605 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ TERÖR HİMAYESİ HUKUKU Mustafa Çakır* GİRİŞ Günümüzde terörizm üzerinde çalışan hemen herkes hukukun terörü önleme gücü yanında, bu gücün, terör için kullanmaya çalışanların elinde nasıl korkunç bir silah haline geldiğini de kaygıyla izlemektedir. Konu hakkında uzman olmayan biri bile insan hakları, kuvvet kullanma, sığınma gibi konularda büyük güçlerin uluslararası alanda yapmış olduğu manevralarda hukukun nasıl hiçe sayıldığını görebilmektedir. İlginç olan da söz konusu eylemlerde bulunan aktörlerin eylemlerini hukuken meşrulaştırma gayreti içinde olmalarıdır. Bu durum, uluslararası toplumun tüm aktörlerince hukuki meşruiyetin uluslararası alanda olmazsa olmaz bir şart olarak kabul edildiği hususunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bizim sorunumuz konumuzla ilgili olarak hukukun terör uğruna nasıl istismar edildiği ve bunun nasıl önlenebileceğidir. Uluslararası ilişkilerde dondurulmuş sorunlar servise hazır olarak bekletilmekte uluslararası alanda kimi zaman başka olayları perdelemek için kimi zaman da amaçlarına erişmek için uygun ortam sağlanıldığı anda düğmeye basılmakta ve bu olayların çoğunda maalesef hukuki boşluklar kullanılmaktadır. Sınırın bir tarafında kan içici bebek katili bir hainin, sınırın öte tarafında kahraman olarak kabul edildiği bir ortamda, uluslararası alanda terörizme karşı verilen mücadelenin başarıya ulaşma şansının bulunmadığını rahatlıkla söylenebilir. Birleşmiş Milletlerde bazı devletler, geçmişte yapılan çalışmalarda ulusal kurtuluş mücadeleleri, self-determination gibi bazı gerekçelerle terörizme dair ortak tanıma ulaşılmasına engel olmuş ve alınacak tedbirlere engellemişlerdir. Günümüze gelindiğinde ise terörizmle mücadeleyle ilgili sözleşmeler bütün alanı kapladı; yani bu sözleşmeler terörizmin tüm yönlerini kapsıyor. Özellikle “Terörist Bombalama Eylemlerinin Engellenmesi Sözleşmesi”nden sonra dışarıda kalmış bir olgu kalmadı. Asıl sıkıntı sözleşmeye taraf olan devletlerin bunun gereğini yerine getirmemeleridir. Örneğin Fransa “Diplomatik Görevliler Dahil Uluslararası Alanda Koruma Altındaki Kimselere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme”yi imzalamış olmasına rağmen buna uymamıştır. Çalışmamızda oldukça kapsamlı olan bu konuda, özellikle insan hakları ve kuvvet kullanma tartışmaları yönünden ele alınmıştır. İNSAN HAKLARI VE TERÖRİZM İnsan hakları kavramı özellikle demokratik ülkelerde politik amaçlarla terör himayesi hukuku araçlarından biri haline getirilmiş ve bu amaca hizmet etmesi için şekillendirilmiştir. Bu konuda 1990’ların başında Türkiye’de yaşanan bir olay bize oldukça önemli ipuçları vermektedir. Ordudan ayrılan bir subay, hukuk eğitimi alır ve bu arada insan hakları derneklerine de üye olur. Bu derneklerde koşturur durur ta ki terhis olmuş 33 askerin evlerine dönerken Tunceli’nde yolda teröristlerce durdurulan otobüsten indirilip öldürülmeleri olayına kadar. Bu arkadaşımız hemen heyecanla insan hakları derneğine koşar, * Yrd. Doç. Dr. Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslararası Hukuk ABD 606 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ “Haydi, bu olayı kınayalım, bu insanlık dışı eyleme karşı tepkide bulunalım.” Aldığı cevap onu şoka uğratacaktır. “Bu olay bizi ilgilendirmez. Niye kınayalım?! devlet yapmadı ki” Bu cevabın ilk açıklaması, insan hakları derneğinin yaklaşımı eğer bir insan hakkı ihlali en uç noktasında canilik bile olsa teröristler tarafından yapılıyorsa insan hakkı ihlali değil, ama devlet tarafından yapılıyorsa ne olursa olsun insan hakları ihlalidir. Bu tüm insan hakları dernekleri için geçerli olan bir yaklaşım olmamasına karşın tüm dünyada çokça karşılaştığımız bir durumdur. Bu da bizim işaret ettiğimiz gibi bu tür insan hakları dernekleri ve benzeri kuruluşların bazılarının ideal olan insan haklarını korumak amacıyla değil, kötü emellerini gizlemek, kendi amaçları için baskı amacıyla kurulan bu tür sivil toplum kuruluşları olmalarıdır. Burada hukuka düşen iş amacı dışına çıkan insan hakları maskesi altında faaliyet gösteren terör örgütü yandaşı bazı STK’ları mevzuatta öngörülen kurallar çerçevesinde hukuki müeyyideler uygulayarak diğerlerinden ayırmaktır. İnsan haklarının değeri konusunda herkes hemen herkes aynı ortak paydada