Harakani Dergisi Harakani Quarterly Sayı Number 2, 2014, 109-128 İSLAM ŞARKI VE GARP ARASINDAKİ İLMÎ İŞBİRLİĞİ 1 Prof. Dr. A. Zeki Velidi TOGAN 2 Çev: Doç. Dr. Emine ÖZTÜRK 3 Çev: Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN Cumhuriyetin Kuruluşundan 1950’ye Kadarki Dönemde Zeki Velidi Togan’ın Batı’da ve İslam Dünyasında İslâmî İlimler Alanındaki Çalışmalara Dair Düşünceleri Özet Bu çalışmada dört konu ele alınmış olup bunlar; 1-Günümüze kadar Müslüman Doğu ve Batı arasındaki işbirliğinin ve diğer yandan bu işbirliğinin çeşitli aşamaları ve sonuçları; 2-Yöntem, ilmî teknikler ve ilmî yayınlar konularında İslam toplumları arasındaki işbirliği; 3-Türkiye’de İslâmî araştırma geleneği; 4-Şarkiyatçılar Kongresinde ele alınacak konular. İslam Şarkı ve Garp arasındaki en ciddi ilişkilerin kurulduğu dönemde verilen bu konferansın alanında önemli bir boşluğu doldurduğu ifade edilebilir. Nitekim daha önce Türkçeye kazandırılmamış böyle bir çalışmanın ilim dünyasının takdirine sunulması amacıyla bu çeviri gerçekleştirilmiş bulunmaktadır. Zira Togan’ın İslamiyet, bilimsel yöntemler ve Türk İlahiyatıyla ilgili kanaatlerinin ortaya konulması, onun mezkûr alanlara ilişkin tespit ve düşüncelerinin bilinmesi, savunduğu 1 2 3 Burada çevrilen metin 17 Mayıs 1950’de Prof. Dr. A. Zeki Velidi TOGAN tarafından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde verilen bir konferanstır. Söz konusu konferans 07.06.1935 tarihinde Viyana Üniversitesi’nde aynı adla verilmiş ve “İslam Şarkı ve Avrupa Arasındaki İlmî İşbirliği” başlığı altında (Revue des Etudes Islamiques, III, Paris, p. 249-271) yayımlanmıştır. Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İDKAB Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi 110 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 fikirlerin daha doğru anlaşılmasına, tanıtılmasına ve değerlendirilmesine katkı sunabilecektir.4 Anahtar Kelimeler: Zeki Velidi Togan, İslam, Doğu, Batı, İslam Araştırmaları, Şarkiyatçılar. The Thoughts of Zeki Velid Togan About the Islamic Studies in the Islamic World and West From the Establisment of The Republic of Turkey Until The Period 1950 Abstract In this article four subjects are mentioned. 1-Uptill today the coorporation between Islamic East and West, on the other hand the averages and the results of this coorporation; 2-Method, scientific techniques, and the scientific publishments about international Islamic coorporation; 3-Islamic Research in our country; 4-The Subjects which will be metioned in the congress of orientalists. This study whish is made in a period that the most serious realtions are founded between Islamic East and West, is irons out a most important lack of its area. We beleived taht it was important to bring in this study to Turkish which was not brought in to Turkish before; so we translated it into Turkish. We hope that it has been a pragmatic translation for its area. Key Words: Zeki Velidi Togan, Islam, East, West, Islamic Researchs, orientalist. GİRİŞ 1-Avrupaî yöntemler uygulayarak ilmî gelişmeye katkıda bulunan veya Avrupa felsefesinin etkisi altındaki Şarkiyatçılar üç gruba ayrılabilir: 1) İlk grup Batı dili hakkında çok az bilgiye sahip olmasına karşın dolaylı olarak Batı’nın ilmî (açıdan) etkisinde kalan kişilerden oluşur. Bunlar arasında Türkiye’den Subhi Paşa ve Cevdet Paşa; Mısır’dan Petersbourg Üniversitesi’nde öğretim 4 Bu çalışmada Togan’ın Batı ve İslam Dünyası’ndaki İslâmî ilimler alanında yapılan çalışmalarla ilgili görüş ve önerileri iş bu makalenin çevirisi yapılarak verilmiş; onunla ilgili ayrı bir başlık açılmamış; görüşleri yorum katılmadan kendi kaleminden sunulmuş ve bu çalışmanın sonuç kısmında ulaşılan neticeler değerlendirilmiştir. A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 111 görevlisi Prof. Muhammed Tantavî; İran’dan o ülkede kurulan ilk üniversitenin rektörü Rızakuli Han Hidayet ve Kazan’dan tarihçi Merjanî. 2) İkinci grup ise Avrupa’da öğrenim görmüş veya en az bir yabancı dil bilen ve dolayısıyla kendi çalışmalarını yayınlamadan önce bilimsel Avrupa yayınlarından doğrudan yararlanan âlimlerden oluşmaktadır. Hiç şüphesiz bu eleştirel düşünceyle ilgili olarak bugüne kadar Şark bakış açısından bir sapmaları olmamıştır. Bunlardan en önemlileri Türkiye’den Mareşal Süleyman Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Salih Zeki Bey; Mısır’dan Mahmud Paşa el-Felekî; Irak’tan Abbas el-Azavî; İran’dan Prens Ferhad Mirza ve Muhammed Hassan Sani’uddevle; Hindistan’dan Seyyid Ahmed Han; Rusya’dan Abbasquli Bakihanov, Azerbaycan’dan Prof. Jafer Topçibashi ve Kazan’dan Huseyin Feyzhanov. 3) Üçüncü grup Avrupa’da öğrenim gören veya kendi ülkesinde Avrupa dilini öğrenen ve sonuç olarak Avrupa bilimsel yöntemlerini tamamen anlayabilen, bu esaslara dayanarak araştırmalar yapabilen ve hem Doğu hem de Avrupa dillerinde çalışmaları yayınlanan kişilerden oluşmaktadır. Bunlar arasında Üniversitemizin birçok aktif üyesi vardır. İran’da Seyyid Hassan Taqizade, Prof. Abbas lqbal, Mujteba Minovî; Hindistan’da Prof. Abdusettar Siddiqqi, Khan Bahadir Muhammed Shefi, Muhammed Hamidullah ve Abdullah Chaghatay; Araplar Abdulhadi Eburide, Abdulaziz-al-Durî ve Taha Hüseyin; Balkanlarda Fehmi Bayrak Derevitch; Polonya’daki Müslümanlar arasında, Dr. Yakub Shenkevitch ve Rusya’daki Türkler arasında son yüzyılda Tchoqan Velikhan ve şimdilerde Azerbaycan’dan Abdulkerim Alizade ve Özbekistan’dan Gulamoğlu. Tüm bu âlimler arkeoloji, felsefe ve etnografi alanlarında çalışmaktadır. Türkiye’de Batı Kaynaklı Eleştirel Felsefinin Oluşturulması Eleştirel düşünce ve bilimsel yöntem sorunlarına değinirsek İslam ülkeleri henüz ortak bir yol izlememektedir ve (bu nedenle de) birçok zorluklarla karşılaşmıştır. Bunun sebebi nispeten geçmişteki düşük İslam kültür seviyesi ve Müslümanların Avrupa yaşam tarzından çok farklı olan yaşam tarzının dışına çıkamamaları