Untitled - Ramazan

advertisement
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI - 866
CEP KİTAPLARI - 101
Tashih
İsmail DERİN
Grafik & Tasarım
Emre YILDIZ
Mücella TEKİN
Baskı
Sarıyıldız Ofset
0.312 395 99 95
1.Baskı, Ankara - 2012
Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı: 16.02.2012/22
2012-06-Y-0003-866
ISBN: 978-975-19-5286-8
Sertifika No:12930
© T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
İletişim
Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü
Basılı Yayınlar Daire Başkanlığı
Üniversiteler Mah. Dumlupınar Bulvarı
No:147/A 06800 Çankaya/ANKARA
Tel: 0 312 295 72 93 - 94
Faks: 0 312 284 72 88
e-posta: [email protected]
Dağıtım ve Satış
Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü
Tel: 0 312 295 71 53 - 295 71 56
Faks: 0 312 285 18 54
e-posta: [email protected]
SELAM YAZILARI
İçindekiler
Müminin Sevgi ve Barış Dokunuşu: Selâm
7
İletişimin Dili: Selam
13
Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak
25
Selam Yalnızca Selam mıdır?
33
İletişimin Anahtarı: Selam
41
Tanışma ve Bilişmeye Götüren
En Güzel Yol: “Selâm”
47
Bir Medeniyetin Evrensel Çağrısı: “Selâm”
57
Allah ‘Selâm’dır…
67
Selâm Âdâbıyla Güzeldir
75
Selam Olsun…
85
Esenlik Dininin En Büyük Kapısında
Esenlik Temennisi
91
5
Selâm; barış, esenlik, güven, emniyet, huzur
ve mutluluk temelleri üzerine bina edilen
İslâm’ın rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla
hayat bulmaktır. Nihayetinde barış ve esenlik yurdu olan “dâru’s-selâm”a, cennet ve
cemâlullaha ulaşmaktır. Bu da ancak bu dünyayı selâm ve selâmet yurduna dönüştürmek
için çaba harcamakla mümkündür.
Selam, salt bir söz değil, kardeşinin hâlini
sormanın, problemini çözmenin, yarasına
merhem olmanın; dolayısıyla insana verilen
değerin adıdır.
MÜMİNİN SEVGİ VE BARIŞ
DOKUNUŞU: SELÂM
Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ
Diyanet İşleri Başkanı
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Mübarek üç ayların sonuncusu, her yıl gelişiyle
nice manevî güzelliklerin yaşandığı rahmet, mağfiret
ve arınma mevsimi Ramazan-ı şerif, adım adım yaklaşıyor. Her Ramazan ayında kaybolmaya yüz tutmuş
olan bir değerimizi toplum gündemine taşımayı ve
bu konuda yüksek bir bilinç oluşturmayı hedefleyen
Başkanlığımız, 2012 yılı Ramazan ayının temasını, “İnsan İlişkilerinin En Önemli Unsuru, Medenî İletişimin
Sembolü: Selâm ve Selâmlaşma” olarak belirlemiştir.
Bilindiği gibi din-i mübin-i İslâm’ın medeniyet
mefkûresi, iyi ve güzel ilişkiler ağı üzerine bina edilmiş ve bu ağ, bizzat Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından âdeta ilmek ilmek dokunarak gergef gergef
örülmüştür. İslâm’da insan ilişkileri hak, hukuk, adalet,
doğruluk, eşitlik, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi yüksek
fazilet ve erdemler üzerine inşa edilmiştir. Söz konusu fazilet ve erdemlere ulaşmanın en güzel yollarından biri, hiç şüphesiz selâm ve barış dilini ilişkilerde
7
S E L A M YA Z I L A R I
egemen kılmaktır. Selâm, her şeyden önce insanların birbirleriyle sağlıklı iletişim kurmalarının temelidir.
Dilden kalbe, kalpten organlara; bireyden topluma
ve tüm insanlığa yansıyan barış dilidir. Sosyal ilişkileri
barış üzerine kurmanın, güven ve huzuru gerçekleştirmenin, dostluk ve kardeşliği geliştirmenin yoludur.
Sinelerdeki ağır yükleri atmanın, küskünlük ve dargınlıkları gidermenin adresidir. Müslümanın kimliğini inşa
eden temel bir şiar ve semboldür. Fert ve toplum
hayatında barış ve güvenin sembolü, huzur ve mutluluğun kaynağı, müminlerin birbirlerine karşı iyi niyetlerinin bir göstergesidir. Daha da önemlisi kardeşlik
hukukunun bir gereğidir.
Ne yazık ki bu yüksek değer, modern zamanlarda önem ve değerini yitirmeye başladı. Toplum
hayatından fert ve aileye, kitle iletişim araçlarından
sanal ortamlara kadar pek çok alanda selâm ve barış
dili yerine çatışma ve kavga dili egemen olmaya başladı. Tanışma ve bilişmenin en güzel yolu olan selâm
ve barış dili, ötekileştirme, ayrıştırma ve farklılıkları
tek tipleştirme ya da yok etme girişimlerinin etkisiyle
büyük yara aldı. İnsanlık selâm ve barış dilinden gün
geçtikçe uzaklaşmaya, esenliğe sırt çevirmeye başladı.
Diğer taraftan dünyevileşme ve bireysellik giderek ön plâna çıkmaya başladı. İnsanlar, kalabalıklar
içinde yalnızlaştı. Mahallelerin, sokak ve caddelerin
aile sıcaklığını aratmayan o dostane ilişkileri kaybolmaya yüz tuttu. İnsanlar birbirine yabancılaştı. İlişkilerde samimiyetsizlik ve güvensizlik yaygınlaştı. Selâm
ve selâmlaşma kültürünün toplumsal hayattaki varlığı
ve görünürlüğü azaldı. Artık insanlar bırakın tanımadı8
MÜMİNİN SEVGİ VE BARIŞ DOKUNUŞU: SELÂM
ğı insanlara selâm vermeyi, tanıdıklarını bile görmezden gelmeye başladı.
Oysa selâm; barış, esenlik, güven, emniyet, huzur ve mutluluk temelleri üzerine bina edilen İslâm’ın
rahmet yüklü evrensel mesajlarıyla hayat bulmaktır.
Nihayetinde barış ve esenlik yurdu olan “dâru’sselâm”a, cennet ve cemâlullaha ulaşmaktır. Bu da ancak bu dünyayı selâm ve selâmet yurduna dönüştürmek için çaba harcamakla mümkündür.
Selâm, kardeşine dost olduğunun, kendisinden
ona asla bir zarar gelmeyeceğinin, elinden ve dilinden herkesin güvende olduğunun sözlü teminatıdır.
Ancak salt bir söz değil, kardeşinin hâlini sormanın,
problemini çözmenin, yarasına merhem olmanın;
dolayısıyla insana verilen değerin adıdır.
Selâm, kadın-erkek, genç-yaşlı, çocuk-olgun demeden tanıdığına, tanımadığına, toplumun tüm kesimlerine her daim esenlik sunmaktır, dua etmektir.
Hatta esenlikte yarışarak barış ve huzurun anahtarı
olabilmektir.
Selâm, Yüce Rabbimizin, “Bir mümin tarafından
bir selâmla selâmlandığınız zaman siz ondan daha
güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.”
(Nisâ, 4/86) fermanını yerine getirmektir.
Selâm, Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.), “İman
etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi?
Aranızda selâmı yayın.” (Müslim, Îmân, 93) tavsiyesi gere9
S E L A M YA Z I L A R I
ğince müminlerin arasında sevgi ve muhabbete dayalı
bir gönül bağı oluşturmaktır.
Selâm, Allah Teâlâ’nın, “Evlere girdiğiniz zaman
birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin.” (Nûr, 24/61) emri uyarınca, müminlerin evlerine duayla girerek ailelerini ve
evlerini bereketlendirmelerinin güzel bir vesilesidir.
Selâm, sadakadır. Öte dünyaya göçmüş kardeşlerimize de rahmet dilemektir.
Selâm tahiyyattır, selâmlaşmadır. Önce ümmetin
Rabbine selâmıdır. Ardından Peygamberine ve din
kardeşlerine duasıdır. Sevgili Peygamberimizle (s.a.s.)
gönül bağı kurmaktır. O Sevgili Elçiye muhabbetlerini ve iyi dileklerini arz etmektir. Bütün müminler için
selâmet dileyerek selâmet yollarını aramaktır. Namazlarımızı, nuranî dostlarımız olan meleklere selâm
vererek ve Yüce Rabbimizin “selâmetin kaynağı” olduğunu ikrar ederek bitirmektir. Tıpkı Resûl-i Ekrem
(s.a.s.) gibi namazların ardından, “Allah’ım, Selâm
sensin; selâmet de ancak sendendir.” (Müslim, Mesâcid ve
mevziu’s-salât, 135) diyerek niyazda bulunmaktır. .
Bu vesileyle ifade etmek isterim ki, ülkemizin en
ücra köşesinde görev yapan mihrap görevlisinden
Başkanına kadar, İslâm’a hizmet etmeyi kendisine
vazife addetmiş olan bizlerin temel görevi, selâm ve
barış dilini toplumun tüm kesimlerine varıncaya kadar
ulaştırabilmenin gayreti içinde olmaktır.
10
Allah Resulü’ne bir sahabi sordu: İslam’ın en
güzel ve hayırlı davranışı nedir? Peygamberimiz buyurdu: İnsanlara yemek yedirmen
(it’am-ı taam), tanıdığın, tanımadığın herkese
selam vermen (ifşaü’s-selam). (Buhârî, Îman, 20)
İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM
Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
Fizik âlemle de, metafizik âlemle de iletişimin
ortak dilidir selam. Çünkü görünen ve görünmeyen
âlemlerin biricik Rabbi olan Allah’ın adıdır selam. Allah, selamı hayatın merkezine koymuştur. İbadet hayatının da, içtimai hayatın da temelinde selam vardır.
Selam aynı zamanda kâinatta varlıkların fıtri, tabii ve
şer’i esaslara göre birbirleriyle olan iletişimlerinin genel adıdır. Metafizik âlemden fizik âleme, fiziki dünyadan ruhani âleme sesli ya da sessiz herkesin kendi
diliyle özel bir iletişimidir selam.
Selam, Kur’an-ı Kerim’de Haşr suresinde Allah’ın
isimleri arasında sayılır. Allah’a izafe edilen selam;
sonsuzluk, başlangıcı olmamak, sınırsız büyüklük, her
türlü noksanlık ve afetten selamet, kullarını dünyevi
ve uhrevi sıkıntılarından kurtarmak, dünyada ve ahirette her türlü rahmet ve selamet, cennette esenlik
demektir.
Selam kelimesinin harfleri şöyle yorumlanabilir.
“Sin” üç dişli haliyle bir bağı, zinciri ve sürekliliği ifade ederken, “Lam” Cebraili, “Elif” Allah’ı, “Mim”
13
S E L A M YA Z I L A R I
Hz. Muhammed (s.a.s.)’i ve onun şahsında bütün
mahlûkât ve mükevvenatı sembolize eder. Böylece
selam, Cebrail vasıtasıyla Allah’tan Hz. Muhammed’e
ve mükevvenata her türlü güven ve barış taşıyan iletişim zinciri olarak görülebilir.
İslam da selam kökünden; gönül ve dünya huzuru ile barışa ermek anlamınadır. Kur’an ve sünnette
öncelikle Allah’tan kullarına ve diğer varlıklara, ardından meleklerin, peygamberlerin ve insanların birbirlerine ve bütün kâinata selam vermesiyle ilgili bilgi ve
hükümler bulunmaktadır. Selam insani ilişkilerde iletişim ahlakını düzenleyen ve farkındalık bilinci ortaya
koyan bir özelliğe sahiptir.
Selam bir Müslümanın gündelik hayatında hem
fizik âlemle, hem de metafizik âlemle irtibatı, iletişimi
ve ilişkisi demektir. Bu yüzden Müslüman bir günde
kıldığı namazlarda et-Tahiyyat okurken yirmi bir defa
Allah’ı, Peygamberimizi ve diğer peygamberlerle
melekleri ve salih insanları selamlamaktadır. Namazların sonunda on üç defa melekleri ve insanları selamladığı gibi selamdan sonraki “Allahümme ente’sselam ve minke’s-selam…” lafızlarıyla Allah Teala’yı
selamlamaktadır.
İnsanın metafizik ve fizik âlemle selamlaşması Allah, melekler, peygamberler, insanlar ve diğer varlıklarla iletişimi demektir. Bu açıdan bakıldığında selamı
metafizik ve fizik âlemle olmak üzere iki ana başlık altında görmek mümkündür.
14
İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM
I- Metafizik âlemle selamlaşma
İnsan, ruhu ve kalbiyle metafizik âleme mensuptur. Bedenî olarak fiziki âlemin ürünü olan insanoğlu, gelişi itibarıyla sonsuzluk ikliminden ve metafizik
âlemdendir. Bu yüzden hayatının her safhasında fizik
âlemle olduğu kadar metafizik âlemle de ilişkili ve
irtibatlıdır. Allah, kullarının metafizik ilişkisine önem
vermektedir. Selamın metafizik âleme yönelik olanı
Allah, melekler ve peygamberle selamlaşma şeklinde
gerçekleşmektedir.
Allah ile selamlaşma hem Allah’tan kullarına, hem
de kullarından Allah’a selam şeklinde gerçekleşen bir
iletişimdir. Allah’tan kullarına selam dünyada rahmet
ve bereket anlamınadır ki Kur’an’da buna şöyle işaret
edilmektedir: “Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde
onlara de ki: Selam size, Rabbiniz kendisine rahmeti
yazdı.” (En’am, 54. Ayrıca bkz. Hûd, 48; Ahzâb, 44)
Kulların Allah’a olan selamı taat, tespih, ibadet
ve kulluk şeklindedir. Yeryüzündeki bütün varlıkların
O’nu hamd ile anması, varlıkların O’na zorunlu tesbihi (İsrâ, 44) ve selamıdır. Allah Resulü’nün miracda
Allah’ı selamlamak için kullandığı et-Tahiyyatü lafızları,
aynı zamanda kulların namazda O’na selam için kullandığı kelimeler olmuştur: “Her türlü tahiyye, selam,
dua, namaz ve güzel amel Allah’a mahsustur.” (Buhârî,
Ezân, 148; Müslim, Salât, 56; Ebû Dâvûd, Salât, 178; Tirmizî, Salât, 100;
Nesâi, Tatbîk, 23; İbn Mâce, İkâme, 24; Dârimî, Salât, 84.)
Meleklerle selamlaşma yine önce meleklerden
insanlara, sonra insanlardan meleklere olmak üzere
iki türlüdür. Meleklerden insanlara selam, Kur’an-ı
15
S E L A M YA Z I L A R I
Kerim’de meleklerin peygamberlere insan suretinde
gelip onlarla haberleştiğine dair ayetlerden (Bkz. Hûd,
69; Zâriyat, 24-25) ve Allah Resulü’nün şu hadis-i şerifinden anlaşılmaktadır: “Allah Teala, Âdem’i yaratınca
ona; Git şu oturmakta olan meleklere selam ver. Senin selamına karşılık söyleyeceklerini güzelce dinle.
Çünkü senin ve neslinin selamı o olacaktır, buyurdu.
Âdem, meleklere;
– es-Selamü aleyküm, diye selam verdi. Melekler onun selamını;
– es-Selamü aleyküm ve rahmetullah, diye karşıladılar. (Buhârî, Enbiya, 1, İstîzan, 1; Müslim, Cennet, 28)
İnsanlardan meleklere selam ise Kur’an-ı
Kerim’de kendisine meleklerin selam verdiği İbrahim
(a.s.)’in; “Size de selam” diye selamla mukabele ettiği ayet ile (Hûd, 69; Zâriyat, 25) Âişe validemizin Cibril
ile selamlaşmasına dair şu rivayetten anlaşılmaktadır:
Resulûllah bana; “Şu zat Cibril’dir. Sana selam ediyor” buyurdu. Ben de; “Ve aleyhisselam ve rahmetullahi ve berekatuh” dedim. (Buhârî, Bedu’l-halk, 6; Müslim,
Fazâilu’s Sahâbe, 90-91)
Peygamberlerle selamlaşma ise üç şekilde olur.
İlki Allah’tan peygamberlere, ikincisi müminlerden
peygamberimiz ile bütün peygamberlere ve sonuncusu peygamberimizden müminlere şeklindedir.
Allah’tan peygamberlere selam Kur’an-ı Ke­
rim’de Allah’ın peygamberleri selam lafzıyla selamlamasını anlatan ayetlerden anlaşılmaktadır. (Neml, 59;
Sâffât, 181). Müminlerin özellikle Peygamberimize ve
diğer peygamberlere salat getirmeleri adaptandır.
16
İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM
Nitekim Allah Teala; “Ey müminler! Siz de şanlı nebiye salevat getirin ve ona tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzâb, 56) buyurur. Bu ayet-i kerime Allah
Resulü’nü görme bahtiyarlığına erememiş müminlerin de onunla manevi mülakatı ve iletişimi demektir.
