Sunulan Bildiriler Presented Proceedings TOPLUMSAL SÜREÇLERİN İNŞASINDA AHLAK Hüsnü KAPU 1 Günümüzde özveri düşüncesi neredeyse meşruluğunu yitirdi. İnsanlar ahlaki ideallere ulaşmaya ve ahlaki değerleri korumaya teşvik edilmiyorlar ve bunun için kendi sınırlarını zorlamaya istekli değiller. Politikacılar, ütopyaları tamamen öldürdüler ve maalesef dünün idealistleri pragmatistleşti. Geldiğimiz noktada çağımızın içine düştüğü bunalımların kaynağı hikmete, fazilete dayalı değerlerin terk edilerek insanların hırs, tamah, kıskançlık ve çekişmelere itilmesidir. Ne yazık ki çağdaş sistemler, insan tabiatındaki hırs ve haset duygularını tahrik ederek ilerlemekte ve sonunda insanın basireti, esenliği, huzur ve saadetini yok etmektedir. Ruhu mahveden, anlamsız, mekanik, tekdüze, ahmaklaştırıcı bir iş, eğitim ve sosyal yaşam alanları insan doğasına hakaret sayılır. Bu durum ister istemez, ya bir kaçışa ya da saldırganlık psikolojisine yol açmaktadır. Bilindiği gibi ahlak, insanın yaşamını kolaylaştıran değerlerden oluşturmaktadır. Değerler ise, insanlar için önemli olan kavramlar ve fikirleri, doğru, uygun ve arzu edilebilir olan hakkındaki düşünce ve inançları, arzu istek ve tercihleri yansıtırlar. Kişiye davranışlarında rehberlik eden değerler, bir değerler sistemini oluşturur. Değerler sistemi, duygusal açıdan tutarlı olabilmek için ahlaki ve mantıksal açıdan birleştirici kaynaklara dayanmalıdır. Bu noktada ”din” birleştirici dayanak olan toplum için üstün bir kaynaktır. Sosyal hayat ve din arasındaki bağlantı ve dinin sosyal hayat üzerindeki etkisi konusunda yazında bulunan birçok çalışma vardır. Din toplumsal gerçekliğin en önemli unsurlarından biridir ve toplumsal yapının davranışlarının belirlenmesinde merkezi bir konuma sahiptir Din, kültürlerin kökeninde derin izler bırakan bir olgu olması itibariyle insanların davranış biçimlerini şekillendiren önemli bir unsur olarak değerlendirilebileceği gibi, aynı zamanda toplumların sosyal ve ekonomik yapılarıyla ilgili değerlerin somut göstergelerini taşıyan kültürel bir kaynak şeklinde de ele alınabilmektedir. Konuyla ilgili yapılmış sosyoloji ve insan bilimi araştırmaları, dini kaynaklar üzerinden hareket ederek dinin kültürel bileşimde önemli rol oynayan değerlere ve yerleşik davranış kalıplarına etkilerini ortaya koymaktadır. Bu bakış açısıyla dini metinlerde anlatılan olaylardan belli ahlaki motifleri elde etmek ve bu yolla dinlerin kültürel dokuda yaratmış/somutlaştırmış olduğu ahlaki değerleri belirlemek mümkündür. Din toplumsal gerçekliğin en önemli unsurlarından biridir ve toplumsal yapının davranışlarının belirlenmesinde merkezi bir konuma sahiptir. Dini kaynaklarda (metinlerde) anlatılan olayların belli ahlaki motifleri elde etmek ve bu yolla dinlerin kültürel dokuda yaratmış olduğu ahlaki değerleri belirlemek mümkündür. Şimdi toplumsal süreçlerin inşasında ahlakın ne tür bir rol üstlendiği, kendi zihniyet dünyamızdan yola çıkılarak ifade edilmeye çalışılacaktır. Ahlak insanlık tarihi ile başlayan bir serüvene sahiptir. Akademik bir disiplin olarak da Socrat ve Arsito’ya kadar uzanan bir tarihselliği söz konudur. Ahlâk, doğru ve yanlış davranışı tanımlayan bir kurallar setidir. Ahlaki yükümlülük ve ödevler ile iyi ve kötünün ne olduğu ile ilgilenen bir disiplindir. Ahlak, bireyin bireysel bütünlüğünün dışa yansıması olan kişisel karakterinin ifadesi, bireyin bireysel yaşamını belirleyen kurallar dizgesi veya bir topluluk ya da