hz muhammed 01 - Muhammed Mustafa SAV

advertisement
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 3
FH
E
D
C
B
K
J
I
GH
K
J
I
GH
K
J
I
GJ
K
G
IG
H
KN
J
I
H
Q
P
O
M
i
Risale-i Nur Külliyat›nda
Hazret-i
Muhammed
(Aleyhissalâtü Vesselâm)
‹ndeks - Dipnot - Sözlük - Kronolojik Bilgi
Müellifi
Bediüzzaman
SA‹D NURSÎ
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 4
i
YENİ ASYA NEŞRİYAT
Evren Mahallesi, Günay Sokak, No: 4, Güneşli, İstanbul.
Tel: (212) 655 88 59 Pbx (7 Hat) Fax: (212) 651 92 09
❖❖❖
e-posta: [email protected]
❖❖❖
Copyright © Her hakkı mahfuzdur.
ISBN 975-525-375-0
(2. BASKI)
❖❖❖
Baskı-Cilt
Yeni Asya Gazetecilik, Matbaacılık ve Yayıncılık
Sanayi ve Ticaret A.Ş.
İSTANBUL
NİSAN 2006
4 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 5
‹çindekiler
Takdim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .7
Bediüzzaman Said Nursî Kimdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .9
fiAHS‹YET, MAH‹YET ve HAK‹KAT-‹ AHMED‹YE (A.S.M.)
Kalem-i ‹lâhînin mürekkebi olan nur-i Muhammedî . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .13
fiecere-i hilkatin çekirde¤i olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .14
fieçere-i kâinât›n meyvesi olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .14
Hayat›n hayat› olan hakikat-i Muhammediye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .15
‹mamü’l-Evliya ve’l-Ulema olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .15
Feyz-i ‹lâhî ile sulanm›fl olan iki âlemin günefli flecere-i Muhammediye . . . . . . . . . . .16
‹sm-i Azama mazhar Resul-i Ekrem (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .18
Hazret-i Muhammedin (a.s.m.) flahsiyet-i maneviyesinin büyüklü¤ü . . . . . . . . . . . . . . . .18
fiuur-i kâinat›n fluuru olan risalet-i Muhammediye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .21
‹ki cihan›n en parlak günefli olah hakikat-i Muhammediye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .22
Bütün resullerin seyyidi ve bütün enbiyan›n imam› olan
Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .24
Baflta Hazret-i Muhammed (a.s.m.) bütün peygamberlerin davas›
iman›n esaslar›d›r . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .26
Allah’a iman›n delilleri hakikat-i Muhammediyeyi dahi ispat eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .27
Tevhid nübüvvet-i Ahmediyeyi ispat eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .28
Kelime-i fiahadetin iki kelâm› birbirini ispat eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .28
Tevhidin bürhan-› nat›k› olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .29
Günefl gibi aflikâr olan nübüvvet-i Muhammediye (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .31
Bürhan-› Sâniin en büyü¤ü olan nübüvvet-i Muhammediye (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . .31
Nübüvvet-i Muhammediyenin (a.s.m.) ispat› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .47
Risalet-i Muhammediye (a.s.m.) bütün enbiyan›n flahadetini
tazammun eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .60
Hazret-i Muhammed (a.s.m.) resullerin en ekmelidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .61
Hazret-i Muhammed (a.s.m.) en mükemmel elçidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .62
‹sm-i Hakem ve Hakîm risaleti gerektirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .62
UBUD‹YET-‹ AHMED‹YE (A.S.M.)
Ayetü’l-Kübra Risalesinin, risalet-i Ahmediyeden bahseden
On Alt›nc› Mertebesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .67
Peygamberimizin (a.s.m.) ubudiyeti küllîdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .77
Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) ubudiyeti bütün ümmetinin ve
enbiyan›n ubudiyetini tazammun eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .97
Bütün insanlardan ziyade ibadet etmifltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .103
En parlak âyine-i Ehad ve Samed’dir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .103
Tesbihat-› Peygamberînin külliyeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .105
R‹SALET VE NÜBÜVVET-‹ AHMED‹YE (A.S.M.)
Risalet-i Ahmediyeye en güzel ve en hofl flahadet: Namaz . . . . . . . . . . . . . . .107
Hz. Muhammed’i (a.s.m.) en yüksek mertebeye ç›karan, s›dkt›r . . . . . . . . . . .107
Risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) reddi mümkün de¤ildir . . . . . . . . . . . . . . .108
‹nsanl›k kervan›n›n reisi Resul-i Ekrem’dir (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .109
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 5
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 6
Resul-i Ekrem (a.s.m.) Hatemü’l-Enbiyad›r . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .110
Nev-i beflerin andelib-i zîflan› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .115
Delâil-i nübüvvet haflri gerektirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .117
Nübüvvet-i Ahmediyeye (a.s.m.) delil olan bütün
mu’cizat-› Peygamberî haflir ve ahirete dahi flahadet eder . . . . . . . . . . . . .117
Kur’ân ve Resulullah haflir hakikatinin en parlak iki bürhan›d›r . . . . . . . . . . . .118
Resulullah›n sözleri saadet-i ebediyeye bir penceredir . . . . . . . . . . . . . . . . . .119
Âdeta bu kâinat onun için yarat›lm›flt›r . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .120
ON DOKUZUNCU SÖZ
Risalet-i Ahmediyeye dairdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .122
PEYGAMBER‹M‹Z‹N MU’C‹ZELER‹
KUR’ÂN
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan, talim-i esman›n hakikatine mufassalan mazhard›r . .139
Kur’ân’›n benzeri yap›lamaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .142
Kur’ân Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.), Hazret-i Muhammed (a.s.m.)
Kur’ân’a delildir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .146
Kur’ân, sikke-i i’caz tafl›maktad›r . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .147
Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) izhar etti¤i mu’cizelerinin üç nev’i . . . . . . . . .147
On Dokuzuncu Mektup . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .149
Mu’cizat-› Ahmediye (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .151
Otuz Birinci Söz
Mirac-› Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .332
Miraç küllî ve mahfler-i acaip bir seyahatin anahtar›d›r . . . . . . . . . . . . . . . . . .377
Mirac-› Muhammediyenin dört kelimesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .378
Mükâleme-i Miraciye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .388
Alt›nc› fiua . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .388
Yirmi Dördüncü Mektubun ‹kinci Zeyli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .402
Mevlid-i Nebeviyeye dair . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .402
Ay›n ikiye bölünmesi mu'cizesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .412
On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli: fiakk-› Kamer Mu’cizesi . . . . . .412
On Birinci Lem’a: Mirkatü’s- Sünnet ve Tiryaku Maraz›’l-Bid’a . . . . . . . . . . . .419
Sünnet-i seniye ve ahkâm-› fleriat haricinde tarikat (yol) olabilir mi? . . . . . . . .440
ÂL-‹ BEYT VE ECDAD-I RESUL
Ecdad-› Resul hakk›nda sualler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .465
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ile Cennette beraberlik . . . . . . . . . . . . . . . . . .468
Bir Müslüman›n risalet-i Muhammediye haricinde nur aramas›
mümkün de¤il . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .470
Dördüncü Lem’a
(Resulullah›n torunlar›na ve Âline sevgisi) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .471
Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) Hazret-i Zeynep ile evlenmesi . . . . . . . . . . . .484
BATILI DÜfiÜNÜRLER‹N HAZRET-‹ MUHAMMED HAKKINDAK‹
MED‹HLER‹NDEN (ÖVGÜLER‹NDEN) B‹RKAÇI
Prens Bismarck’›n beyanat› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .486
Carlyle (KARLAYL) flöyle diyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .487
‹slâm ak›l ve mant›k dinidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .487
6 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 7
Takdim
“Do¤rudan do¤ruya Kur’ân’dan al›p ilham›, / Asr›n idrakine söyletmeliyiz ‹slâm›.”
Din, vatan ve hürriyet flairi Mehmed Akif’in, Kur’ânî bir nur ve mukaddes kitab›m›zdan müjdeli bir mesaj beklentisi içindeki ‹slâm dünyas› ad›na bu m›sralarla dile
getirdi¤i ideal, elinizdeki eserin müellifi Bediüzzaman Said Nursî taraf›ndan telif edilen Risale-i Nur Külliyat› ile gerçekleflmifl; Kur’ân’›n ça¤›m›z insan›na verdi¤i mesajlar
bu eserlerle ortaya konulmufltur.
Modern ça¤ insan›n›n arad›¤› Kur’ân yorumunu, en mükemmel flekliyle Risale-i
Nur’da bulmak mümkündür. Bu yorum, “ruh-i aslî”yi rencide etmeden, asr›n idrakine uygun izahlar› ihtiva eden bir hususiyete sahiptir. Risale-i Nur, Kur’ân’›n bu asra
bakan mesaj›n› anlay›p yorumlama hususunda “tecdit” vazifesini ifa etmifltir.
Ça¤›m›z›n hususiyetlerini derin bir vukufla tahlil ile maddî ve manevî hastal›klar›n› isabetle teflhis eden Bediüzzaman, “Zaman iman kurtarmak zaman›d›r” formülü
çerçevesinde kaleme ald›¤› Risale-i Nur’la, bu zaman›n manevî ihtiyaçlar›na tatminkâr cevaplar veren bir iman hazinesini ortaya koymufltur.
Neden zaman, iman kurtarmak zaman›d›r?
Çünkü ça¤›m›zda iman, eski devirlerde görülmemifl hücum ve taarruzlara maruzdur. Eskiden iman, böylesine büyük tehlikelerle karfl› karfl›ya de¤ildi. Cemiyetlere,
büyük ölçüde teslimiyete dayal› bir iman hâkimdi. O itibarla, büyük zatlar›n sözleri,
delilsiz de olsa kabul ediliyordu. Bugün ise, materyalist cereyanlar›n yayg›n hâle gelmesi sebebiyle, bu iman› tehdit eden flüpheler birçok zihni meflgul edecek seviyeye ulaflm›flt›r. As›rlard›r Kur’ân aleyhine y›¤›lagelen flüphe, itiraz ve evhamlar, bu asr›n çalkant›lar› içinde yol bulup, ça¤›n modern imkânlar› kullan›larak birçok insana
mal edilebilmifltir.
‹flte Bediüzzaman Said Nursî, bu geliflmelerin, Müslümanlar›n dahi iman›n› tehlikeye sokaca¤›n› görerek, bir sel gibi gelen inançs›zl›k telkinleri karfl›s›nda, do¤rudan
do¤ruya Kur’ân’dan ilham alarak telif etti¤i Risale-i Nur gibi muhkem bir seddi tesise muvaffak olmufltur.
Bu eserlerde, her insan›n zihnini meflgul eden ve modern ça¤ insanlar›n›n da bigâne kalamayaca¤›, “Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Bu dünyadaki vazifem nedir?” suallerine doyurucu izahlar getirilmekte; baflta Allah’a iman olmak
üzere bütün iman esaslar› izah ve ispat edilmekte; bu konularda fen ve felsefe ad›na ortaya konulan flüphe ve sualler ikna edici bir üslûpla cevapland›r›lmakta; ilimle
dinin uzlaflmazl›¤› yolundaki iddialar püskürtülerek, ilme din nam›na sahip ç›k›lmakta; ‹slâm› dejenere etmek maksad›yla giriflilen tahrifatç› tahrip teflebbüsleri bofla ç›kar›lmakta; maddeci anlay›fla bina edilen medeniyetin insanl›¤› sürükledi¤i manevî
buhranlar, Kur’ân’›n tevhid ve haflir gibi genifl hakikatlerine dair akl› doyuran, ruhu
okflayan, kalbi tatmin eden tatl› izahlarla tedavi edilmekte; ruhun ve kalbin vazifesizli¤inden do¤an s›k›nt›lar›n sürükledi¤i sefahat ve bafl›boflluk hâli, Kur’ân mesaj›yla izale edilmektedir.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 7
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 8
Risale-i Nur’un çok büyük önem tafl›yan bir di¤er özelli¤i de, ça¤›m›z›n sosyal ve
siyasî problemlerine; din ve demokrasi, din ve siyaset, cihad, terör gibi tart›flma konular›na küresel boyutta ve kal›c› geçerlilik tafl›yan ufuk aç›c› yorumlar›yla sa¤lam
ve tutarl› çözümler getirmesi; demokrasiyi, hak ve hürriyetleri, sivil toplumu önceleyen ve müspet hareket esas›na dayanan orijinal ve örnek bir hizmet metoduna kaynakl›k etmesidir.
Risale-i Nur’un pek çok dünya diline çevrildi¤i; dünya üniversitelerinde tezlere ve
ilmî araflt›rmalara konu oldu¤u; hakk›ndaki peflin hükümlerin sür’atle y›k›lmaya yüz
tuttu¤u; muhteva ve mesaj›n›n her geçen gün daha iyi anlafl›ld›¤› flu günlerde, bu paha biçilmez k›ymetteki eserleri orijinal bir tanzimle ve istifadeyi kolaylaflt›racak yeniliklerle tekrar neflrederek, önemli bir hizmeti daha ifa etti¤imiz inanc›nday›z.
Yap›lan yenilikleri flu flekilde s›ralayabiliriz:
1. Metinde geçen bilinmeyen kelimelerin anlamlar› ayn› sayfada verilmifl; kelimelerin seçiminde 8-11. s›n›f ö¤renci düzeyi esas al›nm›flt›r. Kelimeye, geçti¤i yerdeki
anlam›n verilmesine özen gösterilmifl; farkl› anlamlar› pefl pefle s›ralanm›flt›r. Ayr›ca,
bilinen sözlük anlam›n›n d›fl›nda, Risale-i Nur’un orijinal üslûbu içinde kendisine has
bir anlamda kullan›lan kelime veya kelime gruplar›n›n aç›klamas› da, buna uygun
flekilde yap›lm›flt›r.
2. Risale-i Nur’un metni, üslûp ve özelli¤i de dikkate al›narak, Türkçenin imlâ kurallar›na göre dizilmifltir.
3. Müellif Bediüzzaman Said Nursî’nin k›sa biyografisinden baflka; onun hayat›nda
önem tafl›yan tarihlerin s›raland›¤› bir tarih cetveline, ayr›ca yer verilmifltir. Bu cetvel, ayn› tarihlerde Türkiye’de ve dünyada meydana gelen önemli olaylar› da ihtiva
etmektedir. Bu tercih ile, Risale-i Nur’a taallûk eden önemli olaylar›n, cereyan ettikleri konjonktür çerçevesinde de¤erlendirilebilmesi hedeflenmifltir.
4. Risale-i Nur’da geçen flah›s ve mekân bilgilerinin yer ald›¤› listelerle birlikte, “flah›s ve mekân indeksi” de mevcuttur. Böylece okuyucu, flah›s ve mekânlar hakk›nda
bilgilenmekle birlikte, onlar›n metindeki yerlerine de kolayl›kla ulaflabilecektir.
5. Metinde geçen ayet ve hadisler için iki ayr› bafll›k alt›nda indeks haz›rlanm›flt›r.
‹ndekslerin alfabetik s›ralan›fl›nda, metinlerin Türkçe okunufllar› esas al›nm›flt›r. Böylece, Arap alfabesini bilmeyenlerin de indeksten istifade edebilmesi hedeflenmifltir.
6. Genel indeks, konu bafll›klar› belirlenirken alt bafll›klar›n da dikkate al›nd›¤› bir
titizlikle haz›rlanm›flt›r.
7. Her risalenin “telif tarihi” ile ilgili olarak elde bulunan bilgiler hem o risalenin
bafllang›c›na, hem de liste olarak eserin sonuna konulmufltur.
YEN‹ ASYA NEfiR‹YAT
8 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 9
Bediüzzaman Said Nursî kimdir?
1878
’de Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyünde do¤an Bediüzzaman, ilk e¤itimini a¤abeyi
Molla Abdullah’tan ald›. De¤iflik medreselerde k›sa aral›klarla kalarak befl y›l süren tahsil hayat›na, Ta¤ Köyünde sekiz yafl›nda bafllad›. Sonunda, Do¤ubayaz›t’ta fieyh Mehmet Celâlî’nin
medresesinde üç ay süren bir e¤itimden sonra icazetini ald› ve Do¤ubayaz›t’tan ayr›ld›. ‹lmî münazaralardaki baflar›s›, genç yaflta ulaflt›¤› seviye, anlafl›lmas› en zor konular› kolayl›kla anlamas› ve
mütalâa etti¤i kitaplar› kolayl›kla ezberine almas› gibi farkl›l›klar› sebebiyle, zaman›n âlimleri ona
“Bediüzzaman” lâkab›n› uygun gördüler.
Bitlis’e gelen Bediüzzaman, Vali Ömer Paflan›n kona¤›nda iki y›l kald›ktan sonra Van’a gitti. Burada kald›¤› on y›l boyunca, çal›flmalar›n› pek çok farkl› ilimde derinlefltirirken, Horhor Medresesini kurarak dersler de vermeye bafllad›. E¤itim çal›flmalar› s›ras›nda, fen ilimleriyle din ilimlerinin birlikte
okutulaca¤›, “Medresetüzzehra” ad›n› verdi¤i üniversite projesinin e¤itim esaslar› ve yönetim fleklini
de belirledi.
Vali kona¤›nda bir gazetede okudu¤u haber üzerine Bediüzzaman, hayat›n›n bir gayesi olarak
“Kur’ân’›n sönmez ve söndürülmez manevî bir günefl hükmünde oldu¤unu, ben dünyaya ispat edece¤im ve gösterece¤im!” diyerek kesin karar›n› verdi. Bu haber, ‹ngiliz Sömürgeler Bakan› Gladstone’un a¤z›ndan bir “oyun”u dile getiriyordu: “‹slâm dünyas›na hâkim olmak için, ya Kur’ân Müslümanlar›n elinden al›nmal›, ya da Müslümanlar Kur’ân’dan so¤utulmal›.” Van’daki uzun ikametinin neticesi olan bu karar ve fiarkta kurulmas›n› istedi¤i üniversite fikri, Said Nursî’nin bundan sonraki hayat›n› flekillendiren en önemli iki hedefti.
Üniversite düflüncesini hükümete iletmek isteyen Said Nursî, Van valisi ‹flkodral› Tahir Paflan›n
teflviki ve referans›yla, 1907 y›l›n›n bafllar›nda ‹stanbul’a gitti. ‹lk ifl olarak, Do¤uda kurulmas›n› istedi¤i üniversite ile ilgili bir dilekçeyi padiflah›n özel kalem dairesi olan Mabeyn-i Hümayuna sundu.
Ancak, hükümet dilekçenin konusunu gerçeklefltirmek için hiçbir giriflimde bulunmad›. Geliflinden iki
ay sonra Fatih’teki fiekerci Handa kalmaya bafllad›. “Burada her suale cevap verilir, her müflkül hallolunur; fakat sual sorulmaz” fleklinde bir daveti kap›s›na asmas›, k›sa sürede bütün ‹stanbul’da de¤iflik çevrelerde yank› buldu. Evhamlanan hükümet taraf›ndan birkaç kere tutuklanan Bediüzzaman,
hukukî aç›dan suç isnat edilemeyince, serbest b›rak›ld›. Ancak, suçsuzlu¤u onu Toptafl› T›marhanesine gönderilmekten kurtaramad›.
Doktorlar›n “sa¤lam” raporu vermesine ra¤men, o gözetimde kalmaya devam etti, sadece yeri
de¤iflti; t›marhaneden tekrar hapishaneye gönderildi. Çünkü, hükümet ile uzlaflmam›flt›. Zaptiye Naz›r› fiefik Paflan›n, “ihsan-› flahane” ile birlikte getirdi¤i Padiflah selâm›n› reddetmiflti—kurulmas›n›
önerdi¤i üniversitenin rektörü tayin edilmesine ve rektörlük maafl›n›n hemen ödenmeye bafllanaca¤› sözünü almas›na ra¤men. Bu arada, elbette, e¤itim hakk›ndaki teklifi Bakanlar Kurulunun gündemine al›nacak ve görüflülmesi sa¤lanacakt›. Bediüzzaman, bu teklifleri sus pay› olarak gördü¤ünden
kabul etmedi ve hapishaneye gönderilmeyi tercih etti.
23 Temmuz 1908’de II. Meflrutiyetin ilân edilmesiyle serbest b›rak›lan Bediüzzaman Said Nursî, ‹stanbul’da çok hareketli bir siyasî hayat yaflamaya bafllad›. Gazetelerde, “Hürriyete Hitap” ad›yla yay›nlanan nutkunu, önce hürriyetin üçüncü gününde Sultanahmet’teki mitingde, daha sonra ‹ttihatç›lar›n ileri gelenleriyle birlikte gitti¤i Selânik Meydan›nda okudu.
‹stanbul’daki sosyal hareketlilik devam ederken, cemiyetlere üye oluyor, gazetelerde makaleler
yaz›yor, konferanslara ve toplant›lara kat›l›yor, kendisine yak›n buldu¤u toplumsal gruplara görüfllerini aktar›yordu. Meflrutiyetin ilân› ile birlikte, çeflitli çevrelerde meydana gelen tepkiyi ortadan kald›rmak için, önemli teflebbüslerde bulundu. Bediüzzaman imzas›yla Sadrazaml›k arac›l›¤› ile Do¤u ‹llerindeki nüfuzlu flah›slara telgraflar çekti. ‹stanbul’un muhtelif yerlerindeki avc› taburlar›n› dolaflt›.
Medrese mensuplar›n›n topland›klar› yerlere gitti. Meflrutiyetin ve anayasal sistemin ‹slâmiyete ayk›r› olmad›¤›n›, Asr-› Saadetteki yönetim ruhuna uygunlu¤unu anlatarak, gerilimi hayli yat›flt›rd›.
Tarihe 31 Mart Vak’as› olarak geçen ayaklanmada yat›flt›r›c› bir rol oynamas›na ra¤men, Bediüzzaman da, s›k›yönetim mahkemesinde, di¤erleri gibi idam talebiyle yarg›land›.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 9
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 10
Meflrutiyetin ‹slâmiyete olan uygunlu¤unu ve ülke için gereklili¤ini içeren kapsaml› bir savunman›n sonunda beraat etti. Serbest b›rak›ld›ktan sonra ‹stanbul’dan ayr›ld›. Bu müdafaas›, ‹ki Mekteb-i
Musibetin fiehadetnamesi veya Divan-› Harb-i Örfî ad›yla neflredildi.
1910 y›l› bahar›nda Van’a ulaflan Bediüzzaman, birkaç ay Horhor Medresesinin yeniden düzenlenmesi ifliyle meflgul oldu. Hakkâri, Bitlis, Mufl, Diyarbak›r ve Urfa yörelerindeki afliretleri ziyaret etti. Meflrutiyeti, hürriyeti, anayasay› ve bunlar›n ‹slâmî temellerini, meflrutiyetin nimetlerinden faydalanmalar› için gayret göstermelerinin gereklili¤ini anlatt›. Daha sonra bu görüflmelerin ve aç›klamalar›n özetini Münazarat ad› alt›nda yay›nlad›.
K›fl mevsiminin girmesiyle fiam’a giden Said Nursî, âlimlerin daveti üzerine Emeviye Camiinde,
sonradan Hutbe-i fiamiye ad› ile neflredilen, ‹slâm dünyas›n›n siyasî, ekonomik ve sosyal sorunlar› ve
çözüm yollar›n› anlatt›¤› bir hutbe okudu.
Üniversite projesini iletmek amac›yla ‹stanbul’a dönen Bediüzzaman, Sultan Reflad’a, Rumeli seyahatinde Do¤u Vilâyetlerini temsilen efllik etti. Daha sonra, Balkan Savafl›n›n bafllamas›yla inflas›
durdurulan Üsküp Üniversitesi için ayr›lan tahsisat›n aktar›lmas› ile birlikte Bediüzzaman’›n “Do¤uda
bir üniversite kurulmas›” teklifi, hükümetçe kabul edildi. Üniversitenin temeli, 1913 y›l›nda at›ld›ysa
da, I. Dünya Savafl›n›n bafllamas› bu projenin de ertelenmesine sebep oldu.
Birinci Dünya Savafl›n›n bafllamas›yla birlikte Do¤u ‹llerimizin Ruslar taraf›ndan iflgal edilmesi üzerine, talebeleriyle beraber Do¤u Milis Teflkilât›n› kurdu ve Van-Bitlis cephesinde gönüllü alay komutan› olarak Ermenilere ve Ruslara karfl› savaflt›. Bitlis savunmas› s›ras›nda Ruslara esir düflünce, Kosturma’ya sevk edildi. fiubat 1917’de bafllayan Rus ihtilâli s›ras›nda firar ederek, Kosturma, Petersburg, Varflova, Viyana, Sofya üzerinden, Kas›m 1918’de ‹stanbul’a ulaflt›.
Gelifli büyük bir ilgiyle karfl›lanan Bediüzzaman, Harbiye Naz›r› Enver Paflan›n teklifi üzerine, ‹stanbul’da kurulma aflamas›nda olan Dârülhikmeti’l-‹slâmiyeye üye tayin edildi. fieyhülislâm Mûsa
Kâz›m Efendinin teklifi ile de, Sultan Vahdettin taraf›ndan kendisine ilmiyede “Mahreç” payesi verildi. “Mahreç Mevleviyyeti” olarak da an›lan bu paye, Osmanl› ülkesindeki bütün resmî uleman›n reisi olan “Baflmüderris”ten sonraki ilmî rütbe anlam›na geliyordu.
Çaml›ca’da, Yusuf ‹zzettin Pafla Köflkünde kalan Bediüzzaman, Kur’ân’›n mu’cizeli¤ini ça¤›n insan›na göstermek için yazd›klar›n› neflretmeye bafllad›.
‹man rükünlerinin ispat›na dair Nokta, çeflitli ayet ve hadisleri tefsir eden Sünuhat, Peygamber
Efendimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤ini ispat eden fiuaat, Kur’ân’›n mu’cizeli¤ini anlatan Rumuz, sosyal konularda Tulûat, tevhidin ispat› hakk›nda Katre, özlü sözleri içine alan Hakikat
Çekirdekleri, ahlâk ve ubudiyet derslerini ihtiva eden Habbe, Zerre ve fiemme adl› risalelerini yazd›
ve yay›nlad›.
Bu s›rada Birinci Dünya fiavafl› da bitmifl ve ‹ngilizler payitaht› iflgal etmekle kalmam›fl, Türkiye’de
kendi politikalar›n› destekleyecek bir kamuoyu da oluflturmaya bafllam›fllard›. Kamuoyunda ciddî
kuvvet kazanan ‹ngiliz taraftarl›¤›, etkisini, Bediüzzaman’›n Hutuvat-› Sitte adl› eserini ‹stanbul’un
önemli yerlerinde da¤›tmas›yla, kaybetti.
Anadolu’da bafllayan ‹stiklâl Savafl›n›n ve Kuva-i Milliyenin aleyhine, ‹ngilizlerin etkisinde kalan
baz› çevrelerin bask›s›yla ç›kar›lan fieyhülislâm fetvas›na karfl› bir fetva yay›nlad›. Yaz› ve makalelerinde ‹stiklâl Savafl›n› “cihad,” Kuva-i Milliyecileri de “mücahit” ilân ederek istiklâl mücadelesini destekledi. Büyük Millet Meclisi Hükümeti de, Bediüzzaman’› yak›ndan takip etti¤inden, ›srarla Ankara’ya davet etti.
Bediüzzaman, 25 Kas›m 1922’de Ankara’da Büyük Millet Meclisinde düzenlenen resmî “hofl geldin” merasimiyle karfl›land›. Bir yandan meclis çal›flmalar›na kat›l›yor, bir yandan da milletvekilleriyle önemli konular› tart›fl›yordu. Yeni kurulan devletin yap›lanmas›na katk›da bulunmak için 10 maddelik bir beyanname haz›rlayarak milletvekillerine da¤›tt›. Bu faaliyetleri baz› çevreleri oldukça rahats›z etti¤inden, Büyük Millet Meclisi baflkan› Mustafa Kemal Pafla ile aralar›nda ciddî bir tart›flmaya yol açt›. Mustafa Kemal özür dileyip tart›flmay› daha fazla uzatmasa da, bu olay Bediüzzaman ve
yeni rejimin kurucular› aras›ndaki görüfl farkl›l›klar›n›n ilk iflareti oldu.
10 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 11
Ankara’da kald›¤› s›rada, tabiatç›l›¤› ve inkârc›l›¤› ortadan kald›rmay› hedef alan, Hubab ve Zey lü’z-Zeyil gibi eserlerini yay›nlad›. Sultan Reflad döneminde karar verildi¤i hâlde, savafl yüzünden inflas› sürdürülemeyen Medresetüzzehra’n›n yeniden kurulmas› için TBMM’ne sunulan teklif kabul edilerek kanunlaflt›.
Bediüzzaman, bu çal›flmalar› s›ras›nda, yeni rejimin önde gelenlerinin farkl› bir yolda oldu¤unu ve
onlarla birlikte hareket etmenin mümkün olmad›¤›n› anlad›. Kendisine Ankara’da kalma karfl›l›¤›nda
sunulan, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin en yüksek dinî makam› olan fiark Umumî Vaizli¤i ve milletvekilli¤i imkânlar›n› reddederek 1923 y›l›n›n May›s ay› bafllar›nda Van’a gitti.
Bir süre sonra Erek Da¤›nda, talebeleriyle ders yapmaya bafllad›. Bu arada Ankara’ya karfl› tepkiler art›yordu. Mektup yazarak ayaklanmada kendisinden destek isteyen fieyh Said’i plân›ndan vazgeçirmeye çal›flt›. Hamidiye paflalar›ndan Kör Hüseyin Paflay› fieyh Said'e destek karar›ndan vazgeçirtti. Yat›flt›r›c› bir rol oynamas›na ra¤men, fieyh Said Hâdisesi sonras›, Do¤udaki di¤er nüfuzlu kimseler gibi, o da Burdur’da zorunlu ikamete gönderildi.
1925 y›l›n›n May›s ay› ortalar›nda getirildi¤i Burdur’da Nurun ‹lk Kap›s› ad› ile kitaplaflt›rd›¤› iman
hakikatlerini anlatmaya bafllad›. Daha önce Arapça olarak yazd›¤› fiemme ve fiule risalelerinin ek parçalar›n› kaleme ald›. Yine hükümetin emriyle, 25 Ocak 1926’da önce Isparta’ya, sonra da ücra bir köy
olan, Barla’ya nakledildi.
Öldükten sonra dirilifli ispatlayan Haflir Risalesi, Kur’ân-› Kerîm’i esas alan ve insanlar›n imanlar›n› kurtarmalar›na vesile olan Sözler ve Mektubat tamamen, Lem’alar ise 26. Lem’aya kadar, Barla’da
yaz›ld›.
Bu s›rada Ankara’da, yeni yönetim dinden uzak dünyevî bir temel üzerine oturtulmaya çal›fl›l›yordu. 1928 y›l›nda gerçekleflen harf ink›lâb› ile, Arap harfleriyle kitap yay›nlamak yasaklan›nca, risaleler el yaz›s›yla yüz binlerce yaz›larak ço¤alt›lmaya baflland›.
Sekiz y›ll›k Barla hayat›ndan sonra Bediüzzaman 1934 y›l›n›n yaz aylar›nda Isparta’n›n merkezine
getirildi. 20 Nisan 1935’de savc›n›n talimat›yla evi aranan Said Nursî’nin kitaplar›na el konuldu. Bediüzzaman’la birlikte Isparta ve havalisinden 120 Nur Talebesi, tutuklanarak askerî araçlarla Eskiflehir
hapishanesine gönderildi.
Bediüzzaman, Eskiflehir hapishanesinde Yirmi Yedinci, Yirmi Sekizinci, Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Lem’alar ile Birinci ve ‹kinci fiua risalelerini yazarak Risale-i Nur’un telifine devam etti. Eskiflehir A¤›r Ceza Mahkemesi, 19 A¤ustos 1935 tarihinde verdi¤i kararla, Said Nursî’ye, hukukî bir suç isnat edilememesine ra¤men, Tesettür Risalesi bahanesiyle, ancak “kanaat-i vicdaniye”ye dayanarak,
11 ay hapisle birlikte Kastamonu’da “mecburî ikamet” cezas› verdi. On befl talebesini ise alt›flar ay
hapis ile cezaland›rd›.
Tahliye edildi¤inde serbest b›rak›lmayarak, polis gözetimi alt›nda mecburî ikamet için Kastamonu’ya gönderildi. Üçüncü fiua olan Münacat Risalesi, Dördüncü fiua olan Hasbiye Risalesi, Alt›nc› fiua
ve Yedinci fiua olan Ayetü’l-Kübra Risalesi burada yaz›ld›.
Bediüzzaman, 20 Eylül 1943’de Isparta Savc›s›ndan gelen talimat üzerine yeniden tutuklan›p, 3
Ekim 1943 tarihinde Isparta’ya gönderildi. Önce askerî konvoy eflli¤inde kara yoluyla Çank›r› üzerinden Ankara’ya, sonra Isparta’ya getirildi. Risale-i Nur ile ilgili davalar›n birlefltirilmesi karar› al›nd›¤›
için, Isparta, Kastamonu ve Denizli’deki Nur Talebeleriyle beraber 25 Ekim 1943’te Denizli’ye sevk
edildi.
Tecrit alt›nda bafllayan Denizli hapsinde On Birinci fiua, On ‹kinci ve On Üçüncü fiualar› yazd›. 15
Haziran 1944 günü Denizli A¤›r Ceza mahkemesinden beraat ve tahliye karar› ç›kmas›na ra¤men serbest b›rak›lmad›. Bakanlar Kurulu karar›yla Emirda¤’da zorunlu ikamete tâbi tutuldu. Burada, camie
gitmesine bile müsaade edilmeyecek kadar a¤›r takip ve tarassuda u¤ruyordu. Bediüzzaman, hayat› boyunca yirmi üç defa denenecek zehirleme teflebbüslerinin ilk üçünü Emirda¤’da yaflad›.
Bu arada Yarg›tay Birinci Ceza Dairesi, 30 Aral›k 1944 tarihinde verdi¤i kararla, savc› taraf›ndan
temyiz edilen Denizli A¤›r Ceza Mahkemesinin beraat karar›n› onaylad›. 1946 y›l›ndan itibaren Isparta ve ‹nebolu’da Risale-i Nur’lar teksir edilmeye bafllanm›fl ve 1947 y›l›nda, hacc›n s›n›rl› da olsa serbest b›rak›lmas›yla, Nurlar›n ‹slâm âlemine yay›lmas› sa¤lanm›flt›. Yeni yaz› ile teksir edilen
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 11
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 12
Asa-y› Mûsa ve bask›s› yap›lan Gençlik Rehberi gibi risaleler Hristiyan misyonerlere verilmifl ve Risa le-i Nur’lar Amerika’ya kadar gönderilmiflti.
Bu tür geliflmelerden duyulan rahats›zl›kla, 17 Ocak 1948 günü Said Nursî ve Risale-i Nur Talebeleri Afyon A¤›r Ceza Mahkemesine sevk edildi. Denizli mahkemesinde gizli cemiyet kurma, rejim
aleyhinde olma, ink›lâplar› kabul etmeme, Mustafa Kemal’i tahkir, v.b. gibi iddialarla yarg›lan›p beraat karar› almalar›na ra¤men, Afyon A¤›r Ceza Mahkemesinde de ayn› iddialarla yarg›land›lar. Said
Nursî, Afyon Cezaevinin bütün a¤›r ve zor flartlar›na ra¤men, On Dördüncü ve On Beflinci fiualar› burada yazarak Risale–i Nur’lar›n telifini tamamlad›.
Mahkeme, 6 Aral›k 1948 tarihinde Said Nursî hakk›nda 20 ay a¤›r hapis cezas›na hükmetti. Temyiz edilen karar› Yarg›tay, Bediüzzaman’›n lehine bozdu. Ancak, Afyon A¤›r Ceza Mahkemesi yarg›lamay› uzatarak, 20 ayl›k sürenin cezaevinde geçmesini sa¤lay›p 20 Eylül 1949’da serbest b›rakt›. 72
gün Afyon’da polis kontrolünde iskâna tâbi tutulup, ancak 28 Aral›k 1949 tarihinde mecburî ikamet
yeri Emirda¤’a dönebildi.
Bediüzzaman, 14 May›s 1950’de bafllayan çok partili dönemi, 23 A¤ustos 1953’e kadar kald›¤›
Emirda¤’da karfl›lam›flt›. Türkiye’de 27 y›l aradan sonra yeniden bafllayan demokratikleflme dönemini büyük bir sevinç ve ümitle karfl›layan Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte demokratlara çok önemli bir destek sa¤lad›. Toplumun iç dinamiklerine ve bünyesine uygun de¤ifliklikleri teflvik eden Bediüzzaman, hayat›n›n sonuna kadar Demokratlardan ve demokrasiden yana olan tavr›n› korudu. 1952
y›l›nda ‹stanbul’da, Gençlik Rehberi adl› kitab› hakk›nda Bediüzzaman’a bir dava daha aç›ld›. 5 Mart
1952’de yap›lan son duruflmada, dava konusu kitab›n 1943 y›l›nda Denizli mahkemesinden beraat
karar› ald›¤› ve bu karar›n da Yarg›tayca onaylanm›fl oldu¤u anlafl›ld›¤›ndan, men-i muhakeme karar› verilerek dava sonuca ba¤land›. Ard›ndan, Said Nursî Emirda¤’a döndü.
Daha sonra 1953 y›l› bafllar›nda ‹stanbul’a gelen Bediüzzaman, Fener Rum Patrikhanesini de ziyaret etti. Patrik Athenagoras ile görüflmesinde Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤ini, Kur’ân-›
Kerîm’in de Allah’›n kitab› oldu¤unu kabul etmeleri hâlinde, Hr›stiyanlar› kastederek, ehl-i necat olacaklar›n› bildirdi.
23 A¤ustos 1953’te yerleflmek üzere geldi¤i Isparta’da aç›lan bir davan›n daha sorgu hâkimli¤inde iken reddedilmesi ile Bediüzzaman'la ilgili mahkemeler devri kapand›.
Bu arada biyografisi talebeleri taraf›ndan kaleme al›nd›; Bediüzzaman taraf›ndan düzeltmeler yap›larak Tarihçe-i Hayat ismi ile Risale-i Nur Külliyat›na dahil edildi.
Bediüzzaman, bundan sonraki hayat›n› ziyaretle geçiriyor, gitti¤i yerlerde talebelerine dersler yap›yordu. Takvimler 21 Mart 1960 tarihini gösterirken, a¤›r hasta bir vaziyette, yan›ndaki talebeleriyle Urfa’ya gitti. Seksen iki y›ll›k ömrünü 23 Mart 1960 günü, ‹pek Palas Oteli 27 numaral› odada sabaha karfl› tamamlad›.
Ömrü boyunca verdi¤i iman ve hürriyet mücadelesi yüzünden bask› alt›nda kalan Bediüzzaman,
27 May›s 1960’daki hükümet darbesinden sonra kabrinde de rahat b›rak›lmad›. Halilürrahman Dergâh›na defnedilen naafl›, 12 Temmuz 1960 gecesi kabrinden al›narak Isparta-Afyon civar›nda kimsenin bilmedi¤i bir mezara defnedildi.
Dayan›lmas› güç bask›lara maruz b›rak›lmas›na ra¤men, hayat tarz›yla bir destan yazan Bediüzzaman, arkas›nda miras olarak Kur’ân’›n ça¤a dersi ve mesaj› olan Risale-i Nur Külliyat› ile milyonlarca Nur Talebesini b›rakt›.
®
12 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 13
fiahsiyet, Mahiyet ve
Hakikat-i Ahmediye (a.s.m.)
KALEM-‹ ‹LÂHÎN‹N MÜREKKEB‹ OLAN
NUR-‹ MUHAMMEDÎ
‹’lem eyyühe’l-aziz!
fiu gördü¤ün büyük âleme büyük bir kitap nazar›yla
bak›l›rsa, nur-i Muhammedî (a.s.m.) o kitab›n kâtibinin
kaleminin mürekkebidir.
E¤er o âlem-i kebir bir flecere tahayyül edilirse, nur-i
Muhammedî hem çekirde¤i, hem semeresi olur.
E¤er dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur,
onun ruhu olur.
E¤er büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun akl› olur.
E¤er pek güzel flaflaal› bir Cennet bahçesi tahayyül
edilirse, nur-i Muhammedî onun andelibi olur.
E¤er pek büyük bir saray farz edilirse, nur-i Muhammedî o Sultan-› Ezel’in makarr-› saltanat ve haflmeti ve
tecelliyat-› cemaliyesiyle âsâr-› sanat›n› havi olan o yüksek saraya naz›r ve münadi ve teflrifatç› olur. Bütün
insanlar› davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika
sanatlar›, harikalar› ve mu’cizeleri tarif ediyor. Halk› o
âlem: dünya, kâinat, evren.
âlem-i ekber: büyük âlem,
kâinat, evren.
andelip: bülbül.
antika: de¤erli, tarihî sanat
eseri.
âsâr-› sanat: sanat eserleri.
davet etmek: ça¤›rmak.
farz edilmek: kabul edilmek,
var say›lmak.
hakikat-i Ahmediye: Peygamberimizin mahiyeti, varl›¤›n›n gayesi, varl›¤›n›n önemi.
havi olmak: içinde bulundur-
mak, içermek.
i’lem eyyühe’l- aziz: ey aziz
kardeflim bil ki.
kalem-i ‹lâhî: kâinat› bir kitap gibi yazan ‹lâhî kudret kalemi.
kâtip: yaz›c›.
makarr-› saltanat ve haflmet: yücelik ve hâkimiyetin
göründü¤ü, a盤a ç›kt›¤› yer.
mücessem.
cisimleflmifl,
maddî.
münadi: yüksek sesle ça¤›ran, seslenen, ilân eden.
nazar›yla bakmak: bak›fl aç›s›yla bakmak, anlay›fl›yla
bakmak.
naz›r: bakan.
nur-i Muhammedî: kâinat›
ve tüm varl›klar› ayd›nlatan
Peygamber Efendimizin davas›, iman ve ‹slâm hakikatleri.
nübüvvet: peygamberlik, Allah’›n elçili¤i.
risalet: elçilik, peygamberlik.
semere: meyve, netice, sonuç.
Sultan-› Ezel: bafllang›c› ol-
mayan ve sonsuz zamand›r her
fleyin hâkimi olan Allah.
flahsiyet: kiflilik.
flaflaal›: gösteriflli.
flecere: a¤aç.
tahayyül: hayal etme, hayale getirme.
tasavvur edilmek: tasar›mlamak, fikren flekillendirmek.
tecelliyat-› cemaliye: güzelli¤in
yans›malar›, görünmeleri.
teflrifatç›: tan›tan ve a¤›rlayan
rehber, mihmandar.
zîhayat: canl›, hayat sahibi.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 13
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 14
Saray Sahibine, Sâniine iman etmek üzere cazibedar,
hayretefza davet ediyor.
Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 186-187.
‚è
fiECERE-‹ H‹LKAT‹N ÇEK‹RDE⁄‹ OLAN
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Ve keza, insan hilkat semeresi oldu¤undan anlafl›l›r ki:
‹nsanlardan bir çekirdek var ki, Cenab-› Hak flecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmifltir. O çekirdek de, ancak
ve ancak bütün ehl-i kemalin ve belki nev-i beflerin n›sf›n›n ittifak›yla efdalü’l-halk, seyyidü’l-enâm Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmd›r.
Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 156.
‚è
fiECERE-‹ K‹NATIN MEYVES‹ OLAN
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
‹’lem eyyühe’l-aziz!
Kâinat bir fleceredir; anas›r onun dallar›d›r, nebatat
yapraklar›d›r, hayvanat onun çiçekleridir, insanlar onun
semereleridir. Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen,
e k rem, eflref, eltaf, Seyyidü’l-Enbiya ve’l-Mürselîn,
ahsen: en güzel.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
anas›r: unsurlar, esaslar.
cazibedar: çekici, cazibeli.
Cenab-› Hak: Allah; do¤ru, gerçek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref
ve azamet sahibi yüce Allah.
efdalü’l-halk: yarat›lm›fllar›n en
faziletlisi, en üstünü.
ehl-i kemal: olgun ve de¤erli kifliler, kemal sahibi olanlar.
ekrem: daha (en, pek) kerîm; çok
fleref sahibi, pek cömert, eli
aç›k.
eltaf: daha lâtif, en lâtif, pek
güzel, hofl (olan).
eflref: en flerefli, daha flerefli,
en iyi, en güzel.
hayretefza: hayret verici,
hayranl›k uyand›ran.
hayvanat: hayvanlar.
hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl.
i’lem eyyühe’l- aziz: ey aziz
kardeflim bil ki.
inbat: bitirme, bitki büyütme,
bitmesini sa¤lama.
14 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
ittifak: birleflme, birlik.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
keza: böylece, ayn› flekilde.
mu’cize: insan› acze düflüren;
yap›lmas›ndan âciz kal›nan
ola¤anüstü ifl.
nebatat: bitkiler.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
n›sf: yar›m, yar›.
Sâni: sonsuz sanatkârl›k sahibi olan Allah.
semere: meyve, güzel netice.
Seyyidü’l-Enâm: bütün mahlûkat›n efendisi; Hz. Muhammed (asm).
Seyyidü’l-Enbiya ve’l-Mürselîn: peygamberler ve resullerin efendisi; Hz. Muhammed
(a.s.m.).
flecere: a¤aç.
flecere-i hilkat: yarat›l›fl a¤ac›.
flecere-i kâinat: kâinat a¤ac›.
tarif etmek: tan›tmak.
ziyadar: Ayd›n, münevver.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 15
‹mamü’l-Müttakîn, Habîb-i Rabbülâlemîn Hazret-i Muhammed’dir.
1
oäƒn 'ª°sùdGnh ¢oVQr ’n rG pâneGnOÉne päGnƒn∏°südG πo °n†ranG p¬r«n∏nY
Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 169.
‚è
HAYATIN HAYATI OLAN HAK‹KAT-‹ MUHAMMED‹YE
Hem meselâ
2
n∑nÓra’n rG oâr≤n∏nN Énªnd n∑’n ƒr nd n∑’n ƒr nd beyan›n-
da, “Bu hitap zahiren Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü
Vesselâma müteveccih ise de, z›mnen hayata ve zevi’lhayata racidir” f›kras›, tadile muhtaçt›r. Çünkü, küllî hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) hem hayat›n hayat›, hem
kâinat›n hayat›, hem ‹sm-i Azam›n tecelli-i azam›n›n
mazhar› ve bütün zîruhlar›n nuru ve kâinat›n çekirdek-i
aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmas›ndan, o
hitap do¤rudan do¤ruya ona bakar. Sonra hayata ve fluura ve ubudiyete onun hesab›na nazar eder.
Emirda¤ Lâhikas›, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 153.
‚è
‹MAMÜ’L-EVL‹YA VE’L-ULEMA OLAN
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Öyle Muhammed (a.s.m.) ki, icma ve tasdiklerine
mazhar olmakla, enbiya ve mürselîne siyadet ünvan›n›
1. Yer ve gökler devam ettikçe salâvat›n en üstünü onun üzerine olsun.
2. Sen olmasayd›n (yâ Muhammed), sen olmasayd›n kâinat› yaratmazd›m! (Hadis-i Kudsî:
Keflfü’l-Hafa, 2:164, No: 2123.)
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
beyan: anlatma, aç›klama.
çekirdek-i aslî: as›l çekirdek,
öz; kâinat›n özü, aslî çekirde¤i.
enbiya: nebiler, peygamberler.
f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm.
gaye-i hilkat: yarat›l›fl gayesi,
maksad›.
Habib-i
Rabbülâlemîn:
Âlemlerin Rabbi olan Allah’›n
habibi, sevgilisi, Hz. Muhammed (asm).
hakikat-i Muhammediye: Hz
Peygamberin manevî flahsi-
yeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›.
hitap: söylem, konuflma.
icma: fikir birli¤i etme, görüfl
birli¤ine varma.
imamü’l-evliya ve’l-ulema:
velilerin ve âlimlerin imam›.
imamü’l-müttakîn:güven sahibi, her fleyi iyice bilen önder; do¤rulu¤u, hakikati tam
anlayan rehber.
‹sm-i Azam: Cenab-› Hakk›n bin
bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
küllî: bütüne ait olan, umumî, genel.
mazhar: ‹lâhî tecellilerin göründü¤ü yer.
meselâ: örne¤in.
meyve-i
ekmel:mükemmel
meyve, sonuç.
muhtaç: gerektirmek.
mürselîn: gönderilenler, peygamberler.
müteveccih: dönük.
nazar: göz atma, bakma, bak›fl.
nur: ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k, ziya, ›fl›k, flule.
raci: dair, ait, alâkas› olan.
salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve
selam etme.
siyadet: seyyitlik, Hz. Hüseyin vas›tas›yla Hz. Muhammed’in soyundan olma.
fluur: bilinç; bir fleyin inceliklerini
iyice idrak etme, anlay›fl.
tadil: do¤rultma, düzeltme.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
tecelli-i azam: en büyük tecelli,
muazzam, celâlli ve heybetli tecelli.
ubudiyet: kulluk.
ünvan: flöhret, ad, isim.
zahiren: görünüflte.
zevi’l-hayat: hayat sahipleri, canl›lar.
z›mnen: aç›ktan olmayarak, dolay›s›yla, üstü kapal› olarak, kapal› bir flekilde.
zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 15
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 16
ve ittifak ve tahkiklerini almakla, ‹mamü’l-Evliya ve’l-Ulema lâkab›n› alm›flt›r. Ve öyle Muhammed (a.s.m.) ki,
âyât-› bâhire, mu’cizat-› kàt›a ve secaya-i samiye ve ahlâk-› âliye sahibi olmakla mehbit-i vahy-i ‹lâhî olmufltur.
afak-› âlem: âlemin ufuklar›.
ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce
ahlâk, üstün ahlâk.
âlem:dünya, cihan.
âlem-i gayp: gayp âlemi, görünmeyen, fakat varl›¤› kesin olan ve
mahiyeti Allah taraf›ndan bilinen
baflka dünyalar.
âlem-i flahadet: gözle gördü¤ümüz, flahit oldu¤umuz âlem, kâinat.
âyât-› bâhire:apaç›k deliller.
beflir: müjde getiren, müjdeci.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
düstur: kanun, kural, esas.
ervah: ruhlar, canlar, hayat›n
cevherleri.
feyz-i ‹lâhî:Allah’›n feyzi, bollu¤u,
lütfu.
fihriste: katalog, liste, özet.
gaybiyat: gayba, bilinmeyen
alemlere ait, gelecek ve ahirete
ait.
haber: bilgi, bilgilendirme.
havi: içine alan, kapsayan, kuflatan.
i’lem eyyühe’l-aziz:ey aziz kardeflim bil ki.
ilâm: bildirme.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
‹mamü’l-Evliya ve’l-Ulema: velilerin ve âlimlerin imam›.
iman: inanç, itikat.
irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma.
itminan: inanma, güvenme, gönül rahatl›¤› içinde tereddütsüz
kabul etme.
ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kemal: olgunluk, fazilet.
kemal-i ciddiyet: ciddiyetin son
derecesi, tam bir ciddiyet.
lâkap: ünvan.
medeniyet: medenîlik, flehirlilik,
uygarl›k.
mehbit-i vahy-i ‹lâhî: Allah taraf›ndan gönderilen vahyin inifl yeri.
melâike: melekler.
melekût: melekler ve ruhlar âlemi.
mu’cizat-› kàt›a: apaç›k ve kesin
olan mucizeler.
musahabe: sohbet etme, söyleflme, görüflme.
müflahede: ‹lahî güzellikleri ve
s›rlar› görme, seyretme.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
Ve öyle bir Muhammed ki (a.s.m.), âlem-i gayp ve melekûtu seyir ve ziyaret etmekle, ervah› müflahede ve melâike ile musahabe, cin ve insanlara irflat vazifesini alm›flt›r.
Ve öyle bir Muhammed’dir ki (a.s.m.) flahsiyet-i maneviyesiyle kâinat›n kemaline bir fihriste olmakla, bütün
saadetlerin ve medeniyetlerin düsturlar›n› havi bir fleriata sahiptir.
Ve öyle bir Muhammed’dir ki (a.s.m.), âlem-i flahadette iken gaybiyattan haber verir bir beflir ve nezir olup,
bütün kuvvetiyle, kemal-i ciddiyetle ve vüsuk ile ve itminan ile, yüksek bir iman ile, nev-i beflere karfl› tevhid dinini
1
*G ’s pG n¬'dpG =’n ile ilân ve ilâm ediyor.
Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 87-88.
‚è
FEYZ-‹ ‹LÂHÎ ‹LE SULANMIfi OLAN
‹K‹ ÂLEM‹N GÜNEfi‹ fiECERE-‹ MUHAMMED‹YE
‹’lem eyyühe’l-aziz!
Tavus kuflu gibi pek güzel bir kufl, yumurtadan ç›kar,
tekâmül eder, semalarda tayerana bafllar. Afak-› âlemde
1. Allah'tan baflka ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
n e z i r :insanlar› do¤ru yola
sevk etmek için uyararak
korkutan, uyaran. Hz. Muhammmed. (a.s.m.).
saadet: mutluluk.
secaya-i samiye: yüksek ve
k›ymetli seciyeler, hususiyetler, vas›flar.
sema: gökyüzü, gök.
seyr (seyir): uzaktan bakma;
gezip dolaflmak.
16 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik.
flecere-i Muhammediye: Hz.
Muhammed’e (asm) ait,
onunla ilgili yarad›l›fl a¤ac›.
fleriat: ‹slâm dini ve prensipleri.
tahkik: do¤rulu¤unu ispat etme, do¤rulama.
tavus: sülüngillerden, erke¤inin tüyleri uzun, kuyru¤u par-
lak, güzel renkli, ac› ve tiz
sesli bir kufl.
tayeran: uçma, uçufl.
tekâmül: kemal bulma, kemale erme, olgunlaflma.
tevhid: Allah’›n bir oldu¤una
inanma, birleme.
vazife: görev.
vüsuk: sa¤lam inanma, güvenme.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 17
flöhret kazand›ktan sonra, yerde kalan yumurtas›n›n kabu¤u içerisinde o kuflun güzelli¤ini, kemalât›n›, terakkiyat›n› aray›p bulmak isteyen adam›n ahmak oldu¤unda
flüphe yoktur.
Binaenaleyh, tarihlerin naklettikleri Peygamberimizin
(a.s.m.) bidayet-i hayat›na maddî, sathî, sûrî bir nazar ile
bakan bir adam, flahsiyet-i maneviyesini idrak edemez.
Ve derece-i k›ymetine vâs›l olamaz. Ancak bidayet-i hayat›na ve levaz›m-› befleriyetine ve ahval-i zahiriyesine
ince bir k›fl›r, nazik bir kabuk nazar›yla bak›lmal›d›r ki, o
k›fl›r içerisinden iki âlemin günefli ve Tuba gibi flecere-i
Muhammediye (a.s.m.) ç›km›flt›r. Ve feyz-i ‹lâhî ile sulanm›fl ve fazl-› Rabbanî ile tekâmül etmifltir.
Binaenaleyh, Nebî-i Zîflan›n (a.s.m.) mebde-i hayat›na
ait ahval-i sûriyesinden zay›f bir fley iflitildi¤i zaman, üstünde durmamal›, derhal bafl›n› kald›r›p etraf-› âleme
neflretti¤i nurlara bakmal›. Maahaza, mebde-i hayat›na
flek ve flüphe ile bakan adam, herhâlde, mastar ile mazhar, menba ile ma’kes, zatî ile tecelli aralar›n› fark edemiyor. Ve bu yüzden flüpheye düfler.
Evet, Nebî-i Zîflan (a.s.m.) tecelliyat-› ‹lâhîye mazhar
ve ma’kestir, mastar ve menba de¤ildir. Çünkü, o zat,
yaln›z abddir ve ibadetçe herkesten ileridir. Demek, bu
kadar görünen terakkiyat, kemalât onun zatî mal› de¤ildir, ancak hariçten verilen Rahman-› Rahîm’in tecellileridir.
abd: Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan, mahlûk, insan.
ahval-i sûriye:görünürdeki
hâller, fleklî durumlar, sureten
görünüfller.
ahval-i zahiriye: zahirî hâller;
görünürdeki hâller, durumlar.
âlem: dünya, cihan.
bidayet-i hayat: hayat›n bafllang›c›.
binaenaleyh: bundan dolay›,
bunun üzerine.
derece-i k›ymet: k›ymet derecesi.
etraf-› âlem: kâinat›n çevresi,
uçlar›, k›y›lar›.
fazl-› Rabbanî: Cenab-› Allah’›n Rab ismine mazhar olarak ihsan, kerem ve cömertli¤inin bollu¤u.
feyz-i ‹lâhî: Allah’›n feyzi, bollu¤u, lutfu.
hariç: d›flar›da.
idrak: ak›l erdirme, anlama,
kavrama kabiliyeti.
kemalât: kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
k›fl›r: kabuk, d›fl taraf.
levaz›m-› befleriyet: insanl›k
için gerekli olan fleyler, insan›n ihtiyaçlar›.
maahaza: bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
maddî: madde ile alâkal›.
ma’kes: akseden yer, yans›ma yeri.
mastar: kaynak, bir fleyin ç›kt›¤› yer.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
mebde-i hayat: hayat›n bafl-
lang›c›.
menba: kaynak.
nakl (nakil): anlatma, söyleme,
hikâye etme.
nazar: bak›fl, dikkat.
nazik: narin, ince; dikkat gerektiren, önemli.
Nebî-i Zîflan: flan sahibi peygamber (asm).
neflr (neflir): da¤›tma, yayma,
saçma, serpme.
Rahman-› Rahîm: rahman ve Rahim olan Allah; dünya ve ahirette
yaratt›klar›na sonsuz rahmet, flefkat ve merhametiyle muamele
eden Allah.
sathî: yüzeysel.
sûrî: görünüflte olan, fleklî.
flahsiyet-i maneviye: manevî
flahsiyet, manevî kiflilik.
flecere-i Muhammediye:Hz. Muhammed’e (asm) ait, onunla ilgili
yarad›l›fl a¤ac›.
flek: flüphe, zan, tereddüt.
tecelli: görünme, belirme, yans›ma.
tecelliyat-› ‹lâhiye: ‹lâhî tecelliler, ‹lâhî lütuflar›n tezâhürü.
tekâmül: kemal bulma, kemale
erme, olgunlaflma.
terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller.
Tuba: sürekli mutluluk, ebedî
saadet; Cennetteki bir a¤ac›n ad›.
vâs›l: eriflme, ulaflma, kavuflma.
zat: kifli, flah›s.
zatî: zata ait, zat›n kendisinden
olan; kiflisel, hususî, özel.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 17
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 18
Evvelce beyan edildi¤i gibi, hiçbir fley, bir zerreye bile
mana-i ismiyle mastar olamaz. Amma, bir zerre, mana-i
harfiyle seman›n y›ld›zlar›na mazhar olur. Yaln›z, gaflet
ile o zerrenin mastar oldu¤u zann›yla bak›ld›¤›ndan, sanat-› ‹lâhiyeyi ta¤utî bir tabiata mal ederler.
Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 137-138.
‚è
‹SM-‹ AZAMA MAZHAR RESUL-‹ EKREM (A.S.M.)
Hem ‹sm-i Azama mazhar olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n bir ayette mazhar oldu¤u feyz-i ‹lâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir. Veraset-i Ahmediye ile ‹sm-i Azam z›lline mazhar bir
mü’min, kendi kabiliyeti itibar›yla, kemiyetçe bir nebînin
feyzi kadar sevap al›yor denilse, hilâf-› hakikat olamaz.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
amma: ama, lakin, ancak.
ayet: Kur’an’›n her bir cümlesi.
beyan: anlatma, aç›klama.
evvelce: daha önce.
feyiz: ilim, irfan; ihsan, ba¤›fl.
feyz-i ‹lâhî: Allah’›n feyzi, bollu¤u, lutfu.
gaflet: dikkatsizlik, endiflesizlik,
Allah’tan uzaklafl›p nefsin arzular›na dalmak.
hâlât: haller, durumlar, vaziyetler.
hilâf-› hakikat: gerçe¤e ve hakikate z›t, ayk›r›.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
‹sm-i Azam: Cenab-› Hakk›n bin
bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
itibar›yla: bak›m›ndan.
kabiliyet: istidat, yetenek.
kat’iyet: kat’îlik, kesinlik.
kemiyet: az veya çok olufl.
mana-y› harfî: bir fleyin kendisini
de¤il de sanatkâr›n›, ustas›n›, sahibini bilip tan›tan mana.
mana-y› ismî: bir fleyin kendi bafl›na tafl›d›¤› anlam.
mastar: kaynak, bir fleyin ç›kt›¤›
yer.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› yer, zuhur etti¤i, göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
meratip: mertebeler, basamaklar.
mü’min: iman eden, inanan.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 560.
‚è
HAZRET-‹ MUHAMMED’‹N (A.S.M.),
fiAHS‹YET-‹ MANEV‹YES‹N‹N BÜYÜKLÜ⁄Ü
YED‹NC‹ ‹fiARET
‹flte bu tevhid-i hakikîyi bütün meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren, ispat eden, ilân eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaleti, elbette o tevhidin
kat’iyeti derecesinde sabit olmak lâz›m gelir. Çünkü,
nebî: Allah’›n elçisi, habercisi;
peygamber, resul.
peygamber: Allah taraf›ndan
haber getirerek ‹lâhî emir ve
yasaklar› insanlara tebli¤
eden elçi, nebi.
Resul-i Ekrem: çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (a.s.m.).
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
sabit: dura¤an, de¤iflmeyen;
ispatlanm›fl.
sanat-› ‹lâhiye: ‹lâhî sanat,
18 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Allah’›n sanat›; Cenab-› Hakk›n sanat ile yaratmas›.
sema: gökyüzü, gök.
sevap:hay›rl› bir ifle karfl› Allah taraf›ndan verilen mükâfat; Allah’›n r›zas›na sebep
olan hay›rl› hareket, güzel ifl
ve davran›fl.
suret: biçim, flekil, tarz.
flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik.
tabiat: maddî âlem.
ta¤ut: azg›n, sap›k, zorba.
tevhid: Allah’›n bir oldu¤una
inanma, birleme.
tevhid-i hakikî: araflt›rarak,
delil ve bürhan ile Cenab-›
Hakk›n var›l›¤›n› ve birli¤ini
kabul etme ve bunu anlayabilme.
umum: bütün, hepsi.
veraset-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (asm) vârisli¤i,
Peygamberimizin tebli¤ vazifelerine vâris olma.
zerre: en küçük parça, molekül, atom.
z›ll: gölge.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 19
madem daire-i vücudun en büyük hakikati olan tevhidi
bütün hakaik›yla o zat ders veriyor; elbette tevhidi ispat
eden bütün bürhanlar, dolay›s›yla, onun risaletini ve vazifesinin hakkaniyetini ve davas›n›n do¤rulu¤unu dahi
kat’î ispat eder denilebilir. Evet, böyle binler hakaik-› âliyeyi cem eden ferdiyet ve vahdaniyeti hakk›yla keflfedip
ders veren bir risalet, gayet kat’î bir surette o tevhid, o
ferdiyetin muktezas›d›r ve lâz›m›d›r. Onlar, onu her hâlde isterler.
‹flte o vazifeyi tam tam›na yerine getiren Zat-› Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n flahsiyet-i maneviyesinin
derece-i ehemmiyetine ve ulviyetine ve bu kâinat›n bir
günefli oldu¤una flahadet eden pek çok delillerden, sebeplerden üç tanesini numune olarak beyan ediyoruz.
B‹R‹NC‹S‹: Umum ümmet, umum as›rlarda iflledikleri
umum hasenat›n bir misli,
1
pπpYÉnØrdÉnc oÖnÑ°sùdnG s›rr›nca, Zat-›
A hmediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n sahife-i hasenat›na
geçti¤i gibi; umum ümmet, her günde ettikleri salâvat
duas›n›n kat’î makbuliyeti cihetiyle, o hadsiz dualar›n iktiza ettikleri makam ve mertebeyi düflünmekle, flahsiyet-i
maneviye-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n bu
kâinat içinde nas›l bir günefl oldu¤u anlafl›l›r.
‹K‹NC‹S‹: Âlem-i ‹slâm›n flecere-i kübras›n›n menflei,
çekirde¤i, hayat›, medar› olan mahiyet-i Muhammediye
Aleyhissalâtü Vesselâm›n, fevkalâde istidat ve cihazat›yla,
âlem-i ‹slâmiyetin maneviyat›n› teflkil eden kudsî kelimat›,
1. Bir fleye sebep olan onu iflleyen gibidir.
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›.
âlem-i ‹slâmiyet: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun.
as›r: yüzy›l.
beyan: anlatma, aç›klama.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
cem: toplama, biriktirme.
cihazat: cihazlar, kendilerine
ihtiyaç duyulan maddî manevî aletler.
cihet: sebep, vesile, mucip,
bahane.
daire-i vücut: varl›k dairesi.
dava: takip edilen fikir, iddia,
ülkü.
delil: kan›t, tan›k, burhan.
derece-i ehemmiyet:ö n e m
derecesi.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
ferdiyet: teklik, birlik, fertlik.
fevkalâde: ola¤anüstü.
gayet: son derece.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakaik: hakikatler, do¤rular,
gerçekler.
hakaik-› âliye: yüce gerçekler, ulu hakikatler.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hakkaniyet: haktan ve do¤-
ruluktan ayr›lmama.
hasenat: iyi ameller, iyi ifller, hay›rlar.
iktiza: gerektirme, lüzumlu k›lma.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
istidat: kabiliyet, yetenek.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kelimat: kelimeler, sözler.
keflif: gizli bir fleyi bulma, meydana ç›karma.
kudsî: mukaddes, yüce.
lâz›m› olmak: gere¤i olmak.
madem: de¤il mi ki.
mahiyet-i Muhammediye: Hz.
Muhammed’in (a.s.m.) mahiyeti,
Hz. Muhammed’e ait özellik.
makam: büyük yer, mevki.
makbuliyet: makbullük, be¤enilmifllik, geçerlilik.
maneviyat: mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait fleyler.
medar: dayanak noktas›, sebep,
vesile.
menfle: esas, kaynak.
mertebe: derece.
misl (misil): kat; efl.
muktezâ: gere¤i.
numune: örnek.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
sahife-i hasenat: iyiliklerin sayfas›; yap›lan iyiliklerin, iyi hâllerin
ve hay›rl› ifllerin yaz›lm›fl oldu¤u
sayfa.
salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve
selam etme.
s›r: gizlenen gerçek, saklanan bilgi.
suret: biçim, flekil, tarz.
flahadet: flahit olma, flahitlik; aç›k
alâmet, iflaret.
flahsiyet-i maneviye: manevî
flahsiyet, manevî kiflilik.
flecere-i kübra: her tarafa dal budak salm›fl en büyük a¤aç.
teflkil: oluflturma, flekillendirme.
tevhid: Allah’›n bir oldu¤una
inanma, birleme.
ulviyet: ulvîlik, yücelik, yükseklik.
umum: bütün; herkes.
ümmet: hak dine davet etmek
için Allah taraf›ndan kendilerine
peygamber gönderilen ve bu
peygambere inan›p ba¤lanan cemaat, topluluk.
vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve
varl›¤›, Allah’›n bir oluflu.
vazife: görev.
zat: kifli, flah›s.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 19
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 20
tesbihat›, ibadat›, en evvel, bütün manalar›yla hissedip
yapmaktan gelen terakkiyat-› ruhiyesini düflün, habibiyet
derecesine ç›kan ubudiyet-i Muhammediyenin (a.s.m.)
velâyeti sair velâyetlerden ne kadar yüksek oldu¤unu anla.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
âsâr: eserler.
bidayet-i ‹slâmiye: ‹slâmiyetin
bafllang›c›.
binaen: -den dolay›, bu sebepten.
ehemmiyetli: önemli.
evvel: önce.
fevkalâde: ola¤anüstü.
feyiz: ilim, irfan; ihsan, ba¤›fl.
gaflet: Allah’tan uzaklafl›p nefsinin arzular›na dalmak.
habibiyet:sevilen olma durumu.
haddi ve nihayeti olmamak: sonu ve s›n›r› olamamak.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
haysiyet: itibar, fleref, de¤er.
hitabat-› Sübhaniye: Allah’›n kusursuz ve noksans›z konuflmas›.
ibadat: ibadetler.
icraat: ifller.
inkiflaf: ortaya ç›kma, geliflme.
istidat: kabiliyet, yetenek.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kelimat-› kudsiye: mukaddes
sözler, kutsal kelimeler.
k›yas: karfl›laflt›rma, oranlama.
k›ymet: de¤er.
letafet: incelik.
makas›d: maksatlar, gayeler.
mana: anlam.
massetmek: emmek, emerek
çekmek, sö¤ürmek.
medar: sebep, vesile.
menba-› hakikî: gerçek kaynak,
herhangi bir fleyin ç›kt›¤› as›l yer.
meratib-i kemalât:mükemmellik, olgunluk mertebeleri, basamaklar›.
meziyet: k›ymetli özellik.
muhatap: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse.
muhteflem: haflmetli, yüce.
mürur-i zaman: zaman›n geçmesi, zaman afl›m›; zamanla.
nam›na: ad›na, yerine.
namdar: meflhur, ünlü, flöhretli,
naml›.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nev’i insan: insan türü, insano¤lu.
nevi: çeflit.
Bir zaman, bir tek tesbihin, bir tek namazda, Sahabelerin tarz-› telâkkisine yak›n bir surette bana inkiflaf›, bir
ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; Sahabelerin yüksek k›ymetini onunla anlad›m. Demek, bidayet-i ‹slâmiyede kelimat-› kudsiyenin verdi¤i feyiz ve
nurun baflka bir meziyeti var, tazeli¤i haysiyetiyle baflka
bir letafeti, bir taraveti, bir lezzeti var ki, gaflet perdesi
alt›nda mürur-i zamanla gizlenir, azal›r, perdelenir. Zat-›
Muhammediye (a.s.m.) ise, onlar› menba-› hakikîsinden
(Zat-› Akdes’ten) turfanda, taze olarak, fevkalâde istidad›yla alm›fl, emmifl, massetmifl. Bu s›rra binaen, o zat,
bir tek tesbihten, baflkas›n›n bir sene ibadeti kadar feyiz
alabilir.
‹flte bu nokta-i nazardan, Zat-› Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n, haddi ve nihayeti olmayan meratib-i
kemalâtta ne derece terakki etti¤ini k›yas et.
ÜÇÜNCÜSÜ: Bu kâinat›n Hâl›k’›, bu kâinattaki bütün
makas›d›n›n en ehemmiyetli medar› nev-i insan oldu¤undan ve bütün hitabat-› Sübhaniyenin en anlay›fll› bir
muhatab› nev-i befler oldu¤undan; o nev-i befler içinde
en meflhur, en namdar ve âsâr›yla ve icraat›yla en mükemmel, en muhteflem fert olan Zat-› Muhammediyeyi
(a.s.m.) o nevi nam›na, belki umum kâinat hesab›na
nokta-i nazar: görüfl aç›s›,
bak›fl aç›s›; görüfl, fikir.
nur: ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k,
ziya, ›fl›k, flule.
Sahabe: Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yüzünü görmekle flereflenen ve
onun sohbetlerine kat›lan
mü’min kimse.
sair: di¤er, baflka, öteki.
s›r: gizli mana, ç›kan anlam.
suret: biçim, tarz.
taravet: tazelik, körpelik.
tarz-› telâkki: anlay›fl tarz›,
20 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
yolu.
terakki: yükselme, ilerleme.
terakkiyat-› ruhiye: ruhla ilgili ilerlemeler, ruhen yükselmeler.
tesbih: Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma, Cenab-› Hakk› flan›na lây›k ifadelerle anma.
tesbihat: tesbihler, Cenab-›
Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade
eden sözler.
turfanda: yeni, ilk kez ortaya
ç›kan.
ubudiyet-i Muhammediye:
Hz. Muhammed’in (asm) mükemmel kulluk ve ibadeti.
umum: bütün.
velâyet: yak›nl›k, dostluk.
zat: kifli, flah›s.
Zat-› Akdes: en mukaddes
zat, her türlü kusur ve noksandan uzak ve pak olan zat;
Allah.
zat-› Muhammediye: Hz. Muhammed’in zat›, kiflili¤i.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 21
kendine muhatap ittihaz eden Zat-› Ferd-i Zülcelâl, elbette onu hadsiz kemalâtta hadsiz feyzine mazhar etmifltir.
‹flte, bu üç nokta gibi çok noktalar var, kat’î bir surette ispat ederler ki, flahsiyet-i maneviye-i Muhammediye
(a.s.m.), kâinat›n manevî bir günefli oldu¤u gibi; bu k â inat denilen Kur’ân-› kebirin ayet-i kübras› ve o Furkan-›
azam›n ism-i azam› ve ism-i Ferd’in cilve-i azam›n›n bir
âyinesidir. Kâinat›n umum zerrat›n›n, umum zamanlar›ndaki umum dakikalar›n›n bütün aflirelerine darp edilip,
hâs›l-› darp adedince o Zat-› Ahmediyeye salâtüselâm,
nihayetsiz hazine-i rahmetinden inmesini, Zat-› Ferd-i
Ehad-i Samed’den niyaz ediyoruz.
1
oº«/µ`n`◊r G oº«/∏n©rdG nârfnG n∂sfpG BÉnænàrªs∏nY Éne s’pG BÉnænd nºr∏pY '’ n∂nfÉnërÑ°oS
Lem’alar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 909-912.
‚è
fiUUR-‹ K‹NATIN fiUURU OLAN
R‹SALET-‹ MUHAMMED‹YE
Evet, nas›l ki hayat bu kâinattan süzülmüfl bir hülâsad›r ve fluur ve his dahi, hayattan süzülmüfl, hayat›n bir
hülâsas›d›r; ve ak›l dahi, fluurdan ve histen süzülmüfl, fluurun bir hülâsas›d›r ve ruh dahi, hayat›n halis ve safî bir
cevheri ve sabit ve müstakil zat›d›r. Öyle de, maddî ve
manevî hayat-› Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayattan ve
1. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.)
aflire: dakikan›n on katrilyonda
birine
denir.
Yani
10.000.000.000.000. 000 aflire
bir dakikad›r.
ayet-i kübra: en büyük ayet,
en büyük delil.
âyine: ayna.
cevher: esas, maya, öz.
cilve-i azam: en büyük tecelli, en büyük Rabbanî cilve.
darp: çarpma.
feyiz: ihsan, ba¤›fl, kerem.
Furkan-› Azam: hakk› bat›ldan ay›ran en büyük ve muazzam kitap olan Kur’ân-› Kerîm.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
halis: kat›fl›ks›z, saf, duru.
hâs›l-› darp: çarp›m, çarpma
iflinin neticesi.
hayat-› Muhammediye:hz.
Muhammed’in (a.s.m). hayat›.
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi.
hikmet: ‹lâhî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hülâsa: bir fleyin özü, esas›,
özeti.
‹sm-i Azam: Cenab-› Hakk›n
bin bir isminden en büyük ve
manaca di¤er isimleri kuflatm›fl
olan›.
ism-i Ferd: tek, yaln›z, efli bulunmayan anlam›nda Allah’›n bir ismi.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
ittihaz: edinme, kabul etme.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kemalât: kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
Kur’ân-› kebir: Büyük Kur’ân-›
Kerîm; kâinat.
kusur: eksiklik, noksan, özür.
maddî: madde ile alâkal›.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
mazhar: nail olma, flereflenme.
muhatap: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse.
müstakil: tek kifli, tek olarak.
nihayetsiz: sonsuz, s›n›rs›z.
niyaz: yalvarma, yakarma.
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (asm) peygamberli¤i.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k.
sabit: dura¤an, de¤iflmeyen; ispatlanm›fl.
safî: halis, temiz.
salât ü selâm : Hz. Peygambere
dua; Hz. Muhammed’e Ashab›na,
ailesine Allah’›n rahmet ve ma¤firetini, meleklerin isti¤far›n› ve
mü’minlerin dualar›n› dileme.
suret: biçim, flekil, tarz.
flahsiyet-i maneviye: manevî
flahsiyet, manevî kiflilik.
fluur: ak›l, bilinç.
fluur-i kâinat:kâinat›n fluuru, evrenin bilinci, anlay›fl›.
tenzih: Allah’› flan›na lây›k olmayan fleylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
umum: bütün.
zat: kendi, as›l, öz.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
Zat-› Ferd-i Ehad-i Samed:herfley
kendisine muhtaç oldu¤u halde,
kendisi hiçbir fleye muhtaç olmayan ve birli¤i herfleyde tecelli
eden, tek ve ba¤›ms›z olan Allah.
Zat-› Ferd-i Zülcelâl:sonsuz büyüklük sahibi, eflsiz, benzersiz
olan Zat, Allah.
zerrat: zerreler, atomlar.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 21
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 22
ruh-i kâinattan süzülmüfl hülâsatü’l-hülâsad›r ve risalet-i
Muhammediye (a.s.m.) dahi; kâinat›n his ve fluur ve akl›ndan süzülmüfl en safî hülâsas›d›r. Belki maddî ve manevî hayat-› Muhammediye (a.s.m.) dahi, âsâr›n›n flahadetiyle, hayat-› kâinat›n hayat›d›r. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), fluur-i kâinat›n fluurudur ve nurudur. Ve
vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakaik›n›n flahadetiyle, hayat-› kâinat›n ruhudur ve fluur-i kâinat›n akl›d›r.
âsâr: eserler.
cihan:dünya, âlem.
divane: deli, akl› bafl›nda olmayan.
erkân-› imaniye: imana ait esaslar.
eflref: en flerefli, daha flerefli, en
iyi, en güzel.
hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hakikat-› Muhammediye: Hz
Peygamberin manevî flahsiyeti,
‹slâmiyetin asl› ve esas›.
harika: ola¤anüstü.
hayat-› kâinat: kâinat›n hayat›.
hayat-› Muhammediye:Hz. Muhammed’in (a.s.m) hayat›.
hayattar: canl›, yaflayan.
hülâsa: bir fleyin özü, esas›, özeti.
hülâsatü’l-hülâsa: hülâsan›n hülâsas›, özünün özü.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
k›yamet: bütün kâinat›n Allah taraf›ndan tayin edilen bir vakitte
y›k›l›p mahvolmas›.
küllî: bütüne ait olan, umumî, genel.
küre-i arz: yer küre, dünya.
liyakat: lây›k olma, ehliyet.
maddî: madde ile alâkal›.
mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
makam: büyük yer, mevkî.
makam-› kudsî: kudsî, mukaddes makam.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
nur: ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k, ziya, ›fl›k, flule.
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (asm) peygamberli¤i.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k.
Evet, evet, evet! E¤er kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru ç›ksa, gitse, kâinat vefat edecek.
E¤er Kur’ân gitse, 1 kâinat divane olacak ve küre-i arz
kafas›n›, akl›n› kaybedecek, belki fluursuz kalm›fl olan bafl›n› bir seyyareye çarpacak, bir k›yameti koparacak.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 182.
‚è
‹K‹ C‹HANIN EN PARLAK GÜNEfi‹ OLAN
HAK‹KAT-‹ MUHAMMED‹YE
Evet, Kur’ân’da zat-› Ahmediyeye en büyük makam
vermek ve dört erkân-› imaniyeyi içine almakla
2
3
*G ’s pG n¬'dpG B’n rüknüne denk tutulan $G o∫ƒo°SnQlósªnfio
risa-
let-i Muhammediye (a.s.m.) kâinat›n en büyük hakikati
ve zat-› Ahmediye (a.s.m.) bütün mahlûkat›n en eflrefi ve
hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) tabir edilen küllî flahsiyet-i maneviyesi ve makam-› kudsîsi iki cihan›n en parlak bir günefli oldu¤una ve bu harika makama liyakatine
1. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.), k›yamete yaklaflt›¤›nda Kur’ân’›n yeryüzünden çekilip al›naca¤›n› ifade buyurmufllard›r. (‹bni Mâce, Fiten: 26; ‹bni Hibban, Sahih, 15:267; Hâkim, Müs tedrek, 4:520, 587.)
2. Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur.
3. Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür.
ruh-i kâinat: kâinat›n ruhu,
can›.
rükün: esas, kaide, prensip.
sâfî: halis, temiz.
seyyare: gezegen.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
22 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik.
fluur: ak›l, bilinç.
fluursuz: idraksiz, bilgisiz.
fluur-i kâinat:kâinat›n fluuru,
evrenin bilinci, anlay›fl›.
tabir: ifade, söz.
vahy-i Kur’ân:‹lâhî vahiy, Allah taraf›ndan vahiy ile gelen
emir ve yasaklar›n bütünü
olan Kur’ân.
vefat: ölen, ölüm, ölü.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 23
dair pek çok hüccetleri ve emareleri kat’î bir surette Risale-i Nur’da ispat edilmifl. Binden birisi fludur ki:
1
pπpYÉnØrdÉnc oÖnÑ°sùdnG düsturuyla, bütün ümmetinin bütün
zamanlarda iflledi¤i hasenat›n bir misli onun defter-i hasenat›na girmesi ve bütün kâinat›n hakikatlerini getirdi¤i
nur ile nurland›rmas›, de¤il yaln›z cin ve insi ve mele¤i
ve zîhayatlar›, belki kâinat› ve semavat› ve arz› minnettar
eylemesi ve istidat lisan›yla nebatat›n dualar› ve ihtiyac-›
f›trî diliyle hayvanat›n dualar› gözümüz önünde bilfiil kabul olmas›n›n flahadetiyle, milyonlar, belki ruhanîlerle beraber milyarlar f›trî ve reddedilmez dualar› makbul olan
süleha-i ümmeti her gün o Zata (a.s.m.) salât ve selâm
ünvan› ile rahmet dualar› ve manevî kazançlar›n› en evvel o Zata (a.s.m.) ba¤›fllamalar› ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’›n üç yüz bin hurufunun her birisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yaln›z k›raat-i Kur’ân cihetiyle, defter-i a’maline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle, o Zat›n (a.s.m.) flahsiyet-i maneviyesi olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) istikbalde bir
fiecere-i Tuba-i Cennet hükmünde olaca¤›n›, Allâmü’lGuyûb, bilmifl ve görmüfl ve o makama göre Kur’ân’›nda o azîm ehemmiyeti vermifl. Ve ferman›nda, ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyesine ittiba ile flefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i insaniye göstermifl. Ve o
haflmetli fiecere-i Tuban›n bir çekirde¤i olan flahsiyet-i
befleriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesini, ara s›ra
nazara almas›d›r.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 745-746.
1. Bir fleye sebep olan onu iflleyen gibidir.
Allâmü’l-Guyûb: gayb› bilen,
görünmeyen fleyleri bilen, Allah.
arz: yer, dünya.
azîm: büyük.
bidayet: bafllangݍ.
bilfiil: bizzat yaparak.
cihet: yön.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
dair: alakal›, ilgili.
defter-i a’mal: insanlar›n iflledi¤i ve yapt›¤› fleylerin kaydedildi¤i defter; amellerin
defteri.
defter-i hasenat: iyilikler, güzellikler defteri, insanlar›n
yapt›¤› iyiliklerin yaz›ld›¤› manevî defter.
düstur: kanun, kural, esas.
ehemmiyet: önem, de¤er,
k›ymet.
emare: alâmet, belirti, niflan.
ferman: emir, buyruk.
f›trî: tabiî, do¤al.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat-i Muhammediye: Hz
Peygamberin manevî flahsiyeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›.
hasenat: iyi ameller, iyi ifller,
hay›rlar.
hasene: iyilik, güzel ifl.
haflmetli: ihtiflaml›, gösteriflli,
heybetli.
haysiyetiyle: bak›m›ndan, sebebiyle, itibar›yla.
hayvanat: hayvanlar.
hissedar: pay sahibi.
huruf: harfler.
hüccet: delil.
hükmünde: de¤erinde, yerinde.
ihtiyac-› f›trî: yarat›l›fl›n gere¤i
olan ihtiyaç.
ins: insan, befler, âdemo¤lu.
istidat: kabiliyet, yetenek.
istikbal: gelecek zaman.
ittiba: uyma, itaat etme.
kat’î: kesin.
k›raat-i Kur’ân: Kur’an okumak.
lisan: dil.
makam: yer, mevki.
makbul: kabul edilmifl, geçerli.
manevî: maddî olmayan.
mazhariyet: elde etme, nail olma, kavuflma, flereflenme.
mesele-i insaniye: insana ait
mesele, insanl›kla ilgili mesele.
minnettar: bir iyili¤e karfl› teflekkür duygusu içinde olan.
misil: kat; efl.
nazar: dikkat.
nebatat: bitkiler.
rahmet: Allah’›n kullar›n› esirgemesi, onlara maddî ve manevî nimetler vermesi.
salât: Hz. Peygambere dua; Hz.
Muhammed’e Ashab›na, ailesine
Allah’›n rahmet ve ma¤firetini,
meleklerin isti¤far›n› ve mü’minlerin dualar›n› dileme.
selâm: bar›fl, rahatl›k, selamet ve
esenlik dileme.
semavat: semalar, gökler.
suret: biçim, flekil, tarz.
süleha-i ümmet: ümmetin salihleri, iyi fleyler yapanlar, hay›rl› ifl
sahipleri.
sünnet-i seniye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yüce sünneti; yüksek hâl, söz, tav›r ve tasvipleri.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flahsiyet-i befleriyet: insanl›¤a
ait özel haller, karakterler.
flahsiyet-i maneviye: manevî
flahsiyet, manevî kiflilik.
fiecere-i Tuba: Cennetteki Tuba
a¤ac›.
fiecere-i Tuba-i Cennet: Cennette Sidre’de bulunan ve dallar› bütün Cenneti gölgeleyen Tuba a¤ac›.
flefaat: günahkâr bir kimsenin aff›n› Allah’tan niyaz etme.
tebaiyet: tâbîlik, tâbi olma, uyma.
ümmet: Müslümanlar›n tamam›;
bütün Müslümanlar.
vaziyet-i insaniye: insan›n vaziyeti, tarz ve hareketi.
zîhayat: hayat sahibi.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 23
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 24
BÜTÜN RESULLER‹N SEYY‹D‹, BÜTÜN ENB‹YANIN
‹MAMI OLAN HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Hem, hiç mümkün olur mu ki, nihayet kemalde olan
bir cemal, gösterici ve tarif edici bir vas›ta ile kendini
göstermek istemesin?
Hem, mümkün olur mu ki, gayet cemalde bir kemal-i
sanat, onun üzerine enzar-› dikkati celp eden bir dellâl
vas›tas›yla teflhir istemesin?
acip: tuhaf, hayrette b›rakan.
arz: sunma.
âyinedarl›k: aynal›k yapma, gösterme.
beyan: bildirme, aç›klama, söyleme.
celp: çekme, çekifl, kendine çekmek.
cemal: güzellik.
cemal-i esma: isimlerin güzelli¤i;
Cenab-› Allah’›n isimlerinin güzelli¤i ve güzelli¤inin par›lt›lar›.
cihet: yön; sebep, vesile.
cüz’iyat: ehemmiyetsiz, de¤ersiz,
ufak tefek fleyler.
dellâl: ilân edici; hakka davet
eden.
dergâh-› ‹lâhî: ‹lâhî dergâh, s›¤›nak, Allah kat›.
enbiya: nebiler, kitap verilmemifl
peygamberler.
enzar-› dikkat: dikkat bak›fllar›,
dikkatli bak›fllar.
enzar-› halk: halk›n bak›fllar›, nazar›.
garip: tuhaf, hayret verici.
gayet: son derece.
habip: seven, dost.
hazine: zengin ve de¤erli kaynak.
hüsün: ‹lâhî güzellik.
hüsn-i zatî: zat›n›n güzelli¤i, bir
fleyin zat›nda güzellik olmas›.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
imam: önder.
irade: dileme, isteme, bir fleyi yap›p yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
izhar: gösterme, a盤a vurma.
kemal: olgunluk, fazilet.
kemalât: kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
kemal-i sanat: sanattaki mükemmellik.
kesret: çokluk.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
kurbiyet: yak›nl›k, yak›n olma,
yak›nl›k kazanma.
letaif: güzellikler, incelikler.
mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
Hem, hiç mümkün olur mu ki, bir rububiyet-i ammenin saltanat-› külliyesi, kesret ve cüz’iyat tabakat›nda,
vahdaniyet ve samedâniyetini zülcenaheyn bir mebus vas›tas›yla ilân›n› istemesin? Yani, o zat, ubudiyet-i külliye
cihetiyle kesret tabakat›n›n dergâh-› ‹lâhiye elçisi oldu¤u
gibi, kurbiyet ve risalet cihetiyle dergâh-› ‹lâhînin kesret
tabakat›na memurdur.
Hem, hiç mümkün olur mu ki, nihayet derecede bir
hüsnüzatî sahibi, cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde görmek ve göstermek istemesin? Yani,
bir habip resul vas›tas›yla—ki, hem habiptir, ubudiyetiyle kendini Ona sevdirir, âyinedarl›k eder; hem resuldür,
Onu mahlûkat›na sevdirir—cemal-i esmas›n› gösterir.
Hem, hiç mümkün olur mu ki, acip mu’cizelerle, garip ve k›ymettar fleylerle dolu hazineler sahibi, sarraf bir
tarif edici ve vassaf bir teflhir edici vas›tas›yla enzar-› halka arz ve bafllar›nda izhar etmekle, gizli kemalât›n› beyan
etmek irade etmesin ve istemesin?
mebus: Allah taraf›ndan peygamber olarak gönderilmifl
olan.
mehasin: güzellikler, iyilikler.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n aciz kald›¤› fley.
nihayet: son derece; son.
resul: Allah’›n elçisi, kitap verilmifl peygamber.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
rububiyet-i amme: Cenab-›
Allah’›n her fleyi içine alan
terbiye edicili¤i.
24 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
saltanat-› külliye: her fleyi
kuflatan, hükmeden saltanat.
Samedâniyet: her fley kendisine muhtaç oldu¤u hâlde, Allah’›n hiç bir fleye muhtaç olmamas›.
sarraf: kiflinin veya eflyan›n
de¤erini, k›ymetini anlayan,
bilen.
seyyid: efendi.
tabakat: katmanlar, tabakalar.
tarif: bir fleyi bütün vas›flar›n›
içine alacak flekilde anlatma.
teflhir: ilân etme, herkese duyurma, gösterme.
ubudiyet: kulluk.
ubudiyet-i külliye: büyük,
genifl ve umumî kulluk.
vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve
varl›¤›, Allah’›n bir oluflu.
vas›ta: vesile, neden, arac›.
vassaf: vas›fland›ran, vas›flar›n› bildirerek anlatan veya
öven.
zat: ululuk sahibi kifli, flah›s.
zülcenaheyn: dünya ve ahiret bilgisine sahip olan.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 25
Hem, mümkün olur mu ki, bu kâinat› bütün esmas›n›n
kemalât›n› ifade eden masnuatla tezyin ederek seyir için
garip ve ince sanatlarla süslenilmifl bir saraya benzetsin
de, rehber bir muallim tayin etmesin? 1
Hem, hiç mümkün olur mu ki, bu kâinat›n sahibi, flu
kâinat›n tahavvülât›ndaki maksat ve gaye ne olaca¤›n›
müfl’ir t›ls›m-› mu¤lâk›n›, hem mevcudat›n “Nereden?
Nereye? Necisin?” üç sual-i müflkülün muammas›n› bir
elçi vas›tas›yla açt›rmas›n?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, bu güzel masnuat ile
kendini zîfluura tan›tt›ran ve k›ymetli nimetler ile kendini
sevdiren Sâni-i Zülcelâl, onun mukabilinde zîfluurdan
marziyat› ve arzular› ne oldu¤unu bir elçi vas›tas›yla bildirmesin?
Hem, hiç mümkün olur mu ki, nev-i insan› fluurca kesrete müptelâ, istidatça ubudiyet-i külliyeye müheyya suretinde yarat›p, muallim bir rehber vas›tas›yla onlar› kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin?
Daha bunlar gibi çok vezaif-i nübüvvet var ki, her biri
bir bürhan-› kat’îdir ki, ulûhiyet risaletsiz olamaz.
fiimdi, acaba âlemde Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmdan, beyan olunan evsaf ve vezaife, daha
ehil ve daha cami kim zuhur etmifl? Ve rütbe-i risalete ve
vazife-i tebli¤e ondan daha elyak, daha evfak, hiç zaman
göstermifl midir? Hay›r, asla ve kat’a! Belki o, bütün
resullerin seyyididir, bütün enbiyan›n imam›d›r, bütün
1. Bkz. ‹bni Mâce, Mukaddime: 17; Darimî, Mukaddime: 32.
âlem: dünya, cihan; bütün
yarat›lm›fllar.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
arzu: istek, heves, niyet.
beyan: anlatma, aç›klama.
bürhan-› kat’î: kat’î, kesin
delil; en sa¤lam, fleksiz delil,
her hangi bir flüphe b›rakmayan delil.
cami: toplayan, içine alan,
kapsayan.
ehil: maharetli, usta, kabiliyetli, becerikli.
elyak: daha (en) lay›k olan.
enbiya: nebîler, peygamberler.
esma: adlar, isimler.
evfak: daha, en, çok muvaf›k,
pek uygun.
evsaf: vas›flar, nitelikler, özellikler.
garip: tuhaf, hayret verici.
imam: önde ve ileride olan,
delil, rehber.
istidat: yarat›l›fltan olan ve
zamanla gelifltirilen kabiliyet,
bir fleyin kabulüne ve kazan›lmas›na olan f›trî meyil.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kat’a: hiç bir vakit, asla.
kemalât: kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
kesret: çokluk.
maksat: kas›t, amaç, düflünce.
marziyat: raz› olunacak fleyler,
Allah’›n r›zas›na dair olanlar, Allah’›n r›zas›na mazhar olacak hâl
ve hareketler.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley, mahlûklar.
muallim: ders veren, ö¤reten.
muamma: kar›fl›k, manas› zor anlafl›l›r fley, anlafl›lmayan, anlam›
gizli ve güç anlafl›l›r söz.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz
Muhammed (asm).
mukabil: karfl›l›k.
müheyya: haz›r, haz›rlanm›fl,
amade.
müptelâ: tutulmufl, tutkun, ba¤›ml›.
müfl’ir: gösteren, haber veren,
bildiren.
nev’i insan: insan türü, insano¤lu.
nimet: lütuf, ihsan, ba¤›fl.
resul: Allah’›n elçisi, peygamber.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
rütbe-i risalet: risalet mertebesi,
peygamberlik rütbesi.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük
sahibi ve her fleyi sanatla yaratan
Allah.
seyir: uzaktan bakma, kar›flmama.
seyyid: efendi, en önde olan.
sual-i müflkül: zor, çetin soru.
suret: biçim, flekil, tarz.
fluur: ak›l, bilinç.
tahavvülât: tahavvüller, de¤iflmeler.
tayin: vazifeye gönderme, bir ifle
yerlefltirme, atama.
tezyin: bezeme, donatma.
t›ls›m-› mu¤lâk: anlafl›lmas› zor,
kapal›, gizli s›r.
ubudiyet-i külliye: büyük, genifl
ve umumî kulluk.
ulûhiyet: ilâhl›k, Allahl›k; her fleyin mutlak yarat›c›s› ve hükmedicisi olufl.
vahdet: birlik ve teklik.
vas›ta: vesile, neden, arac›.
vazife-i tebli¤: tebli¤ vazifesi, Allah’›n bildirdi¤i emir ve yasaklar›
insanlara ulaflt›rma vazifesi.
vezaif: vazifeler, ifller.
vezaif-i nübüvvet: Peygamberlik
vazifeleri.
zîfluur: fluurlu, ak›ll›, bilinç sahibi.
zuhur: ortaya ç›kma.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 25
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 26
asfiyan›n serveridir, bütün mukarrebînin akrebidir, bütün
mahlûkat›n ekmelidir, bütün mürflitlerin sultan›d›r.
Evet, ehl-i tahkikat›n ittifak›yla, flakk-› kamer ve parmaklar›ndan su akmas› gibi bine bali¤ mu’cizat›ndan had
ve hesaba gelmez delâil-i nübüvvetinden baflka, Kur’ân-›
Azîmüflflan gibi bir bahr-i hakaik ve k›rk vecihle mu’cize
olan mu’cize-i kübra günefl gibi risaletini göstermeye kâfidir.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 104-106.
‚è
BAfiTA HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) BÜTÜN
PEYGAMBERLER‹N DAVASI ‹MANIN ESASLARIDIR
akreb: en yak›n, daha yak›n, çok
yak›n.
aleyhimüsselâm: Allah’›n selâm›
onlar›n üzerine olsun.
asfiya: safiyet ve takva sahibi
olan, Hz. Peygamberin (a.s.m) vârisi hükmünde, onun meslek ve
gayelerini hayata geçirmeye çal›flan âlim zatlar.
bahr-i hakaik: apaç›k hakikatler
denizi, gerçekler, denizi.
bali¤: ulaflm›fl, eriflmifl.
dava: takip edilen fikir, iddia.
delâil-i nübüvvet: peygamberlik
delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan deliller.
delil: kan›t, tan›k, burhan.
ehl-i tahkikat: araflt›rma yapanlar, soruflturanlar.
ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan.
had: s›n›r, ölçü.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
hüccet: delil, flahit.
iman: inanç, itikat.
iman-› bilahiret: ahirete iman.
iman-› billâh: Allah’a inanma, Allah’›, onun kâinatta tecelli eden
bütün s›fat ve isimleriyle beraber
kabul ederek Ona inanma.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme.
kâfi: yeterli.
Baflta Kur’ân, bütün semavî kitaplar ve suhuflar ve
baflta Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olarak, bütün
peygamberler (aleyhimüsselâm), bütün davalar› befl alt›
esas üzerine dönüyorlar, mütemadiyen o esaslar› ders
vermeye ve ispat etmeye çal›fl›yorlar. Onlar›n peygamberliklerine ve do¤ruluklar›na flahadet eden bütün hüccetler ve deliller, o esaslara bak›yorlar. Onlar›n hakkaniyetlerine kuvvet veriyorlar. O esaslar ise, iman-› billâh ve
iman-› bilahiret ve sair rükünlere imand›r.
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 378.
‚è
Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve
flerefi yüce olan Kur’ân.
mahlûkat: yarat›klar, Allah
taraf›ndan yarat›lanlar.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
mu’cize-i kübra: en büyük
mu’cize.
mukarrebîn: Allah’a yak›n
olanlar.
26 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
mürflit: irflat eden, do¤ru yolu gösteren, rehber, k›lavuz.
mütemadiyen: sürekli olarak, devaml›.
peygamber: Allah taraf›ndan
haber getirerek ‹lahî emir ve
yasaklar› insanlara tebli¤
eden elçi, nebi.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
rükün: esas, kaide, prensip.
sâir: di¤er, baflka, öteki.
semavî: semaya ait, gökten
gelen.
server: bafl, baflkan, reis.
suhuf: dört büyük kitap d›fl›nda sahifeler fleklinde, baz›
peygamberlere vahiy ile gelen emirler.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi; Hz. Muhammed’in
(a.s.m) Cenab-› Hakk›n izniyle,
bir parmak iflaretiyle ay› ikiye
bölmesi suretiyle gösterdi¤i
büyük mu’cize.
vecih: cihet, yön.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 27
ALLAH’A ‹MANIN DEL‹LLER‹
HAK‹KAT-‹ MUHAMMED‹YEY‹ DAH‹ ‹SPAT EDER
Hem, hiçbir cihet-i imkân› var m› ve hiç ak›l kabul
eder mi ki, bütün masnuat›yla kendini tan›tt›rana ve sevdirene ve teflekkürat› fiilen ve hâlen isteyene mukabil,
kâinat› velveleye veren hakikat-i Kur’âniye ile, zülcelâl o
Sanatkâr› ekmel bir tarzda tan›y›p ve tan›tt›r›p ve sevip
ve sevdirip ve teflekkür edip ve ettirip ve
1
oônÑrcn G *nG @ ! oórªnërdnG @ $G n¿ÉnërÑ°oS ’ler ile küre-i arz› se-
mavata iflittirecek derecede konuflturup ve kara ve denizleri cezbeye getirecek bir vaziyetle, bin üç yüz sene zarf›nda, nev-i beflerin kemiyeten beflten birisini ve keyfiyeten ve insaniyeten yar›s›n› arkas›na al›p, o Hâl›k’›n bütün tezahürat-› rububiyetine genifl ve külli bir ubudiyetle
mukabele eden ve bütün makas›d-› ‹lâhiyesine karfl›
Kur’ân’›n sureleriyle kâinata ve as›rlara ba¤›ran, ders veren, dellâll›k eden ve nev-i insan›n flerefini ve k›ymetini
ve vazifesini gösteren ve bin mu’cizat›yla tasdik edilen
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, en müntehap mahlûku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resulü olmas›n?
Hâflâ ve kellâ, yüz bin defa hâflâ!
Demek
riyle
3
2
*G ’s pG n¬'dpG nB’ r¿nG oón¡r°TnG hakikati, bütün hüccetle-
$G o∫ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿nG oón¡r°TnG hakikatini ispat eder.
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 375-376.
‚è
1. Allah her türlü kusur ve noksandan uzakt›r. · Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve
flükür Allah’a mahsustur. · Allah en büyüktür, en yücedir.
2. Allah’tan baflka hiçbir ilâh bulunmad›¤›na flahitlik ederim.
3. Hz. Muhammed’in, Allah’›n elçisi oldu¤una flahitlik ederim.
Allahü ekber: Allah en büyük yin olabilirlik taraf›, yönü.
siz.
ve en yücedir.
elhamdülillâh: Allah’a hamd
defa: kere, kez, yol.
as›r: yüzy›l.
dellâl: ilân edici; hakka davet olsun, hamd Allah’a aittir.
fiilen: fiille, davran›fl ve harecezbe: çekme, çekim; heye- eden.
ketle.
can, coflkunluk.
ekmel: daha (en, pek) kâmil,
cihet-i imkân: mümkün ol- mükemmel ve kusursuz olan, hakikat: gerçek, esas.
ma yönü, imkân taraf›. bir fle- en uygun, en olgun, en eksik- hakikat-i
Kur’âniye:
Kur’ân’›n hakikati, Kur’ân’›n ifade
etti¤i gerçek.
hakikat-i Muhammediye: Hz.
Muhammed’in varl›k gayesi, mahiyeti, manevî flahsiyeti, asl› esas›.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hâflâ: asla, kat’iyen, hiç bir vakit.
hüccet: delil.
iman: inanma, itikat.
insaniyeten: insanl›k bak›m›ndan, insanl›k mahiyeti itibar›yla.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kellâ: hiç bir zaman, asla,
kat’iyen, kesinlikle.
kemiyeten: say› itibar›yla, say›ca.
keyfiyeten: keyfiyet yönünden,
nitelik ve özellik bak›m›ndan.
k›ymet: de¤er.
küllî: bütüne ait olan, umumî, genel.
küre-i arz: yer küre, dünya.
mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan
yarat›lm›fl olan.
makas›d-› ‹lâhîye: Allah’›n maksatlar›, yarat›c›n›n gayeleri.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mukabele: karfl›l›k verme.
mukabil: karfl›l›k.
müntehap: seçilmifl, seçkin, güzide, mümtaz.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nev-i insan: insan türü, insano¤lu.
resul: Allah’›n elçisi, peygamber.
sanatkâr: sanatç›, usta.
semavat: semalar, gökler.
sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤›
114 bölümden her biri.
sübhanallah: Allah her türlü eksiklikten uzak ve bütün üstün s›fatlara sahiptir demek, tesbih etmek.
fleref: onur, haysiyet.
tarz: biçim, flekil.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
teflekkürat: teflekkürler, minnet,
memnuniyt ve flükür ifade etmeler.
ubudiyet: kulluk.
vaziyet: durum.
velvele: gürültü, pat›rt›, yaygara.
zarf›nda: süresince.
Zülcelâl: celâl sahibi, büyüklük,
izzet, heybet ve azamet sahibi Allah.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 27
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 28
TEVH‹D, NÜBÜVVET-‹ AHMED‹YEY‹ ‹SPAT EDER
‹’lem eyyühe’l-aziz!
Nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ispat eden delillerden
biri de tevhiddir. Evet, meratibiyle tevhid bayra¤›n› kâinat›n en üst tepesi üstünde dikmifl olan ve enzar-› âleme
karfl› makamlar›yla beraber tevhide dellâll›k eden ve enbiyan›n mücmel b›rakt›klar› hakaik› tafsilât›yla beyan
eden ve aç›klayan, ancak ve ancak Hazret-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmd›r. Binaenaleyh, tevhidin hakikat ve kuvveti nispetinde, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.)
hak ve hakikattir.
Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 159.
‚è
KEL‹ME-‹ fiAHADET‹N ‹K‹ KELÂMI
B‹RB‹R‹N‹ GEREKT‹R‹R
Saniyen: Mektubunuzda “Mücerret
midir? Yani,
2
1
*G ’s pG n¬'dpG =’' kâfi
$G o∫ƒo°SnQ lósªnëoe demezse ehl-i necat olabi-
lir mi?” diye, di¤er bir maksad› soruyorsunuz. Bunun cevab› uzundur.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve
selâm onun üzerine olsun.
beyan: anlatma, aç›klama.
binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine.
delil: kan›t, tan›k, bürhan.
dellâl: ilân edici; hakka davet
eden.
ehl-i necat: kurtulufl ehli, kurtulanlar, selâmete erenler.
enbiya: nebiler, peygamberler.
enzar-› âlem: âlemin dikkati, nazar›.
hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler.
hakikat: gerçek, do¤ru.
Hatemü’l-Enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed
(a.s.m).
i’lem eyyühe’l- aziz: ey aziz kardeflim bil ki.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
kâfi: yeterli.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kelâm: söz, lâf›z.
kelime-i flahadet: flahadet keli-
Yaln›z flimdi bu kadar deriz ki:
Kelime-i fiahadetin iki kelâm› birbirinden ayr›lmaz,
birbirini ispat eder, birbirini tazammun eder, birbirsiz olmaz. Madem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hatemü’l-Enbiyad›r, bütün enbiyan›n vârisidir; elbette bütün
1. Allah'tan baflka hiçbir ilâh yoktur. (Kelime-i fiahadetin birinci kelimesi.)
2. Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür. (Kelime fiahadetin ikinci kelimesi.)
mesi, flahadet ifadesini hülâsa
eden “eflhedü en lâ ilâhe illâllah ve eflhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulüh”
cümlesi.
madem: de¤il mi ki.
makam: büyük yer, mevki.
meratip: mertebeler, basamaklar, kademeler, dereceler,
rütbeler.
28 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
mücerret: tecrit edilmifl, yaln›z, tek.
mücmel: öz olarak anlat›lm›fl,
k›sa ve az sözle ifade edilmifl,
öz, özet.
nispetinde: oran›nda, ölçüsünde.
nübüvvet-i Ahmediye: Hz.
Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i.
peygamber: Hazret-i Muhammed.
saniyen: ikinci olarak.
tafsilât: tafsiller, aç›klamalar,
izahlar.
tazammun: ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tevhid: Allah’›n bir oldu¤una
inanma, birleme.
vâris: mirasç›.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 29
vusul yollar›n›n bafl›ndad›r. Onun cadde-i kübras›ndan
hariç hakikat ve necat yolu olamaz. Umum ehl-i marifetin ve tahkikin imamlar›, Sadi-i fiirazî gibi derler:
@ räÉnénf p√GnônH ipór©n°S pâr°ùndÉnëoe
1
Hem
2
»nØn£°rüoe »p>rQnO rõoL r¿nOrôoH rônØnX
s…pósªnëoŸrG nêÉn¡ræpŸrG ’s pG lOhoó°rùne p¥oôt£dG tπoc
demifller.
Fakat bazen oluyor ki, cadde-i Ahmediyede (a.s.m.) gittikleri hâlde, bilmiyorlar ki cadde-i Ahmediyedir ve cadde-i Ahmediye dahilindedir.
Mektubat, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 560.
‚è
TEVH‹D‹N BÜRAN-I NATIKI OLAN
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Otuz ‹kinci Pencere
/¬u∏oc pøjuódG ¤n nY o√nôp¡r¶o«dp u≥n◊r G pøj/Ohn …'óo¡rdÉpH o¬ndƒo°SnQ πn n°SrQnG …=/òsdGnƒog
Ék©«/ªnL rºoµ«r ndpG $G o∫ƒo°SnQ uÊpG ¢oSÉæs dG Én¡`t jn G BÉjn rπob @Gkó«/¡n°T $ÉpH⋲'Ønchn
3
4
oâ«/ªojhn »/«rëoj ƒn og’ps G n¬'dpG B’n ¢pVQr ’n r Ghn päGnƒ'ª°sùdG o∂r∏oe o¬nd …/òsdp¿G
1. Ey Sadi! Muhammed’i (a.s.m.) örnek almadan bir kimsenin selâmet ve safa yolunu bulmas›
imkâns›zd›r.
2. Bütün yollar kapal›d›r; ancak Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) yolu aç›kt›r.
3. Bütün dinlere üstün k›lmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna
flahit olarak Allah yeter. (Fetih Suresi: 28.)
4. De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’›n gönderdi¤i peygamberim. Ondan baflka ibadete lây›k hiçbir ilâh yoktur. Dirilten de Odur, öldüren de. (A’raf
Suresi: 158.)
bürhan-› nat›k: konuflan de- hammed’in (a.s.m) gitti¤i ve cadde, en selametli yol,
lil; Allah’›n varl›¤›n› ispat eden tarif etti¤i cadde; Kur’ân ve Kur’an yolu.
Hz. Muhammed (asm).
sünnet yolu.
dâhil: iç, içerisi.
cadde-i Ahmediye: Hz. Mu- cadde-i kübra: en büyük ehl-i marifet: bilim, hüner ve
sanat sahibi kifliler; usta ve mahir
olanlar.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hariç: d›fl›nda.
imam: önder, rehber.
necat: kurtulufl, kurtulma.
sema-i risalet: peygamberlik semas›, gö¤ü.
tahkik: inceleme, araflt›rma.
tevhid: Allah’›n bir oldu¤una
inanma, birleme.
umum: bütün, herkes.
vusul: ulaflma, eriflme, yetiflme.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 29
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 30
fiu Pencere sema-i risaletin günefli, belki günefller günefli olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n
penceresidir. fiu gayet parlak ve pek büyük ve çok nuranî Pencere, Otuz Birinci Söz olan Miraç Risalesiyle, On
Dokuzuncu Söz olan Nübüvvet-i Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) Risalesinde ve on dokuz iflaretli olan On
Dokuzuncu Mektupta ne derece nuranî ve zahir oldu¤u
ispat edildi¤inden, o iki Sözü ve o Mektubu ve o Mektubun On Dokuzuncu ‹flaretini bu makamda düflünüp, sözü onlara havale edip, yaln›z deriz ki:
Tevhidin bir bürhan-› nat›k› olan Zat-› Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm risalet ve velâyet cenahlar›yla, yani
kendinden evvel bütün enbiyan›n tevatürle icmalar›n› ve
ondan sonraki bütün evliyan›n ve asfiyan›n icmakârâne
tevatürlerini tazammun eden bir kuvvetle, bütün hayat›nda, bütün kuvvetiyle vahdaniyeti gösterip, ilân etmifl ve
âlem-i ‹slâmiyet gibi genifl, parlak, nuranî bir pencereyi,
marifetullaha açm›flt›r. ‹mam-› Gazalî, ‹mam-› Rabbanî,
Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylânî gibi milyonlar
muhakkikîn-i asfiya ve s›dd›kîn o pencereden bak›yorlar,
baflkalar›na da gösteriyorlar.
âlem-i ‹slâmiyet: ‹slam alemi, ‹slam dünyas›.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
asfiya: safiyet ve takva sahibi
olan, Hz. Peygamberin (asm) vârisi hükmünde, onun meslek ve
gayelerini hayata geçirmeye çal›flan âlim zatlar.
bürhan-› nat›k: konuflan delil; Allah’›n varl›¤›n› ispat eden Hz. Muhammed (a.s.m).
cenah: kanat, taraf, k›s›m.
enbiya: nebîler, peygamberler.
evliya: veliler, Allah dostlar›.
evvel: önce.
gayet: son derece.
havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma.
icma: fikir birli¤i etme, görüfl birli¤ine varma.
icmakârâne: söz birli¤i edercesine, bir mesele üzerinde birleflircesine.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde var
m›? Ve onu ittiham edip, bu pencereden bakmayan›n
akl› var m›? Haydi, sen söyle!
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 1122-1123.
‚è
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
ittiham: suç alt›nda bulunma,
töhmetli olma.
makam: yer, mevki.
marifetullah: Allah’› tan›ma,
anlama, bilme.
Miraç: Peygamberimiz Hz.
Muhammed (asm) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna
ruhen, cismen, hâlen ç›kmas›
mu’cizesi.
muhakkikîn-i asfiya ve s›dd›kîn: asfiya ve s›dd›klar›n
30 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
muhakkik olanlar›, yani safî
kalpli, her fleyin gerçe¤ini
araflt›r›p bulan ve inanc›na
samimiyetle ba¤l›, özü sözü
do¤ru büyük islâm âlimleri.
nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak,
münevver.
nübüvvet-i Ahmediye: Hz.
Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i.
risale: Risale-i Nur Külliyat›n›
meydana getiren kitaplardaki
her bir ba¤›ms›z bölüm.
risalet: elçilik, resullük, pey-
gamber olarak gönderilme.
tazammun: ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tevatür: bir haberin a¤›zdan
a¤›za dolaflarak yay›lmas›.
tevhid: Allah’›n bir oldu¤una
inanma, birleme.
vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve
varl›¤›, Allah’›n bir oluflu.
velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u.
zahir: aç›k, aflikâr.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 31
GÜNEfi G‹B‹ Afi‹KÂR OLAN
NÜBÜVVET-‹ MUHAMMED‹YE (A.S.M.)
‹’lem eyyühe’l-aziz!
Kur’ân’›n ayetleri birbirini tefsir etti¤i gibi, bu kitab-›
âlemin de bir k›sm› di¤er bir k›sm›n› izah ediyor. Meselâ, maddiyat âlemi, Cenab-› Hakk›n envar-› nimetini cezbetmek için, hakikî bir ihtiyaç ile flemse muhtaç oldu¤u
gibi; âlem-i maneviyat dahi, rahmet-i ‹lâhiyenin ziyalar›n› almak için, flems-i nübüvvete muhtaçt›r. Binaenaleyh,
Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) nübüvveti, flemsin kat’iyet ve
vuzuhu derecesinde kat’î ve vaz›ht›r.
Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 223.
‚è
BÜRHAN-I SÂN‹‹N EN BÜYÜ⁄Ü OLAN
NÜBÜVVET-‹ MUHAMMED‹YE (A.S.M.)
Tembih
Ey birader! E¤er bürhan-› Sâniin su¤ras› senin sahife-i
zihninde intikafl etmifl ise, haz›r ol, kübrâs› olan nübüv vet-i Muhammed’in (a.s.m.) bahsine geçiyoruz.
‹flaret ve ‹rflat
Kübra sad›kt›r. Zira sahife-i itibar-› âlemde menkufl
olan âsâr-› enbiyay› mütalâa etsen ve lisan-› tarihte
cereyan eden ahvallerini dinlersen ve hakikati, yani
ahval: haller, durumlar.
âlem: dünya.
âlem-i maneviyat: mana âlemi, görünmeyen âlem.
âsâr-›
enbiya:peygamber
eserleri, peygamberlerin b›rakt›klar› izler.
aflikâr: aç›k, belli, meydanda.
ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi.
bahis: konu.
binaenaleyh: bundan dolay›,
bunun üzerine.
birader: kardefl.
bürhan-› Sâni:Yarat›c›n›n kesin flahidi, kan›t›.
Cenab-› Hak: Allah; do¤ru,
gerçek, Hakk›n tâ kendisi
olan, fleref ve azamet sahibi
yüce Allah.
cereyan: olma, meydana gelme.
cezp: kendine do¤ru çekme,
çekilme.
envar-i nimet:nimet nurlar›,
nimet par›lt›lar›.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hakikî: gerçek.
i’lem eyyühe’l- aziz: ey aziz
kardeflim bil ki.
intikafl: nakfledilme, nakflolunma, kaz›lma, çizilme.
irflat: do¤ru yolu gösterme,
gafletten uyand›rma.
izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile
anlatma.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kat’iyet: kat’îlik, kesinlik.
kitab-› âlem: âlem kitab›, bir
kitap hüviyetinde olan âlem,
kâinat.
kübra: büyük olan.
lisan-› tarih:tarih dili, tarihi anlatan.
maddiyat: maddî ve cismanî fleyler, gözle görülüp elle tutulur
cinsten fleyler.
menkufl: nakflolunmufl, ifllenmifl,
nak›fl yap›lm›fl, boya ile süslenmifl.
meselâ: örne¤in.
muhtaç: gerek duyan.
mütalâa: dikkatli okuma, tetkik
etme.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah elçili¤i.
rahmet-i ‹lâhiye: Allah’›n sonsuz
rahmeti, ‹lâhî rahmet.
Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m).
sad›k: do¤ru, gerçek; sözünde,
vaadinde, iflinde do¤ru olan.
sahife-i itibar-› âlem:âlemin itibar sayfas›, dünyan›n önemli ve
de¤erli olan, dikkate al›nan sayfas› ki bir k›s›m zaman demektir.
sahife-i zihin:anlay›fl sayfas›, “anlama, bilme, hat›rlama, ezberleme”den oluflan bilinç sayfas›.
su¤ra: daha küçük, en küçük, çok
küçük.
flems: günefl.
flems-i nübüvvet: peygamberlik
günefli.
tefsîr: aç›klama, izah.
tembih: hat›rlatma, ihtar.
vaz›h: aç›k, aflikâr; kolay anlafl›l›r.
vuzuh: kolay anlafl›l›rl›k, ifade
aç›kl›¤›.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 31
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
âliye: yüksek, yüce.
bürhan-› bâhir: büyük ve genifl
delil.
cemî: bütün.
cihetülvahdet: birlik ciheti.
düstur-i hareket: hareket prensibi, kural›.
ekmel: daha (en, pek) kâmil, mükemmel ve kusursuz olan, en uygun, en olgun, en eksiksiz.
enbiya: nebîler, peygamberler.
evlâd-› befler:insan o¤lu, insan
evlâd›.
ezhar: en zahir, en aç›k, en belli.
febihâ: ne âlâ, ne güzel; öyle olsun, o hâlde, çok güzel.
hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hukuk-i ibad: kul hakk›, insan
haklar›.
h u k u k u l l a h :kullar üzerinde Allah’›n haklar›.
hususan: bilhassa, özellikle.
hususiyat: ay›r›c› özellikler.
iane: yard›m, destek.
illâ: mutlaka, muhakkak, ne olursa olsun.
inayet-i ‹lâhiye: Allah’›n yard›m›.
intizam-i muttarit: düzgün muntazam düzenlilik.
istikra-i tam:tam karar bulma,
tam yerleflme, tam oturma.
itizar: özür dileme, bir sebep göstererek aff›n› dileme.
keyfiyet-i telâkki:flahsi anlay›fl
durumu.
k›yas-› evlevî:daha öncelikli k›yas, üstün tutulmaya lây›k örnek,
diyecek kalmayacak derecede
uygun olan.
k›yas-› hafî: gizli k›yas, sebebi
gizli olan ve zihne birden gelmeyen k›yas.
kühulet: olgunluk ça¤›, 30-50 yafl
aras›, orta yafll›l›k.
lâsiyyema: hele, bahusus, en
çok, hususan, özellikle, her fleyden ziyade.
lisan-› mu’cizat:mu’cizelerin dili,
Allah taraf›ndan verilip, yaln›z
peygamberlerin gösterebilecekleri ola¤anüstü olaylar›n anlat›m›.
mahsur: muhasara edilmifl, kuflat›lm›fl.
mazur: özürlü, özrü olan.
medar: sebep, vesile.
medrese-i Ceziretü’l-Arab:A r a p
yar›madas› medresesi, ‹slâm dünyas›nda düzenli ö¤retim kuruluflu, mektep, ders yeri.
mehasin-i mücerrede:saf, temiz
olan iyilikler, güzellikler.
menba-› ulûm: ilimlerin menba›,
kayna¤›.
mu¤lâk: anlafl›lmaz, kar›fl›k, aç›k
olmayan, çaprafl›k söz.
müesses: tesis edilmifl, kurulmufl
Page 32
cihetü’l-vahdeti tesir-i zaman ve mekân ile girdi¤i suretlerden tecrit edebilirsen, göreceksin ki, inayet-i ‹lâhiyenin ziyas› olan mehasin-i mücerredenin flulesi olan hukukullah ve hukuk-i ibad›, enbiya, düstur-i hareket ettiklerini ve nev-i befler taraf›ndan enbiyaya karfl› keyfiyet-i telâkkileri ve ümeme karfl› suret-i muameleleri ve terk-i
menafi-i flahsiye ve sair umurlar ki, onlara nebî dedirmifl
ve nübüvvete medar olmufl olan esaslar ise, evlâd-› b e fl erin sinn-i tekemmül ve kühulette olan üstad› ve medrese-i Ceziretü’l-Arab’da menba-› ulûm-i âliye ve muallimi
olan zat-› Muhammed’de (a.s.m.) daha ekmel ve daha
ezhar b u l u n u r. Demek oluyor ki, istikra-i tam ile, hususan
nev-i vahitte, lâsiyyema intizam-› muttarit üzerine müesses olan k›yas-› hafînin ianesiyle ve k›yas-› evlevînin
teyidiyle nübüvvet-i Muhammed’i (a.s.m.) netice vermekle beraber, tenkihü’l-menat denilen hususiyattan tecridi
nokta-i nazardan cemî enbiya lisan-› mu'cizatlar›yla vücud-i Sâniin bir bürhan-› bâhiresi olan Muhammed’in
(a.s.m.) s›dk›na flahadet ederler.
‹tizar
K›sa cümlelerle söylemiyorum; mu¤lâkça oluyor. Zira
flu hakaik her tarafa derin köklerini att›klar›ndan, mesele uzunlafl›yor. Suret-i meseleyi bozmak ve parça parça
etmek ve hakikati incitmek istemiyorum. Hem de hakikatin etraf›na bir daireyi çekmek istiyorum, tâ hakikat
mahsur kal›p kaçmas›n. Ben tutmazsam, baflkas› tutsun.
Beni mazur tutsan›z, febihâ… Ve illâ hürriyet var; tahakküm yoktur. Keyfinize…
olan, kurulu.
nebî: Allah’›n elçisi, habercisi;
peygamber, resul.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nev-i vahit:tek bir çeflit, tek
tür.
nokta-i nazar: görüfl aç›s›,
bak›fl aç›s›; görüfl, fikir.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i.
s›dk: do¤ruluk.
suret: biçim, flekil.
suret-i mesele:konunun flek-
32 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
li, biçimi.
suret-i muamele: davran›fl
flekli, muamele tarz›.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
flule: par›lt›, ›fl›lt›; alev, atefl.
tahakküm: zorbal›k, zorla
hükmetme, bask› yapma.
tecrit: ay›rma, bir tarafta tutma, yaln›z b›rakma.
tenkihü’l-menat: illetin ay›klanmas›, k›yas›n dört rüknünden biri olan illetin, di¤er
benzeri hususiyetlerden ay›k-
lanmas›.
terk-i menafi-i flahsiye: flahsa ait faydalar›n terk edilmesi.
tesir-i zaman ve mekân:yer
ve zaman›n tesiri, etkisi.
teyit: do¤rulama, destekleme.
umur: ifller.
ümem: ümmetler.
vücud-i Sâni: sanatkâr›n varl›¤›, varl›klar› sanatl› yaratan
Allah’›n varl›¤›.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:45 AM
Page 33
Mukaddeme
Peygamberin (a.s.m) delil-i s›dk›, her bir hareket, her
bir hâlidir. Evet, her bir hareketinde adem-i tereddüt ve
muterizlere adem-i iltifat ve muar›zlara adem-i mübalât
ve muhalif olanlardan adem-i tahavvüfü, s›dk›n› ve ciddiyetini gösteriyor. Hem de, evamirinde hakikatin ruhuna
olan isabeti, hakk›yetini gösterir.
E l h â s › l: Tahavvüf ve tereddüt ve telâfl ve mübalât gibi hile ve adem-i vüsuku ve itminans›zl›¤› ima eden
umurlardan müberra iken, bilâperva ve kuvvet-i itminan
ile en hatarl› makamlarda olan hareketi ve nihayette
olan isabeti ve iki âlemde semere verecek olan zîhayat
kaideleri; harekât›yla tesis etti¤ine binaen, her bir fiil ve
her bir tavr›n›n iki taraftan, yani bidayet ve nihayetten
ciddiyeti ve s›dk›, nazar-› ehl-i dikkate arz-› didar ediyor.
Bahusus mecmu-i harekât›n›n imtizac›ndan ciddiyet ve
hakk›yet flule-i cevvale gibi; ve in'ikâsat›ndan ve muvazenat›ndan s›dk ve isabet, berk-i lâmi gibi tezahür ve tecelli ediyor.
‹flaret
Zaman-› mazi ve zaman-› hâl, yani, Asr-› Saadet ve zaman-› istikbal, tazammun ettikleri berahin-i nübüvvet, lisan-› vahit ile maden-i ahlâk-› âliye olan zat-› Muhammed’de (a.s.m.) dâî-yi s›dk› ve dellâl-› nübüvveti olan bürhan-› zatînin nidas›na cevap ve hemdest-i vifak olarak
ademe-i tahavvüf:korkuya
düflmeden, korkmadan.
adem-i iltifat: iltifat etmeme,
dikkate almama, önemsememe.
adem-i mübalât: dikkatsizlik,
itina göstermeme, ald›r›fl etmeme.
adem-i tereddüt: flüphe ve
karars›zl›¤›n olmay›fl›, do¤ru
sa¤lam durufl; engelleri
önemsemeyip yoluna devam
etme.
adem-i vüsuk: güven olma-
y›fl.
âlem: dünya, cihan.
arz-› didar: yüz gösterme,
yüzünün güzelli¤ini gösterme.
Asr-› Saadet: Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in (asm) peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir.
bahusus: hususiyetle, en çok,
hele.
berahin-i nübüvvet: peygamberlik delilleri.
berk-i lâmi: par›ldayan flim-
flek, parlak flimflek.
bidayet: bafllangݍ.
bilâperva: korkusuzca, çekinmeden.
binaen: -den dolay›.
bürhan-› zat: Allah’›n zat›n›n
delili.
ciddiyet: ciddîlik.
dâî-i s›dk:do¤rulu¤u gerektiren, samimiyeti icab eden.
delil-i s›dk: doruluk delili, kan›t›.
dellâl-› nübüvvet:peygamberli¤in ilanc›s›.
ehl-i dikkat: dikkatliler, dikkat
sahipleri.
elhâs›l: has›l›, netice itibariyle, k›saca.
evamir: emirler, buyruklar, buyrultular, ifller.
fiil: ifl, hareket.
harekât: hareketler, devinimler.
hatar: tehlike.
hemdest-i vifak: bir meselede
anlaflarak el ele verme, elbirli¤i.
hile: aldatma düzeni.
ima: cariyeler, kad›n esirler.
imtizaç: uyuflma, uygunluk, ba¤daflma.
in’ikâs: aksetme, yans›ma.
itminan: emniyet içinde olma,
huzur bulma; birine inanma güvenme, tereddütsüz kabul etme.
kaide: kural, esas, düstur.
kuvvet-i itminan: inanm›fll›k ve
güven duygusunun kuvveti, gücü.
lisan-› vahit:ortak söylem, ifade
birli¤i, tek bir dil, dildeki birlik.
maden-i ahlâk-› âliye: yüksek,
yüce, üstün ahlâk kayna¤›.
makam: yer, mevki.
mecmu-i harekât:davran›fllar›n
tümü, bütün tav›rlar.
muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif.
muhalif: z›t, karfl›t, ayk›r›.
mukaddeme: bafllangݍ.
muteriz: itiraz eden, karfl› ç›kan,
itirazc›.
muvazenat: dengeler, ölçüler.
m ü b a l â t :dikkat, sayg›. himaye,
kay›rma, koruma. dikkatle gözden geçirme, özen, itina.
müberra: temize ç›km›fl, aklanm›fl; müstesna, azade.
nazar: bak›fl.
nida: ses, seslenme, ça¤›rma.
nihayet: son, en sonunda.
Peygamber: Allah’›n elçisi olan
Hazret-i Muhammed (a.s.m.).
semere: meyve, güzel netice.
s›dk: do¤ruluk.
flule-i cevvale: havada döndürülerek yanan bir odun parças›n›n
meydana getirdi¤i çember.
tahavvüf: korkuya düflme, korkma.
tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma.
tecelli: belirme, bilinme, görünme.
tereddüt: karars›zl›k, flüphede
kalma.
tesis: kurma, meydana getirme.
tezahür: görünme, belirme, ortaya ç›kma.
umur: ifller.
zaman-› hâl: flimdiki zaman.
zaman-› istikbal: gelecek zaman.
zaman-› mazi: geçmifl zaman.
zîhayat: hayat sahibi.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 33
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce
ahlâk, üstün ahlâk.
binaen: -den dolay›, bu sebepten.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
cereyan: olma, meydana gelme.
ciddiyet: ciddîlik.
deveran-› dem: kan dolafl›m›,
kan devretmesi.
fasl-› zaman:zaman fasl›, bir kitaba benzeyen dünyan›n zaman
bölümü.
feletat: sözlerdeki saçmal›k, , tutars›zl›k, falso.
hakikat: gerçek, do¤ru.
haysiyet: fleref, onur, itibar.
hebaen: boflu bofluna.
hey’at: genel yap› ve davran›fl biçimleri, tav›rlar.
hey’et-i mecmua: bir fleyin teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve
manzara; genel yap›, flekil.
idame: devam ettirme, sürdürme.
i’lâ: yükseltme, yüceltme.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
ima: dolayl› olarak anlatma, üstü
kapal› olarak belirtme, iflaretleme, an›flt›rma, ihsas.
imtizaç: uyuflma, uygunluk, ba¤daflma.
intizam: düzenlilik, düzgünlük.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
kaide: kural, esas, düstur.
kitab-› âlem: âlem kitab›, bir kitap hüviyetinde olan âlem, kâinat.
kübra: en büyük, pek büyük, çok
büyük, daha büyük.
maddiyat: maddî ve cismanî fleyler, gözle görülüp elle tutulur
cinsten fleyler.
maneviyat: mana alemine ait
olanlar, hisse, fikre ve inanca ait
fleyler.
mesele-i âliye-i zatiye:kendisiyle ilgili yüce mesele, konu.
meslek: gidifl, usul, yol.
mestur: örtülü, örtülmüfl, setrolunmufl, kapal›, gizli, perdeli.
müddea: iddia edilen fley, tez,
sav.
münevvere: bilgili, kültürlü kimse, ayd›n.
mütalâa: dikkatli okuma, tetkik
etme.
müzahrefiyet: f›trî olmamakl›k,
yapmac›kl›k, yalandan.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Page 34
nübüvvetini i'lâ ve ilân ettiklerini kör olmayanlara gösterdiler. fiu hâlde, kitab-› âlemden olan fasl-› zaman›n sahife-i selâsesini mütalâa edece¤iz. Hem de o kitaptan mesele-i uzma ve münevvere olan zat-› Muhammed’i
(a.s.m.) temafla ve ziyaret edece¤iz. Müddeam›z olan
bürhan›n kübras›n› onun ile ispat edece¤iz.
‹flte, bu noktaya binaen, mesalik-i nübüvvet dörttür.
Beflincisi meflhur ve mesturdur.
B‹R‹NC‹ MESLEK
Yani, mesele-i âliye-i zatiyeyi temafla etmekte dört
nükteyi bilmek lâz›md›r:
Birincisi:
1
pπë
n rdG ¢nùr«nd kaidesine binaen
t nµ`sà∏dÉnc πo rëµ
sun'î ve tasannuî olan fley, ne kadar mükemmel olsa da,
tabiî yerini tutmad›¤›ndan, hey'at›n›n feletat› müzahrefiyeti ima edecektir.
‹ k i n c i s i: Ahlâk-› âliyenin hakikatin zeminiyle olan rat›ba-i ittisali ciddiyettir. Ve deveran-› dem gibi hayatlar›n›
idame eden ve imtizaçlar›ndan tevellüt eden haysiyete
kuvvet veren, hey'et-i mecmuas›na intizam veren yaln›z
s›dkt›r. Evet, flu rab›ta olan s›dk ve ciddiyet kesildi¤i anda o ahlâk-› âliye kurur ve hebaen gidiyor.
Ü ç ü n c ü s ü: Umur-i mütenasibede temayül ve tecazüp
ve mütezadde olan eflyalarda tenafür ve tedafü kaide-i
meflhuresi, maddiyatta nas›l cereyan ediyor; maneviyat
ve ahlâkta dahi cereyan eder.
1. F›trî (yarat›l›fltan olan) karagözlülük, sun'î karagözlülük gibi de¤ildir.
Allah elçili¤i.
s›dk: do¤ruluk.
nükte: ince manal›, düflündü- sun’î: yapmac›k, uydurma,
sahte.
rücü söz.
rab›ta: yak›nl›k duyma, mü- tabiî: ola¤an, al›fl›lm›fl, her zamanki.
nasebet, ilgi, alâka, ba¤.
sahife-i selâse: Peygamber tasannu: yapmac›k.
Efendimizin yaflad›¤› as›r, tecazüp: birbirini cezbetme,
kendinden evvelki devir ve çekme, sempati.
kendisinden sonraki zaman- tedafü: birbirini defetme,
lar olmak üzere üç dönemi karfl›l›kl› olarak itiflme, kak›flifade eden sayfalar.
ma.
34 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
temafla: hayretle ve dikkatle
bak›p seyretme.
temayül: bir tarafa do¤ru
e¤ilme, meyletme, yönelme.
tenafür: birbirinden nefret
etme, nefretleflme.
tevellüt: do¤ma, do¤um.
umur-i mütenasibe: aralar›nda uygunluk ve münasebet
bulunan fleyler.
zemin: temel, dayanak.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
D ö rd ü n c ü s ü:
1
Page 35
uπoµdp ¢nùr«nd lºrµoM uπoµr∏dp
fiimdi gelelim maksada:
‹flte âsâr ve siyer ve tarih-i hayat›. Hatta a'dân›n flahadetleriyle, zat-› Peygamberde (a.s.m.) vücudu muhakkak
olan ahlâk-› âliyenin kesret ve ihata ve tecemmu ve imtizac›ndan tevellüt eden izzet ve haysiyetten nefl’et eden
fleref ve vakar ve izzet-i nefis ile feriflteler, devlerin ihtilât
ve istiraklar›ndan tenezzühleri gibi s›rr-› tezada binaen, o
ahlâk-› âliye dahi hile ve kizbden tereffu ve tenezzüh ve
teberri ederler. Hem de hayat ve mayeleri makam›nda
olan s›dk ve hakk›yeti tazammun ettiklerinden, flule-i
cevvale gibi nübüvveti aleniyete ç›kar›yor.
Tembih
Ey birader! Görüyorsun ki, bir adam yaln›z flecaatle
meflhur olursa, o flöhret ona verdi¤i haysiyeti ihlâl etmemek için, kolayl›kla yalana tenezzül etmez. Nerede kald›
ki, cemî ahlâk-› âliye birden tecemmu ede!..
Evet, mecmuda bir hüküm bulunur, fertte bulunmaz.
‹flaret ve Tembih
Görüyoruz: Bu zamanda s›dk ve kizbin mabeynleri ancak bir parmak kadar vard›r. Bir çarfl›da ikisi de sat›l›r.
Fakat, her bir zaman›n bir hükmü var. Hiçbir zamanda
1. Umumda bulunan hüküm, fertte bulunmaz.
a’dâ: düflmanlar.
ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
aleniyet: göz önünde olma,
bir iflin aç›kta ve meydanda
olmas›.
âsâr: eserler.
binaen: -den dolay›, bu sebepten.
birader: kardefl.
cemî: cümle, hep, bütün.
haysiyet: fleref, onur, itibar.
hile: aldatmaya yönelik düzen, desise.
hüküm: emir, buyruk; karar,
emir, bir konu, ifl veya kimse
hakk›nda verilen karar.
ihata: kuflatma, içine alma.
ihlâl: bozma, zarar verme.
ihtilât: kar›flma.
imtizaç: bileflik hale gelme,
kaynaflma.
izzet: de¤er, itibar, fleref, yücelik.
izzet-i nefis: insan›n vakar ve
haysiyetini korumaya özen
göstermesi, kendi de¤erini ve
flahsiyetini afla¤›lamaks›z›n
varl›¤›na sayg› duymas›.
kesret: çokluk.
kizb: yalan söyleme, yalan,
uydurma.
mabeyn: ara, münasebet,
iliflki.
makam: yer, mevki.
maksat: kastedilen fley; gaye.
mâye: maya, as›l ve gerekli madde; temel, esas, as›l, öz.
mecmu: toplam, tüm.
nefl’et: meydana gelme, oluflma,
ç›kma.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah elçili¤i.
s›dk: do¤ruluk.
siyer: siretler, ahlâk ve yüksek
vas›flar.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flecaat: yi¤itlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk, kahramanl›k,
hamaset.
fleref: onur, haysiyet.
tarih-i hayat: hayat tarihi.
tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma.
teberri: sevmeyip yüz çevirme,
uzaklaflma.
tecemmu: toplanma, birikme, y›¤›lma.
tembih: hat›rlatma, ihtar.
tenezzüh: kusur ve noksandan
uzak olma, kusurlardan temizlenme.
tenezzül: inme, alçalma.
tereffu: fazlalaflma.
tevellüt: do¤ma, do¤um.
vakar: a¤›rbafll›l›k, heybetli olufl,
ciddiyet.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 35
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 36
Asr-› Saadet gibi s›dk ve kizbin ortas›ndaki mesafe aç›lmam›flt›r. fiöyle ki:
S›dk, kendi hüsn-i hakikîsini kemal-i haflmetle izhar ve
onunla temessük eden Muhammed’i (a.s.m.) âlây›illiyyin-i flerefe i'lâ ve âlemde ink›lâb-› azîmi ika etti¤inden,
flarktan garba kadar kizbden bu'd derecesini göstermekle k›ymet-i âliyesini i'lâ etmek cihetiyle sûku ve meta›n›
gayet naf›k ve raic etmifltir. (HAfi‹YE 1)
adalet: düzenli ve dengeli davranma.
aklen: ak›l ile, ak›l yolu ile, ak›l
gere¤ince.
âlây›illiyyin: yüceler yücesi, en
yüksek mertebe.
âlem: dünya, cihan, evren.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
âsâr: eserler.
Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (asm) peygamber
olarak dünyada bulundu¤u devir.
bu’d: uzakl›k, uzak olma.
cihet: yön, sebep, vesile.
emsal: örnekler, benzerler.
esfel-i safilîn-i h›sset: alçakl›¤›n
en afla¤› derecesi.
garp: güneflin batt›¤› taraf, bat›.
gayet: son derece.
hararet-i gariziye: vücudun normal ›s›s›.
hafliye: dipnot.
hile: aldatmaya yönelik düzen,
desise.
ika: vuku buldurma, yapma, yapt›rma.
i’lâ: yükseltme, yüceltme.
ink›lâb-› azîm: büyük ink›lâp, büyük ve köklü de¤ifliklik.
irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma.
izhar: gösterme, a盤a vurma.
kâsit: kesat olan, eksik olan, verimsiz olan; kârs›z.
kavm-i Arap: Arap kavmi, milleti.
kemal-i haflmet: haflmetin son
derecesi, mükemmel büyüklük
ve heybet.
kesat: yokluk, k›tl›k, azl›k.
kizb: yalan söyleme, yalan, uydurma.
kubuh: çirkinlik.
lâsiyyema: hele, bahusus, en
çok, hususan, özellikle, her fleyden ziyade.
lâfle: lefl.
Ve kizb ise, teflebbüsat-› azîmeyi murdarlar›n lâfleleri
gibi ruhsuz b›rakt›¤› için, nihayet kubhunu izhar ve onunla temessük eden Müseylime ve emsali, esfel-i safilîn-i
h›ssete düflürdü¤ü cihetle, meta-› zehrâlûdu ve sûku gayet muattal ve kesat etmifltir. (HAfi‹YE 2)
‹flte ehl-i izzet ve tefahur olan kavm-i Arab›n tabiatlar›ndaki meylü’r-raic saikas›yla müsabaka ederek, o kâsit
kizbi terk edip ve raic s›dk ile tecemmül ederek adaletlerini âleme kabul ettirmifllerdir. ‹flte Sahabelerin aklen
olan adaletleri bu s›rdan nefl’et eder.
‹rflat ve ‹flaret
Tarih ve siyer ve âsâr nokta-i nazar›ndan dikkat olunursa, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, dört yafl›ndan k›rk yafl›na kadar, lâsiyyema fle’ni ahlâk› ve hileyi d›flar›ya atmakta olan hararet-i gariziyenin fliddet-i iltihab›
HAfi‹YE 1: fiimdiki hürriyet gibi.
HAfi‹YE 2: Menfur casusluk gibi.
mesafe: uzakl›k, ara.
meta: mal, servet; ticarî de¤eri olan mal.
muattal: terk edilmifl, kullan›lamaz olmufl.
murdar: fleriat hükümlerine
göre kesilmemifl hayvan.
müsabaka: yar›flma.
nefl’et: meydana gelme, oluflma, ç›kma.
nihayet: en sonunda.
nokta-i nazar: görüfl aç›s›,
bak›fl aç›s›; görüfl, fikir.
raic: revaçta olan, halk ara-
36 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
s›nda geçen, tutulan, ra¤bet
gören, sürümü olan.
Sahabe: Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yüzünü görmekle flereflenen ve
onun sohbetlerine kat›lan
mü’min kimse.
saika: sevk eden, sürükleyen,
sebep olan.
s›dk: do¤ruluk.
siyer: Hz. Muhammed’in
(asm) hayat›n›n bütün safhalar›n› anlatan, Peygamberimizin vas›flar›n› nakleden eser-
ler.
sûk: çarfl›, pazar.
flark: güneflin do¤du¤u yön,
do¤u.
fle’n: ifl, durum, özellik, yap›.
fleref: onur, haysiyet.
flidddet-i iltihap:fliddetli yan›p k›z›flma.
tabiat: yarat›l›fl, huy, karakter, seciye, mizaç.
tecemmül: ziynetlenme, süslenme, süs.
temessük: yap›flma, sar›lma,
s›k›ca tutunma.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 37
zaman›nda, kemal-i istikametle ve kemal-i metanetle ve
tamam-› ›tt›rad-› ahval ile ve müsavat ve muvazenet-i
etvar ile ve nihayet-i iffet ile ve hiçbir hâli mesturiyeti
muhafaza etmeyen —lâsiyyema öyle ehl-i inada karfl›—
bir hileyi ima etmemekle beraber yaflad›¤› nazara al›n›rsa, sonra istimrar-› ahlâk›n›n zaman› olan k›rk seneden
sonra o inkilâb-› azîm nazara al›n›rsa, haktan geldi¤ini ve
hakikat oldu¤unu tasdik etmezse, nefsine levm etsin. Zira zihninde bir Sofestaî gizlenmifl olacakt›r. Hem de, en
hatarl› makamlarda —gar’da gibi— tarik-› halâs› mefkud
iken ve haytü’l-emel bihasebi’l-âde kesilirken, gayet metanet ve kemal-i vüsuk ve nihayet-i itminan ile olan hareket ve hâl ve tavr›, nübüvvet ve ciddiyetine flahid-i kâfidir ve hak ile temessük etti¤ine delildir.
‹K‹NC‹ MESLEK
Yani, sahife-i ulâ, zaman-› mazidir. ‹flte flu sahifede
dört nükteyi nazar-› dikkate almak lâz›md›r:
B i r i n c i s i: Bir fende veyahut kasasta, bir adam esaslar›n› ve ruh ve ukdelerini ahzederek müddeas›n› ona bina
ederse, o fende hazakat ve maharetini gösterir.
‹ k i n c i s i: Ey birader! E¤er tabiat-› beflere arif isen, küçük bir haysiyetle, küçük bir davada, küçük bir kavimde,
küçük bir hilâf›n serbestiyetle irtikâp olunmad›¤›na nazar
edersen, gayet büyük bir haysiyetle, nihayet cesim bir
davada, hasra gelmeyen bir kavimde, hadsiz bir inada
karfl›, her cihetten ümmîli¤iyle beraber, hiçbir cihetle ak›l
ahz: kabul etme.
arif: bilen, bilgi sahibi, vâk›f,
aflina.
bina: kurma, dayand›rma.
birader: kardefl.
cesim: önemli, büyük.
ciddiyet: ciddîlik.
cihet: yan, yön, taraf.
dava: takip edilen fikir, iddia.
delil: kan›t, tan›k, bürhan.
ehl-i inat: inat edenler, inkârda ›srar edenler.
fen: tecrübî, ispatla meydana
gelmifl ilimlere verilen genel
ad.
gar: ma¤ara, in.
gayet: son derece.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hasr: s›k›flt›rma, bir çember
içine alma, etraf›n› çevirme.
hatar: tehlike.
haysiyet: fleref, onur, itibar.
hazakat: üstatl›k, ustal›k.
hilâf: anlaflmazl›k, uyuflmazl›k, muhalefet.
hile: aldatmaya yönelik düzen, desise.
ima etmemek: an›msatmamak, hat›rlatmamak, iflaret
etmemek.
irtikâp: kötü, fena ve günah
teflkil edecek bir ifl yapma,
kötü ifl iflleme.
kasas: bildirme, anlatma, hikâye etme.
kavim: millet; aralar›nda dil,
âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
kemal-i istikamet:m ü k e mmel do¤ruluk, dürüstlük, do¤ru ve nâmusluca hareket, iyi
kalblilik. Allah’a yönelme, Allah’a
kulluk etme. ‹nanç, düflünce ve
niyette, tutum ve davran›flta Allah’›n r›zas›na tam uygun dürüstlük.
kemal-i metanet: tam ve mükemmel bir sa¤laml›k, dayan›kl›l›k.
kemal-i vüsuk: inanman›n son
derecesi, tam bir itimat.
lâsiyyema: hele, bahusus, en
çok, hususan, özellikle, her fleyden ziyade.
levm: zemmetme, çekifltirme,
aleyhinde bulunma, k›nama, paylama, bafla kakma.
maharet: mahirlik, ustal›k, beceriklilik, hüner.
makam: yer, mevki.
mefkud: kaybolmufl, yok olmufl.
meslek: gidifl, usül, tarz.
metanet: metin olma, dayan›kl›l›k; gayret.
muhafaza: koruma.
müddea: tez, sav.
müsavat: müsavilik, eflitlik, her
bak›mdan ayn› derecede olma.
nazar: bakmak; dikkat.
nazar-› dikkat: dikkatli bakma,
dikkatli bak›fl.
nefis: kendi, flah›s.
nihayet: son derece.
nübüvvet: nebilik, peygamberlik,
Allah elçili¤i.
nükte: ince manal›, ancak dikkatle anlafl›labilen mana veya söz.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k.
sahife: sayfa.
serbestiyet: serbestlik, rahat ve
serbest olma hâli.
Sofestaî: eski Yunan felsefesinde
hiçbir fleyin mutlak hakikatinin
olmad›¤›, her fleyin ölçüsünün insan›n bilgisine dayal› oldu¤u
inanc›n› savunarak de¤erleri ve
ahlâk› sorgulayarak tahrip etmeye çal›flan kimse.
tamam-› ›tt›rad-› ahval: durumlar›n birbirini izleyip, herhangi bir
bozukluk olmadan tamamlanmas›.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
temessük: yap›flma, sar›lma, s›k›ca tutunma.
ukde: halledilmesi zor mesele,
kar›fl›k ve zor ifl.
ümmî: okuma yazmas› olmayan,
okumam›fl.
zaman-› mazi: geçmifl zaman.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 37
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
ahval: hâller, durumlar.
alâ rüusi’l-eflhat: herkesin gözü
önünde.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
a’mak-› hafâ: gizli derinlikler, görünmeyen derinlikler, gizlili¤i n
derinlikleri.
bâdiye: çöl, k›r.
bedevî:
iptidaî tarzda yaflayan, medenî olmayan.
bilâperva: korkusuzca, çekinmeden.
binaen: -den dolay›.
celp: çekme, çekifl, kendine çekmek.
ef’al: fiiller, ifller, ameller.
enbiya-i salife: geçmifl peygamberler.
enzar-› âlem: âlemin dikkati, nazar›.
esrar: s›rlar, gizli hakikatler.
farz: kabul.
fen: hüner, marifet, sanat, ilim.
güya: sanki.
hâz›r: huzurda olan, göz önünde
olan, haz›r.
hükmünde: de¤erinde, yerinde.
hüküm: karar, emir.
ihtilâf: ayr›l›k, bir konuda farkl›
görüfl ve düflünüfl, fikir ayr›l›¤›.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme.
izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile anlatma.
kasas: k›ssalar, hikâyeler.
kemal-i vüsuk: inanman›n son
derecesi, tam bir itimat.
kisbî: kazan›lm›fl, sonradan elde
edilmifl.
kütüb-i salife: evvelce gelmifl kitaplar, geçmiflteki kutsal kitaplar.
(Tevrat, Zebur, ‹ncil.).
malûm: bilinen, belli.
mazi: geçmifl zaman.
medenî: uygar, modern.
meyan: ara, s›ra, dönem.
muhakeme: ak›l yürütüp do¤ru
netice elde edebilme, tartma, de¤erlendirme, yarg›lama.
muhalefet: uygun olmama, ayr›l›k; z›tl›k.
mukaddeme: bafllangݍ.
musadd›k: tasdik eden, gerçekli¤ini do¤rulayan.
musahhih: tashih eden, tashihçi,
yanl›fllar› düzelten.
musahhihâne: tashih ederek, düzelterek.
muvaf›k: tarafl›, bir taraf› tutan.
müddea: iddia edilen fley, tez,
sav.
müracaat: baflvurma, dan›flma.
müstakil: tek kifli, tek olarak.
müflahit: müflahede eden, gören,
gözleyen, seyreden.
mütedavil: tedavülde bulunan,
Page 38
müstakil olmayan meselelerde tam serbestiyetle bilâperva ve kemal-i vüsuk ile “alâ rüusi’l-eflhat” zikir ve nakilden günefl gibi s›dk›n tulû edece¤ini göreceksin.
Ü ç ü n c ü s ü: Bedevîlere nispet çok ulûm-i nazariye vard›r; medenîlere nispeten lisan-› âdât ve ef’alin telkinat›yla, ulûm-i mütearifenin hükümlerine geçmifllerdir. Bu
nükteye binaen bedevîlerin hâllerini muhakeme etmek
için, kendini o bâdiyede farz etmek gerektir. E¤er istersen “‹kinci Mukaddeme”ye müracaat et. Zira flu nükteyi
izah etmifltir.
D ö rd ü n c ü s ü: Bir ümmî, ulema meyan›nda mütedavil
bir fende beyan-› fikir ederse, ittifak noktalarda muvaf›k
olarak ve muhtelefü’n-fîhâ olan noktalarda muhalefet
edip, musahhihâne olan söylemesi, onun tefevvukunu
ve kisbî olmad›¤›n› ispat eder.
fiu nüktelere binaen deriz ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm malûm olan
ümmiyetiyle beraber, güya gayr-i mukayyet olan ruh-i
cevvale ile tayy-› zaman ederek, mazinin a'mak-› hafâs›na girerek, hâz›r ve müflahit gibi enbiya-i salifenin ahvallerini ve esrarlar›n› teflrih etmesiyle, bütün enzar-› âleme
karfl› öyle bir dava-i azîmede —ki, bütün ezkiya-i âlemin
nazarlar›n› dikkate celp eder— bilâperva ve nihayet vüsuk ile müddeas›na mukaddeme olarak, o esrar ve ahvalin ukad-i hayatiyeleri hükmünde olan esaslar›n› zikretmekle beraber, kütüb-i salifenin ittifak noktalar›nda musadd›k ve ihtilâf noktalar›nda musahhih olarak kasas ve
tedavül eden, elden ele geçen, gezen, kullan›lan.
nazar: bak›fl, dikkat.
nihayet: son derece.
nispet: k›yaslama, k›yas, ölçü,
oran.
nispeten: nispetle, k›yaslayarak.
nükte: ince manal›, ancak
dikkatle anlafl›labilen mana
veya söz.
Resul-i Ekrem: çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (a.s.m).
38 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
serbestiyet: serbestlik.
s›dk: do¤ruluk.
tayy-› zaman: çok uzun zaman› pek k›sa bir zamanda
görme ve yaflama.
tefevvuk: üstün olma, üstünlük.
teflrih: bir meseleyi iyice
araflt›r›p ortaya ç›karma, flerh
etme, açma.
tulû: do¤ma, do¤ufl.
ukad-i hayatiye: hayatî dü¤ümler, can al›c› noktalar.
ulûm-i mütearife: herkesin
bildi¤i ve tan›d›¤› ilimler.
ulûm-i nazariye: nazarî ilimler, yaln›z görüfl hâlinde kalm›fl, tatbikata konulmam›fl
ilimler, teoriler.
ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl.
ümmiyet: okur yazar olmamakl›k.
vüsuk: sa¤lam inanma, güvenme.
zikir: Allah’›n adlar›n› anarak
dua etme, Allah’› anma.
zikretmek: anmak, bildir-
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 39
ahval-i enbiyay› bize hikâye etmesi, s›dk ve nübüvvetini
intaç eder.
TEZN‹B:
Cemî enbiyan›n delâil-i nübüvvetleri s›dk-› Muham med’e (a.s.m.) delildir ve cemî mu'cizatlar› Muham med’in bir mu'cize-i maneviyesidir (aleyhimüsselâm).
Bunda dikkat edersen anlayacaks›n.
‹flaret
Ey birader!.. Bazen kasem, bürhan›n yerini tutar. Zira
bürhan› tazammun eder. Öyle ise:
p¥ÉnªrYnG ⋲/a o¬nMhoQ nôs«°nShn ¢pü°nüpër∏dp ¢nü°nün≤rdG p¬r«n∏nY ¢sünb …/òsdGnh
ÉnjGnhRn røpe Qn Gnô°rS’n r G o¬nd n∞°nûnµ`na pπnÑ`r≤nà°rùoŸrG p≥pgGnƒn°T ⋲/ahn À/VÉnŸrG
o¬nµ`n∏°rùnehn p¬r«n∏nY ¢nùdu nóoj r¿nG røpe t¥nOnG nOÉs≤sædG o√nôn¶nf s¿pG päÉn©pbGnƒrdG
1
¢pSÉsædG n¤nY ¢nùudnóoj r¿nG røpe »'ærZnG s≥nërdG
Evet, neam, onun nur-i nazar›na, hayal, kendini hakikat gösteremiyor; ve hak olan mesle¤i, telbisten müsta¤nîdir.
ÜÇÜNCÜ MESLEK
Yani: Zaman-› hâlin, yani Asr-› Saadetin sahifesinde
dört Nükte, bir Noktay› nazar-› dikkate almak gerektir:
Birincisi: Küçük bir âdet, küçük bir kavimde veya zay›f bir haslet kalil bir taifede, büyük bir hâkimin, büyük
1. Ona bu k›ssalar› hikâye ederek ruhunu mazinin derinliklerinde ve istikbalin flahikalar›nda
gezdiren ve hâdisat›n karanl›k köflelerindeki esrar perdesini onun için kald›rana yemin olsun ki, onun keskin gözü kendisini flafl›rtmayacak kadar dikkatli, onun hak olan mesle¤i
ise insanlar› aldatmaktan uzakt›r.
mek.
âdet: görenek, usul, al›flkanl›k.
ahval-i enbiya:peygamberlerin
halleri durumlar›.
aleyhimüsselâm: Allah’›n selam›
onlar›n üzerine olsun.
Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (asm) peygamber
olarak dünyada bulundu¤u devir.
birader: kardefl.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
cemî: cümle, hep, bütün.
delâil-i nübüvvet: peygamberlik
delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan deliller.
delil: kan›t, tan›k, bürhan.
enbiya: nebîler, peygamberler.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hâkim: hüküm süren, yöneten.
haslet: huy, özellik.
intaç: netice verme, sonuçland›rma.
kalil: az.
kasem: yemin, and.
kavim: millet; aralar›nda dil, âdet,
örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
müsta¤ni: muhtaç olmayan; baflkalar›na ihtiyac› bulunmayan.
nazar-› dikkat: dikkatli bakma,
dikkatli bak›fl.
neam: pek güzel, hay hay, evet,
öyledir.
nübüvvet: nebilik, peygamberlik,
Allah elçili¤i.
nükte: ince manal›, düflündürücü
söz.
sahife: sayfa.
s›dk: do¤ruluk.
taife: tak›m, güruh.
tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma.
telbis: hile, oyun.
teznib: ek, ilâve.
zaman-› hâl: flimdiki zaman.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 39
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
âdât: âdetler, görenekler, al›flkanl›klar, gelenekler.
ahval: hâller, durumlar.
a’mak-› ervah: ruhlar›n derinli¤i.
bigâne: kay›ts›z, alâkas›z, ilgisiz.
bizzarure: zarurî olarak, ister istemez, mecburen.
cari: cereyan eden, akan, iflleyen.
cebir: zor, zorlama, bask› yapma.
cesim: iri, büyük, kocaman.
def’aten: birdenbire, bir defada,
anî olarak.
def’i: hemen, bir anda, birdenbire.
devlet-i atîka: eski devlet.
efkâr: düflünceler, fikirler, görüfller.
ervah: ruhlar, canlar, hayat›n
cevherleri.
galebe: galip gelme, üstünlük.
gars: dikilmifl fidan.
gayet: son derece.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hâkim: hükmeden.
hâkimiyet: hâkim olufl, hükmedifl, egemenlik.
harikulâde: ola¤anüstü.
hassa: özellik.
hassa-i farika: fark edici, ay›rt
edici özellik.
hile: aldat›c› yöntem.
himmet: çal›flma, çabalama, gayret gösterme.
hükmünde: de¤erinde, yerinde.
hükmüne: yerine, de¤erine.
ink›yat: boyun e¤me, bafl e¤me.
kah›r: büyük eziyet, cefa, zulüm.
kavim: millet; aralar›nda dil, âdet,
örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
kesîr: çok çok olan, bol.
maddeten: maddî olarak.
manen: mana bak›m›ndan, manaca.
maneviyat: mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait fleyler.
me’lûf: al›flm›fl, huy edinmifl, ünsiyet peyda etmifl, al›flm›fl.
me’lûfat: al›fl›lm›fl, ülfet edilmifl
fleyler.
muhafaza: koruma.
mutaass›p: eski adet ve geleneklerine afl›r› ba¤l› olup, yenilik kabul etmeyen.
müstemirre: de¤iflmez, sabit,
muhkem, sa¤lam, kavi, metin.
mütemehhil: uzun zaman al›c›,
ad›m ad›m olan.
mütenevvia: çeflitli konular› ihtiva eden bölüm, çeflit çeflit, de¤iflik.
nazar: bak›fl, dikkat.
nihayet: son; son derece.
nümüv-i tabiî: tabiî bir flekilde
geliflme, büyüme; normal flartlardaki geliflme.
rasiha: sa¤lam, temeli kuvvetli.
ref: kald›rma, giderme.
Page 40
bir himmetle kolayl›kla kald›ramad›¤›n› nazara al›rsan,
acaba gayet çok, tamamen müstemirre, nihayet derecede me'lûf ve çok da mütenevvia, tamamen rasiha olan
âdât ve ahlâk, nihayet kesîr ve me'lûfat›na gayet mutaass›p ve fledidü’fl-flekime olan bir kavmin a’mak-› ervah›ndan az fedakârl›kla, k›sa bir zamanda kal' ve ref' etti¤ini
ve o âdât-› seyyienin yerine baflka âdât ve ahlâk fidanlar›n› gars etmesi ve def'aten nihayet derecede tekemmül
ettiklerini nazara al›rsan ve dikkat edersen, harikulâde
oldu¤unu tasdik etmezsen, seni Sofestaî defterinde yazaca¤›m.
‹kincisi: fiahs-› manevî hükmünde olan bir devletin nümüvv-i tabiîsi hükmünde olan teflekkülü ise mütemehhildir. Ve devlet-i atîkaya galebesi —ki, ona ink›yat, tabiat-›
saniye hükmüne girdi¤i için— tedricîdir. Öyle ise, maddeten ve manen hâkim, hem de gayet cesim bir devleti
k›sa bir zamanda teflkili, hem de düvel-i rasihaya def'î gibi galebe etmesi, maneviyat ve ahvalde cari olan âdât›n
bizzarure harikulâde oldu¤unu görmezsen, körler defterinde yaz›lacaks›n.
