Dr. Devrim Tanıl KURT ANESTEZİYOLOJİ VE REANİMASYON

advertisement
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
KORONER ARTER CERRAHİSİ GEÇİREN HASTALARDA ANESTEZİ
İNDÜKSİYONUNDA VE STERNOTOMİ SIRASINDA UYGULANAN ESMOLOL’ÜN
QT VE QTC SÜRESİNE VE STRES HORMONLARI ÜZERİNE ETKİLERİ
Dr. Devrim Tanıl KURT
ANESTEZİYOLOJİ VE REANİMASYON
ANABİLİM DALI UZMANLIK TEZİ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ
ANKARA
2011
KABUL VE ONAY
ii
TEŞEKKÜR
Anesteziyoloji
ve
Reanimasyon
uzmanlığı
eğitimim
süresince
katkılarını esirgemeyen, tezimin hazırlanmasında bana yardımcı olan değerli
hocam ve tez danışmanım Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı
Öğretim üyesi Prof. Dr. Neslihan ALKIŞ’a ve tez çalışma döneminde
yardımlarını esirgemeyen Prof. Dr. Çiğdem DENKER’e,
Eğitimimdeki katkılarından dolayı başta Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Handan CUHRUK’a olmak
üzere Anabilim Dalı’ndaki tüm öğretim üyelerine,
Tez çalışmalarım döneminde yardımlarından dolayı Kalp Damar
Cerrahisi Anabilim Dalı öğretim üyesi hocalarıma ve araştırma görevlisi
doktor arkadaşlarıma,
Birlikte çalıştığım sürece dostluk ve yardımlarını esirgemeyen, tüm
uzmanlarıma, asistan arkadaşlarıma, anestezi teknisyenlerine, hemşirelerine
ve personellerine,
Her zaman yanımda olan sevgili eşime,
Bugünlere gelmemi sağlayan sevgili aileme,
Sonsuz saygı ve sevgilerimi sunar, teşekkür ederim.
Dr. Devrim Tanıl KURT
iii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No:
KABUL VE ONAY
ii
ÖNSÖZ
iii
İÇİNDEKİLER
iv
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ
v
ŞEKİLLER DİZİNİ
vi
TABLOLAR DİZİNİ
vii
1. GİRİŞ
1
2. GENEL BİLGİLER
2
2.1. Koroner Dolaşım, Koroner Kan Akımı
2
2.2. Koroner Arter Hastalığı Önemi ve Görülme Sıklığı
3
2.3. Koroner Arter Hastalıklarında Tedavi
4
2.4. Anestezi ve Cerrahinin Kardiyovasküler Sisteme Etkileri
5
2.5. Beta Adrenerjik Reseptör Blokerleri
6
2.6. Ultra Kısa Etkili Beta Bloker Esmolol
13
2.7. Stres Uyarana Karsı Hemodinamik Yanıt
16
2.8. QT aralığı ve QT dispersiyonu
22
3. GEREÇ ve YÖNTEM
25
4. BULGULAR
28
5. TARTIŞMA
44
6. SONUÇLAR
51
ÖZET
SUMMARY
KAYNAKLAR
iv
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ
- AR
Alfa-adrenerjik reseptörler
ACTH
Adrenokortikotropik hormon
AKB
Arteriyel Kan Basıncı
Ark.
Arkadaşları
ASA
American Society of Anesthesiologists
AV
Atriyoventriküler
- AR
Beta Adrenerjik Reseptör
cAMP
Siklik adenozin monofosfat
CO2
Karbondioksit
Dk
Dakika
DKB
Diyastolik Kan Basıncı
EKG
Elektrokardiyografi
ET-CO2
End-Tidal CO2
iKr
Hızlı gecikmiş düzeltici potasyum kanalı
İSE
İntrensek Sempatomimetik Etki
İTA
İnternal torasik arter
KABC
Koroner arter bypass cerrahisi
KAH
Koroner Arter Hastalığı
NIKB
Non invaziv kan basıncı
N2O
Nitröz Oksit
OKB
Ortalama Kan Basıncı
O2
Oksijen
OSS
Otonom Sinir Sistemi
POMC
Preopiomelanokortin
SSS
Santral Sinir Sistemi
SKB
Sistolik Kan Basıncı
SpO2
Periferik O2 Saturasyonu
QTc
Düzeltilmiş QT
VKI
Vücut Kitle İndeksi
v
ŞEKİLLER DİZİNİ
Sayfa No:
Sekil 2.1 Esmolol’ ün kimyasal yapısı
13
Şekil 4.1 Gruplarda kalp atım hızı değerlerinin ortalamalarının değişimleri
31
Şekil 4.2 Gruplarda sistolik kan basıncı değerlerinin ortalamalarının değişimleri
33
Şekil 4.3 Gruplarda diastolik kan basıncı değerlerinin ortalamalarının değişimleri
35
Şekil 4.4 Gruplarda ortalama kan basıncı değerlerinin ortalamalarının değişimleri
37
Şekil 4.5 SpO2 değerlerinin dağılımı ve kontrol değerine göre karşılaştırması
39
Şekil 4.6 QT (msn) değerlerinin dağılımı ve kontrol değerine göre karşılaştırması
41
Şekil 4.7 QTc (msn) değerlerinin dağılımı ve kontrol değerine göre karşılaştırması
43
vi
TABLOLAR DİZİNİ
Sayfa No:
Tablo 2.1 Beta adrenerjik reseptörlerin vücuttaki effektör organlardaki
dağılımı ve etkileri
Tablo 2.2 Esmolol’ ün endikasyon ve kontrendikasyonları
15
Tablo 2.3 Hipotalamus ve hipofizden salgılanan hormonlar
17
Tablo 2.4 Cerrahiye karşı oluşan nöroendokrin ve metabolik yanıt
21
Tablo 4.1 Demografik veriler
28
Tablo 4.2 Gruplar arasındaki kadın erkek dağılımı
28
Tablo 4.3 İki grup arasındaki ASA değerlerinin dağılımı
29
Tablo 4.4 Operasyonla ilişkili süreler
29
Tablo 4.5 Kalp atım hızı değerleri
31
Tablo 4.6 Sistolik kan basıncı
33
Tablo 4.7 Diastolik kan basıncı
35
Tablo 4.8 Ortalama kan basıncı
37
Tablo 4.9 Adrenalin ve noradrenalin düzeyleri
39
Tablo 4.10 QT (msn) aralığının dağılımı
41
Tablo 4.11 QTc (msn) aralığının dağılımı
43
vii
7
1.GİRİŞ
Kalbi besleyen koroner arterlerin, herhangi bir nedenle yeterli kanı
taşıyamaması sonucu miyokardda iskemi, nekroz ortaya çıkması ve buna
bağlı ortaya çıkan komplikasyonların tümü koroner arter hastalıkları olarak
incelenmektedir (1).
Koroner arter bypass cerrahisi (KABC) günümüzde sıklıkla uygulanan
bir cerrahi yöntemdir. Cerrahinin neden olduğu ağrı, volüm kaybı ve strese
yanıt olarak dolaşımdaki katekolamin düzeyi ve miyokardın oksijen tüketimi
artar. Normal kişilerde tolere edilebilen bu durum, koroner arter hastalığı olan
kişide iskemiye neden olur. Ayrıca ameliyat sırasında ortaya çıkabilecek
taşikardi ve hipertansiyon da miyokardın oksijen gereksinimini arttırarak
durumu kötüleştirir (2).
Beta blokerler intraoperatif dönemde cerrahi uyarıya bağlı olarak
gelişen taşikardi ve hipertansiyon gibi adrenerjik yanıtların düzeltilmesinde
sıklıkla kullanılırlar (3,4).
Uzun etkili iv beta blokerlerin, akut miyokardiyal iskemi veya
infarktüslü hastalarda kullanımı sınırlıdır, çünkü bu hastalarda ilacın yan
etkileri hızlıca düzeltilemez (3-5). Bu gibi akut durumlarda kısa etkili, titre
edilebilir beta blokerlerin kullanılması daha uygundur (5).
Elektrokardiyografi üzerindeki QT aralığı kalp hızı ile ters orantılı
olarak değişir. Kalp hızının artması QT aralığının kısalmasına sebep olurken,
kalp hızının azalması QT aralığının uzamasına neden olur. Bu nedenle QT
aralığının normali kalp hızını düzelterek tespit edilebilir. Düzeltilmiş QT aralığı
(Corrected QT: QTc) rutin elektrokardiyografi (EKG) analizlerinde ölçülen QT
aralığından çok daha fazla kullanılır (6,7).
Çalışmamızda, koroner arter revaskülarizasyonu geçirecek hastalarda
anestezi indüksiyonunda ve sternotomi sırasında uygulanan esmololün
miyokardiyal koruma, hemodinamik stabilite üzerine etkileri ile QT aralığı ve
QTc üzerine, kandaki adrenalin ve noradrenalin düzeylerine etkilerini
araştırdık.
1
2.GENEL BİLGİLER
2.1. Koroner Dolaşım, Koroner Kan Akımı
Kalp kasının kanı koroner arterlerden sağlanır. Sol koroner arter, sol
posterior aortik sinüsten, sağ koroner arter anterior aortik sinüsten çıkar.
Venöz drenajın 2/3’ü koroner arterleri izleyen ve koroner sinüse açılan
venlerle sağ atriuma, geri kalanı ise küçük venlerle ve doğrudan kalp kavitesi
içine olur (2).
Koroner kan akımı 225-250 ml/dk veya istirahat kalp debisinin % 5’i
kadardır. Bu akım kardiyak siklus boyunca süreklidir ve çoğu diyastolde
gerçekleşir. Koroner damarlar üzerinde vagal uyarının etkisi yoktur. Sempatik
uyarı koroner damarlarda hafif daralma yapar fakat kalbin işinin artmasına
bağlı koroner akımda artış görülür. Koroner perfüzyon basıncının 60-150
mmHg değerleri arasında koroner sirkülasyonda bir otoregülasyon mevcuttur.
Kalp debisi artışı, egzersiz, kanın pH’sında artış, vücut ısısında artış, kanın
oksijen saturasyonunun düşmesi, aortik kan basıncında yükselme ve sol
ventrikül diyastol sonu basıncında düşme, koroner kan akımını arttırır (2).
Koroner kan akımı ile miyokardın oksijen tüketimi arasında yakın bir
ilişki vardır. Kalp hızı, kontraktilite veya intramiyokardiyal duvar gerilimini
arttıran (hipertansiyon veya sol ventrikül dolma basıncının artması) nedenler
miyokardın oksijen tüketimini arttırır (2).
Miyokarda gelen oksijen ile miyokardın oksijen tüketimi arasındaki
denge,
oksijen
miktarının
azalması
veya
tüketiminin
artması
ile
bozulduğunda, bozulmanın derecesine bağlı olarak miyokardda iskemi ortaya
çıkar (2).
Koroner arter hastalığında temel sorun, gereksinim arttığında, koroner
kan akımının arttırılamaması ve kalbin değişik bölgeleri arasında kanın
dağılımı bakımından farklılık olmamasıdır. Bunun sonucunda gelişen iskemi,
ağrıya ve miyokard fonksiyonunda bozulmaya neden olur (2).
2
2.2. Koroner Arter Hastalığı (KAH) Önemi ve Görülme Sıklığı
Koroner arterlerin, herhangi bir nedenle yeterli kanı taşıyamaması
sonucu miyokardda iskemi, nekroz ortaya çıkması ve buna bağlı ortaya çıkan
komplikasyonlarının tümü koroner arter hastalıkları olarak incelenmektedir
(1).
KAH’ları tüm ölümlerin %33-50’sinin, kalp hastalıklarına bağlı
ölümlerin ise %50-75’inin nedenidir. Bu oranlar, KAH’larının, ölümlerin en
önde gelen nedeni olduğunu göstermektedir. Son 45 yılda KAH’larının
tanısında ve korunma yöntemlerinde çok önemli gelişmeler olmuştur.
Gelişmelere paralel olarak KAH’larına bağlı ölümler giderek azalmakla
birlikte, KAH’ı hala yüksek oranda morbidite ve mortalite nedenidir.
KAH’larının görülme sıklığı ve buna bağlı ölüm oranları yaşa, cinsiyete, diğer
risk faktörlerine, toplumlara, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine ve coğrafi
bölgelere göre farklılık gösterir (1).
Koroner arterleri daraltan temel etyolojik neden olan aterosklerozun
oluşumunda
hiperlipidemi,
hipertansiyon,
diyabetes
mellitus,
genetik
faktörler, sigara kullanımı gibi risk faktörleri önemli rol oynar. Gelişmiş
ülkelerde yüksek kalorili beslenmeye bağlı hiperlipidemi, hipertansiyon ve
diğer risk faktörlerinde artışa bağlı olarak ateroskleroz gelişimi ve sonuçta
KAH’nın görülme sıklığı artmaktadır (1).
Yaşın ilerlemesi KAH’nın temel nedeni olan ateroskleroz oluşumunu
hızlandırır. Kırk yaşından sonra ateroskleroz oluşumu ve buna bağlı KAH’ı
görülme sıklığı yaşın artısına paralel olarak artmaktadır. KAH’ına erkeklerde
50-60 yaş, kadınlarda 60-70 yaş arasında en sık rastlanır (1).
Günümüzde oluşmuş aterosklerotik koroner arter darlığını tam olarak
tedavi edecek tıbbi ve cerrahi bir yöntem henüz bulunmamaktadır. Bu
nedenle
son
zamanlarda,
ateroskleroz
oluşumunu
hızlandıran
risk
faktörlerinden korunma ve tedavi yöntemlerine daha fazla önem verilmektedir
(1).
3
2.3. Koroner Arter Hastalıklarında Tedavi
Koroner arter hastalıklarında uygulanan girişimsel tedavi yöntemleri
şunlardır:
1. Koroner Arter Bypass Cerrahisi (KABC)
2.Perkütanöz Translüminel Koroner
Transluminal Coronary Angioplasty; PTCA)
Anjioplasti
(Percutaneous
3. Koroner kalp hastalıklarında yeni tedavi yöntemleri
i. Lazer tedavisi
ii. Aterektomi
iii. Angioskopi
iv. Stent Uygulaması (1,8)
Koroner arter bypass cerrahisi (KABC) günümüzde sık uygulanan bir
cerrahi yöntemdir. ABD’de 2005 yılında yaklaşık 500000 KABC uygulandığı
bildirilmiştir (9). ABD ve Kanada’da yıllık uygulanma sayısının ortalama
600.000 civarında olduğu bildirilmektedir (9-18). Türkiye’de ise bu rakamın
yıllık yaklaşık 25000 düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir.
Aterosklerotik koroner arter hastalıklarında cerrahi tedavi 1935 yılında
Beck’ in pektoral kasın pediküllü greftini kalbin üzerine dikmesi ile başlamıştır
(19,20). Bailey, 1950 yılının sonlarında direkt koroner endarterektomiyi tarif
etmiştir (19). 1961 yılında Senning, stenotik bir koroner artere uyguladığı
anjiyoplastiyi yayınlamıştır (19). Sones ve Shirey ise 1962 yılında koroner
anjiografi alanında uyguladıkları yenilikler ile koroner arterlerdeki darlıkların
yerlerinin kesin olarak gösterilmesini sağlayarak koroner cerrahisinin önünü
açmışlardır. 1962 yılında Sabiston ilk aorto-koroner bypass hastasını
bildirmiştir (19). Garrett ve DeBakey, 1964 yılında yaptıkları aorto-koroner
bypass ameliyatını 1973 yılında yayınlamışlardır. 1970’lerin başından itibaren
aorto-koroner venöz bypasslar ile birlikte internal torasik arterin (ITA) koroner
4
anastomozlarının yapılması popüler olmaya başlamış ve günümüzde en çok
yapılan ameliyatlardan birisi haline gelmiştir (19).