Çünkü Allah Teala, salat-ü selam getirenlerin selamına mukabele için ona ruhunu iade eder. (Ebû Dâvûd,
Menâsik, 96.) Allah’ın yeryüzünde dolaşan görevli bazı
melekleri getirilen salat ve selamları ona ulaştırırlar.
(Ebû Dâvûd, Menâsik, 97).
Peygamberimize getirilen salat ve selamların
oluşturduğu manevi feyiz ve pozitif enerji insanlarda Allah Resulü’ne yakınlık duygusunu artırmaktadır.
Salat-ü selam gönüllerimizi Resul muhabbetine hazırlamaktadır. Bu yüzden Peygamberimiz, adı yanında
anıldığı halde kendisine salat-ü selam getirmeyenleri
cimrilikle tavsif etmiştir (Tirmizî, Deavât, 101). Bir hadis-i
şerifte de şöyle buyurmuştur: “Günlerinizin en hayırlısı cumadır. Bu sebeple cuma günü bana çokça
salat-ü selam ediniz. Zira salat-ü selamlarınız bana
sunulur. Ben de sizin salat-ü selamlarınıza mukabele
ederim.” Sahabiler sordular:
– Senden hiçbir eser kalmadığı hâlde mi? Peygamberimiz buyurdu:
– Allah, peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi
toprağa haram kıldı. (Ebû Dâvûd, Salât, 201; Nesâi, Cuma, 5)
Peygamberimizden müminlere selam ise onun
kendisine salat ve selam edenlere mukabele edeceğini haber verdiği yukarıda geçen hadisten anlaşılmaktadır. Onun müminlerin selamına ahiretteki mu17
S E L A M YA Z I L A R I
kabelesi ise şefaati olacaktır. Nitekim ezandan sonra
okunan duada müminlerin Muhammed (s.a.s.) için
istediği vesile, onun şefaatçi kılınması talebidir.
II- Fizik âlemle selamlaşma
İçtimai hayatın temel hedefi huzur ve mutluluktur. Selam, huzur, mutluluk ve barışın gerçekleşmesi
için kalbi dua, fiil ve sözlerden oluşur. Selam başkalarıyla iletişimin açık bir göstergesidir. Allah Teala,
Rahman’ın kullarının vasıflarını sayarken ilk özellik
olarak yeryüzünde tevazu ile yürümeyi zikretmektedir (Furkan, 63). Ona bağlı olarak da kendini ve haddini
bilmeyen insanlarla çekişmek yerine onlara selamla
mukabele edilmesini emretmektedir. Bu yüzden toplumsal hayatın çekirdeğini oluşturan aile fertlerinden
başlayarak bütün toplum unsurlarının birbirleri ile selamlaşması nihai hedeftir.
Ferdi huzurun toplum planına açıldığı ilk kapı
aile yuvasıdır. Buradaki iletişimin başlangıcı, sevginin
göstergesi olan selam iledir. Nitekim Kur’an’da şöyle
emredilmektedir: “Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin.” (Nûr, 61) Efendimiz (s.a.s.),
Hz. Enes’e; “Yavrucuğum! Ailenin yanına gittiğinde
onlara selam ver. Sana ve ev halkına bereket olsun.”
(Tirmizî, İstî’zân, 10) buyurarak aile fertleriyle selamlaşmayı
emretmiştir.
Başkasının ev ve iş yerine ziyaret, fiilî bir selam
olmakla birlikte bunun kavli lafızlarla da teyit edilerek
ziyaretin selam ve izinle gerçekleşmesi, iletişimin kolaylaşmasını sağlar. Nitekim ayette buyrulur: “Ey iman
18
İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM
edenler! Kendi evlerinizden başka evlere geldiğinizde
fark ettirip ev halkına selam vermeden içeri girmeyin.
Bu sizin için daha iyidir. Herhalde bunu düşünüp anlarsınız. Orada kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin.” (Nûr, 27-28) Ayette geçen
“istinas”; öksürerek, tesbih ve tekbir ile ya da bugün
zili çalarak ev halkını haberdar etmek, destur ve izin
istemektir.
Selamı hayatın bir parçası gören dinimiz, insanlar
arasında iletişimin canlı olması için selama mukabeleyi ondan daha önemli bir manevi sorumluluk olarak değerlendirir. Nitekim bir ayet-i kerimede; “Bir
selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha
güzeli ile mukabele edin veya verilen selamı aynen
iade edin.” (Nisâ, 86) buyurulur.
Toplum hayatında selamlaşmanın anlamı
Toplum hayatında insanlar arası iletişimin parolası niteliğinde olan selamın dil ya da beden diliyle kazandığı ve iletişime kazandırdığı derin anlamlar vardır.
Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
1- Selam, benden sana zarar gelmez anlamında
barış ifadesidir. Selam veren, İslam toplumuna dâhil
bulunduğunu ifade etmiş olduğundan can güvenliği
kazanır. Savaşta ve barışta selam verenin canı emandadır. Nitekim Allah Teala buyurur: “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp
dinleyin. Size selam verene sen mümin değilsin, demeyin.” (Nisâ, 94) Bu ayetin sebebi nüzulünde şöyle
bir olay nakledilir. Bir seriyyede kelime-i tevhit getirip
Müslümanlara selam verdiği halde bir kişi, Üsame b.
19
S E L A M YA Z I L A R I
Zeyd tarafından “korkudan böyle davrandığı” zannıyla katledilmişti. Allah Resulü olaydan haberdar olunca
çok üzülmüş, hiddetlenerek Üsame’ye; “Kalbini yarıp
baktın da mı korkudan böyle davrandığını anladın?”
diye çıkışmış ve bir köle azadı cezası vermişti.
2- Selam, dünyada müminlere dua, ahirette
daru’s-selama çağrıdır. Size başkasından zarar gelmesin, cennet yurdu ve kurtuluş yolu sizin olsun demektir. Nitekim Allah Teala buyurur: “Rızasını arayanı Allah o kitapla selam yollarına götürür.” (Mâide, 16);
“Allah, kullarını selam yurduna çağırır ve O dilediğini
doğru yola iletir.” (Yûnus, 25)
3- Selam, hayatı paylaşmaktır. Selam ile insan
hemcinslerinin farkına vararak hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve üzüntüsünü fiili ve kalbi olarak paylaşmış olur. Nitekim Allah Resulü’ne bir sahabi sordu:
- İslam’ın en güzel ve hayırlı davranışı nedir? Peygamberimiz buyurdu:
- İnsanlara yemek yedirmen (it’am-ı taam), tanıdığın, tanımadığın herkese selam vermen (ifşaü’sselam). (Buhârî, Îman, 20; Müslim, Îman, 63)
Bera b. Âzib diyor ki: Resulullah şu yedi şeyi emrederdi: “Hasta ziyareti, cenaze teşyii, aksırana hayır
dilemek, zayıfa yardım, mazluma destek, selamı yaymak, yeminine uymak.” (Buhârî, Mezâlim, 5; Müslim, Libas, 3;
Tirmizî, Edep, 45; Nesâî, Cenâiz, 53)
4- Selam sevgiye, sevgi de cennete götürür.
Cennete girmenin şartı iman, imanın şartı müminlerin karşılıklı olarak birbirlerini sevmesidir. Sevgiyi ar20
İLETİŞİMİN DİLİ: SELAM
tıran en güzel vesile onları arayıp sormak suretiyle
kavli, fiili ve kalbi selamdır. Nitekim Allah Resulü buyurur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İşlediğiniz
takdirde birbirinizi sevmeye vesile olacak bir amel
göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, Îmân,
93; Ebû Dâvûd, Edeb, 131; Tirmizî, İstî’zan, 1; İbn Mâce, Mukaddime,
6, Edeb, 11)
Belki de bu sebeple Hz. Ömer’in oğlu Abdullah çarşıya çıktığında karşılaştığı herkese selam verir
ve sırf selam vermek için çarşıya çıkardı. Nitekim bir
gün kendisine; “Çarşıda ne yapacaksın? Alışverişten
anlamazsın. Satılan malların fiyatlarını bile sormazsın.
Çarşıda herkesin oturup sohbet ettiği yerlerde oturmazsın. Ne diye çarşıya çıkarsın?” diyen birine; “Kardeşim biz karşılaştığımız kimselere selam vermek,
onlarla göz göze gelmek için çarşıya çıkıyoruz. Başka
bir maksadımız yok.” (Muvatta, Selâm, 6) demiştir.
Kâinattaki ilahî düzenin temeli selam iledir. Bu
yüzden bütün varlıklar arasında bir selamın varlığı söz
konusudur. Nitekim cemadat, nebatat ve hayvanatın
selam diliyle kâinat düzenini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Allah, Kadir Gecesi’ni her türlü anarşi ve karmaşadan, maddi ve manevi sıkıntıdan uzak bir zaman
dilimi olarak ilan ederken selam lafzını kullanmaktadır (Kadr, 5). Allah, ateşe, ilahî iradeye ram olması ve
İbrahim’i yakmaması için emir verirken O’nu selama
çağırmış ve; “Ey ateş! İbrahim için serinlik ve selam
ol!” (Enbiyâ, 69) buyurmuştur.
Allah Resulü’nün üzerinde hutbe irat ettiği hurma kütüğünü bırakıp kendisi için yaptırılan minbere
21
S E L A M YA Z I L A R I
çıkması, hurma kütüğünü acı acı ağlatmıştı. Allah Resulü hurma kütüğünün feryadını minberden inip, onu
kucaklayarak dindirebilmişti. Azgın ve vahşi develerin
yine selam sayesinde Allah Resulü’nün emrine muti
oldukları tarihi bir gerçektir.
Netice olarak selam letafetten kesafete; latif olan
Allah’tan meleklere, ölüsüyle dirisiyle insanlara ve bütün varlıklara doğru ilahî bir tecelli; kesafete bürünmüş varlıklardan latif olan Allah’a doğru bir münacaat; melekler, insanlar ve diğer canlı ve cansız varlıklar
arasında bir iletişim ve muvasalattır. Selamla kâinat
düzeni selamet bulmakta, bu sayede inananlar selam
yurduna doğru yol almaktadır. Çünkü işin evveli de
ahiri de selamdır.
22
Selamı daha güzeli ile almak; iyiliğe daha fazla
iyilikle karşılık vermek, sevgi ve saygıya daha
fazlasıyla mukabele etmek, güzellikleri artı
güzelliklerle karşılamak, uzatılan dostluk elini
havada bırakmamak, esenlik, barış ve huzur
dileklerine daha bir candan katılmaktır.
Selamı Daha Güzeliyle
Karşılamak
Dr. Ekrem KELEŞ
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin...” (Nisa, 86)
Selamı daha güzeli ile almak, iyiliğe daha fazla iyilikle karşılık vermek, sevgi ve saygıya daha fazlasıyla
mukabele etmek, güzellikleri artı güzelliklerle karşılamak, uzatılan dostluk elini havada bırakmamak,
esenlik, barış ve huzur dileklerine daha bir candan
katılmaktır.
Birisine selam vermek, ona değer vermektir. Selamın daha güzeli ile alınması demek, kendisine verilen değere daha fazlası ve güzeli ile karşılık vermek
anlamına gelmektedir.
İslami hükümler açısından selam veren bir sünneti, selamı alan bir farzı yerine getirmiş olmaktadır.
Dolayısıyla selam alınırken farzın edasına gösterilen
özen gibi bir özen aranır. Bu durum, İslam dininin selama, özellikle de verilen selamı almaya verdiği önemi gösterir.
25
S E L A M YA Z I L A R I
Selam, bir sevgi ve saygı ifadesi, bir esenlik, barış, huzur ve rahmet dileğidir. Bir kişi ile karşılaşınca,
birinin yanına gidince veya yanından ayrılırken kendisine en güzel sözlerle iyi dilekte bulunmak, dua etmek, esenlik, huzur ve mutluluk dilemek şeklinde bir
nezaket göstermektir. Selam verip selam almak, sevgi, saygı ve muhabbeti artırır. Selamın daha güzeli ile
alınması, insanlar arasında sevginin ve saygının daha
bir artmasına vesile olur.
Birisi bize selam vermek suretiyle güzel bir dilekte bulunduğunda onun bu dileğini daha güzeli ile karşılamamız ve en az dengi yahut daha güzel dileklerle ona karşılık vermemiz, Kur’an-ı Kerim’in emridir.
Selam vermenin sünnet, verilen selamı almanın farz
olması, selama en güzel şekilde karşılık vermenin bir
gereğidir.
Allah elçisinin İslam’ın en iyi uygulamalarından
biri olarak açıkladığı; “Tanıdığın tanımadığın herkese
selam vermek” ilkesi (Bkz. Buhârî “Îmân” 20; “İsti‘zân” 9, 19;
Müslim, “Îmân” 63) selamın, insanlar arasında nasıl sıcak ve
samimi ilişkilerin anahtarı olması gerektiğini göstermektedir. Bundan dolayı “Selam kelamdan öncedir.”
Selamın insanlar arasındaki sevgi, saygı ve muhabbete katkısını anlatan bir hadiste şöyle buyrulur:
“Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız. Yerine getirdiğiniz zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi
haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın.”
(Müslim, “İman” 17; Ebû Dâvûd, “Edeb” 27)
26
Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak
Müminlerin en çok sevdiklerine / Allah’ın habibine bad-ı saba ile selam göndermeleri, ona olan sevgilerinin bir ifadesidir.
Selam, aynı zamanda duadır. Selam verilene dua
edilmiş olmaktadır. Selam verip almanın müminler
açısından sevap kazandırıcı bir salih amele dönüşmesi, selamın bu manevi boyutunu ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla kişinin kendisine yapılan duaya daha güzel
dualarla karşılık vermesi, hem İslam kardeşliğinin bir
gereği hem de güzel bir ahlaki erdemdir.
Allah elçisinin selamını tekrarlaması için -bilerek- onun selamını duymayacağı şekilde alan sahabi
Sa’d b. Ubade, selamın nasıl bir dua olduğunu çok
iyi biliyordu. Bu hareketiyle Hz. Peygamberin selamı
tekrarlamasını amaçlamış ve böylece onun kendilerine daha fazla selam vererek dua etmesini sağlamaya
çalışmıştır.
Kur’an-ı Kerim’in, selamın daha güzeli ile alınması yolundaki emrinin incelikleri hakkında bir fikir sahibi olabilmek için selamın anlamı ve selam mefhumu
hakkında birkaç hususu hatırlamak uygun olacaktır.
Selam, Kur’an-ı Kerim’de kırk dört ayette geç­mek­tedir. Dolayısıyla selam, Allah sözüdür.
Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden ve şeair-i İslam’dandır/ İslam’ın simge haline gelmiş belirgin
alamet­lerindendir.
Selam, Arapçada esenlik, barış, sulh, asayiş ve
sükun; afetten, ayıplardan, tehlikelerden ve kusurlardan salim olmak, kurtuluş, beraat, selamet, sonu iyi
ve hayırlı çıkmak; güven vermek, eman ve emniyet
27
S E L A M YA Z I L A R I
gibi anlamlara gelmektedir. Yaratılmışlara ait bütün
ayıplardan ve eksikliklerden –söz gelimi fani olmaktan– salim olduğu, yaratılmışların eksikliklerini taşımadığı, onlardan selamette olduğu için Yüce Allah’a ‘esSelam’ denmiştir. Cennete de Daru’s-selam denir.
Çünkü cennette hiçbir sıkıntı, üzüntü, korku, ıstırap,
afet ve felaket yoktur. Cennete girenler bütün bunlardan selamette olacaklardır.
Barış, emniyet, güven, huzur, sükun, sağ salim,
iyi ve esen olmak, aklı selim sahibi insanların her
daim arzu ettiği hususlardır. Kendisine selam verilerek hakkında bu şekilde esenlik dilenmesi, kişiyi sevindirir ve mutlu eder.
Sevinç, mutluluk, huzur ve rahmet, paylaştıkça
artar. Bu sebeple selam veren kişinin verdiği selam
vesilesiyle bizzat kendisinin bir huzur ve sevinç hissetmesi doğaldır. Selam verenin bu sevinci, selam
verdiği kişinin vereceği güzel bir karşılık ile kat kat artar. Bu durum, selamlaşmanın insanlar arasında sevgi, saygı, mutluluk, huzur ve güveni nasıl artırdığını
gösterir.
İslam, selam ile aynı kökten gelmektedir. İslam’ın
özü, yalnızca Allah’a boyun eğme, Allah’tan başka hiç
kimseye kul köle olmama anlamınadır. Selamın kurtuluş anlamı ile İslam’ın Allah’a boyun eğme anlamı,
birbirini desteklemektedir. Çünkü yalnızca Allah’a boyun eğen, insanı alçaltabilecek bütün bağlardan, köleliklerden ve bayağılıklardan kurtulur ve gerçek özgürlüğün tadına varır. Buna göre selam vermek, aslında
karşısındakine hakiki manada bir özgürlük ve selamet
dilemektir. Allah’tan başka hiç kimseye kul köle olma28
Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak
ma niyazıdır. Bütün köleliklerden kurtuluş temennisidir. Hiç kimsenin kendisini herhangi bir alanda kul,
köle haline getirmemesi arzusudur. Allah’ın saygın,
mükerrem, şerefli bir kulu olarak onun bu saygınlığının ve şerefinin korunması dileğidir. Selamı dengi
veya daha güzel ifadelerle almak da aynı güzel dilek
ve temennilerle mukabele etmektir.