buluşur. Tüm dünyada insan hakları ile ilgili sözleşmeler yapılmakta, dernekler kurmakta, platformlar oluşturmakta sürekli çalışmalar yapılmaktadır. Dünyadaki büyük lobilerin insan hakları ve diğer bazı sivil toplum kuruluşlarına açıktan maddi yardım yaptığı bir gerçektir. Böylece bu sivil toplum örgütleri aracılığıyla, o ülkenin hükümetlerine baskı yapmakta kendi istedikleri kanunların çıkmasını sağlamakta, hükümeti terörle mücadelede elini zayıflatmaktadırlar. İnsan hakları söz konusu olduğunda bir tarafta devlet diğer tarafta ise birey akla gelmekte ve geleneksel olarak bu haklar devlete karşı ileri sürülmektedir. Terörle mücadelede insan hakları üzerinde görüş birliği bulunmayan pek çok noktayı da gündeme getirmektedir.686 Terör, sonuçta küçük grupların gizlilik içinde yürüteceği bir faaliyet olduğu için, demokratik ve insan haklarına dayalı ülkelerde çok daha kolay gelişebilir. Her şeyin rahatlıkla kontrol altında tutulduğu totaliter rejimlerde, teröristlerin gizlilik içinde çalışmaları kolay değildir. Bu noktada özgürlük ortamı ne kadar fazlaysa o oranda terörist faaliyetlere kapının açık olduğu ileri sürülebilir. Ama bu totaliter rejimlerin sağlıklı ve terörizmden uzak oldukları anlamına gelmez. İnsan haklarına saygı duymadıkları için terörizmi bazı noktalarda daha kolay önleyebilirler ama her zaman büyük siyasal patlama riski altındadırlar. Kalıcı bir başarı için terörle mücadelede insan haklarına saygı şarttır. Ama bu yüce insanlık değerini terörist eylemler için araç olarak kullanmak insanlığı temelinden sarsmaktadır. Burada Avrupa Birliğinin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin uyguladığı çifte standart çok düşündürücüdür. Diğer ülkeler hakkında insan hakları karnesi yayınlarken kendisinin insanları sorgusuz sualsiz tutuklama şekli ve onlara yaptığı uygulamalar ne kadar tezat, bunu açıklamak kolay değil. Terörizm insan haklarının temin ettiği ortamdan yararlanabilmektedir. Buna karşılık demokratik devlet mücadelesini insan haklarını ihlal etmeden yapmak zorundadır. İnsan haklarına saygılı, demokratik devlet her zaman duyduğumuz slogan ama madalyonun öteki yüzünde bu hakları devleti yıkmak için kullanan teröristlere karşı bu hakları ve demokratik ortamı ihlal etmeden nasıl mücadele edilecektir. Teröristin istediği; terörist bu hakları ihlal ederken devlet de aynı yöntemle cevap versin, sonuçta devletin halktan desteği kopmaya başlayacak, devlet sıkışmaya başlayacak ama öte yanda terörist faaliyetlerine devam edebilecektir 686 İbrahim Kaya, Terörle Mücadele ve Uluslararası Hukuk, USAK Yayını, Ankara 2005, s. 197 607 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Terörizmin devletlerarası üstü örtülü bir savaş şekli olduğu da düşünülecek olursa insan hakları hukukunun birtakım devletlerce terör himayesi hukuku olarak niye kullanıldığını anlamak zor değildir. Karşımızdaki en büyük engellerden biri de budur. Aşağıdaki modelde ne demek istediğimiz daha net anlaşılacaktır.687 Hem ulusal hem de uluslararası siyasi ilişkilere birlikte yer veren bu makro modelle hangi noktalarda terörizmin bulunabileceğini göstermek mümkündür Modelin aktörleri, devletler, uluslararası örgütler ve terörist örgütlerdir (terörist örgütler aynı zamanda ve daha ziyade dış politika aracı olarak karşımıza çıkarlar). D1 ve D2 bir ve iki numaralı devletleri, U.Ö. uluslararası örgütleri temsil etmektedir. Bunların arasındaki ilişkiler “klâsik uluslararası politika ilişkileri”dir. Ayrıca bu uluslararası ilişkilerin dışında devletlerin iç siyasetine de modelde yer verilmiştir. D1 ve D2 devletlerinin toplumları T1 ve T2’dir. D1 ile T1 ve D2 ile T2 arasındaki ilişki “iç siyaset”i göstermektedir. Bir de, D1 ve D2’nin birbirlerinin toplumlarına doğrudan doğruya yönelen veya toplumların kendi aralarında ortaya çıkan ilişkiler vardır. Bunlara da “transnasyonel ilişkiler”dir.688 Geçmişte Nikaragua örneğinde olduğu gibi, ABD Sovyet yanlısı kurulu rejimlere yönelik illegal oluşumları desteklemiş ve buna karşılık da aynısını da SSCB yapmıştır. Yakın geçmişte de Türkiye’ye karşı Suriye ve Yunanistan PKK terör örgütüne destek vermiştir. 