2.4. Anestezi ve Cerrahinin Kardiyovasküler Sisteme Etkileri
Anestezi, kardiyovasküler sistemi doğrudan veya otonom sistem
aracılığı ile dolaylı olarak çeşitli şekillerde etkiler :

Otonom
sistem
aracılığı
ile
kalp
hızı,
ritmi,
miyokard
kontraktilitesi ve damar tonusunu değiştirebilirler.

Doğrudan miyokard depresyonu yapabilirler.

Yetersiz solunum sonucu gelişen gelişen hipoksi, hiperkapni ve
asidoz miyokardı deprese edebilir ve aritmi eğilimi yaratabilir
(2).
Bütün bu etkilerin sonucu olarak arteriyel ve venöz basınçlarda, kalp
debisinde, kalp hızı ve ritminde değişiklik olmaktadır (2).
Bütün
genel
anestezikler
doza
bağımlı
olarak
miyokardiyal
kontraktiliteyi deprese ederler. Bu etki kalsiyumun hücre içine girişinin
engellenmesi ve hücre içindeki kinetiğin değişmesi ile ortaya çıkar (2).
İnhalasyon anestezikleri, periferik vasküler direnci düşürürler ayrıca
koroner damarlar üzerine direk genişletici etkileri vardır. Koroner arterlerinde
daralma olan kişiye, koroner damarları genişleten bir ilaç verildiğinde,
koroner kan akımının, dilate olabilen damarlara yönelmesi ile daralmış
bölgenin aldığı kan daha da azalmakta, yani bu bölgenin kanı çalınmaktadır
(‘‘steal’’ (çalma) sendromu) (2).
Anesteziklerin çok yönlü etkileri, anestezik ilaç kombinasyonlarından,
hastanın aldığı antihipertansif,  bloker ve kalsiyum kanal blokerlerinden,
solunumun şeklinden, asit-baz ve sıvı elektrolit dengesinden etkilenerek daha
karmaşık hale gelir (2).
Cerrahinin neden olduğu ağrı, volüm kaybı ve strese yanıt olarak
dolaşımdaki katekolamin düzeyi artar. Buna bağlı olarak kalp debisi artar, su
tutulur ve vital organların perfüzyonu artar. Sonuçta miyokardın oksijen
tüketimi artar. Normal kişilerde tolere edilebilen bu durum, koroner arter
hastalığı olan kişide iskemiye, sol ventrikül fonksiyon bozukluğu olan hastada
5
yetmezliğe ve elektriksel olarak stabil olmayan miyokardda aritmilere neden
olur. Ayrıca ameliyat sırasında ortaya çıkabilecek taşikardi ve hipertansiyon
da miyokardın oksijen gereksinimini arttırarak durumu kötüleştirir (2).
Kardiyovasküler hastalıklarda cerrahi risk, ameliyatın tipi ile ilişkilidir.
Miyokard infarktüsü geçiren hastalarda, büyük vasküler cerrahi, torasik ve üst
karın girişimlerinde mortalite 2-3 katına çıkmaktadır (2).
2.5. Beta Adrenerjik Reseptör (- AR) Blokerleri
Beta adrenerjik reseptör blokerleri, adrenerjik sempatik sinirlerin
ucundan salıverilen nörotransmitter noradrenalinin ve adrenal medulladan
salıverilen adrenalinin kompetetif antagonistidirler (21).
Bu ilaçlar kalpte - AR’lerin etkinliğini azalttıkları veya kaldırdıkları
için, kalpte inhibitör etki yaparlar (negatif inotrop, negatif kronotrop ve negatif
dromotrop etki). Damarlardaki - AR’ler aracılığı ile sempatoadrenal sistem
genelde vazodilatör etki yapar. Damarlardaki - AR yanında yerine göre az
veya yoğun alfa-adrenerjik reseptörler (- AR) de vardır. - AR’ler bloke
edilince vazodilatör etki ortadan kalktığı için - AR aracılı vazokonstriksiyon
güçlenir (23).
- AR’lerin üç ana tipi vardır; bunlar 1, 2, 3 adrenerjik reseptörlerdir.
1 reseptörünün, kalsiyum kanallarının açılması,
miyokard kontraksiyon
hızının ve kuvvetinin arttırılması (pozitif inotropik etki), sitozolik kalsiyumun
sarkoplazmik retikulum içine geri alımında artış (lusitropik etki) ve sinüs
nodunda pace maker akımında artış (pozitif kronotropik etki) etkisi vardır. Bu
etkiler ile iletim hızı daha da artar (pozitif dromotropik etki). Klasik olarak 1
reseptörler kalpte, 2 reseptörler bronşiyal ve vasküler düz kasta bulunur. 1
spesifik ajanlar bronşiyal ağaçtaki 2 reseptörler ile etkileşmez ve pulmoner
komplikasyonlara neden olmazlar. 3 reseptörlerin ise yağ dokusunda rolü iyi
tanımlanmış olmasına rağmen kalp üzerindeki yerleri ve işlevi henüz kabul
edilmemiştir. Teoriye göre bu reseptörler nitrik oksit üretimini arttırarak (-)
inotropik etki gösterirler (22) .
6
Beta adrenerjik reseptörlerin vücutta effektör organlarda dağılımı ve
aracılık ettikleri fonksiyonlar Tablo 2.1’ de gösterilmiştir (21).
Tablo 2.1 Beta adrenerjik reseptörlerin vücuttaki effektör organlardaki dağılımı ve
etkileri
Organ
Kalp
Miyokard
Ventrikül
Atriyum
Sinüs dügümü
A-V dügüm
Damarlar
Arteriyoller
Venüller
Bronş
Jukstaglomerüler aparat
Gastrointestinal sistem
Uterus
Karaciğer
Pankreas  hücreleri
Yağ dokusu
Çizgili kas
Göz
Tip
Fonksiyon
1
1
1
1
Kontraktilite, otomatisitede ve iletim hızında artma
Kontraktilite ve iletim hızında artma
Kalp hızında artma
İletim hızı ve otomatisitede artma
2
2
1
1, 2
2
2
2
2
1, 3
1
2
Vazodilatasyon
Vazodilatasyon
Bronkodilatasyon
Renin salgılanması
Gevşeme (düz kasa direkt etki)
Gevşeme
Glikojenoliz, glukoneojenez
İnsülin salgılanmasında artış
Lipoliz
Glikojenoliz
Silier kasta gevşeme
2.5.1. - AR Blokerlerinin Farmakokinetiği:
Bu ilaçlar karaciğerden ilk geçiş eliminasyonuna uğrarlar. Bu nedenle
bu ilaçların parenteral dozları ile oral dozları arasında büyük farklar
görülebilir. Lipofilik olan ilaçların ilk geçişteki inaktivasyon derecelerinin
bireylerarası
büyük
değişkenlik
göstermesi
nedeni
ile
dozun
bireyselleştirilmesi gerekir (23).
Hidrofilik olan ilaçlar karaciğerden ilk geçişte önemsiz derecede
metabolize edilir. Dozlar arası bireysel farklılık göstermez (23).
Antiaritmik ve antihipertansif olarak kullanılan esmolol, alyuvarların
asetilkolinesterazı tarafından parçalanır, eliminasyon yarılanma ömrü 8
dakika (dk) kadardır ve çok kısa etkili - AR blokeridir, sadece i.v. infüzyon ile
kullanılır (23).
7
2.5.2. - AR Blokerlerinin Farmakolojik özellikleri
i) Selektiflik (seçicilik):
Tedavide kullanılan - AR blokerlerinin çoğu, 1 ve 2- AR’lere karşı
aynı derecede yüksek afinite gösterirler ve bunların her ikisini de aynı
derecede bloke ederler; bunlara selektif olmayan (non- selektif) ilaçlar adı
verilir (23).
Buna karşılık, başta bisoprolol olmak üzere atenolol, asebutalol,
metoprolol, nevibuol ve seliprolol ise 1- AR’lere karşı, 2- AR’lere kıyasla
daha yüksek afinite gösterirler yani 1- AR’ler üzerinde görece selektif bir etki
gösterirler; bunların 1- AR’leri bloke etme güçleri 2- AR’leri bloke etme
güçlerinden daha fazladır. Bundan dolayı, olağan dozlarda kalpte 1- AR
blokajı nedeniyle yeterli derecede inhibe edici etki oluştururlarken, 2AR’lerin
blokajı
vazokonstriksiyon
ile
ve
oluşan
metabolik
diğer
etkiler
etkileri
gibi)
(bronkokonstriksiyon,
belirgin
bir
düzeyde
oluşturmazlar. Kalpte sempatoadrenal tonusun oluşmasında 1- AR’lerin
daha önemli bir rol oynadıkları varsayımı nedeni ile 1- AR’lere selektif etki
gösteren ilaçlara kardiyoselektif ilaçlar adı da verilir (23).
- AR blokerlerinin kardiyoselektiflikleri mutlak değil, görecelidir ve
doza bağımlıdır. Düşük dozlarda kardiyoselektiflik belirgindir; yüksek dozda
kardiyoselektif olan ve olmayan ilaçlar arasındaki etkinlik farkı kaybolur (23).
ii) İntrensek sempatomimetik etkinlik (İSE):
Bazı - AR blokeri ilaçlar parsiyel agonisttirler; yani - AR’leri duruma
göre bloke veya aktive ederler. Bu tip - AR blokerinin etkisi intrensek
sempatomimetik etkisine, çeşitli organlardaki sempatik tonusa ve kanda
dolaşan adrenalin ve noradrenalin düzeyine bağlıdır. Kalpte ve diğer
organlarda sempatoadrenal etkinlik yüksekse bloker etkinlik yüksek gelir.
Sempatoadrenal tonus düşükse sematomimetik etki görülür. İSE’li ilaçlar
asebutolol, karteolol, seliprolol ve oksprenolol’dur (23).
8
iii) Ters (invers) agonizma:
- AR blokerlerinin reseptör proteinine bağlanarak herhangi bir etki
oluşturmaksızın
sadece
agonistlerin
(katekolaminlerin)
bağlanmasını
engelledikleri ve etkilerini böyle gösterdikleri düşüncesi, bu ilaçlardan
bazılarının
reseptör
üzerinde,
ortamda
agonist
olmaksızın
etki
oluşturmalarının gözlemlenmesi ile değişmiştir. Bu antagonistler, reseptöre
bağlanarak etki oluşturmayan sadece agonist bağlanmasını engelleyenler
(nötral antagonistler) ve reseptöre bağlanarak agonistin tam tersi etki
yapanlar (ters agonistler veya negatif antagonistler) olarak ikiye ayrılmışlardır
(23).
iv) Lipofilikliğin derecesi ve buna bağlı farmakolojik farklar:
Başta propronolol olmak üzere, - AR blokeri ilaçların çoğu fazla
lipofiliktir. Hidrofilik ilaçlar (i) mide- barsak kanalından kısmen absorbe
edilirler, fakat karaciğerden ilk geçişte fazla metabolize edilmezler, plazma
proteinlerine daha az bağlanırlar, hemodiyalizle vücuttan daha fazla
uzaklaştırılabilirler, (ii) Bunlar daha çok böbrekten elimine edildikleri için,
böbrek hastalıklarında dozlarının azaltılması gerekir. Eliminasyon yarılanma
ömürleri uzun olduğu için lipofilik ilaçlara göre daha uzun etkilidirler ve bu
nedenle günde 1 ve 2 kez verilirler ve (iii) Beyine az geçtikleri için santral sinir
sistemi (SSS) ile ilgili yan tesirlere daha az neden olurlar. Buna karşılık, kısa
etki süreli olan lipofilik ilaçlar, stabil olmayan angina, aritmiler ve akut
miyokard infarktüsü gibi durumlarda tercih edilebilirler; çünkü istenmeyen bir
hemodinamik durum oluştuğunda ilacın kesilmesi ile bozukluk daha çabuk
düzelir. Çok kısa etkili esmolol böyle durumlarda hepsine tercih edilir (23).
v) Membran stabilizasyonu:
Propronolol ve diğer bazı - AR blokerleri, eksitabl hücrelerin
stoplazma membranındaki Na+ kanallarını bloke ederler; böylece membran
depolarizasyonuna karşı stabilize ederler (23).
9
vi) Melez (hibrid) etkinlik:
- AR blokeri etkilerine ek olarak; kalp damar hastalıklarının tedavisi
bakımından yararlı olan diğer tür etkileri de olan - AR blokerleri
geliştirilmiştir. Seliprolol, karvedilol, nadolol ve tertatol’ün ek etkileri mevcuttur
(23).
2.5.3. - AR Blokerlerinin Kullanıldıkları Durumlar
 Hipertansiyon tedavisi
 Stabil anginalarda nöbetlerin (angina atağının) profilaksisi
 Bazı taşiaritmilerin tedavisi
 Akut miyokard infarktüsünün tedavisi ve infarktüs sonrası
profilaksi (sekonder profilaksi)
 Hipertiroidizm
 Hipertrofik obstruktif kardiyomiyopati (idiopatik subaortik stenoz)
 Kronik konjestif kalp yetmezliği
 Migren
 Feokromasitoma ve benzeri durumlar
 Glokomun lokal tedavisi
 Panik ve anksiyete halleri
 Portal hipertansiyon (23).
2.5.4. - AR Blokajının Kardiyovasküler Sistem üzerine Etkileri
Adrenerjik uyarı miyokardın oksijen (O2) ihtiyacını arttırarak anginayı
kötüleştirir. Angina pektoris tedavisinde negatif kronotropik, dromotropik ve
inotropik etkiler miyokardın O2 ihtiyacını azaltır. Bütün  blokerler anjina
pektoris tedavisinde aynı oranda etkilidirler ve etkilerini esas olarak kalbin O2
ihtiyacını azaltarak gösterirler. Diyastol sırasında koroner kan akımını
arttırarak miyokard kanlanmasını iyileştirirler. Teorik olarak kalp atım hızı ne
kadar düşük olursa, o kadar az iskemi riski var demektir (22).
 adrenerjik uyarı, koroner damarlarda vazodilatasyon yaparak
koroner kan akımını arttırır.  blokaj daha uzun diyastolik dolum zamanı ve
10
daha düşük kalp atım hızı sayesinde miyokard perfüzyonunun daha iyi
olmasını sağlar (22,24).
- AR blokerleri, kalp hızını azaltarak sessiz iskeminin frekansını ve
sayısını azaltırlar (22).
- AR blokerleri, supraventriküler ve ventriküler aritmilerin çoğuna
etkilidirler.
Atriyoventriküler
düğümdeki
inhibitör
etki,
supraventriküler
taşikardi tedavisinde özellikle önemlidir. Atriyal fibrilasyonda ventriküler
cevap hızını kontrol etmek için  bloker kullanıldığında bu inhibitör etki
gereklidir (22,24).
- AR blokerleri, kalp yetmezliği, feokromositoma, anksiyete, anestezi,
postoperatif durum, erken faz miyokard infarktüsü, egzersiz, tirotoksikoz gibi
katekolaminlere artmış kardiyak sensitivite durumunda gelişebilecek aritmiler,
hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopati, atriyal fibrilasyonlu mitral stenoz,
dissekan aort anevrizması, nörokardiyojenik senkop ve uzun QT sendromuna
karsı da etkilidirler (22).