ve henüz eski medeniyetlerin modern trendlere uyum sağlayacağı bir yol bulamamaları nedeniyledir. Türkler arasında, özellikle Orta Asya’dakilerde hem olumlu hem de olumsuz yönden eski göçebe yaşam ve militarizm gelenekleri bulunmaktadır. Göçebe Türkler karışık uygarlaşma yapısının etkisi altında olmadıklarından ve Batı etkisine açık olduklarından 112 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 (konunun) olumlu yönüne değineceğim. Bunun sebebi, Türklerin Avrupa bakış açısına sahip âlimler yetiştirmesidir. Cengiz asıllı Kırgız Tchoqan Velikhan ve Altay Türklerinin soyundan Prof. N. Katanov bunun en önemli örnekleridir. Geçen yüzyılın ortalarında yaşamış, modern Tchoqan, Büriyat Cürcü Banzar gerçek anlamda ilerici âlimdi. Halen büyük değeri olan Orta Asya Türkmenlerinin etnografisi ve Türkistan ve Djongaria coğrafyası ile ilgili çeşitli orijinal eserler yazmıştır. Bu kitaplar Rus Coğrafya Cemiyeti tarafından yayımlanmıştır. Kitaplarını yazdığı Rusçaya ek olarak, Fransızca, Almanca ve Farsça da bilmektedir ve tarih alanında uzmanlaşan Avrupalı Şarkiyatçılar tarafından yazılan çalışmalardan da yararlanmıştır. Fakat göçebe yaşamın olumsuz yönlerinin (doğal bir) sonucu olarak kabilesinde bir bilimsel geleneği sürdürememiştir ve bu bakış açısından diğer Türkçe öğrenen erkeklere göre daha az talihlidir. Kırgız-Kazaklarından Sırtlanoğlu Barlibek mükemmel bir tez ile Petersbourg Üniversitesi Doğu Dilleri Fakültesi’nden mezun olmuştur fakat aynı kadere sahiptir. Ülkesinde bilimsel geleneği kuramadan genç yaşta ölmüştür. Türkiye’de militarizmin olumlu yönü “laiklik veya yeni bir alfabenin getirilmesi gibi büyük reformları” yürütebilmektir, fakat olumsuz yönü “diyalektik, tartışma ve bireysel teşebbüslere dair yolları önlemesi”dir. Uygar Türkler henüz eski Türk medeniyetini şimdiki yüzyıla uyarlamada bir yol kat edememiştir. Modern uygarlık çoğunluk tarafından anlaşılmadığından halen zorluklarla karşılaşmışlardır. 16. yüzyıl sonrasında gerileme döneminde özellikle İslam Şarkında kurulan gelenekler, Avrupa düşünce sistemlerine kolayca uzlaşabilir değildir. Geçen yüzyılda Avrupa’da öğrenim gören Türklerin çoğunluğu Doğu’ya özgü muhakeme şekilleri değişmeden ülkelerine dönmüştür. 1933’de Viyana Sanat Müzesi’nde konferans veren İngiliz Şarkiyatçı Sir Denison Ross sanat alanındaki dejenerasyonun Ali Hikâyelerinde, Şehname resimlerinde, Hindistan, İran ve Türkiye’deki litografik çalışmalarda, 19-20. yüzyıl perspektifsiz okul resimlerinde kendisini gösterdiğini belirtmiştir ve bunun halen bu ülkelerde tüm yeni bilimsel ve sanatsal çalışmaları ve mimariyi etkilediğini ifade etmiştir. Aslında Batı’ya uyarlanamayan bu dejenere görüşün olumsuz tezahürleri bilginin tüm alanlarında ve de tiyatro yapımları veya şehircilikte görülmektedir. Batı medeniyeti ile uzlaşılamayan birçok yön veya uzlaşma elde edilmeden önce revizyondan geçen birçok özellik uygar Şark düşüncesinde derin bir köke sahiptir. Bunu yakın zamanda inşa edilen Bayezid Üniversitesi inşaatı ile A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 113 kıyaslayabiliriz. Yeni binalar eski Zeynep Hanım Konağı temelleri üzerine kurulmuştur fakat yeni inşaat için temel yeteri kadar sağlam olmadan önce işçiler çok derin kazmak ve önceki yüzyılların birikmiş tabakalarını sökmek zorundaydı. Uygar Doğu beyni yeni Üniversite temeli gibidir. Mevcut bilimsel sisteme kendisini uyarlamadan önce ve yeni medeniyet oluşturmadan önce kendisini oluşturan geçmiş yüzyıllardaki öğeleri yok etmek ve zihnini yeni dayanağa göre ayarlamak gereklidir. Buna sadece zamanla ulaşılır. Bilinmesi gereken ilk şey Hindistan’daki Müslümanlar ve gayrimüslimlerdir. Doğu bilimini öğreterek istenilen sonuçları elde etmeyi umuyorlardı. Bu fikrin ilk taraftarı olan Sir Denison Ross 1911’de Simla’da yapılan Hintli Şarkiyatçılar Kongresinde bir grup aydın âlim ile birlikte metodoloji problemini ele almıştır. Hanoi’de bulunan “Uzak Doğu Okulu” modelinde bir Doğu Bilimleri Enstitüsünü Calcutta’da açmaya karar vermişlerdir. Bu okulun amacı Batı (bilimsel) yöntemlerini öğretmekti. Bu karar Batı ve Doğu arasında yakın işbirliği kurmak için Doğu Bilimleri tarihinde atılacak en önemli adımlardan biri olarak büyük Alman Şarkiyatçı Prof. K. Becker’in onayı ile alınmıştır. 1935’de Haydarabad’da görev yapan Arap profesörü Muhammed Nizameddin ile Mysore’de tanışan sekizinci Hindistan Şarkiyatçılar Kongresi’nde modern yöntemlerin yaygınlaştırılması ile ilgili çeşitli bilimsel kurumları ele aldığı İslam âlimleri tarihi üzerine ayrıntılı bir rapor okumuştur. Bunlar arasında Lahore’de bulunan "Oriental College", Aligarh İslam Üniversitesi, Calcutta’da bulunan Camia-i İslamiye’ye bağlı “Ordu Akademisi”, Bengal’da bulunan “Asyalılar Derneği”, Haydarabad Üniversitesi himayesinde kurulan “Kur’an Derneği” ve Bombay da bulunan “İslam Araştırma Derneği”. Teolojik Eleştiri Yoluyla Batı Düşüncesinin Adapte Edilmesi Türkiye’de Avrupa bilimsel yöntemlerini uygulamanın ilk adımları Mareşal Süleyman, Ahmed Vefik Paşa ve geçtiğimiz yüzyılda çeşitli metodolojik çalışmaları yazan Gelenbevizâde Ahmet Tevfik Bey, 1913 de “Edebiyat Tarihi Metodolojisi”ni yazan Fuad Köprülü tarafından yapılmıştır. Batı yöntemleri, dinî ve teolojik çalışmalarda Hindistan ve Mısır’da kullanıma konulmuştur ve çok yararlı sonuçlar alınmıştır. Yazdığı klasik çalışmalarda, Kur’an, tefsir ve tefsir bilimi çalışmalarına bu bilimsel yöntemleri uygulayan Şarkiyatçı Ignaz Goldziher Alman dergisi "Kultur und Gegenwart" da yayınlanan İslam’a dair uzmanlığındaki bu gelişmeleri belirtmiştir ve “200 milyon Müslüman, tarihsel eleştiri bazında İslam teolojisini öğrendiğinde uygar milletler arasında önemli bir yer alacaklar ve ruhanî hayatlarında yüksek 114 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 seviyelere ulaşacaklar” demiştir. Bu yöntem ile İslam’ın temellerini öğrenen Müslüman âlimler için Şiîlik ve Sünnîlik arasında bir fark bulunmamaktadır. Hintli Müslüman âlim Hudabahsh “Hadis Tarihi”ni ele alan Ignaz Goldziher’in çalışmasını tercüme etmiş ve İngilizceye tefsir etmiştir; bu dili bilen Hintli âlimlerin yararına tercümesi yayınlanmıştır. 