Türkiye`nin Yeni Dış Politikasında Karadeniz Bölgesi

advertisement
Kapak Konusu
Jeopolitik açıdan bakıldığında, 11 Eylül ve 11 Mart sonrasında Büyük Karadeniz Bölgesi stratejik önemini geri kazanmıştır.
Türkiye’nin Yeni Dış Politikasında
Karadeniz Bölgesi*
The Black Sea Region in the New Turkish Foreign Policy
Dr. Özgür ÖZDAMAR
Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Abstract
The Wider Black Sea Region has gone through a very significant transformation since the end of the Cold
War. Although there have been some successful attempts to provide political, economic and military cooperation, the regionalization attempts are usually considered to be semi-successful at best. This paper begins
with a brief historical discussion to provide the background for analysis in the last two decades. Then, four
major principles that should guide Turkish foreign policy within the Wider Black Sea Region are discussed, including possible benefits and difficulties associated with them. These principles are: promotion of the
BSEC; improvement of bilateral relations with Russia and its inclusion in all multilateral initiatives; prevention of great power rivalry and interstate or civil wars in the Black Sea region.
* Bu makale yazarın “The Black Sea Region in the New Turkish Foreign Policy” (EDAM 2011) makalesinden adapte edilmiştir.
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
21
Kapak Konusu
Avrupa-Atlantik tehdit algısı 11 Eylül ve 11 Mart terör saldırılarının ardından önemli bir değişim gösterirken, Büyük Karadeniz Bölgesi stratejik önemini geri kazanmıştır.
Giriş
Büyük Karadeniz Bölgesi’nin (BKB) siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda Soğuk Savaş sonrası
dönemdeki değişimi halen devam etmektedir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Avrupa-Atlantik
topluluğunun bölgede daha aktif hâle gelmesini
sağlamış ve bu da, ortaya çıkan pan-Avrupa siyasi ve ekonomi kurumlarına yönelik aşamalı bir
değişime yol açmıştır. Romanya ve Bulgaristan’ın
NATO ve AB üyelikleri, Türkiye’nin AB ile gerçekleştirdiği katılım müzakereleri, Ukrayna ve
Gürcistan’daki renkli devrimler, tamamı olmasa
da, bölgenin parlayan Avrupa-Atlantik eğilimini
gösteren örneklerden bir kaçıdır. Özellikle eski
komünist devletler ile yeni bağımsız cumhuriyetler, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden beri hem
demokrasiye hem de piyasa ekonomisine geçişte
zorluklar yaşamaktadırlar.
Siyasi kutuplaşma beraberinde eski Sovyet alanında yaşanan değişim sıkıntıları, ABD’nin
BKB’ye yönelik dikkatini arttıran 11 Eylül ve 11
Mart (Madrid) terör saldırılarının ardından Avrupa-Atlantik topluluğu içerisindeki tehdit algılamasının yön değiştirmesi sonrasında patlak
vermiştir. 11 Eylül’den itibaren ABD; terörizm ile
mücadele, kitle imha silahlarının yayılması ve yasa dışı uyuşturucu kaçakçılığı gibi asimetrik tehditler ve enerji geçiş güvenliği konularına dikkat
çekerek BKB’deki varlığını meşrulaştırmak için
çaba göstermektedir.1 ABD, savunma anlaşmaları, Rusya yanlısı hükümetlere karşı Batı yanlısı muhalif elitlerin desteği ve NATO’nun bölge
ülkelerine daha fazla girme tehdidiyle bölgedeki
askeri ve siyasi etkisini arttırdıkça, Rusya Federasyonu da savunmacı bir tutum izlemeye başlamıştır. Rusya ve Gürcistan arasında gerçekleşen
22
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
Ağustos 2008 savaşı da bu bağlamda incelenmelidir.
Bu noktada, Türkiye, Büyük Karadeniz bölgesinin yoğun güvenlik gündemi beraberinde Avrupa-Atlantik topluluğu ve Rusya arasında kalmıştır.2 Soğuk Savaş’ın yansımaları Büyük Karadeniz Bölgesi’nde görülürken, Türkiye de özellikle
2009’daki İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları ve
2011’deki Arap Baharı sonrasında dış politika girişimlerinin çoğunu Ortadoğu’ya yönlendirmiştir.
Ancak Türkiye’nin odak noktasını bölgeden başka yöne çevirmesine rağmen, BKB, birbiriyle
bağlantılı jeo-ekonomik ve jeo-politik sebeplerden ötürü 21. yüzyılın yirminci yılında da küresel
siyasi ve ekonomik önemi yerini korumaktadır.
