ay sonra
x ± SS
(min-maks)
ortanca
(min–
p
maks)
15.2
±
2.5
14.6
11.6-20.1
15.6
±
2.2
15.5
12.3-19.4
0.586
46.3
±
8.2
44.7
33.0-64.6
46.7
±
8.6
44.0
32.0-63.1
0.636
26.4
±
4.3
27.9
17.4-31.3
26.8
±
3.3
27.0
19.8-31.2
0.820
32.5
±
1.5
32.8
29.6-35.3
32.2
±
1.7
32.9
29.0-34.5
0.462
81.8
±
11.1
84.8
58.9-95.8
83.1
±
8.0
85.0
66.8-92.0
0.850
16.8
±
3.3
15.9
12.7-22.8
16.0
±
2.1
15.6
13.0-20.4
0.538
41.6
±
36.0
28.0
11.0-150.0
47.2
±
16.3
43.0
28.0-96.0
0.134
±
73.6
395.0
300.0-513.0
±
47.7
373.0
288.0-480
0.056
29.4
±
51.4
11.0
2.2-220.0
35.7
±
42.5
24.0
3.2-179.0
0.868
10.9
±
10.4
8.0
2.0-41.0
13.2
±
4.8
13.0
5.0-25.0
0.078
4.6
±
2.9
3.6
1.9-12.4
3.5
±
1.3
2.9
2.2-6.3
0.027
5.4
±
1.3
5.2
4.2-9.1
5.4
±
1.2
5.3
4.0-9.2
0.868
77.2
±
6.8
78.0
78.6
±
6.6
80.0
69.0-90.0
0.021
405.
1
372.
8
Viskozit
e (c
poise)
O₂ sat
(%)
65.0-90.0
44
5. TARTIŞMA
5.1. Demografik Veriler
Bu çalışmada Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim
Dalı’na başvuran 39 siyanotik doğuştan kalp hastalığı tanılı çocuk hasta
değerlendirilmiştir. Bu hastaların büyük kısmı rutin poliklinik kontrolleri sırasında
az bir kısmı ise hastanede yatışları sırasında değerlendirilmiştir. Hastanede yatan
hastaları, kalp yetmezliğinin tedavisi amacıyla yatırılan veya başka merkezlerden
tanısal ya da girişimsel yaklaşım amacıyla sevk edilen hastalar oluşturmuştur. 39
hastanın 20’sini kız hasta, 19’unu erkek hasta oluşturmuştur. Yaş ortalaması ise
9,9 ± 6,2 yıl olup, iki yaşından küçük hastalar viskoelastisite değerleri için
referans aralığı belirsiz olduğundan çalışmaya alınmamıştır. En çok görülen
siyanotik doğuştan kalp hastalığı olan Fallot tetralojisine çoğunlukla 2 yaşından
önce cerrahi düzeltme operasyonu uygulanmaktadır (71). Bu nedenler ile çalışma
kapsamına alınan hastalar cerrahi düzeltme şansı olmayan ya da cerrahi
uygulanmamış ve klinik izlemleri devam eden siyanotik doğuştan kalp hastalığı
tanılı hastalardan oluşmaktadır. İki yaş altındaki hastalar çalışma kapsamına
alınmamasına karşın çalışmamızdaki hastaların 12 (%30)’sini Fallot tetralojili
hastalar oluşturmaktadır. Bu hastalara ya ciddi pulmoner hipoplazi nedeniyle
palyatif yaklaşım yapılmış ya da başka nedenler ile operasyon olamamıştır.
45
5.2. Klinik Bulgular
Çalışma kapsamına alınan hastaların tamamı hemodinamik olarak
stabildir. Sadece iki hasta taşikardi saptanmıştır. Bu iki hasta demir eksikliği olan
grupta yer almış ve kalp yetmezliği kliniğinde hastaneye yatırılmıştır.
Hastaların hiperviskoziteye bağlı semptomlarını sorgulamak için Perloff
ve arkadaşları (20) tarafından hazırlanmış viskozite semptom skoru tablosu
kullanılmıştır (Şekil 1). Ancak bu tablo erişkin hastalar için hazırlanmış
olduğundan tüm sorular çocuk hastalar için uygun değildir (örneğin; menoraji…).
Ayrıca küçük yaştaki hastalardan bu soruların cevabını almak mümkün
olmamaktadır. Beş yaşından küçük olan hastalar kendini ifade etmekte yetersiz
olduğu için 5 yaşından büyük çocuklara bu skorlama uygulanmıştır ve ailenin
gözlemi ile doğrulanmıştır. Çalışmada hastalar bu tabloda bulunmayan sık sinüzit
geçirme yakınması açısından da sorgulanmıştır.
