Güvenlik Konseyinin Libya`ya Askeri Müdahale Kararı

advertisement
Kapak Konusu
ABD’nin başı çektiği ve İngiltere ile Fransa’nın içinde yer aldığı blok BMGK’da müdahale kararını çıkartmada başarılı oldu.
Güvenlik Konseyinin Libya’ya Askeri
Müdahale Kararı
The Security Council’s Decision of Military Intervention to Libya
Prof. Dr. Mehmet Emin ÇAĞIRAN
Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Abstract
The UN Security Council made a new decision from the fact that on March 17, 2011 the situation in Libya
got worse day by day, the security of the civilian poeple was under threat. This decision numbered 1973
(2011) promulgated new measures in addition to the coercive measures such as embargo, travel restriction,
freezing the properties anticipated in the decision numbered 1970 (2011) that was taken three weeks ago.
However, the most important characteristics of the new decision is the fact that it gave the green light to the
external military intervention to Libya. While the Security Council agrees that the member countries of
the UN could intervene in Libya by themselves or with the other countries, the Council indicates that this
intervention, which is limited with the aim of protecting the civilians, will be carried out on condition that
the country will not be invaded, the territorial integrity will not be broken or the sovereignity rights will be
protected.
42
OrtadoguAnaliz
Nisan 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 28
Kapak Konusu
Rusya ve Çin’in askeri müdahaleye karşı olduklarını beyan etmelerine
rağmen veto haklarını kullanmamaları ABD’nin başı çektiği ve İngiltere
ile Fransa’nın içinde yer aldığı bloğun 1990’da başlayan uluslararası
siyasetteki belirleyici üstünlüğünün halen devam ettiğini göstermektedir.
Giriş
Libya meselesi yeni boyutlar kazanarak tahmin
etmesi oldukça zor bir yöne doğru hızla gidiyor.
Halkın başkaldırısının Tunus ve Mısır örneklerinde olduğu gibi kısa sürede ve de kolayca bir
yönetim değişikliğine yol açması beklenirken
Kaddafi’nin kolay pes etmeyeceğinin anlaşılması,
olayların başlangıcındaki şaşkınlığını üzerinden
atarak karşı atağa geçmesiyle ülke bir iç savaşa
doğru sürüklenmeye başladı. Diğer Arap ülkelerindeki olaylar karşısında “bekleyelim-görelim”
anlayışıyla neredeyse sessiz kalan uluslararası
kamuoyu Libya’da tam tersine aktif bir tutum takınarak ayaklananların yanında yer almayı tercih
etti. Tabii bunda Libya yönetiminin temel haklar
ve insancıl hukuk kurallarını hiçe sayarak protestocu halka karşı gösterdiği silahlı mukabelenin,
Libya’dan gelen katliam haberlerinin büyük rolü
olduğunu belirtmek gerekir. Libya yönetimine
tepkiler sadece devletlerin münferiden olayları
kınaması ve Kaddafi’ye çekilmesi yönünde çağrılarda bulunmasından ibaret kalmadı. Libya
olaylarını tam manasıyla uluslararası bir mesele
haline getiren ve diğer olaylardan farklı bir mecraya sokan asıl gelişme Birleşmiş Milletler (BM)
Güvenlik Konseyinin duruma el koyması oldu.
Olayların hemen başında bir başkanlık bildirisiyle konuyu ele alan Güvenlik Konseyinin aynı
hafta içinde bu kez zorlayıcı tedbirler de ihtiva
eden bağlayıcı bir karar alması Libya meselesinin
mahiyetini tamamen değiştirdi. 26 Şubat 2011
tarihli 1970 (2011) sayılı söz konusu karar deyim
yerindeyse Libya yönetimine karşı açılan ikinci
bir cephe oldu. Bu kararla birlikte Kaddafi iktidarını korumak için ülkedeki isyancı gruplara ilave
olarak uluslararası toplumun barış ve güvenlikten sorumlu en yetkili otoritesi olan Güvenlik
Konseyine karşı da mücadele etmek zorunda
kaldı. Konseyin daha önce müdahale ettiği ülkelerin yönetimlerinin akıbeti düşünüldüğünde bu
mücadelenin oldukça zor olacağı anlaşılmaktadır. Kaddafi yönetimi 1990’lı yıllarda Lockerbie
olayı sonrası benzer bir “kıskaçtan” güç bela kurtulmuştu; ancak, bu kez uluslararası şartlar ve
diğer bütün emareler yolun sonuna hızla yaklaştığına işaret etmektedir. Zira Güvenlik Konseyi
geçmişte Bosna’da uygulanan soykırım da dâhil
olmak üzere hiçbir uluslararası bunalımda bu
kadar hızlı ve kararlı harekete geçmemişti.