Jeopolitik açıdan bakıldığında, Avrupa-Atlantik
tehdit algısı 11 Eylül ve 11 Mart terör saldırılarının ardından önemli bir değişim gösterirken,
Büyük Karadeniz Bölgesi stratejik önemini geri
kazanmıştır.3 Özellikle ABD, bölgeyi Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika (GODKA) bölgesine açılan bir arka kapı olarak algılamaya başlamıştır.4
Karadeniz’in kuzey ve doğu kıyıları boyunca uzanan birçok eski Sovyet devleti (Moldova, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan),
GODKA’nın kuzey sınırlarını ve İran’ın çevresini
sarmasının yanı sıra Hazar Denizi ile enerji ihtiyacındaki Avrupa-Atlantik düzenini birbirine
bağlayan Avrupa-Asya (veya Doğu-Batı) enerji
koridorunu korumak için de ABD’nin gözünde
stratejik bir öneme erişmiştir.5,6 Böylesi bir noktada, ABD, Karadeniz kıyıları üzerindeki nüfuzunu kullanma ve hatta kısa bir süreliğine bölgede
bulunma konusunda da kararlı görünüyordu. Bu
Kapak Konusu
kapsamda ABD, bölgede doğal bir aktör olduğu
konusunda bölgedeki diğer aktörleri ikna etmeye çabaladı. Mart 2006’da kabul edilen, ABD’nin
KEİ’ye gözlemci statüsü için yaptığı başvuru da
bu stratejinin kanıtıydı. Dahası, bölgedeki ABD
faaliyeti, bölge etrafındaki renkli devrimleri başlatmış olarak gözükmekteydi. Rusya açısından
bakıldığında ise, ABD ve Transatlantik kuruluşları, bölgeye zorla giren davetsiz misafirleri gibi
görünmekteydi.
Türkiye’nin Karadeniz politikasına ilişkin analizler, bölgenin siyasetini etkileyen farklı güçleri de
göz önünde bulundurarak anlaşılmalıdır. Bu konuya odaklanmadan önce, bu rapor, Türkiye’nin
bakış açısından Karadeniz bölgesinin kısa bir
tarihi analizini sunacaktır. Böylesi bir analiz
Türkiye’nin bölgeye yönelik yaklaşımı için olası
seçenekler sunacaktır. Tarihsel analizin ardından
ise Karadeniz’deki Türk politikasının temel ilkelerinin tartışıldığı bölüm sunulmaktadır.
Mevcut Siyasi Ortamın Tarihi ve Arkaplanı
Karadeniz bölgesi, geçmiş zamanlardan bu yana
farklı etnik grup, ulus ve medeniyetler arasında bir kavşak ve etkileşim alanı olagelmiştir. Bu
bölge hem bir sınır hem de tampon bölge görevi
üstlenmiştir.7 Bölgenin son derece karışık etnik
ve dini yapısı Karadeniz Bölgesi’ni, bir çatışma ve
çekişme alanına dönüştürmüştür.8
Tarih boyunca Karadeniz bölgesi, ‘pasif bir coğrafya’ ve daha mühim coğrafi birimlere yakın bir
alan olarak görülmüştür. Buna göre, Karadeniz
bölgesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun arka bahçesi, Sovyet nüfuz alanının bir uzantısı, Avrupa’nın
sınırı ve Akdeniz dünyasının bir uzantısı olarak
tanımlanmıştır.9 Karadeniz Bölgesi’ne, tarihi boyunca çeşitli hegemonlar tarafından hükmedilmiştir. Bölge öncelikle M.Ö. sekizinci yüzyıldan
birinci yüzyıla kadar Helenler tarafından sömürgeleştirilmiştir. Ardından M.S. 1453 yılında
İstanbul’un fethine kadar ise bölge Romalılar ve
Bizans İmparatorluğu tarafından yönetildi. 1453
ve 1484 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu bölgenin tamamına egemen oldu. Viyana
Kongresi’nin ardından (1815) Osmanlı İmpara-
torluğu etkinliğini kaybedince Rusya bölgenin
içlerine doğru uzanmaya başladı.10 Bölgede hakim olmuş Bizans ve Osmanlı denetimi nedeniyle, bölge pan-Avrupa siyasi alanı ile çok az bir
etkileşimde bulunabilmiş ve dış etkilere kapalı
kalmıştır. Geleneksel olarak bölge, Doğu ve Güney Avrupa üzerinde etkin bir hakimiyet kurmuş
baskın güç(ler) tarafından kontrol edilmişti.