Buna göre selam veren kişi, bu selamı ile karşısındakine, bir güven vermekte, ona barış, esenlik,
huzur ve sükun dilemekte, Allah’ın inayetinin, korumasının, yardımının onun üzerinde olmasını istemekte ve onun ruhunu daraltacak ve bunaltacak her türlü
ağırlıklardan ve bağlardan kurtularak özgür olmasını
temenni etmiş olmaktadır. Ayrıca karşısındakine kendisinden bir zarar gelmeyeceği mesajı vermektedir.
Bu bakımdan her şeyden önce selamın olduğu yerde
barış, huzur, güven, emniyet ve sükun vardır.
Karşıt anlamı olan savaş, korku, endişe, kargaşa,
anarşi, huzursuzluk, tedirginlik, felaket, ayıp, kusur,
kötü alışkanlıklara ve tutkulara bağımlılık, kölelik... gibi
kavramlar göz önüne alındığında selamın önemi daha
iyi anlaşılabilir. İşte selam veren kişi karşısındakine
bütün bunlardan uzak olmasını, es-Selam olan Yüce
Allah’ın onu bunlardan korumasını dilemiş olmaktadır.
Barış, emniyet ve güvenin simgesi olan selamın ne kadar güzel bir dilek olduğunu belki de en
iyi savaşın ateşi içinde kalmış, onun yıkımlarına tanık
olmuş, onun nice masumları ve suçsuzları nasıl yok
ettiğini görmüş, sosyal ve doğal çevreyi nasıl tahrip
ettiğini müşahede etmiş olanlar anlayabilir. Bunun için
İslam dini barış, huzur, esenlik, sulh ve sükunu ifade
29
S E L A M YA Z I L A R I
eden selamı, mensuplarının, her namazlarında, her
karşılaşma ve ayrılmalarında dillerinden düşürmeyecekleri bir şiar haline getirmiştir.
Selam, tedirginlikleri gideren bir iyi niyet göstergesidir. Müminler, hatta bütün insanlar arasında sevgi,
saygı, dostluk ve güven ifade eden güzel bir simgedir.
Kur’ân-ı Kerim’de evlere girme izni isterken selam verilmesinin emredilmesi, selamın nasıl bir iyi
niyet göstergesi olduğunu ifade eder. “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp
anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.” (Nur, 24/27)
Çeşitli dillerde muhtelif selamlaşma ifadeleri bulunmaktadır. Ancak ‘Selam aleykum’ ifadesi, Kur’an-ı
Kerim’de yer almaktadır. Bu ifade çeşitli dilleri konuşan bütün müminler arasında şiar olarak kullanılan selamlaşma ifadesidir. Müminler birbirlerine Hz.
Peygamberin öğrettiği şekilde ‘es-selamü aleykum’
‘es-selamü aleykum ve rahmetullah’ veya ‘es-selamü
aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh’ diyerek selam
verirler. Selam, en azından aynı ifadelerle alınır.
Selam vermekten maksat, karşısındakine sevgi,
saygı, iyi niyet, dostluk ve güzel dileklerini bildirmektir. Her dilde bunu anlatan ifadeler elbette vardır. Ancak ‘Selam’ ifadesinin hem bütün müminler arasında
‘Selam aleykum’ şeklinde kullanılan ortak selamlaşma
ifadesi olması, hem de Kur’an terimi olması dolayısıyla başka selamlaşma ifadeleri ile yerinin tam olarak
doldurulması mümkün olmamaktadır.
30
Selamı Daha Güzeliyle Karşılamak
Selam iklimi, huzur iklimidir. Onun için Kur’an-ı
Kerim, müminleri Daru’s-selama çağırır. Daru’sselam, barış, huzur, sükun ve saadet yurdu demektir.
Cennet hayatını kazanmış olanların aralarındaki esenlik dilekleri, ‘selâm’dır (Yunus, 10/10): “Orada ne boş bir
söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler. Sadece ‘selam!’, ‘selam!’ sözünü duyarlar.” (Vakıa, 56/25-26)
“O Rahman’ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak
gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman ‘Selam’ derler.” (Furkan, 25/63) Bu
ayeti kerimeden, selamın aslında nasıl düzeyli bir insani ilişkiler simgesi olduğuna dair anlamlar çıkarmak
mümkündür.
31
Lisanımız; “es-Selamu aleyküm” derken hâl
lisanımız; “Benden sana zarar gelmez. Elimden, dilimden, gözümden, her hâlimden
emin olabilirsin.” mesajını verir muhatabımıza. Selam veren dil kırıcı konuşmaz, gıybet
etmez, yalan söylemez. Musafaha eden el
vurmaz, zulmetmez, hakkı olmayana uzanmaz. Göz ayıp kusur araştırmaz, küçük görmez, harama bakmaz. Hasılı, selam vermek
güzel, verilen selamı almak daha güzel, en
güzeli ise selam olabilmektir.
SELAM YALNIZCA SELAM MIDIR?
Dr. Ülfet Görgülü
Kur’an-ı Kerim’i ve Sünnet-i Nebi’yi incelediğimizde hakkında pek çok ilahi ve nebevi beyan bulunan “selam”ın sıradan bir selamlaşma, bir merhabalaşma olmadığını bunun ötesinde nice hikmet ve manaları derununda taşıdığını görmekteyiz. Dilerseniz
“nedir selam?” sualine birlikte cevap arayalım:
Esma-i Hüsna’dandır “selam” (Haşr, 59/23). Rabbimizin hem ismi hem sıfatıdır “es-Selam”. Kullarını
selamete eriştiren, esenlik bahşedendir O. İrfan ehlince kainat, esma-i ilahinin zuhur yeridir ve her varlık istidadı nispetince bu isimlerden nasiplenmektedir.
“es-Selam” isminin tecellisine mazhar olan Müslüman
“elinden ve dilinden emin olunan” insandır (Tirmizi,
İman, 12). Selamın kıymetini bilen, Hak’tan aldığını halka verendir.
İslam’ın şiarıdır “selam”. İnananlar olarak “silm”e
katılmak, barışı tesis etmekle sorumluyuz (Bakara,
2/208). Müslümanların ortak lisanıdır “selam”. Kardeşliğin ilanıdır. Dünyanın neresine gidersek gidelim, bize
“es-Selamu aleyküm” diyerek selam veren kimsenin
33
S E L A M YA Z I L A R I
mümin kardeşimiz olduğunu anlar ve muhabbetle
icabet ederiz selamına.
Hak lisanıdır “selam”. Sevginin ilanıdır. Rabbimiz
kutlu elçilerini selamla anmakta, bizlerin de peygamberlere karşı takınmamız gereken tavrı ortaya koymaktadır. Hz. Nuh (Saffat, 37/79), Hz. İbrahim (Saffat,
37/109), Hz. İlyas (Saffat, 37/130), Hz. Musa, Hz. Harun
(Saffat, 37/120), Hz. İsa (Meryem, 9/15, 33) ve Hz. Muhammed Mustafa (Ahzab, 33/56), Kerim Kitabımızda selamla
anılan elçilerdendir.
Sevgili Peygamberimizin insanlığa armağanı bir
duadır “selam” (Tirmizi, İsti’zan, 2). Selamet, rahmet ve
bereket duası. Her birimizin selamete, rahmete, berekete ne çok ihtiyacımız vardır. Fahr-i kainat Efendimiz bir gün Hz. Enes’e; “Evladım, ailenin yanına
girdiğinde selam ver ki sana ve ev halkına bereket
olsun.” (Tirmizi, İsti’zan, 20) der. Bu dua ile bir araya gelir müminler ve bu dua ile dağılır meclisler (Ebu Davud,
Edep, 139). Böylece Sünnet-i Resulü hem yaşar hem
yaşatırlar.
İmanın gereği, muhabbetin tezahürü, sevginin
kemalidir “selam”. Birbirimizi sevmenin imanımızın
yansıması ve cennete girmemize vesile olduğunu hatırlatan Efendimiz bir keresinde; “Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?” diye soruyor
ve şöyle diyordu: “Aranızda selamı yayınız.” (Müslim,
İman, 93). Anlıyoruz ki, selam muhatabımızla sevgi dilini
konuşabilmek, gönül iletişimi kurabilmektir. Suya atılan bir taşın yüzeyde gittikçe genişleyen dalgalar oluşturması gibi selam da kalplerde sevgi şuleleri oluşturmakta, rahmet haleleri meydana getirmektedir.
34
SELAM YALNIZCA SELAM MIDIR?
Tanıdığımıza değil sadece tanımadıklarımıza
da selam vermelidir. Peygamberimizin beyanıyla,
İslam’ın hayırlısı budur (Buhari, İman, 6; Müslim, İman, 63).
Güvenmek ve güven vermektir “selam”. Lisanımız; “es-Selamu aleyküm” derken hâl lisanımız;
“Benden sana zarar gelmez. Elimden, dilimden, gözümden, her hâlimden emin olabilirsin.” mesajını
verir muhatabımıza. Selam veren dil kırıcı konuşmaz,
gıybet etmez, yalan söylemez. Musafaha eden el
vurmaz, zulmetmez, hakkı olmayana uzanmaz. Göz
ayıp, kusur araştırmaz, küçük görmez, harama bakmaz. Hasılı, selam vermek güzel, verilen selamı almak daha güzel, en güzeli ise selam olabilmektir.
Rahman’ın has kullarının ahvalidir “selam” (Furkan,
25/63). Onlar tevazu elbisesini kuşanmışlardır. Geceleri Rablerinin huzurunda kıyamda, dilleri her daim
duada olanlardır. Hâlleri Mevla’ya ayan lakin cahillere
nihandır. Bu özel kullar kendini bilmezlerin laf atmalarına, sataşmalarına yalnızca selam ile mukabele ederler. “Ko diyen desin / Hak bizim olsun / Nadan ne
bilsin / Bizi bilen var” diyen Yunusumuz bu has kulların hâllerine tercüman olmaktadır.
Bir emanettir “selam”, dosttan dosta ulaştırılan.
“Selam söyleyin” denildiğinde, o selamı baş üstüne
almak, titizlikle taşımak ve sahibine ulaştırmak gerektir. Nice selamlar göndermişizdir bugüne dek anababaya, akrabaya, ahbaba. Nice selamlar almışızdır
sıladan, gözyaşlarıyla... Selamın kıymetini en çok,
sevdiklerine hasret kalanlar bilir.
35
S E L A M YA Z I L A R I
Rivayet edilir ki, seyr-i sülukunu tamamlayarak
manevi irşad için uzak diyarlara gönderilen Yunus’u
yıllar sonra dostları ziyarete gelir ve Tapduk Emre’nin
selamını getirirler. Bu kutlu emanetin ve ziyaretin sevinciyle şu dizeler dökülür Yunus’un lisanından:
Safa geldiniz erenler Kerem kıldınız yarenler
Dost cemalini görenler Allah sizden razı olsun
Safa kadem getirdiniz Bizi Hakka yetirdiniz
Ağlar iken güldürdünüz Allah sizden razı olsun
En kutlu, en içten selamlarımız Rahman’ın misafirleriyle gönderdiklerimizdir, Beytullah’a, Ravza-i
Mutahhara’ya. “Ey bad-ı saba uğrarsa yolun semt-i
harameyne / Tazimimi arz eyle Resulü’s-sakaleyne”
diyerek Zat-ı Risalet Penah’a duyduğu hürmeti, muhabbeti seher rüzgarına emanet eden aşıklar gelip
geçmiştir bu gök kubbenin altından...
Bir edeptir “selam”. Bir mekana girilirken izin istenir, selam verilir. Kur’an-ı Kerim; “Ey iman edenler!
Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip
(izin alıp) selam vermedikçe girmeyin.” (Nur, 24/27);
“Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek
ve güzel bir dilek olarak birbirinize selam verin.” (Nur,
24/61) buyurarak bize bu edebi öğretir.
Kur’an’da, verilen selama aynı şekilde ya da daha
güzeliyle karşılık vermemiz de istenmektedir (Nisa,
4/86). Nebevi terbiyeye göre; “Küçük büyüğe, geçen
oturana, az da çoğa selam verir.” (Buhari, İsti’zan, 4)
Kur’an okuyana, abdest alana, namaz kılana,
ezan ve kamet esnasında selam verilmemesi de yine
edebin gereğidir.
36
SELAM YALNIZCA SELAM MIDIR?
Meleklerin selamı ve cennet kelamıdır “selam”.
Dar-ı bekaya hicret ederken mümin, meleklerin
teşrifatıyla karşılanır ve selamlar eşliğinde cennette
ağırlanır (Furkan, 25/75; Zümer, 39/73). “Onlar, meleklerin;
“Size selam olsun. Yapmış olduğunuz işlere karşılık
cennete girin, diyerek, tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir.” (Nahl, 16/32) Melekler bu kulları; “Sabretmenize karşılık size selam olsun. Dünya yurdunun
sonu ne güzeldir.” (Ra’d, 13/24) diyerek Adn cennetlerine buyur ederler.
Sadece melekler midir cennetliklere selam verenler? Rahim olan Rablerinin selamıyla karşılanır
müminler (Yasin, 36/58). Ne muhteşem bir buluşmadır bu! Kur’an bu anı; “Kendisine kavuştukları gün
Allah’ın onlara iltifatı ‘Selam’dır. Allah, onlara çok
değerli mükafat hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/44) ayetiyle
ölümsüzleştirir.
Cennete giren bu müminler orada her daim birbirlerine selam verirler (İbrahim, 14/23). “Onların oradaki
duası; ‘Allah’ım, seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz.’
sözleridir. Birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise;
‘Selam’dır.” (Yunus, 10/10).
Hatta cennette müminler selamdan gayrı kelam
etmezler. “Söylenen yalnızca, selam, selamdır.” (Vakıa,
56/26) Zira cennet daru’s-selamdır (En’am, 6/127). Ebedi
hayatta selamet yurdunun sakini olabilmek için müminler, önce bu dünyayı daru’s-selama çevirmekle
yükümlüdürler.
Bir vefadır “selam”. Âlemlere rahmet Efendimizin
numune-i imtisal hayatlarında en güzel örneklerden
37
S E L A M YA Z I L A R I
biridir. Resulullah Cennetü’l-Bakî’de medfun ashabını
sık sık ziyaret ediyor ve her seferinde onları; “Selam
üzerinize olsun ey müminler yurdunun sakinleri, inşallah biz de size kavuşacağız.” diyerek selamlıyordu.
Bu ne anlamlı ziyaret, bu ne dosta-dostluğa vefa idi!
Ve ne derin anlamlar barındırmakta, yüz yüze geldiği
halde bir selamı birbirinden esirgeyenlere, Efendimizin kabirdeki ashabına verdiği selamı! Bu selam bizlere aynı zamanda dünya hayatı ve nimetlerinin geçici,
ölümün kaçınılmaz olduğunu hatırlatmaktadır. Arkada
kalanlar bir gün illaki önden gidenlere kavuşacaklardır.
Uruç ve nüzuldür “selam”, namaz ile taçlanan. Tekbirle başlayan manevi yükseliş kıyam, rüku,
secdeler, Fatiha, tahiyyat ile devam eder. Allah ve
Resulü’nün selamlaşmasına tanıklık eder her mümin
kendi namazında. Nihayet selam ile miraçtan avdet
edilir dünyevi yaşama. Sağımıza ve solumuza, maziye
ve istikbale, dünyanın ve ukbanın sakinlerine selam
veririz. “Allahümme ente’s-selam ve minke’s-selam
tebarakte ya ze’l-celali ve’l-ikram” diyerek, selamın
sahibine tazim ve teslimiyetimizi arz ederiz.
Hasıl-ı kelam, Hakk’ın rızasına talip kul olmak,
ahlak-ı Resulü kuşanmaktır selam. Nefsî mücadelede zafere ermek, cümle varlığa Yaratan’dan ötürü
değer vermektir. Barışı, kardeşliği, sevgiyi hayatımıza
hâkim kılmaktır. Bugün Müslümanlar olarak kendimizi sıgaya çekmek, yapıp ettiklerimizi bir daha gözden
geçirmek durumundayız. “Aranızda selamı yayınız.”
nebevi düsturunu yeniden okumaya, anlamaya, anlamlandırmaya ve yaşamaya ihtiyacımız var. Gözyaşı,
kan ve zulmün dinmek bilmediği İslam coğrafyasının
38
SELAM YALNIZCA SELAM MIDIR?
bir ferdi olarak selamı aramızda yayamamış olmanın,
yeryüzünde barışı hâkim kılamamanın, evrensel planda insan ve İslam kardeşliğini yaşayamamanın ıstırabını yüreklerimizde duymalıyız.