Üçüncüsü: Tahakküm-i zahirî, kah›r ve cebir ile mümkündür. Fakat efkâra galebe etmek, hem de ervaha tahabbüp ve tabâyie tasallut, hem de hâkimiyetini v i c d a nlar üzerine daima muhafaza etmek, hakikatin hassa-i farikas›d›r. Bu hassay› bilmezsen, hakikatten bigânesin.
Dördüncüsü: Tergip veya terhip hilesiyle, ancak yaln›z
bir tesir-i sathî edip ve akla karfl› sedd-i turuk edecektir.
sedd-i turuk: yollar› kesen, tabâyi: mizaçlar, tabiatlar,
kapatan engel.
huylar, yarat›l›fllar.
Sofestaî: eski Yunan felsefe- tahabbüp: Sevgi gösterme,
sinde hiçbir fleyin mutlak ha- muhabbet etme.
kikatinin olmad›¤›, her fleyin tasallut: son derece rahats›z
ölçüsünün insan›n bilgisine etme, musallat olma.
dayal› oldu¤u inanc›n› savu- tasdik: do¤rulama, onaylanarak de¤erleri ve ahlâk› sor- ma.
gulayarak tahrip etmeye çal›- tedricî: tedricle olan, yavafl
flan kimse.
yavafl, derece derece yap›lan.
flahs-› manevî: manevî flah›s, tekemmül: olgunlaflma, kebelli bir kifli olmay›p bir ce- male erme, mükemmelleflmaatten meydana gelen ma- me.
nevî flah›s.
tergip: ra¤bet verme, istek-
40 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
lendirme.
terhip: korkutma.
tesir-i sathî:d›fl yüzle ilgili tesir, derine inmeyen yüzeyde
kalan etki.
teflekkül: kurulma, oluflma,
flekillenme.
teflkil: oluflturma, flekillendirme.
vicdan: insan›n içindeki, iyiyi
kötüden ay›rabilen, iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî
his.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 41
fiu hâlde a'mak-› kulûba nüfuz ve erakk-› hissiyat› tehyiç
ve flükûf-misal olan istidadat› inkiflaf ettirmek ve kâmine
ve nâime olan seciyeleri ikaz ve tembih ve cevher-i insaniyeti feverana getirmek ve k›ymet-i nat›k›yeti izhar etmek, flua-i hakikatin hassas›d›r. Evet, kasavet-i mücessemenin misal-i müflahhas› olan “ve'd-i benat” gibi umurlardan kalplerini taskil etmesi ve rikkat-i letafetin lem'as›
olan hayvanata merhamet, hatta kar›ncaya flefkat gibi
umur ile tezyin etmesi, öyle bir ink›lâb-› azîmdir —hususan öyle akvam-› bedevîde— ki, hiçbir kanun-i tabiiyeye
tevfik olmad›¤›ndan, harikulâde oldu¤u musaddakgerd e - i
erbab-› basirettir. Basiretin varsa tasdik edeceksin.
fiimdi “Nokta”y› dinle:
‹flte tarih-i âlem flahadet eder ki: En büyük dâhî odur
ki, bir veya iki hissin ve seciyenin ve istidad›n inkiflaf›na
ve ikaz›na ve feverana getirmesine muvaffak olsun. Zira,
öyle bir hiss-i nâim ikaz edilmezse, sa'y hebaen gider ve
muvakkat olur. ‹flte en büyük dâhî ancak bir veya iki hissin ikaz›na muvaffak olabilmifltir. Ezcümle: Hiss-i hürriyet ve hamiyet ve muhabbet.
Bu noktaya binaen Ceziretü’l-Arab sahra-i vesîas›nda
olan akvam-› bedevîde kâmine ve nâime ve mesture olan
hissiyat-› âliye —ki, binlere bâli¤dir— birden inkiflaf, birden ikaz, birden feveran ve galeyana getirmek, flems-i
hakikatin, ziya-i flulefeflan›n hassas›d›r.
Bu Noktay› akl›na sokmayan›n, biz Ceziretü’l-Arab’›
gözüne sokaca¤›z. ‹flte Ceziretü’l-Arab… On üç as›r
a’mak-› kulûp: kalplerin derinlikleri.
basiret: kalp gözüyle görme,
do¤ru ve ölçülü görüfl.
binaen: -den dolay›, bu sebepten.
cevher-i insaniyet: insanl›k
cevheri, insanl›k hasletleri,
özellikleri.
Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›.
dâhî: son derece zeki, anlay›fll›, deha sahibi.
erakk-› hissiyat: duygular›n
en inceleri, gizli hisler, ince
duygular.
ezcümle: bu cümleden olarak.
feveran: kaynama, f›flk›rma.
galeyan: coflma, çalkalanma,
azg›nl›k.
hamiyet: millî onur ve haysiyet.
harikulâde: ola¤anüstü.
hassa: bir kimseye has olan
özellik, nitelik veya tesir.
hayvanat: hayvanlar.
hebaen: boflu bofluna.
hususan: bilhassa, özellikle.
ikaz: uyar›.
ink›lâb-› azîm: büyük ink›lâp,
büyük ve köklü de¤ifliklik.
inkiflaf: ortaya ç›kma, geliflme.
istidadat: istidatlar, kabiliyetler, yetenekler.
istidat: kabiliyet, yetenek.
izhar: gösterme, a盤a vurma.
kâmine: gizli, sakl›, belirsiz.
merhamet: ac›ma, flefkat
gösterme, koruma, esirgeme.
mesture: örtünmüfl, örtülü.
misal-i müflahhas: aç›kça görünen misal, aç›kça görünen örnek.
muhabbet: sevgi, aflk derecesinde sevme.
muvaffak: baflarm›fl, baflar›l›.
muvakkat: geçici.
nâim: uyuyan, uykuda bulunan.
nüfuz: söz geçirme, hüküm sahibi olma.
sa’y: ifl, çal›flma, çabalama.
seciye: karakter, huy, tabiat.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flefkat: karfl›l›ks›z sevgi besleme,
içten ve karfl›l›ks›z merhamet.
flems-i hakikat: hakikat günefli,
gerçe¤in parlakl›¤›.
flükûf-misal: çiçek gibi, gonca gibi.
tarih-i âlem: dünya tarihi.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
taskil: cilâ vurma, cilâlama.
tehyiç: heyecanland›rma, heyecana getirme.
tembih: uyarma, ikaz.
tevfik: uygun düflürme, bir fleyi
uygun duruma getirme.
tezyin: süsleme, ziynetlendirme.
umur: ifller.
ve’dü’l-benat: Cahiliyet De v r indeki Araplarda k›zlar›n diri diri gömülmesi âdeti.
ziya-i flulefeflan:›fl›k yayan, ›fl›k
saçan, ayd›nlatan, parlatan.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 41
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 42
beflerin terakkiyat›ndan sonra, en mükemmel feylesoflardan yüz taneyi göndersin, yüz sene kadar çal›fls›n;
acaba bu zamana nispeten o zamana nispet yapt›¤›n›n
yüzde birini yapabilir mi?
‹flaret
Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve f›trat ile aflinal›k etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, f›trat tevfiksizlikle bir cevab-› red verecektir. Cereyan-› umumî
ise, muhalif harekette bulunanlar› ademâbâd hiçâ hiçe
atacakt›r.
‹flte buna binaen temafla et. Göreceksin ki, hilkatte cari olan kavanin-i amika-i dakika—ki, hurdebin-i ak›l ile
görülmez—hakaik-› fleriat ne derecede müraat ve muarefet ve münasebette bulunmufllard›r ki, o kavanin-i hilkatin muvazenesini muhafaza etmifltir.
Evet, flu a'sar-› tavîlede flu müsademat-› azîme içinde
hakaik›n› muhafaza, belki daha ziyade inkiflafa getirdi¤inden gösterir ki, Resul-i Ekrem Aleyhisselâm›n mesle¤i, hiçbir vakit mahvolmayan hak üzerine müessestir.
fiu “Nükte” ve “Nokta”lar› bildikten sonra, genifl ve
muhakemeli ve müdakkik bir zihinle dinle ki:
adem: yokluk.
ademâbâd: yokluk ülkesi, yokluk
âlemi; ölüm.
âdetullah: Allah’›n tabiata koydu¤u yarat›l›fla ait kanunlar.
a’sar-› tavîle: uzun as›rlar.
aflina: bildik, tan›d›k.
befler: insan, insanl›k.
binaen: -den dolay›, bu sebepten.
cari: cereyan eden, akan, iflleyen.
cereyan-› umumîye: genel ak›m.
cevab-› red: red cevab›.
efkâr: düflünceler, fikirler, görüfller.
feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof.
f›trat: yarat›l›fl, tabiat, mizaç, huy.
galebe: galip gelme, üstünlük.
gayet: son derece.
hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler.
hakaik-› fleriat: fleriata ait olan
Muhammed-i Haflimî Aleyhissalâtü Vesselâm, ümmiyeti ve adem-i kuvvet-i zahiresi ve adem-i hâkimiyeti ve
adem-i meyl-i saltanat ile beraber, gayet hatarl› mevakide kemal-i vüsuk ile teflebbüs ederek efkâra galebe
gerçekler.
hatar: tehlike.
hilkat: do¤ufltan gelen vas›f,
yarat›l›fltan olan.
inkiflaf: ortaya ç›kma, geliflme.
kemal-i vüsuk: inanman›n
son derecesi, tam bir itimat.
mevaki: mevkiler, yerler.
muarefe: karfl›l›kl› görüflme,
tan›flma; birbirini bilip tan›ma.
muhafaza: koruma.
muhakeme: ak›l yürütüp
do¤ru netice elde edebilme,
42 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
tartma, de¤erlendirme, yarg›lama.
muhalif: z›t, karfl›t, ayk›r›.
muvazene: denge, ölçü.
müdakkik: tetkik eden, inceden inceye araflt›ran.
müesses: temeli at›lm›fl.
münasebet: ilgi, iliflki, ba¤.
müraat: gözetme, riayet etme.
nispet: ilgi, ba¤, münasebet.
nispeten: nispetle, k›yaslayarak.
Resul-i Ekrem: çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (a.s.m).
temafla: hayretle ve dikkatle
bakma, seyretme.
terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller.
teflebbüs: giriflim, bir ifli yapmak için harekete geçme.
tevfik: Allah’›n yard›m›, baflar›l› k›lmas›.
ümmiyet: okuma yazma bilmemek.
zihin: bilinç, dima¤.
ziyade: fazlas›yla.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 43
etmekle, ervaha tahabbüp ve tabâyie tasallut, gayet kesîre ve müstemirre ve rasiha ve me'lûfe olan âdât ve ahlâk-› vahfliyâneyi esas›yla hedmederek, onlar›n yerine
ahlâk-› âliyeyi gayet metin bir esas ile, lâhm ve demlerine kar›flm›fl gibi tesis etmekle beraber, zaviye-i vahflette
hamit olan bir kavimdeki kasavet-i vahfliyeyi ihmad ve
hissiyat-› dakikay› tehyiç, evet, hissiyat-› âliyeyi ikaz ve
cevher-i insaniyetlerini izhar etmekle beraber evc-i medeniyete bir zaman-› kasîrde is'ad ederek, flark ve garpta
oturmufl bir devlet-i cesimeyi bir zaman-› kalilde teflkil
edip, atefl-i cevval gibi, belki nur-i nevvar gibi veyahut
asa-i Mûsa gibi, sair devletleri bel' ve imha derecesine
getirdi¤inden, basar-› basireti kör olmayanlara s›dk›n› ve
nübüvvetini ve hak ile temessükünü göstermifltir. ‹flte
e¤er sen görmezsen, seni insanlar›n defterinden sildirecektir.
DÖRDÜNCÜ MESLEK
Sahife-i müstakbelden, lâsiyyema mesele-i fleriatt›r. ‹flte dört Nükteyi nazar-› dikkatten dûr etmemelisin.
Birincisi: Bir flah›s dört veya befl fende meleke sahibi
ve mütehass›s olmaz—me¤er harika ola…
‹kincisi: Mesele-i vahide, iki mütekellimden sudûr
eder. Birisi, mebde ve müntehas› ve siyak ve sibaka mülâyemetini ve ehavat›yla nispetini ve mevzi-i münasipte
istimalini, yani münbit bir zeminde sarf›n› nazara ald›¤›
için, o fende olan maharetine ve melekesine ve ilmine
delâlet etti¤i hâlde, öteki mütekellim flu noktalar› ihmal
âdât: âdetler, görenekler,
al›flkanl›klar, gelenekler.
ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
cevher-i insaniyet: insanl›k
cevheri, insanl›k hasletleri,
özellikleri.
delâlet: delil olma, gösterme;
alâmet, iflaret.
dem: kan.
dûr: uzak, ›rak.
ehavat: benzer fleyler, birbirine yak›n olanlar.
ervah: ruhlar, canlar, hayat›n
cevherleri.
evc-i medeniyet: medeniyetin en üst derecesi.
fen: tecrübî, ispatla meydana
gelmifl ilimlere verilen genel
ad.
garp: güneflin batt›¤› taraf,
bat›.
gayet: son derece.
hamit: Cenab-› Hakka hamdü
senâ eden, Allah’a flükreden.
harika: ola¤anüstü.
hedm: y›kma, harap etme,
parçalama.
ihmad: ateflin alevini söndürme, alevi bast›rma.
ihmal: bofllama, önemsememe.
ikaz: uyar›.
imha: ortadan kald›rma,
mahvetme.
is’ad: mes’ut etme, kutlu k›lma.
istimal: kullanma.
izhar: gösterme, a盤a vurma.
kasavet-i vahfliyâne: vahflice
kat›l›k, vahflice sertlik, vahflice ac›mazl›k.
kavim: millet; aralar›nda dil, âdet,
örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
kesîr: çok çok olan, bol.
lâhm: et.
lâsiyyema: hele, bahusus, en
çok, hususan, özellikle, her fleyden ziyade.
maharet: mahirlik, ustal›k.
mebde: bafllangݍ.
medeniyet: medenîlik, flehirlilik,
uygarl›k.
meleke: bir ifli uzun süre tekrarlayarak elde edilen el al›flkanl›¤›
ve ustal›k, yatk›nl›k, yordam.
meleke: bir ifli uzun süre tekrarlayarak elde edilen el al›flkanl›¤›
ve ustal›k, yatk›nl›k, yordam.
me’lûf: al›fl›lm›fl, ülfet edilmifl.
meslek: gidifl, usul, yol.
metin: sa¤lam ve dayan›kl›, kavi,
berk.
mülâyemet: yumuflakl›k, yumuflak huyluluk, uysall›k.
münbit: verimli, bereketli, ekilmifl olan bir fleyi iyi yetifltiren.
münteha: bitifl, sona erme.
müstemirre: de¤iflmez, sabit,
muhkem, sa¤lam, kavi, metin.
mütehass›s: bir ilim dal›nda veya
bir meslekte derin bilgi sahibi
olan, uzman.
mütekellim: söyleyen, konuflan,
birinci flah›s.
nazar: dikkat; bak›fl, bakma.
nazar-› dikkat: dikkatli bakma,
dikkatli bak›fl.
nevvar: çok nurlu, çok parlak;
nurlu, ayd›n, parlak.
nispet: ilgi, ba¤, münasebet.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah elçili¤i.
rasiha: sa¤lam, temeli kuvvetli.
sair: di¤er, baflka, öteki.
s›dk: do¤ruluk.
sibak: bir fleyin öncesi, geçmifli,
bafllang›c›.
siyak: sözün gelifli, ifade flekli ve
tarz›.
sudûr: sâd›r olma, meydana ç›kma, olma.
flark: güneflin do¤du¤u yön, do¤u.
tabâyi: mizaçlar, tabiatlar, huylar,
yarat›l›fllar.
tahabbüp: Sevgi gösterme, muhabbet etme.
tasallut: birini rahats›z etme, musallat olma, hükmü alt›na alma.
tehyiç: heyecanland›rma, heyecana getirme.
temessük: yap›flma, sar›lma, s›k›ca tutunma.
tesis: kurma, meydana getirme.
teflkil: oluflturma, flekillendirme.
zaviye-i vahflet: vahflet zaviyesi,
vahflet aç›s›.
zemin: yer.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 43
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 44
etti¤i için, sathiyetine ve taklidiyetine delâlet eder. Hâlbuki kelâm yine o kelâmd›r. E¤er akl›n bunu fark etmezse, ruhun hisseder.
adalet: kanun ve düzen hâkimiyeti.
âlem: dünya, cihan.
Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›.
cumhur: halk, ahali, umum topluluk.
dehfletengiz: çok dehflet verici,
ürkütücü, korkunç.
delâlet: delil olma, gösterme; alâmet, iflaret.
ebed: sonsuzluk, daimîlik.
evham-› seyyie: kötü kuruntular.
evvel: önce.
f›trat: yarat›l›fl, tabiat, mizaç, huy.
fünun: fenler.
gayet: son derece.
harika: ola¤anüstü.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma.
istidad-› befler: insan›n kabiliyeti,
insandaki potansiyel kabiliyet, insan›n yarat›l›fl›nda var olan, gelifltirilmeye müsait kuvve, yapabilme gücü.
kamet: boy, endam.
kavanin: kanunlar, yasalar.
kelâm: söz, konuflma.
Kelâm-› Ezelî: ezelî söz, varl›¤›na
bafllang›ç olmayan Allah’›n sözü;
Üçüncüsü: “‹kinci Mukaddeme”de geçti¤i gibi, bir-iki
as›r evvel harika say›lan keflif bu zamana kadar mestur
kalsayd›, tekemmül-i mebadi cihetiyle bir çocuk da keflfedebildi¤ini nazara al, on üç as›r geri git, o zamanlar›n
tesirat›ndan kendini tecrit et, dehfletengiz olan Ceziretü’l-Arab’da otur, dikkatle temafla et. Görürsün ki, ümmî, tecrübe görmemifl, zaman ve zemin yard›m etmemifl
tek bir adam ki, yaln›z zekâya de¤il, belki gayet kesîr tecarübün mahsulü olan fünunun kavaniniyle öyle bir nizam ve adaleti tesis ediyor ki, istidad-› beflerin kameti,
netaic-i efkâr›, teflerrübünden tekebbür ederse, o fleriat
dahi tevessü ederek ebede teveccüh eder. Kelâm-› ezelîden geldi¤ini ilân etmekle beraber, iki âlemin saadetini
temin eder. ‹nsaf edersen, bu ise yaln›z o zaman›n insanlar›n›n de¤il, belki nev-i beflerin tavk-› haricinde göreceksin. Me¤er evham-› seyyie, senin flu tarafa müteveccih
olan f›trat›n›n tarf'›n› (HAfi‹YE) çürütmüfl ola…
Dördüncüsü: “Onuncu Mukaddeme”de geçti¤i gibi,
hem de ikinci nokta-i itiraz›n cevab›nda da gelece¤i gibi
fludur ki: Cumhurun istidad-› efkâr› derecesinde fleriat›n
irflat etmesidir. fiöyle ki:
HAfi‹YE: Dikkat lâz›md›r.
Kur’ân-› Kerîm ayetleri.
kesîr: çok çok olan, bol.
keflif: gizli bir fleyi bulma,
meydana ç›karma.
mahsul: ürün.
mestur: örtülü, örtülmüfl, setrolunmufl, kapal›, gizli, perdeli.
mukaddeme: bafllangݍ.
müteveccih: dönük.
nazar: dikkat.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nizam: düzen, düzgünlük;
44 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
kaide, kanun.
saadet: mutluluk.
sathiyet: s›¤l›k, yüzeysellik.
fleriat: ‹slâm dini ve prensipleri.
taklidiyet: taklitçilik.
tavk-› hariç: d›flar›dan bir
güç, d›fl kuvvet.
tecarüp: tecrübeler, denemeler.
tecrit: ay›rma, bir tarafta tutma, yaln›z b›rakma.
tecrübe: deney.
tekebbür: kibirlenme, bü-
yüklük satma.
temafla: hayretle ve dikkatle
bakma, seyretme.
tesirat: etkiler, tesirler.
tesis: kurma, meydana getirme.
teflerrüp: karakter hâline getirme, meflrep yapma.
teveccüh: yönelme, sevgi, ilgi.
tevessü: geniflleme, yay›lma.
ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl.
zemin: temel, dayanak.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 45
Cumhurun âmîli¤i için, hakaik-› mücerredeyi, me'lûflar› vas›ta olmaks›z›n adem-i telâkkileri sebebiyle, müteflabihat ve teflbihat ve istiarat ile tasvir etmesidir. Hem de
fünun-i ekvanda cumhurun, hiss-i zahir sebebiyle hilâf-›
vakii zarurî telâkki etmekle beraber, mebadi basamaklar›
adem-i in'ikad ve tekemmülünden, ma¤lâtalar›n vartalar›na düflmemek için, fleriat öyle mesailde ipham etti ve
mutlak b›rakt›; lâkin hakikati imadan hâlî b›rakmad›.
Vehim ve Tembih
Resul-i Ekremin (a.s.m.) her bir fiil ve her bir hâlinde
s›dk lemaan eder. Fakat her fiili ve her hâli harika olmak
lâz›m de¤ildir. Zira izhar-› harika, tasdik-i müddea içindir.
Hacet olmad›¤› veya münasip olmad›¤› vakitte, cere y a n - ›
umumiyeye mütabaatle, kavanin-i âdâtullaha destedâd-›
teslim oluyor. Hem de öyle olmak gerektir.
Ey birader! fiu tembih, Birinci Mesle¤in Mukaddemesinin taifesindendir. Nisyan›n hatas›yla yolunu flafl›rmakla yerini kaybedip fluraya girmifltir.
‹yice flu Nükteleri tut. ‹flte neticeye giriyoruz:
Bak ey birader! Fünun ve ulûmun zübde-i hakikiyesi,
berahin-i akliye üzerine müesses olan diyanet ve fleriat-›
‹slâmiye, öyle fünunlar› tazammun etmifltir: ezcümle,
fenn-i tehzib-i ruh ve riyazetü’l-kalp ve terbiyetü’l-vicdan
ve tedbirü’l-ceset ve tedvirü’l-menzil ve siyasetü’l-medeniye ve nizamatü’l-âlem ve fennü’l-hukuk ve saire…
Lüzum görülen yerlerde tafsil ve lüzum olmayan veya
âmî: bilgisiz, cahil.
berahin-i akliye: aklî deliller,
flahitler, akla uygun deliller.
birader: kardefl.
cumhur: halk, ahali, umum
topluluk.
diyanet: din, dindarl›k.
ezcümle: bu cümleden olarak.
ezhan: zihinler.
fenn-i tehzip: temizleme bilgisi, temizlik sanat›.
fennü’l-hukuk: hukuk bilgisi.
fiil: ifl, hareket.
fünun: tecrübî ilimler, fenler.
fünun-i ekvan: kâinata ait
fenler, ilimler.
hacet: ihtiyaç.
hakaik-i mücerrede:halis, saf
gerçekler, yaln›z do¤ru olanlar.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hâlî: bofl, bir fleyden uzak,
müstesna.
harika: ola¤anüstü.
hilâf-› vaki: gerçe¤e z›t, vuku
bulana ayk›r›.
ima: dolayl›, üstü kapal› ifade
etme.
kavanin-i âdetullah: adetullah kanunlar›, kâinatta iflleyen ‹lâhî kanunlar, yarat›l›fl
kanunlar›.
lemaan: parlama, par›ldama.
ma¤lata: mugalâta, zihin kar›flt›racak saçma söz, bofl ve
manas›z söz, karfl›s›ndakini
yan›ltmak için söylenen bofl
lak›rd›.
mebadi: temel prensipler, ilk
unsurlar.
me’lûf: al›fl›lm›fl, ülfet edilmifl.
mesail: meseleler.
mutlak: kesin.
müesses: tesis edilmifl, kurulmufl
olan, kurulu.
münasip: uygun.
mütabaat: ittiba etme, birinin arkas›ndan gitme, ona uyma.
müteflabihat: Kur’ân-› Kerîm’in
manas› aç›k olmayan ayetleri,
müteflabih ayetler, mecazî manaya elveriflli ayetler.
nisyan: unutma, unutufl.
Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m).
riyazetü’l-kalp: kalp terbiyesi,
kalbi kötü arzu ve isteklerden
uzak tutma.
s›dk: do¤ruluk.
fleriat: ‹slâm dini ve prensipleri.
fleriat-› ‹slâmiye: ‹slâm fleriat›.
tafsil: etrafl›ca bildirme, ayr›nt›l›
anlatma.
taife: bölük, tak›m, güruh, f›rka.
tasvir: bir fleyi yaz›yla veya baflka ifade tarzlar›yla anlatma.
tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma.
tedvirü’l-menzil: ev idaresi.
tekemmül: olgunlaflma, kemale
erme, mükemmelleflme.
telâkki: kabul etme, bir görüflle
bakma.
tembih: uyarma, ikaz.
teflbihat: benzetmeler, teflbihler.
ulûm: ilimler.
varta: tehlike, büyük tehlike.
vas›ta: vesile, neden, arac›.
vehim: kuruntu.
zarurî: zorunlu.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 45
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 46
ezhan›n veya zaman›n müstait ve müsait olmad›¤› yerlerde birer fezleke ile kavaid-i esasiyeyi vazederek tenmiye
ve tefriini ukulün meflveret ve istinbatat›na havale etmifltir ki, bu fünunun mecmuuna de¤il, belki ekalline, on üç
as›r terakkiden sonra, en medenî yerlerde, en harika zekâ ile mevsuf olanlar, takat-i beflerin haricinde —bahusus o zamanda— oldu¤unu tasdikten vicdan-› muns›fâne
seni menedemiyor.
a’dâ: düflmanlar.
bahusus: hususiyetle, en çok, hele.
dehfletli: ürkütücü, korkunç.
edyan: dinler.
efkâr: düflünceler, fikirler, görüfller.
ekal: daha az, en az, pek az, en
küçük.
fazl: iyilik, fazilet, erdem, lütuf.
feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof.
fezleke: k›salt›lm›fl eser.
filozof: felsefe ile u¤raflan, filozof.
fünun: fenler, tecrübî ilimler.
hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler.
hakîm: hikmet sahibi, çok bilgili,
bilge.
hâl-i âlem: dünyan›n vaziyeti,
âlemin durumu.
harika: ola¤anüstü.
havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma.
ilâ: son, nihayet, dek, de¤in, ... ye,
... ye kadar.
istinbat: müçtehit veya büyük
bir âlimin gizli bir manay› içtihat
ile meydana ç›karmas›.
kavaid-i esasiye: temel kaideler.
keflmekefl: kar›fl›k olma durumu,
kar›fl›kl›k.
mecmu: bütün hepsi.
medenî: uygar, modern.
medeniyet-i hâz›ra: flimdiki medeniyet.
meflveret: müflavere, bir konu
hakk›nda çeflitli ve ehil flah›slardan fikir alma, dan›flma.
mevsuf: vas›flanm›fl, nitelenmifl.
muhafaza: koruma.
muhakkik: tahkik eden, gerçe¤i
araflt›r›p bulan, bir fleyin iç yüzünü inceleyerek vak›f olan.
mukaddemat: bafllangݍlar.
müsademe: çarp›flma, çat›flma,
vuruflma.
müsait: uygun, münasip.
‹flte, fazl odur ki, a’dâ ona flahadet ede. Yeni Dünyan›n en meflhur filozofu olan Carlyle, Almanya’n›n bir hakîminden ve rical-i siyasiyesinden naklen diyor ki: “O
tetkikat›ndan sonra kendi kendine sual ederek demifl: ‹slâmiyet böyle olursa acaba medeniyet-i hâz›ra hakaik-›
‹slâmiyetin dairesinde yaflayabilir mi?” Kendisi kendine
“Evet” ile cevap veriyor. fiimdiki muhakkikler o daire
içinde yaflamaktad›rlar. Evvelki feylesof dahi diyor ki:
“Hakaik-› ‹slâmiyet ç›kt›klar› zaman, atefl-i cevval gibi,
hatab›n parçalar›na benzeyen sair efkâr ve edyan› bel' etti. Hem de hakk› vard›r. Zira baflkalar›n safsatiyat›ndan
bir fley ç›kmaz,” ilâahirihî…
Evet, on üç as›rdan beri o kadar dehfletli müsademata karfl› hakaik›n› muhafaza etmifltir. Belki bu müsademe, keflmekefl, hakikat-i ‹slâmiyetin omzu üstünden türab-› hafây› terkik ve tahfif ediyor. Neam, vücut ve hâl-i
âlem buna flahittir. Makale-i Ulâdaki mukaddemat› nazara almak gerektir.
müstait: istidatl›, kabiliyetli,
bir fleye kabiliyetli olan, yetenekli.
naklen: anlatma veya hikâye
yoluyla.
nazara almak: dikkate almak.
neam: Pek güzel, hay hay,
evet, öyledir.
safsatiyat: safsatalar, görünüflte do¤ru, hakikatte yanl›fl
46 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
ve yalan olan k›yaslar.
sual: soru.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
tahfif: hafifletme, yükünü
azaltma.
takat-i befler: insan›n gücü,
takati.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
tefri: flubelere, dallara, k›s›m-
lara ay›rma.
tenmiye: büyütme, yetifltirme.
terakki: yükselme, ilerleme.
terkik: zay›flatma.
tetkikat: araflt›rmalar, incelemeler.
ukul: ak›llar, zihinler, uslar.
vazetmek: koymak, yerlefltirmek.
vücut: beden, varl›k.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 47
Vehim ve Tembih
E¤er desen: Herbir fende yaln›z bir fezlekeyi bilmek
bir adam için mümkündür…
Elcevap: Neam, lâ! Zira öyle bir fezleke ki, hüsn-i isabet ve mevki-i münasipte ve münbit bir zeminde istimal
gibi, sab›kan mezkûr sair noktalarla cam gibi, maveras›ndan ›tt›lâ-› tam ve melekeyi gösteren fezlekeler mümkün
de¤ildir. Evet, kelâm-› vahit iki mütekellimden ç›karsa,
birinin cehline ve ötekisinin ilmine, baz› umur-i mermuze-i gayr-i mesmua ile delâlet eder.
Muhakemat, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 142-152.
‚è
NÜBÜVVET-‹ MUHAMMED‹YEN‹N (A.S.M.) ‹SPAT I
/¬p∏rãpe røpe mIQn ƒ°oùpH GƒoJrÉna ÉnfpórÑnY '¤nY Énærdsõnf Ésªpe mÖrjQn ⋲/a rºoà`ræ`oc r¿pGhn
|23} nÚ/bpOÉn°U rºoàæoc r¿pG $G p¿hoO røpe rºoc An BGón n¡o°T GƒoYrOGnh
¢oSÉsædG ÉngoOƒobhn »/àsdG Qn ÉsædG Gƒo≤sJÉna Gƒo∏n©rØnJ røndhn Gƒo∏n©rØnJ rºnd r¿pÉna
1
|24} nøj/ôpaÉnµr∏dp räsópYoG oIQn ÉnépërdGnh
G a y e t k › s a b i r m e a l i : Yani, “Abdimiz üzerine in zal etti¤imiz Kur’ân’da bir flüpheniz varsa, Kur’ân’›n
1. Bakara Suresi: 23-24.
abd: kul.
cehil: cahillik, bilgisizlik.
delâlet: delil olma, gösterme;
alâmet, iflaret.
fezleke: hülâsa, netice, muhtasar, özet.
gayet: son derece.
hüsn-i isabet: tam bir yan›l-
mazl›k; hedefi tam tutturma.
inzal: indirme, indirilme.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
istimal: kullanma.
lâ: hay›r.
mavera: görünen, yaflanan
âlemin ötesi.
meal: mana, anlam, mefhum.
meleke: bir fleyi çok kez tekrarlayarak ve tecrübe ederek
meydana gelen bilgi ve maharet.
mevki-i münasip: uygun yer.
mezkûr: zikredilen, ad› geçen, an›lan.
münbit: verimli, bereketli,
ekilmifl olan bir fleyi iyi yetifltiren.
mütekellim: söyleyen, konuflan,
birinci flah›s.
neam: evet.
nübüvvet-i Muhammediye: Hz.
Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i.
sab›kan: evvelce, bundan önce.
sair: di¤er, baflka, öteki.
tembih: uyarma, uyar›.
vehim: kuruntu.
zemin: yer.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 47
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 48
mislinden bir sure yap›n›z; hem de Allah’tan baflka, iflle rinizde kendilerine müracaat etti¤iniz flüheda ve muinle rinizi de ça¤›r›n›z, yard›m etsinler. E¤er sözünüzde sad›k
iseniz, hepiniz beraber çal›fl›n›z, Kur’ân’›n mislinden bir
sure getiriniz. E¤er bir misil getiremedi¤iniz takdirde, za ten getiremezsiniz ya, öyle bir ateflten sak›n›n›z ki, odu nu insanlar ile tafllard›r.”
Kitab›n evvelinde beyan edildi¤i gibi Kur’ân-› Kerîm’in
takip etti¤i esas maksat dörttür. Birinci maksad› olan
t e v h i d evvelki ayetle beyan edilmifltir. Bu ayetle de, ikinci maksat olan n ü b ü v v e t beyan ve izah edilmifltir. Yaln›z
bir fley var ki; bu ayet nübüvvet-i Muhammediyenin
(a.s.m.) ispat› hakk›ndad›r, nübüvvet-i mutlaka hakk›nda
de¤ildir. Hâlbuki, maksat mutlak nübüvvettir. Fakat, küllî cüz’îde dâhildir; cüz’înin ispat›yla küllî de ispat edilmifl
olur. Bu ayet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n nübüvvetini en büyük mu’cizesi olan i’caz-›
Kur’ân’dan bahisle ispat ediyor. O zat›n (a.s.m.) nübüvvetine dair delâil baflka risalelerimizde beyan edilmifltir;
burada yaln›z bir k›sm›n› hülâsaten Alt› Mesele z›mn›nda
beyan edece¤iz.
Birinci Mesele
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi.
bahis: konu yapan.
beyan: anlatma, aç›klama.
cüz’î: az, parçaya ait olan.
dâhil: girme, içinde olma.
dair: alâkal›, ilgili.
delâil: deliller, bürhanlar, ispat
vas›talar›.
enbiya-i salife: daha önce gönderilen peygamberler.
evvel: önce.
hülâsaten: hülâsa olarak, k›saca,
özet olarak muhtasaran.
hususat: hususlar.
i’caz-› Kur’ân: Kur’ân’›n mu’cizeli¤i.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile anlatma.
Kur’ân-› Kerîm: Kur’ân; Hz. Muhammed’e vahiyle indirilen en
Enbiya-i salifînde nübüvvete medar ve esas tutulan
noktalar ve onlar›n ümmetleriyle olan muameleleri hakk›nda —yaln›z zaman ve mekân›n tesiriyle baz› hususat
müstesna olmak flart›yla— yap›lacak tam bir teftifl ve
son ‹lâhî kitap.
küllî: bütün olan, tümel.
maksat: gaye, hedef.
medar: sebep, vesile.
mesele: konu.
misil: benzer.
muamele: davranma, davran›fl.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muin: yard›mc›, muavin.
mutlak: kesin.
müracaat: baflvurma, dan›flma.
48 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
müstesna: istisna olan, hariç.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i.
nübüvvet-i Muhammediye:
Hz. Muhammed’in (a.s.m)
peygamberli¤i.
risale: Risâle-i Nur Külliyat›n›
meydana getiren kitaplardaki
her bir ba¤›ms›z bölüm.
sad›k: do¤ru, gerçek; sözünde, vaadinde, iflinde do¤ru
olan.
sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri.
flüheda: flehitler.
teftifl: asl›n›, do¤rusunu gere¤i gibi sorup araflt›rma.
tesir: etki.
tevhid: Allah’›n bir oldu¤una
inanma, birleme.
ümmet: hak dine davet etmek için Allah taraf›ndan
kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere
inan›p ba¤lanan cemaat, topluluk.
z › mn › n d a: içinde, dâhilinde,
hâlinde.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 49
kontrol neticesinde, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâmda daha ekmel, daha yükse¤i bulunmakta oldu¤u tahakkuk eder.
Binaenaleyh, nübüvvet mertebesine nail olanlar›n
hey’et-i mecmuas› mu’cizeleriyle ve sair ahvalleriyle, lisan-› hâl ve kàl ile, nev-i beflerin sinn-i kemale geldi¤inde “üstadü’l-befler” ünvan›n› tafl›yan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n s›dk-› nübüvvetine ilân-›
flahadet etmifllerdir. O hazret de (a.s.m.) bütün mu’cizeleriyle Sâniin vücut ve vahdetini nurlu bir bürhan olarak
âleme ilân etmifltir.
‹kinci Mesele
O zat›n (a.s.m.) evvel ve ahir bütün ahval ve harekât›
nazar-› dikkatten geçirilirse, her bir hareketi, her bir hâli, harikulâde de¤ilse de, onun s›dk›na delâlet eder.
Ezcümle, Gar Meselesinde, Ebu Bekri’s-S›dd›k ile beraber halâs ve kurtulufl ümidi tamam›yla kesildi¤i bir anda
1
Énæn©ne %G s¿pG r∞nînJ ’n “Korkma, Allah bizimle beraberdir”
diye Ebu Bekri’s-S›dd›k’a verdi¤i teselli ve tavk-› beflerin
fevkinde bir ciddiyetle, bir metanetle, bir flecaatle, havfs›z, tereddütsüz gösterdi¤i vaziyet, elbette s›dk›na ve
nokta-i istinad› olan Hâl›k’›na itimat etti¤ine günefl gibi
bir bürhand›r. Kezalik, saadet-i dâreyn için tesis etti¤i
esaslarda, isabet etmifl oldu¤u ve izhar etti¤i kavaidin hakikatle muttas›l ve hakkaniyetle yap›fl›k oldu¤u, bütün
âlemce mazhar-› kabul ve tasdik olmufl ve olmaktad›r.
1. “Üzülme, mahzun olma, Allah bizimle beraberdir” mealindeki Tevbe Suresi 40. ayetten
iktibas.
ahir: son.
ahval: hâller, durumlar.
âlem: dünya, cihan; bütün
yarat›lm›fllar.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
binaenaleyh: bundan dolay›,
bunun üzerine.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
ciddiyet: ciddîlik.
delâlet: delil olma, gösterme;
alâmet, iflaret.
ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz
ve eksiksiz olan.
evvel: önce.
ezcümle: bu cümleden olarak.
fevk: üst.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hakkaniyet: hak ve adalete
uygunluk.
halâs: kurtarma.
Hâl›k: yoktan yaratan, her
fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
harekât: hareketler, devinimler.
harikulâde: ola¤anüstü.
havf: korku, korkma.
hazret: sayg›, ululama, yüceltme, övme maksad›yla
kullan›lan tabir.
heyet-i mecmua: bir fleyin teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve
manzara.
itimat: emniyet, güven.
izhar: gösterme, a盤a vurma.
kàl: söz, konuflma.
kavaid: kaideler, usuller, kurallar,
prensipler.
kezalik: keza, bu da öyle, böylece.
lisan-› hâl: hâl dili, bir fleyin duruflu ve görünüflü ile bir mana ifade
etmesi.
mazhar-› kabul: kabule nail olmufl, kabul edilmifl.
mertebe: rütbe, paye, derece.
mesele: konu.
metanet: metin olma, dayan›kl›l›k; gayret.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muttas›l: bitiflik.
nail: kavuflma, ulaflma, erme.
nazar-› dikkat: dikkatli bakma,
dikkatli bak›fl.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nokta-i istinat: dayanak noktas›,
güvenme ve itimat noktas›.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah elçili¤i.
saadet-i dâreyn: iki cihan saadeti, dünya ve ahiret mutlulu¤u.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
s›dk: do¤ruluk.
sinn-i kemal: olgunluk, yetkinlik
yafl›.
flecaat: yi¤itlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk, kahramanl›k,
hamaset.
tahakkuk: gerçekleflme, kesinleflme.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
tavk-› befler: insan gücü, insan›n
güç ve kudretinin son haddi.
tereddüt: karars›zl›k, flüphede
kalma.
teselli: avutma, ac›s›n› dindirme.
tesis: kurma, meydana getirme.
ünvan: ad, isim, lâkap.
üstadü’l-befler: beflerin, bütün
insanl›¤›n üstad›, hocas›; Hz. Muhammed (a.s.m).
vahdet: bir ve tek olma.
vaziyet: durum.
vücut: var olma, var olufl, varl›k.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 49
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 50
‹htar: O zat›n (a.s.m.) ahval ve harekât› birer birer, yani tek
tek onun s›dk ve hakkaniyetini gösterirse, hey’et-i mecmuas› onun s›dk-› nübüvvetine öyle bir delil olur ki, fleytanlar› bile tasdike mecbur eder.
Üçüncü Mesele
O zat›n (a.s.m.) s›dk-› nübüvvetini yaz›p tasdik eden
birkaç sahife vard›r. fiimdi o sahifeleri okuyaca¤›z.
Birinci sahife, o hazretin zat›d›r. Fakat, bu sahifeyi
mütalâadan evvel “Dört Nükte”ye dikkat lâz›md›r:
Birinci Nükte:
pπtë`nµ`sàdÉnc πo rë`nµrdG ¢nùr«nd
Yani, f›trî
kara gözlülük, sun’î (yapma) kara gözlülük gibi de¤ildir.
Yani, yapma ve sun’î olan bir fley ne kadar güzel ve ne
kadar kâmil olursa olsun, f›trî ve tabiî olan fleylerin mertebesine yetiflemez ve onun yerine kaim olamaz. Herhâlde sun’îli¤in yanl›fll›klar›, onun ahvalinden, etvar›ndan
belli olacakt›r.
‹kinci Nükte: Ahlâk-› âliyeyi ve yüksek huylar› hakikate yap›flt›ran ve o ahlâk› daima yaflatt›ran, ciddiyet ile
s›dkt›r. E¤er s›dk kalk›p araya kizb girerse, rüzgârlara
oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur.
Üçüncü Nükte: Mütenasip olan eflya aras›nda meyil
ve cezbe vard›r. Yani, birbirine temayül ederler ve y e k d i¤erini celp ederler, aralar›nda ittihat olur. Fakat, birbirine
ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce
ahlâk, üstün ahlâk.
ahval: hâller, durumlar.
celp: çekme, çekifl, kendine çekmek.
cezbe: çekme, çekim; heyecan,
coflkunluk.
ciddiyet: ciddîlik.
delil: kan›t, tan›k, bürhan.
etvar: hâl ve hareketler, ifller,
tarzlar, tav›rlar.
evvel: önce.
f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hakkaniyet: hak ve adalete
uygunluk.
harekât: hareketler, devinimler.
hazret: sayg›, ululama, yüceltme, övme maksad›yla
kullan›lan tabir.
heyet-i mecmua: bir fleyin
teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve manzara.
50 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
ihtar: hat›rlatma, uyar›.
ittihat: birleflme, birlik oluflturma.
kaim: yerine geçmek.
kâmil: olgun, noksans›z, mükemmel.
kizb: yalan söyleme, yalan,
uydurma.
mertebe: derece.
mesele: konu.
meyil: bir tarafa do¤ru e¤ilme, yönelme.
mütalâa: dikkatli okuma, tetkik etme.
mütenasip: uygun olan, her
bak›mdan birbirine denk, ölçülü, orant›l›.
sahife: sayfa.
s›dk: do¤ruluk.
sun’î: yapmac›k, uydurma,
sahte.
tabiî: tabiat› gere¤i olan, normal, al›fl›lm›fl, ola¤an.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
temayül: bir tarafa do¤ru
e¤ilme, meyletme, yönelme.
yekdi¤er: bir di¤er.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 51
z›t olan eflyan›n aralar›nda nefret vard›r, çekememezlik
olur.
D ö rdüncü Nükte: Cemaatte olan kuvvet fertte yoktur. Meselâ, çok iplerin heyet-i mecmuas›n›n teflkil etti¤i
urgandaki kuvvet, ipler birbirinden ayr› oldu¤u zaman
bulunmaz.
Bu nükteler göz önüne getirilmekle, o hazretin sahifesi okunmal›d›r.
Evet, o zat›n bütün âsâr›, sîretleri, tarihçe-i hayat› ve
sair ahvali, onun pek büyük, azîm ve ahlâk sahibi oldu¤una flahadet ediyorlar. Hatta düflmanlar› bile onun ahlâkça pek yüksekli¤inden dolay› kendisini “Muhammedü’l-Emin” ile lâkapland›rm›fllard›r.
Malûmdur ki, bir zatta içtima eden ahlâk-› âliyenin imtizac›ndan izzet-i nefis, haysiyet, fleref, vakar gibi, hasis,
alçak fleylere tenezzül etmeye müsaade etmeyen yüksek
hâller husule gelir. Evet, melâike, ulüvv-i flanlar›ndan,
fleytanlar› reddeder, kabul etmezler. Kezalik, bir zatta içtima eden ahlâk-› âliye, kizb, hile gibi alçak hâlleri reddeder. Evet, yaln›z flecaatle ifltihar eden bir zat, kolay kolay yalana tenezzül etmez. Bütün ahlâk-› âliyeyi cem
eden bir zat, nas›l yalana ve hileye tenezzül eder, imkân› var m›d›r?
Hülâsa, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm,
kendi kendine günefl gibi bir bürhand›r. Ve keza, o zat›n
(a.s.m.) dört yafl›ndan k›rk yafl›na kadar geçirmifl oldu¤u
ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
ahval: hâller, durumlar.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun.
âsâr: eserler.
azîm: büyük.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
cem: toplama, biriktirme.
cemaat: topluluk.
hasis: adî, alçak, baya¤›.
haysiyet: fleref, onur, itibar.
heyet-i mecmua: bir fleyin
teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve manzara.
hile: aldatmaya yönelik düzen, desise.
hülâsa: bir fleyin özü, esas›,
özeti.
husul: hâs›l olma, meydana
gelme, peyda olma.
içtima: toplanma.
imtizaç: bileflik hale gelme,
kaynaflma.
ifltihar: meflhur olma, flöhret
bulma, tan›nma.
izzet-i nefs: insan›n vakar ve
haysiyetini korumaya özen
göstermesi, kendi de¤erini ve
flahsiyetini afla¤›lamaks›z›n
varl›¤›na sayg› duymas›.
keza: böylece, ayn› flekilde.
kezalik: keza, bu da öyle,
böylece.
kizb: yalan söyleme, yalan,
uydurma.
lâkap: ünvan.
malûm: bilinen, bilinir olan.
melâike: melekler.
meselâ: örne¤in.
Muhammedü’l-Emin: her bak›mdan güvenilir olan Peygamberimiz (asm).
müsaade: izin.
sîret: iç yüz, manevî durum, ahlâk ve karakter.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flecaat: yi¤itlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk, kahramanl›k,
hamaset.
fleref: onur, haysiyet.
tarihçe-i hayat: bir fleyin veya
insan›n do¤umdan ölüme kadar
bafl›ndan geçen fleyler, biyografi.
tenezzül: inme, alçalma.
teflkil: oluflturma, flekillendirme.
ulüvv-i flan: flan› yüce, flerefi büyük.
vakar: a¤›rbafll›l›k, heybetli olufl,
ciddiyet.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 51
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 52
gençlik devresinde, bir hilesi, bir h›yaneti görülmemifl ve
bir yalan› iflitilmemifltir. E¤er o zat›n yarat›l›fl›nda, tabiat›nda bir fenal›k, bir kötülük hissi ve meyli olmufl olsayd›, behemehâl gençlik saikas›yla d›flar›ya verecekti. Hâlbuki, bütün yafl›n›, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ›tt›rat ve intizam üzerine geçirmifl, düflmanlar› bile hileye iflaret eden bir hâlini görmemifllerdir. Ve
keza, yafl k›rka bali¤ oldu¤unda, iyi olsun, kötü olsun ve
nas›l bir ahlâk olursa olsun, rüsuh peyda eder, meleke
hâline gelir; daha terki mümkün olmaz. Bu zat›n tam
k›rk yafl›n›n bafl›nda iken yapt›¤› o ink›lâb-› azîmi âleme
kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celp ve cezbettiren, o zat›n (a.s.m.) evvel ve ahir herkesçe malûm olan s›dk ve
emaneti idi. Demek o zat›n (a.s.m.) s›dk ve emaneti, dava-i nübüvvetine en büyük bir bürhan olmufltur.
Dördüncü Mesele
‹kinci sahifeyi okuyaca¤›z. Bu sahife mazi, yani Zaman-› Saadetten evvelki zamand›r. fiu sahifenin havi oldu¤u enbiya-i salifînin ahval ve k›ssalar›, o zat›n s›dk-›
nübüvvetine birer bürhand›r. Yaln›z, “Dört Nükte”ye dikkat lâz›md›r.
ahir: sonra.
ahval: haller, durumlar.
âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar.
bali¤: ulaflm›fl, eriflmifl.
behemehâl: mutlaka, elbette, ne
yap›p edip.
bina: kurma, dayand›rma.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
celp: çekme, çekifl, kendine çekmek.
dava: takip edilen fikir, iddia.
dava-i nübüvvet: peygamberlik
dava etmek. peygamber oldu¤unu ilân etmek.
delil: kan›t, tan›k, bürhan.
enbiya-i salife: daha önce gönderilen peygamberler.
evvel: önce.
fen: tecrübî, ispatla meydana gelmifl ilimlere verilen genel ad.
Birinci Nükte: ‹nsan bir fennin esaslar›n› ve o fennin
hayat›na taallûk eden noktalar› bilmekle yerli yerince
kullanmas›na vâk›f olduktan sonra davas›n› o esaslara bina etmesi, o fende mahir ve mütehass›s oldu¤una delildir.
havi: içine alan, kapsayan,
kuflatan.
h›yanet: hainlik, kendine
olan güveni kötüye kullanma.
hile: aldatmaya yönelik düzen, desise.
›tt›rat: düzgün tarzda olma.
iffet: temizlik, ahlâkî temizlik.
ink›lâb-› azîm: büyük ink›lâp,
büyük ve köklü de¤ifliklik.
intizam: düzen, düzenlilik.
keza: böylece, ayn› flekilde.
k›ssa: ibret verici hikâye.
mahir: maharetli, becerikli.
52 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
malûm: bilinen, bilinir olan.
mazi: geçmifl zaman.
meleke: bir fleyi çok kez tekrarlayarak ve tecrübe ederek
meydana gelen bilgi ve maharet.
mesele: konu.
metanet: metin olma, dayan›kl›l›k; gayret.
mütehass›s: bir ilim dal›nda
veya bir meslekte derin bilgi
sahibi olan, uzman.
peyda: meydana gelme, a盤a ç›kma.
rüsuh: sa¤lam olma, sa¤laml›k.
sahife: sayfa.
saika: güdü, sebep.
s›dk: do¤ruluk.
taallûk: alâkal›, münasebetli
olma.
tabiat: yarat›l›fl, huy, karakter, seciye, mizaç.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
vâk›f: bilgilenme, bilme.
zaman-› saadet: Asr-› Saadet
dönemi.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 53
‹kinci Nükte: F›trat-› befleriyenin iktizas›ndand›r ki,
adî bir insan da olsa, hatta çocuk da olsa, hatta küçük bir
kavim içinde de bulunsa, pek k›ymetsiz bir dava hususunda cumhura muhalefet edip yalan söylemeye cesaret
edemez. Acaba, pek büyük bir haysiyet sahibi, âlemflümul bir davada, pek inatl› ve kesretli bir kavim içinde,
ümmî, yani okur yazar s›n›f›ndan olmad›¤› hâlde, akl›n
tek bafl›na idrakten âciz oldu¤u baz› fleylerden bahsedip
kemal-i ciddiyetle âleme neflir ve ilân etmesi, onun s›dk›na delil oldu¤u gibi, o meselenin Allah’tan oldu¤una da
bir bürhan olmaz m›?
Üçüncü Nükte: Malûmdur ki, medenî insanlarca malûm ve me’lûf pek çok ilimler, s›fatlar, fiiller vard›r ki, bedevîlerce meçhul olur ve o gibi fleylerden haberleri yoktur. Binaenaleyh, bilhassa geçmifl zamanlardaki bedevîlerin ahvalinden bahsetmek isteyen bir adam, hayalen o
zamanlara, o çöllere gidip, onlar ile görüflmelidir. Zira
onlar›n ahvalini, ezberden, onlar› görmeden muhakeme
etmekle, istedi¤i malûmat› elde edemez.
D ö rdüncü Nükte: Ümmî bir adam, bir fennin ulemas›yla münakaflaya giriflerek, beyne’l-ulema ittifakl› olan
meseleleri tasdik ve ihtilâfl› olanlar› da tashih ederse, o
adam›n bu harika olan hâli, onun pek yüksekli¤ine ve
onun ilminin de vehbî oldu¤una delâlet etmez mi?
Bu Dört Nükteyi göz önüne getir, Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâma bak ki: O zat, herkesçe müsellem ümmîli¤iyle beraber, geçmifl enbiya ile kavimlerinin
adî: basit, baya¤›, s›radan.
ahval: hâller, durumlar.
âlem: dünya, cihan; bütün
yarat›lm›fllar.
âlemflümul: cihan› saran, bütün dünyaya yay›lan.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
bedevî: çölde ve iptidaî tarzda yaflayan, medenî olmayan.
beyne’l-ulema: âlimler aras›nda.
bilhassa: özellikle.
binaenaleyh: bundan dolay›,
bunun üzerine.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
cumhur: halk, ahali, umum
topluluk.
dava: takip edilen fikir; iddia.
delâlet: delil olma, gösterme;
alâmet, iflaret.
delil: kan›t, tan›k, bürhan.
enbiya: nebîler, peygamberler.
fen: tecrübî, ispatla meydana
gelmifl ilimlere verilen genel
ad.
f›trat-› befleriye: insan›n yarat›l›fl›, insan›n tabiat›.
fiil: ifl, hareket.
harika: ola¤anüstü.
hayalen: hayalî bir flekilde.
haysiyet: fleref, onur, itibar.
idrak: ak›l erdirme, anlama,
kavrama kabiliyeti.
ihtilâf: ayr›l›k, ayk›r›l›k.
iktiza: gerek, lüzum.
ilim: bilgi, marifet.
ittifak: fikir birli¤i, söz birli¤i.
kavim: millet; aralar›nda dil,
âdet, örf, kültür birli¤i olan insan
toplulu¤u.
kemal-i ciddiyet: ciddiyetin son
derecesi, tam bir ciddiyet.
kesretli: çoklu¤u olan, çok fazla.
malûm: bilinen, bilinir olan.
malûmat: bilgiler, bilinen fleyler.
meçhul: bilinmeyen, hakk›nda
bilgi olmayan.
medenî: uygar, modern.
me’lûf: al›fl›lm›fl, ülfet edilmifl.
mesele: konu.
muhakeme: ak›l yürütüp do¤ru
netice elde edebilme, tartma, de¤erlendirme, yarg›lama.
muhalefet: z›tl›k, ayk›r›l›k, ayr›l›k.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz
Muhammed (a.s.m).
münakafla: tart›flma.
müsellem: do¤rulu¤u, gerçekli¤i
herkes taraf›ndan kabul edilen.
neflir: herkese duyurma, tamim.
s›dk: do¤ruluk.
s›fat: vas›f, nitelik.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
tashih: düzeltme, yanl›fl›n› giderme.
ulema: âlimler, bilginler, ilim sahipleri.
ümmî: okuma yazmas› olmayan,
okumam›fl.
ümmî: okuma yazmas› olmayan,
okumam›fl.
vehbî: do¤ufltan, çal›flmakla kazan›lmay›p Allah’›n yard›m› ile ikram edilen.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 53
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
âdet: görenek, usul, al›flkanl›k.
ahval: hâller, durumlar.
âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar.
Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (a.s.m) peygamber
olarak dünyada bulundu¤u devir.
beyan: anlatma, aç›klama.
bilhassa: özellikle.
binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine.
celp: çekme, çekifl, kendine çekmek.
Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›.
cüz’î: küçük, az.
dair: alâkal›, ilgili.
dava: takip edilen fikir, iddia.
dava-i nübüvvet: peygamberlik
dava etmek. peygamber oldu¤unu ilân etmek.
delil: kan›t, tan›k, bürhan.
ehemmiyetsiz: önemsiz.
enbiya: nebîler, peygamberler.
evvel: önce.
hâkim: hükmeden.
hakir: afla¤›, adî, itibars›z.
hükmünde: de¤erinde, yerinde.
hükümdar: padiflah, hüküm sahibi, en yüksek reis. imparator.
ihtilâf: farkl› olufl, iki fleyi aras›ndaki ayr›l›klar.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
istikrar: karar k›lma, karar bulma, yerleflme, bir kararda devam
etme.
istimrar: sürme, sürüp gitme,
uzay›p gitme.
ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme.
kavim: millet; aralar›nda dil, âdet,
örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
kesretli: çoklu¤u olan, çok fazla.
k›ssa: ibret verici hikâye.
lisan: dil.
ma’kes: akseden yer, yans›ma
yeri.
malûm: bilinen, bilinir olan.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
masum: suçsuz, günahs›z, saf, temiz.
Page 54
ahvallerini, görmüfl ve müflahede etmifl gibi, Kur’ân’›n lisan›yla söylemifltir. Ve onlar›n ahvalini, s›rlar›n› beyan
ederek âleme neflir ve ilân etmifltir. Bilhassa nakletti¤i
onlar›n k›ssalar›, bütün zekilerin nazar-› dikkatini celp
eden dava-i nübüvvetini ispat içindir. Ve nakletti¤i esaslar›, beyne’l-enbiya ittifakl› olan k›sm› tasdik, ihtilâfl› olan› da tashih edip davas›na mukaddeme yapm›flt›r. Sanki
o zat, vahy-i ‹lâhînin ma’kesi olan masum ruhuyla zaman ve mekân› tayyederek, o zaman›n en derin derelerine girmifl ve gördü¤ü gibi söylemifltir. Binaenaleyh, o
zat›n bu hâli onun bir mu’cizesi olup, nübüvvetine delil
oldu¤u gibi; evvelki enbiyan›n da nübüvvet delilleri, manevî bir delil hükmünde olup, o zat›n nübüvvetini ispat
eder.
Beflinci Mesele
Asr-› Saadete ve bilhassa Ceziretü’l-Arab meselesine
dairdir. Bunda da “Dört Nükte” vard›r.
Birinci Nükte: Âlemce malûmdur ki, az bir kavmin
âdetlerinden, hakir, ehemmiyetsiz bir âdeti kald›rmak veya zelil, miskin bir taifenin cüz’î zay›f huylar›n› ref etmek,
büyük bir hükümdara, uzun bir zamanda bile çok zahmetlere ba¤l›d›r. Acaba, hâkim olmamakla beraber, az
bir zamanda nihayet derecede âdetlerine mutaass›p,
inatç› ve kesretli bir kavimde rüsuh ve kuvvet peyda
etmifl olan âdetleri ref ve kalplerde istikrar peyda eden
ve zamanlarca devam ve istimrar eden ahlâklar›n› terk
mekân: yer, mahal.
mesele: konu.
miskin: uyufluk, tembel, hareketsiz, zavall›.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
mukaddeme: bafllangݍ.
mutaass›p: eski âdet ve geleneklerine afl›r› ba¤l› olup, yenilik kabul etmeyen.
müflahede: ‹lahî güzellikleri
ve s›rlar› görme, seyretme.
nakil: anlatma, söyleme, hikâye etme.
54 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
nazar-› dikkat: dikkatli bakma, dikkatli bak›fl.
neflir: herkese duyurma, yayma, tamim.
nihayet: son.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i.
peyda: kurma, sa¤lama.
ref: kald›rma, giderme.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n
temeli ve sebebi olan manevî
varl›k.
rüsuh: maharet, meleke.
taife: kavim, kabile.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
tashih: düzeltme, yanl›fl›n› giderme.
tayy: atlamak, üzerinden
geçmek.
vahy-i ‹lâhî: ‹lâhî vahiy, Allah
taraf›nda vahiy ile gelen, emir
ve yasaklar.
zahmet: s›k›nt›, eziyet, meflakkat.
zaif: zay›f.
zelil: hor, alçak, adî, baya¤›.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 55
ettiren, hem yerlerine gayet yüksek âdetleri, güzel ahlâklar› tesis eden bir zat, harikulâde olmaz m›?
‹kinci Nükte: Yine âlemce malûmdur ki, devlet bir
flahs-› manevîdir; çocuk gibi, teflekkülü, büyümesi tedri cîdir. Ve keza, yeni teflekkül eden bir devletin, bir milletin ruhuna kadar nüfuz eden eski bir devlete galebe etmesi, yine tedricîdir, zamana mütevakk›ft›r. Acaba,
Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n bütün esasat-› âliyeyi havi olan ve maddî manevî bütün terakkiyat
ve medeniyet-i ‹slâmiyenin kap›s›n› açan, k›sa bir zamanda def’aten teflkil etti¤i bir devletle dünyan›n bütün
devletlerine galebe edip maddî manevî hâkimiyetini muhafaza ve ibka ettiren, harikulâdeli¤i de¤il midir?
Üçüncü Nükte: Evet, kah›r ve cebir ile zahirî bir hâkimiyet, sathî bir tahakküm k›sa bir zamanda ibka edilebilir. Fakat, bütün kalplere, fikirlere, ruhlara icra-i tesir
ederek zahiren ve bât›nen be¤endirmek flart›yla vicdanlar üzerine hâkimiyetini muhafaza ve ibka etmek, en büyük harika olmakla, ancak nübüvvetin hassalar›ndan olabilir.
D ö rdüncü Nükte: Evet, tehditlerle, korkularla, hilelerle, efkâr-› ammeyi baflka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat, tesiri cüz’îdir, sathîdir, muvakkat olur;
muhakeme-i akliyeyi, az bir zamanda kapatabilir. Amma, irflad›yla kalplerin derinliklerine kadar nüfuz etmek,
hissiyat›n en incelerini heyecana getirmek, istidatlar›n
inkiflaf›na yol açmak, ahlâk-› âliyeyi tesis ve alçak huylar›
âdet: gelenek, al›flkanl›k.
ahlâk: görgü kurallar›, iyi
huylar.
ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
bât›nen: dâhilen, iç yüzünde,
içinden olarak.
cebir: zor, zorlama, bask›
yapma.
cüz’î: küçük, az.
def’aten: birdenbire, bir defa-
da, anî olarak.
efkâr-› amme: genelin, umumun, düflünceleri, umuma ait
düflünce, kamuoyu.
galebe: galip gelme, üstünlük.
gayet: pek çok.
hâkimiyet: hâkim olufl, hükmedifl, egemenlik.
harika: ola¤anüstü.
harikulâde: ola¤anüstü.
hassa: bir fleye mahsus olan
özellik, nitelik.
havi: içine alan, kapsayan,
kuflatan.
hissiyat: hisler, duygular.
ibka: devaml› k›lma, sürekli
k›lma.
inkiflaf: geliflme.
irflat: do¤ru yolu gösterme,
gafletten uyand›rma.
istidat: kabiliyet, yetenek.
kah›r: büyük eziyet, cefa, zulüm.
keza: böylece, ayn› flekilde.
maddî: madde ile alâkal›.
malûm: bilinen, bilinir olan.
manevî: manaya ait, maddî
olmayan.
mecra: kanal.
medeniyet-i ‹slâmiye: ‹slâm medeniyeti.
muhafaza: koruma.
muhakeme-i akliye: aklî muhakeme, karar vermek için ak›lla iyi
düflünme, hüküm verme.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz
Muhammed (a.s.m).
muvakkat: geçici.
mütevakk›f: bir fleye ba¤l› olan,
ancak onunla olabilen.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah elçili¤i.
nüfuz: söz geçirme, hüküm sahibi olma.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k.
sathî: yüzeysel.
flahs-› manevî: manevî flah›s,
belli bir kifli olmay›p bir cemaatten meydana gelen manevî flah›s.
flart: koflul.
tahakküm: hüküm sürme.
tedricî: tedricle olan, yavafl yavafl, derece derece yap›lan.
tehdit: korkutma, gözda¤› verme.
terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller.
tesis: kurma, meydana getirme.
teflekkül: kurulma, oluflma, flekillenme.
teflkil: oluflturma, flekillendirme.
vicdan: insan›n içindeki, iyiyi kötüden ay›rabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
zahiren: görünüflte.
zahirî: görünüflte olan; zahire, d›fla ait olan.
zat: kifli, flah›s.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 55
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 56
imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kald›r›p hakikati teflhir etmek, hürriyet-i kelâma serbestî vermek, ancak flua-i hakikatten muktebes harikulâde bir
mu’cizedir.
Evet, Asr-› Saadetten evvelki zamanlarda kalp kat›l›¤›
ve merhametsizlik öyle bir hadde bali¤ olmufltu ki; kocaya vermekten ar ederek k›zlar›n› diri diri topra¤a gömerlerdi. Asr-› Saadette ‹slâmiyetin do¤urdu¤u merhamet,
flefkat, insaniyet sayesinde, evvelce k›zlar›n› gömerlerken müteessir olmayanlar, ‹slâmiyet dairesine girdikten
sonra kar›ncaya bile ayak basmaz oldular. Acaba böyle
ruhî, kalbî, vicdanî bir ink›lâp, hiçbir kanuna tatbik edilebilir mi?
Bu nükteleri ceyb-i kalbine soktuktan sonra, bu noktalara da dikkat et:
1. Tarih-i âlemin flahadetiyle sabittir ki, parmakla gösterilen en büyük bir dâhî, ancak umumî bir istidad› ihya
ve umumî bir hasleti ikaz ve umumî bir hissi inkiflaf ettirebilir. E¤er böyle bir hissi de ikaz edememifl ise sa’yi
hep heba olur.
Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (a.s.m) peygamber
olarak dünyada bulundu¤u devir.
bali¤: ulaflm›fl, eriflmifl.
cehalet: cahillik, ilimden yoksun
olma, ‹lâhî hakikatlerden habersiz olma.
cevher-i insaniyet: insanl›k cevheri, insanl›k hasletleri, özellikleri.
Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›.
dâhî: son derece zeki, anlay›fll›,
deha sahibi.
evvel: önce.
evvelce: daha önce.
hadde: s›n›ra, dereceye.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hamiyet-i milliye: millî duygu ve
hislerin muhafaza edilmesi için
yap›lan çaba.
harikulâde: ola¤anüstü.
haslet: huy, özellik.
heba: bofl, beyhude, faydas›z.
hiss-i uhuvvet: kardefllik duygusu.
hissiyat-› âliye: yüce, yüksek
duygular
ihya: canland›rma, diriltme, ha-
2. Tarih bize gösteriyor ki, en büyük bir insan, hamiyet-i milliye, hiss-i uhuvvet, hiss-i muhabbet, hiss-i hürriyet gibi hissiyat-› umumiyeden bir veya iki veyahut üç
hissi ikaz etmeye muvaffak olur. Acaba evvelki zamanlar›n cehalet, flekavet, zulüm zulmetleri alt›nda gizli kalan
binlerce hissiyat-› âliyeyi, Ceziretü’l-Arab memleketinde,
yat verme.
imha: ortadan kald›rma,
mahvetme.
ink›lâp: de¤iflme, dönüflme.
inkiflaf: geliflme.
insaniyet: insanl›k, bütün insanlar.
istidat: kabiliyet, yetenek.
izale: yok etme, ortadan kald›rma.
kalbî: kalple ilgili, kalbe ait.
merhamet: ac›mak, flefkat
göstermek, korumak, esirgemek.
56 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muktebes: iktibas edilmifl,
al›nt› yap›lm›fl.
muvaffak: baflarm›fl, baflar›l›.
müteessir: üzgün.
ruhî: ruha ait, ruhla ilgili.
sabit: ispat edilmifl, ispatlanm›fl.
sa’y: ifl, çal›flma, çabalama.
serbestî: serbestlik.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
flefkat: karfl›l›ks›z sevgi besle-
me, içten ve karfl›l›ks›z merhamet.
flekavet: flakilik, eflk›yal›k,
haydutluk.
tarih-i âlem: dünya tarihi.
tatbik: uydurma, uygulama.
teflhir: ilân etme, herkese duyurma, gösterme.
umumî: genel.
vicdanî: vicdanla, kalbî his ile
ilgili, vicdana ait.
zulmet: karanl›k.
zulüm: haks›zl›k, eziyet, iflkence.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 57
bedevî ve da¤›n›k bir kavim içinde inkiflaf ettirmek, harikulâde de¤il midir? Evet, flems-i hakikatin ziyas›ndand›r.
Bu noktalar› akl›na sokamayan›n, Ceziretü’l-Arab’› biz
gözüne sokar›z.
Ey muannit! Ceziretü’l-Arab’a git, en büyük feylesoflardan yüz taneyi de intihap et, beraber götür. Onlar da
orada ahlâk›n ve maneviyat›n inkiflaf› hususunda çal›fls›nlar. Muhammed-i Arabînin o vahfletler zaman›nda o
vahflî bedevîlere verdi¤i cilây›, senin o feylesoflar›n flu
medeniyet ve terakkiyat devrinde yüzde bir nispetinde
verebilirler mi? Çünkü o zat›n yapt›¤› o cilâ, ‹lâhî, sabit,
lâyetegayyer bir cilâd›r ve onun büyük mu’cizelerinden
biridir.
Ve keza, bir iflte muvaffak›yet isteyen adam, Allah’›n
âdetlerine karfl› saffet ve muvafakatini muhafaza etsin ve
f›trat›n kanunlar›na kesb-i muarefe etsin ve hey’et-i içtimaiye rab›talar›na münasebet peyda etsin. Aksi takdirde, f›trat, adem-i muvafakatle cevap verecektir.
Ve keza, hey’et-i içtimaiyede, umumî cereyana muhalefet etmemek lâz›md›r. Muhalefet edildi¤i takdirde, dolab›n üstünden düfler, alt›nda kal›r. Binaenaleyh, o cereyanlarda, tevfik-i ‹lâhînin müsaadesine mazhariyeti dolay›s›yla, o dolab›n üstünde, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n hak ile mütemessik oldu¤u sabit olur.
Evet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n
getirdi¤i fleriat›n hakaik›, f›trat›n kanunlar›ndaki muvazeneyi muhafaza etmifltir. ‹çtimaiyat›n rab›talar›na lâz›m
adem-i muvafakat: raz› olmama, uyuflmamak.
âdet: kanun.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
bedevî: çölde ve iptidaî tarzda yaflayan, medenî olmayan.
binaenaleyh: bundan dolay›,
bunun üzerine.
cereyan: ak›m, fikir, sanat veya siyaset hareketi.
Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›-
madas›.
cilâ: parlakl›k.
feylesof: felsefe ile u¤raflan,
filozof.
f›trat: yarat›l›fl, tabiat, mizaç,
huy.
hakaik: hakikatler, do¤rular,
gerçekler.
harikulâde: ola¤anüstü.
heyet-i içtimaiye: sosyal
toplum.
içtimaiyat: sosyal hayata ait
bilgi.
‹lâhî: Allah’la ilgili, Cenab-›
Hakka dair.
inkiflaf: geliflme.
intihap: seçme.
kavim: millet; aralar›nda dil,
âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
kesb-i muarefe: aflinal›k kazanma.
keza: böylece, ayn› flekilde.
lâyetegayyer: de¤iflmez, bozulmaz, ayn› hâlde kal›r.
maneviyat: mana âlemine
ait olanlar, hisse ve inanca ait
fleyler.
mazhariyet: nail olma, flereflenme.
medeniyet: ilim, teknik, sanayi
ve ticaretin nimetlerinden gerçek
anlamda yararlanarak, bolluk, güvenlik ve rahatl›k içinde yaflay›fl.
muannit: inatç›, ayak direyen.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muhafaza: koruma.
muhalefet: z›tl›k, ayk›r›l›k, ayr›l›k.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz
Muhammed (asm).
muvafakat: müsaade etme, kabul etme.
muvaffak›yet: baflar›.
muvazene: denge, ölçü.
müsaade: izin.
mütemessik: bir fleyi delil ve flahit gösteren, bir fleye dayanan.
nispetinde: oran›nda, ölçüsünde.
peyda: kurma, sa¤lama, elde
etme.
rab›ta: münasebet, alâka, ba¤.
sabit: dura¤an, de¤iflmeyen; ispatlanm›fl.
saffet: safl›k, halislik, temizlik,
pakl›k.
flems-i hakikat: hakikat günefli,
gerçe¤in parlakl›¤›.
fleriat: ‹slâm dini ve prensipleri.
terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler.
tevfik-i ‹lâhî: Cenab-› Hakk›n insan› do¤ru yola lütfu ile sevk etmesi, baflar›l› k›lmas›.
umumî: genel.
vahflet: ürkütücü ve korkunç
olan fley.
vahflî: yabanî, ürkütücü ve korkunç olan.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 57
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
âdât: âdetler, görenekler, al›flkanl›klar, gelenekler.
âdet: görenek, usul, al›flkanl›k.
âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
amil: sebep, etken.
asa-i Mûsa: Hz. Mûsa’n›n (a.s.)
asas›; Hz. Mûsa’n›n yere at›ld›¤›nda büyük bir ejderhaya (y›lan)
dönüflebilen, sihirbazlar› ma¤lûp
eden ve tafla vuruldu¤unda Cenab-› Hakk›n izniyle su f›flk›rtan
ve kendisine mu’cize olarak verilmifl de¤ne¤i.
cevher-i insaniyet: insanl›k cevheri, insanl›k hasletleri, özellikleri.
delâlet: delil olma, gösterme; alamet, iflaret.
devlet-i ‹slâmiye: ‹slâm devleti.
ecdat: dedeler, büyük babalar,
atalar.
efkâr-› amme: genelin, umumun,
düflünceleri, umuma ait düflünce,
kamuoyu.
evc-i medeniyet: medeniyetin
en üst derecesi.
fesat: fenal›k, kötülük, arabozanl›k.
f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan
olan.
galebe: galip gelme, yenme, üstünlük.
garp: güneflin batt›¤› taraf, bat›.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hâkimiyet: hâkim olufl, hükmedifl, egemenlik.
hissiyat: hisler, duygular.
içtimaiyat: sosyal hayata ait bilgi.
ihlâl: bozma, zarar verme.
ihtilâl: bozulma, kar›fl›kl›k, intizams›zl›k.
istilâ: kaplama, yay›lma.
itminan: inanma, güvenme, gönül rahatl›¤› içinde tereddütsüz
kabul etme.
ittisal: bitiflme, birleflme.
izhar: gösterme, a盤a vurma.
kasavet: kat›l›k.
kemal-i vüsuk: inanman›n son
derecesi, tam bir itimat.
macera: olup biten, cereyan
eden, bafltan geçen fley.
makam: yer, mevki.
malik: sahip.
meslek: gidifl, tutulan yol, sistem.
mevki: durum, vaziyet.
meyil: taraftarl›k.
muallim: ders veren, ö¤reten.
Muhammedü’l-Haflimî: Haflimîo¤ullar›ndan olan Hz. Muhammed
(a.s.m).
Page 58
gelen münasebetleri ihlâl etmemifltir. Zaman uzad›kça,
aralar›nda ittisal peyda olmufltur. Bundan anlafl›l›r ki; ‹slâmiyet, nev-i befler için f›trî bir dindir ve içtimaiyat› tezelzülden vikaye eden yegâne bir amildir.
Bu Nükteler ile flu Noktalar› nazara al, Muhammed-i
Haflimî Aleyhissalâtü Vesselâma bak. O zat, ümmîli¤iyle
beraber, bir kuvvete malik de¤ildi. Ne onun ve ne de ecdad›n›n bir hâkimiyetleri sebkat etmemiflti; bir hâkimiyete, bir saltanata meyilleri yoktu. Böyle bir vaziyette iken,
mühim bir makamda, tehlikeli bir mevkide, kemal-i vüsuk ve itminan ile, büyük bir ifle teflebbüs etti; bütün efkâr-› ammeye galebe çald›, bütün ruhlara kendisini sevdirdi, bütün tabiatlar›n üstüne ç›kt›; kalplerden bütün
vahflet âdetlerini, çirkin ahlâklar› kald›rarak, pek yüksek
âdât ve güzel ahlâk› tesis etti; vahfletin çöllerinde sönmüfl
olan kalplerdeki kasaveti ince hissiyatla tebdil ettirdi ve
cevher-i insaniyeti izhar etti. Onlar›, o vahflet köflelerinden ç›kararak, evc-i medeniyete yükseltti ve onlar› o zamana, o âleme muallim yapt›. Ve onlara öyle bir devlet
teflkil etti ki, sahirlerin sihirlerini yutan asa-i Mûsa gibi,
baflka zalim devletleri yuttu; ve nev-i befleri istilâ eden zulüm, fesat, ihtilâl, flekavet rab›talar›n› yakt›, y›kt› ve az bir
zamanda devlet-i ‹slâmiyeyi flarktan garba kadar tevsi ettirdi. Acaba, o zat›n flu maceras›, onun mesle¤i hak ve
hakikat oldu¤una delâlet etmez mi?
‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 160-166.
‚è
mühim: önemli, ehemmiyetli.
münasebet: ilgi, alâka, yak›nl›k.
nazar: dikkat, bak›fl.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
peyda: kurma, sa¤lama.
rab›ta: münasebet, alâka,
ba¤.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n
temeli ve sebebi olan manevî
varl›k.
sahir: sihir yapan, sihirbaz,
58 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
büyücü.
saltanat: sultanl›k, padiflahl›k,
hükümdarl›k.
sebkat: geçme, ilerleme.
flark: güneflin do¤du¤u yön,
do¤u.
flekavet: flakilik, eflk›yal›k,
haydutluk.
tabiat: yarat›l›fl, huy, karakter, seciye, mizaç.
tebdil: de¤ifltirme, dönüfltürme.
tesis: kurma, meydana getirme.
teflebbüs: kalk›flma.
teflkil: oluflturma, flekillendirme.
tevsi: geniflletme.
tezelzül: sars›nt›.
ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl.
vahflet: yabanîlik, vahflîlik.
vaziyet: durum.
vikaye: koruma, sahip ç›kma.
yegâne: biricik, tek, yaln›z.
zalim: merhametsiz, gaddar.
zulüm: haks›zl›k, eziyet, iflkence.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 59
PEYGAMBER EFEND‹M‹Z‹N (A.S.M.) R‹SALET‹NE
H‹ÇB‹R fiÜPHE G‹REMEZ
Fakat bazen cüz’î ve hususî bir hâdise büyük bir âlemi
istilâ eder. Hangi köflede dinlenilse, o hâdise iflitilir. Ve
bazen de büyük tahflidat, düflman›n kuvvetine karfl› de¤il, belki izhar-› haflmet için yap›l›r. Meselâ, hâdise-i Muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i Kur’ân’›n hâdise-i kudsiyesi, umum semavat memleketinde, hatta o memleketin
her köflesinde en mühim bir hâdise oldu¤undan, do¤rudan do¤ruya çok uzak ve çok yüksek olan koca semavat›n burçlar›na nöbettarlar dizilip, y›ld›zlardan manc›n›klar› atarak casus fleytanlar› tard ve defediyorlar vaziyetinde
göstermek ve ifade etmekle, vahy-i Kur’ânînin derece-i
haflmetini ve flaflaa-i saltanat›n› ve hiçbir cihette flüphe
girmeyen derece-i hakkaniyetini ilâna bir iflaret-i Rabbaniye olarak, o vakitte ve o as›rda daha ziyade y›ld›zlar düflürülüyormufl ve at›l›yormufl. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan dahi, o ilân-› tekviniyeyi tercüme edip ilân ediyor ve o iflaret-i semaviyeye iflaret eder.
Evet, bir melâikenin üfürmesiyle uçurulabilir olan o
casus fleytanlar› böyle iflaret-i azîme-i semaviye ile, melâikelerle mübareze ettirmek, elbette o vahy-i Kur’ânînin
haflmet-i saltanat›n› göstermek içindir. Hem bu haflmetli
olan beyan-› Kur’ânî ve azametli tahflidat-› semaviye ise,
cinnîlerin, fleytanlar›n, semavat ehlini mübarezeye ve
müdafaaya sevk edecek bir iktidarlar›, bir müdahaleleri
bulundu¤unu ifade için de¤il, belki kalb-i Muhammedîden (a.s.m.) tâ semavat âlemine, tâ Arfl-› Azama kadar
âlem: dünya, cihan; bütün
yarat›lm›fllar.