2.5.5. - AR Blokajının Sistemik Dolaşım Üzerine Etkileri
- AR blokerlerinin antihipertansif etkisi, terminal nöronlar üzerindeki 
reseptör inhibisyonuna, SSS üzerinden adrenerjik blokaja ve reninanjiotensin sistem aktivitesinin azalmasına bağlıdır. Tedavinin başlangıcında
kalp debisini % 20 oranında azaltırlar ve periferik vasküler dirençte refleks
artışa neden olurlar. Bu nedenle tedavinin ilk 24 saatinde arteriyal basınç
değişmez (22).
2.5.6. - AR blokerlerinin yan etkileri
i) - AR blokajına bağlı olmayanlar
Gastrointestinal bozukluklar ( bulantı, kusma, diyare ve flutulans)
görülebilir. İlacın yemekten sonra alınması ile bu belirtiler azalır (23).
ii) - AR blokajına bağlı olanlar

Bronkokonstriksiyon

Kalp yetmezliği

Sinüs bradikardisi ve Atriyoventriküler (AV) blok
11

İnsülin duyarlılığında azalma

Lipid metabolizmasında bozulma

Periferik kan akım azalmasına bağlı etkiler (intermittent
klodikasyon, raynaud sendromu)

Kesilme semdromu ve ‘’ rebaund olayı’’

SSS ile ilgili etkiler

Diğer yan etkiler ( alerjik belirtiler, göz-deri sendromu, gözde
kuruluk, deri lezyonları, impotans, hiperkalemi, alopesi, geçici sağırlık,
retroperitoneal fibrozis, peyronie hastalığı, ateş) (23).
2.5.7. - AR blokerlerinin kontrendikasyonları:
1- Kalple ilgili durumlar
 Ağır bradikardiler
 İleri evre konjestif kalp yetmezliği
 Aort strenozu
 Şok ve perikardit gibi düşük debili hastalıklar
 2˚- 3˚ kalp bloğu
2- Solunum yolu hastalıkları
 Ağır bronşiyal astma
3- Periferik vasküler hastalıklar
 Obstrüktif periferik arter hastalıkları
4- SSS ile ilgili durumlar
 Ağır depresif hastalık (23).
Selektif  blokerler, kronik akciğer hastalığı olanlarda, kronik olarak
sigara içenlerde, insülin gerektiren diyabetes mellitusu olanlarda ve periferik
damar hastalığı olanlarda tercih edilirler. Astım varlığında ise hiçbir ß bloker
tamamen güvenli değildir (22).
12
2.6. Ultra Kısa Etkili  Bloker Esmolol
Sekil 2.1 Esmolol’ ün kimyasal yapısı
Esmolol, methyl 3-[4-(2-hydroxy–3-[isopropylamino]propoxy)phenyl]
propionate
(C16H26NO4),
331,8
kD
molekül
ağırlığına
sahip
fenoksipropanolamin çekirdeğinden oluşmaktadır. pKa değeri 9.5 olan
esmolol, hidrofilik bir bileşiktir ve alkolde serbestçe çözünür. Partisyon
katsayısı (oktanol/su) pH 7.0 iken 0.42’ dir (25,26).
Esmolol, yapısal olarak metoprolole benzer fakat farklı olan ester bağı
sayesinde kardiyoselektiftir. Etkisinin başlaması çok hızlıdır ve etki süresi de
oldukça kısadır. İki dakikalık hızlı bir dağılım yarı ömrüne ve dokuz dakikalık
eliminasyon yarı ömrüne sahiptir. Bu eşsiz profili sayesinde de mevcut diğer
-blokerler arasında, yoğun bakım koşullarında ve anestezi pratiğinde çok
yararlıdır (24,26-27).
Esmolol eritrosit sitozol esterazları tarafından hızla metabolize edilerek
bir asit metabolite (ASL–8123) ve metanole dönüştürülür. Bu spesifik esteraz
henüz
tanımlanmamıştır
ancak
aril
esteraz
olduğu
sanılmaktadır.
Eritrositlerde bulunan esterazlar ile hidrolize edilerek hızla inaktive olur.
Esmolol’ün metabolizması ve eliminasyonu renal ve hepatik fonksiyonlardan
bağımsızdır. Farmakokinetik profili karaciğer hastalığında değişmez. % 2’si
13
idrarla değişmeden atılır. % 71–83’ ü esterazla asit metabolite dönüşür ve
idrarla atılır. Bu asit metabolitin ise esmololden 1500 kat daha az β blokaj
aktivitesi vardır. Bu asit metabolit renal yolla atıldığı için renal yetmezlikte
vücutta birikir. Esmolol’ ün %55’ i, asit metabolitin ise %10’u plazma
proteinlerine bağlanır (26).
Uygun bir yükleme dozu ile birlikte, 50–300 mcg/kg/dk dozunda
uygulanan esmolol’ün kan düzeyleri 4–5 dk. içerisinde kararlı duruma
ulaşmaktadır. Yükleme dozu uygulanmadığında ise kararlı duruma ulaşma
süresi 30 dakikadır. İnfüzyonun sonlandırılmasının ardından 20–30 dk içinde
başlangıç değerlerine dönüş görülür (24,26).
Esmolol
anksiyeteye
preoperatif,
bağlı
intraoperatif
semptomların
veya
tedavisinde
postoperatif
dönemde
premedikasyon
amaçlı,
antihipertansif, antiaritmik; hipertrofik kardiyomiyopatide preoperatif pulmoner
arter kan akımını ve arteriyel oksijen saturasyonunu düzeltmek amacıyla;
kafa travmaları ya da subaraknoid kanamalarda artan sempatik aktiviteyi
azaltmak amacıyla ve iskemik kalp hastalıkları tedavisinde kullanılır (27).
Guillian
Barre
sendromu
gibi
ağır
otonomik
disfonksiyonda,
feokromasitomanın intraoperatif tedavisinde, tirotoksikoz krizi ve teofilin
intoksikasyonunda da kullanılabilir (28).
Yeterli serebral perfüzyonun
sağlanabilmesi için
diastolik
kan
basıncının idamesi çok önemlidir. Esmolol diastolik kan basıncını sistolik kan
basıncına göre daha az düşürerek sistemik kan basıncını ve kalp atım hızını
kontrol altına alır (29).
Esmololun intraoperatif dönemde stresli cerrahi uyarılara hemodinamik
yanıtı azaltmada etkili olduğu gözlenmiştir. Ayrıca hiperadrenerjik durumla
ilgili olan postoperatif hipertansiyon tedavisi için ideal bir ajandır (30).
Kalp
cerrahisi
uygulanmış
hastaların
operasyon
sırasında
ve
sonrasında bir takım özel gereksinimleri vardır. Miyokardın yükünü azaltmak
ve postoperatif supraventriküler taşikardileri kontrol etmek gerekir. Kalp
cerrahisi uygulanan hastaların % 30’una varan kısmında atrial fibrilasyon
gelişir (31). Yeni greftlerin zarar görmesini engellemek için kan basıncının
14
dikkatlice kontrolü gerekmektedir. Esmolol hem kan basıncının hem de kalp
hızının kontrolünü sağlayarak kalbin yükünü azaltmaktadır (31).
Esmolol’ ün endikasyonları ve kontrendikasyonları Tablo 2.2’ de verilmiştir.
Tablo 2.2 Esmolol’ ün endikasyon ve kontrendikasyonları
Endikasyonlar
Supraventriküler taşikardiler ( Atriyal fibrilasyon, atriyal flutter, sinüs
taşikardisi)
Peroperatif dönemde oluşan taşikardi ve hipertansiyon
Kontrendikasyonlar
Ciddi bradikardi
Birinci dereceden ileri kalp bloğu
Kardiyojenik şok
Belirgin kalp yetmezliği
Esmolol’ün göreceli kardiyoselektivitesi kronik akciğer hastalığı ve
astımlı hastalarda da gösterilmiştir. Hafif şiddette astımı olan hastalarda
esmolol bronkokonstrüksiyona yol açmaz (32,33).
Beta bloker kullanımına bağlı yan etkiler esmolol kullanımında da
görülebilir.
Kontrollü klinik çalışmalarda esmolol kullanımı ile ilgili olarak gözlenen
yan etkilerin çoğu hafif şiddette ve geçici olmuştur. Gözlenen en önemli yan
etki hipotansiyondur (34-36).
Klinik çalışmalarda esmolol ile tedavi edilen hastaların %20-50’sinde,
sistolik basıncın 90 mmHg’den düşük ve/veya diyastolik basıncın 50
mmHg’den düşük olduğu hipotansiyon ile karşılaşılmıştır. Bu çalışmalarda
hastaların yaklaşık %12’sinde semptom (esas olarak diyaforez veya baş
dönmesi) saptanmıştır. Hipotansiyon herhangi bir doz ile oluşabilir fakat
uygulanan doza bağlı bir etki olarak değerlendirildiğinden, 200 mcg/kg/dk
(0,2 mg/kg/dk) üzerindeki dozlar önerilmez. Dozun azaltılması veya
15
infüzyonun durdurulması ile hipotansiyon genellikle 30 dk içinde normale
döner (34).
2.7. Stres Uyarana Karşı Hemodinamik Yanıt
Travma ve infeksiyona inflamatuar, metabolik ve endokrin ‘cerrahi
stres yanıt’ şeklinde tanımlanan fizyolojik değişikliklerdir. Cerrahi operasyon
gibi akut bir stres, nöroendokrin sistem, otonomik sinir sistemi ve immün
sistemi uyarır (37-39).
Stresin objektif işaretleri arasında serum adrenokortikotropik hormon
(ACTH), kortizol ve adrenalinde artış, serum eozinofillerinde azalma, insülin
miktarının artışı, arteriyel kan basıncı artışı ve elektroensefalografi (EEG)
değişiklikleri sayılabilir. Subjektif işaretleri arasında ise huzursuzluk, çarpıntı,
korku ve benzeri semptomlar mevcuttur (38).
Adrenerjik strese bağlı yanıt anestezinin ve cerrahinin herhangi bir
safhasında ortaya çıkabilir. Bu safhalar içinde de laringoskopi ve entübasyon
önemli yer tutmaktadır. Operasyon sırasında en çok endokrin ve otonom sinir
sistemi (OSS) fonksiyonları etkilenir. Kardiyovasküler sistem değişiklikleri ise
daha çok OSS aktivite artışına bağlıdır. Cerrahi insizyonla başlayan ve
operasyon sonrası döneme kadar devam eden serum katekolamin
düzeylerinde yükselme söz konusudur. Özellikle norepinefrin, postoperatif
beşinci güne kadar serumda yüksek değerlerde bulunmaktadır (40,41).
Katekolaminler başta olmak üzere stres hormon değişiklikleri üç
mekanizma ile iskemiye zemin hazırlar. Katekolamin deşarjına bağlı olarak
kalp atım hızı, arteriyel kan basıncı (AKB) ve atım hacmindeki artış,
miyokardiyal O2 tüketimi ve koroner kan akımı arasındaki dengeyi bozabilir,
katekolamin deşarjıyla gelişen α1 adrenerjik reseptör stimülasyonu koroner
vazokonstrüksiyona
sebep
olabilir
ve
stres
hormonlarının
koagülasyon değişikliklerine bağlı koroner tromboz gelişebilir (40,42).
16
uyardığı
Endokrin sistem esas olarak hipotalamus, anterior ve posterior hipofiz,
tiroid,
paratroidler,
pankreas,
adrenal
korteks,
adrenal
medulla
ve
gonadlardan oluşur (39,43).
Hipofiz, beynin tabanında sella tursika bölümünde yerleşmiştir ve en
önemli endokrin bezlerden biridir. Anterior hipofiz, büyüme hormonu (GH),
prolaktin, tiroid uyarıcı hormon (TSH), ACTH, luteinleştirici hormon (LH) ve
folikül stimüle edici hormon (FSH) salgılar. Bu hormonların salınımı
hipotalamustan salgılanan nörohormonların (trofik hormonlar) kontrolü altında
gerçekleşir. Anterior hipofizde en az 5 hücre tipi mevcuttur ve bunlar en az 8
hormon salgılar (Tablo 2.3) (44).
Posterior hipofiz ise bir endokrin bez değildir ve bu bölge hormon
sentezlemez. Hipotalamustaki supraoptik ve paraventriküler bölgelerde
sentezlenen ADH (vazopressin) ve oksitosini depolar. Pars intermediadan ise
melanofor uyarıcı hormon (MSH) salgılanır (44).
Tablo 2.3 Hipotalamus ve hipofizden salgılanan hormonlar
Hücre Tipi
Hipofizotropik hormon
Anterior hipofizer hormon
Tirotrop
Tirotropin –releasing hormon
Tirotropin (TSH)
(TRH)
Kortikotrop
Kortikotropin- releasing
Adrenokortikotropin (ACTH),
hormon (CRH)
Lipotropin (beta lipotropin),
endorfin
Gonadotrop
Somatotrop
Gonadotropin- releasing
Lüteinizan hormon (LH),
hormon (GnRH)
Follikül- uyarıcı hormon (FSH)
Growt hormon- releasing
Büyüme hormonu (GH)
hormon (GHRH)
Laktotrop
Prolaktin- releasing faktör
(PRF)
17
Prolaktin
ACTH, propiomelanokortin (POMC) isimli ön hormonun ürünüdür ve
39 aminoasid içeren tek bir polipeptit zincirinden oluşur. POMC molekülünün
proteolizi ile ACTH dışında beta lipoprotein, beta endorfin, alfa ve beta
melanosit stimüle edici hormon oluşur. ACTH etkisini adenilat siklaz
üzerinden gösterir. Adrenal korteks hücre membranındaki adenilat siklazı
aktive eder ve bunun aktivasyonu ile intrasellüler siklik adenozin monofosfat
(cAMP) artar. cAMP ise adrenokortikal hormonların yapımı için gerekli
enzimleri aktive eder (44).
ACTH’ın en belirgin etkisi adrenal medullada kortizol yapımını ve
salınmasını uyarmaktır. Ayrıca androjenlerin yapımı ve salınımı da ACTH
tarafından uyarılır. ACTH, kortikotropin relasing hormonu etkisi altındadır,
ayrıca vazopressin de ACTH üzerinde uyarıcı etki yapar. Plazma kortizol
düzeyinin yüksek olmasıyla anterior hipofizden ACTH salınımı inhibe olur,
ardından bu etkiyle hipotalamustan CRH salınımı da inhibe olur. ACTH’ın
mineralokortikoidler üzerine etkisi çok azdır. Plazma ACTH salgısındaki
azalmayla adrenal korteksden kortizol salgılanması azalır (44).
ACTH ve kortizol sekresyonları diurnal ritm gösterir. Sekresyon hızları
gece en düşük, sabah 06–08 arası ise en yüksek düzeydedir. Bu durum
kortizol sekresyonuna neden olan hipotalamus sinyallerinin 24 saatlik
değişiminden kaynaklanır. ACTH’nın plazma yarı ömrü 10 dakikadır, 2–3
dakikada kortizol salınımını arttırır (44). Hipotalamo-pituiter-adrenal yolak
yaşlılarda gençlere göre farklıdır, yaşlılarda deksametazon ile supresyonu
daha zordur. Yaşlılarda dışarıdan ACTH uygulanması ile plazma kortizol
artışı daha belirgindir ve sirkadiyen değişiklikler gençlerdeki kadar keskin
değildir; öğleden sonra düzeyleri gençlerdeki kadar düşmez. Yaşlılarda gün
boyu ACTH ölçümleri yüksek ölçülmüştür (45).
Adrenal bezler, insanlarda her iki böbreğin üst-iç kısmında yer alırlar.
