KARADENİZ BÖLGESİNİN GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA ARTAN

advertisement
KARADENİZ BÖLGESİNİN GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA ARTAN ÖNEMİ
Dr. Elnur Hasan MİKAİL1
1. Karadeniz'in Konumu ve Önemi
Karadeniz, Aral Gölünden Orta Avrupa'ya kadar uzanan bir denizin dünyanın geçirdiği jeolojik evrimler
sonucunda Hazar Denizi ile beraber bu güne intikal etmiş bir kalıntısıdır. Kabaca bir elips şeklinde olan Karadeniz'in en
geniş yeri doğu-batı yönünde Burgaz (Bulgaristan)-Poti (Gürcistan) arası 1170 km.; kuzey-güney yönünde
Odessa(Ukrayna)-Ereğli (Türkiye) arası 600 km.dir. Eski çağlarda hırçınlığı, fırtınaları, çevresinde yaşayan kabilelerin
vahşiliği ve bu kabilelerden bazılarının yabancıları kurban etmeleri sebebiyle "Aksaenos"( Yabancı Düşmanı) adı
verilen Karadeniz'in İyonyalıların kıyılarda ticaret şehirleri kurmasından sonra "Eukseinos"(Konuksever) diye anılmaya
başlandığı rivayet edilmektedir.2
Karadeniz, iki veya daha çok ülke tarafından çevrelenmiş ve bir başka denize dar bir çıkışla irtibatlanmış
olmasından dolayı uluslar arası deniz hukuku tanımlamasına göre yarı kapalı bir denizdir. Karadeniz Hz. İsa'nın
doğumundan yüzyıllar öncesinden beri Asya ile Avrupa arasındaki ticaret yollarının üzerinde olmuştur. Uzak Asya'dan
gelen ticaret kervanlarının Karadeniz kıyılarına boşalttığı çeşitli mallar gemilerle bu denizi aşarak ya İstanbul ve
Çanakkale Boğazlarından geçip Akdeniz limanlarına veya Tuna gibi seyrüsefere elverişli nehirler aracılığı ile
Avrupa'nın büyük şehirlerine ulaşıyordu. Milâttan önce yedinci yüzyıla gelindiğinde Karadeniz'in bütün kıyılarında
İyonyalılar ticaret kolonileri kurarak bu ticareti yönetir hâle gelmişlerdi. Venedik ve Ceneviz'in kendi ticaret
kolonilerini kurmaları çok daha sonraları, Doğu Roma İmparatorluğu'nun gelişmesiyledir. İstanbul 1453 yılında Fatih
Sultan Mehmet tarafından fethedilip Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olduğunda Venedik ve Ceneviz ticaret
kolonileri mevcudiyetlerini devam ettirmekteydi. Bu ticaret kolonileri 1400'lü yılların sonuna kadar Osmanlılar
tarafından tasfiye edildi. Karadeniz bir Türk denizi hâline getirildi ve ticaret kontrol altına alındı. Karadeniz'deki bu
mutlak Türk hâkimiyeti yaklaşık üç yüz yıl boyunca devam etti. Türk hâkimiyeti o kadar mutlak idi ki, 1703 yılında
Padişah II. Mustafa, Rus Çarı Büyük Petro'ya gönderdiği bir nâmede Karadeniz'e bir yabancı kayığın bile çıkmasına
tahammül edilemeyeceğini yazıyordu.3
Karadeniz üzerindeki mutlak Türk egemenliği 18. yüzyılın son çeyreğine kadar sürdü. Rus Çarlığının sıcak
denizlere doğru genişleme siyâseti Avrupa içindeki dengelerin değişmesi, Osmanlı Devletinin kötü yönetilmesi gibi
sebeplerle ve kaybedilen bir Osmanlı-Rus savaşı sonunda 1774 yılında imzalan Küçük Kaynarca Antlaşması ile
meyvelerini verdi. Bu antlaşma ile Rusya, Karadeniz'de ticaret gemileri bulundurma ve bu gemileri Akdeniz'e Boğazlar
üzerinden gönderme hakkına sahip oldu. Böylece Rusya'nın bereketli topraklarında yetiştirilen tahıl ürünleri artık Baltık
limanlarından değil çok daha yakın olan Karadeniz limanlarından dış pazarlara gönderilebilecekti. Yaklaşık bir yüzyılı
aşkın bir zaman sonra Karadeniz'e kıyıdaş başka bağımsız devletler tarih sahnesine çıkıncaya kadar Karadeniz,
Türklerin ve Rusların ortak denizi oldu.
Karadeniz'in güneye , daha doğrusu bütün dünyaya açılma kapısı "Türk Boğazları" olarak anılan İstanbul ve
Çanakkale Boğazlarıdır. Karadeniz'in ekonomik, ticarî ve jeo-stratejik değeri ve önemi Türk Boğazlarının varlığı ile
artmaktadır. Türk Boğazları üzerinde 1453 tarihinden 19. yüzyılın başlarına kadar mutlak egemenlik Osmanlı Devletine
aittir. Bu yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya dahil Avrupalı güçler arasında yapılan anlaşmalarla bu
egemenlik giderek kısıtlanmış, Boğazlar bütün devletlere ait ticaret gemilerinin serbest geçişine açılmıştır. Ancak savaş
gemilerinin geçişine Boğazlar yine kapalı tutulmuştur. Bu kısıtlı kontrol Birinci Dünya Savaşının başladığı 1914 yılına
kadar devam etmiştir.4
Birinci Dünya Savaşının sonunda gâlip devletler tarafından hazırlanan ve yenik Osmanlı Devletine kabûl
ettirilmeye çalışılan mâlûm Sevr anlaşmasının Kesim II, 37. maddesi "Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve
Karadeniz Boğazını kapsayan Boğazlarda gemilerin gidiş gelişi gelecekte gerek barış zamanında gerek savaş zamanında
bayrak ayırımı yapılmaksızın bütün ticaret ve savaş gemileriyle askerlik ve ticaret uçaklarına açık olacaktır." şeklinde
getirdiği bir düzenlemeyle Karadeniz'e giriş çıkışı tamamen serbestleştirmiş ve Boğazlardaki seyrüseferin
düzenlenmesini uluslararası bir komisyona devretmiştir. Türkiye ileride Milletler Cemiyetine üye olduğu takdirde bu
komisyona ancak o zaman katılabilecektir. 5
Lozan'da ise ticaret ve savaş gemilerinin barışta ve savaşta Boğazlardan geçişleri bazı şartlara tâbi tutulmuş,
ancak Boğazlar bölgesi askerden arındırılmış ve Boğazlar rejimin denetlenmesi Türkiye'nin de katılacağı uluslararası
1
TURAN-SAM(TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi) Kurucu Başkanı, +905318121361, [email protected],
www.turansam.org.
2
Neal Ascherson, "Karadeniz", İş Bankası Kültür y. 2001, s. 13.
3
Faruk Bilici, "Karadeniz maddesi, XVIII yüzyıl sonrası", TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 24, s. 388.
4
Yüksel İnan, "The Current Regime of the Turkish Straits", Perceptions, c. VI, s. 1, Mart-Mayıs 2001, s. 103.
5
İbrahim Sâdi Öztürk; "Mondros, Sevr, Lozan Andlaşmaları", Ankara Ticaret Odası y., 200, s. 45-46.
bir komisyona bırakılmıştır. Türkiye açısından Türk Boğazları meselesinin tam olarak çözümlenmesi 20 Temmuz 1936
tarihinde Montrö'de imzalanan "Boğazlar Rejimine İlişkin Sözleşme" ile olmuştur. Montrö sözleşmesi ile Boğazlardan
geçişle ilgili tespit edilen kurallar Türkiye'nin denetimine bırakılmış; Boğazların savunulmasına ilişkin her türlü tedbirin
alınmasında Türkiye yetkili kılınmıştır. Ticaret gemilerinin geçişleri savaş durumunda uygulanacak bazı kısıtlamaların
dışında serbest olmuş; Karadeniz’de kıyısı olan devletlerin savaş gemilerine bazı kurallara tâbi olarak geçiş serbestliği
tanınmış; bu denize kıyısı olmayan devletlerin Karadeniz'de bulunduracağı savaş gemilerinin toplam tonajı 30.00045.000 ton olarak, tek bir devletin bulunduracağı savaş gemilerinin toplam tonajı ise 20.000-30.000 ton olarak tespit
edilmiş (Bu tonaj bugünün 4-6 modern savaş gemisine denk gelmektedir.), bu gemilerin Karadeniz'de kalış süreleri 21
gün ile sınırlandırılmış; geçiş için ön bildirim kuralları konulmuştur. Bir savaş hâlinde ise geçişler daha değişik
kurallara bağlanmıştır.6
Montrö Sözleşmesi bugüne kadar Türkiye açısından büyük bir sorun teşkil etmeden uygulanmıştır. Türkiye,
Montrö Sözleşmesinde herhangi bir değişiklik yapılmadan uygulanmasını millî bir siyâset olarak benimsemiştir.
Nitekim Millî Güvenlik Kurulunca düzenlenen ve Bakanlar Kurulunun onayı ile yürürlüğe giren yeni Millî Güvenlik
Siyâset Belgesinin basına yansıyan şeklinde bazı çevrelerin Montrö Sözleşmesini aşındırmak istediği ifâde edilerek bu
Sözleşmede herhangi bir değişikliğe gidilmesine izin verilmeyeceği; böyle bir tartışma ortamının dahi engelleneceği
belirtilmektedir.7
Yukarıda bir örneği verilen akademik/siyâsî girişimlerinde, NATO dahil bazı siyâsî ve askerî çevrelerin ısrarla
üzerinde durdukları husus bu tehdit biçimlerinin bütün demokratik ve demokratikleşme yolundaki ülkeler için aynı
olduğu ve bu tehditlere karşı ortak tedbirler alınması gerektiğidir. 11 Eylül saldırılarından sonra alınmaya başlanan
ortak güvenlik tedbirlerinden biri de ABD'nin girişimi ile NATO'nun Akdeniz'de başlattığı "Operation Active
Endeavour" isimli harekâttır. OAE kısaltması ile anılan harekâtın amacı NATO üyesi ülkelere ait savaş gemilerinin bir
komuta altında bir araya gelip Akdeniz'deki deniz trafiğini denetleyerek silâh, uyuşturucu, insan, Kitle Tahrip Silâhları
veya bunların yapımında kullanılan malzemelerin yasadışı olarak taşınmasını engellemektir. 2001 sonlarından bu yana
OAE faaliyetlerine Türkiye de bir savaş gemisi ile katılmaktadır. Türkiye benzer bir kontrol görevini "Black Sea
Harmony" (BSH) adıyla Karadeniz'de yürütmeye başlamış bu faaliyete Karadeniz'de kıyısı olan devletleri katılmaya
davet etmiştir. Rusya ve Ukrayna BSH'ye katılmaya olumlu yaklaşmaktadır. Ancak ABD'nin, bir NATO faaliyeti olan
OAE'nin görev alanını Karadeniz'e kadar genişletmek istediği ve bu maksatla Montrö Sözleşmesinin Boğazlardan geçiş,
tonaj ve Karadeniz'de kalış süresi gibi hükümlerinin değiştirilmesi için resmî olmayan üstü örtülü bazı girişimlerde
bulunduğu görülmektedir. Bu girişimler karşısında Millî Güvenlik Siyâset Belgesine Montrö ile ilgili hükümlerin
konulması ve Türkiye-Rusya ortak deklarasyonundaki ifâdeler anlam kazanmaktadır. Türkiye'nin yürüttüğü BSH
operasyonunun NATO ile olan ilgisi açıktır. Birer NATO üyesi olan Bulgaristan ve Romanya'nın da bu operasyona
katılması mümkündür. Akdeniz'e nazaran daha küçük bir deniz olan Karadeniz'de deniz trafiğinin denetlenmesi, bu
denizin kıyıdaş ülkeleri tarafından en iyi bir şekilde yapılabilir. Diğer taraftan Karadeniz Ekonomik İşbirliği
çerçevesinde Türkiye'nin girişimi ile kurulan ve Karadeniz'in bütün kıyıdaş ülkelerinin katıldığı ve "BLACKSEAFOR"
adı verilen bir deniz gücü her sene bir araya gelerek ortak tatbikatlar yapmaktadır. Bu deniz gücünün görevi,
Karadeniz'de arama-kurtarma, insanî yardım, mayın karşı tedbirleri ve çevre koruma harekâtı olarak tespit edilmiştir.
BLACKSEAFOR isimli deniz gücünün bu görevlerine Karadeniz'deki deniz trafiğinin denetlenmesi görevi de
verilebilir ve görev süresi daimi olabilir. Bu imkânlara rağmen ABD'nin OAE faaliyetleri kapsamına Karadeniz'i de
dahil etme girişimlerinin başka amaçları olduğu ister istemez akla gelmektedir. Karadeniz Bölgesi güvenliğinin Avrupa
ile ilişkilendirilmesi konusunda yapılan abartılı değerlendirmeler aynı şekilde büyütülmüş tehdit algılamaları ABD'nin
Karadeniz'de daimi bir askerî güç bulundurma stratejik isteğinin gerekçeleri görüntüsü vermektedir. Soğuk Savaş
sonrası dönemde kazandığı tek süper güç olma pozisyonunu bir dünya egemenliğine dönüştürmek isteyen ABD, süper
bir güç olarak değerlendirilmekte ve uyguladığı politikalar özetle şöyle ifâde edilmektedir:
" Uluslararası kuruluşları ve devletleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek;
" Avrasya ve dünyanın diğer bölgelerinde bulunan enerji kaynakları üzerinde ABD hâkimiyetini sağlamak;
" Rusya'yı çevrelemek, orta vâdede Çin ile mücadeleyi ertelemek ve ilişkileri dengelemek,
" "İstikrarsız Ülkeler Ekseni"ni oluşturan Büyük Orta Doğu'da kontrolü sağlamak;
" Arap-İsrail çatışmasını İsrail lehine çözümlenmesini sağlamak. 8
Karadeniz, antik çağlarda Akdeniz’den sonra ikinci önemli merkez olmuştur. M.Ö. 10. yüzyıllarda Ege insanı
hiç tanımadığı bu denize açılmış, altın ve demir madenleri işletmiş, Karadeniz insanı ile temas etmiştir. Tanımadıkları
Karadeniz’e açılan Egeli denizciler, adalardan yoksun bu denizde hırçın dalgalarla, kuvvetli akıntılarla, fırtınalarla ve
tanımadıkları kavimlerle karşılaşmışlardır. Karadeniz’de karşılaştıkları olumsuzluklardan etkilenen bu insanlar,
Karadeniz’e “dost sevmeyen deniz” anlamında “Pontos Aexeinos” demişlerdir. “Aexeinos”un Persçe bir kelime olan ve
6
İsmail Soysal, "Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları", TTK y., 1989, C. I, s. 493-518.