Arfl-› Azam: en büyük arfl, Allah’›n kat›, Cenab-› Hakk›n
kudret ve saltanat›n›n en büyük dairesi.
azamet: büyük, ulu, yüce.
beyan-› Kur’ânî: Kur’ân’a ait
beyan, Kur’ân’›n beyan ve ifadesi. Kur’ân’a ait belâgatin;
hakikat, mecaz, kinaye, teflbih ve istiareleri.
burç: günefl sisteminde yer
alan on iki tak›m y›ld›z›n her
biri.
casus: hafiye, gizli haberleri
ö¤renerek veya s›rlar› çözerek heber veren çafl›t.
cihet: sebep, vesile, mucip,
bahane.
cinnî: cin taifesinden olan.
cüz’î: küçük, az.
def: kovma, uzaklaflt›rma.
derece-i hakkaniyet: do¤ruluk, gerçekçilik derecesi.
derece-i haflmet: ihtiflam,
azamet ve heybetin derecesi.
ehil: bir yerde oturan.
hâdise: olay.
hâdise-i Muhammediye: Hz.
Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i ve mucizeleri.
haflmet-i saltanat: saltanat›n›n haflmeti, ihtiflam›, göz kamaflt›ran güzelli¤i.
haflmetli: ihtiflaml›, gösteriflli,
heybetli.
hususî: özel.
iktidar: güç yetme, bir ifli gerçeklefltirmek için gereken
kuvvet.
ilân: yayma, duyurma, bildir-
me.
istilâ: ele geçirme, kaplama, yay›lma.
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: Aç›klamalar›yla, ak›llar› “benzerini yapmak”tan aciz b›rakan Kur’ân-› Kerim.
manc›n›k: eskiden kale kuflatmalar›nda a¤›r tafllar f›rlatmak için
kullan›lan, bir ucunda bir kepçe,
öbür ucunda da bir karfl› a¤›rl›k
bulunan kald›raç biçimindeki eski
bir savafl aleti.
melâike: melekler.
meselâ: örne¤in.
mübareze: çat›flma, kavga.
müdafaa: savunma.
mühim: önemli, ehemmiyetli.
peygamber: Hazret-i Muhammed.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
semavat: semalar, gökler.
sevk: yöneltme.
flaflaa-i saltanat: Cenab-› Hakk›n
saltanat›n›n gösterifllili¤i.
tahflidat: y›¤malar, biriktirmeler,
toplamalar.
tahflidat-› semaviye: semaya ait
tahflidat.
tard: kovma, ç›karma, uzaklaflt›rma, sürme.
umum: bütün, hepsi.
vaziyet: durum.
ziyade: çok, fazla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 59
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
akval: sözler, lâflar, lâk›rd›lar.
befler: insan, insanl›k.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
cihet: görüfl, görüfl aç›s›.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
dava: takip edilen fikir, iddia.
edyan: dinler.
edyan-› semaviye: semavî dinler, Allah taraf›ndan gönderilmifl
olan hak dinler.
efaz›l-› befler: insanl›¤›n en faziletlileri.
enbiya: nebiler, peygamberler.
haber: bilgi, bilgilendirme.
hakaik-› gaybiye: gizli olan ve bilinmeyen gerçekler.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hakikat-i Muhammediye: Hz
Peygamberin manevî flahsiyeti,
‹slâmiyetin asl› ve esas›.
huzur-i Muhammedî: P e y g a mberin huzuru, sohbeti.
icma:
fikir
birli¤ii etme.
ihtiva: içine alma, kapsama.
istinat: dayanma, güvenme; delil
olarak kabul etme.
ittihat: birleflme, birlik oluflturma.
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla, ak›llar› “benzerini yapmak”tan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm.
medar-› bahis: söz konusu, bahsetmeye sebep olan, vesile olan.
melâike: melekler.
muazzam: ehemmiyetli, önemli.
mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
musaddak: tasdik edilmifl, do¤rulanm›fl, do¤rulu¤u kabul edilmifl.
muvaffak: baflarm›fl, baflar›l›.
mücehhez: teçhiz edilmifl, cihazland›r›lm›fl, donat›lm›fl.
müdahale: kar›flma, el atma, ara-
Page 60
olan uzun yolda, hiçbir yerde cin ve fleytan›n müdahaleleri olmamas›na iflaret için, vahy-i Kur’ânî, koca semavatta, umum melâikece medar-› bahis olan bir hakikattir
ki, bir derece ona temas etmek için, fleytanlar tâ semavata kadar ç›kmaya mecbur olup, hiçbir fleye muvaffak
olamayarak recmedilmesiyle iflaret ediyor ki, kalb-i Muhammedîye (a.s.m.) gelen vahiy ve huzur-i Muhammediyeye (a.s.m.) gelen Cebrail ve nazar-› Muhammedîye
(a.s.m.) görünen hakaik-› gaybiye, sa¤lam ve müstakimdir, hiçbir cihetle flüphe girmez diye, Kur’ân-› Mu’cizülbeyan, mu’cizâne haber veriyor.
Lem’alar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 669-671.
‚è
R‹SALET-‹ MUHAMMED‹YE (A.S.M.) BÜTÜN
ENB‹YANIN fiAHADET‹N‹ TAZAMMUN EDER
B‹R‹NC‹ BÜRHAN: Risalet ve ‹slâmiyetle mücehhez
olan hakikat-i Muhammediyedir ki; Risalet noktas›nda
en muazzam icma ve en vâsi tevatür s›rr›n› ihtiva eden
mecmu-i enbiyan›n flahadetini tazammun eder. Ve ‹slâmiyet cihetiyle, vahye istinat eden bütün edyan-› semaviyenin ruhunu ve tasdiklerini tafl›yor. ‹flte, bütün enbiyan›n flahadetiyle ve bütün edyan›n tasdikiyle ve bütün
mu’cizat›n›n teyidiyle, musaddak olan bütün akvaliyle,
vücut ve vahdet-i Sânii beflere gösteriyor. Demek, flu davada ittihat etmifl, bütün efaz›l-› befler nam›na o nuru
ya girme, sokulma.
müstakim: do¤ru, düz, düzgün.
nam: ad›na, yerine.
nur: ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k.
peygamber: Allah taraf›ndan
haber getirerek ‹lahî emir ve
yasaklar› insanlara tebli¤
eden elçi, nebi.
recim: tafla tutma, tafl ile vurma, tafllama.
risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik.
60 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz.
Muhammed’in (asm) peygamberli¤i.
semavat: semalar, gökler.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
tazammun: ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tevatür: içinde yalan ihtimali
bulunmayan ve birbirlerine
kuvvet veren haberlerden
oluflan büyük bir toplulu¤a
ait haber.
teyit: kuvvetlendirme, sa¤lamlaflt›rma; do¤ru ç›karma.
umum: bütün, herkes.
vahdet-i Sâni: her fleyi sanatla yaratan Allah’›n birli¤i.
vahiy: Cenab-› Hakk›n diledi¤i
hükümleri, s›rlar› ve hakikatleri peygamberlere bildirmesi.
vâsi: genifl, engin.
vücut: var olma, var olufl, varl›k.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 61
gösteriyor. Acaba, bu kadar tasdiklere mazhar, büyük,
derin, dürbün, safî, keskin, hakaikaflina bir gözün gördü¤ü hakikat, hakikat olmamak hiç ihtimali var m›?
Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 208.
‚è
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.), RESULLER‹N
EN EKMEL‹D‹R
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, ya resulullaht›r
ve bütün resullerin ekmeli ve bütün mahlûkat›n efdalidir;
veyahut—hâflâ, yüz bin defa hâflâ—Allah’a iftira etti¤i ve
Allah’› bilmedi¤i ve azab›na inanmad›¤› için, itikats›z, esfel-i safilîne sukut etmifl bir befler farz etmek (HAfi‹YE) lâz›m
gelir ki; bu ise, ey ‹blis, ne sen ve ne de güvendi¤in Avrupa feylesoflar› ve Asya münaf›klar› bunu diyemezsiniz
ve diyememiflsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememiflsiniz
ve demeyeceksiniz. Çünkü, bu fl›kk› dinleyecek ve kabul
edecek, dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendi¤in o
feylesoflar›n en müfsitleri ve o Asya münaf›klar›n›n en
vicdans›zlar› dahi diyorlar ki: “Muhammed-i Arabî
(a.s.m.) çok ak›ll› idi, çok güzel ahlâkl› idi.”
HAfi‹YE: Kur’ân-› Hakîm, kâfirlerin küfriyatlar›n› ve galiz tabiratlar›n› iptal etmek için zikretti¤ine istinaden, ehl-i dalâletin fikr-i küfrîlerinin bütün
bütün muhaliyetini ve bütün bütün çürüklü¤ünü göstermek için, flu tabirat› farz-› muhal suretinde titreyerek kullanmaya mecbur oldum.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
azap: eziyet, iflkence; büyük
s›k›nt›, fliddetli ac›.
befler: insan, insanl›k.
defa: kere, kez, yol.
dürbün: uzak gören, uza¤›
gösteren.
efdal: en faziletli, en üstün.
ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz
ve eksiksiz olan.
esfel-i safilîn: afla¤›lar›n en
afla¤›s›, Cehennemin en afla¤›
tabakas›.
farz: var kabul etme, var sayma.
feylesof: felsefe ile u¤raflan,
filozof.
hakaikaflina: gerçekleri bilen,
hakikatleri tan›yan.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hâflâ: asla, kat’iyen, hiç bir
vakit.
hafliye: dipnot.
iblis: fleytan.
iftira: asl› olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
baflkas›na yükleme.
ihtimal: olabilirlik.
itikat: inanç, iman.
mahlûkat: yarat›klar, Allah
taraf›ndan yarat›lanlar.
mazhar: nail olma, flereflenme.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (a.s.m).
müfsit: ifsat eden, bozucu,
bozan.
münaf›k: nifak sokan, iki yüz-
lülük eden, ara bozucu.
resul: yeni bir din veya yeni bir
kitap getirmifl olan peygamber,
kendisine kitap indirilmifl peygamber.
Resulullah: Allah’›n Resulü; Allah’›n gönderdi¤i peygamber; Hz.
Muhammed (a.s.m).
safî: samimî, halis, saf.
sükût: düflme, düflüfl, afla¤› inme.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
vicdan: insan›n içindeki, iyiyi kötüden ay›rabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 61
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 62
Madem, flu mesele iki fl›kka münhas›rd›r. Ve madem
ikinci fl›k muhaldir ve hiçbir kimse buna sahip ç›km›yor.
Ve madem kat’î hüccetlerle ispat ettik ki, ortas› yoktur.
Elbette, bizzarure, senin ve hizbüflfleytan›n ra¤m›na olarak, bilbedahe ve bihakkalyakîn, Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâm resulullaht›r ve bütün resullerin
ekmelidir, bütün mahlûkat›n efdalidir.
1
u¿BÉnérdGnh ¢pùrf’p rGhn p∂n∏nŸrG pOnón©pH oΩnÓ°sùdGnh oInÓ°südG p¬r«n∏nY
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 310.
‚è
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
bihakkalyakin: do¤rulu¤unda
asla flüphe olmayan hâl. hakikati
kesin bir flekilde bilerek, yaflar gibi kesin bilircesine.
bilbedahe: aç›ktan, aflikâr olarak.
bizzarure: zarurî olarak, ister istemez, mecburen.
cihet-i imkân: mümkün olma
yönü, imkân taraf›. bir fleyin olabilirlik taraf›, yönü.
efdal: en faziletli, en üstün.
ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan.
fiilen: fiille, davran›fl ve hareketle.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat-› Kur’âniye: Kur’ân’›n
hakikati, Kur’ân’›n ifade etti¤i gerçek.
hizbü’fl-fleytan: fleytan taraftarlar›.
hüccet: delil.
iman: inanç, itikat.
iman-› billâh: Allah’a inanma, Allah’›, onun kâinatta tecelli eden
bütün s›fat ve isimleriyle beraber
kabul ederek Ona inanma.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kat’iyet: kat’îlik, kesinlik.
madem: de¤il mi ki.
mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
mesele: konu.
muhal: imkâns›z.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.),
EN MÜKEMMEL ELÇ‹D‹R
Demek, iman-› billâh, kat’iyetiyle ve hadsiz hüccetleriyle
2
/¬p∏o°SoQhn /¬pÑoà`oµpHhn yani peygamberlere ve mukaddes ki
taplara iman› ispat eder.
• Hem, hiçbir cihet-i imkân› var m› ve hiç ak›l kabul
eder mi ki, bütün masnuat›yla kendini tan›tt›rana ve sevdirene ve teflekkürat› fiilen ve hâlen isteyene mukabil,
kâinat› velveleye veren hakikat-i Kur’âniye ile, zülcelâl o
Sanatkâr› ekmel bir tarzda tan›y›p ve tan›tt›r›p ve sevip
ve sevdirip ve teflekkür edip ve ettirip ve
1. Melekler, insanlar ve cinler adedince ona salât ve selâm eyle.
2. Bakara Suresi: 285.
Muhammed (a.s.m).
mukabil: karfl›l›k.
mukaddes: takdis edilmifl,
kutsal, aziz, temiz.
münhas›r: hasredilmifl, ayr›lm›fl, bir fleye veya kimseye
mahsus.
peygamber: Allah taraf›ndan
haber getirerek ‹lâhî emir ve
yasaklar› insanlara tebli¤
62 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
eden elçi, nebî.
ra¤m›na: ona ra¤men, inad›na, z›dd›na.
resul: Allah’›n elçisi, peygamber.
Resulullah: Allah’›n Resulü;
Allah’›n gönderdi¤i peygamber; Hz. Muhammed (a.s.m).
sanatkâr: sanatç›, usta.
fl›k: madde, seçenek, alterna-
tif.
tarz: biçim, flekil.
teflekkürat:
teflekkürler,
minnet, memnuniyet ve flükür ifade etmeler.
velvele: gürültü, pat›rt›, yaygara.
Zülcelâl: celâl sahibi, büyüklük, izzet, heybet ve azamet
sahibi Allah.
-
HZ MUHAMMED 01
1
7/1/06
11:46 AM
Page 63
oônÑrcnG *nG @ ! oórªnërdnG @ $G n¿ÉnërÑ°oS
’ler ile küre-i arz›
semavata iflittirecek derecede konuflturup ve kara ve
denizleri cezbeye getirecek bir vaziyetle, bin üç yüz sene
zarf›nda, nev-i beflerin kemiyeten beflten birisini ve keyfiyeten ve insaniyeten yar›s›n› arkas›na al›p, o Hâl›k’›n
bütün tezahürat-› rububiyetine genifl ve külli bir ubudiyetle mukabele eden ve bütün makas›d-› ‹lâhiyesine karfl›
Kur’ân’›n sureleriyle kâinata ve as›rlara ba¤›ran, ders
veren, dellâll›k eden ve nev-i insan›n flerefini ve k›ymetini ve vazifesini gösteren ve bin mu’cizat›yla tasdik edilen
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, en müntehap mahlûku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resulü olmas›n?
Hâflâ ve kellâ, yüz bin defa hâflâ!
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 375-376.
‚è
‹SM-‹ HAKEM VE HAKÎM R‹SALET‹ GEREKT‹R‹R
‹kinci Mesele: ‹sm-i Hakem ve Hakîm, bedahet derecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir.
Evet, madem gayet manidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini
görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir sanat, teflhirci bir dellâl ister. Elbette, her bir
1. Allah her türlü kusur ve noksandan uzakt›r. · Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve flükür Allah’a mahsustur. · Allah en büyüktür, en yücedir.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
Allahü Ekber: Allah en büyük
ve en yücedir.
as›r: yüzy›l.
bedahet: görünür, aç›k.
cemal: güzellik.
cezbe: çekme, çekim; heyecan, coflkunluk.
defa: kere, kez, yol.
delâlet: delil olma, gösterme;
alâmet, iflaret.
dellâl: ilân edici; hakka davet
eden.
elhamdülillâh: Allah’a hamd
olsun, hamd Allah’a aittir.
gayet: son derece.
Hâl›k: yarat›c›, Allah (cc).
hâflâ: asla, kat’iyen, hiç bir
vakit.
iktiza: gerek, lüzum.
insaniyeten: insanl›k bak›m›ndan, insanl›k mahiyeti itibar›yla.
ism-i Hakem: Cenab-› Hakk›n
hakl› ile haks›z› ay›ran ve her
ifli hikmete göre yapan anlam›nda ismi.
ism-i Hakîm: Hakîm ismi; Cenab-› Hakk›n hikmetle, faydalar› takip ederek ifl gören manas›ndaki ismi.
istilzam: gerekli görme, lüzumlu
görme.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kellâ: hiç bir zaman, asla,
kat’iyen, kesinlikle.
kemal: olgunluk, fazilet.
kemiyeten: say› itibar›yla, say›ca.
keyfiyeten: keyfiyet yönünden,
nitelik ve özellik bak›m›ndan.
k›ymet: de¤er.
küllî: bütüne ait olan, umumî, genel.
küre-i arz: yer küre, dünya.
madem: de¤il mi ki.
mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan
yarat›lm›fl olan.
makas›d-› ‹lâhiye: Allah’›n maksatlar›, yarat›c›n›n gayeleri.
manidar: anlaml›, manal›, mana
tafl›yan.
mesele: konu.
muallim: ders veren, ö¤reten.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mukabele: karfl›l›k.
müntehap: seçkin, güzide, mümtaz.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nev-i insan: insan türü, insano¤lu.
resul: yeni bir din veya yeni bir
kitap getirmifl olan peygamber,
kendisine kitap indirilmifl peygamber.
Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m).
risalet: elçilik, nebîlik, resullük,
peygamber olarak gönderilme,
peygamberlik.
semavat: semalar, gökler.
sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤›
114 bölümden her biri.
sübhanallah: Allah her türlü eksiklikten uzak ve bütün üstün s›fatlara sahiptir demek, tesbih etmek.
fleref: onur, haysiyet.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
teflhir: ilân etme, herkese duyurma, gösterme.
tezahür-i rububiyet: Cenab-›
Hakk›n terbiye, tedbir ve idare
edicili¤inin ortaya ç›kmas›, görünmesi.
ubudiyet: kulluk.
vaziyet: durum.
zarf›nda: süresince.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 63
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
arz: yer, dünya.
bahir: deniz.
ber: yeryüzü, kara.
bilmüflahede: görerek, bizzat flahit olarak.
cemal-i esma: isimlerin güzelli¤i;
Cenab-› Allah’›n isimlerinin güzelli¤i ve güzelli¤inin par›lt›lar›.
cezbe: çekme, çekim; heyecan,
coflkunluk.
ehemmiyet: önem, de¤er, k›ymet.
ehl-i ak›l: ak›ll› olanlar, ak›l sahipleri.
ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan.
gayet: son derece.
hakikî: gerçek.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hikmet: ‹lâhî gaye, yüksek bilgi.
hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl.
husul: hâs›l olma, meydana gelme, peyda olma.
irade: dileme, isteme, bir fleyi yap›p yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
istilzam: gerektirme.
izhar: gösterme, a盤a vurma.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kemal-i sanat: sanattaki mükemmellik.
kitab-› kebir-i kâinat: büyük kâinat kitab›.
kudsî: mukaddes, yüce.
Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân.
mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan
yarat›lm›fl olan.
makas›d-› ‹lâhiye: Allah’›n maksatlar›, yarat›c›n›n gayeleri.
makas›d-› Rabbaniye: terbiye
edici olan Cenab-› Hakk›n maksatlar›.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley, mahlûklar.
muallim-i ekber: en büyük muallim, en büyük ö¤retici.
muhatap: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse.
mukabele: karfl›l›k.
nam: ad›na, yerine.
nazar: bak›fl, dikkat.
Page 64
harfinde yüzer manalar, hikmetler bulunan bu kitab-› kebir-i kâinat›n muhatab› olan nev-i insan içinde, elbette
bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki,
o kitapta bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek;
belki kâinat›n hilkatindeki makas›d-› Rabbaniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak; ve umum kâinatta
Hâl›k taraf›ndan gayet ehemmiyetle izhar›n› irade etti¤i
kemal-i sanat›n›, cemal-i esmas›n› bildirecek, âyinedarl›k
edecek.
Ve o Hâl›k, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîfluur mahlûklar›ndan mukabele istedi¤inden, o zîfluurlar›n nam›na birisi o genifl tezahürat-› rububiyete karfl›
genifl bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek, semavat ve arz› ç›nlatacak bir velvele-i teflhir ve takdis ile o zîfluurlar›n nazar›n› o sanatlar›n Sâniine çevirecek; ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i
akl›n kulaklar›n› kendine çevirecek bir Kur’ân-› Azîmüflflan’la, o Sâni-i Hakem-i Hakîm’in makas›d-› ‹lâhiyesini
en güzel bir surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin
tezahürüne ve tezahürat-› cemaliye ve celâliyesine karfl›
en ekmel bir mukabele edecek bir zat, güneflin vücudu
gibi bu kâinata lâz›md›r, zarurîdir. Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüflahede, Resul-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmd›r.
Öyle ise, günefl ziyay›, ziya gündüzü istilzam etti¤i derecede, kâinattaki hikmetler risalet-i Ahmediyeyi istilzam
eder.
nev-i insan: insan türü, insano¤lu.
rehber-i ekmel: en mükemmel rehber.
Resul-i Ekrem: çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (a.s.m).
risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m) peygamberli¤i.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak
yaratan Allah.
semavat: semalar, gökler.
suret: biçim, flekil, tarz.
64 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
takdis: yüceltme, mukaddes
sayma, kudsî ve mübarek
sayma.
talimat: talimler, e¤itimler;
bir ifl hakk›nda hareket tarz›n› bildiren emirler.
tezahür: görünme, belirme,
ortaya ç›kma.
tezahürat-› cemaliye: Allah’›n Cemâl s›fât›n›n tezahürleri; Allah’›n güzelli¤inin, lütuf
ve iyiliklerinin görünüflleri, ortaya ç›k›fllar›.
tezahür-i rububiyet: Cenab-›
Hakk›n terbiye, tedbir ve idare edicili¤inin ortaya ç›kmas›,
görünmesi.
ubudiyet: kulluk.
umum: bütün, hepsi.
vazife: görev.
vesile: bahane, sebep.
zarurî: zorunlu.
zat: flahsiyet.
zîfluur: fluurlu, fluur sahibi.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur.
zuhur: görünme, meydana
ç›kma.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 65
Evet, nas›l ki ism-i Hakem ve Hakîm’in cilve-i azam›
ile, azamî derecede risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor; öyle de, Esma-i Hüsnadan Allah, Rahman, Rahîm, Vedûd,
Mün’im, Kerîm, Cemîl, Rab gibi çok isimlerin her biri,
kâinatta görünen bir cilve-i azamla, azamî derecede ve
mertebe-i kat’iyette risalet-i Ahmediyeyi istilzam ederler.
Meselâ, ism-i Rahman’›n cilvesi olan rahmet-i vâsia, o
Rahmeten Lilâlemîn ile tezahür eder.
Ve ism-i Vedûd’un cilvesi olan tahabbüb-i ‹lâhî ve tearrüf-i Rabbanî, o Habib-i Rabbülâlemîn ile netice verir,
mukabele görür.
Ve ism-i Cemîl’in bir cilvesi olan bütün cemaller, yani
cemal-i zat, cemal-i esma, cemal-i sanat, cemal-i masnuat o âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir.
Ve haflmet-i rububiyetin ve saltanat-› ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-› saltanat-› rububiyet olan zat-› Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlafl›l›r, tasdik edilir.
Ve hakeza, bu misaller gibi, ekser Esma-i Hüsnan›n
her biri, risalet-i Ahmediyeye birer parlak bürhand›r.
E l h â s › l: Madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor;
elbette kâinat›n renkleri, ziynetleri, ›fl›klar›, ziyalar›, sanatlar›, hayatlar›, rab›talar› hükmünde olan hikmet, inayet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meflhut
hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez.
âyine-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m) hâl ve tav›rlar›nda görülen güzellik.
azamî: en fazla, en çok, nihayet derecede.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
cemal: güzellik.
cemal-i esma: isimlerin güzelli¤i; Cenab-› Allah’›n isimlerinin güzelli¤i ve güzelli¤inin
par›lt›lar›.
cemal-i masnuat: Cenab-› Allah’›n sanatl› olarak yaratt›¤›
varl›klardaki güzellik.
cemal-i sanat: sanat›n güzelli¤i.
cemal-i Zatî: Allah’›n zat›na
mahsus güzellik.
Cemîl: güzellik sahibi olan
zat, Allah.
cilve: tecelli, görüntü.
cilve-i azam: en büyük tecelli, en büyük Rabbanî cilve.
dellâl-› saltanat: saltanat›n
ilânc›s›.
elhâs›l: k›sacas›.
Esma-i Hüsna: Allah’›n güzel
isimleri.
Habib-i
Rabbülâlemîn:
Âlemlerin Rabbi olan Allah’›n
habibi, sevgilisi, Hz. Muhammed (a.s.m).
hakeza: böylece, bunun gibi.
haflmet-i rububiyet: rabl›¤›n,
idare ve terbiye edicili¤in
haflmeti, heybeti, büyüklü¤ü.
hikmet: ‹lâhî gaye, yüksek
bilgi.
iktiza: gerek, lüzum.
inayet: yard›m, ihsan, lütuf.
inkâr: Allah’›n varl›¤›n›, birli¤ini kabul etmeme; reddetme.
ism-i Hakem: Cenab-› Hakk›n
hakl› ile haks›z› ay›ran ve her ifli
hikmetle yapan Hakem ismi.
ism-i Hakîm: Cenab-› Hakk›n hikmetle, faydalar› takip ederek ifl
gören Hakîm ismi.
ism-i Rahman: Rahman ismi, bütün mahlûkat› rahmet ve merhametle kuflatan ve kendisine itaat
eden-etmeyen diye ay›rt etmeden herkese her türlü ihsanda
bulunan manas›nda Cenab-› Hakka ait isim.
ism-i Vedûd: seven ve sevilen
manas›nda Cenab-› Hakk›n bir ismi.
istilzam: gerektirme.
Kerîm: yaratt›klar›na karfl›l›k
beklemeden ba¤›flta bulunan, nimetler ihsan eden Allah.
meflhut: gözle görülen, müflahede olunan.
mizan: ölçü, denge.
Mün’im: nimet veren, ikram
eden, Allah.
nizam: düzen, düzgünlük.
Rab: besleyen, yetifltiren, ›slah ve
terbiye eden Allah.
rab›ta: münasebet, alâka, ba¤.
Rahîm: merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen, koruyan, ac›yan Allah.
Rahman: sonsuz merhamet sahibi ve flefkatle bütün varl›klar› r›z›kland›ran Allah.
rahmet: Allah’›n kullar›n› esirgemesi, merhameti.
Rahmeten li’l-Âlemîn: bütün
âlemlere rahmet olan, Hz. Muhammed (a.s.m).
rahmet-i vâsia: bütün mahlûkat›
içine alan genifllikte ve bol rahmet.
risalet: elçilik, peygamberlik.
risalet-i Ahmediye: Peygamber
Efendimizin (a.s.m) elçi oluflu.
rububiyet: Cenab-› Allah’›n her
zaman, her yerde, her mahlûka
muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi,
terbiye, tedbir ve malikiyeti ve
besleyicili¤i keyfiyeti.
saltanat-› ulûhiyet: kâinatta flerik, ortak kabul etmeyen ‹lâhî saltanat.
tearrüf-i Rabbanî: Cenab-› Allah’›n kendini tan›tmas›, bildirmesi.
tahabbüb-i ‹lâhî: Allah’› sevme,
Allah sevgisi.
tezahür: görünme, belirme.
Vedûd: çok flefkatli olan ve çok
sevgi beslenen, seven ve sevilen
Allah.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur.
ziynet: süs.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 65
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 66
Madem bu s›fatlar›n, fiillerin inkâr› mümkün de¤ildir;
elbette o s›fatlar›n mevsufu ve o fiillerin faili ve o ziyalar›n günefli olan Zat-› Va c i bü’l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Ra hîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkâr› kabil olmaz. Ve elbette o s›fatlar›n ve o fiillerin medar-› zuhurlar›, belki medar-› kemalleri, belki medar-› tahakkuklar› olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve
dellâl-› azam ve t›ls›m-› kâinat›n keflflaf› ve âyine-i Samedanî ve habib-i Rahmanî olan Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm›n risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i
hakikatin ve hakikat-i kâinat›n ziyalar› gibi, bunun risaleti dahi, kâinat›n en parlak bir ziyas›d›r.
Adl: her fleyi adaletli bir flekilde
idare eden Allah.
âlem-i hakikat: hakikat âlemi,
gerçeklik dünyas›.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
âyine-i Samedanî: en genifl bir
kulluk vazifesiyle ‹lâhî r›zaya âyinedarl›k eden Hz. Muhammed
(a.s.m).
Cemîl: güzellik sahibi olan zat, Allah.
cihet: yön, sebep, vesile.
dellâl-› azam: en büyük delil ve
ispat, en büyük ilân edici.
fail: ifli yapan, fiili iflleyen, yapan,
eden iflleyen.
fiil: ifl, hareket.
Habib-i Rahman: rahmet ve
merhamet sahibi olan Allah’›n
sevgili peygamberi; Hz. Muhammed (a.s.m).
Hakem: hakl› ile haks›z› ay›ran ve
her ifli hikmete göre olan Cenab-›
Hak.
hakikat-i kâinat: yarat›lm›fllar›n,
nesnelerin gerçe¤i, asl›.
Hakîm: hikmet sahibi, çok bilgili,
bilge.
inkâr: Allah’›n varl›¤›na, birli¤ine
inanmama, kabul ve tasdik etmeme.
kabil: mümkün, ihtimal dairesinde.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
Kerîm: ihsan ve ikram› bol olan
Allah.
keflflaf: keflfeden, gizli bir fleyi
meydana ç›karan.
madem: de¤il mi ki.
medar-› kemal: olgunluk vesilesi,
mükemmellik sebebi.
medar-› tahakkuk: ortaya ç›k-
pOnón©pH oΩnÓs°ùdGnh oInÓs°üdG p¬pÑrën°Unh /¬dp 'G ¤n=' Y hn p¬r«n∏nY
1
2
pΩÉnf’n rG päGsQnPhn pΩÉsjn’rG päGnôp°TÉnY
oº«/µn`◊r G oº«/∏n©rdG nârfnG n∂sfpG BÉnænàrªs∏nY Éne ’s pG BÉnænd nºr∏pY '’ n∂nfÉnërÑ°oS
Lem’alar, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 890-892.
®
1. Günlerin aflireleri ve mahlûkat›n zerreleri adedince, ona ve Âl ve Ashab›na salât ve selâm
olsun.
2. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara
Suresi: 32.)
maya sebep olan.
merhametli olan, esirgeyen,
medar-› zuhur: görünme se- koruyan, ac›yan Allah.
bebi, olmaya ve ç›kmaya se- rehber-i ekber: en büyük
bep.
rehber.
mevsuf: vas›flanm›fl, nitelen- risalet: elçilik, nebîlik, resulmifl.
lük, peygamber olarak gönRahîm: merhamet eden, çok derilme, peygamberlik.
66 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
s›fat: vas›f, nitelik.
t›ls›m-› kâinat: kâinat›n t›ls›m›, evrenin gizli s›rr›.
Zat-› Vacibü’l-Vücud: varl›¤›
mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 67
Ubudiyet-i Ahmediye (a.s.m.)
AYETÜ’L-KÜBRA R‹SALES‹N‹N
Risalet-i Ahmediyeden Bahseden
On Alt›nc› Mertebesi
Sonra, o dünya seyyah› kendi akl›na dedi ki:
“Madem bu kâinat›n mevcudat›yla Malik’imi ve Hâl›k’›m› ar›yorum; elbette her fleyden evvel bu mevcudat›n
en meflhuru ve a’dâs›n›n tasdikiyle dahi en mükemmeli
ve en büyük kumandan› ve en namdar hâkimi ve sözce
en yükse¤i ve ak›lca en parla¤› ve on dört asr› fazileti ile
ve Kur’ân’› ile ›fl›kland›ran Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› ziyaret etmek ve arad›¤›m› ondan sormak için Asr-› Saadete beraber gitmeliyiz” diyerek, akl›yla beraber o asra girdi, gördü ki:
O as›r, hakikaten, o zat (a.s.m.) ile bir saadet-i befleriye asr› olmufl. Çünkü, en bedevî, ve en ümmî bir kavmi,
getirdi¤i nur vas›tas›yla, k›sa bir zamanda dünyaya üstat
ve hâkim eylemifl.
Hem kendi akl›na dedi: “Biz, en evvel bu fevkalâde zat›n (a.s.m.) bir derece k›ymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbarat›n›n do¤rulu¤unu bilmeliyiz. Sonra Hâl›k’›m›z› ondan sormal›y›z” diyerek taharriye bafllad›.
Buldu¤u hadsiz kat’î delillerden, burada, yaln›z dokuz
küllîlerine birer k›sa iflaret edilecek.
a’dâ: düflmanlar.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun.
as›r: yüzy›l, ça¤.
Asr-› Saadet: mutluluk asr›;
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamber olarak
dünyada bulundu¤u devir.
bahsetmek: söz etmek, anlatmak.
bedevî: göçebe, çölde yaflayan, medenî olmayan.
delil: bir davay›, meseleyi is-
pata yarayan fley.
evvel: önce.
fazilet: kifliyi ahlâkl›, iyi hareket etmeye yönelten manevî
kuvvet, erdem; iyi ahlâk, iyi
huy.
fevkalâde: ola¤anüstü, çok
üstün.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikaten: gerçekten.
hâkim: hükmeden, amir, idareci.
hakkaniyet: do¤ruluk.
Hâl›k: yoktan yaratan, her
fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
ihbarat: haber vermeler, bildirmeler.
ilhak etmek: ilâve etmek,
eklemek.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler,
varl›klar.
kat’î: kesin.
kavim: insan toplulu¤u.
k›ymet: de¤er.
kumandan: komutan.
külliyet: bütünlük, umumîlik,
genellik.
makam: yer.
Malik: her fleyin gerçek sahibi
olan Allah.
mertebe: derece, basamak.
meflhur: tan›nm›fl, herkesin bildi¤i, flöhretli, ünlü.
mevcudat: var olan her fley, varl›klar.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz Hz.
Muhammed.
münasebet: iki fley aras›ndaki
uygunluk; ilgi, alâka.
namdar: nam sahibi; flan ve flöhret sahibi.
nur: ›fl›k, ayd›nl›k.
risalet-i Ahmediye: Peygamber
efendimizin peygamberli¤i.
saadet-i befleriye: insanl›¤›n
mutlulu¤u.
seyyah: yolcu, gezgin.
taharri: araflt›rma.
tasdik: do¤rulu¤unu kabul etme,
do¤rulama, onaylama.
ümmî: okuma yazmas› olmayan.
üstat: ö¤retici, ö¤retmen.
vas›ta: arac›l›k.
zat: flah›s, kifli, fert.
ziyaret etmek: görmeye gitmek.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 67
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 68
B i r i n c i s i : Bu zatta (a.s.m.), hatta düflmanlar›n›n tasdikiyle dahi, bütün güzel huylar›n ve hasletlerin bulunmas›; ve
a’dâ: düflmanlar.
ahlâk-› hasene: güzel ahlâk, güzel huy.
as›r: ça¤, yüzy›l.
ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi.
beyan etmek: anlatmak, aç›klamak, bildirmek.
delil: bir davay›, meseleyi ispata
yarayan fley.
ferman: emir, buyruk.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
haslet: huy, meziyet; güzel huy,
iyi özellik.
havale etmek: bir ifli veya bir fleyi baflka birine b›rakmak.
huy: yarat›l›fltan olan karakter,
mizaç, ahlâk.
kabil: olabilir, mümkün; kabul
eden.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kamer: ay.
kat’î: kesin, flüphesiz.
kemalât: faziletler, mükemmellikler; insandaki ahlâk ve huy güzellikleri.
keramet: Allah’›n velî kullar›nda
görülen ola¤anüstü hâller veya
tabiatüstü hâdiseler.
Kevser: Cennette bulunan bir
akarsu.
kifayet: yeter, yetme, yeterlilik.
Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân.
mu’cizat: mu’cizeler; Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mu’cizat-› bâhire: apaç›k mu’cizeler.
mu’cizat-› Kur’âniye: Kur’ân’›n
mu’cizeleri.
mu’cizat-› Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in gösterdi¤i mu’cizeler.
2
»'eQn %G øs pµ'dhn â
n «r neQn rPpG â
n «r neQn Énehn @ ôo nªn≤rdG ≥s n°ûrfGnh
1
ayetlerinin sarahatiyle, bir parma¤›n›n iflaretiyle kamer
iki parça olmas›; ve bir avucu ile a’dâs›n›n ordusuna att›¤› az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle
kaçmalar›; ve susuz kalm›fl kendi ordusuna, befl parma¤›ndan akan Kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde
içirmesi gibi, nass-› kat’î ile ve bir k›sm› tevatür ile yüzer
mu’cizat›n onun elinde zahir olmas›d›r. Bu mu’cizat›n üç
yüzden ziyade bir k›sm›, On Dokuzuncu Mektup Mu’cizat-› Ahmediye (a.s.m.) nam›ndaki harika ve kerametli
bir risalede kat’î delilleriyle beraber beyan edildi¤inden,
onlar› ona havale ederek dedi ki:
“Bu kadar ahlâk-› hasene ve kemalâtlâ beraber, bu kadar mu’cizat-› bâhiresi bulunan bir zat (a.s.m.), elbette en
do¤ru sözlüdür. Ahlâks›zlar›n ifli olan hileye, yalana, yanl›fla tenezzül etmesi kabil de¤il.”
‹ k i n c i s i : Elinde, bu kâinat Sahibinin bir ferman› bulundu¤u ve o ferman› her as›rda üç yüz milyondan ziyade insanlar›n onu kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman
olan Kur’ân-› Azîmüflflan’›n, yedi vecihle harika olmas›d›r. Ve bu Kur’ân’›n, k›rk vecihle mu’cize oldu¤unu ve
Kâinat Hâl›k›n›n sözü bulundu¤unu, kuvvetli delilleriyle
beraber Yirmi Beflinci Söz Mu’cizat-› Kur’âniye nam›nda
ve Risale-i Nur’un bir günefli olan meflhur bir risalede tafsilen beyan edilmesinden, onu ona havale ederek dedi:
1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.)
2. Att›¤›n zaman da sen atmad›n, ancak Allah att›. (Enfal Suresi: 17.)
mu’cize: Peygamberler taraf›ndan ortaya konulan ve insanlar›n benzerini yapmaktan
âciz kald›klar› fley.
nam: ad, isim.
nass-› kat’î: kesin delil;
Kur’ân ve hadisin hükmüyle
kesinlik kazanan hususlar.
risale: belli bir konuda yaz›lm›fl küçük kitap.
68 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
sarahat: aç›kl›k.
tafsilen: ayr›nt›l› olarak.
tasdik etmek: do¤rulu¤unu
kabul etmek, onaylamak.
tenezzül etmek: inmek, alçalmak, kendine ayk›r› düflen
bir ifli veya durumu kabul etmek.
tevatür: bir hadis-i flerifin, yalan söylemelerini akl›n kabul-
lenemeyece¤i kadar say› ve
sa¤laml›ktaki bir topluluk taraf›ndan aktar›lmas›, rivayet
edilmesi.
umum: bütün, tüm.
vecih: yön, taraf.
zahir olma: görünme, ortaya
ç›kma.
zat: flah›s, kifli, fert.
ziyade: çok, fazla.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 69
“Böyle ayn-› hak ve hakikat bir ferman›n tercüman› ve
tebli¤ edicisi bir zatta (a.s.m.), fermana cinayet ve ferman sahibine h›yanet hükmünde olan yalan olamaz ve
bulunamaz.”
Ü ç ü n c ü s ü : O zat (a.s.m.) öyle bir fleriat ve bir ‹slâmiyet ve bir ubudiyet ve bir dua ve bir davet ve bir iman
ile meydana ç›km›fl ki, onlar›n ne misli var ne de olur. Ve
onlardan daha mükemmel, ne bulunmufl ve ne de bulunur. Çünkü, ümmî bir zatta (a.s.m.) zuhur eden o fleriat,
on dört asr› ve nev-i beflerin humsunu, âdilâne, hakkaniyet üzere, müdakkikane hadsiz kanunlar›yla idare etmesi, emsal kabul etmez.
Hem, ümmî bir zat›n (a.s.m.) ef’al ve akval ve ahvalinden ç›kan ‹slâmiyet, her as›rda üç yüz milyon insan›n
rehberi ve mercii; ve ak›llar›n›n muallimi ve mürflidi; ve
kalplerinin münevviri ve musaffîsi; ve nefislerinin mürebbîsi ve müzekkisi; ve ruhlar›n›n medar-› inkiflafat› ve maden-i terakkiyat› olmas› cihetiyle, misli olamaz ve olamam›fl.
Hem, dininde bulunan bütün ibadat›n bütün enva›nda
en ileri olmas›; ve herkesten ziyade takvada bulunmas›
ve Allah’tan korkmas›; ve fevkalâde daimî mücahedat ve
da¤da¤alar içinde tam tam›na ubudiyetin en ince esrar›na kadar müraat›; ve hiç kimseyi taklit etmeyerek tam
manas›yla, müptediyane fakat en mükemmel olarak, iptida ve intihay› birlefltirerek yapmas›, elbette misli görülmez ve görülmemifl.
âdilâne: adaletli bir flekilde.
ahval: hâller, durumlar.
akval: sözler, lâflar.
as›r: ça¤, yüzy›l.
ayn-› hak ve hakikat: gerçe¤in ve do¤runun ta kendisi.
cihet: yan, yön.
cinayet: adam öldürme; bu
derecede a¤›r suç.
da¤da¤a: s›k›nt›, ›zt›rap, kar›fl›kl›k.
daimî: sürekli, devaml›.
davet: ça¤›rma, ça¤r›.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
ef’al: fiiller.
emsal: efl, benzer.
enva: çeflitler, türler, neviler.
esrar: s›rlar.
ferman: emir, buyruk.
fevkalâde: ola¤anüstü, normalin üstünde.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakkaniyet: hak ve adalete
uygunluk, do¤ruluk.
h›yanet: hainlik, ihanet.
hums: beflte bir.
hükmünde olan: yerinde
olan, yerine geçen.
ibadat: ibadetler.
idare etmek: bir ifli yürütmek, çekip çevirmek.
iman: inanma, inanç.
intiha: uç, son.
iptida: ilk, bafllangݍ.
maden-i terakkiyat: terakkilerin, ilerlemelerin kayna¤›.
mana: anlam.
medar-› inkiflaf: geliflmeye,
yükselmeye sebep olan.
merci: kaynak, baflvurulacak
yer.
misil: benzer, efl.
muallim: ö¤retici, ö¤retmen, hoca.
musaffi: saflaflt›ran, ar›nd›ran.
mücahedat: mücahedeler, savaflmalar.
müdakkikane: inceden inceye
araflt›rarak.
münevvir: nurland›ran, ayd›nlatan, ›fl›kland›ran.
müptediyane: ilk kez yap›yor gibi; acemi gibi.
müraat etmek: riayet etmek, uymak.
mürebbî: terbiye eden, e¤iten,
yetifltiren.
mürflit: irflat eden, do¤ru yolu
gösteren.
müzekkî: temizleyen.
nefis: kötü vas›flar›, nitelikleri
kendisinde toplayan, kötülü¤e
sevk eden, flehevî istekleri kamç›lay›p hay›rl› ifllerden al›koyan
güç.
nev-i befler: insan türü, insanl›k,
bütün insanlar.
rehber: yol gösteren, k›lavuz.
fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen, ‹lâhî
emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.
takva: Allah’tan korkma, Allah
korkusuyla dinin yasak etti¤i fleylerden kaç›nma, Allah’›n emirlerini tutup azab›ndan korunma.
tebli¤: ulaflt›rmak, bildirmek.
tercüman: tercüme eden, baflka
bir dilde yaz›lm›fl veya söylenmifl
bir fleyi yine baflka dile çeviren;
çeflitli, hâl, durum, maksat veya
düflünceleri anlatan, aktaran.
ubudiyet: kulluk.
ümmî: okuma yazmas› olmayan.
zat: kifli, flah›s, fert.
ziyade: çok, fazla.
zuhur: görünme, ortaya ç›kma.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 69
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
adavet: düflmanl›k.
akide: inanç.
beyan: anlatma, aç›klama.
Cevflen: z›rh, Peygamberimiz Hz
Muhammed’e vahiyle gelen, Allah’›n isimlerini içine alan benzersiz bir dua.
Cevflenü’l-Kebir: büyük z›rh, Peygamberimiz Hz Muhammed’e vahiyle gelen, Allah’›n isimlerini içine alan benzersiz bir dua.
cihan: dünya, kâinat, âlem.
derece-i tavsif: vas›fland›rma, s›fatlar›n› ve özelliklerini ortaya
koyma derecesi.
efkâr: fikirler, düflünceler, görüfller.
ehl-i marifet: Allah’› bilen, tan›yan ilim ve irfan sahibi kimseler.
ehl-i velâyet: velî olanlar; Allah’›n
dostlu¤unu kazananlar.
eser-i tereddüt: karars›zl›k belirtisi.
fevkalâde: ola¤anüstü, normalin
üstünde.
feyiz: ilim, irfan, ilham, bereket.
f›kra: k›s›m, bölüm.
hikmet: yüksek bilgi.
hükema: filozoflar, âlimler, çok
bilgili kimseler.
hükümran olan: hâkim olan, hüküm süren.
iman: inanma, inanç, itikat.
inkiflaf: aç›lma, ortaya ç›kma, görülme; geliflme.
ispat: do¤ruyu delil göstererek
meydana koyma.
itikat: inanma, inanç.
itimat: güvenme, bir fleye kalben
güvenip dayanma.
itminan: tam olarak bilme ve
inanma.
kabile: göçebe insanlarda, ayn›
soydan say›lan ve bir bafla itaat
eden insan toplulu¤u, afliret.
kavim: akraba, kabile; aralar›nda
töre, dil ve kültür ortakl›¤› bulunan boy ve soy bak›m›ndan da
birbirine ba¤l› insan toplulu¤u.
maneviyat: dinden, imandan ve
mukaddesattan gelen kuvvet.
marifet-i Rabbaniye: her fleyin
Rabbi olan Allah’a ait marifet,
ilim, bilgi; yaratan, besleyen, büyüten varl›klar› uyum içinde sevk
ve idare eden Allah’› bilme ve tan›ma.
meal: anlam, mana.
meratib-i imaniye: iman›n mertebeleri, dereceleri.
mertebe-i iman: iman derecesi,
mertebesi.
mertebe-i marifet: Allah’› bilme,
tan›ma mertebesi; bilgi ve irfan
derecesi.
metanet: sa¤laml›k, dayan›kl›l›k.
misil: benzer, efl.
muar›z: karfl› ç›kan, muhalif, z›t.
Page 70
Hem, binler dua ve münacatlar›ndan yaln›z Cevflenü’lKebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir d e recede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen
ehl-i marifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-i efkâr ile beraber,
ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetiflememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur.
Risale-i Münacat›n bafl›nda, Cevflenü’l-Kebir’in doksan
dokuz f›kras›ndan bir f›kran›n k›sac›k bir mealinin beyan
edildi¤i yere bakan adam, “Cevflen’in dahi misli yoktur”
diyecek.
Hem, tebli¤-i risalette ve nâs› hakka davette o derece
metanet ve sebat ve cesaret göstermifl ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatta kavim ve kabilesi ve amcas›
ona fliddetli adavet ettikleri hâlde, zerre miktar bir eser-i
tereddüt, bir telâfl, bir korkakl›k göstermemesi ve tek bafl›yla bütün dünyaya meydan okumas› ve bafla da ç›karmas› ve ‹slâmiyeti dünyan›n bafl›na geçirmesi ispat eder
ki, tebli¤ ve davette dahi misli olmam›fl ve olamaz.
Hem, imanda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve harika bir
yakîn ve mu’cizâne bir inkiflaf ve cihan› ›fl›kland›ran bir
ulvî itikat tafl›m›fl ki, o zaman›n hükümran› olan bütün efkâr› ve akideleri ve hükeman›n hikmetleri ve ruhanî reislerin ilimleri ona muar›z ve muhalif ve münkir olduklar›
hâlde, onun ne yakînine, ne itikad›na, ne itimad›na, ne
itminan›na hiçbir flüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf, hiçbir vesvese vermemesi ve maneviyatta ve meratib-i imaniyede terakki eden baflta Sahabeler bütün ehl-i velâyet,
onun, her vakit mertebe-i iman›ndan feyiz almalar› ve
mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde.
muhalif: bir fiil veya düflünceye karfl› gelen, karfl›, ayk›r›.
münacat: dua etme, yalvarma.
münkir: inkâr eden, kabul etmeyen.
nâs: insanlar.
Rab: yaratan, besleyen, büyüten, verdi¤i nimetlerle
mahlûkat› ›slah ve terbiye
eden Allah.
Risale-i Münacat: Münacat
70 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Risalesi. (3. fiua ).
ruhanî: islâm d›fl›ndaki dinlerde din adam›.
Sahabe: Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yüzünü görmekle flereflenen ve
onun sohbetlerine kat›lan
mü’min kimse.
sebat: yerinde durma, kararl›l›k, azim.
tavsif: vas›fland›rma, s›fatlar›n› ve özelliklerini ortaya koyma, etrafl›ca tarif etme.
tebli¤: ulaflt›rmak, bildirmek.
tebli¤-i risalet: peygamberli¤in tebli¤i, ilân›.
telâhuk-i efkâr: fikirlerin birbirine eklenmesi.
terakki: ilerleme, yükselme,
geliflme.
ulvî: yüksek, yüce.
vesvese: flüphe, kuruntu.
yakîn: kesin ve flüphesiz olarak bilme.
zaaf: zay›fl›k, kuvvetsizlik.
zerre miktar: çok çok az, çok
küçük.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 71
onu en yüksek derecede bulmalar›, bilbedahe gösterir ki,
iman› dahi emsalsizdir.
‹flte, böyle emsalsiz bir fleriat ve misilsiz bir ‹slâmiyet
ve harika bir ubudiyet ve fevkalâde bir dua ve cihanpesendâne bir davet ve mu’cizâne bir iman sahibinde, elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anlad› ve akl› dahi tasdik etti.
D ö r d ü n c ü s ü : Enbiyalar›n (aleyhimüsselâm) icma›,
nas›l ki vücut ve vahdaniyet-i ‹lâhiyeye gayet kuvvetli bir
delildir; öyle de, bu zat›n (a.s.m.) do¤rulu¤una ve risaletine gayet sa¤lam bir flahadettir. Çünkü, enbiya aleyhimüsselâm›n do¤ruluklar›na ve peygamber olmalar›na
medar olan ne kadar kudsî s›fatlar, mu’cizeler ve vazifeler varsa, o zatta (a.s.m.) en ileride oldu¤u tarihçe musaddakt›r. Demek onlar, nas›l ki lisan-› kàl ile Tevrat, ‹ncil ve Zebur ve suhuflar›nda bu zat›n (a.s.m.) gelece¤ini
haber verip insanlara beflaret vermifller—ki kütüb-i mukaddesenin o beflaretli iflarat›ndan yirmiden fazla ve pek
zahir bir k›sm› On Dokuzuncu Mektupta güzelce beyan
ve ispat edilmifl—öyle de, lisan-› hâlleriyle, yani nübüvvetleriyle ve mu’cizeleriyle, kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri, en mükemmel olan bu zat› tasdik edip
davas›n› imza ediyorlar. Ve lisan-› kàl ve icma ile vahdaniyete delâlet ettikleri gibi, lisan-› hâl ile ve ittifak ile de
bu zat›n sad›k›yetine flahadet ediyorlar diye anlad›.
B e fl i n c i s i : Bu zat›n düsturlar›yla ve terbiyeti ve tebaiyetiyle ve arkas›ndan gitmeleriyle hakka, hakikate,
aleyhimüsselâm: Allah’›n selâm› onlar›n üzerine olsun.
beflaret: müjde, sevindirici
haber.
beyan: anlatma, aç›klama.
bilbedahe: apaç›k bir flekilde.
cihanpesendâne: dünyaya
meydan okurcas›na.
cihet: yan, yön, taraf.
delâlet etme: delil olma, gösterme; iflaret etme.
delil: kan›t.
düstur: kanun, kural, prensip.
emsalsiz: eflsiz, benzersiz.
enbiya: nebîler, peygamberler.
fevkalâde: ola¤anüstü, normalin üstünde.
icma: fikir birli¤i.
iman: inanma, inanç, itikat.
‹ncil: Hazret-i ‹sa’ya gönderilmifl olan ‹lâhî kitap.
ispat: do¤ruyu delil göstererek meydana koyma.
ittifak: birleflme, fikir ve söz
birli¤i.
kudsî: mukaddes, kutsal, kusursuz ve yüce.
kütüb-i mukaddese: kutsal
kitaplar.
lisan-› hâl: hâl dili, bir fleyin
duruflu ve görünüflü ile bir
mana ifade etmesi.
lisan-› kàl: söz ile anlat›m,
konuflma dili.
medar: dayanak, sebep, vesile.
meslek: usul, tarz, tutulan
yol.
misilsiz: benzersiz, eflsiz.
mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde.
mu’cize: peygamberler taraf›ndan ortaya konulan ve benzerini
yapmaktan insanlar›n âciz kald›klar› fley.
musaddak: do¤rulanm›fl, gerçekli¤i kabul edilmifl.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik.
risalet: resullük, peygamberlik.
sad›k›yet: do¤ruluk, sadakat.
s›fât: vas›f, nitelik, özellik.
suhuf: sahifeler, Allah’›n dört büyük kitab›n d›fl›nda Cebrail vas›tas›yla, sahifeler fleklinde baz› peygamberlerine gönderdi¤i ‹lâhî
emirler; bu emirleri içinde bulunduran sahifeler.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen, ‹lâhî
emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.
tasdik etmek: do¤rulu¤unu kabul etmek, onaylamak.
tebaiyet: tâbi olma, uyma.
terbiye: e¤itim, ‹slâm esaslar›na
uygun olarak, dünya ve ahirette
mutlulu¤a lây›k olacak insan yetifltirme.
Tevrat: Hz. Mûsa’ya indirilmifl
olan ‹lâhî kitap.
ubudiyet: kulluk.
vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve
varl›¤›.
vahdaniyet-i ‹lâhiye: ‹lâhî birlik,
Allah’›n bir, tek olmas›.
vazife: görev, ifl.
vücut: var olufl, varl›k.
zahir: görünen, aç›k.
zat: kifli, flah›s, fert.
Zebur: Hz. Davud’a indirilen mukaddes kitap.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 71
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Âl: Peygamber Efendimizin mübarek soyundan gelenler.
âlem-i gayp: gayp âlemi; görünmeyen, fakat varl›¤› kesin olan ve
mahiyeti Allah taraf›ndan bilinen
baflka dünyalar.
asfiya-i müdakkikîn: ayet ve hadislere dayanarak do¤ru ve isabetli hükümler ç›karan âlimler.
Ashap: Sahabeler; Hz. Peygamberî gören ve onunla konuflan Müslüman kimseler.
aynelyakîn: görür derecede kesin ve flüphesiz bilme.
bilittifak: ittifakla, birlikte.
bürhan: delil.
delâlet etme: iflaret etme, delil
olma, gösterme.
derece-i hakkaniyet: do¤ruluk,
gerçekçilik derecesi.
dirayet: kararl› dayan›kl›, sa¤lam.
feraset: anlay›fll›l›k, çabuk sezifl,
kavray›fl.
hakaik-› kudsiye: kutsal hakikatler, gerçekler.
hakkalyakîn: yaflayarak bilme,
bilginin en kesin hâli.
hakkaniyet: do¤ruluk, hakl›l›k.
hüccet-i risalet ve sad›k›yet:
peygamberlik ve do¤ruluk delili.
hükema-i mü’minîn: iman etmifl
âlimler, bilginler, filozoflar.
icma: fikir birli¤i.
ihtira etme: yeni bir fley bulma;
benzeri görülmemifl bir fley icat
etme, vücuda getirme.
ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin ve
flüphesiz olarak bilme.
itikat: inanma, inanç, gönülden
tasdik ederek inanma.
ittifak: birleflme, birliktelik.
kemalât: faziletler, mükemmellikler, insandaki ahlâk ve huy güzellikleri.
kemal-i merak: tam bir merak.
keramat: kerametler, velîlerin
ola¤anüstü sözleri ve hâlleri.
keflfetmek: açmak, meydana ç›karmak.
keflfiyat: evliyan›n, Allah’›n ilham
etmesiyle gösterdikleri gaypla ilgili manevî s›rlar, keflifler.
marifet-i ‹lâhiye: Allah’› bilme ve
tan›ma.
mertebe-i ilmiye: ilim derecesi,
bilgi mertebesi.
muallim-i ekber: en büyük ö¤retici, ö¤retmen.
muhterem: sayg› de¤er, hürmete
lây›k.
müflahedat: gözle görülen fleyler,
gözlemler.
müflahede etmek: bir fleyi gözle
görmek, gözlemlemek.
namdar: nam sahibi; flan ve flöhret sahibi.
nazar: görüfl, bak›fl.
Page 72
kemalâta, keramata, keflfiyata, müflahedata yetiflen binl e rc e evliya, vahdaniyete delâlet ettikleri gibi, üstatlar›
olan bu zat›n sad›k›yetine ve risaletine icma ve ittifakla
flahadet ediyorlar. Ve âlem-i gayptan verdi¤i haberlerin
bir k›sm›n› nur-i velâyetle müflahede etmeleri; ve umumunu, nur-i iman ile, ya ilmelyakîn veya aynelyakîn veya hakkalyakîn suretinde itikat ve tasdik etmeleri, üstatlar› olan bu zat›n derece-i hakkaniyet ve sad›k›yetini günefl gibi gösterdi¤ini gördü.
A l t › n c › s › : Bu zat›n, ümmîli¤iyle beraber, getirdi¤i hakaik-› kudsiye ve ihtira etti¤i ulûm-i âliye ve keflfetti¤i
marifet-i ‹lâhiyenin dersiyle ve talimiyle mertebe-i ilmiyede en yüksek makama yetiflen milyonlar asfiya-i müdakkikîn ve s›dd›kîn-i muhakkikîn ve dâhî-i hükema-i mü’minîn, bu zat›n üssülesas davas› olan vahdaniyeti kuvvetli
bürhanlar›yla bilittifak ispat ve tasdik ettikleri gibi, bu
muallim-i ekberin ve bu üstad-› azam›n hakkaniyetine ve
sözlerinin hakikat oldu¤una ittifakla flahadetleri, gündüz
gibi bir hüccet-i risaleti ve sad›k›yetidir. Meselâ, Risale-i
Nur, yüz parças› ile, sadakatinin bir tek bürhan›d›r.
Ye d i n c i s i : Âl ve Ashap nam›nda nev-i beflerin enbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemalâtlâ en meflhur,
en muhterem, en namdar›, en dindar, en keskin nazarl›
taife-i azîmesi; kemal-i merak ile ve gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle bu zat›n bütün gizli ve aflikâr hâllerini ve
fikirlerini ve vaziyetlerini taharri ve teftifl ve tetkik
etmeleri neticesinde, bu zat›n dünyada en sad›k ve en
yüksek ve en hakl› ve hakikatli oldu¤una ittifakla icma ile
nev-i befler: insan türü, insanl›k, bütün insanlar.
nur-i iman: imandan gelen
nur, ayd›nl›k, parlakl›k.
nur-i velâyet: velîlik nuru.
risalet: resullük, peygamberlik.
sadakat: do¤ruluk, ba¤l›l›k.
sad›k: do¤ru; sözünde, vaadinde, iflinde do¤ru olan.
sad›k›yet: do¤ruluk, sadakat.
s›dd›kîn-i muhakkikîn: ehl-i
tahkik olan sad›k âlimler, her
zaman do¤ruluk üzerine olan,
72 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olan ve gerçekleri tam olarak araflt›r›p
delilleriyle ispat eden ‹slâm
âlimleri.
suret: biçim, flekil, tarz.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
taharri: arama, araflt›rma, inceleme.
taife-i azîme: büyük bir topluluk.
talim: ö¤retme, e¤itme.
tasdik etmek: do¤rulu¤unu
kabul etmek, onaylamak.
tetkik: inceden inceye araflt›rma.
teftifl: kontrol etme.
ulûm-i âliye: yüksek ilimler.
ümmî: okuma yazmas› olmayan.
üssülesas: en temel esas.
üstad-› azam: en büyük üstat olan Hz. Muhammed.
üstat: ö¤retici; ö¤retmen.
vahdaniyet: Allah’›n birli¤i.
vaziyet: durum, hâl.
zat: kifli, flah›s, fert.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 73
sars›lmaz tasdikleri ve kuvvetli imanlar›, güneflin ziyas›na
delâlet eden gündüz gibi bir delildir diye anlad›.
Sekizincisi: Bu kâinat, nas›l ki kendini icat ve idare ve
tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile, bir saray gibi, bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temaflagâh gibi tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkafl›na delâlet eder;
öyle de, kâinat›n hilkatindeki makas›d-› ‹lâhiyeyi bilecek
ve bildirecek ve tahavvülât›ndaki Rabbanî hikmetleri talim edecek ve vazifedarâne harekât›ndaki neticeleri ders
verecek ve mahiyetindeki k›ymetini ve içindeki mevcudat›n kemalât›n› ilân edecek ve o kitab-› kebirin manalar›n›
ifade edecek bir yüksek dellâl, bir do¤ru keflflaf, bir muhakkik üstat, bir sad›k muallim istedi¤i ve iktiza etti¤i ve
herhâlde bulunmas›na delâlet etti¤i cihetle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zat›n hakkaniyetine
ve bu kâinat Hâl›k›n›n en yüksek ve sad›k bir memuru oldu¤una flahadet etti¤ini bildi.
Dokuzuncusu: Madem bu sanatl› ve hikmetli masnuat›yla kendi hünerlerini ve sanatkârl›¤›n›n kemalât›n› teflhir etmek; ve bu süslü, ve ziynetli nihayetsiz mahlûkat›yla kendini tan›tt›rmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve k›ymetli hesaps›z nimetleriyle kendine teflekkür ve hamd ettirmek; ve bu flefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iafle ile, hatta a¤›zlar›n en ince zevklerini ve ifltihalar›n her
nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbanî
it’amlar ve ziyafetlerle kendi rububiyetine karfl› m i n n e t t arâne, müteflekkirâne ve perestiflkârâne ibadet ettirm e k;
cihet: yön, yan, taraf.
delâlet etmek: iflaret etmek,
delil olmak, göstermek.
delil: kan›t.
dellâl: ilân edici; yay›c›.
hakkaniyet: do¤ruluk, haktan ve do¤ruluktan ayr›lmama.
Hâl›k: yoktan yaratan, her
fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hamd: Allah’a karfl› olan flükrünü ve memnuniyetini onu
överek bildirme.
harekât: hareketler.
herhâlde:
t a b iî ki, elbette, mutlaka, her hâlükârda.
hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye.
hilkat: yaratma, yarat›l›fl.
himayet: koruma, esirgeme.
hüner: marifet, bilgililik, ustal›k, maharet.
iafle: geçindirme, besleme,
yaflatma.
icat: vücuda getirme, yoktan
var etme.
ifade etmek: anlatmak, söylemek.
ihzar edilen: haz›rlanan.
iktiza etmek: gerektirmek.
ilân: aç›klama, duyurma.
iman: inanma, inanç, itikat.
ifltiha: ifltah, açl›k, istek.
it’am: yemek yedirme, doyurma; yiyecek.
Kâtip: bütün varl›klar› bir kitap yazar gibi mükemmel flekilde yaratan Allah.
kemalât: mükemmellikler.
keflflaf: keflfeden, s›rlar› çö-
zen, gizli manalar› ortaya ç›karan.
k›ymet: de¤er.
kitab-› kebir: büyük kitap.
mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, hakikati, iç yüzü.
mahlûkat: yarat›lm›fllar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
makas›d-› ‹lâhiye: Allah’›n gözetti¤i yüce maksatlar, gayeler.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
minnettarâne: iyilik yapan birisine karfl› teflekkür duygusu tafl›yarak.
muallim: ö¤retici, ö¤retmen
muhakkik: gerçe¤i araflt›ran, bir
fleyin iç yüzünü inceleyerek vâk›f
olan.
müteflekkirâne: teflekkür ederek.
Nakkafl: her fleyi sanatl› bir flekilde nak›fl nak›fl iflleyen Allah.
nevi: tür, çeflit.
perestiflkârâne: taparcas›na, afl›r›
derecede severek.
Rabbanî: Allah’a ait; her fleyi yaratan, besleyen, büyüten, uyum
içinde sevk ve idare eden Allah’la
ilgili.
rububiyet: rabl›k; Cenab-› Allah’›n
her zaman, her yerde, her varl›¤a
muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi
onlar› sevk ve idare etmesi.
sad›k: do¤ru; sözünde, vaadinde,
iflinde do¤ru olan.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
suret: biçim, flekil, tarz.
flefkat: ac›yarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karfl›l›ks›z merhamet.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
tahavvülât: bir hâlden di¤er hale
geçmeler, de¤iflmeler.
takdir: bir fleyin miktar›n› ve fleklini, hayat fleklini belirleme, tayin
etme.
talim etmek: ö¤retmek.
tasarruf etmek: kullanmak, idare
etmek.
tasdik: kabul etme, onay.
tasvir: anlatma, ifade etme; flekil
verme.
tatmin etmek: doyurmak.
tedbir: idare etme, çekip çevirme.
temaflagâh: seyir ve gezinti yeri.
terbiye: besleme, yetifltirme, büyütme; sevk ve idare.
tertip: düzene koyma, düzenleme.
teflhir: gösterme, sergileme.
umumî: herkesle ilgili, herkese
ait.
üstat: ö¤retici, ö¤retmen.
vazifedarâne: görevliymifl gibi,
görevli olarak.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, parlakl›k.
ziyade: çok, fazla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 73
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
abd: kul.
âdem: insan.
âlem: dünya, kâinat, bütün yarat›lm›fllar.
âlî: yüce, yüksek.
azamet: büyüklük, yücelik.
bâhir: apaç›k, belli; parlak.
benîâdem: âdemo¤ullar›, insanlar, insanl›k.
cihet: yön, yan.
dava: takip edilen fikir, iddia.
esas: as›l, temel, kök.
esasl›: temelli, köklü; do¤ru, gerçek.
Fahr-i Âlem: Âlemin övüncü, âlemin kendisiyle övündü¤ü Peygamberimiz.
ferman-› Rahman: Rahman olan
Allah’›n ferman›, emri.
gaybî: gözle görünmeyen.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk.
Hâl›k: her fleyi yoktan var eden,
yarat›c›; Allah.
hal: çözme, flüphe edilmeyecek
flekilde aç›klama.
hallâk›yet: yarat›c›l›k.
haslet: güzel huy, iyi özellik.
haflmet: ihtiflam, heybet, büyüklük.
haflmet-i saltanat-› maneviye:
manevî saltanat›n haflmeti, heybeti, büyüklü¤ü.
hikmetli: belirli gayelere yönelik,
faydal›, anlaml› ve yerli yerinde.
hilkat-i kâinat: kâinat›n yarat›l›fl›.
himaye: koruma, esirgeme.
icraat: yap›lan ifller, uygulanan
fleyler.
ihtilâf: farkl›l›k, uyuflmazl›k, ayr›l›k.
iman: inanma, inanç, itikat.
imha etmek: yok etmek, mahvetmek, ortadan kald›rmak.
ink›yat: boyun e¤me, ba¤lanma,
kay›t alt›na girme.
istimdat etmek: yard›m istemek.
istinaden: dayanarak, güvenerek.
izale: giderme, yok etme.
izhar etmek: a盤a vurmak, göstermek, belirtmek.
kemalât: faziletler, mükemmellikler; ahlâk ve huy güzellikleri.
keflfetmek: açmak; bir s›rr› ö¤renmek, meydana ç›karmak.
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm.
mahlûk: yarat›lm›fl, yarat›k.
maksat: kastedilen, istenilen fley,
var›lmak istenen nokta.
mazhar olmak: nail olmak, kavuflmak, eriflmek.
medar-› iftihar: iftihar sebebi,
övünç kayna¤›.
medar-› fleref: fleref kazand›ran
Page 74
ve mevsimlerin tebdili ve gece ve gündüzün tahvili ve ihtilâf› gibi, azametli ve haflmetli tasarrufat ve icraat ve
dehfletli ve hikmetli faaliyet ve hallâk›yet ile kendi ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karfl› iman ve teslim ve
ink›yat ve itaat ettirmek; ve her vakit iyili¤i ve iyileri himaye, ve fenal›¤› ve fenalar› izale ve semavî tokatlarla
zalimleri ve yalanc›lar› imha etmek cihetiyle, hakkaniyet
ve adaletini göstermek isteyen perde arkas›nda birisi var.
Elbette ve herhâlde, o gaybî Zat›n yan›nda en sevgili
mahlûku ve en do¤ru abdi, Onun mezkûr maksatlar›na
tam hizmet ederek, hilkat-i kâinat›n t›ls›m›n› ve muammas›n› hal ve keflfeden ve daima o Hâl›k’›n›n nam›na hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffak›yet isteyen ve Onun taraf›ndan imdada ve tevfike mazhar olan
Muhammed-i Kureyflî (a.s.m.) denilen bu zat olacak.
Hem akl›na dedi: Madem bu mezkûr dokuz hakikatler
bu zat›n s›dk›na flahadet ederler; elbette bu adem, benîâdemin medar-› flerefi ve bu âlemin medar-› iftihar›d›r.
Ve ona “Fahr-i Âlem” ve “fieref-i Benîâdem” denilmesi
pek lây›kt›r. Ve onun elinde bulunan ferman-› Rahman
olan Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’›n haflmet-i saltanat-› maneviyesinin n›sf-› arz› istilâs› ve flahsî kemalât› ve yüksek
hasletleri gösteriyor ki, bu âlemde en mühim zat budur;
Hâl›k’›m›z hakk›nda en mühim söz onundur.
‹flte gel, bak, bu harika zat›n yüzer zahir ve bâhir kat’î
mu’cizelerinin kuvvetine ve dinindeki binler âlî ve esasl›
hakikatlerine istinaden bütün davalar›n›n esas› ve bütün
sebep, fleref kayna¤›.
mezkûr: zikredilen, ad› geçen, an›lan.
muamma: manas› zor anlafl›l›r fley, çözülmesi güç ifl.
mu’cize: peygamberler taraf›ndan ortaya konulan ve
benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
Muhammed-i Kureyflî: K ureyfl kabilesine mensup olan
Hz. Muhammed.
muvaffak›yet: baflar›, baflar›l›
olma.
74 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
n›sf-› arz: dünyan›n yar›s›.
semavî: Allah taraf›ndan
olan, ‹lâhî.
s›dk: do¤ruluk.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
fleref-i benîâdem: insanl›¤›n
flerefi; insano¤lunun fleref
kayna¤›.
tahvil: bir hâlden bir hale getirme, de¤ifltirme.
tasarrufat: tasarruflar, faaliyetler, ifller, icraatlar.
tebdil: de¤ifltirme, de¤ifltirilme.
teslim: karfl›s›ndakinin hükmü alt›na girme, boyun e¤me, r›za gösterme.
tevfik: baflar›, Allah’›n yard›m›.
t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i gizli s›r.
ulûhiyet: ilâhl›k; Allah’›n, hâkimiyeti ile kâinattaki her fleyi kendisine ibadet ve itaat
ettirmesi.
zahir: görünen, aç›k.
zalim: zulmeden, ac›mas›z ve
haks›z davranan.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 75
hayat›n›n gayesi, Vacibü’l-Vücud’un vücuduna ve vahdetine ve s›fât›na ve esmas›na delâlet ve flahadet ve o Vacibü’l-Vücud’u ispat ve ilân ve i’lâm etmektir.
Demek, bu kâinat›n manevî günefli ve Hâl›k’›m›z›n en
parlak bürhan›, bu “Habibullah” denilen zatt›r ki, onun
flahadetini teyit ve tasdik ve imza eden aldanmaz ve aldatmaz üç büyük icma var.
• Birincisi: “E¤er perde-i gayp aç›lsa yakînim ziyadeleflmeyecek” diyen ‹mam-› Ali (r.a.) ve yerde iken Arfl-›
Azam› ve ‹srafil’in azamet-i heykelini temafla eden
Gavs-› Azam (k.s.) gibi keskin nazar ve gaypbîn gözleri
bulunan binler aktap ve evliya-i azîmeyi cami ve Âl-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) nam›yla flöhretfliar-›
âlem olan cemaat-i nuraniyenin icma ile tasdikleridir.
• ‹kincisi: Bedevî bir kavim ve ümmî bir muhitte, hayat-› içtimaiyeden ve efkâr-› siyasiyeden hâlî ve kitaps›z
ve fetret asr›n›n karanl›klar›nda bulunan ve pek az bir zamanda en medenî ve malûmatl› ve hayat-› içtimaiyede ve
siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükûmetlere üstat ve
rehber ve diplomat ve hâkim-i adil olarak flarktan garba
kadar cihanpesendâne idare eden ve “Sahabe” nam›yla
dünyada namdar olan cemaat-i meflhurenin, ittifak ile,
can ve mallar›n›, peder ve afliretlerini feda ettiren bir
kuvvetli iman ile tasdikleridir.
• Üçüncüsü: Her as›rda binlerle efrad› bulunan ve her
fende dâhiyâne ileri giden ve muhtelif mesleklerde çal›flan
ve ümmetinde yetiflen hadsiz muhakkik ve mütebahhir
aktap: kutuplar; belli bir yer
veya memleketteki evliyan›n
bafl› olan en büyük velî.
aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun.
Âl-i Muhammed: Hz. Muhammed’in neslinden gelenler.
Arfl-› Azam: en büyük arfl, Allah’›n kudret ve saltanat›n›n,
hâkimiyetinin tecelli etti¤i
yer.
afliret: kabile, göçebe hâlinde
yaflayan ço¤unlukla bir soydan gelen insanlar.
azamet-i heykel: heybetli,
büyük görüntü.
bedevî: göçebe, çölde yaflayan, medenî olmayan.
bürhan: delil.
cami: toplayan, içine alan,
kapsaml›.
cemaat-i meflhure: meflhur
ve tan›nm›fl cemaat.
cemaat-i nuraniye: nuranî,
nurlu cemaat.
cihanpesendâne: dünyaya
meydan okurcas›na.
dâhiyâne: dâhîce, çok zekice.
delâlet: iflaret; delil olma,
gösterme.
diplomat: siyasette becerikli
olan, siyasetçi.
efkâr-› siyasiye: siyasî fikirler, düflünceler.
efrat: fertler, bireyler.
esma: isimler, adlar
evliya-i azîme: büyük velîler.
fen: deneye ve tecrübeye dayanan, ispatla meydana gelmifl ilimlere verilen genel ad;
sanat, ilim.
fetret: iki peygamber aras›nda
peygambersiz geçen zaman. (Hz.
‹sa ile Hz. Muhammed aras›ndaki
devre)
Gavs-› Azam: en büyük Gavs, evliya; Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin ünvan›.
gaypbin: gayb› gören, görünmeyeni gören.
gaye: maksat, amaç, hedef.
habibullah: Allah’›n en sevgili kulu olan Hz. Muhammed.
hâkim-i âdil: adalet ile ifl gören
hâkim, hükmedici.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
hâlî: uzak, ›ss›z.
hayat-› içtimaiye ve siyasiye:
sosyal ve siyasî hayat.
hayat-› içtimaiye: toplum hayat›,
sosyal hayat.
icma: fikir birli¤i; bir meselede
âlimlerin ayn› görüflte olmas›.
i’lâm: bildirme, anlatma, haberdar etme.
ilân: aç›klama, duyurma.
ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme.
malûmatl›: bilgili.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
muhakkik: gerçe¤i araflt›r›p bulan, bir fleyin iç yüzünü inceleyerek vâk›f olan.
muhtelif: çeflitli, farkl›.
perde-i gayp: gayp perdesi, gizli
perde; insanlar›n bilmeyip sadece
Allah’›n bildi¤i gayp âlemdeki
manevî perde.
rehber: yol gösteren, k›lavuz.
Sahabe: Peygamberimizi gören
ve onun sohbetlerine kat›lan
mü’min kimse.
s›fât: s›fatlar, nitelikler, vas›flar.
flark: do¤u.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
flöhretfliar-› âlem: flöhreti âleme,
dünyaya yay›lm›fl, dünyaca tan›nan.
tasdik: kabul etme, onaylama.
temafla etmek: hayretle ve dikkatle bakmak, seyretmek.
teyit: kuvvetlendirme; do¤rulama, destekleme.
ümmet: Peygamberimize inan›p
yolundan gidenler.
ümmî: okuma yazmas› olmayan.
üstat: ö¤retici, ö¤retmen.
Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve
zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vahdet: birlik.
vücut: var olufl, varl›k.
yakîn: kesin ve flüphesiz olarak
bilme.
ziyadeleflmek: artmak, ço¤almak.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 75
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi görmüfl ve onunla konuflmufl
olan Müslüman kimseler.
Asr-› Saadet: mutluluk asr›; Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir.
azamet-i saltanat: saltanat›n,
hâkimiyetin büyüklü¤ü.
bâhir: aç›k, apaç›k; parlak.
Bâkî: yok olmayan, sürekli ve kal›c› olan; bütün varl›klar yok olurken yok olmayan ve bütün varl›klar yok olduktan sonra da zat›yla var olacak tek varl›k; Allah.
basiret: kalp gözüyle görme,
do¤ru ve ölçülü görüfl.
bürhan: delil.
cemaat-i uzma: çok büyük cemaat.
cüz’î: küçük, az; parçaya ait olan.
delâlet etmek: iflaret etmek, delil olmak, göstermek.
Fahr-i Âlem: âlemin övüncü, âlemin kendisiyle övündü¤ü Peygamberimiz.
haflmet-i vüs’at: geniflli¤inin
heybeti, büyüklü¤ü, azameti.
hükmetmek: karar vermek.
icma: fikir birli¤i.
ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin
olarak bilmek.
ittifak: fikir birli¤i etme, birleflme.
kàt›: kesin, flüphesiz.
kemalât: faziletler, mükemmellikler; ahlâk ve huy güzellikleri.
kesret: çokluk, bolluk, fazlal›k.
keza: ayn› flekilde.
küllî: bütüne ait, umumî, büyük.
medrese-i nuraniye: nur saçan
medrese, nurlu dershane.
mu’cize: peygamberler taraf›ndan ortaya konulan benzerini
yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤›
fley.
muhakkikîn-i ümmet: ümmetin,
Müslümanlar›n hakikatleri araflt›r›p bulanlar›.
musaddak: tasdik edilmifl, do¤rulanm›fl, gerçekli¤i kabul edilmifl.
musadd›k: tasdik eden, gerçekli¤ini do¤rulayan.
mütebahhir: çok bilgili, derin bilgi sahibi.
nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak.
sât›: yükselip meydana ç›kan;
parlak, nur saçan.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k; iflaret.
flahsî: kiflisel, kifliye özel.
fleref-i nev-i benîâdem: insano¤lunun, insan türünün flerefi.
tasdik etme: kabul etme, onaylama.
tevafuk: uygun gelme, uygunluk.
ulema: âlimler, bilginler.
ulviyet: yücelik, yükseklik.
Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve
Page 76
ulemas›n›n cemaat-i uzmas›n›n tevafuk ile ve ilmelyakîn
derecesinde tasdikleridir.
Demek, bu zat›n vahdaniyete flahadeti, flahsî ve cüz’î
de¤il; belki, umumî ve külli ve sars›lmaz ve bütün fleytanlar toplansa karfl›s›na hiçbir cihetle ç›kamaz bir flahadettir diye hükmetti.
