iki uçlu bozuklukta lipid döngüselliği

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY PROF DR. MAZHAR OSMAN
RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
3. PSİKİYATRİ BİRİMİ
Başhekim: Doç Dr. Erhan KURT
Klinik Şef Vekili: Uzm. Dr. Kirkor Kamberyan
İKİ UÇLU BOZUKLUKTA LİPİD DÖNGÜSELLİĞİ
Uzmanlık Tezi
Dr. Kürşat ALTINBAŞ
İstanbul 2009
1
ÖNSÖZ
Hastanede göreve başladığım ilk günden beri desteğini esirgemeyen, bilgi ve deneyimini
paylaşan, ağabeyim, ilk uzmanım ve hastanemiz başhekimi Doç. Dr. Erhan Kurt’a,
Asistanlığım süresince her daim kılavuzum olmuş, klinik deneyim ve bilgi birikimini cömertçe
paylaşan, benim için gerek akademik açıdan gerekse insanlığı ile mükemmel bir model olan, ağabeyim,
şefim ve daimi hocam Doç. Dr. Esat Timuçin Oral’a,
Asistanlığım süresince farklı zamanlarda klinik şefliğimi yapmış olan, Dr. Latif Alpkan, Doç. Dr.
Medaim Yanık ve Dr. Kirkor Kamberyan’a,
Tezimin olgunlaşmasında yardım ve katkılarını esirgememiş, kıymetli zamanlarını ayırmış olan
ve akademik kimliklerini örnek aldığım Doç. Dr. Ömer Saatçioğlu ve Doç. Dr. Cüneyt Evren’e,
Kısa süre de olsa birlikte çalışma fırsatı bulduğum, klinik bilgi ve deneyimlerini paylaşmakta geri
durmayan, Dr. Aytül Hariri, Dr. Evrim Erten, Dr. Füsun Aran, Dr. Dilek Solmaz, Dr. Meltem Efe
Sevim, Dr. Münevver Hacıoğlu, Dr. Nesrin Koçal ve Dr. Şakire Erek’e
Rotasyon eğitimlerimi yanlarında tamamladığım hocalarım Doç. Dr. Baki Arpacı, Dr.Niyazi
Uygur, Doç. Dr. Duran Çakmak, Prof. Dr. Hayrettin Kara, Prof. Dr. Levent Kayaalp, Doç. Dr. Yüksel
Altuntaş’a
Tezimi hazırlama sürecinde ve asistanlığım süresince sonsuz özveri ile bana yardımcı olan, dost
olmaktan büyük keyif aldığım, Raşit Tahsin Duygudurum Merkezi hemşireleri Cavide Çakmak ve Aysel
Özer’e,
Tezimi hazırlama sürecinde aktif katılımlarıyla destek olan arkadaşlarım Ayça Can Keklik, Cansu
Bozkurt, E. Onur Özalmete, Sinan Gülöksüz, Ayşe Şair, Gülbahar ve Bekir Telli, Aydın Öküzcü’ye,
Uzmanlık eğitimim boyunca yanımda olan ve desteğini her zaman hissettiğim tüm asistan
arkadaşlarım ve dostlarım, servis, acil birimi ve polikliniklerde birlikte çalıştığım tüm sağlık personeli ve
güvenlik görevlisi arkadaşlarıma,
İnsan olmanın güzellikleri ve zorluklarını anlama gayretimde esas öğreticilerim hastalarıma,
Bugünlere erişmemde sonsuz emekleri ile güçlüklere göğüs germemi sağlayan annem, babam,
ağabeyim, ablam ve sevgili eşime
Sonsuz şükranlarımla...
Dr. Kürşat ALTINBAŞ
1
İÇİNDEKİLER
sayfa
A.GİRİŞ VE AMAÇ……………………………………………………………………
3-4
B.GENEL BİLGİLER…………………………………………………………………..
5-21
1. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu’nun Tarihçesi…………………………………..
5-8
2. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu’nun Etyolojisi…………………………………..
8-14
3. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu’nun Yaygınlığı …………………………………
14-16
4. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu’nun Kliniği ve Alt Tipleri……………………….
16-18
5. Duygudurum Bozuklukları Etyolojisinde Kan Lipidlerinin Rolü …………...........
18-19
6.İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu ve Lipid Döngüselliği İlişkisi…………………...
20-21
C.YÖNTEM VE GEREÇLER ………………………………………………………….
22-24
D.BULGULAR…………………………………………………………………………
25-33
E.TARTISMA………………………………………………………………………….
F. SONUÇ ……………………………………………………………………………….
34-41
42-43
G. ÖZET ………………………………………………………………………................
44
H.SUMMARY……………………………………………………………………………
45
I. KAYNAKLAR ………………………………………………………………….......
1
46-56
A.GİRİŞ VE AMAÇ
Serum
lipid
düzeylerinin
psikiyatrik
hastalıklardaki
rolü
uzun
yıllardır
araştırılmaktadır. Anksiyete bozuklukları, depresyon ve şizofreni gibi birçok psikiyatrik
bozuklukta serum lipid düzeyleri araştırılmış; intihar girişimi ve saldırganlık ile ilişkisi
sorgulanmıştır(Boston 1996, Golomb 1998). Depresif belirtileri olan hastalarda düşük
kolesterol düzeyleri saptanmış(Morgan 1993, Partonen 1999) fakat bazı çalışmalarda
bu ilişki doğrulanamamıştır(Swartz 1990, Bajwa 1992).