toplum için uygun davranış kuralları olarak tanımlanmıştır. Doğru ve yanlış ya da iyi ve kötü gibi sade bir hakikat şeklinde ifade edilen yönüyle ahlak, aynı zamanda çoğu insanın anladığı ve desteklediği doğru şeyleri yapmak olarak da ifade edilebilir. Topluluk ya da toplumlar için uygun davranış kurallarından kasıt, toplum içinde benzer veya farklı değer sistemlerine sahip bireylerin, kendi yaşamlarını güvenle yaşamalarına izin veren ahlaki bir ideali oluşturmaktır. Ayrıca ahlak, günlük yaşam üzerine yüklenmiş ve ondan ayrılmış bir soyut prensipler seti değil; görünürde zarif fakat gerçekte, sonu olmayan sürekli anlaşma ve uzlaşmalarla dolu ve çok güçlü dokuları olan bir yaşam şekli olarak da ifade edilmektedir. Karşılıklı çıkarların kaçınılmaz surette birbirine bağlı olduğu bireylerin yaşadığı sosyal bir düzende, asli bir unsur olan ‘şey’in farkında olmadır. Yani tecrübe olarak yapılan, iyi bir karşılıklı anlaşmalar sanatıdır. 1 Serhat Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Toplum tarafından kabul edilen ahlaki kurallar, davranışlarımızın ne zaman kabul edilebilir olduğu veya ne zaman kabul edilemez ya da yanlış olabileceğini bize söylemektedir. Başka bir ifade ile ahlak, nasıl hareket etmemiz veya hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiğiyle ilgilenmektedir. Yani ahlak herhangi bir insan varlığının sorduğu en temel soru olan “Nasıl yaşamalıyız?”ın cevabını içeren bir kurallar dizgesidir. Bu anlamda ahlak, kendisiyle nasıl hareket etmemiz, nasıl seçim yapmamız ve nasıl davranmamız gerektiğini belirlediğinden uygulanabilirdir. Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, ahlâkın şu süreçleri içerdiği görülmektedir: 1-Davranış ve inanç sorunları arasındaki ayrımları belirlemek, 2- Sorunların nasıl tanımlanacağına karar vermek ve 3- Herhangi bir durumda uygulayacağımız ahlaki prensiplerin neler olduğuna karar vermek. Kısacası ahlak, bizim başkaları hakkında nasıl düşünmemiz veya onlara karşı nasıl davranmamız gerektiğini ya da başkalarının bizim hakkımızda nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğini gösteren standartlardır. Yani bireylerin günlük yaşamlarında kendi davranış ve eylemlerinde kendilerine yol gösteren ve bilinçli olarak tercih ettikleri ahlaki ilkelerdir. Bütün bu anlatılanlardan ahlakın, psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi insanların eylem ve karar alma süreçlerini inceleyen ve tanımlayan diğer sosyal bilimlerden farklı olarak normatif bir özelliğinin olduğu görülmektedir. Ahlakın temel sorusu olan “nasıl yaşamalıyız?”ı iki şekilde yorumlamak mümkündür. Buradaki “biz” kavramının bireyler olarak her birimiz ya da bir bütün olarak hepimiz anlamına gelebilir. İlk anlamıyla ele alındığında bu soru, hayatımı nasıl yaşamalıyım, nasıl hareket etmeliyim, ne yapmalıyım ve ne tür bir birey olmalıyım ile ilgilidir ve bu anlamıyla ahlak, “kişisel bütünlük” kavramıyla ifade edilen ahlakın başka bir görünümüne işaret etmektedir. İkinci anlamıyla ele alındığında ise, “nasıl yaşamalıyız?” sorusu, bir toplum içinde birlikte nasıl yaşamamız gerektiğine işaret etmekte ve söz konusu sorunun, bir toplum veya işletmeler gibi sosyal kurumların nasıl yapılandırılması gerektiği veya birlikte nasıl yaşamamız gerektiğiyle ilgilidir. Bu alanın bazen “sosyal ahlak” olarak da ifade edildiğini ve adalet, kamu idaresi, hukuk, temel erdemler, örgütsel yapılar ve siyaset felsefesinin sorunlarını ifade ettiği belirtilmektedir. Bu