1912’de yayınlanan “Hintli ve İslam” başlıklı kitabında “Sadece ruhu eğiten Kur’an kısımları ebedîdir. Emir veren kısımları sadece tarihsel değere sahiptir” demiştir. Modern Mısır Arap âlimi Prof. Taha Hüseyin bilimsel yöntemleri İlahiyat alanına uygulamayı başarabilmiştir ve Hintli Muhammed Hamidullah ile birlikte izlememiz gereken yolu göstermiştir. Kendisi gibi kör olan Ebu'lala el-Ma'arrî’ye büyük ölçüde benzediğinden Prof. Taha Hüseyin el-Ma'arrî soyadını almıştır. Sorbonne’den mezun olan Prof. Taha Hüseyin iki sistem olduğunu söylemiştir: Ortaçağ Doğu Sistemi ve Modern Batı Sistemi. İki kültür arasında orta yol bulmak zordur ve tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu seçkin âlimlere göre, sadece tarih öğrencileri değil aynı zamanda ilahiyat okuyanlar Yunanca ve Latincenin yanı sıra çeşitli modern (Batı) dilleri bilmelidir. İslam'ın en kutsal ve en ince inançlarını incelerken ve Peygamber’in yaşadığı zamanı incelerken katı bilimsel yöntemler uygulamıştır. Kur'an incelenirken İncil ve Kur’an metinlerini harmanlamak gerektiğini savunmaktadır. Taha Hüseyin, Kur’an’ın zamanının ürünü olduğunu ve dolayısıyla tarihsel bir belge olduğu görüşünü ortaya koymaktadır. Ona göre Kur’an ile ilgili olan ve insanların ahlâkî gelişimine yönelik gerçekler Arap folklorunun en güvenilir belgeleridir. Taha Hüseyin, tüm incelemelerine Descartes’in tüm şüpheli ilkeleri ile başlamıştır. İncelediği konularda şüphe ile örtülü birçok şeyi ortaya çıkarmıştır. Modern Şarkiyatçı I. Krachkovski ve H. A. R. Gibb ise Taha Hüseyin’in “sınırların ötesinde vicdanı gerginlik yarattığını” söylemiştir. Bu varsayım doğrudur. Hiç şüphe yok ki, Taha Hüseyin İslam âlimlerini incelerken “izlenmesi gereken doğru yöntemi” bulan büyük bir âlimdir. Haydarabad’da Profesör olan Muhammed Hamidullah hem Bonn hem de Paris üniversitelerinden (farklı eğitim düzeylerinden mezun olarak) derece almıştır. Doktora tezinin başlığı "İslâmî Kutsal Yazıların Yorumlanması Tarafsızlık"dır. "Muhammed ve dört halife egemenliği altındaki Arap devletinin dış politikasını ilgilendiren belgeler" başlıklı çalışmasında İslam, Hıristiyan, Bizans, Mısır ve İran kaynaklarını araştırarak eleştirel incelemelerde bulunmuştur. A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 115 Mekke ve Medine’deki erken İslâmî yazıtları inceleyen ve yayınlayan ilk âlimdir. “İslam Araştırmaları ve Modern Avrupa” başlığı altında Sekizinci Hintli Şarkiyatçılar Kongresinde 1935 yılında verdiği konferansını yayınlamıştır. İslam dünyası için İstanbul’un fethinin önemine dikkat çekmiştir, Krumbacher’in “Bizans Edebiyat Tarihi” çalışmasına atıfta bulunmuştur. Hamidullah, Batılı eleştiri ilkelerini iyice benimsemiş ve aynı zamanda din gerçeği ve dinler üzerinde (İslâm’ın) pek çok açıdan üstünlüğüne inanan bir âlimdir. Taha Hüseyin ayrıca Müslümandır. Birçok Batılı âlim gibi Kur’an’ı Arap edebiyatı, felsefesi ve folklorunun kaynağı olarak ele alır. Bir keresinde “ilahi ilham ve onunla bağlantılı tüm soruları inkâr etmiyorum” demiştir. Mısır’daki modern demokrasi Taha Hüseyin’in din adamlarının fanatizmine rağmen modern bilimsel çizgisinde Arap âlimliği ve edebiyatını organize etmesini sağlamıştır. Mısır’daki insanlar kendisini üniversite başkanı olarak seçmişlerdir ve kendisinden gurur duymaktadırlar. Taha Hüseyin’in çalışmalarına dair konuşan Prof. Hartmann bir keresinde şöyle demiştir: Batılı araştırma yöntemlerinin sağlam bir iman ile uyumlu olduğu açıkça görülmektedir. Muhammed Hamidullah’a göre imanın sağlamlığı ve Batılı araştırma yaklaşımı âlimlerin beyninde bir kargaşa yaratılmadığının yaşayan kanıtıdır. Öğretmenlik yapmaya başlamadan önce Bonn Üniversitesi’nde meydana gelen küçük bir olaya dair bilgilendirildim. Bu sırada Prof. K. Becker “Doğu İlahiyat Okulu” başkanıydı. Genç Arap öğrencilerden biri -yanlış hatırlamıyorsam Muhammed Bedr- Arap dilbilgisi ve sözdizimi yöntemlerinin Avrupa dilbilgisi ve sözdizimi yöntemlerinden üstün olduğunu ve modern filoloji ışığında Prof. Becker'in Arapça dil yapısına dair açıklamalarını anlamadığını belirtmişti. Profesör kaşlarını çattı ve şöyle dedi: “Köpek nereye gömüldü? Beyinlerinizde bir yere gömüldü. Filoloji öğrenimine başlamadan önce bunun gibi kitaplar okumalısınız” dedi ve cüretkâr öğrencinin başına Goldziher’in İslam’a dair konferansını fırlattı. Öğrenci gerçekten Muhammed Bedr idiyse ülkesine döndüğünde bu sert dersten yararlanmış olmalıdır, çünkü büyük övgü hak eden “İslam Mezhepleri” hakkında bir çalışma yayınlamıştır. Profesör tarafından söylenen “köpek beyninize gömüldü”5 cümlesi gerçeği içermektedir. Modern eğitimden asimile olduktan (eski anlayışlarını terk ettikten) 5 Bu kısmı deyimsel anlamda çevirmek gerekiyordu ancak bu çevirinin böyle yapılması gerektiğini düşündük. Zira burada beyine gömülen köpekten kast edilen ve İslam’ın -onun 116 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 sonra aydınlanan Doğu bilimciler bu eğitimin tüm faydalarını (imkânlarını) kullanarak İslam ve ilkelerine sadakatleri ile yan yana beyinlerine (akıllarına) sığınmalıdır. (Modern araştırma tekniklerini benimseyen âlimlerin) bir arkeolog gözüyle Kâbe'ye bakması mümkün olmalıdır ve Ptolemeus altında Macoraba tapınağı olabileceğini kabul etmelidir. Objektif olmalıdır ve Hacerü'l-Esved'in (Hajeri Esved) bazalt, lav veya meteordan yapılmış olup olmadığını, Zülkarneyn'in Büyük İskender olup olmadığını ve Kaf Dağının İslam’a Budizm yoluyla girip girmediğini saptamaya kalkışmalıdır. Dinlerin birbirini etkilediğinin farkında olan ve bu gerçeği kabul eden bir Müslüman, aslında modern filolojiyi kavramaktadır. İsa’nın Allah’ın oğlu