Mustafa Balbay, "İşte Siyaset Belgesi", Cumhuriyet Gazetesi, 14 Kasım 2005, s. 8.
8
Yılmaz Aklar, "2005 ve Sonrası Küresel Durum, Stratejik Öngörüler ve Türkiye", Avrasya Dosyası, c. 4, s. 10, Kış 2004, s. 637.’den aktaran Yılmaz Tezkan, http://www.haber10.com/makale/2298/ ; Erişim Tarihi: 20.04.2010.
7
“karanlık, muzlim” gibi anlamlar içeren “Ahşaena”dan geldiği belirtilir. “Aexeinos” adının verilişi ile ilgili bir başka
iddia ise, Nuh’un oğullarından Yafes’in torunu olan Aşkenaz’ın bu bölgede yaşamış olmasıdır. Zamanla gemi yapım
teknolojisinin ilerlemesi ile birlikte Karadeniz’e dayanıklı gemilerin yapılmıştır. Karadeniz sahillerinde kurulan koloni
şehirler vasıtasıyla bu bölgenin zenginlikleri Ege ve Akdeniz’e taşınmıştır. Böylece, Karadeniz’e bakış değişmiş ve bu
denize "konuksever deniz" anlamında “Pontos Euxinos” denilmeye başlanmıştır. 9
21. yüzyıl Karadeniz tarihte nasıl anılacaktır? “Pontos Aexeinos” olarak mı, yoksa “Pontos Euxinos” olarak mı
anılacaktır? Karadeniz’de kalıcı barışı kim sağlayacaktır? Karadeniz’in yeniden değişen jeopolitiği bu soruları nasıl
cevaplandıracaktır?
2. Sovyetler Birliği Sonrası Kimliğini Arayan Karadeniz
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası, Karadeniz (Ukrayna, Rusya Federasyonu, Gürcistan) ve
Hazar kıyılarında (Azerbaycan, Rusya Federasyonu, Kazakistan, Türkmenistan) yeni devletler ortaya çıkmıştır.
Moskova, Karadeniz ve Hazar’da önemli limanlarını kaybetmiştir. Varşova Paktı’nın da dağılması ile birlikte
Bulgaristan ve Romanya Moskova’nın nüfuz alanından çıkmıştır. Böylece, Sovyetler Birliği döneminde Karadeniz
(Türkiye kıyıları hariç) ve Hazar (İran kıyıları hariç) Sovyet deniziyken, günümüzde Karadeniz Avrupa denizi, Hazar
ise Avrasya denizi haline dönüşmektedir. Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya Federasyonu ise Karadeniz’de
Kuzeybatı Kafkasya, Hazar’da ise Kuzeydoğu Kafkasya kıyılarına sıkışmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası Karadeniz yeniden şekillenmeye başlamıştır. Karadeniz’e kıyısı olan
(Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Gürcistan) veya Geniş Karadeniz Bölgesi (Balkanlarda Moldova, Makedonya,
Arnavutluk, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Güney Kafkasya’da Azerbaycan ve Ermenistan) içinde yer alan ülkeler Rusya
Federasyonu’ndan uzaklaşarak Batı’ya yakınlaşmaya başlamıştır. Balkan ve Güney Kafkasya’da bulunan Karadeniz
ülkelerinin ortak özellikleri ya eski Varşova Paktı üyesi (Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Makedonya, BosnaHersek, Hırvatistan) ya da eski Sovyetler Birliği cumhuriyeti (Moldova, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan)
olmalarıdır. Söz konusu ülkelerin Batı’ya yakınlaşma konusundaki bu stratejik kararları nedeniyle önümüzdeki on
yıllarda Batı’ya daha yakın, Avrupa-Atlantik dünyasının bir parçası haline gelmiş ve Avrupa Birliği (AB) ile NATO
üyeliğine kabul etmiş Karadeniz ülkelerinin olabileceği muhtemel bir gelişmedir. Kimlik arayışında olan bu ülkelerin
Doğu (Rusya Federasyonu, Bağımsız Devletler Topluluğu, Avrasya vb.) dünyasından Avrupa-Atlantik dünyası olarak
ifade edilen Batı dünyasına (ABD, AB, NATO vb.) doğru günümüzde devam eden bu jeopolitik kayış süreci,
Karadeniz’in Doğu ile Batı arasında tarihsel sıkışmışlığını da yansıtmaktadır. Böylece, Karadeniz’deki Doğu-Batı
kutuplaşması bölgenin yakın geleceğini belirleyecek en önemli unsurlar arasında yer almaya aday gözükmektedir. Bu
bağlamda, Karadeniz’i değerlendirebilmek için Osmanlı Devleti, Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği’siz bir Karadeniz
tarihinin eksik olacağı, buna karşın Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası Batı’nın Karadeniz’e yıldan yıla daha fazla
nüfuz etmesi ile birlikte Karadeniz için yeni bir tarihin yazılmaya başlandığını görmek gerekmektedir. Karadeniz
böylece, son on yılında tarihinde hiç yer almamış iki yeni dünya gücü (ABD ve AB) ile karşı karşıya kalmıştır.
Birbirleriyle koordineli hareket eden bu iki siyasi, ekonomik ve askeri gücün Karadeniz’in yakın ve uzak geleceğini
nasıl etkileyeceği henüz belli değildir.
Karadeniz’in kuzeybatı parçası olan ve Rusya Federasyonu sınırları içerisinde yer alan Kuzey Kafkasya ve
Moskova’nın fiilen nüfuz alanı içinde olan Abhazya’nın da Karadeniz’de (özellikle Gürcistan ve Ukrayna’da) meydana
gelen Batı yanlısı değişim rüzgarlarından etkilenmemesi mümkün değildir. Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği devirleri
dahil olmak üzere günümüzde Gürcistan’ın başkenti Tiflis ve Ukrayna’nın başkenti Kiev, Kuzey Kafkasyalı (Abhaz,
Adige, Çeçen, Oset, Dağıstanlı vb.) aydınların toplandığı, örgütlendiği ve düşünce hareketlerinden etkilendiği iki
merkez olmuştur. Bu nedenle, Tiflis ve Kiev’de farklı rüzgarların esmesi Kuzey Kafkasya ve Abhazya’yı etkilemekte,
Kuzey Kafkasya halkları ile birlikte Abhaz halkının değişim ve kimlik taleplerini güçlendirmektedir. Sovyetler Birliği
devrindeki özerk cumhuriyet ve özerk bölgelerin üzerinde oluşan ve devletleşme sürecini yaşamakta olan (Adigey,
Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar, Kuzey Osetya, İnguşetya, Dağıstan) ve/veya fiilen bağımsızlığını ilan etmiş olan
federe cumhuriyetlerdeki (Çeçenistan, Abhazya, Güney Osetya) söz konusu değişim ve kimlik taleplerindeki
hareketlenmenin önümüzdeki yıllarda da artarak sürmesi olasıdır. Bu nedenle, Karadeniz’de Kuzeybatı Kafkasya
kıyılarına sıkışmış olan ve bu kıyılardan başka sadece Güneybatı Kafkasya kıyı şeridinde bulunan Abhazya’yı nüfuz
alanında tutabilen Moskova, Batı Kafkasya’daki siyasi değişim taleplerinden çok rahatsız olmaktadır.
Güney Kafkasya’nın en stratejik öneme sahip ülkesi olan Gürcistan’da odaklaşan Batı ile Doğu arasındaki
nüfuz mücadelesi, 2004 yılı başında Gürcistan’da daha sonra model haline gelen Batı yanlısı ilk sivil darbenin
gerçekleşmesine yol açmıştır. Gürcistan modeli, sivil darbe ile Sovyet eğitimli yöneticilerin tasfiyesi, Batı (AB, ABD)
eğitimli genç yöneticilerin iktidarı ele geçirmesi ile ülkenin demokratikleştirilmesi sürecinin başlatılması ve Batı
dünyasına entegrasyonun hızlandırılması olarak özetlenebilir. Ancak, söz konusu modelin başarılı olup olamayacağı
büyük ölçüde “Rusya Faktörü”nün etkili olup olamayacağına bağlıdır. Gürcistan modelinin başarılı olması
Moskova’nın eski Sovyet cumhuriyetleri üzerindeki etkisinin kesin olarak tasfiyesi anlamına gelmektedir. Moskova’nın
9
Adem Işık, “Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi”, Türk Tarih Kurumu, 2001, s. 1-2.
Çarlık Rusyası ve SSCB dönemlerinde kesintisiz olarak iki yüzyıldır yönettiği Karadeniz’den tasfiye edilmeye seyirci
kalmasını beklemek doğru olacak mıdır? Ancak, Gürcistan ve Ukrayna’da gerçekleşen turuncu devrimler ve Haydar
Aliyev’in vefatı Karadeniz’e Batı'nın (özellikle ABD’nin) bir adım daha yerleşmesine zemin hazırlayacak bir sürecin
halkaları olarak yorumlanabilir. Nitekim, artık Karadeniz’de eski Sovyet yönetici sınıfından gelmeyen, daha genç ve
Batı’ya daha açık iktidarlar dönemine girilmektedir. Ancak, iktidarların yeni ve genç bir kuşak tarafından teslim
alınması, belirli fırsatlar getirebileceği gibi, potansiyel riskler de taşımaktadır. Çünkü, Karadeniz coğrafyasının
karmaşık jeostratejik dengelerini gözetebilmek ve bütün etki unsurlarını iyi hesaba katabilmek, belirgin siyasal ve
kişisel deneyime sahip olmayı gerektirmektedir. Kuçma, Aliyev ve Şevardnadze gibi duayenlerin yokluğu bu meyanda
potansiyel zikzaklar ve belirsizlikler ihtimalini artırmakta olsa da mevcut kan ve kadro değişimi Karadeniz’in siyasi
yapısında yeni bir döneme girmekte olduğuna işaret etmiştir.
3. 2000’li Yıllarda Karadeniz’in Önemi Neden Artmaktadır?
Karadeniz’in yeni bir döneme girişinin ilk adımlarını ABD atmıştır. Karadeniz, 2 Mart 2006’da ABD’nin
Akdeniz’de terörizm ve suçla mücadele kapsamında faaliyet gösteren NATO Aktif Çaba Operasyonu (Operation Active
Endeavor)’nun görev alanını Karadeniz’e de genişletmek istemesi ve Ankara ile Moskova’nın buna karşı çıkması ile
gündeme taşınmıştır. Ancak, “Karadeniz Uyum Harekatı” adı altında Karadeniz’de ulusal düzeyde deniz
operasyonlarını sürdüren Türkiye, Karadeniz’in terörle mücadele kapsamında bir NATO operasyonuna konu edilmesini
gereksiz bulmaktadır. 3 Mart’da da ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, Montrö Antlaşması'nın, uluslararası bir
su olan Karadeniz'e askeri güç girmesi konusunda açık olduğuna dikkat çekerek, Karadeniz'in uluslararası sularda
bulunmasından kaynaklanan haklardan yararlanmak istediklerini belirtmişlerdir. 16 Mart’da da Türkiye’nin “Karadeniz
Uyum Harekatı”na Rusya Federasyonu’nun da katılmasını öngören bir protokolun imzalandığı açıklanmıştır.
4. Özellikle ABD için Karadeniz’in önemi neden giderek artmaktadır?
2000’li yıllarda, Karadeniz’in öneminin giderek artmasının birkaç ana nedeni bulunmaktadır. Birinci neden,
Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılması, bu dağılma sonrası batıdan doğuya doğru genişlemeye devam
eden AB ve NATO’nun Kardeniz’e kadar genişlemeyi tamamlamış olması ve Karadeniz’i kapsayacak şekilde Güney
Kafkasya’yı da (“Dublin’den Bakü’ye”) içine alarak genişlemeyi tamamlamak istemesidir.
