1 CEZA HUKUKU Ceza hukuku, suç adı verilen insan davranışının

advertisement
!1
CEZA HUKUKU
Ceza hukuku, suç adı verilen insan davranışının yapısını inceleyen ve
buna özgü yaptırımlar öngören hukuk dalıdır. Görüldüğü gibi, ceza
hukukunun iki temel unsuru suç ve yaptırımdır.
Dar anlamda ceza hukuku, maddi ceza hukuku olarak da adlandırılır ve
suçları ve yaptırımlarını konu alır. Geniş anlamda ceza hukuku ise,
maddi ceza hukukunun yanı sıra, ceza muhakemesi hukuku ve infaz
hukukunu da kapsar.
Ceza hukukunun görevi, toplumsal ve sosyal barışı sağlamaktır.
Ceza hukukunun iki temel işlevi vardır:
1)
2)
Suçun işlenmesi halinde cezalandırma işlevi, yani cezalandırıcı
işlev ve
Bu cezalandırma işlevi sırasında toplumu koruyucu işlev.
Yeni TCK'ya göre ceza kanununun amaçları:
•
•
•
•
•
•
Kişi hak ve özgürlüklerini,
Kamu düzeni ve güvenliğini,
Hukuk devletini,
Kamu sağlığını ve çevreyi ve
Toplum barışını korumak ve
Suç işlenmesini önlemektir.
Ceza Hukukunun Hukuk Düzeni İçindeki Yeri
Ceza hukuku, kamu hukukunun bir dalıdır. Bilindiği gibi, kamu hukuku,
tanımı itibariyle, hukuki ilişkilerde kuralları ast-üst ayrımı içinde
düzenler. Ceza hukukunda, suç bireyler arasında işlenmiş gibi görünse
de, asıl olan, fail ile mağdur arasındaki çıkarların denkleştirilmesi değil,
fail ile devlet arasında devlete ait cezalandırma yetkisinin
kullanılmasıdır. Kural olarak, mağdur devletin cezalandırma
yetkisinden, devlet de görevi olan cezalandırma yetkisinden
vazgeçemez. Buna, kovuşturmanın mecburiyeti ilkesi denilir.
!2
Ceza Hukukuna Yardımcı Disiplinler
1) Kriminoloji:
Kriminoloji suçu ve suçluyu deneysel yöntemlerle inceleyerek suçun
nedenlerini saptamak amacını güden bir bilim dalıdır. Ceza hukuku;
suçu, failin suçu işleyip işlemediğini, hangi yaptırım türünün
uygulanacağını ele alır; krimonoloji ise, suça neden olan etmenleri fail
ve bazen mağduru da dikkate alarak sebep sonuç ilişkisi içinde
değerlendirir ve suçlunun biyolojisi (fiziksel ve bedensel nedenler),
psikolojisi ve yaşadığı ortamı dikkate alır.
Kriminolojinin Türkiye’deki kurucusu olan Ord.Prof.Dr. Sulhi Dönmezer
kriminolojiyi, “İnsanın sapıcı davranış ve eylemleri arasında suçu
doğuran, yapan ve suçu kontrol etme amacını güden süreçleri
açıklayan ve suçun sebep ve faktörlerini tespit maksadıyla insana ve
suç işleyen insana ilişkin bilgilerin bütünün sentezini oluşturan bir bilgi
dalı” olarak tanımlamıştır.
Kriminolojinin kapsamını ise şu şekilde çizmiştir: “Kriminolojinin
konusu, toplumsal normlardan sapma şekillerinden suç denilen insan
davranış, tavır ve hareketlerini ve suç olayını, suçu yapan süreçleri,
sosyal bir gerçek olarak ceza adalet sisteminin işleyişini, suç ile suçlu
ve sosyal çevre ilişkilerini incelemek, suçun sebep ve etmenlerini
mümkün olduğunca belirlemek, suça sebebiyet veren unsurları,
süreçleri izah etmek ve bu hususlarda elde edilen bilgilerle söz konusu
suç denilen sosyal kötülüğü en etkin şekilde yok etmek veya mümkün
olduğunca azaltacak strateji ve teknikleri belirlemektir.”
Geniş anlamda kriminoloji iki büyük gruba ayrılır; birinci gruptaki alt
dallar şunlardır:
1)Suç Antropolojisi: Bu dal suçluyu, organik yapısı bakımından
inceler ve verasete ilişkin, biyolojik, anatomik, fizyolojik etmenleri söz
konusu eder.
2)Suç Psikolojisi: Suçun oluşmasına neden olan yada gelişmesini
sonuçlayan ruhî olayları, mekanizmaları inceler: Yaş, cinsiyet,
karakter, bünye gibi.
3)Suç Sosyolojisi: Suçu bir sosyal olay olarak ele alır; sosyal
kimlik taşıyan ve suça sebep olan etmenleri araştırır; sosyal ortam,
alkol etkileri, sinema, din gibi.
4)Suç Psikiyatrisi: Anormal ve akıl hastası suçluları inceler; akıl
hastalıkları ile suç arasındaki ilişkileri belirler.
5)Penoloji: Cezaların ve güvenlik tedbirlerinin menşe ve
gelişmelerini izah eder; bunların ne derece etkili olduklarının araştırır.
Bu beş dala genellikle Teorik Kriminoloji adı verilmektedir. İkinci grubu
ise Uygulayıcı Kriminoloji teşkil etmektedir.
!3
1)Suç Siyaseti: Suçları önlemek için devletin yerine getirmesi
gereken faaliyetlerden söz eder. Bu itibarla suç siyaseti suça karşı
savaşmak için devletin faaliyete koyduğu bütün araçlardan oluşur. Bu
bakımdan din, ahlak da birer araç sayılabilirler.
2)Suç Profilâksisi: Toplumun, suçluluğunun sosyal ekonomik
etmenlerini önlemek yada azaltmak veya yok etmek için başvurduğu
bütün araçları inceleyen bilgi dalıdır. Bu bilimin tıbbî ve sosyal yönleri
vardır.
3)Kriminalistik yada bilimsel polis: Suçluların ortaya çıkarılmasını
sağlamak için başvurulan fennî araçları inceler. Daktiloskopi,
Antropometri, Balistik gibi dalları vardır.
Bu noktada şu hususu da belirtmek gerekir: kriminalistik ile kriminoloji
iki ayrı bilim dalıdır. Çoğu zaman kriminoloji ile kriminalistik birbirine
karıştırılmaktadır. Bu iki ayrı bilim dalının aynı bilim dalı gibi
gösterilmesi yanlış olduğu gibi birinin diğerini kapsaması da söz konusu
değildir. Teoride ve uygulamada da durum bu şekildedir. Kriminalistik
teknik bir delil tespit bilimidir. Kriminalistik teknik olarak suç delillerinin
tespiti, suçlunun tespiti ve suçun aydınlatılması ile meşgul olmasına
karşın, kriminoloji her şeyden önce suçun açıklamasını yapan, suçlu
davranışın nedenlerini inceleyen, suçun önlenmesi ve suçlulukla
mücadele ile ilgilenen bir bilimsel öğretidir.
2) Kriminalistik:
Kriminalistik, delilin bilimsel yollarla araştırılmasıdır. Örneğin, parmak
izi, DNA analizi.
3) Viktimoloji:
Viktimoloji, suçun gerçekleşmesinde mağdurun rolünü inceler.
Mağdurun suç karşısındaki durumu, mağdurların tasnifi, ortak
özellikleri, vb. bilgiler verir.
4) Adli Tıp:
Adli tıp, suç fiilinin fail ve mağdur üzerindeki etkilerini ve bıraktığı izleri
araştırarak suçun kanıtlanmasında ve failin bulunmasında önemli rol
oynar. Kriminalistik, adli tıp, ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku
sıkı bir işbirliği içinde çalışırlar. Adli tıp patoloji, toksikoloji, anatomi,
biyoloji, kimya, mikroskopi gibi pek çok bilimden yararlanır. Adli
psikiyatri de failin isnat yeteneğini araştırır.
!4
Ceza Hukukunun Temel İlkeleri
I.
Kanunilik İlkesi
(Ceza kanunlarının güvence işlevi)
Yasada gösterilmeyen bir fiil suç oluşturmaz ve suça ancak yasada
gösterilen ceza uygulanabilir. Böylece, hakimin eylemleri suç sayma ve
cezalandırma yetkisi sınırlandırılmış ve keyfilik önlenmiş olur. Öte
yandan, bireyler de hangi eylemlerin suç oluşturduğunu önceden
öğrenme ve buna göre davranma olanağına kavuşurlar; bu da onlar
için güvence demektir.
Kanunilik ilkesinin ilk zorunlu sonucu, hem suçların hem de bunlara
uygulanacak cezaların kanunla belirlenmesidir. Yasalar TBMM
tarafından çıkartılabilir ve bu yetki başka bir organa devredilemez. Bu
ne demektir?
•
Yürütme organı bir idari tasarrufla suç yaratamaz.
•
Örf ve âdet kurallarına dayanarak suç ve ceza yaratılamaz
•
Kıyas yasaktır.
Kıyas, hakkında yasada açıkça yazılı hüküm bulunmayan ve suç haline
getirilmemiş bir fiil hakkında, yasada suç olarak gösterilen benzer fiile
ilişkin ceza hükmünün uygulanması anlamına gelir. Bu da, kanunilik
ilkesine aykırıdır. Lehe kıyas yasak olduğu gibi, aleyhe kıyas da
yasaktır.
•
Ceza kanunları belirli ve açık olmalıdır.