Her biri 4–5 gram ağırlıkta, retroperitoneal yerleşimli, fibröz kapsülle
çevrilmiş, mezoderm kaynaklı bir korteks ile endoderm kaynaklı bir
medulladan oluşmuş endokrin bezlerdir. Adrenal korteks başlıca 3 bölümden
18
oluşur. En dışta yer alan zona glomeruloza mineralokortikoidleri (örneğin,
aldosteron) sentezler ve bu hormonlar su ve sodyum metabolizmasını
düzenlerler. Aldosteron sentezi primer olarak renin-anjiotensin sistemi
tarafından düzenlenir. Ortada yer alan bölge, zona fasikülata, normal
metabolizma ve strese direnci sağlayan glukokortikoidleri (örneğin, kortizol)
sentezler. En içte yer alan zona retikülaris dehidroepiandrosteron gibi
androjenleri sentezler (43,44).
Adrenal medullanın her iki iç tabakanın ve kısmen dış tabakanın
hormon
salgısı
hipofizden
salgılanan
kortikotropinin
kontrolündedir.
Kortikotropin ise hipotalamik kortikotropin-salgılatıcı hormona yanıt olarak
salgılanır.
Kortikotropin
ve
kortikotropin-salgılatıcı
hormon
salgısı
glukokortikoidlerin negatif feedback kontrolündedir (43,44).
İnsanda en önemli glukokortikoid hormon olan kortizol, stres
döneminde hayatta kalmak için şarttır. Çeşitli metabolik olayları hemodinamik
fonksiyonları ve gelişme süreçlerini düzenler. Glukokortikoidlerin hem
fazlalıkları
hem
de
eksiklikleri
zararlı
etkilere
yol
açabilir.
Normal
metabolizmanın sürdürülmesini kolaylaştırırlar. Strese direnci arttırırlar.
Plazma glukoz konsantrasyonunu yükselterek travma, korku ve enfeksiyon
durumlarında strese karşı koyabilmek için vücuda gerekli enerjiyi sağlarlar.
Plazmadaki kan hücrelerinden eozinofil, bazofil, monosit ve lenfositlerin
dolaşımdan lenfoid dokuya geri dönmesine ve dolaşımdaki sayılarının
azalmasına neden olurlar. Dolaşımdaki lenfosit ve makrofajların sayısında
azalma vücudun enfeksiyonlara karşı direncini düşürür. İnflamatuar yanıtı ve
immüniteyi güçlü olarak baskılayabilirler. Glukokortikoidlerin yüksek dozları
mide asit salgısını ve pepsin yapımını arttırır, böylece ülser gelişimine ve
mevcut ülserlerin aktivasyonuna neden olurlar (44).
Katekolaminlerden adrenalin sadece adrenal medulladan sentez
edilirken, noradrenalin santral sinir sistemi ve periferik sempatik sinirlerde de
bulunur. Noradrenalin prekürsörü olan dopamin ise adrenal medulla ve
noradrenerjik nöronlarda yer alır. Katekolaminler sitoplazmada granüllerde
19
depo edilirler. Nöral uyarıyla ekzositoz ile salgılanırlar. Adrenalin, adrenal
medulladan salgılanan en önemli katekolamindir. Adrenal medulladan az
miktarda noradrenalin de salgılanır. Noradrenalin, sempatik ve santral sinir
sistemi’nin en önemli nörotransmitteridir. Adrenalin ve noradrenalin’in
metabolizması monoaminooksidaz (MAO) ve katekol-O-metil transferaz
(COMT) ile olmaktadır Metabolizma sonucunda vanilmandelik-asit (VMA) ve
normetanefrin oluşur (44).
Katekolaminler miyokard β1 reseptörleri aktive ederek miyokardın
kontraksiyon ve irritabilitesini arttırırlar. Sistol süresini kısaltırlar, kalbin
oksijen tüketimini arttırırlar. Adrenalin sinüs düğümünü uyararak kalp hızını
arttırır. Noradrenalinde sinüs düğümünü uyarır ama bu etkisi adrenalinden
daha azdır. Katekolaminler, kalpte aritmojenik etkiye neden olurlar. Bu etki
purkinje lifleri ve diger latent odaklardaki diyastolik depolarizasyonla ektopik
atışlara neden olmaları sonucudur. α reseptörler aracılığıyla vasküler düz kas
kontraksiyonuna neden olurlar. β2 reseptörler aracılığıyla bronş düz kaslarını
gevşetirler, hava yollarının rezistansını azaltırlar. Bronşlar spazm halinde ise
bu etkileri daha belirgindir. Katekolaminler intestinal ve mesane düz
kaslarında relaksasyon, mesane ve intestinal sfinkterlerde kontraksiyon,
pupillada dilatasyona neden olurlar. İnsülin sekresyonunun baskılanması
sonucu karaciğerde glikojenolizi arttırıp hiperglisemi oluştururlar. Adrenalin
çizgili kas hücrelerinde de glikojenolizi arttırır. Ancak çizgili kas hücrelerinde
bu olay sonucu serbest glikoz açığa çıkmayarak glikojenden glikoz–6-fosfat
oluşur ve glukoz-6-fosfat glikoliz sonucu laktik aside dönüşür. Adrenalin yağ
dokusunda lipolizi arttırır (44).
Cerrahi operasyon gibi akut bir streste, uyarının şiddeti ile paralel
olarak plazmada adrenalin, noradrenalin ve kortizol düzeyleri artar. Plazma
düzeyindeki bu yükseklik orta büyüklükteki cerrahi vakalardan sonra 12 saat
içinde normal seviyelere iner (43,44). Cerrahi stresle orantılı olarak
nöroendokrin hormonlar ve sitokinlerin plazma konsantrasyonundaki artış,
dakika ventilasyon artışı, vücut ısısı artışı, şok ve taşikardi oluşumunda
20
tetikleyici faktörlerdir. Sempatik sistem, yaşlılarda santral sinir sistemi ve
kardiyovasküler sistemde önemli rol oynar ve bazal aktivitesi fazladır.
Cerrahi hastalarında miyokardiyal iskeminin hangi dönemde geliştiğine
dair kesin bir fikir birliği olmamakla birlikte, preoperatif ve postoperatif
dönemde daha sık olduğu iddia edilmektedir.
Cerrahi stres, postoperatif dönemde negatif nitrojen dengesine yol
açan, protein metabolizmasınıda içeren çeşitli endokrin ve metabolik
fonksiyon değişiklikleriyle ilişkilidir (39).
Cerrahiye
karşı
oluşan
nöroendokrin
yanıt
Tablo
2.4’de
özetlenmektedir (44).
Tablo 2.4 Cerrahiye karşı oluşan nöroendokrin ve metabolik yanıt
Endokrin yanıt
Metabolik yanıt
Katabolik hormon  ACTH, Kortizol,
Karbonhidrat metabolizması
ADH,
Hiperglisemi,
Katekolaminler,
Glukoz intoleransı
Renin, Anjiotensin II,
İnsülin rezistansı
Aldosteron,
Protein
Kas protein katabolizması,
Glukagon, IL–1
Akut faz proteinleri salınımında 
Anabolik hormon ↓ İnsülin,
Yağ
testesteron
Lipolizis ve oksidasyon
Sıvı-elektrolitler
H2O ve Na retansiyonu
K+ ekskresyonunda artış
21
2.8. QT Aralığı ve QT Dispersiyonu
Elektrokardiyografi
üzerindeki
QT
aralığı
ventriküler
aksiyon
potansiyelinin depolarizasyon ve repolarizasyon fazlarının toplam süresini
temsil eder. Bu nedenle QT aralığının uzaması, QRS kompleksinin süresinin
uzaması anlamına gelmez. EKG’de QRS kompleksinin başlangıcından T
dalgası sonuna kadar olan bölge QT aralığıdır. U dalgası T dalgasının içine
karışabilir ve EKG bazal çizgisinde yer almayan bir TU bileşkesi ortaya
çıkabilir. Bu durumda U dalgasının başlangıcı yaklaşık QT aralığının sonu
olarak kabul edilir. Kalp hızı arttığında, P dalgası T ile iç içe geçerek bazal
çizgide yer almayan bir TP bileşkesi oluşturabilir. Bu durumda da P
dalgasının başlangıcı yaklaşık QT aralığının sonu olarak kabul edilir (6-7).
QT aralığı miyokardın elektriksel aksiyon ve istirahat süresini verdiği
için kalp hızı ile ters orantılı olarak değişir. Kalp hızının artması QT aralığının
kısalmasına sebep olurken, kalp hızının azalması QT aralığının uzamasına
neden olur. Bu nedenle QT aralığının normali kalp hızını düzelterek tespit
edilebilir. Düzeltilmiş QT aralığı (Corrected QT: QTc) rutin EKG analizlerinde
ölçülen QT aralığından daha fazla kullanılır. Bu düzeltmeyi gerçekleştirmek
için Bazett formulü geliştirilmiştir (6,7).
QT = QT / √RR aralığı (saniye olarak)
Sağlıklı kontrollerde QTc 420–440 msn düzeyindedir. Bu değerler
temel olarak alınırsa ilaç tedavisi almayan hastalarda 420 msn’ nin altındaki
QTc değerleri normal, 420–440 msn arasındaki değerler sınırda, 440 msn
üzerindeki QTc değerleri ise yüksek olarak kabul edilir. Ancak genetik olarak
uzun QT sendromu saptanan hastaların %12’ inde QTc değerlerinin 420–440
msn arasında olduğu dikkate alınmalıdır (47).
QTc aralığının 440 msn üzerine çıkması kalbin OSS’nin dengesizliğine
işaret eder. Ventriküler fibrilasyon eşiğini düşürerek ventriküler aritmilere
sebep olabilir. Plazmadaki katekolamin konsantrasyonundaki değişme de
QTc aralığını etkiler (48).
22
Uzamış QT aralığının altında yatan temel elektrofizyolojik mekanizma,
repolarizasyon sürecinden sorumlu olan bazı akımların yokluğu veya
blokajıdır. QT aralığının uzunluğu, ventriküler K+ akımı tarafından kontrol
edilmektedir. K+ akımının hızlı komponentinin bazı ilaçlar ile blokajı yaşamı
tehdit eden Torse de Pointes tipi aritmilerin (polimorfik ventriküler taşikardi)
en önemli sebebi olarak gösterilmektedir. Konjenital uzun QT sendromu
taşıyıcılarının %30’ u normal fenotiptedir ve normal QT aralığına sahiptir.
Başlatıcı bir olay olmadığı sürece tanı konulamaz (7,49).
QT aralığı genellikle II. derivasyonda ölçülür, çünkü T dalgasının
sonlanması genellikle ayrıdır ve II. derivasyonda ki QT aralığı 12 kanallı EKG’
de ki en uzun QT ölçümüdür. Çoğu uzun QT sendromlu hastada, QT aralığı
uzamakla kalmaz her bir derivasyonda değişkenlik gösterir (7,50-51).
Standart EKG’ deki QT aralığının derivasyonlar arası değişkenliği ise
QT dispersiyonu olarak tanımlanır ve maksimal QT aralığından minimum QT
aralığının çıkarılması (max QT-min QT) ile hesaplanır. QTD ventriküler
repolarizasyonun bölgesel heterojenitesini gösterir. QTcD’ndaki artışlar
heterojen repolarizasyonu ve miyokardın elektriksel instabilizasyonunu
gösterir
ve
ölümcül
ventriküler
aritmilere
yol
açabilir.
Ventriküler
depolarizasyon ve repolarizasyon toplam süresinin homojenitesinin aritmilere
karşı koruyucu olduğuna inanılmaktadır. Anormal QTD için eşik değer 50
msn olarak kabul edilir (7,50-51). 100 msn’ den daha uzun QTD’ nun
ventriküler aritmi riskini arttırdığı düşünülmektedir (48).
Çeşitli hastalıklarda artmış QTc’nin bazı risk gruplarını belirleyebildiği,
klinik olayları, hatta sağ kalımı öngörebildiği gösterilmiştir. Progmostik önemi
konusunda ilk bilgiler aritmiler konusunda olmuştur. Artmış QTc’nin özellikle
uzun QT sendromlu hastalarda tekrarlayan aritmi riskine işaret ettiği
bildirilmiştir. QT disperisiyonundaki artışın akut miyokard infarktüsü sonrası
ventriküler fibrilasyon riskini belirleyebildiği ortaya konmuştur. Kararsız anjina
pektoris kliniği ile hastaneye başvuran hastalarda
öngörebileceği bildirilmiştir (52).
23
kardiyak olayları
Ayrıca kronik kalp yetmezliği olan hastalarda artmış aritmi sıklığını ve
ani
ölümü
gösterdiği,
periferik
arter
hastalarında
kardiyak
ölümü
öngörebildiği, hipertrofik kardiyomiyopatisi olan hastalarda ise ventriküler
aritmiler ve ani ölüm riskini gösterdiği belirtilmiştir. QTc artışını yaşlı nüfusta
kardiyak ölümü öngörebildiğine ait çalışmalarda da vardır. Araştırmacılar, 4
yıl boyunca 55 yaş üstü çok sayıda kişiyi izlemişler. Başlangıçtaki QT
değerleri ile mortalite arasındaki ilişkiyi incelemişler. QT dispersiyonu
açısından en üst dilimde yer alan kişilerde en alt dilimde yer alanlara oranla
kardiyak ölüm 2 kat daha fazla görülmüş (52).
Her
ne
kadar
QT
ölçümü
konusundaki
problemler
henüz
çözülmemişse de QT ve QTc, ucuz, noninvaziv ölçülebilen bir parametre
olduğu için önemlidir. Yararı konusunda birçok kardiyolojik çalışma yapılmış
ve prognostik önemi ortaya konmuştur (53).
24
3.GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışma, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Anabilim Dalı Kalp Cerrahisi Ameliyathanesi ve Kalp Cerrahisi
Anabilim Dalı’nda yapılmıştır.
Çalışmamızda elektif koroner bypass cerrahisi planlanan ASA II-III
gruba dahil 18–85 yaş arası 51 hastaya çalışma anlatılıp onam formu alındı
ve hastalar rastgele 2 gruba ayrıldı.
Anstabil anjina pektorisi olanlar, ciddi derecede diyabetes mellitusu
olanlar, kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlar, anti-aritmik ve adrenerjik
beta blokerü kullanan hastalar, ejeksiyon fraksiyonu <%50 ve anormal QTc
süresi (>440ms ), ciddi atriyoventriküler bloğu olan hastalar çalışma dışı
bırakıldı. Çalışmaya alınacak hastalar 24 saat öncesinden alkol, kafeinsigara
içmemeleri konusunda uyarıldı.
Tüm hastalar operasyondan bir gün önce görülerek fizik muayeneleri
yapılıp laboratuar bulguları değerlendirildi. Operasyon öncesi 8 saatlik süre
içinde katı ve sıvı gıda almamaları istendi.
Tüm hastaların yaşı, kilosu, boyu, vücut kitle indeksi kaydedildi.
Ameliyat süresi, anestezi süresi ve ekstübasyon süresi kaydedildi. Yoğun
bakımda ve hastanede kalış süreleri kaydedildi.
Olguların 5 derivasyonlu elektrokardiogramı, non invaziv kan basıncı
(NIKB), periferik oksijen saturasyonu (SpO2), end tidal CO2 (ET-CO2)
basınçları monitörize (Viridia CMS M1166A,Hewlett-Packard, Almanya)
edilerek bazal değerleri kaydedildi. Operasyon odasına alındıktan sonra tüm
hastalara 20 gauge venöz kateter ile periferik venden damar yolu açılarak
%0,9 NaCI solüsyonu 8 mg/kg/saat olarak başlandı.