Nitekim, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’nin son genişlemesinden sonra, 11 Mart 2003 tarihinde AB Komisyonu
tarafından hazırlanan ve AB Dışişleri Bakanları tarafından kabul edilen Daha Geniş Avrupa (Wider EuropeNeighbourhood: A New Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours) programı çerçevesinde
AB, Karadeniz ülkeleri ile ilişkileri düzeltme yönünde adımlar atmaya başlamıştır. Bu bağlamda, AB’nin
Karadeniz’deki dondurulmuş çatışma bölgelerindeki sorunların çözülmesinde, siyasî ve ekonomik reformların
gerçekleştirilmesinde daha etkin bir rol üstleneceği beklenmektedir. Daha Geniş Avrupa programında demokrasiye
geçiş süreci, ödüllerle teşvik edilen ve Kopenhag Kriterleri benzeri koşulları yerine getirmeleri karşılığında adeta
“AB’ye üyelik dışında hemen herşeyin teklif edildiği uzun bir süreç” olarak aktarılmaktadır. Teklif edilen hukukî
çerçeve ise “ortaklıktan ziyade, üyelikten daha az bir dizi hakları” içermektedir.10
14 Haziran 2004’te Daha programına Güney Kafkasya ülkeleri de dahil edilmiştir. AB’nin Sovyetler Birliği
coğrafyasındaki ikinci genişlemesinin Güney Kafkasya’yı (özellikle Gürcistan’ı) kapsayabileceği de olasılıklar
içerisindedir. Üçüncü Dalga olarak adlandırılmaya başlanan sözkonusu olası genişleme, Moskova’yı AB’nin Mayıs
2004 genişlemesinden daha fazla etkileyebilecektir. Karadeniz ülkelerinin NATO ve AB üyeliği bu ülkelerde büyük
ekonomik ve siyasî yapısal reformlar yapıldığı takdirde mümkün olabilecektir. Karadeniz ülkeleri ekonomik ve siyasî
yapısal reformların gerçekleştirilmesinde istekli görünse de bu ülkelerin sosyal, siyasî ve ekonomik kurumlarının
yetersiz olması nedeniyle yeterince başarılı olunamamaktadır. Bu nedenle, bu ülkelere yönelik Avrupa-Atlantik (AB ve
ABD) yardımları ağırlıklı olarak demokratik kurumların yapılanması, ekonomik yapının yenilenmesi, sivil toplum ve
hukukun gelişimi sağlanmasına yöneliktir. Karadeniz devletlerinin başarısı, demokrasi ve sivil toplumlarının gelişimine
ve ekonomilerinin dışa açılmasına bağlıdır.
İkinci neden, Karadeniz ülkelerinin yaklaşık son iki yüzyıldır Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği’nin
egemenlik ve nüfuz alanında kalmaları ve Rusya Federasyonu’nun önümüzdeki on yıllarda ekonomik, siyasi ve askeri
alanlarda toparlanması sonrası tekrar eski nüfuz alanına dönmek isteyebileceği ihtimalinin olması, söz konusu ülkelerin
NATO ve AB üyeliğini ülkelerinin gelecekteki siyasi, ekonomik ve askeri güvenliğinin en önemli güvencesi olarak
görmelerine yol açmaktadır. Karadeniz ülkelerinin ulusal güvenliklerini sağlama kapasitesinin zayıf oluşu da onları
güçlü bir dış desteğe muhtaç bırakmaktadır. Ayrıca Karadeniz ülkelerinin demokrasi, çoğulculuk ve serbest pazar
ekonomisine doğru yönelimleri artarken, Rusya Federasyonu’nun tersi bir süreç izlediği görülmektedir. Bu nedenle
10
Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi, geliştirilen işbirliği ile AB’nin komşularının AB’nin bütün ekonomik avantajlarından
yararlanabileceklerini, siyasî katılıma ise haklarının bulunmadığını açıklamıştır. Bkz. Sabine Herre, “Ukraina Doljna Ostatysya za
Bortom”, Die Tageszeitung, 13 Nisan 2004, http://www.inosmi.ru/208994.html.; Avrupa Birliği Resmî Internet Sayfası:
http://europa.eu.int/eur-lex/en/com/cnc/2003/com2003_0104en01.pdf.
Rusya Federasyonu’na karşı duyulan kaygı bu ülkelerin ekonomik işbirliği yerine, güvenliğe öncelik vermelerine yol
açmaktadır.
Üçüncü neden, 11 Eylül 2001 saldırısı sonrası ABD’nin “terör” merkezlerini yok etmeye yönelik başlattığı
askeri harekat içinde Karadeniz’in bulunduğu özel konumdur. Nitekim, Karadeniz, ABD’nin Ortadoğu (özellikle Irak)
ve Orta Asya’ya (özellikle Afganistan) açılımı için stratejik bir konumdadır. Özellikle, Orta Asya’da bulunan ABD
askerî varlığı ile ulaşımın sağlanması açısından ABD için önemli hale getirmiştir. ABD uçaklarının Avrupa’dan Orta
Asya’ya ve Afganistan’a gitmek için kullandığı hava koridoru Karadeniz’den geçmektedir. ABD Orta Asya’daki askerî
üslerini Rusya Federasyonu, Çin ya da İran üzerinden besleyemeyeceği için Pakistan-Afganistan veya TürkiyeGürcistan-Azerbaycan koridorunu kullanmak zorundadır. Her iki bölgenin de istikrarsız karakteri düşünüldüğünde,
ABD sadece tek bir koridora bağımlı olmaktan kaçınmaktadır. Böylece, daha önce “Doğu-Batı Enerji Koridoru” olarak
literatürümüze giren koridor, bu defa “Karadeniz Güvenlik Koridoru” olarak uluslararası siyasette yerini almıştır.
11 Eylül saldırısının ardından oluşan konjonktürden yararlanan ABD, olağan koşullarda yerleşmesinin adeta
imkansız olduğu Sovyetler Birliği topraklarına yerleşmeye başlamıştır. Aslında, Rusya Federasyonu’nda 1999 yılında
Vladimir Putin dönemi başladığı zaman, genel beklenti Putin iktidarının Batı dünyasına daha sert tavır alacağı
yönündeydi. Ancak, beklenen gerçekleşmemiştir. 1993 yılında oluşturulan ve eski Sovyetler Birliği coğrafyasını nüfuz
alanı olarak tanımlayan Yakın Çevre Politikası, Putin döneminde anlamsızlaşmıştır. NATO ve AB genişlemeye devam
edebilmiş, Karadeniz, Güney Kafkasya ve Orta Asya’ya yerleşmeye başlayabilmiştir. Balkanlara, Afganistan’a ve son
olarak Irak’a askeri müdahalede bulunulabilmiştir. Bu bağlamda, Romanya ile ABD arasında, Romanya’nın Karadeniz
kıyılarında ABD askeri üsleri kurulması konusunda bir anlaşma imzalanmıştır. Bulgaristan ile de benzer bir anlaşmanın
2006 bahar aylarında imzalanması beklenmektedir. ABD’nin özellikle Romanya ve Bulgaristan’da güvenli birer
stratejik pozisyon elde etmesiyle birlikte Karadeniz bölgesinde yeni bir güç yapılanması belirmektedir. 11
Ayrıca, NATO üyeleri olan Fransa ve Almanya gibi ülkeler bile Irak konusunda ABD’nin yanında yer
almamışken, NATO ile “Barış İçin Ortaklık” anlaşmasını imzalamalarının ardından ancak on yıl geçmiş olan Karadeniz
ülkeleri de 2004 yılında Irak’a asker gönderebilmiştir. Bu nedenle, 14 Mart 2004 devlet başkanlığı seçimleri ile
başlayan ikinci Putin döneminde de Batı’nın Karadeniz’de Rusya Federasyonu’na karşı kazanımları karşısında Kremlin
çaresizliğini sürdürecek gibi gözükmektedir.
Dördüncü neden, ABD’nin olası bir İran harekatı ve Avrupa-Atlantik dünyası dışında kalan Beyaz Rusya ile
Rusya Federasyonu’nun askeri hareketlerini kontrol altında tutmak için, Karadeniz’i “askeri üs, radar istasyonları ve
casus uçakları ile izleme merkezi” olarak değerlendirmek istemesidir.
Bu bağlamda ABD, Hazar’ın güvenliğinin sağlanması için “Caspian Guard” programı çerçevesinde 135
Milyon Dolar harcayacağını açıklamıştır. Bunun yanında ABD, Azerbaycan’ın İran sınırında bulunan Astara ve
Bakü’nün kuzeyinde bulunan Hızı bölgelerinde “s” bandında iki radar istasyonunu Ağustos 2005’de faaliyete
geçirmiştir. Eskimiş teknolojili bu iki istasyon, 20 Milyon Dolara mal olmuştur. Bu yıl, Bakü’nün yer aldığı Apşeron
yarımadasında (Bakü yakınlarında bir sahil köyü olan Zire veya Bakü yakınlarındaki Nargin adasında) faaliyete
geçecek olan “c” bandındaki bir mobil radar istasyonu ile birlikte üç radar istasyonu arasında düzenli ve devamlı bir
iletişim ağı da kurulacaktır. ABD, Azerbaycan’da oluşturduğu üç ayaklı radar sistemi ile İran’ın bütün kuzey
bölgelerini, Rusya Federasyonu’nun Hazar kıyılarını, Ermenistan’ı izleyebilecektir. Azerbaycan’daki kurulan radar
istasyonları 2015’e kadar Güney Kafkasya’da oluşturulması planlanan “Caucasus Net” (RLS/Radio Location System)
sistemine dahil edilecektir. Söz konusu istemde küresel eşalon sisteminin bir parçası olacaktır. ABD’nin radar
istasyonlarını oluşturmasından sonra askeri üs açmasına da kesin gözüyle bakılmaktadır. Askeri uzmanlar ABD’nin bir
ülkeye ilk önce radar stasyonları ve savaş uçakları yerleştirdiğini, ikinci aşamada ise ağır askeri araçlar ve kara
ordusunun getirdiğini iddia etmektedirler. Azerbaycan’ın kuzey (Rusya Federasyonu-Kuzey Kafkasya sınırı) ve güney
(İran sınırı) bölgesinde yer alan dağlık bölgeleri Pentagon uzmanlarının incelemeye başladığı ve bu inceleme sonucunda
ABD Savunma Bakanlığı’nın Doğu Avrupa’da uyguladığı “Sun of Star Wars” programı çerçevesinde Azerbaycan’a iki
füze üssü oluşturacağı iddia edilmektedir. Bu füze üslerinden biri ülkenin kuzeyinde, diğeri ise güneyinde bulunan radar
üslerine yakın olacaktır.12
2005 yılından itibaren Azerbaycan’ın kuzey güney ve ortasında Hazar kıyısında radar üssü oluşturan ABD’nin
asıl amacının Rusya Federasyonu, İran ve Beyaz Rusya hava sahasını tamamen denetim altında tutmak olduğu iddia
edilmektedir. ABD’nin bu amaçla, Moldova ve Baltık ülkelerinde de radar istasyonu kurduğu bilinmektedir. Ancak
ABD, “Post-Sovyet coğrafyasının batı bölgelerinde uçuşların güvenliğinin sağlanması ve yönlendirilmesi, aynı
zamanda sınırların güvenliği ve uluslararası terörizm ile mücadelenin etkinliğini arttırmak için” söz konusu
istasyonların kurulduğunu iddia etmektedir. Azerbaycan’da yakın mesafeyi izleyebilen “s” bandındaki radar
istasyonlarının, yakın bir gelecekte en son teknolojiyi içeren ve uzak mesafedeki yer üstü ve hava hedeflerini
izleyebilen “x” bandı radar sistemine dönüştürüleceği de iddia edilmektedir. Nitekim, savaş ve istihbarat uçakları ile
11
Federico Bordonaro, ''Bulgaria, Romania and the Changing Structure of the Black Sea's Geopolitics'', The Power and Interest News
Report (PINR) İnternet Sayfası, 20 Mayıs 2005:
http://www.pinr.com/report.php?ac=view_report&report_id=302&language_id=1
12
“Ulduz savaşlarının Övladı Azerbaycanda”, Ekspress, 29-31 Ekim 2005, Bakü.
istihbarat uyduları bir coğrafyanın ayrıntılı haritasını elde edebilmek için “x” bandına (10-11 Ghers) gereksinim
duymaktadır. Bu dalgalardan yararlanarak elde edilen fotoğraf oldukça nettir. 13
ABD, Güney Kafkasya ve Orta Asya üzerinden izlemeyi, radar istasyonlarından ziyade 550 km.’lik bir alanı
tarayabilen AWACS (Airborne Warning and Control System) uçakları ile gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Güney
Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya birer AWACS uçağının konuşlandırılması beklenilmektedir. Bu bağlamda, Azerbaycan’a
4, Gürcistan’a 3 ABD subayının gittiği ve Azerbaycan’da Kürdemir, Kala, Zeynalabidin Tağıyev ve Gürcistan’da
Vaziani, Marneuli, Batum havaalanlarının durumunu kontrol ettikleri iddia edilmektedir. 14
Beşinci neden, 11 Eylül saldırısı sonrası, dünya petrolünün yüzde 65’ini, doğal gazının ise yüzde 40’ını
bulunduran ve gittikçe istikrarsızlaşan Orta Doğu’ya alternatif olabilecek enerji kaynakları arayışıdır. Karadeniz ve
Hazar Bölgesi coğrafî konumundan ileri gelen jeopolitik önemi yanında zengin enerji kaynaklarına sahip bir bölgedir.
Söz konusu bölge, petrol ve gaz rezervleri (ispatlanmış), mevcut veriler ve (arama+üretim) maliyetleri dikkate
alındığında, Orta Doğu rezervleri ile kıyaslanacak büyüklükte değildir. Buna karşın, arz güvenliği ve buna bağlı olarak
kaynak çeşitliliği olguları dikkate alındığında, bu kaynakların öneminin önümüzdeki yıllarda hızla artması
beklenmelidir.15
Altıncı neden, Rusya-Ukrayna doğalgaz krizinin ardından, enerji güvenliğinin dünyada hayli önem kazanması
ve gözlerin Karadeniz bölgesine çevrilmesidir. Nitekim Karadeniz, gerek tanker taşımacılığı, gerekse petrol ve doğal
gaz petrol boru hatları ile “Doğu-Batı Enerji Koridoru” üzerindedir. Bu nedenle, Avrupa’nın özellikle doğal gaz
alanında enerji güvenliğinin sağlanması için Karadeniz giderek ön plana çıkmaktadır. Söz konusu nedenler, Karadeniz’i
ister istemez giderek Batı ile Doğu arasındaki nüfuz mücadelesinin merkezi durumuna getirmektedir.
