iklim değişikliği ve ormanlar - AVES

advertisement
ORMANLAR
VE
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Prof. Dr. Doğanay Tolunay
İ.Ü. Orman Fakültesi
Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı
İSTANBUL - 2013
Prof. Dr. Doğanay Tolunay 1969 yılında Bakırköy’de
doğmuştur. İlkokulu Çorlu Bakırca Köyü İlkokulunda, Ortaokul
ve Liseyi Lüleburgaz Kepirtepe Öğretmen Lisesinde bitirmiştir.
1986-1990 yılları arasında İ. Ü. Orman Fakültesi Orman
Mühendisliği Bölümünde okumuştur. İ.Ü. Orman Fakültesi
Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalında 1992 yılında Yüksek
Lisans ve 1997 yılında doktora öğrenimini tamamlamıştır. 2000
yılında Yardımcı Doçent unvanını alan Tolunay, 2004 yılında
Doçent ve 2011 yılında Profesör kadrosuna atanmıştır. Prof. Dr.
Doğanay Tolunay İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik
Üniversitesinde çeşitli dersler vermekte olup, Toprak İlmi, Orman
Ekolojisi, Peyzaj Ekolojisi, Ekosistem Bilgisi, Hava Kirliliğinin
Ekolojisi, Çevre Kirliliği, Küresel İklim Değişikliği, Yetişme
Ortamı Haritacılığı konularında çalışmaktadır. Hava Kirlenmesi
Araştırmaları ve Denetimi Türk Milli Komitesi Yönetim Kurulu
Üyesi olan Tolunay, Orman Ekosistemlerinin İzlenmesi
Programının Bilimsel Danışman heyetinde yer almaktadır.
Küresel Isınma konusunda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve
Ekonomi Gazetecileri Derneği tarafından düzenlenen toplantılarda
bilimsel danışman olarak görev yapmaktadır. Prof. Dr. Doğanay
Tolunay TÜBİTAK ve diğer kuruluşlarca desteklenen çok sayıda
araştırma projesinde yürütücü ve araştırmacı olarak yer almıştır.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay’ın çoğu çevre sorunları, ormancılık ve
iklim değişikliği ile ilgili olan, 75’in üzerinde ulusal ve
uluslararası bilimsel yayını bulunmaktadır.
Tasarım ve Düzenleme:
Derya TAP
Orman Yük. Mühendisi
M. Tamer TAP
Orman Yük. Mühendisi
Her hakkı mahfuzdur.
İzinsiz kopyalama ve çoğaltma yapılamaz.
ÖNSÖZ Bizler daha şanslıydık, derelerin tertemiz aktığı zamanları
gördük, kentin içindeki bahçelerden meyve yeme lüksünü yaşadık,
hatta sokak aralarında top koşturduk. Günümüz çocukları bunların
çoğundan mahrum. Çocuklarımızın ellerinden bu güzellikleri bizler
aldık. Günümüz çocuklarının, hatta gelecek kuşakların yoksun
kaldığı güzellikler yanında bir de bizim suçumuz olan çevre kirliliği,
iklim değişikliği gibi sorunları miras olarak bıraktık. Bilmeyerek
yaptık bu hatayı, sonunun nereye varacağını düşünmeden hep daha
iyi koşullarda yaşamak için çalıştık durduk. Daha iyi evimiz,
arabamız olsun istedik. Ama bunların bir bedeli olduğunu çok geç
anladık. Daha iyi yaşamak istedikçe doğayı, dünyayı tükettiğimizin
yeni yeni farkına vardık. Hatta halen farkına varmayanlar var. Bu
nedenle iklim değişikliği sorunu ekonomik pazarlık konusu ediliyor,
yapılan toplantılardan bir sonuç çıkmıyor. Anlaşıldığı kadarıyla
bizler bu sorunları çözemeyeceğiz. Çözmek de yine gelecek
kuşaklara kalıyor. Bu kitap böyle ağır sorunların beklediği bugünün
çocuklarına (ama aynı zamanda yarının yöneticileri!) yönelik olarak
hazırlandı. Kitapla, dünya için önemi giderek artan, ama halen fazla
tanımadığımız, bilmediğimiz, hatta yanlış bilgilere sahip olduğumuz
ormanlar tanıtılmaya çalışıldı. Belki duydunuz, ama büyük bir
ihtimalle de duymadınız 2011 yılı Uluslararası Orman Yılı olarak
ilan edildi. Böylece kitapla bir bakıma Uluslararası Orman Yılında
ormanları tanıtma imkanı doğdu. Aynı zamanda günümüzün en
önemli sorunu olan küresel ısınma ve iklim değişikliği olayları da
açıklanmaya çalışıldı. İklim değişikliğine karşı belki de son
kalelerimiz olan ormanlar ile iklim değişikliği arasındaki ilişkiler
üzerinde duruldu. Umarım sadece çocuklarımız için değil büyükler
için de faydalı olur.
Kitapta fotoğraflarını kullanmama izin veren hocalarıma,
dostlarıma, kitabın hazırlanmasına aracı olan İstanbul Orman Böl.
Müd. Koruma Şube Müdürü Suat Keten ve Orman Yük Müh. Derya
Tap’a ve emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunarım.
27 Ağustos 2013
Prof. Dr. Doğanay Tolunay
Prof. Dr. Doğanay Tolunay
İÜ Orman Fakültesi
Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı
İSTANBUL - MART 2013
Yayına Hazırlık:
Suat KETEN
Orman Yangınlarıyla Mücadele Şube Müdürü
Derya TAP
Orman Yüksek Mühendisi
Sayfa ve Kapak Tasarımı:
Serap BOZKURT
Murat POLAT
Kapak Fotoğrafı:
Aykut İnce - OGM
Baskı - Cilt:
Portakal Baskı A.Ş.
0 212 332 28 01
ISBN 978-605-4610-20-4
1. Baskı: Mart 2013 - İstanbul
Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz kopyalama ve çoğaltma yapılamaz. İstanbul
Orman Bölge Müdürlüğü ©2013
İÇİNDEKİLER GİRİŞ .............................................................................................................. 1 ORMAN VE ORMAN EKOSİSTEMİ .......................................................... 3 DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE ORMANLAR ............................................. 7 DÜNYADA ORMANLAR ............................................................................................. 7 TÜRKİYE’DE ORMANLAR ...................................................................................... 11 ORMANLARIN İNSANLARA FAYDALARI ........................................... 17 ODUN ÜRETİMİ ...................................................................................................... 18 ODUN DıŞı ORMAN ÜRÜNLERİ-­‐GıDA VE İLAÇ ÜRETİMİ ................................ 21 SU ÜRETİMİ ............................................................................................................ 22 EROZYONU ÖNLEME ............................................................................................. 24 İKLİM DÜZENLEME, KARBON BAĞLAMA VE OKSİJEN ÜRETİMİ .................... 31 BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK .......................................................................................... 32 DOĞAYı VE İNSANLARı KORUMA ........................................................................ 37 TOPLUM SAĞLıĞı ................................................................................................... 40 ESTETİK .................................................................................................................. 40 REKREASYON VE EKOTURİZM ............................................................................. 42 ULUSAL SAVUNMA ................................................................................................ 43 BİLİMSEL YARARLAR ............................................................................................ 43 YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAĞı ...................................................................... 43 ORMANLAR ÜZERİNDEKİ TEHDİTLER .............................................. 48 YANGıNLAR ............................................................................................................ 48 KAÇAK KESİMLER .................................................................................................. 50 AÇMACıLıK VE USULSÜZ FAYDALANMA ............................................................ 50 KAÇAK AVCıLıK ..................................................................................................... 52 HAVA KİRLİLİĞİ ..................................................................................................... 53 BİYOTİK ZARARLıLAR ........................................................................................... 55 ABİYOTİK ZARARLıLAR ........................................................................................ 56 YASALAR ................................................................................................................. 57 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ................................................................................................ 58 İKLİM, KÜRESEL ISINMA, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ORMANLAR .. 59 İKLİM ....................................................................................................................... 59 KÜRESEL ISıNMA VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ........................................................... 60 i
ORMANLAR VE İKLİM ............................................................................................ 68 İKLİMİN ORMANLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ ......................................................... 68 ORMANLARıN İKLİM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ .................................................... 74 ORMANLAR VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ..................................................................... 76 ORMANLARıN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ ............................. 76 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ORMANLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ .......................... 95 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN DİĞER DOĞAL EKOSİSTEMLERE ETKİLERİ .................................................................................................. 107 DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR ............................................................. 108 YAPILABİLECEKLER ............................................................................. 121 SONUÇ ....................................................................................................... 129 KAYNAKLAR ............................................................................................ 134 ii
GİRİŞ Hafta sonu, havalar ısınmış, sıcak mı sıcak bir yaz günü.
İnsanın aklına ilk ne gelir? Serin bir yerde, o günü rahat bir
şekilde geçirmek değil mi? En azından benim öyle. Bunaltıcı
sıcaklardan etkilenmeyeceğiniz, bildiğiniz bir yer var mı? Ya da
aklınıza ilk gelen yer neresi? Klimayı olabilecek en düşük
sıcaklığa ayarladığınız, pencereleri sıkı sıkıya kapalı eviniz mi?
Bütün haftayı, okulda, işte geçirmiş birisi için pek çekici bir fikir
değil herhalde.
Özellikle son yıllarda kentlerde yaşayan nüfus arttı. Kentte
yaşayanlar tüm gününü beton yığınları içinde, korna sesleri ile ve
sürekli bir yerle yetişme stresiyle geçiriyorlar. Üstelik sıcak bir
günde tüm gün ısınan çatılar, beton yapılar, asfalt yollar sıcağı bir
kat daha arttırırken, kent de insanı bir kat daha fazla bezdirmekte.
İnsanın aklına sığınacak tek bir yer geliyor, ormanlar değil mi?
Çoğu insanın böyle bir günde kendini en yakın ormana atmak
istediğini biliyorum. Peki, orman hakkında ne biliyoruz ya da
aklımıza ne geliyor?
Göknar ve Sarıçam karışık ormanı
(Kastamonu, Ilgaz Dağları)
1
Aklınızdan mangal geçtiğini görür gibiyim. İnsafsız olmamak
gerek, belki de bazılarına yaz aylarındaki orman yangınlarını
çağrıştırıyor olabilir.
Bir de eskiden 21 Mart tarihinde Ağaç Bayramları vardı,
ormanın ve ağacın hatırlandığı. Okullarda ağaç dikim
kampanyaları yapılırdı. Çocuklara ağaç ve orman sevgisi
aşılanmaya çalışılırdı. 21 Mart aynı zamanda “Dünya Ormancılık
Günü” olarak da kutlanır. Sonradan çoğu şey gibi yavaş yavaş
unutulmaya başlandı. Sevindirici olansa son yıllarda 21 Mart
Ağaç Bayramı tekrar hatırlanır oldu. Bunda da çevre sorunlarının,
iklim değişikliğinin son yıllarda kendini daha fazla hissettirmesi
etkili oldu diyebiliriz.
Ormanları seviyoruz, korumaya çalışıyoruz, ama ne kadar
tanıyoruz? İklim değişikliği ormanlarımızı nasıl etkileyecek? Bu
kitapta ormanlar kısaca tanıtılacak ve ormanların özellikle iklim
değişikliği ile olan etkileşimleri ön planda tutularak, faydaları
tanıtılmaya çalışılacaktır.
Göknar ormanı (Bolu, Gölcük)
2
ORMAN VE ORMAN EKOSİSTEMİ Ormanın sadece ağaç topluluğu olmadığı, günümüzde
neredeyse herkes tarafından bilinmekte. Ormana en az bir kere
giden bir insan, orada kuş sesleri ile yürümenin keyfine varmıştır.
Doğal olarak ormanda ağaçların yanında kuşların da yaşadığını
fark etmiştir.
Saksağan, (Foto. Z. Arslangündoğdu)
3
Ayrıca orman denilince nedense insanın aklına ayılar gelir.
Dolayısıyla ormanda ağaçların yanında hayvanların da olduğu
biliniyor. Ancak orman sadece ağaçların ve hayvanların yaşadığı
bir yer midir? Cevap hayır. Orman kurdu, kuşu, ağacı, çalısı
yanında havası, suyu, toprağı ile diğer yerlerden oldukça farklı bir
arazidir. İçinde ağaçların hâkim olduğu, ağaçların yanında diğer
bitki türlerinin ve hayvanların yaşadığı kendine özgü iklimi,
toprağı topoğrafyası olan bir yerdir orman. Bunlardan hayvan ve
bitkilere canlı varlıklar, iklim, topoğrafya ve toprağa cansız
varlıklar denir. Bir ormanda canlı ve cansız varlıklar arasında
karşılıklı ilişkiler ve etkileşimler vardır. Örneğin bir yerdeki iklim
ormandaki canlıların gelişmesi üzerinde etkiliyken, aynı zamanda
canlılar da ormandaki iklimi etkiler. Bu sistem “orman
ekosistemi” olarak adlandırılır.
Bir orman ekosistemi
durağan değildir. Başka bir
deyişle zamanla ormanın
içinde yaşayan canlıların
türleri, iklimi, toprağı da
değişebilmekte.
Hatta
orman olmayan bir arazi
zamanla
ormana
dönüşebilir, ya da orman
olan
bir
yer
orman
özelliklerini kaybedebilir.
Eklenmesi gereken bir
diğer konuda üzerinde ağaç
olan her yerin orman
ekosistemi
olmadığıdır.
Örneğin ağaçlandırılan bir
alanda, genellikle toprak
işlendiği, çalı ve otsu
bitkiler temizlendiği için
ağaçlar haricinde çok fazla
Sarıçam ormanı, (Sündiken Ormanı) canlı bulunmaz.
4
Fıstık Çamı ağaçlandırma alanı (Foto. M. Akkaya
Ancak zamanla ağaçların gelişmesi, diğer canlıların bu
ağaçların arasında yuva yapmaları, ağaçların dökülen
yapraklarının
çürüyerek
toprağı
besin
maddesince
zenginleştirmesi, ağaç tepelerinin gölge yaparak ve kökleriyle
aldıkları suyu yapraklarından terleme (transpirasyon) ile vererek
mikro iklimi değiştirmeleriyle bir ekosistem oluşmaya başlar, bu
süreç çok uzun yıllar alabilir. Benzer şekilde üzerinde ağaç
olmayan bir alana da orman değildir denilemez. Doğal ormanların
çoğunda ağaçsız açıklıklar vardır. Bu açıklıklarda çoğunlukla otlar
ve bazı çalılar bulunur. Ormanda yaşayan özellikle geyik, karaca
gibi otçul yabani hayvanlar ile çeşitli kuşlar için bu açıklıklar son
derece önemlidir. Çünkü orman içinde ağaçların gölge yapması
nedeniyle çok fazla ot bulunmaz. Hayvanlar bu açıklıklarda
otlarlar ve bir tehlike anında ormanın içine saklanırlar. Bu nedenle
üzerinde ağaç bulunmayan açıklıklar da orman ekosisteminin bir
parçasıdır.
5
Kızılgerdan (Foto. Z. Arslangündoğdu)
Peki, üzerinde boylu bitki olan her yer orman mıdır? Hayır.
Bir yerdeki bitki topluluğuna orman denilebilmesi için bazı
kriterler gereklidir. Öncelikle buradaki bitkilerin ağaç olması ve 5
m’den daha fazla boylanabilmesi gereklidir. Başka bir deyişle
Kocayemiş, Akçakesme gibi 5 m’den fazla da boylanabilen çalı
türlerinin bulunduğu yerler orman değildir. Yine çoğunlukla çalı
türlerinin bulunduğu Akdeniz Bölgemizde yaygın olan makilikler
de orman olarak kabul edilmez.
6
Maki (Muğla, Bodrum)
DÜNYADA ve TÜRKİYE’DE ORMANLAR Dünyada Ormanlar Yaklaşık 51 milyar ha (= 510 milyon km2) olan dünya
yüzeyinin % 71’i sularla kaplıdır. Bu nedenle Dünya uzaydan
bakıldığında mavi bir küre olarak görünür. Dünyanın geri kalan
kısmını ise karalar oluşturur. Kıta da denilen bu karalar üzerinde
tarım alanları, meralar, ormanlar, çöller, çıplak kayalar, kentler
gibi ekosistemler yer alır. Karaların alanı, buzla kaplı Antarktika
kıtası hariç olarak ortalama 13 milyar ha’dır. Dünyadaki orman
alanlarının miktarı ise 2010 yılı verilerine göre yaklaşık 4,03
milyar ha’dır ve karalara oranı % 31’dir. Dünyadaki ormanların
büyük bir kısmı kuzey yarı kürede ve ekvator çevresinde
bulunmaktadır. Orman alanı en fazla olan kıtalar Avrupa, Güney
Amerika ve Kuzey Amerika’dır. Rusya Federasyonu, Brezilya,
Kanada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin Halk
Cumhuriyeti dünya üzerinde en fazla ormana sahip olan
ülkelerdir. Bu ülkeler tüm dünya ormanlarının % 53’üne sahiptir.
Fransız Guyanası’nın ise tüm yüz ölçümünün % 92’si ormanlarla
kaplıdır. Dünya’da kişi başına yaklaşık olarak 0,6 ha (1 ha =
10000 m2) orman alanı düşmekte. Bu da aşağı yukarı 1 futbol
sahasına eşit.
7
Dünya ormanlarının çoğu doğaldır ve % 36’sında gözle
görülebilir insan etkisi yoktur, hani çok kullanılan deyim ile balta
girmemiş ormanlardır diyebiliriz bunlara. Dünya ormanlarının
yarısından fazlası (% 57) doğal yollarla gençleştirilmiş ve insan
müdahalesi etkisinde kalmış ormanlardır. Ancak ağaçlandırma ile
oluşturulan ormanlar da bulunmaktadır, bunların alanı 264 milyon
ha kadardır ve tüm orman alanlarının % 7’sini oluşturur.
8
Kıtaların yüz ölçümleri ve orman alanları
Avrupa’da orman alanları artarken, tüm dünya genelinde ise
azalıyor. 1990 yılında 4.08 milyar ha olan orman alanı 2010
yılında 4,03 milyar ha’a düşmüş. Başka bir deyişle 20 yıl içinde
orman alanları 135 milyon ha azalmış.
Bu değer belki çok değilmiş gibi gelebilir. Orman kaybının
boyutunu açıklayabilmek için ülkemizin tüm yüz ölçümünün 77
Dünyada orman alanlarının yıllara göre değişimi
9
milyon ha olduğu hatırlayacak olursak, rakamların çarpıcılığı
ortaya çıkar. Yani Dünyada son 20 yılda neredeyse ülkemiz yüz
ölçümünün 2 katı kadar orman alanı yok olmuş. Yıllık orman
kaybı ise 6,77 milyon ha, bu da yaklaşık olarak Avusturya’nın yüz
ölçümü kadar. Orman alanları en fazla nerede azalmış tahmin edin
bakalım. Doğru bildiniz, tropikal yağmur ormanlarının da yer
aldığı Güney Amerika ve Afrika’da.
Dünyada ormanların yayılışına bakıldığı zaman belli yerlerde
toplandığı görülür. Kuzey Afrika, Arabistan Yarımadası, Orta
Asya gibi bölgelerde ise neredeyse hiç orman bulunmaz. Aynı
zamanda ormanları oluşturan ağaç türleri de çok farklıdır.
Ormanların yayılışı ve ormanlarda bulunan ağaç türleri üzerinde
özellikle iklimin önemli etkisi vardır. Dünyanın yuvarlak ve
ekseninin eğik olması ile güneşin etrafında dönmesi, iklimleri
oluşturur. Bu iklimler tropikal, subtropikal, ılıman ya da boreal
iklim kuşağı şeklinde adlandırılır. Her iklim kuşağında farklı bitki
toplumları bulunur. Örneğin tropikal kuşakta yağmur ormanları,
subtropikal kuşakta çöller, ılıman kuşakta sert yapraklı ormanlar,
geniş yapraklı ormanlar, kurak bölge ormanları ve bozkırlar,
boreal kuşakta ise herdem yeşil ibreli ormanlar ve geniş yapraklı
ormanlar bulunur.
Dünya ormanlarının % 80’nin mülkiyeti devlete ait. Özel
mülkiyetteki, yani kişilere ait özel ormanların oranı ise % 18
kadar. Geri kalan % 2’lik kısmın sahipleri ise ya bilinmiyor, ya da
mülkiyeti tartışmalı. Doğal olarak özel ormanlar ya da devlet
ormanlarının oranları ülkeden ülkeye değişmekte. Avrupa ve
Kuzey Amerika’da özel ormanların oranı artarken Rusya
Federasyonu, Türkiye gibi ülkelerde neredeyse tamamı devlet
ormanı niteliğinde.
Tüm Dünya ormanlarında bulunan ağaç serveti
itibarıyla 527 milyar m3 olarak hesaplanmış. Bu da 1
ortalama 131 m3 ağaç servetine denk düşüyor. Ağaç
çoğu geniş yapraklı orman ağaçlarına ait, % 61. Ağaç
10
2010 yılı
ha alanda
servetinin
servetinin
geri kalan % 39’luk bölümü ise ibreli ormanlarda bulunuyor. Tabi
orman alanlarındaki azalmaya bağlı olarak ormanlardaki ağaç
serveti de son 20 yılda azalmış, azalma da 3 milyar m3 kadar.
Dünya ormanlarının odun ya da odun dışı orman ürünleri
olarak insanlara birçok faydası var. İlerleyen bölümlerde bunlar
açıklanacak. Bunların haricinde de bir çok faydası var ormanların,
karbon bağlama, oksijen üretme, rekreasyon gibi. Ayrıca biyolojik
çeşitliliğin korunması açısından ormanlar son derece önemli. Ama
ormanlar sürekli baskı altında ve alanları azalıyor. Bu nedenle
Dünyadaki orman alanlarının % 12,5’i koruma altına alınmış. Ek
olarak Dünya üzerinde yaklaşık 300 milyon Türkiye’de ise 7
milyon kadar insan doğrudan ormana bağımlı olarak yaşıyor.
Günümüzde ortaya çıkan küresel iklim değişikliği gibi sorunlar
çoğumuz farkında olmasa da ormanların önemini arttırıyor. Bu
nedenle 2011 yılı ormanların önemine, ormanların sürdürülebilir
yönetimine ve korunmasına dikkat çekmek için Uluslararası
Orman Yılı olarak ilan edilmiştir.
Türkiye’de Ormanlar Türkiye’nin toplam orman alanı 2010 yılı verilerine göre 21,54
milyon ha. Bu orman alanlarının yaklaşık yarısı verimli (11,20
milyon ha), yarısı da verimsiz ya da bozuk ormandır (10,34
milyon ha). Verimli orman kapalılığı % 10’dan daha fazla olan
ormanlardır. Kapalılık ağaçların tepelerinin toprak yüzeyini örtme
oranıdır. Ormanlarımızın % 77’si koru ormanı, % 23’ü
se baltalık ormandır. Koru ormanı tohumdan yetişen ağaçların
oluşturduğu, baltalık orman ise kök ve kütük sürgünlerinden
oluşan ormanlardır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda baltalık
orman işletmeciliğinden vazgeçildi ve baltalık ormanların zaman
içinde tohumdan gelen yani koru ormanına dönüştürülmesi için
çaba harcanıyor.
11
Karaçam ormanı, Kütahya
Güneydoğu, Doğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerimizde
çok fazla ormanımız bulunmaz. En fazla ormana sahip coğrafi
bölgelerimiz ise Marmara ile Batı Karadeniz Bölgeleridir.
12
13
Türkiye’deki orman alanları (OGM, 2006)
2005 yılı verilerine göre orman alanlarının coğrafi bölgelere dağılımı (1000 ha)
Coğrafi Bölge
Doğu Karadeniz
Batı Karadeniz
Marmara
Ege
Batı Akdeniz
Doğu Akdeniz
İç Anadolu
Doğu Anadolu
Güneydoğu Anadolu
Toplam
Verimli Orman
1.337
1.729
2.012
1.831
874
1.105
889
514
330
10.621
Bozuk Orman
1.340
620
1.018
1.921
923
1.198
1.457
1.128
963
10.568
Toplam
2.677
2.349
3.030
3.752
1.797
2.303
2.346
1.642
1.293
21.189
Ülkemizde en yaygın olarak orman kuran ağaç türü, meşedir.
Meşe ülkemiz için son derece önemlidir. Çünkü 24 farklı taksonu
ülkemizde yayılış gösterir. Bunlardan bazıları endemiktir. Başka
bir ifadeyle bu türler, ülkemizden başka hiçbir yerde bulunmaz.
Meşe türlerinden sonra en fazla orman kuran türlerimiz sırasıyla
Kızılçam, Karaçam, Kayın, Sarıçam, Göknar, Ardıç, Sedir ve
Ladindir. Ayrıca büyük alanlarda orman kurmasa da Kızılağaç,
Kestane, Fıstık çamı, Dişbudak, Gürgen, önemli orman ağacı
türlerimizdir. Sığla, Servi, Porsuk, Halep çamı, Kavak, Akçaağaç,
Çınar, Söğüt, Huş, Üvez, Andız, Kayacık, Yabani Kiraz gibi çok
sayıda ağaç ormanlarımızda yetişir.
Bozuk orman (Denizli)
14
Ülkemiz ormanları sanılanın aksine artmakta. Ülkemizde ilk
orman envanterinin tamamlandığı 1972 yılından 2010 yılına kadar
orman alanımız 1,34 milyon ha artmış. Bu alan yaklaşık olarak
Kastamonu ilinin yüzölçümüne eşittir.
Ülkemizde kişi başına düşen orman miktarı ise 0,29 ha. Bu
değer dünya ortalamasının yarısına eşit ve yarım futbol sahası
kadar.
Ormanlarımızın artmasındaki nedenlerden birisi köyden kente
olan göç. İklimin, toprağın uygun olduğu yerlerde terk edilen
tarım alanları çevredeki ormanlardan gelen tohumlarla yavaş
yavaş ormana dönüşüyor. Ayrıca ülkemizde önemli miktarda
ağaçlandırma ile de orman kazanılıyor. Türkiye’de verimsiz
orman alanlarının ağaçlandırılması ve rehabilitasyonu için 20082012 yıllarını kapsayan “ağaçlandırma ve erozyon kontrolü
seferberliği eylem planı” yürürlüğe konuldu. Bu eylem planı
kapsamında sadece 2010 yılında 253 milyon adet fidan dikildi.
Türkiye’de orman alanlarının yıllara göre değişimi
15
2005 yılı verilerine göre Türkiye ormanlarındaki ağaç türleri (1000 ha)
Ağaç Türleri
Normal
Kızılçam
3.000
Karaçam
2.392
Sarıçam
716
Göknar
386
Ladin
214
Sedir
199
Ardıç
78
Fıstıkçamı
28
Servi
0
Halep Çamı
0
Sahil Çamı
71
Monteri çamı
0
Diğer ibreliler
0
İbreli Toplam
7.084
Kayın
1.373
Meşe
2.005
Gürgen
10
Kızılağaç
59
Kavak
3
Kestane
60
Dişbudak
12
Ihlamur
3
Çınar
1
Okaliptüs
2
Sığla
0
Huş
0
Ilgın
0
Kıbrıs Akasyası
0
Yalancı Akasya
0
Kiraz
0
Diğer Yapraklı
8
Yapraklı Toplam 3.538
TOPLAM
10.621
16
Bozuk
2.421
1.810
524
240
84
218
370
15
1
0
6
0
0
5.689
378
4.421
0
36
5
29
2
1
0
0
0
0
0
0
0
0
5
4.878
10.568
Toplam
5.421
4.202
1.240
627
297
417
447
43
1
1
77
0
0
12.773
1.751
6.426
10
95
8
89
14
5
1
2
1
0
0
1
0
0
12
8.416
21.189
ORMANLARIN İNSANLARA FAYDALARI Ormanlar ilk insanın yeryüzünde yaşamaya başlamasından bu
yana, insanlar için önemli olmuştur. İlk insanlar, ormanlardaki
bitkilerin meyve, tohum, yaprak ve köklerini toplayarak
beslenmişlerdir. Benzer şekilde ormanlardaki hayvanları yine
ağaçlardan yaptıkları mızraklarla avlamışlardır. Ateşin
bulunmasından sonra ormandan topladıkları odunları yakarak
ısınmışlar, lifli bitkilerden kendilerine kıyafet yapmışlar, yabani
hayvanlardan, düşman kabilelerden saklanmak için ormana
sığınmışlardır. Hatta ormanları dinsel açıdan kutsal saymışlar,
hatta bazen ormanlardan korkmuşlardır. Günümüzde de insanlar
ormanlardan çok fazla yararlanmakta. Bu yararlanma daha çok
ormandan üretilen odun gibi ürünlerden olabildiği gibi,
ikliminden, güzel görünüşünden, erozyonu önlemesinden de
olabilmekte. İşte ormanların insanlara sağladığı yararlar mal ve
hizmetler olarak tanımlanır. Genel olarak da ormanın
fonksiyonları olarak adlandırılır. Ormanların fonksiyonları aslında
ormanın bir ekosistem olmasından kaynaklanmakta. Örneğin
fotosentez yaparak büyüyen ağaçlar odun oluşturur, biz de bu
ağaçları keseriz, orman topraklarının suyu temizlemesi sonucunda
oluşan temiz içme suyunu kullanırız. Aslında ormanlar sadece
canlıyken insanlara hizmet etmez, öldükleri zaman bile insanlar
tarafından kullanırlar. Bugün ısınmadan enerjiye kadar çeşitli
alanlarda kullandığımız kömür de aslında eski ormanların
başkalaşıma uğramış halidir. Ormanlar sadece insanlar için yararlı
değildir, binlerce bitki ve hayvanın yetiştiği, yaşadığı bir yerdir.