‹flte, Asr-› Saadette akl›yla beraber seyahat eden dünya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyeden ald›¤› derse k›sa bir iflaret olarak, Birinci Makam›n
On Alt›nc› Mertebesinde, böyle,
'¤nY s∫nO …pòsdG oónM’n rG oópMGnƒrdnG pOƒoLƒo rdG oÖpLGnƒrdG *G ’s pG n¬'dpG nB’
nΩnO'G »pænH p´ƒr nf o±nôn°Tnh pºndÉn©rdG oôrîna p¬pJnórMhn ⋲pa p√pOƒoLho p܃oLho
pásjƒp r∏oYhn p¬pJ’n Énªnc pInôrãnchn p¬pæjpO pán©r°Soh pánªr°ûnMhn p¬pf'Grôob pánæn£r∏n°S pánªn¶n©pH
pä'CÉpe pIƒs o≤pH nøngrônHhn nóp¡n°T Gnònchn @ p¬pFBGnórYnG p≥jpór°ünàpH »sànM p¬pbnÓrNnG
p±’n 'G pIƒs o≤pHhn pánbsón°üoŸrG pánbuón°üoŸrG päGnôpgÉnÑrdG päGnôpgÉs¶dG päGnõpér©oŸrG
p¥ÉnØuJÉpHhn Qp Gnƒrf’n rG iphnP p¬dp 'G p´ÉnªrLpÉpH pán©pWÉn≤rdG pán©pWÉs°ùdG p¬pæjpO p≥pFBÉn≤nM
p¬pàseo G »p≤u≤nëoe p≥oaGnƒnàpHhn Qp Én°ürH’n rG iphnP p¬pHÉnër°UnG
1
pIQn GsƒsædGpôpFBÉ°nünÑrdGnh pÚpgGnônÑrdG iphnP
denilmifltir.
2
⋲pbÉnÑrdG ƒn og»pbÉnÑrdnG
Said Nursî
1. Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud ve Vahidü’l-Ehad’dir ki,
Kur’ân’›n›n azamet-i saltanat›, dininin haflmet-i vüs’ati, kemalât›n›n kesreti ve hatta düflmanlar›n›n dahi tasdik ettikleri ahlâk›n›n ulviyeti ile fahr-i âlem ve fleref-i nev-i benîâdem
olan zat (a.s.m.), Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Ve keza, o zat
(a.s.m.), zahir ve bâhir ve musadd›k ve musaddak mu’cizelerinin kuvvetiyle ve dininin sat› ve kàt› binler hakaik›n›n kuvvetiyle ve nurlar sahibi Ehl-i Beytinin icma›yla ve nazar sahibi Ashab›n›n ittifak›yla ve nuranî bürhan ve basiret sahibi muhakkikîn-i ümmetinin tevafukuyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna flahadet edip ispat eder.
2. Bâkî olan ancak Allah’t›r.
zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n
varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
76 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve
varl›¤›.
vahdet: birlik.
Vahidü’l-Ehad: bir olan ve
birli¤i her fleyde tecelli eden
Allah.
vücub-i vücut: varl›¤› gerekli.
zahir: görünen, aç›k.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 77
PEYGAMBER‹M‹Z‹N (A.S.M.) UBUD‹YET‹ KÜLLÎD‹R
1
oÚ/©nàr°ùnf /¬pHhn @ W
Üçüncü medrese-i Yusufiyenin tek bir dersinin
Üçüncü K›sm›
Mukaddime
Namazdaki Fatiha’n›n manevî emriyle,
2
*G s’pG ¬n d' Gp B’n ¿r nG óo ¡n °r TnG feyziyle ikinci k›s›m yaz›ld›¤› gibi, na-
mazdaki teflehhüt dahi
3
$G ∫o ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿n G oón¡r°TnGhn cümle-
sinin diliyle, manevî ihtar›yla ve Sure-i Fethin ahirinde
øp j/qódG n¤nY o√nôp¡r¶o«dp u≥n◊r G øp j/Ohn …'óo¡rdÉpH o¬ndƒo°SnQ πn n°SrQnG …=/òsdG ƒn og
•
Ao BGós p°TnG =¬o ©n ne øn j/òsdGnh•$G o∫ƒo°SnQ lósªnëoe @ Gkó«/¡n°T $ÉpH⋲Øn' chn •/¬u∏oc
4
ºr ¡o næ«r nH Ao Bɪn nMQo Qp ÉsØoµrdG ¤n nY
ilâahir, befl mu’cize-i gaybiyeyi gösteren büyük ayetin
nuruyla üçüncü k›sm›n› yazmaya, flimdi beyan›na iznim
olmayan üç sebep için mecbur oldum. Tafsilât›n›, izahat›n›, senetli hüccetlerini risalet-i Muhammediyeye dair
Zülfikar: Mu’cizat-› Ahmediye ve Ayetü’l-Kübra, Arabî
Hizb-i Nuriye’ye havale edip, yaln›z gayet muhtasar,
k›sac›k üç iflaret ile Arabî Hizb-i Nuriye’nin hülâsas›n›n
bir hülâsas› ve tesbihatta tekrar etti¤im Kelime-i Tevhid
ile daimî virdim bir tefekkür-i Arabî olarak burada yaz›lan
1. Rahman ve Rahîm olan Allah’›n ad›yla. • Ve sadece ondan yard›m dileriz.
2. fiahadet ederim ki, Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur.
3. Ve yine flahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n Resulüdür.
4. Bütün dinlere üstün k›lmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna
flahit olarak Allah yeter. • Muhammed Allah’›n Resulüdür. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karfl› fliddetli, kendi aralar›nda ise pek merhametlidirler. (Fetih Suresi: 28-29.)
ahir: son.
ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi.
beyan: aç›klama, bildirme,
izah.
daimî: sürekli, devaml›.
dair: alâkal›, ilgili.
Fatiha: Kur’ân-› Kerîm’in birinci suresi.
feyiz: bolluk, bereket; ihsan,
ba¤›fl.
gayet: son derece.
havale: bir fleyi baflkas›n›n
üstüne b›rakma.
hüccet: delil.
hülâsa: bir fleyin özü, esas›, özeti.
ihtar: hat›rlatma, uyar›.
ilh.: ilâahir sözünün k›salt›lm›fl›.
izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile anlatma.
Kelime-i Tevhid: tevhid-i ‹lâhîyi
ifade eden lâ ilâhe illâllah Muhammedü’n-Resulullah cümlesi.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
mecbur: zorunlu olma, zorunda
kalma.
medrese-i Yusufiye: Yusuf’un
medresesi, Hz. Yusuf’un (a.s.) iftira, haks›zl›k ve zulüm ile hapiste
kalmas›ndan kinaye olarak, iman
ve Kur’ân’a hizmetinden dolay›
tevkif edilenlerin hapsedildi¤i yer
manas›nda, hapishane.
mu’cize-i gaybiye: gayba ait
mu’cize; zaman› gelince ortaya
ç›kan ve gaybî olarak haber verilen mu’cize.
muhtasar: k›salt›lm›fl, özet.
mukaddime: ön söz, bafllang›ç.
nur: ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k.
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i.
senet: bir hadis metninde, o metni rivayet etmifl ravilerin, en son
raviden bafllayarak Hz. Peygambere var›ncaya kadar uzanan
isimler zinciri.
tafsilât: tafsiller, aç›klamalar,
izahlar.
tefekkür-i Arabî: Arapça tefekkür, düflünme.
tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan
uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler.
teflehhüt: namazda her oturuflta
tahiyyat duas›n› okuma ve bu
duay› okuyacak kadar oturma.
virt: zikir; belli zamanlarda, belli
say›da, belli dualar›n zikir olarak
belli biçimde ve düzenli flekilde
okunmas›.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 77
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
adem: yokluk.
ahiret: dünya hayat›ndan sonra
bafllay›p ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem: dünya.
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm
dünyas›.
âyine: ayna.
bâkî: ebedî, daimî, sürekli ve kal›c› olan.
beflaret: müjde.
befler: insanl›k.
cami: toplayan, içine alan, kapsayan.
Cemîl-i Zülcelâl: büyüklük, izzet
ve azamet sahibi olan ve sonsuz
güzellik sahibi Allah.
cilve: tecelli, görüntü.
daimî: sürekli, devaml›.
dair: alâkal›, ilgili.
dâr-› saadet: saadet, mutluluk
yeri, Cennet.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
ef’al: fiiller, ameller.
elzem: daha (en, pek) lâz›m, lüzumlu, gerekli.
Fahr-i Âlem: âlemin övüncü, âlemin kendisiyle övündü¤ü Peygamberimiz (a.s.m.).
fenâ-i mutlak: sonsuz yok olufl,
mutlak yok olufl.
gayet: son derece.
hakikat-› Muhammediye: Hz
Peygamberin manevî flahsiyeti,
‹slâmiyetin asl› ve esas›.
hayat-› bak›ye: bâkî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayat›.
idam-› ebedî: dirilmemek üzere
yok olufl, ahiret inanc› olmad›¤›
için ölümü ebedî yoklu¤a gitmek
olarak görme.
ihsanat: ihsanlar, ba¤›fllar, nimetler.
istidadat: istidatlar, kabiliyetler,
yetenekler.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
lisan: dil.
mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, tabiat›, niteli¤i.
manidar: nükteli, ince manal›.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
mukabele: karfl›l›k verme, karfl›lama.
müfltak: arzulu, fazla istekli, ifltiyak gösteren.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nevi: çeflit, tür.
nihayetsiz: sonsuz, s›n›rs›z.
peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî.
risalet: elçilik, resullük, peygam-
Page 78
risaleci¤inin
1
$G o∫ƒo°SnQ lósªnëoe flahadetine dair parçan›n
bir nevi tercümesi, ‹kinci ve Üçüncü ‹flarette yaz›lacak.
B‹R‹NC‹ ‹fiARET: Bu Kâinat Sahibinin tezahür-i rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanat›na
küllî bir ubudiyet ve tan›tt›rmakla mukabele eden
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta güneflin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beflerin üstad-›
ekberi ve büyük peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve
2
n∑nÓra’n rG â
o r≤n∏nN nÉnŸ ∑n ’n ƒr nd ∑n ’n ƒr nd hitab›na mazhar ve hakikat-i
Muhammediyeyi (a.s.m.), hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem
neticesi ve en mükemmel meyvesi oldu¤u gibi; bu kâinat›n hakikî kemalât› ve sermedî Cemîl-i Zülcelâl’in bâkî
âyineleri ve s›fatlar›n›n cilveleri ve hikmetli ef’alinin vazifedar eserleri ve çok manidar mektuplar› olmas› ve bâkî
bir âlemi tafl›mas› ve bütün zîfluurlar›n müfltak olduklar›
bir dâr-› saadet ve ahireti netice vermesi gibi hakikatleri,
hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) ve risalet-i Ahmediye
(a.s.m.) ile tahakkuk etti¤inden, nas›l bu kâinat onun risaletine gayet kuvvetli ve kat’î flahadet eder; öyle de,
baflta âlem-i ‹slâm, bütün befler ve bütün zîfluur, Cehennemden daha ac› ve korkunç olan ademden, hiçlikten,
idam-› ebedîden, fena-i mutlaktan kurtulmak için, daimî
aflk ve flevkle her zamanda ve cami mahiyetinin bütün
kuvvetleriyle, bütün istidadat lisanlar›yla, bütün dualar ve
ibadetler ve ricalar›n›n dilleriyle istedikleri hayat-› bâkiyeyi kuvvetli, kat’î beflaret veren risalet-i Ahmediye (a.s.m.)
ve hakikat-i Muhammediyeye (a.s.m.) flahadet edip
1. Muhammed Allah’›n Resulüdür. (Fetih Suresi: 29.)
2. Sen olmasayd›n [yâ Muhammed], sen olmasayd›n kâinat› yaratmazd›m. (Hadis-i kudsî:
Keflfü’l-Hafa, 2:164; hadis no: 2123.)
ber olarak gönderilme.
risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) peygamberli¤i.
sebeb-i hilkat-i âlem: âlemin
yarat›l›fl sebebi.
sermedî: ebedî, daimî, sürekli.
s›fat: vas›f, nitelik.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
78 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
tan›kl›k.
flevk: fliddetli arzu, afl›r› istek
ve heves.
tahakkuk: gerçekleflme, delil
ile ispat edilme, kesinleflme.
tezahür-i rububiyet: Cenab-›
Hakk›n terbiye, tedbir ve idare edicili¤inin ortaya ç›kmas›,
görünmesi.
ubudiyet: kulluk.
ulûhiyet: ilâhl›k, Allah’›n hâkimiyeti ile kâinattaki her fleyi kendisine ibadet ve itaat
ettirmesi.
Üstad-› Ekber: en büyük muallim, en büyük üstat; Hz.
Peygamber (a.s.m.).
vazifedar: vazifeli, vazifesi
olan, ifl gören.
zîfluur: fluurlu, fluur sahibi.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 79
nev-i beflerin medar-› iftihar›, eflref-i mahlûkat oldu¤una
imza bast›¤› gibi, her zamanda üç yüz elli milyon ehl-i
iman›n
1
π
o Ñ°ùs dnG s›rr›nca, her gün iflledikleri bütün
p Yp ÉnØdr ÉncÖn
hasenatlar ve hay›rlar›n bir misli Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n defter-i hasenat›na girmesi ve o tek flahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.), yüzer milyon, belki milyarlar âbid-i muhsin kadar küllî bir ubudiyete ve füyuzata
mazhar bir makam kazanmas›, o Zat›n (a.s.m.) risaletine
pek kuvvetli flahadet edip imza basar.
‹K‹NC‹ ‹fiARET: Benim virdimde her vakit tefekkürle
bakt›¤›m yirmiden ziyade flahadetlere iflaret eden:
kán©ranO /√Qp ƒo¡oX pInOÉn¡n°ûpH oÚ/e’n rG pórYƒn rdG o¥pOÉn°U $G o∫ƒo°SnQ lósªnëoe
mOÉn≤pàrYpGhn m¿ÉnÁ/G i'ƒrbnÉpHhn mán©jô/ n°Tnh más«penÓr°SpGhn øm j/O pπnªrcnÉpH /¬pàs«ueo G n™ne
ºu nJn Ghn ≠«/
m ∏rÑnJ uºnYnÉpHhn mäGnƒnYnOhn mäÉnLÉnæoehn mIƒn rYnO '¤rYnÉpHhn mInOÉnÑpYhn
2
@ Én¡nd πn rãpe ’n mäGnôpªrãoe mäÉnbQp ÉnN mánfÉnàne
K›sa bir nevi tercümesi ve meali:
YAN‹, MUHAMMED’‹N (A.S.M.) R‹SALET‹NE
fiAHADET EDEN,
Birincisi:
On bir hâlât›ndan ç›kan bir hüccet-i risalettir.
Evet, okumak ve yazmak ö¤renmedi¤i ve ümmî oldu¤u hâlde, on dört asr›n ukalâs›n›, feylesoflar›n› hayrette
b›rakan ve edyan-› semaviyede birincili¤i kazanan bir
dinle birden, tecrübesiz ve def’aten meydana ç›kmas›
emsal kabul etmez bir hâlet oldu¤u gibi, sözlerinden,
1. Bir fleye sebep olan yapan gibidir.
2. Ümmî oldu¤u hâlde en ekmel bir din ve ‹slâmiyet ve fleriatla ve en kavi bir iman ve itikat
ve ibadetle ve en yüksek bir davet ve münacat ve dua ile ve eamm bir tebli¤ ve emsalsiz harika ve en faydal›, en etemm bir metanetle def’aten zuhurunun flahadetiyle, Sad›ku’l-Va’di’l-Emîn olan Muhammed (a.s.m.) Allah’›n Resulüdür.
âbid-i muhsin: Allah’a görür
gibi ibadet eden kul.
aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua.
as›r: yüzy›l.
def’aten: birdenbire, bir defada, anî olarak.
defter-i hasenat: iyilikler, güzellikler defteri, insanlar›n
yapt›¤› iyiliklerin yaz›ld›¤› manevî defter.
edyan-› semaviye: semavî
dinler, Allah taraf›ndan gönderilmifl olan hak dinler.
ehl-i iman: inananlar, iman
sahipleri.
emsal: örnekler, benzerler.
eflref-i mahlûkat: mahlûkat›n en eflrefi, yarat›lm›fllar›n
en flereflisi; insan.
feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof.
füyuzat: feyizler, manevî bolluk
ve bereketler, inayetler.
hâlât: hâller, durumlar, vaziyetler.
hâlet: hâl, durum.
hasenat: güzellikler, iyilikler.
hüccet-i risalet: peygamberlik
delili.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
makam: yer, mevki.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
meal: mana, anlam, mefhum.
medar-› iftihar: iftihar sebebi,
övünme sebebi.
misil: kat; efl.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nevi: çeflit, tür.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
s›r: gizli hakikat.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flahsiyet-i Muhammediye: Hz.
Muhammed’in (a.s.m.) flahsiyeti,
kiflili¤i.
tefekkür: derin düflünme; eflyan›n hakikatini, yarat›c›n›n s›rlar›n›
kavramak ve ibret almak için zihnen ve kalben düflünme.
ubudiyet: kulluk.
ukalâ: ak›ll›lar, ak›ll› olanlar.
ümmî: okuma yazmas› olmayan,
okumam›fl.
virt: zikir; belli zamanlarda, belli
say›da, belli dualar›n zikir olarak
belli biçimde ve düzenli flekilde
okunmas›.
zat: kifli, flah›s.
ziyade: çok, fazla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 79
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
âdilâne: adaletli olana yak›fl›r bir
surette, do¤rulukla, âdilcesine.
asr: yüzy›l.
Cevflenü’l-Kebir: büyük z›rh anlam›ndaki Hz. Muhammed (a.s.m)
Efendimize vahiyle gelen, Esma-i
Hüsnay› içine alan emsalsiz bir
münacat ve benzersiz bir dua.
cür’et: cesaret etme, yüreklilik,
yi¤itlik.
daavat: dua, dualar.
da¤da¤a: gürültü, beyhude telâfl
ve ›zt›rap.
ehl-i hakikat: hakikati arzulayanlar, gerçe¤i bulup onun peflinden gidenler; Allah adam›.
emsal: örnekler, benzerler.
emsalsiz: benzersiz.
esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri.
esrar: s›rlar, gizli hakikatler.
feyiz: bolluk, bereket, ihsan, ba¤›fl.
fiil: ifl, hareket.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hâlet: hâl, durum.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
idare: bir ifli yürütme, çekip çevirme.
iman: inanç, itikat.
intiha: nihayet bulma, sona erme.
iptida: bafl, bafllangݍ.
itikat: kesin inanma, iman.
kanun: yasa.
kavim: millet; aralar›nda dil, âdet,
örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
kuvvet-i imaniye: iman kuvveti.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
maddî: madde ile alâkal›, cismanî.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
marifetullah: Allah’› tan›ma, anlama, bilme.
mertebe: derece.
mertebe-i iman: iman derecesi,
mertebesi.
meselâ: örne¤in.
metanet: metin olma, dayan›kl›l›k, sa¤laml›k.
misil: benzer, efl.
muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif.
muhalefet: birinin düflüncesine
z›t düflüncede bulunma, karfl›
koyma, bir düflünce, fiil veya harekete karfl› durma.
münacat: Allah’a dua etme, yalvarma, Onun manevî huzurunda
tazarru ve niyazda bulunma.
müraat: gözetme, riayet etme.
müttefikan: ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
nefis: kötü vas›flar› kendisinde
toplayan, hay›rl› ifllerden al›koyan
güç.
Page 80
fiillerinden, hâllerinden ç›kan ‹slâmiyet, her zamanda üç
yüz elli milyon insan›n ruhlar›na, nefislerine, ak›llar›na
terbiyekârâne ders vermesi ve manevî terakkiyata sevk
etmesi, emsalsiz bir hâlettir.
Hem, öyle bir fleriatla meydana gelmifl ki, âdilâne kanunlar›yla nev-i beflerin beflten birisini on dört as›rda
maddî ve manevî terakki içinde idare etmesi misilsiz bir
hâlet oldu¤u gibi, o Zat (a.s.m.) öyle bir iman ve itikatla
meydana ç›kt› ki, bütün ehl-i hakikat, her zaman onun
mertebe-i iman›ndan feyiz almalar›yla beraber en yüksek
ve en kuvvetli bir derecededir diye müttefikan tasdikleri
ve o zamanda hadsiz muar›zlar›n›n ona muhalefeti zerre
kadar bir telâfl, bir vesvese, bir flüphe vermemesi gösteriyor ki, kuvvet-i imaniyede dahi onun emsali yok ve o
küllî yüksek iman› misilsizdir.
Hem, öyle bir ubudiyet ve ibadet gösterdi ki, iptida ve
intihay› birlefltirip hiç kimseyi taklit etmeyerek, ibadetin
en ince esrar›n› görüp müraat ederek en da¤da¤al› zamanlarda dahi tam tam›na ubudiyeti yapmas› emsalsiz
bir hâlet olmas› gibi, Hâl›k’›na karfl› öyle daavat ve münacat ve ricalar yapm›fl ki, bu zamana kadar telâhuk-› efkârla beraber o mertebeye yetiflilmemifl. Meselâ, Cevfle nü’l-Kebir münacat›nda bin bir esma-i ‹lâhiyeyi flefaatçi
ederek Hâl›k’›n› öyle bir tarzda tavsif ve tarif eder ki, emsali yok. Ve marifetullahta kimse ona yetiflememesi, misilsiz bir hâlettir.
Hem, öyle bir metanetle insanlar› dine davet ve öyle
bir cür’etle risaletini tebli¤ etmifl ki, kavmi ve amcas› ve
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n
temeli ve sebebi olan manevî
varl›k.
sevk: yöneltme, gönderme.
flefaat: birinden baflkas›n›n
kusurlar›n›n veya suçunun
ba¤›fllanmas›n› dileme.
fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen,
‹lâhî emir ve yasaklara daya-
80 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
nan hükümlerin hepsi.
tarif: bir fleyi bütün vas›flar›n›
içine alacak flekilde anlatma.
tarz: biçim, flekil, suret.
tasdik: bir fleyin veya kimsenin do¤rulu¤una kesin olarak
hükmetme.
tavsif: vas›fland›rma, mahiyetini ortaya koyma, niteleme.
tebli¤: dinî bir emrin yarat›lm›fllara duyurulmas›; peygamberlerin Allah’›n emrini
kullara bildirmeleri ve hakka
davet etmeleri.
telâhuk-› efkâr: fikirlerin birbiri pefline gelip birleflmesi,
kat›laflmas›, birbirine eklenmesi.
terakki: yükselme, ilerleme.
terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller.
ubudiyet: kulluk.
vesvese: flüphe, kuruntu, kalbe gelen as›ls›z kötü ve sinsi
düflünce.
zerre: pek ufak parça, en küçük parça.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 81
dünyan›n büyük devletleri ve eski dinlerin etbalar› ona
muar›z ve düflman olduklar› hâlde, zerre kadar korkmayarak, çekinmeyerek umumuna meydan okumas› ve bafla da ç›karmas› emsalsiz bir hâlettir.
‹flte, onun s›dk›na ve nübüvvetine bu harika, emsalsiz
sekiz hâletin mecmuu gayet kuvvetli bir flahadettir. Ve bu
hâletler, o Zat›n (a.s.m.) nihayet derecede ciddiyetine ve
itminan›na ve kemal-i s›dk›na ve hakkaniyetine kat’î kanaati var oldu¤unu gösteriyor.
Âlem-i ‹slâm, her günde, her teflehhütte milyonlar lisanla
1
o¬oJÉncônn Hhn $G oánªrMQn hn »p
t ÑsædG Én¡`t jnG n∂«r n∏nY oΩnÓ°ùs dnG
der. Ve
onun memuriyetine teslimiyetini ve getirdi¤i saadet-i
ebediye beflaretini tasdik etti¤ini ve befleriyetin derin bir
aflkla ve f›trî ve istidadî pek kuvvetli bir ifltiyakla arad›¤›
hayat-› bâkiyeye sa¤lam bir yol açt›¤›na karfl› âlem-i ‹slâm, minnettarâne, müteflekkirâne
2
»pt ÑsædG Én¡`t jnG n∂«r ∏n Yn Ωo Ó
n °ùs dn G
ile bir manevî ziyaret ve görüflmek ve üç yüz elli milyon,
belki milyarlar nam›na onu tebrik eder.
Y‹RM‹
KÜLLI fiAHADETLERDEN VE ÇOK fiAHADETLER‹
‹HT‹VA EDEN
‹kinci
fiahadet:
@ /¬p≤j/ó°rünJ¤n' Y p¿ÉnÁ/’rG p¿ÉncQr ’n rG p≥pFBÉn≤nM ™p «/ªnL pInOÉn¡n°ûpHhn
Yani: “‹man›n alt› rükünlerinin hakikatleri ve tahak kuklar ve hakkaniyetleri, Muhammed’in (a.s.m.) risaleti ne ve hakkaniyetine kat’î flahadet eder.” Çünkü, onun
1. Allah’›n selâm›, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Peygamber!
2. Allah’›n selâm› üzerine olsun ey Peygamber!
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›.
aflk: fliddetli sevgi, sevda, gönül verme.
beflaret: müjde.
befleriyet: beflerîlik, insanl›k.
ciddiyet: ciddîlik.
emsalsiz: benzersiz.
etba: birinin sözüne, ifline,
mesle¤ine uyanlar.
f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan.
gayet: son derece.
hakikat: gerçek, esas.
hakkaniyet: hak ve adalete
uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
hâlet: hâl, durum.
harika: ola¤anüstü.
hayat-› bâkiye: bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayat›.
ihtiva: içine alma, kapsama.
iman: inanç, itikat.
istidadî: kabiliyete, yetene¤e
göre.
ifltiyak: afl›r› isteme, çok fazla
arzu etme.
itminan: inanma, güvenme,
gönül rahatl›¤› içinde tereddütsüz kabul etme.
kanaat: inanma, görüfl, fikir.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kemal-i s›dk: tam do¤ruluk.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
lisan: dil.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
mecmu: toplam, tüm.
memuriyet: memurluk, memur
olma hâli.
minnettarâne: minnet duyarak,
yap›lan bir iyili¤e karfl› teflekkür
hissi tafl›yarak.
muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif.
müteflekkirâne: müteflekkir olarak, teflekkür edercesine.
nam: ad.
nihayet: son derece.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl
ve flan›.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
rükün: bir fleyi meydana getiren
unsurlardan her biri, esas.
saadet-i ebediye: sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
s›dk: do¤ruluk.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
tahakkuk: gerçekleflme, meydana gelme, olma.
tasdik: bir fleyin veya kimsenin
do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme.
teslimiyet: teslim olma, teslim
olufl, boyun e¤ifl.
teflehhüt: namazda her oturuflta
tahiyyat duas›n› okuma ve bu
duay› okuyacak kadar oturma.
umum: bütün, hepsi.
zat: kifli, flah›s.
zerre: en küçük parça, molekül,
atom.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 81
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 82
risalet hayat›n›n flahsiyet-i maneviyesi ve bütün davalar›n›n esas› ve mahiyet-i nübüvveti, o alt› rükündür. Öyle
ise, o rükünlerin tahakkuklar›na delâlet eden bütün deliller, Muhammed’in (a.s.m.) risaletinin hak oldu¤una ve
onun sad›k›yetine dahi delâlet ederler. Hem ahiretin tahakkukuna sair rükünlerinin delâletini Meyve Risalesi ve
Onuncu Sözün zeyilleri beyan ettikleri gibi; öyle de, her
bir rükün, hüccetleriyle beraber onun risaletine bir hüccettir.
B‹NLER
fiAHADETLER‹ ‹HT‹VA EDEN
Üçüncü
Küllî
fiahadet:
/¬pJGnõpér©oe p±’n 'ÉpH oΩnÓ°sùdGnh oInÓ°südG p¬r«n∏nY /¬pJGnP pInOÉn¡n°ûpHhn
acip: tuhaf, hayrette b›rakan.
ahiret: dünya hayat›ndan sonra
bafllay›p ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi.
beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek.
dava: takip edilen fikir, iddia.
delâlet: delil olma, gösterme.
delil: bir davay› ispata yarayan
fley, bürhan.
hâk: do¤ru, gerçek, hakikat.
harika: ola¤anüstü.
hüccet: delil.
hücum: sald›rma.
ihtiva: içine alma, kapsama.
ispat: do¤ruyu delillerle gösterme.
kamer: Ay.
kamer: Kur’ân-› Kerîm’in 54. suresi.
kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
mahiyet-i nübüvvet: peygamberli¤in mahiyeti, hakikati, asl›.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mu’cizat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdi¤i
mu’cizeler.
nakl-i sahih: flüphe duyulmayan,
do¤ru, gerçek haber bildirilmesi.
peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî.
risale-i harika: harika risale, harika kitapç›k.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
@ /¬pbnÓrNnG uƒo∏oYhn /¬pJ’n Énªc
n hn
Yani: “O Zat (a.s.m.), günefl gibi kendi kendine delil dir. Binler mu’cizat ve kemalât ve yüksek, güzel ahlâk›y la risaletine ve sad›k›yetine pek kuvvetli flahadet eder.”
Evet, Mu’cizat-› Ahmediye risale-i harikada üç yüzden
ziyade nakl-i sahih ile ispat etti¤i gibi, o Zat›n (a.s.m.)
1
ôno ªn≤rdG ≥°n
s ûrfGnh ve ⋲e
' Qn %G søpµ`'dhn nâr«neQn rPpG nâr«neQn Énehn ayetle2
rinin sarahatiyle, avucunun bir parma¤›yla kamer iki
parça olmas›; ve nakl-i sahih ve tevatürle, ayn› elin befl
parma¤›ndan befl çeflme su akmas› ve susuz kalan bütün
ordusu o sudan içmesi ve flahit olmas› ve bu acip harika
iki defa baflka yerde de vuku bulmas›; ve ayn› avuçla bir
parça topra¤›, hücum eden düflman ordusuna atarak,
her birisinin gözüne bir avuç toprak girmesiyle hücumda
1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.)
2. Att›¤›n zaman sen atmad›n. Ancak Allah att›. (Enfal Suresi: 17.)
rükün: bir fleyi meydana getiren unsurlardan her biri,
esas.
sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk,
sadâkat.
sarahat: ifadedeki aç›kl›k,
aç›k anlat›m.
selâm: bar›fl, rahatl›k, selâmet ve esenlik dileme.
sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›-
82 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
¤› 114 bölümden her biri.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik.
tahakkuk: gerçekleflme, olma; delil ile ispat edilme, kesinleflme.
tevatür: bir hadis-i flerifin, yalan söylemelerini akl›n kabul-
lenemeyece¤i kadar say› ve
sa¤laml›ktaki bir topluluk taraf›ndan aktar›lmas›, rivayet
edilmesi.
vuku: olma, gerçekleflme,
meydana gelme.
zat: kifli, flah›s.
zeyil: ek, bir eserin devam›
olarak yaz›lan k›s›m.
ziyade: çok, fazla.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 83
iken kaçmalar›; ve ayn› avuçta küçük tafllar, insanlar gibi
tesbih edip
1
*G ¿
n ÉnërÑ°oS demeleri gibi nakl-i sahihle ve bir
k›sm› tevatürle tarihlerde kat’iyen vukua gelen yüzer ve
ehl-i tahkikin yan›nda bine kadar mu’cizat, elinde zuhuru; ve dost ve düflmanlar›n ittifak›yla, onda güzel hasletlerin ve ahlâk-› hasenenin en yüksek derecesinde (HAfi‹YE)
bulunmas›; ve arkas›nda tebaiyetle sülûk edip kemalâta
eriflen ve hakikate aynelyakin yetiflen bütün ehl-i tahkik,
ittifakla kemalât-› Muhammediye (a.s.m.) en yüksek derecede bulundu¤una hakkalyakin tasdikleri; ve onun dininden gelen âlem-i ‹slâm›n füyuzat› ve koca ‹slâmiyetin
hakikatleri onun harika kemalât›na delâlet eder. Elbette
o zat (a.s.m.), bizzat kendi risaletine gayet parlak ve küllî, genifl flahadet eder demektir.
PEK
ÇOK KUVVETL‹ fiAHADETLER‹ ‹HT‹VA EDEN
Dördüncü
fiahadet:
@ p¬pæ«pgGnônHhn p¬p≤pFBÉn≤nM røpe tónëoj ’n ÉnªpH p¿BGrôo≤rdG pInOÉn¡n°ûpHhn
Yani, “Kur’ân-› Mu’cizülbeyan, hadsiz hakikatler ve
hüccetleriyle risaletine, sad›k›yetine flahadet eder.”
Evet, k›rk vecihle mu’cize oldu¤u Zülfikar mecmuas›nda ispat edilen; ve on dört asr› nurland›ran; ve nev-i beflerin beflten birisini tebeddül etmeyen kanunlar›yla idare
HAfi‹YE: Hatta flecaat kahraman› Hazret-i Ali (rad›yallâhü anh) diyor:
“Harpte biz korktu¤umuz zaman Peygamberin (a.s.m.) arkas›na saklan›r,
tahassun ederdik.” fiecaat gibi, her haslette faik oldu¤unu, o zaman düflmanlar› dahi tasdik ettiklerini tarihler naklediyorlar.
1. Allah her türlü kusur ve noksandan münezzehtir.
ahlâk-› hasene: güzel ahlâk,
güzel huy.
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›.
asr: yüzy›l.
aynelyakin: gözle görür derecede inanma; bir fleyi görerek ve seyrederek bilme.
bizzat: kendisi, flahsen.
delâlet: delil olma, gösterme.
ehl-i tahkik: gerçe¤i araflt›-
ranlar, gerçe¤in peflinden gidenler.
füyuzat: feyizler, manevî bolluk ve bereketler, inayetler.
gayet: son derece.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat: gerçek, esas.
hakkalyakin: marifet mertebesinin en yükse¤i; bir fleyi
yaflayarak, içine girerek, do¤rulu¤undan flüpheye asla yer
b›rakmayacak biçimde kesin
olarak bilme.
harika: ola¤anüstü.
haslet: güzel huy, iyi özellik.
hafliye: dipnot.
hüccet: delil.
idare: bir ifli yürütme, çekip
çevirme.
ihtiva: içine alma, kapsama.
ispat: do¤ruyu delillerle gösterme.
ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme.
kanun: yasa.
kat’iyen: kat’î olarak, kesin olarak, kesinlikle.
kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
kemalât-› Muhammediye: Hz.
Muhammed’e ait mükemmellikler.
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
mecmua: toplan›p, biriktirilmifl,
düzenlenmifl fleylerin hepsi.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
nakl-i sahih: flüphe duyulmayan,
do¤ru, gerçek haber bildirilmesi.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nurland›rmak: ›fl›kland›rmak, ayd›nlatmak.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat.
sübhanallah: Allah her türlü eksiklikten uzak ve bütün üstün s›fatlara sahiptir demek, tesbih etmek.
sülûk: bir yola girme, bir yol tutma.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
tasdik: bir fleyin veya kimsenin
do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme.
tebaiyet: tâbîlik, tâbi olma, uyma.
tebeddül: baflkalaflma, de¤iflme.
tesbih: Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma,
Cenab-› Hakk› flan›na lây›k ifadelerle anma.
tevatür: bir hadis-i flerifin, yalan
söylemelerini akl›n kabullenemeyece¤i kadar say› ve sa¤laml›ktaki bir topluluk taraf›ndan aktar›lmas›, rivayet edilmesi.
vecih: cihet, yön.
vuku: olma, gerçekleflme, meydana gelme.
zat: kifli, flah›s.
zuhur: görünme, belli olma, ortaya ç›kma.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 83
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm
dünyas›.
aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve
selam onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua.
arif: bilen, bilgide ileri olan, irfan
sahibi.
Cevflen: dua mecmuas›.
Cevflenü’l-Kebir: büyük z›rh anlam›ndaki Hz. Muhammed (a.s.m)
Efendimize vahiyle gelen, Esma-i
Hüsnay› içine alan emsalsiz bir
münacat ve benzersiz bir dua.
cihet: yön.
esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri.
fevkinde: üstünde.
gazve: din u¤runda, din düflmanlar› üzerine yap›lan sefer ve onlarla yap›lan savafl.
haf›z: Kur’ân-› Kerîm’i tamamen
ezberleyen ve okuyan kimse.
hakikat: gerçek, esas.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
harika: ola¤anüstü.
hüccet: delil.
hürmet: riayet, ihtiram, sayg›.
iman: inanç, itikat.
ispat: do¤ruyu delillerle gösterme.
iflareten: iflaret ederek, belirterek.
kudsiyet: kutsall›k, mukaddeslik,
azizlik.
Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
kütüp: kitaplar.
lisan: dil.
makam-› kübra: en büyük makam.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
marifetullah: Allah’› tan›ma, anlama, bilme.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
menba: kaynak.
misil: benzer, efl.
muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif.
münacat: Allah’a dua etme, yalvarma, Onun manevî huzurunda
tazarru ve niyazda bulunma.
nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak, münevver.
Rab: besleyen, yetifltiren, verdi¤i
nimetlerle mahlûkat› ›slah ve terbiye eden Allah.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
sarihan: aç›kça, aç›k olarak.
semavî: Allah taraf›ndan olan, ‹lâhî.
s›dk: do¤ruluk.
suhuf-i semaviye: Allah’›n baz›
peygamberlere gönderdi¤i sayfa-
Page 84
eden; ve o zamandan flimdiye kadar bütün muar›zlara
meydan okuyup hiç kimse, hatta bir suresinin mislini getirmeye cesaret etmeyen; ve Ayetü’l-Kübra’da ispat edildi¤i gibi, alt› ciheti nuranî, flüpheler giremeyen ve alt›
makam-› kübra hakkaniyetine imza basan ve sars›lmaz
alt› hakikatlere dayanan; ve her zamanda yüzer milyon
lisanlarla flevk ve hürmetle okunan ve her dakikada m i lyonlar haf›zlar›n kalplerinde kudsiyetle yaz›lan; ve âlem-i
‹slâm›n bütün flahadetleri ve imanlar› onun flahadetlerinden tereflfluh eden; ve bütün ulûm-i imaniye ve ‹slâmiye
onun menba›ndan akan; ve o, eski semavî kitaplar› tasdik etti¤i gibi, bütün kütüp ve suhuf-i semaviyenin manevî tasdiklerine mazhar bulunan Kur’ân-› Azîmüflflan, bütün hakikatleriyle ve hakkaniyetini ispat eden bütün hüccetleriyle, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n s›dk›na
ve risaletine flahadet eder demektir.
Beflinci,
Alt›nc›,
Yedinci,
Sekizinci
Küllî
fiahadetler:
/¬p∏pFnB’nO pIƒs o≤pH Qp ƒæt dG π
p pFBÉ°nSQn hn /¬pJGnQÉn°TpG pás«p°Sróo≤pH øp n°Trƒn÷rG pInOÉn¡n°ûpHhn
1
@ /¬pJÉKn pOÉnM ±
p ’n 'G p≥j/ó°rünàpH ∫p ÉnÑr≤pàr°Sp’rGnh /¬pJÉn°UÉngrQpG ôp oJGnƒnàpH À/VÉnŸrGnh
Yani, bin bir esma-i ‹lâhiyeye sarihan ve iflareten bakan ve bir cihette Kur’ân’dan ç›kan bir harika münacat
olan ve marifetullahta terakki eden bütün ariflerin münacatlar›n›n fevkinde bulunan ve bir gazvede, “Z›rh› ç›kar
onun yerine bu Cevflen’i oku” 2 diye Cebrail vahiy getiren Cevflenü’l-Kebir münacat› içindeki hakikatler ve tam
tam›na Rabbine karfl› tavsifler, Muhammed’in (a.s.m.)
1. ‹flaretlerinin kudsiyetiyle Cevflen’in, delillerinin kuvvetiyle Risale-i Nur’un, tevatür kuvvetindeki irhasatlar›yla mazinin, binler hâdise ve mu’cizesinin tasdikiyle istikbalin flahadetiyle…
2. Mecmuatü’l-Ahzab, 1:231.
lar.
sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
flevk: fliddetli arzu, afl›r› istek
ve heves.
tasdik: bir fleyin veya kimsenin do¤rulu¤una kesin olarak
hükmetme.
84 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
tavsif: vas›fland›rma, bir fleyin iç yüzü ve özelliklerini anlatma.
terakki: yükselme, ilerleme.
tereflfluh: s›zma, s›z›nt› yapma.
ulûm-i imaniye: iman ilimleri, imanla ilgili ilimler.
ulûm-i ‹slâmiye: ‹slâmî ilimler.
vahiy: Cenab-› Hakk›n diledi¤i
hükümleri, s›rlar› ve hakikatleri peygamberlere bildirmesi.
z›rh: savafllarda ok, k›l›ç, süngü gibi silâhlardan korunmak
için giyilen, demir ve tel levhalardan yap›lm›fl giysi.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 85
risaletine ve hakkaniyetine flahadet etti¤i gibi; Kur’ân’dan tereflfluh eden ve bir cihette Cevflen’den feyiz alan
ve tevellüt eden Resaili’n-Nuriye, yüz otuz parças›yla risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) bir tek hüccet olarak risaletinin bütün hakikatlerini aklen ve mant›ken ispat›yla,
hatta felsefenin nazar›nda ak›ldan pek uzak meselelerini
göz önünde gibi gayet kolay ve makul bir tarzda ders
vermesiyle, Muhammed’in (a.s.m.) sad›k›yetine ve risaletine küllî bir surette flahadet eder.
Hem zaman-› mazi dahi risaletine bir küllî flahittir ki,
irhasat denilen nübüvvetten evvel zuhur eden ve gelecek
peygamberin mu’cizat› say›lan harikalar, tarihlerde ve siyer kitaplar›nda kat’î tevatür tarz›nda nakledilen pek çok
vak›alar, gayet sa¤lam bir surette risaletine flahadet eder
ve çok nevileri var. Bir k›sm›, gelecek fiahadetlerde beyan edilecek, bir k›sm› da Zülfikar’da ve tarih kitaplar›nda sahih bir surette nakledilmifl. Meselâ, velâdet-i Peygamberiyeye (a.s.m.) yak›n bir vakitte Kâbe’yi tahrip etmeye gelen Ebrehe askerinin bafllar›na ebabil kufllar›n›n
elleriyle tafllar›n ya¤mas› ve velâdet gecesinde Kâbe’deki sanemlerin bafl afla¤› düflmesi ve Kisra-i Fars saray›n›n
harap olmas› ve ateflperest Mecusîlerin bin seneden beri yanmas› devam eden atefli o gece sönmesi ve Buheyra-i Rahip ve Halime-i Sa’diye’nin kat’î ihbarlar›yla, bulutlar bafl›na gölge etmesi gibi çok hâdiseler, nübüvvetinden evvel nübüvvetini haber vermifller.
Hem istikbal, yani, vefat›ndan sonra onun haber
verdi¤i hâdiseler pek çoktur ve çok nevileri var. Birisi,
aklen: ak›l ile, ak›l yolu ile,
ak›l gere¤ince.
ateflperest: atefle tapan, Mecusî.
beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek.
Buheyra-i Rahip: Peygamberimiz, amcas› Ebu Talip ile Suriye taraflar›na gittiklerinde
kilisesinden ç›k›p Hz. Muhammed’i iflaret ederek onun
peygamber olaca¤›n› söyleyen rahip.
Cevflen: dua mecmuas›.
cihet: yön.
ebabil: Kur’ân-› Kerîm’in Fil
Suresinde (sure no:105) geçen, Kâbe’yi y›kmaya gelen
Ebrehe’nin ordusunu helâk
eden kufllar sürüsüne verilen
isim.
Ebrehe: Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) do¤umundan elli gün
kadar evvel Kâbe’yi y›kmaya
gelen Habefl ordusu kumandan›.
feyiz: bolluk, bereket, ihsan,
ba¤›fl.
gayet: son derece.
hakkaniyet: hak ve adalete
uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
Hâlime-i Sa’diye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) süt annesi.
harika: ola¤anüstü vas›flar
tafl›yan ve hayranl›k hissi
uyand›ran.
hüccet: delil.
ihbar: haber verme, bildirme.
irhasat: Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) peygamberli¤inden
evvel meydana gelen ve peygamber olaca¤›na iflaret harika
hâller, belirtiler.
ispat: do¤ruyu delillerle gösterme.
istikbal: gelecek zaman.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
Kisra-i Fars: Fars kisras›, eski ‹ran
hükümdar›.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
makul: akla yak›n, akla uygun,
akl›n kabul edece¤i.
mant›ken: mant›¤a göre, mant›kça.
Mecusî: atefle tapan, Zerdüflt dinini benimseyen, bu dinle ilgili
olan, Zerdüfltî.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
nakil: anlatma, söyleme, hikâye
etme.
nazar: bak›fl, nezdinde.
nevi: çeflit, tür.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl
ve flan›.
Resailü’n-Nuriye: Nur risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin ad›.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i.
sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat.
sahih: gerçek, do¤ru, flüphesiz,
yalan olmayan, yanl›fl olmayan.
sanem: put, Allah’tan baflka tap›n›lan fley.
siyer: Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
hayat›n›n bütün safhalar›n› anlatan, Peygamberimizin vas›flar›n›
nakleden eserler.
suret: biçim, flekil, tarz.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
tahrip: harap etme, y›kma, bozma.
tarz: biçim, flekil, suret.
tereflfluh: s›zma, s›z›nt› yapma.
tevatür: içinde yalan ihtimali bulunmayan ve birbirlerine kuvvet
veren haberlerden oluflan büyük
bir toplulu¤a ait haber.
tevellüt: do¤ma, do¤um.
vak›a: vuku bulan, olan fley.
vefat: ölüm.
velâdet: do¤ma, do¤ufl.
velâdet-i Peygamberiye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
(a.s.m) do¤uflu.
zaman-› mazi: geçmifl zaman.
zuhur: ortaya ç›kma.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 85
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua.
aleyhisselâm: Allah’›n selâm›
onun üzerine olsun.
Âl-i Beyt: Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) ailesinden olan, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ev halk›.
Âl-i ‹brahim: Hz. ‹brahim’in neslinden gelenler ve onun manevî
yolunda yürüyenler.
Âl-i Muhammed: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) neslinden gelenler.
Ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi (a.s.m.) görmüfl ve onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler.
delâlet: delil olma, gösterme.
fetih: zafer, galebe.
fütuhat-› ‹slâmiye: ‹slâm›n zaferleri, fetihleri.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
ihbarat-› gaybiye: geçmifl veya
gelecek zamana ait verilen haberler.
ihbar-› gaybî: gayba ait haber,
geçmifl veya gelecek zamana ait
haber.
istinaden: istinat ederek, dayanarak, güvenerek, delil kabul
ederek.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
ma¤lûp: boyun e¤me, yenilme,
yenilmifl olma.
mahv: yok etme, ortadan kald›rma, bitme.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mu’cizat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdi¤i
mu’cizeler.
mukabil: karfl›l›k.
mushaf: Kur’ân sahifelerini toplayan cilt, Kur’ân’›n ciltlenmifl hâli;
Kur’ân.
nakl-i sahih: flüphe duyulmayan,
do¤ru, gerçek haber bildirilmesi.
nevi: çeflit, tür.
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i.
sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat.
sair: di¤er, baflka, öteki.
salâvat: Hz Muhammed’e rahmet
ve esenlik dileme, salât ve selâm
etme; ‘Allahümme salli ala seyyidinâ Muhammedin ve ala âli seyyidinâ Muhammed’ deme.
s›r: gizli hakikat.
siyer: Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
Page 86
Âl-i Beytine ve Ashab›na ve fütuhat-› ‹slâmiyeye ait ihbarat-› gaybiyesidir ki, Zülfikar’da, Mu’cizat-› Ahmediye
(a.s.m.) k›sm›nda nakl-i sahih ile seksen vak›an›n aynen
haber verdi¤i gibi ç›kmas›, meselâ Hz. Osman (r.a.) mushaf okurken, Hz. Hüseyin (r.a.) Kerbelâ’da flehit edilmeleri ve fiam ve ‹ran ve ‹stanbul’un fetihleri ve Abbasi
Devletinin zuhuru ve Cengiz ve Hülâgû onu ma¤lûp ve
mahvetmesi gibi seksen ihbar-› gaybî mu’cizat›, nakl-i sahihle ve tarih ve siyer kitaplar›na istinaden tafsilen yazmas› gibi, ihbar-› gaybînin sair nevileriyle ve Muhammed’in (a.s.m.) hakkaniyetine delâlet eden pek çok vak›at-› istikbaliye ile zaman-› istikbal dahi kuvvetli ve küllî bir
surette risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) ve sad›k›yetine
flahadet eder demektir.
Dokuzuncu,
Onuncu,
On
Birinci,
On
‹kinci
fiahadetlere
iflaret
eden,
@ pÚ/≤n«rdG u≥nM pánLnQnópH /¬p≤j/ó°rünJ /‘ rºp¡pJÉ«s pæ«/≤nj pIƒs o≤pH p∫'’rG pInOÉ¡n°ûpHhn
@ pÚ/≤n«rdG øp r«nY pánLnQnópH /¬p≤j/ór°ünJ /‘ rºp¡pfÉnÁ/G p∫ÉnªnµpH pÜÉnë°rU’n rGhn
@ pÚ/≤n«rdG ºp r∏pY pánLnQnópH /¬p≤j/ór°ünJ /‘ rºp¡pJÉn≤«/≤rënJ pIƒs o≤pH pABÉ«n pØ°rU’n rGhn
1
@pÚ≤/ «n dr ÉpH päGnóngÉ°nûoŸrGnh ∞
p °r ûnµ`rdÉpH ¬/ àp dn Én°SpQ '¤nY ºr ¡p ≤p Ho Én£àn Hp Ü
p Én£rb’n rGhn
Yani, Muhammed’in (a.s.m.) sad›k›yetine ve hakkaniyetine küllî flahadetlerden,
2
Dokuzuncusu: πn «/FBGôrn °SpG »/ænH pABÉn«pÑrfnÉnc »/àseo G oABÉnªn∏oY
s›rr›na
mazhar ve salâvatlarda Âl-i ‹brahim Aleyhisselâma
mukabil olan Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n
1. Hakkalyakin derecesindeki tasdikleriyle ve kuvvetli yakinleriyle Ehl-i Beytinin, aynelyakin
derecesindeki tasdikleriyle ve kemal-i imanlar›yla Ashab›n›n, ilmelyakin derecesindeki tasdikleriyle ve kuvvetli tahkikatlar›yla Asfiyan›n ve kat’î keflfiyat ve müflahedeleriyle onun
risaletinde ittifak eden aktab›n flahadetiyle...
2. Ümmetimin âlimleri Benîisrailin peygamberleri gibidir. (Aclûnî, Keflfü’l-Hafâ, 2:64.)
hayat›n›n bütün safhalar›n› ad›n› yüceltme u¤runda can›- le ilgili olaylar, gelecekte
anlatan, Peygamberimizin va- n› feda ederek savaflta vuru- meydana gelecek hâdiseler,
s›flar›n› nakleden eserler.
lup ölen Müslüman.
olaylar.
suret: biçim, flekil, tarz.
tafsilen: tafsilli bir flekilde,
zaman-› istikbal: gelecek zaflahadet: flahit olma, flahitlik, uzun uzad›ya, ayr›nt›l› olarak. man.
tan›kl›k.
vak›a: vuku bulan, olan fley.
flehit: Allah’›n ve yüce dininin vak›at-› istikbaliye: gelecek- zuhur: ortaya ç›kma.
86 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 87
içindeki büyük evliya ve Ali (r.a.) ve Hasan (r.a.) ve Hüseyin (r.a.) ve Ehl-i Beytin on iki imam› ve Gavs-› Azam
(k.s.) ve Ahmed-i Rufaî (k.s.), Ahmed-i Bedevî (k.s.), ‹brahim-i Dessukî (k.s.), Ebu’l-Hasan-› fiazelî (k.s) gibi aktaplar ve imamlar, ittifakla, hakkalyakin bir itikatla ve
keflfiyat ve müflahedatla ve ümmette gösterdikleri harika
irfladatla ve kerametlerle, risalet ve hakkaniyet ve sad›k›yet-i Muhammediyeye (a.s.m.) imanlar› ve flahadetleriyle
imza bas›yorlar.
Onuncusu: Enbiyadan sonra en muhterem ve yüksek
taife ve ümmî ve bedevî olduklar› hâlde az bir zamanda
nur-i Muhammedî (a.s.m.) ile flarktan garba kadar âdilâne idare edip, cihangir devletleri ma¤lûp ederek müterakki, fenli, medenî, siyasî milletlere üstat, muallim, diplomat, hâkim-i âdil olarak o asr› bir asr-› saadet hükmüne getiren Sahabeler, Muhammed’in (a.s.m.) her hâlini
tetkik ve taharriden sonra gözleriyle gördükleri çok
mu’cizat›n kuvvetiyle, eski düflmanl›klar›n› ve ecdatlar›n›n mesleklerini ve çoklar› (Halid ibni Velid ve ‹krime ibni Ebu Cehil gibi) pederlerinin taraftarl›klar›n›, kavim ve
kabilelerini tamam›yla b›rak›p bütün ruhucanlar›yla, gayet fedakârâne bir surette ‹slâmiyete girerek aynelyakin
derecesinde Muhammed’in (a.s.m.) sad›k›yetine ve risaletine imanlar›, sars›lmaz küllî bir flahadettir.
On
Birincisi: Asfiya ve s›dd›kîn denilen müçtehitler, imamlar, allâmeler, ‹bni Sina, ‹bni Rüfld gibi dâhî feylesoflar misillü binler ehl-i tahkik, aklî ve mant›kî bir tarzda, her biri ayr› bir meslekte flüphesiz binler hüccetlere
âdil: adaletli olan.
âdilâne: adaletli olana yak›fl›r
bir surette.
aklî: tutarl›, mant›kl› düflünce,
fikir.
aktap: kutuplar; belli bir yer
veya memleketteki evliyan›n
bafl› olan en büyük velî.
allâme: büyük bilgin, ilmî seviyesi çok yüksek olan âlim.
asfiya: safiyet ve takva sahibi
olan, Hz. Peygamberin (a.s.m.)
vârisi hükmünde, onun meslek ve gayelerini hayata ge-
çirmeye çal›flan âlim zatlar.
Asr-› Saadet: Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
peygamber olarak dünyada
bulundu¤u devir.
aynelyakin: gözle görür derecede inanma; bir fleyi görerek ve seyrederek bilme.
bedevî: çölde ve iptidaî tarzda yaflayan, medenî olmayan.
cihangir: dünyay›, cihan› zapt
eden.
dâhî: son derece zeki, anla-
y›fll›, deha sahibi.
ecdat: dedeler, cetler, atalar.
Ehl-i Beyt: bir zat›n soyundan
gelme ve onun neslinden olma.
ehl-i tahkik: gerçe¤i araflt›ranlar, gerçe¤in peflinden gidenler.
enbiya: peygamberler.
fedakârâne: fedakârca, fedakârl›kla.
fen: ispatla meydana gelmifl
ilimlere verilen genel ad.
feylesof: felsefe ile u¤raflan,
filozof.
garp: güneflin batt›¤› taraf, bat›.
Gavs-› Azam: en büyük gavs, Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
nam›.
gayet: son derece.
hâkim-i âdil: âdil hâkim, adalet
ile ifl gören hükmedici, adaletli
hüküm verici.
hakkalyakin: marifet mertebesinin en yükse¤i; bir fleyi yaflayarak, içine girerek, do¤rulu¤undan
flüpheye asla yer b›rakmayacak
biçimde kesin olarak bilme.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
hüccet: delil.
irfladat: irflatlar, uyarmalar, do¤ru
yolu göstermeler.
ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme.
keflfiyat: keflifler, Allah’›n ilham
etmesiyle gösterilen gaypla ilgili
s›rlar.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
mant›kî: akla uygun, mant›k kaidelerine uygun, mant›kl›.
misillü: gibi, benzeri.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
muhterem: sayg› de¤er, hürmete
lây›k, sayg›n.
müçtehit: ayet ve hadislerden
fler’î hükümler ç›karabilen, gerekli bütün ehillik flartlar›na sahip
olan, genifl ve derin bilgili din âlimi.
müflahedat: gözlemler.
müterakki: terakki eden, yükselen, ilerlemifl.
nur-i Muhammedî: Hz. Muhammed’in nuru, ›fl›¤›.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
ruhucân: ruh ve can; ruh ve canla.
sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat.
sad›k›yet-i Muhammediye:.
s›dd›kîn: s›dd›klar, do¤ru sözlü
olanlar, samimiyetle iman etmifl
olan ve bunun gere¤ine tam olarak uyanlar.
suret: biçim, flekil, tarz.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flark: do¤u.
taharri: arama, araflt›rma.
taife: tak›m, güruh.
tetkik: dikkatle araflt›rma, inceleme.
ümmet: Müslümanlar›n tamam›;
bütün Müslümanlar.
ümmî: okuma yazmas› olmayan,
okumam›fl.
üstat: ö¤retici, ö¤retmen.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 87
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
adliye: mahkeme, yarg›lama iflleriyle u¤raflan daire.
aktap: kutuplar; belli bir yer veya
memleketteki evliyan›n bafl› olan
en büyük velî.
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm
dünyas›.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
daire-i ders: ders dairesi.
ehemmiyetli: önemli.
ehl-i hakikat: hakikati arzulayanlar, gerçe¤i bulup onun peflinden gidenler; Allah adam›.
ehl-i tahkik: gerçe¤i araflt›ranlar,
gerçe¤in peflinden gidenler.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
harika: ola¤anüstü.
hüccet: delil.
ibaret: meydana gelen, oluflan,
müteflekkil.
ilmelyakin: ilim yoluyla kesin
olarak bilme.
iman: inanç, itikat.
irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma.
istinaden: istinat ederek, dayanarak, güvenerek, delil kabul
ederek.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
keramet: Allah’›n velî kullar›nda
görülen ola¤anüstü hâller veya
tabiatüstü hâdiseler.
keflfen: keflif yoluyla, gizli bir fleyin Allah taraf›ndan birisine ilham
edilmesi yoluyla.
keflfiyat: keflifler, Allah’›n ilham
etmesiyle gösterilen gaypla ilgili
s›rlar.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
mertebe-i hakkaniyet: hakl›l›k
derecesi, seviyesi.
mertebe-i kemalât: kemal, olgunluk ve mükemmelli¤in derecesi, mertebesi.
münkir: Allah’›n varl›¤›n› kabul
ve tasdik etmeyen, imans›z, dinsiz.
müflahedat: gözlemler.
mütetab›kan: birbirine uygunluk
Page 88
ve kat’î bürhanlara istinaden ilmelyakin derecesinde Muhammed’in (a.s.m.) risaletine ve hakkaniyetine imanlar›
öyle küllî bir flahadettir ki, onlar›n umumu kadar bir zekâs› bulunmayan, karfl›lar›na ç›kamaz.
‹flte o hadsiz flahitlerden birisi, bu zamanda Risale-i
Nur’dur ki, münkirler ona karfl› hiçbir çare bulamad›klar›ndan, zab›ta ve adliyeyi aldat›p mahkeme eliyle susturmas›na çal›fl›yorlar.
On
‹kincisi:
Âlem-i ‹slâmda her biri ümmetin
ehemmiyetli bir k›sm›n› daire-i dersine al›p, harika irflat
ve kerametlerle manevî terakki ettiren ve hüccetler yerinde müflahedata, keflfiyata dayanan ve aktap denilen
en derin ehl-i tahkik ve hakikat, ruhanî terakkilerinde
Muhammed’in (a.s.m.) risaletini ve sad›k›yetini ve en
yüksek mertebe-i hakkaniyette bulundu¤unu keflfen ve
fluhuden görüp müttefikan ve mütetab›kan nübüvvetine
flahadetleri öyle bir imzad›r ki, onlar›n umumu kadar bir
yüksek mertebe-i kemalât› kazanmayan, o imzay› bozamaz.
On
Üçüncü
fiahadet:
Dört küllî ve çok genifl ve kat’î hüccetlerden ibarettir:
p∞pJGnƒn~rGhn pøpgGnƒ`nµrdG päGnQÉn°ûnH pôoJGnƒnàpH pán«p°VÉnŸrG pánæpeRr ’n r G pInOÉn¡n°ûpHhn
pABÉn«pÑrf’n rGhn pπ°oStôdG pIGnQÉn°ûnH pInóngÉn°ûoªpHhn nÚ/Ødp És°ùdGpQGnhrO’n rG p‘ pABÉnanôo©rdGnh
oInÓs°üdG p¬r«n∏nY mósªnëoe pándÉn°SpôpH oΩnÓs°ùdG oºp¡r«n∏nY rºp¡pJQn Én°ûnHhn rºp¡pJnOÉn¡n°ûpHhn
1
@ pán°Ssón≤oŸrG pÖoà`oµrdG p‘ oΩnÓs°ùdGnh
1. Geçmifl devirlerdeki kâhinler ve hatifler ve ariflerden tevatürle nakledilen müjdelerin flahadetiyle, semavî kitaplarda görülen enbiya ve resullerin müjdelerinin müflahedesiyle; ve
o peygamberlerin (aleyhimüsselâm), mukaddes kitaplar›nda Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm›n risaletini müjdelemelerin flahadetleriyle...
içinde.
ruhanî: manevî âlem, ruhlar müflahede ederek.
âlemine mensup, ruhlar âle- terakki: yükselme, ilerleme.
mine ait.
umum: bütün, hepsi.
sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, ümmet: Müslümanlar›n tasadâkat.
mam›; bütün Müslümanlar.
flahadet: flahit olma, flahitlik; zab›ta: flehir güvenli¤ini sa¤risalet: elçilik, resullük, pey- aç›k alâmet, iflaret.
lamakla vazifeli bulunan idagamber olarak gönderilme.
fluhuden: fluhut ile, görerek, re, polis.
müttefikan: ittifak ederek,
hep beraber, birlikte.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl ve flan›.
88 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 89
Bu f›kran›n k›saca bir meali burada beyan edilecek ve
izahat› ve senetleri Zülfikar’›n Mu’cizat-› Ahmediye k›sm›n›n ahirinde mükemmel var.
Yani, geçmifl zamanlarda nev-i beflerin meflahir ve
namdarlar›ndan, baflta enbiya olarak arifler, kâhinler, hatifler müttefikan Muhammed’in (a.s.m.) risaletine ve gelece¤ine irhasat nev’inden gayet sarih ve mükerrer haber verdiklerini nakl-i sahih ve bir k›sm› tevatürle tarih ve
siyer ve hadis kitaplar›nda kay›t ve kabul edilmesine ve
Mu’cizat-› Ahmediye risalesinde o binler ihbarat›n en
kuvvetli ve kat’î k›sm›n› tafsilen beyan›na binaen ona havale edip gayet k›sa bir iflaretle deriz ki:
Enbiyalar, mukaddes, semavî kitaplarda Muhammed’in (a.s.m.) nübüvvetine dair Tevrat, ‹ncil, Zebur’un
yüzer ayetlerinde sarahate yak›n k›sm›ndan yirmi ayetleri On Dokuzuncu Mektupta yaz›lm›fl. Hristiyan ve Yahudîler taraf›ndan çok tahrifat›yla beraber, yine nübüvvet-i
Ahmediyeyi haber veren yüz ayeti Hüseyin-i Cisrî kitab›nda yazm›fl.
Kâhinler ise, baflta meflhur fi›kk ve Satih olarak, ruhanî
ve cin vas›tas›yla gaipten haber veren ve flimdi medyum
denilen, tevatür bir nakl-i sahihle peygamberin gelece¤ine ve Fars devletini kald›raca¤›na sarih bir surette haber
verdikleri ve flüphe kald›rmaz bir tarzda, yak›nda bir peygamber Hicaz’da zuhurunu mükerrer söyledikleri gibi;
arif-i billâh k›sm›ndan, Peygamberin (a.s.m.) cetlerinden
Kâ’b ibni Lüeyy ve Yemen ve Habefl padiflahlar›ndan
ahir: son.
arif: tevhid bilgi ve fluuruna
sahip, hakk› tan›yan, onun
eserini lây›k›yla anlay›p bilen,
bildiklerini uygulayan, irfan
sahibi, marifet ve hakikat
mertebesine eriflen, üstün
görüfllü kimse.
arif-i billâh: mürflit, ermifl,
evliya, marifeti Allah’a vas›l
olan, Cenab-› Hakk› bilen, velî.
beyan: aç›klama, izah.
binaen: -den dolay›, bu se-
bepten.
ced: dede, büyük baba, ata.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
enbiya: nebîler, peygamberler.
Fars: ‹ran.
f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm.
gaip: görünmeyen âlem.
hadis: fleriat örfüne göre; Hz.
Muhammed’e (a.s.m.) ait oldu¤u kesin olan fleyler.
hatif: sesi iflitilen, kendisi görülmeyen ve gayptan do¤ru
haber veren cinler.
ihbarat: ihbarlar, bildirmeler,
haber vermeler.
‹ncil: Hz. ‹sa’ya (a.s.) gönderilmifl olan ‹lâhî kitap.
irhasat: Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) peygamberli¤inden
evvel meydana gelen ve peygamber olaca¤›na iflaret harika hâller, belirtiler.
kâhin: gaipten haber vermek
iddias›nda bulunan kimse,
falc›.
kat’î: kesin.
meal: mana, anlam, mefhum.
medyum: ruhlar aras›nda arac›l›k
etti¤ine ve gelece¤i bildi¤ine inan›lan kimse.
meflahir: meflhurlar, flöhret sahipleri.
mu’cizat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdi¤i
mu’cizeler.
mukaddes: takdis edilmifl, kutsal,
aziz, temiz.
mükerrer: tekrarlanm›fl, tekrar
olunmufl.
müttefikan: ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
nakl-i sahih: flüphe duyulmayan,
do¤ru, gerçek haber bildirilmesi.
namdar: meflhur, ünlü, flöhretli,
naml›.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nevi: çeflit, tür.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik,
Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl
ve flân›.
nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
ruhanî: gözle görülmeyen, cismi
olmayan, elle tutulamayan varl›klar.
sarahat: ifadedeki aç›kl›k, aç›k
anlat›m.
sarih: aç›k, aflikâr.
sarihan: aç›kça, aç›k olarak.
semavî: Allah taraf›ndan olan, ‹lâhî.
senet: dayan›lacak ve güvenilecek fley, kuvvetli delil olabilecek
söz.
siyer: Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
hayat›n›n bütün safhalar›n› anlatan, Peygamberimizin vas›flar›n›
nakleden eserler.
suret: biçim, flekil, tarz.
tafsilen: tafsilli bir flekilde, uzun
uzad›ya, ayr›nt›l› olarak.
tahrifat: tahrifler, bir fleyin asl›n›
bozmalar, de¤ifltirmeler.
tarz: biçim, flekil, suret.
tevatür: bir hadis-i flerifin, yalan
söylemelerini akl›n kabullenemeyece¤i kadar say› ve sa¤laml›ktaki bir topluluk taraf›ndan aktar›lmas›, rivayet edilmesi.
Tevrat: Hz. Mûsa’ya (a.s.) indirilmifl olan ‹lâhî kitap.
Zebur: Hz. Davud’a (a.s.) nazil olan
mukaddes kitap.
zuhur: ortaya ç›kma.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 89
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 90
Seyf ibni Zîyezen ve Tübba gibi çok arifler, o zaman evliyalar›, pek sarih bir surette, Muhammed’in (a.s.m.) risaletinden haber verip fliirlerle ilân etmifller. On Dokuzuncu Mektupta, ehemmiyetli ve kat’î bir k›sm› yaz›lm›fl.
Hatta o padiflahlardan birisi, demifl: “Ben, Muhammed’e
(a.s.m.) hizmetkâr olmas›n›, bu saltanata tercih ederim.”
Birisi de demifl: “Ah! Ben ona yetiflseydim, onun ammizadesi olurdum.” Yani, Hazret-i Ali gibi fedaî bir hizmetkâr› ve veziri olurdum. Her ne ise, tarih ve siyer kitaplar› bu haberleri tamamen neflir ile, bu arifler, risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) kuvvetli ve küllî bir flahadetle sad›k›yetine imza bas›yorlar.
Hem, o arifler ve kâhinler gibi risalet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) gaybî haber veren ve sözleri iflitilen ve flah›slar› görünmeyen “hatif” denilen ruhanîler, pek sarih bir
surette Muhammed’in (a.s.m.) nübüvvetinden haber verdikleri gibi; çok muhbirler, hatta saneme kesilen kurbanlar ve sanemler ve mezar tafllar›, nübüvvetinden haber
vermeleriyle, onun risaletine ve hakkaniyetine imza bas›p tarih lisan›yla flahadet etmifller.
On
Dördüncü
fiahadet:
ammizade: amca çocu¤u.
Arabî: Arapçaya ait, Arap dili ile
ilgili.
arif: tevhid bilgi ve fluuruna sahip, hakk› tan›yan, onun eserini
lây›k›yla anlay›p bilen, bildiklerini
uygulayan, irfan sahibi, marifet
ve hakikat mertebesine eriflen,
üstün görüfllü kimse.
ehemmiyetli: önemli.
evliya: velîler, Allah dostlar›.
fedaî: can›n› esirgemeyen, mühim bir maksat u¤runa can›n›
vermeye haz›r bulunan.
f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm.
gaybî: gaypla ilgili, görünmeyenlere ait.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
hatif: sesi iflitilen, kendisi görülmeyen ve gayptan do¤ru haber
veren cinler.
hizmetkâr: hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
kâhin: gaipten haber vermek id-
Kâinat›n kuvvetli flahadetine iflaret eden bu Arabî f›kra:
pándÉn°SuôdG¤nn Y Én¡«/a pás«p¡'d’p rG póp°UÉn≤nŸrÉpHhn Én¡pJÉnjÉn¨pH päÉnæpFBÉnµrdG pInOÉn¡n°ûpHhn
päÉnæpFBɵ
n rdG päÉnjÉnZ p∫ƒo°üoM p∞tb nƒnJ pÖnÑ°nùpH pán©peÉn÷rG pásjpósªnëoŸrG
Én¡pæ°rùoM Rp Qo ÉnÑnJhn Én¡pØpFBÉnXhn hn Én¡pànªr«pb Qp ôt n≤nJhn Én¡ræpe pás«p¡'d’p rG póp°UÉn≤nŸrGhn
dias›nda bulunan kimse, falc›.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
küllî: umumî, genel, bütün
olan.
lisan: dil.
muhbir: haber veren, haberci.
neflir: herkese duyurma, yayma, tamim.
nübüvvet: nebîlik, peygam-
90 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
berlik, Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl ve flan›.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz.
Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i.
ruhanî: gözle görülmeyen,
cismi olmayan, elle tutulamayan varl›klar.
sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk,
sadâkat.
saltanat: sultanl›k, padiflahl›k,
hükümdarl›k.
sanem: put, Allah’tan baflka
tap›n›lan fley.
sarih: aç›k, aflikâr.
seyf: k›l›ç.
siyer: Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) hayat›n›n bütün safhalar›n› anlatan, Peygamberimizin vas›flar›n› nakleden
eserler.
suret: biçim, flekil, tarz.
flahadet: flahit olma, flahitlik;
aç›k alâmet, iflaret.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 91
Énªs«°pS’n áp «s fp Én°ùrf’p rG áp dn Én°SuôdG n¤nY Én¡≤p Fp BÉ≤n M
n ºp µ
n M
p ≥p ≤t ë
n Jn hn Én¡dp Énªnchn
Éng’n ƒr ndhn Én¡nd tºnJ’n rG Qo GnónŸrGhn oInôp¡r¶oŸrG n»pg rPpG pásjpósªnëoŸrG pándÉn°SuôdGn ¤nY
pÊÉn©nŸrGhoP oÒ/ÑnµrdG oÜÉnà`pµrdGnh oán∏sªnµoŸrG oäÉnæpFBÉnµrdG p√pò'g räQn Én°ünd
ƒn oghn pänÓnªnµrdG nán£pbÉn°ùnàoe /ÊÉn©nŸrG nInôpjÉn£nàoe GkQƒoãræne kABÉnÑng pásjpónerösùdG
1
@ mäÉn¡pLhn m√ƒoLho røpe l∫Énëoe
Ayetü’l-Kübra, bu Arabî f›kran›n mealine dair demifl:
Bu kâinat, nas›l ki kendini icat ve idare ve tertip eden ve
tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitap gibi, bir
sergi, bir temaflagâh gibi tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkafl›na delâlet eder; öyle de, kâinat›n hilkatindeki makas›d-› ‹lâhiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvülât›ndaki Rabbanî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekât›ndaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki k›ymetini ve içindeki mevcudat›n kemalât›n› ilân
edecek ve “Nereden geliyorlar? Ve nereye gidecekler?
Ve ne için buraya geliyorlar ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?” diye dehfletli suallere cevap verecek ve o kitab-› kebirin manalar›n› ve âyât-› tekviniyesinin hikmetlerini
tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir do¤ru keflflaf, bir muhakkik üstat, bir sad›k muallim istedi¤i ve iktiza etti¤i ve
her hâlde bulunmas›na delâlet etti¤i cihetle, elbette bu
vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n hakkaniyetine ve bu Kâinat Hâl›k›n›n en
yüksek ve sad›k bir memuru oldu¤una kuvvetli ve küllî
flahadet edip
2
$G o∫ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿nG oón¡r°TnG der.
1. Kâinat, gayeleri ve onda tezahür eden makas›d-› ‹lâhiye ile Muhammed’in (a.s.m.) cami risaletine flahadet eder. Çünkü, kâinat›n yarat›l›fl gayelerinin ve ondaki makas›d-› ‹lâhiyenin,
mevcudat›n vazifelerinin ve k›ymetinin anlafl›lmas›, hüsün ve kemalinin tebarüz etmesi,
hakikatlerindeki hikmetlerin tahakkuk etmesi, insanlar içinde peygamberlerin gönderilmesine, bilhassa da risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) ba¤l›d›r. Zira, bütün makas›d-› ‹lâhiyeyi en aç›k olarak gösteren ve bu gayelerin en etem medar› risalet-i Muhammediyedir.
fiayet o olmasayd›, sermedî manalar tafl›yan büyük bir kitap hükmündeki bu mükemmel
kâinat, hebaen mensur gider, manas›z kal›r ve kemalât› sukut ederdi. Bu ise pek çok vücuh ve cihetlerle muhaldir.
2. fiahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür.
Arabî: Arapçaya ait, Arap dili yarat›lan varl›klar›n Cenab-› Ayetü’l-Kübra: Risale-i Nur’ile ilgili.
Hakk›n varl›k ve birli¤ine olan da 7. fiua adl› eser.
âyât-› tekviniye: kâinatta iflaretleri, delil olufllar›.
cihet: yön, sebep, vesile.
dair: alâkal›, ilgili.
dehfletli: ürkütücü, korkunç.
delâlet: delil olma, gösterme.
dellâl: ilân eden, bir haberi duyurmak için yüksek sesle ba¤›rarak dolaflan kimse.
f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden, yarat›c›; Allah.
harekât: hareketler, davran›fllar;
tutumlar.
hikmet: ‹lâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl.
icat: vücuda getirme, yoktan var
etme.
idare: çekip çevirme.
iktiza: lâz›m gelme, gerekme.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
kâtip: yazan, yaz›c›.
kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
keflflaf: keflfeden, gizli bir fleyi
meydana ç›karan.
k›ymet: de¤er.
kitab-› kebir: büyük kitap.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, tabiat›, niteli¤i.
makas›d-› ‹lâhiye: Allah’›n maksatlar›, yarat›c›n›n gayeleri.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley, mahlûklar.
muallim: ders veren, ö¤retmen.
muhakkik: tahkik eden, gerçe¤i
araflt›r›p bulan, bir fleyin iç yüzünü inceleyerek vak›f olan.
Nakkafl: her fleyi nak›fll› yaratan
Allah.
Rabbanî: terbiye ve idare eden
Cenab-› Hakka ait.
sad›k: do¤ru, gerçek; sözünde,
vaadinde, iflinde do¤ru olan.
Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah.
sual: soru.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
tahavvülât: tahavvüller, de¤iflmeler.
takdir: k›ymet verme, be¤enme.
talim: e¤itim, ö¤retme.
tasarruf: bir fleyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istedi¤i gibi
kullanma.
tasvir: bir fleyi yaz›yla veya baflka ifade tarzlar›yla anlatma.
tedbir: idare etme.
tefsir: aç›klama, izah.
temaflagâh: temafla yeri, seyir ve
gezinti yeri.
üstat: ö¤retici, ö¤retmen.
vazife: görev.
vazifedarâne: vazifeli olarak.
ziyade: çok, fazla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 91
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
adem: yokluk.
Arabî: Arapçaya ait, Arap dili ile
ilgili.
binaen: -den dolay›, bu sebepten.
cihet: yön.
dehfletli: ürkütücü, korkunç.
ef’al-i Rahmaniyet: Cenab-› Hakk›n kullar›n› besleme, koruma ve
merhamet etme fiilleri.
fenâ: yok olma, ölümlülük, geçicilik.
f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm.
gayet: son derece.
hakikat: gerçek.
harekât: hareketler, davran›fllar.
hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
icraat-› rububiyet: Rububiyetin
icraat›, Cenab-› Hakk›n mahlûkat›n üzerindeki terbiye ve tedbir
ile ilgili icraat›.
ihtiva: içine alma, kapsama.
irade: dileme, isteme, bir fleyi yap›p yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
k›ymet: de¤er.
kudsî: mukaddes, yüce.
Kur’ân-› Rabbanî: Cenab-› Hakk›n terbiye ve idare edici hitab›
olan Kur’ân.
mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, tabiat›, niteli¤i.
manidar: nükteli, ince manal›.
matemhane: yas tutulan ev, matem evi.
mektubat-› ‹lâhiye: her fleyin
ma’budu olan Allah’›n yaratt›¤› ve
her biri bir mektup gibi manalar
ifade eden varl›klar.
memat: ölüm, vefat, irtihal, ahirete göç etme.
memuriyet: memurluk, memur
olma hâli.
meflher-i asar-› Sübhaniye: Cenab-› Hakk›n eserlerinin teflhir
edildi¤i yer, her türlü noksan s›fattan beri ve münezzeh olan Cenab-› Hakk›n eserlerinin sergilendi¤i yer.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley, mahlûklar.
muhteflem: haflmetli, yüce.
mukaddes: takdis edilmifl, kutsal,
aziz, temiz.
mücessem: tecessüm etmifl, cisimlenmifl.
neflhedü enne Muhammeden
resulullah: Biz Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) Allah’›n resulü oldu¤una
flahadet ederiz.
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli-
Page 92
Evet, Muhammed’in (a.s.m.) getirdi¤i Nur ile kâinat›n
mahiyeti, k›ymeti, kemalât› ve içindeki mevcudat›n vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve k›ymetleri bilinir,
tahakkuk eder. Ve kâinat, bafltan bafla gayet manidar
mektubat-› ‹lâhiye ve mücessem bir Kur’ân-› Rabbanî ve
muhteflem bir meflher-i asar-› Sübhaniye olur. Yoksa,
adem ve hiçlik ve zeval ve fenâ karanl›klar›nda yuvarlanan karma kar›fl›k vahfletli bir virane, dehfletli bir matemhane mahiyetine düfler. Bu hakikate binaen, kâinat›n
kemalât› ve hikmetli tahavvülât› ve sermedî manalar›,
kuvvetli bir tarzda
1
$G o∫ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿nG oón¡r°ûnf der.
On
Beflinci
fiahadet:
Pek çok kudsî flahadetleri ihtiva eden, bu kâinatta tasarruf ederek zerrattan seyyarata kadar bütün tahavvülât
ve harekât ve sekenat ve hayat ve memat gibi bütün tasarrufat emriyle, iradesiyle, kuvvetiyle bulunan Zat-› Vacibü’l-Vücud’un icraat-› rububiyeti ve ef’al-i rahmaniyeti
cihetinde risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) mukaddes
flahadetine iflaret eden, bu gelen Arabî f›krad›r:
pándÉn°SuôdG n¤nY Én¡pauôn°ünàoehn Én¡pbsÓnNhn pânæpFBɵ
n rdG pÖpMÉn°U pInOÉn¡n°ûpHhn
pás«pfÉnªrMôs dG π
p r©pØnc /¬pàs«pHƒoHQo pä' G=Gôrn LpÉpHhn /¬pà«s pæ'ªrMQn p∫Én©ranÉpH pásjpósªnëoŸrG
'¤nY päGnõpér©oŸrG p´GnƒrfnG Qp Én¡rXpÉpHhn p¬r«n∏nY p¿Én«nÑrdG põpér©oŸrG p¿' Gôr o≤rdG p∫GnõrfpÉpH
/¬p≤pFBÉn≤nMπou µpH /¬pæj/O páneGnOpÉpHhn /¬pJ’n ÉnMπou c /‘ /¬pànjÉnªpMhn /¬p≤«/aƒr nàpHhn p¬rjnónj
1. fiahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür.