Suçun unsurları, cezası ve cezayı etkileyen nedenler yasada açıkça
belirtilmiş olmalıdır. Ayrıca, alt ve üst sınırları belirlenmiş cezalarda, bu
iki sınır arasındaki aralığın makul bir düzeyde olması gerekir.
•
Ceza kanunları geçmişe yürümez.
Fail, suçu işlediği zaman yürürlükte olan yasa maddesine göre
cezalandırılır. İşlendiği zaman suç oluşturmayan bir fiilin suç haline
getirilmesi ya da suç olsa bile sonradan daha ağır ceza öngörülmesi
durumunda, aleyhte yapılan bu değişiklikler geçmişe yürümez. Suçun
cezasında yapılan değişiklikler de failin aleyhine ise geçmişe yürümez.
!5
II.
•
•
•
•
•
Kusursuz suç ve ceza olmaz.
Kusursuz kişiye ceza verilemez. Kusur, cezalandırmanın nedenini
oluşturur.
Ceza, kusurun oranını geçemez. Bu, cezalandırabilmenin sınırını
oluşturur.
Ceza hukukunda objektif sorumluluğa yer verilemez.
Failin kişiliği ve geçmişi, fiilden sorumluluğunun belirlenmesinde
önemli değildir. Bunlar, ancak cezanın bireyselleştirilmesinde rol alır.
Bu nedenle, çağdaş ceza hukuku, fail değil, fiil ceza hukukudur.
Ceza sorumluluğu bireyseldir. Kimse başkasının fiilinden dolayı
cezalandırılamaz.
CEZA HUKUKUNUN TARİHÇESİ
Ceza hukukunun tarihi, dört döneme ayrılarak incelenebilir:
1)
2)
3)
4)
İlkel ceza hukuku dönemi
Müşterek ceza hukuku dönemi
Yeni zamanlar ceza hukuku dönemi
Çağdaş ceza hukuku dönemi
Ceza hukukunun tarihine baktığımızda, cezalandırmanın bir kişinin
veya grubun kişisel, keyfi ve olaylara göre değişen takdirine
bırakılmasından objektif, genel ve soyut kurallar uygulanarak yapılan
cezalandırmaya doğru bir genel gidiş olduğunu ve ayrıca,
cezalandırmanın suçun işlenmesiyle bozulmuş bulunan sosyal barışı
yeniden kurmak ve devamlı korumak amacını güttüğünü söyleyebiliriz.
Suçlara verilen cezalar önceleri mübalağalı ve çok ağır iken zamanla
ahlaki ve manevi bir forma bürünmüş, yumuşatılmış ve hafifletilmiştir.
Ceza sorumluluğu önceleri kolektif ve objektif iken zamanla kişisel ve
sübjektif olmaktadır.
Önceleri ceza hukukunun alanı kişinin hem başka kişilerle ilişkilerini
hem de tanrılarla ilişkilerini düzenlerken, zamanla sadece bireyin dış
ilişkileri ceza hukukunun ilgi alanına girmiştir.
Ceza hukuku önceleri örf ve âdet kurallarına dayanmış, daha sonraları
belirli suç ve olaylara ilişkin (casuistique) çeşitli kanunlar yapılmıştır.
Toplumların sosyal durumu ile ceza hukuku arasında kesin bir paralellik
vardır.
!6
İLKEL CEZA HUKUKU DÖNEMİ
Bu dönem, insanların aile, kabile ve aşiret birlikleri halinde yaşadıkları
ve henüz devlet ceza hukukunun gelişmemiş olduğu dönemdir. Bu
dönemde, aynı topluluk içinde ve topluluk bireyleri arasında veya
topluluğa mensup bir kişi tarafından topluluğa karşı zarar verici fiillerin
yapılması halinde, hâkim-başkan suçluyu cezalandırıyordu. Gerek
suçların gerekse uygulanacak yaptırımların tespiti tamamen hâkimbaşkanın keyfi takdirine bağlıydı. Ancak sosyal kontrol mekanizmaları
tabii ki işliyordu ve başkan da tüm grup üyelerinin devamlı denetimi ve
gözetimi altındaydı ve örf ve gelenekler de başkanın iktidarını bir
ölçüde de olsa sınırlandırmaktaydı.
Verilen cezalar genellikle cismani cezalardı. Ölüm ve sürgün cezaları,
topluluğa en ağır zararlara neden olan fiillere uygulanıyordu.
Zarar verici fiil aynı topluluk içinde işlendiğinde, cezalandırma açısından
bir sorun yoktu, çünkü herkesin tâbi olduğu bir ortak egemenlik
(başkanın iktidarı) vardı. Ancak zarar verici fiilin iki ayrı topluluğun
bireyleri arasında işlenmesi halinde, üstün ve ortak bir egemenlik söz
konusu olmadığı için, cezalandırma konusunda "öç alma hakkı" ve
"uyuşma" mekanizmaları işliyordu.
Öç alma hakkı, zarar verici fiile karşı bir tepkiyi ve karşılığı ifade eder.
Zarar verene veya onun mensubu olduğu topluluğa karşı, zarar gören
veya onun mensubu olduğu topluluk karşılık verir ve böylece suçun öcü
alınmış olurdu. Burada sorumluluk kişisel değil kolektifti, çünkü kişinin
zarar verici hareketinden onun bağlı olduğu toplumun tamamı karşılık
görmekteydi. O döneme göre bunun mantıklı sebepleri olduğunu
söylemek mümkündür, çünkü suçluyu yargılayacak ve cezalandıracak
ortak ve üstün bir organ yoktu. Ailenin (topluluğun) bireyleri arasında
çok sıkı bir bağlılık vardı. Tüm maddi ve manevi değerler ortaktı ve
mülkiyet kolektifti.
Ancak öç alma hakkı, iki grubun devamlı olarak birbirlerine karşılık
vermesine ve böylece devamlı bir savaş halinin doğmasına neden
oluyordu. Bu nedenle, zaman içinde bazı sosyal sistemler doğdu:
gönüllü sürgünlük, suç işleyenin bağlı olduğu topluluktan kovulması
veya mağdurun ailesine teslim edilmesi, kısas ve uyuşma.
Gönüllü sürgünlük sisteminde, suç işleyen kimse kabilenin yerleşik
olduğu ülkeyi terk ederek kendi isteğiyle sürgüne giderdi. Suç işleyenin
bağlı olduğu topluluktan kovulması veya mağdurun ailesine teslim
edilmesiyle, teslim eden topluluk kendisini öç almaya karşı korumuş
olurdu.
Kısas: Kısas, bir zarara sebep olan kimseye, aynı miktarda ve
yoğunlukta zarar verilmesi anlamına gelir. İlkel topluluklarda çok
yaygın bir şekilde kullanılmıştır.
!7
Uyuşma: Öç alma hakkına sahip olan kişi veya aileye belirli bir mal
vererek bu hakkı kullanmaktan vazgeçirmek ve böylece savaş haline
son vermek amacını gütmekteydi. Bu sistem, mal takasının bir
ekonomik ilişki aracı olmaktan çıkması ve paranın kullanılmaya
başlanmasıyla daha da yaygınlaştı.
Zaman içinde devletlerin kurulmasıyla, devlet ceza verme tekelini eline
geçirdi. Bunun sosyal ve tarihi sebepleri şöyle özetlenebilir:
a)
b)
Mülkiyetin kolektif karakterini kaybetmesi ve özel mülkiyetin
ortaya çıkması.
Devletin kendisini oluşturan küçük gruplarla egemenliği
paylaşmaya son vermesi ve devletin egemenliği kesin olarak tekeli
altına alması.
MÜŞTEREK CEZA HUKUKU DÖNEMİ
Orta Çağda, Roma hukukunun ve kanonik hukukun etkileriyle ceza
hukuku sosyal müesseseler olmaktan çıkarak hukuki müesseseler
şeklini almıştır. Müşterek ceza hukuku esas olarak Roma ceza
hukukunda şekillenmiş ve etkilerini 18. yüzyıla kadar sürdürmüştür.
Roma hukukunda, suç, kurulu meşru düzenin ihlâli ve ceza da Devletin
suça karşı tepkisi sayılmaktaydı. Suçlar, topluma ve kişilere karşı
işlenenler olmak üzere iki kategoriye ayrılıyordu. M.Ö. 672 – 674
yıllarında Sylla'nın ceza mevzuatında yaptığı reformdan sonra, usul
kanunları çıkmış ve özel suçlar yanında kamusal suçlar kavramı da ilk
kez benimsenmiştir. Ayrıca suça teşebbüs ve iştirak halleri de
cezalandırılmıştır. Ceza hukukunun kaynağı İmparatorluk emirnameleri,
senato kararları ve hukukçuların yorumları ve eserleriydi.
Bilimsel ceza hukukunun ilk temelleri, Roma hukukunda ve bu hukukta
reform öneren çeşitli yazarların eserlerinde atılmıştır. İlk kez İtalya'da
ortaya çıkan hümanizm ve Rönesans hareketleri, kişi özgürlüğü
kavramının gelişmesini sağlamıştır.
Almanya'da 1530 ve 1532 yıllarında iki site meclisinin yayımladığı
Carolina isimli eser, en önemli ceza hukuku külliyatlarından biridir. Hem
ceza hukukunu hem de ceza muhakemeleri hukukunu kapsayan bu
eser, kaynaklarını, Roma ceza hukukundan, kanonik hukuktan ve
mahalli örf ve âdet kurallarından ve tabii ki dönemin hukukçularının
açıklama ve yorumlarından almaktaydı. Bugünkü Avrupa ceza
hukukunun ilk temelleri de bu eserle atılmıştır diyebiliriz.