Şimdi ormanların insanlara sağladıkları yararlara bir göz
atalım.
17
Odun Üretimi Ormanlarla ya da ağaçlarla ilgili birçok atasözü, deyim vardır.
Bunlardan belki de en fazla bilineni, ağacı “beşikten mezara
kadar” kullandığımızla ilgili olanıdır. Çevremizde odundan
üretilen birçok şey görebiliriz. Kâğıt, kalem, yer döşemesi, kapı,
pencere, mobilya, telefon ya da elektrik direği, inşaat malzemesi,
tren yollarındaki traversler gibi. Odun sayılan bu örnekler gibi
6000’den fazla alanda kullanılabilmekte, tabi bir de ısınmada.
Isınma amaçlı kullanılan oduna yakacak, ısınma dışında kullanılan
oduna ise yapacak odun adı verilir.
Ormanlardan yapacak ve yakacak odun olarak üretilen odun
miktarı ortalama 14,5 milyon m3 kadar. Son 20 yıldır ormanlardan
kesilen yakacak odun azalmakta, yapacak odun miktarı ise
artmakta. Devlet ormanları yanında özel ormanlardan ya da
kavaklıklardan üretilen odun miktarı ise yaklaşık 4,8 milyon m3.
Yurt dışından çoğunluğu yapacak olarak kullanılan ortalama 2,5
Yapacak odun
18
Yakacak odun
Y apac ak odun
20
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Y akac ak odun
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
1990
1989
Toplam
1988
Odun üretim i (m ilyon m 3)
milyon m3 odun ithal edilmekte. Ülkemizde ne yazık ki izinsiz ve
yasa dışı olarak da ağaçlar kesiliyor. Kaçak kesim olarak
adlandırılan ve özellikle yakacak odun olarak kullanılan odun
miktarının ise 4 milyon m3 kadar olduğu tahmin ediliyor. Böylece
ülkemizde yıllık odun tüketiminin 25-26 milyon m3 civarında
olduğu söylenebilir. Bu değerlerin çok olduğu düşünülebilir. Hatta
ormanlardan hiç ağaç kesilmemesi gerektiği ileri sürülebilir.
Yılla r
Devlet ormanlarından üretilen odun miktarları
19
Ancak burada diğer ülkeler ile bir karşılaştırma yapmak yerinde
olacaktır. Örneğin orman alanı yaklaşık Türkiye kadar olan
Finlandiya’da (21,9 milyon ha) yıllık olarak 64,3 milyon m3 odun
üretilmekte. Orman alanı Türkiye’nin yarısı kadar olan Almanya
ormanlarından (11,1 milyon ha) ise 60,8 milyon m3 ağaç
kesilmekte. Örnek olarak verilen bu ülkelerde ormancılık ileri
düzeydedir, ormanların çoğu ağaçlandırılma ile oluşturulmuş ve
sadece odun üretimi için kullanılmaktadır. Bu nedenle rakamlar
yanıltıcı olabilir.
Türkiye’de ve bazı Avrupa ülkelerinde orman alanları, ormanlardaki
servet ve artım miktarları (FAO, 2006)
Ülke
Orman
Alanı
(1000 ha)
Orman
alanının
oranı
(%)
Ağaç
serveti
(1000 m3)
Kesilen
odun
miktarı
(1000 m3)
Kesilen odun
miktarının
ağaç servetine
oranı (%)
Almanya
Avusturya
Belçika
Beyaz Rusya
Bulgaristan
Çek Cumhuriyeti
11.076
3.862
667
7.894
3.625
2.648
31,7
46,7
22
38
32,8
34,3
3.107.870
1.159.000
172.000
1.411.000
568.000
736.000
60.770
20.127
4.368
8.568
4.200
17.274
2,0
1,7
2,5
0,6
0,7
2,3
Finlandiya
22.500
73,9
2.158.000
64.295
3,0
Fransa
Hırvatistan
Hollanda
15.554
2.135
365
28,3
38,2
10,8
2.465.000
352.000
65.000
51.475
4.950
1.200
2,1
1,4
1,8
İngiltere
2.845
11,8
340.000
8.895
2,6
İspanya
17.915
35,9
888.000
17.689
2,0
İsveç
27.528
66,9
3.155.000
76.780
2,4
İsviçre
1.221
30,9
449.000
6.958
1,5
İtalya
Macaristan
Norveç
9.979
1.976
9.387
33,9
21,5
30,7
1.447.000
337.000
863.000
9.600
5.528
9.219
0,7
1,6
1,1
Polonya
9.192
30
1.864.000
33.015
1,8
Portekiz
3.783
41,3
350.000
11.123
3,2
6.370
808.790
9.575
27,7
47,9
16,5
1.347.000
80.479.000
2.119.000
17.300
180.000
14.820
1,3
0,2
0,7
3.752
29,1
177.000
1.842
1,0
21.189
27,5
1.288.000
14,500
1,1
Romanya
Rusya Federasyonu
Ukrayna
Yunanistan
Türkiye
20
Bu nedenle ekolojik koşulları ülkemize benzeyen İtalya’yı ele
alacak olursak bu ülkenin 10 milyon ha olan ormanlarından 9,6
milyon m3 odun üretilmekte. Bu değerler ile ülkemizdeki değerler
karşılaştırıldığında ülkemizdeki odun kesimlerinin daha az olduğu
görülmektedir. Tüm Dünyada ise yıllık olarak 1,78 milyar m3
yapacak, 1,58 milyar m3 yakacak olmak üzere toplam 3,36 milyar
m3 odun ormanlardan kesiliyor. Buradan da Dünyada kişi başı
yıllık odun tüketiminin 0,48 m3 kadar olduğu anlaşılıyor.
Odun Dışı Orman Ürünleri-­‐Gıda ve İlaç Üretimi Ormanlardan odunun yanında başka ürünler de elde edilir.
Bunlara genel olarak “odun dışı orman ürünleri” adı verilir. Bu
ürünlere kekik, fıstık çamı kozalağı, defne yaprağı, reçine, sığla
yağı, mantar, salep, ıhlamur, adaçayı, papatya, lavanta, ısırgan otu
örnek verilebilir. Ne yazık ki bu ürünlerin çoğu ormanlardan aşırı
derecede ve bilinçsizce toplanmakta. Özellikle çeşitli salep türleri
yok olma tehlikesi altında.
Odun dışı orman ürünleri
aynı zamanda ormanların gıda
fonksiyonunun da temelini
oluşturur.
İnsanların
ormanlardan ilkel çağlardan bu
yana meyve, tohum, toplayarak
beslendiğinden bahsedilmişti.
Halen ormanlarda doğal olarak
yetişen birçok bitki ile av
hayvanları insanlar tarafından
gıda olarak tüketilir. Ormanlar
sadece insanların besin kaynağı
değildir.
Aynı
zamanda
ormanlarda
bitkiler-otçul
hayvanlar-etçil
hayvanlarayrıştırıcılar şeklindeki besin
zincirinde,
zincirin
alt
Orkide (Foto. A. Keten)
21
halkalarındaki canlılar bir diğerinin besin kaynağı olmaktadır. Bir
ormanda bu besin zincirinin varlığı ve zincirin üst basamaklarında
yaşayan canlıların bulunması o ekosistemin sağlıklı odluğunun bir
göstergesidir. Örneğin bir ormanda kartal olması o orman
ekosisteminin beslenme açısından dengeli olduğunu gösterir.
Çünkü kartalın yaşayabilmesi için gerekli besinler (tavşanlar,
diğer kuşlar gibi) ormanda yeterince vardır.
Ormanlarda bulunan birçok bitki ve hayvan türü doğrudan
veya dolaylı olarak birçok ilacın hammaddesini oluşturur.
İnsanların % 80’nin doğal yollardan elde edilen tıbbi ürünleri
kullandıkları belirtilmekte. Hatta ormanlardaki canlıların ilaç
olarak kullanılabileceği düşüncesi, bazen ormanların ve doğanın
bile önüne geçer. İnsanlara doğadaki canlıların önemi, o canlının
günün birinde “kansere çare” olabileceği savı ile anlatılmaya
çalışılır. Bu konuda her canlının yaşama hakkı olduğu nedense
gözden kaçar çoğunlukla. Başka bir deyişle bir canlı insanlara
faydalı olmuyorsa bile doğada bir işlevi vardır ve korunmalıdır.
Bunlar
haricinde
orman
alanlarından kil, kum, gibi mineral
madde üretimleri de yapılır.
Su Üretimi “Sudan ucuz” diye bir söz
vardır. Bu söz artık geçerliliğini
kaybetmişe benziyor. Ülkemizde
olmasa bile yurt dışında 1 litre
suyun fiyatı, benzinden daha pahalı.
Artan çevre kirliliği sorunları,
kuraklık gibi etkenler temiz ve
içilebilir kalitede suyun bulunmasını
güçleştirmekte. Hatta geleceğe
yönelik senaryolarda 3. dünya
savaşının su kıtlığından çıkacağı
22
Orman içindeki bir şelale
(Foto. A. Keten)
öngörülüyor. Dolayısıyla önemsiz şeyler için kullanılan “havadan
sudan” ya da “ sudan sebepler” gibi deyimler de artık tarihte kaldı
diyebiliriz. Özellikle ülkemizin bulunduğu coğrafyada su çok
önemli bir konumda. Komşu ülkelerle yapılan su pazarlıkları
hemen herkesçe bilinmekte. Suların asıl kaynağı yağışlar. Yağışlar
dereleri, gölleri ve yer altı sularını besler. Kuraklık olup
olmamasına bağlı olarak değişmekle birlikte, ülkemizde yağışlarla
toprak yüzeyine ulaşan su miktarının ortalama yıllık 501 milyar
m3 olduğu tahmin ediliyor. Bu suyun önemli bir kısmı buharlaşma
ile atmosfere dönmekte ya da derelerle denizlere akmaktadır.
Sonuçta Türkiye’nin yıllık olarak kullanabileceği su miktarı 110
milyar m3 kadar.
Ormanlar bu konuda çok önemli bir role sahipler. Yağışların
toprak içine girmeden toprak yüzeyinden akıp gitmesi (yüzeysel
akış), suyun kaybı anlamına gelir. Yüzeysel akış aynı zamanda su
erozyonuna da yol açar. Ormanlarda, ağaç tepelerinin yağışın
şiddetini azaltması, tepelerden suların damlayarak toprağa
Orman içinden akan bir dere
23
Ölü örtü
ulaşması toprak yüzeyindeki bitkilerin dökülen yapraklarından
oluşan ölü örtünün hem sünger gibi suyu emmesi, hem de yağışın
şiddetini ikinci kez azaltması sonucunda yüzeysel akış fazla
görülmez. Başka bir deyişle ormanlarda toprağa ulaşan yağışın
tamamı toprağın içine sızar.
Ayrıca orman topraklarının kendine özgü bir yapısı vardır.
Doğal yapıda olan ve işlenmeyen orman topraklarında, toprak
hayvanlarının (köstebek, fare, karınca vb) yuvaları ile ölen ağaç
köklerinin çürüyerek ayrışması sonucunda oluşan boşluklar da,
suyun toprağın derinlere taşınmasına yardımcı olur. Toprağın
filtreleme özelliği ile de topraktan sızarak yer altı sularına giden,
derelere ulaşan sular da içilecek kalitede olur.
Erozyonu Önleme Çeşitli sivil toplum örgütleri erozyonu ve zararını Türkiye’ye
öğretti. Ancak tekrarlamak da yarar var. Çünkü erozyon ülkemizin
en önemli ekolojik sorunlarından birisi. Erozyon, toprağın
taşınmasına yol açan faktörlere göre su, rüzgâr ile çığ ve buzul
24
Tokat’ta bir erozyon sahası
erozyonu olarak üçe ayrılmakta. Ayrıca toprak kayması ya da
heyelanlar da bu konu içinde değerlendirilebilir.
Bu erozyon çeşitlerinden ülkemizde en fazla olanı, su
erozyonudur. Erozyona uğrayan topraklarımızın % 99’u su
erozyonundan, geriye kalan % 1’i de rüzgâr erozyonundan
etkilenmekte.
Su erozyonunun ülkemizde çok fazla olmasının nedeni,
ülkemizin oldukça eğimli bir arazi yapısına sahip olması.
Ülkemizin sadece % 8,5’lik bir bölümünün eğimi % 5’ten daha
az. Eğimli alanlarda toprağa düşen yağış toprak içine sızamazsa,
yüzeysel akışa geçer. Daha önce de değinildiği gibi bu da
erozyona yol açabilmekte. Eğer toprak yüzeyinde bitki
bulunmazsa yüzeysel akış artar, dolayısıyla erozyonla taşınan
toprak miktarı da. Ülkemizde de bitki örtüsünün çeşitli nedenlerle
tahrip edilmesi erozyonun fazla olmasına neden olmakta.
25
Isparta’ da bir erozyon sahası (Foto. Y. Karatepe)
Topraklarımızın % 86,5’inin erozyondan etkileniyor.
Ülkemizde erozyon ile taşınan toprak miktarı 500 milyon tondan
daha fazla olduğu tahmin edilmekte. Bu değeri gözümüzde
canlandırabilmemiz için 25 milyon kamyon kadar olduğunu
söylememiz yeterli herhalde. Ülkemizden taşınan toprak miktarı
yaklaşık olarak Afrika kıtasının tümünden olan toprak kaybına
eşittir ve Avrupa kıtasındaki toprak kaybının yaklaşık iki katı
kadar.
Ormanların erozyonu önlemedeki etkisi öncelikle yüzeysel
akışı azaltmasından kaynaklanır. Yine yukarıda açıklandığı üzere
orman toprakları ve bu topraklar üzerindeki ölü örtü de suyu çok
fazla tutar. Böylece ormanlardan yüzeysel akış olmaz veya tarım
alanları, kentler vb gibi yerlere göre çok daha az olur. Ek olarak
ölü örtünün parçalanması ve ayrışması ile oluşan humus ve diğer
bazı organik bileşikler suyla taşınabilen kum, toz ve kili birbirine
26
Kütahya’da menderes oluşturan bir dere
yapıştırarak suyun taşıyamayacağı boyutlara getirir. Ayrıca
yağışın kabaca 1/3’ünü yaprak ve dalları ile tutarlar. Yaprak ve
dallarda tutulan yağış da buralardan buharlaşarak tekrar atmosfere
döner. Bu olaya intersepsiyon adı verilir. İntersepsiyon da
yüzeysel akışın azaltılmasında etkilidir. Nitekim su toplama
havzalarında ormanın çok az olduğu Fırat, Yeşilırmak ve
Kızılırmak en fazla toprak taşıyan nehirlerimizdir.
Burada su toplama havzasını da açıklamak gerekir. Baraj
gölleri ya da doğal göller ve akarsular sadece akarsuyun veya
gölün üzerine düşen yağışlarla dolmaz. Belli bir alana düşen yağış
ya toprak içine sızar ya da yüzeysel akışa geçer. Yüzeysel akışa
geçen su eğimli yerler boyunca akar, derelere ulaşır. Bunun fazla
olması sellere ve erozyona yol açar. Toprak içine sızan su ise ya
yer altı sularına kadar taşınır, ya toprakta depolanır ya da eğimli
arazi de toprak içinden eğim boyunca akar ve dereleri besler.
27
Atatürk Barajı (Foto: M. D. Kantarcı)
Yazın hiç yağmur yağmasa bile derelerin çoğundan su akar.
Bu durum bahar aylarındaki yağışlarla ya da karların erimesiyle
toprağa giren suyun yavaş yavaş derelere ulaşması ile gerçekleşir.
Anlatıldığı şekilde geniş alanlardaki suyun toprak içinden ya da
yüzeyinden taşınarak akarsularda toplandığı araziye havza denir.
Su toplama havzasında ormanların olmaması ya da toprak
yüzeyinin çıplak (bitkisiz) olması erozyonu arttırır. Bir akarsu
havzasından erozyonun olması, o akarsuyun üzerinde yapılan
baraj göllerinin zamanla taşınan toprakla dolmasını sağlar. Bu
istenmeyen bir durumdur. Çünkü bir barajın toprakla dolması, o
barajda toplanan suyun azalması anlamına gelir. Bu şekildeki
barajlardan tarım alanlarını sulamak için su alınması güçleşir, aynı
zamanda elektrik de üretilemez.
Ülkemizdeki baraj göllerinin bir kısmı kullanım dışı kalma
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ormanların erozyonu önlediği ile
ilgili bir örnek de İstanbul’dan verelim. Belgrad ormanlarının
içinde ilki 1600’lü yıllarda, sonuncusu da 1800’lü yıllarda
28
yapılmış çok büyük olmayan 6 tane bent vardır. Bunların en yenisi
200 yıl önce yapılmış olsa da henüz toprakla dolmamıştır. Ancak
2 yıl önceki kuraklıklar sırasında bentlerde su kalmadığı bir sırada
biriken topraklar temizlenmiştir.
Ormanların su erozyonunu önledikleri az çok bilinmekte.
Ama daha az bilineni rüzgâr erozyonunu da engellediği. Rüzgâr
erozyonu yarı kurak bölgelerde oluşur. Su erozyonunun tersine,
rüzgâr ile kuru topraklar taşınabilir. Ülkemizde bazı yarı kurak
bölgelerde ve kıyılarda rüzgârın etkisiyle kıyı ve kara kumulları
görülmekte. Kıyı kumullarından en çok bilinenler Kadriye Belek,
Patara, Side-Sorgun gibi turistik bölgelerdeki kumullar. Benzer
şekilde İstanbul’da da Durusu (Terkos) ve Ağaçlı’da kıyı
kumulları var. Kara kumullarına ise Konya Karapınar’daki kumul
örnek gösterilebilir. Ülkemizde rüzgâr erozyonunun yaklaşık 500
bin ha kadar bir alanda etkili olduğu tahmin edilmekte. Rüzgâr
erozyonu ile üst toprak taşındığı gibi özellikle rüzgârla taşınan
ince çaplı kumlar tarım alanlarının üzerini kaplayarak buraların
verimsizleşmesine, hatta kullanılamamasına da neden olabilir.
Ormanların rüzgâr erozyonunu önleme etkisi, rüzgâr hızını
azaltmalarından kaynaklanmakta. Ormanların ve ağaçların rüzgâr
erozyonunu azaltmasında etkili olan diğer bir faktör de bunların
dökülen yapraklarıdır (ölü örtü). Ölü örtü toprağın yüzeyini
örterek toprağın taşınmasını engeller. Ek olarak ölü örtünün
ayrışmasıyla oluşan humus daha önce açıklandığı üzere kum, toz
ve kili birbirine yapıştırır ve rüzgârın taşıyamayacağı
büyüklüklere getirir.
Terkos’taki kumullarda yapılan çalışmalar (Foto. Çatalca Orman İşlet. Müd.)
29
Ormanların
rüzgâr
erozyonunu
azaltma
ve
kumulların
hareketini
durdurma üzerindeki olumlu
etkileri nedeniyle, kumul
alanlarında ağaçlandırmalar
yapılmıştır. Bunlardan en
önemlisi Durusu’da (Terkos)
yapılan
ağaçlandırmadır.
Terkos
kumul
ağaçlandırmasının
amacı,
İstanbul’un en önemli su
kaynağı olan Terkos Gölünün
kumlarla
dolmasını
engellemektir. Terkos Gölü
halen İstanbul’un en önemli
su kaynaklarından biridir. Ağaç kökleri (Sümela Manastırı, Maçka)
Hatta uzun yıllar çeşme
suyuna “Terkos” denilmiştir. Ayrıca ülkemizin başka yerlerinde
de kumul ağaçlandırmaları var. Belek, Side gibi turistik
bölgelerdeki ağaçlandırmalar, buraların otel ve golf sahası
yapılmak üzere kiralanması ile gündeme gelmiştir.
Orman ağaçları kökleriyle çok geniş bir alanda toprağı
tutarlar.
Ağaçların
köklerini göremediğimiz
için bu alanı tahmin
edemeyiz. Ancak en
azından
ağaçların
tepelerinin genişliğinde
kök yayılışı yaptıkları
kabul edilir. Köklerin
uzunluğu ise metrelerce
Kumul ağaçlandırmaları yerine yapılmış
bir golf sahası
30
olabilir. Bazen sığ topraklarda ana kayaya kadar kökler gelişebilir.
Ağaçlar kökleriyle toprağı tutarak özellikle eğimli alanlarda
toprakların kaymasını (heyelanları) engellerler.
İklim Düzenleme, Karbon Bağlama ve Oksijen Üretimi Ormanlar suyun topraklara sızmasını sağlaması, kökleriyle
suyu alarak tekrar havaya vermesi, toprağı gölgelemesi gibi
nedenlerle iklimi etkiler. Aynı zamanda fotosentez yapar, karbon
bağlar ve oksijen üretir. Ormanların iklim düzenleme ve karbon
bağlama yararları özellikle son yıllarda iklim değişikliği
sorunlarının artması ve konunun öneminin anlaşılmasından sonra
daha fazla ön plana çıktı. Bu nedenle ormanların iklim ile olan
ilişkileri ve atmosferdeki karbondioksiti bağlamaları daha detaylı
olarak ayrı bir bölümde açıklanacaktır.
Abant
31
Biyolojik Çeşitlilik Biyolojik çeşitlilik yakın zamanlarda duyulmaya başlandı.
Hatta Kelaynak kuşlarının bu konuda Türkiye’de çok büyük
önemi vardır. Çoğu insan biyolojik çeşitliği, bazı canlı türlerinin
neslinin tükenebileceğini Kelaynak kuşları ile öğrendi. Hakkını
yemeyelim Akdeniz Fokları, Deniz Kaplumbağaları (Caretta
caretta) da katkıda bulundu kamuoyu oluşturulmasında. Biyolojik
çeşitliliğe aslında biyolojik çeşitlilik ne değildir diye başlamak
gerekli. Çoğu zaman biyolojik çeşitlilik belli bir alandaki tür
sayısı olarak anlaşılmakta. Ancak kesinlikle biyolojik çeşitlilik bu
değildir. Öyle olsa birçok hayvanın, hatta yurtdışındaki
örneklerinde olduğu gibi bitki türünün de bir arada olduğu
hayvanat bahçeleri, biyolojik çeşitlilikçe zengin yerler olurdu. Bu
şekildeki, yani belli bir alandaki farklı türlerin sayısı tür çeşitliliği
olarak adlandırılır. Ancak belli bir alanda tür zenginliğinden söz
ederken farklı türlerdeki bireylerin sayılarının da fazla olması ve
birbirleri ile dengeli olması gereklidir. Bu nedenle biyolojik
çeşitlilik genetik çeşitlilik, tür çeşitliliği ve ekosistem çeşitliliği
olarak üç aşamada değerlendirilir.
32
Kelebek (Foto. Z. Arslangündoğdu)
Pelikan (Foto. Z. Arslangündoğdu)
33
Kelebek (Foto. Z. Arslangündoğdu)
Genetik çeşitlilik türler ve popülasyonlar içerisindeki kalıtsal
farklılıklardır. Belli bir alanda yaşayan aynı türe ait canlıların
sayısı ne kadar fazla ise, genetik çeşitlilik o kadar fazladır. Her
birey farklı genlere sahiptir, bazı bireyler soğuğa, bazıları ise
yüksek sıcaklıklara dayanıklı olabilir. Her bireyin genleri farklı
olduğu için çeşitli hastalıklara karşı gösterdikleri direnç de farklı
olur. İnsanlardan örnek verelim. Yakın akraba evlilikleri
sonucunda özürlü ya da hasta çocukların doğma olasılığı daha
yüksektir. Bunun nedeni anne ve babanın hastalıklı genlerinin
çocuklarda baskın hale gelmesi. Bir türün neslinin sağlıklı olarak
devam edebilmesi için birey sayısının çok azalmaması gerekir.
Örneğin Türkiye’deki kelaynak kuşlarının sayısı 42’ye kadar
düşmüştür. Üretme çalışmaları ve kuşların göç etmesine izin
vermeyerek bu sayı 115’e kadar çıkmıştır. Ancak bu kadar küçük
sayılarla çoğaltma acaba bir bakıma yakın akraba evliliği olmuyor
mu? Benzer şekilde bir zamanlar Anadolu Parsı diye bir türümüz
34
vardı. Tamamen yok oldu ama
gördüklerini söyleyenler de var.
Anadolu Parsının birkaç bireyinin
bulunması soyunun tükenmediği
anlamına mı gelir? Bu türün yeterli
sayıda bireyi olmadığı için halen
yaşayan bireyleri varsa da yok
olması olasılığı çok yüksektir.
Çünkü birey dolayısıyla gen
sayısının
fazlalığı
değişen
koşullara uyumu arttırır.
Ekosistem çeşitliliği ise belli
bir alanda yetişme ortamlarında
Endemik Kazdağı Göknarı
veya yaşama alanlarında görülen
farklılıklardır ve geniş alanlar için geçerlidir. Örneğin belli bir
alanda orman, su, kumul, tarım, otlak ve benzeri ekosistemlerin
fazlalığı biyolojik çeşitliliğin fazla olmasını sağlar. Çünkü her
ekosistemde yaşayan canlı türleri farklıdır ve birbirleri ile
etkileşirler. Örneğin yakınında su bulunmayan bir ekosistemde
çok fazla canlı yaşamaz, ya da geyikler ancak yakınlarında otlak
bulunan ormanlarda yaşayabilirler.
Dünyada yaşayan tüm canlıların sayısını bilmemiz mümkün
değil. Tüm dünyada bulunan toplam tür sayısının 5-30 milyon
arasında olduğu tahmin ediliyor. 2007 yılı itibarıyla tanımlanmış
ve bir ad verilmiş tür sayısı mikroorganizmalar haricinde 1,6
milyon civarında. Ülkemizde de 37 bin civarında canlı türü şu ana
kadar teşhis edilmiş. Tropikal bölgelere göre düşük olsa da,
Avrupa’yla kıyaslandığında oldukça zengin bir flora ve faunamız
var. 37 bin canlı türümüzün bazıları sadece ülkemizde
bulunmakta, diğer hiçbir ülkede bu türlere rastlanmamakta.
Endemik olarak adlandırılan türlerin sayısı bitkilerde ve
hayvanlarda tahminen 4.000’er (toplam 8.000) kadar. Ayrıca
hayvanlardan 50 kadar, bitkilerden ise 1.284 tür nadir
35
bulunmaktadır ve tehlike altındadır. 8 hayvan ve 11 bitki türünün
ise ne yazık ki nesli tükenmiştir.
2007 yılı itibarıyla Dünyadaki ve Türkiye’deki tanımlanmış ve tehlike
altındaki tür sayıları (IUCN, 2008, DKMP 2008 ve Ülgen, Zeydanlı,
2008’den derlenmiştir)
Dünya
Tanımlanmış
Tehlike
tür sayısı
altındaki
tür sayısı
Memeliler
Kuşlar
Sürüngenler
Kurbağagiller
Balıklar
Omurgasızlar
(kelebekler,
böcekler,
yumuşakçalar gibi)
Hayvanlar toplam
Karayosunları
Eğreltiler
Açık tohumlular
Çift çenekliler
Tek çenekliler
Yeşil yosunlar
Diğer bitkiler
(likenler,
kahverengi
yosunlar,
mantarlar)
TOPLAM
Türkiye
Tanımlanmış Nadir ve
tür sayısı
tehlike
altındaki
tür sayısı
161
23
460
17
133
12
23
5
716
~20.600
5.416
9.956
8.240
6.199
30.000
1.203.375
1.094
1.217
422
1.808
1.201
2.108
1.263.186
15.000
13.025
980
199.350
59.300
3.715
5.956
28.849
7.850
79
139
321
7.121
778
0
9
9
22.093
910
101
35
9.100
1.765
Bilinmiyor
Bilinmiyor
3.150
57
2
1
1
1.100
180
Bilinmiyor
Bilinmiyor
Bilinmiyor
326.175
1.589.361
8.456
16.306
15.061
37.154
1.284
1.341
Tür sayılarımız ile ilgili verilen bu bilgiler tüm Türkiye içindir
ve bu türlerin bazıları orman dışında yaşamaktadır. Ancak
doğallığını kaybetmemiş orman alanlarında biyolojik çeşitliliğin
her üç derecesi de oldukça fazladır. İster orman ekosistemi isterse
36
göl, deniz, tarım ekosistemi olsun bir ekosisteme insan
müdahalesi arttıkça, yani doğallığı azaldıkça biyolojik çeşitlilik de
azalmakta.
Doğayı ve İnsanları Koruma 8-9 Eylül 2009’da İstanbul ve Trakya’da sel baskınları oldu.