Bununla birlikte, manik hastalarda kolesterol düzeyinin düşük olduğunu gösteren
çalışmalar da bulunmaktadır(Swartz 1995). Ayrıca hastalık dönemlerinin tedavisinin de
kolesterol düzeylerini değiştirdiği belirtilmiş ve duygudurum bozuklukları ile kolesterol
ilişkisinin gücü vurgulanmıştır. Nitekim 2007 yılında yayınlanmış bir çalışmada; 4
haftalık tedavi sonrası total kolesterol seviyelerinin major depresyonu olan hastalarda
yükseldiği, manik ve hipomanik hastalarda ise düştüğü saptanmıştır(Gabriel 2007).
Beasley ve arkadaşlarının(2005) yayınladıkları çalışmada post-mortem olarak beyinde
kolesterol ve kolesterol öncülleri incelenmiş ve duygudurum bozuklukları ile beyinde
düşük kolesterol düzeylerinin ilişkili olabileceği öne sürülmüştür. Ghaemi ve
arkadaşları(2000) ise kolesterol düzeyleri ile duygurudum bozuklukları ilişkisini
sorguladıkları çalışmalarının sonucunda; kolesterolün karakteristik bir özellik olmaktan
ziyade akut duygudurum dönemlerinden etkilenen durumsal bir özellik olabileceğini
belirtmişlerdir. İspanya’dan bir grup araştırmacı da; iki uçlu duygudurum bozukluğu
(bipolar bozukluk) olan hastalarda en son duygudurum dönemiyle kolesterol ve lityum
düzeylerinin ilişkili olduğunu saptamışlardır(Diaz-Sastre ve ark. 2005).
Öte yandan kardiyovasküler hastalıkların mortalite ve morbiditesinin (özellikle ani
ölüm ve inmede) mevsimsel değişkenlik göstermesi; bu ritmin gün ışığı ve sıcaklık gibi
1
etkenlerle ve kanın akışkanlığını etkileyebilen diğer birçok etkenle ilişkili olduğunu
düşündürmektedir(Scragg 1988, Shinkawa ve ark. 1990, Douglas ve ark. 1991, McKee
1990, Marchant ve ark. 1993, Capon ve ark. 1992,Stout ve Crawford 1991). Geçtiğimiz
yüzyılın yarısında yapılmış olan birçok küçük izlem ve geniş kesitsel çalışmada;
kolesterol düzeylerinin sonbahar ve kış aylarında daha yüksek, ilkbahar ve yaz
aylarında ise daha düşük olduğu gösterilmiştir(Fyfe ve ark. 1968, Thomas ve ark. 1968,
Cucu ve ark. 1991, Ockene ve ark. 1993). Nitekim Rastam ve arkadaşlarının(1992)
yapmış olduğu bir çalışmada kolesterol düzeylerindeki döngüsellik gösterilmiştir.
Erkeklerde ocak ayında kolesterol seviyeleri en yüksek düzeyde bulunmuş ve
kadınlarda ise anlamlı fark olmaksızın kış aylarında kolesterol düzeylerinin yüksek olma
eğilimi gösterilmiştir. Öte yandan bu döngüsellik hiperkolesterolemik bireylerde de
gösterilmiştir. Lipid Araştırma Kliniklerinin yaptığı Primer Koroner Koruma Çalışması’nda
(Coronary Primary Prevention Trial) 14 yıl boyunca 1446 hiperkolesterolemik erkek
çalışmaya dahil edilmiş ve aynı şekilde 30 Aralık-30 Ocak arasında diğer aylara oranla
7,4mg/dl daha yüksek kolesterol düzeyleri bulunmuştur. Gordon ve arkadaşları da kışyaz aylarındaki kolesterol döngüselliğinin bir grubun hiperkolesterolemik olarak
tanımlanmasından sorunlu olabileceğini vurgulamışlardır(Gordon ve ark. 1987).
Görüldüğü üzere kan lipidleri ile duygudurum bozuklukları başta olmak üzere
birçok psikiyatrik hastalık ve özelliğin ilişkisi sorgulana gelmiştir. Ancak birçok yönden
bu ilişki araştırılmasına karşın; iki uçlu duygudurum bozukluğu olan hastalarda,
mevsimsel döngüsellik ve kan lipidlerinin ilişkisini sorgulayan bildiğimiz kadarıyla her
hangi bir araştırma bulunmamaktadır. Buradan yola çıkarak, kan lipidlerindeki döngüsel
seyrin iki uçlu bozukluğun epizodik seyri ile yakından ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.
1
B. GENEL BİLGİLER
1. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu’nun Tarihçesi
Duygudurum bozuklukları çok eski çağlardan beri bilinmekte olup, tarih öncesi
din kitapları, Yunan ve Latin yapıtlarında ağır depresyon ve taşkınlık nöbetleri geçiren
kişiler tanımlanmıştır. Babil, Eski Mısır ve İbrani kültürlerinde depresyon ve mani
belirtilerinin doğaüstü, ilahi güçlerle bağlantılı yorumlandığı; milattan önce(M.Ö.) 2800’e
kadar inen ilk Çin tıp metinlerinde ise, duyguların doğal olaylardan etkilendiğinin
bildirildiği anlaşılmaktadır. Tarih öncesi dönemlerde belki de ilk stuporlu depresyon
olgusu olan “Niobe” ağlayan bir taş ile sembolleştirilmiştir. Humeros ünlü İlyada
destanının giriş bölümünde Yunanca öfke ve gazap anlamındaki mani sözcüğünü
kullanmıştır(Yazıcı 2007).
İlk kez M.Ö. 2600’lü yıllarda Eski Mısır yazılarında melankoli terimi geçse de;
“melankoli” deyimi ilk olarak Hipokrat tarafından M.Ö. 450’li yıllarda kullanılmıştır. Eski
Yunanlılar yükselmiş duygudurum ile kendini gösteren bir hastalık durumunun farkına
varmışlardır. Bu durumun melankoli ile bağlantısını milattan sonra (M.S.) 1. yüzyılda
Efesli Soranus kurmuştur. Kapadokyalı Aretaeus M.S. 150’li yıllarda melankolinin
maninin bir başlangıcı ve bir parçası olduğunu yazmıştır. Aretaeus ayrıca öfori ve
taşkınlığı tanımlamıştır(Yazıcı 2007).