687 688 Sertaç Başeren, “Terörizm ve Uluslararası İlişkiler”,Stratejik Araştırmalar Dergisi, Şubat 2003,s. 51-58. Sertaç Başeren, SAREM, s.51-58 608 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Öte yandan da Çin, SSCB ve Hindistan gibi ülkelerin toprakları üzerinde uyguladığı insan hakları ihlallerini meşrulaştırmak amacıyla terörizmle mücadele ettikleri yönünde iddialarda bulundukları çokça gündeme gelen bir şeydir. Birtakım devletler uluslararası alanda bunu bir politik ve hukuki araç olarak kullanırken, bazı totaliter devletler de kendi ülkesi içindeki sorunlarını ve antidemokratik uygulamalarını meşrulaştırmak amacıyla terörizmi kullanmaktadır. Bir anlamda devlet terörü uygulanmaktadır. İçerde yürütülen dış destekli terörist faaliyetlerin ulaşmak istedikleri nihai hedef de aşağıdaki modelle çok daha iyi anlaşılabilir.689 Devletin içindeki bu mücadelenin Uluslararası Hukuk bakımından iki önemli boyutu vardır. Olağanüstü hal ve uluslararası olmayan silâhlı çatışmalar. Bu bağlamda konunun Uluslararası Hukuk ile bağlantısı insan hakları boyutunda ortaya çıkar. Bu noktada bir parantez açarak başka bir konuya daha işaret etmek gerekir; bir süredir Birleşmiş Milletler kararlarında her türlü terörizmin insan haklarını ihlal ettiği ifade edilmektedir690. Şimdi açtığımız parantezi 689 Sertaç Başeren, SAREM, s.51-58 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 23 Aralık 1994 tarihli Kararında (A/RES/49/185), devlet destekli veya bağımsız terör faaliyetlerinin insan hakları ihlali niteliğinde olduğunu vurgulamaktadır; bkz. Akıllıoğlu, T., “Terör ve İnsan Hakları”, İnsan Hakları Dergisi, 1995, C. III, s. 16; Akıllıoğlu, T., İnsan Hakları Kavram, Kaynaklar ve Koruma Sistemleri, Ankara 1995, s. 72. Genel Kurul bu tutumunu daha sonra aldığı bir dizi kararda da sürdürmüştür. 690 609 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ kapatarak kaldığımız yerden devam edebiliriz. Ele almakta olduğumuz konu hem olağanüstü hal bakımından hem de (insani hukuk açısından) uluslararası olmayan silâhlı çatışmalar bakımından incelenir. Silahlı çatışmalar içersinde hukuk olarak tarif edilebilecek olan insani hukuk terörizmi yasaklamaktadır. Bu noktada Uluslararası olmayan silahlı çatışmalar bakımından Cenevre Sözleşmeleri’nin içerik itibarıyla insan hakları ile örtüştüğünü Ek Protokollerin ise terörizmi yasakladığını söylemek yararlı olacaktır.691 Terörizmle mücadelede uygulanan başlıca iki model vardır. Biri yasal bastırma (legalrepressive) diğeri askeri bastırma (Military-repressive) olup bunları, Ronal Crelinstein Ceza Adalet Modeli (The Crimanal Justice Model) ile Savaş Modeli (The War Model) olarak adlandırmıştır. Ceza Adalet Modeli’nde terörizm suç, teröristler ise suçlu olarak görülür. Terörizmle mücadelede sorumluluk devletin hukuk sistemi üzerine olup, terörizm herhangi bir suç gibi muamele görür. Hukukun üstünlüğü (supremacy of law/rule of law) çerçevesinde “suçlama”, “yargılama” ve “cezalandırma” yoluna gidilir. Bu modelde polisin sorumluluğu ağırdır.692 Terörizm sadece insan haklarını kullanmamakta, bu faaliyetlerini sürdürmek için de finansal desteğe ihtiyaç duymaktadır. Burada devreye karapara adını verdiğimiz suç türü girmektedir. Terörün mali kaynakları kurutulmadan mücadelede başarı şansı zordur. Örgütlü suçlarla mücadele alanında kara paranın aklanmasının önlenmesi ve cezalandırılmasını temel bir strateji olarak görülüyorsa aynı şey terörle savaş açısından da gereklidir Bu suçun en belirgin özelliği illegalitesinin açık biçimde görüşemez oluşudur. Adli soruşturmaları sonuçsuz bırakmak için kullanılan en önemli araç maskeleme ve kamuflaj olup suçlardan elde edilen gelir meşru kanallara akıtılmakta, meşru ekonomik piyasalarda ikinci bir ayak oluşturarak karapara aklaması yapılmaktadır.693 Terör örgütleri faaliyetlerini finanse edecek fonları sağlayacak suç gelirlerini özellikle uluslararası mali dolaşım içinde aklamaktadır. Bu noktada karaparanın önlenmesi ve cezalandırılması terörün finansmanın da engellenmesine yaramaktadır. Ancak terör örgütünün bazı gelirleri de yasal ticari faaliyetlere ve bağışlara dayanmaktadır. Kaynağı meşru dolaysıyla karapara olarak değerlendirilemeyecek gelirler gizli dolaşımlara sokularak silah ya da eylemcilerin maaşlarını ödeme gibi amaçlarla örgüt hücrelerine tahsis edilmektedir. Burada da aklamanın tam tersi temiz parayı kirletme işleminden bahsedilmektedir. Dolayısıyla karapara aklamada gelirin nereden geldiği, terörizmin finansmanında ise nereye gittiği soruşturulmaktadır.694 BM tarafından hazırlanan 9 Aralık 1999 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme” terör eylemlerini finanse etmeye yönelik fiilleri ayrı bir suç olarak öngörerek terörün finansmanında kullanıldığından şüphenilen malvarlığı üzerine tedbir konulmasına ilişkin hükümler getirmiştir. 