anlamda iş ahlakı, daha çok aynı zamanda toplumsal bir süreç olan işletmelerin de nasıl inşa edilmeleri gerektiğiyle ilgilenmektedir. Başka bir ifadeyle ahlak, insanın “insan olma” özelliğinin bir ifadesi olup onun reel ve tabii olanı ideal ve insani olana göre terbiye etme ve ona doğru aşma çabası olarak görülebilir. Yani ahlakı, insanın beşerilikten insaniliğe doğru gönüllü yükselme çabası olarak görmek mümkündür. Bu anlamda insanın her tür faaliyeti ahlaki olma potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla hayatın bir parçası olan iktisadi faaliyetler de bu bağlamda değerlendirilmektedir. Ahlak, “ne yapmalıyım?” sorusuna cevap arayarak ideal olana ulaşmaya çalışma çabasıdır. Aynı şekilde ahlak, nasıl yaşamalıyız hakkındadır. Buna göre nasıl olmalıyız hakkında birçok terim üretilmiştir. Ancak bunların tamamının vurguladığı şeyler, güvenilir ve onurlu bir yaşam, hırsızlık, yalancılık, sömürücülük ve ayrımcılığın olmadığı durumlardır. Ahlak, bize nasıl yaşamamız gerektiğini vurgulayan ve işin nasıl yapılacağına dair profesyonel sorumluluklarla ilgilenmektedir. Tüm bunlar görüleceği üzere Tanrı’nın bizden nasıl yaşamamızı istediği hakkındadır. Dolayısıyla iş ahlakı kavramı genel olarak din gibi geleneksel inançlardan ayrı olarak düşünülemez. En azından dinlerin ahlak değer sistemleri üzerinde etkisinin olduğu tartışılamaz. Seküler ahlak sistemlerinde dahi kişilerin belleklerinde yer etmiş olan kavramların birçoğunun dini ve geleneksel kavramlar olduğu görülecektir. Mensubu olduğumuz toplum geleneği, nizam kavramına dayalı bir denge fikrini esas alır. Bu denge modeli; sınıflaşma yerine iş bölümü, emek ile sermaye arasındaki çelişkiye değil işbirliğine dayanır. Sömürge değil hizmet anlayışına dayanmaktadır. Yine kadim geleneğimizin düşünce dünyasının özünü, insan sevgisi, merhamet, adalet ve kul hakkı gibi ahlaki ilkeler oluşturmaktadır. İfade edilen düşünce dünyası doğrultusunda inşa edilen sosyo-ekonomik sistem içinde başkalarını kendine tercih etme, merhamet, hürmet, hizmet, samimiyet ve tevazu gibi kavram ve haller, ahlak eğitiminin özünü oluşturmaktadır. İnsandan istenen temel özellik, “güvenilir” olmasıdır. Bütün toplumsal, hukuksal, siyasal ve ekonomik süreçlerle ilgili bilgilerin, kuralların ve uygulamaların içine yerleştirileceği çerçeveyi belirleyen en önemli unsur ise adalettir. Denge anlamına da gelen adaletin hedefi, sosyal refahı sağlamaktır. Aynı şekilde toplumsal süreçlerde bireysel hayatı sosyal hayata bağlayan üç temel unsurdan söz edilebilir. Bunlar sorumluluk, iyi niyet ve samimiyettir. Sorumluluk hayatın her alanına matuftur ve her bireyin kendi zaviyesinde sorumlulukları vardır. Sorumluluk hem bireysel ve hem de toplumsal bağlamda söz konusu olmakla birlikte, esas olan bireysel sorumluluktur. Bireysel sorumluluğun gerçekleşmesi ise, ancak insanın kendi çalışması ve emeğiyle mümkündür. Sosyal sorumluluk boyutu ise, birey için “imtihan dünyası” bağlamı içinde işlev görmektedir. Birey bu bağlamda kendinden başlayarak, yakın akraba, komşu ve bütün toplumu kapsayacak şekilde genişleyen sorumluluklara sahiptir. Bu durumu zihniyet dünyamızın inşasında önemli bir yeri olan Hz. Muhammed’in “Kişi çevresinde küçük olsun büyük olsun bir kötülük gördüğünde eliyle, gücü yetmezse dili ile önlemelidir. Buna da gücü yetmezse onu kalbiyle kötülemelidir” sözü en iyi bir şekilde ortaya koymaktadır. Davranışların değerini iyi niyet belirler. İyi niyet ve samimiyet aynı