Güvenlik Konseyinin Kaddafi yönetimine karşı 1970 (2011) sayılı kararla başlattığı baskı ve
zorlama süreci Ortadoğu Analiz’in geçtiğimiz
sayısında incelenmişti. Bu makalede aynı süreci
yeni birtakım zorlayıcı tedbirlerle devam ettiren,
bilhassa Libya’ya karşı silahlı kuvvet kullanılmasının önünü açan Güvenlik Konseyinin 17 Mart
2011 tarih ve 1973 (2011) sayılı kararını ele alacağız.
Kararın Gerekçeleri
Güvenlik Konseyinin 1970 (2011) sayılı kararı
şu cümlelerde bitiyordu: “Konsey, Libyalı yetkililerin tutumunu sürekli izleyecek ve bu kararın
hükümlerine uyup uymadıklarından hareketle
uygulamaya konulan zorlama tedbirlerini gözden geçirecektir; buna göre, tedbirlerin daha da
sıkılaştırılması, değiştirilmesi, askıya alınması
veya tamamen kaldırılması söz konusu olabilir”.
Bu hükümde de belirtildiği üzere, Libya hükü-
OrtadoguAnaliz
Nisan 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 28
43
Kapak Konusu
Rusya ve Çin’in askeri müdahaleye karşı olduklarını beyan etse de veto haklarını kullanmadılar.
metinin davranışı ve olayların gidişatı Konseyin
daha sonra atacağı adımların belirleyicisi olarak
gösterilmiştir. Diğer deyişle, Libya hükümetinin
tavrı gelecek kararların başlıca gerekçesini oluşturmaktadır.
Bundan dolayı, Güvenlik Konseyi 1973 (2011)
sayılı kararın Giriş kısmında olayların başlangıcından itibaren yaşanan bir dizi gelişmeye dikkat
çekmektedir. Konsey bu gelişmelerin Libya’daki
durumun giderek kötüleştirdiğini tespit ederken
ve ortaya çıkan ihlalleri kınarken, aldığı yeni tedbirlerin başlıca gerekçelerini de belirtmiş olmaktadır. Söz konusu gerekçeleri satır başları itibariyle sunacak olursak, Konsey Libyalı yetkililerin
yaklaşık üç hafta önce alınan 1970 (2011) sayılı
karara uymadığını; ülkede durumun daha da kötüleştiğini, şiddetin tırmandığını ve sivil kayıpların arttığını; Kaddafi yönetiminin paralı askerler
44
OrtadoguAnaliz
Nisan 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 28
de kullanarak keyfi tutuklamalar, kayıplar, işkence, toplu ölüm cezaları gibi uygulamalarla insan
haklarını ağır ve sistemli bir şekilde ihlal etmekte
olduğunu; ve aynı zamanda medya mensuplarına
karşı da şiddet ve yıldırma eylemlerinde bulunduğunu belirterek, ülkede sivil halka yönelik yaygın
ve sistemli saldırıların insanlığa karşı suç olarak
nitelendirilebileceğini hatırlatmaktadır. Konsey
bu durum karşısında sivillerin korunması, sivil
halkın yoğun olarak bulunduğu tehlike altındaki bölgelerin güvenlik altına alınması ve ülkeye
insani yardımın yapılabilmesi için gerekli şartları
sağlamak için kararlı olduğunu açıklamaktadır.