Premedikasyon için iv 0,05 mg/kg midazolam (Dormicum ampul®
Roche, France) bütün hastalara uygulandı. Daha sonra 20G venöz kateter ile
öncelikli tercih dominant olmayan elden
olmak üzere intra-arteriyel
monitörizasyon uygulandı.
Esmolol grubunda (Grup E) anestezi indüksiyonu öncesinde 0.5 mg/kg
iv bolus esmololü
(Brevibloc®, Baxter Amerika) takiben (20 saniye
25
süresince) 100 mcg/kg/dk esmolol infüzyonu başlanırken kontrol grubunda
(Grup K) serum fizyolojik uygulandı. Kalp hızı 40/dk’nın veya sistolik kan
basıncı 80 mmHg’nin üzerinde olacak şekilde esmolol infüzyonuna devam
edildi.
Çalışma ilaçlarının infüzyonundan 5 dk. sonra anestezi indüksiyonuna
başlandı.
Anestezi
indüksiyonunda,
etomidat
(Hypnomidate®,
Johnson&Johnson Amerika) 0.3 mg/kg, fentanil (Fentanyl®, Janssen-Cılag,
Belçika) 5 mcg/kg, trakeal entübasyon için 0,1 mg/kg veküronyum (Norcuron
®,Scherıng Plough Amerika) iv olarak uygulandı. Entübasyona kadar % 100
oksijen ile solutulmaya devam edildi. 3. dakikada laringoskopi ve entübasyon
gerçekleştirildi. Entübasyon sonrası endotrakeal tüpün pozisyonunun teyit
edilmesinden sonra idamede 2lt % 50 O2 + 2lt %50 hava karışımı içinde endtidal konsantrasyonu % 2-3 olacak şekilde sevofluran (Sevorane®, Abbott,
Amerika) kullanıldı.
Tüm olguların indüksiyon öncesi (T0), çalışma ilaçlarının infüzyonunun
5
dk
sonrası
(T1),
veküronyum
verilmesinin
3
dk
sonrası
(T2),
entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk sonrası (T4) , sternotomi öncesi (T5),
sternotomiden 5 dk sonrası (T6) kalp atım hızı, sistolik kan basıncı (SKB),
diyastolik kan basıncı (DKB), ortalama kan basıncı (OKB), periferik oksijen
satürasyonu (SpO2) değerleri kaydedildi. Yine bu sürelerde tüm hastaların 5
derivasyonlu EKG’leri çekildi. Çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dk sonrası
(T1), entübasyondan 5 dk sonrası (T4) ve sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
hastalardan alınan kan örneklerinde, noradrenalin ve adrenalin düzeyleri
bakıldı. Tüm kan örnekleri Ankara Üniveristesi Tıp Fakültesi Merkez
Endokrinoloji Laboratuvarı’nda, Enzim-Linked İmmunosolbent Assay (ELİSA)
yöntemiyle değerlendirildi.
Hastalardan çalışma için kuru tüpe toplam 5 ml kan örneği alındı. Bu
örnekler 3000 rpm de 10 dk süreyle santrüfüj edilerek serumlarına ayrıldı.
Serum örnekleri -20 santigrad derecede saklandı. Çalışma günü yeniden
çözdürülüp adrenalin, noradrenalin düzeyleri ELİSA yöntemiyle çalışıldı.
EKG traseleri üzerinde QT, QTc, segment ölçümleri yapıldı. Çekilen 5
derivasyonlu elektrokardiogramda QT aralığı, kalp atım hızına göre Bazett’s
26
formülü kullanılarak düzeltildi (QTc = QT/RR). RR aralığı ise, belirgin bir R
dalgası seçilerek bir sonraki siklusdaki R dalgasına kadar olan küçük kareler
sayılıp her küçük kare 0.04 sn kabul edilerek hesaplandı. Tüm ölçümler ve
hesaplamalar aynı kişi tarafından yapıldı.
Elde edilen verilerin istatistiksel olarak değerlendirilmesi amacıyla
öncelikle karşılaştırılacak gruplar bazında bağımsız değişkenler (SKB, DKB,
ORT vbg.) için normalliğin kontrolü Kolmogorov Smirnov ve Shapiro Wilk
testleri ile gerçekleştirildi, parametrik test yöntemlerinin kullanılması uygun
bulundu. Grupların söz konusu değişkenler bakımından incelenmeleri
bağımsız gruplarda t testi ile yapıldı ayrıca zaman noktaları bakımından
gruplara göre değişimin incelenmesi adına ilk ölçüm ile son ölçümler
arasında yüzde değişim hesaplandı, değişimi belirten yüzdeliklerin mutlak
değerleri kullanılarak gruplarda farklı olup olmadıkları yine bağımsız
gruplarda t testi ile değerlendirildi. Sonuçlar ortalama ve standart sapma gibi
tanımlayıcı istatistiklerle özetlendi. İstatistiksel anlamlılık seviyesi olarak
p=0,05 alındı. Demografik özelliklere ait kategorik değişkenlerin gruplara
göre dağılımlarının test edilmesi için ki-kare testi uygulandı, sonuçlar
frekanslar ve yüzdeler şeklinde ifade edildi. Zaman noktaları boyunca iki
gruba ait değişimler her bir değişken için çizilen grafiklerle sapmaları da dahil
edilerek görsel olarak ifade edildi.
27
4.BULGULAR
Demografik veriler
Hastaların yaş, cins, kilo, vücut kitle indeksi (VKI) değerleri standart
hatalarıyla birlikte Tablo 4.1’de görülmektedir. İki grup arasında demografik
veriler açısından gruplar arasında bir fark bulunamamıştır (p>0.05).
Tablo 4.1 Demografik veriler ( Ortalama ± Standart sapma).
Grup
Esmolol
Plasebo
p
Yaş (yıl)
60,2 ± 11,42
62,14 ± 10,32
0,55
Kilo (kg)
80,12 ± 13,15
79,65 ± 11,92
0,89
Boy (cm)
167,46 ± 9,81
168,70 ± 8,65
0,64
VKI
28,54 ± 3,81
28,49 ± 3,00
0,96
Esmolol ve plasebo grupları arasında, kadın erkek cinsiyetlerinin
dağılımına bakıldığında istatistiksel olarak bir fark gözlenmemiştir (p>0.50)
(Tablo 4.2).
Tablo 4.2 Gruplar arasındaki kadın erkek dağılımı.
Grup
Esmolol
Plasebo
Erkek
19
(%73,1)
19
(%82,6)
Kadın
7
(%26,9)
4
(%17,4)
28
Çalışmaya alınan hastaların ASA değerleri ve dağılımı arasında yine
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05) (Tablo 4.3).
Tablo 4.3 İki grup arasındaki ASA değerlerinin dağılımı.
Grup
Esmolol
Plasebo
ASA II
16
(%61,5)
14
(%60,9)
ASA III
10
(%38,5)
9
(%39,1)
Operasyon ile ilişkili süreler
İki grup arasındaki anestezi süreleri, operasyon süreleri, ekstübasyon
süreleri, yoğun bakımda kalış süreleri benzer bulundu. Hastanede kalış
süreleri karşılaştırıldığında ise esmolol grubunda hastanede kalış süresinin
daha kısa olduğu görüldü (Tablo 4.4).
Tablo 4.4 Operasyonla ilişkili süreler.
Grup
Esmolol
Plasebo
p
Anestezi süresi
(saat)
3,5 (2,5-6,1)
4,1 (2,2-5,3)
0,20
Operasyon süresi
(saat)
3,1 (2,1-5,3)
3,4 (2,0-5,0)
0,52
Ekstübasyon süresi
(saat)
11,0 (3-56)
12,2 (6-42)
0,12
Yoğun bakım süresi
(gün)
2 (2-4)
2 (2-3)
0,90
7 (4-17)
9 (6-32)
0,07
Hastene süresi
(gün)
29
Grupların kalp atım hızı değerleri
Kalp atım hızları değerlendirildiğinde, bazal (T0), çalışma ilaçlarının
infüzyonunun 5 dk sonrası (T1), veküronyum verilmesinin 3 dk sonrası (T2),
sternotomi öncesi (T5) iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
saptanmadı (p>0,05). Entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk sonrası (T4) ,
sternotomiden 5 dk sonrası (T6) değerlendirildiğinde ise kalp atım hızları,
esmolol grubunda, plasebo grubuna göre anlamlı olarak düşük bulundu
(p<0,05)(Tablo 4.5).
Her iki grup kendi içinde karşılaştırıldığında ise esmolol grubunda
bazal (T0) ile çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dk sonrası (T1), veküronyum
verilmesinin 3 dk sonrası (T2),entübasyondan 5 dk sonrası (T4), sternotomi
öncesi (T5) sternotomiden 5 dk sonrası (T6) kalp atım hızı değeri arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05).
Plasebo grubunda ise bazal (T0) ile entübasyondan 1 dk sonrası (T3)
ve sternotomi öncesi (T5) kalp atım hızı değeri arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark bulundu (p<0,05). (Şekil 4.1).
Esmolol grubunda 2 hasta dışında ciddi bir bradikardi (kalp atım hızı
<50 atım/dk) gözlenmedi.
Bazal (T0) ve sternotomiden 5 dk sonrası (T6) arasındaki kalp atım
hızı değişim oranları esmolol ve plasebo grupları için incelendiğinde, farklılık
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
30
Tablo 4.5 Kalp atım hızı değerleri ( Ortalama ± Standart sapma) (*p<0.05).
Esmolol
Plasebo
p
T0
81,27 ± 13,44
77,91 ± 10,75
0,34
T1
73,27 ± 12,62
78,74 ± 10,94
0,11
T2
70,27 ± 14,61
76,65 ± 11,08
0,95
T3
76,54 ± 14,28
84,70 ± 10,87
0,03*
T4
67,19 ± 14,11
77,00 ± 10,92
0,01*
T5
63,77 ± 12,72
70,26 ± 10,75
0,62
T6
65,50 ± 12,08
75,13 ± 9,51
0,04*
Kalp atım hızı (atım/dk)
Grup
*
*
*
Şekil 4.1 Gruplarda kalp atım hızı değerlerinin ortalamalarının değişimleri (*p<0.05)
31
Grupların sistolik kan basınç değerleri
İki grup arasındaki sistolik kan basınçları değerlendirildiğinde, esmolol
grubunda, plasebo ile karşılaştırıldığında, bazal (T0) sistolik kan basıncı
anlamlı olarak daha yüksekti. Çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dk sonrası
(T1), veküronyum verilmesinin 3 dk sonrası (T2), entübasyondan 1 dk (T3) ve
5 dk sonrası (T4), sternotomi öncesi (T5) sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
esmolol grubunda, plasebo grubuna göre anlamlı olarak daha düşük bulundu
(p<0,05)(Tablo 4.6).
Her iki grup kendi içinde karşılaştırıldığında ise esmolol grubunda
bazal (T0) ile çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dk sonrası (T1), veküronyum
verilmesinin 3 dk sonrası (T2),entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk sonrası (T4),
sternotomi öncesi
(T5), sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
SKB değeri
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05).
Plasebo grubunda ise bazal (T0) ile çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5
dk sonrası (T1), veküronyum verilmesinin 3 dk sonrası (T2),entübasyondan 1
dk sonrası (T3), sternotomi öncesi (T5) SKB değeri arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05) (Şekil 4.2).
32
Tablo 4.6 Sistolik kan basıncı ( Ortalama ± Standart sapma) (*p<0.05).
Esmolol
Plasebo
p
T0
152,73 ± 24,75
135,52 ± 15,99
0,07
T1
123,92 ± 16,81
141,57 ± 17,87
0,00*
T2
103,12 ± 21,86
123,96 ± 35,80
0,01*
T3
123,35 ± 30,30
161,26 ± 24,05
0,00*
T4
115,31 ± 22,37
140,74 ± 20,41
0,00*
T5
103,15 ± 21,15
117,43 ± 17,33
0,01*
T6
108,73 ± 21,97
134,26 ± 20,26
0,00*
SKB (mmHg)
Grup
*
*
*
*
*
*
Şekil 4.2 Gruplarda sistolik kan basıncı değerlerinin ortalamalarının değişimleri (*p<0.05)
33
Grupların diastolik kan basınç değerleri
Gruplar arasındaki diastolik kan basınçları değerlendirildiğinde,
esmolol grubunda, plasebo ile karşılaştırıldığında, bazal (T0) diastolik kan
basıncı anlamlı olarak daha yüksekti. Veküronyum verilmesinin 3 dk sonrası
(T2), entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk sonrası (T4), sternotomiden 5 dk
sonrası (T6) esmolol grubunda, plasebo grubuna göre anlamlı olarak daha
düşük bulundu (p<0,05)(Tablo 4.7).
Her iki grup kendi içinde karşılaştırıldığında ise esmolol grubunda
bazal (T0) ile çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dk sonrası (T1), veküronyum
verilmesinin 3 dk sonrası (T2),entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk sonrası (T4),
sternotomi öncesi
(T5), sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
DKB değeri
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05).
Plasebo grubunda ise bazal (T0) ile entübasyondan 1 dk sonrası (T3)
ve sternotomi öncesi (T5) DKB değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulundu (p<0,05) (Şekil 4.3).
34
Tablo 4.7 Diastolik kan basıncı ( Ortalama ± Standart sapma) (*p<0.05).
Esmolol
Plasebo
p
T0
76,96 ± 10,77
70,74 ± 10,15
0,04*
T1
66,50 ± 9,96
70,17 ± 10,93
0,22
T2
59,85 ± 11,18
69,87 ± 13,84
0,00*
T3
69,50 ± 14,53
86,78 ± 15,69
0,00*
T4
67,15 ± 12,37
76,70 ± 10,76
0,00*
T5
59,04 ± 11,45
65,04 ± 11,81
0,07
T6
61,31 ± 12,50
73,91 ± 11,36
0,00*
DKB (mmHg)
Grup
*
*
*
*
*
Şekil 4.3 Gruplarda diastolik kan basıncı değerlerinin ortalamalarının değişimleri (*p<0.05)
35
Grupların ortalama kan basınç değerleri
Esmolol ve plasebo grupları arasındaki ortalama kan basınçları
değerlendirildiğinde, esmolol grubunda, bazal (T0) diastolik kan basıncı
anlamlı olarak daha yüksekti. Çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dk sonrası
(T1), veküronyum verilmesinin 3 dk sonrası (T2), entübasyondan 1 dk (T3) ve
5 dk sonrası (T4), sternotomi öncesi (T5) sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
esmolol grubunda, plasebo grubuna göre anlamlı olarak daha düşük bulundu
(p<0,05)(Tablo 4.8).
Her iki grup kendi içinde karşılaştırıldığında ise esmolol grubunda
bazal (T0) ile çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dk sonrası (T1), veküronyum
verilmesinin 3 dk sonrası (T2),entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk sonrası (T4),
sternotomi öncesi
(T5), sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
OKB değeri
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05).
Plasebo grubunda ise bazal (T0) ile entübasyondan 1 dk sonrası (T3)
ve sternotomi öncesi (T5) OKB değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulundu (p<0,05) (Şekil 4.4).
36
Tablo 4.8 Ortalama kan basıncı ( Ortalama ± Standart sapma) (*p<0.05).