Klinik tarihçiler bipolar hastalık kavramının 19. Yüzyıl ortalarında gelişmeye
başladığını ileri sürmektedirler. J. Pierre Falret 1854’te değişen manik ve depresif
belirtilerle süregiden bu hastalığa “folie circulaire” adını verirken, aynı zamanlarda
Baillarger de iki şekilli delilik, çok ağır depresyon geçirip ardından iyileşme anlamına
gelen “ folie à double forme “ kelimesini kullanmıştır. Kahlbaum ise 1882’de depresyon
1
ve maninin aynı hastalığın değişik evreleri olduğunu tanımlayıp “ siklotimi I ” deyimini
kullanmıştır(Akiskal 2000).
19. yüzyıl sonlarına kadar birçok ruh hekimi mani ve melankolinin farklı klinik
tiplerini, belirti ve seyirlerini tanımladıkları halde ilk kez 1899 yılında Alman ruh hekimi
Emil Kraepelin “manik depresif hastalık” olarak adlandırmış ve 1913’te tüm
melankolilerin aynı hastalık olduğunu, hastalığın peryodik ve epizodik gidiş gösterdiğini
ve hastalık seyrinin yıkım ile giden “dementia precox”dan (erken bunama anlamında
şimdiki şizofrenik bozukluğa karşılık gelmekte) farklı olduğunu bildirmiştir. Kraepelin’in
bu dikotomisi, yani günümüzde kullanılan iki uçlu duygudurum bozukluğuna karşılık
gelen “manik depresif hastalık” ile şizofrenik bozukluğa karşılık gelen “dementia
precox”un biribirinden ayrılması, yüzyıllarca değiştirilerek kullanılmasına karşın; halen
güncel
olarak
kullanılan
psikiyatrik
tanısal
sınıflandırma
sisteminin
temelini
oluşturmuştur(Altınbaş ve ark. 2009).
Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısına doğru özellikle Amerika’da tanımlayıcı
psikiyatrinin ağırlığı giderek azalmaya başlamıştır. Bunda Adolf Meyer’in psikobiyoloji
okulu ve psikanalizin getirdiği temel ilkeler büyük rol oynamıştır. Öyleki ilk olarak 1952
yılında Ruhsal Bozuklukların Tanı ve İstatistiksel El Kitabı’nın ilki olan DSM-I’ de ruhsal
bozukluklar birer tepki (reaction) olarak sınıflandırılmıştır. Fakat bu dönemde Amerikan
psikiyatrisindeki tanımlamalar ve tanı ölçütleri ile Avrupa’daki tanımlamalar ve tanı
ölçütleri arasında önemli ayrılıklar başlamıştır. Nitekim Amerika’da Avrupa ülkelerine
kıyasla şizofrenik reaksiyon tanısı daha kolay ve sık konulurken; Avrupa’da ise manik
depresif reaksiyon tanısının daha yaygın ve kolay konulmaya başladığı görülmüştür.
1962 yılında ise hastalığın yineleyici olan tipleri “tekuçlu (monopolar) ve iki uçlu(bipolar)”
1
olarak ayrılırken; yaklaşık beş yıl sonra monopolar yerine “unipolar” kelimesi
kullanılmaya başlanmıştır(Goodwin ve Jamison 2007).
Meyer’in holistik yaklaşımının yaygınlaşmasıyla ruhsal bozukluklarda görülen
belirtilerin ayrıntılı değerlendirmesi ve tanımlanmasının ağırlığı giderek azalmış, biyolojik
faktörlerin daha az önemli olduğu yargısı öne çıkmış ve tanı sorunları giderek daha
fazla tartışılmaya başlanmıştır. Nitekim 1968’de Amerikan Psikiyatri Birliği’nin çıkardığı
DSM-II ile psikiyatrik bozuklukların tanı ve sınıflandırmasında araştırmalara dayanan
tanı ölçütleri kullanılmış ve reaksiyon(tepki) tanımlaması terk edilmiştir. DSM-II ve
sonraki versiyonları DSM-III(1980), DSM-III-R(1987) ve DSM-IV(1994)’te daha çok
araştırmaya dayalı dahil etme ve dışlama ölçütleri kullanılmış ve esasen Kraepelin’in
dikotomik görüşünün üzerine temellendirilmiştir(Öztürk ve Uluşahin 2002). Bir diğer
güncel sınıflandırma sistemi olan Dünya Sağlık Örgütünün yayınladığı ICD(International
Classification of Disorders ) ise spektrum kavramına daha az bağlı kalmıştır. DSM-II ve
ICD’nin 8. basımında manik depresif reaksiyon tanımlaması değişerek, hastalığın bir
tepki olmaktan çok biyolojik etkenlerle ilgili olduğu vurgulanmaya başlanmıştır. 1976
yılında Dunner ve arkadaşları manik dönem olmadan hipomanik ve depresif dönemlerle
süre giden “İki uçlu duygudurum bozukluğu tip II” yi tanımlamışlardır. 1976 yılında
Akiskal ve Mallya isimli araştırmacılar “ılımlı (soft) bipolar spektrum” kavramını ortaya
atmışlardır. Bu kavram ile iki uçlu duygudurum bozukluklarına (bipolar bozukluklar)
daha kapsayıcı bir yaklaşım getirilmiştir(Öztürk ve Uluşahin 2002).
İki uçlu bozukluğun sınırlarının genişletilmesi DSM-IV’e de yansımıştır. İki Uçlu
bozukluk tip I ve tip II, siklotimik bozukluk, madde kullanımına bağlı duygudurum
bozuklukları ve başka türlü adlandırılamayan duygudurum bozuklukları DSM-IV’te yer
alır.