Benzer tespitler ve harekete geçme zorunluluğu
Arap Birliği, Afrika Birliği ve İslam Konferansı
Örgütü gibi bölgesel örgütler tarafından da son
birkaç hafta içerisinde yapılan açıklamalarda dile
getirilmiştir. Konsey bunları hatırlattıktan sonra
özellikle Arap Birliği Örgütünün 12 Mart günü
Kapak Konusu
aldığı karara atıfta bulunmaktadır. Bu kararda
Arap Birliği Güvenlik Konseyinden iki tür tedbir
almasını talep etmektedir: Libya savaş uçaklarına uçuşa yasak bölge uygulamasının başlatılması;
Libya halkı ve ülkede bulunan yabancı devletlerin vatandaşlarının korunması amacıyla güvenli
bölgeler ihdas edilmesi.
Güvenlik Konseyi Libya’da giderek kötüleşen
durumun insani yönlerinin ötesinde uluslararası
barış ve güvenlik için bir tehdit oluşturmaya devam ettiğini belirterek kararının hukuki temellerini açıklamaktadır. Barışın tehdidi nitelemesi
BM Antlaşmasının VII. Bölümünün ilk maddesi
olan 39. maddede yer almakta ve Konseyin gerektiği takdirde iktisadi, diplomatik baskı tedbirleri alma veya silahlı kuvvet kullanılmasına karar
verme yetkisinin gerekçesini oluşturmaktadır.
İkinci olarak, yukarıda anılan durumun vahametiyle ilgili tespitlerden de hareketle, doğrudan sivil halkın korunmasına yönelik tedbirler bulunmaktadır. 1973 (2011) sayılı kararın asıl yeniliği
ve önemi bu ikinci kategori tedbirlerin sonucu
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tedbirler silahlı
müdahaleye izin verilmesi ve Libya üzerinde ülkenin hava sahasının tamamını içine alacak uçuş
yasağı getirilmesidir. Her iki tedbirin de ilan
edilen amacı Libya’daki sivillerin korunmasıdır.
Uçuş yasağı Libya yönetiminin ayaklananlara
karşı havadan yapacağı müdahaleleri önlemek
ve içerideki çatışmaların şiddetinin azalması bakımından elbette ki önemli bir tedbirdir. Ancak,
Libya meselesinin gidişatını asıl belirleyecek olan
dışarıdan silahlı müdahaleye izin verilmesidir.
Bu sebeple, 1973 (2011) sayılı kararın belkemiğini oluşturan bu tedbirler üzerinde duracağız.
Yeni Talepler ve İlave Tedbirler
Askeri Müdahale Kararı
Öngördüğü yükümlülükler bakımından Güvenlik Konseyinin 1973 (2011) sayılı kararının esas
olarak önceki karardaki yükümlülükleri teyit
etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bu kararda
Libya’ya ilave olarak getirilen başlıca yükümlülük derhal bir ateşkes ilan edilmesi ve sivil halka
karşı her türlü şiddet ve saldırıya tamamen son
vermektir.
Kararın en önemli unsuru ve tartışmaların odağındaki hükmü “Sivillerin Korunması” başlıklı
bölümünde Libya’ya askeri müdahale müsaadesi veren tedbirlerdir. Kararın 4. maddesinde yer
alan bu hükme göre, BM üyesi devletler münferiden veya bölgesel örgüt veya düzenlemeler
çerçevesinde birlikte hareket ederek Bingazi dâhil olmak üzere Libya’da saldırı tehdidi altındaki
siviller ve bunların bulundukları bölgeleri korumak amacıyla gerekli bütün tedbirlere başvurma
konusunda yetkilendirilmektedir. “Gerekli bütün
tedbirler” ifadesi Konseyin uygulamalarında silahlı kuvvet kullanılması anlamına gelmektedir.
Böylece Konsey henüz ikinci ayında olan Libya
olaylarında önce silahlı kuvvet kullanılmasını
ihtiva etmeyen zorlama tedbirleriyle durumu
kontrol altına almaya çalışmış, kısa süre sonra
da Libya’ya karşı kuvvet kullanılmasının önünü
açmıştır. Konseyin hızlı bir şekilde bir aşamadan
diğerine geçmesi uygulamada sık rastlanmayan
bir durum olmakla birlikte, verdiği kararların
BM Antlaşmasının barış ve güvenliği korumak
için kendisine tanıdığı yetkilere uygun olduğu
söylenebilir.