Nasıl olup da, selam vermenin sünnet, almanın
farz bilindiği aydınlık iklimlerden, şairin; “Selam verdim rüşvet değildir, diye almadılar” serzenişine sebep
olan devirlere gelindiğinin muhasebesini yapmalıyız.
Müminin mümine üç günden fazla küs durması
haram ise, iki müminin hayırlısı önce selam verense
(Buhari “Edep” 62), selamda selamet olduğuna inanmış
isek, selam gönül dili, selam muhabbet, selam dua,
selam cennete götüren bir yolsa şayet birbirini görmezden gelenlerimiz, görüp de selam vermeyenlerimiz, verilen selamı almayanlarımız ne büyük bir
mahrumiyet içindeler!
Vesselam!..
39
Söz, selam ile başlar. Hemen bütün kültürlerde sözlü iletişimin anahtarıdır selam. Selamın tonunda, şeklinde, manasında ardından
gelecek kelamın kodları vardır.
İLETİŞİMİN ANAHTARI: SELAM
Dr. H. Hümeyra Şahin
Editör - Yazar
Son yıllarda satış rakamları hayli artan kişisel gelişim kitapları bir yandan insanın iç huzuru ve mutluluğu adına neler yapabileceğini öğütlerken, diğer
yandan da toplumsal ilişkilerde başarılı olmanın anahtarını sunma iddiası taşımaktadır. Sosyal ortamların
adeta bir sahne gibi tanziminden, orada sahnelenecek ‘performans’ın tüm detaylarına kadar davranış
kodları belirleyen bu çalışmalar, insanı da bu sahnenin vitrininde bir performans sergileyicisi olarak
yerleştirme gayretindedir. ‘Sahne’nin vitrininde yer
alan ‘oyuncu’nun duruş şekli, konuşma kalıpları, yüz
ve vücut ifadeleri milimetrik hesaplarla biçimlendirilmekte ve bu ‘set’ adeta bir Shakespare sahnesi gibi
kurgulanmaktadır.
İletişim kalıpları olarak tanzim edilen bu tutum
ve davranışlar, bazen insanın doğal görünümlerine
perde olmakta, bazen de gerçek kimliklere maskeler giydirmektedir. Bu maskelerin ne kadar yaygınlıkla
kullanıldığı kitapçı raflarında hızla tüketilen imaj eksenli
41
S E L A M YA Z I L A R I
kitaplardan ya da imaj maker’ların popülaritesinden
anlaşılmaktadır.
Modern çağların, iletişimin görüntü boyutunu
daha fazla ön plana çıkardığını ve görselliğin diğer
ifade araçlarının önüne geçtiğini söylemek mümkündür. Her ne kadar görüntünün üstlendiği misyon, ‘ye
kürküm ye’ gibi önermelerle tarihin çok eski dönemlerine kadar gitse de, dış görünüşün önemi modern
zamanlarda her şeyin önüne geçmiş durumdadır.
İmajlara aşırı düşkünlük modern toplumun ayırıcı vasfı haline gelmiştir.
Oysa geleneksel toplumlarda iletişimin esası söze
dayanmaktadır. Anlamı taşıyan daha çok sözdür. Hatta sözün düşüşü hakikati buharlaştırır. ‘Kulağımız en
ontolojik varlığımızdır’ diyen Heidegger de, muhtemelen ontolojik hakikate ulaşmanın yolunun dil ya da
sözden geçtiğine işaret etmektedir. ‘Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız’
diyen Konfüçyus da, başka bir düşünce geleneğinden
sözcüklerin mahiyetinin önemini kavramaya davet
eder bizi.
Söz ise, selam ile başlar. Hemen bütün kültürlerde sözlü iletişimin anahtarıdır selam. Selamın tonunda, şeklinde, manasında ardından gelecek kelamın
kodları vardır. Adeta bir karakutudur. Globalleşme ile
birlikte yerel kültürel tutumların silikleşmeye başlaması her ne kadar farklılıkları ortadan kaldırsa da, kısa
bir selam pek çok kültürel geleneğe aynalık yapabilir. Zira her kültürün selam şekli farklılık gösterir. Söz
gelimi Uzakdoğu kültüründe selama yere eğilmek
şeklinde bir beden dili eşlik eder. Batılılar selamı bir
42
İLETİŞİMİN ANAHTARI: SELAM
reverans eşliğinde şapkalarını çıkararak gerçekleştirirler. Oysa bir başka kültürde şapka çıkarmak farklı
yorumlara tabidir.
Bütün bu farklılıklara rağmen fonksiyonu itibarıyla
sosyal ilişkilerde selam, iletişimin eşiğidir ve kelamdan
hemen önce gelir. Muhatabınızı fark ettiğinize ve iyi
niyet mesajları taşıdığınıza dair bir güven sunumudur.
Merhaba…
Hello…
Konnichi wa…
Ciao…
Bonjour…
Her biri “Benden sana zarar gelmez” teminatının Türkçesi, İngilizcesi, Japoncası, İtalyancası,
Fransızcası’dır. Farklı kültürlerdeki selam ibarelerinin
etimolojisine baktığımızda da, hemen hepsinin ortak
bir yönü dikkatimizi çeker; Selam aslında bir duadır.
Mesela İngilizce’de ‘hayırlı sabahlar’ anlamına gelen
‘good morning’ ibaresi, ‘god give you good morrow’
(Tanrı sana iyi bir gün versin) şeklinde özü duaya dayanan bir dilek kalıbıdır. Tıpkı ‘güle güle’ anlamına
gelen ‘good bye’ ifadesinin ‘God be with you’ (Tanrı
seninle olsun) olması gibi. İngilizce bu selam kalıpları,
farklı kültürlere yayılırken kuşkusuz dini anlamlarından soyutlanarak, seküler bir düzlemde daha çok iyi
dilek ifade eden ibarelere dönüşmüş, içerik kaybına
uğramışlardır.
İslami gelenekteki ‘Selamun Aleykum’ ibaresi de
bir duadır. İçinde gündelik dilin çok daha ötesinde
anlamlar barındırır. Fizik ve metafizik âlem arasında
43
S E L A M YA Z I L A R I
geçerliliği olan bir duadır. Zira bir ayet-i kerimede
“Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki:
Selâm size, Rabbiniz kendisine rahmeti yazdı.” (En’am
Suresi, 54) buyurmuştur. Selamın çevresinde Rab, Melek, Peygamber ve insan arasındaki bu muhataplık,
gündelik hayata makrokosmosla mikrokosmos arasındaki bağı taşıyacak kadar derin anlamlar yüklüdür.
Tüm sosyal ilişkilerine İslam ile aynı semantik kökten
türeyen bir barış ve esenlik dileğiyle giriş yapan insan,
gündelik hayatın her anında, verdiği her selam ile dahil olduğu o büyük anlam dünyasını içselleştirme imkanı bulmaktadır.
O halde Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize
olsun!
44
İslâm’ın bir şiarı olan selam, bir Müslüman’ın
insanlar arası sosyal ilişkileri barış üzerine
kurmada başvurduğu bir iletişim vasıtasıdır.
“Öteki” ile tanışma selamla başlar. İletişim
kurmada selam, muhataba pozitif enerji verir.
Kendisini ontolojik anlamda selamette hisseden bir Müslüman, çevresindeki tüm varlıklara da selam mesajını iletmekle dolaylı olarak
kendisinden güvende olmalarını telkin eder.
TANIŞMA VE BİLİŞMEYE
GÖTÜREN EN GÜZEL YOL:
“SELÂM”
Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Arapça’da selam kelimesi, “selime” fiilinden gelen
bir mastar olup; “bedenî ve ruhî her türlü hastalıklardan, eksiklik ve kusurlardan uzak olmak” anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de; “ancak Allah’a temiz bir
kalple gelenler müstesna”(Şuarâ, 26/89) âyeti; kin, öfke,
hıyanet, gıybet, laf taşıma ve kıskançlık gibi bâtınî hastalıklardan arınmış bir kalbi; “kusursuz ve hiç alacası
olmayan” (Bakara, 2/71) âyeti de maddi/zâhiri kusurlardan korunmuş sağlıklı ve düzgün bir fiziki yapıyı ifade
eder. Ayrıca “selime” fiili ve onun türevleri; barış, teslim, güven ve iyilik içinde olma gibi anlamları bünyesinde taşır. (el-İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât, İstanbul, 1986, s. 350)
Selam ile aynı kökten gelen ve Yüce Allah’ın
en güzel isimlerinden birisi olan es-Selâm; “kendisi
her türlü eksiklik ve kusurdan, yaratılmışlara ait değişikliklerden ve yok oluştan münezzeh olduğu gibi,
başkalarına da esenlik ve güven veren” demektir.
(Tirmizî “Da’avât”82) Bu bağlamda Yüce Allah; “Selam’dır,
Mümin’dir, Müheymin”dir. (Haşr 59/23) Namazdan çıkış selamının ardından okunan “Allahümme ente’sselâm ve minke’s-selâm” diye başlayan ta’zim ifa47
S E L A M YA Z I L A R I
desindeki selam sözcükleri de, Allah’ın ismi olup,
kurtuluşun ancak O’ndan geldiğini ifade eder. (Müslim
“Mesâcid”135-136) Zira O, bütün beşeri zafiyet ve kusurlardan soyutlanmış ve selamın/selametin tâ kedisidir.
Bu sebeple, dünya ve ahirette selâmet arayanları
gerçek anlamda selâmete erdirecek O’ndan başka
bir varlık yoktur. (Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili,
İstanbul, 1979, VII, 524)
Selâm sözcüğü, sadece İslâm’da değil, değişik
din ve kültürlerde de vardır. Meselâ, Brahman Hindular, “barış, barış” anlamına gelen, “şhanti, şhanti”;
Musevîler; “shalom shalom”; Keldânîler “şlama”;
Süryanîler ise, “şlomo” şeklinde selamı (Nasr, S. Hüseyin,
İslâm’ın Kalbi, İstanbul, 2002, s. 127, 126); Müslümanlar da “selamette olma, kurtulma, rahatlama, güven, barış ve
huzur içinde olma” anlamına gelen “selâm”ı telaffuz
ederler.
Her inanç sisteminin, ona kimliğini ve kişiliğini
veren, onu diğerinden ayıran, belirgin kılan şiarları,
sembolleri ve alametleri vardır. Çünkü dini semboller, salt bir uygulamaya değil, aynı zamanda dini yaşantıya da çağırırlar. Dinin şiarları, ülkelerin bayrakları,
sınır taşları ve işaretleri gibidir, görüldükleri yerin kimliğini belli ederler. İşte bu anlamda “selâm, İslam’ın
en önemli şiârları arasında olup Müslümanların parolasıdır. Kur’an-ı Kerim’de türevleriyle birlikte yaklaşık kırk ayette geçen selam (Nisâ 4/86), karşılaşan iki
Müslüman’dan birisinin diğerine “selâmün aleyküm”
demesi, diğerinin de ona karşılık olarak “aleyküm
selâm” şeklinde cevap vermesiyle gerçekleşir. Bu selam kalıbına yapılan ilaveler de söz konusudur. Bizzat
48
TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM”
Hz. Peygamber, bu ziyadelere Yüce Allah’ın çok sevap vereceğini belirtmiştir. (Tirmizî “İsti’zân” 2)
Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz kadarıyla, Hz.
Peygambere kendisine gelen mü’minlere “selâmün
aleyküm” şeklinde selam vermesi emredilmiştir.
(En’âm, 6/54) Ayrıca, Müslümanların birbirine selam vermesi gerektiğine işaret eden Resul-i Ekrem, yolda
karşılaştığı çocuklara bile selam vermiştir. (Müslim “Selam”
14) İslam’da her ibadetin bir âdâb ve erkânı olduğu
gibi selam vermenin ve almanın da bir âdab ve erkânı
vardır. Hz. Peygamberden gelen bir rivayette bu
âdab ve erkân; küçüklerin büyüklere, binitli olanların
yayalara, yürüyenlerin oturanlara, arkadan gelenlerin
önden gidenlere, azın çoğa selam vermesi şeklinde
cereyan eder. (Buharî “İsti’zân” 4,5; Müslim “Selam” 1)
İslâm’ın bir şiarı olan selam, bir Müslüman’ın insanlar arası sosyal ilişkileri barış üzerine kurmada
başvurduğu bir iletişim vasıtasıdır. “Öteki” ile tanışma selamla başlar. İletişim kurmada selam, muhataba pozitif enerji verir. Kendisini ontolojik anlamda
selamette hisseden bir Müslüman, çevresindeki tüm
varlıklara da selam mesajını iletmekle dolaylı olarak
kendisinden güvende olmalarını telkin eder. Meselâ,
namazların sonunda iki tarafa; “es-Selamü aleyküm
ve rahmetullah” tarzında selam verirken, sanki çevremizdeki varlıkların bizden güvende olmaları gerektiği
mesajı verilmiş olur. Çünkü Müslüman’ın dilinde selam, soyut anlam alanından çıkararak adeta ete-kemiğe bürünürcesine mecazi anlamda somutlaşır.
Öte yandan, Müslümanlarla gayrimüslimlerin bir
arada yaşadığı toplumlarda iyi münasebetlerin bir
49
S E L A M YA Z I L A R I
göstergesinin devam etmesinde selamın yapıcı bir
işlevi vardır. Bu sebeple, bir Müslüman, gayrimüslim bir kimseye “selâmün aleyküm” şeklinde değil de
(Müslim “Selam” 13) “es-Selâmü alâ meni’t-tebea’l-Hüdâ/
Selam hidâyete tabi olanların üzerine olsun” (Taha
20/47) şeklinde selam verebilir. Böyle bir söylem tarzı, hem ona güven verme ve hem de onun hidayete
erişmesi için bir duadır. Hidâyet selamının mesajı, hepimiz Âdem’in çocuklarıyız. Bizden size bir kötülük
gelmez, kendinizi güven ve huzur içerisinde hissediniz, anlamı taşır.
Gerçek Anlamda Selam Yurdu, Ahirrettir
Barışı sadece dile indirgeyenler, gerçek anlamda
ne kendisiyle, ne Allah’la ve ne de çevresindeki varlıklarla barışık olabilirler. İslam’da arzu edilen selamın
sembolik anlamı, söz ve özün müşterek izdivacında
ortaya çıkar. Emin, kurtuluş ve barış gibi huzur ve
mutluluğu ifade eden selâm; dilden kalbe, kalpten
de organlara yansıtılmadıkça çok fazla bir anlam ifade etmez. Zira selam, kavganın değil, barışın dilidir.
Müslümanlar için yalnızca ed-Dîn olan İslam, “barış
yurdu”na götürebilir. Nitekim şu ayetlerde buna işaret edilir:
“Allah, esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru
yola iletir.” (Yunus 10/25)
“Allah, onunla rızası peşinde olanları selamet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa
çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” (Maide, 5/16)
Bu sebeple Kur’an’da barış, cennet hayatıyla
özdeşleştirilmiştir:
50
TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM”
“Cennetliklere, ‘Selam olsun size!’
seslenilir.
(A’raf, 7/46)
diye
Yine cennetlikler;
“Orada boş söz işitmezler. Yalnızca (meleklerin)
‘selam!’ (deyişini) işitirler. Orada sabah akşam rızkları
da vardır.” (Meryem, 19/62; Vakıa, 56/26)
Gerçek anlamda esenlik ve güvende olma, sadece cennette yaşanacaktır. Çünkü orada sonu olmayan bir ebedilik, fakirliği olmayan bir zenginlik, zilleti
olmayan bir izzet, hastalığı olmayan bir sıhhat; hüznü
olmayan bir sevinç vardır.
İnsanlık tarihi boyunca, yeryüzünde barış yolunda sürdürülen mücadeleler hiç de kolay olmamıştır.
Birey ve toplumları barışa çağıran ve hasbi olarak
barışın gönüllü elçiliğini yapan bütün peygamberler,
yaptıkları bu çabalardan dolayı dünya hayatında iken
es-Selâm olan Yüce Allah’ın özel selamına mazhar
olmuşlardır:
“İlyas’a selam olsun.” (Saffat, 37/130)
“Âlemler içinde Nûh’a selam olsun!” (Saffat 37/79)
“Mûsâ’ya ve Hârûn’a selam olsun.” (Saffat 37/120)
“İbrahim’e selam olsun.” (Saffat 37/109)
“Bütün peygamberlere selâm olsun.” (Saffat 37/181)
Ayrıca bütün peygamberler, ahret hayatında da,
selam ile taçlandırılacaklardır. Çünkü onlar, kavimleri
tarafından, her türlü sıkıntıya ve mahrumiyete barışı
yayma adına katlanmışlardır. Bundan dolayı ahrette,
merhametle muamele görecekler ve selamla kendilerine mukabele edilecektir:
51
S E L A M YA Z I L A R I
“Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak
(kendilerine) ‘Selam’ (vardır).” (Yasin 36/58)
“Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!” (Ra’d 13/24)
Öte dünyada selam yurduna kavuşacak olanlar,
ancak bu dünyayı selam ve selamet yurduna dönüştürmek adına çaba sarf edenlerdir.