olup olmadığına dair veya Kur’an’ın oluşturulup olmadığına dair birçok şiddetli tartışmaların olduğu zamanlarda İslam dünyası dışında gerçek güncel bir düşüncenin başlayıp başlamadığına dair sorular üzerine üniversite mezunu olan karım ile anlaşmazlık içindeki bazı profesörler veya başkaları, Protestan din adamları ile konuştum. Tüm Müslümanlar ortak düşünce ile Kur’an’ın “ilahî bir ilham” olduğuna inanmaktadır ve İslam dünyasında ilerici düşünce sona ermiştir. Kitlelerden veya kabul edilen inançları kitleler ile paylaşması beklenen “dini fikirli” din adamlarından teolojik eleştiri talebimiz olmamıştır. Fakat ülkemize Batı bilimsel ruhunu tanıtmaya istekli olanlara, bu yöndeki çalışmaları yayımlayanlara ve ülkemizin düşünce tarihini yazanlara bunu sorduk. Eki ile birlikte Türk-İslam Ansiklopedisini düzenlerken faydalanma olanağımız oldu. Ancak düşünce geliştirmenin her bir öğe için kısa ve özet bilgi veren ansiklopediyle karşılanması mümkün değildir. Kapsamlı ve ayrıntılı bir eleştiri için gerekli olan Goldziher’inkiler gibi ansiklopedik eserlerdir. Göçebe Türkler, aşırı zorlanmadan, Batı bilimsel sistemlerinden asimile olmasına (etkilenmesine) rağmen uygar Türkler (yerleşik şehir hayatı yaşayanlar) bunu yapmayı kolay bulmamışlardır. Uygar Türkler ilk olarak dinî konularda eleştirel olarak düşünmeyi öğrenmek ve beyinlerini bu tür spekülasyonlara alıştırmak ve eski düşünme şekillerini yenilemek zorundadırlar. İslam dünyasının gerileme ve bozulma nedenlerine dair yaklaşık otuz beş yıl önce yayınlanan çalışmalarda (hâkim olan) görüş; her zaman bu dinin devlet tarafından (empoze ettiği yegane) hakikatin, İslam dininin esaret ve köleliği kınadığı/ kaldırdığı gerçeği olduğudur. Bu açıklama kısmen doğrudur. Artık sağlam muhakeme yeteneğini (eleştirel düşünceyi) önleyen tümörler gerekirse ameliyat ile paralelinde de- Müslüman’ın sırtına yük olan ve Kuran’la örtüşmeyen yanlış İslami yorumlar, anlayışlardır. A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 117 temizlenmelidir ve demode inançları içeren eski beyinler yeni düşünce trendlere yönlendirilmelidir. Bu skorda bilimsel açıdan İslam araştırması bizim için lüks bir konu veya sadece imamların eğitimine yönelik bir taahhüt olmayıp daha büyük öneme sahiptir. Batı, bilimsel yöntemlere dair tartışmayı asimile etme amacı ile bir laboratuvar kurulmasına işaret eder. Türkiye’de gerçek felsefe, yabancı dil bilen ve Batılı yöntemler ışığında İslâmî konularda tarafsızca spekülasyon eden (yeni görüşler ortaya koyan) erkekler (bilim insanları) tarafından doğal kanallar içine getirilecektir. Batılı Âlimler Doğu İle İrtibattan Nasıl Yararlanıyorlar? Şimdiye kadar, Batı’yla temasından sonra Doğu İslam düşüncesinin gelişimini açıklamaya çalıştık. Tartışılması gereken bir sonraki nokta Batılıların Doğu ile irtibat kuran Doğu bilimcilik (Şarkiyatçılık) sayesinde bilgilerini geliştirmeyi nasıl başaracağıdır. Barthold tarafından Rusça olarak yazılan ve Almanca ve Fransızcaya tercüme edilen bu verimli irtibat tarihinin başlığı “Doğu Bilim Çalışmaları Tarihi”dir. Dolayısıyla ben bunu ele almayacağım. Ancak Doğu meslektaşları ve Doğu öğrencileri ile Batı âlimlerinin işbirliğinden doğan bazı sonuçları akla getirmek isterim. Geçen yüzyılın büyük Alman şarkiyatçısı, Chr. Fraehn, Türk Tarihi ile ilgili değerli metinler yazmıştır. Kazan’dan İbrahim Half ile işbirliği yaparak eser yazmıştır ve Rus Doğu bilimci Vilyaminov-Zernov Türk Tarihi ile ilgili çalışmalar üretmek için Kazan’dan Hüseyin Feyizhanof ile işbirliği yapmıştır. Bu işbirliğinin birçok diğer mükemmel örnekleri vardır. Van Berchem'in ve Halil Edhem Bey'in arkeolojilere dair çalışmaları; M. Huart'un ve merhum Rıza Tevfik'in “Hurufîlik Tarihi”ne dair kitabı; M. Schukin'in ve Hasan Fehmi Bey'in “Türk Sanat Tarihi”ne dair kitabı; İngiliz âlim Stapleton ve Hintli Dr. Hudayet Hüseyin'in “Arapça Kimya”ya dair kitabı; Prof. Lachmann ve Arap Mahmud alHifin tarafından “Doğu Müzik Tarihi”ne dair kitap, Prof. Denison Ross ve Hintli Mevlevî Abdul Muqtadir tarafından “Hindistan Yazıtları ve İslam Sanatı”na dair kitap; M. Chapo ve İbrahim Hakkı Bey tarafından coğrafya kitabı; Türk Filolojisine dair Prof. Bang ve Dr. Reşid Rahmetî tarafından yazılan kitap, M. Corbin ve Sherefeddin Yaltkaya tarafından yazılan felsefe kitabı, Prof. Browne ve İranlı Mirza Muhammed Kazvinî tarafından “İran Edebiyatı”na dair yazılan kitap; İslam Tarihi ve Coğrafyasına dair Mirza Muhammed ile işbirliği 118 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 içerisindeki Prof. Minorsky’in kitabı, Rus Ramaskevitch, Swede Arend ve Azerî âlim Abdulkerim Alizade tarafından “İlhanlı Tarihi”ne dair kitap bulunmaktadır. Son belirtilen iki çalışma özellikle iyidir. Çeşitli Avrupa ve Amerika üniversiteleri, mezun ve doktora tezlerini değiş tokuşu yapmaktadır. Bu tezler üniversitelerin “tez bölümü” adı verilen ayrı bölümlerinde tutulmaktadır. Bu sistem farklı ulustaki üniversitelerde bilimsel trendleri izlemeyi mümkün kılmaktadır. Bu toplanan tezlerden Doğu bilimi öğretmenlerinin rehberliği altında Batı üniversitelerinde öğrenim gören Doğu bilimcilerin mezuniyet için tez yazdığını keşfettik. Türkler tarafından bu katkıların en eskisi Azerî Abdülhalik Ahundof’un tezi olduğuna inandığım, “Abdul Mansur-i Herevî Farmakolojisi” başlıklı 1873’de Dorpat Üniversitesi’nde Almanca sunulan tezdir. Diğer yandan bu tezlerin yakın incelemesi bilim, tıp, ekonomi veya edebiyat öğrenimi olsun olmasın birçok Doğu bilim öğrencisinin Doğu bilimine dair tez konusunu seçtiğini ortaya çıkarmıştır. İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından Müslüman ülkelerinin işgali, şarkiyatçılara Doğu şarkiyatçıları ile irtibat kurma yollarını vermiştir. Sonuç olarak, bir örnekte anlatırsak Calcutta’da "Asia" matbaası 18. Yüzyıl başlarında İslam âlimlerinin eserlerini yayınlamaya başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı birçok Alman profesörünü Türkiye’ye getirmiştir. Bunları, hemen akabinde gelen diğer uluslardaki âlimler izlemiştir. Geçtiğimiz yüzyılda birçok Batı ve Doğu âlimi dönüş yaptığından bu dönüşler daha çok din değişikliğinden ziyade milliyet değişikliği yönünde olmuştur. Çeşitli Avrupalı âlimler Doğu’da daimî ikamet etmekteydi. Doğu ve Batı’nın birbirine karışması çeşitli Avrupa kanunları ve Latin alfabesinin kabulünde daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. İslam, Batı donanımında Doğu dinleri olma aşamasında gözükmektedir. Batı ile sık temasları olmasına rağmen modern Avrupa bilimsel yöntemleri ile Doğu öğrenimini gören ve bu konuda mükemmel bir araştırma yapan birkaç Doğu’lu âlim vardır. Diğer yandan İslam alanında uzmanlaşan ve bu alanda önemi arttıran yirmiden fazla Batı’lı âlim yoktur. Bu âlimleri sayarsak: Fraehn, Freitag, De Sacy, Noldeke, Sa-chau, Radloff, Baron Rosen, De Goeje, Goldziher, C. Becker, Margoliuth, Barthold, Krachkovsky, vs. A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 119 Gelecekteki işbirliğinin eşit öneme sahip âlimleri oluşturacağına kanaat getirdim. Bunun sebebi, tamamen yararlanmak için bu işbirliğinin yeniden düzenlenmesi gerektiği görüşünde olmamdır. Diğer Müslüman Ülkeler İle Kültürel İlişkilerin Geliştirilme Şekilleri Bilim ve ilim alanında Batı dünyası ile yapılan temasların yakın intikali milliyetçilik akımlarının yayılmasına neden olmuştur. Bu da İslam devletlerini bağlayan eski bağların gevşemesine neden oldu. Öte yandan, Türkiye'de askerî ve kompulsif (zorunlu) tempoda ilerleyen, Şeriat ilkelerinin yerine hükümet (tarafından benimsenen) laiklik, yeni alfabe, yasaların kabulü ilkeleri diğer İslam devletlerini korkutmuştur ve bizden uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Artık bu ilişkilere yeni bir sayfa açmak için olayları yeni yönleriyle ele almak gerekmektedir. Her şey kişilerin Müslüman devletlerarasında yakın kardeşlik ve anlayışın kolayca elde edileceğine inanmasına yol açmaktadır. Pakistan ve Endonezya’nın gösterdiği karşılıklı yardıma büyük ihtiyaç ve Yahudi Devleti Yakın Doğu’sunda oluşan bu işbirliğini destekleyecektir. Ayrıca Rusya ideolojisinin tehlikesi Müslüman milletleri teşvik etmektedir ve kendileri arasındaki bağları yenilemesine yol açmaktadır ve kişileri birbirine daha da yakınlaştırmaktadır. Pakistan açısından bu amaçla gösterilen çabalar samimi ve çok ilgilidir ve diğer Müslüman ülkeler ile büyük sempati kurmaktadır. Türkiye'ye karşı beslenen kin yavaş yavaş yok olmaktadır ve Müslüman milletlerin aydınları giderek “kader”in örneğimizi izlemeye karar verdiğine ikna olmaktadır. Bize göre birçok Müslüman ülkeden kendimizin ayrıldığını ve ari olan bu Müslümanlara göre Avrupalılar ile daha yakın ilişki kurduğumuzu fark ettiğimizde -örneğin İranlı ve Hintli Müslümanlar amaçsızdır ve mantıksız hareket eder- ahlâkî yönünü bir kenara bırakarak, her şeyin bilim alanında teknik ilerleme ve başarı ile çözülebileceğine dair inancın sadece bir kuruntu olduğunu anladığımızda bizleri Müslüman Devletlere bağlayan bağlar -aslında zihnimizde temel olarak değişime uğramayan bağlar- her zamankinden daha güçlü olacaktır. Kendimiz ve Müslüman devletlerarasındaki işbirliğinin aşağıdaki iki olayı içerdiğini düşünüyorum. 1) Türkiye’de ne yapıldığına bakılarak, tüm diğer Müslüman ülkeler Latin alfabesini, modern hukuki kodları ve modern bilgi ve eğitimi yaygınlaştırma yöntemlerini kabul edecektir. 120 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 2) Çeşitli Müslüman üniversiteler Müslüman bilim, tarih, coğrafya, etnoğrafya vs. belirli sonsuz üniversal standartlara göre yürütülmesini sağlamaya çaba gösterecektir. Yayınlarda vb. dâhil giderlerin paylaşılması için bir anlaşma yapılsaydı araştırmada böylece büyük ölçüde daha çok çabadan yararlanılacaktı. Bu işbirliği uzun zaman önce başlamış olmalı. Kaybedilen zamanı telafi etmek için denememiz gerekir. Bunun haricinde, belki de tıp, teknik, bilim ve matematik alanında çok gerideyiz. Bu düşünce, orijinal metinleri okumaya yeterli olacak eğitim, üniversite öğrencileri için gerekli adımları atmaya yakın gelecekte bizi uyaracaktır. Bu acil ihtiyacı göz ardı edersek, bilginin ulusal hazineleri açığa çıkarılmamış kalacaktır. Korkarım (bu konuda) birçok zarar verilmiştir. Öte yandan diğer Müslüman devletler, Latin alfabesi belirli teknik edebiyat değerine sahip olduğundan eski Arap karakterlerini göz ardı etmeden Latin alfabesini benimsemelidir. Birçok ülkede buna ulaşılmıştır. Latin alfabesi, İngilizce veya Fransızca fonetikler şeklinde dile girmiştir. Bazı ülkelerde, örneğin İran’da teknik ve bilimsel kelimeler bazen İngilizce yazılmaktadır ve bazen Fransızca imlası ile yazılmaktadır. Ancak, tüm bilimsel çalışmalarda, coğrafi yayınlarda, tüm İslam ülkelerinde yayınlanan pratik askerî talimatlara dair kitaplarda kelimeler ve terimler Latin alfabesindeki Farsça, Arapça, İranca veya Urduca eşdeğerleri ile birlikte yazılmaktadır. Mısır ve Hindistan’da coğrafi yayınlar büyük bir bütünlük eksikliği göstermektedir. "gh", "q", ve sessiz6 veya nazal "Kaf" Türk alfabesine eklenmelidir. Bu harfler İngilizce ve Fransızca kelimelere uyarlamak için Arapça ve İranca kitaplarda kullanılmaktadır. Bu durum altında İslam ülkelerinde transkripsiyon yöntemleri ve alfabede tekdüzeliği getirmek gereklidir. Bu reformu acil şekilde yerine getirmezsek Rusya karışıklıktan yararlanacaktır. Rusya Tacik İrancayı Rusya karakterlere uyarlayarak Orta Asya’da reform yapmaya başlamıştır. Amacı İran edebi dilini dönüştürmek için Farsçayı ayırmaktır. Engellenmezse gelecekte Kur'an diline bu politikayı uygulamaya çalışacaktır. 