Bu baskınlarda 30’un üzerinde insan yaşamını kaybetti. Maddi
kayıplar ise milyonlarca lira tutarındaydı. Taşkın sularıyla denize
taşınan toprağın bedeli ise bu hesaba dâhil değil. Selde bu kadar
maddi ve manevi kaybın olması kimilerince iklim değişikliğine
bağlandı. Kimilerine göre de İstanbul’a 2 gün içinde 1 m2 alana
yaklaşık 200 mm (= 200 kg) yağış düşmesi afete neden olmuştu.
Çoğunlukla da dere yataklarına ev yapılmasının su
baskınlarına yol açtığı ifade edildi. Gözden kaçan bir nokta vardı.
İstanbul’da yoğun yapılaşma nedeniyle toprak yüzeylerinin
betonla, asfaltla kaplanması. Yağmur sularının neredeyse tamamı
toprağa sızmadan yüzeysel akışa geçince, son yılların en büyük
sel zararı ile karşılaşıldı. Bir örnek ile konu açıklanacak olursa, 1
m derinliğinde taşsız ve balçık tekstüründeki bir orman toprağı,
Heyelan (Foto T. Öztürk)
37
200 mm kadar suyu gözeneklerde depolayabilir. Bu değerin
İstanbul’da 3 gün içindeki yağış miktarı kadar olması dikkatinizi
çekmiştir herhalde.
Ormanların koruma yararı farklı şekillerdedir. Öncelikle doğal
afetleri önlerler. Yukarıda açıklandığı gibi kimi zaman selleri
durdururlar ya da yavaşlatırlar. Kökleriyle toprağı sararak heyelan
oluşmasını engellerler. Örneğin Karadeniz’de, ormanların
kesilerek fındık ve çay bahçelerine dönüştürülmeleri ya da tarla
yapılmaları sonucunda, heyelanlarda artışlar olmuştur. Yine
ormanların aşırı derecede tahrip olduğu Isparta’nın Senirkent
İlçesinde sel ve toprak akması sonucunda 74 kişi hayatını
kaybetmiştir. Ormanlar çığları da, gövdeleri ile kar hareketini
durdurarak önlerler.
Ormanların koruma ile ilgili diğer bir yararı da insanları
gürültü zararlarından korumasıdır. Özellikle yoğun trafiğin olduğu
yerlerde yol ile binalar arasında kurulacak bir orman, gürültüyü 25
desibel kadar azaltabilir.
Koruma alanları
Milli parklar
Tabiat Parkları
Tabiati koruma alanları
Tabiat anıtları
Yaban hayatı geliştirme alanları
Yaban hayatı üretme istasyonları
Muhafaza ormanları
Gen koruma ormanları
Tohum meşcereleri
Özel çevre koruma alanları
Ramsar alanları
Toplam
Sayı
39
29
32
105
80
22
57
193
338
14
12
Alan (ha)
878.801
78.868
63.008
5.542
1.205.599
4.551
394.853
27.736
46.086
1.206.008
200.000
4.111.052
Ormanlar insanları doğal afetlerden ya da gürültüden
koruduğu gibi diğer birçok canlı ya da cansız varlığı da tehlikelere
38
karşı korurlar. Örneğin ormanlar doğala yakın yapıları ile birçok
canlı için yaşama ortamlarıdır. Ormanların çoğunlukla dağlık
alanlarda bulunması, insanların buralara güç ulaşması, ormanların
canlılar için doğal bir sığınak olmasını sağlar. Bu nedenle
ormanlarda biyolojik çeşitlilik fazladır. Ayrıca daha önce
anlatıldığı gibi cansız varlıklardan toprağı erozyona karşı korurlar.
Ormanların bu koruma özelliklerinden dolayı çeşitli açılardan
önemli özelliklere sahip ormanlar koruma altına alınmıştır. Nadir
bulunan ve endemik olan türlerin bulunduğu alanlar, bilimsel,
kültürel ve estetik açıdan özelliği olan yerler, milli park, tabiat
parkı, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, yaban hayatı koruma alanı,
doğa koruma rezervleri, biyosfer rezervleri gibi adlar altında
ayrılmışlardır. Ayrıca insanları doğal afetlerden koruyan ormanlar
da “muhafaza ormanı” adı altında korunmaktadır ve buralardan
ağaç kesilmemektedir.
Ilgaz Milli Parkı girişi
39
Artvin, Karagöl (Foto. A. Tüfekçioğlu)
Toplum Sağlığı Ormanlar havadaki tozları temizler, hava kirliliğini azaltır.
Ağaçların oksijen üretmesi sonucunda kentlere oranla daha temiz
ve oksijence zengin bir hava yaratırlar. Ayrıca gürültüyü önlerler,
yağış sularının daha fazla toprağa girmesini sağlarlar ve topraktan
sızan su da temiz olur. Bu nedenle ormanlar içinden akan su pırıl
pırıldır. Ormandaki derelerden soğuk suyu kana kana içebilirsiniz.
Ayrıca estetik güzellikleriyle insanların hem ruhsal hem de
bedensel olarak iyileşmesine yardımcı olurlar. Bu özellikleri
nedeniyle yüzlerce yıldır birçok sağlık tesisi ormanların içinde ya
da yakınlarında kurulmaktadır.
Estetik Ülkemizde 2000’li yıllarda kentte yaşayan nüfus köyde
yaşayan nüfusu geçti. Köyden kente göçün hızlı olması,
kentleşmenin düzensiz olmasına yol açtı. Kent içindeki arsaların
40
Gölcük (Bolu)
fiyatları alabildiğince arttı. Arsaların değeri artınca da boş bulunan
her toprak parçasına ev yapıldı. Böylece kentlerde oturanlar, beton
yığınları arasında yaşamak zorunda kaldılar. Çoğu ağacı olmasa
bile bazı bitkileri balkonlarında yetiştirerek yeşile olan özlemlerini
gidermeye çalıştılar.
Son zamanlarda ise içinde yeşil alanların olduğu toplu
konutların sayısı arttı. Hatta orman manzaralı evlerin fiyatları,
diğerlerine göre daha pahalı. Düşünün kentin beton yığınlarını
konu alan bir resim gördünüz mü? Manzara resimlerinde nedense
hep ormanlar, dağlar, göller vardır. Evet, ormanların estetik olarak
bir güzelliği vardır. İlkbaharda yaprakların yeşillenmesi,
sonbaharda yaprakların sararması, ağaçların su yüzeyindeki
yansımaları doğal bir güzelliktir. Çoğu insan bu güzellikleri
görmek için ormanlara akın eder.
41
Belgrad Ormanı
Rekreasyon ve Ekoturizm Rekreasyon insanların boş zamanlarında yaptıkları işlerdir.
Yani sinemaya gitmek, piknik yapmak, bisiklete binmek gibi
şeyler aslında birer rekreasyon faaliyetidir. Yoğun iş
temposundan, kentlerdeki yaşamın sıkıcılığından bunalan
insanların rekreasyon denince aklına öncelikle ormanlar gelir.
Yani insanların boş zamanını geçirmek için ilk tercih edeceği
yerlerin başında ormanlar yer alır.
Son zamanlarda insanların doğaya olan hasretleri nedeniyle
ekoturizm kavramı da yaygınlaştı. Ekoturizm kısaca doğaya zarar
vermeden yapılan seyahatlerdir. Başlıca ekoturizm faaliyetleri,
bisiklet, atlı doğa turizmi, doğa yürüyüşleri, dağcılık, foto safari,
kuş gözlemciliği, olta balıkçılığı, nehir sporları (rafting), bitki
42
tanıma turları olarak sıralanabilir. Bu ekoturizm faaliyetlerinin
çoğunun ormanlarda yapıldığı dikkatinizi hemen çekecektir.
Ulusal Savunma Ormanlar askeri tesisleri, stratejik açıdan önemli endüstriyel
tesisleri, çeşitli askeri araçları tepeleriyle örterek, özellikle uçaklar
tarafından görülmesini engellerler. Birçok filmde askeri araçların
saklanması için ağaç dallarıyla, yapraklarıyla örtüldüğünü
görmüşsünüzdür. Bu olaya kamuflaj denilir. Ayrıca birçok orman
ürünü de askeri amaçlarla kullanılır. Sınırlardaki ormanlar, askeri
tesislerin çevresindeki ormanlar bu nedenle korunur. Ayrıca
ormanlar, içinde bulunan eski savaş alanlarını ve kalıntılarını
korurlar. Ülkemizde de 1. Dünya Savaşında Çanakkale
Savaşlarının yapıldığı Gelibolu Yarımadası, Kurtuluş Savaşında
Büyük Taarruzun başladığı Afyon Kocatepe milli park olarak
korunmaktadır. Benzer şekilde 1. Dünya savaşı sırasında 90 bin
askerin şehit olduğu Sarıkamış - Allahuekber Dağları da milli park
ilan edilmiştir. Yine efsanevi Troya savaşlarının geçtiği
Çanakkale’deki Antik Troya Kenti de milli parklarımızdan biridir.
Bilimsel Yararlar Özellikle insan etkisini az olduğu doğal ormanlar, kendine
özgü ekolojik süreçleri olması, binlerce canlı türüne ev sahipliği
yapmaları nedeniyle özellikle Ormancılık Bilimleri, Botanik,
Zooloji, Ekoloji gibi disiplinlerin başlıca çalışma alanlarını
oluştururlar. Ayrıca eczacılık ve tıp alanları için de ilaç
hammaddelerini içermeleri nedeniyle araştırma konusudur.
Yenilenebilir Enerji Kaynağı Yaşamımızın her anında enerji tüketiriz. Bindiğimiz araçlar
akaryakıt ile çalışır, yani petrol ürünleri ile. Evimizde doğal gaz
veya kömür ile ısınırız. Kömür, petrol ve doğal gaza
yenilenemeyen enerji ya da fosil yakıtlar denilmektedir.
43
Kullandığımız birçok araç-gereç elektriklidir. Ülkemizde
elektriğin önemli bir bölümü, fosil yakıtlardan üretilmektedir.
Fosil yakıtların miktarı sınırlıdır ve önümüzdeki yıllarda
tükenecektir. Yenilenebilir enerji ise, kullandıkça tükenmeyen,
gücünü güneşten veya magmadan alan ve hiç tükenmeyeceği
düşünülen enerjidir.
Türkiye’de 2007 verilerine göre elektrik üretiminde kullanılan
kaynaklar
Enerji Kaynağı
Taş Kömürü-İthal kömür
Linyit
Fuel oil
Motorin
LPG
Nafta
Doğal Gaz
Atıklar
Hidrolik (su)
Jeotermal-Rüzgar
TOPLAM
Gws
14.927
38.348
7.631
8
462
601
92.769
176
35.798
517
191.237
%
8
20
4
0
0
0
49
0
19
0
100
Fosil yakıtların kullanımının hava, su ve toprak kirliliğine yol
açtığı eskiden beri bilinmekteydi. Ama son yıllarda fosil yakıt
kullanımı ile birlikte havaya verilen CO2’in atmosferde sera
etkisine yol açtığı, sera etkisine bağlı olarak da küresel ısınma ve
iklim değişikliği olaylarının yaşandığı da belirlendi. Hem bu
kaynakların tükenmekte olması, hem de çevre kirliliğine ve
küresel ısınmaya yol açması nedeniyle temiz enerji kaynakları da
denilen yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi daha fazla
anlaşıldı.
44
Rüzgâr türbini (İstanbul, Durusu)
Yakacak olarak odun kullanımı
45
Endüstriyel ağaçlandırma
amaçlı kurulmuş olan Sahil
Çamı Ormanı
Yenilenebilir enerji kaynakları denilince de akla ilk önce
güneş, rüzgâr, su ve jeotermal enerji kaynakları gelmektedir.
Bunlara ek olarak bitkiler ve hayvan atıkları da yenilenebilir enerji
kaynaklarıdır, bunlara biyokütle de denilmektedir.
Orman ürünleri deyince aklımıza ilk gelen ürün, herhalde
odundur. Odunu yakarak ısınmada kullanırız. Odun da bir
yenilenebilir enerji kaynağıdır. Çünkü planlı ve sürdürülebilir
olarak ormanları kestiğinizde ormanlar hiç tükenmez. Özellikle
fosil yakıtlar nedeniyle atmosferdeki CO2 miktarının artması
odunun ısınma amaçlı kullanımının önemini arttırmıştır. Çünkü
ısınmada odun kullandığımızda yer altında depolanmış olan fosil
yakıtları, daha az tüketiriz. Dolayısıyla fosil yakıtlardaki karbon
yer altında depolanmış olarak kalır.
46
Odun Kömürü
Odunu doğrudan yakarak
ısınmada kullanabileceğimiz gibi,
elektrik de üretebiliriz. Bu da
kömür veya doğal gaz ile çalışan
termik santraller yerine, odun
kullanan termik santraller ile
olabilir. Ayrıca kabuk ve dal gibi
odun niteliği olmayan bitki
artıkları da bu santrallerde kullanılabilmektedir. Odunu doğrudan
yakmak yerine çeşitli işlemlerden geçirerek etanol, biyoyağ, güneş
dizeli adı verilen sıvı ürünler de elde edilebilir, bu ürünler de
motorlu araçlarda ya da enerji üretiminde kullanılabilmektedir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu enerji üreteceğiz diye
doğal ormanlara zarar verilmemesidir. Bunun yerine hızlı gelişen
Sahil Çamı, Kavak gibi türlerle ağaçlandırma yapılarak enerji
üretiminde bu ağaçların odunları kullanılmalıdır.
47
ORMANLAR ÜZERİNDEKİ TEHDİTLER Türkiye’de olmasa bile dünya genelinde ormanların
azaldığından daha önce söz edildi. Ormanlar birçok yararı
olmasına rağmen sürekli tehdit altında. Bu bölümde ormanlar
üzerinde tehdit oluşturan olaylar açıklanacaktır.
Yangınlar Yaz ayları gelince içimizi bir korku
sarar. Neredeyse her gün yanan bir
orman haberi görürüz televizyonlarda.
Ormancıları
iki
kere
üzer
televizyonlardaki yangın haberleri.
Öncelikle herkes gibi yanan ağaçlara,
ölen ya da yuvalarını terk etmek
zorunda kalan hayvanlara üzülürler.
İkincisi
de
ormanların
sadece
yangınlarla hatırlanıyor olması. Dikkat
edin başka bir zaman ormanlarla ilgili
bir haber duyduğunuz oluyor mu? Bir
Orman yangını
(Foto.
M.D. Kantarcı)
de hep yangınların suçlusu aranır.
Öncelikle bazı gerçekleri kabul etmek gerekli. Ülkemizin birçok
bölgesi, iklim gereği yangın tehlikesi altında. Ne kadar uğraşırsak
uğraşalım
orman
yangınlarının
çıkmasını
tamamen
engelleyemeyiz, ancak azaltabiliriz.
Yanmış ağaçların temizlenmesi
(Foto. M.D. Kantarcı)
48
Ülkemizde yangın ile ilgili
bilgilerin tutulmaya başlandığı 70
yıldan bugüne kadar toplam 85
bin kadar yangın olmuştur. Bu
yangınlarda 1,6 milyon ha orman
alanı yanmıştır. Bu rakam
yaklaşık olarak Tüm Kıbrıs
Adasının 2 katı kadar. Yine 70
yılda yanan orman alanı miktarı 76 ülkenin yüzölçümünden fazla.
Yıllık olarak baktığımızda sayısı değişmekle birlikte ortalama her
yıl ortalama 1200 orman yangını çıkmakta ve her yıl ortalama 22
bin hektar alan yanmakta. Bu İstanbul’daki Belgrad ormanının
yaklaşık 4 katına eşit.
Orman yangınları neden çıkar? Orman yangınları doğal olarak
yıldırımlar ya da rüzgârlı havalarda dalların birbirine sürtmesi
sonucunda çıkabilir. Ancak Türkiye’deki orman yangınlarının
başlıca sebebi, bilerek ya da bilmeyerek insan kaynaklı. Evet,
orman
yangınlarının
%
95’inden
insanlar
sorumlu.
Duymuşsunuzdur,
piknik
ateşlerinin
söndürülmemesi,
söndürülmeden atılan bir izmarit ya da ormanda bırakılan bir cam
şişe yangına neden olabiliyor.
İnsanların orman yangınlarına
yol açma şekilleri o kadar
farklı ki. Örneğin orman
yangınlarının
nedenleri
arasında kız kaçırma, mısır
pişirirken
ateşi
kontrol
edememe gibi nedenler de var.
İnsan
kaynaklı
orman
Söndürülmüş piknik ateşi
yangınların yarısı dikkatsizlik
ve ihmalden çıkıyor. Bu bile bir dereceye kadar kabul edilebilir.
Ama ya ormanların bilerek yakılması, işte bu affedilemez.
İnsanlar özellikle tarla açmak, arsa sahibi olmak için ormanları
yakıyor, hatta idarecilere kızarak ormanı yakanlar bile var.
Özellikle 20 yıl kadar önce yerel ve genel seçimlerden önce
yangınlarda artışlar vardı. Çünkü oy kaygısı ile ormanları yakanlar
affedilebiliyordu. Ama artık ormanı yakanlar ya da kesenler genel
aflardan yararlanamıyor. Çok güzel bir gelişme değil mi?
Orman yangınlarının önemi günümüzde daha fazla arttı.
Çünkü artık sadece ağaçların, hayvanların yanması değil bizi
üzen, her yanan orman alanı ile birlikte atmosferdeki sera
gazlarının miktarı da artıyor. Bu hem yangınlarla havaya karışan
49
CO2 ile oluyor, hem de yanan alanın bağlayacağı kadar karbon
miktarı atmosferde kalıyor. Tüm Dünyada sera gazları
salımlarının % 17’si orman yangınları ve çeşitli nedenlerle
ormanların yok edilmesinden kaynaklanıyor. Bu değer enerji
sektöründen sonra 2. sırada. Ülkemizde de 1990-2005 yılları
arasındaki yangınlar ile ormanlarda depolanan 1,5 milyon ton
karbon ekosistemden uzaklaşmıştır (yıllık 100 bin ton karbon).
Türkiye’deki orman yangınlarını benzer ekolojik özelliklere
sahip ülkeler (Yunanistan, İtalya, İspanya vb) ile
karşılaştırdığımızda, ülkemizde yanan orman alanı daha azdır.
Kaçak Kesimler Ormanlarımızın içinde ya da çevresinde yaklaşık 7,3 milyon
insan yaşamakta. Özellikle orman içi köylerdeki insanların
ekonomik durumu oldukça kötü ve bunlar geçimlerini sadece
ormanlardan sağlıyorlar. Gerek bu orman içi köylerde yaşayanlar,
gerekse haksız kazanç peşinde koşanlar ormanlardan izinsiz ve
yaşa dışı olarak ağaç kesmektedirler. Kaçak kesimler, plansız
olarak yapıldığı için ormana çok fazla zarar verebilmekte.
Ülkemiz ormanlarından kaçak kesilen odun miktarının 1990
yılında 7,7 milyon ton olduğu, bu rakamın 2005 yılında 4,05
milyon tona düştüğü tahmin ediliyor. Yasal olarak ormanlardan
yapılan odun üretiminin 14 milyon ton olduğu düşünüldüğünde
kaçak kesimlerin boyutu ortaya çıkar. Aslında kaçak kesimler
ormanlara yangınlardan daha fazla zarar veriyor. Örneğin kaçak
kesimlerle ormandan uzaklaştırılan karbon miktarı yıllık 2,4
milyon ton (= 8,8 milyon ton CO2) civarında. Bu da yangınların
25 katı kadar.
Açmacılık ve Usulsüz Faydalanma Açmacılık; insanların yeni tarlalar ve otlak alanları ya da arsa
elde etmek için ormanı kısmen veya tamamen yakmak, ağaçları
kesmek, boğmak ve kabuklarını soymak, kütüklerini sökmek
50
suretiyle alanı boşaltmasıdır. Ülkemiz ormanlarından 1988-2007
yılları arasında toplam 40 bin ha kadar bir alanda ormanlar
açmacılık ile kesilmiştir.
Trakya’da ormandan açılmış bir tarım arazisi
Usulsüz faydalanma ise ormandan çeşitli ekonomik değeri
olan bitkileri ya da odun dışındaki ürünleri izinsiz olarak
toplamaktır. Eskiden beri mantar, kekik, defne yaprağı gibi
ürünler ormandan toplanmaktadır. Orman köylüleri beslenmek
için kendini ihtiyaçları kadar bu ürünleri toplamaktaydılar. Hatta
köylülerimiz o kadar bilinçlilerdi ki, bu ürünleri her zaman
toplamazlar, tohumlarını dökmesini beklerler ya da belli bir
alandaki örneğin mantarların tamamını değil bir kısmını alırlardı.
Bu durumda ertesi sene tekrar toplanacak bitki ya da mantar
bulunabilirdi. Son yıllarda odun dışı orman ürünlerinin iyi gelir
getirmesi sonucunda bunlar daha yoğun olarak toplanmaya
51
başlandı. Aşırı toplama bazı salep ve mantar türleri başta olmak
üzere biyolojik çeşitliliği tehdit eder hale geldi.
Kaçak Avcılık Ülkemiz insanları avlanmayı çok sever. Erkek çocukların
sapan ile kuş avlamayanı var mıdır? Bilinçsizce özellikle
yavrulama ya da yumurtlama dönemlerinde yapılan avlanmalar
çoğu hayvan türünün büyük zarar görmesine yol açtı. Maalesef
ülkemizde kaçak avcılık ile sağlıklı bilgiler yok. Ama son yıllarda
denetimler ve bilinçlendirme ile birlikte kaçak avcılıkla mücadele
de olumlu adımlar atıldı.
Kaçak olarak avlanmış geyik (Foto. M.A. Başaran)
52
Hava Kirliliği Hava kirliliğini bilmeyen yok. Özellikle büyük kentlerde
yaşayan insanlar hava kirliliğinden uzun yıllar olumsuz olarak
etkilendiler. Son yıllarda doğal gaz kullanımının artması ile
birlikte kentlerimiz bir parça da olsa hava kirliliğinden kurtuldu.
Ormanlar üzerinde hava kirliliği doğrudan ya da dolaylı
olarak iki şekilde etki yapar. Doğrudan etki, zararlı bazı gazların,
özellikle kükürt dioksit (SO2) gazının fotosentez sırasında
yapraklardan alınması ile olur. Yapraklardan doğrudan alınan
kükürt dioksit gazı yaprak içinde sülfat ve sülfite, daha sonra
sülforoz (H2SO3) ya da sülfürik aside (H2SO4) dönüşür. Yaprak
içinde oluşan bu asitler de, ağaçların önce yapraklarındaki
dokuların zarar görmesine, çok yoğun etki altında da ağaçların
ölmesine neden olabilir. Çok yoğun olmayan hava kirliliğinde ise
ağaçlar ölmeyebilir. Ama bu durumda da meyvelerinde zararlar,
ağaçların tepelerinde seyrelmeler ve erken yaprak dökümü,
büyümede yavaşlama gibi olaylar görülebilir.
Ülkemiz ormanlarında hava kirliliği sorunları ile ilk önce
Artvin-Murgul’da bulunan Göktaş Bakır İşletmesinin 1951 yılında
çalışmaya başlamasıyla karşılaşılmıştır. Bu tesiste işlenen bakır
madeninin içerdiği kükürt havaya karışarak çevredeki ormanların
Soma Termik Santrali, Manisa (Foto. M. D. Kantarcı)
53
Yatağan’da hava kirliliği nedeniyle zarar gören ağaçlar (Foto. M.Ö. Karaöz)
ölümüne sebep olmuştur. Daha sonra 70’li yıllarda İzmir-Aliağa
Endüstri Bölgesi, Samsun - Gelemen’de bulunan Karadeniz Bakır
işletmeleri ve Azot Endüstrisi, 80’li yıllarda Muğla-Yatağan
Termik Santralı, 90’lı yıllarda yine Muğla’da bulunan Yeniköy ve
Kemerköy (Gökova) Termik Santralleri çevresinde yoğun hava
kirliliğinden dolayı orman ölümleri yaşanmıştır.
Bitkiler üzerinde doğrudan zararlı etki yapan diğer bir gaz da
ozondur. Ozon (O3) atmosferin üst tabakalarında (stratosferde)
bulunduğunda güneşten dünya gelen mor ötesi (ultraviyole)
ışınların yeryüzüne ulaşmasını engeller. Bu ozona yararlı ozon
denir. Ancak ozon gazı, yeryüzüne yakın atmosfer tabakalarında
(troposferde) kirletici bazı gazların ve özellikle azotoksitlerin
güneş ışığı etkisiyle parçalanması ve bir dizi fotokimyasal süreç
sonrasında oluştuğunda canlılar üzerinde olumsuz etkiler yapar.
Bu ozona da zararlı ozon denir. Zararlı ozon bitkilerin
yapraklarında lekeler oluşmasına neden olur.
Hava kirliliğinin ağaçlar üzerindeki dolaylı etkisi asit yağışlar
ile oluşur. Asit yağışlar doğrudan doğruya ağaçları öldürmez.
Dolaylı olarak önce toprakların asitleşmesine yol açar, asitleşen
topraklarda alüminyumlu, demirli ya da magnezyumlu bileşikler
asit koşullar nedeniyle çözünür. Ağaçlar da çözünen bu
54
bileşiklerden oluşan alüminyum, demir veya magnezyum iyonları
ile beslenmek zorunda kalırlar. Bu iyonların fazlası zehir etkisi
yapar ve bitkiler zamanla ölebilirler. Ülkemizde asit yağmurlar
lokal olarak görülmektedir. Ama ülkemiz ormanlarında asit
yağışların fazla etkisi bulunmamaktadır.
Biyotik Zararlılar Orman ağaçlarına zarar veren başlıca canlılar, böcek ve
mantarlardır. Böcekler ve mantarlar aslında orman ekosisteminin
bir parçasıdırlar. Ancak zaman zaman aşırı üreyerek ormana zarar
verebilirler. Böcekler özellikle kuraklık ve aşırı sıcaklar nedeniyle
bitkilerin zayıf düştükleri zamanlarda daha fazla ürerler.
Böceklerin bir kısmı ağaçların yapraklarını yiyerek, bir kısmı ise
odunlarında zarar yaparak ağaçların ölümüne neden olabilirler. Bu
zarar bazen çok büyük boyutlara ulaşabilir ve bir yerdeki ormanın
tamamı ölebilir. Uzaktan bakıldığında orman yeşil değil, tamamen
kahverengi görülebilir. Bu nedenle böcek zararlarına “dumansız
yangın” da denilir. Ülkemizde yıllık ortalama 550 bin hektarda
böcek zararı görülmekte. Her yıl böcek zararı nedeniyle 400 bin
m3 odun kesilmektedir.
Ülkemiz ormanlarında çam kese böceği (çam ormanlarında)
ve kabuk böcekleri (Ladin ve Göknar ormanlarında) en çok zararı
vermektedir.
Çam kese böceği tırtılları (Foto. M. Akkaya)
55
Böcekler yanında bazı mantarlar
da ormanlarda ölümlere yol açar.
Ülkemizde en fazla rastlanan mantar
zararlıları kestane kanseri ve meşelerde
görülen kök çürüklüğü mantarlarıdır ve
özellikle Marmara bölgesinde etkili
olmaktadırlar. Ayrıca geniş alanlarda
olmasa da domuz, tavşan, geyik,
ağaçkakan gibi hayvanlar da ağaçlara
zarar verebilmekte.
Çam kese böceği yuvası
Abiyotik Zararlılar Ormanlar böcekler ve mantarlar yanında fırtına, kuraklık ve
kar gibi faktörler ile de zarar görebilir. Bunlara abiyotik (canlı
olmayan) zararlılar denilir. Çünkü şiddetli rüzgârlar ya da
fırtınalar ağaçları kökleri ile birlikte devirebilir veya gövdelerini
kırabilir. Aşırı kuraklıklarda, susuzluk nedeniyle ağaçlar
kuruyabilir. Fazla miktardaki kar ağaçların tepesinde birikerek
ağaçların kırılmasına ya da devrilmesine yol açabilir. Ülkemizde
1995-2008 yılları arasında toplam 2,92 milyon hektar alanda kar,
rüzgâr ya da kuraklık zararı görülmüştür. Bu zararlar sonucunda
14 yılda toplam 13,48 milyon m3 odun zarar görmüş ve kesilmek
zorunda kalmıştır. Rüzgâr, kuraklık ya da kar zararları yıldan yıla
56
Belgrad Ormanında Rüzgâr devriği
değişebilmektedir. Örneğin 2001-2002 kışında Marmara
Bölgesinin Anadolu Bölümü ile Batı ve Orta Karadeniz
bölgelerinde 3,7 milyon m3’e eşdeğer rüzgâr devriği olmuştur. Bu
da yaklaşık olarak ormanlardan her yıl kesilen odun miktarının
4’te biri kadardır.
Yasalar Açık maden işletmesi
Ormanları koruması gereken yasaların, ormanların
azalmasına yol açtığını öğrenmek sizlere garip gelebilir.