Bu
sınıflandırma,
majör
depresyon,
1
distimik
bozukluk
ve
başka
türlü
adlandırılamayan depresif bozuklukların yer aldığı depresif bozukluklar spektrumuna
karşılık, bir çeşit iki uçlu bozukluklar spektrumudur. ICD-10’da iki uçlu bozukluk tip II ayrı
bir tanı kategorisi olarak yer almamaktadır. ICD-10’da ise DSM-IV’ün aksine hastalık
belirtilerinin sayısından ve sürelerini içeren ölçütlerden daha çok fenomenolojiye ağırlık
verilmiştir(Öztürk ve Uluşahin 2002).
Günümüzde psikiyatrik hastalıkları tanımlama ve sınıflamada kullandığımız DSMIV ve ICD-10 her ne kadar klinik pratiğimizde merkezi role sahip olsa da; doğadaki
olguları tanımlamaktaki yetersizlikleri yenilenme gerekliliklerini gündeme getirmiştir.
Halen sürdürülmekte olan çalışmaların sonucunda yakın gelecekte yayınlamasını
beklediğimiz DSM-V de psikiyatrik hastalıkları tanımlamaktaki zorlukları kolaylaştırsa da
tamamen ortadan kaldırmayacaktır. Kuşkusuz doğadaki olguları anlama, tanımlama ve
sınıflamaktaki zorlukların temelinde, hastalığın etyolojisine ilişkin kanıtların yetersizliği
önemli bir yere sahiptir.
2. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu’nun Etyolojisi
Dünya genelinde milyonlarca kişiyi etkileyen, kişinin yaşamında ciddi psikososyal kayıplara yol açan iki uçlu bozukluğun etyolojisi ve patofizyolojisi hakkında ne
yazık ki henüz kesinlik kazanmış bilgilere sahip değiliz. 1980’li yıllarda araştırmalar
biyojenik aminlere yoğunlaşmışken; günümüzde hücre içi sinyal ileti sistemlerinin ve
genetik araştırmaların işaret ettiği yatkınlık genlerinin hastalığın etyolojisindeki yeri
moleküler düzeyde
araştırılmaktadır(Özerdem 2007). Öte yandan duygudurum
patofizyolojisinin beynin duygu sistemlerinin nörokimyası ve nöroanatomik yapıları
arasındaki ilişkiler dikkate alınmadan tam olarak anlaşılamayacağı da göz önünde
bulundurulduğunda; beynin yapı ve işlevini değerlendiren araştırmaların önemi
artmaktadır.
1
Beyin yapı ve işlev değişiklikleri: Birçok çalışmada iki uçlu hastaların beyin total
hacminde eşleştirilmiş sağlıklı kontrollere göre bir değişiklik olmadığı(Aylward ve ark.
1994, Dupont ve ark. 1995) ancak ilerleyen yaşla daha belirgin bir total madde kaybına
uğruyor olabilecekleri gösterilmiştir(Brambilla ve ark 2001). Belirli beyin bölgelerine
odaklanıldığında iki uçlu hastalarda sağlıklı kontrollere kıyasla özellikle yaşlılıkta ve
hastalığın kötü seyrinde subkortikal beyaz cevher ve periventriküler yerleşimli
hiperintensiteler saptansa da; bulgular hastalığa özgü olmaktan çok yaş ve hastalığın
seyri ile ilişkili gibi görünmektedir. Ancak bu lezyonların önemi, duygudurumu
düzenleyen döngüleri birbirine bağlayan yolakları bozmaları olabilir(Monkul ve Soares.
2005). Nitekim özellikle emosyonun düzenlenmesinde görev alan prefrontal korteks
işlev bozukluğunun iki uçlu bozukluk patofizyolojisinde önemi birçok araştırma ile
gösterilmiştir. Ayrıca bu bozukluk azalmış frontal lob büyüklüğü, nörofizyolojik defisitler
ve prefrontal beyaz cevher yolaklarında eşgüdümlü çalışmanın bozulmasıyla da
ilişkilidir. İki uçlu bozuklukta temporal loblar, hipokampus, amigdala, bazal ganglionlar,
talamus, serebellum, vermis, beyin sapı, ventirküller, korpus kallozum, pituiter bez gibi
diğer beyin bölgeleri de hacim değişiklikleri açısından manyetik rezonans(MR) ile
incelenmiştir. Bunlar içerisinde en tutarlı sonuçlar amigdalaya aittir. Erişkin iki uçlu
hastalarda amigdalanın sağlıklı kontrollere kıyasla daha geniş olduğu saptanmıştır. Bu
bulgular iki uçlu hastaların beyinlerinin bu bölgesinde artmış kan akımı ve glukoz
metabolizmasına ilişkin bulgularla uyumludur. Ayrıca iki uçlu bozuklukta çocukluk ve
ergenlikteki anormal budanma düzeneklerinin erişkin yaşlardaki geniş amigdala
hacmine yol açtığı ya da telafi edici düzeneklerin işleyişi ile zamanla görülen anatomik
değişikliklerin ortaya çıktığı düşünülmektedir. Ventriküler genişleme de iki uçlu
bozuklukta MR incelemesi ile saptanan bir bulgudur. Ancak şizofrenide görüldüğü kadar
şiddetli olmayıp, daha çok kortikal atrofi bulunma olasılığı olan kronik gidişli ve sık
1
epizod geçiren hastalarda görülmektedir(Özerdem 2007). Beyin yapısı ve işlevinin iki
uçlu bozukluğun etyolojisindeki rolünü içeren araştırmalar tek başına hastalığın ortaya
çıkış biçimini ortaya koymakta başarısız kalmaktadır.