Müslümanların Varlık Sebebi, Bu Dünyayı Bir
Selam Yurduna Çevirebilmektir.
Bir Müslüman, es-Selâm olan Yüce Allah’ın
bu ismini, aile hayatından tutun da, sosyal, kültürel
ve ekonomik hayatın bütün alanlarına, hatta uluslar
arası ilişkilere varıncaya kadar ahlaki bir yaşam tarzına çevirmelidir. Önce barış, aile içi iletişim alanlarında kurulmalıdır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle
buyrulur: “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah
katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin.” (Nur 24/61) Aile bireyleri arasında gönül dilinden dökülecek olan bu selam, ne zaman davranış
kalıplarına yansıtılırsa, işte o zaman bir Müslüman’ın
evi, mesâkin-i tayyibe ve barış evi hâline dönüşecektir. Böyle bir evde; kavga yerine sevgi, aldatma yerine
sadakat, zulüm yerine merhamet olacaktır. Allah resulü, kendi evine girenlerin de evde bulunanlara selam vermesini emretmiş, bizzat kendisi de ev halkına
selam vermiş ve onlarla hasbihal ederek gönüllerini
almıştır. (Tirmizî “İsti’zân 10)
Selam, bir iletişim dilidir: “Size Müslüman (esselâm) olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek; ‘Sen mü’min
değilsin’ demeyin.” (Nisa 4/94) Bu ilahi çağrıda geçen
52
TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM”
“selâm” tabiri, dışlamacılığı değil, kapsayıcı ve kuşatıcı bir dindarlık dili geliştirmemizi ilham ediyor. Çünkü
dışlamacılık anlamına gelen “tekfircilik” mü’minler arasında barışı bozar. Kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kimseye selamla mukabele etmemek, gerçek mü’mine yakışan bir duruş ve tavır değildir. İnsanların inançlarını sorgulayacak olan makam farklıdır.
Biz yargıç değil, davetçiyiz. Zahire göre hüküm veririz. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.), mü’minler
arasında meydana gelen küskünlükleri ve dargınlıkları
gidermede çözüm olarak selamı adres göstermiştir:
“İnsanların Allah katında en değerlisi ve O’na en yakın olanı, önce selamı verendir.” (Ebû Dâvud “Edeb” 33;
Tirmizî “İsti’zân” 6) Çünkü selam, Müslümanlar arasında
uhuvvet ve kardeşliğin geliştirilmesinin yegâne anahtarıdır. Yaşadığımız Müslüman coğrafyalarda cereyan
eden etnik ve mezhebi çatışmaların önüne ancak bu
barışa hayat vermekle geçebiliriz. Selamı askıya almak
ve terk etmek, barışa sırt çevirmek manasına gelir.
Bu sebeple bütün Müslümanlar Cenâb-ı Hakk’ın barış çağrısına yürekten kulak vermelidirler: “Ey iman
edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara 2/208) Kim Müslümanlar arasında barışı bozuyorsa,
o şeytandır ya da İblis’in yolunca gidendir. Şeytan ise,
Allah’a isyanın bir sembolü ve kötülük odağıdır. Onun
bütün amacı, müminleri, bir barış yurdu olan cennete gitmekten alıkoymaktır. (Bakara 2/36) Ama unutulmamalıdır ki, insan şeytanı kendi ihtiyarı ile yetkili kılmadıkça, onun, insan üzerinde hiçbir yıkıcı gücü olamaz.
Şeytanı asıl güçlü kılan insandaki irade zayıflığı, ahlaki
cesaretin olmayışı ve takvanın bulunmayışıdır. Allah’ın
53
S E L A M YA Z I L A R I
ihlâslı kulları üzerinde onun hiçbir hâkimiyeti olmayacaktır. (Bkz. 17/İsrâ 63)
Sosyal hayatta selamın işlevi büyüktür. Öteki
dünyanın kazanılması, bu dünyada selamın gereklerini yerine getirmeye bağlanmıştır. Başta es-Selam
Olan’a inanan, kardeşlik hukukunu korumada; selam,
hoşgörü, sevgi, saygı, paylaşma, cömertlik, affetme
gibi övülen ahlaki değerlere sarılan kimseler, her iki
dünyada da gerçek kurtuluşa ereceklerdir. Çünkü
“Allah, rızasını gözetenleri onunla selamet yollarına
(sübülü’s-selâm) eriştirir ve onları, izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları, doğru yola iletir.” (Krş. 5/
Maide 16)
İslam, özellikle Müslümanlar arasında sevgi, kardeşlik ve dostluk bağlarının geliştirilmesini “selam”ın
yayılmasına ve yaygınlaştırılmasına bağlamıştır. Nitekim Hz. Peygamber, selamın Müslümanlar için imanî
ve hayati bir mesele olduğuna şöyle işaret etmektedir: “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamazsınız. Size yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir
şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim
“İman” 93; Ebu Davud “Edeb” 131; Tirmizî “İsti’zân” 1; İbn Mâce “Mu-
Selamın yayıldığı bir toplumda mü’minler
arasında sevgi eksenli iletişim ve diyalog, takva ve
iyilikte yardımlaşma kapıları açılır; düşmanlık ve fenalık kapıları da kapanır. (Bkz. 5/Maide 2) Mü’minler ancak,
böyle bir toplum yapısında selamın ortaya çıkardığı sevgi medeniyetini yeniden inşa edebilirler ve var
oluş tarihlerine süreklilik kazandırabilirler.
kaddime” 6)
Müslümanların kendi aralarında birbirlerine
Hakk’ı tavsiye etmeleri (Asr 103/3) kardeşlik hukukunun
54
TANIŞMA VE BİLİŞMEYE GÖTÜREN EN GÜZEL YOL: “SELÂM”
bir gereğidir. Hakkı tavsiye etmenin birçok yolu ve
yöntemi vardır. Bu alanda en etkili yöntem, sözden
ziyade selam temelli temsil Müslümanlığının görünür
kılınmasıdır. Bu hususta Hz. Peygamberden gelen bir
rivayet şöyledir: “Bir sahabe Hz. Peygambere; ‘Ey
Allah’ın Resulü! İslam’da hangi amel daha hayırlıdır?’
diye sorunca, o, şöyle buyurur: “Yemek yedirmen,
tanıdık, tanımadık herkese selam vermendir.” (Buharî,
“İman” 20; Müslim İman” 63; Ebu Davud “Edeb” 131; Nesâî “İman” 12)
İşte bu rivayetten her türlü bencilliğin ve açgözlülüğün paylaşma ahlakıyla; bireyciliğin ise, selamla tedavi
edilebileceğini anlıyoruz. Yapılan her iki tavsiye gerçek anlamda yerine getirildiği takdirde, sosyal açıdan
önemli sonuçlar doğuracaktır. Bunlardan birisi, sınıfsal çatışmalar yerine, karşılıklı güveni, diğeri, enaniyet
ahlakı yerine sevgiyi tesis edecektir. Böylece toplum
bireyleri arasında güçlü dayanışma bağları artacaktır.
Yaşadığımız çağda, dünyevileşme ve bireyciliğin
yaygınlaşması, yalnızlar ordusunu artırmıştır. Ancak
böyle bir menfi gidişatı, paylaşma ahlakını geliştirmek
ve çıkara ayarlı olmayan “selam” dilini yaygınlaştırmakla durdurabiliriz. Çünkü selam, salt bir söz değil,
“öteki”ne; nasılsın demek, onun bir problemini çözmek, yarasına merhem olmak ve onu insan yerine
koyma eyleminin adıdır. İşte İslam’ın insana bakışı ve
getirdiği değerlerin yüceliği buradadır. Böyle bir bakışın yaşam tarzı haline geldiği bir toplumda, gerçek
anlamda barış ve güven sağlanabilir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, birey ve toplumların hayatında barışın kaynağının es-Selâm olduğu bilinmeden ve O’na teslim olmadan yeryüzünde
barışın mümkün olamayacağı unutulmamalıdır.
55
“Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken hâlimizi
Soranlara selam olsun.”
Yunus Emre
BİR MEDENİYETİN EVRENSEL
ÇAĞRISI: “SELÂM”
Doç. Dr. Hatice K. ARPAGUŞ
M.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
İslâm kültür ve medeniyetinin fert ve toplumsal
hayatta kendine has uygulamaları diğer bir deyişle şiârı denilen hususiyetleri vardır. Kur’ân-ı Kerîm
ve Hz. Peygamberin sünnetinde önemli yer tutan
ve asla vazgeçilmeyen öncelikler vardır. Sulh, hayır,
esenlik, mutluluk gibi anlam katmanlarıyla sarmalanmış, aynı zamanda İslâm dininin ismine de kaynaklık
eden bu anlam zenginliği İslâm kültür ve medeniyetin
en temel kavramlarından birisi olan “selâm”ı ortaya
çıkarmıştır. İslâm ümmetinin birbirleri ile olan ilişkilerinin anahtar kavramı olan bu kelâm ecdâdımız tarafından da her türlü anlam derinliği ve zenginliği ile hayata aksettirilmiş, beşerî ilişkilerin düzenleyicisi olma
özelliğini bünyesinde barındırmıştır.
Hz. Peygamberin çizdiği yoldan yürümeyi kendine şiar edinen Osmanlı kendisinden önceki mirası
alıp onu titizlikle koruyup muhafaza ederek kendisinden sonraya nakletme görevini üstlenmiştir. Bu
amaçla Hz. Peygamber Yesrib’i fethettikten sonra
Medine ismini vererek İslâm’ın medeniyet olduğunu,
57
S E L A M YA Z I L A R I
medeniyetin de edeb ve adab-ı muâşeretinin bulunduğunu hayatından kesitlerle uygulamaya koymuştu.
Aynı yolu kendine sünnet edinen Osmanlı toplumunun şahsında Fatih Sultan Mehmed de Konstantiniyyeyi fethederek onu ismine yaraşır bir şekilde
İslâm-bol hâline getirdi. Yani sahabeden izler taşıyan
bu şehri selâmet ve huzurun timsali olan İslâm’ın
merkezi hâline getirdi. Buradan üç kıtaya yayılan devlet kendisinden önceki İslâm mirasını alarak, ona bir
yandan bulunduğu coğrafyada yaşama şansı verirken
diğer taraftan da onun ruhuna uygun katkılarda bulunmaktan geri durmadı. Nitekim “selâm” teriminin
Osmanlı’daki anlam alanını tespit etmek amacıyla
Şemseddin Samî’nin Kâmûs-i Türkî (s. 731) adlı eserine
bakmak anlamlı olacaktır.
Şemseddin Sâmi söz konusu kelimenin kökü ve
kullanımıyla ilgili İslâmî Literatürdeki anlam alanını
naklettikten sonra “selâm” kelimesini “afet ve muhataradan uzak ve salim olmak ve sonun iyi ve hayra
çıkması” mânâlarına geldiğini söylemektedir. “esSelâmü aleyküm” veya “es-selâmü aleyke” şeklindeki
selâmlamayla “âşinâlık, tahiyye ve selâmet üstünüze
olsun” mânâsında duâ dile gelmektedir ki, böylece
söz konusu tabirin insanlar arasında âşinâlık ve ünsiyeti ifade ettiği anlaşılmaktadır. Süleyman Çelebi, Hz.
Peygamberin doğumunu anlatan Mevlid’inde Peygamberin dilinden ümmetine söz konusu selâmı şu
şekilde ifade etmektedir:
“Hem dedi ashâba ol hayrü’l-enâm
Ümmetime kılasız benden selâm”
58
BİR MEDENİYETİN EVRENSEL ÇAĞRISI: “SELÂM”
Nitekim bu bağlamda “selâm vermek”, “selâm
almak”, “ve aleyküm selâm” diyerek karşılık vermek
tabirleri de kullanılmaktadır. Aynı perspektiften hareketle “selâm göndermek” de doğrudan iletilemeyen
âşinâlık ve selâmın bir kimse veya mektup vasıtasıyla
ifadesini dile getirmektedir. “Selâm etmek” ifadesiyle de “filan size selâm ediyor” veya “filana benden
selâm edin” şeklinde bir kullanım söz konusudur.
“Selâma durmak” tabiri ise “geçen büyük bir zâta
hürmeten ayağa kalkıp selâmını almaya hazır olmak”
manasına kullanılmaktadır. Karacaoğlan bunu şu şekilde ifade etmektedir:
“Cemalini gördüm oldum divâne
Selâmına durdum yolun üstünde”
Aynı kullanım askerî dilde tüfek veya kılıcın
özel bir vaziyette önünde tutulup kendi üstünün
selâmlamasını ifade etmektedir ki “selâm dur!” şeklinde bir komutla icrâ edilir.
“es-Selâmü aleyküm” ya da “selâmün aleyküm”
tarzındaki en yaygın selâmlamanın karşılığı da “ve
aleyküm selâm” şeklindedir. “Aleyhi’s-selâm” şeklindeki kullanım da genellikle başta Hz. Peygamber
(s.a.s.) olmak üzere peygamberler veya sahâbenin
ismi anıldığında irad olunan duâ tabiridir. Hz. İbrahim
isminin geçtiğinde “aleyhisselâm” tabirinin eklenmesi
gibi. “Ve’s-selâm” ise, “işte o kadar” anlamında, bahsin sonunda söylenen selâmın bir ifadesidir.
Yukarıdaki tarifte özetlenen selâmın anlam
yükü onun yalnızca sözün başında değil nihayetinde de devreye girmesine vesile olmuştur. Mese59
S E L A M YA Z I L A R I
la “Önce Selâm Sonra Kelâm” adlı eserini kaleme
alan Müstakimzâde Süleyman Sadeddin Efendi söz
konusu eserde selâmın sözün aslı ve esası, kelâmın
da besmelesi mesâbesinde olduğunu anlatmaktadır.
Yine ecdâdımız bir meclise girerken veya bir konuşmaya başlarken selâmı kullandıkları gibi bir yerden
ayrılırken de selâm kelimesini kullanmayı adet edinmişlerdir. Nitekim bu hususta Yunus Emre’nin şu dizelerine kulak verilebilir:
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selâm olsun
Bizim için hayır duâ
Kılanlara selâm olsun
Aynı bağlamda sözün nihayetinde yukarıda da
işaret ettiğimiz üzere yine içinde selâm kelimesinin geçtiği “vesselâm” tabiri kullanılmaktadır. Bunun en güzel misâli ise Mevlânâ’nın Mesnevî’sine
yazdığı ilk on sekiz beyitin sonunda şu şekilde ifade
edilmektedir:
“Hâl-i hâss’dan anlamaz bir türlü hâm,
Söz az olsun, özlü olsun vesselâm!”
Nitekim İstanbul Darülfünûn’unda mantık müderrisi olan Halil Nimetullah Millî Mecmua’da,
kaleme aldığı “Selâmımız” adlı makalesinde batılılaşmanın tabîi bir sonucu olarak dile giren yeni tabirlerden rahatsız olmasından hareketle selâmın
ve selâmlaşmanın öneminden bahsetmektedir. Bu
amaçla o, selâmın her millete mahsus şekilleri bulunduğunu ifade ettikten sonra, Türk milletinin de
selâma çok önem verdiğini ve Osmanlı toplumunda
60
BİR MEDENİYETİN EVRENSEL ÇAĞRISI: “SELÂM”
selâmın özel bir konumunun bulunduğu üzerinde
durmaktadır. Mesela insanlar birbirleriyle karşılaştıklarında ünsiyet ve dostluklarını ifade etmek üzere birbirlerine ellerini göğüslerine koyarak “selâmün aleyküm” demektedirler. Avrupalı seyyahlardan Guer ise;
“Türklerin pek mükemmel görgü kuralları vardır
ve hepsine can-ı gönülden riayet ederler. Bunun bir
nişânesi olarak birbirleriyle karşılaştıklarında sağ ellerini göğüslerine götürmek sûretiyle selâmlaşırlar”
sözleriyle bahsi geçen âdâb-ı muâşeretten bahset­
mektedir.
Aslında hemen her millet ve kültürde rastlanan
selâmlaşmanın Osmanlı toplumundaki kullanım ve
anlamları ise oldukça geniştir. Çünkü Türk toplumunda ve onun âdâb-ı muâşeret kurallarında selâm
sadece karşılıklı alıp-verilmeden ibaret olmayıp devamlılık arz eder. Bunun neticesi olarak karşılaşma
sonrasında, yeni gelen kimse bir meclise girdiğinde, söz konusu dostluğu devam ettirmek amacıyla hazır bulunanlar o kimseye ellerini göğüslerine
koyarak “merhabâ” derler. Bu tarz bir selâmlama
ve merhabâ ifadesiyle söz konusu kimseye “hoş
geldin, rahat ol” denilmek istenmektedir. Dolayısıyla merhabâ, “selâmün aleyküm”ün devamı mahiyetinde bir selâmlama şeklidir, denilebilir. Aynı tabir
övülen şey ve kimseler için de; “merhabâ ey şehr-i
Ramazan”,“merhabâ ey rahmeten lil-âlemîn!” şeklinde selâmlama ifadeleri ile kullanılmaktadır.