5. Türkiye KEİ’ye Yeni Bir Ruh Vermeyi Başarabilecek mi?
Türkiye’nin Batı blokunda olduğu tartışmasız bir gerçektir. Türkiye NATO’ya üyedir ve AB ile müzakerelere
başlamıştır. Karadeniz’de kıyısı olan diğer ülkeler ise eski Doğu bloku ülkeleridir ve Rusya Federasyonu dışındaki
ülkeler NATO’ya ve AB’ye üye olmak istemektedir. Bu tabloya karşın Türkiye’nin, fiziki ve siyasi olarak Avrupa kıtası
içinde yer alan Karadeniz’in NATO-AB gölü haline gelmesine ve ABD’nin Karadeniz girişimlerine gönülsüz
davrandığı; Karadeniz’de bu denize kıyıdaş olmayan yeni oyuncular (ABD, NATO, AB gibi) istemediği; Karadeniz’de
mevcut durumu savunduğu; KEİ (Karadeniz Ekonomik İşbirliği) ve Blackseafor (Black Sea Naval Cooperation Task
Group) dışında bir organizasyonun oluşmasına olumlu bakmadığı; Rusya Federasyonu ile Türkiye’nin Karadeniz’in
demokratikleşmesine engel olduğu; Ukrayna ile Gürcistan’ın AB ve NATO üyeliğine karşı olduğu; ABD’nin batıdan
(Balkanlar), doğudan (Kafkasya), güneyden (Ortadoğu-Irak) Türkiye’yi çevirdiği ve tek açık yön olan kuzeyden de
(Karadeniz) çevirerek Türkiye’yi çember içine alacağı iddiaları bulunmaktadır.
Söz konusu bu iddialar doğru veya asılsız olsa bile, Türkiye’nin yeni politikalarını oluşturabileceği ilk ve en
sağlam zemin, kuruluşunda öncülük yaptığı ve 1 Mayıs-31 Ekim 2007 tarihleri arasında 6 ay dönem başkanlığını
yapacağı KEİ olabilir. Nitekim, 25 Haziran 1992’de İstanbul Zirvesi’nde yayınlanan Bildiri ve Boğaziçi Açıklaması ile
resmen kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği teşkilatı (KEİ), 2007 yılında 15. kuruluş yıldönümünü devlet başkanları
zirvesi ile kutlamaya hazırlanmaktadır. Ancak, KEİ coğrafyasında başlangıç dönemindeki ile günümüzdeki şartlar
oldukça farklıdır. Bölge ülkelerinin öncelikleri ve birbirleriyle ilişkilerinde köklü değişmeler olmuştur.
AB ve NATO’nun Karadeniz’e doğru genişlemesi ve bölge ülkelerinin AB ve NATO üyelik isteği KEİ’yi
gölgede bırakmıştır. Romanya ve Bulgaristan AB üyeliğine yönelirken, KEİ’nin fikir babası Türkiye de enerjisini AB
üyeliğine yöneltmiştir. Aslında, Rusya Federasyonu dışında KEİ üyesi ülkelerin tümü AB üyeliği özlemi duymaktadır.
Böylece, bu fiili durum, KEİ’nin cazibesi azaltmış, AB ve ABD’ninkini artmıştır. Nitekim, AB ile ilişkilerin
geliştirilmesi ve derinleştirilmesi yoluyla KEİ’nin canlandırılabileceği fikri teşkilat içinde geniş destek görmektedir. 28
Ekim 2005 tarihinde Moldova-Kişinev’de yapılan KEİ Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı’nda bu amaç ifade
edilmiş, AB’ye Karadeniz’e yönelik bir bölgesel politika geliştirmesi çağrısında bulunulmuş, bu hususları takip ve
gerçekleştirmekle hem KEİ hem de AB üyesi olan Yunanistan görevlendirilmiştir. Karadeniz’e ilgisi gittikçe artan ve
bölge ülkeleriyle ilişkilerini derinleştiren ABD’de de söz konusu toplantı da gözlemci üyeliğe kabul edilmiştir. 16
ABD’nin KEİ içindeki aktivitesinin ne olacağı henüz belli değildir. KEİ’nin etkinleştirilmesi gerektiğini tüm
üye ülkeler dile getirmektedir. Ancak, üye ülkelerin bazıları AB ve ABD’ye yakınlaşmakla, Türkiye ve Rusya
Federasyonu ise KEİ içinde düzenlemeler ve yeni inisiyatifler almakla teşkilatın yenilenmesini savunmaktadırlar.
Karadeniz’de dondurulmuş çatışma bölgelerini içeren ülkeler de (Moldova, Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan) KEİ’de
13
“Ulduz savaşlarının Övladı Azerbaycanda”.
“Ulduz savaşlarının Övladı Azerbaycanda”.
15
Necdet Pamir, “Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin Enerji Güvenliği’ne Etkileri”, 13
Mart 2006, ASAM İnternet Sayfası: http://www.avsam.org/tr/analizler.asp?ID=71
16
KEİ’ye Üye Ülkeler: Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya, Sırbistan, Türkiye,
Ukrayna ve Yunanistan; KEİ’ye Gözlemci Ülkeler: Mısır, Fransa, Almanya, İsrail, İtalya, Polonya, Slovakya, Tunus, Çek
Cumhuriyeti, ABD, Hırvatistan, Beyaz Rusya; Avusturya gözlemciliğe başvuruda bulunmuştur. İngiltere’nin de başvurmayı
değerlendirmektedir.
14
güvenlik konularının ele alınmasını istemektedirler. Türkiye ve Rusya Federasyonu ise KEİ’nin bir ekonomik işbirliği
örgütü olduğunu, üyeler arasındaki bu tür sorunların KEİ’ye taşınmasının örgütü felç edebileceğini, siyasi sorunların
esasen AGİT, Avrupa Komisyonu gibi zeminlerde ele alınmasının uygun olacağını savunmaktadır. Türkiye’yi KEİ’yi
kurmaya yönelten temel düşüncelerden biri de Karadeniz’de bürokrasiyi azaltarak ticaretin, yatırımların ve
girişimciliğin önünü açmak olmuştur. Ancak, Rusya Federasyonu’nun içe dönük ekonomi politikalarına yönelmesi ve
diğer KEİ üyelerinin AB ile bütünleşmeye yönelmesi ile KEİ bu işlevini kaybetmiştir.
KEİ, bu imkan ve ilgiyi üyeleri arasında bir çatışma konusu olmaktan çıkarıp uzlaşma hususu yapabilirse,
bölgesel işbirliğini canlandırabileceği ve varlığını anlamlı kılabileceği düşünülmektedir. Esasen Avrasya’daki petrol ve
doğal gazın hem güvenli biçimde ortak kullanımı, hem de Batı pazarına nakli böyle bir işbirliğini herkes için yararlı ve
zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa Kömür ve Çelik Birliğinin kuruluşuna benzer bir yaklaşımın KEİ
coğrafyasında petrol ve doğal gaz nakline uygulanabileceği, böylece bölgede güven bunalımı yaratmakta olan bir
konunun güven tesisine çevrilebileceği düşünülmektedir. Ayrıca, 20 milyon km²’lik bir alana yayılmış bulunan ve 350
milyonluk bir nüfusa sahip olan KEİ, bugün dünya ticaretinin yüzde 5'ini gerçekleştirmektedir. KEİ ülkelerinin dış
ticaret hacmi 650 Milyar Dolardır. Birbirleriyle dış ticareti toplam dış ticaretlerinin yüzde 10'undan azdır. Türkiye'nin
KEİ ülkeleriyle dış ticaret hacmi ise 22 Milyar Dolardır. KEİ ülkeleri dış ticaretlerinin yarısını birbirleriyle yapmaları
sağlansa bile 325 Milyar Dolar hacminde bir pazar oluşabilir.
6. Karadeniz’de Romanya ve Ukrayna-Gürcistan’ın Yeni İşbirliği Arayışları
Türkiye’nin KEİ’yi tekrar canlandırıp canlandırmayacağı tartışılırken, Karadeniz ülkelerinin Avrupa-Atlantik
dünyasının da desteği ile yeni arayışlara girdiği görülmektedir. 2005 yılında, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan’ın Rusya
Federasyonu’na karşı Karadeniz bölgesinde stratejik denge gereksinmelerinden kaynaklanan ve Türkiye’nin günümüz
koşullarına göre Karadeniz için yeni politik açılımlar üretmekte geç kalması nedeniyle kurumsallaşmaya başlayan yeni
işbirliği arayışları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Yeni işbirliği arayışlarının birincisi, Romanya’dan kaynaklanmıştır. NATO üyesi olan ve 2007’de AB üyesi de
olacak olan Romanya, AB üyesi olmayan Karadeniz ülkelerinin AB’ye açılan kapısı olmayı kendine misyon edinmiştir.
Aslında, Varşova Paktı döneminde de Romanya, diğer Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği ülkelerinin (özellikle
Azerbaycan’ın) Avrupa’ya açılan kapısı olmuştur. Geçmişten gelen deneyimle hareket eden Romanya, Türkiye’nin
günümüz koşullarına göre Karadeniz için yeni politik açılımlar üretmekte geç kalması nedeniyle bölge liderliğine
oynamaya başlamıştır. Romanya’nın iddialarına göre, “KEİ koma halinde bir kuruluştur. Hem KEİ, hem de Blackseafor
bölgenin ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır. 15 Ekim 2005’de Tiflis’te yapılan ve siyasi bir metin üzerinde
anlaşılamayan Blackseafor’un son toplantısı başarısızdır. Operasyonel olmasının engellenmeye çalışıldığı
Blackseafor’un Aktif Çaba Operasyonu (Operation Active Endeavor) ile daha ileri bir aşamaya geçmesini
istenmektedir. Bükreş, Ankara ve Moskova’nın baskısı ile karşılaşmamak için Washington ve Brüksel’in desteğine
ihtiyaç duymaktadır”.
Söz konusu bu çerçeve içinde Romanya, 2005 yılında “Karadeniz Diyalog ve Ortaklık Forumu” önerisini
açıklamıştır. Karadeniz’de işbirliğine bir şemsiye olarak getirilmek istenilen, katılımcılığın ve serbestliğin esas olduğu,
fazla kurumsal bir yapının düşünülmediği ve yaklaşık 700 üst düzey katılımcının davet edilmesinin planlandığı bu
forumun 5 Haziran 2006’de Bükreş’te düzenlenecek bir zirveyle başlatılması planlanmıştır. Karadeniz’deki ve bölge
dışındaki devletlere, düşünce kuruluşlarına, iş çevrelerine açık olan bir yapısı bulunması ve hemen her konunun
isteyenler arasında ele alınabilmesi öngörülmektedir. Ekonomi, enerji güvenliği ve demokratikleşme üzerine çalışmayı
amaçlayan “Karadeniz Diyalog ve Ortaklık Forumu”nun Moskova tarafından boykot edilmesini önlemek içinde
Ankara’dan en üst düzeylerde (Cumhurbaşkanı veya Başbakan seviyesinde) davet düşünülmektedir. Söz konusu
toplantı sonunda bakanlar düzeyinde açıklanacak bir deklarasyon ile de toplantıya siyasi bir misyonun da verilmesi
istenilmektedir. Böylece, bu toplantı ile birlikte Romanya hem Karadeniz’de liderliğini ilan edecek, bölgedeki
faaliyetlerine bir meşruiyet kazandıracak ve hem de Karadeniz bölgesi ile iletişime geçmek için tek aracın KEİ
olmadığını AB’ye göstermiş olacaktır.
Karadeniz’de Romanya dışında ikinci yeni işbirliği arayışı Gürcistan-Ukrayna ikilisinin girişimleri ile
başlamıştır. Romanya’nın Türkiye’nin öncülüğünü önemsemez tavırlarına karşın, Gürcistan-Ukrayna ikilisi Türkiye’ye
rağmen Karadeniz’de işbirliğinin yapılmayacağının farkındadır. Bu bağlamda, Gürcistan-Ukrayna ikilisinin öncülüğünü
yaptığı ve bir anlamda Karadeniz Diyalog ve Ortaklık Forumu”na rakip olan “Demokratik Seçenek Topluluğu (The
Community of Democratic Choice-CDC)” daha gerçekçi temeller üzerine 1-2 Aralık 2005’de Ukrayna-Kiev’de
kurulmuştur. Demokrasi, insan hakları ve dondurulmuş çatışma bölgeleri üzerine çalışmayı amaçlayan, AB ve NATO
ile yakın işbirliğini öngören CDC, ikinci toplantısını da 9-10 Mart 2006’da Gürcistan-Tiflis’te yapmıştır.
Yeni işbirliği arayışlarının üçüncüsü, Batlık ülkelerinden kaynaklanmaktadır. Baltık ülkelerinin kurmuş olduğu
ve Litvanya’nın başkentinin adı ile anılan “Vilnius Groups”, Baltıkların NATO ve AB’ye giriş sürecindeki
deneyimlerini Karadeniz ülkelerine aktarmak arzusundadır. ABD tarafından Baltık ülkeleri (Letonya, Litvanya,
Estonya) ile Güney Kafkasya ülkeleri (Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan) arasında bir eylem planı da oluşturulmuştur.
Amaç, Baltıkların ekonomik, sosyal, siyasal reformları konusunda bilgi ve deneyimini Güney Kafkasya’ya aktarmak ve
bu ülkeleri NATO’ya ve AB’ye üyelik sürecine hazırlamaya katkıda bulunmaktadır. Baltık ülkeleri ve Güney Kafkasya
ülkeleri eski Sovyetler Birliği ülkesidir. Kendi aralarında kültürel ve tarihsel yakınlık bulunduğu için bir blok olarak
değerlendirilmektedir. NATO’ya ve AB’ye girmeyi başarmış ilk Sovyetler Birliği ülkeleri olarak gerek bu
deneyimlerini, gerekse siyasî, ekonomik, askerî vb. dönüşüm deneyimlerini Güney Kafkasya’ya aktarmaya
başlamışlardır. Vilnius’da 2006 yaz aylarında Karadeniz-Baltık ilişkilerini ele alacak bir konferansın yapılması
beklenilmektedir.
7. Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği Kapsamında Türk Boğazları
1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasına kadar Boğazlardan geçiş kurallarını Osmanlı Devleti tek başına
belirlemiştir. 1774-1841 dönemi, geçiş rejiminin birtakım açık ve gizli anlaşmayla belirlenmeye çalışıldığı bir
dönemdir. 1841 yılında imzalanan “Londra Boğazlar Sözleşmesi” ile geçiş rejimi uluslararası bir nitelik kazanmış ve bu
sözleşme I. Dünya Savaşı’na kadar uygulanmıştır. I. Dünya Savaşı sonunda (Mart 1920) Boğazların kontrolü "Boğazlar
Komisyonu" denilen uluslararası bir komisyona verilmiştir.
Türk Boğazlarındaki trafiği düzenleyen uluslararası belgelerin temeli ise “Boğazlar Rejimi Hakkında
Montrö’de 20 Temmuz 1936 Tarihinde İmza Edilen Sözleşme”dir. Türkiye, Fransa, İngiltere, İrlanda, Japonya,
Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Sovyetler Birliği arasında imzalanan Montrö (Montreux) Sözleşmesi, 31 Temmuz
1936 günlü, 3056 sayılı Yasa ile TBMM tarafından onaylanmıştır. Sözleşmenin yürürlüğe girmesiyle, Uluslararası
Boğazlar Komisyonunun yetkileri Türk Hükümetine geçmiştir. Sözleşmenin Boğazlardaki trafikle ilgili genel
yaklaşımı, "geçiş serbestliği"dir. Geçişlerin kısıtlanabileceği durumlar ve kısıtlama biçimleri ayrıca gösterilmektedir.
Barış zamanında, ticaret gemileri; sancakları ve yükleri ne olursa olsun, gündüz ve gece, sağlık kontrolü
dışında hiçbir engellemeyle karşılaşmaksızın Boğazlardan geçebilecektir. Bu gemiler anlaşmada belirtilen geçiş
ücretinin tahsili amacıyla, Türk memurlara isimlerini, uyruklarını, geldikleri ve gidecekleri limanları, tonajlarını
bildireceklerdir. Kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri isteğe bağlı olacaktır.
Savaş zamanında eğer Türkiye savaşta değilse ticaret gemileri serbestçe geçiş yapabilecektir. Türkiye savaşta
ise, düşmana ait olmayan ticaret gemileri için geçiş yine serbest olacak, ancak bu durumda geçişler gündüz yapılacak ve
Türk makamları tarafından gösterilen güzergah izlenecektir. Barış zamanında, gündüz geçmeleri ve bildirilen rotayı
izlemeleri koşuluyla; hafif su üstü savaş gemilerinin, küçük savaş gemilerinin ve yardımcı gemilerin (Karadeniz'e sahili
olup olmadığına bakılmaksızın) ticaret gemilerinde olduğu gibi serbestçe geçişleri asıldır. Karadeniz'e sahili bulunan
devletler her türlü savaş gemilerini boğazlardan geçirebileceklerdir. Karadeniz'e sahili bulunmayan devletlerin bu
denizde bulundurabilecekleri savaş gemileri tonaj olarak sınırlamalara tâbi tutulmuştur. 17
Coğrafi özellikleri bakımından çok riskli bir yapıya sahip olan İstanbul Boğazı’ndan Montrö Sözleşmesi'nin
imzalandığı 1936 yılında ortalama olarak yılda 4700 gemi geçerken, 2001 yılında 42 637 ve 2005 yılında 54 794 gemi
geçmiştir. Görüldüğü gibi son beş yılda bile geçen gemi sayısında yüzde 22 artış olmuştur. Ayrıca, teknolojik
gelişmelere, ticaret hacmindeki artışlara ve Karadeniz’in doğu-batı koridorunda önemli bir petrol, doğal gaz transit
geçiş bölgesi haline gelmesine paralel olarak boğazlardan geçen gemilerin boyutları da büyümektedir. Hazar Havzası
petrollerinin dünya pazarına çıkmasıyla, yük taşımacılığının ağırlığı giderek daha fazla tanker taşımacılığına
kaymaktadır. 2003 yılında yalnız İstanbul Boğazından yılda yaklaşık 134 milyon ton petrol ve türevleri taşınmıştır.
Bunun yanında boğazlardan geçiş yapan tanker sayısında da ciddi bir artış bulunmaktadır. İstanbul boğazından 2001
yılında 6 516 ve 2005 yılında 10 027 tanker geçmiş, son beş yıl içinde yüzde 36 yüzde artış olmuştur.
Boğaz trafiği, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra kendi filolarını
artırması, Doğu Avrupa ülkelerinin Ren-Tuna su yolunu ve Hazar ülkelerinin Volga-Don kanalını kullanarak
Karadeniz’e açılması ile daha da yoğunlaşmıştır. Böylece, uluslararası boğaz trafiği, yerel trafik ile birlikte dikkate
alındığında güvenli bir geçişin sınırlarını aşmış durumdadır. Nitekim, İstanbul boğazında 1 milyonluk geçişte 6 kaza
olurken, Süveyş kanalında bu oran yarı yarıya azdır. Ayrıca, İstanbul boğazının kanal genişliği bakımından dünyanın en
dar, en girintili-çıkıntılı, sisli su yollarından biri olmasına; üst akıntıların kuzeyden güneye olması nedeniyle akıntının
seyre etkisinin kaza nedenlerinden biri olmasına rağmen, Montrö Antlaşması’na göre klavuz kaptan alma
zorunluluğunun olmaması boğazı daha da tehlikeli hale getirmektedir. 18
17
Montreux Sözleşmesi için bkz: T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, “Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri
Genel Müdürlüğünün 2001, 2002, 2003 Yıllarındaki Eylem ve İşlemleriyle, Denizcilik Müsteşarlığının Eylem ve İşlemlerinin
Araştırılıp Denetlenmesine İlişkin Rapor Özeti”, Sayı: 2004/6, 6 Temmuz 2004; T.C. Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset
Planlama Genel Müdürlüğü, “Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl Montreux ve Savaş Öncesi Yılları (1935-1939)”, Ankara.
18
Türk Boğazları; Ege Denizi ile Karadeniz'i birbirine bağlayan 31 km. uzunluğundaki İstanbul Boğazını, 70 km. uzunluğundaki
Çanakkale Boğazını ve 224 km. uzunluğundaki Marmara Denizi geçişini kapsayan, yaklaşık 325 km.'lik bir su yoludur. Su yolu
"uluslararası" değildir; Türkiye'nin egemenliğindedir. Üzerindeki ulaşım uluslararası niteliktedir. Türk Boğazları; güvenli bir seyri
güçleştiren coğrafi, morfolojik ve oşinografik özellikler taşımaktadır. İstanbul Boğazında 1500 m. olan ortalama genişlik, en dar
yerinde 700 metreye düşmektedir. Ortalama harita su derinliği 35 m.dir. Güzergah üzerinde çok sayıda sığlık, topuk ve adacık
bulunmaktadır. Sert dönüşler, yolculuk boyunca 12 kez rota değiştirmeyi gerektirmektedir. Çanakkale Boğazının en dar yeri ise 1200
m.dir ve burada gemilerin çok keskin bir rota değişikliği yapmaları gerekmektedir. Su yolunda, Karadeniz'den Marmara Denizine
Söz konusu nedenlerden dolayı, Karadeniz’in değişen jeopolitiği çerçevesinde Türkiye’nin boğazların
güvenliğini de tekrar gündeme getirmesi için zamanlama uygun olabilir. Örneğin, boğazlarda Türk Boğazları Gemi
Trafik Hizmetleri (VTS)’nin uygulamaya girdiği 2003 yılından sonra gemi kazalarında ciddi azalma olmuştur.19
Ancak, Montrö’nün tartışıldığı günümüzde kalıcı güvenliği temin etmek için boğazların “Özel Duyarlı Deniz
Alanı” olarak ilan edilmesi uygun bir çözüm olabilir. Boğazların “Özel Duyarlı Deniz Alanı” olarak ilan edilmesi için
gemi taşımacılığı faaliyetlerinin risk oluşturduğunun belirlenmesi, söz konusu faaliyetlerinden dolayı oluşan bir kazanın
ve hasarın var olması, bölgede karaya oturma, çatma va çatışma gibi kazaların ve deniz kirliliğinin daha önceden
meydana gelmiş olması gerekmektedir. 1982-2003 yılı yapılan kaza analizleri sonuçlarına gore, kazaya karışan
gemilerin yüzde 7,2’sinin kılavuz kaptan alması dikkate alındığında, Montrö Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre
“Kılavuzluk ve römorkaj ihtiyarî kalır” kılavuz alma zorunluluğu olmayıp boğazlardan geçen gemilerin kılavuz kaptan
almalarının zorunlu hale imkan tanıyabilecek “Özel Duyarlı Deniz Alanı” ilan edilmesi büyük önem arz etmektedir.
Boğazlar, Avusturalya-Torres Boğazı’nın bir bölümünü de içine alan mercan kayalıklarının korunması gibi özel duyarlı
deniz alanı kriterleri işletildiğinde “Özel Duyarlı Deniz Alanları” içine alınabilir. Boğazlardaki kazaların azaltılması
için bu düzenlemeyle kılavuz kaptan alınması zorunlu hale getirilerek ve alınacak diğer önlemler ile birlikte bu bölgede
meydana gelebilecek kaza riskleri azaltılabilir.20
8. Karadeniz
Doğu Avrupa, Balkan ve Kafkasya arasında yer alan Karadeniz, bir başka tanımla Türkiye’nin kuzeyinde
doğu-batı doğrultusunda uzanan bir iç denizdir. Yüzölçümü 424 000 km²’dir. Ada bakımından fakir, derin bir denizdir.
Kıyılarından itibaren derinlik hemen 1 500 m.’yi ve ortalarına doğru 2 200 m.’yi bulur. 150-200 metreden sonra adı gibi
doğru yüzey akıntısı ve Marmara'dan Karadeniz'e doğru dip akıntısı vardır. Yüzey akıntısının girinti ve koylarda yarattığı su
dönüşleri ve kuvvetli lodosta yüzey akıntısının ters yöne çevrilmesi (orkoz), İstanbul Boğazının denizciler için yarattığı öteki
zorluklardandır. Çanakkale Boğazındaki yüzey akıntısı, genellikle Marmara'dan Ege yönüne doğrudur; zaman zaman kuvvetli
lodosta yön değiştirebilmektedir. Deniz trafiğini en fazla etkileyen sis; Marmara'nın Karadeniz'e bakan yamaçlarında daha fazla
görülmektedir. Sis yüzünden deniz ulaşımı İstanbul Boğazında yılda ortalama 10-15 gün, Çanakkale Boğazında ise 5-6 gün
aksamaktadır. Bkz: T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, “Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel
Müdürlüğünün 2001, 2002, 2003 Yıllarındaki Eylem ve İşlemleriyle, Denizcilik Müsteşarlığının Eylem ve İşlemlerinin Araştırılıp
Denetlenmesine İlişkin Rapor Özeti”.
19
VTS öncesinde boğazlarda radar sistemi bulunmuyordu. Operatörler gemilerin nereye gittiğini ve ne yaptığını bilmiyorlardı.
Sadece telsizle konuşabiliyorlardı. Ayrıca, VTS sistemi öncesinde boğazlardaki deniz kazaları sayıları çok sağlıklı değildi. Çünkü,
VTS sistemi devreye girmeden önce kazaların neleri kapsadığı açık değildir. VTS alanı ise kesin olarak bellidir (Çanakkale ve
İstanbul boğazının kuzey ve güneyinin 20 mil açığı). Uzun yıllardır kurulması planlanan VTS (GTH) sistemi, 2000 yılında başlatılan
proje ile start almış, birçok nedenden dolayı sekteye uğrayan proje 1 Temmuz 2003 tarihinde fiziki açılışı gerçekleştirilerek
1.aşamada çalışmaya başlamıştır. 30 Aralık 2003 tarihinde sistem testleri ve hepsi uzakyol kaptanı olan operatörlerin görev başı
eğitimlerinin tamamlanması ile 2. aşamada devreye alınmıştır. VTS’nin sisteme sokulduğu 6 aylık süreçte, yapılan etkin trafik
organizasyonu sonucunda, Türk Boğazlarında seyir güvenliği tesis edilmiş, gemi beklemeleri ortalama 5 saat’e indirilmiş, geçen
gemi sayılarında güvenlikten ödün verilmeden yüzde 20’ye varan artış sağlanmıştır. 2006 yılı içerisinde Marmara denizi etabının da
sisteme dahil edilmesi planlanmıştır. Böylece, VTS 3. aşamada da devreye alınarak 204 millik bir alanda elektronik izlemeyle
dünyanın en uzun VTS kapsama alanlarından birisi olacaktır. Türk boğazlarından geçecek olan yabancı askeri gemiler ile ilgili “gemi
isimleri, ülkeleri,geçiş yapacağı günler” bilgileri de Deniz Trafik Operatörlerine bir hafta kadar önce bildirilmektedir.
Bkz: T.C. Ulaştırma Bakanlığı, Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğü İnternet Sayfası:
http://www.coastalsafety.gov.tr/default.asp?id=1&sid=73&srt=&recNo=2&lng ; Deniz Trafik Operatörü ve Deniz Trafik
Operatörleri Derneği Başkan Yardımcısı Sayın Cem Bora Atikol’a VTS sistemi ve Boğazlar üzerine verdikleri bilgilerden dolayı
teşekkür ederim.
20
Avustralya, Torres Boğazı’nın bir bölümünü de içine alan mercan kayalıklarının korunması için The International Maritime
Organization (Uluslararası Denizcilik Örgütü-IMO)’a başvurmuştur. Avustralya mercan kayalıklarının “Particularly Sensitive Area”
kavramı içine sokulmasını ve bu düzenlemeyle zorunlu kılavuz kaptan alınması, belli bir tonun üzerindeki gemilerin geçişinin
yasaklanmasının uluslararası bir formda kabul edilmesini talep etmiştir. Söz konusu bölgenin “Özel Duyarlı Deniz Alanı” ilan
edilmesi 1990 yılında hazırlanan Ana Hatlar IMO Genel Kurulu’nda kabul edilmeden Deniz Çevresini Koruma Komitesi’nin 30.