!8
YENİ ZAMANLAR CEZA HUKUKU DÖNEMİ
Yeni zamanlar ceza hukuku dönemi üç büyük olaydan doğmuştur:
A) 18. yüzyıldan önce başlayan ve o yüzyılda da devam eden Felsefe
hareketleri;
B) Özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısında ve 19. yüzyılda gerçekleşen
Kanunlaştırma hareketleri ve
C) 19. yüzyılın ortasında başlayan Doktrin hareketleri ya da Ceza
Hukukunda Okullar Mücadelesi.
FELSEFE HAREKETLERİ:
Ansiklepodistler:
Montesquieu, 1721 ve 1748'de yayımladığı eserlerinde şu fikirleri
savunur: Mutlakiyet idarelerinde kanun yoktur; hâkim bizzat kuralı ve
kanunu koyar. Oysa cumhuriyet idarelerinde, hâkimler kanunu harfiyen
izler ve uygularlar. .... Hükmü âdil ve tarafsız hakimler vermelidir.
Cezalarda şiddet mutlakiyet idarelerine uygundur, çünkü bu idarelerin
temel prensibi şiddettir. Oysa cumhuriyet idarelerinde suçları önleyecek
olan faktörler vatan aşkı ve utanma duygusudur. Bu hükümet tarzında,
iyi bir kanun koyucu, suçları cezalandırmaktansa, önlemeyi tercih eder.
Hürriyet rejimlerine yaklaşıldıkça cezaların şiddeti azalır ve bu
rejimlerden uzaklaşıldıkça cezaların şiddeti artar. Kişileri kötü yollara
yönelten şey, cezaların hafifliği değil, suçların cezasız kalmasıdır.
Cezalar arasında bir uyumun bulunması gerekir.
Beccaria, 1764'de yayımladığı eserinde, bir delil aracı olarak işkencenin
kaldırılmasını, din ve vicdan hürriyetinin sağlamlaştırılmasını ve
cezalandırmada insanileştirmenin esas alınmasını savunmaktadır.
Suçları cezalandırmak gereklidir, fakat daha ziyade bunları önlemeye
çalışmak ve adaleti şiddet eğilimindeki teolojinin elinden kurtarmak
gerekir. Çok fazla kullanılan af yetkilerini ve vahşi cezaları kaldırmak
gerekir. İyi ceza, mutlaka uygulanabilen cezadır, yoksa ağır olan ceza
değildir. Cezaların tamamen aleni usullere göre ve çabuk hüküm ve
tatbik edilmesi, zorunlu olması ve suçla orantılı olması, kanunla tayin
edilmesi ve mümkün olduğu kadar az şiddette olması gerekir. Suçları
önlemek için, özgürlüğün ve ilmin aydınlattığı yoldan gitmek gerekir.
!9
Sözleşmeciler:
Bu akımı savunan yazarlar Hobbes, Grotius, Jean-Jacques Rousseau,
Fichte ve Beccaria'dır. Bu yazarların ortak yönü, devleti sosyal
sözleşme fikrine dayandırmaları ve ceza verme hakkının kaynağını da
sosyal sözleşmede görmeleridir.
Rousseau, bu konuda şunları söylüyor:
"... her insanın kendi hayatını korumak için onu tehlikeye sokma hakkı
vardır. Kendisini yangından kurtarmak için pencereden atan bir kimse
intihardan dolayı sorumlu tutulur mu? ... Suçlular hakkında hükmedilen
ölüm cezası da aynı görüş açısından açıklanabilir. Bir katilin kurbanı
olmamak içindir ki, insan, öldürme fiilini işleyince kendisinin de
öldürülmesine razı olmaktadır. Bu sözleşmeyle, insan, kendi hayatı
üzerinde tasarruf etmeyi değil, hayatını güvence altına almayı
düşünmektedir.... Sosyal hukuku saldıran kimse, işlediği fiiller
dolayısıyla vatan haini olmakta, kanunları ihlâl etmek suretiyle artık
toplumun bir mensubu olmaktan çıkmakta, hatta topluma karşı savaş
ilân etmiş bulunmaktadır. Artık onun varlığıyla Devletin varlığı birbiriyle
bağdaşamaz; ikisinden birinin ortadan kalkması gereklidir.."
Faydacılar:
Bu akımın kurucusu 19. yüzyılın başlarında yayımladığı iki eseriyle
Bentham olmuştur. "Cezayı meşru kılan, cezanın faydalı ya da zorunlu
olmasıdır. Ceza, toplumun kendisini savunmak için kullandığı bir
tedbirdir."
Adaletçiler:
Adaletçiler, ceza verme hakkını adalet fikrine dayandırır ve "suçun faili
cezalandırılmalıdır, çünkü cezanın uygulanması sayesinde suçlunun
azap ve ızdırap çekmesi ve böylece kusurunun kefaretini ödemesi
doğru ve haklıdır" fikrini savunurlar. Bu fikirleri özellikle Kant
savunmaktadır. Kant: "İnsana belirli ahlâki görevleri akıl yükler; bu
görevler mutlaka yerine getirilmelidir, çünkü bunlar aklın emridir;
bunlar kendilerinden beklenen yararlar nedeniyle değil, doğrudan
doğruya aklın emirleri olmaları dolayısıyla yerine getirilmelidirler. Ceza,
başlı başına bir amaçtır, yoksa kendisinden beklenen faydaların bir
aracı değildir..."
!10
ÇAĞDAŞ CEZA HUKUKU DÖNEMİ
Çağdaş ceza hukuklarında iki temel eğilim vardır: (1) Liberallik ve (2)
Otoriterlik.
Ceza hukukunda liberallik eğilimi, sosyal hayata ceza yaptırımlarıyla
müdahalenin ancak zorunlu olduğu hallerde kabul edilmesini; maddi ve
özellikle usule ilişkin ceza hukukunun görevinin bir yandan insan hak
ve hürriyetlerini korumak bir yandan da sosyal savunmayı uyumlu bir
şekilde sağlamak ve uzlaştırmak olmasını ve bu bakımdan, suçta ve
cezada kanunilik ilkesinin vazgeçilmez bir ceza hukuku ilkesi olarak
benimsenmesini ifade eder. İnsan hak ve hürriyetlerinin korunması ile
sosyal savunma zorunlulukları karşı karşıya geldiğinde, liberal ceza
hukuku anlayışında insan hak ve hürriyetleri ikinci plana atılmaz.
Siyasal suçlara karşı da ılımlı bir cezalandırma sistemi uygulanır.
Ceza hukukunda otoriterlik eğiliminde ise tek hedef sosyal savunmadır.
İnsan hak ve hürriyetleri ile sosyal savunma zorunlulukları karşı
karşıya geldiğinde, otoriter ceza hukuku anlayışında sosyal savunma
üstün tutulur. Bu yönden, ağır ve etkin yaptırımlarıyla ceza hukuku, en
önemli sosyal savunma araçlarından birini oluşturur. Ceza hukuku,
sosyal hayatın her yönüne müdahale edebilir ve devletin ekonomik
siyasetini sürdürebilmesi için ceza hukukunun güçlü etkileri ve
yaptırımlarından yararlanılır. Cezalar ağır ve şiddetlidir. Siyasal suçlar
ve suçlular, sosyal savunma bakımından en şiddetli bir tarzda
cezalandırılması gereken suçlar ve suçlular sayılırlar.
Çağdaş Ceza Hukukunun Amaçları:
Çağdaş ceza hukukunun iki temel amacı olduğu söylenebilir:
1. amaç: Ceza hukukunun birinci amacı, ceza vermenin bir kişinin
veya kişiler grubunun kişisel ve keyfi, olaylara göre değişen takdiri
olmaktan çıkartılıp, objektif, genel, gayri şahsi ve soyut kurallara
dayandırılmasıdır. Ancak ceza hukukunun objektif temellere
dayandırılması gayreti, ceza hukukunda bazı sübjektif unsurların
bulunmasını engellemez. Bu sübjektif unsurlar: cezalar için alt ve üst
sınırların belirlenmesi ve hâkime bu sınırlar içinde ceza verme
yetkisinin tanınması; seçimlik cezalar; tekerrür, tecil, takdiri hafifletici
sebepler; adli af, hükmün ertelenmesi, yargılamanın ertelenmesi,
kamu davası açılmasının ertelenmesi, emniyet tedbirleri gibi
unsurlardır.
2. amaç: Ceza hukukunun ikinci amacı, uyguladığı tedbir ve
yaptırımlarla sosyal barış ve sükunun devamlılığını sağlamak ve sosyal
hayatı sürdürmektir. Bu da ceza hukukunda iki öğeyi gündeme getirir.
Kefaret ve ibret. Kefaret, ceza yaptırımının sadece suçu işleyen kişi göz
önüne alınarak uygulanması ve ona yaptığı kötülüğün bedelinin
ödetilmesi anlamına gelir. Bu öğenin dayandığı felsefi temel, adalet
doktrinidir. İbret ise, ceza yaptırımının uygulanmasıyla yalnızca suçu
!11
işleyen kimseye değil, fakat toplumun diğer mensuplarına da etki
etmek ve cezanın gerek şiddetiyle gerek uygulama biçimiyle
toplumdaki diğer kişileri de korkutmak ve onları da suç işlemekten
caydırmak anlamına gelir. Bu öğenin dayandığı felsefi temel ise, sosyal
yarar ve savunma doktrinidir.
