İdil Dursun YENİ BİR AYNA Yakın zamanda tüm bölümlerini soluksuz izleyip bitirdiğim, her bölümden sonra insanı dehşete düşüren ve “teknoloji çağı” diyerek geçtiğimiz bu zaman dilimini olabilecek en absürd biçimde ortaya koyan, insana kendini sorgulatan inanılmaz bir dizi Black Mirror. Dizinin yazarı Charlie Brooker bana sorarsanız son dönemlerin en başarılı yapımcılarından. Black Mirror aslında hepimizin her daim elinin altında olan telefonumuz, şu an benim bu yazıyı yazmamı sağlayan bilgisayarım, babamın eve geldiğinde tek tuşa basarak açacağı televizyonu. Kısacası günün her saatinde yanımızda bulunan “sadık” yardımcılarımız. Dizinin bize anlattığı ise pek de uzak olmayan bir gelecekte teknolojinin insanlığı nasıl alt edeceği ve ne gibi distopyalar yaratabileceği. Beni en çok düşündüren alternatif geleceklerden biri ise insanların vücutlarına implant edilen bir aygıt sayesinde istedikleri zaman anılarına tıpkı televizyon izlermişçesine erişebilmesi. (3. Bölüm: The Entire History of You) Günümüzde bilinen bir teknoloji firmasının yakın bir zamanda lens formunda bir mini kameranın patentini almak üzere olduğunu öğrendiğimde ise aslında kurgusal olan bu geleceğin çok da uzak olmadığını anladım. Daha sonra düşündüm, acaba istediğimiz anıya istediğimiz zaman erişebilmemiz ne gibi sonuçlar doğururdu? Bana kalırsa dizide bahsedilen iki kişi arasında geçmiş bir kavganın sürekli olarak kafalarında tekrarlanması dışında, insanların duygularını bu erişim gerçekleşebildiği süre boyunca (ölene kadar) taze tutması aslında kimsenin acısının dinmeyeceği anlamına gelir. Hani zaman her şeyin ilacıdır derler ya: Bana göre eğer günün birinde bu teknoloji aynı cep telefonları gibi günlük hayatlarımızın bir parçası haline gelirse, insanlar yaşadıkları hiçbir olayın etkisinden kurtulamaz. Çünkü zamanın en etkili ve bazen tek ilaç olmasını sağlayan şey insanların olayları uzun süre aynı canlılıkta hafızasında tutamamasıdır. Çok sevdiğiniz birinin öldüğünü düşünün. Kendinizi sürekli bunu tekrarlamaktan nasıl alıkoyabilirsiniz? Ya da yaptığınızdan pişman olduğunuz bir eylemi? En utanç verici anınızı? Hayatınızın geçmişte çok güzel olduğunu düşünün, o günleri kafanızda sürekli tekrarlamayı bırakıp gerçek dünyaya dönebileceğinizi hiç sanmıyorum; günümüzde fotoğraflara bile saatlerce bakmaktan sıkılmazken. Ne yazık ki teknoloji artık “dur” deyince duracak raddede değil. Geliştikçe gelişmeye devam ediyor ve katlanarak daha da hızlanıyor. Yeni icatlar artık yapılması eskisi kadar zor değil. Hayal etmeniz yeterli ve hayal ettiğiniz şeyi gerçekleştirmenize yardımcı olacak bir icat günümüzde zaten muhtemelen mevcut durumda. Bu gibi korkunç senaryoların gerçekleşmesini engellemek için ise yapabileceğimiz eylemler ne yazık ki pek fazla yok. Ben arkadaşlarımla otururken herkesin telefonu ile ilgilenmesinden şikayet ediyorum fakat on beş dakika sonra kendimi de sosyal medyada gezerken buluyorum. Sosyal medyanın toplumda bir statü belirleyicisi haline gelmesi ise yine herkesin farkında olduğu ama kimsenin gerçekten önlem almaya çalışmadığı bir başka konu. Şimdi elime mikrofon alıp kampüste “Sosyal medya nedir?” başlıklı bir röportaj yapmak istesem hemen hemen herkesin “ego tatmin aracı” gibi bir tanımlama yapacağından neredeyse eminim. Komiktir ki ben dahil hepimiz durumun farkında olmamıza rağmen sosyal medya kullanmaya devam ediyoruz ve bunu kolay kolay bırakılamayacak bir alışkanlık haline getirmiş durumdayız. İnsanların bizi nasıl gördüğünü o kadar önemsiyoruz ve o kadar olmadığımız ama olmak istediğimiz insanmışız gibi bir imaj çiziyoruz ki, gerçek kimliklerimizi yitiriyoruz. Bu da gitgide samimiyetsiz ve sadece sosyal statüyü umursayan bir neslin yetişmesi demek oluyor. İnsan sevilmek için neler yapmıyor ki? Ben Black Mirror’un her bölümünün bir gün gerçekleşme olasılığı olduğunu düşünüyorum. Belki yirmi, belki altmış sene sonra insanların teknolojinin esiri haline geldiğinde ise bu işin geri dönüşünün mümkün olacağını hiç sanmıyorum.