Oturumu’nda kabul edilmiştir. Ancak, IMO’nun Torres Boğazı konusunda aldığı kararda zorunlu kılavuzluk kabul edilmemiştir.
Avustralya ise kendi limanlarına giden ve gelen gemiler için Torres Boğazı geçişinde kılavuzluğu ilan etmiş ve seyir güvenliği
önlemleri almıştır. Türkiye’de 6 Mart 1948'de Cenevre'de imzalanan "İstişari Denizcilik Teşkilatının Kurulması Hakkındaki
Devletlerarası Sözleşme"yi 16 Temmuz 1956 günlü, 6812 sayılı Yasa ile onaylayarak IMO’ya katılmıştır. IMO'nun, ülkelerin
uygulamalarını, uluslararası deniz ticareti düzenlemelerini, örf ve adetleri birbirine yaklaştırmak; deniz ticaretinde verimliliği ve seyir
güvenliğini artıracak kuralları yerleştirmek gibi amaçları vardır. IMO bünyesinde hazırlanmış, Türkiye'nin taraf olduğu çok sayıda
denizcilik sözleşmesi vardır.
Bkz: T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, “Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 2001,
2002, 2003 Yıllarındaki Eylem ve İşlemleriyle, Denizcilik Müsteşarlığının Eylem ve İşlemlerinin Araştırılıp Denetlenmesine İlişkin
Rapor Özeti”; Dr. Jale Nur Ece, “İstanbul Boğazındaki Deniz Kazaları”, 22 Şubat 2006, DenizHaber İnternet Sayfası:
http://www.denizhaber.com/index.php?sayfa=yazar&id=11 ; Hydrobiyolog Sayın Figen Çokacar’a Karadeniz’in deniz yapısı ile ilgili
verdiği bilgilerden dolayı teşekkür ederim.
karanlıktır. Suları oksijensizdir. Hidrojen sülfitçe (HS) zengindir. Bu nedenle, su altı canlılarının yaşamasına olanaklı
değildir. M.Ö. 6'ıncı binyıla kadar tatlı su gölü olan Karadeniz, bu tarihten sonra tuzlu bir denize dönüşmüştür. Bol
yağış aldığı ve birçok akarsuyun dökülmesinden ve buharlaşmanın az olmasından dolayı az tuz içeren bir denizdir.
Karadeniz’de tuzluluk oranı binde 18 civarındadır. Bu oran Marmara’da binde 22, Ege’de binde 38, Akdeniz’de ise
binde 40’ın üzerindedir. Karadeniz’e beş büyük nehir dökülmektedir: Romanya’dan Tuna, Ukrayna’dan Dinyeper ve
Dinyester, Rusya Federasyonu’ndan Don ve Kuban. Türkiye’den ise Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Türkiye’den
doğup Gürcistan-Batum’dan dökülen Çoruh. Karadeniz, Türkiye’nin en soğuk su sıcaklığına ve en ağır deniz
koşullarına sahip denizidir. Kuzey rüzgarları nedeniyle dalga boyu yüksektir.
Karadeniz’i çevreleyen ülkeler ve önemli limanları: Türkiye (İstanbul, Zonguldak, Samsun, Trabzon),
Bulgaristan (Varna, Burgaz), Romanya (Köstence), Ukrayna (Odessa, Sivastopol, Yalta), Rusya Federasyonu (RostovNa-Donu, Novorosisk, Soçi), Gürcistan (Sohum, Poti, Batum)’dır. Kıyı uzunluğu ise, Türkiye (ODTÜ’ye göre 1400
km., DSİ’ye göre 1778, DİE’ye göre 1965 km.), Bulgaristan (300 km.), Romanya (225 km.), Ukrayna (1628 km.),
Rusya Federasyonu (475 km.), Gürcistan (310 km.). Kıyı dillerinde Karadeniz: Osmanlıca (Bahr-i Siyah: “Karadeniz”),
Bulgarca ve Rusça (Chernoye More-Чёрное море: “Kara Deniz”), Romence (Marea Neagra: "Kara Deniz"), Ukraince
(Çorne More: “Kara Deniz), Adigece (Hi Fitse: “Kara Deniz”), Abhazca (Amsin Eykua: “Kara Deniz”), Lazca (Uça
Zuğa: “Kara Deniz”), Gürcüce (Saviz Jgva: “Kara Deniz”), Yunanca (Pontos Aexeinos: “Dost sevmeyen Deniz”;
Pontos Euxinos-Πόντος Εύξεινος: "Konuksever Deniz"; Mavro Thalassa-Μαύρη Θάλασσα: "Kara Deniz"), Latince
(Pontus Euxinus: "Konuksever Deniz"); Arapça (Bahr-i Esved: “Kara Deniz”).
9. Karadeniz'de Yeni Güç Dengeleri
1853 senesinde, müttefikler İngiltere, Fransa, Piyemote-Sardinya ve Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya’sı
arasında Kırım savaşı yapılmıştı.Bu savaş, Akdeniz ve doğu Avrupa’da çarlık Rusya’sının yayılmacı politikaları
sebebiyle çıkarları tehlikeye giren Batı’nın ilk kez Rusya’ya açtığı savaştı. Kırım tarih boyunca jeostratejik konumu
sebebiyle çekim merkezi olmuştur.Osmanlı’nın 300 yıllık kapalı denizi Karadeniz, enerji mücadelesinin öne çıktığı 21.
yüzyılda da yeniden ısınmakta olup bu mücadelede Kırım en stratejik bölgeyi oluşturmaktadır.
Öte yandan 2006’dan itibaren oRusya, rtaya çıkan bazı belirtiler de eski Doğu bloku lideri Rusya ile ABD
arasında kılıçların kınından çekildiğine dair öngörüleri doğruluyor.Bir yanda ABD’nin Rusya’yı çeşitli bölgelerden
kuşatmaya yönelik faaliyetleri yoğunlaşırken öte yanda bundan rahatsızlık duyan Rus yetkililer ise askeri faaliyetlerini
artırarak ABD’yi tehdit etmekten geri durmuyorlar.ABD’nin eski doğu bloku ülkelerindeki etkinliğinin artması,örneğin
Polonya ve Çek Cumhuriyetinin füzesavar sistemlerini topraklarına yerleştirmeyi kabul etmesi,Romanya ve
Bulgaristan’ın ABD’ye üs vermesi Rusya’yı ciddi anlamda rahatsız etmektedir.Ancak Rusya’yı bunlardan çok daha
fazla huzursuz eden husus ise ABD’nin bir süredir durulmuş gibi gözüken Karadeniz üzerindeki emellerinden
vazgeçmemiş olması gerçeğidir.
ABD 2006’da NATO Riga zirvesinde ‘demokratik çok taraflılık’ fikri bağlamında ‘küresel işbirliği’ şemasını
ortaya attı.Müttefikleri tarafından isteksizce ve birazda muğlak bir şekilde desteklenen küresel işbirliği şemasına göre,
NATO görev alanı dışındaki bölgelerde de bölge ülkeleriyle askeri operasyonlar dahil işbirliği yapmalıydı.Büyük
Ortadoğu projesinin yan ürünü olarak ortaya atılan Geniş Karadeniz veya Büyük Karadeniz projesi,canlanan
transatlantik ilişkilerin ve aynı zamanda ‘demokratik çok taraflılık’ fikrinin uygulanması olarak görülmelidir.Eski
Sovyet alanında sınırlı etki araçlarına sahip olduğunun farkında olan ABD,söz konusu bölgenin genişlemiş Avrupa ve
geniş Ortadoğu arasında bulunmasından ve kilit enerji transit bölgesi olmasından dolayı,Avrupa güvenliği açısından
hayati önem taşıdığı gerekçesiyle büyük Karadeniz’in Avrupa tarafından kapsanması gerektiğini ileri sürmektedir.
Avrupa ve ABD’nin ortak çıkarlara sahip olduğu savıyla temellendirilen Geniş Karadeniz bölgesinde transatlantik
işbirliği fikrinin doğal sonucu olarak Ukrayna,Moldova,Azerbaycan ve Ermenistan’ın NATO yoluyla Batı’ya
bağlanması ‘kalıcı barış’ adına ABD tarafından önerilmektedir.Rusya’nın muhtemel tepkisinden dolayı bazı NATO
ülkeleri bu plana tereddütle yaklaşmışlardır. Nitekim Putin,2007 Münih konferansında bu plana oldukça sert tepki
vermiştir.
10. Karadeniz’in Stratejik Derinliği
ABD’nin Rusya çevresinde girememiş olduğu tek bölge olan kapalı deniz Karadeniz’ de, Aktif Çaba adlı
NATO deniz gücünün konuşlandırılması planları bilindiği gibi Türkiye ve Rusya’nın müşterek gayretleriyle 2006’da
engellenebilmişti.Ne var ki,Bulgaristan ve Romanya’da deniz üsleri kurmak için anlaşmalar yapan ABD,isteğini
ertelemiş gibi görünse de Karadeniz’e girmekte ısrarlıdır. Stratejik önemi olan Karadeniz’de bayrak gösteremezse
Rusya’yı kuşatma politikasında zaafiyetler oluşacağı, gelecekte özellikle enerji hammaddelerinin güvenli geçişi ve
Kafkasya’dan Orta Asya’ya uzanan İslam ülkelerinin Ilımlı İslamcı yeşil kuşak ile kontrolü açısından sorunlar
çıkabileceğinin farkındadır.Bu nedenlerle Karadeniz çevresinde ve özellikle Ukrayna ve Gürcistan’da gün geçtikçe
güçlenen ABD’nin, emperyalist emellerini sadece havadan sağladığı bağlantılarla gerçekleştirmek isteyeceği
düşünülmemelidir.
11. ABD’nin Karadeniz Hedefleri
ABD’nin Karadeniz ve çevre bölgelerine ait ana hedefi:
• Soğuk savaşın sona ermesini takiben ortadan kalkan Avrupa’daki Rus etkisinin yeniden canlanmasını
önlemek.
• Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya entegre ederek Rusya’nın Karadeniz’deki stratejik konumunu daha da
kısıtlamak.
• Kendisinin ve Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlamak amacıyla gerektiğinde Kafkasya ve Hazar bölgesine
müdahale edebilmek için Karadeniz’de jeostratejik üstünlüğü ele geçirmek.
ABD bu üç hedefe ulaşabilmek için Kafkasya bölgesinde,caydırıcı ve politik kontrolü sağlayabilecek daimi bir
askeri gücü konuşlandırmakta kararlıdır.Romanya ve Bulgaristan ile birlikte fotoğrafın parçaları bir araya getirildiğinde
ABD’nin Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra NATO’nun genişleme stratejisini kullanarak askeri yığınağını
Avrupa’dan Karadeniz ve Kafkasya’ya kaydırmaya çalıştığı açıkça görülmektedir.
12. Kilit Ülke: Ukrayna
Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan ile birlikte ABD‘nin plan ve stratejilerinde kilit ülke konumundadır.
Ukrayna’nın politik olarak tamamen ABD’ye entegrasyonu halinde (NATO ve AB üyeliği) Hazar enerji bölgesine 1000
km daha yaklaşılmış olacak,Karadeniz bağlamında doğu-batı ekseninde en süratli ve ucuz enerji akışı
sağlanacaktır.Ayrıca Ukrayna’nın saf değiştirmesiyle Rusya, Soçi ile Novorisisk arasındaki dar bir kıyı şeridine
hapsedilerek donanması kontrol altına alınıp Rus anavatanı kıskaca alınacaktır.
ABD uluslar arası siyasi konjonktöre bağlı olarak en geç 5 yıl içinde Ukrayna’yı NATO üyesi yapmayı
planlamaktadır. Turuncu ‘devrimle’ ABD saflarına çekilmeye çalışılan Ukrayna’da yönetim NATO’ya girmekten
yanaysa da ülkenin doğusundaki halk Rusya’nın etkisiyle buna açıkça karşı çıkmaktadır.Kaldı ki Rusya ile ilişkilerinde
enerji bağımlılığını azami ölçüde yaşayan Ukrayna’nın NATO üyeliğinin kolay olmayacağı açıktır.
13. NATO Heveslisi Gürcistan
Ukrayna’da durum bu şekildeyken,Türkiye’nin stratejik yaşam alanında, Karadeniz’le Kafkas ülkeleri arasında
köprü konumunda ve Kafkasları kontrol açısından stratejik bir konumda olan Gürcistan’da hem yönetim ve hem de halk
NATO üyeliğinden yana eğilim göstermektedir.
Ne var ki NATO’ya giriş kriterleri anımsandığında bunun çok da kolay olamayacağı açıktır.Çünkü üyeliğe
kabul edilecek ülkenin sınır anlaşmazlığı ve iç çatışmalarla malul olmaması gerekmektedir. Gürcistan açısından ise bu
tür sorunlar çok büyük boyutlarda mevcuttur. Gürcistan Güney Osetya ve Abhazya konularında Rusya Federasyonu ile
ciddi şekilde çatışma içerisindedir.Gürcistan’ın NATO’ya birkaç yıl içerisinde girmesi halinde Rusya’nın, etkin olduğu
Ermenistan ve bir ölçüde etkili olduğu Azerbaycan’daki gücü giderek azalacaktır.Rusya’nın bugün bu ülkelerle
Abhazya ve Güney Osetya üzerinden sağladığı bağlantı da ortadan kalkacaktır. Bu husus Rusya’nın kuşatılma
psikolojisini ve Gürcistan’a karşı son bir yıl içerisinde takındığı sert ekonomik ve siyasi tavırları açıklayan nedenlerden
birisidir. Gürcistan’ın olası NATO üyeliği bu ülkeye Rusya’ya karşı bir dokunulmazlık kazandırırken diğer yandan
Gürcistan’ı militan bir ön karakol ve hatta harekat üssü olarak ABD’nin emrine verecektir.Geçmişte Kırgızistan ve
Ukrayna örneklerinde olduğu üzere bölgenin ‘renkli devrimlerini’ desteklemiş olan Gürcistan, Rusya ve Orta Asya
içlerine bir hançer gibi saplanarak ABD adına 5.kol faaliyetlerinde daha militanca tavırlar sergileyecektir.Keza
Gürcistan kendi kaderlerini tayin etmek isteyen halklar ile (Örneğin Megrel’ler) de facto olarak kendinden ayrılmış
Abhazya ve Güney Osetya’nın statülerine ileride daha da çok direnecektir.Yumuşak karnı Güney Kafkasya’da ki
etkinliğinin giderek azalacak olması Rusya’yı oldukça rahatsız etmektedir.