Ülkemizde maalesef orman yasasında yapılan değişiklikler ya da
çıkarılan başka yasalar ile ormanlar azaltılmaktadır. Örneğin 2-B
diye bilinen bir uygulama vardır. Aslında 6831 sayılı Orman
Kanununun 2. maddesinin B bendidir. Bu bende göre 31.12.1981
tarihinden önce orman niteliğini kaybetmiş alanlar, orman sınırları
dışına çıkarılmaktadır. Hatta günümüzde 1981 yılından sonra da
orman niteliğini kaybeden alanların orman dışına çıkarılması için
çalışmalar vardır. Bu beklentiler nedeniyle her yıl ortalama 5.300
ha orman alanı işgal edilmektedir. 1974 yılından günümüze kadar
473 bin ha alan orman sınırları dışına çıkarılmıştır.
Orman Yasasının dışında Maden ve Turizmi Teşvik yasaları
da ormanların azalmasına yol açmaktadır. Bir yer turizm merkezi
olarak ilan edilirse, oradaki ormanlar Çevre ve Orman
Bakanlığına sorulmadan belli bir süreliğine turizmcilere tahsis
edilebilmekte. Bir ormanın altında maden bulunduğunda, o
57
ormanda madencilere belli sürelerle maden çıkarma izni
verilebilmekte. Buna dayanarak örneğin hem tarihi ve turistik
öneme, hem de geniş orman alanlarına sahip Antalya’da 2.300
kadar maden arama ve işletme ruhsatı verilmiştir.
İklim Değişikliği İklim değişikliklerinin ormanlar üzerindeki etkileri yeni yeni
anlaşılmaya başlandı. Hatta ormanların iklim değişikliğinin ilk
kurbanları olduğunu öne sürenler bile var. Oldukça gündemde
olan bu konu bir sonraki bölümde detaylı olarak açıklanacaktır.
Mermer Ocağı, Isparta
58
İKLİM, KÜRESEL ISINMA, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ORMANLAR İklim Son yıllarda küresel ısınma ve iklim değişikliğini çok fazla
duymaya başladık. Hatta aklımız karışmaya başladı. Nasıl
karışmasın ki, bir taraftan atmosferdeki sera etkisi ile dünyanın
ısındığını öğreniyoruz, sıcaklıklar artıyor. Örneğin ülkemizde
meteorolojik kayıtların tutulduğundan bu güne kadar en sıcak yıl
2001, ikinci en sıcak yıl ise 1999 yılları. Yine ülkemizde Son 15
yıllık dönemde ortalama sıcaklıklar uzun dönemli sıcaklıklardan
0,48 - 1,41 oC daha yüksek. Diğer taraftan 2010 kışı Türkiye,
Avrupa ve ABD’de son yılların en soğuk kışı oldu. Küresel ısınma
ile birlikte kuraklıkların artacağı söyleniyor ve 2007-2008
yıllarında neredeyse içme suyu bulamaz hale geliyoruz,
barajlarımızda su kalmıyor. Ama 2009’a ve 2010’un ilk altı ayına
bakınca, bu sefer de aşırı yağışlardan seller olduğunu, insanlar
öldüğünü, tamamen dolan barajların kapakları açıldığını
görüyoruz. Haziran ayında bile seller yaşanıyor. Son elli yıllık
meteorolojik kayıtları incelediğimiz de 2008 yılının yağan 504
mm yağış ile bu dönemin en kurak yılı, 2009 yılının ise 815 mm
yağış ile en yağışlı yılı olduğunu görüyoruz. İnsanın aklına
İstanbul Mecidiyeköy’de yağışlı bir gün
59
küresel ısınma bir kandırmaca mı sorusu geliyor. Bu durum
aslında bazı kavramları yanlış bilmemizden kaynaklanıyor.
Öncelikle iklim ile hava durumunu karıştırıyoruz.
Hepimiz sabah kalktığımızda o gün hava kapalı mı, güneşli
mi, yağmur yağacak mı diye pencereden dışarıya bakarız, ya da
televizyonlardan hava durumunu izleriz. Havanın güneşli ya da
yağmurlu olmasına göre giyiniriz. Hatta bazen kar yağmasını
bekleriz, okullar tatil olsun diye. İşte bir yerde anlık veya birkaç
günlük atmosferik olayların (yağış, sıcaklık, rüzgâr, basınç, nem
vb.) tümüne hava denir. Hava durumu ise havanın kısa süreli
halini ifade eder.
İklim ise daha uzun süreleri kapsar. Bir bakıma bir yerde uzun
yıllar yaşanan ya da gözlenen tüm hava koşullarının ortalama
özellikleri ile, bu olayların yaşanma sıklıklarının zamansal
dağılımlarının, gözlenen ekstrem değerlerin, şiddetli olayların ve
tüm değişkenlik tiplerinin sentezi olarak tanımlanır. Hava durumu
ile iklimi bir örnek ile anlatalım. Örneğin televizyonlardaki hava
durumu programlarında sıkça duyarız, sıcaklıklar mevsim
normallerinin altında ya da üstünde diye. Burada mevsim
normalleri uzun yıllardır yapılan gözlemlerle, ölçümlerle
bulunmuş ortalama sıcaklık değerleridir. Dolayısıyla iklim ile
ilgilidir. O gün, o hafta ya da o ay için verilen sıcaklık değerleri
ise hava durumunu ifade eder.
Küresel Isınma ve İklim Değişikliği Küresel ısınma, çeşitli sebeplerle sera gazı adı verilen
karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazot monoksit (N2O), ozon
(O3),
su
buharı
(H2O),
hidroflorokarbonlar
(HFC),
perflorokarbonlar (PFC), kükürtheksaflorid (SF6), su buharı (H2O)
gibi gazların atmosferdeki miktarlarının artmasına bağlı olarak
atmosferin alt tabakaları ve yeryüzündeki sıcaklıkların artmasıdır.
Sera gazları, aynı seralardaki camlar gibi etki eder. Bildiğiniz gibi
seralarda güneş ışığı camdan geçer ve seraların ısınmasını sağlar,
60
ama dışarı yansımaz. İşte atmosferdeki sera gazları da güneş
ışığının dünyaya ulaşmasını engellemez, ama dünyadan yansıyan
kızılötesi ışınımları engeller. Böylece dünya ısınır. Aslında bu iyi
bir şeydir. Çünkü dünyanın ısınması canlıların yaşaması için
uygun şartları oluşturur. Örneğin atmosferin sera etkisi olmasaydı
dünyanın sıcaklığı –18 C° olacaktı. Ama bugün için dünyanın
ortalama sıcaklığı +15 C°’dir.
Sera etkisi iyi bir şeyse ve canlıların dünya üzerinde yaşaması
için uygun koşulları sağlıyorsa, neden herkes sera etkisiyle
dünyanın ısındığını, ilerleyen yıllarda dünyayı felaketlerin
beklediğini söylüyor? Çünkü insanların fosil yakıtları daha fazla
kullanması ile atmosfere daha fazla CO2 verilmeye başlandı.
Atıklarımızın ayrışması ile atmosferdeki metan miktarları arttı,
üstelik şimdiye kadar hiç atmosferde bulunmayan bazı gazlar da
(klorlu florlu gazlar), insanlar yüzünden atmosferde var artık.
Bunların sonucunda da ortalama +15 C° olan dünya sıcaklığı
artıyor. Bugün 100 yıl öncesine göre dünya 0,74 C° daha sıcak. 1
C° bile değil, ne olacak ki diye düşünebilirsiniz. Çünkü aynı gün
içinde bile sıcaklık farkları 10-15 C° olabiliyor. Günlük sıcaklık
farkları hava durumu, atmosferdeki yaklaşık bir derecelik sıcaklık
artışı ise iklim ile ilgilidir. Dünya tarihine bakıldığında, ortalama
sıcaklıklarda 2-3 C°’lik soğuma ya da ısınmaların, dünyanın buzul
çağına girmesine ya da aşırı kurak dönemlerin yaşanmasına neden
Fidan üretiminde kullanılan bir sera
61
olduğu görülmektedir. En sıcak ve en soğuk dönemler arasındaki
sıcaklık farkları 10 C° kadar. Asıl korkutucu olansa, eğer bir
önlem alınmazsa küresel ısınmanın giderek artacağı tahminleridir.
Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yüzlerce
bilim insanına hazırlattırılan bir raporda, sera gazı salımları
durdurulmaz ya da azaltılmazsa dünyanın sıcaklığının 6 C° kadar
artacağı öne sürülüyor. İşte aklın karışması bu noktada başlıyor,
dünya ısınırken dünya üzerinde bazı yerlerde sıcaklıklar artıyor,
bazı yerlerde ise düşüyor. Bazı yerler kuraklaşırken, bazı yerlerde
yağışlar artıyor. Bunun birçok nedeni var. Örneğin ısınma
nedeniyle daha fazla buharlaşma olur ve buharlaşan su da hava
hareketleri ile taşınır. İşte bu yüzden bazı yerlerde seller olurken
bazı yerlerde ise kuraklık görülüyor. Üstelik aynı bölgede bile
ekstrem hava olaylarında artışlar var. Bir yıl çok sıcak, bir yıl ise
aşırı soğuk olabiliyor. Bu gibi olaylara iklim değişikliği adı
veriliyor. Bu nedenle küresel ısınma ve iklim değişikliği
birbirinden farklı olaylardır. Aralarında neden sonuç ilişkisi
vardır. Küresel ısınma bir neden, iklim değişikliği ise sonuçtur.
Aslında iklim değişikliği olayları, dünyanın var olmasından bu
güne kadar onlarca kez yaşanmıştır. Dünya birçok kez buzul çağı
dönemine girmiş, yine ısınarak buzul çağından çıkmış, buzullar
arası dönem adı verilen zamanlar olmuştur. Bu dönemlerde birçok
canlı yaşamış, iklimlerin değişmesi sonucunda da uyum sağlayan
canlılar yaşamaya devam etmiş, ya da yeni türler evrimleşmiştir.
Uyum sağlayamayan canlılar ise yok olmuşlardır. Bazı görüşlere
göre dinozorların neslinin tükenmesi de bir bakıma iklim
değişikliği yüzündendir. Bildiğiniz gibi dinozorların yok olması
ile ilgili birçok görüş var. Bunlardan en çok kabul göreni dünyaya
bir göktaşı çarpmasının dinozorların neslinin tükenmesine yol
açtığıdır. Peki, bir göktaşı nasıl olur da bütün dinozorların yok
olmasına neden olabilir? Dinozorların hepsi toplu halde
bulunurken üzerlerine mi düşmüştür göktaşı? Hayır. Göktaşı
düştüğünde ortaya çıkan toz bütün atmosferi kaplamış, güneş
ışınlarının dünyaya ulaşmasını engellemiştir. Böylece dünya
soğumaya başlamış, yeterince sıcaklık ve güneş ışığı almayan
62
Almanya’da hava kirliliğine neden olan bir tesis
bitkiler küçülmüş ya da yok olmuştur. Böylece yeterince bitki
bulamayan otçul dinozorlar azalmaya başlamıştır. Neden
azalmasın ki, düşünün o kocaman cüsseleriyle bir dinozorun
günlük yiyeceği bitki miktarı ne kadardır? Otçul dinozorların
azalmasıyla bunlarla beslenen etçil dinozorlar da yok olmaya
başlamıştır. Ama bu süreç hemen olmamış yüzlerce yıldan sonra
dinozorların nesli tükenmiştir.
İklim değişiklikleri zaten doğal olarak da meydana geliyorsa
ve canlılar buna uyum sağlıyorsa, neden korkuyoruz o zaman.
Çünkü günümüzdeki iklim değişikliğinde doğal süreçlerden çok
insanlar etkili. Eskiden güneş lekeleri, dünyanın eksenindeki
değişiklikler, yörünge değişiklikleri, dünyanın kendi ekseni
etrafında dönerken oluşan topaç hareketlerindeki değişiklikler,
volkan patlamaları, atmosferin bileşimindeki değişiklikler,
kıtaların levha hareketleriyle yer değiştirmesi iklimlerin
değişmesinde etkiliydi. Günümüzde söz edilen iklim değişikliği
ise doğal olarak gerçekleşen iklim değişikliklerinden farklıdır.
Çünkü insanlar atmosferin doğal yapısını bozmaya başlamışlardır.
Aslında her şey James Watt’ın 1763 yılında buharla çalışan
makineyi icadı ile başladı. Daha sonra kısa bir süre içinde buharlı
trenler, gemiler icat edildi. İlk zamanlarda buhar kömürün
yakılmasıyla elde ediliyordu. Önce benzinli, ardından dizel
motorların icat edilmesiyle petrol ürünleri de yoğun olarak
63
girmeye başladı insanların yaşamına. Böylece sanayi devri denilen
dönem başlamış oldu. 20. yüzyıla gelindiğinde fosil yakıtlar artık
insanların vazgeçilemez başlıca enerji kaynağıydı. Nüfus arttıkça,
kentler geliştikçe, refah düzeyi yükseldikçe daha da fazla bağımlı
olduk petrol ve kömüre. Hatta bunlara bir de doğal gaz eklendi.
Önceleri bu fosil yakıtların havayı kirlettiğini öğrendik. 20.
yüzyılın sonlarına doğru da fosil yakıtlar nedeniyle atmosferdeki
CO2 miktarının hızla artığını anladık. Sanayi devriminden önceki
yaklaşık 10 bin yıllık dönemde atmosferdeki CO2
konsantrasyonunun 280 ppm (milyonda bir birim) düzeyinde
olduğu sanılıyor. Oysa sanayi devriminden sonra bu değerin
sürekli olarak arttığı bulunmuş ve 2010 yılında 389 ppm’e
ulaşmış. Her yılda yaklaşık 2 ppm kadar da artıyor. İklim
değişikliğinin önlenebilmesi için atmosferdeki CO2 miktarının
450 ppm civarında tutulması gerekli. Bu sınır değere de
önümüzdeki 25-30 yılda ulaşabiliriz.
450 ppm değeri neden önemli? Yapılan hesaplamalara göre
atmosferdeki CO2 miktarının 450 ppm’e ulaşması durumunda
sıcaklıklar 2 C° kadar artabilir. Gerekli önlemler alınabilirse, bu
noktadan geri dönülebilir. Ama sera gazlarının atmosferde daha da
artmasının dünyayı bir felakete sürükleyeceğine inanıyor bilim
insanları. Bir de artan sıcaklıklara doğanın nasıl bir tepki vereceği
de tam olarak bilinmiyor. 2 C°’den sonra olası olumsuz etkiler
artarak devam edebilir.
İstanbul Boğazında Yapılaşma
64
Küresel ısınmada tek başına olmasa da fosil yakıtlar başlıca
suçlu. Çünkü yer altında depolanmış olan fosil yakıtları
kullanarak, bu fosil yakıtlarda depolanmış karbonun da atmosfere
karışmasına yol açtık bir bakıma. Atmosfer, bitkiler, hayvanlar,
toprak ve sular arasında olan karbon döngüsü bozulmuş oldu
böylece.
Atmosferdeki sera gazlarının artması üzerinde etkili olan
başka faktörler de var. Örneğin ormanların kesilerek tarıma
açılması ya da yerleşime dönüştürülmesi ile atmosferden daha az
karbon bitkilerce bağlanmakta. Kentleşme ile beton ve asfalt
yüzeylerin artması ısı adalarının oluşmasına yol açmakta. Tarımda
aşırı kullanılan özellikle azotlu gübreler, diğer bir sera gazı olan
diazot monoksitin (N2O) atmosferdeki miktarını arttırmakta.
Hayvancılık ile ortaya çıkan ahır gübrelerinin ayrışması sırasında
oluşan metan da başlıca sera gazlarından biri. Yine atıklarımızın
Yazlıklarla betonlaşan tarım alanları
65
biriktiği çöplükler de önemli metan kaynakları arasında. Ozon
tabakasının incelmesine yol açan, hani şu bir zamanlar
deodorantlarda ya da buzdolaplarında kullanılan klorlu florlu
karbonlar (CFC) ile bunların yerine kullanılmaya başlayan florlu
karbonlar da önemli sera gazları.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı olarak buzulların
erimesi, deniz seviyelerinde yükselme ve kıyıların sular altında
kalması, ekstrem hava olaylarının daha sık olması ve
şiddetlenmesi, seller ve kuraklıklarda artışlar, gıda üretiminde
azalmalar, bazı canlıların neslinin tükenmesi, Gulf Stream gibi
bazı okyanus akıntılarının bozulması, fırtınalarda artışlar, çeşitli
hastalıklarda artışlar, göçler, okyanusların asitleşmesi, mercan
resiflerinin ölümü gibi olaylar beklenmekte. Hatta bazı ada
devletlerinin tamamen sular altında kalması tehlikesi bile var.
Hatta sıcaklık artışları 5-6 C°’ye ulaşırsa deniz diplerinde
depolanmış olan metan hidrat bileşiklerinin serbest hale gelmesi,
atmosfere metan salımı olması tehlikesi de var. Metan yanıcı bir
gaz. Bu gazın yanması veya patlaması durumunda büyük
yangınlar, hatta tsunamilerin olması da söz konusu. Kısaca
balıkçısından ormancısına, işçisinden memuruna, öğrencisinden
öğretmenine, köylüsünden kentlisine herkesi sıkıntılı bir dönem
beklemekte.
Koyun Sürüsü, Tokat
66
İklim değişikliğinin önlenebilmesi için atmosferdeki CO2
miktarının 450 ppm civarında tutulması gerekli.
Ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyada iklim
değişikliğinin etkilerinin daha fazla hissedileceği tahmin ediliyor.
İklim değişikliğine bağlı olarak ülkemizi bekleyen en önemli
sorunlar, kuraklık, sel ve taşkınlar, fırtınalar, sıcak veya soğuk
hava dalgaları. Doğal olarak bu meteorolojik olaylar yaşamımızın
her anında bizleri etkileyecektir. Örneğin tarım ürünleri
azalabilecek, orman yangınları artabilecek, turizm bölgeleri
olumsuz olarak etkilenebilecektir. Ancak ülkemizin her yerinde
aynı yönde değişikliklerin olmayacağı düşünülüyor. Örneğin İç
Anadolu ve Akdeniz Bölgelerinde kuraklıklarda, Karadeniz
Bölgesinin kıyı kesiminde ise yağışlarda artışlar beklenmekte.
Bu kitapta küresel ısınmanın tarım, turizm ya da ekonomi
üzerindeki etkilerinden çok ormanlar üzerindeki etkileri üzerinde
durulacaktır. Çünkü tarım, turizm ya da ekonomi gibi alanlarda
çeşitli şekillerde iklim değişikliğinin etkilerini azaltabilirsiniz,
başka bir deyişle iklim değişikliğine uyum sağlamanız daha
kolaydır. Örneğin tarım alanlarında kuraklığa karşı sulama (o da
Çeltik Tarlası, Balıkesir
67
su bulabilirseniz) yapabilirsiniz. Ama ormanlarda önlem almanız
çok zor. Üstelik ormanların iklim değişikliğinin etkisini azaltma
açısından da çok önemli yararları var. Şimdi ormanların iklim
değişikliği ile ilgili özelliklerini anlamaya çalışalım.
Ormanlar ve İklim Ormanlarla iklim arasında karşılıklı ilişkiler vardır. Başka bir
deyişle ormanlar iklimden etkilenir, aynı zamanda da iklimi
değiştirir.
İklimin Ormanlar Üzerindeki Etkisi Ormanlar öncelikle yağışın ve sıcaklığın uygun olduğu
bölgelerde bulunur. Çünkü su ve sıcaklık bitkilerin yaşaması için
en önemli unsurlardır. Örneğin aşırı sıcak, gece ve gündüz
sıcaklık farklarının fazla, yağışın yetersiz ya da iklimin kurak
olduğu yerlerde orman yetişmez. Bu yüzden Kuzey Afrika’da,
Orta Asya’da, Arap Yarımadasında, Avustralya ve Kuzey
Amerika’nın kıyıdan uzak iç bölgelerinde pek fazla orman
bulunmaz. Hatta iklim ormanların tipini de etkiler. Yağmur
ormanları, sadece tropikal iklimin hâkim olduğu bölgelerde
bulunur. Sıcaklıkların düşük, bitki büyüme döneminin kısa olduğu
Kanada, Kuzey Avrupa ya da Rusya’nın kuzeyinde daha çok
ibreli ormanlar yetişir, bu ormanlara boreal ormanlar denilir. Yine
yüksek dağlık alanlarda da ibreli ormanlar görülür. Yüksek
dağlarda sıcaklıkların çok düşük olması nedeniyle genellikle
2.000 m’nin üzerinde orman bulunmaz. Hatta daha da yüksek
bölgelerde ağaç dahi yetişemez ve sadece otlar yaşayabilir. Ağrı
Dağı gibi çok yüksek dağların zirveleri ise yılın 12 ayı buzla
kaplıdır. Ülkemizde de ormanların yayılışına baktığımızda, nemli
iklime sahip olan Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz
Bölgesinde daha fazla ormanımızın olduğu görürüz. Karasal ya da
yarı kurak iklime sahip İç Anadolu ile Güneydoğu Anadolu’da
daha azdır ormanlarımız. Doğu Anadolu’da da ormanlar azdır.
Ama bu bölgemizde kuraklıktan çok, soğuk nedeniyle ormanlar
68
pek fazla bulunmaz. Çünkü denizden olan yükseklik arttıkça
sıcaklık azalır. sıcaklık azalması yaklaşık olarak her 100 m’de 0,5
C° kadardır. Dolayısıyla yüksek dağlarda sıcaklıklar oldukça
düşüktür ve bu da ağaçların yaşamasını engeller.
Sıcaklık ve su orman ağaçlarının yayılışını da etkiler. Örneğin
Kızılçam ağacını iklimin daha ılıman olduğu Ege ve Akdeniz
Bölgelerinde görürüz. Marmara ve Batı Karadeniz’de de vardır
Kızılçam ormanları, ama vadilerden deniz etkisinin iç bölgelere
sokulduğu alanlarda ancak yaşayabilir. Yine Kızılçam ormanları,
1.000-1.200 m’den daha yükseklerde nadiren bulunur. Çünkü
soğuklardan dolayı artık kızılçamın yaşaması mümkün olmaz.
Bazı çukur alanlarda orman bulunmaz. Bu çukur alanlarda
geceleri soğuk hava birikir ve don olur. Her yıl tekrarlanan bu don
olaylarından dolayı, buralarda ancak otlar yaşayabilir. Bu alanlara
don çukuru adı verilir.
Orman Sınırı
69
Bitkilerin tomurcuklarının patlaması, çiçeklerinin açması,
yapraklanma, yeni sürgünlerin oluşması, tohum ve meyvelerin
olgunlaşması hem iklim, hem de hava durumu ile ilgilidir.
Bitkilerin tomurcuklarının patladığı ve büyümeye başladığı
döneme vejetasyon dönemi denir. Orman ağaçları için vejetasyon
döneminin ortalama sıcaklıkların 10 C° civarında olduğu zaman
başladığı kabul edilir. Bu değer tarla bitkilerinde ise 5 C°
civarındadır. Orman altındaki bitkilerin çoğu 10 C° den daha
düşük sıcaklıklarda tomurcuklarını patlatır. Çünkü daha geç
kalması durumunda ağaçlar yapraklanacağı için yeterli ışığı
bulamaz. Bitkilerin tomurcukları her yıl aynı tarihte patlamaz, ya
da çiçekler aynı tarihte açmaz, havaların soğuk ya da sıcak
olmasına göre önce ya da sonra gerçekleşir.
Suyun yeterli ya da yetersiz oluşu da ormanlardaki ağaç
türünü değiştirir. Örneğin suyun az bulunduğu ya da kurak
yerlerde meşe ormanları bulunur. Ama örneğin Kayın, Gürgen,
Kestane gibi ağaçlar, biraz daha fazla suya ihtiyaç duyarlar. Hatta
bazı ağaç türleri ancak su kenarlarında yaşayabilirler, Söğüt,
Kavak, Kızılağaç gibi. Hatta sisin bile etkisi vardır ağaçların
gelişmesine. Çünkü sisi aslında yeryüzüne inmiş bir bulut gibi
düşünebilirsiniz. Sis çok ufak su damlacıklarından oluşur. Sisin
sık sık görüldüğü yerlerde bitkiler fazla terleme (transpirasyon)
yapmaz, böylece su kaybetmez ve daha iyi gelişir.
Sedir ormanı içinde bir don çukuru
(Foto. M.A. Başaran)
70
Orman altında çiçeklenmiş bir orman gülü
Kurak iklim koşullarında bitki organlarında çeşitli değişimler
oluşur. Bitkilerin yaprakları küçülür, sertleşir, tüylenir,
üzerlerinde mumsu bir tabaka bulunur ve bu tabaka yaprak
renginin grileşmesini sağlar. Yapraklar düz değil, güneş ışığını
yansıtacak şekilde kıvrımlıdır. Bütün bunlar bitkinin su kaybını
azaltmak için geliştirdiği önlemlerdir.
Kar da bitkilerin gelişmesi üzerinde etkilidir. Bazı ağaçların
tohumlarının, çimlenebilmesi için kar altında kalması gerekir.
Hatta kar bazı bitkileri bir yorgan gibi örterek, donlardan zarar
görmesini engeller. Kar yavaş yavaş erir ve kar suyunun tamamı
toprağa girer. Böylece su topraklarda depolanır. Depolanan bu su
da yaz aylarında kuraklıkların atlatılmasında kullanılır. Ama karın
ağaçlar üzerinde zararlı etkisi de vardır. Örneğin bir ağacın
üzerinde fazla kar birikmesi, o ağacın dallarının kırılmasına ya da
devrilmesine yol açabilir. Eğimli alanlarda kar baskısı ile
ağaçların gövdeleri eğri olarak büyür.
Sıcaklık ve yağış yanında ışığa da ihtiyaç duyar bitkiler.
Güneş ışığı olmadan fotosentez yapamazlar. Bu nedenle çok koyu
71
Sis içinde bir sarıçam ağacı
gölge olan yerlerde bitkiler ve ağaçlar yaşayamazlar ya da zayıf
büyürler. Hatta ağaçlar ışık isteklerine göre ışık ağacı, gölge ağacı
gibi sınıflandırılırlar. Çam ağaçları büyümek için fazla ışığa
ihtiyaç duyarlar örneğin.
Sürekli rüzgârın estiği yerlerde de ağaçlar iyi gelişemez.
Deniz kenarlarında görmüşsünüzdür, ağaçların tepeleri rüzgârın
geldiği yönün ters tarafına doğru büyümüştür ya da ağaçlar
toprağa doğru yatmıştır. Hatta fırtınalar ormanlardaki ağaçların
toplu halde devrilmesine ya da kırılmasına neden olur. Fırtına
düzeyinde olmasa bile hafif hafif esen rüzgârlar bile ormanları
olumlu ya da olumsuz olarak etkiler. Örneğin sıcak bir günde esen
kuru bir rüzgâr ağaçların daha fazla transpirasyon yapmasına ve
su kaybetmesine yol açabilir. Ya da tam tersi nemli bir rüzgâr
sıcak bir havada ormanların kurtarıcısı olabilir.
72
Kar altında bir orman
Doğal
nedenlerle
çıkan
orman yangınlarının en büyük
nedeni yıldırımlardır. Bir ağaca
düşen
yıldırım
bu
ağacın
tutuşmasına neden olabilir ve
tutuşan bu ağaçtan diğer ağaçlara
yangın sıçrayabilir. Yıldırımlar
yangına neden olmasa bile
düştüğü ağaçta kalıcı zararlara yol
açabilir.
Bayrak oluşumu
73
Ormanların İklim Üzerindeki Etkileri Buraya kadar bazı iklim elemanlarının ormanları nasıl
etkilediğini anlattık. Şimdi de ormanların iklimi nasıl
değiştirdiğine bir göz atalım.
Makro iklim ya da bölgesel iklim ormanların yayılışını
belirlerken ormanlar daha çok mikro iklimi ya da lokal iklimi
değiştirirler.
Ormanlar tepeleriyle toprağı kapatarak gölge yaparlar.
Ormanlardaki ağaçların tepelerinden güneş enerjisinin bir kısmı
yansıtılır. Ormanın altına güneş enerjisinin küçük bir bölümü
geçer. Güneş ışınlarının yüzeyler tarafından yansıtılmasına albedo
denir. Bir yüzeyin albedosu ne kadar düşükse o kadar fazla ısınır
ve çevresini o kadar fazla ısıtır. Koyu renkli yüzeylerin albedosu
düşüktür. Ağaçların yeşil renkli tepeleri örneğin asfalta, kırmızı
renkli çatılara oranla daha düşük albedoya sahiptir. Bu nedenle
yazın kentler daha sıcak, ormanlar daha serindir. Ağaçların
tepeleri kış aylarında da karasal ışınımı azaltır. Karasal ışınım,
güneş ışınları tarafından ısıtılmış yüzeylerin ısısını çevresine
yaymasıdır. Bu nedenle de kış aylarında ormanlar kentlerden
olmasa da tarım alanlarından daha sıcaktır. Ayrıca ormanlarda
gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkları, kentler ve tarım
alanlarına göre daha azdır. İnsanların yaz aylarında ormanlara
gitmesinin nedeni budur.