Toplumsal hayat açısından dostluk, ünsiyet ve
hürmet gibi hususların önemi tartışılmaz bir husustur.
İşte bütün bu önemli fonksiyonları hayata geçiren şey
61
S E L A M YA Z I L A R I
ise, selâmlaşmada ve özellikle bütün anlam katmanları ve zenginliği ile “selâm” kelimesinde toplanmıştır.
Bundan ötürü millî şairimiz Mehmet Akif de konunun
önemine binaen selâmlaşmanın gerekliliğini;
“Bir Selâm ver be herif, ağzın aşınmaz ya Hayır,
Ne bilir vermeyi herif, ne de sen versen alır”
dizeleriyle dile getirmektedir. Nitekim Fuzulî’ye
nispet edilen;
“Ne senden rükû’ artık, ne de benden kıyâm.
Bundan sonra; selâmün aleyküm, aleyküm selâm!”
şeklindeki beyit de selâmın insanlar arasındaki ilişkiyi pekiştirdiği ve her şeyden önemlisi aradaki rütbe
ve mevki gibi durumları ortadan kaldırıp kişileri eşit
mesâbeye getirdiğini veciz ve mânidâr bir şekilde ifade etmektedir.
Selâm kelimesinin ihtiva ettiği bu anlam zenginliği ve derinliği kaçınılmaz olarak ona geniş bir kullanım alanı vermiştir. Dolayısıyla “selâm almak”, “selâm
vermek”, “selâm göndermek”, “selâm söylemek”,
“selâm etmek” şeklindeki ifadeler söz konusu binlerce kullanımdan yalnızca bazısını ifade etmektedir.
Hayat Mecmuası muharrirlerinden Avni Bey
Osmanlı döneminde çok kültürlü ve çok dinli bir yaşamda selâmın da çeşitli şekillerde ifade kalıplarına
döküldüğüne dikkat çekmektedir. Mesela ulemâya
mensup bir kimseye “selâmün aleyküm” tabiri kullanılırken toplumun diğer tabakaları birbirine günün
başlangıcında “sabâh-ı şerifleriniz hayrolsun”, günün
sonunda da “akşâm-ı şerifleriniz hayrolsun” gibi ta62
BİR MEDENİYETİN EVRENSEL ÇAĞRISI: “SELÂM”
birleri kullanmayı tercih ettikleri, gayrimüslim biriyle
selâmlaşırken de aynı kullanımlara müracaat edildiği
halde onlardaki şerif tabirinin kullanımdan kaldırıldığı
dile getirilmektedir.
Osmanlı toplumunda sözlü selamlaşma kalıpları dışında “selâmün aleyküm” ya da “merhabâ”dan
başka bir de, “temennâ” adı verilen selâmlama şekli
de vardır ki “selâm” ve “merhabâ” gibi bu terim de
köken itibariyle Arapça’dır. Söz konusu kavram, “dilemek, arzu etmek ve temennî” manalarına gelmekle
birlikte Osmanlı kültür hayatında hürmet ve âşinâlığı
göstermek ve minnet ve şükran duygularının bir ifadesi olarak kullanılmaktadır. Bu tür bir selâmlama
şu şekilde tarif edilmektedir. “Bir kimsenin sağ elini
göğsüne veya karşısındaki kimseye, daha da önem
veriyorsa biraz daha aşağıya dizlerine doğru indirip
ardından elini önce ağzına sonra da başına götürmesidir” Bu çeşit selâmlamada kişinin karşısındaki kimseye gösterdiği saygı nişânesi olarak zımnen “eteğinizi
veyâhut hâk-i pâyinizi/ayağınızın tozunu öper başımın
üzerine koyarım” demek istediği ya da “Allah hayırlı
ömürler versin” şeklinde bir temenninin şeklen ifadesi söz konusudur. Böyle bir selâmı alan kimse de bu
selâmlamayı kendisine yapılmış bir iltifat olarak kabul
etmektedir.
Farklı kullanım şekilleriyle ifade etmeye çalıştığımız “selâm” aslında bir medeniyetin anahtar kavramı olma özelliğini hâizdir. Kur’ân-ı Kerîm ve Hz.
Peygamberin örnek hayatından günümüze yansıyan
on beş asırlık İslâm kültür ve medeniyetinin bir şiârı
olarak ecdâdımız ve bugünkü insanımız nezdinde
63
S E L A M YA Z I L A R I
iyice özümsenmiş bir temel anlayış olarak temâyüz
etmiştir. Aslında kısaca ifade etmek gerekirse “selâm”
insanın kendisiyle, hem-cinsleriyle, yaşadığı toplumla ve inandığı dinin değerleri ve o değerlere inanan
kardeşleri, hatta bütün bir beşeriyet ile ilişkilerinde bulunması gereken kapsayıcılık ve sulh arayışının
bir tezâhürüdür. Bu anlayış aynı zamanda Cenâb-ı
Hakk’ın esmâ-i ilâhiyyesinden biri olan “selâm”ın
âlemde neşv ü nemâ bulması, tecellî ve tezâhür etmesidir. Bu tecellîye mekân olma vazifesi ise, Hz.
Peygamberin emr-i nebevîsi ile onun ümmetine vasiyetidir: Hz. Peygamber buyururlar:
“Ey insanlar, aranızda selâmı yayınız!” (Buhari,
“Edebü’l-Müfred” 134)
Huşû’ ile kılınan her namazdan sonra huzûr-i
ilâhîden selâm ile çıkılır ve mü’minlerin dillerinden şu
duâ dökülür:
“Allahım! Selâm sensin! Ve Selâm sendendir!”
“Selâm”, baştan sonra bu mânâyı ta’lîm eden
yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de ise; bütün insanlığa
karşı yapılmış evrensel bir tespit, çağrı ve duâdır:
“Doğru yola uyanlara selâm olsun!”
KAYNAKÇA
Şemseddin Samî, Kamus-i Türkî, İstanbul 1317: Çağrı yay.
Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı, İstanbul 2004: İz yay.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 2011: Kubbealtı y.
64
‘Selam’ aileden başlamalı. ‘Selam’ ailede de
en evvel çocuklardan başlamalı.
Çocuklar en çok önemsendiklerinde büyürler… Selam onları önemsemektir… Çocuklar ‘Selam’ vermeye en layık temiz kalplerdir
ve çocuk kalbi unutmaz, unutmayınız… Çocuk kalbinin mürekkebi hiç çıkmayan derin
yazıların yazıcısıdır, hatırlayınız…
Allah ‘SelÂm’dır…
Halise Çiftçi
Editör
“O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir;
Kuddûs’tür; Selâm’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir;
Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir.
Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir.” (Haşr,23)
İmam Bakır Köyü’nde camideyim. Bir garip, bir
kırık, bir mahzun ses, dua ediyor… Dua beni çağırıyor… Yan taraftaki kabirden gelen sese doğru elimde
olmadan koşuyorum. Aman Allah’ım… Bu nasıl bir
dua… İmam Bakır Hazretlerinin kabri yanında, taş
sekide ellerine döktüğü dualarıyla gökyüzünü yaran
yaşlı bir adam, dünyanın en içli duasını ediyor. Bir piri
fani üzerimizden geçirdiği dua demetini Hakk’a arz
ediyor… O dua ediyor ben yok oluyorum. Nokta
kadar kaldığımı hissediyorum. İçime bükülüyorum.
Diz çökmüş kabir başında sessizce ‘amin’ diyen
herkes gökten üzerimize rahmetin ince yağmurlar
hâlinde yağdığına şahitlik ediyor. Hepimizin kalbinde
o an ‘Neyleyim dünyayı, bana Allah’ım gerek’ işti67
S E L A M YA Z I L A R I
yakı… Dua onun ak sakallarını, bükülmüş belini ve
nokta kadar kalmış bizleri şefkatli elleriyle okşuyor.
O güne kadar hiç görmediğim, adını bilmediğim
bir piri fani, duyduğum ve âmin dediğim en mahzun,
en yakıcı dua ve nokta kadar kalmış ben. Hayatımın
en nadide anını unutmadan hafızama yazmak için
gözlerimi kapatıyorum.
Ama, keşke hep o anın içinde kalsam dediğim
dua bitiyor. O kapıya yöneliyor.
Kapıdan çıkarken etrafını çocuklar sarıyor. Belli
ki, onu beklemişler. Etrafını saran çocuklar onun ‘Selam’ıyla güllük gülistanlık bir dünyanın kapısında durduklarını biliyorlar. Hepsinin başlarını okşayıp hatırlarını soruyor. Uzun pardesüsünün cebine doldurduğu
kağıtlı şekerleri çocuklara dağıtıyor. Çocukların yanından yürürken bana da şeker düşüyor…
Çocuklar kadar sevindiğime gülüp, Hacı
Bayram-ı Veli Hazretlerine selam götürmemi söylüyor… Çocuklar dünyanın vicdanı olmanın sorumluluğunu yüklerken omuzlarımıza o bir ‘Selam’, bir
kağıtlı şeker ve bir baş okşayışla dünyanın yönünü iyiliğe çeviriyor… Hacı Bayram-ı Veli Camii’nden kuşlar
İmam Bakır Köyü’ne doğru havalanıyor.
O gün orada bir sürü derslerden bir ders çocuklar üzerinden geliyor… Çocuklar, selam ve şekerler
dersin adı.
Annem ve selam…
Annemin hep unuttuğu hayattan, arda kalan
birkaç anıdan biri de mahallelerindeki ‘Mütevellile68
Allah ‘SelÂm’dır…
rin dede’nin gelip geçerken kendi dar, dik yokuşlu
sokaklarında çocukları, onların arasında annemi de
‘Selam’laması, başlarını okşaması… ‘Sıraya girerdik
başlarımızı okşasın’ diye anlatır annem… Çocuk kalbi
bir ‘Selam’, bir baş okşayışı seksen küsur yıl unutmaz
mı… Unutmuyor işte… Anlatır halâ annem…
Hasılı…
Allah, bizi etrafımızı saran çocuklarla sınarken,
hayata var olduğundan bu yana hep kırık aynalarla
bakmış insanların hep parçalı, hep kırık görüntüleri,
çocukları hep mahzun bırakırken, çocuklar sadece,
bir baş okşayış, bir kağıtlı şeker ve bir selamla bütünlenebilmeyi beceriyor…
Çok esirgeyen Rabb’den onlara bir de sözlü “Selam” (vardır).” (Yasin, 58)
Çocuk kalbi…
Şimdilerde de kim bilir hangi göğün altında, kim
bilir kaç insan hâlâ çocuklara, hayatın yeşeren dallarına ‘Selam’ı öğretmekte ve öğütlemektedir… İnsan
ilişkilerinin ilk sözü, ilk köprüsü, ilk kemendi diye…
Efendimizin (s.a.s.) hâli, tavrı, öğüdü diye… İslam’ın
gülen yüzü, hayrın başı diye…
Çocuklar, ‘Selam’ vermeye en layık temiz kalplerdir ve çocuk kalbi unutmaz, unutmayınız… Çocuk
kalbinin mürekkebi hiç çıkmayan derin yazıların yazıcısıdır, hatırlayınız…
Efendimiz (s.a.s.), çocuklara ‘Selam’ verirdi…
O verirdi diye ‘Selam’ vermek…
69
S E L A M YA Z I L A R I
Enes (r.a.) şöyle buyuruyor:
“Resulullah (bir gün) oynamakta olan çocukların
yanından geçti de onlara selam verdi”. (Buharî, “İsti’zan”
15, Tirmîzi “İsti’zan” 8)
“(Bir gün) Resulullah yanımıza geldi. Ben (o gün)
çocuklar arasında (oynayan) bir çocuktum. Bize selam verdi, sonra elimi tuttu, benimle bir haber gönderdi. Ben kendisine dönünceye kadar duvarın gölgesinde oturdu. (Ebu Davud, “Edeb” 135,136)
Hz. Enes’in (r.a.) anlattığına göre, kendisi bir grup
çocuğa uğrar ve onlara selam verir. Yanındakilere de
şu açıklamayı yapardı;
“Resulullah böyle yapardı!” (Buhari, “İsti’zan” 14)
‘Selam’ın anahtar cümlesi ‘Çocuklara Selam’dır.
Efendimiz (s.a.s.) örnektir… Ne güzel örnektir… Çocuklara ‘Selam’ veren, merhamet ve tevazunun en güzel örneklerini sergileyen Efendimiz (s.a.s.)
yapardı diye yapmak… O çocuklara ‘Selam’ verirdi
diye ‘Selam’ vermek… Onun izinden gitmek… Ne
güzel bir erdemdir…
Selam sevgidir…
En çok da çocuklar için…
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Resûlullah
(s.a.s.) şöyle buyurdu: “Canım kudret elinde olan
Allah’a yemin ederim ki; İman etmeden Cennete
giremezsiniz, birbirinizi sevmeden de iman etmiş
olmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi sevece70
Allah ‘SelÂm’dır…
ğiniz bir işi göstereyim mi? Selamı aranızda yaygınlaştırınız.” (Müslim, “İman” 17; Ebû Dâvûd, “Edeb” 27)
Sevgisizlik büyük küçük, uzak yakın akraba, komşu, eş dost hepimizin ayaklarına batırılmış bir iğne
olarak yerinde durmakta.
Sevginin kanat gerdiği yürekler hizaya çekilirken,
insanlar internette, sosyal medyada yalnızlığın dibini
bulurken, yanındakini görmektir ‘Selam’… Otobüste yolculuk yaptığın, aynı mahallede komşu olduğun,
alışverişte karşılaştığın insanları fark etmektir. Gönül
alıp vermektir... Kalplerin sağ yanına sol tarafındaki
sızıyı anlatmaktır… Pek çok laf kalabalığının kestirmeden tercümesidir. Sevginin girizgahı, özeti, tercümesidir ‘Selam’…
Çocuklarsa sevgisizlikten kırıldığımız bu hayatta,
kaç yaşında olurlarsa olsunlar, sevilmeye en muhtaç,
en layık hâlleriyle ‘Selam’ı en çok hak edenlerdir…
Selam yaygınlaştırılmalıdır…
Öyleyse çocuklardan başlanmalıdır…
Ayrılıkların, kırgınlıkların, kızgınlıkların, yoksullukların ve yoksunlukların en iyi ilacının ‘Selam’ olduğunu
tecrübe etmiştir hayat. Hayrı dilemenin, barış ve kardeşliğin, iyilik temennilerinin ve göklerin tuttuğu sırrın
tercümesidir ‘Selam’… Kardeşlik sekinetinin kalplerdeki izdüşümüdür… Dünya barış ve kardeşliğe susamışken ‘Selam’ ilk iş olarak yaygınlaştırılmalıdır… İlk
işin ilk adımı olarak da çocuklardan başlanmalıdır…
Çocuklar en çok önemsendiklerinde büyürler…
71
S E L A M YA Z I L A R I
Selam onları önemsemektir…
Çocuk kalbinin en derin ve pamuk köşelerinde
yatan hep ama hep önemsenme isteğidir. Onlar pek
kimse bilmese de önemsenerek/ önemsenirlerse
büyürler. Yaşam telaşı aralığında onları görmezseniz, kapı önlerinde, yol kenarlarında, karşıdan karşıya geçerken, merdiven çıkarken ya da… Öylesine
zamanlarda, öylesine yerlerde işte. Mühim olmayan
zamanlar, mühim olmayan yerlerde, kenar köşe ya
da ansızın önünüzde… Çıktıklarında karşınıza çocuklar… Selam verin onlara. Başlarını okşayın olursa…
Selam verin onlara. Önemseyin… Ki büyüsünler…
Selam, çocuklara İslam ahlakını öğretmektir.
‘Selam’ tevazudur. ‘Selam’ her daim böbürlenmeye meyyal nefsin burnunun kırılmasıdır, ‘Selam’,
dünyayı iyilikle yuğup arıtmaktır. ‘Selam’ insanları
sevmektir. Yaradan’dan ötürü yaradılanı hoşgörebilme yetisinin dışa vurumudur… ‘Selam’, Allah adına
verilmiş ve alınmış gönüldür… ‘Selam’ İslam ahlakının temel taşı, elifbası’dır… Çocuklar için İslam ahlakının öğretilmesinde baş tacıdır… Daha ne olsun…
‘Selam’ı çocuklara öğretiniz… Çocuklara İslam ahlakını öğretiniz…
Çocuklara selam veriniz…
En başta kendi çocuklarınıza…
Abdullah İbn Amr İbn Âs radıyallahu anhümâ
şöyle dedi:
Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e;
72
Allah ‘SelÂm’dır…
– İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem;
“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. (Buhârî, “Îmân” 20;
“İsti‘zân” 9, 19; Müslim, “Îmân” 63, Ayrıca bk Ebû Dâvûd, “Edeb” 131;
Nesâî, “Îmân” 12)
Efendimiz (s.a.s.) tanıdık, tanımadık herkese ‘Selam’ vermeyi öğütlerken ve bunu da İslam’ın en hayırlı özelliği olarak anlatırken, her gün kaç komşuya,
kaç mahalleliye, markette, manavda, fırında, yolda
karşılaşılan, gözün bir yerlerden ısırdığı kaç uzaktan
tanıdığa, kaç işyerinden arkadaşa, akrabaya, dosta selam verdiğini düşünmeli herkes. Hatta, yolda, vapurda, otobüste, asansör önünde tanımadığı kaç kişiye
‘Selam’ verdiğinin de hesabını vermeli insan kendine.