Gürcistan’ın yakın gelecekte NATO’ya girecek olması ileride Türkiye açısından da büyük sorunlar ve
ikilemler ortaya çıkarabilecek bir husustur.Türkiye ve Rusya’nın desteğiyle, barış içerisindeki Karadeniz’de,
NATO’nun genişlemesi ve ABD etkisine girmesi durumunda dengelerin değişmesi yüksek olasılıktır.Rusya ile olan
dengeli ekonomik ve siyasi ilişkilerin bozulması söz konusudur. Gürcistan’ın NATO üyeliği Karadeniz’deki politik ve
askeri dengeleri kökten sarsarak çok tehlikeli gelişmelere yol açabilir.
14. Ermenistan Senaryosu
ABD Ermenistan’ı Batı bloğuna entegre ederek Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan’dan oluşan güney Kafkasya
zinciri ile Rusya’yı güneyden,İran’ı Kuzeyden kuşatmayı planlamaktadır.Bunun içinde Ermenistan’ın Rusya’ya
bağımlılığının sona erdirilmesi gerekmektedir.ABD’nin Karadeniz’e yerleşmesi ve Türkiye’nin yardımı halinde (ABD
Türkiye’nin Ermenistan sınırını açmasını bunun için de ısrarla istemektedir) bu planlar kolayca hayata
geçirilebilecektir.
15. Kırım’da Artan İstikrarsızlık
Kırım bölgesi yakın gelecekte Karadeniz’deki istikrarlı ortamın bozulmasına neden olacak
potansiyel bir tehlike alanı olarak görünmektedir.Ukrayna sınırları içinde kalan Kırım Yarımadasının esas
sorununu son 50 senedir yerleştirilen Rus asıllılar teşkil etmektedir.
Rusların Sivastopol’daki kiralama döneminin bitimine 10 yıl kala Kırım’daki istikrar gittikçe
bozulmaktadır.Rusya’nın nihai hedefi, nufusun % 68’i Rus kökenli olan Kırım’ın referandumla önce otonom bir
cumhuriyet haline getirilmesi,daha sonra Rusya’ya katılmasıdır.Bu oluşumu NATO üyesi Ukrayna’nın kabul etmemesi
halinde NATO anlaşmasının 5.maddesi gereğince NATO üyesi ülkeler Ukrayna’yı destekleme durumunda
kalacaklardır.Bu durumda Türkiye hem askeri destek vermek hem de NATO donanmasına Boğazları açmak zorunda
kalacaktır.Böylece Türkiye Batı-Rusya çatışmasında, 150 yıl önce Kırım savaşında olduğu gibi bir kez daha cephe
ülkesi olacaktır.Bu senaryo Gürcistan ve hak iddia ettiği Abhazya otonom bölgesi için de aynen geçerlidir.
16. Karadeniz’deki Güç Dengeleri
Dağılan Sovyetler Birliği sonrası ABD önderliğindeki Batı, Kuzey Moldovya,Beyaz Rusya ve Ukrayna hariç
tüm eski Sovyet peyklerini emperyalist sisteme bağlamıştır.Bundan sonraki ABD plan ve stratejilerinin amacı
Karadeniz,Hazar ve Orta Asya üzerinden benzer bir jeostratejik konuma ulaşmaktır.Bu açıdan Karadeniz,batıdan
doğuya doğru uzayan jeostratejik eksenin en önemli enstrümanını oluşturmaktadır.Alternatif enerji kaynakları
bakımından zengin Karadeniz ile Hazar’daki enerji kaynakları ve hidro karbonların Batı Avrupa’ya güvenli bir şekilde
ulaştırılması konusunda ABD’nin petrol ve gaz devleri, Rusya’nın enerji çarları ile büyük bir mücadeleye hazırlanıyor.
Rusya’nın güvenliği açısından Karadeniz kesinlikle taviz verilmeyecek ve hiç çekinmeden savaşı göze alacak
derecede önemlidir.Nitekim Rusya,ABD veya NATO askeri alt yapısının kendi sınırlarına kadar uzanması
halinde,1990’da Paris’te imzalanan Konvansiyonel kuvvetlerin sınırlandırılması anlaşmasından çekileceğini
açıklamıştır.
SONUÇ
Gürcistan Kadife Devrimi ile başlayan süreç, değişim ve kimlik isteyen Karadeniz halklarının karşısında duran
Rusya Federasyonu’nun bölgede sonun başlangıcına geldiğini göstermektedir. Nitekim, Karadeniz halkları değişim ve
kimlik isteminde ısrarcı olduğu takdirde, Rusya Federasyonu’nun bölgedeki görünümü “koruyucu” olmaktan “işgalci”
olarak nitelendirilmeye doğru kayacaktır. Bu nedenle, Güney Kafkasya, Moldova ve Ukrayna’da Rus askerî üslerine
gereksinim kalmadığı için Karadeniz’de bulunan Rus üslerinin boşaltılması, üsleri bulunduran devletler tarafından talep
edilmeye başlanmıştır. Kremlin’in Karadeniz’de bulunan Rus askerî üslerini boşaltması için uluslararası baskı da
oluşmaktadır. Karadeniz’deki dondurulmuş çatışma bölgelerinin (Dinyester Bölgesi, Abhazya, Güney Osetya, Dağlık
Karabağ, Azerbaycan-Ermenistan) Karadeniz’in yapısını daha kırılganlaştırdığı, politik istikrarsızlığı artırdığı ve
ekonomik kalkınma önünde ciddi engel olarak durduğu bilinmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra
Karadeniz’de ağırlığını yıldan yıla yitirmeye başlayan Rusya Federasyonu, dondurulmuş çatışma bölgeleri sorunlarının
çözümü için anahtar ülke konumunu da kaybetmektedir.
Karadeniz’de Rusya Federasyonu’ndan doğan boşluk ancak Türkiye tarafından doldurulabilecek iken Türkiye
uyuyan dev konumunu korumaya devam etmektedir. Karadeniz’de en uzun sınırı olan Türkiye’nin önümüzdeki on
yıllarda bölgedeki ağırlığının ne olacağı belirsizliğini korumaktadır. Bu koşullar altında, AB, Kıbrıs ve Ortadoğu (Irak)
gündemiyle yorgun düşen Türkiye’nin Karadeniz coğrafyasındaki tarihsel miras ve sorumluluğuna sahip çıkması, bu
bağlamda Karadeniz’deki çıkar ve hedeflerini yeniden tanımlaması gereği her zamankinden daha çok öncelik arz
etmektedir. Çünkü, bir Karadeniz ülkesi olan Türkiye’nin Karadeniz halkları ile tarih, dil, din, kültür, etnik bağlara
dayanan akrabalığı bulunmaktadır.
Türkiye nüfusunun önemli bir yüzdesi Karadeniz’den (Balkanlardan, Kuzey ve Güney Kafkasya’dan) son iki
yüz yıldır zorunlu göç ve soykırım sonrası göçenlerin torunlarından oluşmaktadır. Rusya Federasyonu’nun ardından
bölgenin en büyük ekonomik ve askerî gücüne sahip ülkesi olan Türkiye, aynı zamanda bölgenin Batı’ya en entegre
siyasî, ekonomik, askeri ve kültürel sistemine sahip ülkesidir. Türkiye’nin önemli gelişmelere gebe görünen
Karadeniz’de yeni politikalar oluşturmasına ve uygulamasına gereksinim olduğu açık bir gerçektir. Türkiye, başta
Rusya Federasyonu olmak üzere Karadeniz’deki bütün ülkelere ve ABD ile AB’ye yakın ve onların güvenine sahip
bölgedeki tek aktör olarak bir orta yol bulabilir. Böylece, Karadeniz’de muhtemel bir bölünmenin önüne geçebilir.21
21
Hasan KANBOLAT; E-Mail: [email protected] ; http://www.denizhaber.com/index.php?sayfa=konukyazargst&id=3765 ;
20.04.2010
• ABD kendisi ve Avrupa’nın enerji güvenliği-sömürüsü için Karadeniz üzerinden Kafkasya yoluyla Hazar
enerji bölgesine ulaşmak istemektedir.Bu maksatla NATO’yu kullanmaktadır.
• Rusya’nın kararlı duruşu sonucu şimdilik Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya girişinin ertelenmesi
sağlanmıştır.
• Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği Karadeniz’deki politik ve askeri dengeleri kökten sarsarak savaş
nedeni olabilecektir.
• Kırım, Ukrayna-Rusya arasında çıban başı olarak durmaktadır.Barışçı bir çözüm bulunamaması halinde 250
senelik Rus şehri Sivastopol’un da sınırları içinde bulunan Kırım casus belli olabilecektir.
• Karadeniz’deki bir çatışmada Türkiye’nin tarafsız kalması mümkün olmayacaktır.Bu nedenle Ukrayna ve
Gürcistan’ın NATO üyeliğine karşı çıkılmalıdır.
• Türkiye ABD’nin Karadeniz’e yerleşmesine ve Montrö anlaşmasının en küçük bir tadiline bile izin
vermemelidir.Zira Karadeniz’e yerleşen ABD Ege ve Akdeniz’den sonra Karadeniz vasıtasıyla Türkiye’yi çepeçevre
kuşatmış olacaktır.
• Türkiye Rusya ile yakın işbirliği içinde Karadeniz’in sadece bu denize kıyısı olan ülkelerce korunmasını ve
savunulmasını sağlamalıdır.22
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
22
KAYNAKÇA
AKLAR, Yılmaz; "2005 ve Sonrası Küresel Durum, Stratejik Öngörüler ve Türkiye", Avrasya
Dosyası, c. 4, s. 10, Kış 2004, s. 6-37.
ASCHERSON, Neal; "Karadeniz", İş Bankası Kültür y. 2001, s. 13.
BALBAY, Mustafa; "İşte Siyaset Belgesi", Cumhuriyet Gazetesi, 14 Kasım 2005, s. 8.
BİLİCİ, Faruk; "Karadeniz maddesi, XVIII yüzyıl sonrası", TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 24, s.
388.
BORDONARO, Federico; ''Bulgaria, Romania and the Changing Structure of the Black Sea's
Geopolitics'', The Power and Interest News Report (PINR) İnternet Sayfası, 20 Mayıs 2005:
http://www.pinr.com/report.php?ac=view_report&report_id=302&language_id=1 .
HACALOĞLU
K.,
Ahmet;
30.09.2007,
http://www.karalahana.com/kafkasya-politikastrateji/karadenizde-guc-dengeleri.htm ; 20.04.2010.
İNAN, Yüksel; "The Current Regime of The Turkish Straits", Perceptions, c. VI, s. 1, Mart-Mayıs
2001, s. 103.
IŞIK, Adem; “Antik Kaynaklarda Karadeniz Bölgesi”, Türk Tarih Kurumu, 2001, s. 1-2.
ÖZTÜRK, İbrahim Sâdi; "Mondros, Sevr, Lozan Andlaşmaları", Ankara Ticaret Odası y., 200, s.
45-46.
SOYSAL, İsmail; "Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları", TTK y., 1989, C. I, s. 493-518.
“Ulduz savaşlarının Övladı Azerbaycanda”, Ekspress, 29-31 Ekim 2005, Bakü.
Ahmet HACALOĞLU K., 30.09.2007, http://www.karalahana.com/kafkasya-politika-strateji/karadenizde-guc-dengeleri.htm ;
20.04.2010
“THE BLACK SEA REGION’S REMAINING IMPORTANCE OF THE TODAY’S
WORLD”23
ABSTRACT
This study has been investigated for The Black Sea Region's importance for today's world
and especially for Turkey. Study also has been examined The Black Sea's geological evolutions and
it's separation from the Caspian Sea within the light thoughts of the famous Russian(Tatar Turk
originated) scientist Lev Nikolayevich Gumilev. The Black Sea, the Aral Sea in Central Europe
ranging from the sea as a result of geological evolution of the world spent the day together with the
Caspian Sea is a remnant has been referred to. The Black Sea centuries before the birth of Prophet
Jesus since the trade routes between Asia and Europe have been on. Away from Asia trade caravans
Black Sea coast unloading various goods by ships that sea exceeds either of Istanbul and
Dardanelles straits through the Mediterranean ports or the Danube, such as navigating to the
appropriate river through Europe's major cities were reaching.
Black Sea Basin, the geographical area or region, called the state of the sea coast, the
southern regions of Russia, the Caucasus between the Caspian Sea and Black Sea covers. Attract
more western Black Sea region of Central Europe as well is extended to the opinions. This
'extended' form geological evolution of the Black Sea region in the world as if it occupies the area
above the sea is like resting. Black Sea region in international relations and in global security in the
context of the increasing importance of this region between Europe and Asia in an invaluable transit
corridors by having the energy transport lines tote from the Caspian Basin energy resources that
proximity, Central Asia and expanded into the Middle East opened the door of the most create
important and Russia is due to the south is surrounded by.
Keywords: Aral Sea, Black Sea, Caspian Sea, Lev Nikolayevich Gumilev, Turkey.
I am going to tell the increasing importance of the Black Sea region in Today’s World. In
this paper; the increasing importance of the Black Sea for today’s world, especially for Turkey are
researched and the Black Sea geological evolution and apart from Caspian Lake are examined under
the lights of Russian of Tatar origin Historian Lev GUMILEV’s opinions.