Ormanların yazın daha serin, kışın ise daha sıcak olması ve
kentler ya da tarım alanlarındaki lokal iklimden farklılığı,
ormanların bitişiğindeki ekosistemlerle ormanlar arasında bir hava
akımı olmasını sağlar. Bu hava hareketleriyle örneğin kentin kirli
havası ormanlara gelir ve ormanlar tarafından temizlenir, ya da
ormandaki temiz ve oksijence zengin hava kentlere taşınır.
Örneğin İstanbul’da ormanlar kentin kuzeyinde yer alır ve bu
ormanlarca üretilen
74
İstanbul Boğazında yerleşim
Ormanlarda yağışın bir kısmının yapraklarda tutularak
buradan buharlaştığı, orman altına ulaşan yağışın ise neredeyse
tamamının toprağa sızdığı, toprağa sızan suyun bir kısmının da
toprakta depolandığı daha önce anlatılmıştı. Ormanlardaki ağaçlar
topraklarda depolanan bu suyu kökleriyle yapraklarına taşırlar ve
terleme ile buharlaştırırlar. Kentlerde ise toprak yüzeyleri,
binalarla asfaltla kaplandığı için yağış suları kanalizasyona gider.
Bu nedenle ormanlardaki hava nemi kentlere göre daha fazladır.
Ormanlar rüzgârların yönünü de değiştirirler. Örneğin sürekli
rüzgâr altında bulunan bir kentin rüzgârla arasına kurulacak bir
orman kentin daha az rüzgâr almasını sağlayabilir. Ya da tam tersi
75
rüzgâr almayan, bu nedenle kirli kent havasının yer değiştirmediği
kentlerde kurulacak ormanlar ile hava akımları ve rüzgârlar
yönlendirilerek kent havasının temizlenmesi sağlanabilir.
Ülkemizde yeşil kuşak ağaçlandırmaları adı altında birçok kentin
çevresinde bu tarzda ağaçlandırmalar yapılmıştır. Daha küçük
alanlarda ağaçlarla kurulacak rüzgâr perdeleri de rüzgârın hızını,
kurutucu etkisini azaltarak tarım alanlarını koruyabilmektedir.
Bazen tek bir ağaç bile iklimi değiştirebilmektedir. Örneğin
evlerimizin güneyine evimizi gölgeleyecek şekilde kışın yaprağını
döken bir ağaç diktiğimizde, evlerimiz yazın daha serin olur.
Kışın ise ağaç yaprağını dökeceği için güneş ışınları evin içine
girer ve evimiz daha sıcak olur.
Ormanlar ve İklim Değişikliği İklim değişikliğinin farkına varılmasından sonra ormanların
önemi arttı. Çünkü ormanların iklim değişikliğinin önlenmesinde
katkısı çok büyük. Aynı zamanda ormanların azalması da küresel
ısınmayı ve iklim değişikliğini arttırıyor. Ama iklimin değişmesi
de ormanların üzerinde olumsuz etkilere sahip. Yani yine
karşılıklı ve karmaşık ilişkiler söz konusu.
Ormanların İklim Değişikliği Üzerindeki Etkileri Ormanlar hem iklim değişikliğini azaltırlar, hem de
küresel ısınmayı arttırırlar. Yine aklımız karıştı değil mi?
Önce ormanlar küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini nasıl
azaltır, bunu açıklayalım. Küresel ısınmanın nedenlerini
hatırlayalım. Nelerdi? Atmosferde her geçen gün miktarı artan
başta karbondioksit olmak üzere diğer sera gazları. Peki, ne
yapmamız gerekli, hem sera gazlarının atmosfere salımını
azaltmak, hem de atmosferde bulunan karbon miktarını azaltmak
değil mi? Sera gazı salımını daha az fosil yakıt kullanarak
azaltabiliriz. Ya zaten atmosferde olan karbondioksiti nasıl
76
Hamiabat Termik Santrali, Lüleburgaz
azaltırız? Bunun için küresel karbon döngüsünü incelemek
gerekli.
Küresel karbon döngüsü, karbonun atmosfer, canlılar
(bitkiler, hayvanlar ve insanlar), karalar ve sular arasında değişik
kimyasal bileşikler halinde dolaşmasıdır. Kısaca açıklayalım.
Atmosferdeki karbondioksit fotosentez ile bitkiler tarafından
alınır. Peki, fotosentez nedir? Bitkilerin havadan karbondioksiti,
topraktan kökleriyle suyu alarak yapraklarındaki klorofiller ve
güneş ışığı yardımıyla karbonhidrat ve oksijen üretmesidir.
Yapraklarda üretilen bu karbonhidratlar da daha sonra ağacın yeni
yapraklar, meyveler ve odun üretmesinde kullanılır. Başka bir
deyimle bitkiler havadaki karbonu oduna dönüştürürler. Karbonun
bağlandığı bitkinin yaprakları, dalları, meyveleri, kuruyunca
dökülerek toprağın üzerinde birikirler. Toprak üzerinde biriken bu
artıklara ölü örtü denir. Ölü örtü zamanla ayrışarak humus haline
gelir ve yağmur sularıyla ya da toprak canlılarının karıştırması ile
toprağın içine doğru taşınır ve burada da birikir. Toprak
üzerindeki ölü örtü ya da toprağa karışmış olan humus mantarlar,
bakteriler ve bazı toprak hayvancıkları tarafından yenilir. Bu
77
yenme sonucunda da bitkisel artıklardaki karbonlu bileşikler
solunum ile karbondioksit şeklinde tekrar atmosfere verilir.
Sadece mikroskobik boyuttaki toprak canlıları değil, tüm canlılar
(ağaçlar da dâhil) solunumları sırasında atmosfere karbondioksit
verirler. Bitkiler fotosentez ile ürettikleri karbonhidratları solunum
ile harcayarak CO2 üretirler. İnsanlar ve hayvanlar ise bünyelerine
karbonu diğer canlıları (bitkileri ve hayvanları) yiyerek alırlar.
Solunum ile de aynı bitkilerde olduğu gibi çeşitli bileşikler
halindeki karbonu yakarak nefes verme sırasında CO2 olarak
havaya atarlar.
Karbon döngüsünde suların da olduğu söylenmişti. Şimdiye
kadar anlatılanlarda sulardan hiç bahsedilmedi. Sularda, özellikle
de okyanuslarda da fotosentez yapan canlılar (fitoplanktonlar,
çeşitli su bitkileri gibi) vardır. Bu canlılar da aynı karalardaki
bitkiler gibi karbonu bağlarlar, öldüklerinde de deniz ya da
okyanus diplerinde birikirler. Yine bu bitkiler ile diğer su canlıları
da solunum ile atmosfere CO2 verirler. Ayrıca denizlerde ve
okyanuslarda karbon suda birikebilir. Bu birikme canlılar
aracılığıyla olmaz. CO2 su ile çok kolay tepkimeye giren bir
gazdır ve bu kimyasal bir tepkime sonucunda karbonik asit oluşur,
bu şekilde de sularda karbon birikimi gerçekleşir. Kısaca
özetleyecek olursak karbon atmosferde, karalardaki bitkilerde ve
diğer canlılarda, topraklarda, sularda ve sularda yaşayan canlılarda
birikir. İşte karbonun biriktiği bu yerlere “karbon havuzu” adı
verilir. Bu havuzlardan atmosferde 760 milyar ton, karalardaki
bitkilerde 500 milyar ton, topraklarda 2 trilyon ton, denizlerdeki
canlılar ve okyanus ya da deniz suyunda da 39 trilyon ton karbon
vardır. Bu havuzlar arasında karbon yer değiştirir. Örneğin her yıl
karalardaki bitkiler ve ormanlar tarafından yaklaşık 60 milyar ton
karbon fotosentez ile atmosferden alınır ve doğal koşullarda bu
miktardan biraz daha az karbon solunum ile tekrar atmosfere
verilir.
Yeryüzünde bir de bu karbon döngüsüne katılmayan karbon
havuzları da vardır. Örneğin kayalarda karbon inorganik bileşikler
78
Küresel karbon döngüsü
(Botkin ve Keller 1995 ve Janzen 2004’ten değiştirilerek)
halinde bağlı olabilir. Bu bileşiklerin en fazla bilineni kireçtir.
Kimyasal formülü CaCO3 olan ve bilimsel adı kalsiyum karbonat
olan kireç, tortul kayalarda bulunur. Kireç ayrışarak CO2 şeklinde
atmosfere karışabilir. Ancak bunun miktarı azdır ve bu nedenle
karbon döngüsü içinde sayılmaz.
Karbon, ayrıca yeraltında bulunan fosil yakıtlarda da
depolanmış haldedir. Kömür, petrol ve doğal gaz yataklarındaki
depolanmış karbon miktarının 4 trilyon ton kadar olduğu tahmin
edilmekte. Fosil yakıtlardaki bu karbon, fosil yakıtlar
kullanılmadığı sürece yeraltında kalır ve karbon döngüsüne
katılmaz.
Küresel ısınma sorunu da işte bu noktada kendini gösteriyor.
Yüzlerce, hatta binlerce yıldır doğal olarak (insan etkisi olmadan)
devam eden karbon döngüsünde atmosferde, okyanuslarda,
topraklarda ve bitkilerde biriken karbon miktarı çok fazla
79
değişmemiştir. Bu nedenle 1750’li yıllardan önceki 10 bin yıllık
dönemde atmosferdeki karbon konsantrasyonu 260-280 ppm
civarında sabit kalmıştır. Fosil yakıtların kullanılmaya başlaması
ile birlikte bu karbon döngüsü bozulmuş ve atmosferdeki karbon
miktarı artmaya başlamıştır.
2000-2005 yılları arasında fosil yakıt kullanımı ve çimento
sanayisi nedeniyle atmosfere yıllık ortalama 7,2 milyar ton karbon
salındığı, buna ek olarak ormansızlaşma nedeniyle de yıllık 1,6
milyar ton karbonun atmosfere verildiği tahmin edilmekte. Buna
karşılık okyanuslar tarafından yıllık 2,2 milyar ton, karalardaki
bitkiler ile topraklar tarafından ise yıllık 2,5 milyar ton karbonun
atmosferden alındığı hesaplanmış, karalarda bağlanan karbonun
ise çok büyük kısmı ormanlardaki bitkiler ve toprak tarafından
tutulmakta. Ama ormanlar sürekli azaldığı için, bir yılda net
olarak ancak 0,9 milyar ton azaltabiliyor havadaki karbonu. Sonuç
olarak atmosferdeki karbon miktarı her yıl 4,1 milyar ton artıyor.
Atmosferdeki karbon konsantrasyonları 1958 yılından bu
yana Hawaii’deki Mauna Loa’da bulunan bir istasyonda
ölçülmekte. Burası havayı kirleten kaynaklardan uzaklığı, temiz
havası ve insanlar tarafından bozulmamış doğası nedeniyle
seçilmiş. Charles David Keeling tarafından başlatılan çalışmalar
sonucunda artık herkes atmosferdeki CO2 miktarının her yıl arttığı
biliyor.
Yine bu ölçümler sırasında CO2 konsantrasyonlarının aylık
olarak değiştiği de bulunmuş. Yıl içinde CO2 konsantrasyonunun
ocak ayından mayısa kadar arttığı, daha sonra ekim ayına kadar
azaldığı, bu aydan sonra tekrar arttığı ölçülmüş. İşte yıl içindeki
bu dalgalanmaların nedeni ormanlardır. Ormanlar bir bakıma
nefes alır ve atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun yıl içinde
değişimi de bunun göstergesidir.
Düşünelim ormanlar ne zaman fotosenteze başlarlar,
ilkbaharda değil mi? Ülkemizde örneğin hangi ayda başlar bitkiler
80
yapraklanmaya, genellikle mart aylarında. Ama soğuk bölgelerde
daha geç başlar vejetasyon dönemi. Özellikle Kuzey Avrupa,
Kuzey Rusya gibi bölgelerde ormanların fotosentez yapmaya
başlaması mayıs, haziran aylarını bulabilir. Çünkü daha önce
değinildiği gibi, ağaçların vejetasyon döneminin başlaması için
havaların ısınması gerekli. Ormanlar vejetasyon dönemi
başladığında fotosentez yaparak atmosferden CO2 almaya
başlarlar ve böylece atmosferdeki CO2 miktarı azalır. Ama
havaların soğuması ile birlikte ağaçların yaprakları dökülür, her
dem yeşil ormanlarda ise fotosentez azalır, böylece artık
atmosferden CO2 alınamaz. Hemen aklınıza şu soru gelebilir,
güney yarımkürede de ormanlar var, bu ormanlar kuzey
yarıküredeki ormanların aksine bizdeki sonbahar ve kış aylarında
daha fazla fotosentez yapıyor diyebilirsiniz. Ama bunların etkisi
görülmüyor. Bunun nedeni de Kuzey Yarımkürede daha fazla
orman olması.
İklim değişikliği gündeme geldikten sonra en çok duyduğum
sorular, bir ağaçta ne kadar karbon vardır? Ya da bir yılda
Atmosferdeki CO2 konsantrasyonun yıllara göre değişimi (Keeling
eğrisi) (www.esrl.noaa.gov/gmd/ccgg/trends)
81
Aralık
K as ım
E kim
E ylül
Ağus tos
T emmuz
Haz iran
Mayıs
Nis an
Mart
Ş ubat
Ocak
C O2 (ppm)
391
390
389
388
387
386
385
384
383
382
381
Atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun aylık değişimi
atmosferden ne kadar karbon alır ve biriktirir? soruları. Bu ağacın
yaşına, çapına, türüne göre ormanda ya da açık alanda yetişmesine
bağlı olarak değişir. Genç bir ağaçta, yaşlı ağaca göre daha az
karbon birikmiştir. Ağacın çapının kalın olması daha fazla karbon
depolandığı anlamına gelir. Hızlı gelişen türler aynı zaman
diliminde yavaş büyüyen ağaçlara göre daha fazla karbon
biriktirir.
Ormanda yetişen ağaçlarda karbonun çoğu odunda bulunur.
Açık alanda yetişen ağaçlarda ise gövde odununun yanında
dallarda da karbon fazlaca birikir. Bu nedenle ormancılar tek
ağacın tuttuğu karbon yerine belli bir alandaki karbon ile
ilgilenirler ve genellikle 1 hektar (10000 m2) alan için konuşurlar.
Üstelik ormanda karbon sadece ağaçların dallarında,
yapraklarında ya da gövdelerinde depolanmaz. Ağaçların kökleri,
ölü örtü, ağaçların ölmüş gövdeleri ya da dalları ve topraklar da
birer karbon havuzudur.
82
Ölü odun
83
Ormanlarda depolanan karbon miktarı enlemlere göre
değişir. Örneğin 1990 yılı için yapılan bir hesaplamada tropikal
ormanlarda toplam 212 milyar karbonun ağaçlarda, 216 milyar
tonu topraklarda olmak üzere toplam 428 milyar ton karbon
depolandığı belirlenmiş. Bu değer ülkemiz ormanlarının da yer
aldığı ılıman kuşaktaki ormanlar için toplam, 159 milyar ton,
kuzey enlemlerdeki boreal kuşak ormanları için ise 559 milyar ton
olarak bulunmuş. Tabi bu ormanların alanları farklı olduğu için
karşılaştırma yapmak zor. Bir hektar alandaki karbon miktarlarına
bakarak bir karşılaştırma yapabiliriz. Sadece ağaçlarda
depolanmış karbonu ele aldığımızda 1 hektar alan için 120,5 ton
ile en fazla tropikal ormanlarda karbon bulunduğunu görüyoruz.
Ilıman kuşak ve boreal kuşak ormanlarında ise neredeyse bunu
yarısı kadar karbon var. Tropikal bölgelerdeki sıcak ve nemli
iklim ve ağaçların 12 ay boyunca sürekli büyümesi ile bu normal
bir sonuç. Topraklara baktığımızda ise 1 ha alanda en fazla
karbonun 343,8 ton ile boreal kuşak ormanlarında olduğu
görülüyor. Tropikal ormanlardaki topraklarda bunun üçte biri,
ılıman kuşak ormanlarındaki topraklarda ise neredeyse 4’te biri
kadar karbon depolanmış halde. Ormanlardaki bitkilerde ve
topraklarda depolanmış karbon miktarı tarım alanlarından,
çöllerden ya da tundralardan çok çok fazla. Verilen bu değerlerin
1990 yılı için olduğunu ve günümüzde ise özellikle tropikal
ormanlarda depolanmış karbon miktarının daha az olduğunu da
ekleyelim.
84 bir Karaçam ormanı, Denizli
Yaşlı
Verilen bu değerler ormanlarda depolanmış karbon miktarını
gösteriyor. Ama yıllık olarak atmosferden ne kadar karbon
alındığını açıklamıyor. Büyük çoğunluğu ormanlar tarafından
olmak üzere karalardaki bitkiler ve topraklar her yıl atmosferden
2,5 milyar ton karbon alıyor. Ama ormansızlaşma ile de 1,6
milyar ton karbon atmosfere karışıyor. Net olarak ise ormanlar
ancak her yıl 0,9 milyar ton azaltabiliyor atmosferdeki karbonu.
Bir hektar alan içinse bu değer ortalama 0,25 ton, yani 250 kg
kadar.
Gelelim insanların bir yılda ne kadar karbon ürettiğine. Bu durum
ülkeden ülkeye değişiyor. Gelişmişlik düzeyi arttıkça kişi başına
sera gazı salımı artıyor. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde
kişi başına 19,8 ton karbondioksit salınıyor atmosfere. Bu da
yaklaşık 5,4 ton karbona denk. Ama kişi başına en yüksek
salımlar Körfez ülkelerinde. Dünya üzerinde kişi başına 55,5 ton
1990 yılı için Dünya üzerindeki biyomlarda vejetasyon ve topraklarda
tahmini karbon stoku (Janzen 2004)
Biyomlar
Tropikal
Ormanlar
Ilıman Bölge
Ormanları
Boreal
Ormanlar
Tropikal
Savanlar ve
Otlaklar
Ilıman Bölge
Otlakları ve
Çalılıklar
Çöller ve Yarı
Çöller
Tundra
Tarım
Sulak Alanlar
TOPLAM
Alan
(milyar
ha)
Toplam C Miktarı
Bitki
Toprak
(milyar t) (milyar t)
Toplam
(milyar t)
Birim Alandaki C
Miktarı
Bitki
Toprak
(t/ha)
(t/ha)
1,76
212
216
428
120,5
122,7
1,04
59
100
159
56,7
96,2
1,37
88
471
559
64,2
343,8
2,25
66
264
330
29,3
117,3
1,25
9
295
304
7,2
236,0
4,55
8
191
199
1,8
42,0
0,95
1,6
0,35
15,12
6
3
15
466
121
128
225
2011
127
131
240
2477
6,3
1,9
42,9
30,8
127,4
80,0
642,9
133,0
85
CO2 ile liderlik Katar’da. Bu ülkeyi Birleşik Arap Emirlikleri ve
Kuveyt izliyor. Kanada’da yıllık kişi başı karbondioksit salımı
17,4 ton, Rusya’da 11,2 ton, Avrupa Birliği ortalaması 10,2 ton.
Çin ve Hindistan’da sera gazı salımları yüksek olmasına rağmen
nüfus fazla olduğu için kişi başına düşen yıllık CO2 salımı düşük.
Kişi başına yıllık olarak Çin’de 4,6 ton, Hindistan’da ise 1,2 ton
CO2 atmosfere verilmekte. Az gelişmiş ülkelerde örneğin
Tanzanya’da kişi başına salım 0,1 ton kadar. Hatta Burundi, Nijer,
Mozambik, Afganistan gibi ülkelerde ölçülemeyecek kadar düşük.
Ülkemizi merak ediyorsunuz değil mi? Ülkemizde 1990
yılında toplam 170,06 milyon ton sera gazı salımı varken, 2007
yılında 372,64 milyon tona çıkmış. Yani sera gazı salımlarımız %
119 artmış. Bu değer ile ülkemiz sera gazı salımlarındaki artış
açısından açık ara birinci. Şöyle ki Türkiye’den sonra gelen
İspanya’da 1990-2007 yılları arasında sera gazı salımları % 53,5
oranında artmış. Ülkemiz Çin ve ABD’nin ilk sıralarda olduğu en
çok sera gazı üretenler liginde ilk 20’yi zorluyor. Hatta enerji
üretiminde planlanan fosil yakıtlarla işletilecek olan termik
santralleri de düşünecek olursak, daha üst sıralara tırmanacağız
Sanayi tesislerinden kaynaklanan hava kirliliği
86
demektir. 1990-2007 yılları arasında Almanya, Danimarka,
İngiltere, Belçika, İsveç, İsviçre gibi ülkelerde ise sera gazı
salımları azalmış. Hatta eski Doğu Bloku ülkelerinde sera gazı
salımları 17 yıllık süre içinde % 30-50 arasında azalmış.
Ülkemizde kişi başı sera gazı salımı 1990 yılında 3 ton iken,
2007 yılında 5 tonun üzerine çıkmış. Körfez ülkeleri, ABD ya da
Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında oldukça az gibi
görünüyor değil mi? Ama bu göreceli bir yaklaşım. Afrika ya da
bazı Asya ülkelerine göre de çok fazla sera gazı üretiyoruz.
Ülkemiz ormanlarında ne kadar karbon tutuluyor? Orman
alanımız 21,2 milyon ha. Bu kadar alanda, sadece canlı bitkilerde
depolanmış olarak bulunan karbon miktarının, 480 milyon ton
olduğu hesaplanmış. Bu da bir hektar ormanda ortalama 22,7 ton
kadar karbon olduğu anlamına gelir. Ama daha önce de
anlatılmıştı. Ormanlarımızın yarısı bozuk karakterlidir ve
verimsizdir diye. Verimsiz ormanlarda birikmiş karbon miktarı
çok düşüktür. Verimli ormanlarımızda depolanmış karbon miktarı
bir hektar alanda 41,7 ton’dur. Bu değer Avrupa ormanlarında ise
43,9 ton/ha kadardır. Ormanlarda karbon sadece canlı bitkilerde
değil, aynı zamanda ölü bitki artıklarında ve topraklarda da
bulunur. Ülkemiz orman toprakları ile ilgili çok fazla bilgi olmasa
da 1 hektar alanda 78,0 ton toprakta, 5,9 ton da ölü örtüde olmak
üzere toplam 83,9 ton organik karbon depolandığı hesaplanmış.
Çok kaba olarak ülkemiz orman topraklarında ve ölü örtüdeki
depolanmış toplam karbon miktarı 1,8 milyar ton olarak tahmin
edilebilir. Başka bir deyişle ülkemiz orman topraklarında orman
ağaçlarındaki karbonun 3 katı kadar karbon depolanmış durumda.
Peki, ülkemiz ormanları her yıl atmosferden ne kadar
karbondioksiti alarak oduna dönüştürüyor. Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında, 2005 yılı için
hazırlanan ulusal sera gazları envanterine göre, ülkemiz ormanları
yıllık net 13,1 milyon ton karbonu atmosferden alıyor. Bu da 48
milyon ton CO2’e eşit. Başka araştırmalara göre ise
87
ormanlarımızdan kaçak kesimler yapıldığı için bu değerin yarı
yarıya düşük olduğu bulunmuş. Bu çalışmalara göre ülkemiz
ormanları 2005 yılı değerlerine göre 6,82 milyon ton karbonu ya
da 25 milyon CO2’i oduna dönüştürerek, atmosferdeki karbon
miktarını azaltıyor. Ormanlarımız 2005 yılı itibarıyla Türkiye’nin
toplam sera gazları salımının ise bir hesaplamaya göre %
15,4’ünü, diğer hesaplamaya göre ise % 8,0’ini karşılayabiliyor
ancak. Hangi değer olursa olsun, biriktirdiğimizden fazla sera gazı
ürettiğimiz için küresel ısınmayı arttıran bir ülke durumundayız.
Ormanlar sadece atmosferdeki karbonu bağlayarak küresel
ısınmayı azaltmaz, dolaylı olarak da küresel ısınma ve iklim
değişikliğini azaltıcı etkileri vardır. Bunlardan birisi ısınmada ya
da enerji üretiminde fosil yakıt kullanmak yerine, odun
kullanmaktır. Hatırlayalım, küresel ısınmanın en büyük nedeni
neydi? Fosil yakıtların kullanımı değil mi? İşte bu fosil yakıtlar
yerine biz sobalarımızda kömür yerine odun yakarsak, odun ile
çalışan enerji santralleri kurarsak, ya da bitkilerden elde edilen
biyoyakıtları kullanırsak daha az fosil yakıt tüketmiş oluruz.
Üstelik odunun enerji değeri, taş kömüründeki kadar yüksek
olmasa da ülkemizdeki linyit kömürlerinden daha fazladır.
Örneğin bir kilo odunun ısıl değeri 4.000 kilokaloridir (kcal).
Ülkemizdeki tüm linyit kömürü kaynaklarımızın sadece % 4,3
kadarı 4.200 kcal/kg’dan daha fazla ısıl değere sahip. % 75’inin
ise ısıl değeri 2.400 kcal/kg’dan daha az. Başka bir deyişle bir kilo
odunu yakarak elde edeceğimiz ısı enerjisi için neredeyse iki kg
linyit yakmamız gerekli. Üstelik kömürlerimizde yüksek oranda
kükürt de var. Böylece kömür yaktığımızda kükürt dioksit (SO2)
gazı havaya karışıyor. Bu gaz da hava kirliliğine ve asit
yağmurlara neden oluyor. Odun yakıldığında ise çok çok az
miktarda SO2 havaya karışır. Böylece ısınmada kömür yerine
odun kullandığımızda, hem yer altından daha az fosil yakıt
çıkartılır, karbon yer altında tutulmuş olur ve atmosfere daha az
karbondioksit veririz, hem de hava kirliliğini önlemiş oluruz.
88
Bitkileri ya da orman ağaçlarını sadece odun amaçlı
kullanarak küresel ısınmayı azaltamayız. Odundan yapılmış
ürünleri de kullanarak küresel ısınmayı azaltabiliriz. Örneğin 1 m3
odun yaklaşık olarak yarım ton ağırlığındadır. Ağaçların kuru
ağırlıklarının yarısı da karbondur. Dolayısıyla 1 m3 odunda 250 kg
kadar karbon bulunur. Bu kadar karbon da 0,92 ton CO2’ye
eşdeğerdir. Yani 1 m3 odun kabaca 1 ton CO2 anlamına gelir.
Ağırlık olarak ise 1 ton odunda yaklaşık 0,5 ton karbon vardır.
Evimizdeki kapı, pencere ya da zeminde odundan yapılmış
ürünleri kullanırsak ya da masalarda, sandalyelerde ahşabı tercih
edersek, bunların ağırlıklarının yarısı kadar karbonu orada
depolamış oluruz. Böylece atmosferde depolanacak olan karbonu
evimizde biriktiririz. Hemen ağaçları kesmesek de, ağaçlarda
birikse bu karbon diyebilirsiniz. Evet, doğrudur, canlı ağaçlar
kesilmişlerine göre daha çok karbon bağlar. Ama ağaçlarda bir
gün ölür ve ayrışarak atmosfere CO2 olarak döner. Üstelik ağaçlar
yaşlandıkça daha az karbon emer. Bu nedenle planlı ve
sürdürülebilir ormancılık anlayışında yaşlı ağaçlar kesilir ve
ormanlar gençleştirilir. Ormanlar gençleştiğinde atmosferden daha
fazla karbon alınarak bağlanır. Genç ormanlardan ise hastalıklı
ağaçlar ya da çok sık olan ormanlardan ise bazı sağlıklı ağaçlar
kesilir. Aralama adı verilen bu kesimlerden sonra ağaçlar daha
hızlı büyür. Çünkü çok sık ormanlarda ağaç başına alınan su ve
besin maddesi de düşük olur ve ağaçlar hızlı gelişemez. Ayrıca
ülkemiz ormanlarından hiçbir zaman ormanın ürettiğinden fazlası
kesilmez. Şöyle bir örnek ile açıklayalım. Paranızı bankaya
yatırdınız. Banka size her yıl bir faiz geliri verir, eğer bu faizi
bankadan almazsanız paranız sürekli artar. Bankanın verdiği
faizin bir kısmını alır harcarsanız, az da olsa yine anaparanız
artmaya devam eder. Ama bankadan çektiğiniz faiz geliri ile bir
kısım ihtiyaçlarınızı karşılarsınız. Ama bankanın verdiği faiz
gelirinden fazlasını çekerseniz, bankadaki anaparanız da azalmaya
başlar. Bu örneğe göre ormanlardaki ağaçlarımız bizim
anaparamızdır. Ormanların her yıl büyüyerek oluşturduğu odun
ise faiz gelirimiz. Ormancılıkta ağaçların her yıl büyüyerek
oluşturduğu odun miktarına artım denir. Sürdürülebilir ormancılık
89
anlayışında bu yıllık artımın bir kısmı kesilir. Bir kısmı ise
ormanda bırakılır ve dolayısıyla anaparaya eklenir. Hiçbir zaman
anaparanın yani ormanların azalmasına olanak sağlanmaz. Tabi
bunun bütün ülkelerde böyle olduğunu söylememiz mümkün
değil. Özellikle tropikal ormanlar sürekli kesiliyor ve alanları
azalıyor. Dolayısıyla ormanlar tarafından tutulan karbon miktarı
her yıl düşüyor. Bu nedenle yakacak olarak ya da mobilyalarda,
kapı ve pencerelerde odun tercih edeceksek, buralardaki odunun
ormanlara zarar vermeden kesildiğinden emin olmalıyız ve
öncelikle kendi ülkemizdeki ormanlardan üretilmiş odunlarla
yapılmış eşyaları tercih etmeliyiz. Başka bir deyişle yerli malı
kullanmalıyız. Çünkü ülkemiz ormanlarından üretilen odunlar
sürdürülebilir olarak kesilmekte. Ayrıca yurtdışından gelen
odunlar çok uzun mesafelerden getirildiği ve bunların taşınması
sırasında da fosil yakıtlar kullanıldığı için atmosfere CO2 verilir.