1920’de Müslümanlar arasında ortak terminoloji çalışmasına karşı aktif bir kampanya başlattı. Müslümanların sesli harfleri yutma zararlı alışkanlığı olduğundan sadece İslam dünyası Arapça telaffuzda bütünlüğü sağlamak yeterli olmayacaktır. Bu diller arasında bozulmaya yol açacaktır ve dışarıdan demagogların müdahalesine bir boşluk 6 Buradaki sessiz ’den kasıt sessiz harftir. A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 121 bırakır. Teknik amaçlarla doğru noktalamalı bir yazım vazgeçilmezdir. Tüm Müslüman uluslar artık bu harfleri kullanabilir. Pakistan’da kurulan “Müslüman Ülkeleri Kültürel Birliği” başkanı Muhammed Hasan el-A’zamî birkaç hafta önce İstanbul’da idi ve bana bu derneğin yazılı tüzüğünü verdi ve neyin değiştirilmesi veya ilave edilmesi gerektiğini sordu. Madde 10, alfabe problemleri ile ilgiliydi. Şöyle yazıyordu: “Müslüman ülkeleri, dillerinin alfabesini birleştirmek zorundadır ve her ülke “nasih” kullanmak zorundadır.” Bu makalenin sonuna şu cümleyi eklemesini önerdim: “Müslüman ülkelerde teknik konularda kullanılan Latin alfabeler aynı olmalı ve Latin alfabesine İslâmî kelimelerin transkripsiyon ilkesi birleştirilmelidir.” Prof. Muhammed Hasan bu önerimi övgüyle kabul etti. Diğer Müslüman ülkelerin Latin alfabesini kabul etmesine iknaya çalışmıyoruz, fakat teknik literatürde kullanılan yabancı kelimelerle ilgili olduğu ölçüde bu kelimelerin telaffuzunun bu ülkede kullanıldığı ve ortak terminolojiye karar verdiği ölçüde getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Biz Türklerin Latin alfabesini ve Avrupa yazma tekniğini zaten kesin olarak kabul ettiğini biliyorlar; fakat Edebiyat Fakültesi devam edecekse eski Arapça metinleri öğretirken diğer Müslüman devletler Arap alfabesi ile birlikte kullanılan Latin alfabesi kabul etmekten sakınamaz. Bu, Türkiye ve diğer Müslüman ülkeler arasında yer alan tek farktır. Medenî kanuna göre bu bir gün Türkiye ve tüm Müslüman ülkeler arasında ortak problem olacaktır. Mevcut kaotik durum devam edemez ve sadece kopyalama ile tatmin olamayız. Müslüman ülkelerindeki üniversitelerde İslam bilimi araştırması aynı yöntem ve disipline tabi olmalıdır. Tüm Müslüman ülkeleri, İslam tarihi ve kültürüne dair makale yazımına eşit olarak ilgi göstermektedir. Bu büyük taahhüt her ulustan bağımsız olarak elde edilememektedir. Sadece çeşitli Müslüman ülkelerin üniversiteleri arasındaki yakın işbirliği olabilir. Bu işbirliği ile daha fazla zaman, enerji ve para tasarrufu olacaktır. İslam ülkeleri arasında yayın ve dergilerin değiş tokuş yapılmasının sağlanacağı bir sistem olmalıdır. Müslüman ve Batı ülkeleri arasındaki yayınların benzer şekilde değiş tokuşunun sağlanması da zorunludur. 122 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 Türkiye’de İslâm Çalışmaları ve Önemi Üçüncü bölümü ele alırsak, yani; “Türkiye’de İslâmî araştırmaların yok olma noktasında olduğunu söylersem kimse beni abartıyorum” diye suçlayamaz. Büyük âlim Musa Carullah Bigiyef, Batı okullarını sık sık ziyaret edip Avrupa kıyafetini kabul etmesine rağmen, Batı bilimsel yöntemlerini reddetmiştir. Rızaeddin Fahreddin ve Şerâfeddin Yaltkaya Avrupa’da hiç öğrenim görmemesine rağmen birçok Batı yöntemini gerekçelendirmeyi kabul etmiştir. İslâmiyet’in dâhi araştırmacısı Fuad Köprülü’nün araştırmaları Batı ruhuna uygundur fakat sadece literatür ile ilgilidir. İzmirli İsmail Hakkı Bey Arapça kaynaklardan toplanan materyallerden Baron Tiesenhausen tarafından derlenen bir dizi makale olan “Altın Ordu Tarihi”ni Türkçeye tercüme etmiştir ve bir keresinde bana yanlış yolu seçtiğini ve yıllarca o yolu izlediğini ve ancak ömrünün sonunda bu hatanın farkına vardığını söylemiştir. İsmail Saib Bey ve Babanzâde Naim Bey’e göre Batılı âlimler ile yapacak bir şeyleri yoktur. İbn Sab'in (eserlerine) dair Latin karakterler ile (yazılan) Şerâfeddin Bey'in makalesi Prof. P. Kahle tarafından alay konusu olurken, Fransızca yazılan merhum Mehmed Ali Ayni Bey'in makalesi Prof. Richard Hartmann tarafından alay konusu olmuştur. Mehmed Ali Ayni Bey 1926’da ABD’de yapılan 6. Uluslararası Felsefe Kongresi’nde Türk felsefî düşünceyi sunmuştur. Alman şarkiyatçılar, Ayni Bey’in çalışmasının Türk ve Batı dünyalarının birlikte doğduğunu söylediğini açıklamışlardır. Yazının Batı dilinde asla yazılmaması gerektiğini eklemiştir. Latin alfabesinin kabul edilmesinden sonra Türkiye’de İslâmî araştırmalar merhum (Elmalılı) Hamdi Bey’in Kur’an yorumlaması ve İlahiyat Fakültesi incelemesi ile sınırlandırılmıştır. Söz konusu inceleme bugüne kadar devam ederken, son yirmi yıl içinde oldukça büyük miktarda bilimsel araştırma yapmış olmalıyız. Âlimler olarak Doğu geleneklerine saygı duyan İslam çalışma konularıyla ilgilenen bazı saygın âlimler vardı. Birer birer bu insanlar vefat etti ve yaşayanlar hiçbir bilimsel kurum kendilerine destek çıkıp, yönlendirip, teşvik etmediğinden araştırma konularına devam etmedi. Bu âlimlerin adımlarını takip ettiklerinden ve bir disiplin okulu oluşturmaya gayret ettiklerinden bilgilerine Batı kültürü ilave eden bugünün değerli öğeleridir. Bahsetmeye değer tek yayın İslam Ansiklopedisi’nin tercümesi ve Türkİslam Ansiklopedisi’ni düzenlemedir. Bu yayınlar düzenli olarak görülmektedir. A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 123 Geçtiğimiz yıl Edebiyat Fakültesi genel toplantısında İslam Araştırmaları Enstitüsü kurulması ve söz konusu enstitünün tüzüğünün onaylanmasına dair bir karar kabul edilmiştir. Ankara’da İlahiyat Fakültesi’nin nasıl çalıştığını bilmiyorum. Bir gün tüzüğün kuruluş genel ilkelerini inceleme fırsatı bulursam Avrupa yöntemlerine uygun olarak İslam araştırmalarını izleme şekline değinebilirim. Yakın gelecekte Hindistan’dan Muhammed Hamidullah, Mısır’dan Taha Hüseyin ve Prof. Johannes Fück gibi saygın kişilerin işbirliği ile bu enstitüyü koruma konumunda olmamız olasıdır. Bu alandaki profesörler, âlimlerimiz ve yabancı dil bilen asistanlarla işbirliği yaparsa değerli vasîlerinin de başarılı olması kesindir. Kültürel hareket embriyosu Müslüman dünya söz konusu olduğu ölçüde İslâmî araştırmaların ön planına Türkiye’yi koyacaktır. Bu