Ceza hukukunun en temel sorularından biri de cezalarda şiddetin dozu
sorunudur. Cezalarda şiddet doktrini, sosyal barış ve sükunun uzun
süre sağlanması açısından olumlu değil, aksine olumsuz sonuçlar
vermektedir. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, şiddetli cezalar özellikle
bunalımlı dönemlerde başlangıçta bir çeşit şok etkisi yapabilir, ancak
gereksiz yere şiddetle cezalar zamanla suçlunun işlediği suçu ve
kusurunu unutturur ve suçluyu mağdur duruma sokar. Bu, cezada
gereksiz şiddetin psikolojik tepkisidir. Ayrıca, uygulamada, cezayı ağır
bulan adalet mekanizması bu kadar ağır cezalar vermemek için çeşitli
yollar bulurlar. Sonuçta, suçlar fiilen cezasız kalmış olur. Bu sistemde
birkaç kişinin arada mahkum edilmesi tamamen kötü psikolojik etki
yapar, çünkü genellik ve eşitlik ilkesi bozulmuş olur. Bir çok kişinin
hiçbir ceza almadan serbest dolaştığı bilinirken sadece tek tük bir kaç
kişinin cezalandırılması adaletsizlik etkisi yapar ve adaletin saygınlığını
zedeler.
Çağdaş suç siyaseti:
Çağdaş ceza hukuku, suçla bozulan barış ve sükunun mümkün olduğu
kadar devamlı şekilde sağlanması amacına, kefaret ve ibret ya da
cezalarda şiddet yoluyla ulaşmaz. Çağdaş ceza hukukunda, suçla
bozulan barış ve sükunun mümkün olduğu kadar devamlı şekilde
sağlanması amacına iki temel ilkeyle ulaşılır:
(1) Ceza ve emniyet tedbirleri, tek başına, suçları önlemek ve sayısını
azaltmak için yeterli değildir ve hatta çoğunlukla etkisizdir. Yapılması
gereken, krimonolojik araştırmalarla, suçu yaratan faktörleri belirlemek
ve bunlara yönelik önlemler almaktır. Devletin suçla savaş için
izleyeceği tedbir ve araçları gösteren bir siyaseti olması gerekir. Buna,
suç siyaseti adı verilir.
(2) Ceza, suça ve suçluya karşı toplumun ve devletin tepkisini
göstermesi açısından yararlı ve gereklidir, ancak cezada sadece ızdırap
verme fonksiyonunu görmek yanlıştır. Ceza, kefaret ödetici amacının
yanında, yapıcı amaçlar da gütmeli ve suçlunun ileride tekrar suç
işlemesini önlemelidir. Bu da, suç siyasetinin bir konusudur.
!12
CEZA HUKUKU KURALLARININ UYGULAMA ALANI:
ZAMAN BAKIMINDAN UYGULAMA
1. Hemen uygulama:
YTCK Madde 7/1. "İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç
sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri
uygulanamaz." Bu, hemen uygulama ilkesinin dışavurumudur.
Hemen uygulama ilkesi özellikle ceza muhakemesi kanunları, güvenlik
tedbirlerine ilişkin yasalar ve infaz yasalarında etkisini gösterir.
Hemen uygulama ilkesinin maddi ceza hukuku alanındaki sınırlarını
"aleyhe yasanın geçmişe yürümesi yasağı" ve "lehe yasanın geçmişe
yürümesi ilkesi" oluşturur. YTCK 7(1) c.2 ve 7(2).
2. Sanığın lehine olan kanunun uygulanması ilkesi:
Kanunilik ilkesinin geçerli olduğu ceza hukukunda geriye yürümeye
kabul edilemez.
YTCK Madde 7 kurallarına göre:
•
•
•
•
Eylem işlendiği sırada suç değilse, fail sonraki yasaya göre
cezalandırılamaz.
Suç olan bir eylem yeni kanunla suç olmaktan çıkarılmışsa fail
cezalandırılamaz.
Bu durumda, hüküm kesinleşmiş olsa bile, infaza son verilir ve
hükmün ceza hukukuna ilişkin sonuçları ortadan kalkar. Ancak diğer
hukuk dallarına ilişkin sonuçları kendiliğinden kalkmaz.
Fiil hem önceki hem de sonraki kanunlar bakımından suç ise, bu iki
kanundan lehe olanı uygulanır ve infaz olunur.
3. Lehe kanun geriye yürür.
Normalde, ceza kanunları aleyhe sonuç doğuracak şekilde geçmişe
etkili olmaz. Ceza kanunlarının geriye yürümesi yasağının istisnası,
sanığın lehine olan yasanın geriye yürümesidir. Lehe kanun geçmişe
yürür. Neden? Çünkü yasa koyucu yeni kanunu kabul etmekle o
eylemin cezalandırılması veya daha ağır cezalandırılmasında artık
sosyal yarar görmemektedir.
!13
Sanığın lehine olan kanun nasıl tespit edilir?
Bir eylemi suç olmaktan çıkartan; suçun kanuni unsurlarını zorlaştıran;
hapis cezası yerine para cezası getiren; fiili şikayete bağlı hale getiren;
zamanaşımı süresini kısaltan kanun sanığın lehine olan kanundur. Türü
ve miktarı açısından daha hafif ceza öngören kanun lehe olan
kanundur; örneğin, süreli hapis cezası müebbet hapis cezasına göre
daha hafiftir. Türü aynı olan cezalardan miktarı az olan daha hafiftir.
4. İleriye yürüme:
Yasaların ileriye yürümesi, yürürlükten kaldırılan bir yasa hükmünün
sonraki fiillere de uygulamaya devam edilmesi demektir. Ceza
hukukunda ileriye yürüme kabul edilmez.
CEZA KANUNLARININ YÜRÜRLÜĞE GİRMESİ, YÜRÜRLÜKTEN
KALKMASI VE YÜRÜRLÜK SÜRELERİ
Tüm kanunlar gibi ceza kanunları da Resmi Gazete'de yayınlandıktan
sonra yürürlüğe girer. Yürürlüğe giriş tarihi yasada gösterilmişse o
tarihte, gösterilmemiş ise Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihten 45
gün sonra yürürlüğe girer.
Ceza kanunları üç şekilde yürürlükten kaldırılabilir: açık kaldırma;
örtülü kaldırma ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal.
Örtülü kaldırmada ilkeler:
-
İki genel yasadan sonraki yasa öncekini yürürlükten kaldırır.
İki yasadan önceki özel, sonraki genel ise ve genel yasa özel
yasaya aykırı hükümler içeriyorsa, özel yasanın genel yasaya aykırı
olan hükümleri yürürlükten kalkar.
İkisi de özel yasa ise ve önceki yasa sonraki yasayla
bağdaşmıyorsa, sonraki yasa öncekini yürürlükten kaldırır.
Yürürlük süreleri bakımından ceza kanunları üçe ayrılır: Bir başka yasa
tarafından ortadan kaldırılana kadar yürürlükte olan yasalara sürekli
yasa denilir. Yasanın ne kadar süre yürürlükte kalacağı yasa metninde
gösterilmişse süreli yasa söz konusudur. Belirli bir olay veya durumu
uygulanan ve bunun dışındaki dönemlerde uygulanmayan kanunlara
geçici ya da istisnai kanun denilir. (Örn. Olağanüstü Hal Kanunu)
!14
SUÇUN UNSURLARI
YTCK'nda genel bir suç tanımı verilmemektedir. Ancak genel olarak bir
eylemin suç oluşturması için TİPE UYGUN, HUKUKA AYKIRI ve
KUSURLU İNSAN DAVRANIŞININ bulunması şartı aranır. Demek ki, bir
fiilin suç sayılması için iradi bir insan davranışının bulunması, bu
davranışın tipe uygun, hukuka aykırı ve kusurlu olması gerekir. Ancak
bazı durumlarda, bu unsurların varlığına rağmen, fail hakkında kamu
davası açılabilmesi ve failin cezalandırılabilmesi için başka bazı şartların
da bulunması gerekir. Bunlar objektif cezalandırılabilme şartları, ceza
muhakemesi şartları ve şahsi cezasızlık sebepleridir.
Objektif cezalandırılabilme şartları:
Suçun tüm unsurlarıyla gerçekleşmesine rağmen, failin
cezalandırılabilmesi için kanunun ayrıca aradığı ve gerçekleşmedikçe
faile karşı yaptırım uygulanmayan objektif koşullara objektif
cezalandırılabilme şartları denilir. Bunların belirgin özelliği, kusur
şartının aranmamasıdır. Örneğin, sarhoşluk fiilinin cezalandırılabilmesi
için sarhoşun halkın huzur ve sükununu ihlâl etmesi ve bu sarhoşluğun
genel veya kamuya açık bir yerde olması gerekir. Dilencilik ve
sarhoşluk gibi suçlarda failin fiili işlerken yakalanması ya da yabancı
ülkede suç işleyip ülkemizde cezalandırılabilecek kişiler bakımından bu
kişilerin Türkiye'de bulunması birer cezalandırılabilme şartıdır.
Ceza muhakemesi şartları:
Ceza muhakemesi şartları dava şartları ve yargılama şartları olarak
ikiye ayrılır.
Dava şartları:
1) Şikayet
2) Dava süresi
3) İzin
4) Talep
5) Açık dava bulunması
6) Yargı kararı bulunmaması
7) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi
8) Ön ödemenin yapılmaması
9) Yeni delil bulunması
Yargılama şartları:
1) Sanığın hazır bulunması
2) Sanığın akıl hastası olmaması
3) Bekletici meselenin çözülmesi
4) Yasama dokunulmazlığı bulunmaması
5) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi
!15
Dava şartları:
1) Şikayet:
Soruşturma ve kovuşturması şikayete bağlı bir fiilden zarar gören
kişinin 6 aylık şikayet süresi içinde yetkili makamlardan fiil hakkında
kovuşturma yapılmasını yazılı olarak istemesine şikayet denir.