11 Eylül saldırılarından sonra 29-30 Ekim 2001 yılında Washington’da toplanan Mali Eylem Gücü (FAFT) karapara ile mücadele görevini terörizmin finansmanına da genişletmiş ve 8 özel tavsiye kararı almıştır. Bunlar; BM belgelerinin onaylanması ve yürürlüğe konulması, terörizmin terörist eylemlerin ve terör örgütlerinin finansmanın suç Haline getirilmesi, terörist varlıklarının dondurulması ve müsaderesi, terörizmle ilgili şüpheli işlemlerin bildirilmesi, uluslararası işbirliği, alternatif havale yöntemleri, elektronik transfer, karmacı gütmeyen 691 Sertaç Başeren, SAREM, s.51-58. Kader Aslan, “Avrupa Birliği!nin Terörizmle Mücadele Politikası” AÜSBE Yüksek Lisans Tezi 2007, s. 30-32. 693 Alpaslan Çakır, bankacılıkta Operasyonel Risklerin Etkin Yönetiminde Risk Bazlı Müşterini Tanı İlkelerinin Önemi, http://www.tbb.org.tr/turkce/dergi/dergi56/Alparslan.pdf, s.40 694 Ergin Ergül, Kara Ekonomi ve Aklama Suçu, Adalet Yayınevi, Ankara Eylül 2005, s.52. 692 610 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ kuruluşların terörün finansmanı amacıyla kullanılmasının önlenmesi konusunda alınması gerekli önlemler şeklinde sayabiliriz.695 Karaparanın kaynağını hep yasadışı ve özellikle de ağır suçlar teşkil etmekte, bu suçların başında da uyuşturucu ticareti gelmektedir.696 Geçmişte büyük mafya gruplarının elinde olan uyuşturucu trafiği artık terör örgütlerinin eline geçmiştir. Bu da terör örgütlerinin kolayca güçlenip kontrolden çıkmaları anlamına gelmektedir. Karapara sağlayan faaliyetler kapsamında; silah kaçakçılığı, çocuk ve genç ticareti, beyaz kadın ticareti, organ ticareti, adam kaçırma, şantaj, resmi belgede sahtecilik, ticari hile, sahte damgalı ölçü-tartı cihazı kullanma, kamu ihalelerine fesat karıştırma, bilimsel ve sınai casusluk, kalpazanlık… gibi faaliyetler yer almaktadır. Karapara aklanması ülke ekonomisini de dengesiz hale getirmektedir. Mal ve hizmet arzında değişme olmadığı halde piyasadaki para miktarındaki sebepsiz değişimler ekonomiyi de dengesiz hale getirmektedir. Bu da ülke yönetiminin yanlış kararlar almasına sebep olabilecektir. Dünyanın hertarafında karapara aklama faaliyetleri yaşanmaktadır. Ülkelerin kendi egemenlik sahalarında karaparayla mücadelesi yetersiz kalmış olup uluslararası bir mücadele kaçınılmaz olmuştur. Karapara aklayıcıları teknolojiyi son derce iyi takip etmekte, hukuki boşlukları lehlerine kullanma becerileri karşısında karapara aklama karşıtı mücadelede de sürekli teknolojik yenilikleri takip ve hukuki boşlukları da saptayarak giderme hergeçen gün daha büyük önem kazanmaktadır. Öyle nitelikli karapara aklama suçlarıyla karşılaşılmakta ki olayı soruşturan savcılar anlamakta güçlük çektiklerini ve bu nedenle kendilerinin dahi çözmekte zorlandıkları, aciz kaldıkları bu tür suçlarda bir de bunun üzerine nasıl iddia oluşturacakları konusunda çok zorlandıklarını belirtmektedirler. Yani günümüzde karapara aklama olayını saptamanın yanında adaletin önüne suçun delillerini getirmek, failleri tespit edip mahkum ettirmek konusunda büyük güçlükler yaşanmaya başlamıştır. Terörizmin mali kaynakları kurutulmadıkça başarılı olmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu alanda başarı için uluslararası işbirliğinin üst düzeyde olması gerekli ama madalyonun öteki yüzünde teröre arka çıkan devletler var, terör bir yönüyle de üstü örtülü devletlerarası savaş olduğuna göre uluslararası toplumun ve hukukun işi oldukça zor. Hukukun yaptırım gücünü sağlayan kaynaklar teröre hizmet eder duruma geldikçe mücadele o oranda zorluk kazanmaktadır. Devlet Yapısının Değiştirilmesi Terörü hukuka alet edenlerin amaçlarından biri de daha önce vermiş olduğumuz “Dış Politika İlişkileri” modeline uygun olarak hedef alınan ülkede yaratılan ülkede yaratılan terörle o ülkeye müdahale yolu açarak o devletin devlet yapısının kendi istediği hale gelmesini temin etmektir. Bunu ABD’nin Irak’ta yaptığı uygulamalarla ve Rusya’nın bu çalışma kaleme alınırken Gürcistan’a yönelik müdahalesi ile