amaç, gayemiz içerisindedir; cesaretle devam ederse birçok diğer Müslüman ülkelerdekine göre Türkiye’de daha elverişli durumlar oluşacaktır. Türkiye’de hiçbir şey disiplinli bilim ve âlimlikte öngörülen ana hatları ile İslâmî araştırmaların ilerlemesini engellemeyecektir. İlahiyatçılar asla siyasete katılmayacaktır. Son seçimler, Fuad Köprülü’ye hevesle sponsor olduğu reformları sürdürme fırsat ve gücü vermiştir. Bir kez inisiyatif ile sorun ele alınırsa daha fazla ilerleme sağlanacaktır. İslâmî konulara dair Batı âlimleri tarafından yazılan kitaplar Türkiye’deki jenerasyon tarafından göz ardı edilmesine rağmen bu boşluk Goldziher ve Wilhausen gibi saygın âlimlerin çalışmalarıyla gecikme olmadan tercüme edilerek doldurulacaktır. Dolayısıyla Türklerin sistematik olarak araştırmayı ve süratle Batı (bilimsel) yöntemlerini teşvik etmesi ve kaybedilen zamanı toparlaması gerekmektedir. Bu bize düşen görevdir. Türk tarihinden etkilenen faktörler için hiçbir şey İslam kadar güçlü bir etki bırakarak kaderimizi etkilememiştir. Öte yandan hiçbir kimse, Araplar hariç, Türkler kadar İslam’a dair derin bir izlenim bırakmamıştır. Anadolu’ya gelen Selçuklular ve Bizans medeniyeti ile irtibat kuran Osmanlı Türkleri İslam disiplininin gücü sayesinde kendi bireyselliklerini korumuştur. Bizans'ın gerileme ve parçalanması ve İslam’ın genişlemesini ele alan tüm tarihçiler bu gerçeği vurgulamıştır. Müslüman Türkler Anadolu’ya yerleştiği ve bugünün Türkiye’sini kurduğu zaman Peçenekler ve Oz, yani Oğuz, zaten Doğu Avrupa’ya gelmişti. 11. yüzyılın ortalarında 800.000 kadar Peçenek ve 600.000 Oz vardı. Bugün sadece bir avuç Ghaghauz kalabalığı orada kalmıştır. Avrupa’ya vardıklarından sonraki yüzyılda Hıristiyan inancını benimsemiş ve Doğu Avrupa’da Slavlar ile iç içe yaşamışlardır. Bu iki kabilenin önemli bir kısmı şimdi Ukrayna olarak 124 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 bilinen bölgede yaşamaktadır. Aynı ırktan tüm diğer üyeler gibi onlar İslam inancını devam ettirmediklerinden bu nüfus dağılmıştır. Onlar Şamanisttirler ve Hıristiyan Proselitizme karşı üstün gelmişlerdir. İstanbul’da bir kütüphanesi olan Prof. Katanof Hıristiyanlığa geçen bir Şamanistti. Bir keresinde bana kendi halkının öldüğünü ve eğer “İslam’daki gibi bir peygamberleri olsaydı” bu kaderden kaçacaklarını söylemişti. Türklerin yararlanması için Türk ulusuna kütüphanesini satmıştır. Biz Türkler İslam etkisi altında kültür birlikteliği ve homojenliğine ulaştık. Türk imparatorluğu kendi bütünleyici etkisi altında oluşturulmuştur. İslam bayrağı altında tarihte önemli bir rol oynadık. Budizm, Hıristiyanlık ve Manihaizm üzerimize aynı etkiyi asla yapmayacaktı. Araplardan sonra İslam üzerine en büyük etkiyi yapan halkın Türkler olduğunu söyleyebilirim. Çünkü milyonlarcası 10. yüzyılda Moğolların (hâkimiyeti) altında İslam inancını benimsemiş olmasaydı ve Gazneli Mahmud Hindistan'da bir Türk hanedanı kurmasaydı İslam asla dünya genelinde bir din olmayacaktı. Asla Orta Asya’da, Uzak Doğu'da, Hindistan ve Doğu Avrupa'da yayılmayacaktı ve Yakın Doğu ile sınırlı kalacaktı. Dolayısıyla kendimiz ile tutarlı olması için ulusal tarihimizin bakış açısında çok büyük ilgisi olan İslam araştırmalarına en ciddiyetle kendimizi adamamız gerekecektir. Bonn Üniversitesinde Hıristiyan bir Arap Profesör "vitr" kelimesini "vater" olarak telaffuz etmekteydi. Enstitü Müdürü, bunun üzerine İslam çalışmalarını öğretmeye nitelikli olmadığını söyledi. Bize bu konuda Almanlardan daha titiz olmak yakışır. İstanbul’da Yapılacak Şarkiyatçı Kongresi 1948’de Paris’te yapılan 21. Şarkiyatçılar Kongresi esnasında Türk Hükümeti'nin rızası ile temsilcilerimize sonraki kongrenin İstanbul’da yapılması teklif edildi ve teklif kabul edildi. Bu kongre bir yıldan daha kısa süre içerisinde yapılacaktır. Üniversite rektörümüz bu kongrenin önemine ve sürenin kısalığına dikkat çekti. Doğu bilimlerinin tanıtılmasını amaçlayan bu kongrelerin ilki 1873’te Paris’te yapılmıştı. Sonraki yıllarda kongre Londra, St Petersburg, Berlin, Leiden, Viyana, Stockholm, Roma, Hamburg, Kopenhag, Atina, Oxford ve Brüksel de yapılmıştır ve bazı şehirlerde iki kez ve Paris’te üç kez yapılmıştır. Her bir kongrenin raporları ve iletişimi düzenli olarak yayınlandı ve yeni sorunlar her bir kongrede ele alındı. Bunun yanında İngiltere, Almanya ve Hindistan gibi ülkeler Doğu Bilimleri kongresini kendi başlarına organize ettiler. A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 125 Kongre sadece bir kez Algiers adı verilen Doğu şehrinde yapıldı. İstanbul, Doğu’da yapılacak ikinci şehirdi. Türkiye’den Mareşal Süleyman Paşa ve Mahmud Paşa el-Felekî ilk kongreye katıldı, Ahmed Mithat Efendi ve Ahmed Hikmet 1889’da Stockholm’de ve 1912’de Atina’da yapılan kongreye katıldı. Köprülü Fuad sonraki kongrelere katıldı ve diğer profesörler ve eğitmenler Paris’te yapılan son kongreye katıldı. Mısır, İran ve Müslüman Hindistan’dan temsilciler bu kongrelerin çoğuna katıldı. Belki de bunun sebebi şimdiye kadarki kongrelerde önemli bir rol oynamamızdı. Sonraki kongrenin İstanbul’da yapılması teklifi şüphe olmadan kabul edildi. Bazı âlimler; “Yapabilir misiniz, üstesinden gelebilir misiniz? Tarih Kongresinde yaptığınız gibi isteğiniz şeyleri temsilcilerin zihnine empoze etmeyin!" demiştir. Bu şüphelerin haklı olmadığını kanıtladık. Tüm dünyadan âlimler bu kongreye gelecekti. Ulusal kültürümüz ve entelektüel faaliyetlerimizi göstermek için onlara sergiler düzenlemeyi planladık. Onlara ülkemizi gezdirdik, misafirperverliğimizi gösterdik, kalacak yerler sağladık; fakat bunlar bekledikleri tek şey değildi. Uluslararası bilim kongresinin önemini kavrayıp kavramadığımızı ve bundan yararlanacak entelektüel seviyemiz olup olmadığını öğrenmek onları daha mutlu edecekti. Bu kongre ile ilgili olarak diğer uygar ülkeler ne fayda sağlıyorlarsa aynısını yaptık. Bu arkeoloji, etnografi