Bu durum sadece odun için değil yurt dışından gelen her türlü
ürün için de söz konusudur. Aynı ürünün yerlisini kullanırsak
karbon ayakizimiz küçülür. Ayrıca ormanlarına zarar vererek
kesen ülkelerden, ya da özellikle tropikal ormanlardan gelen
odunları tercih etmemeliyiz. Böyle bir tepki ile belki tropikal
ormanların azalmasını da önleyebiliriz.
Odunun ya da ahşabın kullanılması başka şekillerde de
iklimin korunmasına hizmet eder. Örneğin odundan üretilmiş çatı
materyalleri, binaların iç veya dış duvarlarının kaplanmasında
kullanılan ahşap paneller ya da zeminde kullanılan parkeler ısı
yalıtımı sağlar. Böylece evlerimiz kışın daha sıcak, yazın ise daha
serin olur. Evimizi ısıtmak ya da soğutmak için daha fazla da
enerji harcamayız. Bunun anlamı fosil yakıt kullanılarak üretilmiş
enerjiden tasarruf, atmosfere daha az CO2 salımı, doğal gaz ve
elektrik faturalarında azalma, yani ekonomik kazançtır. Ayrıca
ahşabın bina içlerinde kullanımı estetik güzellik de yaratır. Bütün
bunlar da insanların yaşam kalitesinin artmasını sağlar.
Ayrıca ahşaptan ürün elde etmek enerji açısından daha
verimlidir. Örneğin kapı ve pencereler ahşap, PVC (polivinil
90
Bir gemi söküm tesisi
klorür) ya da metalden üretilebilir. Bunların üretilmesi sırasında
belli bir enerji harcanır. Ahşabın hem üretiminde hem de
işlenmesinde metal ya da PVC’den yapılan ürünlere göre çok daha
az enerji harcanır. Düşünün metali öncelikle yeraltındaki
madenlerden çıkartacaksınız, bu çıkartma sırasında kamyonlar,
kepçeler kullanacaksınız ve benzin ya da mazot harcayacaksınız.
Daha sonra fabrikalar götüreceksiniz, yine akaryakıt harcanacak.
Fabrikalarda yüksek sıcaklıklarda madeni eriteceksiniz ve fosil
yakıt kullanacaksınız. Örneğin yapı malzemesi olarak
alüminyumun kullanılması halinde ahşaba göre 126 kat, çelik
kullanılması halinde ise 24 kat daha fazla fosil enerji kullanılıyor.
Daha az enerji tüketimi, daha az CO2 salımı demektir.
PVC ise bir bakıma petrol türevi. Yani üretiminde
doğrudan fosil yakıtlar kullanılıyor. Metal ya da PVC ürünlerin
eskidiklerinde imhası da ayrı sorun. Metalleri eriterek tekrar
kullanabilirsiniz (ve eritmede fosil yakıt kullanırsınız), ama PVC
yakılarak imha edildiğinde petrolden üretildiği için yer altında
durması gereken karbon atmosfere karışır. Ahşap ürünler ise
kullanıldıktan sonra yakıldıklarında yine atmosfere karbon verilir,
ama bu karbon zaten karbon döngüsünde olduğundan atmosfere
91
Ahşap bir antika eser
ek yük getirmez. Şimdi ahşap çok çabuk çürüyor diyebilirsiniz.
Ama iyi korunmuş, ahşaptan üretilmiş bir pencere 100 yıl kadar
çürümeden ve bozulmadan kullanılabilir. Ev içindeki
mobilyalarda ise bu süre çok daha uzundur.
Odun ve diğer bazı bitkisel artıklardan biyoyakıt da
üretilmektedir. Petrol ve doğal gaz fiyatlarının her geçen gün
arttığı günümüzde, hem odun hem de biyoyakıt kaynağı olarak
ağaçların kullanılması, yenilenebilir bir enerji kaynağı olduğu için
ormanlar cazip bir alternatif haline gelmektedir. Ama burada da
dikkat edilmesi gereken nokta, biyoyakıt üretmek için
ormanlardan aşırı kesimler yapılmamasıdır. Hatta ormanlardaki
ölü örtü, ölü odun ve kesim artıklarının toplanarak enerji
santrallerinde yakılması da gündemde. Ama bütün bu sayılanlar
birer karbon havuzu. Yani karbon buralarda biriktirilmiş durumda.
Ormanlardan biyoenerji üretmek için öncelikle ağaçlandırma
alanları tercih edilmeli. Hızlı gelişen ağaçların kullanıldığı
ağaçlandırma alanlarında aynı tarımda olduğu gibi sulama,
gübreleme gibi bakım işlemleri ile kısa sürede daha fazla odun
92
Trakya’da kanola ekilmiş bir tarla
elde edilmeli. Doğal ormanlardaki ölü bitkisel artıklar toplanarak
enerji üretiminde bunların kullanılması, doğal ormanların sağlığını
riske sokabilir.
Ormanlar için olmasa da tarım alanları için ülkemizde
yaşanan bir örnek bulunmaktadır. Ülkemizde yetişen bir bitki
olmamasına rağmen kanola bitkisi son yıllarda çiftçimiz
tarafından fazla miktarda ekilmeye başladı. Kanola aslında bir yağ
bitkisi. Bu bitkiden elde edilen kanola yağı yemeklerde
kullanıldığı gibi, çoğunlukla biyodizel üretiminde kullanılır.
Ülkemizde kanola üreten çiftçilere devlet tarafından teşvik
ödenmekte. Bu nedenle çiftçiler daha fazla kanola üretiyorlar.
Hatta bu o kadar ileriye gitmiştir ki, buğday ya da ayçiçeği yerine
kanola ekiliyor. Bunun sonucunda da yeterli buğday üretememeye
başlandı ve yurt dışından buğday ithal eder hale geldik.
Dolayısıyla biyoyakıt üreteceğiz derken, gıda güvenliğimiz
tehlikeye girdi.
93
Ormanların suyun yüzeysel akışa geçmesini engellediği ve
orman topraklarında suyun depolanabildiği, böylece sel ve
taşkınları engellediği anlatılmıştı. İklim değişikliklerinin olası
etkilerinden biri de sellerde ve taşkınlardaki artışlar. Dolayısıyla
ormanların bu yararı daha fazla önem kazanıyor.
Biraz da ormanların küresel ısınmayı ve iklim değişikliklerini
arttıran etkilerinden söz edelim. Bu da olur mu demeyin. Çünkü
orman yangınları ile atmosfere karbondioksit veriliyor. Ayrıca
ormanların kesilmesi ya da yanması sonucunda orman alanları
azalıyor. Orman alanlarının azalması atmosferden her yıl daha az
karbondioksitin alınması anlamını taşıyor. Orman alanlarının
azalması ya da başka bir deyişle ormansızlaşma sonucunda her yıl
atmosferden alınamayan karbon miktarı 1,6 milyar ton kadar. Bu
değer sera gazı salımı yapan kaynaklar açısından
değerlendirildiğinde fosil yakıt kullanan enerji sektöründen sonra
ikinci sırada. Dünya genelinde sera gazlarının artışından % 65
oranında enerji sektörü, % 17 ormansızlaşma, % 14 tarım, % 1
endüstriyel flor gazları, % 3 atıklar sorumlu.
Albedo kavramı da daha önce anlatılmıştı. Albedo basitçe
koyu renkler açık renklere göre daha çok ısınır olarak anlatılabilir.
Ormanların albedo değeri topraklara göre yüksektir. Çünkü
kahverengi ya da siyaha yakın olan topraklar güneş ışınlarını daha
az yansıtır ve daha fazla ısınır. Düşünün ormanları kestiğinizde
geriye ne kalır. Topraklar değil mi? Ya bir de buraya asfalt
dökerseniz ya da binalar yaparsanız ne olur? Yeşil renkli
ormanları daha koyu renge dönüştürdüğünüz için yeryüzü
ısınmaya başlar ve küresel ısınma artar.
Ormanların küresel ısınmayı tetiklemesi, yine iklim
değişikliğinin olumsuz etkisiyle olabilir. Ormanlardaki
topraklarda, özellikle kuzey enlemlerde ağaçlardan fazla karbon
depolanmıştır. Orman topraklarında depolanan bu karbon döngüye
çok fazla girmez. Çünkü soğuk ve nemli iklimde ölen bitkilerin
artıkları çok zor ayrışır. İklimin ılımanlaşması ile birlikte soğuk ve
94
nemli bölgelerdeki orman ya da tundra topraklarındaki organik
maddelerin daha çabuk ayrışacağı tahmin ediliyor. Böylece
buralardaki topraklardan CO2 salımı olacaktır. Bu da atmosferdeki
CO2 konsantrasyonunu arttıracaktır.
İklim Değişikliğinin Ormanlar Üzerindeki Etkileri İklim değişikliğinin ormanlar üzerindeki etkilerini anlamak
için, eskiden yaşanmış doğal iklim değişikliklerinde ormanlara
neler olduğuna bir bakalım.
Dünya üzerinde doğal nedenlerle birçok iklim değişikliği
olayları olmuştur. Yakın tarihlerdeki iklimolayları ya da iklim
değişikliklerini meteoroloji istasyonlarında yapılan ölçümlerle
belirlenebilir. Ama bu ölçümler ancak birkaç yüz yıldır
yapılabiliyor. Ülkemizde ise ancak Cumhuriyet’ten sonra
başlanmış. Peki, binlerce hatta milyonlarca yıl önceki iklimleri
nasıl biliyoruz?
Aslında iklimlerin canlı ve cansız tanıkları var. Cansız
tanıklar kayalar, topraklar, buzullar ve çeşitli jeolojik
oluşumlardır. Örneğin bir yerde tortul kayalar varsa bir zamanlar
o yörede yağışların fazla olduğu söylenebilir. Buzulların
oluşturduğu moren adı verilen çakıllar geçmişteki soğuk bir
iklimin göstergesidir. Bir yörede tuzlu ya da jipsli kayalar varsa,
iklimin eskiden sıcak ve kurak olduğu tahmini yapılabilir. Son
yıllarda kutuplardaki ya da yüksek dağlardaki buzullardan alınan
ve karot adı verilen örneklerle binlerce yıl öncesindeki iklimler
yorumlanabilmekte. Hatta buz karotları ile eski zamanlarda
atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonları bile tahmin
edilebilmekte.
95
Meteoroloji istasyonu
İklimin canlı tanıkları ise bitki ve hayvan fosilleri, taşlaşmış
(petrifiye) ağaçlar, arkeolojik kazılarda bulunan bitki artıkları ya
da bina, ev, hatta gemi yapımında kullanılmış olan ağaçlar, göller
çevresindeki tortullarda ya da kömür madenlerinde bulunan
polenlerdir.
Örneğin bir yörede denizlerde yaşayan mercan kalıntıları
bulunuyorsa oranın sıcak olduğu söylenebilir. İstanbul’da Sekoya
denilen bir ağacın bir zamanlar doğal olarak yaşadığını biliyor
musunuz? Bu ağaç dünyanın en fazla boy yapan ağacı olarak
bilinir. Boyları 110 m’ye ulaşabilen bu ağaçların çapları ise 4-5 m
olabilir. Günümüzde bu ağaçlar doğal olarak sadece ABD’nin
Büyük Okyanus kıyısındaki nemli bölgelerinde yetişiyor.
İstanbul’da bir zamanlar bu ağacın yetiştiğini nereden
öğreniyoruz, bilim insanlarınca İstanbul’un Karadeniz sahilinde
bulunan Ağaçlı kömür ocaklarından çıkarılan polenlerden.
Yaklaşık 25 milyon yıl önce İstanbul’da Sekoya ağacı varmış,
ilginç değil mi? Demek ki iklim Sekoya ağaçlarının yetişmesi için
yeterince nemli ve sıcakmış. Hatta İstanbul’da bu zamanlar yavaş
yavaş iklimin değişmeye başladığını ve kuraklaştığını da polen
analizlerinden anlıyoruz. Çünkü kömür tabakalarının üst
kısımlarına doğru günümüzde de kurak iklimlerde yaşayan ardıç
96
Taşlaşmış (petrifiye) ağaç (Foto. Ü. Akkemik)
ağaçlarının polenlerine rastlanmış. Başka bir çalışmada da,
Ankara çevresinde 17-18 milyon yıl önce yine Sekoyaların
yaşadığı belirlenmiş. Ama bu sefer polenlerden değil, volkanik
faaliyetler sonucunda taşlaşmış ağaçlardan oluşan bir fosil
ormandaki, taşlaşmış ağaç gövdelerinde yapılan incelemelerden.
Fosil bitkiler bizlere binlerce yıl önceki iklimi anlatırken, canlı
ağaçlar da birkaç bin yıllık iklim hakkında bilgi verir. Hepinizin
bildiği gibi, ağaçlar büyürken gövdelerinde her yıl bir halka
oluştururlar. Biz bu halkaları sayarak ağaçların yaşını bulabiliriz.
Bu halkalar bazen geniş bazen dar olabilir. Yıllık halka denilen bu
yaş halkaları iklimin sıcak ve nemli olduğu zamanlar daha geniş,
kurak olduğu zamanlar ise daha dar olmaktadır. Bunlar yardımıyla
kurak ya da nemli geçen yılları tam olarak bulabiliriz. Örneğin
ülkemizde ağaçların yıllık halkaları incelenerek yapılan bir
çalışmada, Batı Anadolu’da 1650, 1660 ve 1693 yıllarında
kuraklıklar yaşandığı bulunmuş.
Ülkemizdeki ormanların doğal iklim değişiklikleri sırasındaki
durumları neydi acaba? Öncelikle ülkemizin potansiyel orman
alanlarına bakalım. Yapılan incelemeler bugünkü iklim
97
Ağaçlardaki yıllık halkalar
(Foto. A. Çömez)
koşullarında İç Anadolu bozkırı haricinde ülkemizde diğer
bölgelerimizde orman yetişebileceğini ya da en azından ağaçlıklı
bir bitki örtüsünün bulunabileceğini gösteriyor.
Türkiye’nin potansiyel orman alanları (Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993)
98
18 bin-16 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu
(Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993)
Acaba yıllar önce nasıldı? Polen araştırmaları ile ülkemizde
18 bin yıl öncesinden günümüze kadar ormanların yayıldığı
alanlar çıkarılmış. Buna göre ülkemizde günümüzden 18 bin-16
bin yıl önce, iklimin oldukça soğuk ve sıcaklıkların 6-8 C° kadar
az olduğu, aynı zamanda da kuraklık yaşandığı tahmin ediliyor.
Soğuk nedeniyle ormanların dağlarda çok yükseklere çıkamadığı,
ormanların Karadeniz’in sıcaklığın ağaçların gelişmesini
engellemediği kıyı kesimlerinde bulunduğu, Ege ve Akdeniz
bölgelerinde ağaçlık alanların yayılış gösterdiği belirlenmiş. İç,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise bozkırlar hakimmiş. Bu
dönem son buzul çağının en şiddetli dönemi aynı zamanda.
Avrupa’nın geniş bölümü buzullar altında. Ama ülkemizde
buzulların ancak yüksek dağların zirvelerinde olduğu tahmin
ediliyor.
Günümüzden 12 bin-11 bin yıl önce ise, son buzul çağının
sona ermesinden dolayı sıcaklıklar artmış, ama halen günümüzden
2-3 C° daha soğukmuş, sıcaklığın artmasına rağmen orman
alanları genişlememiş. Bu durumun yağışların yetersiz olmasından
kaynaklandığı düşünülüyor.
99
12 bin-11 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu
(Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993)
8 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu 12 bin-11 bin yıl önce
Anadolu’daki orman durumu (Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993)
Günümüzden 8 bin yıl önce, sıcaklıkların artmasıyla birlikte
orman alanlarının genişlemeye başladığı tahmin ediliyor. Ama
halen günümüzdeki potansiyel yayılış alanlarına ulaşamadığı
bulunmuş.
100
4 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu (Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993)
4 bin yıl önce ise, iklimin ılımanlaşmasına bağlı olarak orman
alanları, genel hatlarıyla günümüzdeki potansiyel dağılış
durumuna ulaşmış. Ama geçen 4 bin yıllık sürede, ülkemizin
dünya üzerindeki en eski yerleşim alanlarından olması nedeniyle
iklim etkisi ile olmasa da insanların eliyle ormanlarımız tahrip
olmuştur. Bu nedenle ülkemizde potansiyel olarak orman olması
gereken yerlerde bugün orman bulunmamaktadır.
Dünyanın zaman zaman doğal olarak yaşadığı iklim
değişiklikleri orman alanlarının genişlemesine ya da daralmasına
yol açmış. Örneğin ülkemizde son buzul çağından sonra iklimlerin
ısınması ve yağışın artması ile orman alanları genişlemiş. İşte bu
iklim değişiklikleri orman ağaçlarının göç etmesine neden
olmaktadır. Bu göç, insan ya da hayvanların göçleri gibi bir günde
kilometrelerce yol alınarak gerçekleşmez. 1 m yol almak için
onlarca yıl geçmesi gerekebilir. İklimin soğuması ile birlikte
sıcağa ihtiyaç duyan bitkiler güneye doğru göç eder. Bu ağaçların
yerine ise soğuğa dayanabilen ağaçlar gelir. Sıcaklıklar artmaya
başladığında ise sıcağı seven bitkiler, elverişli sıcaklık
koşullarından dolayı kuzeye doğru sokulurlar, tabi bu sırada soğuk
iklim ağaçları geri çekilmek zorunda kalır. Örneğin bugün sadece
Toroslarda bulunan Sedir ağacının, günümüzden 100 milyon yıl
önce Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika’da doğal olarak yayıldığı
101
belirlenmiş. Daha sonra yaşanan bir buzul döneminde ise Sedir
ağaçları yavaş yavaş güneye göç etmek zorunda kalmışlar. Benzer
şekilde iklimin soğuk olduğu ya da Kuzey Avrupa’da buzul
devrinin yaşandığı zamanlar, soğuk ve nemli iklimin bitkisi olan
Kayın ağacı da güneye göç etmiş, daha sonra buzul dönemleri
arasındaki sıcak iklim koşullarında kuzeye çekilmiştir. Buzul
dönemleri ve aralarındaki ısınma dönemlerinde, sürekli bu şekilde
göçler yaşanmıştır. Bu göçler ülkemizdeki biyolojik çeşitliliğin de
temelini oluşturmakta. Özellikle Trakya, Kuzey Doğu Anadolu ve
Güney Doğu Anadolu’dan göçler alınıp verilmiştir. Ağaçların ve
diğer bitkilerin, hatta hayvanların bu göçlerinde mikro iklim
koşullarının bulunduğu yerlerdeki canlılar uygun iklim nedeniyle
göç etmeden kalmışlardır. Örneğin Kayın ağacı genellikle
Karadeniz bölgesinde bulunurken güneyde Amanos dağlarında
orman kurmaktadır. Benzer şekilde Tokat’ta Niksar ve Erbaa
İlçelerinde Sedir ormanları, İstanbul’daki Adalarda ve Batı
Karadeniz’in deniz etkisini alan vadilerinde Kızılçam ormanlarına
rastlanmaktadır. Yine İstanbul’da Karadeniz Kıyısındaki
Çilingoz’da bulunan Karaçam ormanları da tüm Trakya’daki tek
doğal Karaçam ormanıdır. Bu ormanlar doğal iklim değişiklikleri
sırasında buralara sokulmuş ve kalmış ormanlardır. Bunlara
kalıntı (relikt) ormanlar adı verilir.
Bu durum yüksek dağlar için de geçerlidir. İklim ısındıkça
soğuğa dayanan bitkiler zirveye doğru tırmanırlar, sıcağa ihtiyaç
duyanlar da bunların yerine. Soğukların artışı ile bu sefer yüksek
dağlardan kaçış başlar, bitkiler daha alçak yükseltilere doğru göç
ederler.
Doğal olarak bitkilerin göçleri anlatıldığı kadar kolay olmadı.
Daha önce de söylendiği gibi yüzlerce yıl sürdü. Ayrıca bazen göç
yollarındaki engeller (bariyerler) nedeniyle yollarına devam
edemediler ve yok oldular. Bu engeller denizler ve yüksek dağlık
alanlardır. Örneğin Avrupa için Alp Dağları doğal bir engeldir.
Buzul dönemine girilmesiyle birlikte güneye göç eden türler
oldukça yüksek olan ve buzlarla kaplanmış Alp dağlarıyla
102
karşılaştılar. Ama Alpleri aşarak İtalya’ya ya da Balkanlara
ulaşamadılar. Kuzey Amerika’da ise göçte bir engel olmadığı için
bitkiler güneye doğru ilerleyebilmişti. Ülkemizde de yüksek
dağlar, özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’daki
dağlar, bu şekilde engeller oluşturmuştur. Ama ülkemizin yüksek
dağları, bu göçler sırasında bazı türler için sığınak görevi de
üstlenmiştir. Bu nedenle ülkemizde biyolojik çeşitlilik oldukça
fazladır.
Günümüzde yaşanan iklim değişikliğinin de benzer göçlere
neden olması beklenmekte. Bu göçler kuşlar ve bazı hayvanlar
için nispeten daha kolaydır. Ama ya bitkiler, göllerde ve
akarsularda yaşayan, ya da çok hızlı hareket edemeyen hayvanlar
kolayca göç edebilecekler mi? Oldukça zor görünüyor. Daha önce
yaşanan iklim değişikliklerinde iklimler oldukça yavaş değiştiği
ve değişimler yüzlerce yıl sürdüğü için bitkilerin uyum sağlaması
ve göçleri daha kolay olmuştu. Ama şimdi öyle mi? Önümüzdeki
100 yıl içinde en iyi senaryoya göre 2 derece, en kötü senaryoya
göre ise 6 derecelik ısınma bekleniyor. 100 yıllık bir dönem
bitkilerin göçü için yeterli mi sizce?
İklim değişikliğinin ormanlar üzerinde yapacağı en önemli
etkilerden birisi de orman yangınlarındaki artışlar. Ülkemizin
orman yangınları açısından hassas olan Ege ve Akdeniz
bölgelerinde, önümüzdeki yıllarda sıcaklık artışları ve kuraklıklar
bekleniyor. Doğal olarak da sıcaklık artışı ve kuraklıklar da
yangın riskini arttırıyor. Orman yangınları da atmosfere CO2
salımı ve ormanların azalmasından dolayı atmosferden daha az
CO2 alınması anlamına geliyor. Sıcaklık ve kuraklıklardaki artış
aynı zamanda böcek ve mantar zararlarında da artış demektir.
Çünkü böcek ve mantarlar, susuzluk nedeniyle zayıf düşen
ağaçlarda daha fazla zarar yapıyor. Ayrıca iklimin sıcaklaşması
bazı böceklerin uçma zamanı denilen kelebek haline gelmesi ve
yumurtalarını bırakma döneminin daha önce gerçekleşmesine yol
açabilir. Bu da böcek zararlarının artmasına yol açabilir. Kısaca
103
iklim değişikliği hem dumanlı, hem de dumansız yangınları
arttırabilir ülkemizde.
Ülkemizde çalışmalara yeni başlansa da yurt dışında onlarca
yıldan beri bitkilerin tomurcuklarının patladığı ya da
çiçeklenmenin başladığı tarihler kayıt ediliyor. Bu kayıtlara göre
bitkilerde 30-40 yıl öncesine göre tomurcuklar 5-10 gün daha
önce patlıyor, çiçekler erken açıyor. Dolayısıyla büyüme dönemi
de daha uzun oluyor. Bu durum genel olarak iklimin ısındığının
göstergesi. Ne güzel, bitkiler daha uzun süre büyüdükleri için
daha fazla fotosentez yapacaktır diyebilirsiniz. Ama bu durum
bitkileri ilkbahar ve sonbaharda olabilecek don zararlarına karşı
hassas hale getiriyor. Ayrıca aynı alanda büyüyen ağaçlar, çalılar
ve otlar arasındaki dengenin de bozulmasına yol açabilir.
Ormanlarımızı sadece kuraklıklar olumsuz etkilemeyecektir.
İklim değişikliğine bağlı olarak sel, taşkın ve fırtınaların hem
miktar, hem de şiddetinde artışlar öngörülmekte. Bunlar da daha
önce anlatıldığı üzere ormanlarımızda ağaçların devrilmesine,
kırılmasına ve kurumasına yol açabilecektir.
İklim değişikliğinin beklenen etkilerinden bir diğeri de,
buzulların erimesine bağlı olarak deniz seviyelerinde yükselme.
Deniz seviyesinde yükselme ormanları nasıl etkileyecek diye
düşünebilirsiniz. Çünkü ormanlarımızın çoğu dağlarda. Ama
deniz kıyısında bulunan ormanlarımız da var. Örneğin
Kırklareli’nde, Bulgaristan sınırındaki İğneada’da, denizden
yüksekliği 0 ile 20 m arasında değişen, longoz adı verilen
ormanlarımız var. Bu ormanlar dağlardan akan derelerin deniz
kenarında oluşturduğu alüvyaller üzerinde yetişiyor. Sadece 2.500
ha büyüklüğünde olan bu ormanlar, bir doğa harikası ve sınırda
bulunduğu için bozulmadan kalmış. 2008 yılında da milli park
olarak koruma altına alındı. Deniz seviyesinde olabilecek her
hangi bir yükselme bu ormanlarımızın deniz suyu ve tuzlanma
etkisiyle yok olmasına neden olabilecektir. Bu tehlike kıyılarda
bulunan tüm orman alanlarımız için geçerli.
104
Biliyorsunuz küresel ısınmanın en büyük nedeni
atmosferdeki CO2 artışı. Bu CO2 artışı da bitkileri ve ormanları
etkileyecektir. Ama çoğu kişi, CO2 gazının zaten bitkiler için
gerekli olduğunu, fotosentezde bu gazın kullanıldığını, dolayısıyla
CO2 artışı ile bitkilerin daha iyi büyüyeceğini söyleyecektir.
Doğrudur, CO2 artışı bitkiler üzerinde bir çeşit gübreleme etkisi
yapacaktır. Araştırmalar da bunu doğruluyor. Bu gübreleme etkisi
ağaçların daha hızlı büyümesine ve daha fazla fotosentez
yapmasına neden olabilir. Bu da ormanların bağladığı karbon
miktarında artış demek. Ama durum böyle olmayabilir. Artan CO2
ile daha fazla fotosentez yapan bitkiler, daha fazla suya ve azot,
fosfor, potasyum gibi besin maddelerine gereksinim
duyacaklardır. Bunlardan biri bile eksik olursa ağaçlar beklendiği
kadar odun üretemezler. Bir de sıcaklıkların artışı var. Sıcaklıklar
arttıkça, solunum da artar. Solunum artışı, daha fazla CO2 üretmek
anlamına gelir. Ağaçlar artan CO2 ile su ve diğer besin
maddelerini bulsalar bile, ürettikleri organik maddeleri solunum
Hamam Gölü, İğneada ve longoz ormanı
105
sırasında harcayacaklardır. Ayrıca CO2 artışı ormanlarda bazı
türlerin diğerlerine oranla daha hızlı gelişmesini sağlayabilir.
Çünkü her bitkinin fotosentez yapma gücü birbirinden farklıdır.
Bunun sonucunda özellikle hızlı gelişen türler dediğimiz bazı
türler, diğer ağaçları ya da bitkileri örterek veya onların yetişme
alanlarını işgal ederek ormandan uzaklaştırabilir. Bu da özellikle
ormanların dengesinin bozulmasına ve biyolojik çeşitliliğin
azalmasına yol açabilecektir.
106
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN DİĞER DOĞAL EKOSİSTEMLERE ETKİLERİ İklim değişiklikleri sadece ormanlar üzerinde etkili
olmayacak. Birçok doğal ekosistemler ya da kültür ekosistemleri
olumsuz etkilenebilecek. Örneğin yağışların azalması nedeniyle
sulak alanlar kuruyabilecektir. Ya da aşırı seller ve taşkınlar
nedeniyle sulak alanların erozyonla dolması, ya da buralardaki su
bitkilerinin ve balık yumurtalarının taşınan toprakla örtülmesi
tehlikesi de vardır. Hem kutuplardaki, hem de karalardaki
buzulların eridiğini biliyoruz. Kutuplardaki buzulların erimesi
deniz seviyelerini yükseltiyor. Bu durum verimli tarlaların,
deltaların deniz altında kalmasına yol açabilecek ya da buralarda
tuzluluk sorunları görülebilecek. Karalardaki buzulların erimesi
ise insanların içme suyu kaynaklarının azalması anlamına geliyor.