örnekleyebiliriz. ABD günümüzde uluslararası alanda hegomonik güç olup uluslararası ilişkilerde başlıca söz sahibi güç konumundadır. Sahip olduğu askeri üstünlük, doların uluslararası para rezervi olması ve güçlü ekonomisi bunu sağlayan başlıca amiller arasında sayılabilir.. Tek kutuplu yapıda imparatorluğunu sürdürebilmesi için barış ve güvenlik ortamı sağlaması ve krizlerde gerekirse askeri gücünün de yardımıyla bunu devam ettirebilmesi gerekir. Ama günümüzde ABD 695 Bu konuda bkz.Oktay Üstün, ”Karapara Aklama ve Terörün Finansmanı ile Mücadelede Uluslararası Girişimler ve Araçlara Toplu Bakış” Bankacılar Dergisi 2008, sayı 65. (http://www.tbb.org.tr/turkce/dergi/dergi65/OÜstün.pdf) 696 http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9705445.asp?m=1 611 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ ekonomisi gitgide kötü sinyaller vermeye başlamıştır. Ekonomik sürecin nasıl bu hale geldiğini anlatmak ayrı bir konu ama kısaca söylenebilecek olan bir kere dolar uluslararası para rezervi olmaktan gitgide çıkmaya başlamış durumdadır. Bu da ABD ekonomisi için yeterince endişe vericidir. Şöyle düşünün ABD dolar adı altında karşılığını ispat etmek zorunda kalmadığı kağıt parçasını size verip sizdeki değerleri satın alıyor ama siz kendi paranızı verip değer satın alamıyorsunuz. İlla ki dolar kullanmak zorundasınız. Bunun ABD ye nasıl bir üstünlük sağladığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Ekonomik savaşı bir tarafa bırakacak olursak, ABD tek kutuplu dünyada bozulmaya başlayan imparatorluğu korumak için denetimli bir istikrarsızlık ortamı yaratmakta, bu şekilde liderliğini sürdürmeye çalışmaktadır. Enerji kaynakları ile taşıma ve dağıtım yollarında fiziksel denetime sahip olma amacındadır. Bunun içinde terör bahanesi güzel bir araçtır. Denetimli istikrarsızlık ortamına bir örnek verecek olursak ABD, gelip var olduğunu ispat edemediği kimyasal vb. silahlar bahanesiyle Irak’ı işgal ederek bölgede denetimi ele geçirmiş oldu. Ayrıca Irak’a komşu ülkelerde gerektiği zaman Irak’taki Kürtleri, Şiileri ve Sünnilerini kullanarak karışıklık çıkarma ortamı yarattı. Bunun üzerine de ballı kaymak; Irak’ta kontrolü sağlamakta zorlanırsa rahatlıkla yönlendirebileceğini bildiği bir Türkiye ve ordusu var. Zaten Türkiye, Irak’tan yeterince rahatsız. Irak’ta ABD ile çıkarların uyuşması halinde Türkiye’nin Irak’ müdahalesi dışarıdan bakılınca hiç de zor olmasa gerek. Alın size işte istikrarlı bir denetimsizlik örneği. ABD kendi kontrolü dışına çıkan ülkelere karşı önleyici saldırı doktrini çerçevesinde sınırsız bir şekilde kuvvet kullanmaktan çekinmemekte ve hatta işgal etmektedir.697 Ama bunun yanında günümüzde maliyeti çok daha ucuz ve hukuka aykırı görünmeyen bir yolu da ihmal etmemektedir. Bu da ülke yönetimlerini üzerinde görünmeyen bir kontrole sahip olmak. Bunun yolu da kimseye yabancı gelmeyecektir; manipülasyona açık iktidar-muhalefet-basın üçgeni. Hükümet ABD’nin istediği yönde gitmediği anda toplumun yapısına göre yönlendirilen muhalefet ve iktidarla muhalefet arasında kıvılcımı çakacak, olayları tırmandırıp yön verecek bir basın gücü. (Bu da hemen her ülke için yabancı bir şey değil) ABD’nin bu dediğimiz yolu takip edebilmesi için hedef alınan ülkede az da olsa bir demokratik yapının bulunması gerekiyor. İşte Büyük Ortadoğu Projesi ve Kuzey Afrika Projesi bu açıdan değerlendirildiğine başka bir anlam kazanıyor. KUVVET KULLANMA VE TERÖRİZM Son yıllarda uluslararası alanda kuvvet kullanımının gitgide arttığını görmekteyiz. Peki, neden böyle oluyor? İnsanlık Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını halen unutmamışken, soğuk savaşla birlikte ona eşlik eden nükleer silah teknolojisiyle birlikte gelen dehşet dengesi daha bugün gibi aklımızdayken ve nükleer silahların yanında kimyasal, biyolojik vb. silahların yıkıcılığı insanlığın göğüsleyemeyeceği kadar artmışken, neden etrafımızda sürekli bombalar patlıyor, binlerce, on binlerce insan ne olduğunu bile anlamadan korkunç şekilde can veriyor, sakat kalıyor, yerlerinden yurtlarından oluyor ve insanca yaşama standartlarından yoksun kalıyorlar. Bunun çeşitli sebepleri var: Soğuk savaşın sona ermesiyle tek kutuplu bir yapının ortaya çıkışı, küreselleşmenin etkisini gitgide artırması ve bunların etkilediği, tetiklediği birçok oluşum var. Bizim