Biyolojik aminler: Konu ile ilgili bilgiler daha çok tek uçlu depresyon hastalarında
rezerpin ve monoaminoksidaz inhibitörleri ile yapılan araştırmalara dayanmaktadır.
Dopaminin iki uçlu bozukluk etyolojisinde rol oynadığına ilişkin kanıtlar; dopamini artıran
ve dopamin uyarıcı ilaçların(L-dopa, bromokriptin, amfetamin gibi) mani benzeri tablo
yapmasına dayanmaktadır. Ayrıca dopamin reseptör blokerleri olan antipsikotiklerin
antimanik etkileri de iyi bilinmektedir. Farklı nörotransmiterlerin farklı manik belirtilerden
sorumlu olduğu düşünülmektedir. Aşırı hareketlilikten dopamin sorumlu tutulurken,
noradrenalinin öforiden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Beyin sapında yer alan ve
noradrenalin deposu olan lokus sereleus substansia nigra üzerinde inhibitör etki
yapmaktadır. Bu etkinin ortadan kalkması sonucu dopaminerjik aktivite artar ve
hiperaktivite ortaya çıkar. Bu durumu destekleyen diğer bir bulgu da trisiklik
antidepresanların iki uçlu hastalarda manik kaymaya neden olabilmesidir(Ceylan ve
Oral 2001). Serotonin ise merkezi sinir sistemi düzenleyici işleve sahip bir
nörotransmiterdir. Hem depresyon hem de mani dönemlerinde serotonin düzeylerinde
azalma olduğu saptanmıştır. Lityumun etki düzeneklerinden bir tanesi de merkezi sinir
sisteminde serotonin salgılanmasını düzenlemesidir(Ceylan ve Oral 2001). Biyolojik
aminlerin hastalığın etyolojisindeki rolüne ilişkin kuramlar daha çok tek uçlu depresyon
ve şizofreniden ödünç alınan bilgilere dayanmaktadır. Daha özgül kanıtlar için karmaşık
hücre içi nörokimyasal düzeneklerin anlaşılmasına ihtiyaç vardır.
Nörokimyasal
düzenekler:
İki
uçlu
bozukluğun
nörobiyolojik
temellerinin
açıklanmasında en erken dönem çalışmalar nörokimya odaklıdır. Depresif dönemle
1
karşılaştırıldığında manik dönemde plazma ve beyin omurilik sıvısı(BOS) 3-metoksi 4hidroksi fenil glikol(MHPG) ve BOS norepinefrin(NE) düzeylerinde artış olduğu
gösterilmiştir(Post ve ark. 2003). İki uçlu bozukluğu olan hastalarda ötimik ve ilaçsız
dönemde de serum NE düzeylerinin genel topluma göre yüksek olduğu, ortostatik
uyarılmaya da abartılı yanıt verdikleri saptanmıştır(Özerdem ve ark. 2002). Yani
hastalar genel topluma kıyasla artmış bir sempatik tonusa sahiptir. Hastalığın depresif
döneminde görece hiperkortizolemi, manik dönemde ise kortizol düzeyinde azalma en
tutarlı bulgulardandır. Kortikotropin salgılatıcı hormon miktarındaki artışın bu durumun
nedeni olabileceği düşünülse de; zaman zaman kortizol düzeylerindeki artış
adrenokortikotropik
hormon
düzeylerinin
ötesine
geçebilmektedir.
Somatostatin
salgılanmasını baskılayıcı hormon hastalığın depresif döneminde azalırken, ötimiye
geçişte ya da maniye kayma ile normale dönmektedir(Post ve ark. 2003). Daha sonraki
dönemlerdeki araştırmalarda hastalığın oluşum düzeneğini anlamaya yönelik olarak
hücre içi sinyal sistemlerine odaklanılmıştır.
Hücre içi sinyal ileti sistemlerinin rolü: İki uçlu bozuklukta hücre içi sinyal ileti
yolaklarının rolünü kavramaya yönelik çalışmalar lityum başta olmak üzere duygudurum
dengeleyici ilaçların ve antidepresanların etki düzeneklerini anlama çabaları sırasında
ortaya çıkmıştır. Bu ilaçların tedavi edici etkilerinin haftalar içerisinde ortaya çıkıyor
olması, postsinaptik hücre içi düzeneklerin ve özellikle transkripsiyon faktörlerinin
tedavideki rolünü anlamada önemli bir dayanaktır. Duygudurum dengeleyici ilaçlarla
ilgili son çalışmalar erken genler tarafından kodlanan transkripsiyon faktörleri ve hücre
iskeletini oluşturan protein işlevlerine odaklanmıştır(Lenox ve Hahn, 2000) Lityumun
sinyal ileti sürecinde önce G proteinleri, ardından bunun ötesinde adenilil siklaz (AC) ve
fosfoinositid hidrolizi ele alınmıştır. Lityumun AC sistemi üzerindeki etkisi karmaşık bir
etki olup, siklik adenozin mono fosfat (CAMP) düzeylerindeki salınımın büyüklüğünü
1
azalttığı, bazal düzeyini artırdığı, uyarılmaya bağlı en yüksek yanıtı baskıladığı, bu
sayede ileti sisteminin aktivitesini düzenlediği gösterilmiştir. Ayrıca kronik lityum
uygulanmasının G protein düzeylerini değiştirmediği ancak işlevini düzenlediği
saptanmıştır(Brunello ve Tascedda, 2003). Ayrıca 1990’lı yıllarda kalsiyum üzerinden
proteinkinaz C (PKC) aktivitesinin düzenlenmesinde rol oynayan fosfotidil inositol (PI)
sistemi lityumun ana hedeflerinden birisi olarak tanımlanıyordu. Lityumun klinik
uygulamalar sırasında görece kısa süre uygulandığında inositol monofosfotazı (IMPaz)
baskıladığı, ancak aynı zamanda mRNA düzeylerinde de bir artışa neden olduğu
gösterilmiştir. Sonraki yıllarda uzun süreli lityum uygulamasında özellikle lityuma iyi
yanıt vermiş ötimik hastalarda IMPaz aktivitesinin, lityum kullanmayanlara oranla
kullanım süresiyle doğru orantılı bir şekilde, artmış olduğu gösterilmiştir. Sonuçta
lityumun uzun süreli kullanımda belirli bir düzeye dek IMPaz aktivitesini baskıladığı, bu
düzeyden sonra ise aktivitesini artırarak yanıt verdiği çıkarımı yapılmıştır(Kaya ve ark.