Kırım Savaşı (1853-1856) ardından, aşağı Tuna
nehrinde sefer gerçekleştirmek üzere Fransız,
İngiliz, Avusturya, Rus, Prusya, Sardinya ve Türk
heyetlerinden oluşan bir komisyon kuruldu. Aslında bu, bölgesel işbirliği kurmak için çok erken
bir teşebbüstü. Lozan Antlaşması (1923) ile Karadeniz ve Türk boğazları uluslararası bir kimlik
kazandı. 1936 yılında ise, Montrö Antlaşması’nın
imzalanması üzerine, Türkiye, boğazları üzerindeki kontrolünü güvence altına aldı; SSCB ise
Karadeniz bölgesinde önemli bir donanma gücü
hâline geldi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından
Romanya ve Bulgaristan’ın sosyalist kampa katılmalarıyla, bölge çok yoğun bir Sovyet etkisi
altına girmiştir. Türkiye’nin NATO’ya katılması
ise SSCB’nin bölge üzerinde tam hakimiyet kurmasının önüne geçmiştir. Soğuk Savaş boyunca
bölge farklı ideolojik hatlara bölünmüştü. Türkiye ve Yunanistan NATO’nun güney kanadını
savunurken, SSCB, Romanya ve Bulgaristan ise
sosyalist kamp tarafındaydı. Bölge iki rakip askeri blok arasında bölündüğünden, bölge içindeki
siyasi, ekonomik ve kültürel etkileşim asgarî düzeydeydi. Böylesi bir siyasi ve askeri açıdan gergin ortamda, bölge dış etkileşime kapalı kalmıştı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Avrupa-Atlantik
aktörlerinin Karadeniz devletleri ile etkileşimini
mümkün kılmış ve tarihte ilk defa pan-Avrupa
siyasi ve ekonomik alana doğru kademeli bir
değişime yol açmıştır. Başka bir deyişle, Soğuk
Savaş’ın sona ermesi, Karadeniz ülkeleri için
Soğuk Savaş’ın kavramsal hapsinden özgürlüğe
kavuşmak anlamına gelmekteydi. Ne var ki, bu
tarihi olay sadece demokrasinin, piyasa ekonomisinin kurulması ve bölgesel işbirliği için bir
zemin oluşturulmasının işareti olmakla kalmadı, aynı zamanda bastırılmış etnik, ulusal ve
bölgesel çatışmaları da serbest bırakmış oldu.11
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
23
Kapak Konusu
Karadeniz’de bölgesellik, deniz taşımacılığı ve işbirliği olmadan gerçekleştirilemez ve kurumsallaştırılamaz.
Önemli sistemik ve iç değişiklikler dolayısıyla
Soğuk Savaş sonrası dönemde Karadeniz Bölgesi
bölgesel istikrarsızlık ve görece bir güvensizlik
ortamı yaşamaktadır.
Sistemik düzeyde, iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya doğru gerçekleşen öngörülemeyen değişim, eski Sovyet bölgesindeki çatışmaları engelleme konusunda yetersiz kalan değişken
bir uluslararası siyasi sistem yaratmıştır. Yurtiçi
seviyede ise, komünizmin sona ermesi, güçsüzleşen Sovyet kurumları, karşı güçlerinin yükselmesi, ayrılıkçı hareketler, bölgesel istikrar ve
güvenliğe tehdit oluşturmuştur. Yeni bağımsızlığa ulaşmış kıyı devletlerinin (Ukrayna ve Gürcistan) ortaya çıkması ve eski Doğu bloğu ülkelerinin (Romanya ve Bulgaristan) tam bağımsızlığa
ulaşmaları çeşitli konularda işbirliği kurmak için
fırsat sunmuştur.
24
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
Doğu Avrupa’da komünizmin çöküşüne ve
SSCB’in dağılmasına yol açan 1989 ve 1991 yıllarında gerçekleşen ikiz devrimlerin ardından, Avrupa-Atlantik topluluğu Baltık’tan Karadeniz’e
uzanan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini birbiriyle kaynaştırmaya odaklanmıştır. 1990’lı yıllarda
Karadeniz havzası “Avrupa-Atlantik gündeminde bir öncelik olmaktan çok uzaktı. ABD dış politika gündeminin ilk sıralarında Rusya’yı yumuşatmayı amaçlayan ‘Rusya Önceliği’ politikası yer
alırken, Avrupalılar ise çoğunlukla yeni eski-komünist komşuları ve Balkan’lardaki çatışmalara
odaklanmışlardı.”12
1990’ların başında SSCB’nin dağılmasının ve
Rusya’nın etkinliğinin azalmasının ardından
Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal bölgesel
işbirliği örgütünü başlatmıştı. KEİ (Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü) 1992 yılında kurulmuş
Kapak Konusu
ve 1998 yılında anlaşmaya dayalı bölgesel ekonomik bir örgüt hâlini almıştı. Coşkulu bir başlangıcın ardından KEİ tam bir başarıya ulaşamamıştı.