dikkat çekmek istediğimiz olgu, uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma eğiliminin artışı ve buna paralel olarak BM Andlaşması madde 2(4) de tanımlanan, kuvvet kullanma 697 http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=153352 612 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ yorumun dar anlamında değil geniş anlamında yorumlanması yönünde eğilimlerin ve baskının artmasıdır. Konuyu derinlemesine incelemeden önce, kuvvet kullanmaya ilişkin hukuksal durumun tarihsel gelişimi üzerinde kısaca durmak yerinde olacaktır. Kuvvet Kullanma Kavramının Tarihsel Gelişimi 1914 öncesi, devletlerarasında savaşa başvurmak bir “egemenlik hakkı” olarak kabul edilmiş; “hayati çıkarların korunması”, varlığını koruma”, “meşru müdafaa” ve “zorunluluk hali” gibi kavramlar, aralarında bir fark olmaksızın, savaş yapma hakkı çerçevesinde sınırsız kuvvet kullanmaya yol açmış, bu bir “doğal hak” gibi algılanmıştır. Birinci Dünya Savaşıyla birlikte devletlerarasında kuvvet kullanma hakkına sınırlamalar getirilmeye çalışıldığını görüyoruz. En önemli çalışma da 1928 de yapılan Paris Paktı ya da daha çok Briand-Kellog Paktı olarak bilinen Genel Savaş Yasağı Sözleşmesi’dir. Paris Paktı; “uluslararası uyuşmazlıkların çözümü için kuvvete başvurulmasını” takbih ederek “ulusal politikanın bir aracı olarak savaşı” yasaklamaktadır. İkinci Dünya Savaşında yaşanan onca acılardan sonra kurulan BM’in kuvvet kullanmaya ilişkin yaklaşımı ise BM Antlaşması madde 2/4 de ortaya çıkmaktadır. md. 2/4: “… üye devletler diğer, devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına karşı kuvvet kullanma ve tehdidinden kaçınacaklar” şeklindedir BM dönemiyle birlikte yukarda belirttiğimiz üzere üye ülkelere karşı kuvvet kullanmak ve içişlerine karışmak uluslararası hukuk açısından yasaklanmış olup bunun tek istisnası ise BM Ant. Md. 51’de belirtilen meşru müdafaa hakkıdır. Uluslararası güvenlik mimarisi bu maddeler üzerine oturmuştur. İşte bugün en çok tartışılan, üzerinde oynanarak kuvvet kullanma hareketlerini meşru göstermeye çalıştıkları maddeler özellikle bu iki maddedir. Konuyu biraz daha açarsak: Kuvvet Kullanma Yasağının Dar yorumu Kuvvet kullanma yasağının dar yorumunu bizim de görüşlerini paylaştığımız klasikler savunmaktadırlar. Md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağı, BM’nin uluslararası barış ve güvenliği etkili olarak korumasının olmazsa olmaz koşuludur. Bu maddedeki kuvvet kullanma yasağı geniş kapsamlı bir yasaktır. Burada tartışmaya konu olan iki unsur vardır. Bu da devletler uluslararası ilişkilerinde 1- diğer ‘…devletlerin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı…’ ya da; 2- ‘…BM amaçlarıyla bağdaşmaz şekilde…’ kuvvet kullanmaktan kaçınacaklardır. Kuvvet kullanma yasağının tek istisnası olan BM Antlaşması 51. maddesi ise BM üyesi bir devlete karşı silahlı saldırıda bulunulduğunda, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla gerekli tedbirleri alana kadar saldırıya uğrayan devletin tek başına veya müştereken kuvvet kullanımına başvurabileceğini öngörmektedir. Ülkelerin çoğu için baskın olan yorum budur. Çünkü geniş yorum güçlü devletlerin işine yarayan bir yorumdur. Askeri yönden zayıf olan bir devlet, çiğnenen hakkı ne olursa 613 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ olsun güçlü bir devlete karşı kuvvet kullanamaz.698 Bu yaklaşım bugünkü gelişmeleri de doğrulamaktadır. İki kutuplu dünyadan tek kutuplu bir düzene geçmiş gözüken dönemimizde ABD’nin aşağıda bahsedeceğimiz yaklaşımları bu görüşü destekler niteliktedir. Hukuku kendine göre yorumlama, hukuka hâkim olma, kendine uydurma çabası içindedir.699 Terörizmi önleyeceğim iddiasıyla BM md. 2/4 dışına çıkarak, intikam amaçlı misilleme niteliğindeki eylemler devletlerarasındaki çatışmaları tırmandırma riski taşımaktan, ayrım gözetmeyen bir zararla karşılık politikası gütmek, teröristlerin amaçlarına hizmet etmekten başka şeye yaramamaktadır. Çünkü şiddet şiddet doğurmaktadır. Bir anlamda bumerang etkisi yaratarak söz konusu devleti vurmaktadır. Kuvvet Kullanma Yasağının Geniş Yorumu Klasiklerin aksine, Neo-realistler md 2/4 ün yorumunun günün gereklerine bakarak yapılması gerektiğini ileri sürmekte, karşılıklılık ilkesi gereğince kuvvete karşı kuvvetle cevap verilmesini savunmaktadırlar. Neo-realistlere göre, olayların çoğunda farklı düzenlerin çatışan çıkarları sistemi kilitlemektedir. Örgütün işlevini yerine getirmediği durumlarda ihkak-ı hak geri gelmelidir. Karşılıklılık ilkesi, ABD’yi münferiden uluslararası hukuku zorla icra etmesi için serbest bırakmaktadır. Daha açık bir deyişle, hukuku yürütmesi için ABD’yi hukuka hâkim kılmaktadır. ABD kendine uyduğunda totaliter rejimlere karşı ayaklananlara yardım etmek için hiçbir engel tanımamaktadır. Ayaklanmanın demokratik rejim kurmak için totaliter rejimlere karşı bir ayaklanma olup olmadığını belirleme hakkını da münferiden ABD kendinde görmektedir. 