Esmolol
Plasebo
p
T0
103,54 ± 15,46
94,35 ± 9,54
0,01*
T1
66,50 ± 9,96
96,43 ± 11,90
0,00*
T2
103,12 ± 21,86
123,96 ± 35,80
0,01*
T3
85,88 ± 19,39
114,09 ± 19,04
0,00*
T4
83,58 ± 14,97
100,30 ± 13,22
0,01*
T5
74,92 ± 15,59
84,96 ± 13,42
0,02*
T6
77,54 ± 15,50
96,35 ± 14,24
0,00*
OKB (mmHg)
Grup
*
*
*
*
*
*
*
Şekil 4.4 Gruplarda ortalama kan basıncı değerlerinin ortalamalarının değişimleri (*p<0.05)
37
Grupların SpO2 değerleri
Çalışmamızda SpO2 değerleri kontrol değeri ile karşılaştırıldığında
gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmazken (p>0.05),
her iki grupta da klinik olarak normal olan ancak istatistiksel olarak anlamlı
değişimler gözlendi (p<0.001). Her iki grupta da hiçbir hastada SpO2 %90’ ın
OAB
(mmH
g)
altına inmedi (Şekil4.5).
Şekil 4.5 SpO2 değerlerinin dağılımı ve kontrol değerine göre karşılaştırması
karsılastırması
38
Grupların adrenalin ve noradrenalin değerleri
İki grup arasındaki, bazal (T0), entübasyondan 5 dk sonrası (T4) ve
sternotomiden 5 dk sonrası (T6) alınan kan örneklerinde ölçülen adrenalin ve
noradrenalin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı
(p<0,05)(Tablo 4.9).
İki grup kendi içinde karşılaştırıldığında ise esmolol grubunda bazal
(T0) ile entübasyondan 5 dk sonrası (T4) adrenalin değerindeki artış
istatistiksel olarak anlamlıyken, sternotomiden 5 dk sonrası (T6) fark anlamlı
değildi. Her iki zaman aralığındaki noradrenalin değerleri arasında ise
istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05).
Plasebo
grubunda
gerek
noradrenalin,
gerekse
adrenalin
seviyelerindeki artış istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05).
Tablo 4.9 Adrenalin ve noradrenalin düzeyleri ( Ortalama ± Standart sapma) (*p<0.05).
Grup
Esmolol
Plasebo
p
Adrenalin
Noradrenalin
104,19
115,90
88,21
119,22
0,17
0,76
Adrenalin
Noradrenalin
139,98
190,75
133,49
175,01
0,69
0,35
Adrenalin
Noradrenalin
109,27
132,83
107,74
146,53
0,01*
0,23
T0
T4
T6
39
Grupların QT değerleri
İki grup arasındaki QT aralığı değerlendirildiğinde, esmolol ve kontrol
grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. (p>0,05)
(Tablo 4.10).
Her iki grup kendi içinde karşılaştırıldığında ise esmolol grubunda
bazal (T0) ile entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk sonrası (T4), sternotomi
öncesi (T5) sternotomiden 5 dk sonrası (T6) QT aralığı değeri arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05) .
Plasebo grubunda ise bazal (T0) ile entübasyondan 5 dk sonrası (T4),
sternotomi öncesi (T5) sternotomiden 5 dk sonrası (T6) QT aralığı değeri
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05). (Şekil 4.6).
40
Tablo 4.10 QT (msn) aralığının dağılımı ( Ortalama ± Standart sapma).
Esmolol
Plasebo
p
T0
368,67 ± 27,29
376,70 ± 26,11
0,27
T1
369,93 ± 26,95
381,59 ± 30,01
0,13
T2
372,96 ± 25,53
383,48 ± 28,79
0,16
T3
378,00 ± 32,10
382,59 ± 26,86
0,57
T4
394,63 ± 35,00
391,41 ± 29,14
0,71
T5
405,93 ± 37,79
399,74 ± 30,58
0,51
T6
404,93 ± 39,10
400,15 ± 30,10
0,61
QT ( msn )
Grup
Şekil 4.6 QT (msn) değerlerinin dağılımı ve kontrol değerine göre karşılaştırması
karsılastırması
41
Grupların QTc değerleri
QTc
ölçüm
değerleri,
esmolol
ve
kontrol
grupları
arasında
karşılaştırıldığında, çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dk sonrası (T1),
veküronyum verilmesinin 3 dk sonrası (T2), entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk
sonrası (T4), sternotomi öncesi
(T5) sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
ölçülen QTc değerleri, esmolol grubunda plasebo grubuna göre anlamlı
olarak daha düşük bulundu (p<0,05).Bazal (T0) QTc değerini incelediğimizde
ise her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı
(p>0,05) (Tablo 4.11).
Her iki grup kendi içinde karşılaştırıldığında ise esmolol grubunda
bazal (T0) ile entübasyondan 1 dk (T3) ve 5 dk sonrası (T4), sternotomi
öncesi
(T5) sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
QTc değeri arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05) .
Plasebo grubunda ise bazal (T0) ile entübasyondan 5 dk sonrası (T4),
sternotomi öncesi
(T5) sternotomiden 5 dk sonrası (T6)
QTc değeri
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0,05) (Şekil 4.7).
Hastalarımızın
hiç
birinde
intraoperatif
izlenmedi.
42
akut
koroner
sendrom
Tablo 4.11 QTc (msn) aralığının dağılımı ( Ortalama ± Standart sapma) (*p<0.05).
Esmolol
Plasebo
p
T0
424,93 ± 15,07
422,89 ± 23,74
0,70
T1
400,59 ± 19,32
430,15 ± 25,36
0,00*
T2
388,89 ± 19,00
426,81 ± 26,88
0,00*
T3
421,00 ± 29,52
456,37 ± 19,21
0,00*
T4
412,74 ± 27,97
438,67 ± 20,26
0,00*
T5
412,93 ± 32,48
434,41 ± 27,34
0,01*
T6
414,41 ± 24,03
441,81 ± 27,18
0,00*
QTc ( msn )
Grup
*
*
*
*
*
*
Şekil 4.7 QTc (msn) değerlerinin dağılımı ve kontrol değerine göre karşılaştırması (*p<0.05)
karsılastırması
43
5.TARTIŞMA
Laringoskopi ve entübasyona yanıt olarak kan basıncı ve kalp atım
hızında artış görülür. Bu refleks hemodinamik yanıtı glossofaringeal ve vagal
yoldan taşınan afferent uyarılar başlatır. Bu uyarının suprasegmental ve
hipotalamik sempatik merkezleri aktive etmesi sonucu, adrenalin ve
noradrenalin salınımına neden olan periferik sempatik cevap oluşur.
Endotrakeal tüpün trakeaya yerleştirilmesi esnasında infraglottik reseptörler
uyarılır (54). Bu etkiler normal sağlıklı bireylerde tolere edilebilir. Ancak
oluşan hipertansiyon ve taşikardi miyokardın oksijen gereksinimini arttırmakta
ve koroner perfüzyon zamanını kısaltmaktadır. Bu nedenle kalp rezervi kısıtlı
hastalarda
ciddi
problemlerle
karşılaşılabilinir.
Hemodinamik
yanıttaki
istenmeyen değişiklikleri önlemek için derin anestezi, topikal veya intravenoz
lidokain, doğrudan etkili vazodilatatorler, alfa veya beta adrenerjik blokerler,
opioidler,
magnezyum
ve
kalsiyum
kanal
blokerlerinin
kullanımı
önerilmektedir (55).
Kalp atım hızı, miyokardın oksijen tüketimini etkileyen önemli bir
hemodinamik parametredir (56). Esmolol, hızlı başlangıç ve kısa etki süresi
özelliklerine sahip kardiyoselektif bir beta bloker ajandır. Laringoskopi ve
entübasyon da dahil olmak üzere pek çok peroperatif uyarıya karşı adrenerjik
yanıtı baskılamada klinik olarak etkindir (57). Peroperatif dönemde ortaya
çıkan stres yanıtın tedavi edilmesinde ve postoperatif dönemde hemodinamik
kontrolün sağlanmasında esmololün etkinliği ve güvenliği kapsamlı şekilde
çalışılmıştır (34).
QT aralığı ventriküler depolarizasyon ve repolarizasyonu gösterir.
Uzaması klinik olarak anlamlı kabul edilir. QT aralığındaki uzama polimorfik
ventriküler taşikardi başta olmak üzere hayatı tehdit eden aritmilere neden
olduğundan anestezide kullanılan ilaçların QT üzerine etkileri günümüzde
daha çok dikkat çekmeye başlamış ve bu konu üzerinde yapılan çalışmalar
artmıştır.
Sempatik uyarı, QT süresini belirleyen önemli bir etkendir (58).
QT aralığı hesabında manüel ya da otomotik yöntemlerden hangisinin
kullanılmasının uygun olduğu tam olarak belirlenmemiştir. Biz çalışmamızda
44
QT aralığını bazı yayınlarda daha güvenli olduğu belirtilen manüel ölçüm
yöntemi ile hesapladık (59,60).
Yaş, cinsiyet ve operasyon için hastaya verilen pozisyonun QT ve QTc
aralığını etkilediği gösterilmiştir (61). Bu nedenle çalışmamıza alınan
vakaların aynı pozisyonda ameliyat edilen vakalar olmasına, cinsiyet ve yaş
dağılımının da gruplar arasında benzer olmasına dikkat edildi.
İntravenöz anestezik ajan olarak etomidat, minimal kardiyovasküler
depresyona neden olur ve kardiyak açıdan sıkıntılı hastalarda, anestezi
indüksiyonu için popüler bir tercihtir. Bu çalışmamızda, indüksiyon ajanı
olarak etomidatı, bir opioid (fentanil) ve minimal kardiyovasküler yan etkileri
olan kas gevşetici (vekuronyum) ile birlikte kullandık.
Sevofluran, izofluran ve tiyopental gibi sık kullanılan anestezik ajanlar
QT, QTc’deki artışları indükleyebilir. Sevofluranın kardiyak miyozitlerde iKr
kanallarını bloke ettiği gösterilmiştir. iKr (hızlı gecikmiş düzeltici potasyum
kanalı) kanalları ise pek çok türde kardiyak aksiyon potansiyeli döngüsünün
3. fazında repolarizasyon akımına yardımcı olur. Whyte ve ark. (62) end tidal
konsantrasyonu %3 olan sevofluranın QTc intervalinde önemli derecede
uzamaya neden olduğunu, Kuensberg ve ark. (63) da sevofluran ile anestezi
indüksiyonu ve idamesinde QTc aralığının ilerleyici bir şekilde uzadığını
göstermişler.
Çalışmalarında
anestezi
indüksiyonunda,
sevofluran
konsantrasyonunu %6’ ya kadar çıkmışlardır. Karagöz ve ark. (64) ise %2
konsantrasyondaki sevofluranı O2 ve nitröz oksit (N2O) içinde genel anestezi
idamesinde kullandıklarında QTc aralığını uzatmadığını göstermişler. Biz ise
çalışmamızda
anestezi
idamesinde
%2
konsantrasyonda
Sevofluran
kullandık. Bu anestezi seçimi sonuçlarımızı etkilemiş olabilir, ancak %2
konsantrasyonda
kullanılan
Sevofluran
etkisinin
minimal
olduğu
düşüncesindeyiz.
Ay ve ark.(52) yaptıkları çalışmada, anestezik madde ne olursa olsun,
trakeal entübasyonun, koroner arter hastalarında QTc dispersiyonunu
anlamlı oranda arttırdığını bildirmişlerdir.
Kullanımdaki nöromusküler bloker ajanlardan sadece süksinilkolin QTc
aralığını uzatmaktadır. Çalışmamızda ise veküronyum kullanıldı. İndüksiyon
45
ajanlarının
neden
olduğu
sempatoadrenal
hiperaktivite,
ventriküler
repolarizasyonu değiştirebilir ve QTc aralığında uzamaya neden olabilir (48).
Çalışmamızda plasebo grubunda, bazal değer dışındaki tüm ölçüm
zamanlarında QTc değeri 426 msn üzerinde iken esmolol grubunda 421 msn
altındaydı ve kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark vardı.
Gardaz ve ark.(65)’nın yaptığı çalışmada esmolol’ün 100 mgr. ve 200
mgr. bolus dozlarının entübasyona bağlı hipertansiyon ve kalp atım hızı
artışını önleyip önlemediğine bakılmıştır. Entübasyondan 2 dk önce esmolol
uygulanmış, ancak esmololden 1 dk önce de 1 μgr/kg fentanil uygulanmıştır.
Esmolol 200 mgr. grubu laringotrakeal entübasyon sonrası kalp atım hızı ve
ortalama kan basıncındaki artışı entübasyon sonrası 2. dakikada diğer 2
gruba göre anlamlı bir şekilde önlemiştir (p<0,05)
Chung KS ve ark. (66) esmolol 2 mg/kg - fentanil 2 mcg/kg
kombinasyonunun
laringoskopi
ve
entübasyona
hemodinamik
yanıt
kontrolünde yüksek doz fentanil (5 mcg/kg) kullanımına alternatif olduğunu
ortaya koymuşlardır.
Prerana ve ark. (67) 50 hasta üzerinde yaptıkları çalışmada,
indüksiyondan 1 dk önce 1.5 mg/kg dozunda esmolol uygulayarak,
laringoskopi ve entübasyona yanıt olarak oluşan kalp atım hızı ve arter
basınçlarında artışa bakmışlar. Plasebo grubunda artış istatistiksel olarak ileri
derecede anlamlı iken esmolol grubunda bu artış anlamlı değildi.
Vucevic ve ark. (68) entübasyondan 10 dk önce 0.5 mg/kg yükleme
dozunu takiben 100 mcg/kg/dk şeklinde uygulanan esmololün, kontrol grubu
ile karşılaştırıldığında kalp atım hızında ve arteriyel basınçta anlamlı
derecede düşüş sağladığını tespit etmişler. Lars ve ark. (69) KABC
uygulanan 30 hasta üzerinde yaptıkları çalışmada, esmolol infüzyonu verilen
hastaların entübasyona ve cerrahi kesiye hemodinamik yanıtlarının daha iyi
olduğu sonucuna varmışlar.
Sintetos ve ark. (70) esmololün yeterli cevap oluşturması için en az 2
dk önceden uygulanması gerektiğini bildirmişlerdir. Çünkü kalp hızı üzerine
maksimum etkisi 1. dakikada, kan basıncı üzerine maksimum etkisi ise 2.
46
dakikada ortaya çıkmaktadır. Bizde çalışmamızda esmolol infüzyonuna
başladıktan 5 dk sonra indüksiyona başladık.
Sharma ve ark.(36) 100 mg esmololün gerek hipertansiyon gerekse
taşikardi
gibi
hemodinamik
yanıtları
baskılamada
yeterli
olduğunu
göstermişler. 200 mg dozunda uygulandığında ise aşırı bir hipotansif yanıtla
karşılaşmışlar.
Figuerodo ve ark.(34) ’nın meta-analizinde esmololün farklı uygulama
yöntem ve dozlarının etkinliği, meydana gelen yan etkiler ve diğer ilaçlarla
etkileşimleri karşılaştırılmıştır. Bu çalışma 72 yayın, toplam 2009 hasta
içermektedir, 11 farklı rejim ve esmolol dozları karşılaştırılmıştır. Sonuçta
laringotrakeal entübasyon sonucu meydana gelen kalp atım hızı artışını
azaltan en etkili rejimin 500 mcg/kg/dk 4 dk süreyle yükleme dozunu takiben
200-300 mcg/kg/dk infüzyon olduğu bulunmuştur. Ayrıca infüzyon ile
uygulama yolunun yan etki insidansını azalttığını belirtmişlerdir. İnfüzyon
yönteminin uygulama güçlüğüne rağmen hasta için faydalı bir yöntemin ilacın
kullanım zorluğundan daha önemli olduğu sonucuna varılmıştır. Biz ise
çalışmamızda, entübasyondan 5 dk önce 0.5 mg/kg esmololün 20 saniye
süreyle
yükleme
dozunu
takiben
100
mcg/kg/dk
infüzyon
şeklinde
verilmesinin, fentanil kombinasyonu ile birlikte, gerek kalp hızında gerekse
kan basıncında yeterli kontrolü sağladığını gördük.