1973 (2011) sayılı kararın öngördüğü tedbirlere
gelince, Güvenlik Konseyinin zorlama araçlarını
çeşitlendirdiği ve baskının şiddetini arttırdığı görülmektedir. Tedbirleri iki kategoride değerlendirmek mümkündür. İlk olarak, önceki kararda
başlatılan ve esasta Libya hükümetini sıkıştırmak ve Konsey kararlarına uygun davranmaya
zorlamak amacıyla alınan tedbirler daha da ağırlaştırılarak devam ettirilmektedir. Bu cümleden
olarak, uygulanan silah ambargosunun kapsamının genişletilmesi, Kaddafi ve yakınlarının mal
varlıklarının dondurulmasıyla ilgili alınacak yeni
tedbirler, Libya dışında seyahat yasağı getirilen
kişiler listesine ilaveler, tedbirlerin düzenli uygulanmasıyla görevli olarak önceki kararda kurulan
Müeyyideler Komitesine yardımcı olacak sekiz
üyeli bir Uzmanlar Grubunun kurulması gibi
tedbirleri sayabiliriz.
Ancak, karar şeklen hukuka uygun olmakla beraber, siyaseten silahlı müdahalenin gerekliliği,
OrtadoguAnaliz
Nisan 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 28
45
Kapak Konusu
ABD liderliğindeki “uluslararası koalisyonun” Güvenlik Konseyini “kullanmak” zorunda olması 2003 Irak savaşından beri bazı değişikliklerin olduğuna da işaret etmektedir. Hatırlanacağı üzere, Bush yönetimi
Güvenlik Konseyi kararı olmadan Irak savaşını başlatmıştı.
zamanlaması ve üye devletlere bu konuda verilen iznin sınırları tartışmaya açıktır. “Silahlı
müdahale gerekli mi?” sorusuna farklı cevaplar
verilebilir. Genel kanaat Libya’daki şartların silahlı müdahaleyi gerekli hale getirdiğidir; durumun aciliyeti, Kaddafi yönetiminin geri adım
atmaması görüşme, ikna, uzlaşma gibi barışçı
seçeneklerin başarılı olamayacağını göstermiş,
biran önce harekete geçmesi gereken Güvenlik
Konseyine başka alternatif bırakmamıştır. Dolayısıyla zamanlama açısından da Konseyin acele
ettiğini söylemek zordur. Konseyi bu hususta
tenkit edenler geçmişte daha vahim durumlarda
oldukça ağır davranmasını (mesela Bosna’da) veya hiçbir şey yapmamasını (mesela İsrail’in Gazze ablukası esnasında) hatırlatmaktadır. Konseye
yöneltilen çifte standart tenkitleri genel olarak
haklıdır; ancak, Libya halkı için en etkili olabilecek tedbirlerin bir an önce uygulanmaya konulmaması geçmişin hatalı ve taraflı uygulamalarının bir devamı gibi olacaktır.
