Medicana Sağlık Grubu aylık ücretsiz yayınıdır Nisan 2017 • Sayı: 100 Kanser tanısı sonrası hasta ve hasta yakınlarında psikolojik süreç! Bireyler kanser tanısı aldıktan sonra kişisel farklılıklar gösterse bile bir dizi ruhsal semptom ortaya çıkarırlar. İlk olarak mevcut süreç ve alınan tanıya göre değişen bir uyum dönemi yaşanır. Bu tanı kişiye ne getirecek, sonuçları nasıl olacak, maddi ve manevi nelere sebep olabilecek soruları yanıt bulmayı bekler. Travma olarak algılanan bu dönemde inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme aşamaları yaşanır. Kişinin yaşadığı duyguları (kaygı, korku, üzüntü...) ifade edebilmesi, yaşadığı stresi yönetebilmesi tedavinin seyri açısından da önemlidir. Hastaların yaşadıkları fiziksel zorlanmaları daha rahat aşmaları için tedaviye psikolojik destek eklenmesi önemlidir. Psikosoyal tedaviyle birlikte; • Hastalık evrelerine ruhsal uyum sağlamak, • Hastalardaki psikiyatrik semptomları azaltmak, • Kişilerin duygularını rahat ve doğru ifade edebilmesini sağlamak, • Yanlış ve kötümser algıları düzeltmek, • İletişimi güçlendirmek, • Yaşam kalitesini artırmak, • Sosyal destek sağlamak amaçlanır. Hastanıza yardımcı olabilmek için güçlü olmalısınız! Tanı aldıktan sonraki süreç hasta yakınları için de zorlu bir dönemdir. Kişilerin hem kendi duygularıyla baş etmesi hem de hastanın konforuyla ilgili maddi ve manevi güçlüklere göğüs germesi gerekecektir. Kendi duygularınızı tanıyın; yeni gelişen tanı süreci ve bu sürecin getireceklerine karşı üzülmeniz, kaygı duymanız veya duygusal bir reaksiyon göstermeniz normaldir. Hastanıza yardımcı olabilmeniz için öncelikle siz sağlam ve güçlü olmalısınız. Duygularınızı tanıyın, sorununuzu çözün ve gerekirse kendiniz için de uzman desteği alın. Hastanızla duygularını konuşun; sadece kanser değil bütün kronik hastalıklar daha güç kabul edilen tanılardır. Bu süreçte hem hasta hem de çevresindekiler karşılıklı birbirlerini üzmemek adına duygularını baskılarlar, içten içe bir baskı yaşarlar. Oysa böyle dönemlerde kişinin karşılaşacağı zorlukları aşabilmek için en çok ihtiyacı olan şeylerden birisi kendi duygusal durumunu başkalarıyla paylaşabilmektir. Hastaya sorun, onunla paylaşın; onkolojik tedavilerden sonra eve dönüşte evdeki herkes kendince hastaya iyi geleceğini düşündüğü şeyler yapmaya başlar. Bu yapılanlar karşıdakini zorlayıcı ve yük altında hissettirecek eylemler olabilir. Bu aşamada hastanın kendisine nelerin yapılmasını tercih ettiği açık açık sorulmalıdır. Karşılaştırma yapmayın; herkesin hastalık ve iyileşme süreci tekdir ve kendine özeldir. Her birey aynı süreçlerden de geçse bu süreçlerde farklı duygular yaşar ve farklı fiziksel sıkıntılar yaşar. Hastayı tek bir role sıkıştırmayın; teşhis ve tedavi sürecinde hasta yakınları onu başka işlerle ‘yormamak’ adına hastanın sorumluluklarını alarak rollerini daraltabilirler. Bu tavır zaman içinde hastayı sadece hastalığıyla baş başa bırakacağı için hastalık rolünü perçinler ve yetersizlik duygusunu artırır. İş bölümü yapın; her bireyin hasta için yapabilecekleri farklıdır. Hasta yakınları arasında yapılan iş bölümü