The Black Sea is a ruin up today with Caspian Sea that was a part of sea extended from Aral
Lake to middle Europe as a result of geological evolutions evolved by World. The Black Sea was
on the merchant ways between the Asia and Europe since before centuries from the birth of Christ.
The various goods unloaded to coasts of the Black Sea by commercial caravans coming from Far
Asia had been reaching to Mediterranean ports by crossing this sea with ships on the straits of
Istanbul-Çanakkale or to big cities of Europe by means of available rivers for navigation such as
Tuna. The geographical region which is called as the Black Sea basin or region are containing the
states having coasts to this sea, the south land of Russia, Caucasia being between Caspian Sea and
23
Dr. Elnur Hasan MIKAIL; Expert of International Relations, Founder of the Nationalist Think-Thank Organisation
of TURAN-SAM, [email protected], 0531 812 13 61, www.turansam.org.
Black Sea. There are also some opinions of extending region to more west until middle Europe. As
if, The Black Sea region with this extended position likes being placed to the area of Sea mentioned
above in the geological evolution of the world.
The increasing importance of the Black Sea region in context of international relation and
global security rises from being a invaluable transit corridor between Europe and Asia, being on
energy and transportation lines, closeness to Caspian basin energy sources, being a most important
door open to Central Asia and extended middle east.
The position and importance of the Black Sea is being that a ruin up today with Caspian Sea
that was a part of sea extended from Aral Lake to middle Europe as a result of geological evolutions
evolved by World. The broadest part of the Black Sea is the 1170 km part among Burgaz, Bulgaria
and Georgia Potu in the direction of east – west. In the direction of North – South; between the
Ukraine Odessa City and Ereğli city, Turkey is 600 km. It is rumoured that The Black Sea called as
akseyemus (means xenophobic) in ancient ages owing to grumpiness, storms, barbarism of clans
living around and the fact that some of these clans had made victim of foreigners has begun to
called as Eukseyunus... (means hospitable) after Ions had established merchant cities on the coasts.
The Black Sea is a semi-closed sea according to international maritime law owing to the fact
that it is surrounded by two or more than two countries and it has a connection to another sea by an
outlet. The Black Sea had been on the merchant ways between Asia and Europe since before the
centuries from the birth of Christ. The various goods unloaded to coasts of the Black Sea by
commercial caravans coming from Far Asia had been reaching to Mediterranean ports by crossing
this sea with ships on the straits of Istanbul-Çanakkale or to big cities of Europe by means of
available rivers for navigation such as Tuna.
When it has come to the BC 7 Century; Ionians has become a dominant element on
commerce by establishing merchant colonies all coasts of the Black Sea. The fact that Venice and
Genoese has been established their own merchant colonies was afterwards with developing East
Roman Empire. When the Istanbul had been national capital of Ottoman Empire after conquering
by Fatih Sultan Mehmet in 1453; the existence of Venice and Genoese merchant colonies had been
continuing. These merchant colonies had been wounded up by Ottomans until end of the 1400s. The
Black Sea had been transformed a Turk sea and commerce had been controlled in. The Turkish
autarchy on the Black Sea had been continuing during 3 years. The Turkish domination was such
autarchic that The expression of”it could not be endured to a foreigner custodian on the Black
Sea”had been stated on the letter which had been sent to Russian Tsar Great Petro by Sultan II.
Mustafa. The Turkish autarchy on the Black Sea had been continuing until last quarter of 18
Century. The policy of extending towards hot seas of Russian Tsar had been put forth fruits by
reasons such as changing internal balances of Europe, misgovernment of Ottoman Empire at the
end of the lost war between Ottoman and Russia by means of Small Kaynarca Agreement signed in
1774.
The United States of America desired to transformation its single super power position
earned in post Cold War period, to domination of world is assessed as a super power and the
following policies by USA are expressed as a summary: canalizing international agencies in the
direction of its interests; providing USA domination on energy sources which are in Eurasia and
other regions of the world; surrounding Russia; postponing struggle to China in medium term and
balancing relations; providing control on big middle east comprised axis of unstable countries,
providing solution to Arab – Israel struggle in favour of Israel. The Black Sea had been secondary
important centre after the Mediterranean in ancient ages. In BC 10 Century, people of Aegean had
been protruded to never known sea, mined Golden and Iron mines, contacted to people of the Black
Sea. The Aegean sailors protruded to never known sea had been met with wild waves, violent
streams, storms, unknown clans in this sea shorn of islands.
In the Black Sea which was looking for its identification after the Soviet Union; new states
has emerged such as Ukraine, Russian Federation, Georgia and in the coasts of Caspian; Azerbaijan
– Russian Federation, Kazakhstan, Turkmenistan. Moscow has lost important ports in the Black Sea
and Caspian. Romania and Bulgaria has parted from hinterland of Moscow together with
demolishing Warsaw Treaty Organization. Thus, while the Black Sea was a Soviet sea excluding
the coasts of Turkey and the coasts of Caspian – Iran in the period of Soviet Union; Today it is
transforming as an European Sea or Eurasian Sea together with Caspian. Russia which is heir of
Soviet Union gets stuck in northwest Caucasia; northeast Coasts of Caucasia in Caspian. The Black
Sea began forming again after the demolishing Soviet Union. The countries began to get closer
West becoming distant Russia, which the countries are Bulgaria, Romania, Ukraine, Georgia having
coast to the Black Sea; in Balkans Moldavia, Macedonia, Albania, Bosnia Herzegovina, Croatia in
extended transit region; Azerbaijan, Armenia in South Caucasia.
The common features of the Black Sea Countries places in South Caucasia are being
members (Bulgaria, Romania, Albania, Macedonia, Bosnia Herzegovina, Crotia) of Warsaw Pact or
being from old Soviet Union (Moldavia, Ukraine, Georgia, Azerbaijan, Armenia). Owing to the
strategic decisions of mentioned countries about closeness to West; it is possible that there can be
such the Black Sea countries that are more close to West, being a part of Europe Atlantic World,
accepted to be member of NATO and EU.
This geo politic continuous sliding process (to East Russia Federation Commonwealth of
Independent States, from Eurasia etc. to Europe Atlantic World, Europe Union, USD, NATO etc.)
of countries which are in search of identification reflects historical position of the Black Sea
compressed between East and West. Thus, the polarization of East – West seems take place in most
important elements which they will determine the near future of region. In this context, for
assessment of The Black Sea, it necessary to see that The history of the Black Sea will be lacking
without Ottoman State, Russia (Tsar period), Soviet Union; that the penning a new history begins
together with penetrating West to the Black Sea after the demolishing Soviet Union.
Thus, The Black Sea was faced with two new powers (which had been never taken a place
in history of the region) of the world: Europe- USA and EU at last 10 year. About these two
political, economic and military power which are operating in coordination; How they will have
impact on near and far future of the Black Sea is not definite. For not being effected from changing
west sided winds occurred in especially in Georgia and Ukraine is impossible for Abkhazia which is
in North Caucasia and Moscow’s hinterland in Russia Federation Borders. In the periods of both the
Czar and the Soviet Union, Georgian capital Tbilisi and Ukranian capital Kiev have been two
important centres for other regions including Northern Caucasus, Chechenian Ossetia, etc., where
intellectuals came together and felt the influence of movements of thought. Thus, the blowing of
different winds in Tbilisi and Kiev has an impact on Caucasia and Abkhazia and it is powering
transformation and demolishing identifications of Abkhazia people. It is possible to continue
activation by increasing on mentioned transformation and demolishing identifications within the
next years in Adigey.. (209.19) which were existed on the autonomous documentation and which
are in becoming a state period; in Karaçay, Çerkes, Kabardey, Balkar, North Osetia, Ingusetia and
Dağıstan; in Chechnya, Abkhazia which are in area declared independence. That’s why; Moscow
(which is compressed in Northwest Caucasia Coasts and which can protect only Abkhazia at the
coast line in its Hinterland) is troubled with political changing demands in West Caucasia.
There are some main reasons of increasing continuously importance of The Black Seas. The
first reason is the fact that Soviet Union and Warsaw Pact have been demolished, the fact that EU
and NATO (Which has been continuing to extend from West to East after the SU and NATO have
been demolished) have been completed extending to the Black Sea and the fact that EU and NATO
desire completing this extension by including South Caucasia (from Dublin to Baku) in case of
including the Black Sea. Thus, at the date of 1 May 2004 after the last extension operation of EU; in
the frame of Wider European Neighbourhood Framework, prepared by EU Commission and
accepted by The Foreign Affairs Ministers of EU; EU started to take some steps for improving
relations with the Black Sea Countries. In this context, it is expected that EU takes an active role for
removing problems in frosted struggle areas and for performing reforms.
Also, South Caucasia Countries were also included in 14 June 2004. The fact that second
extension of EU in SU geography can include South Caucasia and especially Georgia is among the
possibilities. The mentioned possible extension called as third wave can affect the Moscow more
than extension of EU in May 2004. The membership of the Black Sea countries to NATO and EU
can be possible in condition that big economic, political and structural reforms will be done.
Although the countries of the Black Sea seem ready to do reforms, it cannot be reached sufficient
results because of the fact that social, political, economic institutions of these countries are
insufficient.
I am passing to the result chapter. Georgia is indicating that Russia Federation (which posed
an obstacle for the Black Sea peoples that desire changing and identification in process which had
launch with Velvet Revolution) has just come to beginning of the end. Thus, in condition that the
peoples of the Black Sea insist on desires of changing and identification; the image of Russian
Federation will slide on being occupant from being protective. That’s why, Owing to the fact that
Russia military bases are not necessary anymore in South Caucasia, Moldavia and Ukraine; the
unloading of the bases are demanded by the countries which the basis in. An international pressure
on Kremlin is occurring for unloading of the Russia military bases in the Black Sea. It is known that
The frosted struggle areas (Dinyestır area, Abkhazia, South Ossetia, Mountainous Karabakh,
Azerbaijan, Armenia) increase the brittleness of the structure of The Black Sea, increase political
instability, pose an obstacle for economic development.
After the demolishing SU, Russia Federation which is losing its weight year by year is also
losing the key country position for solving the problems of frosted struggle areas. While the space
risen from Russia Federation can be filled by only Turkey, Turkey continues protecting position of
sleeping giant. The subject of what Turkey (which has longest coast to the Black Sea)’s weight in
region will be in future decades is remaining uncertain. Under these conditions; the necessity of
backing historical heritage and responsibility of Turkey (which is tired out with the agenda of EU,
Cyprus, Middle East, Iraque) and in this context, the necessity of describing targets and interest in
the Black Sea of Turkey pose priority more than being every time. Because, Turkey has kindred
with the Black Sea peoples based on history, language, religion, culture, ethnic ties. The important
percent of Turkey population comprises of suns of immigrants coming from Balkans, North and
South Caucasia, The Black Sea since last 200 years. Turkey which has biggest economic and
military power of region next to Russia, at the same time, is such single country that has economic,
military, cultural, system integrated to West.
Being necessity of comprising and application new policies in the Black Sea (seen being
expected important development) by Turkey is a clear reality. Turkey (as an only actor which has
confidences of USA and EU and other countries in region and Russia on top and which is close to
them) can find a median way. Thus, Turkey can prevent a possible separation in the region. USA
desires reaching to Caspian Energy Region by the way of Caucasia on the Black Sea for
exploitation of energy security in favour of USA and EU. USA uses NATO for this aim. As a result
of by the courtesy of inflexible standing of Russia; the postponing of accepting to membership of
Georgia and Ukraine to NATO can be provided. The membership of Georgia and Ukraine to NATO
will shake the military and economical balances in the Black Sea and it can be a casus belli.
Crimean is standing as source of trouble between the Ukraine and Russia. The fact that Turkey can
be neutral in any struggle in the Black sea is impossible. That’s why; It must be antagonized to
membership of Ukraine and Georgia to NATO. Turkey must not allow settling of USA to the Black
Sea and amendment on Montreux Agreement. USA settling to the Black Sea will be surrounded
Turkey by the means of Aegean and Mediterranean after the Black Sea. Turkey must be provided
security of the Black Sea by courtesy of only and solely countries that have coasts to the Black Sea
in cooperation with Russia.
1.
REFERENCES
AKLAR, Yilmaz, "After 2005 and the Global Situation, Strategic Forecasts and
Turkey", the Eurasian File, c. 4, p. 10, Winter 2004, p. 6-37.
2.
ASCHERSON, Neal, "Black Sea", Business Bank Cultural y. 2001, p. 13.
3.
Balbay, Mustafa, "That's Political Document", Cumhuriyet Newspaper, November
14, 2005, p. 8.
4.
BİLİCİ, Faruk, "the Black Sea clause, after the eighteenth century", TDV,
Encyclopedia of Islam, C. 24, p. 388.
5.
BORDONARO, Federico;''Bulgaria, Romania and the Changing Structure of the
Black Sea's Geopolitics''The Power and Interest News Report (PINR) Web Page,
May 20, 2005: http://www.pinr.com/report.php ? ac = view_report = 302 &
language_id = 1 & report_id.
6.
Hacaloğlu K., Ahmed, 30.09.2007, http://www.karalahana.com/kafkasya-politikastrateji/karadenizde-guc-dengeleri.htm; 20.04.2010.
7.
Inan, Yuksel, "The Current Regime of the Turkish Straits", Perceptions, c. VI, p.
1, March-May 2001, p. 103.
8.
LIGHT, Adam, "The ancient sources, the Black Sea Region", the Turkish
Historical Society, 2001, p. 1-2.
9.
Ozturk, Ibrahim Saadi, "Armistice, Sevres, Lausanne Treaties", Ankara Chamber
of Commerce, y, 200, p. 45-46.
10.
Soysal, Ismail, "Turkey's Political Treaties", TCC, y., 1989, C. I, p. 493-518.
11.
"Ulduz Övladı wars in Azerbaijan", Express, 29-31 October 2005, Baku.
Download