Soğuk Savaşın sona ermesinin ertesinde bölgede
ortaya çıkan çatışmalar, gelecekteki bölgesel işbirliğine gölge düşürmüştü. Bunun yanı sıra KEİ,
bölgedeki çatışmalara çözüm üretebilecek bir siyasi oluşum değildir. 11 Eylül ve 11 Mart terör
saldırılarından sonra, ABD ve AB için bölge stratejik önemine yeniden kavuştu. Amerika’nın bölgeye yönelik artan ilgisi, transatlantik ittifakların
eski Sovyet ülkelerindeki muhalefet ile ilişkileri,
demokratikleşme çabası, enerji diplomasisi ve
renkli devrimler için destek, bölgede 2000’lerin
ikinci yarısında üzerinde durulan politikalardı.13
Bu gelişmelere rağmen, 2000’lerin ikinci yarısında Rusya’nın bölge üzerindeki etkisi yeniden
görülmeye başladı. Rusya, Ukrayna’daki gibi
Rusya yanlısı siyasi partileri ve Ermenistan gibi
korunan müttefiklerin çıkarlarını başarılı bir şekilde desteklemiş ve güç kullanarak Abhazya ve
Güney Osetya’nın Gürcistan’dan ayrılarak elde
ettiği fiili bağımsızlığını güvence altına almıştır. Öte yandan, her ne kadar kendisi bir NATO
üyesi olsa da, ABD’nin bölgeye askeri müdahalesi konusunda Türkiye’nin de çekinceleri artmıştı. Türkiye ve Rusya, NATO’nun Etkin Çaba
Harekâtı faaliyetlerini 2006 yılında Karadeniz’e
uzanmasına karşıydılar. Rusya, jeostratejik kaygılar taşırken, Türkiye’nin başlıca kaygısı ise 1936
Montrö Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesinin engellenmesiydi.
Rusya ve Gürcistan arasında meydana gelen 2008
savaşı da, bölgedeki siyasi ve güvenlik yapılarının
istikrarsızlığını gösterir nitelikteydi. Sovyetler
Birliği’nin çöküşünden sonra ortaya çıkan boşluğu doldurmak için meydana gelen siyasi rekabetin yanı sıra geçmişten ve SSCB politikalarından
kaynaklanan anlaşmazlıklar da bölgedeki büyük
siyasi ve ekonomik işbirliklerini hâlâ tehdit etmektedir. AB ile arasındaki ilişkilerinin sekteye
uğramasından dolayı bölge, Türk dış politikasında daha önemli bir rol oynamalıdır ve Türkiye de
uluslararası düzendeki önemini ancak etrafını
bölge üzerindeki etkilerini göstererek kanıtlayabilir.
Türkiye’nin Bölgede İzlemesi Gereken Dört
Genel İlke
Son yirmi yıldır Karadeniz bölgesini etkileyen
zorlu siyasi geçmişe rağmen, Türkiye’nin bölgede olumlu bir dönüşümün meydana gelmesine
yardım edebileceği bazı politikalar mevcuttur.
Bu politikalardan ilki, Türkiye’nin KEİ projelerine daha güçlü bir şekilde müdahil olmasını
gerektirmektedir. Hâlihazırda KEİ, ticaret ve
ekonomik kalkınmadan turizm ve doğal felaket
yönetimine kadar uzanan 19 işbirliği alanına
odaklanmaktadır.14 Üye devletler, bölgesel işbirliği tekerleğini üst üste yeniden icat etmek yerine
mevcut işbirliği planlarını daha da geliştirmek
üzerine odaklanmalıdırlar. Kurucu üye ve bölgedeki işbirliğinin savunucusu olarak Türkiye dış
politikası KEİ’nin işbirliği projelerinin geliştirilmesine ve KEİ’nin bölgedeki etkisini arttırmaya
odaklanmalıdır. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye
siyasi ve ekonomik diplomasisinin önemli bir
bölümünü aşağıdaki projeleri tamamlama üzerinde yoğunlaştırmalıdır:
Öncelikle, Türkiye, bütün kıyı devletlerinin uzun
zamandır beklediği Karadeniz Çevre Otoyolu
projesinin önemle üzerinde durmalıdır. Bu proje
hem ulaşım ağlarının kurulmasını hem de ticaret, ulaşım ve çevresel koruma ile ilgili ulusal düzenlemelerin uyumlaştırılmasını içermektedir.
Ticaret ve turizmin arttırılması yalnızca bölge
ekonomisine katkı sağlamakla kalmayacak, aynı
zamanda bölgesel kimliğinin oluşumuna da katkı sağlayacaktır. İkinci olarak, Türkiye bölgedeki
deniz taşımacılığına ilişkin girişimlere öncülük
etmelidir. Karadeniz’de bölgesellik, deniz taşımacılığı ve işbirliği olmadan gerçekleştirilemez
ve kurumsallaştırılamaz. Deniz, tüm komşuları birbirlerine bağlayan ve bir bölge yaratan en
önemli coğrafi oluşumdur. Deniz taşımacılığının
etkili ve ekonomik kullanımı, daha üst düzeyli işbirliği yaratmak için KEİ üyeleri tarafından sağlanmalıdır. Bu sebeple Türkiye, ‘KEİ Bölgesinde
Deniz Otoyollarının Geliştirilmesi’ girişiminin ve
teknik işbirliğinin güçlü bir destekçisi olmalıdır.