Askeri müdahalenin gerekliliği uluslararası hukuk açısından tenkit eden görüşler de bulunmaktadır. Bu görüşler Libya’nın egemen (bağımsız)
bir devlet olduğunu, halkın bir kısmının yönetime karşı çıkmasının, hatta bu sebepten dolayı
ülkede iç karışıklıklar ve silahlı direnişlerin başlamasının esasta bir iç mesele olduğunu, dışarıdan herhangi bir devletin, devletler grubunun
veya uluslararası örgütün egemen bir devletin
iç işlerine müdahale etme hakkı bulunmadığını,
aksi takdirde iç karışıklıklar yaşanan bütün ülkelere müdahale hakkı gibi uluslararası düzeni temelinden sarsacak uygulamaların önünün açıla-
46
OrtadoguAnaliz
Nisan 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 28
cağını ileri sürmektedir. Kısaca özetlediğimiz bu
yaklaşım ilke olarak doğrudur; nitekim BM Antlaşması da ilkeler bölümünde “işbu antlaşmanın
hiçbir hükmü özü bakımından bir devletin ulusal
yetkisi içinde bulunan işlere Birleşmiş Milletlerin karışmasına izin vermediği gibi, üyeleri de bu
türden işleri işbu antlaşma uyarınca bir çözüme
bağlamaya zorlayamaz” demektedir (madde 2,
paragraf 7). Ancak, bu ilkenin önemli bir istisnası bulunmaktadır. O da BM Antlaşmasının
anılan paragrafında şöyle ifade edilmektedir: “bu
ilke (devletlerin ulusal yetki alanına giren işlere
müdahale edilemeyeceği ilkesi) VII. Bölümde
öngörülmüş olan zorlama tedbirlerinin uygulanmasını hiçbir şekilde zedelemez”. Görüldüğü
üzere, Güvenlik Konseyinin zorlama tedbirleri
uygulamasına ulusal yetki alanı gerekçesiyle karşı çıkılamayacağını BM üyesi devletler baştan
kabul etmiş durumdadır. Buna ilave olarak, günümüzde bir devletin kendi halkına karşı insan
haklarını ve insancıl hukukun temel kurallarını
ağır bir şekilde ihlal etmesi ulusal sınırları aşan
uluslararası bir mesele olarak değerlendirilmektedir.
Bize göre, 1973 (2011) sayılı kararın 4. maddesiyle ilgili asıl tartışılması gereken silahlı müdahaleye izin vermenin meşruiyetinden ziyade verilen iznin sınırlarıdır. Konsey genel bir ifadeyle,
tek başına veya birlikte hareket edecek devletleri
gerekli bütün tedbirleri almakla yetkilendirmektedir. Bu hususta söz konusu 4. maddede iki kayıt bulunmaktadır. Birincisi, silahlı müdahalede
bulunacak devletlerin BM Genel Sekreteriyle işbirliği halinde hareket etmesidir. Maddenin son
Kapak Konusu
cümlesinden anlaşıldığı kadarıyla, işbirliğinden
kastedilen şey askeri tedbirlere başvuran devletlerin veya bölgesel örgütlerin Genel Sekreter
kanalıyla Güvenlik Konseyine bilgi vermesidir.
Bu bilgilerin nelerden ibaret olacağı, ne zaman
verileceği, Konseyde değerlendirmeye alınıp
alınmayacağı, bunun usulü, değerlendirme olursa ne gibi sonuçları olacağı hususları belirsizdir.
Bu tür operasyonlarda devletler genellikle BM’i
sonradan haberdar etmekle yetinmektedir. Dolayısıyla bilgilendirme kaydı denetim anlamına
gelmemektedir; zaten önceki benzer durumlarda
herhangi bir şekilde denetim söz konusu olmamıştır.
İkinci kayıt bir nevi sınırlama olarak daha önemli
görünmektedir: askeri müdahale izni işgali ihtiva etmemektedir. Karardaki ifadeyle, müdahale
edecek devletlerin ülkenin herhangi bir yerini
herhangi bir şekilde işgal etmelerine izin verilmemektedir. Güvenlik Konseyinde karar alınırken yapılan müzakerelerde de bu husus vurgulanmış ve birçok Konsey üyesi aynı ifadelerle Libya topraklarının bir inçinin bile işgal edilmemesi
gerektiğini belirtmiştir. Buna göre, Konsey, devletleri Libya’ya karşı askeri müdahale bulunma
konusunda yetkilendirmiş, fakat ülkenin her ne
şekilde olursa olsun işgal edilmesini açık bir dille
yasaklamıştır. Konseyin bu konudaki net tutumu
(excluding a foreign occupation force of any form
on any part of Libyan territory) işgal teriminin
hukuki veya siyasi değişik anlamlarından yola çıkarak yapılacak yorumlarla işgal yasağını delme
teşebbüslerinin önünü baştan kapatmaktadır.