kişilerin daha etkin rol almasını ve daha az yorulmasını sağlar. Keskin ve sınırlandırıcı öğütler vermeyin; ‘şu yemeği yemek iyi gelir’, ‘bunu asla yapma’, ‘üzülme, üzüntü kanser hastasına iyi gelmez’, ‘moralin hep yüksek olmalı’... Evet, bunlar belki iyi niyetli talepler ancak kişide ‘yapamıyorum’, ‘yeteri kadar iyi değilim’ ya da ‘herkesi yoruyorum’ duygu ve düşüncelerini artırır. Kaynaklarınızı doğru kullanın; çoğu kronik hastalık ve bazı kanser türlerinde tanı konduktan sonra uzun süreli takip gerektirir. Bu sebeple maddi ve manevi kaynaklar doğru kullanılmalı, sorumluluk tek kişi üzerinden yürütülmemeli ve bakıcı konumundaki kişiler de kendilerine özel zaman ayırabilmelidirler. Kalp ve damar hastalıkları, sağlıklı beslenme ve yaşam tarzı değişikliği ile önlenebilir! Tüm dünyada önemli bir sorun olan kalp ve damar hastalıklarının ülkemizde görülme oranı 50 yaş üstü kişilerde %15 civarındadır. Kalp ve damar hastalıklarının oluşumunda başlıca nedenler; beslenmede doymuş yağların (katı yağlar, margarinler) fazla tüketimi, aşırı tuz tüketimi, posalı ve antioksidan öğelerin (sebze, meyve, tam tahıl ürünleri) yetersiz tüketimi, hareketsiz yaşam tarzı, sigara-alkol gibi kötü alışkanlıklar olarak sayılabilir. Kalp damar hastalıklarından korunmada beslenme! Beslenmenizde yağı azaltın: Beslenmenizde toplam yağ tüketimi enerjinin %30’unu geçmemelidir. Yağ içeren besinler aynı zamanda vücudun ihtiyacı olan diğer besin öğelerini de içerdiği için yağa ihtiyacımız vardır. Diyette yağı azaltmanın birçok yolu vardır. Yediğiniz tüm besinlerin yağ miktarını dikkate alın, satın aldığınız besinlerin etiketleri üzerindeki yağ miktarlarını kontrol edin. Çoğu besinin etiketi üzerinde bulunan besin ögeleri tablosunda enerji, yağdan gelen enerji, toplam yağ, doymuş yağ ve kolesterol miktarlarını okuyun. Ayrıca etiketler üzerinde “az yağlı” veya “yağsız” ifadelerine de dikkat edin. Süt ve süt ürünlerinin az yağlı veya yağsız olanlarını tercih edin. Beslenmenizde balığa daha çok yer verin. Haftada en az 2 kez balık tüketilmelidir. Günde en az 3-4 porsiyon sebze ve meyve tüketin. Sebze ve meyvelerin yağ içeriğinin düşük olmasının yanı sıra posa içeriğinin de yüksek olması kalp damar sağlığını korumada olumlu etki yapmaktadır. Yağsız dana, koyun eti ile derisi alınmış kanatlı hayvan etlerini tercih edin. Karaciğer gibi kolesterol içeriği yüksek sakatatlardan uzak durun. Tam tahılları ve ürünlerini tercih edin: Günlük enerji gereksiniminizin büyük bir kısmını karbonhidrattan zengin besinlerden karşılarsanız yağ alımınızı azaltmış olursunuz. Ancak burada özellikle kompleks karbonhidratları (kahvaltılık tahıl ürünleri, kepekli, yulaflı ekmekleri, bulgur, makarna, pirinç gibi nişastalı besinler vb.) tercih etmeye çalışın. Yulaf gibi tahıllar çözünür posa da içerdiği için kan lipitlerini düşürücü etkisi vardır. Yemeklerinizde katı yağları az kullanın: Yemeklerinizde margarin, tereyağı, kuyruk yağı, iç yağı gibi doymuş yağlar yerine bitkisel sıvı yağları (zeytinyağı, ayçiçek yağı, soya, kanola yağı vb.) tercih edin. Uygun pişirme yöntemlerini seçerek yağ kullanımını azaltın: Yemek