Üçüncü olarak, Türkiye tüm KEİ üyelerindeki iş
adamları için vize alımını kolaylaştırma politika-
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
25
Kapak Konusu
Ulaşım ve altyapıdaki gelişmeler, bölgede artan ticari ve sınaî ilişkilere de katkıda bulunacaktır. Bu ilişkileri daha da iyileştirmek için,
Türkiye’nin, BMKP ve Türk finans kurumları gibi uluslararası kuruluşlar tarafından desteklenen ekonomik kalkınma projelerine de öncülük
etmesi gerekir.
ları geliştirmelidir. Türkiye; kendisi, Arnavutluk
ve Moldovya gibi bazı KEİ üyeleri arasında ki
mevcut işbirliğini arttırmalı ve bu bölgede işbirliği önünde bulunan Shengen sisteminden kaynaklanan engelleri aşmalıdır.
26
Ulaşım ve altyapıdaki gelişmeler, bölgede artan
ticari ve sınaî ilişkilere de katkıda bulunacaktır.
Bu ilişkileri daha da iyileştirmek için, Türkiye’nin,
BMKP ve Türk finans kurumları gibi uluslararası kuruluşlar tarafından desteklenen ekonomik
kalkınma projelerine de öncülük etmesi gerekir.
KEİ ve AB arasındaki işbirliğini arttırmak bu
bağlamda önemli bir rol oynayabilir. ‘Avrupa’nın
son kıyısı’ olarak Karadeniz bölgesi, güvenlik bakımından olduğu kadar siyasi ve ekonomik kalkınma açısından da AB için çok önemli bir yere
sahiptir. AB’nin, komşu bölgelere yönelik bölgeselleşme ve ekonomik kaynak aktarımı konusundaki deneyiminden faydalanılmalıdır. Romanya,
Bulgaristan ve Yunanistan gibi üye devletlerin
beraberinde, aday ülke olarak Türkiye de, komşu
bölgeler arasında sinerji yaratabilir.
ları ile sorunlu ilişkilerine rağmen, Rusya, bölgeselleşmenin gerçekleşmesi ya da engellenmesi
konusunda söz söyleyebilecek en etkin aktördür.
Aynı şekilde Türkiye de, Rusya için, işbirliğinin
lokomotifi ya da Rusya’nın çıkarlarının ilerlemesini engelleyen bir karşı güç olabilir. Her iki ülkenin de, Karadeniz bölgesindeki çıkarlarını korumak adına birbirlerinin işbirliğine ihtiyaçları
vardır. Bu nedenle KEİ ve ikili ilişkiler yoluyla işbirliği, turizmdeki ilişkilerin geliştirilmesi, enerji
ticareti ve inşaat sektörlerinin geliştirilmesi gerekir. Yeni ekonomik işbirliği alanları olarak ulaşım, tarım, bankacılık ve finans gibi sektörler ön
plana çıkmaktadır. Dahası, Türkiye, gerek ikili ve
gerekse çok taraflı işbirliği planları yoluyla bölgedeki Rus güvenliğini kışkırtmayacak çözümler
bulmalıdır. Özellikle deniz güvenliği konusunda,
Türkiye, Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu
ve Karadeniz Uyum Harekâtı’nda olduğu gibi
her girişime Rusya’yı da dahil etmelidir. Her iki
ülkeyi de içine almayan gerek denizcilikle ilgili
gerekse genel bir güvenlik düzenlemesi etkili olmayacaktır.
Bu KEİ işbirliği planlarını desteklemek, Türk dış
politikasının bölgedeki önceliği olmalıdır. Ne var
ki bu politikalar, bölgede tartışmasız en etkili aktör olan Rusya’nın desteği olmaksızın etkin bir
şekilde hayata geçirilemez. Bu nedenle, Büyük
Karadeniz Bölgesi’ne yönelik Türk dış politikasının ikinci genel ilkesi, Rusya ile işbirliğinin arttırılması ve bölgede Rusya’yı kışkırtacak herhangi
bir durumun önüne geçilmesi gerekliliğidir. Eski
Sovyet cumhuriyetleri ve transatlantik kuruluş-
İkinci ilkeye (Rusya ile işbirliği) ilişkin olarak,
Türkiye, Karadeniz’in güç rekabetine sahne olacak büyük bir bölge olmasının önüne geçmeli ve
bunun yerine bir ‘Türk alternatifi’ sunmalıdır.’15
AB’nin ve ABD’nin bölgeye yönelik artan ilgileri
hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Rusya’nın bölgedeki piyasa ekonomilerinin yükselişine ve Batı’nın bölgede “zorla” aktif
olma girişimlerine tepkisi, bölgedeki işbirliğinin
gelişmesine sekte vuracaktır. Bu nedenle üçüncü
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
Kapak Konusu
Türkiye, gerek ikili ve gerekse çok taraflı işbirliği planları yoluyla bölgedeki Rus güvenliğini kışkırtmayacak çözümler bulmalıdır. Özellikle deniz güvenliği konusunda, Türkiye, Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu ve Karadeniz Uyum Harekâtı’nda olduğu gibi her girişime
Rusya’yı da dahil etmelidir.