Bu çalışmada, en çok görülen hiperviskozite semptomu olarak hastalarda
baş ağrısı saptanmıştır. Baş ağrısını sırayla sık sinüzit geçirme, görme bulanıklığı,
burun kanaması ve kulak çınlaması izlemiştir. Erişkin siyanotik hastalarda
hiperviskozite semptomlarının sorgulandığı çalışmalar bulunmaktadır. Ancak
siyanotik doğuştan kalp hastalıklı çocuk hastalarda daha önce hiperviskozite
semptomlarının sorgulandığı çalışma bulunmamıştır. Perloff ve arkadaşlarının
oluşturdukları semptom skorlaması ile yapılan çalışmalarda, hastalarda daha çok
hemostaz
bozukluklarına
bağlı
bulgular
(hemoptizi,
kolay
morarma…)
görülmüştür (20,28). Erişkin siyanotik doğuştan kalp hastalarında ikinci sıklıkta
görülen hiperviskozite semptomu olarak artralji bildirilmiştir (20). Akut kolesistit,
46
gut artriti, eklemlerde ürat depozitleri erişkinlerde görülen diğer hiperviskozite
bulgularıdır (20). Bu çalışma kapsamındaki da çocuk hastalarda erişkinlerde
görülmüş olan bulguların çoğu görülmemiştir. Bunun nedeni olarak erişkin yaşa
kadar hastaların çok uzun süre artmış eritrosit metabolizmasına maruz kalmaları
düşünülmüştür. Eritrositoz ile birlikte artan eritrosit yıkımı siyanotik hastaların
ürik asit düzeylerinin yüksek olmasına neden olur (72). Artan eritrosit yıkım
ürünleri ayrıca safra taşlarının oluşmasına neden olur. Eritrositlerin aşırı yapım ve
yıkımı arasındaki bu döngüye erişkin yaştaki hastalar çocuklara göre çok daha
uzun süre maruz kalmaktadırlar. Bu nedenle hasta gurubunda hiperürisemiye ait
bulgular ortaya çıkmamış olabilir. Çalışmada hastalarda en çok karşılaşılan baş
ağrısı yakınmasının, sinüzit ile ilişkili olmamasına öyküde özellikle dikkat
edilmiştir. Baş ağrısını hiperviskozite semptomu olarak kabul edilen hastalarda
baş ağrısı yakınmaları süreklilik göstermekteydi ve sinüzit bulguları olmadan
devam ediyordu.
Bu çalışmada sinüzit, hiperviskozite semptomları içinde baş ağrısından
sonra ikinci sıklıkta görülen semptom olarak saptanmıştır. Çocukluk çağında
sinüzit sık görülen bir enfeksiyondur. Siyanotik ve hiperviskozitesi olan
çocuklarda ise doku hipoksisi ile birlikte bozulmuş doku perfüzyonu ve doku
nekrozu vardır. Bu nedenler ile siyanotik doğuştan kalp hastalığı olan çocuklarda
sinüzit sıklığı artmıştır (73). Sinüzit sıklığının artması aynı zamanda hastalarda
bakteriyemi ile enfektif endokardit gelişimine, sinüslerden direkt ilişki yolu ile
serebral apse gelişimine neden olabilmektedir (73). Siyanotik hastalarda sinüzit
sıklığının azaltılması ve etkin tedavisi mortalite ve morbiditenin azaltılması için
47
önemlidir. Bu çalışmada demir eksikliği olan hastalarda demir tedavisinden sonra
sinüzit sıklığında azalma görülmüştür.
5.3. Demir Eksikliğinin Değerlendirilmesi
Bu çalışmada hastaların hemoglobin ve hematokrit düzeyleri yaşları için
beklenen değerlerin üzerinde saptanmıştır. Bu durum siyanotik hastalarda
beklenen sekonder eritrositozun doğal bir sonucudur. Hastalarda demir eksikliğini
saptamak için serum ferritin düzeyi kullanılmıştır. Ferritinin enfeksiyon,
enflamasyon gibi durumlarda yalancı yüksekliği olabileceği için sTfR düzeyi ile
doku düzeyinde demir eksikliği doğrulanmıştır.
Otuzdokuz
hastadan 21(%53,8)’inde
demir
eksikliği
saptanmıştır.
Hastaların yarısından fazlasında demir eksikliği olduğu görülmüştür. Bu sonuç
siyanotik doğuştan kalp hastalıklı çocuklarda daha önce yapılmış çalışma
sonuçları ile benzerlik göstermektedir (22,65). Demir eksikliği olan grupta
hiperviskozite semptomları biraz daha sık görülmekle birlikte gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Hastaların tümünde sekonder
eritrositoz olmasına rağmen demir eksikliği olan gurubun Hb ve Hct değerleri
demir eksikliği olmayan hastalardan daha düşük bulunmuştur. Siyanotik doğuştan
kalp hastalarını demir eksikliği olan ve olmayan gruplara ayıran çalışmalarda da
benzer şekilde demir eksikliği olan hastalarda Hb ve Hct değerleri olmayanlara
göre daha düşük bulunmuştur (1, 65). Bu durum sekonder eritrositoza karşın
demir
eksikliği
gelişirse
eritropoezin
baskılanabileceğini
göstermektedir.
Çalışmada demir eksikliği olan ve olmayan hastalar arasında diğer hematolojik
48
parametreler arasında da anlamlı fark saptanmıştır. Demir eksikliği olan grupta
MCH, MCHC, TS, MCV değerleri demir eksikliği olmayan guruba göre anlamlı
şekilde düşük bulunmuştur. RDW değeri ise demir eksikliği olan grupta
olmayanlara göre anlamlı olarak daha yüksek saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar
bu konuda yapılmış diğer çalışmaların sonuçları ile benzemektedir (1,65).
Çalışmada demir eksikliği olan hastalarda MCH, MCHC, MCV düşüklüğü ve
RDW yüksekliği ferritin düşüklüğü ile korele bulunmuştur. Bu hematolojik
parametrelerden en çok MCH ve MCV düzeyleri ferritin düzeyleri ile korelasyon
göstermiştir. MCH değerinin 28 pg’ın altında olması, MCV değerinin 82,8 fl’nin
altında olması %85 doğruluk ile demir eksikliğini göstermektedir. Siyanotik
hastalarda Hb düzeyleri, sekonder eritrositoz nedeniyle anemi değerlendirmesinde
kullanılmaz. Biyokimyasal çalışma yapılarak ferritin düzeyleri ile demir eksikliği
tanımlanır. Çalışmamızda siyanotik hastalarda demir eksikliğini belirlemek için
basit tam kan sayımı değerlendirmesinin de güvenilir olduğu görülmüştür.
Demir düzeyleri normal olan hastaların üç ay sonra klinik ve laboratuvar
değerlendirmeleri tekrarlanmıştır.