Donald ve ark. (71) Kanada’da yaptığı çok merkezli çalışmada
laringotrakeal entübasyona bağlı gelişen hemodinamik yanıtı engellemede
esmolol 100 mgr, esmolol 200 mgr ve plasebo tek başlarına ve indüksiyonda
düşük doz opioid (fentanil 2-3 mcg/kg veya sufentanil 0,3 mcg/kg) veya orta
doz opioid (fentanil 4-7 mcg/kg) ile birlikte
kullanılmasının
etkileri
araştırılmıştır. Bu çalışmada esmolol 100 mg ve esmolol 200 mg grubu
arasında fark bulunmamıştır. Her iki esmolol dozunun kalp atım hızı üzerine
etkili, ancak sistolik kan basıncı üzerine yeterince etkili olmadığı sonucuna
varılmıştır. Ancak sistolik kan basıncı üzerine etki için düşük doz opioid
eklenmesi önerilmektedir. Orta doz opioidin esmolol ile birlikte kullanımının
hipotansiyona yol açtığı sonucuna varılmıştır. Bizde çalışmamızda benzer
47
şekilde esmolol ile fentanil kombinasyonunun daha stabil bir hemodinami
sağladığını gözlemledik.
Balcells ve ark. (28) uzun QT sendromunun indüklediği ventriküler
taşikardide esmolol kullanımıyla ilgili sundukları olguda esmololün kritik hasta
grubunda yararlı ve güvenli olduğunu, ß blokajın hızlı uygulanması ve kesin
titrasyonunun
güvenli
kullanımı
açısından
spesifik
önem
taşıdığını
vurgulamışlardır.
Korpinen ve ark. (72) esmololün anestezi indüksiyonu, laringoskopi ve
endotrakeal entübasyona hemodinamik yanıt ve QT aralığı üzerine etkisini
karşılaştırdıkları çalışmada 2 mg/kg ve 3 mg/kg iv bolus dozunda esmolol
kullanmışlar. Kısa etkili selektif ß1 bloker olan esmololün QT aralığı
uzamasını önlediği ve tiyopental anestezisi sırasında hemodinamik cevapları
yavaşlattığını göstermişlerdir. 3 mg/kg esmolol uygulanan grupta kardiyak
aritmi gözlenmezken kontrol grubunda %40 oranında ventriküler ektopik vuru
gözlenmiştir.
Korpinen ve ark. (73) yapmış oldukları diger bir çalışmada ise 2 mg/kg
esmololün QTc aralıgının uzamasını önledigini göstermislerdir. Korpinen ve
ark. (74) propofol anestezisi sırasında esmolol 1 mg/kg bolus ve 200
mcg/kg/dk infüzyon sonrası QTc aralığında benzeri bir kısalma rapor
etmişlerdir. Esmololün bolus dozu anestezi indüksiyonu öncesinde verilirse
QTc aralığındaki uzamayı azaltmakta yetersiz kalmaktadır. Çalışmamızda
bolus ve hemen sonrasında infüzyonun hemodinamik stabilite ve QTc
aralığındaki
uzamayı
önlemesi
açısından
yararlı
bir
tedavi
olduğu
kanısındayız. Bu sonuç yapılan diğer çalımalar ile uyumludur.
Korpinen ve ark. (75) metoheksital ile esmolol kombinasyonunda QTc
aralıgının önemli ölçüde kısaldığını ve hemodinamik cevapların en iyi şekilde
kontrol edildiğini bildirmişlerdir. Propofol ve esmolol kombinasyonunun
hemodinamik depresyon yapma eğilimi olduğunu, esmolol gibi bir ajan
kullanılacaksa da metoheksitalin propofole göre daha iyi bir tercih olacagını
belirtmişlerdir. Biz bu çalışmada kullandığımız esmolol ve etomidat
kombinasyonunu
ile
iyi
bir
hemodinamik
düşüncesindeyiz.
48
kontrol
sağladığımız
Magnano ve ark. (76) fenilefrin ile kalp hızındaki düşüşün, QT
aralığındaki artış ile birlikte olduğunu, bunun da QT aralığının kalp hızına
bağlı olmasının beklenen cevabı olduğunu göstermişlerdir. 0.25 mg/kg bolus,
0.05 mg/kg esmolol infüzyonunda kalp hızındaki küçük düşüşün QT
aralığındaki küçük ama çok anlamlı düşüşe sebep olduğunu belirtmişlerdir.
QT aralığındaki bu azalış sadece kalp hızındaki hafif düşme varlığında
beklenmeyebilir. ß adrenerjik blokajın kardiyak repolarizasyon zamanını
kısalttıgını gösterir.
Erdil
ve
ark.
(77)
KABC
operasyonu
planlana
60
hastaya,
indüksiyondan 5 dk öncesi 1mg/kg esmolol yüklemesinin ardından 250
mcg/kg/dk
infüzyon
başlamışlar.
Hastalara
indüksiyon
sırasında
15
mcg/kg/dk fentanil uygulamışlar. Plasebo grubu ile karşılaştırdıklarında,
esmolol infüzyonu uygulanan grubun, trakeal entübasyona hemodinamik
yanıtının daha az olduğunu göstermişlerdir. Yine entübasyon sonrası QTc
aralığınındaki uzamanın,
esmolol grubunda plaseboya göre anlamlı
derecede daha düşük olduğunu tespit etmişlerdir. Bu çalışmada daha düşük
dozda fentanil ve esmolol ile benzer sonuçlar elde ettik. Farklı dozlarda
kombine şekilde uygulanan fentanil ve esmololün QTc ve hemodinamik
etkileri ile ilgili daha fazla çalışma yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Laringoskopi ve entübasyona sonrası oluşan kalp hızı, arteriyel basınç
ve katekolamin seviyesindeki yükselme, sempatik sinir sistemi aktivitesindeki
artış ile düzenlenmektedir. Maguire ve ark. (78) ASA 2-3, 20 hasta üzerinde
yaptıkları çalışmada, alfentanil (10 mcg/kg) ve esmololün (1.5 mg/kg),
endotrakeal entübasyona yanıta etkilerini karşılaştırmışlar. Her iki grupta da,
noradrenalin seviyesinde daha fazla olmak üzere adrenalin ve noradrenalin
düzeylerinde, entübasyon sonrası artış tespit etmişler.
Lindgren
ve
ark.
(58)
gerek
propofolün
gerekse
tiopentalin,
entübasyon sonrası noradrenalin düzeylerinde anlamlı bir artışa neden
olduğunu, adrenalin seviyesinde ise tiopental uygulanan grupta anlamlı bir
artışa yol açtığını tespit etmişlerdir.
49
Shribman ve ark. (79) laringoskopi ve entübasyon sonrası, her iki
durumda
da
kandaki
katekolamin
seviyelerinde
artış
olduğunu
göstermişlerdir.
Gong ve ark. (80) trakeal entübasyona hemodinamik ve katekolamin
yanıt üzerine etkilerini araştırdıkları çalışmada 30 mcg/kg alfentanil ve 2
mg/kg esmolol kullanmışlar. Esmolol grubunda noradrenalin ve adrenalin
seviyelerindeki artışın istatistiksel olarak anlamlı olduğunu, alfentanil
grubundaki noradrenalin seviyesindeki artışın ise istatistiksel olarak anlamlı
olmadığını bulmuşlar.
Selektif
1- AR blokeri olan esmolol, katekolamin cevabını azaltır,
miyokardiyal 1 reseptörleri üzerinden kalp hızını ve arteriyel basıncı düşürür.
İntrensek sempatomimetik aktivitesi ve santral sempatomimetik aktivite
üzerine direkt etkisi yoktur. Kandaki artmış noradrenalin miktarı, adrenal
bezden salgılanmasından çok, adrenerjik sempatik sinirlerin ucundan
salınmasından kaynaklanmaktadır. Bizde, yukarıdaki çalışmalara benzer
şekilde entübasyon sonrası katekolamin seviyelerinde istatistiksel olarak
anlamlı artışlar tespit ettik.
50
6.SONUÇ
Kardiyak problemleri olan hastalarda, laringoskopi, endotrakeal
entübasyon ve cerrahi stres sonrası sempatoadrenerjik yanıt sonucu oluşan
hipertansiyonun ve taşikardinin önlenmesi daha da fazla önem taşır. Bu yanıt
anestezi alan tüm hastalarda önlenmelidir. Biz bu çalışmada çok kısa etkili,
kardiyoselektif bir beta bloker olan esmololün KABC geçiren hastalarda rutin
anestezi protokolüne eklenen 0.5 mg/kg yükleme dozunu takiben 100
mcg/kg/dk infüzyon şeklinde verilmesinin, endotrakeal entübasyona ve
cerrahi kesiye hemodinamik cevabı azalttığı sonucuna vardık.
Bu hastalarda etomidat ve fentanil ile anestezi indüksiyonu takiben
yapılan entübasyon ve sternotomi sonrasında QTc aralığında uzama
görülmektedir. Esmololün, bolus yüklemeyi takiben infüzyon şeklinde
uygulanması, QTc aralığının uzamasını engellemektedir.
Esmololün, stres yanıt olarak kandaki adrenalin ve noradrenalin
düzeylerini etkilemediğini fakat kalp üzerine katekolamin cevabını azalttığını
tespit ettik.
51
ÖZET
Beta-adrenerjik
reseptör
blokerleri,
anestezi
indüksiyonuna,
trakeal
entübasyona ve cerrahi strese sempatomimetik yanıtı azaltmak için başarıyla
kullanılmaktadırlar. Elektrokardiyografide (EKG) QT ve QTc ise kolay elde
edilebilir, ucuz ve noninvaziv bir parametre olup ventriküler taşikardi ve
fibrilasyon
gibi
ölümcül
aritmiler
yönünden
bir
gösterge
olabilir.
Çalışmamızda, koroner arter bypass cerrahisi (KABC) operasyonu planlanan
olgularda, esmolol kullanımının hemodinamik değişkenler, EKG’ de QT, QTc
ve katekolaminler üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.
51 hasta prospektif randomize olarak plasebo ve kontrol olmak üzere iki
gruba ayrıldı. Anestezi indüksiyonu öncesinde 0.5 mg/kg bolus esmololü
takiben 100 mcg/kg/dk esmolol infüzyonu başlanırken kontrol grubunda
(Grup K) serum fizyolojik uygulandı. Tüm hastalara indüksiyon sırasında
etomidat 0.3 mg/kg ve fentanil 5 mcg/kg verildi. Olguların indüksiyon öncesi
(T0), çalışma ilaçlarının infüzyonunun 5 dakika sonrası (T1), veküronyum
verilmesinin 3 dakika sonrası (T2), entübasyondan 1 dakika (T3) ve 5 dakika
sonrası (T4) , sternotomi öncesi (T5), sternotomiden 5 dakika sonrası (T6)
kalp atım hızı, sistolik kan basıncı (SKB), diyastolik kan basıncı (DKB),
ortalama kan basıncı (OKB), periferik oksijen satürasyonu (SpO2) değerleri
kaydedildi.
Gruplar arasında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, cerrahi ve anestezi
süreleri, katekolamin seviyeleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark
saptanmazken, esmolol grubunda sistolik kan basıncı (SKB), ortalama kan
basıncı (OKB), diyastolik kan basıncı (DKB) ve kalp atım hızı kontrol grubuna
göre düşük olup istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu.
Esmolol
grubunda,T1-T6 zaman dilimleri arasında ölçülen QTc değerleri, plasebo
grubuna göre anlamlı olarak daha düşük bulundu (p<0,05).
Sonuç olarak, etomidat ve fentanil ile indüksiyonu takiben yapılan trakeal
entübasyon ve sternatomi, QTc aralığını uzatmaktadır. Esmolol infüzyonu
QTc aralığındaki bu uzamayı azaltmakta ve daha iyi bir hemodinamik
stabilizasyon sağlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Koroner arter bypass cerrahisi, Esmolol, EKG
52
SUMMARY
Beta-adrenergic blocking agents have been used successfully to attenuate
the sympathomimetic responses to induction of anaesthesia, tracheal
intubation and surgical stress. QT interval and QTc in electrocardiography
(ECG) is an easily available, cheap and noninvazive parameter and may be
an indicator by means of fatal arrhythmias such as ventricular tachycardia
and fibrillation. In our study, we aimed to investigate the effect of Esmolol use
on hemodynamic variables, catecholamines and QT, QTc in ECG in the
CABG patients.
Fifty one patients were prospectively randomised to either a plasebo group or
the esmolol group. Esmolol was administered as a bolus 0.5 mg/kg, followed
by an infusion at 100 mcg/kg/min. Salin was given to plasebo group. All
patients received etomidate 0.3 mg/kg and fentanyl 5 mcg/kg. Hemodynamic
data, oxygen saturation (SpO2) values of the cases were monitored and
recorded at determined times. The ECG was recorded prior to induction of
anaesthesia (T0), 5 min following the start of drug infusions (T1), 3 min
following vecuronium (T2), 1 min (T3) and 5 min (T4) after intubation, before
sternotomy (T5) and 5 min after sternotomy (T6).
No significant difference was observed by means of age, sex, body mass
index, surgery and anaesthesia times, catecholamine values between the
groups; however systolic pressure, diastolic pressure, mean arterial
pressure, heart rate were lower in the esmolol group compared to the control
group and there were significant differences between them. In the esmolol
group, QTc interval was significantly shorter at T1-T6 compared to the control
group (p < 0.05).
In conclusion, QTc interval increased following tracheal intubation during
induction of anaesthesia using etomidate and fentanyl. Esmolol infusion of
attenuated the QTc interval prolongation associated with tracheal intubation
and surgical stress. It provided a better hemodynamic stabilization.
Key Words: Coronary artery bypass surgery, Esmolol, ECG
53
Kaynaklar
1. Özcan N. Koroner Kalp Hastalıkları. Ankara: GATA yayınları, 1997: 158, 473-532.
2. Kayhan Z. Kardiyovasküler Sistem ve Anestezi. Klinik Anestezi,
3.baskı, İstanbul: Logos yayıncılık, 2004: 307-351.
3. Safwat AM, Rertan JA, Misle GR, et al. Use of propranolol to control
ratepressure product during cardiac anesthesia. Anesth Analg. 1981;
60: 732.
4. Kaplan JA, Dunbar RW. Propranolol and surgical anesthesia. Anesth
Analg. 1976; 55: 1.
5. Turlapaty P, Laddu A, Murthy S. Esmolol: A titratable short-acting
intravenous beta blocker for acute critical care settings. Am Heart J.
1987; 114: 866-85.
6. Galen S, Wagner MD. Marrıott’un pratik elektrokardiyografisi. 1.baskı.
Lippincott Williams Wilkins: 2003.
7. Booker PD, Whyte SD, Ladusans EJ. Long QT syndrome and
anaesthesia Review. Br J Anaesth. 2003; 90(3): 349–366.
8. Abrahamov D, Bhatnagar G, Goldman B. Cerrahi Ne Zaman
Endikedir? Eds: Soltoski PR, Karamaoukian HL, Salerno TA. Çev:
Erentuğ V. Polat A. Kalp Cerrahisi Sırları. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi,
2006: 82-87.