2004). Birçok çalışmada PKC’nin lityum ve valproat tarafından inhibe edildiği
gösterilmiştir. PKC alt bileşenleri olan bir aileden oluşur, beyinde heterojen bir dağılımı
vardır, nöronal uyarılabilirlikte, nörotransmiter salınımı, gen ekspresyonu ve plastisitenin
düzenlenmesinde önemli rol alır. Kısa süreli lityum tedavisi PKC’yi aktive ederken, uzun
süreli lityum kullanımı forbol esterce düzenlenen yanıtların hafifletilmesini sağlar. Bu
sırada PKC izozimleri beyinde down-regüle olur(Manji ve ark. 1995). Lityum ve valproat
tarafından baskılanan bir diğer özgül kinaz, glikojen sentetaz kinaz 3ß (GSK-3ß)’dir.
GSK-3ß’nin bir dizi hücre çekirdek içi olayları aracılığıyla çeşitli hücre iskelet oluşum
süreçlerinin düzenlenmesinde önemli rol oynar. Ayrıca transkripsiyon faktörleri
üzerinden etki göstermeleri nedeniyle duygudurum dengeleyicileri santral sinir
sisteminde birçok kritik genin ekspresyonu üzerinde görev alırlar(Özerdem 2007).
Günümüzde hücre içi sinyal ileti sistemlerinin transkripsiyon faktörleri üzerindeki etkileri
1
ve kritik genlerin ekspresyonu ile bağlantıları moleküler genetik çalışmaların da odak
noktalarındandır. Güncel genetik bilgiler hastalığın ortaya çıkış biçimine ilişkin oldukça
önemli kanıtlar ortaya koymaktadır.
Genetik etkenler: Aile, tek ve çift yumurta ikizleri üzerinde yapılan çalışmalarda bipolar
bozukluğun etyolojisinde genetik faktörlerin etkili olduğu gösterilmiştir. Son yıllarda
yapılan
genetik
çalışmalarda
iki
uçlu
bozukluğun
aile
içinde
kümelendiği
gösterilmiştir(Craddock ve Jones 1999). Kontrollü çalışmalarda iki uçlu bozukluğu
olanların birinci derece yakınlarında hastalığın görülme olasılığının genel toplumdan
yaklaşık 7 kat daha fazla olduğu ve ikinci dereceden akrabalarda ise hastalığın görülme
sıklığının genel topluma benzer oranda % 1,5-7,5 arasında değiştiği gösterilmiştir.
Hastalığın aile içinde kümelenmesi, aynı genlerin paylaşılması sonucuna bağlı
olabileceği gibi, çevresel etkenlerin ortaklığı ile de ilişkili olabilir. Bu ayrımı test etmek
için ikiz ve evlat edinme çalışmaları yapılmıştır. Monozigot ikizlerdeki eşhastalanım
oranlarının farklı araştırmalarda %45-75 aralığında bulunması, aynı genetik yapı
taşınmasına karşın eşhastalanım görülmeyen olguların olması çevresel etkenlerin
rolünü gözler önüne sermektedir. Dizigot ikizlerde bu oran %14’lere düşmektedir.
Eşhastalanım oranlarındaki parabolik değişim, hastalığın kalıtımının klasik Mendelyen
kalıtıma uymadığını ve orta etki büyüklüğündeki birçok genin çevresel etkenlerin de
etkisiyle hastalığa yatkınlık oluşturduğunu düşündürmektedir(Akdeniz 2008). Ayrıca
güncel genetik bilgiler psikiyatrik hastalıkları sınıflandırma sistemimizi de gözden
geçirmemiz gerektiğine dikkat çekmektedir. Özellikle bağlantı analizleri ve ilişki
çalışmaları iki uçlu bozukluk ve bazı psikotik bozuklukların ortak yatkınlık genlerini
paylaştığını ortaya koymaktadır. Bağlantı çalışmalarında 1q31-32, 4p16, 6pter-p24,
10p14, 10q21-26, 12q23-24, 13q31-32, 18p11,18q21-23, 21q22, 22q11-13 gibi
bölgeleri içeren pek çok kromozom bölgesinin hastalığa yatkınlık oluşturduğu öne
1
sürülmüştür. Ayrıca Serotonin Reseptör (5-HT2A ve 5-HT2C), Serotonin Transporter
(SERT) ve Tryptopan Hydroxylase (TPH) gibi birçok aday gen çalışılmış fakat hastalıkla
ilişkisi bulunamamıştır. Metanaliz çalışmalarında ise 13q ve 22q bölgelerine ilişkin
kanıtların daha fazla olduğu saptanmıştır(Badner ve Gershon 2002). Son yıllarda
deaminoasit oksidaz aktivatörü(DAOA-G72), beyin kaynaklı nörotrofik faktör(BDNF11p13), katekol-o-metil transferaz(COMT-22q11), G-protein reseptör kinaz3(GRK3) gibi
birçok işlevsel ve pozisyonel aday genler tanımlanmıştır(Craddock ve Owen 2008).