Tüm bu kendini hesaba çekmelerin önüne de
evin içi konulmalı. Evde kapıyı açanlar, terliği çevirenler, sofrayı kuranlar, koltukta, kanepede yanına oturanlar, aynı sofrayı, aynı kaderi paylaşanlar…
‘Selam’ aileden başlamalı. ‘Selam’ ailede de en
evvel çocuklardan başlamalı. Allah’ın selamı önce onlara verilmeli, tanıdık, tanımadık herkese ‘Selam’ vermeyi ve ‘Selam’ı yaygınlaştırmayı öğütleyen Efendimizin (s.a.s.) öğüdü diye…
73
İnanan kişi, çok fazla seçici davranmadan, tanıdıklarına selâm verdiği gibi tanımadıklarına
da selâm vererek yaşadığı toplumda nice gönüller kazanmayı tercih etmelidir.
SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR
Dr. Abdurrahman Candan
Din İşleri Yüksek Kurul Uzmanı
Selâmlaşma, asırlardan beri değiştirilmeden uygulanan dini sembollerden biridir.
Müslümanların bulunduğu her yerde aynı şekilde
verilen selâm, sevgi belirtisi ve esenlik temennisinin
en yalın hâlidir.
Çok sade, içten, tertemiz bir kardeşlik ifadesidir.
Muhataba hürmet göstermenin, emniyet,
sükûnet ve güvenli bir hayat dilemenin en özlü
ifadesidir.
Toplum içinde muhabbet, ülfet ve dayanışmayı
temin edebilen en kuvvetli iletişim yollarından biridir.
Tanış olmanın, barış içinde bulunmanın, sulh ve
selâmeti yaşatmanın en kolay yollarından biridir.
Selâmlaşanlar bir anlamda karşılıklı olarak “benden emin olabilirsin, benden sana zarar gelmeyecektir” demekle birlikte, nezaket, ilgi ve muhabbetlerini
riyasız, samimi bir şekilde ifade ederler.
75
S E L A M YA Z I L A R I
Selâm, Allah’ın isimlerinden biri, selâmlaşma da
O’nun mübarek ismiyle hayır ve bereket temennisinde bulunmaktır.
Selâm vermenin dayanağı İlahi Kelâm ve Allah Resûlü’nün uygulamalarıdır. Dolayısıyla selâm
vermek, verilen selâmı almak dini sorumluluğun
gereğidir.
Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamberin sünnetinde, selâmın âdâbı ve nasıl uygulanacağı bildirilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de, selâmın bir tanışma ve güven
duyma aracı (Nur, 24/27), esenlik, rahmet ve güzelliğin
işareti (Nur, 24/61) olduğu bildirilmiştir. Bunun yanında
selâm vererek samimiyetini izhar eden şahsa, daha
güzel duygularla karşılık vermenin ehemmiyeti vurgulanmıştır (Nur, 24/86).
Efendimiz (s.a.s.), Mekke’den Medine’ye hicret
ettiği ilk günden itibaren, yeni yeni filizlenen İslam
toplumuna selâmı öğretti. Kabile kavgaları, güvensizlik ve düşmanlık şehri olan Yesrib’i huzur, güven,
kardeşlik ve samimiyetin örnek şehrine dönüştürecek uygulamalara başladı. Abdullah b. Selâm’ın rivayetine göre Medine’yi teşrif ettiği ilk gün, kendisini
coşkuyla karşılayan ashabına “Ey İnsanlar! Selâmı aranızda yaygınlaştırınız, yemek yediriniz, akrabalarla iyi
ilişkiler kurun, insanlar uykuda iken namaz kılınız ki,
selâmetle cennete giresiniz” (İbn Mace, “Et’ime”1) buyurdu. Böylece oluşturmak istediği örnek toplumun ilk
üyeleri huzur, selâmet ve samimiyetin ilk dersini almış oldular.
76
SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR
Allah Resülü, ileriki dönemlerde bununla yetinmeyip ashabından selâmı güzelleştirmelerini istemiştir. Onun öğretisinde selâmın en faziletli biçimi; “esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtühü”dür.
Bazı rivâyetlerde ve “afvuhu” ilavesi de mevcuttur.
Her kelimesine karşı sevap verilir. Resül-i Ekrem’in
huzur-u saadetlerine bir sahabi gelir ve “esselâmü
aleyküm,” der. Resül-i Ekrem “ve Aleyküm Selâm”
dedikten sonra “on” der. Bir başkası gelir ve
“esselâmu aleyküm ve rahmetullahi” der. Resül-i Ekrem cevabını verir ve “yirmi” der. Bir başkası gelir
“esselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu”
der ve oturur. Resûl-i Ekrem, selâmını alır ve “otuz”
der (Ebu Davud, “Edeb” 131,132). Bu şekilde sözcükler eklemek suretiyle riyasız, içtenlikle verilen her selâma
ve iyi niyetli güzel sözlere karşılık mükafat verileceğini
haber verir.
Hz. Peygamber, muhatapların duyabileceği ve
anlayabileceği bir şekilde selâm vermelerini isterdi.
“Selâm vereceğin zaman sesini duyur. Çünkü bu Allah katındandır, güzellik ve mübarektir.” (Buhari, “Edebü’lMüfred” I,347) buyurdu. Şehirler, beldeler ezanların gür
sadâsı ile bereketlendiği gibi, mü’minlerin karşılaşmaları, sohbetleri de Allah’ın bir emri ile şenlenecek ve
güzelleşecektir. Ancak bu davranış, mü’minlere yakışır bir üslup ile olmalıdır. Uyuyan, dinlenen ve hastaların olduğu bir yerde rahatsızlık verilecek şekilde
selâm verilmemelidir. Sessiz çalışma ortamlarında da
aynı şekilde dikkatleri dağıtacak şekilde selâm verilmemelidir. Rahmet, bereket ve esenlik dileme anlamına gelen selâm huzursuzluk sebebi yapılmamalıdır.
77
S E L A M YA Z I L A R I
Çünkü nezaket timsali Hz. Peygamber, “gece vakti
selâm verirken uyuyan kimseleri uyandırmayacak
kadar sadece uyanık olanların duyabileceği şekilde
selâm vermeye özen göstermiştir.” (Müslim, “Eşribe”174)
Onun bütün davranışları ölçülü ve ahenkli idi. Ümmetine de aynı şekilde rahmet, bereket ve huzur vesilesi olan bir davranışın, rahatsızlık ve kızgınlığa dönüştürmeden uygulanması yakışır.
Allah Resülü kimlerin kimlere selâm vereceğini
ve öncelikle selâm vermesi gerekenleri de ashabına
öğretmişti.
“Abdullah b. Amr’dan (r.a.) rivayet edildiğine
göre, bir adam Resûlullah’a, “İslâm’ın en hayırlı hâli
hangisidir?” diye sorunca Hz. Peygamber “(Başkalarına) yemek yedirmen, tanıdığına tanımadığına selâm
vermendir” (Buhari, “İman” 6) cevabını vermiştir. İnanan
kişi, çok fazla seçici davranmadan, tanıdıklarına selâm
verdiği gibi tanımadıklarına da selâm vererek yaşadığı
toplumda nice gönüller kazanmayı tercih etmelidir.
Bir hadisi-i şerifte, yaşı küçük olanın büyüğüne, bir binek üzerinde veya vasıta içinde hareket edenin yürüyene, yürüyenin veya ayakta olanın oturana, sayı bakımından az olanların çok olanlara selâm vermelerini
tavsiye etmiştir (Müslim, “Selam” 1). Bunların dışında da
Hz. Peygamber “Yürüyen iki şahıs karşılaştıklarında,
önce selâm veren kişi daha faziletlidir” (Buhari, “Edebü’lMüfred” 1,344) buyurarak hayırda acele edenin daha fazla sevap kazanacağını belirtmiştir. Sahabe-i Kiramdan
Ebu’d-Derda, Hz. Peygambere;
– Ey Allah’ın Resûlü, karşılaştığımızda hangimiz
öncelikle selâm vermeli? demiştir. O da;
78
SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR
– “Allah’a en çok itaat eden selâm vermelidir”
(Taberânî, Musnedu’s-Şamiyyîn, III, 138) cevabını vermiştir.
Bu terbiye ile yetişen Hz. Ebu Bekir de “Hiç kimse selâm vermede seni geçmesin” tavsiyesinde
bulunmuştur.
Toplumun geleceği olan çocuklara selâm verilmesi de âdâbtandır. Daha küçük yaşlarında iletişimi,
saygı ve hürmeti öğrenmeleri için aynen büyüklere
verildiği gibi onlara da selâm verilmesi tavsiye edilen
bir davranıştır. Enes (r.a.) küçük çocukların yanından
geçerken onlara da selâm verir, “Allah Resulü’nün de
böyle yaptığını” anlatırdı (Müslim, “Selam” 14).
Allah Teâlâ’nın, “Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği
olarak, selâm verin” (Nur, 24/61) emri doğrultusunda
çeşitli münasebetlerle gidilen ev ehline selâm verilmesi güzel davranışlardır. Yabancı bir eve girilirken
selâm verildiği gibi müminlerin kendi evlerine girerken de ahâliye selâm vermeyi ihmal etmemeleri
gerekir. Hz. Peygamber, müminlerin evlerine duayla girmeleri ve ardından selâm vermeleri gerektiğini
önemle vurgulamıştır. Bu anlamda yanında büyüyüp
yetişen Hz. Enes’e, “Yavrum! Ailenin yanına girdiğin zaman selâm ver. Bu, senin ve ailen için bereket olur” (Tirmizi, “İsti’zan ve Âdab” 10) şeklinde tavsiyede
bulunmuştur.
Hz. Peygamber, bir eve selâm verildikten sonra kapıda beklemenin de âdâbının olduğunu davranışlarıyla öğretmiştir. Sahabeden Abdullah anlatıyor:
“Allah Resûlü, birinin kapısına geldiği zaman kapının
tam karşısında durmazdı. Sağa ya da sola çekilirdi ve
79
S E L A M YA Z I L A R I
‘es-Selâmü aleyküm, es-selâmü aleyküm’ derdi.” (Ebu
Davud, “Edeb” 127-128) Müslümanın her davranışı nezaket
kuralları içinde belirli bir âdâb içinde olmalıdır. Rahmet, zahmete; nimet nikmete dönüştürülmemelidir.
Aynı hikmete matuf olarak Hz. Peygamber, kendisini
ziyarete gelenlerin de doğrudan içeri girmeden önce
haber verme anlamında, sesli selâm vererek izin istemelerini talep etmiştir (Tirmizi, “İsti’zan ve Âdâb” 18).
Selâmlaşma, güzel bir davranış modeli ve Müslümanların özelliğidir. Tanışıp kaynaşmayı sağladığı gibi Allah katında mükafat elde etmeye de vesile
olur. Bundan dolayı da sık görüşmelerde selâm vermenin ihmal edilmemesi tavsiye edilmiştir: “Biriniz
kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selâm versin. Eğer
aralarına bir ağaç, duvar veya büyükçe bir taş girer
de onları ayırırsa karşılaştıklarında yine selâm versinler (Ebu Davud, “Edeb” 134-135). Bunun önemini fark eden
sahabiler konuyu önemsemişlerdir. Hatta Abdullah b.
Ömer’in, alışveriş niyeti olmaksızın, karşılaştığı insanlara selâm vermek için çarşı pazara çıktığı nakledilmiştir (Muvatta, “Selam” 4).
Topluluğa selâm verilirken, belirli bir kimseye yönelerek selâm vermekten kaçınılması gerekir. Beraber bulunanlara selâm verildikten sonra arzu edilen
şahsa gidilip ayrıca selâm verilebilir. Ancak hazır bulunanlar görmezden gelinip sadece bir kişi kast edilerek selâm vermek âdâba uygun düşmez. Selâmın
gayesi insanlar arasında ülfet ve kaynaşmayı sağlamak
iken sadece belirli şahısların selâmlanması bir dışlanmışlık, ayrımcılık havası oluşturabileceği için kaçınmak
gerekir.
80
SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR
Kalabalık bir topluluğa varıldığı zaman herkesin
duyabileceği şekilde selâm verilmesi de âdâptandır.
Enes (r.a.), Allah Resulü’nün bu tavrını şöyle anlatmaktadır: “Hz. Peygamber (kalabalık) bir topluluğa
gittiği zaman üç kez selâm verirdi.” (Buhari, “İlim” 30) Kişi,
bütün topluluk tarafından bilinen, beklenen bir şahıs
olduğu takdirde selâmının herkes tarafından duyulacak şekilde olması gerekir. Ancak büyük bir topluluğa
birey olarak katılan kişinin aynı davranışı sergilemesi
de beklenmemelidir.
Uzakta bulunan dostlara, yakınlara selâm göndermek de Peygamber Efendimizin öğrettiği selâm
âdâbındandır. Rivayet edildiğine göre bir zat Hz. Peygambere varıp “babamın sana selâmı var” deyince,
O da “Aleyke ve alâ ebike’s-selâm (Selâm senin ve
babanın üzerine üzerine olsun) diyerek selâmı alır.”
(Ebu Davud “Edeb” 153-154) Hz. Peygamber elçinin ardından da gönderenin selâmını memnuniyetle alarak,
uzakta da olsa gönüldaşlarıyla iletişim kurar. Hakikatte bu davranış, güzel bir duygu ve samimi bir gönül
bağı oluşturma ameliyesidir. Selâm göndermek, gönül birliğinin bir kanıtı olduğu gibi aynı zamanda bir
memnuniyet ve iştiyakın da habercisidir. Uzaklarda
bulunan bir zata, hatırlandığını, gönüllerde yer ettiğini
bildirmektir.
Mü’minlerin karşılaşmalarının selâm ile olması güzel olduğu gibi ayrılışlarının da selâm ile olması ayrı
bir güzelliktir. Mü’min her anını hayırla donatmakla
görevlidir. Her fırsatı değerlendirecek, güzellikleri her
anına yayacaktır. Bir güzellikle yetinmeden meclisin
başını, sonunu hayırla doldurmak mümine yakışan en
81
S E L A M YA Z I L A R I
güzel tavırdır. Hz. Nebi, “Konuşmadan önce selâm
veriniz” (Tirmizi, “İsti’zan ve Âdâb” 11) buyurduğu gibi, “Sizden biriniz bir toplantı yerine vardığında oraya selâm
versin ve oturmak gerekiyorsa oraya otursun. Daha
sonra kalktığında yine selâm verip ayrılsın çünkü önceki sonrakinden çok gerekli değildir.” (Tirmizi, “İsti’zan ve
Âdâb” 15) buyurmuştur. Böylece mü’minler, kardeşlerinin gıyabında da emanet, samimiyet ve kardeşlik dileğini tekrar etmiş olurlar.
Toplum içinde dargın duran, konuşmayanların
tekrar birbirlerini affetmeleri, konuşmaları ve kaynaşabilmeleri için başvurabilecekleri en kolay araç
selâmlaşmadır. “Allah’a en yakın kimseler selâma ilk
başlayanlardır.” (Ebu Davud, “Edeb” 132,133) hadisi gereğince dargın olan mü’minlerin, ilk selâm veren olma
gayreti içinde olmaları gerekir. İmam Nevevî de
buna paralel olarak, dargın olanların, Allah katında bu
mükâfatı elde edebilmek için yarış halinde olmaları
gerektiğini belirtmiştir (Nevevi, el-Ezkâr, s.244).
Âlimler, bazı durumlarda da selâm verilmesinin
uygun olmadığını belirtmişlerdir. Buna göre Kur’an
okuyan, hutbe okuyan, hutbeyi dinleyen, yemek
yiyen, uyuyan, istirahate çekilen, def-i hacet yapan,
namaz kılan, çok önemli işlerin başında bulunanlara selâm verilmeyeceği belirtilmiştir. Bunun yanında sözlü selâm yerine işaretle selâm vermenin de
Müslümanların âdâbına yakışmayacağı belirtilmiştir.
Normal bir şekilde selâm verene “aleyküm” “aleyk”
şeklinde kısaltarak, baştan savarcasına, memnuniyetsizliği ifade eden bir tarzda da cevap vermek selâm
âdâbına yakışmayan bir tavırdır.