Demir eksikliği anemisi gelişmediği halde
hastaların Hb, Hct, MCH, MCV, demir, ferritin, TS düzeyleri azalmış, RDW,
sTfR düzeyleri ise artmıştır. Demir eksikliği lehine değişen bu hematolojik
parametrelerin siyanotik doğuştan kalp hastalığı olan çocuklarda sürekli devam
eden sekonder eritrositoz nedeniyle demirin devam eden tüketimi ile ilgili olduğu
düşünülmüştür. Onur ve arkadaşlarının 44 siyanotik doğuştan kalp hastalıklı
çocuk hastada yaptıkları çalışmada (65); serum ferritin düzeyi ile 28 hastada
demir eksikliği saptanmış ve bu hastalara oral demir tedavisi uygulanmış; 16 hasta
49
ise herhangi bir tedavi uygulanmadan izlenmiştir. Üç ay sonra her iki gurubun
demir eksikliği yönünden laboratuvar verileri değerlendirildiğinde tedavi almayan
grupta Hb, Hct, ferritin değerlerinin düşmekte olduğu görülmüştür. Onur ve
arkadaşlarının çalışmasında 6-48 ay arasındaki çocuk hastalar çalışmaya
alınmıştır. Bu dönem fizyolojik demir ihtiyacının en yüksek olduğu dönemdir.
Dolayısı ile sekonder eritrositoz ile birlikte demir ihtiyacı bu yaş gurubunda daha
yüksek olabilir. Ancak bu çalışma iki yaş üzerindeki çocukları kapsadığı halde
demir uygulanmayan hastalarda üç ay sonra bile laboratuvar parametreleri demir
ve ferritin düzeylerinde azalma göstermiştir. Bu bulgular siyanotik doğuştan kalp
hastalığı olan çocuklarda demir eksikliği olmasa bile idame dozdan demir
tedavisinin uygulanmasını gündeme getirebilir.
5.4. Demir Tedavisinin Viskozite Üzerine Etkileri
Başlangıç değerlendirmelerinde demir eksikliği olan hastaların viskozite
değerleri ortalama 5,6 ± 1,0 c poise, demir eksikliği olmayan gurubun ise 5,8 ±
1,8 c poise saptanmıştır. Hb ve Hct değerleri arasında anlamlı fark olduğu halde
viskozite değerleri hemen hemen aynı bulunmuştur; bu durum viskozite üzerinde
Hb ve Hct dışındaki faktörlerin rolünü akla getrirmektedir.
Demir eksikliği olan hastaların viskozite değerleri 3 ay demir tedavisi
uygulandıktan sonra ortalama 5,6 ± 1,0 c poise’den 5,5 ±
1,0 c poise’ye
düşmüştür. Bu düşüş istatistiksel olarak anlamlı değildir (p=0,741). Ancak Hb,
Hct değerleri artmış olmasına karşın viskozite değerleri beklenenin aksine daha
düşük bulunmuştur.
Hct değerleri artmış olmasına karşın viskozite değerleri
50
beklenenin aksine daha düşük bulunması çalışmada elde edilen önemli bir
sonuçtur. Kan viskoelastisitesini etkileyen birçok neden vardır; en çok bilineni
kanın şekilli elemanlarının sayısıdır. Ancak eritrositlerin morfolojisi de kan
viskoelastisitesinde önemli rol oynar. Demir eksikliğinin şiddeti ile orantılı olarak
eritrositler şekil değiştirebilme özelliğini kaybeder (33). Eritrositlerin şekil
değiştirebilme
özelliğini
kaybetmesi
ise
kanın
akış
yönünde
hareket
edebilmelerini zorlaştırarak viskozitenin artmasına neden olur (22,23). Demir
eksikliğinden etkilenen eritrositler hem bikonkav yapılarını kaybederek hem de
deformibilite özelliklerini yitirerek kan viskoelstisitesini arttırırlar. Demir
eksikliğinin viskozite üzerindeki etkilerini kantitatif olarak ortaya koyan çok az
sayıda çalışma vardır. Broberg ve arkadaşları 39 siyanotik konjenital kalp
hastalığı olan erişkin hasta üzerinde yaptıkları çalışmada demir eksikliği olan ve
olmayan hastaları viskozite ve klinik bulguları açısından karşılaştırmış (1); demir
eksikliği olan hastaların Hb düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı şekilde demir
eksikliği olmayan hastalardan daha düşük bulunmasına rağmen viskozite değerleri
her iki grupta benzer düzeylerde saptanmıştır. Bu bulgu bizim çalışmamızın
sonuçları ile uyum göstermektedir. Broberg ve arkadaşlarının çalışması siyanotik
doğuştan kalp hastalıklı erişkin yaş gurubunda demir eksikliği ile viskozite
ilişkisini kantitatif olarak değerlendiren tek çalışmadır. Ancak demir tedavisinin
siyanotik hastalarda viskoziteyi ne yönde etkilediği değerlendirilmemiştir. Çocuk
yaş gurubunda ise bu konuda yapılmış çalışma yoktur. Çalışmamız çocuklarda
yapılmış ilk çalışmadır. Çalışmamızda demir eksikliği olan ve olmayan hastalar
arasında viskozite farkı olmadığı görülmüştür. Demir tedavisi ile viskozitenin
51
nasıl değiştiği incelendiğinde, demir tedavisi verdiğimiz hastalarda Hb ve Hct
arttığı halde viskozitenin artmadığı görülmüştür. Bu sonuç siyanotik hastalarda
demir eksikliği durumunda demir tedavisinin güvenilir olduğunu gösteren önemli
bir bulgudur.