¤i.
rububiyet: Cenab-› Hakk›n
her zaman, her yerde, her
mahlûka muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idaresi alt›nda bulundurma vasf›.
sekenat: durmalar, durufllar.
sermedî: ebedî, daimî, sürekli.
seyyarat: gezegenler.
flahadet: flahit olma, flahitlik;
92 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
aç›k alâmet, iflaret.
tahakkuk: gerçekleflme, olma; delil ile ispat edilme, kesinleflme.
tahavvülât: tahavvüller, de¤iflmeler.
tarz: biçim, flekil, suret.
tasarruf: bir fleyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istedi¤i
gibi kullanma.
tasarrufat: tasarruflar, idare
etmeler.
vahflet: tenha, ›ss›z, korkunç
yer.
vazife: görev.
virane: harabe, y›k›lmaya
yüz tutmufl veya y›k›lm›fl eski
yap›.
Zat-› Vacibü’l-Vücud: varl›¤›
mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah.
zerrat: zerreler, atomlar.
zeval: sona erme, yok olma,
ölme.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 93
päÉnbƒo∏rînŸrG ™p «/ªnL '¤nY /¬peGnôrcpG hn /¬panôn°Tnh /¬pàneôr oM Ωp Én≤ne pAnBÓrYpÉpHhn
kásjƒp nær©ne Ék°ùrªn°T /¬pàndÉn°SpQ π
p r©népH /¬pà«s pHƒoHQo π
p r©pØ`nchn p¿Én«n©rdGnh pInóngÉn°ûoŸrÉpH
/¬pàn≤«/≤nM π
p r©népHhn /√pOÉnÑpY pä’n Énªnc nánàr°Spôr¡pa /¬pæj/O π
p r©népHhn /¬pJÉnæpFBÉnµdp
mánepRn’ másjQp hôo n°V n∞pFBÉnXnƒpH /¬pØ«/XrƒnàpHhn /¬pàs«pgƒodo G päÉ«un ∏nénàdp kán©peÉnL ÉkJ'Grôpe
pánªrµ◊
p r Gnh pánªrMôs dG Ωp hoõo∏nc päÉnæpFBÉnµrdG p√pò'g p‘ päÉnbƒo∏rînŸrG pOƒoLƒo dp
1
@ pABÉn«°u†dGnh nABGƒn n¡rdGnh pAnBÉŸrGhn pABGnóp¨rdG pΩhoõod pIQn hoôn°†nchn pándGnón©rdGnh
Bu pek kat’î ve çok genifl ve kudsî flahadetin tafsilât›n› Risale-i Nur’a havale edip, gayet k›sac›k bir iflaretle
meal-i icmalîsine bakaca¤›z:
Evet, bu kâinatta, gözümüz önünde bu muntazam tasarrufat› içinde adalet ve hikmetle ve rahmet ve inayet
ve himayetle her zaman iyileri himaye ve fenalar› ve yalanc›lar› tokatlamak, rububiyetinin bir âdeti olmas›ndan,
ef’al-i Rahmaniyet muktezas›yla bir Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’›, Muhammed’in (a.s.m.) eline vermesi; ve bine yak›n mu’cizelerin pek çok enva›n› ona vermesi; ve bütün
hâlât›nda ve en tehlikeli vaziyetlerinde flefkatkârâne himaye ve hatta güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi;
ve büyük vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi; dinini
bütün hakikatleriyle idame etmesi ve ‹slâmiyetini zeminin ve nev-i beflerin bafl›na geçirmesi; ve bütün mahlûkat üstünde bir makam-› fleref ve meflahir-i insaniyenin
fevkinde daimî bir rütbe-i makbuliyet ve dost ve düflman›n ittifak›yla en yüksek hasletleri tafl›yan bir flahsiyeti
1. Kâinat Sahibi ve Hâl›k› ve Mutasarr›f›n›n, rahmaniyet ef’ali ve rububiyet icraat› risalet-i Muhammediyeye flahadet eder. Kur’ân-› Mu’ciz’lbeyan’› ona indirmek ve enva-› mu’cizat›
onun eliyle izhar etmek ve her türlü hâlinde onu himaye ve muvaffak k›larak dinini bütün
hakikatleriyle beraber devam ettirmek ve onun hürmet ve fleref makamlar›n› yüceltmek
ve bütün mahlûkat›n üzerinde bir makam vermek gibi apaç›k görülen rahmaniyet fiilleri
ve keza onun risaletini kâinat›n üzerinde manevî bir günefl yapmak ve dinini kullar›n›n kemalât›na bir fihriste yapmak ve onun hakikatini uluhiyetinin tecellilerine cami bir âyine
yapmak ve kâinattaki mahlûkat›n vücudu için rahmet ve hikmet ve adaletin lüzumu ve
g›da ve su ve hava ve ›fl›¤›n zarureti derecesinde zarurî vazifelerle onu tavzif etmek gibi
rububiyet fiilleriyle, bu Kâinat Sahibi, onun hakkaniyetine flahadet eder.
adalet: her hak sahibine hak- âdet: kanun.
Hakk›n kullar›n› besleme, kok›n›n tam ve eksiksiz verilme- daimî: sürekli, devaml›.
ruma ve merhamet etme fiilsi, düzenli ve dengeli olufl.
ef’al-i rahmaniyet: Cenab-› leri.
enva: çeflitler, türler, neviler.
fevkinde: üstünde.
gayet: son derece.
hâlât: hâller, durumlar, vaziyetler.
haslet: güzel huy, iyi özellik.
havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma.
hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
himaye: koruma, muhafaza etme.
himayet: koruma, esirgeme.
inayet: yard›m, ihsan, lütuf.
ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kudsî: mukaddes, yüce.
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm.
mahlûkat: Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
makam-› fleref: fleref makam›.
meal-i icmalî: k›saca anlam, özet
olarak anlam.
meflahir-i insaniye: insanlar›n
meflhurlar›.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muhafaza: koruma.
mukteza: iktiza etme, gerekme.
muntazam: nizaml›, intizaml›,
düzenli ve düzgün biçimde.
muvaffak: baflaran, baflarm›fl,
baflar›l›.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
rahmet: flefkat, merhamet, ba¤›fllama ve esirgeyicilik.
rububiyet: Cenab-› Hakk›n her
zaman, her yerde, her mahlûka
muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi alt›nda bulundurma vasf›.
rütbe-i makbuliyet: makbuliyet
derecesi, kabul edilme derecesi.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
flahsiyet: kiflilik, kifli özelli¤i.
flefkatkârâne: flefkatli ve merhametli bir flekilde.
tafsilât: tafsiller, aç›klamalar,
izahlar.
tasarrufat: tasarruflar, idare etmeler.
vazife: görev.
vaziyet: durum.
zemin: yeryüzü.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 93
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
adalet: her hak sahibine hakk›n›n
tam ve eksiksiz verilmesi, düzenli ve dengeli olufl.
âlem: dünya.
asar: eserler.
asr: yüzy›l.
âyine-i camia: kapsay›c› ayna;
kâinatta ve mahlûkatta tecellileri
görünen Cenab-› Hakk›n bütün
isimlerini kendisinde gösterebilen
varl›k; insan.
befler: insanl›k.
Cevflen: dua mecmuas›.
cihet: yön.
delâlet: delil olma, gösterme.
ef’al-i rububiyet: rububiyet fiilleri, Allah’›n Rab isminin tecellisine
ait fiiller.
ehl-i ibadet: ibadet ehli, Allah’a
kullu¤u tam olarak yapanlar.
fihriste-i kemalât: kemaller, olgunluklar ve mükemmelliklerin
fihristesi, listesi.
gayet: son derece.
hakikat: gerçek, esas.
harekât-› ubudiyet: kulluk davran›fllar›.
hasenat: güzellikler, iyilikler.
hafliye: dipnot.
hayat-› bak›ye: bakî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayat›.
hayat-› befleriye: insan›n hayat›.
hayat-› içtimaiye: sosyal hayat,
toplum hayat›.
hayat-› manevîye: manevî hayat, iman ile geçmifl zaman ve
gelecek zaman ve ahiret âlemlerine kadar uzanan manevî hayat.
hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
imdat: yard›m.
ispat: do¤ruyu delillerle gösterme.
izale: giderme, ortadan kald›rma.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kudsî: mukaddes, yüce.
makbul: kabul edilmifl, geçerli,
reddedilmeyen.
manevî: manaya ait, maddî ol-
Page 94
vermekle, beflerin beflten birisini ona ümmet etmesi, gayet kat’î bir tarzda sad›k›yetine ve risaletine flahadet etti¤i gibi; ef’al-i rububiyet cihetinde dahi görüyoruz ki, bu
âlemin Mutasarr›f› ve Müdebbiri, Muhammed’in (a.s.m.)
risaletini bu kâinata bir manevî günefl yap›p, Nur Risalelerinde ispat edildi¤i gibi, onun ile bütün karanl›klar› izale ve nuranî hakikatlerini gösterip ve bütün zîfluuru, belki kâinat› hayat-› bâkiye müjdesiyle sevindirdi¤i gibi; dinini dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemalât›
ve harekât-› ubudiyete sa¤lam bir program yapmas› gibi;
Muhammed’in (a.s.m.) flahsiyet-i maneviyesi olan hakikatini, Kur’ân’›n ve Cevflen’in delâletiyle tecelliyat-› ulûhiyetine bir âyine-i camia yapmas›, ve sab›kan iflaret etti¤imiz hakikatlerin ve on dört as›rda her gün ümmetinin
bütün hasenatlar›n›n bir mislini kazanmas›n›n ve hayat-›
içtimaiye ve maneviye ve befleriyedeki âsâr›n›n delâletiyle, nev-i beflere en yüksek reis ve mukteda ve üstat yapmas›; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beflerin imdad›na gönderip rahmet, hikmet, adalet, g›da, hava, mâ, ziya derecesinde insanlar› onun dinine, fleriat›na, ‹slâmiyetteki hakikatlerine muhtaç (HAfi‹YE) yapmas› ile on iki
HAfi‹YE: Ben, bu ihtiyarl›¤›m ve periflaniyetim içinde, zat-› Muhammediyenin (a.s.m.) getirdi¤i erzak-› maneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelseydi, milyonlar lisanla salâvatlarla ona teflekkür edecektim. fiöyle ki:
Ben firaktan, zevalden çok inciniyorum. Hâlbuki, sevdi¤im dünya ve
dünevîler, müfarakatla beni b›rak›p gidiyorlar. Ben de gidece¤imi biliyorum. Bu pek elîm ve canh›rafl me'yusiyete karfl›, birden saadet-i ebediye
ve hayat-› bâkiye müjdesini zat-› Ahmediyeden (a.s.m.) iflitmekle kurtulu➨
yorum ve tam teselli buluyorum. Hatta, teflehhütte
mayan.
misil: benzer; efl.
Mutasarr›f: tasarruf eden, tasarruf sahibi olan, her fleyin
sahibi olan Allah.
Müdebbir: tedbir alan, her ifli
önceden düflünüp ona göre
ayarlayan, plânla idare eden.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak,
münevver.
rahmet: flefkat, merhamet,
ba¤›fllama ve esirgeyicilik.
94 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
reis: baflkan.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
sab›kan: evvelce, bundan önce.
sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk,
sadâkat.
flahadet: flahit olma, flahitlik,
tan›kl›k.
flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik.
fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen,
‹lâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
tarz: biçim, flekil, suret.
tecelliyat-› ulûhiyet: Cenab-›
Hakk›n ilâhl›¤›n›n ve her fleyi
kendisine ibadet ve itaat ettirmesinin tecellileri, görüntüleri.
ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar.
üstat: ö¤retici, ö¤retmen.
vazife: görev.
zîfluur: fluurlu, fluur sahibi.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur, parlakl›k.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 95
küllî ve kat’î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye
(a.s.m.) kudsî flahadet etti¤i hâlde, acaba hiç mümkün
müdür ki, sinek kanad›n›n ve bir çiçe¤in tanziminden lâkayt kalmayan bu Kâinat Sahibi’nin bu derece küllî ve
genifl flahadetlerine mazhar olan risalet-i Muhammediye
(a.s.m.), kâinat›n manevî bir günefli olmas›n?
‹flte bu on befl küllî flahadetler, her biri pek çok
flahadetleri, hatta Üçüncü fiahadet mu’cizat lisan›yla bin
flahadeti ihtiva edip, öyle bir kat’iyetle ve kuvvetle
2
$G ∫o ƒo°SnQ Gkósªnfio s¿nG oón¡r°TnG olan davay› ispat ve tahakkukunu
ve k›ymetini ve ehemmiyetini ilân etmifl ki, her gün befl
defa âlem-i ‹slâm, yüzer milyon lisanlarla teflehhütte o
davay› kâinata ilân etti¤i gibi; o davan›n esas› olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.), kâinat›n çekirdek-i aslîsi,
bir sebeb-i hilkati ve en mükemmel meyvesi oldu¤unu
milyarlar ehl-i iman tereddütsüz tasdik ederek kabul e tmifller. Ve bu kâinat›n Sahibi (celle celâlühü) o flahsiyet-i
maneviye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) saltanat-› rububiyetine bir yüksek dellâl› ve kâinat t›ls›m›n›n ve hilkat muammas›n›n bir do¤ru keflflaf› ve lütuf ve rahmetinin bir
parlak misali ve flefkat ve muhabbetinin bir beli¤ lisan› ve
âlem-i bâkîdeki hayat-› daime ve saadet-i ebediyenin en
kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve en büyük bir
resul eylemifl.
1
o¬oJÉncnônHhn $G oánªrMQn hn »p
t ÑsædG Én¡`jnt G n∂«nr ∏nY oΩnÓ°ùs dn G dedi¤imde, ona hem biat, hem
memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi teflekkür
ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki, Müslümanlar her gün
befl defa bu selâm› yaparlar.
1. Allah’›n selâm›, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Peygamber!
2. fiahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n Resulüdür.
âlem-i bâkî: sonsuz olan ahiret âlemi.
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›.
beli¤: belâgatle, düzgün ve
sanatl› olarak meram›n› anlatan.
celle celâlühü: onun flan› yücedir.
çekirdek-i aslî: as›l çekirdek,
öz; kâinat›n özü, aslî çekirde¤i.
dava: takip edilen fikir, iddia.
dellâl: ilân edici; hakka davet
eden.
ehemmiyet: önem, de¤er,
k›ymet.
ehl-i iman: inananlar, iman
sahipleri.
hakikat-› Muhammediye: Hz
Peygamberin manevî flahsiyeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›.
hayat-› daime: devaml› ve
sonu olmayan hayat.
hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl.
hüccet: delil.
ihtiva: içine alma, kapsama.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
ispat: do¤ruyu delillerle gös-
terme.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
kat’iyet: kat’îlik, kesinlik.
keflflaf: keflfeden, gizli bir fleyi
meydana ç›karan.
k›ymet: de¤er.
kudsî: mukaddes, yüce.
küllî: umumî, genel, bütün olan.
lâkayt: kay›ts›z, ilgisiz.
lisan: dil.
lütuf: güzellik, hoflluk, iyilik, ihsan.
manevî: manaya ait, maddî olmayan.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
misal: benzer, örnek.
muamma: anlafl›lmaz, çözülmesi
güç ifl, anlam› gizli ve güç anlafl›l›r
söz.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
muhabbet: sevgi, sevme.
rahmet: flefkat, merhamet, ba¤›fllama ve esirgeyicilik.
risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i.
saadet-i ebediye: sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
saltanat-› rububiyet: kâinat› terbiye ve idare edici olan Allah’›n
saltanat›.
sebeb-i hilkat: yarat›l›fl sebebi,
yarat›l›fl nedeni.
flahadet: flahit olma, flahitlik; aç›k
alâmet, iflaret.
flahsiyet-i maneviye-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) manevî varl›¤›, flahsiyeti.
flefkat: karfl›l›ks›z sevgi besleme,
içten ve karfl›l›ks›z merhamet.
tahakkuk: gerçekleflme, olma;
delil ile ispat edilme, kesinleflme.
tanzim: düzenleme, s›ralama,
tertipleme.
tasdik: bir fleyin veya kimsenin
do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme.
tereddüt: karars›zl›k, flüphede
kalma.
teflehhüt: namazda her oturuflta
tahiyyat duas›n› okuma ve bu
duay› okuyacak kadar oturma.
t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i
gizli s›r.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 95
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 96
Acaba bu mahiyetteki bir hakikate kanaat etmeyen
veya ehemmiyet vermeyen, ne derece hasaret ve hata
ve belâhat ve cinayet etti¤ini k›yas eylesin!
‹flte, namazdaki Fatiha, nas›l ‹kinci K›s›mda iflarat›yla,
teflehhütte
1
*G ’s Gp ¬n 'dGp nB’ ¿r nG óo ¡n °r TnG
’taki hakikat-i tevhid da-
vas›na kat’î hüccetleri gösterir, hadsiz imzalar basar; bu
Üçüncü K›s›mda dahi, yine teflehhütte
2
âmin: Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle!” anlam›nda duan›n sonunda söylenir.
ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi (a.s.m.) görmüfl ve onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler.
belâhat: ahmakl›k, kal›n kafal›l›k,
düflüncesizlik.
cinayet: cana k›yma, katl veya
bu derecede a¤›r bir suç.
dâr-› saadet: saadet, mutluluk
yeri, Cennet.
dava: takip edilen fikir, iddia.
ehemmiyet: önem, de¤er, k›ymet.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat-i risalet: peygamberlik
hakikati, gerçe¤i.
hakikat-i tevhid: tevhid hakikati,
Allah’›n bir ve tek oldu¤u ve ondan baflka ilâh olmad›¤› gerçe¤i.
hasaret: hasar, zarar, ziyan.
hüccet: delil.
hürmet: riayet, ihtiram, sayg›.
iflarat: iflaretler, haber vermeler.
ittiba: tâbi olma, uyma, itaat etme.
kanaat: h›rs göstermeden k›smetine raz› olmak, elindeki ile yetinmek; inanma, görüfl.
kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan.
k›yas: karfl›laflt›rma, bir fleyi baflka bir fleye benzeterek hüküm
verme.
mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, tabiat›, niteli¤i.
mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme.
muvaffak: baflaran, baflarm›fl,
baflar›l›.
nihayetsiz: sonsuz, s›n›rs›z.
resul: Allah taraf›ndan kendisine
vahiy gelen, Allah’›n emirlerini insanlara bildirmekle vazifeli olan
insan, peygamber.
Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.).
$G oπo°SnQ Gkóªs fi
n o s¿nG óo ¡n °r TnGhn tâ hakikat-i risalet davas›na kuv-
vetli flahitleri getirip nihayetsiz tasdik imzalar›n› bast›r›r.
Yâ Erhamerrâhimîn, bu Resul-i Ekrem’in (a.s.m)
hürmetine, bizi onun flefaatine mazhar ve sünnetinin
ittiba›na muvaffak ve dâr-› saadette onun Âl ve Ashab›na komflu eyle! Âmin, âmin, âmin.
p¿'Grôo≤rdG p±hoôoM pOnón©pH /¬pÑrën°Unh /¬dp 'G¤n=' Yhn p¬r«n∏nY rºu∏n°Snh πnu °U sºo¡s∏dnG
3
4
nÚ/e'G @ pánHƒoà`rµ`nŸrGhn pánFhoôr≤nŸrG
ºo «/µ`n ◊r G ºo «/∏n©rdG nârfnG n∂sfpG =É'ænàrªs∏nY Éne’ps G BÉæ' nd nºr∏pY '’ n∂nfÉnërÑ°oS
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 967-986.
®
1. fiahadet ederim ki, Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur.
2. Ve flahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür.
3. Allah’›m, okunan ve yaz›lan bütün Kur’ân harfleri adedince ona, onun Âl ve Ashab›na salât ve selâm eyle. Âmin.
4. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.)
sünnet: Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) Kur’ân d›fl›nda, Müslümanlara örnek olan mübarek
söz, fiil ve emirleri, kabulleri
veya takrirleri.
di¤er salih kullar›n, baz› gü- teflehhüt: namazda her otunahkâr mü’minleri ba¤›flla- ruflta tahiyyat duas›n› okuma
mas›n› Allah’tan dilemeleri.
ve bu duay› okuyacak kadar
tasdik: bir fleyin veya kimse- oturma.
nin do¤rulu¤una kesin olarak yâ Erhamürrâhimîn: Ey merflefaat: Hz. Peygamberin ve hükmetme.
hametlilerin en merhametlisi.
96 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 97
HAZRET-‹ MUHAMMED’‹N (A.S.M.) UBUD‹YET‹,
BÜTÜN ÜMMET‹N‹N VE ENB‹YANIN UBUD‹YET‹N‹
TAZAMMUN EDER
Beflinci Hakikat
Bab-› flefkat ve ubudiyet-i Muhammediyedir (aleyhissalâtü vesselâm); ism-i Mucîb ve Rahîm’in cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, en edna bir haceti, en edna
bir mahlûkundan görüp kemal-i flefkatle ummad›¤› yerden is’af eden; ve en gizli bir sesi, en gizli bir mahlûkundan iflitip imdat eden; lisan-› hâl ve kàl ile istenilen her
fleye icabet eden nihayetsiz bir flefkat ve bir merhamet
sahibi bir Rab, en büyük bir abdinden, (HAfi‹YE) en sevgili
HAfi‹YE: Evet, bin üç yüz elli sene saltanat süren ve saltanat› devam
eden ve ekser zamanda üç yüz elli milyondan ziyade raiyeti bulunan ve
her gün bütün raiyeti onunla tecdid-i biat eden ve onun kemalât›na
flahadet eden ve kemal-i itaatle evamirine ink›yat eden; ve arz›n n›sf› ve
nev-i beflerin humsu o zat›n s›bg› ile s›bgalansa, yani manevî rengiyle
renklense ve o zat onlar›n mahbub-u kulûbu ve mürebbî-i ervah› olsa,
elbette o zat, flu kâinatta tasarruf eden Rabbin en büyük abdidir.
Hem, ekser enva-› kâinat o zat›n birer meyve-i mu’cizesini tafl›mak suretiyle onun vazifesini ve memuriyetini alk›fllasa, elbette o zat flu kâinat
Hâl›k’›n›n en sevgili mahlûkudur. Hem bütün insaniyet, bütün istidad›yla
istedi¤i beka gibi bir haceti ki, o hacet ise, insan› esfel-i safilînden âlây›illiyyine ç›kar›yor. Elbette o hacet en büyük bir hacettir ve en büyük bir
abd, umumun nam›na onu Kadiü’l-Hacat’tan isteyecek.
abd: kul.
âlây›illiyyin: Allah kat›nda en
iyilerin derecesi.
arz: yer, dünya.
bab-› flefkat ve ubudiyet-i
Muhammediye: Hazret-i Muhammed’in flefkat ve kullu¤una dair bölüm.
beka: süreklilik, kal›c›l›k.
Cemal: güzellik.
cilve: görünme, ortaya ç›kma.
dâr-› ahiret: ahiret yurdu.
delâlet etme: delil olma, ifla-
ret etme, ispat etme.
edna: önemsiz, basit.
ekser: pek çok.
elhâs›l: özetle, sonuç olarak.
enva-› kâinat: kâinattaki varl›klar›n türleri.
esfel-i safilîn: afla¤›lar›n en
afla¤›s›.
esma-i kudsiye: Allah’›n kutsal, her türlü kusur ve noksanl›ktan yüce isimleri.
evamir: emirler.
hacet: ihtiyaç.
hakikat: gerçek.
Hâl›k: yoktan yaratan Allah.
hafliye: dipnot, aç›klay›c› not.
hums: beflte bir.
icabet: cevap verme.
ihsan: iyilik etme, ba¤›fl.
imdat: yard›m.
ink›yat: boyun e¤me.
is’af: iste¤ini kabul edip yerine getirme.
ism-i Mucîb ve Rahîm: Allah’›n ihtiyaçlara cevap veren
Mucîb ve yaratt›klar›na merhamet eden Rahîm ismi.
istidat: kabiliyet, yetenek.
ifltiha: fazla istek, arzu.
Kadiü’l-Hacat: bütün ihtiyaçlar›
yerine getiren Allah.
kâinat: evren, yarat›lm›fl fley,
tüm varl›klar.
kàl: söz, lâf.
kat’î: kesin.
kemal: mükemmel, kusursuz..
kemalât: iyilikler, üstünlükler, olgunluklar.
kemal-i itaat: tam itaat, emre
uyma.
kemal-i flefkat: tam ve mükemmel flefkat.
lisan-› hâl ve kàl: hâl ve konuflma dili.
mahbub-i kulûp: kalplerin sevgilisi.
mahlûk: yarat›k.
memuriyet: emir alt›nda olmak,
bir ifli yapmakla görevli.
merhamet: ac›mak.
mevcudat: varl›klar.
meyve-i mu’cize: mu’cizenin
meyvesi, neticesi.
mürebbî-i ervah: ruhlar› terbiye
eden.
nam: ad, isim.
nev-i befler: insano¤lu.
n›sf: yar›m yar›.
Rab: yaratan, terbiye eden, besleyip yetifltiren Allah.
Rahîm: rahmeti her fleyi kuflatan,
sonsuz flefkat ve merhamet sahibi Allah.
raiyet: halk.
sahavet: cömertlik.
saltanat: hükümdarl›k, egemenlik.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük
sahibi olan ve her fleyi sanatla
yaratan, Allah.
seyrangâh-› daimî: devaml› gezinti yeri.
s›bga: boya.
s›fât: özellikler, nitelikler.
s›fât ve esma-i kudsiye: Allah’›n
kudsî isim ve s›fatlar›.
suret: flekil, biçim.
flahadet: flahitlik, tan›kl›k.
flefkat: ac›yarak ve esirgeyerek
sevme.
tasarruf: her fleyi diledi¤i gibi idare edip kullanan.
tecdid-i biat: ba¤l›l›k sözünü yenilemek.
umum: genel, herkes.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 97
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 98
bir mahlûkundan en büyük hacetini görüp bitirmesin,
is’af etmesin, en yüksek duay› iflitip kabul etmesin?
Evet, meselâ hayvanat›n zay›flar›n›n ve yavrular›n›n r›z›k ve terbiyeleri hususunda görünen lütuf ve sühuleti
gösteriyor ki, flu kâinat›n Maliki, nihayetsiz bir rahmetle
rububiyet eder. Rububiyetinde bu derece rahîmâne bir
flefkat, hiç kabil midir ki, mahlûkat›n en efdalinin en güzel duas›n› kabul etmesin? Bu hakikati On Dokuzuncu
Sözde izah etti¤im veçhile, flurada dahi mükerreren flöyle beyan edelim:
Ey nefsimle beraber beni dinleyen arkadafl! Hikâye-i
temsiliyede demifltik: “Bir adada, bir içtima var. Bir yaver-i ekrem, bir nutuk okuyor.” Onun iflaret etti¤i hakikat flöyledir ki:
arz: yer, dünya.
Asr-› Saadet: Peygamberimizin
yaflad›¤› dönem, mutluluk asr›.
azametli: büyük, yüce, yüksek.
beyan: aç›klama.
cezire: ada.
Ceziretülarap: Arap Yar›madas›
dua: yalvarma, niyaz.
efdal: en üstün.
fikren: düflünerek, zihnen.
güya: sanki, âdeta.
hacet: ihtiyaç.
hakikat: gerçek.
hayalen: zihinde tasarlay›p canland›rarak.
hidayet: do¤ru ve hak olufl, ‹slâmiyet.
hikâye-i temsiliye: temsilî hikâye.
husus: konu.
ibadet-i ulya: en yüce ibadet.
içtima: toplanma.
is’af: iste¤ini kabul edip yerine
getirme.
iflaret: göstermek.
ittiba: uyma, itaat etme.
izah: aç›klama.
kabil: mümkün, olabilir.
lütuf: ikram, iyilik, güzellik, ba¤›fl.
mahlûk: yarat›lm›fl, yarat›k.
mahlûkat: yarat›klar.
malik: sahip.
mükerreren: tekrarlayarak tekrarbetekrar.
niyaz: yalvarma.
Gel, bu zamandan tecerrüt edip, fikren Asr-› Saadete
ve hayalen Ceziretülarap’a gidiyoruz. Tâ ki, Resul-i Ekremi (aleyhissalâtü vesselâm) vazife bafl›nda ve ubudiyet
içinde görüp, ziyaret ederiz.
Bak: O zat, nas›l ki risaletiyle, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; onun gibi,
ubudiyetiyle ve duas›yla o saadetin sebeb-i vücudu ve
Cennetin vesile-i icad›d›r.
‹flte bak: O zat, öyle bir salât-› kübrada, bir ibadet-i ulyada saadet-i ebediye için dua ediyor ki, güya bu cezire,
belki bütün arz onun azametli namaz›yla namaz k›lar, niyaz eder. Çünkü ubudiyeti ise, ona ittiba eden ümmetin
nutuk: konuflma.
rahîmâne: flefkat ve merhametle.
rahmet: ac›ma, merhamet
etme.
risalet: peygamberlik.
r›z›k: canl›lar›n ihtiyac› olan
yiyecek, içecek ve giyecekleri
her fley.
rububiyet: rabl›k, Allah’›n her
bir varl›¤a yarat›l›fl gayelerine
ulaflmalar› için muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi, terbiye
edip idaresi ve egemenli¤i al-
98 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
t›nda bulundurmas›.
saadet: mutluluk.
saadet-i ebediye: sonu olmayan mutluluk.
salât-› kübra: en büyük namaz.
sebeb-i husul: meydana gelme sebebi.
sebeb-i vücut: varl›k sebebi.
sühulet: kolayl›k.
flefkat: ac›yarak ve esirgeyerek sevme.
tecerrüt: s›yr›lma.
terbiye: yetifltirme, büyütme
ubudiyet: kulluk.
ümmet: hak dine davet etmek için Allah taraf›ndan
kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere
inan›p ba¤lanan cemaat.
vecih: yön.
veçhile: yolla, tarzla, flekilde.
vesile-i icat: icat vesilesi.
vesile-i vusul: kavuflma sebebi.
yaver-i ekrem: çok de¤erli,
yüksek rütbeli memur.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 99
ubudiyetini tazammun etti¤i gibi, muvafakat s›rr›yla, bütün enbiyan›n s›rr-› ubudiyetini tazammun eder. Hem o,
salât-› kübray› öyle bir cemaat-i uzmada k›lar, niyaz ediyor ki, güya benîâdemin Hazret-i Âdem’den asr›m›za kadar, belki k›yamete kadar bütün nuranî ve kâmil insanlar
ona tebaiyetle iktida edip, duas›na “Âmin” derler. (HAfi‹YE)
Bak: Hem öyle beka gibi bir hacet-i amme için dua
ediyor ki, de¤il ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün
mevcudat niyaz›na ifltirak edip lisan-› hâl ile, “Oh, evet
yâ Rabbena! Ver; duas›n› kabul et. Biz de istiyoruz” diyorlar. Hem bak, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müflt a k a n e, öyle tazarrukârâne saadet-i bâkiye istiyor ki, 3
bütün kâinat› a¤latt›r›p, duas›na ifltirak ettiriyor.
Bak: Hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet
isteyip dua ediyor ki, insan› ve bütün mahlûkat› esfel-i
safilîn olan fenâ-i mutlaka sukuttan, k›ymetsizlikten, faydas›zl›ktan, abesiyetten âlây›illiyyin olan k›ymete, bekaya, ulvî vazifeye, mektubat-› Samedâniye olmas› derecesine ç›kar›yor.
HAfi‹YE: Evet, münacat-› Ahmediye (a.s.m.) zaman›ndan flimdiye kadar
bütün ümmetin bütün salâtlar› ve salâvatlar› onun duas›na bir âmin-i daimî ve bir ifltirak-i umumîdir. Hatta ona getirilen her bir salâvat dahi onun
duas›na birer âmindir ve ümmetinin her bir ferdi, her bir namaz›n içinde
ona salât ve selâm getirmek 1 ve kametten sonra fiafiîlerin ona dua etmesi, 2 onun saadet-i ebediye hususundaki duas›na gayet kuvvetli ve umumî
bir âmindir. ‹flte bütün beflerin f›trat-› insaniyet lisan-› hâliyle, bütün kuvvetiyle istedi¤i beka ve saadet-i ebediyeyi, o nev-i befler nam›na Zat-› Ahmediye (a.s.m.) istiyor ve beflerin nuranî k›sm›, onun arkas›nda “Âmin”
diyorlar. Acaba hiç mümkün müdür ki, flu dua kabule karin olmas›n?
1. Buharî, 33:10, Enbiya: 10, Daavat: 31, 32; Müslim, Salât: 65-69. Ebû Davud, Salât: 179.
2. Bkz. Nevevî, Minhacü't-Talibîn, s. 9.
3. Bkz. Tirmizî, Daavat: 30.
abesiyet: faydas›z, gayesizlik.
âlây›illiyyin: Allah kat›nda en
iyilerin derecesi.
âmin: Allah’›m kabul eyle.
âmin-i daimî: sürekli tekrarlanan “Allah’›m kabul eyle”
duas›.
as›r: yüzy›l, yaflad›¤›m›z ça¤.
beka: devaml›l›k ve kal›c›l›k,
sonsuzluk.
benîâdem: âdemo¤ullar›.
befler: insan, insanl›k.
cemaat-i uzma: çok büyük
cemaat.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i arz: dünyadakiler.
ehl-i semavat: semavat ehli,
melekler.
enbiya: peygamberler.
esfel-i safilîn: afla¤›lar›n en
afla¤›s›.
fenâ-i mutlak: sonsuz yok
olufl.
fert: kifli, flah›s.
f›trat-› insaniyet: insanl›¤›n
yarat›l›fl, tabiat›.
hacet-i amme: herkesin ihti-
yac› olan fley.
hafliye: dipnot, ek.
hazinâne: hüzünlü bir flekilde,
üzücü.
Hazret-i Âdem: ilk insan ve ilk
peygamber.
iktida: uyma.
ifltirak: kat›lma, benimseme.
ifltirak-i umumî: genel kat›l›m.
kamet: farz namaza durmadan
önce okunan ezan.
kâmil: olgunluk ve kemal sahibi..
karin: yak›n.
k›yamet: dünyan›n sonu.
k›ymet: de¤er.
lisan-› hâl: hâl ve beden dili.
mahbubâne: severek, sevimli bir
flekilde.
mahlûkat: yarat›klar.
maksat: kastedilen, istenilen fley.
mektubat-› Samedâniye: Allah
taraf›ndan gönderilmifl birer
mektup gibi, fluur sahiplerine ‹lâhî sanat› anlatan eserler.
mevcudat: var olan her fley.
muvafakat: uygunluk.
münacat-› Ahmediye: Peygamberimizin duas›.
müfltakane: çok isteyerek, severcesine.
nam: ad, isim.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
niyaz: yalvarma, dua.
nuranî: nurlu, parlak.
Rabbena: Ey Rabbimiz!
saadet: mutluluk.
saadet-i bâkiye: sonsuz mutluluk.
saadet-i ebediye: sonu olmayan
mutluluk, sonsuz mutluluk.
salât: Peygamberimiz için yap›lan
dua.
salât-› kübra: en büyük namaz.
salâvat: Peygamberimiz Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme.
selâm: bar›fl, rahatl›k.
s›rr-› ubudiyet: kullu¤un s›rr›.
sukut: düflüfl.
fiafiî:
fiafiî mezhebinden olan.
tazammun: içerme, içine alma.
tazarrukârâne: yalvar›p yakararak.
tebaiyet: tâbi olma, uyma.
ubudiyet: kulluk.
ulvî: yüksek, yüce.
ümmet: hak dine davet etmek
için Allah taraf›ndan kendilerine
peygamber gönderilen ve bu
peygambere inan›p ba¤lanan cemaat.
yâ: ey, hey.
yâ Rabbena: Ey Rabbimiz!
Zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin kiflili¤i.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 99
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 100
Bak: Hem öyle yüksek bir fizar-› istimdatkârâne ile
istiyor ve öyle tatl› bir niyaz-› istirhamkârâne ile yalvar›yor ki, güya bütün mevcudata, semavata, arfla iflittirip,
vecde getirip duas›na, “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor. (HAfi‹YE)
abes: bofl, faydas›zc, gayesiz.
alâkadar: ilgili, iliflkili.
Alîm: her fleyi hakk›yla bilen,
sonsuz ilim sahibi Allah.
alîmâne: her fleyi çok iyi bilen flekilde.
Allahümme: ey Allah’›m.
âmin: Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle.
arfl: gö¤ün en yüksek kat›.
arzu: bir fleye karfl› duyulan istek.
Basîr: her fleyi gören Allah.
basîrâne: görerek, bilerek.
beka: sonsuzluk.
bilmüflahede: görüldü¤ü gibi.
cihet: flekil.
daavat: dualar.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri.
fenâ-i mutlak: sonsuz yok olufl.
ferd-i mümtaz: üstün flah›s, seçilmifl kifli.
fert: kifli, flah›s.
fizar-› istimdatkârâne: yard›m
dileyerek sesli a¤lama.
hafî: gizli.
hakîmâne: hikmetli bir surette.
Hâl›k: yarat›c›, Allah.
harekât: hareketler.
hareket: davran›fl.
hafliye: dipnot, ek.
hidemat: hizmetler.
icabet: cevap verme.
iftihar: övünme.
inkiflaf: aç›lma, görülme.
›tt›lâ: tan›ma, bilme.
Kadîr: her fleye gücü yeten Allah.
kâinat: tüm varl›klar.
Kerîm: s›n›rs›z ikram, lütuf, ihsan
ve cömertlik sahibi Allah.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
lâkayt: kay›ts›z, ilgisiz.
lisan-› hâl: beden dili, hâl dili.
mahiyet-i hakikiye: gerçek mahiyet.
mahkûm: hükmedilen; hüküm
verilmifl; hükümlü.
manidar: anlaml›, manal›.
masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler.
mazhar: eriflme, sahip olma.
mektubat-› Samedâniye: Cenab-› Hakk›n isim ve s›fatlar›n›
anlatan, Allah’›n birli¤ini gösteren
varl›klar.
memur: emir ile hareket eden.
merhamet: ac›mak, flefkat göstermek.
Bak: Hem öyle Semî ve Kerîm bir Kadîr’den, öyle Basîr ve Rahîm bir Alîm’den saadet ve bekay› istiyor ki, bilmüflahede en gizli bir zîhayat›n en gizli bir arzusunu, en
hafî bir niyaz›n› görür, iflitir, kabul eder, merhamet eder,
lisan-› hâl ile de olsa icabet eder. Öyle suret-i hakîmâne,
basîrâne, rahîmânede verir ve icabet eder ki, flüphe
HAfi‹YE: Evet, flu âlemin Mutasarr›f›, bütün tasarrufat› bilmüflahede fluurâne, alîmâne, hakîmâne oldu¤u hâlde, hiçbir cihetle mümkün de¤ildir
ki, o Mutasarr›f, kendi masnuat› içinde en mümtaz bir ferdin harekât›na
fluuru ve ›tt›lâ› bulunmas›n.
Hem hiçbir cihetle mümkün de¤ildir ki, o Mutasarr›f-› Alîm, o ferd-i
mümtaz›n harekât›na ve daavat›na (dualar›na) ›tt›lâ› bulundu¤u hâlde, ona
karfl› lâkayt kals›n, ehemmiyet vermesin.
Hem hiçbir cihetle mümkün de¤ildir ki, o Mutasarr›f-› Kadîr-i Rahîm,
onun dualar›na lâkayt kalmad›¤› hâlde, o dualar› kabul etmesin.
Evet, zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) nuruyla âlemin flekli de¤iflti, insan ve
bütün kâinat›n mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziya ile inkiflaf etti ve göründü ki, flu kâinat›n mevcudat› esma-i ‹lâhiyeyi okutan birer mektubat-›
Samedâniye, birer muvazzaf memur ve bekaya mazhar k›ymettar ve manidar birer mevcutturlar. E¤er o nur olmasa idi, mevcudat fenâ-i mutlaka
mahkûm ve k›ymetsiz, manas›z, faydas›z, abes, karma kar›fl›k, tesadüf
oyunca¤› bir zulmet-i evham içinde kal›rd›.
‹flte flu s›rdand›r ki, insanlar zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) duas›na “Âmin”
dedikleri gibi, arfl ve ferfl ve serâdan Süreyya’ya kadar bütün mevcudat
onun nuruyla iftihar edip, alâkadarl›k gösteriyorlar. Zaten ubudiyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) ruhu, duad›r. Belki, kâinat›n harekât› ve hidemat› bir
nevi duad›r. Meselâ, bir çekirde¤in hareketi, Hâl›k’›ndan, bir a¤aç olmas›na bir nevi duad›r.
mevcudat: varl›klar.
Mutasarr›f: sonsuz tasarruf
sahibi olan Allah.
Mutasarr›f-› Kadîr-i Rahîm:
her fleyde diledi¤i gibi tasarrufta bulunan Allah.
muvazzaf: vazifelendirilmifl.
mümtaz: üstün tutulmufl,
seçkin.
nevi: çeflit.
niyaz: yalvarma, yakarma.
niyaz-› istirhamkârâne: yalvararak, yalvar›rcas›na dua
etme.
100 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Rahîm: rahmeti her fleyi kuflatan sonsuz merhamet sahibi Allah.
rahîmâne: flefkatli, merhametli bir flekilde.
semavat: gökler.
Semî: ifliten, iflitici. Allah
serâ: arz, yeryüzü.
suret-i hakîmâne: hikmetli
bir flekilde.
Süreyya: Ülker y›ld›z kümesi.
fluur: tan›ma ve kavrama gücü.
fluurâne: fluurlu bir flekilde.
tesadüf: rastgelme, rastlant›.
ubudiyet-i Ahmediye: Hz.
Muhammed’in (a.s.m.) mükemmel kulluk ve ibadeti.
vecd: kendinden geçecek derecede dalma veya bayg›nl›k.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
zîhayat: canl›.
ziya: ›fl›k, parlakl›k.
zulmet-i evham: kuruntu karanl›¤›.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 101
b›rakmaz, o terbiye ve tedbir, öyle Semî ve Basîr’e mahsus, öyle bir Kerîm ve Rahîm’e hast›r.
Acaba, bütün benîâdemi arkas›na al›p flu arz üstünde
durup, Arfl-› Azama müteveccihen el kald›r›p, nev-i beflerin hulâsa-i ubudiyetini cami hakikat-i ubudiyet-i Ahmediye (a.s.m.) içinde dua eden flu fleref-i nev-i insan ve
ferid-i kevnüzaman olan Fahr-i Kâinat (a.s.m.) ne istiyor;
dinleyelim:
Bak: Kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor,
beka istiyor, Cennet istiyor; hem, mevcudat âyinelerinde
cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i ‹lâhiye ile
beraber istiyor. O esmadan flefaat talep ediyor; görüyorsun.
E¤er ahiretin hesaps›z esbab-› mucibesi, delâil-i vücudu olmasa idi, yaln›z flu zat›n tek duas›, bahar›m›z›n icad› kadar Hâl›k-› Rahîm’in kudretine hafif gelen flu Cennetin binas›na sebebiyet verecekti. (HAfi‹YE)
Evet, bahar›m›zda yeryüzünü bir mahfler eden, yüz bin
haflir numunelerini icat eden Kadîr-i Mutlak’a, Cennetin
icad› nas›l a¤›r olabilir?
H A fi ‹ Y E: Evet, ahirete nispeten gayet dar bir sahife hükmünde olan
rûy-i zeminde had ve hesaba gelmeyen harika sanat numunelerini ve haflir ve k›yametin misallerini göstermek ve üç yüz bin kitap hükmünde olan
muntazam enva-› masnuat›, o tek sahifede kemal-i intizam ile yaz›p derç
etmek, elbette genifl olan âlem-i ahirette lâtif ve muntazam Cennetin binas›ndan ve icad›ndan daha müflküldür. Evet, Cennet bahardan ne kadar
yüksek ise, o derece, bahar bahçelerinin hilkati o Cennetten daha müflküldür ve hayretfezad›r, denilebilir.
âlem-i ahiret: ahiret âlemi.
Arfl-› Azam: Cenab-› Hakk›n
kudret ve saltanat›n›n en büyük dairesi.
arz: yer, dünya.
Basîr: gören, görücü.
beka: süreklilik, kal›c›l›k.
benîâdem: Âdemo¤ullar›, insanlar.
cami: kapsayan, içine alan.
delâil-i vücut: varl›k delilleri.
derç: yerlefltirmek.
dua: Allah’a yalvarma, niyaz.
enva-› masnuat: sanat eseri
varl›k çeflitleri.
esbab-› mucibe: gerektiren
sebepler.
esma: isimler.
esma-i kudsiye-i ‹lâhiye: Allah’›n her türlü kusur ve noksandan uzak yüce isimleri.
Fahr-i Kâinat: kâinat›n kendisiyle övündü¤ü zat olan Peygamberimiz.
ferid-i kevnüzaman: zaman›n ve yarat›lan her fleyin bir
tanesi.
had: s›n›r.
hakikat-› ubudiyet-i Ahmediye: Peygamberimizin kullu¤unun gerçe¤i.
Hâl›k-› Rahîm: sonsuz merhamet ve flefkat sahibi ve her
fleyi yoktan yaratan Allah.
harika: ola¤anüstü vas›flar
tafl›yan ve hayranl›k hissi
uyand›ran.
has: özel.
haflir: öldükten sonra tekrar
dirilmek.
hafliye: dipnot, aç›klay›c› not.
hayretfeza: hayret veren, fla-
fl›rtan.
hesap: say›.
hilkat: yarat›l›fl.
hulâsa-i ubudiyet: kullu¤un özü.
icat: vücuda getirme, getirilme,
yoktan var etme, ibda.
icat: vücuda getirme, yoktan var
etme.
Kadîr-i Mutlak: hiç bir kay›t ve
flarta tâbi olmaks›z›n her fleye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kemal-i intizam: tam ve eksiksiz
düzen.
Kerîm: yaratt›klar›na ba¤›flta bulunan Allah.
k›yamet: dünyan›n sonu, varl›¤›n
bozulup da¤›lmas›.
kudret: güç, iktidar.
lâtif: hofl, güzel.
mahsus: özel, özgü.
mahfler: toplan›lacak yer.
mevcudat: varl›klar.
misal: benzer, örnek.
muntazam: nizaml›, intizaml›.
müflkül: zor.
müteveccihen: yönelerek.
nev-i befler: insano¤lu, insanlar.
nispeten: oranla.
numune: örnek.
Rahîm: merhametli, ac›yan, ac›y›p esirgeyen Allah.
rûy-i zemin: yeryüzü.
saadet-i ebediye: sonu olmayan
, sonsuz mutluluk.
sanat: ustal›k, hüner, marifet.
sebebiyet: sebep olma.
Semî: ifliten, iflitici. Allah.
flefaat: ba¤›fllanmak için arac›l›k.
fleref-i nev-i insan: insano¤lunun
flerefi.
talep: istemek.
tedbir: idare etme, çekip çevirme.
terbiye: ö¤renme, ö¤retme.
ümmet: peygambere inan›p arkas›nda gidenler.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 101
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 102
Demek, nas›l ki onun risaleti flu dâr-› imtihan›n aç›lmas›na sebebiyet verdi,
1
n∑ nÓra’n rG â
n 'ÉnŸ n∑'’ƒr nd n∑'’ƒr nd s›ro r≤n∏N
r›na mazhar oldu; onun gibi, ubudiyeti dahi öteki dâr-› saadetin aç›lmas›na sebebiyet verdi.
Acaba hiç mümkün müdür ki, bütün ak›llar› hayrette
b›rakan flu intizam-› âlem ve genifl rahmet içinde kusursuz hüsnüsanat, misilsiz cemal-i rububiyet, o duaya icabet etmemekle, böyle bir çirkinli¤i, böyle bir merhametsizli¤i, böyle bir intizams›zl›¤› kabul etsin? Yani, en cüz’î,
en ehemmiyetsiz arzular›, sesleri ehemmiyetle iflitip ifa
etsin, yerine getirsin; en ehemmiyetli, lüzumlu arzular›
ehemmiyetsiz görüp iflitmesin, anlamas›n, yapmas›n.
Hâflâ ve kellâ, yüz bin defa hâflâ! Böyle bir cemal, böyle
bir çirkinli¤i kabul edip çirkin olamaz. (HAfi‹YE)
Demek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, risale tiyle dünyan›n kap›s›n› açt›¤› gibi, ubudiyetiyle de ahire tin kap›s›n› açar.
ºr u∏°nShn πnu °U -nG @ p¿ÉnæpédrG Qp GnOhn Én«rf tódG nAπpr e øp ª' rMôs dG oäGnƒn∏°Un p¬«r n∏nY
oôrînahn pø«nr fƒr nµrdG oóu«°nS ƒn og …pòsdG pÖ«pÑn◊r G n∂dp nP n∂dp ƒo°SnQhn n∑pórÑnY¤nn Y
acip: ilginç, flafl›rt›c›.
ayn-› çirkinlik: çirkinli¤in ta kendisi; bizzat çirkinlik.
bat›l: yalan ve sahte.
bilbedahe: aç›kça.
cemal: güzellik.
cemal-i rububiyet: Allah’›n rabl›¤›na has olarak bütün mahlûkat›
besleme, büyütme ve terbiye etmedeki güzelli¤i.
cüz’î: k›ymetsiz, önemsiz.
daim: devaml›, sürekli.
dâr-› imtihan: imtihan yeri. Dünya.
dâr-› saadet: mutluluk yeri, Cennet.
ehemmiyetsiz: önemsiz, de¤ersiz.
ender: çok seyrek ve az bulunan.
hakikî: gerçek.
hâflâ: asla, kat’iyen.
hafliye: dipnot, ek.
hüsnüsanat: sanat güzelli¤i.
icabet: cevap verme.
HAfi‹YE: Evet, ink›lâb-› hakaik ittifaken muhaldir ve ink›lâb-› hakaik içinde, muhal ender muhal, bir z›t kendi z›dd›na ink›lâb›d›r. Ve bu ink›lâb-› ezdat içinde, bilbedahe bin derece muhal fludur ki:
Z›t, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi z›dd›n›n ayn› olsun.
Meselâ, nihayetsiz bir cemal, hakikî cemal iken, hakikî çirkinlik olsun. ‹flte, flu misalimizde meflhut ve kat’iyyülvücut olan bir cemal-i rububiyet, cemal-i rububiyet mahiyetinde daim iken, ayn-› çirkinlik olsun. ‹flte, dünyada muhal ve bat›l misallerin en acibidir.
1. E¤er sen olmasayd›n, kâinat› yaratmazd›m. (Hadis-i kudsî: Aclûni, Keflfü’l-Hafâ, 2:164; Ali elKari, fierhü'fl-fiifa, 1:16.)
ifa: yerine getirme.
ink›lâb-› ezdat: z›tlar›n de¤iflimi.
ink›lâb-› hakaik: gerçeklerin
de¤iflimi, dönüflümü.
ink›lâp: bir hâlden di¤er hale
geçme.
intizam: düzenlilik.
intizam-› âlem: kâinatta görülen tertip, âlemdeki düzenlilik.
102 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
ittifak: fikir birli¤i, birleflmek.
kat’iyyülvücut: varl›¤› kesin
olmak.
kellâ: asla, kesinlikle.
mahiyet: özellik, nitelik.
mazhar olmak: eriflmek.
merhamet: ac›mak, flefkat
göstermek.
meflhut: görünen.
misilsiz: benzersiz.
muhal: imkâns›z.
nihayetsiz: sonsuz.
rahmet: ac›ma, merhamet
etme.
Resul-i Ekrem: Hazret-i Muhammed.
risalet: peygamberlik, elçilik.
sebebiyet: sebep olma.
s›r: gizlilik, gizem.
ubudiyet: kulluk.
z›t: bir fleyin aksi, tersi.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 103
pø«nr MÉnænérdGhoPhn pør«nJnOÉn©s°ùdG oán∏«°pShn hn pøjnr QGsódG oIÉn«nMhn pÚn`nŸÉ©n rdG
¤=n Yn hn nÚp©nªrLnG =p¬pÑrën°Unh p¬dp nG¤=n Yn hn pø«nr ∏n≤sãdG o∫ƒo°SnQhn
1
rÚ/e'G nÚ/∏n°SrôoªrdGnh nÚu«`pÑsædG nøpe /¬pfGnƒrNpG
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 118-124.
‚è
BÜTÜN ‹NSANLARDAN Z‹YADE ‹BADET ETM‹fiT‹R
2
ÉnfpórÑ`nY : Abd lâfz›n›n nebî veya Muhammed (a.s.m.)
lâf›zlar›na cihet-i tercihi, abd tabiri Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm›n azametine ve ibadetin ulüvv-i derecesine iflaret oldu¤u gibi,
3
GhoóoÑ`rYo G
emrini te’kittir ve
Resul-i Ekrem hakk›nda varit olan vehimleri defetmektir
ki, o zat bütün insanlardan ziyade ibadet yapm›fl ve
Kur’ân’› okumufltur.
‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 183.
‚è
EN PARLAK ÂY‹NE-‹ EHAD VE SAMEDD‹R
Evet, madem insan f›traten bir cemal-i bâkîye müfltak
ve muhip bir surette halk edilmifltir. Ve madem bâkî bir
cemal, zail bir müfltaka raz› olamaz. Ve madem insan bilmedi¤i veya yetiflemedi¤i veya tutamad›¤› bir maksuttan
gelen hüzün ve elemden teselli bulmak için, o maksudun
kusurunu bulmakla, belki gizli adavet etmekle kendini
1. Rahman’›n dünya ve Cennetler dolusu salât ve selâm› onun üzerine olsun. Allah’›m! Kulun
ve resulün olan, iki cihan›n efendisi, iki âlemin medar-› iftihar›, iki dünyan›n hayat vesilesi, dünya ve ahiret saadetinin sebebi, peygamberlik ve kulluk olmak üzere iki manevî kanad›n sahibi, ins ve cinnin peygamberi olan Habibine, onun bütün âl ve ashab›na, kardeflleri olan di¤er peygamber ve resullere salât ve selâm eyle. Âmin.
2. Kulumuza... (Bakara Suresi: 23.)
3. ‹badet ediniz. (Bakara Suresi: 21.)
abd: kul.
kendisine muhtaç oldu¤u Al- sonsuz.
adavet: düflmanl›k, husumet. lah’a âyinedarl›k.
cemal: güzellik.
âyine-i Ehad ve Samed: tek azamet: büyüklük.
cemal-i bâkî: ebedî, sonsuz
olan ve hiçbir fleye muhtaç bâkî: ebedî, daimî, sonu gel- güzellik, nihayetsiz güzellik
olmayan, fakat her fleyin mez, bitip tükenmez, ölmez, sahibi olan Allah.
cihet-i tercih: üstün tutma yönü,
tercih sebebi.
def: ortadan kald›rma, yok etme,
giderme.
elem: dert, üzüntü, maddî-manevî ›zt›rap.
f›traten: f›trî olarak, yarat›l›fltan,
yarat›l›fl itibar›yla.
halk: yaratma, yarat›fl.
lâf›z: söz, kelime.
madem: ...den dolay›, böyle ise.
maksut: istenilen fley, istek, arzu,
gaye.
muhip: seven, sevgi besleyen,
muhabbetli.
müfltak: arzulu, fazla istekli, ifltiyak gösteren.
nebî: Allah’›n elçisi, habercisi;
peygamber, resul.
raz›: r›za gösteren, hoflnut olan.
Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.).
suret: biçim, flekil, tarz.
tabir: ifade, söz.
teselli: avutma, ac›s›n› dindirme.
varit: gelen, ulaflan, eriflen.
vehim: zan, flüphe.
zail: sona eren, yok olan.
zat: kifli, flah›s, fert.
ziyade: çok, fazla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 103
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Adl: her fleyi adaletli bir flekilde
idare eden Allah.
âmin: Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle!” anlam›nda duan›n sonunda söylenir.
Ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi (a.s.m.) görmüfl ve onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler.
âyine-i Ehad ve Samed: tek olan
ve hiçbir fleye muhtaç olmayan,
fakat her fleyin kendisine muhtaç
oldu¤u Allah’a âyinedarl›k.
bâkî: ebedî, daimî, sonu gelmez,
bitip tükenmez, ölmez, sonsuz.
beyan: aç›klama, bildirme, izah.
cilve: tecelli, görüntü.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
daim: devam eden, devaml›, sürekli.
dair: alâkal›, ilgili.
dâr-› beka: bâkî ve sonsuz dünya; ahiret.
ebedî: sonu olmayan, daimî, sürekli.
ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan.
esma: s›fatlar, isimler.
Ferd: tek ve yekta olan Allah.
Furkan-› Hakîm: do¤ruyu yanl›fltan ay›ran hikmetli Kur’ân.
Habib-i Ekrem: en cömert sevgili, Allah’›n sevgilisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
Hakem: hakl› ile haks›z› ay›ran ve
her ifli hikmete göre olan Cenab-›
Hak.
Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi
yoktan var eden.
halk: yaratma, yarat›fl.
hayat-› bâkiye: bâkî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayat›.
Hayy: gerçek hayat sahibi olan,
Allah.
‹sm-i Azam: Cenab-› Hakk›n bin
bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›.
Kayyum: her fleyin varl›¤› onunla
ayakta duran ve devam eden.
kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
Kuddüs: kusur, eksiklik ve noksanl›ktan, temiz olan, fazilet ve
güzelliklerle övülen, noksanl›¤›
gerektirecek fleylerden son derece münezzeh olan, izzet ve kibriya sahibi Allah.
madem: ...den dolay›, böyle ise.
maksut: kastedilmifl, kastedilen.
marifet: Allah’› bilme.
mazhar: nail olma, flereflenme.
muhabbet-i ‹lâhiye: Allah sevgisi.
muhafaza: koruma, saklama.
müntehap: seçilmifl, seçkin, güzide, mümtaz.
Page 104
teskin eder. Ve madem bu kâinat insan için halk edilmifl
ve insan ise marifet ve muhabbet-i ‹lâhiye için yarat›lm›fl.
Ve madem bu kâinat›n Hâl›k’›, esmas›yla sermedîdir. Ve
madem esmalar›n›n cilveleri daim ve bâkî ve ebedî olacakt›r. Elbette ve her hâlde insan bir dâr-› bekaya gidecek ve bir hayat-› bâkiyeye mazhar olacakt›r. Ve insan›n
k›ymetini ve vazifelerini ve kemalât›n› bildiren, rehber-i
azam ve insan-› ekmel olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair beyan etti¤imiz bütün kemalât› ve vazifeleri en ekmel bir surette kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki: Nas›l kâinat insan için
yarat›lm›fl ve kâinattan maksut ve müntehap insand›r.
Öyle de, insandan dahi en büyük maksut ve en k›ymettar müntehap ve en parlak âyine-i Ehad ve Samed, elbette Ahmed-i Muhammed’dir.
@ *G BÉnj @ /¬pàseo G päÉnæ°nùnM pOnón©pH oΩnÓs°ùdGnh oInÓs°üdG p¬dp 'G ¤n=' Yhn p¬r«n∏nY
oºnµnM Énj @ oΩƒt«nb Énj @ t⋲nM Énj @ oOrôna Énj @ oº«/MQn Énj @ oø'ªrMQn Énj
pánerôoëpHhn pº«/µn◊r G n∂pfÉnbrôoa u≥nëpH n∂o∏nÄ°rùnf @ ¢oShtóob Énj @ o∫rónY Énj
∂
n ªp °r SpG áp en ôr ë
o Hp hn @ »'æ°rù◊
o r G∂
n Fp Bɪn °r SnG ≥u ë
n Hp hn @ Ωp ôn c
r ’n rG ∂
n Ñp «/ÑM
n
p¿Én£r«°sûdGnh p¢ùrØsædG uô°nT røpe Énær¶nØrMpG @ pºn¶rY’n rG
1
nÚ/e'G p¿Én°ùrf’p r Ghn uøp÷r G uôn°T røpehn
Lem’alar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 962-963.
‚è
1. Ümmetinin hasenat› adedince ona ve Âline salât ve selâm olsun. Yâ Allah, yâ Rahman, yâ
Rahîm, yâ Ferd, yâ Hayy, yâ Kayyum, yâ Hakem, yâ Adl, yâ Kuddüs! Furkan-› Hakîm’inin
hakk› için ve Habib-i Ekrem’inin hürmetine, Esma-i Hüsnan›n hakk› ve ‹sm-i Azam›n›n hürmetine Senden niyaz ediyoruz ki: Bizi nefis ve fleytan›n, cin ve insanlar›n flerrinden muhafaza eyle. Âmin.
müntehap: seçkin, güzide,
mümtaz.
niyaz: yalvarma ve yakarma.
Rahîm: sonsuz merhamet sahibi olan Allah.
Rahman: sonsuz merhamet
sahibi ve flefkatle bütün varl›klar› r›z›kland›ran Allah.
104 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
rehber-i azam: en büyük fler: kötülük.
rehber.
sermedî: ebedî, daimî, süreksalât: Hz. Peygambere dua; li.
Hz. Muhammed’e Ashab›na, suret: biçim, flekil, tarz.
ailesine Allah’›n rahmet ve teskin: sakinlefltirme, yat›flma¤firetini, meleklerin isti¤- t›rma.
far›n› ve mü’minlerin dualar›- ümmet: Müslümanlar›n tan› dileme.
mam›; bütün Müslümanlar.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 105
TESB‹HAT-I PEYGAMBERÎN‹N KÜLL‹YET‹
Bu makam yaz›ld›¤› zaman, Kurban Bayram› geldi
1
oônÑrcnG *nG @ oônÑrcn G *nG @ oônÑ`rcn G *nG ’ler ile nev-i beflerin
beflten birisine, üç yüz milyon insanlara birden
ôo Ñn `rcn G *nG
dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklü¤ü nispetinde o
oônÑ`rcnG *nG kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arka-
dafllar›na iflittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hac›lar›n
Arafat’ta ve ›ydde beraber, birden
oônÑ`rcn G *nG
demeleri,
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n bin üç yüz sene
evvel Âl ve Sahabîleriyle söyledi¤i ve emretti¤i oônÑ`rcnG *n G
kelâm›n›n bir nevi aks-i sedas› olarak, rububiyet-i ‹lâhiyenin
2
¢pVQr ’n rG tÜQn ve nÚ/ªndÉn©rdG tÜQn azamet-i ünvan›yla kül3
li tecellisine karfl› genifl ve küllî bir ubudiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 366.
‚è
‹flte bu üç kudsî kelimeler gibi,
4
$G ºp r°ùpH ve *G’ps G ¬n 'dpG B’n
5
ve sair kelimat-› mübareke, her biri erkân-› imaniyenin
birer çekirde¤i ve bu zamanda keflfedilen et hülâsas› ve
fleker hülâsas› gibi hem erkân-› imaniyenin, hem Kur’ân
1. Allah en büyüktür, en yücedir. · Allah en büyüktür, en yücedir. · Allah en büyüktür, en yücedir.
2. Yerin Rabbi. (Casiye Suresi: 36.)
3. Âlemlerin Rabbi. (Casiye Suresi: 36.)
4. Allah’›n ad›yla.
5. Allah’tan baflka ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
aks-i seda: ses yank›lanmas›,
sesin bir yere çarp›p geri gelmesi, yank›.
Arafat: Hacca gidenlerin arefe günü topland›klar› yer.
azamet-i ünvan: ünvan›n›n,
flöhretinin büyüklü¤ü.
erkân-›
esaslar.
›yd (îd):
nü.
kanaat:
kelâm:
nutuk.
imaniye: imana ait kelimat-› mübareke: mübarek kelimeler, sözler.
bayram, bayram gü- kelime-i kudsiye: yüce, kudsî söz.
inanma, görüfl, fikir. küllî: umumî, genel.
söyleyifl, konuflma, külliyet: bütünlük, bolluk,
çokluk.
küre-i arz: yer küre, dünya.
makam: yer, durak.
mukabele: karfl›l›k verme, karfl›lama.
nev-i befler: insano¤lu, insan soyu; insanlar.
nevi: çeflit.
nispet: k›yaslama, k›yas, ölçü,
oran.
Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.).
rububiyet-i ‹lâhiye: Allah’›n terbiye edicili¤i.
Sahabe: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in mübarek yüzünü
görmekle flereflenen ve onun
sohbetlerine kat›lan mü’min kimse.
sair: di¤er, baflka, öteki.
semavat: semalar, gökler.
seyyarat: gezegenler.
tahayyül: hayale getirme, hayalinde canland›rma.
tecelli: belirme, bilinme, görünme.
tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan
uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler.
ubudiyet: kulluk.
ziyade: çok, fazla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 105
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 106
hakikatlerinin hülâsalar› ve bu üçü namaz›n çekirdekleri
olduklar› gibi, Kur’ân’›n dahi çekirdekleri ve parlak bir
k›s›m surelerin bafllar›nda p›rlanta gibi görünmeleri ve
çok sünuhat› tesbihatta bafllayan Risale-i Nur’un dahi hakikî madenleri ve esaslar› ve hakikatlerinin çekirdekleridirler. Ve velâyet-i Ahmediye ve ubudiyet-i Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) cihetinde, öyle bir daire-i zikirde, namazdan sonraki tesbihatta bir tarikat-i Muhammediyenin (a.s.m.) virdidirler ki, her namaz vaktinde,
yüz milyondan ziyade mü’minler, beraber o halka-i küb1
ra-i zikirde, ellerinde tesbihler,
2
! oórªnërdnG
otuz üç,
ederler.
3
ôo Ñn `rcnG *n G
$G n¿ÉnërÑ°oS
otuz üç,
otuz üç defa da tekrar
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 369-370.
®
cihet: yön, görüfl aç›s›.
daire-i zikir: zikir dairesi, zikir yeri.
erkân-› imaniye: imana ait esaslar.
halka-i kübra-i zikir: en büyük
zikir halkas›, dairesi.
hülâsa: bir fleyin özü, esas›, özeti.
keflif: bulma, meydana ç›karma.
maden: as›l, esas, kaynak.
mü’min: iman eden, inanan.
p›rlanta: foyas›z, yuvarlakça, parlak, k›ymetli elmas.
sünuhat: akla gelen, içe do¤an
fleyler.
tarikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tarikati olan
1. Allah her türlü kusur ve noksandan uzakt›r.
2. Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve flükür Allah’a mahsustur. (Fatiha Suresi: 2.)
3. Allah en büyüktür, en yücedir.
sünnet yolu.
tesbihat: tesbihler, Cenab-›
Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade
eden sözler.
tesbihat: tesbihler, Cenab-›
Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›-
106 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
fatlara sahip oldu¤unu ifade
eden sözler.
ubudiyet-i Muhammediye:
Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
mükemmel kulluk ve ibadeti.
velâyet-i Ahmediye: P e ygamberimizin
vefat›ndan
sonra nübüvvet tarz›ndaki
hizmetinin sureten, fiilen ve
fleklen sona ermesiyle velâyet tarz›nda bu makamda
devam eden manevî hizmet
tarz› ve manevî varl›¤›.
virt: zikir; belli zamanlarda,
belli say›da, belli dualar›n zikir olarak belli biçimde ve düzenli flekilde okunmas›.
ziyade: çok, fazla, art›k.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 107
Risalet ve Nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.)
R‹SALET-‹ AHMED‹YEYE EN GÜZEL VE EN HOfi
fiAHADET: NAMAZ
Hem, saltanat-› rububiyetin dellâl› ve mübelli¤-i marziyat› ve kitab-› kâinat›n tercüman-› âyât› olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaletine flahadet
etmek demek olan ma¤rip namaz›n› k›lmak ne kadar lâtif, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hofl ve güzel bir ubudiyet, ne kadar ciddî bir hakikat
ve bu fânî misafirhanede bâkiyâne bir sohbet ve daimâne bir saadet oldu¤unu anlamayan adam, nas›l adam
olabilir?
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 77-78.
‚è
HZ. MUHAMMED’‹ (A.S.M.) EN YÜKSEK MERTEBEYE
ÇIKARAN, SIDKTIR
Hülâsa, yol ikidir: Ya sükût etmektir —çünkü, söylenilen her sözün do¤ru olmas› lâz›md›r— veya s›dkt›r. Çünkü, ‹slâmiyetin esas› s›dkt›r, iman›n hassas› s›dkt›r, bütün
kemalâta isal edici s›dkt›r, ahlâk-› âliyenin hayat› s›dkt›r,
terakkiyat›n mihveri s›dkt›r, âlem-i ‹slâm›n nizam› s›dkt›r,
ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
aziz: izzetli, muhterem, sayg›n.
bâkiyâne: daimî, sonsuz bir
flekilde.
ciddî: mühim, önemli.
daimane: devaml› flekilde,
sürekli olarak.
dellâl: ilân edici; hakka davet
eden.
fânî: ölümlü, geçici.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hassa: bir fleye mahsus olan
özellik, nitelik.
hizmet: görev, vazife.
hülâsa: k›saca, özet.
iman: inanç, itikat.
îsâl: ulaflt›rma, erifltirme.
kemalât: kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
kitab-› kâinat: kâinat kitab›.
latîf: güzel, hofl.
leziz: lezzetli, tatl›.
ma¤rip: akflam.
mertebe: derece.
mihver: bir konunun a¤›rl›k
noktas›.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (asm).
mübelli¤-i marziyat: Cenab-›
Hakk›n raz› oldu¤u fleyleri ve
emirlerini inasanlara tebli¤
eden, haber veren.
nazif: temiz, pak, tahir.
nizam: düzen, düzgünlük;
kaide, kanun.
risalet: elçilik, nebîlik, resullük,
peygamber olarak gönderilme,
peygamberlik.
saadet: mutluluk.
saltanat-› rububiyet: Allah’›n kâinat› terbiye ve idare edicilik s›fat›n›n saltanat›.
s›dk: do¤ruluk.
sükût: susma, sessiz kalma.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller.
ubudiyet: kulluk.
vazife: görev.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 107
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Ashab-› Kiram: Hz. Muhammed’in (asm) Ashab›, Sahabeleri,
arkadafllar›.
âyine-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (asm) hâl ve tav›rlar›nda
görülen güzellik.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
cemal: güzellik.
cemal-i esma: isimlerin güzelli¤i;
Cenab-› Allah’›n isimlerinin güzelli¤i ve güzelli¤inin par›lt›lar›.
cemal-i masnuat: Cenab-› Allah’›n mahlûkat›ndaki sanatkârane, mükemmel, kusursuz güzellik.
cemal-i sanat: sanattaki güzellik,
Cenab-› Hakk›n mahlûkat›nda bulunan ‹lâhî sanat güzelli¤i.
cihet: yön, sebep, vesile.
cilve: tecelli, görüntü.
dellâl-› azam: en büyük delil ve
ispat, en büyük ilân edici.
dellâl-› saltanat-› rububiyet:terbiye edici olan Rabbimizin saltanat›n›n duyurucusu, ilânc›s›.
ekser: pek çok.
elhâs›l: has›l›, netice itibariyle, k›saca.
Esma-y› Hüsna: Allah’›n adlar›,
Allah’›n doksan dokuz güzel ismi.
fiil: ifl, hareket.
Habib-i Rabbülâlemîn: Âlemlerin
Rabbi olan Allah’›n habibi, sevgilisi, Hz. Muhammed (asm).
hâkezâ: böylece, bunun gibi.
hakikat: gerçek, do¤ru.
haflmet-i rububiyet: Rabl›¤›n,
idare ve terbiye edicili¤in haflmeti, heybeti, büyüklü¤ü.
hikmet: ‹lahî gaye, yüksek bilgi.
hükmünde: de¤erinde, yerinde.
inayet: yard›m, ihsan, lütuf.
inkâr: Allah’›n varl›¤›na, birli¤ine
inanmama, kabul ve tasdik etmeme.
îsâl: ulaflt›rma, erifltirme.
ism-i Rahman: Rahman ismi, bütün mahlûkat› rahmet ve merhametle kuflatan ve kendisine itaat
eden-etmeyen diye ay›rt etmeden herkese her türlü ihsanda
bulunan manas›nda Cenab-› Hakka ait isim.
ism-i Vedûd: seven ve sevilen
manas›nda Cenab-› Hakk›n bir ismi.
kâbe-i kemalât: mükemmellikler
kâbesi, güzelliklerin merkezi.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
madem: de¤il mi ki.
meratib-i befleriye:insanl›k dereceleri, insanl›¤›n aflamalar›.
meselâ: örne¤in.
meflhut: gözle görülen, müflahede olunan.
misal: örnek, nümune.
mizan: ölçü, denge.
Page 108
nev-i befleri kâbe-i kemalâta isal eden s›dkt›r, Ashab-› Kiram› bütün insanlara tefevvuk ettiren s›dkt›r, Muhammed-i Haflimî Aleyhissalâtü Vesselâm› meratib-i befleriyenin en yükse¤ine ç›karan, s›dkt›r.
‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 93.
‚è
R‹SALET-‹ MUHAMMED‹YEN‹N (A.S.M.)
REDD‹ MÜMKÜN DE⁄‹LD‹R
Meselâ, ism-i Rahman’›n cilvesi olan rahmet-i vâsia, o
Rahmeten Lilâlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûd’un
cilvesi olan tahabbüb-i ‹lâhî ve tearrüf-i Rabbanî, o Ha bib-i Rabbülâlemîn ile netice verir, mukabele görür. Ve
ism-i Cemîl’in bir cilvesi olan bütün cemaller, yani
cemal-i zat, cemal-i esma, cemal-i sanat, cemal-i masnuat o âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve haflmet-i
rububiyetin ve saltanat-› ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-› saltanat-› rububiyet olan zat-› Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlafl›l›r, tasdik edilir. Ve hakeza, bu
misaller gibi, ekser Esma-i Hüsnan›n her biri, risalet-i
Ahmediyeye birer parlak bürhand›r.
E l h â s › l: Madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor;
elbette kâinat›n renkleri, ziynetleri, ›fl›klar›, ziyalar›, sanatlar›, hayatlar›, rab›talar› hükmünde olan hikmet, inayet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meflhut
hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem bu s›fatlar›n, fiillerin inkâr› mümkün de¤ildir; elbette o s›fatlar›n
mukabele: karfl›l›k.
nev’i befler: insano¤lu, insanlar.
nizam: düzen, düzgünlük;
kaide, kanun.
rab›ta: münasebet, alâka,
ba¤.
rahmet: Allah’›n kullar›n› esirgemesi, onlara maddî ve manevî nimetler vermesi.
Rahmeten li’l-âlemîn: bütün
âlemlere rahmet olan, Hz.
Muhammed (asm).
rahmet-i vâsia: bütün mah-
108 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
lûkat› içine alan genifllikte ve
bol rahmet.
risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik.
risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin (asm) peygamberli¤i.
saltanat-› ulûhiyet: kâinatta
flerik, ortak kabul etmeyen
‹lâhî saltanat.
s›dk: do¤ruluk.
s›fat: vas›f, nitelik, özellik.
taarrüf-i Rabbanî: Cenab-›
Allah’›n kendini tan›tmas›, bildirmesi.
tahabbüb-i ‹lâhî: Allah’› sevme, Allah sevgisi.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
tefevvuk: üstün olma, üstünlük.
tezahür: görünme, belirme,
ortaya ç›kma.
zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur.
ziynet: süs.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 109
mevsufu ve o fiillerin faili ve o ziyalar›n günefli olan Zat-›
Vacibü’l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem,
Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkâr› kabil olmaz. Ve elbette o s›fatlar›n ve o fiillerin medar-› zuhurlar›,
belki medar-› kemalleri, belki medar-› tahakkuklar› olan
rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-› azam ve t›ls›m-›
kâinat›n keflflaf› ve âyine-i Samedanî ve habib-i Rahmanî
olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaleti hiçbir
cihetle inkâr edilmez. Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinat›n ziyalar› gibi, bunun risaleti dahi, kâinat›n en parlak bir ziyas›d›r.
pΩÉsjn’rG päGnôp°TÉnY pOnón©pH oΩnÓs°ùdGnh oInÓs°üdG p¬pÑrën°Unh /¬dp 'G¤n=' Y hn p¬r«n∏nY
1
pΩÉnf’n rG päGsQnPhn
Asa-y› Mûsa, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 298-299.
‚è
‹NSANLIK KERVANININ RE‹S‹
RESUL-‹ EKREM’D‹R (A.S.M.)
Hikmet: “Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsu nuz? Bu dünyada ifliniz nedir? Reisiniz kimdir?”
Bu suale, benîadem nam›na, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beflere vekâleten karfl›s›na ç›karak flöyle cevapta bulundu:
1. Günlerin aflireleri ve mahlûkat›n zerreleri adedince, ona ve Âl ve Ashab›na salât ve selâm
olsun.
Adl: her fleyi adaletli bir flekilde idare eden Allah.
âlem-i hakikat: hakikat âlemi, gerçeklik dünyas›.
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun.
Ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi (asm) görmüfl ve
onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler.
aflire-i dakika: dakikan›n
onuncu kuvveti, 60 üzeri 10.
âyine-i Samedanî: en genifl
bir kulluk vazifesiyle ‹lâhî r›zaya ayinedarl›k eden Hz.
Muhammed (asm).
benîâdem: Ademo¤ullar›, insanlar.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
Cemîl: güzellik sahibi olan
zat, Allah.
cihet: yön, sebep, vesile.
delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan
deliller.
delâlet: delil olma, gösterme;
alamet, iflaret.
dellâl-› azam: en büyük delil
ve ispat, en büyük ilân edici.
emsal: örnekler, benzerler.
fail: ifli yapan, fiili iflleyen, ya-
pan, eden iflleyen.
fiil: ifl, hareket.
Hakem: hakl› ile haks›z› ay›ran ve
her ifli hikmete göre olan Cenab-›
Hak.
hakikat-› haflriye: dirilifl gerçe¤i,
haflir hakikat›.
hakikat-› kâinat: yarat›lm›fllar›n,
nesnelerin gerçe¤i, asl›.
Hakîm: her fleyi bir maksatla uygun ve hikmetle yaratan, hikmet
sahibi Allah.
hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama.
hikmet: ‹lahî gaye, yüksek bilgi.
inkâr: reddetme, tan›mama, kabul ve tasdik etmeme, inanmama.
ispat: kan›tlama, do¤rulama.
kabil: mümkün, ihtimal dairesinde.
Kerîm: ihsan ve ikram› bol olan
Allah.
kervan: birbirinin ard›nca ve topluca hareket eden fleyler.
keflflaf: keflfeden, gizli bir fleyi
meydana ç›karan.
mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar.
medar-› kemal: olgunluk vesilesi,
mükemmellik sebebi.
medar-› tahakkuk: ortaya ç›kmaya sebep olan.
medar-› zuhur: görünme sebebi,
olmaya ve ç›kmaya sebep.
mevsuf: vas›flanm›fl, nitelenmifl.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n aciz kald›¤› fley.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz
Muhammed (asm).
Rahîm: merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen, koruyan, ac›yan Allah.
rehber-i ekber: en büyük rehber.
risalet: elçilik, nebîlik, resullük,
peygamber olarak gönderilme,
peygamberlik.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
tahakkuk: gerçekleflme, meydana gelme, olma.
tenzih: Allah’› flan›na lây›k olmayan fleylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
t›ls›m-› kâinat: kâinat›n t›ls›m›,
evrenin gizli s›rr›.
vazife: görev.
vekâleten: vekâlet yoluyla, birisine vekil olarak, baflkas› ad›na.
zat-› vacibü’l-vücut: varl›¤› mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah.
zerre: en küçük parça, molekül,
atom.
ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 109
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 110
“Ey hikmet! Bu gördü¤ün insanlar, Sultan-› Ezelî’nin
kudretiyle, yokluk karanl›klar›ndan ziyadar varl›k âlemine ç›kar›lan mahlûklard›r. Sultan-› Ezelî, bütün mevcudat› içinde biz insanlar› seçmifl ve emanet-i kübray› bize
vermifltir. Biz, haflir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki iflimiz de, o saadet-i ebediye yollar›n› temin etmekle re’sü’l-mal›m›z olan
istidatlar›m›z› nemaland›rmakt›r. Ve flu azîm insan kervan›na, bundan sonra Sultan-› Ezelî’den risalet vazifesiyle
gelip riyaset eden benim. ‹flte o Sultan-› Ezelî’nin risalet
berat› olarak bana verdi¤i Kur’ân-› Azîmüflflan elimdedir.
fiüphen varsa al, oku!”
‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 17-18.
‚è
RESUL-‹ EKREM (A.S.M.) HAT E M Ü ’ L - E N B ‹ YADIR
1
n∂r«n∏nY
’ye bedel
2
n∂r«ndpG
’nin zikri, Resul-i Ekrem’in
(a.s.m.) teklif edilen risalet vazifesini cüz-i ihtiyarîsiyle
haml ve kabul etmifl oldu¤una ve bu hizmet Cibril taraf›ndan görüldü¤ünden, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) daha
âlem: dünya, cihan.
azim: büyük, yüce.
berat: niflan, rütbe ve imtiyaz için
verilen belge, kurtulufl belgesi.
