Yaşlı Bir Ev’in Hikayesi Kaider Vardja Yaşlı Ev kalbini kemiren büyük bir acıyla, derin derin iç çekiyordu. Ev’in insansız kaldığı günlerin daha başıydı. Bir daha hiç kimsenin oraya yerleşmeyeceğine inanıyordu. Ormanların ve tarlaların tam ortasında, şehrin gürültüsünden çok uzakta kimseyi rahatsız etmeden, basit bir hayat sürüyordu. Geçen hafta Ev’in sahibi şehir mezarlığında ebedi uykusuna yatmıştı. Ailenin çocukları büyümüş, üniversiteden mezun olmuş ve artık ormanın ortasına geri dönmek istemiyorlardı. Ev üç neslin nöbetini tutmuş, doğumlara ve ölümlere, talihe ve talihsizliklere, yaşama ve acıya şahitlik etmişti. Yaklaşık yüzyıllık olan Ev hatırlanacak çok şeye sahipti. Bir asır boyunca, bir ailenin kaderinin anılarını tutmuştu. Doğum günleri, yılbaşları, düğünler ve cenazeler görmüş. Yıllar boyunca, daha iyi bir yaşam için hep çok umut vardı. İş, asla bitmezdi. Her zaman yapılacak şeyler vardı, içeride ve dışarıda. İş insanlara mutluluk getirir miydi? Ev bilmiyordu. Ormanın bu kuytu köşesinde sessizlik, hüzün ve yalnızlık hakimdi. Ev’in çatısı akıyordu, tavan tahtaları çürümüştü. Bacadan odalara duman sızmıştı. Kokusunu herkes alabilirdi. Fareler dans ediyorlardı çünkü canları ne isterse yapma özgürlüğüne sahiplerdi. Mirasçılar beğendikleri her şeyi alıp gitmişlerdi. Geceleri yabancılar bile uğrardı. Serseriler geceleri ağıldan bir şeyler çalmak için buraya gelirlerdi. Yaşlı Ev dinler, iç çeker ve tavan tahtaları titrerdi. Kör ışık pencere camlarından içeri süzülüyordu. Ne yuva sıcaklığı ne de ışığı vardı. Meraklı uğuldayan rüzgar, tozları kaldırarak, duvar yarıklarından içeri giriyordu. Terkedilmiş Ev boş duruyordu. Bitmek tükenmek bilmeyen şafak vakti bu yalnıza işkenceydi. Sadece çitlembik ağacının altındaki, sadık köpeğin mezarı bu yalnız Ev’in nöbetini tutuyordu. Ev zamanının tekrar geri geleceğinden şüphe ediyordu. Rüzgar ve yağmur onun tek yoldaşlarıydı. Ormanın iç çekişi onun her zaman tek müziği olacaktı. Baharda hiç kimse bir daha huş ağacı özü toplamayacaktı. Kış vakti, ailenin çocukları ağaçları devirmek için gelene kadar derin bir sessizlik olurdu. Büyük tarla yıllardır ekilmemişti. Işığa ulaşmaya çalışan birkaç ladin dalı ile birlikte akça ağacı dalları tüm çayırlığı kaplamıştı. Yılbaşı tatilinden önce, çam ağacı avcıları buradan geçip giderlerdi. Ev komşu çiftlikleri hatırlıyordu. Görüş alanı hala iyiyken yani etrafında görünmeye başlayan çalılıklar yokken, diğer evlerin yavaşça çürümeye başladığını görüyordu. Yaşlı Ev köydeki son evlerden biriydi. Ev kendini yaşlı ev sahibi ile kıyaslıyordu, o da yakında son nefesini vermek zorunda kalacaktı. Birçok hastalık sorun çıkarıyordu ve konuşacak kimse yoktu. Tavan tahtaları yardım eder miydi? Duvardaki çatlaklar iyileşir miydi? Şimdi kimin Ev’e ihtiyacı olacaktı? Umutsuzluk ve üzüntü Ev’in ruhunu kaplamıştı, bu karanlık gelecek can yakıcıydı. Ev kuşlarla ve hayvanlarla konuşan, hastalara şifa veren eski hanımını hatırladı. O belki bir öğüt verebilirdi... Hal böyleyken Ev tamamen yalnız değildi. Baharda, beraberinde heyecan ve mutluluk getiren neşeli kırlangıç çifti dönerdi. Yazları, evin eski hanımının bir zamanlar pencerenin altına diktiği yerden alev çiçeği ve yıldız çiçeği açardı. Yaşlı eğri büğrü sarmaşık yeni filizler verirdi. Zaman zaman, tavşanlar ve bazı büyük vahşi hayvan sürüleri korkakça evin yanında dolanırlardı. Eskiden fincan tabaklarından süt içen kirpiler hala gelirler ve yemek beklerlerdi. Ev’in yükü hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Kuşlar önceden olduğu gibi, kiraz ve erik gagalamak için hala bahçeye uçarlardı. Yosun kaplı çit zamana karşı duruyor gibi görünüyordu. Kuşlar, yaşlı Ev’in hikayesini hatırlayan adamın yaşadığı uzak şehirden, haberler getiriyorlardı. Bu adam hala