Broberg ve arkadaşlarının çalışmasında eritrosit morfolojisi ile
viskozite arasında korelasyon bulunmamış, viskozite ile en güçlü korelasyon Hct
düzeyleri arasında saptanmıştır (1). Ancak çalışmada eritrosit morfolojisini
değerlendirmek için MCV kullanılmıştır ve MCV ile viskozite ilişkisine
bakılmıştır. Eritrositlerin büyüklüklerinden çok şekilleri ve deformibilite
özellikleri viskozite üzerinde etkilidir
(22,23). MCV tek başına eritrosit
morfolojisini yansıtmakta yeterli olmayabilir. Broberg ve arkadaşlarının
çalışmasında ayrıca, hastaların egzersiz kapasitelerinin hct düzeyleri ile
korelasyon gösterdiği görülmüştür. Tay ve arkadaşları ise siyanotik doğuştan kalp
hastalıklı 123 erişkin hastada yaptıkları çalışmada 25 hastada demir eksikliği
saptayarak 3 ay süre ile oral demir tedavisi uygulamıştır. Üç ay sonra hastaların
Hb ve Hct değerleri ile birlikte egzersiz kapasitelerinin de arttığı görülmüştür
(74). Bu bulgular siyanotik hastalarda yüksek Hb, Hct değerleri olsa da demir
eksikliği ile ortaya çıkan göreceli düşük Hb, Hct düzeylerinin hastaların efor
kapasitesini olumsuz etkileyebileceğini gösterir. Siyanotik doğuştan kalp
hastalarında demir eksikliği tedavi edilmesi gereken bir durumdur. Bu çalışmada
demir tedavisinin viskoziteyi arttırmadan Hb ve Hct düzeylerini arttırdığı
saptanmıştır. Demir tedavisinin siyanotik doğuştan kalp hastalarında güvenle
uygulanabileceği sonucuna varılmıştır.
52
5.5. Pulmoner Hipertansiyon - Viskozite İlişkisi
Çalışma kapsamına alınan hastalardan 17’sinde doğuştan kalp hastalığına
bağlı PAH saptanmıştır. Onyedi hastadan 8’ini Eisenmenger sendromlu hastalar
oluşturmuştur.
Bu çalışmada PAH’lu hastalar ile diğerleri arasında klinik semptomlar,
hematolojik parametreler ve viskozite değerleri açısından her hangi bir fark
saptanmamıştır. Pulmoner arteriyel hipertansiyonu olup demir eksikliği saptanan
hastalara üç ay süre ile demir tedavisi uygulanmıştır. Üç ay sonra yapılan
kontrollerde Hb ve Hct düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı olmayan az
miktarda artış saptanmış, viskozite düzeyleri ise aynı değerlerde kalmıştır. Ancak
hastaların oksijen saturasyonlarında demir tedavisinden sonra %77,2 ± 6,8’den
%78,6 ± 6,6’ya artış saptanmıştır (p=0,021).
Pulmoner hipertansiyonlu hastalarda diğer hastalardan farklı olarak
pulmoner vasküler direnç yüksektir. Yüksek hematokrit değerlerinin viskoziteyi
arttırarak pulmoner vasküler direncin artmasına neden olduğu gösterilmiştir
(75,76); PAH ile birlikte siyanotik doğuştan kalp hastalığı olan hastalarda
hematokrit
yüksekliği
pulmoner
semptomlarının şiddetlenmesine
arteriyel
direncin
artmasına
ve
PAH
yol açabilir. Ayrıca pulmoner arteriyel
hipertansiyonda diğer hastalardan farklı olarak viskozite üzerinde değişik faktörler
rol oynayabilir. Bunlardan bazıları; endotel düzensizliği, damar elastikiyeti ve
kullanılan ilaçlardır. Bu çalışmada PAH’lı hastaların viskozite değerleri diğer
hastalardan farklı saptanmamıştır. Ancak endotel düzensizliği ve damar
elastikiyetinin viskozite üzerindeki etkilerinin az olduğu belirtilmektedir (76,77).
53
Antikoagülan alan hastalar ise çalışma kapsamına alınmamıştır. Hasta sayısının az
olması ve bu nedenler ile PAH’lu hastalarda viskozite değerlerini farklı bulmamış
olabiliriz. Bunun yanında demir eksikliği olan PAH’lu hastalara demir tedavisi
uygulandıktan sonra oksijen saturasyonlarının artmış olması ancak viskozite
değerlerinin artmamış olması, demir eksikliği tedavisinin bu hastalarda hem
gerekli hem de güvenilir olduğunu düşündürmektedir. Daha fazla sayıda hastayı
kapsayan çalışmalar yapılması bu konuyu aydınlatacaktır.
Sonuç olarak çalışmada; siyanotik doğuştan kalp hastalarında demir
eksikliği sık görülen bir durumdur. Tam kan sayımı parametreleri ile siyanotik
hastalarda demir eksikliği öngörülebilir. Demir tedavisi ile Hb ve Hct düzeyleri
yükseldiği halde viskozite değerleri değişmemiştir. Ayrıca demir tedavisi ile
hastaların oksijen saturasyonlarında artış, hiperviskozite semptomlarında iyileşme
görülmüştür. Bu bulgular; siyanotik doğuştan kalp hastalarında demir eksikliğinin
tedavi edilmesi gereken bir durum olduğunu ve tedavinin güvenli olduğunu
göstermektedir.
Demir tedavisi uygulanmadan izlenen hastalarda ise zamanla serum demir,
ferritin, Hb, Hct düzeylerinin azaldığı görülmüştür. Hastaların izleminde idame
dozdan demir desteği verilmesi gündeme gelebilir.
54
6. SONUÇLAR
1) Bu çalışmada Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim
Dalında izlenen 20(%51) kız, 19(%49) erkek toplam 39 siyanotik doğuştan
kalp hastalıklı hasta değerlendirilmiştir.