700 Kuvvet kullanma hakkını geniş yorumlamak için özellikle klasik meşru müdafaa hakkı tanımının dışına çıkan önleyici/sezgisel meşru müdafaa hakkı gibi yeni görüşleri savunmakta, bunu Reagan Doktrini ve Bush Doktrini gibi yaptıkları açıklamalarla deklere etmektedirler. Önleyici Meşru Müdefaa Bugün özellikle Amerika 51. maddeyi geniş yorumlamakta, terörist eylemlere karşı bir devlet, özel bir terörist eylemi desteklemese, örgütlemese ve teşvik etmese bile, sadece terörist eylemleri tolere etmesi veya ülkesi üzerinde faaliyetlerde bulunması nedeniyle bir “silahlı saldırı” gerçekleştirmiş saymaktadır.701 Bu doktrinin BM Antlaşması 51. maddede öngörülen “silahlı saldırı” kavramını karşılaması mümkün değildir. Amerika hararetli bir şekilde klasik uluslararası hukukun kuvvet kullanmaya ilişkin yapısının yetersiz kaldığını iddia etmekte; “Bush Doktrini” olarak bilinen Ulusal Güvenlik Stratejisini klasik uluslararası hukukta kabul görmeyen önleyici-sezgisel/preemptive meşru müdafaa hakkına dayandırmaktadır.702 Önleyici meşru müdafaa hakkı uluslararası hukuk açısından yeni bir görüş değildir. 1980’lerde gündeme oturmuş olan “Reagan Doktrini”nde de buna yakın görüşler vardır. Wilson’un “Demokrasi için güvenli bir dünya yaratılması” düşüncesini takip etmek isteyen Ronald Reagan, dış politikada kendi adıyla anılacak olan doktrinini üçüncü dünya ülkeleri üzerinde uygulamaya 698 Funda Keskin, “Uluslar arası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler”, Mülkiyeliler Birliği Yayınları, Ankara 1998, s. 41. 699 Bu konuda bkz. Ahmet Hamdi Topal, Uluslararası Terörizm ve Terörist Eylemlere Karşı Kuvvet Kullanımı, Beta Basım İstanbul, 2005. 700 Sertaç Başeren, “Uluslar arası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının Sınırları”, Ankara Üniversitesi Basımevi 2003, s 11-12. 701 Bkz Fatma Taşdemir, Uluslar arası Terörizme Karşı Devletlerin Ülkeleri Dışında Münferiden Kuvvet Kullanma Yetkisi,USAK, Ankara, 2006, 169 vd. 702 Fatma Taşdemir, age,s.244vd. 614 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ çalıştı. Doktrinde, ABD askeri gücü doğrudan kullanılmadan kendi ülkelerinde baskıcı rejimlerine karsı mücadele eden gruplara dolaylı askeri ve maddi yardım sağlanması amaçlanmaktaydı. dünyanın jandarmalığına soyunan abd bu gün olduğu gibi Reagan döneminde de ; Afganistan, Nikaragua, Angola ve Kamboçya gibi ülkelerdeki rejimlerin Sovyetler Birliği tarafından desteklendiğini iddia etmekte ve bu ülkelere özgürlük ve demokrasiyi getirmenin dış politikada temel misyonu olduğunu belirtmekteydi. ABD’nin Nikaragua’da Kontralara karşı verdiği destek karşısında Nikaragua Hükümeti Uluslararası Adalet Divanı’na; ABD’nin uluslararası hukuku çiğneyerek, Nikaragua’nın toprak bütünlüğüne, egemenliğine, siyasi bağımsızlığına karşı askeri ve yarı askeri faaliyetlerde bulunması iddiasıyla, başvurdu. UAD ise özetle; Nikaragua davasında bir devletin, bir başka devlete müdahale etme hakkının önünü açan yeni bir yorumu kabul etmemiş ve meşru müdafaa hakkının, bir devlet içindeki asilere yardım eden diğer devlete engel olmak için de kullanılabileceği seklindeki Amerikan iddiasını reddederek kuvvet kullanma hakkının dar yorumlanmasına yakın yani klasiklerden yana bir görüş sergilemiştir. “Reagan Doktrini” açısından kuvvet kullanma, sadece müdahaleye karşı müdahale değil, terörizme karşı ve demokrasinin yerleşmesi için uygun bir araçtı. Bu doktrin ile ABD kendini uluslararası hukuku icra etmesi için serbest bırakmakta, başka deyişle hukuku yürütmesi için ABD’yi hukuka hâkim kılmaktaydı. “Bush Doktrini” daha da ileri giderek önleyici meşru müdafaa hakkını yalnızca “vukuu muhakkak” bir silahlı saldırı tehdidine karşı değil, bir