ilke olarak, Türkiye’nin, Rusya ve Batı arasında
geleneksel büyük güç rekabetine ve bir dizi çatışmaya dönüşebilecek bir çekişmenin önüne
geçmesi gerekmektedir. Böylesi bir rekabet siyasi, ekonomik ve güvenliğe ilişkin işbirliğiyle ilgili
gelişmeleri kesinlikle engelleyecektir. Örneğin
2008 yılındaki Rusya-Gürcistan savaşı muhtemelen renkli devrimlerin ve Rusya’nın bu devrimlere karşı tepkisinin dolaylı bir sonucuydu.
Bir tarafta ABD ve AB, diğer tarafta da Rusya’nın
taraf olduğu gerginlikler, hâlihazırda hassas olan
bölgesel dengeleri tehlikeye atmaktan başka bir
işe yaramayacaktır. Böylesi bir sonucun önüne
geçmek için, Türkiye’nin tarafsız bir yaklaşım
benimsemesi gerekmektedir. Türkiye bir taraftan sorumluluklarını ve transatlantik kurumlardaki yerini göz ardı etmemesi gerekirken, aynı
zamanda dar görüşlü ulusal kazanımlar için bölgeye izinsiz gerçekleştirilen herhangi bir saldırgan tavra ilişkin kaygıları da beraberinde getirir.
Türkiye, aynı zamanda, Moskova’nın çıkarlarına
rakip bir alternatif olarak göstermeksizin demokratikleşme ve serbest piyasa ekonomisini de
savunmalıdır. Yani Türkiye, bölgedeki bu farklı
kamplar arasındaki çatışmanın önüne geçebilmek için bir çeşit orta yol politikası izlemelidir.
Türk politika yapıcılar, büyük güçler arasındaki
mücadelenin etkilerine karşı daha küçük aktörlerin korunacağı diplomatik açıdan ölçülü bir
denge yaratıp bunu devam ettirmelidirler. Rusya
ve Gürcistan arasındaki Ağustos 2008 savaşı süresince ve sonrasında Türkiye’nin üstlendiği aktif
rol, aktif diplomasiye ve bölgede izlenen bu tutuma bir örnektir.
Türkiye’nin izlemesi gereken genel ilkelerden sonuncusu ise, devletlerarası savaşların ve askeri
çatışmaların engellenmesini gerektirir.16 Soğuk
Savaş’ın sona ermesinden itibaren yirmi yıllık
siyasi ve ekonomik gelişmenin ardından gerçekleşen Ağustos 2008 savaşı, Karadeniz bölgesinin
son derece istikrarsız ve güvenlikten yoksun olduğunu gözler önüne sermiştir. Ne bölgesel siyasi
işbirliği ne de geleneksel denge kurma faaliyetleri bu savaşın önüne geçebilmiştir. Hatta daha da
kötüsü, politika yapıcıların, sözde ‘Dondurulmuş
Çatışmaları’nın aslında dondurulmaktan çok uzak olduğunun ve hem devletlerarası hem de ülke içi savaşlara dönüşebilme riskinin çok yüksek
olduğunun farkına varmaları gerekir. ABD-AB
ittifakının bölgeye girme çabaları ve bu çabalara karşı Rusya’nın güçlü direnişi, bölgeyi büyük
güç siyasetinin oyun alanına çevirmiştir. Bu koşullar altında, geçmişten gelen sorunlar ve çözülmemiş çatışmalar muhtemelen daha şiddetli
çatışmaların öncüsü olacaktır. Bölgedeki askeri
denge Rusya ve Türkiye’yi destekler niteliktedir.