Hastalığa yatkınlık oluşturan birçok aday genin farklı örneklemlerde çelişkili sonuçlar
vermesini
açıklayabilecek
nedenlerden
bir
tanesi
de,
psikiyatrik
hastalıkların
sınıflandırılmasında kategorik tanıların kullanılması ve örneklemin bu paradigma ile
seçilmesi olabilir. Nitekim güncel genetik araştırmalarda psikotik ve duygudurum
bozukluklarının paylaştığı ortak yatkınlık genleri saptanmış ve kategorik tanı
sistemlerinin kısıtlılıkları ortaya konmuştur. Her ne kadar iki uçlu bozukluğun etyolojisine
ilişkin henüz kesin kanıtlar bulunamasa da genetik araştırmalardan elde edilen güncel
bilgiler gelecek için umut vaat etmektedir.
3. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu’nun Yaygınlığı
İki uçlu duygudurum bozukluğuyla ilgili klinik ve epidemiyolojik araştırmalar
geçmişte göreceli olarak ihmal edilmiştir ve ülkemizde de hastalığın yaygınlığına ilişkin
yeterli veri bulunmamaktadır. Geçtiğimiz birkaç yıla kadar iki uçlu bozukluk klasik manik
depresif (iki uçlu duygudurum bozukluğu tip I) bozukluk olarak kabul edilmekteydi.
Ancak güncel klinik, biyolojik ve genetik araştırmalar hastalığın boyutsal olarak
değerlendirildiği yeni bir bakış gerekliliğine önemle dikkat çekmektedir. Halen
kullandığımız kategorik tanısal yaklaşımla yapılan değerlendirmeler hastalığın yaşam
boyu yaygınlığının %1 dolaylarında olduğunu göstermektedir. İki uçlu bozukluğun ise
1
yaşam boyu yaygınlığının en az %5 oranında olduğu bildirilmiştir. Ancak hipomanik
dönemlerin
hastalığın
uzunlamasına
seyrinde
gözden
kaçırıldığı,
yeterince
tanınamadığı görüşü iki uçlu bozukluk tip II’nin yaygınlığının daha yüksek olduğunu
düşündürmektedir. İki uçlu bozukluğun mevcut epidemiyolojisinde tek başına bu
basamak etkili değildir. Aynı zamanda hipomaninin DSM-IV’te belirtilen 4 günden daha
kısa süren olguların da olduğu iyi bilinmektedir. Ayrıca çoşkulu/heyecanlı mizaç
durumunun psikotik ve karma formlarının tipik iki uçlu bozukluk tip I dışında sık
görüldüğü ve bu klinik görünümlerinin şizoaffektif bozukluk ya da ajite depresyon
olmadığı da açıktır. Bu nedenle iki uçlu bozukluk tip II’nin doğru tanınması oldukça
önemlidir ve bu önem sadece epidemiyolojik çalışmalarla sınırlı olmayıp klinik seyir
üzerine etkileri gözden kaçırılmamalıdır(Kaplan & Sadock. 2005).
İki uçlu bozuklukla ilgili geniş ölçekli toplum çalışması tek uçlu depresyona göre
oldukça azdır. Çünkü hipomani sıklıkla gözden kaçırılmakta ya da keyif veren olağan bir
durum olarak yorumlanıp göz ardı edilebilmektedir. Özellikle genel toplumda iki uçlu
bozukluk tip II tanısı oldukça zordur. Bu nedenle yaygınlığına ilişkin eldeki rakamlar
muhtemelen iki uçlu bozukluk spektrumunun daha hafif formlarının gerçek sıklığını daha
düşük göstermektedir(Işık 2003).
İki Uçlu bozukluk tip I’in yaşam boyu yaygınlığı %2,4 yıllık yaygınlığı %1,3 ve
nokta yaygınlığı %0,5’tir. İki uçlu bozukluk tip II için yaşam boyu yaygınlığı %0,3-3
arasında bulunmuştur. Yukarıda bahsedildiği üzere tüm iki uçlu bozukluk spektrumu
düşünülürse bu oran %2,6-7,8 dolaylarındadır. Oldukça büyük ölçekli bir alan çalışması
olan ECA(Epidemiologic Catchment Area)’da iki uçlu bozukluk tip I’in yaygınlığı %0,8 ve
6 aylık yaygınlığı %0,5 olarak bildirilmiştir. 2003 yılında ECA verilerinin yeniden gözden
geçirilmesi sonrasında eşik altı iki uçlu bozukluğun (çoğunluğu iki uçlu bozukluk tip II) iki
1
uçlu bozukluk tip I’e dönüşümünün yaşam boyu yaygınlığının %6,4 olduğu belirtilmiştir.
Bir diğer büyük ölçekli araştırma olan NCS’de (National Comorbidity Study) farklı tanısal
araç kullanılmış ve iki uçlu bozukluk tip I’in yaşam boyu yaygınlığı %1,6 ve yıllık
yaygınlığı %1,3 olarak bulunmuştur. Majör depresyon ve iki uçlu bozukluğun
epidemiyolojisi üzerine yapılan çok uluslu gurup çalışmasında yedi ülkede iki uçlu
bozukluğun yaşam boyu yaygınlığı göreceli olarak birbiriyle tutarlı bulunmuştur. Majör
depresyonda olduğu gibi DSM-III’e göre iki uçlu bozukluk tip I için en düşük oranlar
uzak doğu ülkelerinde bulunurken(Tayvan’da %0,3, Kore’de %0,4);Yeni Zelanda (%1,5)
ve Amerika’da (%0,9) en yüksek oranlar bulunmuştur(Kaplan & Sadock. 2005).