saldırı varsayımına, potansiyel bir tehdide karşı önleyici tedbirleri hukuka uygun görmektedir. Bu doktrin ABD’yi açıkça diğer ülkelere karşı ihkak-ı hak (hukuku kendi başına uygulama, kendi hakkını kendinin koruması) yetkisi vermekte; uluslararası hukuku çiğnemektedir. Irak’a karşı, topraklarında kitle imha silahlarının bulunduğunu ileri sürerek yapmış olduğu işgal hareketi ve yine Afganistan’a karşı terör olaylarını bahane ederek girişmiş olduğu işgal hareketleri herkesin yakından bildiği örneklerdir. Bu çerçevede sadece nükleer ve benzeri silahları kullanma veya tehdidinde bulunmaksızın, bu silahlara sahip olmak, uluslararası hukuk açısından bir “silahlı saldırı” sayılamaz.703 SONUÇ Günümüz dünyasında her şeyin daha karmakarışık, çok çeşitli etkenlerden oluşan bir yapı göstermesi karşısında konumuz olan terör de o oranda karmaşık ve uğraşılması zor bir suç tipi haline gelmiştir. Terör teknolojiye gösterdiği müthiş uyum yanında hukuki boşlukları kullanma konusunda da hergeçen gün uzmanlaşmakta bir tür terör himayesi hukuku oluşmaktadır. Terörizm insan haklarının temin ettiği ortamdan yararlanmakta; buna karşılık demokratik devlet mücadelesini insan haklarını ihlal etmeden yapmak zorundadır. Teröristin bu hakları ihlal ederken amaçlarından biri devlet de aynı yöntemle cevap versin ki sonuçta devletin halktan desteği kopmaya başlayacak, devlet sıkışmaya başlayacak ama öte yanda terörist faaliyetlerine devam edebilecektir. İnsan haklarıyla ilgili olarak insan hakları dernekleri benzeri bazı STK’ları ve insan hakları sözleşmelerinin içinden onlara hareket kolaylığı sağlayacak maddelerini kullanmaya çalışmaktadırlar. Teröristlerin hukuku özellikle insan hakları bağlamında istismar edememeleri için uluslararası topluma çok iş düşmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan uluslararası sistemi zorlayan olayların arttığı bir döneme girmiş bulunmaktayız. Birleşmiş Milletler üzerine oturtulmuş olan yapının tartışıldığı, bu sistemin çöktüğü sıkça yazılmaya başlanmıştır. Bunda kuşkusuz günümüz konjonktürün de rolü vardır. İki kutuplu sistemin çökmesi, tek kutuplu dünyada ABD’nin dümeni 703 Ahmet Hamdi Topal, age., s. 166 vd. 615 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ tutmakta gitgide zorlanmaya başladığı da bir gerçektir. Uluslararası rezerv para olan doların eski hâkimiyetini yitirmesi, ekonomik anlamda sıkıntıya düşen ABD’nin hakim rolünü sürdürebilmesi için başvurması gereken çeşitli yollar vardır. Bu yollardan biri de kendi denetiminde dünya üzerinde istikrarsızlıklar çıkarmasıdır. Bunun da yolu büyük oranda terörizmden geçmektedir. Klasik uluslararası hukuk ABD ve Rusya gibi büyük devletlerin önündeki en büyük engellerden biridir. BM md 2/4 ün dar yorumu yani geniş kapsamlı bir kuvvet kullanma yasağı büyük engel teşkil etmektedir. Bu nedenle ABD gibi ülkeler md 2/4 ü geniş yorumlama yoluna gitmekte, Neo-realist bakış açısıyla hareket etmek istemektedir. ABD karşılıklılık ilkesini ve önleyici/sezgisel meşru müdafaayı savunan Reagan ve Bush Doktrinlerini ileri sürmektedir. Bu yaklaşım tarzı diğer ülkelerin kabul edebileceği bir olgu olamaz. Bu durumda askeri açıdan zayıf olan bir ülke her ne kadar hakkı çiğnenirse çiğnensin, bunu dayanarak yaparak kendinden daha güçlü bir ülkeye karşı harekete geçemez. Bunun tek garantisi eksik ve eleştirilebilir yanları olsa da Birleşmiş Milletler sistemidir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler yapısının güçlendirilmesi, daha adil ve barış içindeki dünya için günümüz koşullarında en iyi yol olarak gözükmektedir. Kuvvet kullanma hakkının geniş yorumlanmasının bir sakıncası da daha güçlü devletin çok küçük bir olayı bahane ederek diğer ülkelere karşı müdahale edebilmesinin yollarını açabilmesinde yatmaktadır. Tabii ki bu bahaneyi kendi yaratıp, yine bu bahaneyle kuvvet kullanması da akla çok yatkındır. Bu bahaneler içinde en akla yatkın ve kolay olanı da terörle bağlantılı olanlardır. Bugün Irak’ta halen kitle imha silahlarının bulunamamış olması bir yana, İran’ın nükleer çalışmaları yarın ABD için bir müdahale aracından başka bir şey değildir. Ya da bu yazı yazılırken Rusya ve Gürcistan arasındaki çatışma da farklı bir şey değildir.Tüm bu olanlar her an her devlet için de böyle bir müdahale olasılığının bulunduğu anlamına gelmektedir.