Ancak görünüşe bakılırsa, daha küçük güçler,
güç kullanımını, devletlerarası ve iç çatışmaları
çözmek için bir araç olarak algılamaktadırlar. Bu
algı, uluslararası kuruluşların bölgesel çatışmaları çözmeye yönelik başarısız girişimlerinin yanı
sıra 2008 Rusya-Gürcistan savaşı ile de pekiştirilmiş oldu. Bölgede daha sonraki devletlerarası
çatışmalar ise, çatışmaların uzun süren yapısı,
güç kullanımını öngören Rus dış politikası, uluslararası kurumların çözüm üretmedeki başarısızlıkları ve savunma bütçelerinin artışına yol
açan bölgesel askerileşme ile daha da şiddetli bir
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
27
Kapak Konusu
Türkiye, Karadeniz’de bölgeselleşme çabalarını dış politikasının merkezine oturtmalı ve tutarlı bir şekilde bu politikasını izlemeyi sürdürmelidir.
hale gelmek potansiyeli taşımaktadır. Karadeniz
bölgesinde güvenliği sağlamak, Soğuk Savaş’ın
sona ermesinden beri en zor halini almış gibi
görünmektedir. Türkiye’nin bunları en aza indirgemek için bu tehlikelerin ve politikaların farkında olması gerekmektedir. Türkiye, devletlerarası
güç kullanımını veya herhangi bir devletin halk
üzerinde güç kullanımını desteklemeyeceğini
açıkça beyan etmelidir. Buna ek olarak, Ermenistan ve Azerbaycan’ın yanı sıra Rusya ve Gürcistan arasındaki bölgesel çatışmaya çözüm bulma
konusunda da Türkiye’nin katkı sağlaması gerekmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika’da
üstlendiği arabulucu rolünün bir benzerini aynı
zamanda Karadeniz bölgesindeki çatışmaları çözüme ulaştırmak için de üstlenmelidir.
Tehlikeleri tespit etmek için Türkiye’nin, özellikle çözülmemiş çatışmalara dahil olan aktörler
tarafından yapılan askeri harcamaları ve faaliyetleri denetlemesi gerekmektedir. Askeri harcamalardaki artışlar, çatışmaları güç kullanımı
ile çözme planlarının mevcut olduğunu doğrulamaktadır Azerbaycan ve Ermenistan arasında
olduğu gibi, bölgede meydana gelen silahlanma
yarışlarını denetleyip bunlara müdahale etmek
için Türkiye’nin, uluslararası silahsızlanma kurumları ile işbirliği yapması gerekir. Aynı zamanda ihtilaflı alanlardaki sınırlarda meydana gelen
küçük çaplı çatışmalar dikkatli bir şekilde izlenmeli ve durdurulmalıdır. Bu küçük çaplı mücadeleler, daha büyük silahlı çatışmalara dönüşebilme riski taşımaktadır. Daha açık bir deyişle;
Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan’ın silahlanması ve bağımsızlıklarını ilan eden bölgeler ile
bu bölgelerdeki sınır mücadeleleri kontrol altına
alınmalıdır. İkinci olarak, Rusya’nın bölgeye yö-
28
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
nelik dış ve askeri politikaları, bölgedeki çözümlenmemiş ihtilafları da hesaba katarak değerlendirilmelidir. Rusya’nın, bölgede yaşanan her bir
çözümlenmemiş çatışmada payı vardır ve görünüşe bakılırsa on yıl öncesine kıyasla Rusya bu
ihtilaflardaki pozisyonunu daha büyük bir hırsla
korumaktadır. Rusya’yı kışkırtacak politikaların,
başarıdan ziyade başarısızlığa uğramaları daha
muhtemel görünmektedir. NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’a doğru genişlemesine ilişkin
düşüncelerin tekrar gözden geçirilmesi gerekir.
Rusya ile başa çıkmanın en etkili yolu, KEİ ve
AGİT gibi uluslararası teşkilatlarda ortak politika yapmak ile mümkün olabilir. Üçüncü olarak;
bölgesel çatışmaların çözülmesine yardım etmek
ve askerileşmeyi engellemek için uluslararası
kuruluşlara daha fazla kaynak sağlanmalıdır. Bu
amaç doğrultusunda, bölgede çıkarları bulunan
ülkeler, uluslararası örgütler aracılığıyla çok taraflı politika yapımını desteklemelidirler. Fransa,
Rusya ve ABD’nin AGİT Minsk Grubu’na olan
desteği, böylesi çabalara bir örnektir. Son olarak
ise, bölgede işbirliği kültürü yaratmak ve bunu
sürdürmek için daha fazla bölgeselleşme çabasının teşvik edilmesi gerekir. Bölgesel aktörler arasında kapsamlı bir dayanışma yaratmak için, KEİ
platformu aracılığıyla ekonomi ve ticaret alanlarında işbirliğinin geliştirilmesi gerekir. Bu tür
yardımlar doğal olarak çatışmaların uzun vadede
çözümüne yardımcı olacak ve Karadeniz bölgesinde güvenlik alanındaki işbirliğini güçlendirecektir.