hazırlama yöntemlerinizi değiştirerek lezzette herhangi bir eksiklik olmaksızın yemeklerinizdeki yağ miktarlarını azaltabilirsiniz. Örneğin besinleri yağda kızartmak yerine, fırında kızartma, haşlama, ızgara yöntemlerini tercih edin. Beslenmenizde kuru baklagillere daha çok yer verin: Kuru baklagiller yağ, doymuş yağ ve kolesterolden fakir kompleks karbonhidratlar ile posadan zengin bitkisel protein kaynağı besinlerdir. Bu özellikleri nedeni ile kan kolesterolünü düşürücü etkileri vardır. Posa tüketiminizi artırın: Posadan zengin besinlerle beslenmek kan kolesterol düzeyinin düşürülmesine yardımcı olur. Günde en az 3-4 porsiyon sebze ve meyve tüketimi, haftada 2 kez kuru baklagillerin kullanımı, kepekli, yulaflı ekmeklerin, tam tahıllı kahvaltılık gevreklerin tercih edilmesi günlük posa tüketiminizi artırmanıza yardımcı olur. Daha fazla meyve ve sebze tüketin: Beta karoten, vitamin A ve vitamin C gibi antioksidan vitaminleri yüksek oranda içeren sebze ve meyvelerin tüketimi ile kalp sağlığı arasında olumlu bir ilişki vardır. Sarımsak bol miktarda potasyum, fosfor, selenyum, A ve C vitaminleri ile 75 farklı madde içermekle birlikte kan damarlarını genişletir ve kanın pıhtılaşmasını önler. Yine potasyumdan zengin (muz, patates) kalp dostu yiyeceklerdir. Bu nedenle sebze ve meyve tüketiminizi artırın. Tuz tüketimini azaltın: Tuz özellikle tansiyonu yüksek hastalarda çok daha az miktarda kullanılmalıdır. Yüksek tansiyon kalbin önünde yük oluşturur. Fazla tuz vücutta su tutulumuna neden olarak kalbi yorar. Sigarayı bırakın: Sigara kalp damar hastalıklarından oluşan ani ölümlerde çok önemli bir risk faktörüdür. Sigara kan basıncını ve kalp atım hızını arttırır. HDL kolesterol düzeyini düşürür, kanın pıhtılaşma eğilimini artırır ve ani kalp krizine neden olur. Sağlıklı ve kaliteli yaşamın temeli: yeni doğan süreçleri! Tüm dünyada ve ülkemizde yeni doğan döneminin, insan yaşamının ‘en hassas ve dinamik süreci’ olduğu hepimiz tarafından çok iyi bilinen bir gerçek. Bu kritik evrede uygun ve optimal yaklaşımlar tüm çocukluk ve hatta erişkinlik süreçlerine olumlu etkiler olarak yansır. Aksine uygun koşullar sağlanamadığında, hafiften ağıra kadar değişebilen olumsuzluklar (nörogelişimsel bozukluklar veya kronik hastalıklar) gelişebilir. Yeni doğan dönemi nedir? • Yeni doğan döneminin insan yaşamının en hassas ve kritik evresi olduğu, aileler ve tüm sağlık personeli tarafından çok iyi bilinmelidir. • Bir bebeğin sağlıklı doğabilmesi, gebelik öncesinden başlayarak gebelik döneminde uygun bir şekilde izlenmesi gereklidir. Kadın Doğum, Aile ve Çocuk hekiminin yakın işbirliği son derece önemlidir. • Gebelikte izlem yanında doğumhanede uygun koşullarda yaklaşım, bebeğin geleceği açısından en temel yaklaşımlardan birisidir. • Yeni doğan döneminin en hassas ve kritik evresi doğum sonrası ilk saatler ve hatta ilk dakikalardır. İlk dakikalar bebeğin yaşam şansı ve kalitesini etkiyen en özel zaman dilimleridir. • Yeni doğan döneminde fizyolojik dediğimiz sıklıkla görülebilen durumlar, aileler tarafından iyi bilinmeli, gerektiğinde hekimden destek alarak uygun