zamanda erdemli bir kişiliğin ve topluma bağlılığın ölçüsüdür. Bütün bunlar toplumun ayakta durmasının koşulu olan ahlakı koruma ve sağlıklı bir kamuoyu oluşturmayı amaçlamaktadır. İş hayatında olduğu gibi bütün yaşamımızda başkalarıyla olan ilişkilerimizde üç temel yolu kullanırız. Bunlar, nezaket, sözleşme ve güvendir. Görgü kuralları olarak da ifade edilen nezaket, ahlaki kurallar gibi değildir. Ancak yine de başkalarına yönelik davranışlarımızda sosyal olarak kabul edilebilir kurallardır. Nezaket, medeniliğin başkalarıyla uyum içinde yaşamanın harcı olarak kabul edilir. Gerek toplum hayatımızda ve gerekse işletmelerde ve iş ahlakında nezaket kısmen etkili bir rol oynasa da bu süreçlerde asıl rol oynayan unsurlar sözleşme ve güvendir. Sözleşmeler biçimsel yasal araçlardır, bununla sözleşme tarafları kendi taahhütlerini yönetecek normatif ilişkiyi tanımlamakta ve sınırlandırmaktadır yani spesifik hale getirmektedir. Sözleşmelerde taraflar birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken taahhütlerde bulunurlar. Her ne kadar günlük hayatımızdaki iş ilişkilerimizde, ticari faaliyetlerimizde gönüllü bir şekilde nezaket kurallarına göre hareket ediyorsak da ya da sözleşme hukuku çerçevesinde davranıyorsak da; uzun dönemli ve karlı iş ilişkileri ve ya işletme ilişkilerini tesis edebilmemiz için bütün bunların hepsine aslında temel teşkil edecek başka bir şeye ihtiyacımız var. O da ‘güvendir’. Güven bütün sosyal toplumsal düzenlemelerin adeta önkoşuludur. Güç, egemenlik ve zorlama (spesifik otorite tarafından tecrübe edilmektedir.) sosyal düzenin problemlerine bir ölçüde bazı geçici çözümler sağlamakta, fakat kapsayıcı ve uzun dönemli bir istikrar için bunlar yeterli gelmemekte, bunları aşan güven dediğimiz sosyal ilişkilerin özünü içeriğini oluşturan algıya ihtiyacımız vardır. Güven bir ölçüde toplumsal süreçlerdeki sosyal ilişkilerin inşasında rol oynayan en önemli unsurdur. Peki güven nasıl oluşuyor ve nereden kaynaklanıyor? Güven içinde yaşadığımız sosyal yapının temelinde ve içinde var olan normlar ve değerler kadar, geliştirdiğimiz ve içinde rol aldığımız ilişki ağları (network) tarafından oluşturulmakta ve şekillenmektedir. Aslında ‘güven’ sahip olduğumuz sosyal sermayemizin bir ürünüdür. Sosyal sermayeden kastımız, toplum olarak paylaştığımız düşünceler ahlaki değerler, inançlar ve davranışlardır. Bunlar sayesinde hayatımızı daha kolay yaşıyoruz. İlişki ağımızın içindeki diğer insanlarla daha rahat etkileşime geçebiliyoruz. Peki nedir bu değerler ve normlar. Yukarıda da ifade edildiği gibi bunlar; doğruluk, sözünde durma, adil olma, hakikati söyleme, sorumluluk sahibi olma, yükümlülüklerinin farkında olma vb. Kısacası bir toplumda sosyal sermaye güçlü ise işlem maliyeti düşük, zayıf ise işlem maliyeti yüksektir. Sonuç olarak bizim hayatta yaptığımız tercihler ve eylemler, içinde doğduğumuz ve yaşadığımız sosyal yapı tarafından etkilenmekte ve şekillenmektedir. İçinde geliştiğimiz sosyal yapıda deneyimlerimizin kalitesi tercihlerimizin kalitesini ve genel yaşam perspektifimizin kalitesini etkilemektedir. Sosyal sermaye, başkalarıyla olan ilişkilerimizin toplamıdır. Bir ailede bir toplumda bir dini organizasyonda ya da bir seküler yapıdaki deneyimlerimizle ilgilidir. Güveni nasıl oluşturacağız ve bir insandan nasıl emin olabiliriz. Bunun tek yolu adil, doğru sözlü, tutarlı, merhametli, iyi niyetli, cömert, bencillikten ve kibirden uzak ve hayırsever olmaktan geçmektedir.