Sonuç
Karadeniz bölgesi, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana büyük bir dönüşüm süreci ge-
Kapak Konusu
çirmektedir. Bu, muhtemelen tarihinin en büyük
dönüşümü olacak ve bölge halkına siyasi istikrar
ve refah getirecektir. Yine de bu süreç, karmaşık,
zor ve tahmin edilemez görünmektedir. Bu rapor, bölgedeki iki bölgesel hegemonik güçten biri olan Türkiye’nin, bölgede barışı, istikrarı ve ekonomik kalkınmayı teşvik etmek için ‘kapsamlı
çok taraflı işbirliği planları’ üzerine odaklanması
gerektiğini savunmaktadır. Daha açık bir deyişle,
Türkiye, Karadeniz’de bölgeselleşme çabalarını
dış politikasının merkezine oturtmalı ve tutarlı
bir şekilde bu politikasını izlemeyi sürdürmelidir. Bu amaçla Türkiye, KEİ’yi harekete geçirmek
için çaba sarf etmelidir. İhracata aç yeni kapitalist ekonomik aktörlerle birlikte, Türkiye’nin
ekonomik patlaması KEİ üzerinden bölgeye
yayılmalıdır. Siyasi anlamda ise, Türkiye ‘Rus
etkeni’nin farkında olmalı ve Rusya’yı, çatışmayı
engelleyecek tüm girişimlerine dahil etmelidir.
Bu nedenle, Türkiye, bölgedeki büyük güç rekabetini engelleyerek ve küçük aktörlerin çıkarlarını gözeterek transatlantik topluluğu ve Rusya
arasında bir denge unsuru rolü de üstlenmelidir.
Türkiye’nin diplomatik girişimler yoluyla devletlerarası savaş olasılığını engellemesi bölgesel
kalkınmaya katkı sağlayacaktır. Karadeniz belki
de Türkiye’nin temel bölgeselleşme çabalarında
en önemli öncü olup bunu başarabileceği yegâne
bölgedir. Bu, Türk dış politikası için kaçırılmaması gereken bir fırsattır.
O
DİPNOTLAR
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
For views on the US. strategy towards the Wider Black Sea Region, bkz. Ronald D. Asmus, Bruce P. Jackson, “The
Black Sea and the Frontiers of Freedom”, Hoover Institution, Policy Review, Haziran-Temmuz 2004. http://www.
hoover.org/publications/policyreview/3437816.html
Ariel Cohen, Conway Irwin, “US. Strategy in the Black Sea Region”, The Heritage Foundation, No. 1990, Aralık 13
2006. http://www.heritage.org/Research/RussiaandEurasia/bg1990.cfm
Mustafa Aydın.2007. “Echoes of Özal’s Vision.” Bridge Magazine. http://www.bridge-mag.com/
Ronald D. Asmus, “Developing a New Euro-Atlantic Strategy for the Black Sea Region: Istanbul Paper #2”, 27
Mayıs 2004, http://www.gmfus.org//doc/07.28_GMF_Istanbul2_Report.pdf
Mustafa Aydın.2007. “Echoes of Özal’s Vision.” Bridge Magazine.
http://www.bridge-mag.com/
Mustafa Aydın, 2009, “Geographical Blessing versus geopolitical curse: great power security agendas for the
Black Sea region and a Turkish alternative,” SEBSS, 9:3, 271-285.
Jean Dufourco, NATO Defense College and ISIS Paper, 1999.
Historical background in the following pages are taken from an unpublished report prepared for the Security
Commission report of the ‘TEPAV Black Sea Project’ in 2007. Authors: Özgür Özdamar and Ömer Fazlıoğlu.
Mitat Çelikpala.2010. ”Escalating rivalries and diverging interests: Prospects for stability and security in the
Black Sea region.” JSEBSS, 10:3, 287-302.
Jean Dufourco, NATO Defense College and ISIS Paper, 1999. http://www.ndc.nato.int/download/publications/
op_10.pdf?&lang=en_us&output=json&session - id=81d4293dabb2b9f177357a5b655b59dd
Mitat Çelikpala.2010. ”Escalating rivalries and diverging interests: Prospects for stability and security in the
Black Sea region.” JSEBSS, 10:3, 287-302.
Mustafa Aydın.2007. “Echoes of Özal’s Vision.” Bridge Magazine. http://www.bridge-mag.com/
A.g.e.
Türkiye Cumhuriyeti, Dışişleri Bakanlığı İnternet Sayfası: www.mfa,gov.tr/karadeniz-ekonomik- isbirligi-teskilati.
Mustafa Aydın, 2009, “Geographical Blessing versus geopolitical curse: great power security agendas for the
Black Sea region and a Turkish alternative,” SEBSS, 9:3, 271-285.
The debate about prevention of conflicts is adopted from the author’s own: Özgür Özdamar. 2010. “Security and
Military Balance in the Black Sea Region,” Southeast European and Black Sea Studies, 10:3, Eylül 2010, 341-359.
Mayıs 2012 - Cilt: 4 - Sayı: 41
29
Download