Hastaların ortalama oksijen
saturasyonu %73,5 ± 8,2 saptanmıştır.
2) Çalışma
kapsamındaki
39
hastanın
21(%53,8)’inde
demir
eksikliği
saptanmıştır.
3) Siyanotik doğuştan kalp hastalarında tam kan sayımındaki MCH ve MCV
düzeylerinin düşüklüğü,
RDW düzeyinin yüksekliği demir eksikliği ile
korelasyon göstermektedir. MCH için 28 pg altındaki değerlerin %83
duyarlılık, %86 özgüllük ve %85 doğruluk (prediktif değer) ile, MCV için
82,8 fl değerinin altı %89 duyarlılık, %81 özgüllük ve %85 doğruluk ile,
RDW’nin %16,05 üzerinde saptanması %71 duyarlılık, %89 özgüllük ve %79
doğruluk ile “cut-off” değeri oluşturmaktadır.
4) Demir eksikliği olan siyanotik doğuştan kalp hastalarında hiperviskozite
semptomlarından baş ağrısı ve sık sinüzit geçirme yakınması demir eksikliği
olmayanlara göre daha fazla sıklıkta ve şiddette saptanmıştır. Viskozite
semptom skoru demir eksikliği olan grupta 15,2 ± 1,9, demir eksikliği
olmayan grupta ise 12,6± 2,4 olarak değerlendirilmiştir.
Demir eksikliğinin tedavi edilmesi ile hiperviskozite semtomlarında
azalma olduğu görülmüştür. Demir tedavisi uygulanan hastaların ortalama
oksijen saturasyonlarında artış saptanmıştır.
55
Demir eksikliğinin tedavi edilmesi ile hastaların baş ağrısı, sinüzit geçirme ve
görme bulanıklığı yakınmalarında iyileşme sağlamıştır.
5) Demir tedavisi almayan hastalarda demir eksikliği gelişmese bile serum
demir, ferritin, Hb, Hct, TS düzeylerinin düştüğü görülmüştür.
6) Demir eksikliği saptanan siyanotik doğuştan kalp hastalarına demir tedavisi
uygulandığında hastaların ortalama Hb ve Hct değerleri arttığı halde viskozite
değerlerinde artış saptanmamıştır.
7)
Pulmoner hipertansiyonun eşlik ettiği siyanotik doğuştan kalp hastaları ile
diğer hastalar arasında klinik semptomlar, hematolojik parametreler ve
viskozite değerleri açısından her hangi bir fark saptanmamıştır.
56
7. KAYNAKLAR
1)
Broberg CS, Bax BE, Okonko DO, Rampling MW, Bayne S, Harries C, et
al. Blood viscosity and its relationship to iron deficiency, symptoms, and
exercise capacity in adults with cyanotic congenital heart disease. J Am Coll
Cardiol 2006;48(2):356-65.
2)
Kaemmerer H, Fratz S, Braun SL, Koelling K, Eicken A, Brodherr
Heberlein
S,
at
al.
Erythrocyte
indexes,
iron
metabolism,
and
hyperhomocysteinemia in adults with cyanotic congenital cardiac disease.
Am J Cardiol 2004;94(6):825-8.
3)
Milligan DW, MacNamee R, Roberts BE, Davies JA. The influence of irondeficient indices on whole blood viscosity in polycythaemia. Br J Haematol
1982;50(3):467-71.
4)
Bernstein D. Epidemiology and genetic basis of congenital heart disease. In:
Behrman RE, Kliegman RM, Jenson HB, eds. Nelson Textbook of
Pediatrics. 17th Ed, Wß Saunders Company, Philadelphia 2003;1499-1502
5)
Ferencz C, Rubin JD, McCarter RJ, Brenner JI, Neill CA, Perry LW, et al.
Congenital heart disease: prevalence at live birth. The BaltimoreWashington Infant Study. Am J Epidemiol 1985; 121:31–36
6)
Gürakan B. Konjenital kalp hastalıklarının değerlendirilmesi. In: Yurdakök
M, Erdem G, eds. Neonataloji. 1st ed. Alp Ofset, Ankara 2004:63; 503-512
57
7)
Mone SM, Gillman MW, Miller TL, Herman EH, Lipshultz SE. Effects of
Environmental Exposures on the Cardiovascular System: Prenatal Period
Through Adolescence. Pediatrics 2004; 113(4):1058-69.
8)
Edwards W D. Classification and terminology of cardiovascular anomalies.
In: Allen HD, Gutgesell HP, Clark EB, Driscoll DJ, editors. Moss & Adams
Heart Disease in Infants, Children, and Adolescent including the Fetus and
Young Adult, 6th ed. Lippincott Williams and Wilkins, Philadelphia 2001;
118-37
9)
Park MK. Cyanotic Congenital Heart Defects. In: Pediatric cardiology for
practitioners. 5nd ed. St. Louis: Mosby, 2008; 174-241
10)
Feldt RH, Avasthey P, Yoshimasu F, Kurland LT, Titus JL. Incidence of
congenital heart disease in children born to residents of Olmsted County,
Minnesota, 1950-1969. Mayo Clin Proc 1971;46(12):794-9.
11)
Dickinson DF, Arnold R, Wilkinson JL. Congenital heart disease among
160480 liveborn children in Liverpool 1960 to 1969. Implications for
surgical treatment. Br Heart J 1981; 46(1):55-62.
12)
Mehnaz A, Syed AU, Saleem AS, Khalid CN. Clinical features and
outcome of cerebral abscess in congenital heart disease. J Ayub Med Coll
Abbottabad 2006;18(2):21-4
13)
Ammash N, Warnes CA. Cerebrovascular events in adult patients with
cyanotic congenital heart disease. J Am Coll Cardiol 1996;28(3):768-72
58
14)
Gidding SS, Stockman JA. Erythropoietin in cyanotic heart disease. Am
Heart J 1988;116(1):128-32
15)
Tyndall MR, Teitel DF, Lutin WA, Clemons GK, Dallman PR. Serum
erythropoietin levels in patients with congenital heart disease. J Pediatr
1987;110(4):538-44.