yaklaşımlar yapılmalıdır. • Yeni doğan taramaları yönünden tüm aileler bilgilendirilmeli, gerektiğinde ileri merkezlere yönlendirilerek, bebeklerde istenmeyen patolojik durumların gelişimi önlenmelidir. • Günümüzde özellikle kırsal kesimlerde yeni doğanlara yapılan geleneksel yaklaşımlar yönünden aileler bilgilendirilerek, güncel doğru uygulamalar yapılması sağlanarak bebeklerin sağlıklı ve kaliteli yaşaması sağlanmalıdır. • Yeni doğan dönemi insan yaşamının en hassas ve kritik evresi olmakla birlikte, bilinçlendirilmiş ailelerde güncel yaklaşımlarla sağlıklı ve kaliteli yaşam sürebilmesinde temel dönemi oluşturmaktadır. Bebeğim sağlıklı doğacak mı? Hepimizin bildiği gibi gebelik dönemi öncelikli olarak kadın doğum hekimleri tarafından izlenir ve yönlendirilir. Ancak biz çocuk hekimleri ve özellikle neonatologlar, yeni doğan bebeğe uygun yaklaşımda bulunabilmek için gebelik süreçleri hakkında kadın doğum hekimi ve annelerden sağlıklı bilgiler almak isteriz. Örneğin; annenin yaşı, eğitim durumu, gebelikte aldığı kilo, gebelik öncesi veya gebelikte gelişebilen hastalıklar, beslenme durumu, zararlı çevresel faktörlere maruz kalınması vb.) durumlar göz önünde bulundurulur. Gebelikte yapılan testler, ultrason değerlendirmeleri vb. hakkında bilgi sahibi olmaya çalışılır. Özellikle de gebeyi izleyen kadın doğum hekiminin uyarıları ve önerileri dikkate alınır. Yeni doğan taramaları nelerdir? Ülkemiz için önem arz eden önlenebilir hastalıklar yönünden yapılan yeni doğan taramaları 2000’li yılların başlarından itibaren çok iyi bir şekilde uygulanıyor ve hatta denetleniyor. Yeni doğan rutin taramaları (topuktan kan alınarak yapılan testler, işitme testleri, doğumsal kalça çıkığı taraması vb.), Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen tüm testler hastanemizde yapılıyor, ilave olarak yeni doğanın genetik özelliklerine yönelik testler de uygulanıyor. Doğru bilinen yanlışlar nelerdir? • Tüm yaşam süresince olduğu gibi yeni doğan döneminde de geleneksel yaklaşımlar özellikle kırsal kesimlerde halen uygulanıyor. Örneğin; günümüzde doğar doğmaz anne sütüyle beslenme önerilirken, geleneksel uygulamalarda çocuğun bir süre aç bırakılması veya ilk öğün olarak şekerli suyla beslenmesi sıklıkla yapılan yanlış bir uygulamadır. • Yeni doğan bebeklerde fizyolojik olarak görülebilen meme dokusuna aile büyükleri tarafından yapılan masaj uygulamaları son derece yanlış olup, çocuğun enfeksiyon kapmasına yol açabilir. Doğru uygulama anneden geçen hormonlar nedeniyle oluşabilen bu durumun kendiliğinden geçmesini beklemektir. • Yeni doğanlarda sıklıkla rastladığımız bir diğer durum, kan uyuşmazlığı olmadan görülebilen fizyolojik sarılıktır. Bu sarılıklarda sarı örtü örtülmesi ve geçer denilerek ihmal edilmesi sıklıkla görülebilen bir başka geleneksel yanlış uygulamadır. Fizyolojik sarılık yükselerek çocukta kan değişimine, hatta tedavi edilmeyen vakalarda zeka geriliğine yol açabilir. Güncel doğru uygulama ise; yeni doğan sarılığının fizik muayene ve laboratuvar yöntemiyle izlenmesi, bebek beslenmesinin düzenlenmesi, gerektiğinde ışın tedavisi uygulayarak problemin önlenmesidir. • Yukarıda bahsedilen örneklerden de anlaşılacağı gibi yanlış geleneksel uygulamalar nedeniyle çocuklarda çok ciddi hasarların görülebilir. Ancak uygun güncel yaklaşımlarla çocuğun tamamen sağlıklı bir birey olarak topluma kazandırılması mümkündür. Ülkemizde yaklaşık 24 milyon “kronik hastalık” tanısı ile takip altında olan hasta var! Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en sık rastlanılan hastalıklar arasına giren diyabet ve hipertansiyon ne yazık ki başka pek çok ciddi hastalığa da davetiye çıkarıyor. İnsan sağlığını, yaşam kalitesini ve süresini kötü yönde etkileyebilecek kadar yüksek olan arteryel kan basıncı değerlerine hipertansiyon veya yüksek kan basıncı denir. Hipertansiyon dünyadaki erişkin nüfusun yüzde 26,4’ünü etkilemekte (972 milyon erişkin) ve yılda yaklaşık 7.1 milyon ölüme sebep olmaktadır. Türkiye’de erişkin nüfusun yüzde 33’ü (12 milyon erişkin) etkilenmektedir. Hipertansiyonluların yüzde 60’ı ideal vücut ağırlığının yüzde 20 üstünde olan kişilerdir. Hipertansiyon şüphesi olanlar tam teşkilatlı bir hastanede multidisipliler bir yaklaşımla dahiliye, kardiyoloji, nefroloji polikliniklerinin kontrolünde tedavi altına alınmalıdır. Hipertansiyon iskemik kalp hastalığı tanısı ile takip edilen hastalarda aynı diyabet vakalarında olduğu gibi mevsim geçişlerinde kontrolden geçmeyi ihmal etmemelidir. Kilo fazlalığı olan, bel çevresi kalın kişilerde 40 yaşından sonra daha belirgin olmak üzere diyabet riski artar. Diyabet hastalarında, kan şekerinin sürekli yüksek olmasına bağlı olarak ileri dönemde önemli sağlık sorunları gelişebilir. Kilo vermenin yazı kışı olmaz! Tüm dünyada olduğu gibi, yurdumuzda da hem kadınlarda hem de erkeklerde obezite sıklığı gittikçe artıyor. Obezitesi olanların, genellikle kış sonu bahara-yaza girerken kilo verme isteği daha çok artar, ama bu kış aylarına girerken kilo vermemiz gerekmiyor anlamına gelmez. Kilo vermenin yazı-kışı olmaz. Kışa girerken de kilo vermek için ilgili doktorlardan ve diyetisyenlerden profesyonel yardım almalıyız. Check-up yaşam süresi ve kalitenizi artırır. Sağlığımızı korumak ve hastalıkları erkenden fark edebilmek için her yıl düzenli olarak check-up yaptırmak gereklidir. Hiçbir hastalığınız yoksa da özellikle 35 yaşınızdan sonra periyodik olarak check-up yaptırmak bireyin yaşam süresi ve yaşam kalitesi açısından son derece önemlidir. Hangi hastalıklar Check-up ile erken teşhis edilebilir? Çağımızın hastalıkları olan koroner arter hastalıkları, kanser, hipertansiyon, kadın hastalıkları, şeker hastalığı ve pek çok diğer hastalıkta erken ve doğru tanı, hem yaşam süresi hem de yaşam kalitesi açısından son derece büyük önem taşır. Genel olarak check-up ile tespit edilen rahatsızlıklar: • Kolesterol (kandaki yağ) • Şeker hastalığı (diyabet) • Hipertansiyon • Kalp ve kapak hastalıkları • Akciğer hastalıkları • Böbrek hastalıkları • Bulaşıcı hepatit virüsüne bağlı karaciğer hastalıkları • Akciğer, kalın bağırsak, karaciğer, pankreas, mesane kanserleri • Erkeklerde prostat • Kadınlarda meme, rahim ve rahim ağzı gibi kanserler • Kemik erimesi ve bazı kan hastalıkları