tarlaları, ormanı ve ormanın inleyen kuytu köşelerini kendi evi olarak kabul ediyordu. Hatırlayan biri olduğu sürece yaşlı Ev yalnız olmayacaktı. Ve güneş dünyanın üstüne şefkatle doğacaktı. Türkçe çevirisi Ayşe Erbay tarafından yapılmıştır. Sonsöz Endişe ve zaman modeli Merike Vardja Asta Vender’in güzel çizimleri eşliğinde Yaşlı Bir Ev’in Hikayesi Estonia’da şimdiye kadar zaman tarafından eskitilmiş, çürütülmüş ya da çoktan yitip gitmiş eski görkemli çiftlik evlerine yazılmış, mütevazı bir eserdir. Bir zamanlar orada yaşamış, çalışmış kimselere sembolik bir armağandır. Bu yaşlı Ev onların hepsini hatırlar. Yaşlı Bir Ev’in Hikayesi aşikar bir tarihi geçmişe sahiptir. Orta Çağlardan beri, çiftlikler Eston insanları için ana yaşam alanıdırlar. 19. y.y.’nin ortalarında, köylüler toprak lordların çiftliklerini alma hakkına sahip oldular. 1918’de bağımsız olduktan sonra, genç Eston Cumhuriyeti Avrupa’da zamanın en radikal zirai reformlarından birini başardı: 1919’da kabul edilen toprak yasasına göre toprak lordlarına ait olan topraklar devlete aktarıldı; ekilebilir topraklar, çayırlar ve otlaklar çiftçilere devlet tarafından finansal olarak desteklenen çitlik ve müştemilat olarak verildi. Bu uygulama sürdürülebilir ve etkili bir hale geldi. Hikaye başladığında Ev’in en iyi zamanları bu zamandı. Ne yazık ki, 1940’ta Sovyet İşgali tarafından çiftlik evlerinin bu gelişimine bir son verildi: bunun ardından çiftlik ve müştemilatlara işgalciler tarafından el koymalar başlandı (millet kontrolünde ekonomi ve tarımın kollektifleştirilmesi). Kollektif çiftliklerde, çiftçiler yevmiyeli işçiler haline geldi; böylece toprak sahibi olma hisleri köreltildi. 1991’de Estonya’da bağımsızlığın yeniden kazanılmasından sonra, serbest piyasa ekonomisine hızlı bir geçiş başladı. Ayrıca çiftçiliği yeniden canlandırma çabalarında bulunuldu ama kolay değildi. Neyse ki, bütün çiftlikler tarihin çarkında aynı trajik sona sahip değildi: eski çiftlik evlerinin çoğu korundu ve yeni sakinlerine kavuştu. Ama birçoğu da temelli olarak terk edildi... Hikayenin esas kısmı yaşlı Ev’in üzücü ve hatta keder dokunuşlarına sahip olan itirafları olarak sunuldu. Ev düşüncelere dalıyor, doğa ve belki de insanoğlu bile onu duyuyor. Yalnız anlatıcının bakış açısı değiştiğinde ve onun “katılımı” daha yalın hale geldiğinde, renk ve umut ortaya çıktı. Hikaye ucu açık bir sona sahip: İnsan hayatı ve çalışmalısını sembolize eden, Ev’in varlığı anılarla ölçülebilir mi? Ev’in hatırası onu hatırlayacak birileri olduğu sürece yaşayacak mı? Ya da olası doğanın sonsuz döngüsüne, geri dönüşe rağmen devam edecek mi? Endişe; depresyona girme, bunalma halidir. Ama endişe ayrıca ruhu azat etme ve arındırma yeteneğine sahiptir. Kierkegaard’a göre: Belirsizlik kendi başına bir huzur ve dinginliktir (Bilmediğimiz şey bizde hisler uyandırmaz.), ayrıca hiçbir şeyi de, bir şeylerin olabileceği olasılığını da, içerir. Biz hiçbir şeyin iyi ya da kötü olduğunu bilemeyiz – bu da neden endişelendiğimizdir. Diğer bir deyişle: biz tamamen bilmediklerimiz için endişeleniriz, ama bu olabilir de olmayabilir de... İyi bir şey olabilir – bu durumda tatlı ve canlandırıcıdır. Aynısı insanoğlu gibi düşüncelere dalan, hisseden, korkan, düşünen ve inanan, kişileştirilmiş Ev’e de uygulanır. Önümüzde uzanan ne (daha) bilen yok. Aynısı kendisini Ev’e yakın hisseden okuyucunun başına da gelebilir. Kierkegaard, çocukların da endişelendiğine inanır ve ‘Endişe hayal ürünü olan bir şeye özlemdir, “muazzam” olan şey gözü büyülediğinde, “gizem” ufukta belirir.’ der (Endişe Kavramı). Çocuklar belirsizliği azaltmak için samimi bir çaba gösterirler, daha fazla bilmeyi isterler. Ve bu kitap onlara yardım etmeye çalışan yaşlı bir Ev hakkındadır. Türkçe çevirisi Ayşe Erbay tarafından yapılmıştır.