Ortada takibi şikayete bağlı bir suç bulunması; şikayet eden kişinin
fiilden zarar görmüş olması; şikayetin 6 aylık süre içinde yapılması (bu
süre bir hak düşümü süresidir); yazılı olarak veya tutanağa geçirilerek
yapılması; belirli yetkili makamlara (Cumhuriyet Başsavcılığı,
mahkemeler, kolluk, valilik, kaymakamlık ve yurtdışında ülkemizin
elçilik ve konsoloslukları) yapılması gerekir. Şikayet edilen şey fail
değil, fiildir. Bu nedenle failin adını anmadan da şikayette bulunmak
mümkündür. Şikayet hakkından feragat ve şikayetten vazgeçme
mümkündür.
2) İzin:
Bazı durumlarda savcılığın dava açabilmesi için yetkili resmi
makamların fail hakkında dava açılmasını uygun görmeleri gerekir.
Anayasa m. 129 "Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında
işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması,
kanunla belirtilen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari mercinin
iznine bağlıdır."
3) Talep:
Bazı suçlar için yetkili makamın (Adalet Bakanı) yetkili savcıdan dava
açmasını istemesine talep denilir.
4) Karar:
Örneğin, milletvekilleri hakkında yargılama yapılabilmesi için
milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesi gerekir.
5) Uzlaşma:
Uzlaşma, suçtan doğan mağduriyetin giderilmesi yöntemidir. Bunun iki
yolu vardır: fail-mağdur-uzlaşması denilen muhakeme dışı usul ve
klasik ceza muhakemesidir. Birinci usul iki aşamadan oluşur: ihtilafı
ortadan kaldırmak ve mağduriyeti gidermek.
YTCK m. 73: "Suçtan zarar gören gerçek kişi veya özel hukuk tüzel
kişisi olup, soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı bulunan
suçlarda, failin suçu kabullenmesi ve doğmuş olan zararın tümünü veya
büyük bir kısmını ödemesi veya gidermesi koşuluyla mağdur ile fail
özgür iradeleriyle uzlaştıklarında ve bu husus Cumhuriyet Savcısı veya
hakim tarafından saptandığında kamu davası açılmaz veya davanın
düşürülmesine karar verilir."
!16
Uzlaşmanın koşulları:
1) Uzlaşma sadece soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı
olan suçlar için yapılabilir.
2) Uzlaşma için failin suçu kabul etmesi gerekir.
3) Uzlaşma için, failin doğan zararın tümünü veya büyük bir kısmını
ödemesi veya gidermesi gerekir.
4) Uzlaşma hem soruşturma hem de kovuşturma devresinde
mümkündür.
TİPE UYGUN EYLEM:
Suçun ilk yapısal unsuru, tipe uygun eylemdir. Ceza hukuku anlamında
eylem terimi hareket, netice ve bu ikisi arasında nedensellik bağından
oluşur.
Eylem Kavramı:
1. Hareket:
Hareket, insanın dış dünyada beliren iradi davranışıdır. Ceza
hukukunda hareketin iki değişik görünüş biçimi vardır: Yapmak ve
yapmamak. İlki icrai, ikincisi ise ihmali bir harekettir.
Kişinin iç dünyası bir hareket olarak dış dünyaya yansımadığı sürece,
ceza hukuku devreye girmez. HAREKETSİZ SUÇ OLMAZ.
Hareket:
- insan tarafından yapılmalıdır;
- iradi olmalıdır;
- icrai ya da ihmali olabilir.
- Düşünce dış dünyaya yansımadığı sürece hareket olarak kabul
edilmez ve cezalandırılamaz. Bundan dolayı, düşünce suçu diye bir
suç olamaz.
Hareket Yeteneği Kavramı:
Hareket yeteneği insana özgüdür, çünkü iradi olarak hareket etme
yeteneği sadece insanda bulunur. Bu nedenle, irade dışı olan, örneğin
refleks hareketleri ve bilinçsiz hareketler, karşı durulamaz bir kuvvetin
yol açtığı davranışlar ceza hukukunda hareket olarak kabul edilemez.
Hareket yeteneği,
yeteneği olmayan
yeteneklerinin var
davranabilirler, fakat
kusur yeteneğinden farklıdır. Örneğin, kusur
küçüklerin veya akıl hastalarının hareket
olduğu kabul edilir. Bu kişiler, tipe uygun
bu hareketleri kusurlu sayılmaz.
!17
Tüzel Kişilerin Ceza Sorumluluğu Sorunu:
Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi nedeniyle, tüzel kişilerin ceza
sorumluluğu bulunamaz.
-
Üçüncü şahsın fiilinden sorumluluk olamaz. Yani, hareketinin
nedensel değeri bulunmayan kimse sorumlu tutulamaz.
-
Kusursuz ceza sorumluluğu olmaz.
-
Kusursuz sorumluluk ilkesini ortadan kaldırmaya yönelik bir
sorumluluk anlayışı kabul edilemez.
-
Suç faili ancak irade sahibi bir gerçek kişi olabilir. O halde, iradi
hareket edemeyeceklerinden TÜZEL KİŞİLER SUÇ FAİLİ OLAMAZ.
Tüzel kişilerin ceza sorumluluğu, ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine
aykırıdır.
Tüzel kişiler, farazi kişilerdir. Bu nedenle, suç faili olarak kabul
edilemezler, çünkü:
1. Tüzel kişiler gerçek kişiler gibi suç işleyemezler. Suçu işleyenler
tüzel kişilerin yöneticileri veya temsilcileridir. Tüzel kişilerin gerçek
kişiliği olmadığı gibi hareket kabiliyeti de yoktur.
2. Tüzel kişinin cezai sorumluluğu üçüncü kişinin fiilinden
sorumlulukla eşanlamda olup objektif sorumluluk yaratır.
3. Tüzel kişilerin sorumluluğu yüklenme yetenekleri olmadığı gibi,
anlama yani iradi davranma yetenekleri de yoktur. Özgür
iradeleriyle ve kendiliğinden nedensel değer taşıyan bir eylemde
bulunma olanakları da yoktur.
4. Tüzel kişiler kusurlu hareket edemezler.
!18
MEŞRU SAVUNMA
Meşru savunma, bireyin kendini savunmasıdır.
Meşru savunmanın koşulları:
Meşru savunma koşulları, saldırıya ve savunmaya ilişkin olmak üzere
iki grupta toplanabilir.
(a)
Saldırıya ilişkin koşullar:
1.
Bir saldırı bulunmalıdır.
Saldırı, hukukun koruduğu haklara karşı zarar veya tehlike yaratacak
nitelikte icrai veya ihmali bir insan davranışı olarak tanımlanabilir.
Saldırıda kötülük yapma amacı öne çıkar. Ortada saldırı niteliğinde bir
hareket yoksa, meşru savunmadan söz edilemez.
Saldırı bir insandan değil bir hayvandan gelirse, meşru savunma değil,
zorunluluk hali vardır. Ancak bu hayvanı bir insan kullanmışsa, meşru
savunma kabul edilebilir.
2.
Saldırı haksız olmalıdır.
Saldırı haksız, yani hukuka aykırı olmalıdır. Örneğin, arama yapmak
amacıyla eve giren polise direnmek meşru savunma sayılamaz, çünkü
polisin davranışı bir kanun hükmünü uygulamaktır ve saldırı sayılamaz.
Öte yandan, saldırganın kişisel cezasızlık sebebinin bulunması yaptığı
fiilin haksızlığını ortadan kaldırmaz. Örneğin, milletvekili veya
diplomatların hareketleri de haksızlık içeriğini korur.
Kendi haksız hareketiyle saldırıya uğrayanın saldırıdan kurtulmak için
yaptığı savunma da meşrudur, çünkü bir kişinin haksız hareketi ona
karşı yapılan hareketi meşru hale getirmez. Bu hareket sadece bir
haksız tahrik oluşturabilir. Örneğin, A, B ile zina yaparken eşi E onları
yakalarsa, E'nin tabancasına davranması üzerine, A daha atik davranıp
E'yi vurursa, meşru savunmadan yararlanır.
Haksız saldırıya kasten sebep olan bir kimse için, bu saldırı bakımından
meşru savunma söz konusu olamaz.
3.
Saldırı bir hakka yönelmiş olmalıdır.
Yeni TCK'ye göre, her türlü hakka yönelmiş bulunan saldırıya karşı
meşru savunma mümkündür. Eski TCK'ya göre saldırının nefse ve ırza
yönelmiş olması gerekiyordu. Yani sadece kişiye ilişkin haklar için
meşru savunma kabul ediliyor ve mala karşı işlenen suçlar bu
kapsamın dışında tutuluyordu.
!19
Yeni TCK, "gerek kendisine gerek başkasına" ibaresiyle, üçüncü kişinin
hakkına yönelik saldırılara karşı da meşru savunmayı kabul etmektedir.
Buna "üçüncü kişi lehine meşru savunma" denilmektedir.
4.
Saldırı halen mevcut, gerçekleşmesi ya da tekrarı
muhakkak olmalıdır:
Yasada, "gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan
haksız saldırı" tanımı yapılmaktadır.