Çünkü kara buzulları yaz aylarında yavaş yavaş eriyerek dereleri
ve yer altı sularını besliyor. Sıcaklık artışları deniz suyu
sıcaklıklarını da arttırabilir. Bu da deniz canlılarının göçlerine ya
da bazı istilacı canlıların yaşam alanlarını genişletmesine yol
açabilir. Sıcaklık artışı, çöllerin genişlemesine, kentlerin, tarım
alanlarının ve ormanların çölden taşınan kumlarla zarar görmesine
yol açabilir. Sıcaklık ve kuraklık artışı tarımsal üretimi azaltabilir.
Ama günümüzde tarım için uygun sıcaklıkların olmadığı kuzey
enlemler tarım yapılır hale de gelebilir. Doğal olarak bütün bunlar
tahmin. Doğanın kendisine yapılan zorlamalara karşı ne gibi
tepkiler vereceği belli değil. Üstelik iklimlerdeki değişiklikler,
daha önce anlatıldığı gibi birçok faktörü tetiklemekte. Bunlardan
bazılarının iklim değişikliğinin etkisini azaltabileceği gibi
arttırması da mümkün.
107
DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR Gerek ormanlarımız, gerekse küresel iklim değişikliği ile
ilgili hemen herkes az çok bilgi sahibi. Hele günümüzde internet
üzerinden istediğimiz bilgiye ulaşmak o kadar kolay ki. Ama
internetten bulduğumuz her bilgi doğru mu? Ya da kulaktan
kulağa yayılan bilgiye ne kadar güvenilebilir? Anlatılan şekilde
edinilen bilgiler de önemli yanlışlar var. Bunlara aşağıda bazı
örnekler verilmiştir.
Ormanlardan ağaç kesilmemelidir: Çoğu insan
ormanlardan ağaç kesilmemesi gerektiğine inanıyor. Hatta
ormancıları, ağaç katliamı yapmakla
suçlayanlar bile var. Ama ormancılar
tarafından ağaçlar bilinçsiz olarak
kesilmez.
Ormanlardan
ağaçlar
ormanı gençleştirmek için kesilir, ya
da belli bir alanda çok fazla sayıda
olan ağaçlar kesilerek geride
kalanların daha iyi gelişmesi
sağlanır. Daha önce de anlatıldığı
gibi ormanların her yıl ürettiği odun
miktarına artım denir ve bu artımın
sadece bir kısmı kesilerek ormandan
uzaklaştırılır. Bu nedenle ülkemiz
ormanlarındaki servet her
Kesilmiş bir Sarıçam Ağacı
geçen gün artmakta.
Ülkemizde birçok boş yer var, buraları ağaçlandıralım:
Bir yerde ağaçlandırma ile orman kurulması için bazı koşulların
uygun olması gerekir. Öncelikle ağaçların yaşaması için uygun
sıcaklık ve yağış, daha sonra da ağaçların köklerini geliştireceği
toprak olmalı. Üstelik toprağın bitkilerin gelişmesi için uygun
108
derinliğe, besin maddesi miktarına sahip olması gerekli. Bir de
toprakların bitkilerin yaşamasını engelleyen olumsuz özellikleri
olmamalı. Ülkemizde özellikle İç Anadolu Bölgesinin binlerce
yıldır bozkır özelliğinde olduğu, buralarda geniş orman alanlarının
Taşlık nedeniyle başarısız olmuş bir ağaçlandırma alanı
olmadığı biliniyor. Ayrıca yine İç Anadolu’da, Güneydoğu
Anadolu’da tuzlu ve jipsli topraklar var. Diğer bölgelerimizde ise
çıplak alanlardan toprak erozyonla taşındığı için kayalar açığa
çıkmış. Bu gibi alanlarda ağaçlandırma yapılamaz. Bir de bazı
ağaçlar her yerde yetişmez. Örneğin Konya’da Kayın ağacı
dikemezsiniz, serin ve nemli iklimde yaşayabilen bu ağaç,
Konya’nın karasal ve yarı kurak ikliminde yaşamaz. Bir başka
örnek daha var. On yıl kadar önce Pavlonya diye anavatanı Çin
olan bir ağaç türü, hızlı büyümesi nedeniyle mucize ağaç olarak
ülkemize getirildi. Sonuç ne oldu dersiniz? Anavatanında çok
çabuk büyüyen, 5-10 yıl içinde kesilecek çapa ulaşan bu ağaç,
ülkemizde kavaklardan daha yavaş gelişti.
Yanan orman alanlarını hemen ağaçlandıralım:
Ülkemizde insanlar orman yangınlarına karşı çok hassaslar.
Yanmış, simsiyah olmuş alanların hemen ağaçlandırılması
isteniyor. Bunda belki de yanan alanların bazı insanlarca işgal
109
edileceği düşüncesi de etkili olabilir. Ama yasalara göre yanan bir
orman alanı aynı yıl içinde ağaçlandırılır. Ama bu da çok doğru
değil. Doğal bir orman binlerce yıldan bugüne orada
yaşamaktadır. Bu uzun dönemler boyunca ağaçlar o bölgenin
ekolojik koşullarına uyum sağlamıştır.
Bozkır, Eskişehir
Bu da ağaçlara belli bir genetik çeşitlilik sağlamıştır. Aynı
ağaç türünün değişik bölgelerde yaşayan bireyleri birbirinden
genetik olarak farklı olabilir. Bir bölgedeki ağaçlar soğuğa, diğer
bir bölgedeki ağaçlar ise kuraklığa dayanıklı olabilir.
Ormancılıkta buna orijin adı verilir. Aynı ağaç türünün farklı
orijinlerinden tohumlar toplanarak fidan üretilir ve bunlarla
ağaçlandırma yapılır. Ama yangınlar önceden öngörülmeyen
felaketler olduğu için, yanan bölgeden daha önceden toplanmış
tohumlarla yetiştirilmiş fidanlar bulmak zordur. Bulunsa bile
miktarı yetmeyebilir. Böylece başka orijinlerdeki fidanlar
dikilmek zorunda kalır. Bu da bir çeşit genetik kirliliğe yol açar.
Üzerinde durulması gereken bir diğer konu Akdeniz
bölgesinde orman yangınlarının binlerce yıldan bugüne kadar
sürekli olduğu. Orman yangınları bu bölgemizin bir parçası. Bu
nedenle ormanlardaki ağaçlar ve diğer bitkiler orman yangınlarına
uyum sağlamışlardır. Özellikle Kızılçam ormanlarında yangınlar,
110
kozalakların sıcaktan dolayı açılmasını ve daha fazla tohum
dökülmesini sağlıyor. Kızılçam ormanlarında hiç ağaçlandırma
yapmayıp, bir yıl beklendiğinde ağaçlardan dökülen tohumlardan
fidanların çimlendiğini görürüz. Örneğin 1994 yılında Gelibolu
Yarımadasında büyük bir yangın oldu, binlerce hektar Kızılçam
Yangın sonrası bir orman alanı (Foto. M.D. Kantarcı)
orman alanı yandı. Hemen ağaçlandırma kampanyaları yapıldı,
İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, ormancıların
önderliğinde ağaçlar diktiler. Yangın büyük olduğundan
Türkiye’nin her tarafından fidanlar geldi, üstelik sadece kızılçam
değil, neredeyse fidanlıklarda yetiştirilen her tür ağaç fidanı.
Ertesi sene ormanları gezdiğimizde, bazı türlere ait fidanların
öldüğünü gördük. Bazı alanlarda ise diktiğimiz fidanları
bulamadık. Çünkü kızılçamın dökülen tohumları çimlenmişti.
Ormancılar 5-6 m2’ye bir fidan dikerken, doğal yollarla 1 m2’ye
25-30 fidan geldiğini saydık. Ayrıca ormanlar ve makiliklerdeki
birçok çalı, yangından sonra hemen sürgün vererek bir yıl içinde
1-1,5 m boya ulaşabiliyor. Dolayısıyla her yerde olmasa da bazı
orman alanlarında yangından bir yıl sonra, sadece koruyarak
tekrar bitki örtüsüne kavuşabiliyorsunuz.
Orman alanlarımız azalıyor: Ülkemizde Her yıl orman
yangınları oluyor, insanlar ormanları keserek tarla açıyor ya da
111
bina yapıyor. Bunları duyanlar da ormanların azaldığını sanıyor.
Ülkemizde 1946-2007 yılları arasında 2 milyon ha ağaçlandırma
yapılmış. Bunların bir kısmı zaten orman olan alanlarda, bir kısmı
ise orman olmayan alanlarda. Ayrıca son yıllarda köyden kente
göçlerin artmasıyla orman içindeki ya da kenarındaki ekilmeyen
tarlalar da ormana dönmeye başladı. Bu nedenle Dünyada orman
alanları azalırken ülkemizde artmakta.
Yaprağını dökmeyen her ağaç çamdır: Yaz kış yeşil olan ibreli
ağaçların hepsine çam deniliyor. Aslında ibreli ağaçlar o kadar
birbirinden farklı ki. Nasıl elmayla armut ya da kiraz ile şeftali
ağaçları birbirinden farklı ise, ibreli ağaçlar arasında da o kadar
fark var. Ülkemizde çam olarak Karaçam, Kızılçam, Sarıçam,
Fıstık Çamı ve Halep Çamı olmak üzere 5 değişik ağaç türümüz
doğal olarak yetişiyor. Ama yine ibreli olan Ladin, Göknar, Sedir,
hatta Ardıç ve Servi ağaçlarına da çam deniliyor. Bunlar birçok
özellikleriyle çamlardan farklıdır ve çam denilmemesi gerekir.
Yaprağını dökmeyen ağaç: Tüm ağaçlar yapraklarını
dökerler. Meşe, Kayın gibi geniş yapraklı ağaçlar kış aylarını
yapraksız olarak geçirir. Ama Çam, Ladin, Göknar, Sedir gibi
112
Tuzlu su ile sulanmış kayın ağacının yaprakları
ibreli türlerde, ağaçların yaprakları uzun yıllar ağaç üzerinde
kalabilir. Çamlarda yapraklar 3-5 yıl, Göknar ve Ladinde ise 1012 yıl yapraklar ağaç üzerinde kalabilir. Daha yaşlı yapraklar, aynı
geniş yapraklı ağaçlarda olduğu gibi her yıl dökülür.
Ormanlar yağışı attırır: Bir yerde orman kurduğunuzda, o
bölgenin daha fazla yağmur alacağına inanılıyor. Bu inanış orman
alanlarına bakıldığında buraların genellikle fazla yağışlı
olmasından kaynaklanıyor. Ama gözden kaçan nokta genellikle
dağlık alanlarda bulunan ormanların, buralarda yağışın fazla
olması nedeniyle yaşadığı. Ormanlar yağışı çok fazla arttırmaz,
hatta kentlerde yağış orman alanlarına göre daha fazla olabilir.
Çünkü kentlerin kirli havası ve havadaki tozlar, su buharının
yoğunlaşarak yağışa dönüşmesini sağlar. Ama bu aramızda kalsın,
olur mu?
Abant Gölü Tabiat Parkı
113
Yangınları söndürmede büyük uçaklar kullanılmalıdır:
Ülkemizde yaz ayları ile birlikte orman yangınları gündeme
oturur. Her yangından sonra da yangınların söndürülmesinde
eksiklikler olduğu, fazla su taşımayan helikopterlerle ya da
uçaklarla yangınların söndürülmeye çalışıldığı söylenir. ABD, ya
da Avustralya gibi ülkeler örnek verilerek biz de niye büyük
uçaklar kullanılmıyor, eleştirileri yapılır. Ülkemizin arazi
koşulları maalesef çok büyük uçakların kullanılmasına izin
vermiyor. Çünkü ülkemiz dağlık bir yapıya sahip ve
ormanlarımızın neredeyse tamamı bu dağlık arazide. Çok büyük
uçakların bu dağlık arazide ya da dağların arasındaki vadilerde
manevra yapması çok zor.
Ağaçlar konuşmaz: Ağaçlar bildiğimiz şekilde konuşmaz,
ama bir çeşit işaret diliyle sorunlarını ya da memnuniyetini
anlatabilir. Ağaçlar işaret dilini genellikle yaprakları ile konuşur.
Örneğin susuz kaldığında yaprakları pörsür ya da rengi solmaya
başlar, hatta ormanlarda kurak dönemlerde yapraklar zamanından
önce dökülür. Ya da bir besin maddesine ihtiyaç duyuyorsa,
zararlı bir maddenin (hava kirliliği, tuz gibi) etkisinde kaldıysa da
yapraklarda çeşitli sararmalar, kızarmalar ve leke oluşumları
görülür. Uzmanlar bu renklenme ve yaprak kayıplarına bakarak,
bitkinin hangi besin maddesine ihtiyacı olduğunu ya da neden
zarar gördüğünü anlayabilir. Bir bitkinin güzel çiçekler açması,
yapraklarının koyu yeşil olması, formunun güzelliği ise iyi
beslendiğini, keyfinin yerinde olduğunu gösterir. Ağaçlar sadece
yaprakları ile değil neredeyse tüm organları ile dertlerini
anlatırlar. Örneğin bazı bitkiler zor şartlar altında geleceğini
güvence altına almak için daha fazla tohum üretebilir. Böylece
dışarıdan bakanlar bir ağaç üzerinde çok fazla tohum varsa, ağacın
stres altında olduğunu anlayabilir.
Milli parklar piknik alanlarıdır: Ülkemiz ormanlarında
milli parklar, tabiat parkları, tabiatı koruma ormanı gibi adlarla
çok farklı şekillerde koruma alanları bulunuyor. Bu alanlar nadir
114
Samandere Şelalesi, Düzce
bulunan bazı özelliklerinden dolayı, ya da tehlike altındaki türlerin
bulunduğu ormanları korumak için ayrılmıştır.
Ama ülkemizde insanlar, korunan alanlara doğal güzelliklerin
eşliğinde piknik yapmak için gidiyor. Yurt dışındaki korunan
alanlarda insanların dolaşacağı yerlere özel patikalar yapılmıştır,
bu patikaların dışına çıkılmaz. İnsanlar hayvanları rahatsız
etmemek için gürültü yapmaz. Ülkemizde piknik yapmak için
mesire yerleri ayrılmıştır. Amacımız doğayı incelemek nadir
güzellikleri görmek değilse, sadece keyifli bir hafta sonu geçirmek
istiyorsak, bu mesire yerlerini kullanmalıyız.
115
Derelerimizden su boşuna akıyor: Bu konu özellikle
nehirler üzerinde 2000 civarında hidroelektrik [tesisi yapılması
sırasında sıkça gündeme geldi. Santral yapılmasında dereler boşa
mı aksın dendi. Hidroelektrik santral yapılarak boş akan suların
değerlendirileceği söylendi. Aslında hiçbir dere boşa akmaz.
Dereler ve akarsular geçtikleri yerlerdeki çeşitli ekosistemler için
vazgeçilmezdir. Örneğin kızıl ağaç, söğüt, kavak, akça ağaç, diş
Ağaçlandırılacak araziden diri örtü temizliği Foto M. Akkaya
budak gibi ağaçlarla saz ve kamış gibi su isteği fazla olan
bitkilerden oluşan su kenarı (riperian) ekosistemleri için derelerin
suyu vazgeçilmezdir. Su kenarı ekosistemleri erozyonla derelere
taşman toprağı engellerler ve suyun temiz olmasını sağlarlar. Aynı
zaman da taşkınların önlenmesinde de çok önemlidirler. Yine
daha önce açıklanan longoz (su basar) orman ekosistemleri
derlerin getirdiği suya ve taşkınlarla gelen besin maddesine
bağımlıdırlar. Eğer suyu keserseniz bu ormanlar yok olurlar.
116
Benzer şekilde deltalar da akarsuların denize döküldükleri
alanlarda, bu suların getirdiği topraklarla oluşurlar. Bu deltalar
üzerindeki topraklar çok verimli olduğu için tarımsal üretim çok
fazladır. Deltalarda topraklar verimlidir. Çünkü akarsular yukarı
havzalarından sürekli olarak taze su ve besin maddesi getirir. Su
kesilirse ya da azalırsa tarımsal üretim de düşer. Örneğin Nil
Nehri üzerinde yapılan barajlardan sonra eskisi kadar su akışı
olmadığı için tarımsal üretim azalmıştır. Nehirlerin denizlere
döküldüğü alanlarda (nehir ağzı ekosistemleri) nehirler tarafından
taşınan taze su ve besin nedeniyle biyolojik çeşitlilik oldukça
fazladır. Buralar “güneş enerjisine ek olarak doğal yolla ek enerji
alan ekosistemler” olarak sınıflandırılırlar.
Ağaçlandırmalar karbon birikimini arttırır: Bu yanlış bir
bilgiden çok, eksik bir bilgi. Bir yeri ağaçlandırdığınızda ilk önce
karbon birikimi azalır. Çünkü ağaçlandırmadan önce buralarda
yaşayan bitkiler temizlenir. Böylece fotosentez yapan bitkiler
ağaçlandırılan alandan uzaklaştırılır. Bunların yerine dikilen
fidanlar ise ancak yıllar sonra, kesilen bitkilerin biriktirdiği
karbonu bağlayabilir ve daha fazlasını havadan alabilir. Bir de
ağaçlandırmalarda toprak sürülür. Toprakların sürülmesi ile
topraklardaki karbon hızla ayrışır ve CO2 olarak atmosfere karışır.
Topraklardaki karbon miktarı ancak yıllar sonra ağaçların dökülen
yaprakları ayrıştıkça artar.
Sera gazı salımlarını durdurursak, küresel ısınmayı
durdururuz: Sera gazı salımlarını sıfırlasak da küresel ısınma
devam edecektir. Çünkü atmosferde miktarı artan CO2 ve diğer
sera gazlarının atmosferde kalma süreleri vardır. Örneğin CO2 5
yıl gibi kısa bir sürede döngüsünü tamamlayabildiği gibi, 200 yıl
kadar da atmosferde kalabilir. Ortalama olarak karbondioksitin
atmosferdeki kalış süresi 100 yıl kabul ediliyor. Bu durum çoğu
sera gazı için de geçerli. Perflorokarbonların atmosferde kalma
süresinin ise binlerce yıl olduğu saptanmış. Yani, hemen bugün
karbon salımlarını sıfırlasak bile küresel ısınma devam edecektir.
Ayrıca atmosferdeki CO2’i emen kaynaklara (orman ve
117
Sapanca Gölündeki su kenarı ekosistemi
okyanuslar) zarar verdiğimiz sürece, hiç fosil yakıt kullanmasak
dahi atmosferdeki CO2 azalmayacaktır. Başka bir ifadeyle “sıfır
karbon” diye bir yaklaşım var. Bu yaklaşımın temeli insan
etkinliklerinden kaynaklanan karbon salımlarını tamamen
durdurmak. Hiç karbon salmayıp, ormanları tahribe devam
edersek küresel ısınma devam edecektir.
Küresel ısınma ile mücadele, ekonomiye çok fazla yük
getirir: Kyoto protokolü 2012’de işlevini tamamlıyor. 2009
Aralık ayında Kopenhag’ta Kyoto sonrasında yapılabilecekler
tartışıldı. Ama bir sonuca varılamadı. Nedeni ekonomik
pazarlıklar. Her ülke, sera gazları salımını azaltmanın ekonomisini
olumsuz etkileyeceğini düşünüyor. Bazı ülkeler, gelişmiş ülkeler
şimdiye kadar çok fazla sera gazı üretti, bizim de onlar kadar
hakkımız var diye düşünüyor. Bazı ülkeler sera gazı salımlarını
azaltırsak gelişme hızımız azalır, ekonomik kayba uğrarız diye
korkuyorlar. Sera gazları salımlarının azaltılmasının maliyeti
118
nedir? Dünya genelinde % 20 azaltmak için, Gayri Safi Yurtiçi
Hâsıla’nın yüzde 1’inden az bir maliyet gerekiyor. Peki küresel
ısınmanın maliyetini hesaplayabiliyor muyuz? Hayır. Sellerle
uğranan maddi kayıplar, turizm ve tarımda yaşanacak kayıplar hiç
dikkate alınmıyor. Ya sıcak hava dalgalarında, sellerde hayatlarını
kaybedenler ne olacak? İnsan hayatı para ile ölçülebilir mi? Nesli
tükenen bir canlının bedeli nedir? Ya da yanan bir orman alanın
bedeli? Sadece üzerindeki ağaçların tutarı mı? Ya ormanların
diğer faydaları, su üretmesi, toprağı koruması hesaplanıyor mu?
Sizce güzel bir manzaranın fiyatı nedir? Bu örnekler arttırılabilir.
Dolayısıyla küresel ısınmanın maliyetini ortaya koyamıyoruz.
Ama bugün için bu maliyet çok yüksek olmasa bile önümüzdeki
yıllarda artacağı kesin.
Yine de bazı rakamlar vermek mümkün. Örneğin İstanbul’da,
Eylül 2009’da meydana gelen sel felaketinin maliyetinin yaklaşık
400 milyon TL kadar olduğu tahmin edilmekte. Ülkemizde her
yıl, ortalama 200 kadar sel ve taşkın olayı oluyor ve bu olayların
ülke ekonomisinde yol açtığı kayıplar yıllık 150 milyon TL kadar.
İklim değişikliğinin etkilerinden birisi de seller ve taşkınlarda
artışlar değil miydi?
Ünlü ekonomist Nicholas Stern tarafından küresel ısınmanın
getireceği toplam zararın, dünyanın toplam gayri safi milli
hâsılasının % 5 ile % 20’sine denk düşeceği hesaplanmış. 2008
yılı verilerine göre dünya gayri safi milli hâsılası 61 trilyon dolar
kadar. Demek ki, iklim değişikliği nedeniyle 3 ile 20 trilyon dolar
civarında bir ekonomik kayıp dünyayı beklemekte.
Bunları öğrendikten sonra, küresel ısınma için kaynak
ayırmak, önlemler almak gereksiz sizce?
Az akaryakıt tüketen otomobil, daha az sera gazı üretir:
Doğrudur, bir otomobilin motor hacmi küçükse daha az CO2
salımına yol açacaktır. Özellikle gittikçe yaygınlaşan arazi tipi
araçlar daha fazla CO2 üretmekte. Ancak gözden kaçan nokta,
119
araçlarla kat edilen mesafe. Aracınız ne kadar az CO2 üretirse
üretsin, her yere otomobille gitmek, çok kısa yollar için bile
otomobil kullanmak, bir yıl içinde araç ile çok fazla kilometre
yapmak, CO2 salımını arttıracaktır. Hatta küçük araçların sera gazı
salımları, arazi araçlarından bile daha fazla olabilecektir.
120
YAPILABİLECEKLER Doğayı, çevreyi, iklimi korumak için yapılabilecek çok şey
var aslında. Doğayı korumak ve iklim değişikliği ile mücadele
etmek için fazladan çaba harcamaya da gerek yok. Günlük
yaşantımızda yapacağımız ufak tefek değişiklikler doğada büyük
iyileşmelere neden olacaktır. Doğa koruma konusunda
bilinçlenmek bile yeterli olacaktır.
Çevre kirliliği, küresel ısınma, ozon tabakasının incelmesi
gibi ilk bakışta birbiri ile ilgisi yokmuş gibi duran sorunların,
aslında tek bir kaynağı var, insan. İnsanlar hep daha iyi yaşamak
istiyor. Bu isteklerini gerçekleştirmek içinse, doğayı aşırı
zorluyor. Bu sorunların önlenmesi de yine insanların elinde.
Küresel ısınma ve diğer ekolojik sorunların önlenmesi için devlet
ve hükümetler, şirketler ve bireyler olarak yapabileceklerimiz var.
Devletler ve hükümetlerin küresel ısınma ve iklim
değişikliğini önlemek için atacağı adımlar, şirketlerin ya da
bireylerin alacağı önlemlerden daha etkili olacaktır. Aslında iklim
değişikliği konusunda bazı çalışmalar yapılmıyor değil. Örneğin
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1992
yılında hazırlandı ve 1994’te yürürlüğü girdi. Bu sözleşmenin
uygulanmasını düzenleyen Kyoto Protokolü ise 1997 yılında
hazırlandı. Ülkemizde Kyoto Protokolü’ne katılımın uygun
olduğuna dair kanun, 5 Şubat 2009’da TBMM’de kabul edildi ve
Türkiye 26 Ağustos 2009 tarihinde resmen Kyoto Protokolüne
taraf oldu. Ülkemizin, tanınan özel durumu nedeniyle, şu an için
sera gazı azaltım yükümlülüğü bulunmamakta. Ancak, Kyoto
Protokolü 2012 yılında yürürlükten kalkmaktadır ve 2012 yılından
sonra küresel ısınma ile ilgili atılacak adımların düzenlenmesi
konusunda yapılan görüşmelerden sonuç alınamamakta.
Devlet ve hükümetlerin öncelikle iklim değişikliği ile
mücadele ve iklim değişikliğine uyum politikaları olması gerekir.
121
Türkiye’de iklim değişikliği eylem planı hazırlanıyor. Bazı
eksiklikleri olsa bile olumlu bir adım.
Boğaziçi Köprüsü, İstanbul
İklim değişikliği ile
mücadele sera gazları
salımlarının azaltılması
ile
olur.
Ülkemizin
maalesef sera gazlarını
azaltmak
için
bir
taahhüdü
yok.
Sera
gazlarını azaltmak için
için
devletler
yenilenebilir
enerji
üretimine
öncelik
verebilir. Fosil yakıt
kullanımından
kaynaklanan
salımları
azaltmak için teknoloji
araştırmalarına
kaynak
sağlayabilir.
Özel
sektörden
kaynaklanan
karbon
salımlarını
azaltmak için teşvikler ya da cezalar uygulayabilir. Büyük
yatırımlar planlanırken ekonomik değil, ekolojik düşünülebilir.
Örneğin 3. köprünün İstanbul’un kuzeyindeki ormanlık alanlardan
geçmesi ekonomik olabilir, ancak ekolojik değildir. Çünkü
İstanbul’un son doğa parçaları da tehlike altında kalacaktır. Yine
devlet ve hükümetler tarım, ulaştırma, sanayi, ormancılık, turizm,
inşaat gibi alanlarda doğaya saygılı politikalar uygulayabilir.
İklim değişikliğine uyum ise, iklim değişikliğinin oluşturduğu
riskleri öngörmek ve bunların olumsuz etkilerini en aza indirmek
için önlemler almaktır. Türkiye’yi bekleyen risklerin neler
olduğunun saptanması, iklim değişikliğine karşı hassas bölgelerin
belirlenmesi, toplumun ve tarım, turizm, ulaşım, inşaat, sanayi
gibi sektörlerin iklim değişikliğinden nasıl etkileneceğinin ortaya
122
konulması, oluşacak risklerin ve sorunların çözümü için stratejiler
geliştirilmesi gerekmekte.
Benzer şekilde şirketler de sera gazı salımlarını azaltabilir.
Kâr odaklı olan ve doğaya zarar veren üretim anlayışından
vazgeçebilir. Kendi sera gazı salımlarını düşürebilir ya da enerji
tasarrufuna öncelik verebilir. Devletlerin ve şirketlerin iklim
değişikliğine karşı ne gibi önlemler alabileceği çok uzun
anlatılabilecek bir konu. Ama burada bizlerin birey olarak neler
yapabileceği üzerinde durmakta fayda var. Bir kişinin alacağı
önlem küresel bir sorunu nasıl azaltacaktır diye düşünebilirsiniz.
Her yıl atmosferdeki karbon milyarlarca ton arterken, bizlerin 1-2
kg daha az karbon salımı yapmamızın ne anlamı var diyebilirsiniz.
Okyanuslar milyonlarca su damlasının birleşmesinden oluşuyor.
Bizler daha bilinçli olursak şirketlerin ve hükümetlerin
politikalarını da değiştirebiliriz. Bu nedenle aşağıda küresel
ısınmayı ve diğer çevre sorunlarını azaltmak için birey olarak
yapabileceklerimiz kısaca açıklanmıştır.
Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanalım: Sera
gazlarının büyük bölümü enerji üretiminde fosil yakıt
kullanımından kaynaklanıyor. Güneş, rüzgâr, su, biyokütle gibi
yenilenebilir
enerji
kaynaklarından
üretilen
enerjiyi
kullandığımızda, daha az fosil yakıt tüketiriz. Evimizde,
okulumuzda,
işyerimizde
yenilenebilir
enerji
kaynağı
kullanılmasına çalışalım.
Yerli malı kullanalım: Yurt dışından getirilen ürünler, uçak,
tren, gemi, kamyon gibi araçlarla taşınıyor. Bir ürün ne kadar
uzaktan getirilirse, o kadar çok akaryakıt kullanılır ve CO2 salımı
olur.
123
Ağaç Dikelim
Ağaçtan yapılmış oyuncaklar
124
Aşırı tüketmeyelim: Giyecekten yiyeceğe her alanda
mutlaka aşırı tüketimden kaçınmalıyız. Tükettiğimiz her şey için
enerji harcanır. İhtiyaç duymadığımız, kullanmayacağımız ya da
yemeyeceğiniz bir şey satın aldığınızda bunların yerine yenileri
üretilecektir.