16)
Berman W Jr, Wood SC, Yabek SM, Dillon T, Fripp RR, Burstein R.
Systemic oxygen transport in patients with congenital heart disease.
Circulation 1987;75(2):360-8.
17)
Lowe GDO. Clinical Blood Rheology. 1st ed. Florida: CRC Press,
1988;82-8
18)
Stoltz JF, Singh M, Riha P. Hemorheology in Practice (Biomedicaland
Health Research). Amstersdam: IOS Press,1999;102-8
19)
Neslihan Dikmenoğlu. Kardiyovasküler hastalıklarda sigara ve kolesterol
kadar önemli bir risk faktörü: kan akışkanlığı. Hacettepe Tıp Der 2006;
37:93-97
20)
Perloff JK, Rosove MH, Child JS, Wright GB. Adults with cyanotic
congenital heart disease: hematologic management. Ann Intern Med
1988;109:406–13.
21)
Cornu P. Long-term hematological management of cyanotic congenital
heart diseases. Arch Mal Coeur Vaiss 1994;87(11):1413-20.
22)
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/480036Linderkamp O, Klose HJ,
Betke K, Brodherr-Heberlein S, Bühlmeyer K, Kelson S, et al. Increased
59
blood viscosity in patients with cyanotic congenital heart disease and iron
deficiency. J Pediatr 1979;95(4):567-9.
23)
Schmid-Schönbein H, Wells R, Goldstone J. Influence of deformability of
human red cells upon blood viscosity. Circ Res 1969;25(2):131-43.
24)
Kontras SB, Bodenbender JG, Craenen J, Hosier DM. Hyperviscosity in
congenital heart disease. J Pediatr 1970;76:214–20.
25)
Replogle RL, Meiselman HJ, Merrill EW. Clinical implications of blood
rheology studies. Circulation 1967;36:148–60.
26)
Thorne SA. Management of polycythemia in adults with cyanotic heart
disease. Heart 1998;79:315–6.
27)
Perloff JK, Marelli AJ, Miner PD. Risk of stroke in adults with cyanotic
congenital heart disease. Circulation 1993;87:1954–9.
28)
Rosove MH, Perloff JK, Hocking WG, Child JS, Canobbio MM, Skorton
DJ. Chronic hypoxaemia and decompensated erythrocytosis in cyanotic
congenital heart disease. Lancet 1986;2:313 – 5.
29)
Deanfield J, Thaulow E, Warnes C, Webb G, Kolbel F, Hoffman A, et al.
Management of grown up congenital heart disease. Eur Heart J
2003;24:1035– 84.
30)
Somerville J. How to manage the Eisenmenger syndrome. Int J Cardiol
1998;63:1– 8.
60
31)
Oldershaw PJ, Sutton MG. Haemodynamic effects of haematocrit reduction
in patients with polycythaemia secondary to cyanotic congenital heart
disease. Br Heart J 1980;44:584–8.
32)
Toghi H, Yamanouchi H, Murakami M, Kameyama M. Importance of
hematocrit as a risk factor in cerebral infarction. Stroke 1978;9:369–74.
33)
Brandao MM, Castro Mde L, Fontes A, Cesar CL, Costa FF, Saad ST.
Impaired red cell deformability in iron deficient subjects. Clinical
Hemorheology and Microcirculation 2009; 219–223
34)
Goldschmidt B, Siegler J, Schmidt M. Fibrinogen metabolism in cyanotic
congenital heart disease. Haematologia (Budap) 1977;11(1-2):169-76.
35)
Jensen AS, Johansson PI, Bochsen L, Idorn L, Sorensen KE, Thilén U, et al.
Fibrinogen function is impaired in whole blood from patients with cyanotic
congenital heart disease
36)
Int J Cardiol 2012; 22(3):167-73.
Komp DM, Sparrow AW. Quantitation of secondary fibrinolysis in cyanotic
heart disease. J Pediatr. 1970;77:679-82.
37)
Goel M, Shome DK, Singh ZN, Bhattacharjee J, Khalil A. Haemostatic
changes in children with cyanotic and acyanotic congenital heart disease.
Indian Heart J 2000;52(5):559-63
38)
Lill MC, Perloff JK, Child JS. Pathogenesis of thrombocytopenia in
cyanotic congenital heart disease. Am J Cardiol 2006;98(2):254-8.
61
39)
Ware JA, Reaves WH, Horak JK, Solis RT. Defective Platelet Aggregation
in Patients Undergoing Surgical Repair of Cyanotic Congenital Heart
Disease. Ann Thorac Surg 1983; 36(3):289-94
40)
Henrıksson P, Varendh G, Lundstrom NR. Haemostatic defects in cyanotic
congenital heart disease. Br Heart J 1979; 41(1): 23-7
41)
Lenk H, Weissbach G, Bock K, Domula M. Blood coagulation tests in
children with cyanotic heart defects. Z Gesamte Inn Med 1975;30(23):7537.
42)
Kajimoto H, Nakazawa M, Murasaki K, Mori Y, Tanoue K, Kasanuki H, at
al. Increased Thrombogenesity in Patients With Cyanotic Congenital Heart
Disease. Circ J 2007; 71:948 –953
43)
Çetin E. İstanbul’da yaşayan çocuk ve adolesanlarda anemi prevalansının
araştırılması (Tez).İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi. 1997.
44)
Gökçay G, Kılıç A: Çocuklarda demir eksikliği anemisinin epidemiyolojisi.
Çoc Sağ ve Hast Der 2000;43:3-13.