İşgal seçeneği devre dışı bırakıldığına göre,
Libya’ya karşı askeri müdahale esas olarak ülkedeki belirli hedeflerin havadan ve denizden bombalanması şeklinde olmak durumundadır. Birkaç
gün önce başlayan askeri operasyonlar da bu yol
izlenmektedir. Ancak, Irak’ta, eski Yugoslavya’da,
Afganistan’da ve diğer pek çok durumda sadece
hava bombardımanlarıyla sonuç alınmadığı ve
askeri müdahalenin kapsamının genişletildiği
bir vakıadır. Zira havadan bombalamanın hedefi
olan yönetim veya grup ülke içerisindeki etkili konumları sayesinde bu tür müdahaleler için
hazırlıklıdır ve kendilerini korumaya almışlardır.
Nitekim Irak’ta, Sırbistan’da ve diğer örneklerde hava bombardımanlarının hedefi olduğu ilan
edilen iktidar sahiplerine hiçbir şey olmamıştır.
Bombardımandan esas zarar gören ise sivil halk
ve ülkenin altyapısıdır. Geçmişte başarısız olduğu defalarca görülmüş bir yola Libya’da tekrar
başvurmanın, üstelik işgal seçeneğini de dışarıda
bırakarak bunu yegâne yöntem haline getirmenin rasyonel bir tercih olup olmadığı tartışmalıdır. Güvenlik Konseyinin, özellikle Konseyde askeri müdahale kararını ısrarla savunanların bunu
bilmediği düşünülmeyeceğine göre, şöyle bir yorum akla gelmektedir. Libya’ya askeri müdahaleyi
isteyenler bu aşamada dünyada söz sahibi büyük
devletlerin önemli bir kısmını ikna edemedikleri
için Güvenlik Konseyi marifetiyle diledikleri gibi
davranabilecekleri bir hukuki kılıf elde edememişler ve 1973 (2011) sayılı kararın 4. maddesindeki sınırlı izinle yetinmek zorunda kalmışlardır.
Fakat bu arızi bir durumdur; Güvenlik Konseyi
içinde ve dışındaki muhalefete rağmen süreç
başlatılmıştır. Müdahalecilerin Irak tecrübesinden hareketle şöyle bir düşünce içinde oldukları
söylenebilir: hava saldırıları Libya’nın askeri kapasitesini büyük ölçüde tahrip edecektir; yönetime başkaldıranları rahatlatacak ve iç savaştaki
dengeyi onlar lehine değiştirecektir; bu esnada
Libya yönetiminin “iç ve dış düşmanlara” karşı
her türlü yolla direnmeye çalışması ülkedeki durumu daha da kötüleştirecektir; bunun sonunda
gelinen noktada hava bombardımanlarının yanında ülkenin karadan işgal edilmesi ve yönetimin devrilmesi bir zorunluluk haline gelecektir.
Büyük devletlerin tutumu ve Güvenlik Konseyinin siyasi amaçlarla kullanılmaya müsait yapısı
bu yorumdaki ihtimalleri/öngörüleri kuvvetlendirmektedir. Konsey kararında Libya’nın egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve ulusal
birliğinin zarar görmeyeceğinin taahhüt edilmiş
olmasını askeri operasyonların bu taahhüt çerçevesinde yürütüleceğinin garantisi olarak görmek naif bir yaklaşım olur. Nitekim aynı taahhüt
cümlelerinin geçmişte askeri operasyonlara izin
veren Konsey kararlarında da yer aldığını unutmamak gerekir.
Askeri müdahale izniyle ilgili genel olarak bir
değerlendirme yapacak olursak, Konseyin yet-
OrtadoguAnaliz
Nisan 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 28
47
Kapak Konusu
kileri ve uluslararası hukuk bağlamında değerlendirildiğinde alınan karar hukukidir. Ancak,
hukuk dâhilinde formüle edilmiş görünen karar
hükümleri yakın gelecekte hukukun kötüye kullanılmasına, hatta hukukun bir tarafa bırakılıp
bütün gelişmelerin müdahaleci devletlerin takdirine göre belirlenmesine de oldukça müsait bir
zemin oluşturmaktadır. Diğer yandan, Libya’daki
acil durum göz önüne alındığında kanlı bir diktatörün insafını beklemektense dışarıdan askeri
müdahale daha makul bir çözüm gibi durmaktadır. Kısaca, Libya halkı ve Libya halkının menfaatlerini düşünerek bir tavır belirlemeye çalışan
diğer devletler olayların bu aşamasında “kırk katır veya kırk satır” ikilemiyle karşı karşıyadır: bir
tarafta Kaddafi’nin “insafı” öbür tarafta Güvenlik
Konseyi kisvesi altında hareket eden büyük güçlerin “adaleti”.