Tasarruf edelim: Enerjiyi ve suyu tasarruflu kullanalım.
Gereksiz lambaları söndürelim, daha az enerji tüketen verimli
ampuller kullanalım. Duş alırken, dişlerimizi fırçalarken daha az
su kullanalım.
Karbon ayak izimizi öğrenelim: Karbon ayak izi küresel
ısınmadaki payımızdır. Bir yıl içinde yaptıklarımızla, ya da
kullandıklarımızla atmosfere verdiğimiz karbon miktarıdır.
Karbon ayakizimiz büyüdükçe atmosfere daha fazla karbon
veriyoruz demektir.
Doğadan bilinçsizce toplanan ürünlerle imal edilmiş,
yiyecek içecek, giyecekleri kullanmayalım: Bunun belki de
küresel ısınma ile ilgisi yok ama, aşırı şekilde toplanması salep,
mantar, kekik gibi bitkilerin neslinin tükenmesi tehlikesine yol
açabilir.
Daha fazla odun kullanalım: Odun yenilenebilir enerji
kaynağıdır. Ormanlara zarar vermeden kesilmiş (sürdürülebilir
olarak işletilen), sertifikalı ve özellikle kendi ülkemizde üretilmiş
odunu kullanırsak daha az sera gazı üretiriz. Bu nedenle hem
ısınmada, hem de eşyalarda odundan yapılanları seçelim ve bunu
herkese söyleyelim. Tropikal ağaçlardan üretilmiş ürünleri
almayalım.
Ağaç dikelim: Bu kitapta ağaçların ve ormanların yararları
anlatıldı. Ağaçların ve ormanların iklimi korumadan su üretimine
kadar birçok faydası var. Bu nedenle ne kadar çok ağaç dikersek o
kadar iyi. Ülkemizde bu konuya çok büyük önem veriliyor, birçok
kampanya düzenleniyor. Ağaç dikimi konusundaki toplumsal
125
hassasiyet bazen yanlışlara bile yol açıyor. Daha önce de
değinildiği gibi her yere ağaç dikilemez, her ağacın yaşamak için
değişik sıcaklık, nem, toprak isteği vardır ve bunların uygun
olduğu yerlerde yetişebilir. Ağaç dikelim ama doğru ağacı, doğru
yere ve doğru zamanda.
Kompost yapalım: çevremizde görmüşüzdür, çimleri, otları
biçerler, ağaçları budarlar. Kesilen bu artıklar sonra ne olur?
Çoğunlukla çöpe gider ya da yakılırlar. Bu gibi durumda bunlar
CO2 salımı yaparlar. Kesilen bitki artıkları aslında belli bir yerde
biriktirilerek humus haline getirilebilir, bu olaya kompost yapımı
adı verilir. Kompostlar toprağa karıştırılarak toprağın organik
madde içeriği yükseltilebilir ve bitkilerin gübre ihtiyacı
karşılanabilir, hem de karbon toprakta depolanmış olur.
Yürüyelim, bisiklete binelim, toplu taşıma araçlarını
kullanalım: Kısa mesafeli yerlere giderken araç kullanmayalım.
Yürüyerek gidelim. Daha fazla bisiklet kullanalım. Eğer
yaşadığımız kentte bisiklet yolları yoksa yöneticilerden bisiklet
yolları isteyelim. Uzak mesafelere giderken tren, otobüs, vapur
gibi toplu taşıma araçlarını kullanalım.
Yeniden kullanılabilen malzemeleri tercih edelim:
Özellikle ambalajlarda kullanılan cam ve tenekelerin üretiminde
çok fazla CO2 salımı olur. Örneğin cam yapımı için kumlar
yüzlerce derece sıcaklıkta ergitilir. Tekrar kullanımını
sağladığımız her cam ve teneke ambalaj ile daha az CO2 salımını
sağlarız. Benzer şekilde kâğıtlarında da geri dönüşümünü
sağlayarak, küresel ısınmanın azaltılmasına küçük de olsa katkıda
bulunabiliriz.
126
Deniz kirliliği, İstanbul
Alışkanlıklarımızı değiştirelim: Bazen farkında bile
olmayız, elimiz elektrik düğmesine gider ve odanın içi yeterince
ışık almasına rağmen lambalar yanar. Dişlerimizi fırçalarken
musluk sürekli açıktır ve kullanmadığımız halde su boşu boşuna
akar. Bunlar suyu ve enerjiyi boşu boşuna harcadığımız, biraz
dikkatle vazgeçebileceğimiz alışkanlıklarımızdır.
Daha az enerji tüketen, karbon salımı az olan ürünleri
tercih edelim: Teknoloji geliştikçe, enerji tasarruflu ampuller,
otomobiller, buzdolabı, televizyon gibi gereçler üretilmeye
başlandı. Bu tür gereçleri alırken enerji tasarruflu olanları tercih
ederek hem daha az enerji harcarız, hem de ev giderlerinden
tasarruf ederiz. Ama dikkat etmemiz gereken nokta, ancak halen
kullandığımız araç-gereçler artık kullanılamaz hale geldiğinde,
127
zorunlu olarak değiştirmek gerektiğinde enerji tasarruflu olanları
satın almak.
Bir doğa eğitimi, İstanbul
Evlerimizi yalıtalım: En fazla fosil yakıtı ısınmada
harcıyoruz. Ama özellikle ülkemizde evlerin yalıtımları iyi
olmadığı için, bir bakıma havayı ısıtıyoruz. Çünkü evlerden
sürekli ısı kaçağı oluyor. Pencerelerde çift cam kullanarak,
duvarlarımızı, zemin ve tavanları ahşap ya da benzeri ürünlerle
kaplayarak daha iyi yalıtım sağlayabiliriz ve daha az enerji
tüketiriz.
Çevremizdekileri uyaralım: Öncelikle küresel ısınma ve
diğer çevre sorunlarını, bunları önlemek için neler
yapabileceğimizi öğrenelim. Öğrendiklerimizi arkadaşlarımızla
ailemizle paylaşalım. Fosil yakıtları aşırı kullananları, çevreyi
kirletenleri uyaralım. Hatta içinde yaşadığımız kentin
belediyelerine, milletvekillerine, küresel ısınma konusunda neler
yaptıklarını soralım.
128
SONUÇ Ormanlar doğanın bozulmadan kalmış son birkaç noktasından
bir tanesi. Ama üzerindeki baskılar her geçen gün artıyor. Halen
Dünyada ve ülkemizde milyonlarca insan doğrudan ormanlarda
yaşıyor. Ormanlarda yaşamayan insanlar ise dolaylı olarak
ormanlardan yararlanıyor. Ama ormanların insanlara sunduğu
yararlar ormanların azalması nedeniyle büyük tehlike altında. İşte
bu nedenle 2011 yılı Uluslar arası Orman Yılı olarak ilan edildi,
ana teması ise “orman ve insan”.
Orman ve insan ilişkisi aslında insanlığın başladığı 2 milyon
yıldan beri devam ediyor. Aslında tek taraflı bir ilişki bu ve hep
ormanlar zarar görmüş. Önceleri sadece insanlara besin ve barınak
sağlamış ormanlar. Ama insanlar ormanlardaki yangınlardan
sonra, yanan alanlarda yenilebilen bazı bitkilerin daha fazla
yetiştiğini görmüşler. Böylece kes yak olarak adlandırılan bir
dönem başlamış. İnsanlar ormanları bilerek kesmişler ve
yakmışlar, ardından gelen besinlerden yararlanmak için. Çünkü
orman toprağı organik maddece zengindir, yanan ağaçların külleri
de toprağı gübreler. Ağaçların gölgesi de olmadığından otsu ya da
çalımsı bazı bitkiler hızla gelişirler yangından sonra. Ama bu
geçici bir durumdur. Ağaçsız kalan toprak kısa sürede erozyona
uğramış, topraklarda organik madde kalmayınca da besin elde
edilememiş. Ne yapmış peki atalarımız, başka bir ormanı
yakmışlar. Günümüzde de Avustralya’daki yerlilerden bazıları
halen bu şekilde besin elde ediyor.
Daha sonra insanoğlu tarımı keşfetmiş günümüzden 10 bin yıl
önce. Böylece besin elde etmek için oradan oraya göçmelerine
gerek kalmamış ve yerleşik hayata geçişler başlamış. Ne güzel
diye düşünebilirsiniz, artık ormanları yakmayacaklar. Hayır, bu
sefer de yeni tarım alanları kazanmak için ormanları kesmişler.
İnsanların yerleşik hayata geçmesinde son buzul çağının sona
ermesi (günümüzden 12 bin yıl önce) etkili olmuş. Bir bakıma
129
iklim değişikliği insanların yaşam tarzını değiştirmiş. İlk tarıma
geçilen bölge olan Mezopotamya ve çevresinde oluşan ılıman ve
yağışlı iklim buğday ve arpa gibi birçok yenilebilen bitki türünün
yetişmesine olanak sağlamış. Tarıma başlandıktan sonra bazı
hayvanlar da evcilleştirilmiş. Bilin bakalım bu neye yol açmış,
otlak kazanmak için ormanların kesilmesine.
Ardından bazı kayalardaki madenlerin yüksek ateşte
ergidiğini ve kolay şekillendiğini fark etmişler. Önce Bakır, sonra
Tunç ve Demir çağlarına girilmiş. Peki madenleri neyle
ergitmişler, tabii ki odunla. Daha sonra sabanı, arabayı bulmuşlar,
tekneler yapmışlar ve bunlarda da hep odun kullanmışlar. Ev
yapımı, ısınma ve yemek pişirmek için de odundan
yararlanmışlar. Tarım ile fazla besin üretince nüfus artmış, nüfus
artınca da daha fazla besin gerekmiş. Tarım başladığı ilk yıllarda
yani günümüzden 10-12 bin yıl önce 4 milyon insan nüfusu
olduğu tahmin ediliyor. Günümüzde ise 7 milyarı geçtik.
Sonra devletler, imparatorluklar kurmuşlar insanlar,
birbirleriyle savaşmışlar. Savaş arabaları, gemiler yapmışlar
odundan. Büyük tapınaklar yapmışlar, koca koca taşları üst üste
dizmişler Mısır Piramitlerinde olduğu gibi. Taşları da odunlar
üzerinde yuvarlayarak duvarları örmüşler ya da devasa anıtlar
dikmişler. Nüfus artınca köyler yavaş yavaş kente dönüşmüş. Tabi
kentlerin ihtiyacı olan gıdaların üretilmesi için daha fazla tarlaya
ve ısınmak için daha fazla oduna ihtiyaç duyulmuş. 19. Yüzyıla
kadar odun başlıca enerji kaynağı olarak kalmış, ancak bu zaman
odun yerine kömür yaygın olarak kullanılmaya başlanmış. Aslında
kömür çok önceleri biliniyor ve kullanılıyordu, ama işletmesi
zordu ve odun üretimi daha kolaydı. Daha sonra kömüre petrol ve
doğal gaz eklenmiş.
15. yüzyıldan itibaren sömürgecilik dönemi yaşanmış. Bu
dönemde en önemli taşıt gemiler. Amerika kıtasını keşfeden
Kristof Kolomp’un seyahat ettiği gemiler tamamen ahşaptandı.
Ahşap gemiler 19. Yüzyılın ortalarına kadar devam etti.
130
Sömürgeciliğin ormanlar üzerinde de olumsuz etkileri oldu. Yeni
Dünyanın ormanları kesilerek Eski Dünyaya taşınmaya başladı.
İnsanların Amerika kıtasına hücum etmesiyle birlikte buralardaki
ormanlar ticari olarak kesilmeye başlandı ya da ormanlar
tamamen yok edilerek tütün, kahve tarlalarına dönüştürüldü.
Daha yakın zamanlarda hızlı sanayileşmeden ve
kentleşmeden kaynaklanan hava, su ve toprak kirlilikleri yaşandı.
Enerji de fosil yakıtların kullanılması ormanlar üzerindeki baskı
biraz olsun azalttı, ama kirlilikten dolayı ormanlar zarar görmeye
başlandı. Özellikle 1970’li yılardan itibaren kükürtdioksit
kaynaklı hava kirliliğinin ormanlar üzerinde olumsuz etkisi oldu.
Kentleşmenin de ormanlar üzerindeki baskısı arttı. Çoğu
gelişmekte olan ülkelerde kentler ya doğrudan ormanlara yapıldı.
Ya da tarlalarını arsa olarak satan çiftçiler yeni tarlalarını
ormanlardan açtılar.
Burada kısaca insan ve orman ilişkisi anlatılmaya çalışıldı.
Hep orman zararlı çıktı. İnsanın tarıma başlamasından bugüne
kadar orman alanlarının yarısının yok olduğu tahmin ediliyor.
Yaklaşık 10 bin yılda 8 milyar ha’dan 4 milyar ha’a düştü orman
alanları ve halen de azalıyor.
Ama tek kaybeden orman değildi, insanlarda çok şey
kaybettiler. Tarih ormanlarını yok eden ve doğaya uygun hareket
etmeyen uygarlıkların yok oluşuna da tanıklık etti. Örneğin tarıma
ilk geçilen Mezopotamya da bilinçsiz sulama toprakların
tuzlanmasına neden olmuş ve buradaki Sümer Devleti bu nedenle
yıkılmış. Pasifik Okyanusunda bulunan Paskalya Adası çok ilginç
bir örnek. Adada 600’den fazla dev heykel var. Ama ada
keşfedildiğinde adada oldukça ilkel bir halkı yaşıyormuş ki,
heykelleri o insanların yapmış olmasının imkânsız olduğu
düşünülmüş. Gerçek ancak günümüzde ortaya çıktı. Adaya ilk
insanlar geldiğinde ada tamamen ormanlarla kaplıymış. Ardından
nüfus arttıkça tarla açmak, ev yapmak ve ısınmak için ormanlar
kesilmiş. Adada refah düzeyi bir zamanlar o kadar ileriymiş ki,
131
insanlar besin üretmek için fazla zaman harcamıyor ve boş
zamanlarında büyük heykeller yontuyorlarmış. Heykelleri de ağaç
kütükleri üzerinde hareket ettiriyorlarmış, ama kesile kesile adada
tek bir ağaç bile kalmamış. Ardından erozyonla toprağın
kaybedilmesiyle ürün yetiştiremez olmuş. Adada ağaç kalmadığı
için tekne yapamadıklarından balık dahi avlayamamışlar. Kulübe
de yapamadıkları için mağaralarda yaşamaya başlamışlar.
Dünya tarihi incelendiğinde bu örnekler o kadar çok ki.
Mayalar, İndüs medeniyeti, Vikinglerin Grönland’ta kurdukları
yerleşim hep ormanların kesilmesi, aşırı erozyon gibi doğa
tahribatı nedeniyle tamamen yok olmuş. Çin’de, Avrupa’da,
Ortadoğu’da ve Anadolu’da ormanların kesilmesi nedeniyle
erozyonlar olmuş. Özellikle ülkemiz toprakları yaklaşık 10 bin
yıldır insana vatan olmuş. Karşılığında ormanlarının yarısından
fazlasını kaybetmiş. Ormansızlaşmadan kaynaklanan erozyon
nedeniyle de topraklarımızı halen kaybediyoruz.
Yakın çevremizde doğa tahribatıyla ilgili daha birçok örnek
var. Örneğin Sedir ormanları. Toroslarda yaşayan Sedir ağacının
bilimsel adı Lübnan Sediri ve aynı zamanda Lübnan Bayrağı
üzerinde de Sedir resmi var. Ama Lübnan’da neredeyse hiç Sedir
ağacı kalmadı, ufak bir alanda var ve onlarda sıkı koruma altında.
Gılgamış Destanını okudunuz mu? Tarihin ilk yazılı destanı. Uruk
kentinin kralı Gılgamış’ın hikayesi anlatılıyor. İlginç olanı
Gılgamış’ın dağlardaki Sedir Ormanlarının Bekçisi Humbaba’yı
öldürmesi ve ağaçları kesmesi.
Bir başka örnek Anadolu’dan, Friglerden. Kral Midas’ın
yönettiği halk. Bu halk Eskişehir, Kütahya, Ankara çevresinde bir
devlet kurmuşlardı. Frigler zamanında ormanlar önemli derecede
yok olduğundan, daha sonra buraları ele geçiren Roma Kralı
Hadrianus ormanlara girişi yasaklamış.
Osmanlıdan da örnek verilim. İstanbul binlerce yıldan beri
birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve her zaman dünyanın en
132
büyük kentleri arasında yer almış. Ama kentin önemli bir sorunu
var, su. Daha Romalılar zamanından beri kente su kilometrelerce
öteden getirilmiş. Kentin hemen kuzeyindeki Belgrad Ormanları
da su üretimi açısından çok önemliymiş. Fatih Sultan Mehmet bu
orman için “ormandan dal kesenin kolunu, ağaç kesenin başını
keserim” demiştir.
Tarih boyunca arada Fatih Sultan Mehmet gibi ormanları
koruma yönünde kararlar alan krallar, padişahlar olsa da
ormanların önemi neredeyse hiç anlaşılamamış. Ama günümüzde
ortaya çıkan iklim değişikliği gibi ekolojik sorunlar ormanların
değerinin anlaşılmasına yol açtı. Çünkü ormanlar bir bakıma iklim
değişikliğinin freni. Ayrıca kentlerde yaşayan nüfusun artması,
doğaya hasret insanların ormana bakışını değiştirdi. Ormanlardan
odundan daha fazla olarak rekreasyonel olarak yararlanılıyor artık.
Bugüne kadar iklim değişikliği ile ilgili birçok şey duydunuz
ya da öğrendiniz. Belki günümüzde yaşanan iklim değişikliği
olaylarının insan etkisi ile değil doğal olarak meydana geldiği
iddiaları da kulağınıza geldi. Burada bu iddiaların doğruluğu ya da
yanlışlığı irdelenmemiştir. Ama söylenmesi gereken insanlığın
yavaş yavaş doğayı tükettiği. Bir bakıma bindiğimiz dalı
kesiyoruz Nasrettin Hoca gibi. Hep daha fazlayı isteme
alışkanlığımız, çevremizi ve doğayı düşünmememiz bizleri bir
bilinmeze doğru götürüyor. Evet böyle gidersek, adı ister iklim
değişikliği olsun, isterse su, kuraklık, ozon tabakasının delinmesi,
enerji, gıda güvenliği sorunu olsun bazı ekolojik sorunlarla er geç
karşılaşacağımız kesin. Bunları önlemenin ya da geciktirmenin
yolu, doğaya saygı ve doğayı anlamaktan geçiyor. Belki
duydunuz, bilim insanları atmosferdeki karbonu emen yapay
ağaçlar geliştirdiler, acaba gerçeğinin yerini ne kadar tutar? Bu
yapay ağaç erozyonu önleyebilir mi örneğin? Ormanları, önemini
ve yararlarını tanıyarak atabiliriz ilk adımlarımızı.
133
KAYNAKLAR Akkemik, Ü., Türkoğlu, N., Poole, I., Çiçek, İ., Köse, N., Gürgen, G., 2009.
Woods of a miocene petrified forest near Ankara, Turkey. Turkish Journal
of Agriculture and Forestry 33:89-97.
Asan, Ü., 1995. Global iklim değişimi ve Türkiye ormanlarında karbon
birikimi. İ.Ü. Orman Fakültesi Dergisi B 1-2: 23-38.
Asan, Ü., 1999. Climate change, carbon sinks and the forests of Turkey. In:
Proceedings of the International Conference on Tropical Forests and
Climate Change: Status, Issues and Challenges (TFCC ’98) Philippines,
pp. 157-170.
Atalay, İ., 2008. Ekosistem Ekolojisi ve Coğrafyası (2 Cilt). Çevre ve Orman
Bakanlığı. AGM.Yayın No: 327. Ankara.
Aytuğ, B., Görcelioğlu, E., 1993. Anadolu bitki örtüsününün geç kuaternerdeki
gelişimi. İ.Ü. Orman Fakültesi Dergisi, Seri B, 43 (3-4): 27-56.
Balcı, A. N., 1996. Toprak Koruması. İ.Ü. Yayın No. 3947, Orman Fakültesi
Yayın No. 439, İstanbul.
Botkin, D., Keller, E., 1995.Environmental Science Earth As a Living Planet,
John Wiley&Sons, Inc.
Çepel, N., 1983. Orman Ekolojisi. İ.Ü. Yayın No. 3140, Orman Fakültesi
Yayın No.337, İstanbul.
ÇOB, 2009. Ormancılık İstatistikleri 2007. Çevre ve Orman Bakanlığı
Yayınları, Ankara.
Diamond, J., (Çeviri Kıral, E.) 2006. Çöküş, Medeniyetler Nasıl Ayakta Kalır
ya da Yıkılır? Timaş Yayınları/1457, Popüler Bilim/2, Entegre
Matbaacılık, İstanbul.
Dixon, R.K., Brown, S., Houghton, R.A., Solomon, A.M., Trexler, M.C.,
Wisniewski, J., 1994. Carbon pools and fluxes of global forest ecosystems.
Science 263: 185–190.
DKMP, 2008. Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007. Çevre
ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü
Yayınları, Ankara.
DPT, 2001. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ormancılık Özel İhtisas
Raporu,
DPT:
2531,
ÖİK:
547,
539
p.
http://ekutup.dpt.gov.tr/ormancil/oik547.pdf.
DPT, 2007. Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ormancılık Özel İhtisas
Raporu,
DPT:
2712,
ÖİK:
665,
102
p.
http://ekutup.dpt.gov.tr/ormancil/oik665.pdf.
Dream Home China, BC Forest Products Demonstration Community, 2003.
www.dreamhomechina.com.
134
Eken, G., Bozdoğan, M., İsfendiyaroğlu, S., Kılıç, D.T., Lise, Y., (editörler)
2006. Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları. Doğa Derneği, Ankara.
Engür, M. O., Kartal, S. N., 2006. 21. Yüzyılın yapı malzemesi. 3. Ulusal Yapı
Malzemesi Kongresi, 15-17 Kasım 2006, İstanbul.
FAO, 2000. Forest resources of Europe, CIS, North America, Australia, Japan
and New Zealand. Geneve Timber and Forest Study Papers, No. 17. United
Nations Economic Commission for Europe (Geneva), Food and
Agriculture Organization of the United Nations, Roma, p. 445.
FAO, 2006. Global Forest Resources Assessment 2005, global assessment of
growing stock, biomass and carbon stock. Food and Agriculture
Organization of the United Nations, Forestry Department, Working Paper
106/E, Rome, 54 pp.
FAO, 2008. Natural inquirer the world’s forest edition. Volume XI, No. 1.
FAO, 2010. Global Forest Resources Assessment 2010, main report. Food and
Agriculture Organization of the United Nations, Forestry Paper 163, Rome,
340 pp.
Goodale, C.L., Aps, M., Birdsey, R.A., Field, C.B., Heath, L.S., Houghton,
R.A., Jenkins, J., Kohlmaier, G.H., Kurz, W., Liu, S., Nabuurs, G.J.,
Nilsson, S., Shvidenko, A.Z., 2002. Forest carbon sinks in the Northern
Hemisphere. Ecological Applications 12: 891-899.
Gönençgil, B., 2009. İklim ve Biz. İstanbul Valiliği Çevre ve Orman İl
Müdürlüğü. 34 s.
İlten, N., Bulgurcu, H., 2002. Evlerde iç hava kalitesi ile ilgili bir araştırma. 4.
Balıkesir Mühendislik Sempozyumu, 11-13 Eylül 2002, Balıkesir.
IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change), 2003. Good practice
guidance for land use, land-use change and forestry. Kanagawa, Japan:
Institute for Global Environment Strategies.
IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change), 2007. Climate Change
2007: Synthesis Report.
Jandl, R., Lindner, M., Vesterdal, L., Bauwens, B., Baritz, R., Hagedorn, F.,
Johnson, D. W., Minkinen, K., Byrne, K.A., 2007. How strongly can forest
management influence soil carbon sequestration?, Geoderma 137: 253268.
Janssens, I.A., Freibauer, A., Ciais, P., Smith, P., Nabuurs, G.J., Folberth, G.,
Schlamadinger, B., Hutjes, R.W.A., Ceulemans, R., Schulze, E.D.,
Valentini, R., Dolman, A.J., 2003. Europe’s terrestrial biosphere absorbs 7
to 12% of European anthropogenic CO2 emissions. Science 300: 15381542.
Janzen, H.H., 2004. Carbon cycling in earth systems-a soil science perspective,
Agriculture, Ecosystems and Environment 104: 399-417.
Kadıoğlu, M., 2007. Küresel İklim Değişimi ve Türkiye: Bildiğiniz Havaların
Sonu. (2. Baskı), Güncel Yayıncılık, İstanbul.
135
Karlıoğlu, N., Akkemik, Ü., Caner, H., 2009. Detection of some woody plants
in Late Oligocene forests of İstanbul. Turkish Journal of Agriculture and
Forestry 33: 577-584.
Kemal, M., Semerkant, O., 1984. Türkiye linyit potansiyeli ve kullanım olanağı
Türkiye 4.Kömür Kongresi, Maden Mühendisleri Odası Yayını,
Zonguldak, s. 17-31.
Konukçu, M., 2001. Ormanlar ve Ormancılığımız “Faydaları, İstatistiki
Gerçekler Anayasa, Kalkınma Planları, Hükümet Programları Ve Yıllık
Programlar’da Ormancılık”. Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları No: 2630.
Köse, N., 2006. Batı Anadolu’da İklim Değişkenliği ve Yıllık Halka Gelişimi.
Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü.
Lynas, M., Kutluğ, N., 2009. Karbon Ayak İziniz, Karbon Kirliliğinizi
Düşürmek İçin Basit Önlemler. Açık Radyo Kitapları 2, Yaylacık
Matbaacılık, İstanbul.
Mayer, H., Sevim, M., 1959. Lübnan sediri, Lübnan’daki 5000 yıllık tahribatı,
Anadolu’da bugünkü yayılış sahası ve bu ağaç türünün Alplere tekrar
getirilmesi hakkında düşünceler (Çeviren: N. Çepel). İ.Ü. Orman Fakültesi
Dergisi, Seri B, 9 (2): 111-142.
Montgomery, D.R., (Çeviri: Anıl, E.) 2010. Toprak uygarlıkların erozyonu.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Nabuurs, G.J., Päivinen, R., Sikkema, R., Mohren, G.M.J., 1997. The role of
European Forests in the Global carbon cycle-a review. Biomass and
Bioenergy 13: 345-358.
NIR Turkey, 2007. National Greenhouse Gas Inventory Report of the Turkey,
NIR, (Reported Inventory 2005). Retrieved September 05, 2009, from
http://unfccc.int/national_reports/annex_i_ghg_inventories/national_invent
ories_submissions/items/3929.php.
NOAA/ESRL,
2010.
Dr.
Pieter
Tans,
NOAA/ESRL
www.esrl.noaa.gov/gmd/ccgg/trends).
OGM, 2006. Orman Varlığımız. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel
Müdürlüğü, Ankara.
OGM, 2009a. Orman Atlası. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel
Müdürlüğü Yayınları, Ankara.
OGM, 2009b. Yenilenebilir Enerjide Orman Biyokütlesinin Durumu. Çevre ve
Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara.
Pointing, C., 2008. Dünyanın yeşil tarihi, Çevre ve büyük uygarlıkların çöküşü.
Sabancı Üniversitesi Yayınları
Stern, N. 2006. The economics of climate change. The Stern review.
Cambridge, UK, Cambridge University Press.
Tolunay, D., Çömez, A., 2007. Orman topraklarında karbon depolanması ve
Türkiye’deki durum. Küresel İklim Değişimi ve Su Sorunlarının
Çözümünde Ormanlar. 13-14 Aralık 2007, İstanbul.
136
Tolunay, D., Çömez, A., 2008. Türkiye ormanlarında toprak ve ölü örtüde
depolanmış organik karbon miktarları. Hava Kirliliği ve Kontrolü Ulusal
Sempozyumu 2008. 22-25 Ekim 2008, Hatay.
Tolunay, D., 2010. Total carbon stock and carbon accumulation in living tree
biomass in forest ecosystems of Turkey. Turkish Journal of Agriculture
and Forestry.
Tolunay, D., 2010. EGD Küresel Isınma Kurultayı Sonuç Bildirgesi. Ekonomi
Gazetecileri Derneği (EGD) Küresel Isınma Kurultayı, 16 Haziran 2010,
Ankara.
Türkeş, M., 2008. İklim değişikliği ve küresel ısınma olgusu: bilimsel
değerlendirme. Küresel Isınma ve Kyoto Protokolü, İklim Değişikliğinin
Bilimsel, Ekonomik ve Politik Analizi (ed: E. Karakaya). Bağlam
Yayıncılık, İstanbul.
Ülgen, H., Zeydanlı, U., (editörler) 2008. Orman ve Biyolojik Çeşitlilik. Doğa
Koruma Merkezi, Ankara.
Worldwatch Institute, 2009. Dünyanın Durumu 2009 Isınmakta olan bir
dünyaya bakış. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Zieliński, J., Petrova, A., Tomaszewski, D., 2006. Quercus trojana subsp.
yaltirikii (Fagaceae), a new subspecies from southern Turkey.
Willdenowia 36: 845-849.
137
138
Download