45)
Ünal S,Yetkin S. Demir Eksikliği Anemisi. Katkı Pediatri Dergisi 2004;
16:327-345.
46)
Matsuda A, Bessho M, Mori S, Takeuchi T, Abe T, Yawata Y, et al.
Diagnostic significance of serum soluble transferrin receptors in various
anemic diseases. The first multi-institutional joint study in Japan.
Haematologia 2002;32:225-238
62
47)
Suominen P, Punnonen K, Rajamaki A, Irjala K. Evaluation of new
immunoenzymometric assay for measuring soluble transferrin receptor to
detect iron deficiency in anemic patients. Clin Chem 1997; 43:1641-6.
48)
Provan D. Mechanisms and management of iron deficiency anaemia. Br J
Haematol 1999; 105: 19-26.
49)
Andrews NC, Bridges KR. Disorders of iron metabolism and sideroblastic
anemia. In: Nathan DG, Oski FA, eds. Hematology of Infancy and
Childhood. 5th ed. Philadelphia:W.B. Saunders, 1998: 423-38.
50)
Ponka P, Beaumont C, Richardson DR. Functian and regulation of
transferrin and ferritin. Seminars in Hematology 1998; 35:35-54.
51)
Cazzola M, Ponchio L, Benedetti F, Ravelli A, Rosti V, Beguin Y, et al.
Defective iron supply for erythropoiesis and adequate endogenous
erythropoietin production in the anemia associated with systemic-onset
juvenile chronic artritis. Blood 1996; 87:4824-30
52)
Weiss G, Bogdan C, Hentze MW. Pathways for the regulation of
macrophage iron metabolism by the anti-inflamatory cytokines IL-4 and IL13. J Immınol 1997; 158:420-5.
53)
Suominen P, Punnonen K, Rajamäki A, Irjala K. Serum transferrin receptor
and its ratio to serum ferritin in the diagnosis of iron deficiency. Blood
1997; 89:1052-7.
54)
Cook JD, Baynes RD, Skikne BS. The physiological significance of
circulating transferrin receptors. Adv Exp Med Biol 1994;352:119-26.
63
55)
Suominen P, Punnonen K, Rajamâki A, Irjala K. Evaluation of new immuno
enzymometric assay for measuring soluble transferrin receptor to detect iron
deficiency in anemic patients. Clinical Chemistry 1997; 43:1641-6.
56)
Huebers HA, Beguin Y, Pootrakul P, Einspahr D, Finch CA.
Intact
transferrin receptors in human plasma and their relation to erythropoiesis.
Blood 1990; 75:102-7.
57)
Gümrük F, Altay Ç. Demir metabolizması ve demir eksikliği anemisi. Katkı
Pediatri Dergisi1995;16:265-286.
58)
Grantham-McGregor S, Ani C. A review of studies on the effect of iron
deficiency on cognitive development in children. J Nutr 2001;131:649-668
59)
Lozoff B, Georgieff MK. Iron deficiency and brain development. Semin
Pediatr Neurol 2006;13:158–165
60)
Stoltzfus RJ, Mullany L, Black RE. Iron deficiency anaemia. In: Ezzati M,
Lopez AD, Rodgers A, editors. Comparative Quantification of Health Risks:
Global and Regional Burden of Disease Attributable to Selected Major Risk
Factors. Geneva, Switzerland: World Health Organization; 2004; 123-30
61)
Burden MJ, Westerlund AJ, Armony-Sivan R, Nelson CA, Jacobson SW,
Lozoff B, et al. An event-related potential study of attention and recognition
memory in infants with iron-deficiency anemia. Pediatrics 2007;120(2):33645.
62)
Türk Hematoloji Derneği; Çocuklarda Demir Eksikliği Anemisi, Tanı ve
Tedavi Kılavuzu 2011.
64
63)
Erwin Oechslin. Hematological management of the cyanotic adult with
congenital heart disease. Int J Cardiol 2004;97(1):109-15.
64)
Rose SS, Shah AA, Hoover DR, Saidi P. Cyanotic congenital heart disease
with symptomatic erythrocytosis. J Gen Intern Med 2007;22(12):1775-7.
65)
Onur CB, Sipahi T, Tavil B, Karademir S, Yoney A. Diagnosing iron
deficiency in cyanotic heart disease. Indian J Pediatr 2003;70(1):29-31.
66)
Olcay L, Ozer S, Gürgey A, Saraçlar M, Ozme S, Bilgiç A, et al. Pediatr
Cardiol 1996;17(3):150-4.
67)
Hutton RD. The effect of iron deficiency on whole blood viscosity in
polycythaemic patients. Br J Haematol 1979;43:191-9.
68)
Gidding SS, Stockman JA, Effect of iron deficiency on tissue eoxygen
delivery in cyanotic congenital heart disease. Am J Cardiol 1988;61:605-7.
69)
Card RT, Weititraub LR. Metabolic abnormalities of erythrocytes insevere
iron deficiency. Blood 1971;37:725-32.
70)
Jacobson RJ, Rath CE, Perloff JK. Intravascular haemolysis and
thrombocytopenia in left ventricular outflow obstruction. Br Heart J
1973;35:849-54
71)
Van Arsdell GS, Maharaj GS, Tom J, Rao VK, Coles JG, Freedom RM, et
al. What is the optimal age for repair of tetralogy of Fallot? Circulation
2000;102(3):123-9.
65
72)
Ross EA, Perloff JK, Danovitch GM, Child JS, Canobbio MM. Renal
function and urate metabolism in late survivors with cyanotic congenital
heart disease. Circulation 1986:73:396-400.