Cibril: Cebrail (as).
cüz-i ihtiyarî: Cenab-› Hak taraf›ndan insana verilen arzu serbestli¤i; diledi¤i gibi hareket edebilme kuvveti; cüz’î irade.
delâlet: delil olma, gösterme.
emanet-i kübra: büyük emanet,
en büyük emanet.
haml: yükleme, yüklenme.
haflr: yeniden toplanma, bir araya gelme.
hikmet:
hizmet: görev, vazife.
ihtiyar: irade, tercih.
ism-i zahir: Esma-y› Hüsnadan
Cenab-› Hakk›n varl›¤›n›n eserleriyle ve delilleriyle aflikâr ve görünür oldu¤unu ifade eden ismi.
istidat: yarat›l›fltan olan ve zamanla gelifltirilen kabiliyet; bir fleyin kazan›lmas›na olan f›trî meyil.
yüksek oldu¤una iflarettir. Çünkü,
3
'¤nY ’da ihtiyar olma-
d›¤› gibi, vas›ta-i nüzulün daha yüksek oldu¤una delâlet
eder. n∂r«ndpG ’deki zamirin ism-i zahire tercih sebebi, Kur’ân
1. Senin üzerine…
2. Sana… (Bakara Suresi: 4.)
3. Üzerine.
kudret: güç, kuvvet, iktidar.
mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan.
mevcudat: mevcutlar, var
olan her fley, mahluklar.
müteveccihen:
teveccüh
ederek, yönelerek.
nema: ço¤alma, artma.
Resul-i Ekrem: çok cömert,
110 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
re’sü’l-mâl: ana para, sermaye.
risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik.
riyaset: reislik, baflkanl›k.
saadet-i ebediye: sonu ol-
mayan, sonsuz mutluluk.
Sultan-› Ezelî: ezelî sultan;
kudret, kuvvet ve hükümranl›¤›n›n bafllang›c› olmayan Allah.
teklif: bu maksatla sunulan
fley.
temîn: elde etme.
tercih:
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 111
ve Kur’ân’a ait hususat hususunda Hazret-i Muhammed
(a.s.m.) yaln›z muhatap olup, kelâm Allah’›n kelâm› oldu¤una iflarettir. Bu kelâm›n icaz derecesi, flu zikredilen
letaiften anlafl›ld›.
1
n∂p∏rÑnb røpe n∂r«ndpG n∫põrfo G =Énehn :
Bu gibi s›fatlarda bir teflvik vard›r. Ve o teflvikten sâmileri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler do¤uyor. Bu
cümlenin makabliyle nazm›na dair “dört letaif” vard›r.
1. Bu cümlenin makabline atf›, medlûlün delile olan
bir atf›d›r. fiöyle ki:
“Ey insanlar! Kur’ân’a iman etti¤iniz gibi, kütüb-i sa b›kaya da iman ediniz. Çünkü, Kur’ân onlar›n s›dk›na
delil ve flahittir.”
2. Yahut o at›f, delilin medlûle olan atf›d›r. fiöyle ki:
“Ey ehl-i kitap! Geçmifl olan enbiya ve kitaplara iman
etti¤iniz gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile Kur’ân’a
da iman ediniz. Zira, onlar Hazret-i Muhammed’in
(a.s.m.) gelmesini tebflir ettikleri gibi, onlar›n ve kitapla r›n›n s›dk›na olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur’ân’da
ve Hazret-i Muhammed’de (a.s.m.) bulunmufltur. Öyle
ise, Kur’ân Allah’›n kelâm› ve Hazret-i Muhammed de
(a.s.m.) resulü oldu¤unu tarik-› evlâ ile kabul ediniz ve et melisiniz.”
‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 51-52.
***
1. Senden önce indirilene… (Bakara Suresi: 4.)
at›f: ba¤lamak, yüklemek.
dair: alakal›, ilgili.
delil: bir davay› ispata yarayan fley, burhan.
ehl-i kitap: kitap ehli, kitapl›
dinlerin mensuplar›.
enbiya: nebiler, peygamberler.
hakikat: gerçek, do¤ru.
hususat: hususlar.
icaz: az sözle çok mana ifade
etme.
iman: inanç, itikat.
imtisal: emre tamamen uyma, gerekeni yapma, al›nan
emre boyun e¤me.
kelâm: ‹lâhî söz, ‹lâhî emir,
vahiy.
kelâm: söz, konuflma.
kütüb-i sab›ka: Önceki, geçmifl kitaplar.
letaif: güzellikler, incelikler.
mâkabl: öndeki, üstteki.
medlûl: delâlet olunan, iflarat
edilen, gösterilen.
muhâtab: kendisine hitap
olunan, söz söylenilen kimse.
nazm: tertip etme, düzene,
koyma, dizme.
nehiy: yasaklama, menetme,
bir iflin yap›lmamas› konusunda tembihte bulunma.
resul: Allah’›n elçisi, peygam-
ber.
sâmi: dinleyen, dinleyici.
sevk: yöneltme.
s›dk: do¤ruluk.
tarik-› evlâ: daha iyi olan yol, üstün yol, meslek.
tebflir: müjde verme, müjdeleme.
teflvik:isteklendirme, özendirme.
vas›ta-i nüzul: inme vas›tas›.
vazife: görev.
zamir: ismin yerini tutan kelimeler.
zikretmek: anmak, bildirmek.
ziyadar: ziyal›, ›fl›kl›, parlak, ayd›nl›k.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 111
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 112
Ezcümle,
1
n∂p∏rÑnb røpe kelimesine bak. Bu ayetin her ta-
raf›ndan uçup bu kelimenin bafl›na konan letaifi gör. Zira bu ayet, nübüvvet hakk›ndad›r.
Nübüvvet meselesinde befl maksat vard›r. Bu maksatlar, befl nükte ve letaiften in’ikâs etmifltir. Bu befl letaif,
n∂p∏rÑnb røpe ’nin sadefindedir.
Maksatlar ise:
1. Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resul dür.
2. Ekmelü’r-rusüldür.
3. Hatemü’l-enbiyad›r.
4. Risaleti ammedir.
5. fieriat›, sair fleriatlar›n mehasinini cem ile onlar›n
nasihidir.
• Birinci maksad›n
n∂p∏rÑnb røpe ’den vech-i in’ikâs›:
Meslekleri ve yollar› bir olan bir cemaat,
aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
amme: umuma mahsus olan, genel, umumî.
ayet: Kur’an’›n her bir cümlesi.
binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine.
cem: toplama, biriktirme.
cemaat: topluluk, aralar›nda çeflitli ba¤lar bulunan insanlar toplulu¤u.
ekmelü’r-rüsul: peygamberlerin
en üstünü; Hz. Muhammed (asm).
ezcümle: bu cümleden olarak.
fehm: anlama, anlay›fl, kavray›fl.
Hâtemü’l-Enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed
(asm).
Hazret-i Muhammed: Peygamber Efendimiz.
iktiza: gerektirme, lüzumlu k›lma.
imaen: ima yoluyla, ima ederek,
sezdirerek, iflaretle.
in’ikâs: aksetme, yans›ma.
n∂p∏rÑnb røpe ke-
limesinden imaen fehmolunur. Binaenaleyh, Hazret-i
Muhammed’in (a.s.m.)
n∂p∏rÑnb røpe
’deki zamire merci ol-
mas›, o cemaatten ma’dut olmas›n› iktiza eder. Ve onlar›n meslekleri olan nübüvvetlerine ve kitaplar›n›n s›dk›na
1. Senden önce… (Bakara Suresi: 4.)
letaif: güzellikler, incelikler.
ma’dut: say›lan, addolunan.
maksat: kastedilen fley; gaye.
mehasin: güzellikler, iyilikler.
merci: merkez, kaynak.
mesele: konu.
meslek: gidifl, usül, tarz.
nasih: nesih eden, iptal eden,
battal eden, hükmü b›rakt›ran.
nübüvvet: nebilik, peygam-
112 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
berlik.
nükte: ince manal›, düflündürücü söz.
resul: Allah’›n elçisi, peygamber.
sadef: sedef, inci kabu¤u.
sâir: di¤er, baflka, öteki.
s›dk: do¤ruluk; ba¤l›l›k.
fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen,
‹lâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen,
‹lâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.
vech-i in’ikâs: aksetme yönü.
zamir: kifli, özlük, gösterme,
soru ve belirsizlik kavram› vererek varl›klar›n yerini tutan
kelime.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 113
olan bütün deliller, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm›n risaletine ve Kur’ân’›n Allah’tan nazil oldu¤una bir hüccet-i kàt›a oldu¤u gibi, onlar›n mu’cizeleri de
Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) davas›na bir mu’cize
hükmüne geçer.
• ‹kinci maksad›n vech-i in’ikâs›:
Üç kaideden tezahür eder.
1. Sultanlar daima halk›n, cemaatin, ordunun sonunda ç›karlar.
2. Nev-i beflerde tekemmül vard›r. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbînin ve ikinci mükemmilin, evvelki
mürebbîlerden daha ekmel olmas›n› iktiza eder.
3. Alelekser, halefin mahareti selefinden daha ziyadedir.
‹flte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.)
ekmel-i enbiya oldu¤u tezahür eder.
• Üçüncü maksad›n vech-i in’ikâs›:
Meflhur bir kaidedir ki, bir vahit ço¤alsa teselsül eder,
gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat, çoklar ve kesîr
olanlar ittihat etse kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kal›r, daha de¤iflmez. Demek, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hatemü’l-enbiyad›r. Mefhum-i muhalifiyle
iflmam eder ki, ondan sonra peygamber gelmez; hatemiyetine hatem ve imza basar.
alelekser: ekseriya, ço¤unlukla, çok kez, çok vakit.
delil: kan›t, flahit, iz.
ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz
ve eksiksiz olan.
ekmel-i enbiya: nebîlerin en
mükemmeli, Peygamberimiz
Hz. Muhammed (asm).
evvel: önce.
halef: sonradan gelen.
hatem: mühür, damga.
hatemiyet:hatemlik, mühür
olma, en son olma durumu.
hâtemü’l-enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz.
Muhammed (asm).
hüccet-i kat›a: kat’i ve kesin
delil, hiç bir flüpheye mahal
b›rakmayan delil.
hükmüne: yerine, de¤erine.
iktiza: laz›m gelme, gerekme.
istikrar: kararl›l›k.
iflmam: biraz duyurma, ç›tlatma.
ittihat: birleflme, birlik oluflturma.
kaide: kural, esas, düstur.
kesir: çok çok olan, bol.
maharet: mahirlik, ustal›k.
mefhum-› muhalif: bir sözde
bizzat kast edilen manan›n
tersinden anlafl›lan, z›t anlam.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n aciz kald›¤› fley.
mükemmil: mükemmel hale
getiren, tamamlayan, tamamlay›c›, ikmal eden, mükemmellefltiren.
mürebbî: terbiye eden, terbiye veren, yetifltiren.
nazil: nüzul eden, inen.
nev’i befler: insano¤lu, insanlar.
peydâ: meydana gelme, a盤a
ç›kma.
peygamber: haber getiren, haber
ulaflt›ran, haberci.
risalet: elçilik, nebîlik, resullük,
peygamber olarak gönderilme,
peygamberlik.
selef: daha önce yaflam›fl olan
kimse, ced, ata.
tekemmül: olgunlaflma, kemale
erme, mükemmelleflme.
teselsül: zincirleme, silsile halinde birbirini takip etme.
tezahür: görünme, belirme, ortaya ç›kma.
vahit: yaln›z, tek, bir.
vech-i in’ikâs: aksetme yönü.
ziyade: çok, fazla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 113
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 114
• Dördüncü maksad›n vech-i in’ikâs›:
1
n∂p∏rÑnb røpe
kelimesinin ifade etti¤i gibi, Hazret-i Mu-
hammed (a.s.m.), onlar›n halefidir ve onlar, tamamen o
hazretin selefleridir. Binaenaleyh, halefin, selefe ait vazifeyi tamam›yla üzerine alarak onlar›n yerine kaim olmas›, o hazretin bütün seleflerine naip ve bütün ümmetlerine resul oldu¤unu iktiza eder.
adem-i ihtiyaç: muhtaç olmama,
ihtiyaçtan uzak olma, ihtiyaçs›zl›k.
âlem: dünya.
âlem-i insaniyet: insanl›k âlemi.
an’ane: âdet, örf, gelenek, nesilden nesile aktar›lagelen fleyler.
binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine.
davet-i münferide:yaln›z olarak,
tek bafl›na olan davet.
delâlet: delil olma, gösterme.
evvel: önce.
f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan
olan.
halef: sonradan gelen.
Hâtemü’l-Enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed
(asm).
hazret: sayg›, ululama, yüceltme,
övme maksad›yla kullan›lan tabir.
hükmüne: yerine, de¤erine.
ihtilât: kar›flma.
ihtiva: içine alma, kapsama.
iktiza: gerektirme, lüzumlu k›lma.
intiha: son, nihayet, uç.
iptida: bafl taraf, evvel, bafllangݍ.
istidaden:kabiliyet olarak, yetenek bak›m›ndan.
ittihat: birleflme, birlik oluflturma.
kâfî: yeterli.
kaide: kural, esas, düstur.
kâim: yerine geçmek.
kavim: millet; aralar›nda dil, âdet,
örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
küre-i arz: yer küre, dünya.
maddeten: maddî olarak.
mana: anlam.
manen: mana bak›m›ndan, manaca.
mesafe: uzakl›k, ara.
meyil: bir tarafa do¤ru e¤ilme,
yönelme.
muhabere: haberleflme.
muhtelif: türlü türlü, çeflitli.
müdavele-i efkâr: larfl›l›kl› fikir
al›fl-veriflinde bulunma.
münakale: ulaflt›rma.
Evet, bu kaide, hükmüne uygun f›trî bir kaidedir. Zira,
Zaman-› Saadetten evvel insan âleminin ihtiva etti¤i ümmetler, milletler aras›nda maddeten ve manen, istidaden
ve terbiyeten pek muhtelif ve genifl mesafeler vard›. Bunun içindir ki, terbiye-i vahide ve davet-i münferide kâfi
gelmiyordu. Vakta ki âlem-i insaniyet Zaman-› Saadetin
flems-i saadetiyle uyand› ve müdavele-i efkâr ile, an’anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilâtlar›yla ittihada meyil gösterdi ve aralar›nda münakale ve
muhabere bafllad›; hatta küre-i arz bir memleket, belki
bir vilâyet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kafi görüldü.
Beflinci maksad›n vech-i in’ikâs›:
∂
n ∏p Ñr bn ør ep ’deki røpe iptida manas›n› ifade eder. ‹ptida ise,
bir intihaya bakar. ‹ntiha, adem-i ihtiyaca delâlet eder.
Öyleyse, o hazret, hatemü’l-enbiyad›r ve âlem-i insaniyetin baflka bir resule ihtiyac› yoktur.
‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 53-54.
‚è
1. Senden önce… (Bakara Suresi: 4.)
naip: vekil, bir kimsenin yerini tutan, ifllerini yürüten kimse.
nübüvvet: nebilik, peygamberlik, Allah elçili¤i.
resul: yeni bir din veya yeni
bir kitap getirmifl olan peygamber, kendisine kitap indirilmifl peygamber; Allah’›n elçisi.
selef: daha önce yaflam›fl
114 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
olan kimse, ced, ata.
flems-i saadet: saadet , mutluluk günefli.
tebdil: de¤ifltirme, dönüfltürme.
terbiye-i vahide: tek terbiye;
terbiyede birlik.
t e r b i y e t e n :terbiye olarak,
e¤itim aç›s›ndan.
umum: bütün, herkes.
ümmet: hak dine davet et-
mek için Allah taraf›ndan
kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere
inan›p ba¤lanan cemaat, topluluk.
vazife: görev.
vech-i in’ikâs: aksetme yönü.
vilayet: il.
zaman-› saadet: Asr-› saadet
dönemi.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 115
NEV-‹ BEfiER‹N ANDEL‹B-‹ ZÎfiANI
Bülbül bahsine bir tetimme
Sak›n zannetme ki, bu ilân ve dellâll›k ve tesbihat›n
na¤amat›yla teganni bülbüle mahsustur. Belki, ekser enva›n her bir nev’inin bülbül misali bir s›n›f› var ki, o
nev’in en lâtif hissiyat›n›, en lâtif bir tesbih ile, en lâtif
sec’alarla temsil edecek birer lâtif ferdi veya efrad› bulunur. Hususan sinek ve böceklerin bülbülleri hem çoktur,
hem çeflit çeflittirler ki, onlar bütün kula¤› bulunanlar›n
en küçük hayvandan en büyü¤üne kadar olanlar›n bafllar›nda tesbihatlar›n› güzel sec’alarla onlara iflittirip, onlar›
mütelezziz ediyorlar.
Onlardan bir k›sm› leylîdir; gecede sükûta dalan ve sükûnete giren bütün küçük hayvanlar›n kasidehan enisleri, gecenin sükûnetinde ve mevcudat›n sükûtunda onlar›n tatl› sözlü nutukhanlar›d›r ve o meclis-i halvette olan
zikr-i hafînin dairesinde birer kutuptur ki, her birisi onu
dinler, kendi kalpleriyle Fât›r-› Zülcelâl’lerine bir nevi zikir ve tesbih ederler.
Di¤er bir k›sm›, neharîdir; gündüzde a¤açlar›n minberlerinde, bütün zîhayatlar›n bafllar›nda, yaz ve bahar mevsimlerinde yüksek avazlar›yla, lâtif na¤amat ile, sec’al›
tesbihat ile, Rahmanirrahîm’in rahmetini ilân ediyorlar.
Güya bir zikr-i cehrî halkas›n›n bir reisi gibi, iflitenlerin
cezbelerini tahrik ediyorlar ki, o vakit iflitenlerin her birisi
andelib-i zîflan: flan sahibi
bülbül.
avaz: nefret, kin. ses, seda,
ba¤›rt›, 盤l›k.
cezbe: ruhî heyecan, coflkunluk, ruhun coflkunlukla kendinden geçme hâli.
dellâl: ilân edici; hakka davet
eden.
efrat: fertler.
ekser: pek çok.
enis: dost, arkadafl; yar, sevgili, yoldafl.
enva: çeflitler, türler, neviler.
Fât›r-› Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve benzeri olmayan fleyleri yaratan Allah.
güya: sanki.
hissiyat: hisler, duygular.
hususan: bilhassa, özellikle.
ilân: yayma, duyurma, bildirme.
kasidehan: kaside söyleyen,
okuyan.
latîf: güzel, hofl.
leylî: geceye ait, geceyle ilgili, gece vakti olan.
meclis-i halvet: bafl bafla ka-
l›nan meclis.
mevcudat: mevcutlar, var
olan her fley, mahluklar.
minber: camide hatibin hutbe okudu¤u merdivenli kürsü.
misal: örnek, nümune.
mütelezziz: lezzet alan, tat
hisseden, hazzeden, hofllanan.
nagamat: na¤meler, güzel
sesler, âhenkler, ezgiler.
neharî: gündüzcü.
nev: tür, çeflit.
nev’i befler: insano¤lu, insanlar.
nevi: çeflit.
nutukhan:nutuk okuyan, konuflan.
Rahmanürrahim: çok flefkatli,
çok merhametli olan Allah.
rahmet: Allah’›n kullar›n› esirgemesi, onlara maddî ve manevî nimetler vermesi.
reis: baflkan.
sec’a: kumru, güvercin gibi kufllar›n na¤melerini tekrarlamak suretiyle ötmeleri.
sükûnet: huzur, sakinlik.
sükût: sessizlik.
tahrik: hareket ettirme, harekete
geçirme.
tegannî: makamla okuma, flark›
söyleme.
temsil: benzetme, misal getirme.
tesbih: Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma,
Cenab-› Hakk› flan›na lay›k ifadelerle anma.
tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan
uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler.
tetimme: bir konuyu veya eseri
tamamlamak için eklenen k›s›m,
ek.
zîhayat: hayat sahibi.
zikir: Allah’›n adlar›n› anarak dua
etme, Allah’› anma.
zikr-i cehrî: yüksek sesle yap›lan
zikir.
zikr-i hafî: gizli zikir, içten ve
kalpten yap›lan gizlice zikir, alçak
sesle, müridin ancak kendinin duyabilece¤i sesle yap›lan zikir.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 115
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 116
lisan-› mahsusuyla ve bir avaz-› hususî ile Fât›r-› Zülcelâl’inin zikrine bafllar.
andelib-i zîflan: flan sahibi bülbül.
arz: yer, dünya.
avaz-› hususî: her canl›n›n kendine mahsus olan ve onu baflkalar›ndan ay›ran sesi, ses tonu.
azîm: büyük, yüce, ulu.
bâhir: apaç›k, aflikar.
bedî: efli ve benzeri olmayan, eflsiz güzel; yeni, garip, eflsiz.
benîâdem: Ademo¤ullar›, insanlar.
bülbül-i zülkurân: Kurân sahibi
bülbül.
Cenab-› Hak: Allah; do¤ru, gerçek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref
ve azamet sahibi yüce Allah.
cezbe: çekme, çekim; heyecen,
coflkunluk.
dergâh: huzur, kat.
eamm: pek flümullü, daha umumî ve genifl.
ecmel: çok güzel, en yak›fl›kl›, daha güzel.
efdâl: faziletli, üstün, geçerli.
ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan.
elhâs›l: has›l›, netice itibariyle, k›saca.
eflref: en flerefli, daha flerefli, en
iyi, en güzel.
etem: daha, en, pek tam, kusursuz, eksiksiz.
evamir-i tekviniye: yaratma içeren emirler, varl›¤›n yarat›l›fl›yla
ilgili ifller.
Fât›r-› Zülcelâl: sonsuz büyüklük
sahibi ve benzeri olmayan fleyleri yaratan Allah.
f›trat: yarat›l›fl, tabiat, mizaç, huy.
hayvânât: hayvanlar.
hedaya: hediyeler, arma¤anlar,
ba¤›fllar.
hizmet: görev, vazife.
ibadat: ibadetler.
imtisal: emre tamamen uyma,
gerekeni yapma, al›nan emre boyun e¤me.
izhar: gösterme, a盤a vurma.
kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
kemal-i itaat: itaatin kusursuzlu¤u, tam ve mükemmel itaat.
latîf: güzel, hofl.
leziz: lezzetli, tatl›.
lisan-› mahsus: kendisine ait dil,
kendine ait tarz.
mevcudat: mevcutlar, var olan
her fley, mahluklar.
Muhammed-i Arabî: Araplar›n
içinden ç›kan Peygamberimiz
Muhammed (asm).
münevver: nurlu, ›fl›kl›, parlak.
Demek, her bir nevi mevcudat›n, hatta y›ld›zlar›n da
bir serzakiri ve nurefflan bir bülbülü var. Fakat, bütün
bülbüllerin en efdali ve en eflrefi ve en münevveri ve en
bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vas›fça en parlak ve zikirce en etem ve flükürce en eam ve
mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostan›nda arz ve semavat›n bütün mevcudat›n› lâtif secaat›yla, leziz na¤amat›yla, ulvî tesbihat›yla vecde ve cezbeye
getiren, nev-i beflerin andelib-i zîflan› ve benîâdemin bülbül-i zülkur’ân›, Muhammed-i Arabîdir.
1
päÉnª«/∏°rùsàdG πo nªrLnGhn pInÓ°südG πo °n†ranG /¬dp ÉnãrenGhn /¬dp 'G¤n=' Yhn p¬r«n∏nY
E l h â s › l : Kâinat saray›nda hizmet eden hayvanat, kemal-i itaatle evamir-i tekviniyeye imtisal edip, f›tratlar›ndaki gayeleri güzel bir vecihle ve Cenab-› Hakk›n nam›yla izhar ederek, hayatlar›n›n vazifelerini bedî bir tarz ile
Cenab-› Hakk›n kuvvetiyle ifllemekle ettikleri tesbihat ve
ibadat, onlar›n hedâyâ ve tahiyyatlar›d›r ki, Fât›r-› Zülcelâl ve Vahib-i Hayat dergâh›na takdim ediyorlar.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 570-571.
‚è
1. Ona, âline ve benzerleri olan di¤er peygamberlere en üstün salâvatlar ve en güzel selâmlar eyle.
nagamat: na¤meler, güzel
sesler, âhenkler, ezgiler.
nev’i befler: insano¤lu, insanlar.
nevi: çeflit.
nurefflan: nur saçan, ayd›nlatan.
semavat: semalar, gökler.
serzakir: zikredenlerin bafl›.
tahiyyat: tahiyyeler, selam-
116 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
lar, dualar.
takdim: arz etme, sunma.
tarz: biçim, flekil, suret.
tesbihat: tesbihler, Cenab-›
Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade
eden sözler.
ulvî: yüksek, yüce; manevî,
ruhanî.
Vâhib-i Hayat: hayat veren,
hayat ba¤›fllayan.
vazife: görev.
vecd: kendini kaybedercesine ‹lâhî aflka dalma.
vecih: cihet, yön.
zikr (zikir): Allah’›n adlar›n›
anarak dua etme, Allah’› anma.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 117
DEL‹L-‹ NÜBÜVVET HAfiR‹ GEREKT‹R‹R
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaletine delâlet eden bütün mu’cizeleri ve bütün delâil-i
nübüvveti ve hakkaniyetinin bütün bürhanlar›, birden,
hakikat-i haflriyenin tahakkukuna flahadet ederek ispat
ederler. Çünkü, bu zat›n bütün hayat›nda, bütün davalar›, vahdaniyetten sonra haflirde temerküz ediyor. Hem,
umum peygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, ayn› hakikate flahadet eder. Hem,
1
/¬p∏°oSoôpHhn kelimesinden gelen flahadeti bedahet derecesine
ç›karan
2
/¬pÑoà`ochn flahadeti de, ayn› hakikate flahadet eder.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 163-164.
‚è
NÜBÜVVET-‹ AHMED‹YEYE (A.S.M.) DEL‹L OLAN
BÜTÜN MU'C‹ZAT-I PEYGAMBERÎ HAfi‹R VE
AH‹RETE DAH‹ fiAHADET EDER
Mu’cizülbeyan-› Kur’ân’›n üçten birisi haflre ve ahirete
bakar, her davay› ona bina eder. Öyle ise, Kur’ân’›n hakkaniyetini ispat eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri,
ahiretin vücuduna dahi delâlet ettikleri gibi, Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm›n nübüvvetine flahadet eden
bütün mu’cizeleri ve umum delâil-i nübüvveti ve s›dk›n›n
bütün hüccetleri, haflir ve ahirete dahi flahadet ederler.
Çünkü, o zat›n (a.s.m.) bütün hayat›nda daimî bir büyük
davas› ahiret oldu¤u gibi, bütün yüz yirmi dört bin
1. Ve peygamberlerine iman ettim.
2. Ve kitaplar›na iman ettim.
ahiret:
bedahet: aç›kl›k, ap aç›k olufl.
bürhan: delil, ispat, hüccet.
dava: takip edilen fikir, iddia.
delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan
deliller.
delâlet: delil olma, gösterme;
alamet, iflaret.
hakikat-i haflriye: dirilifl gerçe¤i, haflir hakikati.
hakkaniyet: do¤ruluk, gerçek olufl.
haflir:
hüccet: delil.
ispat: delil ve flahit göstererek do¤ruyu ortaya koyma,
do¤ruyu delillerle gösterme.
Mu’cizülbeyan-›
Kur’ân:
Kur’ân’›n mu'cize olan aç›klamalar›, ifadeleri.
mu’cizat-› Peygamberî: Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (a.s.m.) ait mu’cizeler.
mu’cize: ola¤anüstü hâl, harika durum.
nübüvvet: peygamberlik, elçilik.
nübüvvet-i
Ahmediye:
Hazret-i Muhammed’in peygamberli¤i, elçili¤i.
risalet: elçilik, nebîlik, resullük,
peygamber olarak gönderilme,
peygamberlik.
s›dk: do¤ruluk; ba¤l›l›k.
flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k.
tahakkuk: gerçekleflme, olma;
delil ile ispat edilme, kesinleflme.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
temerküz: merkezleflme, bir
merkezde toplanma.
umum: bütün.
vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve
varl›¤›, Allah’›n bir oluflu.
zat: kifli, flah›s, fert.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 117
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 118
peygamberler (aleyhimüsselâm) dahi hayat-› bâkiye ve
saadet-i ebediyeyi dava edip beflere müjde ederek hadsiz
mu’cizelerle ve kat’î delillerle ispat ettiklerinden, elbette
onlar›n peygamberliklerine ve sad›k›yetlerine delâlet
eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, onlar›n en büyük
ve daimî davalar› olan ahirete ve hayat-› bâkiyeye flahadet ederler. Buna k›yasen, sair erkân-› imaniyeyi ispat
eden bütün deliler dahi haflrin vukuuna ve dâr-› saadetin
aç›lmas›na flahadet ederler.
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 947-948.
‚è
KUR’ÂN VE RESULULLAH HAfi‹R HAK‹KAT‹N‹N
EN PARLAK ‹K‹ BÜRHANIDIR
Hem madem Hâl›k’›m›z, bize en büyük muallim ve en
mükemmel üstat ve flafl›rmaz ve flafl›rtmaz en do¤ru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›
tayin etmifl ve en son elçi olarak göndermifl; biz dahi, ilmelyakin mertebesinden, aynelyakin ve hakkalyakin
mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere her fleyden evvel bu üstad›m›zdan, Hâl›k’›m›zdan sordu¤umuz
suali sormakl›¤›m›z lâz›m geliyor. Çünkü o zat, Hâl›k’›m›z taraf›ndan her biri birer niflane-i tasdik olan bin
mu’cizat›yla, Kur’ân’›n bir mu’cizesi olarak, Kur’ân’›n
hak ve kelâmullah oldu¤unu ispat etti¤i gibi; Kur’ân dahi, k›rk nevi i’caz ile, o zat›n bir mu’cizesi olup, onun
aleyhimüsselâm: “Allah’›n selam›
onlar›n üzerine olsun” anlam›nda
bir dua.
aynelyakin: imanî meseleleri
gözle görür gibi bilme, inanma.
befler: insan, insanl›k.
bürhan: delil, kan›t.
dâr-› saadet: mutluluk yurdu.
delâlet: delil olma, gösterme.
erkân-› imaniye: iman esaslar›.
hadsiz: s›n›rs›z.
hak: do¤ru, gerçek.
hakkalyakin: imanî meseleleri
bizzat yaflarcas›na ve hakikatini
hissedercesine bilip, inanma.
Hâl›k: Her fleyi yoktan yaratan, her fleyin yarat›c›s› Allah.
haflir: öldükten sonra dirilme.
hayat-› bâk›ye: ebedî hayat,
ahiret hayat›.
hüccet: kan›t, delil.
i’caz: ola¤anüstülük.
ilmelyakin: bir fleyi ilim ve
delil ile kesin olarak bilme, tan›ma.
ispat etmek: kan›tlamak.
kat’î: kesin.
kelâmullah: Allah kelâm› Ku-
118 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
rân-› Kerim.
k›yasen: oranla.
mertebe: derece, rütbe.
mu’cizat: mu’cizeler.
mu’cize: ola¤anüstü hâl, durum.
muallim: ö¤retmen.
mükemmel: kemale ulaflm›fl.
nevi: cins, çeflit, tür.
niflane-i tasdik: onay niflan›,
belirtisi, alâmeti.
saadet-i ebediye: sonsuz
mutluluk.
sad›k›yet: do¤ruluk, ba¤l›l›k.
sual: soru.
flahadet: flahitlik etme.
tayin etmek: belirlemek.
tekemmül: olgunlaflma, kemale erme, eksiksiz olma.
terakki: yükselme, ilerleme.
üstat: bir ilimde üstün olan
kimse, ö¤retmen, tecrübeli
usta.
vukua gelmek: olmak, meydana gelmek.
zat: yüce kiflilik Hz. Muhammed (asm).
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 119
do¤ru ve Resulullah oldu¤unu ispat ederek, ikisi beraber,
biri âlem-i flahadet lisan› —bütün hayat›nda bütün enbiya ve evliyan›n tasdikleri alt›nda— di¤eri âlem-i gayp lisan› —bütün semavî fermanlar›n ve kâinat hakikatlerinin
tasdikleri içinde— binler âyât›yla iddia ve ispat ettikleri
hakikat-i haflriye, elbette günefl ve gündüz gibi bir
kat’iyettedir.
Asa-y› Mûsa, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 64-65.
‚è
RESULULLAHIN SÖZLER‹ SAADET-‹ EBED‹YEYE
B‹R PENCERED‹R
Dokuzuncu Medar: Sad›k, masduk, musaddak olan
Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n ihbar›d›r.
Evet, o Zat›n (a.s.m.) sözleri, saadet-i ebediyenin kap›lar›n› açm›flt›r ve Onun (a.s.m.) kelâmlar›, saadet-i ebediyeye karfl› birer penceredir. Zaten bütün enbiyan›n (aleyhimüsselâm) icma›n› ve bütün evliyan›n tevatürünü elinde tutmufl, bütün kuvvetiyle bütün davalar› tevhid-i ‹lâhîden sonra flu haflir ve saadet noktas›nda temerküz ediyor. Acaba, flu kuvveti sarsacak bir fley var m›d›r?
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 849-850.
‚è
Ve madem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n bütün hayat›nda vahdaniyetten sonra en daimî davas› ve
âlem-i gayp: görünmeyen
alem.
âlem-i flahadet: görünen
âlem, kâinat.
ayât: ayetler.
daimî: devaml› olan.
dava: takip edilen fikir, iddia.
delil: flahit, belge, tan›k.
enbiya: nebiler, peygamberler.
evliya: veliler, Allah dostlar›.
ferman: emir, buyruk.
hakikat: gerçek.
hakikat-› haflriye: haflir ger-
çe¤i.
haflir: yeniden dirilip toplanmak, ikinci dirilifl.
icma: fikir birli¤i etme, görüfl
birli¤ine varma.
ihbar: haber verme, bildirme.
ispat:
kâinat: evren, yarat›lm›fllar›n
tümü.
kat’iyet: kesinlik.
kelâm: söyleyifl, konuflma,
nutuk.
lisan: dil.
masduk: tasdik eden, do¤ru-
layan.
medar: dayanak noktas›, sebep, vesile.
musaddak: tasdik edilmifl,
do¤rulanm›fl, do¤rulu¤u kabul edilmifl.
risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme.
saadet: mutluluk.
saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk.
sad›k: do¤ru, gerçek, hakikî,
sahte olmayan.
semavî: ‹lâhî kaynakl›, dinî,
manevî.
tasdik: onaylama, dorulama.
temerküz: merkezleflme, bir
merkezde toplanma.
tevatür: bir haberin a¤›zdan a¤›za dolaflarak yay›lmas›.
tevhid-i ‹lâhî: Allah’›n birli¤ine
iman ve Ondan baflka ilâh olmad›¤›n› tasdik etme.
vahdaniyet: bütün kâinatta birden görünen Allah’›n birli¤i.
zat: kifli, flah›s, fert.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 119
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 120
müddeas› ve esas› ahirettir; elbette o zat›n nübüvvetine
ve s›dk›na delâlet eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri,
bir cihette, dolay›s›yla ahiretin tahakkukuna ve gelece¤ine flahadet ederler.
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 347-348.
‚è
ÂDETA BU K‹NAT ONUN ‹Ç‹N YA R AT I L M I fi T I R
âdeta: sanki.
ahiret: ölümden sonraki sonsuz
hayat.
asfiya: samimî, saf, içi temiz, tuttu¤u yol do¤ru olan kimseler.
asr: yüzy›l, as›r.
cihet: yön, taraf.
delâlet: iflaret, belirti, iz.
ehemmiyet: önem.
ehemmiyetli: önemli.
enbiya: nebiler, peygamberler.
evliya: veliler, Allah dostlar›.
gayet: son derece.
hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz.
hakikî: gerçek.
hüccet: delil, kan›t, bürhan.
ikram: ba¤›fl, ihsan.
imam: önde ve ileride olan, delil,
rehber.
iman: inanç, itikat.
intihap: seçme, seçilme.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
küre-i arz: yer küre, dünya.
madem: ...den dolay›, böyle ise.
makam: manevî mevki.
makas›d-› rububiyet: Allah’›n
kâinattaki bütün varl›klar› idare
ve beslemesindeki maksatlar ve
gayeler.
mefhari olmak: övünme sebebi,
övünme vesilesi.
meflakkat: zahmet, s›k›nt›, güçlük, zorluk.
mu’cize: ola¤anüstü hâl, durum.
muhâtab: hitap olunan, kendisine söz söylenilen, konuflulan
kimse.
mücahede: savaflma, mücadele,
u¤raflma, çaba, gayret.
müddea: iddia edilen, sav.
müstahak: lây›k olunan, hak edilen fley.
Ve madem, nas›l ki Kâinat›n Sahibi, kâinattan zemini
ve zeminden nev-i insan› intihap edip, gayet büyük bir
makam, bir ehemmiyet vermifl; öyle de, nev-i insandan
dahi makas›d-› rububiyetine tevafuk eden ve kendilerini
iman ve teslim ile Ona sevdiren hakikî insanlar olan enbiya ve evliya ve asfiyay› intihap edip kendine dost ve
muhatap ederek, onlar› mu’cizeler ve tevfikler ile ikram
ve düflmanlar›n› semavî tokatlar ile tazip ediyor. Ve bu
k›ymetli, sevimli dostlar›ndan dahi, onlar›n imam› ve
mefhari olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm› intihap ederek, ehemmiyetli küre-i arz›n yar›s›n› ve ehemmiyetli nev-i insan›n beflten birisini uzun as›rlarda onun
nuruyla tenvir ediyor. Âdeta, bu kâinat onun için yarat›lm›fl gibi, bütün gayeleri onun ile ve onun dini ile ve
Kur’ân’› ile tezahür ediyor. Ve o pek çok k›ymettar ve
milyonlar sene yaflayacak kadar hadsiz hizmetlerinin ücretlerini, hadsiz bir zamanda almaya müstahak ve lây›k
iken, gayet meflakkatler ve mücahedeler içinde altm›fl üç
sene gibi k›sac›k bir ömür verilmifl.
nev-i insan: insanl›k âlemi.
nübüvvet:
peygamberlik,
elçilik.
semavî: semaya ait, gökten
gelen.
s›dk: do¤ruluk; ba¤l›l›k.
flahadet:
120 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
tahakkuk:
tazip: azap çektirme, eziyet
etme, s›k›nt› verme.
tenvir: nurland›rma, ayd›nlatma, ›fl›kland›rma.
teslim: s›¤›nma, güvenme.
tevafuk: uyma, uygunluk,
birbirine denk gelme.
tevfik: Allah’›n yard›m›, baflar›l› k›lmas›.
tezahür: görünme, belirme,
ortaya ç›kma.
zat: kifli, fert, flah›s.
zemin: yeryüzü.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 121
Acaba hiçbir cihetle hiçbir imkân›, hiçbir ihtimali, hiçbir kabiliyeti var m› ki, o zat, bütün emsali ve dostlar›yla
beraber dirilmesin ve flimdi de ruhen diri ve hayy olmas›n; idam-› ebedî ile mahvolsunlar? Hâflâ, yüz bin defa
hâflâ ve kellâ! Evet, bütün kâinat ve hakikat-i âlem, dirilmesini dava eder ve hayat›n› Sahib-i Kâinat’tan talep
ediyor.
fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 298.
®
cihet: sebep, vesile, mucip,
bahane.
ihtimal: olabilirlik.
kabiliyet: istidat, yetenek.
zat: kifli, flah›s, fert.
emsal: efller, benzerler.
ruhen: ruh ile.
hay: diri, sa¤, canl›.
kit.
hâflâ: asla, katiyen, hiç bir vakit.
kellâ: hiç bir zaman, asla,
kat’iyen, kesinlikle.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
Hâflâ: asla, katiyen, hiç bir va- fleylerin tamam›, bütün âlemidam-› ebedî: dirilmemek
üzere yok olufl, ahiret inanc›
olmad›¤› için ölümü ebedî
yoklu¤a gitmek olarak görme.
ler.
hakikat-i âlem: dünyan›n gerçe¤i, asl›.
dava: takip edilen fikir, iddia.
Sahib-i Kâinat: kâinat›n sahibi
olan Allah.
talep: isteme, dileme.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 121
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
✽ On Dokuzuncu Söz risalesi, 1921-23 y›llar›nda
telif edilen Arabî Mes nevî-i Nuriye’nin bafl›ndaki Lâsiyyemalar,
Lem’alar ve Reflhalar
isimli üç risaleden
üçüncüsü olan Reflhalar isimli risale ile ayn›
mealde olup, bir nevi
onun tercümesi hükmündedir. Ayn› zamanda 1925’te Burdur'da
telif edilen Nurun ‹lk
Kap›s› isimli Türkçe
eserin de On Dördüncü
Dersidir.
Page 122
On Dokuzuncu Söz
Risalet-i Ahmediyeye dairdir.
móªs ë
n ªo pH »/àndÉn≤ne â
r nóne ør pµ'dhn @ »/àndÉ≤n ªn pH Gók ªs fi
n o âo M
o M
r ón en Éen hn
1
oΩnÓ°sùdGhn oInÓ°südG p¬«r n∏nY
E VET, flu Söz güzeldir. Fakat onu güzellefltiren, güzellerin güzeli olan evsaf-› Muhammediyedir.
On Dört Reflehat› tazammun eden On Dördüncü Lem’an›n
B‹R‹NC‹ REfiHASI
Rabbimizi bize tarif eden üç büyük küllî muarrif var.
Birisi flu kitab-› kâinatt›r ki, bir nebze, flahadetini on üç
lem’a ile, Arabî Nur Risalesinden On Üçüncü Dersten
iflittik; birisi flu kitab-› kebirin ayet-i kübras› olan Hatemülenbiya Aleyhissalâtü Vesselâmd›r; birisi de Kur’ân-› Azîmüflflan’d›r. fiimdi, flu ikinci bürhan-› nat›kî olan Hatemülenbiya Aleyhissalâtü Vesselâm› tan›mal›y›z, dinlemeliyiz.
aleyhissalâtü vesselâm: Allah’›n
selâm› ve rahmeti onun üzerine
olsun.
ayet-i kübra: en büyük ayet, en
büyük delil.
bürhan-› bâhir: apaç›k delil.
bürhan-› nat›kî: konuflan delil.
ehl-i iman: inananlar.
enbiya: peygamberler.
evsaf-› Muhammediye: Hz. Muhammed’in vas›flar›, özellikleri.
Hatemülenbiya: son peygamber,
peygamberlik makam›na vurulan
son mühür.
hatip: toplulu¤a karfl› konuflan.
‹mam-› Rabbanî: bkz. fiah›s Bilgileri.
kitab-› kâinat: kâinat kitab›, dünya.
kitab-› kebir: büyük kitap.
Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân.
külli muarrif: tarif eden, evrensel
rehber.
lâsiyyema: özellikle.
Mesnevî-i Nuriye: Risale-i Nur
Evet, o bürhan›n flahs-› manevîsine bak:
Sath-› arz bir mescit, Mekke bir mihrap, Medine bir
minber; o bürhan-› bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara
hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün
1. Ben sözlerimle Muhammed’i (a.s.m.) övmüfl, güzel göstermifl olmad›m; aksine Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmdan bahsetmekle sözlerimi güzellefltirmifl oldum. (‹mam-› Rabbanî, Mektubat, 1: 58.)
Külliyat›ndan bir eser.
mihrap: imam›n namaz k›ld›r›rken durdu¤u yer.
minber: hutbe okunulan yer.
nebze: az fley, bir parça.
Rab: her fleyi yaratan, idare
ve terbiye eden Mevlâm›z, Allah.
bürhan: delil, kan›t.
122 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
evliya: Allah dostu.
imam: bafl, önder, namaz k›ld›ran din görevlisi.
lem’a: par›lt›.
mescit: küçük cami.
reis: baflkan.
reflahat: s›z›nt›lar, damlalar.
reflha: s›z›nt›, damla.
risalet-i Ahmediye: Peygam-
ber Efendimizin peygamberli¤i.
sath-› arz: yeryüzü.
seyyid: efendi.
flahadet: görerek, flahitlik.
flahs-› manevî: manevî flah›s.
tarif: tan›t›m, anlatma.
tazammun: içine alma, ihtiva
etme.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 123
enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzakiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar
semereleri bir flecere-i nuraniyedir ki, her bir davas›n›,
mu’cizatlar›na istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar.
Zira, o
1
*G’s pG n¬'dpG B’n der, dava eder. Bütün sa¤ ve sol, yani
mazi ve müstakbel taraflar›nda saf tutan o nuranî zakirler, ayn› kelimeyi tekrar ederek, icma ile manen
2
ârn ≤n£nf ≥u ◊Ép
n b nó°nU derler.
n r Hhn âr
Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesaps›z imzalarla
teyit edilen bir müddeaya parmak kar›flt›rs›n.
‹K‹NC‹ REfiHA
O nuranî bürhan-› tevhid, nas›l ki iki cenah›n icma ve
tevatürüyle teyit ediliyor; öyle de, Tevrat ve ‹ncil gibi kütüb-i semaviyenin (HAfi‹YE) yüzler iflarat› ve irhasat›n binler
rumuzat› ve hatiflerin meflhur beflarat› ve kâhinlerin mütevatir flehadat› ve fiakk-› Kamer gibi binler mu’cizat›n›n
delâlât› ve fleriat›n hakkaniyeti ile teyit ve tasdik ettikleri
gibi, zat›nda gayet kemaldeki ahlâk-› hamidesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-i galiyesi ve kemal-i
emniyeti ve kuvvet-i iman›n› ve gayet itminan›n› ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvas›, fevkalâde
HAfi‹YE: Hüseyin-i Cisrî Risale-i Hamidiye’sinde yüz on dört iflarat› o kitaplardan ç›karm›flt›r. Tahriften sonra bu kadar bulunsa, elbette daha evvel çok tasrihat varm›fl.
1. Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. (Saffat Suresi: 35; Muhammed Suresi: 19.)
2. Do¤ru dedin ve söyledi¤in hakt›r.
ahlâk-› hamide: övülmüfl ahlâk.
beflarat: müjdeler.
bürhan-› tevhit: Allah’›n birli¤inin delili.
cenah: taraf, kanat.
dava etmek: inanc›n› ilân etmek.
dava: ideal, iddia.
delâlât: deliller, iflaretler.
enbiya: peygamberler, nebîler.
enbiya: peygamberler.
evliya: erenler, Allah dostlar›,
kullukta örnek insanlar.
fevkalâde takva: Allah’›n
emirlerini tutup yasaklar›ndan kaç›nmada, herkesten
üstün olmak.
fevkalâde: ola¤anüstü, nor-
malin üzerinde.
gayet: çok fazla, oldukça, son
derece.
gayet itminan: inanc›na sonsuz güvenmek.
gayet kemalde: son derece
mükemmel.
had: güç, kuvvet.
hakkaniyet: bir fleyin do¤rulu¤u.
halka-i zikir: zikir halkas›.
hafliye: dipnot.
hatif: gaipten haber veren melek.
hayattar: canl›, dipdiri.
hüsün: güzellik.
icma: fikir birli¤i, söz birli¤i.
icma: fikir birli¤i.
irhasat: Hz. Muhammed’in peygamberli¤inden evvel meydana
gelen harika hâller, olaylar.
istinat: dayanma.
iflarat: iflaretler.
itimat: güvenme.
itminan: emin olma, güvenme.
kâhin: gelecekten haber verdi¤ini iddia eden kimse, falc›, medyum.
kemal: olgunluk.
kemal-i emniyet: tam bir güven
içinde olma.
keramet: Allah’›n dostlar›na ikram etti¤i güzel hâller.
kuvvet-i iman: iman kuvveti.
kütüb-i semaviye: vahye dayanan kutsal kitaplar.
mazi: geçmifl zaman.
mu’cizat: mu’cizeler, harika olaylar, ola¤anüstü fleyler.
müddea: iddia eden.
mürekkep: bir araya gelmifl,
oluflmufl.
müstakbel: gelecek zaman.
mütevatir flehadat: do¤rulu¤u
kesin olan flahitlikler.
nihayet hüsün: sonsuz güzellik.
nihayet vüsuk: inand›¤› fleye
sonsuz ba¤l›l›k, sadakat.
nuranî: parlak, ayd›n.
reflha: s›z›nt›, damla.
rumuzat: rumuzlar, iflaretler.
secaya-i galiye: çok k›ymetli
özellikler.
serzakir: zikredenlerin bafl›.
seyyid: efendi, rehber, ileri gelen.
flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi.
flecere-i nuraniye: nurlu a¤aç.
fleriat: ‹slâmiyet.
tahrif: de¤iflim, bozma.
taravettar semere: taze, turfanda meyve.
tasdik: do¤rulama.
tasrihat: düzeltme.
tevatür: yalanda ittifak etmeleri
aklen imkâns›z olan birçok kifli
taraf›ndan nakledilen kesin bilgi.
teyit: kuvvet verme, destekleme,
pekifltirme.
vazife: görev.
vehim: yanl›fl ve esass›z düflünce.
vüsuk: ba¤, rab›ta.
zakir: çok dua eden, zikreden.
zat›nda: flahs›nda.
zira: çünkü.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 123
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 124
ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davas›nda nihayet derecede sad›k oldu¤unu günefl gibi aflikâre gösteriyor.
ÜÇÜNCÜ REfiHA
E¤er istersen gel, Asr-› Saadete, Ceziretülarap’a gideriz. Hayalen olsun onu vazife bafl›nda görüp ziyaret ederiz. ‹flte bak:
Asr-› Saadet: Peygamberimizin
yaflad›¤› devir.
aflikâre: apaç›k.
benîâdem: Âdemo¤ullar›.
camidat: cans›zlar.
cemal-i suret: görünüfl güzelli¤i.
Ceziretülarap: Arap Yar›madas›.
cin: gözle görülmeyen bir k›s›m
lâtif, ruhlu varl›klar.
dehflet: korku.
ecnebi: yabanc›.
fetih: açmak.
fevkalâde metanet: s›k›nt›lara
karfl› sab›rda sa¤laml›k.
fevkalâde ubudiyet: Allah’a kulluk yapmada herkesten üstün olmak.
fevkalâde: ola¤anüstü, normalin
üzerinde.
firak: ayr›lma.
hakaikaflina: gerçekleri bilen.
hall: çözme.
hariç: baflka, d›flar›.
hayret: flafl›rtan.
hitap: toplulu¤a karfl› konuflma.
hutbe-i ezeliye: varl›¤›n›n bafllang›c› olmayan Allah’›n insanlara
ve cinlere bir hutbesi olan Kur’ân.
Hüseyin-i Cisrî: bkz. fiah›s Bilgileri.
hüsnüsîret: ahlâk güzelli¤i.
ins: insan.
kâinat: evren, tüm varl›klar.
lisan: dil, konuflma.
makbul: geçerli.
matemhane-i umumî hükmünde: herkesin kendine ait hüzünlerden dolay› üzülüp a¤lad›¤›, yas
tuttu¤u yer benzerinde, de¤erinde.
melek: nurdan yarat›lm›fl ma-
Hüsnüsîret ve cemal-i suret ile mümtaz bir zat› görüyoruz ki, elinde mu’ciznüma bir kitap, lisan›nda hakaikaflina bir hitap, bütün benîâdeme, belki cin ve inse ve mele¤e, belki bütün mevcudata karfl› bir hutbe-i ezeliyeyi
tebli¤ ediyor. S›rr-› hilkat-i âlem olan muamma-i acibânesini hall ve flerh edip ve s›rr-› kâinat olan t›ls›m-› mu¤lâk›n› fetih ve keflfederek, bütün mevcudattan sorulan, bütün ukulü hayret içinde meflgul eden üç müflkül ve müthifl sual-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine mukni, makbul cevap verir.
DÖRDÜNCÜ REfiHA
Bak, öyle bir ziya-i hakikat neflreder ki, e¤er onun o
nuranî daire-i hakikat-i irflad›ndan hariç bir surette kâinata baksan, elbette kâinat›n fleklini bir matemhane-i umumî hükmünde ve mevcudat› birbirine ecnebi, belki düflman ve camidat› dehfletli cenazeler ve bütün zevilhayat›
zeval ve firak›n sillesiyle a¤layan yetimler hükmünde görürsün.
sum, ruhlu varl›klar.
metanet: sa¤laml›k, dayan›kl›l›k.
mevcudat: yarat›lm›fl varl›klar, var olan her fley.
mu’ciznüma: mu’cizeli, harikalar gösteren.
muamma-i acibâne: hayret
verici s›r, flafl›rt›c›.
mukni: ikna edici.
mümtaz zat: seçilmifl peygamber, flah›s.
müflkül: güç, zor.
müthifl: dehfletli.
124 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
neflretmek: yaymak.
nuranî daire-i hakikat-i irflat: gerçekleri, do¤rular› gösteren nurlu daire, parlak saha.
reflha: s›z›nt›, damla.
Risale-i Hamidiye: Hüseyin-i
Cisrî’nin en mühim eseri.
sad›k: inanc›na son derece
ba¤l›, do¤ru.
s›rr-› hilkat-i âlem: âlemin
yarat›l›fl s›rr›.
s›rr-› kâinat: kâinat›n s›rr›.
sual-i azîm: büyük soru.
suret: biçim, flekil.
flerh: aç›klama.
tebli¤: bildirme, duyurma.
t›ls›m-› mu¤lâk: anlafl›lmas›
zor s›r.
ubudiyet: kulluk.
ukul: ak›llar.
yetimler hükmünde: annesiz
kalan çocuklar gibi.
zeval: yok olma.
zevilhayat: hayat sahipleri,
canl›lar.
ziya-i hakikat: gerçek, do¤rulu¤un ›fl›¤›.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 125
fiimdi bak, onun neflretti¤i nur ile, o matemhane-i
umumî, flevk u cezbe içinde bir zikirhaneye ink›lâp etti.
O ecnebi, düflman mevcudat, birer dost ve kardefl flekline girdi. O camidat-› meyyite-i samite, birer munis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini ald›. Ve o a¤lay›c› ve flekva edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zakir veya vazife paydosundan flakir suretine girdi.
BEfi‹NC‹ REfiHA
Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülât, tagayyürat, manas›zl›ktan ve abesiyetten ve tesadüf
oyuncakl›¤›ndan ç›k›p, birer mektubat-› Rabbaniye, birer
sahife-i ayat-› tekviniye, birer merâyâ-i esma-i ‹lâhiye ve
âlem dahi bir kitab-› hikmet-i Samedâniye mertebesine
ç›kt›lar.
Hem, insan› bütün hayvanat›n mâdûnuna düflüren
hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyacat› ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vas›ta-i nakl-i hüzün ve elem ve
gam olan akl› o nur ile nurland›¤› vakit, insan bütün hayvanat, bütün mahlûkat üstüne ç›kar. O nurlanm›fl acz,
fakr, ak›l ile niyaz ile nazenin bir sultan ve fizar ile nazdar bir halife-i zemin olur.
Demek, o nur olmazsa, kâinat da, insan da, hatta her
fley dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî bir kâinatta,
böyle bir zat lâz›md›r; yoksa, kâinat ve eflâk olmamal›d›r.
abesiyet: faydas›z ve bofl olma.
acz: eli ermez, güçsüz.
âlem: bütün evren.
bedbaht: zavall›.
bedî: eflsiz güzel.
camidat: cans›z varl›klar.
camidat-› meyyite-i samite:
suskun ölü ve cans›z varl›klar.
ecnebi: yabanc›.
eflâk: felekler gökler, uzay.
elem ve gam: s›k›nt› ve tasa,
kayg›.
fakr: çok fleye muhtaç, fakir-
lik.
fizar: a¤lay›p inleme.
hadsiz: s›n›rs›z.
halife-i zemin: yeryüzü halifesi.
harekât: hareketler.
hayvanat: hayvanlar.
hizmetkâr : hizmet eden.
ihtiyacat: ihtiyaçlar, muhtaçl›k.
ink›lâp: dönüflme.
kâinat: bütün yarat›lm›fllar,
evren.
kitab-› hikmet-i Samedâni-
ye: her fleyin kendisine muhtaç oldu¤u, ‹lâhî icraatlardaki
gayeleri gösteren kitap.
mâdûn: afla¤›, alt.
mahlûkat: yarat›lan bütün
canl›, cans›z her fley.
matemhane-i umumî: herkesin kendine ait hüzünlerden dolay› üzülüp a¤lad›¤›,
yas tuttu¤u yer.
mektubat-› Rabbaniye: her
fleyi terbiye eden Allah’›n yaratt›¤› ve her biri bir mektup
gibi manalar ifade eden var-
l›klar.
merâyâ-i esma-i ‹lâhiye: Allah’›n
isimlerinin tecelli etti¤i aynalar.
mevcudat: yarat›lm›fl varl›klar.
munis: cana yak›n, dost.
musahhar: boyun e¤en.
nazdar: naz yapan.
nazenin: nazl›.
neflretti¤i nur: yay›p saçt›¤› nur,
ayd›nl›k.
niyaz: dua.
nur: Kur’ân’›n ayd›nl›¤›, maddîmanevî ayd›nl›k.
reflha: s›z›nt›, damla.
sahife-i ayat-› tekviniye: yarat›l›fla ait delillerin sayfas›.
flakir suret : flükreden biçim.
flekva: flikâyet.
flevkucezbe: nefle, coflku ile kendinden geçme.
tagayyürat: de¤ifliklikler.
tebeddülât: de¤iflmeler, baflkalaflmalar.
tenevvüat: çeflitlilikler.
tesbih: Allah’› anma.
vas›ta-i nakl-i hüzün: üzüntüyü
nakleden araç.
vaziyet: durum.
zaaf: zay›fl›k.
zakir: zikreden, çok çok dua
eden.
zikirhane: zikir yap›lan yer.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 125
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 126
ALTINCI REfiHA
‹flte o zat, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi,
bir rahmet-i bînihayenin kâflifi ve ilânc›s› ve saltanat-› r ububiyetin mehasininin dellâl›, seyircisi ve künuz-i esma-i
‹lâhiyenin keflflaf›, göstericisi oldu¤undan, böyle baksan,
yani ubudiyeti cihetiyle, onu bir misal-i muhabbet, bir
timsal-i rahmet, bir fleref-i insaniyet, en nuranî bir semere-i flecere-i hilkat göreceksin; flöyle baksan, yani risaleti cihetiyle, bir bürhan-› Hak, bir sirac-› hakikat, bir
flems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün.
âdât: âdetler, gelenekler.
âdet: töre, gelenek.
ahlâk-› hasene: güzel ahlâk.
ahlâk-› seyyie-i vahfliyâne: kaba
ve çirkin ahlâk.
âlem: dünya.
berk-i hatif: göz kamaflt›ran flimflek.
bürhan-› hak: hakk›n, do¤runun
delili, göstericisi.
cezire-i vâsia: genifl yar›mada.
cihet: yön.
def’aten: birden.
dellâl: ilân eden.
fetih: kazanma.
garb: bat›.
hediye-i hidayet: hidayete sevk
edicili¤i.
h›rz-› can: can› gibi koruma.
hums-i befler: insanlar›n beflte
biri.
kal’ etmek: temelinden y›kmak.
kâflif: keflfeden.
keflflaf: keflfeden.
künuz-i esma-i ‹lâhiye: Allah’›n
isimlerinin hazineleri.
mahbub-i kulûp: kalplerin sevgilisi.
mehasin: güzellikler.
meratip: mertebeler, basamaklar.
misal-i muhabbet: muhabbet
misali.
muallim: ö¤retmen.
muallim-i ukul: ak›llar›n ö¤retmeni.
muhbir: haber veren.
muhtelif akvam: çeflitli kavimler,
milletler.
mutaass›p: eski âdet ve geleneklerine afl›r› ba¤l› olan.
mürebbî-i nüfus: nefislerin terbiyecisi.
nefis: insanda kötülü¤e sevk
eden güç, kötülü¤e sevk eden,
meyleden, ben.
n›sf-› arz: dünyan›n yar›s›.
nur: ayd›nl›k.
‹flte, bak: Nas›l berk-i hatif gibi, onun nuru flarktan
garb› tuttu. Ve n›sf-› arz ve hums-i befler onun hediye-i
hidayetini kabul edip h›rz-› can etti. Bizim nefis ve fleytan›m›za ne oluyor ki, böyle bir zat›n bütün davalar›n›n
esas› olan
etmesin?
1
*G ’s pG ¬n 'dpG B’n ›, bütün meratibiyle beraber kabul
YED‹NC‹ REfiHA
‹flte, bak: fiu cezire-i vâsiada vahflî ve âdetlerine m u t aass›p ve inatç› muhtelif akvam›, ne çabuk âdât ve ahlâk-›
seyyie-i vahfliyânelerini def’aten kal’ ve refederek bütün
ahlâk-› hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve
medenî ümeme üstat eyledi. Bak, de¤il zahirî bir tasallut,
belki ak›llar›, ruhlar›, kalpleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-i kulûp, muallim-i ukul, mürebbî-i nüfus,
sultan-› ervah oldu.
1. Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. (Saffat Suresi: 35; Muhammed Suresi: 19.)
nuranî: nurlu, ayd›nl›k.
rahmet-i bînihaye: sonsuz
rahmet.
ref etmek: kald›rmak.
risalet: peygamberlik.
saadet-i ebediye: sonsuz
mutluluk.
saltanat-› rububiyet: kâinat›
terbiye ve idare edici olan Allah’›n saltanat›.
semere-› flecere-i hilkat: ya-
126 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
rat›l›fl a¤ac›n›n meyvesi, neticesi.
sirac-› hakikat: hakikat lâmbas›.
sultan-› ervah: ruhlar›n sultan›.
flark: do¤u.
flems-i hidayet: hidayet günefli.
fleref-i insaniyet: insanl›¤›n
iftihar etti¤i, flerefi, yüz ak›.
tasallut: rahats›z etme.
teçhiz: donatma.
teshir: emrine itaat ettirme.
timsal-i rahmet: rahmet
sembolü.
ubudiyet: kulluk.
ümem: ümmet, millet.
vesile-i saadet: mutluluk vesilesi.
zahiri: görünen.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 127
SEK‹Z‹NC‹ REfiHA
Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kald›rabilir. Hâlbuki, bak, bu zat büyük ve çok âdetleri, hem
inatç›, mutaass›p büyük kavimlerden zahirî küçük bir
kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’ edip,
yerlerine öyle secaya-i âliyeyi-ki, dem ve damarlar›na kar›flm›fl derecede sabit olarak-vaz’ ve tespit eyliyor. Bunun
gibi daha pek çok harika icraat› yap›yor.
‹flte, flu Asr-› Saadeti görmeyenlere Ceziretülarap’›
gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu als›nlar, oraya gitsinler, yüz sene çal›fls›nlar. O zat›n, o zamana nispeten bir senede yapt›¤›n›n yüzden birisini, acaba yapabilirler mi?
DOKUZUNCU REfiHA
Hem, bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle,
küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münazaral› bir
davada hicaps›z, pervas›z, küçük fakat hacaletaver bir
yalan›, düflmanlar› yan›nda, hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâfl göstermeden söyleyemez.
fiimdi bak bu zata: Pek büyük bir vazifede, pek büyük
bir vazifedar; pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir hâlde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karfl›s›nda, pek büyük meselelerde, pek büyük davada, pek büyük bir serbestiyetle, bilâperva, bilâtereddüt, bilâhicap, telâfls›z, samimî bir saffetle, büyük
âdet: gelenek.
asr-› saadet: Hz. Muhammed’in peygamber olarak
dünyada bulundu¤u devir.
bilâhicap: perdesiz.
bilâperva: korkusuzca.
bilâtereddüt: flüphesiz.
cemaat: topluluk.
Ceziretülarap: Arap Yar›madas›.
daimî: sürekli.
dava: konu, mesele.
dem: kan.
feylesof: filozof.
hacaletaver: utand›r›c›.
hâkim: adaletli idareci.
haysiyet: itibar, k›ymet fleref.
hicap: utanma duygusu, perde.
himmet: gayret gösterme;
gayret
husumet: düflmanl›k.
icraat: ifller.
kavim: millet, toplum.
mutaass›p: eski geleneklerine afl›r› ba¤l› olan.
münazara: tart›flma.
perva: korku.
ref etme: kald›rma.
secaya-i âliye: yüksek özellik.
teessür: etkilenme.
vaz’ ve tespit: meydana getirip ispat etme.
vazifedar: vazifeli, görevli.
Zat: Hazret-i Muhammed.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 127
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 128
bir ciddiyetle, has›mlar›n›n damarlar›na dokunduracak
fledit, ulvî bir surette söyledi¤i sözlerinde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç hile kar›flmas› mümkün müdür? Kellâ!
1
⋲'Mƒoj l»rMhn ’s pG ƒn og r¿pG .
Evet, hak aldatmaz, hakikatbin aldanmaz. Hak olan
mesle¤i hileden müsta¤nidir; hakikatbinin gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün, aldats›n.
ONUNCU REfiHA
‹flte bak: Ne kadar merakaver, ne kadar cazibedar, ne
kadar lüzumlu, ne kadar dehfletli hakaik› gösterir ve mesaili ispat eder. Bilirsin ki, en ziyade insan› tahrik eden
merakt›r. Hatta, e¤er sana denilse, “Yar› ömrünü, yar›
mal›n› versen, kamerden ve müflteriden biri gelir, kamerde ve müflteride ne var, ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem do¤ru olarak senin istikbalini ve bafl›na ne
gelece¤ini do¤ru olarak haber verecek”; merak›n varsa,
vereceksin.
Hâlbuki, flu zat öyle bir Sultan›n ahbar›n› söylüyor ki,
memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervane etraf›nda döner. O Arz olan o pervane ise, bir lâmba etraf›nda
pervaz eder; ve o günefl olan lâmba ise, o Sultan›n binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar
içinde bir lâmbas›d›r.
Hem öyle acayip bir âlemden hakikî olarak bahsediyor ve öyle bir ink›lâptan haber veriyor ki, binler küre-i
arz bomba olsa, patlasalar, o kadar acip olmaz. Bak,
onun lisan›nda,
1. O ancak kendisine vahyolunan› söyler. (Necm Suresi: 4.)
acayip: ilginç, hayret veren, garip.
acip: ilginç, hayret veren.
ahbar: haberler.
ahval: hâller.
arz: yer, yeryüzü.
cazibedar: çekici.
dehflet: korkma.
hak: gerçek, hakikat.
hakaik: gerçekler.
hakikat: gerçek.
hakikatbin: hakikati gören.
has›m: düflman.
hilâf: z›tl›k, ayk›r›l›k.
hile: aldatma, kand›rma.
ink›lâp: de¤iflime, baflkalaflma.
istikbal: gelecek.
kamer: ay.
kellâ: asla.
lisan: dil.
küre-i arz: dünya, yer küre.
128 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
menzil: yer.
merakaver: merak uyand›ran.
mesail: meseleler.
misbah: lâmba.
müsta¤ni: tenezzül etmeyen,
ihtiyaç duymayan ihtiyaç
duymama.
Müflteri: Jüpiter.
pervane: çark edip dönen.
pervaz: uçan.
reflha: s›z›nt›, damla.
saffet: duru, temiz, berrak.
Sultan: yüce yaratan, bütün
varl›klar emir ve idaresi alt›nda olan, Allah.
suret: flekil, biçim.
fledit: fliddetli.
tahrik: harekete geçirme,
teflvik.
ulvî: yüksek, yüce.
ziyade: fazla.
HZ MUHAMMED 01
3
7/1/06
11:46 AM
Page 129
2
1
oánYQp Én≤rdnG @ ränôn£nØrfG oABÉnª°sùdG GnPpG @ räQn uƒoc ¢oùrªs°ûdG GnPpG
gibi sureleri iflit.
Hem öyle bir istikbalden do¤ru olarak haber veriyor
ki, flu dünyevî istikbal ona nispeten bir katre serap hükmündedir. Hem, öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki, bütün saadet-i dünyeviye, ona nispeten
bir berk-i zailin bir flems-i sermede nispeti gibidir.
ON B‹R‹NC‹ REfiHA
Böyle acip ve muammaâlûd flu kâinat›n perde-i zahiriyesi alt›nda, elbette ve elbette böyle acayip bizi bekliyor.
Böyle acayibi haber verecek, böyle harika ve fevkalâde
mu’ciznüma bir zat lâz›md›r.
Hem, bu zat›n gidiflat›ndan görünüyor ki, o, görmüfl
ve görüyor ve gördü¤ünü söylüyor.
Hem, “Bizi nimetleriyle perverde eden flu semavat ve
arz›n ‹lâh›, bizden ne istiyor, marziyat› nedir?” pek sa¤lam olarak bize ders veriyor.
Hem bunlar gibi daha pek çok merakaver, lüzumlu hakaik› ders veren bu zata karfl› her fleyi b›rak›p ona koflmak, onu dinlemek lâz›m gelirken, ekser insanlara ne olmufl ki, sa¤›r olup kör olmufllar, belki divane olmufllar ki
bu hakk› görmüyorlar, bu hakikati iflitmiyorlar, anlam›yorlar?
1. Günefl dürülüp topland›¤›nda. (Tekvir Suresi: 1.)
2. Gök yar›ld›¤› zaman. (‹nfitar Suresi: 1.)
3. Çarpacak olan felâket. (Karia Suresi: 1.)
acayip: ilginç, hayret veren,
garip.
acip: ilginç, hayret veren.
arz: dünya.
berk-i zail: bir anda parlay›p
sönen flimflek.
divane: deli.
fevkalâde: ola¤anüstü.
gidiflat: tutum, davran›fl, du-
rum.
hak: do¤ruluk, do¤ru.
hakikat: gerçek.
hakaik: hakikatler, imana, ‹slâma ait do¤rular.
harika: ola¤anüstü vas›flar
tafl›yan.
hükmünde: de¤erinde, ölçüsünde.
istikbal: gelecek.
katre: damla.
marziyat: raz› olunacak fleyler.
merakaver: merak uyand›ran.
mu’ciznüma: mu’cize gösteren.
muammaâlûd: anlafl›lmaz,
kar›fl›k ifl.
nimet: yiyecek, içecekler.
nispet: oran.
perde-i zahiriye: görünüflteki
perde.
perverde etmek: besleyip büyütmek, yetifltirmek.
saadet: mutluluk.
saadet-i dünyeviye: dünya mutlulu¤u.
semavat: gökler.
serap: su olmay›p, su gibi görünen sis.
sure: Kur’ân’›n her bir bölümü.
flems-i sermed: batmayan günefl.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 129
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 130
ON ‹K‹NC‹ REfiHA
‹flte flu zat, flu mevcudat hâl›k›n›n vahdaniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir bürhan-› nat›k, bir delil-i sad›k oldu¤u gibi, haflrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir
bürhan-› kat››, bir delil-i sat››d›r. Belki, nas›l ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i
vusulüdür. Öyle de; duas›yla, niyaz›yla o saadetin sebeb-i
vücudu ve vesile-i icad›d›r. Haflir meselesinde geçen flu
s›rr›, makam münasebetiyle tekrar ederiz.
‹flte, bak: O zat öyle bir salât-› kübrada dua ediyor ki,
güya flu cezire, belki arz, onun azametli namaz›yla namaz k›lar, niyaz eder.
Bak, hem öyle bir cemaat-i uzmada niyaz ediyor ki,
güya benîâdemin zaman-› Âdem’den asr›m›za, k›yamete
kadar bütün nuranî kâmil insanlar, ona ittiba ile iktida
edip duas›na âmin diyorlar.
âlây›illiyyin: en yüksek mertebe.
âlem: dünya.
âmin: ‘Allah kabul etsin.’
arz: dünya, yeryüzü.
as›r: yüzy›l.
azamet: büyüklük.
beka: ebedîlik.
benîâdem: Âdemo¤ullar›, insanl›k.
bürhan-› kàt›: kesin delil.
bürhan-› nat›k: konuflan delil.
cemaat-i uzma: çok büyük cemaat.
cezire: yar›mada.
delil-i sad›k: do¤ru kan›t.
delil-i sat›: parlak delil.
ehl-i arz: dünyadakiler.
ehl-i semavat: gökyüzü halk›,
melekler, ruhanîler.
esfel-i safilîn: afla¤›lar›n en afla¤›s›.
fakirâne: fakirce, muhtaçl›¤›n›
söyleyerek.
güya: sanki.
hacet-i amme: herkesin ihtiyac›
olan fley.
hak: gerçek, do¤ru.
hakkaniyet: do¤ruluktan, adaletten ayr›lmamak.
hâl›k: yarat›c›.
haflir: dirilifl.
Hem bak, öyle bir hacet-i amme için dua ediyor ki,
de¤il ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün mevcudat,
niyaz›na, “Evet, yâ Rabbena, ver, biz dahi istiyoruz” deyip ifltirak ediyorlar.
Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne,
öyle müfltakane, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinat› a¤latt›r›yor, duas›na ifltirak ettiriyor.
Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için dua ediyor ki, insan› ve âlemi, belki bütün mahlûkat› esfel-i safilînden, sukuttan, k›ymetsizlikten, faydas›zl›ktan âlây›illiyyine, yani k›ymete, bekaya, ulvî vazifeye ç›kar›yor.
hazinâne: hüzünlü bir flekilde.
hidayet: do¤ruluk, ‹slâml›k.
iktida: uyma, örnek alma.
ifltirak: kat›lma.
ittiba: tâbi olma.
kâinat: bütün varl›klar, evren.
kâmil: ermifl, Allah dostu.
k›yamet: dünyan›n ölümü.
mahbubâne: muhabbetle,
sevgiyle.
mahlûkat: yarat›lm›fl varl›klar
yarat›lanlar.
maksat: amaç, gaye.
130 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
mevcudat: var olanlar.
müfltakane: çok isteyerek.
niyaz: dua, yalvar›fl.
niyaz: dua.
nuranî: nurlu, ayd›n.
saadet: mutluluk.
saadet-i ebediye: sonsuz
mutluluk.
salât-› kübra: en büyük namaz.
sebeb-i husul: meydana gelme sebebi.
sebeb-i vücut: varl›k sebebi.
s›r: gizli bilgi, gizem.
sukut: de¤erden düflme, k›ymetini yitirme.
tazarrukârâne: yalvar›p yakararak.
ulvî: yüksek.
vahdaniyet: Allah’›n bir oluflu.
vesile-i icat: yarat›l›fl vesilesi
vesile-i vusul: kavuflma vesilesi.
yâ Rabbena: Ey Rabbimiz.
zaman-› Âdem: Hz. Âdem zaman›.
zat: kifli; Hazret-i Peygamber.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 131
Bak, hem öyle yüksek bir fizar-› istimdatkârâne ve öyle tatl› bir niyaz-› istirhamkârâne ile istiyor, yalvar›yor ki,
güya bütün mevcudata ve semavata ve Arfla iflittirip, vecde getirip, duas›na “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor.
Bak, hem öyle Semî, Kerîm bir Kadîr’den, öyle Basîr,
Rahîm bir Alîm’den hacetini istiyor ki, bilmüflahede en
hafî bir zîhayat›n en hafî bir hacetini, bir niyaz›n› görür,
iflitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü, istedi¤ini—velev lisan-› hâl ile olsun—verir ve öyle bir suret-i hakîmâne, basîrâne, rahîmânede verir ki, flüphe b›rakmaz, bu
terbiye ve tedbir, öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Ke rîm ve Rahîm’e hast›r.
ON ÜÇÜNCÜ REfiHA
Acaba bütün efaz›l-› benîâdemi arkas›na al›p, arz üstünde durup, Arfl-› Azama müteveccihen el kald›r›p dua
eden flu fleref-i nev-i insan ve ferid-i kevnüzaman ve bihakk›n Fahr-i Kâinat ne istiyor?
Bak, dinle; saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, Cennet istiyor. Hem, merâyâ-i mevcudatta ahkâm›n› ve cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i ‹lâhiye ile beraber istiyor. Hatta, e¤er rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi, hesaps›z o matlûbun esbab-› mucibesi
olmasa idi, flu zat›n tek duas›, bahar›m›z›n icad› kadar
kudretine hafif gelen flu Cennetin binas›na sebebiyet verecekti.
Evet, nas›l ki onun risaleti flu dâr-› imtihan›n aç›lmas›na sebebiyet verdi; öyle de, onun ubudiyeti dahi, öteki
dâr›n aç›lmas›na sebeptir. Acaba ehl-i ak›l ve tahkike
adalet: her fleye hakk›n› eflitçe verme.
ahkâm: emirler, buyruklar.
Alîm: her fleyi hakk›yla bilen,
Allah.
arfl: gö¤ün en yüksek kat›.
Arfl-› Azam: yüceler yücesi
‹lâhî makam. Cenab-› Hakk›n
irade ve idaresinin tecelli etti¤i, göründü¤ü yer.
arz: yer, yeryüzü.
Basîr: her fleyi gören, Allah.
Basîrâne: görerek.
beka: ölümsüz bir hayat.
bihakk›n: tam bir liyakatle,
uygunlukta.
bilmüflahede: görerek.
cemal: güzellik.
dâr: yer, dünya.
dâr-› imtihan: imtihan yeri.
efaz›l-› benîâdem: âdemo¤lunun faziletlileri, seçkinleri.
ehl-i ak›l ve tahkik: ilim sahipleri, ‹slâm âlimleri.
esbab-› mucibe: gerekçeler.
esma kudsiye-i ‹lâhiye: Allah’›n mukaddes isimleri.
Fahr-i Kâinat: kâinat›n iftihar
tablosu olan Hz. Muhammed.
ferid-i kevnüzaman: kâinat›n ve bütün zamanlar›n benzersizi olan, bir tanesi.
fizar-› istimdatkârâne: yard›m isteyerek inleyip yalvarmak.
hacet: ihtiyaç.
hafî: gizli.
hakîmâne: hikmetle, hikmetlice.
has: mahsus, özel.
hikmet: ‹lâhî maksatlar, gayeler.
icat: yarat›l›fl.
inayet: yard›m, lütuf.
Kadîr: her fleye gücü yeten, Allah.
Kerîm: çok cömert, çok âlicenap
ikram ve ihsan› bol olan Allah.
kudret: Allah’›n ezelî gücü.
lika: kavuflma, Allah’a ulaflma.
lisan-› hâl: hâl dili.
matlûp: istenen.
merâyâ-i mevcudat: üzerlerinde
Allah’›n isimlerinin tecelli edip göründü¤ü, varl›k aynalar›.
mevcudat: var olanlar.
müteveccihen: yönelerek.
niyaz: dua.
niyaz-› istirhamkârâne: merhamet isteyerek dua etmek.
Rahîm: merhameti, ihsan› sonsuz
Hz. Allah.
rahîmâne: merhamet ederek
rahmet: ac›ma, flefkat gösterme,
merhamet etme.
risalet: peygamberlik.
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk.
semavat: gökyüzü.
Semî: her fleyi ifliten, Hz. Allah.
suret-i hakîmâne: hikmetli bir
flekilde.
fleref-i nev-i insan: insanl›¤a fleref veren.
tedvir: çekip çevirme.
terbiye: besleme, yetifltirme.
ubudiyet: kulluk.
vecd: coflku, ‹lâhî aflk›n insan› bütünüyle sarmas›.
velev: flayet, dahi.
zîhayat: hayat sahibi.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 131
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 132
1
n¿Énc Ésªpe o´nórHnG p¿Énµre’
p rG⋲pa ¢nùr«nd
dediren flu meflhut inti-
zam-› faik, flu rahmet içinde kusursuz hüsnüsanat ve misilsiz cemal-i rububiyet, hiç böyle bir çirkinli¤i, böyle bir
merhametsizli¤i, böyle bir intizams›zl›¤› kabul eder mi ki,
en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzular›, sesleri ehemmiyetle
iflitip ifa etsin, en ehemmiyetli, en lüzumlu arzular›
ehemmiyetsiz görüp iflitmesin, anlamas›n, yapmas›n?
Hâflâ ve kellâ, yüz bin defa hâflâ; böyle bir cemal, böyle
bir çirkinli¤i kabul etmez, çirkin olmaz.
acaib-i vezaif: vazifelerin flafl›rt›c›l›¤›.
Arfl-› Azîm: Cenab-› Hakk›n saltanat›n›n büyük dairesi.
arzu: istek.
as›r: yüzy›l.