Meşru savunmanın kabulü için, saldırının başlamış ve devam ediyor
olması gerekir. Bitmiş bir saldırıya karşı meşru savunma kabul
edilemez, çünkü bu bir öç alma eylemidir. Örneğin, kendisini öldürmek
üzere elinde bıçakla gelen A'ya ateş edip bacağından yaralayan ve
hareket etmesini önleyen B'nin A'nın yanına gidip kafasına ateş ederek
A'yı öldürmesi meşru savunma sayılamaz.
Henüz başlamamış, ancak başlaması muhakkak olan saldırılara karşı
da savunma mümkündür. Ancak bu ayrımın iyi yapılması gerekir.
Örneğin, rehin alınan uçak yolcularından A'nın saldırganlardan birinin
uyuklamasından faydalanarak onu öldürmesi hukuka uygundur; ancak
kendisini her günkü gibi dövüp sızan kocasını uykudayken öldüren
K'nın bu davranışı hukuka uygun sayılmayabilir.
(b)
Savunmaya ilişkin koşullar:
1.
Savunmada zorunluluk bulunmalıdır.
YTCK'da "o anda ... defetmek zorunluluğundan" söz edilmektedir.
Saldırı ile savunmanın aynı anda olmasından kasıt da, savunmada
zorunluluk bulunması anlamına gelir. Savunmanın haklılığı, saldırıdan
başka türlü kurtulma olanağının bulunmamasına bağlıdır.
Kaçma olanağı varken kaçmamak savunmada zorunluluk bulunmadığını
göstermez. Kanun kimseyi kahramanlığa, kabadayılığa veya şerefsiz ya
da alçakça hareket etmeye zorlayamaz. Kişinin kaçma olanağı varken
kaçmayıp karşılık vermesi durumunda bile meşru savunma kabul
edilebilir.
2.
Savunma saldırıya ve saldırana karşı yapılmalıdır (saldırı
ile savunma arasında nedensellik bağı bulunmalıdır)
Saldırı ile savunma arasında nedensellik bağı bulunmalı, yani savunma
saldırının bir sonucu olmalıdır. Örneğin, A'nın B'den yediği dayağın
acısını B'nin oğlu O'dan çıkarması meşru savunma olmaz. Fakat
örneğin meşru savunma halinde olan bir sanığın tabancasından çıkan
kurşunlardan birinin de sanığın damadına isabet ettiği bir olayda, sanık
meşru savunma halinde olduğuna göre damadı bakımından da meşru
savunma hükümleri geçerli olmalıdır.
3.
Savunma saldırı ile orantılı olmalıdır.
!20
Savunma, sadece saldırıyı bertaraf edecek ölçüde olmalıdır. Ceza
hukuku kuralları, hiç kimseye öç alma hakkı verecek şekilde
yorumlanamaz.
Yeni TCK'da bu ilke "o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı
biçimde defetme zorunluluğu" olarak ifade edilmektedir.
Meşru savunma, haksız saldırıyı durduracak ölçüde olmalıdır.
Ölçüsüzlük halinde, meşru savunmada sınır aşılmış olur.
Saldırı ile savunma arasındaki oran, konu, araç ve aracın kullanımı
açılarından araştırılır.
Konu bakımından: Saldırının konusu ile savunmanın konusunun aynı
olması gerekmez. Örneğin, ırzına geçilmeye çalışılan bir kadının
saldırganı öldürmesi, diğer koşullar da varsa orantılı bir meşru
savunma olarak kabul edilebilir.
Araç bakımından: Tabancayla açılan ateşe tabancayla karşılık
verilmesi halinde oran vardır. Ancak araçlar bakımdan mutlak bir oran
aranmaz. Saldırı ile savunma arasında oran bulunması, saldırıya karşı
mutlaka aynı araçla karşılık verileceği anlamına gelmez.
Aracın kullanımı bakımından: Araç mümkün olduğunda saldırıyı
defetmeye yetecek ölçüde kullanılmalıdır. Örneğin, araç, saldırganın
hayati olmayan bölgelerine yönelik olarak kullanılmalıdır.
HAKSIZ TAHRİK – MEŞRU SAVUNMA İLİŞKİSİ:
Meşru savunma, hakka yönelik mevcut bir saldırı karşısında mağdurun
başka türlü korunma imkanı bulunmayan hallerde savunma amacıyla
karşılık vermesidir. Haksız tahrik ise, sona ermiş ya da henüz devam
etmekte olan haksız bir eyleme zorunlu olmamakla birlikte karşılık
verilmesidir. Haksız tahrik ve meşru savunma kurumları, "haksız
saldırının" varlığı konusunda birleşirler. Ancak meşru savunmada
saldırının mevcut olması şartı aranırken, haksız tahrikte bu şart
aranmaz. Saldırının devamı halinde meşru savunma hükmü
uygulandığı takdirde, artık haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasına
gerek kalmaz. Haksız tahrik kurumu meşru savunmaya dahildir ve
meşru savunmanın bulunduğu hallerde artık tahrikten bahsedilemez.
Haksız saldırı bittikten sonra failin karşılık vermesi halinde ise, meşru
savunma değil, sadece haksız tahrike ilişkin hükümler uygulanır.
!21
KUSURLULUK
Tipe uygun, hukuka aykırı ve kusurlu insan davranışlarına suç diyoruz.
Tipe uygunluk ve hukuka aykırılık suçun objektif, yani maddi
unsurlarıdır. Bunların fail ile olan ilişkisine ise kusurluluk unsuru ya da
manevi unsur denilir.
Kusurluluk şöyle tanımlanabilir: "Failin hukuka uygun hareket etme
imkanı bulunmasına rağmen, hukuka aykırı bir davranışı seçmiş ve
gerçekleştirmiş olması nedeniyle fiilin ona yüklenebilmesine kusurluluk
denilir."
Kusur yeteneğinin varlığı, irade özgürlüğüyle açıklanabilir.
Bir fail hakkında kusurludur diyebilmemiz için üç şartın bulunması
gerekir:
1) Kişinin kusur yeteneği bulunmalıdır (biyolojik şart).
2) Fail, tipe uygun ve hukuka aykırı fiili bilerek ve isteyerek ya da
gerekli özeni göstermemek suretiyle işlemiş olmalıdır (sübjektif
şart). Buna göre kusurluluğun iki şekli vardır: kast ve taksir.
3) Sübjektif isnadiyet. Kişinin kusurlu olduğunu kabul edebilmemiz
için, hareket ona isnat edilebilmelidir. Yani, kusurluluğu kaldıran bir
sebep bulunmamalıdır.
YTCK'na göre kusur yeteneğini etkileyen haller:
1) Yaş küçüklüğü
2) Akıl hastalığı
3) Sağır dilsizlik
4) Geçici nedenler
5) Alkol-uyuşturucu madde etkisinde olmak.
Kusur yeteneği, anlama + isteme yeteneği olarak anlaşılır, yani kusurlu
davranabilme yeteneğidir. Eski deyimle, farik ve mümeyyiz olmak
(farik: fark eden, ayırt eden; mümeyyiz: iyi doğruyu kötüyü yanlışı
seçen) anlamına gelir.
(1)
Yaş Küçüklüğü:
YTCK'nda yaş küçüklüğünün kusur yeteneğine ve dolayısıyla ceza
sorumluluğuna etkisi üç devreye ayrılmıştır:
1. Devre: 0-12 yaş
2. Devre: 13-15 yaş
3. Devre: 16-18 yaş
!22
(a)
12 yaşını doldurmamış çocuklar:
YTCK 31: "Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların
ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında ceza kovuşturması
yapılamaz; ancak çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir".
1 2 ya ş ı n ı d o l d u r m a m ı ş ç o c u k l a r i ş l e d i ğ i f i i l l e r d e n d o l a y ı
kovuşturulamaz ve ceza verilemez. Güvenlik tedbirleri; danışmanlık
tedbiri, eğitim tedbiri, bakım tedbiri, sağlık tedbiri ve barınma
tedbirinden oluşur.
(b)
13-15 yaş arası küçükler:
Bu devrede, algılama ve irade yeteneği her somut olayda ayrıca
incelenir. Mahkeme, çocuğun işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını
algılayıp algılayamadığını ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin
yeterince gelişmiş olup olmadığını belirlemek amacıyla çocuğun bedeni,
akli ve ruhi durumunu bir uzman hekime incelettirir. Eğer çocuk
hareketlerini ve sonuçlarını kavrayabilme ve bu doğrultuda
davranışlarını yönlendirebilme yeteneğine sahip ise, fiil cezalandırılır,
fakat cezası indirilir. Eğer değilse, yukarıda belirtilen güvenlik tedbirleri
uygulanır.
(c)
16-18 yaş grubu:
Bu yaş grubunda, küçüğün hareketini ve sonuçlarını anlayabilme ve
davranışlarını bu doğrultuda yönlendirme yeteneğine sahip olup
olmadığı araştırılmaz. Sadece küçüğü topluma yeniden kazandırmak ve
yeni suçlar işlemesini engellemek amacıyla belirli indirimler yapılır.
(2)
Akıl hastalığı:
(a)
Akıl hastalığı nedeniyle, işlenen fiilin hukuki anlam ve sonuçların
algılanamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli
oranda azalması.
Bu durumdaki kişilere ceza verilemez, sadece güvenlik tedbirlerine
hükmedilir. Bu durumdaki akıl hastalarına, mahkeme beraat kararı
veremez; "ceza verilmesine yer olmadığı" yönünde karar verir. Bu
kişiler bir sağlık kurumunda tutulur. Toplum açısından tehlikeliliğin
ortadan kalkması veya önemli oranda azalması halinde bu kişiler
salınır.