82
SELÂM ÂDÂBIYLA GÜZELDİR
Selâmlaşma Müslümanların iftihar duyması gereken güzel bir davranıştır. Hz. Peygamber, “Yahudiler sizin selâm ve âmin demenize haset ettikleri gibi hiçbir şeye haset etmemişlerdir” hadisiyle
selâmlaşmanın İslam ümmetine bahşedilmiş bir lütuf
olduğuna işaret etmektedir.
Selâmı ihya etmek, canlı tutmak, toplumsal bir
sembol yapmak bütün mü’minlerin görevidir. İlk karşılaşmalarda, ayrılışlarda, dost meclislerinin girişinde,
sevgili çocuklarla karşılaşmalarda, ev ahalisi ile buluşma ve ayrılmalarda Allah’ın selâm adını zikretme, birçok faydasının yanında aidiyeti ifade etmenin en sade
hâlidir. İftihar aracıdır. Kabuldür. Sesleniştir. Kimlik
vurgusudur.
83
Selam ve aleyk: Birbirini bütünleyen ikizler...
Cevher ve öz; çelik ve su.
Islak bir süzülüş tebessüm dolu dudaklardan...
Kıyamda bir âyet kaidede bir tahiyyat...
Bir arkası yarın...
Küçük büyüğe, geçen durana; süvari piyadeye, piyade oturana, az çoğa...”
SELAM OLSUN…
Dr. Ömer MENEKŞE
“Selam: bir aynada iki görüntü, hem suret hem
gerçek...
bir beden de iki yürek gibi, hem nazenin hem çiçek
…
Bir ılık tebessüm, belki bir süzgün gamze gibi,
eritir yığınla kötülükleri ve kinleri” (İskender PALA)
Bütün kusurlardan sâlim ve herkes için selamet
kaynağı olan, es-Selam’a hamd ve sena olsun…
Salât ve selam, tahiyyat ü ikram, her türlü ihtiram
Efendimiz (s.a.s)’e, O’nun âl ve ashabına ve tüm ehlibeytine olsun…
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerimize
olsun…
Evvela selam, sonra kelam…Tabi ki kutlu kelam,
selam…
Esenliktir selam, kişide güven hissini uyandıran…
Emniyettir selam, bir bakıma karşıdaki muhataba
85
S E L A M YA Z I L A R I
benden emin olabilirsin mesajıyla sunulan... Rahatlıktır öte yandan, zira potansiyel hasmını hısımlaştıran…
Barıştır, huzurdur selam… Selim, salim, selamet,
teslim, Müslüman ve İslam….
Hep aynı kökten hep aynı çiçekten. Ilgıt ılgıt rüzgar, ışık ışık tebessüm, birleştirici bir iksirdir Kutlu
Nebi’nin dilinde en güzel ifadesini bulan:
“Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey
söyleyeyim mi: Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, “İman”,
93; Ebu Davud, “Edeb”, 131; İbn Mâce, “Mukaddime”, 6; “Edeb”, 11)
Dünyada müminlere dua, ahirette daru’s-selama
çağrıdır Selam…
Yapılan güzel işler neticesinde mükafat olarak takdim edilecek nimetlerin hepsinin kapısının anahtarıdır
selam. “Orada boş söz işitmezler. Yalnızca (meleklerin) “selâm!” (deyişini) işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da vardır.” (Meryem, 19/62)
Selam bir gülümseyiş, selam bir bakış, selam bir
merhabadır;
Selam tam vaktinde bir gönül alma, ta yürekten bir
teşekkürdür.
Selam bir umman; sevgi saklar derinliklerinde.
Selam içten bir tebessüm, kalbî bir yakınlıktır.
Bir selam ile seven sevilen arasında kurar en güzel köprüleri, sevginin temelini, sevenlerin vazifelerini
tebessümleri ile tamamlar yüreklerde. Sevilmeyi bekleyenlere rahmet ve berekettir selam…
86
SELAM OLSUN…
Bir selam gelir ta uzaklardan… Bir yorgun yürek kımıldar usulca… Bir anne heyecanındadır gurbetten gelecek bir evlat selamının… Bir yar bekleyişindedir sevdiğinin selamının… Gelen selamla dirilir
hayalleri…
Selamı yaymak sevginin sebebi... Selamdan sonra dikenler gül açar, bir selamdan sonra bütün ayrık
otları yasemin olur. Gözler selamlaşır bir sevda iner
yüreklere, eller selamlaşır ilk dokunmanın tadı yayılır tüm bedene ve sevgi yayılır bir selamla bütün
topluma…
Bir dua saflığında yayılır güzellikler dimağlara bir
selam ile birlikte ve bir barış çubuğu ilk kıvılcımını o
vakit süzer taşlaşan yüreklerden.
“Selam ve aleyk: Birbirini bütünleyen ikizler... Cevher ve öz; çelik ve su.
Islak bir süzülüş tebessüm dolu dudaklardan...
Kıyamda bir âyet kaidede bir tahiyyat...
Bir arkası yarın...
Küçük büyüğe, geçen durana; süvari piyadeye, piyade oturana, az çoğa...”
Biliriz ki, selamların en güzeli ile başlar ve selam
ile sona erer bütün mektuplar.
Heyhat!.. Şimdilerde ne selamlar ile rahmet dilediğimiz dualarımız, ne de satırlarında sevgi çiçekleri
açan mektuplarımız kaldı. Aynı apartmanda oturanlar,
aynı işyerinde hatta aynı ofiste çalışanlar birbirlerine
selamı sabahı keser oldu…
87
S E L A M YA Z I L A R I
Hâlbuki selam ahde vefadır. Bir sıcak tebessümü buyur etmektir en soğuk yalnızlıklara… Bir yetimin yüreğine usulca dokunmaktır… Yıkık dertlerin
dermanıdır bazen selam… Umuda el uzatmış gözü
yaşlı kimselerin tesellisidir. Selam unutulmuşların
hazinesidir.
Kutadgu Bilig “Selamı veren eman verir; selamı
alan selamette olur” der ve “garibe bir selam, bir altın yerine geçer” diye ilave eder.
Aşık Yunus ise şöyle der:
“Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun.”
Gelirken değil giderken, dönülmez akşamın ufkunda vermiş en seçkin selamını o... Selamda süreklilik hem barışta hem güzellikte hem de sevgide
sürekliliktir. Hani dua ederiz, dünyada bütün hastalara, bütün düşkünlere, bütün yalnızlara ve muhtaçlara
…Çaresizlere çare, kimsesizlere kimse ol ya Rabbi
diye ve selam veririz selama muhtaçlara bir selamdan
sonra…
Dilimizden selâm, gönlümüzden sevgi
eksilmesin…
88
“Selam: bir aynada iki görüntü, hem suret
hem gerçek...
bir beden de iki yürek gibi, hem nazenin
hem çiçek …
Bir ılık tebessüm, belki bir süzgün gamze gibi,
eritir yığınla kötülükleri ve kinleri”
İskender PALA
ESENLİK DİNİNİN EN BÜYÜK
KAPISINDA ESENLİK TEMENNİSİ
Serpil Doğan Mutlu
Kemale eren dinin, İslam’ın anlamıdır “esenlik;”
karanlıkla mücadele sonunda vaad edilen “esenlik.”
Hikmet-i Hüda’dandır ki, İslam’ın, dünya hayatı
için sunduğu en büyük imkanlardan biri “selamlaşmadır;” yani mahlukatın birbirine esenlik dilemesi,
birbirinin esenliği için dua etmesi, birbirinden esenlik
ummasıdır.
Bir bakıma, büyük esenliğe (yani İslam’a) ulaşmak
için atılan ilk adım: Esenlik temennisi (yani selam).
Peki, yaratılışla başlayıp bize miras bırakılana kadar, bu büyük esenlik mücadelesinde insanoğlu hangi
tecrübeleri edindi, hangi yollarda yürüdü; kimin için,
ne zaman gözyaşı döktü; o gözyaşları hangi denize
döküldü, hangi rüzgar hangi ah’larla cem’oldu, güneş
hangi tebessümleri gördü?..
Kur’an-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin bize verdiği
haberleri bir kez daha hatırlayalım:
Nuh Aleyhisselam, Tufan’dan önce oğlunu gemiye bindirmek istemiş, o ise dağlara sığınarak bu fela91
S E L A M YA Z I L A R I
ketten kurtulacağını düşünmüştü. Tufan dünyayı yuttuktan sonra Nuh Aleyhisselam, oğlu için bu kez af
dilemiş, Cenab-ı Allah; “O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir” (Hud, 11/46) buyurarak bu dileği reddetmişti. İnsanlık, Nuh (a.s.)’ın
diğer oğulları, diğer mahlûkat da o gemideki diğer
canlılardan türemişti.
Nuh Tufanı’ndan sonra biiznillah yeryüzünü şereflendiren ve şekillendiren İbrahim Aleyhisselam, ilk
savaşını babasına karşı vermiş, putlarla olan ilk hesaplaşmasını onun dairesinde yapmıştı. Nemrut’un ateşinde dimdik durduktan sonra hicrete karar verince
yanında bir tek karısı Hz. Sare’yi bulmuştu. Hz. Sare,
çocuğu olmadığı ve İbrahim Aleyhisselam’ın neslinden endişe ettiği için, cariyesi Hz. Hacer’i onunla
nikahlamıştı. Hz. Hacer’in oğlu İsmail Aleyhisselam
da, Hz. Sare’nin oğlu İshak Aleyhisselam da, Cenab-ı
Allah’ın insanoğluna bağışladığı büyük tecrübeleri bizlere aktaran nesillerin ataları olmuştu.
Hak ile batıl mücadelesinin en çetin cephelerinden birine kumanda eden Musa Aleyhisselam ise
henüz bebekken annesinden ayrılmış, Firavun’un
sarayına yetişmek üzere Cenab-ı Allah tarafından
oraya ulaştırılmıştı. Kimseden süt emmeyince, yine
Cenab-ı Allah’ın kudretiyle annesine ve onun sütüne kavuşmuştu. Firavun’un karısı Hz. Asiye ise Musa
Aleyhisselam’ın ikinci annesi olmuştu. Gün gelip
Musa Aleyhisselam yurdunu terk ettiğinde, çobanlık
bedeli karşılığında – Şuayb Aleyhisselam’ın kızı ileevlenmişti. Risalet vazifesi de zevcesi yanında olduğu
halde Mısır’a dönerken kendisine verilmişti. Cenab-ı
92
ESENLİK DİNİNİN EN BÜYÜK KAPISINDA ESENLİK TEMENNİSİ
Allah’tan, bu vazifeyi yerine getirirken bir yardımcı isteyen Musa Aleyhisselam “Bana ehlimden bir vezir
ver” demiş ve -Kur’anî ifadeyle- kardeşi Harun Aleyhisselam ile “desteklenmişti.” (Tâhâ, 20/29)
İnsanoğlunun seçkin ailelerinden kılınmış İmran ailesine mensup Hz. Meryem, oğlu İsa Aleyhis­
selam’a hamile kaldığında şüphesiz dünya imtihanlarından en büyüklerinden biriyle karşı karşıya kalmış,
doğum sancıları başlayınca; “Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim” (Meryem, 19/23) demişti.
İsa Aleyhisselam’ın hâli ise, babası Âdem Aleyhisselam gibiydi ve babasız dünyaya geldi. Henüz beşikteyken Cenab-ı Allah’ın mucizesiyle dile gelen İsa
Aleyhisselam’ın ilk sözleri ise şuydu: “Ben şüphesiz
Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht
bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün
de, dirileceğim gün de, bana selam olsun.” (Meryem,
19/30-33)
Efendiler Efendisi, Efendimiz Hz. Muhammed
(s.a.s.) ise dünyaya yetim olarak gözlerini açmıştı.
Baba şefkatinin özlemiyle, dedesi Abdülmuttalib’in
hanesinde aile sıcaklığını bulmuştu. Fahr-i Kâinat’ın
süt annesi Hz. Halime’ye, Aleyhisselatü Vesselam
Efendimiz “annemden sonra annem” demişti. Hz.
Amine’nin vefatıyla bu kez öksüz kalan Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, dedesi Abdülmuttalib’in de
ölüm döşeğine varmasıyla daha büyük bir aile imtihanından geçmişti. İlk gençliğinden risalet vazifesini
93
S E L A M YA Z I L A R I
aldığı ilk yıllarına kadar amcası Ebu Talib’in himayesinde bulunan Resul-ü Ekrem (s.a.s.) efendimiz, Ebu
Talib’in karısı Fatma binti Esed Radıyallahu Anha’ya da
“ikinci annem” (Taberânî, “Mucemü’l-Kebîr, 24/351) demişti.
Nur Dağı’nın Hira Mağarası’ndan evine ağır bir yükle döndüğünde tek sığınak olarak karısı Hz. Hatice
Radıyallahu Anha’yı bulmuş, “beni örtünüz” diyerek
yardım istediği ilk insan da, resullük vazifesiyle ilk tebliğde bulunduğu ve kendisiyle namaz kılan ilk insan
da o olmuştu. Cenab-ı Allah’ın bizleri şereflendirdiği İslam’ı bize ulaştırmak için verdiği büyük savaşta
en büyük düşmanlarından biri, Kur’an-ı Kerim’in de
aşağıladığı öz amcası Ebu Leheb’ti. Yine o savaşta en
büyük kumandanları arasında amcası Hz. Hamza ile
amcasının oğlu Hz. Ali Radıyallahu Anhüma efendilerimiz vardı. Hayatının en zorlu dönemlerinden birini,
karısı Hz. Ayşe Radıyallahu Anha’ya takdir edilen bir
hadiseyle yaşadı. Veda Hutbesi’ni irad ederken ilkin
amcası ve amcasının oğluna tatbik ettiği yasaklardan
ve mirastan ve zinadan ve ev haliyle kadınların haklarından bahsetmişti. Ömründe beş kez, beş ayrı evlat
acısıyla karşılaşan Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin
nesli, kızı Fatma Radıyallahu Anha annemizden devam etti ve o aile “Ehl-i Beyt” olarak İslam ümmetine
imam kılındı.
“Ulu’l-Azm” olarak zikredilen peygamberlerimizden gelen bu haberlerin hepsinin ortak bir noktası
var: Aile.
İslam’ın, bir büyük insanlık macerasının yekûnu
olarak bugün bizlere ulaşmasında aile hep kilit bir vazifede. Diğer peygamberler gibi, Ulu’l-Azm peygam94
ESENLİK DİNİNİN EN BÜYÜK KAPISINDA ESENLİK TEMENNİSİ
berlerin de en büyük imtihanları, en büyük mükafaatları, en büyük kederleri, en büyük sevinçleri hep
aile ilişkileri içinde gerçekleşmiş. Karanlık, ailede son
bulmuş; esenlik, yayılmaya aileden başlamış.
Şüphesiz, Kur’an-ı Kerim’in ya da hadis-i şeriflerin hiçbir cümlesi ya da kelimesi ya da harfi ayrıntı
değildir. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler aracılığıyla
şereflendiğimiz bu haberlerde aileye bu kadar atıf yapılması, kıssalarda mutlaka aile efradının zikredilmesi,
hayat ve hakikate dair yol arayan bizler için ne büyük
nimettir.
Bizler ki, Nuh’a, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a,
Musa’ya, Harun’a ve İsa’ya “babamız” diyerek,
Sare’ye, Hacer’e, Asiye’ye, Meryem’e, Hatice’ye,
Ayşe’ye, Fatma’ya “annemiz” diyerek selam ediyoruz, “Aleyhimüsselam.” Efendimiz Hz. Muhammed’e,
yaratılmışların efendisi olarak adı her anıldığında selam ediyoruz, “Sallallahu Aleyhi ve Sellem.” Esenlik
dininin atalarına ve analarına hep esenlik diliyoruz.
O halde, bizi kendi ana-babalarımızla da, eş ve
kardeşlerimizle de, çoluk çocuğumuzla da selamlaşmaktan ne alıkoyabilir! Dünya hayatında aradığımız,
özlediğimiz, umduğumuz ne varsa hepsinin bidayetinde yer alan şey Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle haber verilmişken bundan nasıl geri durabiliriz?
İslam’ın, sadece bizden öncekilere değil, bugüne,
bize, tam da bizim yaşadığımız güne de seslendiğini
unutarak; bize aktardığı insanlık tecrübelerinin sadece
bazı kıssalardan ibaret olduğunu düşünerek hayatımızı ne kadar bereketlendirebiliriz! Allah esirgesin.
95
S E L A M YA Z I L A R I
“Ey oğulcuğum, ailene girdiğinde selam ver ki,
selamın hem senin üzerine hem de aile halkına bereket olsun” (Tirmizî, “Sünen, İsti’zân” 10) diyen
Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin sadece Enes Radıyallahu Anh efendimize değil, bize de seslendiğini
unutmayalım.
Ve o halde, buyurun esenlik dininin en büyük
kapısından esenlik temennisiyle girelim, o kapıyı o
anahtarla açalım: Ailemizle selamlaşalım.
96
Download