Bayezit-i Bistamî: Hicrî 188-261
tarihleri aras›nda yaflam›fl büyük
evliya. bkz. fiah›s Bilgileri.
cemal: güzellik.
cemal-i rububiyet: Allah’›n bütün varl›klar› kuflatan mükemmel
yönetimi, terbiye etmedeki eflsiz
güzelli¤i.
cezire: yar›mada.
cüz’î: pek az.
Ebu Hanife: ‹mam-› Azam Ebu
Hanife. bkz. fiah›s Bilgileri.
ehemmiyet: önem.
faik: üstünlük, farkl› ve üstün
olan.
feyiz: irfan, ihsan.
Furkan-› Hakîm: do¤ruyu yanl›fltan ay›ran hikmetli Kur’ân.
garaib-i icraat: ifllerin hayret vericili¤i.
hâflâ ve kellâ: asla ve kesinlikle.
hidayeteda: hidayet sebeplerini
yerine getiren.
hüsnüsanat: sanattaki güzellik.
ifa: yerine getirme.
ihata: kuflatma.
‹mam-› Gazalî: bkz. fiah›s Bilgileri.
‹mam-› Rabbanî: bkz. flah›s Bilgileri.
intizam: uyum, düzenlilik.
intizam-› faik: üstün düzen, intizam.
kat'î: kesin.
meflhudat: görünenler.
meflhut: görünen, bilinen.
misilsiz: benzersiz, eflsiz.
mu’ciznüma: mu’cize gösteren.
Yahu, ey hayalî arkadafl›m! fiimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa yüz sene flu zamanda, flu cezirede kalsak,
yine o zat›n garaib-i icraat›n› ve acaib-i vezaifini, yüzden
birisine, tamamen ihata edip, temaflas›nda doyamay›z.
fiimdi, gel, üstünde dönece¤imiz her asra birer birer bakaca¤›z. Bak, nas›l her as›r, o flems-i hidayetten ald›klar›
feyiz ile çiçek açm›fllar; Ebu Hanife, fiafiî, Bayezit-i Bistamî, fiah-› Geylânî, fiah-› Nakflibend, ‹mam-› Gazalî,
‹mam-› Rabbanî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.
Meflhudat›m›z›n tafsilât›n› baflka vakte talik edip, o
mu’ciznüma ve hidayetedaya bir k›s›m kat’î mu’cizat›na
iflaret eden bir salâvat getirmeliyiz:
¢pTôr ©n dG øn ep pº«/Môs dG øp ª' M
r ôs dG øn ep ºo «/µ◊
n Gr ¿o Énbôr Øo rdG ¬p «r ∏n Yn ∫n õp fr o G ør en '¤nY
pOnón©pH mΩnÓn°S p∞dr nG o∞dr nGhn mInÓn°U p∞dr nG o∞dr n G mósªnëoe Énfpóu«°nS pº«/¶n©rdG
2
Qo ƒoHsõdGnh πo «pérf’p rGhn oájnQƒr sàdG p¬pàndÉn°SpôpH nösûnH røne n¤nY @ /¬pàseo G päÉnæn°ùnM
1. ‹mkân dairesi içinde, flu andaki durumdan daha mükemmeli, daha üstünü, daha güzeli
yoktur. (‹mam-› Gazalî)
2. Rahmanirrahîm olan Allah’›n, Furkan-› Hakîm’i Arfl-› Azîmden üzerine indirdi¤i zat olan
Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.) ümmetinin iyilikleri adedince milyon salât ve milyon selâm olsun.
münevver: ayd›nlat›lm›fl.
salâvat: Hz. Muhammed’e
rahmet ve esenlik dileme.
Rahman-› Rahîm: dünya ve
ahirette yaratt›klar›na sonsuz fiafiî: ‹mam-› fiafiî. bkz. fiah›s
flefkat ve merhametiyle mu- Bilgileri.
amele eden Allah.
fiah-› Geylânî: Abdülkadir-i
rahmet: her fleyi kuflatan ih- Geylânî. bkz. fiah›s Bilgileri.
sanlar, ikramlar, ba¤›fllar.
132 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
Bilgileri.
flems-i hidayet: hidayet günefli Hz. Muhammed.
tafsilât: aç›klamalar, izahlar.
talik: tehir, erteleme.
temafla: hayretle bak›p seyfiah-› Nakflibend: bkz. fiah›s retme.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 133
¢pùrf’p r G oABÉn«dp hr nGhn uøpérdG o∞pJGnƒnghn oäÉn°UÉngQr ’p r G p¬pJƒs oÑoæpH nösûnHhn
p∞dr nG o∞rdnG mósªnëoe Énfpóu«°nS ,oônªn≤rdG p¬pJQn Én°TpÉpH s≥n°ûrfGnh pôn°ûnÑrdG oøpgGnƒnchn
,oônés°ûdG p¬pJƒn rYnódp ränABÉnL røne '¤nY@/¬pàseo G ¢pSÉnØrfnG pOnón©pH mΩnÓn°Snh mInÓn°U
røpe n™nÑn°Tnh uônërdG nøpe oáneÉnªn¨rdG o¬ràs∏nXnGhn ,ôo n£nªrdG p¬pFBÉYn oópH kánYrôo°S n∫nõnfhn
/¬p©pHÉn°UnG pør«nH røpe Ao Bɪn dr G n™nÑnfhn ,pôn°ûnÑdr G nøpe lä'Épe /¬peÉn©Wn røpe ´
m Én°U
n´rõpédr Gnh n»rÑs¶dGnh sÖs°†dG o¬nd *G n≥n£rfnGhn pônKƒr nµrdÉnc mäGôs ne nçnÓnK
ê
p Gnôr©pªrdG pÖpMÉn°U Qn nónªrdGnh nônénërdGnh πn nÑnérdGnh πn nªnérdGnh n´GnQuòdGnh
mΩnÓn°Snh Im Ó
n °n U ∞
p dr nG ∞
o dr nG óm ªs ë
n eo Énæ©p «/Ø°n Tnh Énf óp «u °nS @ öo nüÑn dr G Æ
n GnR Énehn
p¿rPpÉpH pán∏uãnªnàoªrdG päÉnªp∏nµrdG p⋲a pán∏µ
u °nûnàoªrdG p±hoôoëdr G πu c
o pOnón©pH
p¿'Grôo≤rdG nøpe mánªp∏nc πou c pánFBGnôpb nóræpY pABGƒn n¡rdG päÉnLƒt nªnJ ÉnjGnône /‘ pø'ªrMsôdG
ÉnærªnMQr Gnh Énændôpr ØrZGnh p¿ÉnesõdG pôpNnG ‹p=' G p∫hoõtædG p∫hs nG røpe mAQp Énb πou c røpe
1
@ rÚ/e'G ..Én¡ræpe mInÓn°U πu oµpH Énæn¡'dpG BÉnj
2
[fiuaat-› Marifetinnebî nam›ndaki Türkçe bir risalede ve On
Dokuzuncu Mektupta ve flu sözde icmalen iflaret etti¤imiz delâil-i nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) beyan etmiflim. Hem onda Kur’ân-› Hakîm’in vücuh-i i’caz› icmalen zikredilmifl. Yine
Lemaat nam›nda Türkçe bir risalede ve Yirmi Beflinci Sözde
Kur’ân’›n k›rk vecihle mu’cize oldu¤unu icmalen beyan ve k›rk
vücuh-i i’caz›na iflaret etmiflim. O k›rk vecihte, yaln›z naz›mda
olan belâgati, ‹flaratü’l-‹’caz nam›ndaki bir tefsir-i Arabîde
1. Risaletini ‹ncil, Tevrat ve Zebur’un müjdeledi¤i; nübüvvetini do¤du¤undan hemen önce ve
do¤umu an›nda meydana gelen harikulâde hâllerin, cinnî hatiflerin, insanlardan evliya ve
kâhinlerin haber verdi¤i; iflaretiyle ay›n ikiye bölündü¤ü Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.)
ümmetinin al›p verdi¤i nefesler say›s›nca milyon salât ve milyon selâm olsun. Ça¤›rmas›yla, a¤açlar›n, yan›na geldi¤i, duas›yla ya¤murun sür’atle ya¤d›¤›, bulutun s›caktan korumak
için bafl›nda gölge yapt›¤›, bir kilelik yiyece¤inden yüzlerce insan›n doydu¤u, parmaklar›
aras›ndan suyun üç defa Kevser gibi akt›¤›; Allah’›n kertenkeleyi, ceylân›, kuru hurma dire¤ini, koyun paças›n›, deveyi, da¤›, tafl› ve çak›l tafllar›n› onun için konuflturdu¤u; Mirac›n
ve, “Göz ne flaflt›, ne de baflka bir fleye bakt›” (Necm Suresi: 17.) ayetinin sahibi Efendimiz
ve flefaatçimiz Muhammed’e, (a.s.m.) ilk indi¤i andan itibaren k›yamete kadar Kur’ân’›n,
her okuyan›n okudu¤unda hava dalgalar›n›n aynalar›nda Allah’›n izni ile temessül eden
her kelimesindeki her harfi say›s›nca salât ve selâm olsun. Bu salâvatlar›n her birisi hürmetine bizi ba¤›flla, bize merhamet et, ey ‹lâh›m›z! Âmin.
2. Rumî 1339’da, ‹stanbul’da Türkçe olarak telif edilen fiuaat risalesidir.
âmin: “Kabul eyle!” anlam›nda
kullan›l›r.
belâgat: sözün güzel olmakla beraber yerinde ve makama uygun
olmas›.
cins-i lâtifler: gaipten haber veren cinler.
delâil-i nübüvvet-i Ahmediye:
Hz. Muhammed’in peygamberli¤inin delilleri.
evliya: Allah dostlar›, velîler.
hâl: durum.
harikulâde: ola¤anüstü.
icmalen: k›saca.
‹flaratü’l-‹’caz: Risale-i Nur Külliyat›nda yer alan bir eser.
kâhin: gaipten haber veren, falc›.
Kevser: Cennette bir havuz.
kile: tah›l ölçülen bir a¤›rl›k ölçüsü.
Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet bulunan
Kur’ân.
merhamet: ac›ma.
Miraç: Hz. Peygamberin, ruhen ve
bedenen gö¤e ç›kma mu’cizesi.
nübüvvet: peygamberlik.
risalet: peygamberlik.
salât: dua.
selâm: esenlik, koruma, selâmet
dileme.
fiuaat-› Marifetinnebî: Peygamberi tan›ma par›lt›lar› manas›na
gelen Üstad Bediüzzaman’›n bir
eseri.
tefsir-i Arabî: Arap dilinde yaz›lm›fl Kur’ân yorumu.
temessül: suret giyme, cisimleflme.
ümmet: nesil, millet.
vücuh-i i’caz: mu’cizelik yönleri.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 133
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 134
k›rk sahife içinde yazm›fl›m. E¤er ihtiyac›n varsa, flu üç kitaba
müracaat edebilirsin.]
ON DÖRDÜNCÜ REfiHA
âlem-i gayp: befl duyu ile kavranamayan gerçeklerin âlemi.
âlem-i insaniyet: insanl›k âlemi.
âlem-i maneviye-i ‹slâmiye: ‹slâm›n manevî âlemi.
âlem-i flahadet: gözle gördü¤ümüz âlem.
âlem-i uhreviye: ahiret âlemi.
asfiya: Hz. Peygamberin vârisi
hükmünde olan âlim zatlar.
bürhan: delil.
bürhan-› nat›k: konuflan delil.
cihet: yön, taraf.
ehl-i mesalik ve meflarip: meslek ve meflrep sahipleri.
evliya: velîler, Allah dostlar›.
hacat-› maneviye: manevî ihtiyaçlar.
hâdî: hidayet eden, do¤ru yolu
gösteren.
hendese: matematik bilgisi.
hikmet-i hakikî: gerçek hikmet,
do¤ru, yan›ltmayan, üstün bilgi.
hitabat-› ezeliye: ezelî hitaplar,
Allah’›n cinlerle ve insanlarla konuflmas› olan Kur’ân-› Kerîm.
ibraz: ortaya koyma.
iltifatat-› rahmaniye: her fleye
merhametle bakan Allah’›n s›n›rs›z iltifatlar›.
kat’î: kesin.
kavl-i flarih: aç›klay›c› söz.
keflflaf: keflfeden, ortaya ç›karan.
kitab-› dua: dua kitab›.
kitab-› emir: emir, tavsiye kitab›.
kitab-› hikmet ve fleriat: varl›klar›n yarat›l›fl sebeplerini aç›klayan hikmet ve hukuk kitab›.
kitab-› kebir-i kâinat: büyük bir
kitap olan kâinat.
kitab-› zikir ve marifet: okunmakla Allah’›n zikredildi¤i, an›ld›¤›
üstün bilgi kitab›.
Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet bulunan
Kur’ân.
künuz-i esma-i ‹lâhiye: ‹lâhî
isimlerin hazineleri.
kütüphane-i mukaddese: mukaddes kitapl›k, bütün ilimlere
kaynak olan ‹lâhî kitap.
lem’a-i i’caz: mu’cizelik par›lt›s›.
mahzen-i mu’cizat: mu’cizelerin
toplu bulundu¤u kitap.
Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübra olan Kur’ân-›
Hakîm, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) ile vahdaniyet-i ‹lâhiyeyi, o derece kat’î ispat ediyor ki, baflka bürhana hacet b›rakm›yor. Biz de onun tarifine ve medar-› tenkit olmufl bir iki lem’a-i i’caz›na iflaret ederiz.
‹flte, Rabbimizi bize tarif eden Kur’ân-› Hakîm, flu ki tab-› kebir-i kâinat›n bir tercüme-i ezeliyesi, flu sahaif-i
arz ve semada müstetir künuz-i esma-i ‹lâhiyenin keflfla f›, flu sutur-i hâdisat›n alt›nda muzmer hakaik›n miftah›,
flu âlem-i flahadet perdesi arkas›ndaki âlem-i gayp cihe tinden gelen iltifatat-› Rahmaniye ve hitabat-› Ezeliyenin
hazinesi, flu âlem-i maneviye-i ‹slâmiyenin günefli, te meli, hendesesi, avalim-i uhreviyenin haritas›, zat ve s› fât ve fluun-i ‹lâhiyenin kavl-i flarihi, tefsir-i vaz›h›, bür han-› nat›k›, tercüman-› sat››, flu âlem-i insaniyetin mü rebbîsi, hikmet-i hakikîsi, mürflit ve hâdîsi; hem bir ki tab-› hikmet ve fleriat, hem bir kitab-› dua ve ubudiyet,
hem bir kitab-› emir ve davet, hem bir kitab-› zikir ve
marifet gibi, bütün hacat-› maneviyesine karfl› birer ki tap ve bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meflarip olan ev liya ve s›dd›kînin, asfiya ve muhakkikînin her birinin
m e fl replerine lây›k birer risale ibraz eden bir kütüpha ne-i mukaddesedir.
medar-› tenkit: tenkit sebebi.
miftah: anahtar.
mu’cize-i kübra: en büyük
mu’cize.
muhakkikîn: muhakkikler, titizce hakikati araflt›ranlar.
muzmer hakaik: gizli, örtülmüfl gerçekler.
mürebbî: terbiye eden.
mürflit: do¤ru yolu gösteren.
müstetir: gizli, sakl›.
nübüvvet-i Ahmediye: Hz.
Muhammed’in peygamberli-
134 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
¤i.
risale: belli bir konuda yaz›lm›fl olan küçük kitap.
sahaif-i arz: yeryüzü sayfalar›.
sema: gökyüzü.
s›dd›kîn: s›dd›klar, iflleri iman›
do¤rulayan, çok vefal› ideal
kifliler.
sutur-i hâdisat: olaylar›n ön
yüzü, hâdiselerin ifade etti¤i
gerçeklerin kâinat kitab›nda
yer ald›¤› sat›rlar.
fluun-i ‹lâhiye: Allah’a ait ic-
raatlar, ifller, hâl ve keyfiyetler.
tefsir-i vaz›h: aç›klay›c› tefsir.
tercüman-› sat›: yüksek, parlak tercüman.
tercüme-i ezeliye: ezelî olan
ve bütün varl›klar›n mahiyet
ve vazifelerini herkesin anlayaca¤› bir flekilde aç›klayan
mevcudat›n tercümesi hükmündeki Kur’ân-› Kerîm.
ubudiyet: kulluk.
vahdaniyet-i ‹lâhiye: Allah’›n
bir ve tek olmas›.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 135
Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekrarat›ndaki lem’a-i
i’caza bak ki; Kur’ân, hem bir kitab-› zikir, hem bir kitab-› dua, hem bir kitab-› davet oldu¤undan, içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir ve eblâ¤d›r, ehl-i kusurun zann› gibi de¤il. Zira, zikrin fle’ni, tekrar ile tenvirdir;
duan›n fle’ni, terdat ile takrirdir; emir ve davetin fle’ni,
tekrar ile te’kittir.
Hem, herkes her vakit bütün Kur’ân’› okumaya muktedir olamaz, fakat bir sureye galiben muktedir olur.
Onun için, en mühim makas›d-› Kur’âniye ekser uzun
surelerde derç edilerek, her bir sure bir küçük Kur’ân
hükmüne geçmifl. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid ve haflir ve k›ssa-i Mûsa gibi baz› maksatlar tekrar edilmifl.
Hem, cismanî ihtiyaç gibi, manevî hacat dahi muhteliftir. Baz›s›na insan her nefes muhtaç olur: cisme hava,
ruha Hû gibi. Baz›s›na her saat: Bismillâh gibi ve hakeza... Demek, tekrar-› ayet, tekerrür-i ihtiyaçtan ileri gelmifl ve o ihtiyaca iflaret ederek, uyand›r›p teflvik etmek,
hem ifltiyak› ve ifltihay› tahrik etmek için tekrar eder.
Hem Kur’ân, müessistir, bir Din-i Mübinin esasat›d›r
ve flu âlem-i ‹slâmiyetin temelleridir ve hayat-› içtimaiye-i befleriyeyi de¤ifltirip, muhtelif tabakata, mükerrer
suallerine cevapt›r. Müessise, tespit etmek için tekrar lâz›md›r, te’kit için terdat lâz›md›r, teyit için takrir, tahkik,
tekrir lâz›md›r.
âlem-i ‹slâmiyet: ‹slâm dünyas›.
Bismillâh: Allah’›n ad› ve izni
ile.
derç: içine almak, ilâve yapmak.
Din-i Mübinin esasat›: ‹slâm
dininin esaslar›, temelleri.
eblâ¤: en beli¤, daha edebî.
ehl-i kusur: kusur arayanlar.
ekser: daha çok, ço¤unluk.
elzem: daha lüzumlu.
galiben: genellikle.
haflir: dirilifl.
hayat-› içtimaiye-i befleriye:
insanl›¤›n sosyal, toplumsal
hayat›.
Hû: Allah, demek.
hükmüne geçme: yerine
geçme.
ifltiyak: isteme, özleme.
k›ssa-i Mûsa: Hz. Mûsa’n›n
k›ssas›.
kitab-› davet: davet, tavsiye
kitab›.
kitab-› dua: dua kitab›.
kitab-› zikir: zikir kitab›.
lem’a-i i’caz: mu’cizelik par›l-
t›s›.
mahrum: yoksun kalmak.
manevî hacat: manevî ihtiyaçlar.
muhtelif: çeflitli, farkl›.
muktedir: güç yetirme.
müessis: temel atan, kuran,
tesis eden.
mükerrer: tekrar edilen. .
müstahsen: ö¤ülmüfl, be¤enilmifl, makbul.
sebeb-i kusur: eksiklik nedeni.
fle’n: gerek, özellik, yap›.
tahkik: inceleme, iç yüzünü araflt›rma.
tahrik: harekete geçirme.
takrir: yerlefltirme, anlatma.
te’kit: kuvvetlendirme pekifltirme.
tekerrür-i ihtiyaç: ihtiyac›n tekrarlanmas›.
tekrarat: tekrarlar.
tekrir: tekrarlama.
tenvir: ayd›nlatma.
terdat: tekrar, devaml›.
teflvik: özendirme, isteklendirme.
tevehhüm: vehmetme, sanma.
tevhit: Allah’›n birli¤i.
teyit: do¤rulama.
zan: zannetme.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 135
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 136
Hem öyle mesail-i azîme ve hakaik-› dakikadan bahsediyor ki, umumun kalplerinde yerlefltirmek için çok defa
muhtelif suretlerde tekrar lâz›md›r.
Bununla beraber, sureten tekrard›r, fakat manen her
bir ayetin çok manalar›, çok faydalar›, çok vücuh ve tabakat› vard›r. Her bir makamda ayr› bir mana ve fayda
ve maksatlar için zikrediliyor.
Hem Kur’ân’›n, mesail-i kevniyenin baz›s›nda ipham
ve icmali ise, irfladî bir lem’a-i i’cazd›r. Ehl-i ilhad›n tevehhüm ettikleri gibi medar-› tenkit olamaz ve sebeb-i
kusur de¤ildir.
E ¤ e r d e s e n : “Acaba neden Kur’ân-› Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsetti¤i gibi etmiyor? Baz› mesaili
mücmel b›rak›r, baz›s›n› nazar-› umumîyi okflayacak,
hiss-i ammeyi rencide etmeyecek, fikr-i avam› taciz edip
yormayacak bir suret-i basitâne-i zahirânede söylüyor.”
bürhan: ispatlay›c› delil.
delil: kan›t, bürhan.
ehl-i fen: fen bilimleri ile u¤raflanlar.
ehl-i ilhad: inançs›zlar, dinsizler.
esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri.
felsefe: bilimsel araflt›rmaya dayal› bilgi esaslar›, varl›klar› tan›mlayan, akl›n ürünü olan fen ilimleri
fikr-i avam: halk›n düflüncesi, bilgi seviyesi.
hakaik-i dakika: ince, dikkat isteyen gerçekler.
hakikat: gerçek.
Hâl›k: Yaratan, yarat›c›.
hiss-i amme: genel his, toplumun hissiyat›.
hitap: konuflma.
icmal: k›saca özetlemek.
ilm-i hikmet: felsefe, fen bilimleri.
ipham: anlam›n kapal› oluflu.
irfladî: do¤ru yolu göstermekle ilgili.
kâinat: evren, tüm varl›klar.
kitab-› kâinat: kâinat kitab›.
Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve su-
C e v a b e n d e r i z k i : Felsefe, hakikatin yolunu flafl›rm›fl onun için. Hem, geçmifl derslerden ve sözlerden elbette anlam›fls›n ki, Kur’ân-› Hakîm flu kâinattan bahsediyor; tâ zat ve s›fât ve esma-i ‹lâhiyeyi bildirsin. Yani bu
kitab-› kâinat›n maanisini anlatt›r›p, tâ Hâl›k›n› tan›tt›rs›n. Demek, mevcudata kendileri için de¤il, belki mucitleri için bak›yor. Hem, umuma hitap ediyor. ‹lm-i hikmet
ise, mevcudata mevcudat için bak›yor. Hem, hususan
ehl-i fenne hitap ediyor. Öyle ise, madem ki Kur’ân-›
Hakîm mevcudat› delil yap›yor, bürhan yap›yor; delil zahirî olmak, nazar-› umuma çabuk anlafl›lmak gerektir.
resinde say›s›z ‹lâhî gayeler
bulunan Kur’ân.
lem’a-i i’caz: mu’cizelik par›lt›s›.
maani: manalar, anlamlar.
makam: mevki, mertebe.
manen: mana itibar›yla, manaca.
medar-› tenkit: tenkit, elefltiri dayana¤›.
mesail: mesele, konu.
mesail-i azîme: büyük meseleler.
mesail-i kevniye: kâinatta
136 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
var oluflla ilgili meseleler
mesaili kevniye: kâinatta var
oluflla ilgili meseleler.
mevcudat: varl›klar.
Mucit: icat eden, varl›klar›
meydana getiren.
muhtelif: çeflitli.
mücmel: maksad›n k›sa ve
özlü anlat›m›.
nazar-› umumî: k a m u o y unun bak›fl›, genel anlay›fl.
rencide: incinme, k›r›lma, gücenme.
sebeb-i kusur: eksiklik nede-
ni.
s›fat: vas›f, nitelik, hâl.
suret: görünüfl, biçim.
suret-i basitâne-i zahirâne:
görünüfle göre, aç›k basitçe
flekil.
tabakat: tabakalar.
taciz etmek: rahats›z etmek,
s›kmak.
tevehhüm: zannetme.
umum: genel, bütün.
vücuh: yön, taraf.
zahiri: aç›k.
zat: kifli.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 137
Hem madem ki Kur’ân-› Mürflit, bütün tabakat-› beflere
hitap eder; kesretli tabaka ise, tabaka-i avamd›r. Elbette
irflat ister ki, lüzumsuz fleyleri ipham ile icmal etsin ve dakik fleyleri temsil ile takrip etsin; ve mugalâtalara düflürmemek için zahirî nazarlar›nda bedihî olan fleyleri, lüzumsuz, belki zararl› bir surette ta¤yir etmemektir.
Meselâ, günefle der: “Döner bir siraçt›r, bir lâmbad›r.”
Zira, güneflten günefl için, mahiyeti için bahsetmiyor.
Belki bir nevi intizam›n zembere¤i ve nizam›n merkezi
oldu¤undan; intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i marifeti oldu¤undan bahsediyor.
Evet, der:
1
i/ôé
r Jn ¢oùªr °s ûdnG , “Günefl döner.” Bu döner
tabiriyle, k›fl-yaz, gece-gündüzün deveran›ndaki muntazam tasarrufat-› kudreti ihtar ile azamet-i Sânii ifham
eder. ‹flte, bu dönmek hakikati ne olursa olsun, maksut
olan ve hem mensuç, hem meflhut olan intizama tesir
etmez.
Hem, der:
2
ÉkLGnôp°S ¢nùrªs°ûdG πn n©nLhn . fiu “siraç” tabiriyle
âlemi bir kas›r suretinde; içinde olan eflya ise, insana ve
zîhayata ihzar edilmifl müzeyyenat ve mat’umat ve levaz›mat oldu¤unu ve günefl dahi musahhar bir mumdar oldu¤unu ihtar ile, rahmet ve ihsan-› Hâl›k’› ifham eder.
fiimdi bak; flu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak,
diyor ki: “Günefl, bir kitle-i azîme-i mayia-i nâriyedir.
Ondan f›rlam›fl olan seyyarat›, etraf›nda döndürüp,
1. Yâsin Suresi: 38.
2. Günefli de bir kandil olarak asm›flt›r. (Nuh Suresi: 16.)
âlem: evren, dünya.
âyine-i marifet: Allah’› tan›ma ve bilme vas›tas›, ‹lâhî bilgileri yans›tan ayna.
azamet-i Sâni: sanatkârâne
yaratan Allah’›n büyüklü¤ü.
bedihî: aç›k.
dakik: ince dikkat gerektiren.
deveran: birbirini takip etme,
pefli s›ra gelme.
felsefe: sadece akla dayanan,
bilimselli¤i tek ölçü kabul
eden dünya görüflünün genel
ad›.
geveze: çok konuflan, bofl
konuflan.
hakikat: gerçek.
hitap: konuflma.
icmal: k›saca, özetlemek.
ifham: anlatma, bildirme.
ihsan-› Hâl›k: Yaratan›n hediyesi, ikram›.
ihtar: uyarma, hat›rlatma.
ihzar: haz›rlama.
intizam: düzen, düzgünlük.
ipham: anlam›n aç›k olmay›fl›.
irflat: do¤ru yolu gösterme,
ayd›nlatma.
kas›r sureti: saray görünüflü.
kesretli tabaka: ço¤unluklu katman.
kitle-i azîme-i mayia-i nâriye:
s›v› hâldeki büyük atefl denizi
kütlesi.
Kur’ân-› mürflit: hak yolu gösteren Kur’ân.
levaz›mat: gerekli malzemeler.
mahiyet: özellik, netice, sonuç.
maksut: istenilen fley, istek, arzu,
gaye.
mat’umat: yenecek fleyler.
mensuç: dokunmufl, ifllenmifl.
meflhut: görünen.
mugalâta: delilsiz, saçmal›kla yan›ltma.
mumdar: ayd›nlatan lâmba.
muntazam: kusursuz, mükemmel.
musahhar: emir alt›nda olan.
mürflit: do¤ru yolu gösteren, rehber, k›lavuz.
müzeyyenat: süslenmifl fleyler.
nazar: bak›fl.
nevi: çeflit.
nizam: düzen, kanun.
rahmet: ac›ma, merhamet etme,
ba¤›fllama.
rahmet: sonsuz, ‹lâhî nimetler,
lütuf ve ba¤›fllar.
Sâni: yapan, yarat›c›.
sersem: dengesiz.
seyyarat: gezegenler.
siraç: kandil, lâmba.
suret: flekil, görünüfl.
tabaka-i avam: avam tabakas›,
genel halk.
tabakat-› befler: toplum seviyeleri, katmanlar›.
tabir: söz.
ta¤yir: de¤ifltirme, bozma.
takrip: yak›nlaflt›rma.
tasarrufat-› kudret: Cenab-› Allah’›n kudretinin iflleri.
temsil: benzetme, örnek getirme.
zahiri: d›fl görünüfl.
zemberek: saatlerin parçalar›n›
harekete geçiren yay.
zîhayat: canl›lar.
zira: çünkü.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 137
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 138
cesameti bu kadar, mahiyeti böyledir, flöyledir.” Muhifl
bir dehfletten, müthifl bir hayretten baflka ruha bir kemal-i ilmî vermiyor. Bahs-i Kur’ân gibi etmiyor. Buna k›yasen, bât›nen kof, zahiren mutantan felsefî meselelerin
ne k›ymette oldu¤unu anlars›n. Onun flaflaa-i sûriyesine
aldan›p, Kur’ân’›n gayet mu’ciznüma beyan›na karfl›
hürmetsizlik etme.
ahiret: öteki âlem.
Âl: Sevgili Peygamberimizin aile
fertleri.
âmin: “Öyle olsun, kabul buyur!”
anlam›nda bir ibare.
Ashap: Sevgili Peygamberimizin
arkadafllar›.
bahs-i Kur’ân: Kur’ân’›n bahsi,
konunun Kur’ân da geçti¤i gibi.
bahusus: özellikle.
bat›l: yanl›fl.
bât›nen: iç yüzünde.
beyan: aç›klama.
cesamet: büyüklük, irilik.
cömert: eli aç›k, ikram sahibi.
dehflet: korku.
enva-› i’caz: mu’cizelik türleri.
fazl: Allah’›n rahmeti, adaleti.
felsefî: felsefe ile ilgili.
hak: do¤ru.
hazine-i mu’cizat: mu’cizeler hazinesi.
hürmet: sayg›.
ihtar: hat›rlatma, uyar›.
ihtisar: k›saltma.
iktifaen: yeterli görerek.
kemal-i ilmî: ilmî olgunluk, zevk.
kerem: ikram edifl.
k›yamet: evrenin y›k›lmas›, da¤›lmas›.
k›yasen: benzeterek.
kof: güçlü görünmekle birlikte
kuvvetli olmayan.
Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z ‹lâhî gayeler bulunan Kur’ân.
mahiyeti: özelli¤i, yap›s›.
merhamet: ba¤›fllama, rahmet.
mu’ciznüma: mu’cizeli, harika.
muhifl: korkutucu.
mutantan: gösteriflli, flatafatl›.
müracaat: baflvuru.
rahmet: ac›ma, ba¤›fllama, merhamet etme.
rehber: önder.
Risale-i Nur: Nur Risalesi, Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
ad›.
Ék°ùpfƒoehn ,mABGOn πou c røpe /¬p∏nãren Ghn /¬pÑpJÉnµdp hn Énænd kABÉØn p°T n¿'Grôo≤rdG pπn©rLG sºo¡s∏dnG
pôrÑn≤rdG »pahn ,Ékæj/ônb Én«rftódG »pahn ,ÉnæpJƒr ne nór©nHhn ÉnæpJÉn«nM »/a rºo¡ndhn Énænd
Gkôràp°S Qp ÉsædG nøpehn ,GkQƒof p•Gnôu°üdG n¤nYhn ,Ék©«/Øn°T páneÉn«p≤rdG »pahn ,Ék°ùpfƒoe
,ÉkeÉnepGhn kÓ«/dnO Én¡u∏oc päGnôr«nîrdG n‹pGhn ,Ék≤«/aQn pásænérdG »pahn ,ÉkHÉnépMhn
nÚ/enôrc’n rG nΩnôrcnG BÉjn n∂pànªrMQn hn n∂penônchn n∑pOƒoLhn n∂p∏r°†nØpH
nÚ/e'G nÚ/ªpMGôs dG nºnMQr nG BÉjn hn
¤n=' Yhn oº«/µnërdG o¿ÉnbrôoØrdG p¬r«n∏nY n∫põrfoG røne '¤nY rºu∏°nShn πnu °U sºo¡s∏dnG
1
nÚ/e'G nÚ/e'G @ nÚ/©nªrLnG =/¬pÑrën°Unh /¬dp 'G
‹HTAR: Arabî Risaletü’n-Nur’da On Dördüncü Reflhan›n
Alt› Katresi, bahusus Dördüncü Katrenin Alt› Nüktesi,
Kur’ân-› Hakîm’in k›rk kadar enva-› i’caz›ndan on beflini
beyan eder. Ona iktifaen burada ihtisar ettik. ‹stersen
ona müracaat et; bir hazine-i mu’cizat bulursun.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 370-386.
‚è
1. Allah’›m! Kur’ân’›, bizim için, onu yazan ve benzerleri için, her türlü hastal›ktan flifa, bize
ve onlara hem dünyada, hem de ahirette dost, dünyada yoldafl, kabirde arkadafl, k›yamette flefaatçi, S›rat üzerinde nur, Cehenneme karfl› perde ve örtü, Cennette arkadafl ve bütün hay›rlara bizi sevk eden rehber ve önder k›l. Bunu fazl›n, cömertli¤in, keremin ve rahmetinle yap ey merhametlilerin en merhametlisi ve ey bütün cömertlerden daha cömert
olan! Duam›z› kabul buyur.
Allah’›m! Kendisine hakla bat›l› ay›rt eden Kur’ân-› Hakîm’in indi¤i zata, onun bütün Âl
ve Ashab›na salât ve selâm eyle. Âmin, âmin.
salât: Sevgili Peygamberimizin ismi an›ld›¤›nda okunan
dua.
selâm: esenlik dileme, dua.
sevk: yollama.
138 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
s›rat: köprü, ahirette bütün
insanlar›n üzerinden geçece¤i
özel bir geçit.
flaflaa-i sûriye: görünüflteki
parlakl›k.
flefaat: ba¤›fllanmay› dilemek.
zahiren: d›fl görünüfl.
zat: Sevgili Peygamberimiz.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 139
Peygamberimizin Mu'cizeleri
KUR’ÂN
KUR’ÂN-I MU’C‹ZÜLBEYAN, TAL‹M-‹ ESMANIN
HAK‹KAT‹NE MUFA SSALAN MAZHARDIR
Hem meselâ, hatem-i divan-› nübüvvet; ve bütün enbiyan›n mu'cizeleri onun dava-i risaletine bir tek mu'cize
hükmünde olan enbiyan›n serveri; ve flu kâinat›n mâbihiliftihar›; ve Hazret-i Âdem’e (aleyhisselâm) icmalen talim olunan bütün esman›n bütün meratibiyle tafsilen
mazhar›; yukar›ya celâl ile parma¤›n› kald›rmakla flakk-›
kamer eden ve afla¤›ya cemal ile indirmekle yine on parma¤›ndan Kevser gibi su ak›tan ve bin mu'cizat ile musaddak ve müeyyet olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n mu’cize-i kübras› olan Kur'ân-› Hakîm’in vücuh-i
i’caz›n›n en parlaklar›ndan olan hak ve hakikate dair beyanat›ndaki cezalet, ifadesindeki belâgat, maanisindeki
camiiyet, üslûplar›ndaki ulviyet ve halâveti ifade eden,
p¿'Gôr o≤rdG Gnò'g pπrãpªpH Gƒo`JrÉnj r¿nG¤n=' Y øt p÷rGnh ¢oùrf’p rG pân©nªnàrLG pøpÄnd rπob
1
GkÒ`/¡Xn ¢m†r©nÑdp rºo¡o°†r©nH n¿Énc ƒr ndhn /¬p∏rãpªpH n¿ƒoJrÉnj ’n
gibi çok ayat-› beyyinatla ins ve cinnin enzar›n› flu mu’cize-i ebediyenin vücuh-i i’caz›ndan en zahir ve en parlak
veçhine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlar›na dokunduruyor. Dostlar›n›n flevklerini, düflmanlar›n›n inad›n› tahrik edip, azîm bir teflvik ile, fliddetli bir tergip ile
dost ve düflmanlar›, onu tanzire ve taklide, yani nazirini
1. De ki: And olsun, e¤er bu Kur’ân’›n benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplan›p da hepsi birbirine yard›mc› olsalar, yine de onun benzerini getiremezler. (‹sra Suresi:
88.)
Allahü ekber: Allah en büyük
ve en yücedir.
âyât-› beyyinat: apaç›k ayetler, deliller veya iflaretler.
azîm: büyük, yüce, ulu.
belâgat: söz ve yaz›da sanatl› ve tesirli ifade; bir fleyde
sakl› bulunan derin anlam.
beyanat: aç›klamalar, izahlar.
camiiyet: toplu olma, toplu-
luk.
celâl: nihayet derecede büyüklük, azamet, ululuk.
Cemal: Cenab-› Hakk›n lütuf
ve ihsan› ile tecellisi.
cezalet: ahenkli, ak›c› ve güzel ifade.
cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k.
dair: alâkal›, ilgili.
dava-i risalet: peygamberlik
davas›, iddias›.
enbiya: nebîler, peygamberler.
enzar: bak›fllar, bakmalar, nazar etmeler.
esma: s›fatlar, isimler.
halâvet: tatl›l›k, flirinlik.
hatem-i divan-› nübüvvet:
Peygamberlik
meclisinin
mührü.
hükmünde: de¤erinde, yerinde.
icmalen: k›saltarak, k›saca, özetle.
ins: insan, befler, âdemo¤lu.
kâinat: evren; yarat›lm›fl olan
fleylerin tamam›, bütün âlemler.
Kevser: Cennette bulunan bir
akarsu.
Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân.
maani: manalar, anlamlar.
mâbihiliftihar: kendisiyle iftihar
edilen, övünülen.
mazhar: nail olma, flereflenme.
meratip: mertebeler, basamaklar.
meselâ: misal olarak, flunun gibi,
söz gelifli, faraza.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n âciz kald›¤› fley.
mu’cize-i ebediye: sonsuz mu’cize.
mu’cize-i kübra: en büyük
mu’cize.
mufassalan: tafsilâtl› olarak, ayr›nt›l› biçimde, genifl ve izahl› flekilde, etrafl›ca.
musaddak: tasdik edilmifl, do¤rulanm›fl, do¤rulu¤u kabul edilmifl.
müeyyet: do¤rulanm›fl, tasdik ve
teyit edilmifl.
nazir: benzer, efl.
serveri: bafll›k, baflkanl›k.
flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi; Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
Cenab-› Hakk›n izniyle, bir parmak iflaretiyle ay› ikiye bölmesi
suretiyle gösterdi¤i büyük mu’cize.
flevk: fliddetli arzu, afl›r› istek ve
heves.
tafsilen: tafsilli bir flekilde, uzun
uzad›ya, ayr›nt›l› olarak.
tahrik: hareket ettirme, harekete
geçirme.
talim: ö¤retme, yetifltirme.
talim-i esma: Cenab-› Hak taraf›ndan Hz. Âdem’e (a.s.) isimlerin
ö¤retilmesi.
tanzir: benzetme, benzetilme.
tergip: ra¤bet verme, isteklendirme.
ulviyet: ulvîlik, yücelik, yükseklik.
üslûp: bir eserin flekil ve ifade yönü.
vecih: cihet, yön.
vücuh-i i’caz: mu’cize olman›n
yollar›, i’caz nevileri ve vecihleri.
zahir: aç›k, aflikâr.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 139
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
ahali: halk.
ahlaf: zürriyetler, nesiller.
aleyhimüsselâm: Allah’›n selâm›
onlar›n üzerine olsun.
amma: ama, lakin, ancak.
azîm: büyük.
belâgat: iyi, güzel, pürüzsüz söz
söyleme.
beli¤: belâgatle, düzgün ve sanatl› olarak meram›n› anlatan.
befler: insan, insanl›k.
cazibe: cezp edicilik, çekicilik.
Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›.
çarfl›-y› ticaret: ticaret çarfl›s›, ticaret yap›lan yer.
durub-i emsal: meflhur sözler,
darb-› meseller, ata sözleri.
dünyevî: dünyaya ait.
düstur: kanun, kaide, kural, prensip, esas.
edip: edebiyatç›, edebiyatla meflgul olan.
ekseriyet-i mutlaka: mutlak ço¤unluk.
elhâs›l: hâs›l›, netice itibar›yla, k›saca.
enbiya: nebîler, peygamberler.
eslâf: selefler, evvelkiler, öncekiler, geçmifller.
fesahat: ahenk ve uyum yönünden kusursuz olma.
fihriste: katalog, liste.
fünun: fenler.
gaye-i yegâne: tek gaye, as›l
maksat.
güya: sanki, sözde.
havarik-› sanat: sanat harikalar›,
sanatta gösterilen ola¤anüstü baflar›lar ve ortaya konulan ola¤anüstü eserler.
ihtiyac-› f›trî: yarat›l›fl›n gere¤i
olan ihtiyaç.
ittihaz: edinme, kabul etme.
kabile: birlikte yaflayan ve bir sülâleden gelen insanlar.
kavim: millet; aralar›nda dil, âdet,
örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
kay›t: yaz›ya geçirme, deftere
yazma.
kelâm: söyz, konuflma, nutuk.
kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler.
kitabet: yaz› yazma.
manevî: maddî olmayan, içe ait,
mana ile ilgili.
manidar: nükteli, ince manal›.
mazhariyet: görünme ve tezahür
yeri olma; nail olma, flereflenme.
Page 140
yapmak ve kelâm›n› ona benzetmek için sevk ediyor;
hem öyle bir surette o mu’cizeyi nazargâh-› enâma koyuyor. Güya insan›n bu dünyaya geliflinden gaye-i yegânesi, o mu’cizeyi hedef ve düstur ittihaz edip, ona bakarak, netice-i hilkat-i insaniyeye bilerek yürümektir.
E l h â s › l : Sair enbiya aleyhimüsselâm›n mu’cizatlar›,
birer havarik-› sanata iflaret ediyor ve Hazret-i Âdem
Aleyhisselâm›n mu’cizesi ise, esasat-› sanat ile beraber,
ulûm ve fünunun, havarik ve kemalât›n›n fihristesini bir
suret-i icmalîde iflaret ediyor ve teflvik ediyor.
Amma, mu’cize-i kübra-i Ahmediye (a.s.m.) olan
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan ise, talim-i esman›n hakikatine
mufassalan mazhariyetini, hak ve hakikat olan ulûm ve
fünunun do¤ru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemalât›
ve saadat› vaz›han gösteriyor; hem pek çok azîm teflvikatla, befleri onlara sevk ediyor.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 416-417.
‚è
Ceziretü’l-Arab ahalisi o as›rda ekseriyet-i mutlaka itibar›yla ümmî idi. Ümmîlikleri için mefahirlerini ve vukuat-› tarihiyelerini ve mehasin-i ahlâka yard›m edecek durub-i emsallerini kitabet yerine fliir ve belâgat kayd›yla
muhafaza ediyorlard›. Manidar bir kelâm, fliir ve belâgat
cazibesiyle eslâftan ahlâfa haf›zalarda kal›p gidiyordu.
‹flte flu ihtiyac-› f›trî neticesi olarak, o kavmin manevî
çarfl›-y› ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve
belâgat meta› idi. Hatta bir kabilenin beli¤ bir edibi,
mefahir: iftihar edilecek, övünülecek fleyler, mefharetler.
mehasin-i ahlâk: ahlâk güzelli¤i, ahlâkî güzellikler.
meta: sermaye, elde bulunan
varl›k.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
mufassalan: tafsilâtl› olarak,
ayr›nt›l› biçimde, genifl ve
140 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
izahl› flekilde, etrafl›ca.
muhafaza: koruma, saklama,
h›fzetme.
netice-i hilkat-i befleriye: insano¤lunun yarat›l›fl›n›n neticesi, meyvesi.
revaç: ra¤bet, k›ymet, de¤er.
saadet: mutluluk, kutluluk,
bahtiyarl›k, mes’ut olma.
sair: di¤er, baflka, öteki.
sevk: yöneltme, gönderme.
suret: biçim, tarz, görünüfl.
suret-i icmalî: k›sa ve özlü bir
flekil, tarz.
talim-i Esma: Cenab-› Hak taraf›ndan Hz. Âdem’e (a.s.)
isimlerin ö¤retilmesi.
teflvikat: heveslendirme, motive etme.
uhrevî: ahirete dair, ahirete
ait.
ulûm: ilimler.
ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl.
vaz›h: aç›k, aflikâr; kolay anlafl›l›r.
ziyade: çok, fazla.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 141
en büyük bir kahraman-› millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlard›. ‹flte, ‹slâmiyetten sonra âlemi zekâlar›yla idare eden o zeki kavim, flu en revaçl› ve medar-›
iftiharlar› ve ona fliddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatte
akvam-› âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar k›ymettar idi ki, bir edibin bir sözü
için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlard›. Hatta onlar›n içinde “Muallâkat-›
Seb’a” nam›yla yedi edibin yedi kasidesini alt›nla Kâbe’nin duvar›na yazm›fllar, onunla iftihar ediyorlard›.
‹flte böyle bir zamanda, belâgat en revaçl› oldu¤u bir
anda Kur’ân-› Mu’cizülbeyan nüzul etti. Nas›l ki zaman-›
Mûsa Aleyhisselâmda sihir ve zaman-› ‹sa Aleyhisselâmda t›p revaçta idi; mu’cizelerinin mühimi o cinsten geldi.
‹flte o vakit büle¤a-i Arab› en k›sa bir suresine mukabeleye davet etti.
1
/¬p∏rãpe røpe mIQn ƒo°ùpH GƒoJrÉna Énf pórÑnY '¤nY Énærdsõnf És‡p mÖrjQn ⋲a/ rºoàræoc r¿pGhn
ferman›yla onlara meydan okuyor.
Hem, der ki: “‹man getirmezseniz mel’unsunuz, Ce henneme gireceksiniz.” Damarlar›na fliddetle vuruyor,
gururlar›n› dehfletli surette k›r›yor, o kibirli ak›llar›n› istihfaf ediyor. Onlar› bidayeten idam-› ebedî ile ve sonra da
Cehennemde idam-› ebedî ile beraber dünyevî idam ile
de mahkûm ediyor. Der: “Ya muaraza ediniz, yahut can
ve mal›n›z helâkettedir.”1
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 592-594.
‚è
1. Sizin Allah’› b›rak›p da tapt›klar›n›z›n hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar. (Hac
Suresi: 73.)
âlem: dünya, cihan.
belâgat: iyi, güzel, pürüzsüz
söz söyleme.
büle¤a-i Arap: Arap beli¤leri,
Arap edebiyatç›lar›.
edip: edebiyatç›, edebiyatla
meflgul olan.
ferman: emir, buyruk.
gurur: kibir, kurum, kurulma.
iftihar: gurur, övünme.
iftihar: övünme.
kaside: övgü maksad›yla yaz›lm›fl fliir ve bu fliirin naz›m
flekli.
kavim: millet; aralar›nda dil,
âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u.
k›ymettar: k›ymetli, de¤erli.
medar-› iftihar: iftihar sebebi, övünme sebebi.
mel’un: lânetlenmifl, kötülenmifl.
mertebe: derece, basamak.
Muallâkat-› Seb’a: yedi ask›;
Kur’ân nazil olmadan önce,
meflhur Arap flairlerinin en
be¤enilmifl fliirlerinden, Kâbe’nin duvar›na as›lm›fl olanlar›.
mu’cize: benzerini yapmak-
tan insanlar›n âciz kald›¤› fley.
muharebe: savaflma, savafl.
mukabele: karfl›l›k verme, karfl›lama.
musalâha: bar›flma, uzlaflma,
sulh, bar›fl.
nam: ün, flöhret, flan.
nüzul: inme, inifl, gökten dünyaya gelifl.
revaç: k›ymet, de¤er, itibar, rayiç.
sihir: büyü, büyücülük, göz boyac›l›k, gözba¤c›l›k.
suret: tarz, yol, gidifl; usul, metot,
üslûp.
fliddet-i ihtiyaç: ihtiyac›n, muhtaç olman›n fliddeti, ihtiyac›n çok
fazla olmas›.
t›p: hastal›klar› iyilefltirmek, hafifletmek veya önlemek amac›yla
baflvurulan teknik ve ilmî çal›flmalar›n tamam›, tabiplik, doktorluk, hekimlik.
ziyade: fazla, fazlas›yla.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 141
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 142
KUR’ÂN’IN BENZER‹ YAPILAMAZ
GƒoYrOGnh /¬p∏rãpe røpe mIQn ƒo°ùpH GƒoJrÉna ÉnfpórÑnY'¤nY Énærdsõnf És‡p mÖrjQn ⋲a/ rºoàræ`ocr¿pGhn
1
nÚ/bpOÉ°nU rºoàræ`oc r¿pG $G p¿hoO røpe rºoc nABGón n¡°oT
Yani: “E¤er, bir flüpheniz varsa, size yard›m edecek,
flahadet edecek bütün büyüklerinizi ve taraftarlar›n›z› ça ¤›r›n›z, bir tek suresine bir nazire yap›n›z.”
‹flaratü’l-‹’caz’da izah ve ispat edildi¤i için, burada yaln›z icmaline iflaret ederiz. fiöyle ki:
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan diyor: “Ey ins ve cin! E¤er
Kur’ân, kelâm-› ‹lâhî oldu¤unda flüpheniz varsa, bir befler kelâm› oldu¤unu tevehhüm ediyorsan›z, haydi iflte
meydan, geliniz? Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dedi¤iniz zat gibi, okumak yazmak bilmez, k›raat ve kitabet
görmemifl bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz,
yapt›r›n›z.
“Bunu yapamazsan›z, haydi ümmî olmas›n, en meflhur bir edip, bir âlim olsun.
âlim: bilgin.
belâgat: sözün düzgün, kusursuz,
yerinde ve hâlin ve makam›n icab›na göre söylenmesi.
beli¤: maksad›n› eksiksiz bir flekilde ve güzel sözlerle anlatan.
befler: insan.
büle¤a: güzel söz söyleme sanat›
ile meflgul olanlar.
cin: bir cins ateflten yarat›lm›fl ve
Allah’a iman etmekle yükümlü
tutulmufl fluur sahibi bir varl›k.
edip: güzel ve sanatl› söz söyleyen veya yazan.
hakaik-› Kur’âniye: Kur’ân’›n hakikatleri, gerçekleri.
himmet: yard›m.
huteba: hatipler; güzel konuflanlar.
icmal: özet.
ilâh: tanr›, tap›n›lan fley.
ins: insan.
ispat: do¤ruyu delillerle gösterme.
‹flaratü’l-‹’caz: Bediüzzaman Said
Nursî’nin, Risale-i Nur Külliyat›nda
“Bunu da yapamazsan›z, haydi bir tek olmas›n, bütün
büle¤an›z, huteban›z, belki bütün geçmifl beli¤lerin güzel
eserlerini ve bütün gelecek ediplerin yard›mlar›n› ve ilâhlar›n›z›n himmetlerini beraber al›n›z, bütün kuvvetinizle
çal›fl›n›z, flu Kur’ân’a bir nazire yap›n›z.
“Bunu da yapamazsan›z, haydi kabil-i taklit olmayan
hakaik-› Kur’âniyeden ve manevî çok mu’cizat›ndan
kat-› nazar, yaln›z nazm›ndaki belâgatine nazire olarak
bir eser yap›n›z.”
1. Bakara Suresi: 23.
yer alan bir eseri.
izah: aç›klama.
kabil-i taklit: taklit edilebilir.
kat-› nazar: “ ...bir tarafa.”
kelâm: söz.
kelâm-› ‹lâhî: Allah kelâm›.
k›raat: okuma.
kitabet: yaz› yazma.
Kur’ân-›
Mu’cizülbeyan:
aç›klamalar›yla ak›llar› benze-
142 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
rini yapmaktan âciz b›rakan
Kur’ân-› Kerîm.
manevî: manaya ait.
meflhur: tan›nm›fl.
misal: örnek.
mu’cizat: mu’cizeler.
Muhammedü’l-Emin: her bak›mdan güvenilir olan Peygamberimiz (a.s.m.).
naz›m: Kur’ân’›n ayetlerinin
ve kelimelerinin dizilifli, dü-
zenlenifli.
nazire: benzeri.
sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri.
flahadet: flahitlik.
flüphe: tereddüt, kuflku.
tevehhüm: zannetme, sanma.
ümmî: okuma yazmas› olmayan.
zat: kifli, flah›s.
HZ MUHAMMED 01
1
7/1/06
11:46 AM
Page 143
mäÉnjnônàrØoe /¬p∏rãpe Qm ƒn o°S pörûn©pH GƒoJrÉna ilzam›yla der:
“Haydi sizden manan›n do¤rulu¤unu istemiyorum,
müftereyat ve yalanlar ve bat›l hikâyeler olsun.
“Bunu da yapam›yorsunuz; haydi bütün Kur’ân kadar
olmas›n, yaln›z Qm ƒn o°S pörûn©pH on suresine nazire getiriniz.
“Bunu da yapam›yorsunuz; haydi bir tek suresine na zire getiriniz.
“Bu da çoktur; haydi k›sa bir suresine bir nazire ibraz
ediniz.
“Hatta, madem bunu da yapamazsan›z ve yapamazs›
n›z; hem bu kadar muhtaç oldu¤unuz hâlde, çünkü, hay
siyet ve namusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve flerefi
niz, can ve mal›n›z, dünya ve ahiretiniz, buna nazire ge
tirmekle kurtulabilir; yoksa dünyada haysiyetsiz, namus
suz, dinsiz, flerefsiz, zillet içinde, can ve mal›n›z helâket
te mahvolup ve ahirette,
2
-
oIQn Énép◊r Gnh ¢So ÉsædG ÉngoOƒobhn »à/ sdG Qn ÉsædG Gƒo≤sJÉna
iflaretiyle, Cehennemde haps-i ebedî ile mahkûm ve sa nemlerinizle beraber atefle odunluk edeceksiniz. Hem
madem sekiz mertebe aczinizi anlad›n›z, elbette sekiz de fa, Kur’ân dahi mu’cize oldu¤unu bilmekli¤iniz gerektir.
Ya imana geliniz veyahut susunuz, Cehenneme gidiniz!”
1. Ve düzme ve uydurma da olsa onun gibi on tane sure getirin. (Hûd Suresi: 13.)
2. Yak›t› insanlar ve tafllar olan, kâfirler için haz›rlanm›fl Cehennem ateflinden sak›n›n. (Bakara Suresi: 24.).
acz: güçsüzlük, kuvvetsizlik, Cehennem: ahiretteki yarg›yetersiz kalma.
lamadan sonra günahkâr kulahiret: k›yametten sonra ku- lar›n girecekleri ve azap görecekleri yer.
rulacak olan âlem.
hikâye: olmufl ve olmas›
mümkün olaylar› yaz›l› veya
sözlü olarak anlatma.
ibraz: ortaya koyma, gösterasabiyet: kendi ›rk›n›, dinini haps-i ebedî: sonsuza dek me.
ve benzeri fleyleri koruma kal›nacak hapis.
ilzam: susturma, cevap veregayreti.
haysiyet: fleref, onur.
mez hâle getirme.
bat›l: gerçek olmayan, yalan, helâket: mahvolma, yok ol- iman: inanma; Kur’ân’›n Allah
hurafe, bofl, manas›z.
ma.
sözü oldu¤unu kabul etme.
izzet: de¤er, itibar, fleref, yücelik.
kâfir: Allah’›n varl›¤›n› ve birli¤ini
inkâr eden.
Kur’ân: Allah taraf›ndan vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indirilmifl, semavî kitaplar›n sonuncusu.
mahkûm: hükümlü, cezal›.
mahvolma: yok olma, bitme.
mertebe: derece.
mu’cize: Allah taraf›ndan verilip,
yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri harika ifl.
muhtaç: ihtiyaç içinde olan.
müftereyat: iftiralar, uydurmalar.
nazire: benzeri.
sanem: put.
sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤›
114 bölümden her biri.
fleref: onur, haysiyet.
veyahut: yahut, ya da.
zillet: alçakl›k, adîlik.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 143
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
ayat: Kur’ân ayetleri, cümleleri.
beyan: anlatma, aç›klama.
beyan-› ifhâmiye: karfl›s›ndakini
konuflamayacak derecede deliller ortaya koyarak susturma.
beyan-› Kur’ân: Kur’ân’›n aç›klamas›, anlatmas›.
dair: ilgili.
delil: bir fikrin veya hükmün do¤rulu¤unu kan›tlayan fley.
felâket: musibet, zarar verici büyük olay.
gayp: gizli olan, görünmeyen
âlemler.
güruh: topluluk.
hacet: ihtiyaç, gerek.
hakikat: gerçek.
hazine: k›ymetli fleylerin sakland›¤› sa¤lam yer; nimet.
ifhâm (
Ωr Éë
n rapG ): bir fleyi delilleriy-
le ispat ve izah ile ö¤retme.
ilâh: tanr›, tap›n›lan fley.
ilzam: delille ispat edip, cevap
veremez hale getirme.
iman: inanma.
kâfir: Allah’›n varl›¤›n› ve birli¤ini
inkâr eden.
kâhin: kar›fl›k ve tahminî sözlerle
gelecekten haber verdi¤i söylenen kimse .
kâinat: bütün âlemler, varl›klar.
Kur’ân: Allah taraf›ndan vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indirilmifl, sonuncu semavî kitap.
Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm.
makam-› ifhâm: delille ispatlama
makam›.
mecnun: deli.
misal: örnek.
münezzeh: kusur ve noksanlardan uzak.
nimet: ihsan, lütuf, Allah’›n verdi¤i faydal› ve hofla giden fley.
niyet: bir fleyi düflünerek yapmaya karar verme.
ö¤üt: nasihat, tavsiye.
peygamber: Allah’›n elçisi.
Rab: varl›klar›n bütün ihtiyaçlar›n› gideren, besleyen, büyüten
onlar› uyum içinde sevk ve idare
eden Allah.
s›rf: sadece.
tedbir: idare etme, yönetme.
ücret: karfl›l›k.
1. ‹mam-› Gazalî, ‹hya-i Ulûmid din, 1:105.
2. Sen ö¤üt vermeye devam et.
Rabbinin sana verdi¤i peygamberlik nimeti hakk› için,
sen ne bir kâhinsin, ne de bir
mecnun. • Yoksa onlar “O bir
Page 144
‹flte, Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’›n makam-› ifhâmdaki ilzam›na bak ve de:
1
l¿Én«nH p¿'Gröo≤rdG p¿Én«nH nór©nH ¢nùr«nd . Evet, be-
yan-› Kur’ân’dan sonra beyan olamaz ve hacet kalmaz.
‹kinci misal:
n¿ƒodƒo≤nj rΩnG @ m¿ƒoæréne ’n hn møpgÉnµpH n∂uHQn pânªr©pæpH nârfnG BÉnªna ôur cnòna
nøpe rºoµn©ne Êppq Éna Gƒo°üsHnônJ rπob @ p¿ƒoænŸrG nÖrjQn /¬pH ¢üo sHnônànf ôpl YÉn°T
@ n¿ƒoZÉnW lΩƒr nb rºog rΩn G BGnò'¡pH rºo¡oenÓrMnG rºogoôoerÉnJ rΩnG @ nÚ°/üpqHnônàoŸGr
GƒofÉnc r¿pG /¬p∏rãpe måj/ónëpH GƒoJrÉn«r∏na @ n¿ƒoæperDƒoj ’n rπnH o¬nd ƒs n≤nJ n¿ƒodƒo≤nj rΩnG
Gƒo≤n∏nNrΩnG @ n¿ƒo≤dp ÉnÿrG oºog rΩnG mA∆
n /bpOÉ°Un
r Tn pôr«nZ røpe Gƒo≤p∏oN rΩnG @ Ú
@ n∂Hu Qn øo pFBGõn nN rºognóræpY rΩnG @ n¿ƒoæpbƒoj ’n rπnH ¢nVQr ’n rGhn päGnƒ'ª°sùdG
rºo¡o©pªnà°rùoe pärÉ«n r∏na p¬«/a n¿ƒo©pªnà°rùnj lºs∏°oS rºo¡nd rΩnG @ n¿hoôp£r«°nüoŸrG oºog rΩnG
GkôrLnG rºo¡o∏nÄ°rùnJ rΩnG @ n¿ƒoænÑrdG oºoµndhn oäÉnænÑrdG o¬nd rΩnG @ mÚ/Ñoe m¿Én£r∏o°ùpH
@ n¿ƒÑo ào `rµjn rºo¡na oÖr«n¨rdG oºgo nóræpY rΩnG @ n¿ƒo∏n≤rãoe Ωm nôr¨ne røpe rºo¡`na
$Goôr«nZ l¬'dpG rºo¡nd rΩnG @ n¿hoó«/µ`nŸrG oºog GhoônØnc nøj/òsdÉna Gkór«nc n¿hoójô/ oj rΩnG
2
@ n¿ƒocpô°rûoj ÉsªnY $G n¿ÉnërÑ°oS
‹flte flu ayat›n binler hakikatlerinden yaln›z beyan-› ifhâmiyeye misal için bir hakikatini beyan ederiz. fiöyle ki:
flairdir; biz onun bafl›na gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? • Sen “Bekleyedurun,”
de. “Ben de sizinle beraber bekliyorum.” • Onlar ak›llar›n› kullanarak m› bunu söylüyorlar,
yoksa onlar s›rf bir azg›nlar güruhu mudur? • Yahut Kur’ân’› kendisi mi uydurdu diyorlar?
Do¤rusu onlar›n iman etmeye niyetleri yoktur. • E¤er do¤ru söylüyorlarsa, Kur’ân’›n benzeri bir söz getirsinler. • Yoksa onlar bir yarat›c› olmaks›z›n m› yarat›ld›lar? Veya kendi
kendilerini mi yarat›yorlar? • Yoksa gökleri ve yeri onlar m› yaratt›? Do¤rusu onlar›n düflünüp iman etmeye niyetleri yoktur. • Yoksa Rabbinin hazineleri onlar›n yan›nda m›? Veya kâinat›n tedbir ve idaresini onlar m› ele geçirdi? • Yoksa göklere ç›k›p da gök ehlinin
haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri, iflittiklerine dair
aç›k bir delil getirsin. • Yoksa k›z çocuklar› Onun, erkek çocuklar da sizin mi? • Yoksa sen
onlardan bir ücret istedin de onlar a¤›r bir borç alt›na m› girdiler? • Yoksa gayb›n ilmi onlar›n yan›nda da oradan m› al›p yaz›yorlar? • Yoksa sana bir tuzak m› kurmak istiyorlar?
Fakat o kâfirler tuza¤a düflecek olanlar›n tâ kendileridir. • Yoksa onlar›n Allah’tan baflka
bir ilâh› m› var? Allah onlar›n ortak kofltuklar› fleylerden münezzehtir. (Tur Suresi: 29-43.)
144 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
HZ MUHAMMED 01
1
7/1/06
11:46 AM
Page 145
rΩnG ˘ ˘ Ωr nG lâfz›yla on befl tabaka istifham-› inkârî-i taaccü-
bî ile ehl-i dalâletin bütün aksam›n› susturur ve flübehat›n bütün menflelerini kapat›r. Ehl-i dalâlet için, içine girip saklanacak fleytanî bir delik b›rakm›yor, kapat›yor. Alt›na girip gizlenecek bir perde-i dalâlet b›rakm›yor, y›rt›yor. Yalanlar›ndan hiçbir yalan› b›rakm›yor, bafl›n› eziyor.
Her bir f›krada bir taifenin hulâsa-i fikr-i küfrîlerini ya bir
k›sa tabir ile iptal eder, ya butlan› zahir oldu¤undan sükûtla butlan›n› bedahete havale eder veya baflka ayetlerde tafsilen reddedildi¤i için, burada mücmelen iflaret
eder.
Meselâ, birinci f›kra
2
o¬nd »/¨nÑrænj Énehn nôr©°pqûdG o√Énærªs∏nY Énehn
ayetine iflaret eder, on beflinci f›kra ise,
3
ÉnJnón°ùnØnd *G ’s pG lán¡dp 'G BÉnªp¡«/a n¿Énc ƒr nd
ayetine remzeder; daha
sair f›kralar› buna k›yas et. fiöyle ki:
Baflta diyor: Ahkâm-› ‹lâhiyeyi tebli¤ et. Sen kâhin de ¤ilsin. Zira, kâhinin sözleri kar›fl›k ve tahminîdir; seninki,
hak ve yakînîdir. Mecnun olamazs›n; düflman›n dahi se nin kemal-i akl›na flahadet eder.
4
p¿ƒoænŸrG nÖrjQn /¬pH ¢oüsHnônànf lôpYÉn°T n¿ƒodƒo≤nj rΩn G Âyâ, acaba muha
-
kemesiz âmî kâfirler gibi, sana flair mi diyorlar? Senin
helâketini mi bekliyorlar? Sen, de: ‘Bekleyiniz. Ben de
bekliyorum.’ Senin parlak, büyük hakikatlerin, fliirin ha yalât›ndan münezzeh ve tezyinat›ndan müsta¤nidir.
1. Yoksa, yoksa...
2. Biz Peygambere fliir ö¤retmedik; bu ona yak›flmaz da. (Yâsin Suresi: 69.)
3. E¤er göklerde ve yerde Allah’tan baflka ilâhlar olsayd›, ikisi de harap olup giderdi. (Enbiya
Suresi: 22.)
4. Yoksa onlar “O bir flairdir; biz onun bafl›na gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? (Tur
Suresi: 30.)
ahkâm-› ‹lâhiye: Allah’›n hü- ayet: Kur’ân’›n her bir cümle- ehl-i dalâlet: ‹slâmiyeti kabul
kümleri, kanunlar›.
si.
etmeyen, azg›n ve sapk›n
kimseler.
aksam: k›s›mlar.
bedahet: aç›kl›k.
f›kra: paragraf, bölüm.
âmî: cahil, bilgisiz.
hak: do¤ru, gerçek.
âyâ: acaba, nas›l oluyor, hay- butlan: bat›ll›k, bir fikrin yan- hakikat: gerçek.
ret.
l›fl olmas›.
harap: y›k›lma, yok olma.
havale: gönderme, b›rakma.
hayalât: hayaller.
helâket: mahvolma, yok olma.
hulâsa-i fikr-i küfrî: küfre ait fikrin özü.
ilâh: tanr›, tap›n›lan fley.
istifham-› inkârî-i taaccübî: flafl›rma ve yad›rgama sorusu meselâ; ‘Hiç böyle olur mu?’ gibi.
kâfir: Allah’› ve ‹slâmiyeti kabul
etmeyen.
kâhin: kar›fl›k ve tahminî sözlerle
gelecekten ve bilinmeyenden haber verdi¤i söylenen kimse.
kemal-i ak›l: akl›n mükemmelli¤i.
k›yas: karfl›laflt›rma.
lâf›z: kelime, söz.
mecnun: deli.
menfle: kaynak, kök.
meselâ: örnek olarak.
muhakeme: ak›l yürütüp do¤ru
bir sonuç elde edebilme
mücmelen: k›sa ve özlü bir flekilde.
münezzeh: uzak.
müsta¤ni: ihtiyaç duymayan, tenezzül etmeyen.
perde-i dalâlet: azg›nl›k ve sap›kl›k perdesi.
peygamber: Allah’›n elçisi.
red: kabul etmeme.
remiz: iflaret.
sair: di¤er, baflka.
sükût: susma, söz söylememe.
flahadet: flahitlik; do¤rulama.
flair: fliir yazan.
fleytanî: fleytanla ilgili ve ona ait.
flübehat: flüpheler.
tabaka: derece.
tabir: söz, ifade.
tafsil: ayr›nt›l› flekilde.
tahminî: tahmin yoluyla.
taife: topluluk, bölük.
tebli¤: peygamberlerin Allah’›n
emrini kullara bildirmeleri.
tezyinat: süslemeler.
yakînî: flüphe edilmeyecek derecede kesin bir flekilde.
zahir: aç›k.
zira: çünkü.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 145
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 146
1
abes: bofl, manas›z, hikmetsiz.
ak›bet: bir fleyin sonu.
âsâr-› befleriye: insanlar›n eserleri.
delâil-i nübüvvet: peygamberlik
delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan deliller.
delil: iz, niflan, emare.
evamir-i ‹lâhiye: Allah’›n emirleri.
felâket: musibet, yok edici büyük belâ.
felâsife-i abesiyyun: kâinat›n ve
hâdiselerin bafl›bofl, faydas›z, gayesiz, kendi kendine, yarat›c›s›z
oldu¤una inanan felsefeciler
feylesof: sadece ak›lla her fleyin
halledilebilece¤ini iddia eden filozof.
Firavun: bkz. fiah›s Bilgileri.
gaye: hedef, amaç; netice, sonuç.
güruh: topluluk.
Hak: Allah.
hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler.
hakkaniyet: hak ve adâlete uygunluk.
hâl›k: yarat›c›.
hikmet: belirli gayelere yönelik,
faydal› ve yerli yerinde olufl.
iman: inanma, kabul etme.
inkâr: inanmama, kabul etmeme.
istinkâf: yüz çevirme, kabul etmeme.
itikat: inanmak, inanç.
ittiba: kabul edip arkas›ndan gitme, uyma.
ittiham: suçlama.
kâinat: bütün âlemler, varl›klar.
kemalât-› ilmiye: ilimdeki ilerleme, yükselme ve mükemmellikler.
makul: akla uygun.
malûm: bilinen.
mevcudat: var olan her fley.
mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük
harika ifller.
mu’cize: benzerini yapmaktan
insanlar›n aciz kald›¤› fley.
Muhammedü’l-Emin: her bak›mdan güvenilir olan Peygamberimiz (a.s.m.).
musahhar: emir dinleyen, itaat
eden.
muvazzaf: vazifeli, görevli.
münaf›k: inanmad›¤› hâlde inan›r
gibi görünen, ara bozucu.
müsmir: meyve veren.
mütecebbir: zor kullanan; büyüklenen.
müzeyyen: süslenmifl.
BGnò'¡pH rºo¡oenÓrMnG rºogoôoerÉnJ rΩn G Yahut, acaba ak›llar›na güve
-
nen ak›ls›z feylesoflar gibi, ‘Akl›m›z bize yeter’ deyip sa na ittibadan istinkâf m› ederler? Hâlbuki, ak›l ise sana it tiba› emreder. Çünkü, bütün dedi¤in makuldür; fakat ak›l
kendi bafl›yla ona yetiflemez.
2
n¿ƒoZÉnW lΩƒr nb rºog rΩnG Yahut, inkârlar›na sebep, ta¤î zalim-
ler gibi, Hakka serfüru etmemeleri midir? Hâlbuki, mütecebbir zalimlerin rüesalar› olan Firavunlar›n, Nemrutlar›n ak›betleri malûmdur.
3
n¿ƒoæperDƒoj n’ πr nH o¬nd ƒs n≤nJ n¿ƒodƒo≤nj rΩnG Veyahut yalanc›, vicdans›z
münaf›klar gibi, ‘Kur’ân senin sözlerindir’ diye seni ittiham m› ediyorlar? Hâlbuki, tâ flimdiye kadar ‘Muhammedü’l-Emin’ diyerek içlerinde seni en do¤ru sözlü biliyorlard›. Demek onlar›n imana niyetleri yoktur. Yoksa
Kur’ân’›n âsâr-› befleriye içinde bir nazirini bulsunlar.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 619-623.
‚è
KUR’ÂN HAZRET-‹ MUHAMMED’E (A. S . M . ),
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) KUR’ÂN’A DEL‹LD‹R
Birinci Nokta: Nas›l ki, Kur’ân bütün mu’cizat›yla ve
hakkaniyetine delil olan bütün hakaik›yla Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm›n bir mu’cizesidir; öyle de, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da bütün mu’cizat›yla
ve delâil-i nübüvvetiyle ve kemalât-› ilmiyesiyle Kur’ân’›n
1. Onlar ak›llar›n› kullanarak m› bunu söylüyorlar? (Tur Suresi: 32.)
2. Yoksa onlar s›rf bir azg›nlar güruhu mudur? (Tur Suresi: 32.)
3. Yahut Kur’ân’› kendisi mi uydurdu diyorlar? Do¤rusu onlar›n iman etmeye niyetleri yoktur.
(Tûr Suresi: 33.)
nazir: benzer, efl.
Nemrut: bkz. fiah›s Bilgileri.
niyet: bir fleyi düflünerek
yapmaya karar verme.
rüesa: reisler.
serfüru: bafl e¤me, itaat.
s›rf: büsbütün, sadece.
146 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
ta¤î: azg›n, asi.
vazife: görev.
veyahut: yahut, ya da.
vicdanen: iyiyi kötüden ay›rabilen, iyilik etmekten lezzet
duyan ve kötülükten elem
alan manevî duygu bak›m›n-
dan.
yahut: ya da.
zalim: haks›zl›k ve kötülük
yaparak zarar veren.
zan: sanma.
zerre: maddenin en küçük
parças›, atom.
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 147
bir mu’cizesidir ve Kur’ân kelâmullah oldu¤una bir hüccet-i kàt›as›d›r.
Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 720.
‚è
KUR’ÂN, S‹KKE-‹ ‹’CAZ TA fi I M A K TA D I R
Üçüncü Vecih: Kur’ân-› Kerîm, sanki onlara istihzaen diyor ki: “Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün
insanlara nübüvvetini tasdik ettirmek için Allah’›ndan
yard›m istedi. Allah’› da, Kur’ân’›na sikke-i i’caz› basarak
pek çok insanlara tasdik ettirdi. Sizin âlihelerinizden bir
faydan›z varsa, siz de onlar› ça¤›r›n›z, size yard›m etsinler.”
‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 178.
‚è
HAZRET-‹ MUHAMMED’‹N (A.S.M) ‹ZHAR ETT‹⁄‹
MU’C‹ZELER‹N‹N ÜÇ NEV ’‹
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n izhar
etti¤i mahsus ve zahiri ve insanlarca meflhur ve malûm
olan harika ve mu’cizelerinin ekserîsi, tarih ve siyer kitaplar›nda mezkûrdur ve ayn› zamanda, muhakkikîn-i
ulema taraf›ndan izah ve beyan edilmifllerdir. Binaenaleyh, tafsilât›n› o kitaplara havale ile yaln›z o harikalar›n
nevilerini icmalen izah edece¤iz.
Evet, Peygamber Aleyhisselâm›n zahiri harikalar›n›n
her birisi âhadî olup mütevatir de¤ilse de, o âhadîlerin
âhadî: bir veya iki koldan bildirilen bilgiler, çoklar taraf›ndan nakledilmemifl olan.
beyan: aç›klama, bildirme,
izah.
binaenaleyh: bundan dolay›,
bunun üzerine.
ekser: pek çok.
havale: bir fleyi baflkas›n›n
üstüne b›rakma.
hüccet-i kàt›a: kat’î ve kesin
delil, hiç bir flüpheye mahal
b›rakmayan delil.
icmalen: k›saltarak, k›saca,
özetle.
istihzaen: alay ederek, e¤lenerek.
izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile
anlatma.
izhar: ortaya koyma, a盤a ç›karma, gösterme.
kelâmullah: Allah’›n kelâm›,
Kur’ân-› Kerîm.
mezkûr: zikredilen, ad› geçen, an›lan.
mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n aciz kald›¤› fley.
muhakkikîn-i ulema: haki-
katleri araflt›ran Müslüman
âlimler.
mütevatir: yalan söylemekte
birleflmeleri akl›n kabul etmeyece¤i bir toplulu¤un verdi¤i haber.
nevi: çeflit.
nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i.
sikke-i i’caz: mu’cizelik iflareti, sikkesi, damgas›.
siyer: siretler, ahlâk ve yüksek vas›flar.
tafsilât: tafsiller, aç›klamalar,
izahlar.
tasdik: do¤rulama, onaylama.
vecih: cihet, yön.
zahir: görünen, görünücü.
HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 147
HZ MUHAMMED 01
7/1/06
11:46 AM
Page 148
heyet-i mecmuas› ve çok nevileri, mütevatir-i bilmanad›r.
Yani, lâf›z ve ibareleri mütevatir de¤ilse de, manalar› çok
insanlar taraf›ndan nakledilmifltir. O harikalar›n nevileri
üçtür.
B i r i n c i s i: “‹rhasat” ile an›lmaktad›r ki, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n nübüvvetinden evvel
zuhur eden harikalard›r. Mecusî milletinin tapt›¤› ateflin
sönmesi, Sava denizinin sular›n›n çekilmesi, Kisra saray›n›n y›k›lmas› ve gaipten yap›lan tebflirler gibi fleylerdir.
Sanki o Hazretin (a.s.m.) zaman-› velâdeti, hassas ve keramet sahibi imifl gibi, o zat›n kudüm ve gelmesini flu gibi hâdiselerle tebfliratta bulunmufltur.
‹kinci Nevi: ‹hbarat-› gaybiyedir ki, bilahare vukua
gelecek pek çok garip fleylerden bahsetmifltir. Ezcümle,
Kisra ve Kayserin definelerinin ‹slâm eline geçmesi,
Rumlar›n ma¤lûp edilmesi, Mekke’nin fethi, Kostantiniye’nin al›nmas› gibi hâdisattan haber vermifltir. Sanki o
zat›n cesedinden tecerrüt eden ruhu, zaman ve mekân›n
kay›tlar›n› k›rarak istikbalin her taraf›na uçup gezmifl ve
gördü¤ü vukuat› söylemifltir ve söyledi¤i gibi de vukua
gelmifltir.
bilahare: sonra, sonradan, sonralar›.
ceset: vücut, beden.
define: k›ymet ve de¤eri yüksek
olan fley, hazine.
ezcümle: bu cümleden olarak.
fetih: kuflatma, zaptetme, bir ülkeyi veya yeri ele geçirme.
gaip: görünmeyen âlem.
garip: tuhaf, flafl›lacak, bambaflka.
hassas: çok çabuk hisseden, hissi
galip olan.
heyet-i mecmua: bir fleyin teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve
manzara.
ibare: metin, cümle veya bir kaç
cümleden oluflan söz grubu.
istikbal: gelecek, gelecek zaman,
ati.
Kayser: Eski Roma ve Bizans imparatorlar›n›n lâkab›.
keramet: ermiflçesine yap›lan ifl,
hareket veya söylenen söz, fikir.
Üçüncü Nevi: Hissi harikalard›r ki, muaraza zamanlar›nda kendisinden talep edilen mu’cizelerdir—tafl›n konuflmas›, a¤ac›n yürümesi, ay›n iki parçaya bölünmesi,
parmaklar›ndan su akmas› gibi.
‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 173.
‚è
kudüm: ayak basma, gelme,
gelifl.
lâf›z: söz, kelime.
ma¤lup: yenilme, kendisine
galip gelinmifl.
Mecusî: atefle tapan, Zerdüflt
dinini benimseyen, bu dinle
ilgili olan, Zerdüfltî.
muaraza: birbirine karfl› gelme, söz ile karfl›l›kl› mücadele.
mütevatir: yalan söylemekte
birleflmeleri akl›n kabul etmeyece¤i bir toplulu¤un ver-
148 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.)
di¤i haber.
mütevatir-i bilmana: manas›
itibar›yla mütevatir olan; mana bak›m›ndan yalan ihtimali
olmayan kiflilerin silsile hâlinde nakletti¤i bilgi.
mütevatir-i bi’l-mana: nakledilen bir haberin, baflka ifade ve kelimelerle, baflka baflka flekilde ifade edilerek tevatür hâlin gelmesi.
nevi: türlü, çeflit.
nübüvvet: nebilik, peygamberlik, Allah elçili¤i.
talep: isteme, dileme.
tebflir: müjde verme, müjdeleme.
tebflirat: müjdeler, müjdelemeler, müjde vermeler.
tecerrüt: soyunma, ç›plak olma, soyutlanma.
vuku: bir hâdisenin ç›k›fl flekli.
vukuat: vuku bulan fleyler,
hâdiseler, olaylar.
zuhur: görünme, belli olma,
ortaya ç›kma.
Download