9. Sendelbach SE, Halm MA, Doran KA, Miller EH, Gaillard P. Effects of
music therapy on physiological and psychological outcomes for
patiens undergoing cardiac surgery. Journal of Cardiovascular
Nursing. 2006; 21(3): 194-200.
10. De Jong CMJ, Morton PG. Predictors of atrial dysrhythmias for
patients undergoing coronary artery bypass grafting. American Journal
of Critical Care. 2000; 9(6): 388-397.
54
11. Doering LV, Esmailian F, Imperial-Perez F, Monsein S. Determinants
of intensive care unit length of stay after coronary artery bypass graft
surgery. Heart & Lung. 2001; 30(1): 9-17.
12. Doering LV, Esmailian F, Laks H. Perioperative predictors of ICU and
hospital costs in coronary artery bypass graft surgery. Chest. 2000;
118(3): 737-743.
13. Lindquist R, Dupuis G, Terrin ML, Hoogwerf B, Czajkowski S, Herd A,
Barton FB, Tracy MF, Hunninghake DB, Treat-Jacobson D, Shumaker
S, Zyzankski S, Goldenberg I, Knatterud GL. Comparison of healthrelated quality-of-life outcomes of men and women after coronary
artery bypass surgery through one year: Findings from The Post
CABG biobehavioral study. Am Heart Journal. 2003; 146(6): 1038-44.
14. McCrone S, Lenz E, Tarzian A, Perkins S. Anxiety and Depression:
Incidence and patterns in patients after coronary artery bypass graft
surgery. Applied Nursing Research. 2001; 14(3): 155-164.
15. Parent N, Fortin F. A randomized, controlled trial of vicarious
experience through peer support for male first-time cardiac surgery
patients: Impact on anxiety, self-efficacy expectation, and self-reported
activity. Heart & Lung. 2000; 29(6): 389-399.
16. Sirio CA, Martich D. Who goes to the ICU postoperatively ?. Chest.
1999; 115(5): 125-129.
17. Watt-Watson J, Stevens B, Katz J, Costello J, Reid GJ, David T.
Impact of perioperative education on pain outcomes after coronary
artery bypass graft surgery. Pain. 2004; 109: 73-85.
18. Yüksel M, İslamoglu F, Atay Y, Yagdı T, Büket S, Bilkay Ö. Koroner
bypass
reoperasyonları
sonuçlarımız
ve
risk
faktörlerinin
değerlendirilmesi. Türk Gögüs Kalp Damar Cerrahi Dergisi. 2000; 8:
668-673.
19. Duran E. Kalp ve Damar Cerrahisi (1. baskı). İstanbul: Çapa Tıp
Kitabevi, 2004: 1343-93.
55
20. Paç M., Akçevin A., Aka S. A., Büket S., Sarıoğlu T., Kalp ve Damar
Cerrahisi (1. baskı), Ankara: Nobel Tıp Kitabevi, 2003: 657-66.
21. Kayaalp O. Rasyonel tedavi yönünden tıbbi farmakoloji. 7. baskı.
Güneş Tıp Kitapevi, 1994: 1323–50.
22. Opie LH, Gersh BJ. Drugs for heart. In:Opie LH, Philip A. PooleWilson. Βeta Blocking Agents. (Sixth edition) 2005; 1–32.
23. Kayaalp O. Rasyonel tedavi yönünden tıbbi farmakoloji. Hacettepe
Taş, 2005: 357-534.
24. Miller RD. Miller’s Anesthesia. In: Moss J, Glick D. The Autonomic
Nervous system. (Sixth edition). Elsevier Churchill Livingstone, 2005:
617–667.
25. James M, Kırshenbaum MD, Robert A, Kloner MD. Use of an ultra
short acting β blocker in patients with acute myocardial ischemia.
Circulation. 1985; 72(4): 873–880.
26. Wiest
D.Esmolol
a
review
of
its
therapeutic
efficacy
and
pharmacocinetic characteristics. Clin. Pharmacokinet. 1995; 28(3):
190–202.
27. Prys-Roberts C, Greene LT, Melocho R. Studies of anaesthesia in
relation to hypertension II : haemodynamic consequenses of induction
and endotracheal intubation. Br. J. Anesth. 1971; 43: 531-47.
28. Balcells J, Rodriguez M, Pujol M, Iglesias J. Successful Treatment of
long QT syndrome induced ventricular tachycardia with esmolol.
Pediatr Cardiol. 2004; 25: 160–162.
29. Roy WL, Edelist G, Gilbert B. Myocardial ischemia during non-cardiac
surgical
procedures
in
patients
with
coronary-artery
disease.
Anesthesiology. 1979; 51: 393-97.
30. Chandler L H, White P F. Ambulatory PCA: a new approach to postoperative pain management. Anaesth Analg. 1991; 72: 33.
56
31. Turlapaty P, Laddu A, Murthy S. Esmolol: A titratable short-acting
intravenous beta blocker for acute critical care settings. Am Heart J.
1987; 114: 866-85.
32. Sheppard D, DiStefano S, Byrd RC, Eschenbacher WL, Bell V,Steck
J, Laddu A. Effects of esmolol on airway function in patients with
asthma.J Cl in Pharmacol .1986; 26(3): 169–74.
33. Gold MR, Dec GW, Cocca-Spofford D, Thompson BT. Esmolol and
ventilatory function in cardiac patients with COPD. Chest. 1991;
100(5): 1215–8.
34. Figueredo E, Garcia-Fuentes EM. Assessment of the efficacy of
esmolol on the haemodynamic changes induced by laryngoscopy and
tracheal intubation: a meta-analysis. Acta Anaesth Scand. 2001;
45(8): 1011–22.
35. Menigaux C, Guignard B, Adam F, Sesler DI, Joly V, Chauvin M.
Esmolol prevents movement and attenuates the BIS response to
orotracheal intubation. Br J Anaesth. 2002; 89(6): 857–862.
36. Sharma S, Mitra S, Grover VK, Kalra R. Esmolol blunts the
haemodynamic
responses
to
tracheal
intubation
in
treated
hypertensive patients. Can J Anaesth.1996; 43(8): 778–782
37. Desborough J.P. The stress response to trauma and surgery. Br J
Anaesth. 2000; 85: 109-17
38. Kehlet H. Surgical stress: the role of pain and analgesia. Br J Anaesth.
1989; 63: 189–195.
39. Kehlet H. Modifications of responses to surgery. In: Cousins MJ,
Bridenbaugh P. eds. Neural Blockade in Clinical Anesthesia and
Management of Pain. Philadelphia: Lippincott-Raven, 1998: 129–175.
40. Michael J. Breslow, MD. The role of stres hormones in perioperative
myocardial ischemia. Anesthesiol Clin. 1992; 30(1): 81–100.
41. Breslow MJ, Jordan DA, Chnistopherson R, Rosenfeld B, Miller CF,
Hanley DF, Beattie C. Epidural morphine decreases postoperative
hypertension
by
attenuating
sympathetic
hyperactivity. JAMA. 1989; 261(24): 3577-81.
57
nervous
system
42. Hagestad EL, Verrier RL. Delayed myocardial ischemia following the
cessation of sympathetic stimulation. Am Heart J. 1988; 115(1): 45-53.
43. Sodeman W, Sodeman T. Endocrinology. In: Sodeman W, Sodeman
T. eds. Sodeman’s patholojic physiology mechanism of disease.
Saunders company, 1985: 1093-35.
44. The pituitary hormones and their control by the hypothalamus. In:
Guyton A.C. ed. Textbook of medical physiology. Philadelphia: W.B
Saunders, 1991: 819-830.
45. Magri F,Locatelli M, Bazla G,
Molla G. Changes in endocrine
circadian rhythms as markers of physolgical and pathological brain
aging. Chronobiology International. 1997 Jul; 14(4): 385-396.
46. Ken Grauer M.D. A practical guide to ECG ınterpretation. Ladig D,
editor. Mosby Year Book; 1992.
47. Beyazıt Y, Güven GS, Iskit BA. Uzun QT sendromu. Hacettepe Tıp
Dergisi. 2005; 36: 43-48.
48. Yıldırım H, Adanır T, Atay A, Katircioglu K, Savacı S.The effects of
sevoflurane, isoflurane and desflurane on QT interval of the ECG.Eur
J Anaesth. 2004; 21(7): 566-570.
49. Witchel HJ, Hancox JC. Familial and acquired long qt syndrome and
the cardiac rapid delayed rectifier potassium current. Clin Exp
Pharmacol Physiol. 2000; 27(10): 753-766.
50. Korkut M, Paç A, Koşar F.Konjenital VSD’ li çocuklarda QT ve QTc
dispersiyon değerleri. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi. 2002;
9(4): 241-243.
51. Ay B, Fak AS, Toprak A, Göğü YF, Oktay A. QT dispersion increases
during intubation in patients with coronary artery disease. J
Electrocardiol. 2003; 36(2): 99-104.
52. Fak AS, Tezcan H, Oktay A. QT dispersiyonu: ilginç bir araştırma
konusu mu, klinik değer taşıyan bir tanı yöntemi mi? Türk Kardiyol
Dern Arş. 2000; 28: 51-59.
58
53. Egawa H, Minami J, Fujii K, Hamaguchi S, Okuda Y, Kitajima T. QT
interval and QT dispersion increase in the elderly during laparoscopic
cholecystectomy: a preliminary study. Can J Anaesth. 2002; 49: 805809.
54. Collins JV. Endotracheal Anaesthesia Basic Considerations. Principles
of Anesthesiology, 3th Ed. Lea & Febiger, Philadelphia 1993: 460-468.
55. Morgan GE, Mikhail MS. Anaesthesia for patients with cardiovascular
disease. Clinical Anesthesiology, 3th Ed. Appleton & Lange, Stamford
2002: 393-394.
56. Willigers HM, Prinzen FW, Roekaerts HJ. Comparison of the effects of
dexmedetomidine and esmolol on myocardial oxygen consumption in
dogs. Eur J Anaesth. 2004; 21(12):957-966.
57. Meningaux C, Guignard B, Adam F, Sesler DI,Joly V, Chauvin M.
Esmolol prevents movement and attenuates the BIS response to
orotracheal intubation. Br J Anaesth. 2002; 89(6): 857-862.
58. Lindgren L, Yli- Hankala A, Randell T, Kirvela M, Scheinin M,
Neuvonen PJ. Haemodynamic and cateholamine responces to
induction of ananaesthesia and tracheal intubation: comparison
between propofol and thiopentone. Br J Anaesth. 1993; 70: 306-310.
59. Charbit B, Samain E, Merckx P, Funck-Brentano C. QT interval
measurement: evaluation of automatic QTc measurement and new
smple method to calculate and interpret corrected QT interval.
Anesthesiology. 2006; 104: 255-260.
60. Viskin S, Rosovski U, Sands AJ. Inaccurate electrocardiographic
interpretation of long QT: The majority of phsysicians cannot
recognize a long QT when they see one. Heart Rhythm. 2005; 2: 569574.
61. Abriel H, Schlapher J, Keller DI . Molecular and clinical determinants
of drugs- induced long QT syndrome: An iatrogenic channelopaty.
Swiss Med. 2004; 134: 685-694.
59
62. Whyte SD, Booker PD, Buckley DG. The effects of propofol and
sevoflurane on the QT ınterval and transmural dispersion of
repolarization in children. Anesth Analg. 2005; 100: 71-77.
63. Kuensberg E, Loeckinger A, Kleinsasser A, Lindner KH, Puehringer F,
Hoermann C. Sevoflurane progressively prolongs the QT interval in
unpremedicated female adults. Eur J Anaesth. 2000; 17: 662-664.
64. Karagoz AH, Basgul E, Celıker V, Aypar U.The effect of inhalational
anaesthetics on QTc interval. Eur J Anaesth. 2005; 22(3): 171-174.
65. Gardaz JP, Schumacher D, Thorin D, Freeman J. Effects of Bolus
Esmolol
on
Intubation-Induced
Tachycardia
and
Hypertension
Anesthesiology. V 71, No 3A, Sept. 1989; A14
66. Chung KS, Sinatra RS, Halevy JD, Paige D, Silverman DG. A
comparison of fentanyl, esmolol and their combination for blunting the
haemodynamic responses during rapidsequence induction. Can J
Anaesth 1992; 39: 774-779.
67. Prerana S, Shubba M, Indula P. Bolus administration of esmolol in
controlling the haemodynamic response to tracheal intubation. J
Anaesth Clin Pharmacol 2004; 20(1): 69-72.
68. Vucevic M, Purdy G. M,Ellis FR. Esmolol hydrochloride for
management of the cardiovascular stress responses to laryngoscopy
and tracheal intubation. Br J Anaesth. 1992; 68(5): 529-530.
69. Lars RN, Jonathan VR, Carl HJr, David N. Esmolol Attenuates
Hernodynamic Responses during Fentanyl-Pancuronium Anesthesia
for Aortocoronary Bypass Surgery. Anesth Analg. 1986: 65; 451-456.
70. Sintetos
AL,
Hulse
J,
Pritchett
EL.
Pharmacokinetics
and
pharmacodynamics of esmolol administered as an intravenous bolus.
Clin Pharmacol Ther. 1987; 41(1): 112-117.
71. Donald RM, Raymond JM, Wynands JE, Jeremy H.: Bolus
Administration of Esmolol for Controlling the Hemodynamic Response
to Tracheal Intubation: The Canadian Multicentre Trial Can J Anaesth.
1991; 38(7): 849-858.
60
72. Korpinen R, Saarnivaara L, Siren K. QT interval of the ECG, heart rate
and arterial pressure during anaesthetic induction: comparative effects
of alfentanil and esmolol. Acta Anaesth Scand. 1995; 39(6): 809-813.
73. Korpinen R, Saarnivaara L, Siren K, Sarna S. Modification of the
haemodynamic responses to induction of anaesthesia and tracheal
intubation with alfentanil, esmolol and their combination. Can J
Anaesth. 1995; 42(4): 298-304.
74. Korpinen R, Sımola M, Saarnıvaara L. Effect of esmolol on the heart
rate, arterial pressure and electrocardiographic changes during
laryngomicroscopy. Acta Anaesth Scand. 1997; 41: 371-375.
75. Korpinen
R,
Klemola
UM,
Simola
M,
Toivonen
H.
The
electrocardiographic and hemodynamic effect of metohexital and
propofol with and without esmolol. Acta Anaesth Scand. 2006; 50 (2):
188-192.
76. Magnano AR, Suleman S, Garan H, Bloomfield DM. Autonomic
modulation of the U wave during phenylephrine and esmolol infusions.
J Electrocardiol.2005;38(2):152-156.
77. Erdil F, Demirbilek S, Begec Z, Öztürk E, But A, Özcan Ersoy M. The
effect of esmolol on the QTc interval during induction of anaesthesia in
patients with coronary artery disease. Anaesthesia. 2009 Mar; 64(3):
246-250.
78. Maguire A, Thompson JP, Guest C, Sadler PJ, Strupish JW, West KJ.
Comparison of the effects of intravenous alfentanil and esmolol on the
cardiovascular response to double-lumen endobronchial intubation.
Anaesthesia. 2001; 56(4): 319-325.
79. Shribman AJ, Smith G, Achola KJ. Cardiovascular and catecholamine
responses to laryngoscopy with and without tracheal intubation. Br J
Anaesth. 1987; 59(3): 295-299.
80. Gong Z, Luo A. Effects of alfentanil and esmolol on hemodynamic and
catecholamine response to tracheal intubation. Chin Med Sci J. 1999;
14(3): 189-192.
61
Download