ve coğrafya gibi Doğu bilim alanında en önemli şeydi çünkü her ülke kongrenin başkentte yapılan toplantı olarak kendi ihtiyaçlarını yansıtmasını ve aynı uzunlukta sorunların ele alınmasını sağlamaktaydı. Sonraki kongre oturumunda aynısını denemeliyiz ve bu konuda Doğu bilimleri ile irtibata geçmeliyiz. Sonraki amacımız Türk tarihi, sanat ve kültür alanlarında tüm dünya genelinde ayrı olarak yürütülen geniş araştırma uluslararası seviyesini koordine etmektir; dileğimiz çalışma yayınına bir dayanak hazırlamaktır, yani bu alanda uluslararası bilim işbirliğinin sonucu olan Türk filolojisi ve kültürel tarih özetini hazırlamaktır. Bu kongrede Türk tarihi, dili ve kültürü kadar diğer değinilmesi gereken konu İslâmî araştırmalardır. Paris’te yapılan önceki kongrede Prof. J. Schacht İslam çalışmalarında devrim adı verilen çalışmaya değinmiştir. Bu sorular kongrenin ilgisine sunulacaktı. Kongrede ele alınacak konular katılan âlimlere bağlıydı. Kendilerini herhangi bir tespit sınıflamasına tabi tutmak mümkün değildi. Ülkemizde yapılan kongre bizim için yeteri derecede onurdu. Hıristiyan Doğu, Uzak Doğu, Hindistan, Çin gibi İslam araştırmalarından başka konular eski kongrelerde ele alınacak konunun büyük bir kısmını oluşturacaktı. Hiç şüphe 126 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128 yok ki, “İslam Doğu dünyası ve Türkiye Kongre müzakere merkezi” teması olabilir ve “Batı, Türk ve Doğu dünyası arasındaki işbirliğinin dayanağını genişletmek” için bu oturumda alınacak önemli kararlar olması umulabilir. Kongre, benzer şekilde Batı’yla işbirliğinde başarıya ulaşacağından bilimsel işbirliği sorununu ayrıntılı olarak ele alma fırsatını İslam ülkelerine sunacaktır. Bu konuşmadaki amacımız; kültürel gelişme ve kültürel tarihimiz için çok önemli olan konulara yeni bir hayat vermektir ve ülkemizin kültürü ve öğrenimi üniversiteler ile yakın ilişki içerisinde olmalıdır; bu yönde üniversite âlimlerinin (yaşlılarına değil özellikle) daha genç jenerasyonuna daha fazla çaba gösterilmesinin teşvik edilmesi gerekmektedir. Aynı şekilde (bu konuşmamızla) genel seçimlerden üç gün önce ulusal üstünlük ve dileklerini bildiren kişilerin dikkatine bu konuları getirdik. SONUÇ Bu araştırmaya başladığımızda Zeki Velidi Togan’ın bir tarihçi olarak “din ve toplum hakkında” çok da fazla yorum yapmamış olabileceğini düşünüyorduk. Ancak çalışmaya başladıktan sonra onun hemen hemen her konuda söz söyleyen ve ciddi tenkitler yapan bir tarihçi-sosyolog ve antropolog olduğunu gördük. Nitekim onun en tartışmalı konulardan biri olan “Türkçe ibadet” ile ilgili ortaya koyduğu bilgi yoğunluğu ve derinliği, akademik olmakla beraber her okuyanın anlayabileceği bir dil ve üslup kullanan bir müellif ve münevver olması bu konudaki görüşümüzü destekler mahiyettedir. Araştırma neticesinde, Togan’ın Türkiye’ye geldikten sonra tüm çalışmalarını ve zihinsel eforunu Türk toplumunun sosyal inşasına harcadığı, kültürel gelişme ve kültürel tarihe önemli katkılar sunduğu, kültür eğitim ve öğretiminin aktarımında üniversitelerle yakın işbirliği içinde olmanın önemine vurgu yaptığı ve bu düşüncelerini çevresiyle paylaştığı sonucuna ulaşılmıştır. Togan, Türkiye’de askerî vesayet sisteminin olumlu ve olumsuz yönlerinin bulunduğunu, bu sistemin olumlu yönünün, “laiklik veya yeni alfabe gibi büyük reformları” başarıyla uygulaması iken olumsuz yönünün ise; “diyalektik, tartışma ve bireysel teşebbüsleri engellemesi” olduğunu söylemiştir. Togan, göçebe Türklerin aşırı zorlanmadan Batılı bilimsel araştırma yöntemlerini kabul ettiklerini, ancak uygar Türkler olarak nitelediği yerleşik A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Quarterly 2-2014, 109-128| 127 hayat yaşayanların ise bunu başarmakta oldukça zorlandıklarını ifade etmiştir. Ona göre uygar Türkler, öncelikle dinî konularda “eleştirel düşünmeyi öğrenmek, beyinlerini bu tür spekülasyonlara alıştırmak ve eski düşünme şekillerini yenilemek” zorundadırlar. Togan, bunun için gerekirse “sağlam muhakeme yeteneğini önleyen tümörlerin ameliyat ile temizlenmesini ve demode inançları içeren eski beyinlerin yeni düşünce trendlerine zorla yönlendirilmesini” tavsiye etmiştir. Togan, özellikle İslam’ın modern bilimsel yöntemlerle incelenmesini, anakronik yaklaşımların terk edilmesini, Türkiye’nin bir Kongre müzakere merkezi olmasını, Batı, Türk ve Doğu dünyası arasında bir köprü vazifesini kurmasını önermiştir. Ona göre Müslüman ülkeler Türkiye’de ne yapıldığına bakarak “Latin alfabesini, modern hukuki kodları ve modern bilgi ve eğitimi yaygınlaştırma yöntemlerini” kabul etmeli ve çeşitli Müslüman üniversiteleri İslam bilim, tarih, coğrafya, etnoğrafya vs. alanlarda yaptıkları çalışmalarda üniversal standartları gözetmelidir. Togan’ın savunduğu anlayışa göre tarih, “sadece geçmişi bilmeye yaramaz; aynı zamanda günümüze ışık tutan bir aynadır. Bir toplum o aynada kendisini doğru görürse, yani fazla ve eksik taraflarını tam olarak bilirse, ona göre hareket etme şansı doğar. Ayrıca tarihlerini doğru bilen milletler geleceklerine de doğru yön verebilirler.” Bu bağlamda Togan’ın hem bir millî inşacı hem de Türk toplumunun kuruluş döneminde o toplumun kuruluşuna “Tarihte Usul ve Umumi Türk Tarihine Giriş” adlı akademik çalışmasıyla en ciddi katkıyı yapan bir tarihçi olduğu söylenebilir. Kuşkusuz Togan’ın bu konferansını ilim âleminin takdirine sunmak onunla ilgili söylenecek ne ilk ne de son söz olacaktır. Bu bakımdan Zeki Velidi Togan, Fuad Köprülü, Osman Turan ve İbrahim Kafesoğlu gibi millî inşacılarla ilgili yapılacak her türlü akademik çalışma, onların Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında ortaya koydukları bilgi, birikim, emek ve gayretlerinin gelecek nesiller tarafından doğru tanınmasına, anlaşılmasına ve değerlendirilmesine imkân sağlayabilecektir. 128 | A. Zeki Velidi TOGAN, E. ÖZTÜRK, A. SEYHAN / Harakani Dergisi 2-2014, 109-128