(b)
Algılama yeteneğinin tümüyle ortadan kalkmaması, fakat işlenen
fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli
derecede olmamakla birlikte azalması.
Bu kişilerin ceza sorumluluğunun devam ettiği kabul edilir. Cezaları
1/6'ya kadar indirilir, fakat bu süre boyunca güvenlik tedbirleri
uygulanması da mümkündür.
!23
(3)
Sağır ve Dilsizlik:
1. Devre: 0-15 yaş: Bu devredeki sağır ve dilsizler hakkında 1. devre
yaş küçüklüğüne ilişkin hükümler uygulanır.
2. Devre: 16-18 yaş: Bu devredeki sağır ve dilsizler hakkında 2. devre
yaş küçüklüğüne ilişkin hükümler uygulanır.
3. Devre: 19-21 yaş: Bu devredeki sağır ve dilsizler hakkında 3. devre
yaş küçüklüğüne ilişkin hükümler uygulanır.
(4) Geçici Nedenler:
Geçici neden; akıl hastalığı düzeyine ulaşmayan, fakat geçici nitelikte
bir patolojik (hastalıklı) nedenin kişinin kusur yeteneğini etkilediği
örneğin hipnotizma, uyur gezerlik ve ateşli hastalık gibi hallerdir.
Geçici nedenin kabul edilebilmesi için, failin anlama ve isteme
yeteneğini kaldıran veya azaltan sebebin oluşmasında kusurunun
bulunmaması gerekir. Örneğin, hipnoz etkisinde adam öldürmeyi
tasarlayan kimse bu hükümden yararlanamaz.
(5) Alkol ve uyuşturucu etkisinde olma:
5a) İrade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma:
Buradaki "irade dışı" terimi istemeyerek şeklinde anlaşılmalıdır. Örneğin
bir partide meyve suyuna şaka olsun diye alkol karıştırılan kişinin
sarhoş olması ve bu halde iken suç işlemesi halinde cezalandırılması
mümkün değildir. Bu nokta, her somut olayın özelliklerine göre
incelenir.
5b)
İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma:
Bu durumda, failin sorumluluktan kurtulması mümkün değildir. Kusur
yeteneği, icra hareketinin yapıldığı anda mevcut olmalıdır. Bu kuralın
istisnası, iradi olarak alınan alkol veya uyuşturucunun etkisinde suç
işleme halidir. Bu durumda, "SEBEBİNDE SERBEST HAREKET
KURAMI" (Actiones Libera in Causa) gereği failin aslında uyuşturucu
veya alkol etkisinde olduğu için iradi olarak hareket etmemesine
rağmen, alkolü veya uyuşturucuyu alırken iradi hareket ettiği ve bu
nedenle fiili işlerken de iradi hareket etmiş olduğu varsayılır. Böylece,
bir karine yaratılmıştır.
!24
KAST VE TAKSİR SORUNU
KAST:
YTCK Madde 21, kastı "suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve
istenerek gerçekleştirilmesi" olarak tanımlar.
Kastın unsurları:
(a) Bilmek (Düşünmek ve Öngörmek):
Failin kasten hareket etmiş sayılabilmesi için yasal tanımda yer alan
tüm unsurları bilmesi gerekir.
(b) İstemek (İrade):
Bir şeyin bilinmesi, onun istenmesi anlamına gelmez. Bu nedenle,
kastın gerçekleşmesi için bilme yanında isteme de aranır. İsteme,
kişinin özgür iradesine dayanmalıdır. Her bilinen istenmiş değildir.
İstenmiş olan şey ise bilinir.
Kastın çeşitleri:
(a) Genel kast / Özel kast:
Genel kast, kural olarak tüm suçlardaki temel kusurluluk şeklidir ve
iradenin hem hareket hem de neticeye yönelmesi, hareket ve neticenin
bilinmesi ve istenmesidir. Örneğin, kasten adam öldürme eylemi.
Örneğin, töre saikiyle ya da bir suçu gizlemek, delilleri ortadan
kaldırmak veya işlenmesi kolaylaştırmak amacıyla kasten adam
öldürme ya da siyasal, felsefi, ırksal veya dini saiklerle işlenen kasten
adam öldürme suçlarında özel kastın varlığı kabul edilir.
(b) Ani kast / Tasarlama (Taammüd):
Suç ani bir kararla işlenmişse, yani suç kararının alınmasıyla icra
hareketinin başlaması arasında kayda değer bir süre geçmemişse ani
kasttan bahsedilir. Tasarlama (taammüd) ise bir suçu önceden iyice
düşünüp taşınarak işleme kastıdır.
(c) Doğrudan kast / Dolaylı kast:
Olası kast, failin neticeyi öngörmüş olmasına rağmen aldırmaması, yani
neticeyi göze almasıdır. Örneğin, A ve B, C'nin parasını zorla almayı
tasarlarlar. Ellerindeki sopayı C'ye vururlar, fakat sopa kırılır. Bunun
üzerine, B, C'yi etkisiz hale getirmek amacıyla kemeriyle C'nin boğazını
sıkar. C kendinden geçtiğinde parasını alırlar. Fakat kemer uzun süre
sıkılı kaldığı için C ölür. Burada ölüm neticesi, failin istediği neticeye
zorunlu olarak bağlı değildir. Ancak fail ölüm neticesini öngörmüş olsa
!25
da aldırmamış ve hareketinden vazgeçmemiştir. Olası kastta da fail
kasttan sorumlu tutulur.
TAKSİR:
YTCK madde 22 taksiri "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık
dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesini
öngörmemeye rağmen gerçekleştirmek" olarak tanımlar.
Taksirin unsurları:
(a) Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması:
Taksirle işlenen fiiller ancak kanunda açıkça gösterilen hallerde
cezalandırılır.
(b) Özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi:
Hukuk düzeni, kişilere belli durumlarda belli kurallara uyma, özen
gösterme ve dikkat etme görevlerini yüklemiştir. Bu görevi yerine
getirmeyerek zararlı sonuca sebep olan kişi bundan sorumludur. Fail iki
durumda taksirden sorumlu olmaz: (1) Gerekli dikkat ve özen
yükümlülüğünü yerine getirmişse ve (2) Gerekli dikkat ve özeni
göstermiş olsaydı bile neticenin meydana gelmesi kaçınılmaz ise. Bu
durumda, kaza ve tesadüften bahsedilebilir.
(c) Hareketin iradi olması, ancak neticenin iradi olmaması:
Fail, neticeyi oluşturan hareketi bilerek ve isteyerek yapmış olmalıdır.
İradi hareket icrai olabileceği gibi ihmali de olabilir. Kaza ve tesadüf
durumunda ve mücbir sebeplerde hareket iradi olmadığından taksir de
bulunmaz. Hareket iradi olmakla birlikte netice istenmemiş olmalıdır.
Fail istemişse, kast vardır.
(d) Neticenin öngörülebilir olması:
Netice öngörülebilir değilse, failin de özen ve dikkat gösterme
yükümlülüğü yoktur.
(e) Hareket ile netice arasında nedensellik bağının varlığı:
-
Üçüncü şahsın kusursuz hareketi: Bu durumda, failin taksirli
hareketi ile netice arasında nedensellik bağı kesilmez. Örneğin,
doktorun penisiline duyarlı hastaya yazdığı ilacın eczacı tarafından
verilmiş olması halinde, eczacı neticeden sorumlu tutulmaz; tek
sorumlu doktordur.
-
Üçüncü şahsın kusurlu hareketi: Bu durumda, her hareket ile netice
arasında nedensellik bağı varsa, tüm şahıslar kendi kusurlu
hareketlerinden sorumludur. Örneğin, iki aracın çarpıştığı kazada
!26
takside bulunan yolcunun ölmesi halinde her iki şoför de taksirden
dolayı sorumludur.
-
Mağdurun kusursuz hareketi: Sonuca etki etmez.
-
Mağdurun kusurlu hareketi: Mağdurun hareketi yeni bir nedensel
seri başlatmış ise, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik
bağı ortadan kalkmış demektir. Örneğin, hareket halindeki trenden
inerken düşen mağdurun ölümünden makinist sorumlu tutulmaz.
Bazen mağdurun kusurlu hareketi failin kusurlu hareketine eklenmiş
olabilir. Örneğin, A'nın aşırı hızla geldiği yaya geçidinde, kırmızı ışıkta
geçmeye çalışan B'ye çarpması.
Taksir şekilleri:
a) Tedbirsizlik: Ortak tecrübenin yüklediği tedbir görevini ihlal ederek
belli bir neticenin gerçekleşmesine engel olabilecek tedbirleri almamak
tedbirsizliktir. Tedbirsizlik ihmali bir harekettir. Örneğin, tren
yaklaşırken geçidi kapatmayan tren yolu bekçisinin eylemi.
b) Dikkatsizlik: Ortak tecrübenin yüklediği dikkat ve özen görevine
aykırı olarak icrai bir hareketle ortaya çıkan davranış şekli. Örneğin,
hızını hava ve yol durumuna göre ayarlamayan sürücünün eylemi.
c) Meslek ve sanatta acemilik: Belirli bir meslek grubunun yasa,
nizam, örf ve adet kurallarına göre icra ettiği meslek ve sanatla ilgili
sahip olması gereken bilgilere sahip olmaması. Örneğin, doktorun
yanlış ilaç vererek hastanın ölümüne sebep olması.
Mesleki cüret de meslek ve sanatta acemilik kavramına dahildir.