Sonuç
1973 (2011) sayılı karar Libya’ya dışarıdan silahlı müdahaleye izin vermek gibi bir hükmü ihtiva
etmesinin yanında uluslararası siyasetin genel
durumuyla ilgili olarak da bazı işaretler vermektedir. Kararın Güvenlik Konseyinde alınışı ve
diğer devletlerden gelen tepkiler bu bakımdan
önemlidir.
Güvenlik Konseyi kararı 15 üyenin 10 tanesinin
olumlu oyuyla almıştır. 5 üye ise çekimser oy kullanmıştır. Çekimser kalan üye devletlerden ikisi
Konseyin daimi üyesi olan Rusya ve Çin’dir. Diğer
çekimserler Almanya, Hindistan ve Brezilya’dır.
Çekimser kalan üyelerin tamamı Libya’da sivillerin korunması için acil tedbirler alınması lüzumunu teslim ederken, askeri müdahaleye durumu daha da kötüleştireceği ve sonunun belirsiz
olması gibi gerekçelerle karşı çıkmıştır. Bununla birlikte, bu devletlerden hiçbirisi olumsuz oy
kullanmamıştır; oysa Rusya ve Çin veto hakkına
sahip üyeler olarak kararın geçmesini engelleyecek yetkiye sahip bulunmaktadır. Konseydeki bu
oy dağılımını kısaca şöyle okumak mümkündür:
Rusya ve Çin’in askeri müdahaleye karşı olduklarını beyan etmelerine rağmen veto haklarını kullanmamaları ABD’nin başı çektiği ve İngiltere ile
Fransa’nın içinde yer aldığı bloğun 1990’da başlayan uluslararası siyasetteki belirleyici üstünlüğünün halen devam ettiğini göstermektedir.
Bununla birlikte, güç dengesindeki bu avantajlı
konumlarına rağmen ABD liderliğindeki “uluslararası koalisyonun” Güvenlik Konseyini “kullanmak” zorunda olması 2003 Irak savaşından
beri bazı değişikliklerin olduğuna da işaret etmektedir. Hatırlanacağı üzere, ABD Irak’a savaş
açmadan önce dönemin başkanı Bush Güvenlik
Konseyi kararı olsa da olmasa da savaşın başlatılacağını söylemişti ve söylediklerini de gerçekleştirmişti.
Güvenlik Konseyinin geçici üyeleri arasında
Almanya’nın çekimser kalması Batı Bloku açısından ilginç bir durum ortaya çıkarmıştır. Soğuk Savaş sonrası operasyonlarda finansör rolü
biçilen Almanya genellikle siyasi meselelerde
ABD ve Avrupa Birliği üyesi müttefikleriyle ters
düşmemeye çalışan bir tutum izlerken, giderek
inisiyatif kullanan, başta Rusya olmak üzere doğuyla daha yoğun ilişkiler kuran ve nispeten bağımsız bir dış siyaset geliştiren bir konuma geldi.
Libya’ya müdahaleye ABD, İngiltere ve Fransa’ya
rağmen evet dememesi ve silahlı müdahaleye
karşı olduğunu beyan etmesi iktisadi bir güç olan
Almanya’nın siyasi planda da dünya ölçeğinde rekabete hazır olduğunun sinyallerini vermektedir.
Ayrıca, Almanya’nın tutumu Avrupa Birliğinin
ortak dış siyaset oluşturması ve uygulamasının
zannedildiğinden zor bir iş olduğunu da göstermektedir.
Diğer çekimser devletlerin Hindistan ve Brezilya
olması, bu devletlerin uluslararası siyaset ve iktisattaki artan ağırlıkları ve yeni devler olarak görülmeleri dikkate alınınca, önümüzdeki dönemlerde uluslararası sistemin önemli değişikliklere
gebe olduğunu söyleyebiliriz.
O
48
OrtadoguAnaliz
Nisan 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 28
Download