73)
Rosenthal A, Fellows KE. Acute infectious sinusitis in cyanotic congenital
heart disease. Pedıatrics 1973;52(5):692-6
74)
Tay EL, Peset A, Papaphylactou M, Inuzuka R, Alonso-Gonzalez R,
Giannakoulas G, et al. Replacement therapy for iron deficiency improves
exercise capacity and quality of life in patients with cyanotic congenital
heart
disease
and/or
the
Eisenmenger
syndrome.
Int
J
Cardiol
2011;151(3):307-12.
75)
Barer GR, Bee D, Wach RA. Contribution of polycythaemia to pulmonary
hypertension in simulated high altitude in rats. J Physiol 1983; 336:27–38
76)
Benis AM, Usami S, Chien S. Effect of hematocrit and inertial losses on
pressure-flow relations in the isolated hindpaw of the dog. Circ Res
1970;27:1047–1068
77)
Whitmore RL. Rheology of the circulation. 1st edition. Pergamon Press,
London;1968
66
8. ÖZET
Siyanotik doğuştan kalp hastalarında arteriyel oksijen saturasyonunun
düşük olması nedeniyle sekonder eritrositoz görülmektedir; hastaların Hb, Hct
düzeyleri yaş gurubuna göre beklenenden yüksek değerlerdedir. Sekonder
eritrositozun doğal bir sonucu olarak hastalarda demir tüketimi artmıştır.
Siyanotik doğuştan kalp hastalarında demir eksikliği sık görülen bir durum olup
hastaların izleminde demir tedavisi sıklıkla önerilmektedir. Ancak demir tedavisi
ile birlikte hastalarda Hb, Hct düzeyleri de artmaktadır. Siyanotik doğuştan kalp
hastalarında en önemli klinik sorunlardan biri olan hiperviskozite yüksek Hb ve
Hct düzeyleri ile doğrudan ilişkilidir. Bu çalışma siyanotik doğuştan kalp
hastalarında demir tedavisinin viskozite üzerindeki etkisini araştırmak amacı ile
planlanmıştır.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalında izlenen
20(%51) kız, 19(%49) erkek, ortalama yaşları 9,9 ± 6,2 yıl, ortalama ağırlıkları
33 ± 18,4 kg olan 39 siyanotik doğuştan kalp hastalıklı hasta değerlendirilmiştir.
Hastalar ferritin düzeylerine göre demir eksikliği olan ve olmayan iki guruba
ayrılmış; demir eksikliği saptanan guruba 4 mg/kg/gün dozda iki değerlikli demir
tedavisi 3 ay süre ile uygulanmıştır. Demir eksikliği saptanmayan guruba ise
herhangi bir tedavi verilmemiştir. Her iki gurubun da başlangıçta ve üç ay sonra
klinik ve laboratuvar bulguları değerlendirilmiş, viskozite ölçümleri yapılmıştır.
Otuzdokuz hastanın 21(%53,8)’inde demir eksikliği saptanmıştır. demir
eksikliği ile MCH, MCV düşüklüğü ve RDW yüksekliği arasında korelasyon
67
bulunmuştur. Üç ay süre ile demir tedavisi uygulandıktan sonra hastaların Hb ve
Hct değerlerinde artış olmasına karşın viskozite değerlerinde artış görülmemiştir.
Demir tedavisinden sonra hastaların hiperviskozite semptomlarında azalma,
ortalama oksijen saturasyonlarında ise artış görülmüştür. Bu çalışma siyanotik
doğuştan kalp hastalığı olan çocuklarda demir tedavisinin gerekli ve güvenli
olduğunu göstermiştir.
Demir eksikliği olmayan hastaların 3 ay sonra yapılan kontrol
değerlendirmelerinde ise; demir eksikliği anemisi gelişmese bile Hb, Hct, serum
demir, ferritin düzeylerinin anlamlı olarak düştüğü görülmüştür. Bu sonuç
hastaların izleminde idame dozdan demir desteğini gündeme getirmelidir.
Anahtar kelimeler: Siyanotik doğuştan kalp hastalığı, demir eksikliği, viskozite
68
9. SUMMARY
Secondary erythrocytosis is seen in cyanotic congenital heart disease
(CCHD) patients which leads Hb and Hct levels to be above the expected values.
Iron consumption is increased as a natural result of secondary erythrocytosis. Iron
deficiency is a common problem and supplementation is frequently recommended
during follow-up. Levels of Hb and Hct also increases with iron replacement
therapy and hyperviscosity, one of the most importatnt clinical problems of
CCHD is directly related with elevated Hb and Hct levels. This study was
designed to evaluate the effects of iren supplementation on viscosity in CCHD.
Thirty nine CCHD patients 20 girls (51 %) and 19 boys (49%), followed
up in Gazi University Department of Pediatric Cardiology with mean age 9,9 ±
6,2 years and mean wight 39 33 ± 18,4 kg were evaluated. Patients were divided
into two groups according to their ferritine levels as iron deficient and non-iron
deficient, and 4 mg/kg/day Fe +2 therapy was applied for 3 months. Non-iron
deficient group were not given any therapy. Clinical and laboratory findings of
both groups at the beginning of the study and after 3 months were evaluated and
viscosity measurements were performed.
Iron deficiency was detected in 21 out of 39 patients (53,8 %) and a
correlation was found between iron deficiency, low MCH-MCV and high RDW
values. Although Hb and Hct levels increased after 3 month therapy, no increase
in viscosity was detected. Hyperviscosity symptoms decreased after iron
69
supplementation and average oxygen values of patients have increased. This study
showed iron replacement therapy is essential anf safe in pediatric CCHD.
Follow up after 3 months of non-iron deficient group showed signifiicant
decrease in Hb, Hct and ferritine levels although iron deficiency anemia did not
occur. This situation supports the importance of iron supplementation in CCHD.
Keywords: Cyanotic congenital heart disease, iron deficiency, viscosity
70
Download