Örneğin, operatörün hiç mutat olmayan yeni bir ameliyat yöntemini
denemesi, eczacının reçetede yazan ilaçla aynı etkiye sahip olduğunu
söyleyerek başka bir ilaç vermesi ve hastanın ölmesi gibi.
d) Nizam ve talimatlara uymamak: Bu eylem, bireysel veya sosyal
bir faaliyeti düzene sokmak amacıyla yetkililerin koyduğu kurallara
aykırılık anlamına gelir. Örneğin, sürücü ehliyeti olmayan kişinin yol
açtığı trafik kazası.
Bunun dışında, ihtiyatsızlık, basiretsizlik (neticeyi görmeye
çalışmamak) ve üşengeçlik (işin gereğini yapmamak) eylemleri de
taksirin biçimleridir.
!27
YENİ TÜRK CEZA KANUNU'NDA KUSURU KALDIRAN YA DA
AZALTAN SEBEPLER
1. Cebir, Şiddet, Tehdit:
Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı maddi bir zorlama sonucu
suç işlemek mecburiyetinde bırakılan kişinin içinde bulunduğu duruma
cebir (şiddet) denilir. Kendisinin bilerek sebebiyet vermediği ve başka
türlü karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı, halen var olan ağır ve
muhakkak bir zarardan kendisini veya başkasını korumak amacıyla bir
suç işleyen kişinin içinde bulunduğu duruma korkutma (ikrah) denilir.
Kendisinin bilerek sebebiyet vermediği ve başka türlü karşı
koyamayacağı veya kurtulamayacağı, halen var olmayıp ileride
meydana gelebilecek ağır ve muhakkak bir zarardan kendisini veya
başkasını korumak amacıyla bir suç işleyen kişinin içinde bulunduğu
duruma tehdit denilir. Cebir, ikrah ve tehdit durumunda, işlenen suç ile
korunan yarar arasında makul bir oranın bulunması gerekir. Aksi halde,
fail cezadan kurtulamaz.
2. Haksız Tahrik:
Haksız tahrik, bir haksız fiilin oluşturduğu dışarıdan gelen bir etkiyle
kişiyi kızgınlık ve üzüntü etkisi altında suç işlemeye yönelten sebeptir.
Ancak fail kendi haksız eylemiyle olaya sebep olmuşsa haksız tahrikin
varlığından söz edilemez. Haksız eylemle daha sonra işlenen suç
arasında mutlaka bir nedensellik ilişkisi bulunmalıdır. Aradan zaman
geçmesi önemli değildir. Önemli olan etkinin devam ediyor olmasıdır.
3. Hata:
Ceza hukukunda hata iki şekilde olabilir: hukuki hata, fiili hata.
Fiili hata, suçun unsurlarında yanılmadır. Hukuki hata ise, hukuku
bilmeme ya da bir normun varlığında veya normun yorumlanmasında
hatadır.
!28
TEŞEBBÜS
İcra hareketlerine başlanmakla birlikte failin elinde olmayan sebeplerle
tamamlanamayan suçlara "teşebbüs halinde kalmış suçlar" denilir.
Bir suçun işlenmesinde dört aşama vardır:
1)
2)
3)
4)
Suç fikrinin ortaya çıkması
Hazırlık hareketleri
İcra hareketleri
Suçun tamamlanması (gönüllü vazgeçme)
Şartları:
1) Suç işleme kastının varlığı: Suç kararı, suç tipinde yer alan tüm
objektif unsurları içermelidir. Fail, neticenin gerçekleşmesini, yani
suçun tamamlanmasını istemiş olmalıdır.
2) Suçun icrasına doğrudan doğruya başlamak: İcra hareketine
doğrudan doğruya başlanmış olması teşebbüsün objektif unsurudur.
3) Failin işlemeyi düşündüğü suçu elinde olmayan nedenlerle
tamamlayamaması:
Suç tipinde belirtilen objektif unsurların herhangi birisi gerçekleşmemiş
ise, suç tamamlanmamıştır. Yani neticenin, nedensellik bağının ya da
objektif isnadiyetin gerçekleşmemesi halinde suç tamamlanmamış
sayılır.
Gönüllü vazgeçme, failin kendisinin suçun tamamlanmasını veya
neticenin gerçekleşmesini önlemesi anlamına gelir.
!29
İŞTİRAK
Tek bir fail tarafından işlenmesi mümkün iken birden fazla kişinin
birlikte işlediği suçlarda iştirakten söz edilir. Bazı suç tipleri ise tek kişi
tarafından işlenemez. Birden fazla kişinin fail olarak bu suça katılması
hallerinde "çok failli suçlardan" söz edebiliriz. Örneğin, zina, kavga,
rüşvet.
Suça katılanların sorumluluğunu düzenleyen 3 sistem vardır:
(1) Eşitlik sistemi: Bu sistemde, suçun işlenmesine katkıda bulunan
her fail, o suç için öngörülen aynı cezayla cezalandırılır.
(2) İkilik sistemi: Bu sistemde, suça katılanların suçun oluşmasındaki
katkılarına göre cezalandırılır. Suça birinci derecede katılanlar (asli fail)
suçun tam cezasıyla, ikinci derecede katılanlar (feri fail) ise daha az
cezalandırılır.
(3) Cezanın faile göre belirlenmesi sistemi: Failin suçun oluşmasına
katkısı göze alınmaz. Her faile kendi kötü hareketi oranında ceza verilir.
YTCK, ikilik ile cezanın faile göre belirlenmesi arasında karma bir
yöntem benimsemiştir.
Suça iştirakin koşulları:
(1) Birden çok kişi (fail) tarafından yapılan ve aralarında nedensellik
bağı bulunan birden çok hareketin varlığı (objektif koşul). Bu katılma
maddi ya da maneva olabilir. Buradaki ölçü, suça katılanın katkısı
olmadan netice meydana gelmeyecek ya da gerçekleştiği şekilde
meydana gelmeyecek idi ise, nedensellik bağı var demektir.
(2) Suça katılma kastı (iştirak iradesi) (sübjektif koşul).
Faillerin her biri suça katılma bilinciyle hareket etmelidir. Örneğin,
altınları alması için F'ye evin kapı anahtarını veren hizmetçi H, ev
sahibinin direnmesi üzerine F'nin ev sahibini bıçaklaması fiiline de
katılmış sayılamaz.
(3) Karar verilen suçun işlenmesi (bağlılık kuralı). İştirakin varlığı için,
icra hareketlerine başlanan suçun tüm şerikler için aynı olması gerekir,
yani fail tüm suça katılanlar bakımından aynı olan bir suçu işlemiş
olmalıdır. Buna iştirakte bağlılık kuralı denilir.
!30
CEZA HUKUKUNDA YAPTIRIMLAR
Ceza, suç karşılığında uygulanan yaptırımdır.
Cezanın amaçları:
A) Ödetme (Kısas)
B) Önleme
Ba) Genel önleme (Korkutma)
Bb) Özel önleme (Topluma yeniden kazandırma, korkutma
ve toplum dışına itme)
Cezanın nitelikleri:
-
Ceza mutlaka kanunla düzenlenmiş olmalıdır: kanunilik ilkesi.
Ceza bireyselleştirilebilir olmalıdır.
Ceza sadece suçu işleyen kişiye uygulanmalıdır: cezaların şahsiliği
ilkesi.
Ceza insan onuru ile bağdaşabilir olmalıdır.
Ceza geri alınabilir ve düzeltilebilir olmalıdır.
Ceza devlete az yük getirmelidir.
YTCK'nda öngörülen yaptırımlar:
A)
Aa)
Ab)
B)
Ba)
men
Bb)
Bc)
Bd)
Be)
Cezalar
Hapis cezası
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
b) Müebbet hapis cezası
c) Süreli hapis cezası
Adli para cezası
Güvenlik tedbirleri
Belli haklardan yoksunluk
1) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinden men
2) Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi
hakları kullanmaktan men
3) Velayet hakkından, vesayet veya kayyımlığa ait bir
hizmette bulunmaktan men
4) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve
siyasi partilerin yöneticisi veya denetçisi olmaktan
5) İzne tâbi bir meslek veya sanatı icra etmekten men
Müsadere
a) Eşya müsaderesi
b) Kazanç müsaderesi
Çocuklara özgü tedbirler
Akıl hastalarına özgü tedbirler
Tekerrür ve özel tehlikeli suçlular
!31
Bf)
Bg)
Sınırdışı edilme
Tüzel kişiler hakkında tedbirler
a) Müsadere
b) İznin iptali
Hapis Cezaları:
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, ölüm cezası yerine konulmuştur
ve hükümlünün hayatı boyunca devam eder ve hükümlüler sıkı
güvenlik rejimine tâbi tutulur. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına
mahkum olanlar, cezanın ancak otuz yılını çektikten sonra koşullu
salıvermeden yararlanabilirler.
Müebbet hapis cezası da kural olarak hükümlünün yaşamı boyunca
devam eder, ancak bu cezaya mahkum olanlar cezanın yirmidört yılını
çektin sonra diğer şartlar da varsa koşullu salıvermeden
yararlanabilirler.
Süreli hapis cezası, 1 aydan az 20 yıldan fazla olamaz. Bir yıl ve daha
az süreli hapis cezasına "kısa süreli hapis cezası" denir. Kısa süreli
hapis cezaları para cezasına ve bazı başka yaptırımlara çevrilebilir.
Adli para cezası:
Adli para cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan
hallerde yediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün
sayısının, bir gün karşılığı takdir edilen para tutarı ile çarpılması
suretiyle hesaplanır. Bir gün karşılığı takdir edilen para en az yirmi en
fazla yüz Türk Lirası olabilir.
Download