İki uçlu bozukluğun yıllık sıklığına ilişkin az sayıda çalışma vardır. İki uçlu
bozukluk tip I ile ilgili bazı veriler vardır ve %0,003-0,01 aralığında değişen düşük
oranlar bildirilmiştir. Eşik altı sendromların tanınmasındaki güçlükler ve kategorik
değerlendirme, oranları olduğundan daha düşük gösteriyor olabilir. Nitekim klinik
anlamda klasik mani ancak olguların yaklaşık %20’sinde görülmektedir(Kaplan
&
Sadock. 2005). Tüm iki uçlu bozukluk spektrumu alt tiplerinin yaygınlığı boyutsal bakış
ile değerlendirildiğinde kuşkusuz oranlar daha yüksek bulunacaktır. Sonuç olarak iki
uçlu bozukluk toplumun önemli bir kesimini etkileyen bir sağlık sorunudur ve bu nedenle
gerçek yaygınlığının saptanmasının önemi bir kat daha artmaktadır.
4. İki Uçlu Duygudurum Bozukluğu’nun Kliniği ve Alt Tipleri
İki uçlu duygudurum bozukluğu, bir düzen içinde olmaksızın tekrarlayan,
depresif, manik ya da her ikisini de kapsayan karma dönemlerle ve dönem aralarında
zaman zaman kişide eşik altı hastalık belirtilerinin görülebildiği, bazen de hiçbir belirtinin
görülmediği “sağlıklı” dönemlerin olduğu, kronik seyirli bir duygudurum bozukluğudur.
1
Uzun süreli düzenli tedavi gerektiren iki uçlu bozukluk, hastalığın kronik seyri nedeniyle
kişiye ve çevresine sosyal, mesleki yükler getirmektedir(DSM-IV-TR,1994).
İki Uçlu Bozukluklar DSM IV-TR sınıflandırmasına göre;
1. İki Uçlu Bozukluk tip I
2. İki Uçlu Bozukluk tip II
3. Siklotimik bozukluk
4. Başka Türlü Adlandırılamayan İki Uçlu Bozukluk olarak sınıflandırılmıştır.
İki uçlu bozukluk tip I, bir ya da birden çok manik ve depresif dönemlerle
seyrederken; tip II depresif ve hipomanik dönemlerin hastalık süresince görülmesi ile
karakterizedir. Siklotimik bozukluk ise hipomani ve daha hafif seyirli depresif
dönemlerden oluşur. DSM-IV-TR’ye göre manik dönem tanısının konulması için en az
bir hafta boyunca kabarmış, taşkın ya da irritabl duygudurumun bulunması gerekir.
Manik
dönemler,
benlik
saygısında
abartılı
artma
veya
grandiyozite,
uyku
gereksiniminde azalma, basınçlı konuşma, fikir uçuşmaları, distraktibilite(dikkat
dağınıklığı), amaca yönelik etkinliklerde artma ya da psikomotor ajitasyon ve kötü
sonuçlar doğurma olasılığı yüksek zevk veren etkinliklere katılma ile karakterizedir.
Manik dönem sırasında psikotik belirtiler de görülebilir ve sıklıkla yatırılarak tedavi
gerektirir(DSM-IV-TR,1994).
Depresif dönem tanısı, majör depresif dönem tanı kriterlerini kapsar ve iki uçlu
bozukluğu olan hastaların %50’sinden fazlasında ilk hastalık dönemi depresyondur.
Hastalar manik dönemde olduklarından üç kat daha uzun zamanı depresif dönemde
geçirirler. İlk depresif dönem daha fazla depresif yinelemeyle sonuçlanmakta ve bu
hastalarda hastalık daha şiddetli seyretmektedir. Ayrıca iki uçlu bozukluğu olanların
%10’undan
fazlası
depresif
dönem
1
içinde
iken
özkıyım
girişiminde
bulunmaktadır(Altınbaş ve ark. 2007). İki uçlu depresif dönem tanısı için en az 2 hafta
süre ile majör depresif nöbet tanı ölçütlerinin varlığı gerekmesine karşın; iki uçlu
hastalarda depresif belirti örüntüsü farklılık göstermektedir. İki uçlu hastalarda
depresyon tek uçlu depresyona kıyasla; erken başlangıç yaşı, intihar girişimi ve psikotik
belirtilerin daha fazla olması, belirgin psikomotor retardasyonun, kadın/erkek oranının
eşit olması, ajitasyon, anksiyete ve somatizasyonun daha fazla görülmesi ve depresif
dönemlerin görece kısa, günlük değişikliklerin daha çok olması gibi özellikler yönünden
farklılık gösterir(MacQueen ve ark. 2000).
5. Duygudurum Bozuklukları Etyolojisinde Kan Lipidlerinin Rolü
Duygudurum bozukluğu olan kişilerde lipidlere ait anormalliklerin olduğu birçok
araştırma ile bildirilmiştir(Hillbrand ve ark1997). Major depresif bozukluk tanılı hastaların
serum
kolesterol
ve
trigliserid
(TG)
düzeylerini
ölçerek
sağlıklı
kontrollerle
karşılaştırıldığı bir çalışmada sağlıklı kontrollerle, depresyonlu hastalar arasında plazma
TG düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Buna karşın serum kolesterolü
depresyonlularda sağlıklı kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksek
bulunmuştur (Kırpınar ve ark. 1998). Pekkanen ve arkadaşları yaptıkları 25 yıllık bir
izlem çalışmasında, kan kolesterol düzeyi düşüklüğüyle, yaralanmalara ve kazalara
bağlı ölüm riskinin artmış olduğunu bulmuşlardır. Bu ve benzeri sonuçların bilinmeyen
nedenlerden dolayı olabileceği ya da şans eseri bu sonuçlara ulaşılmış olunabileceği de
belirtilmektedir(Hakkenen ve ark. 1988). Depresyonda kolesterol düzeyleri başta olmak
üzere birçok lipid araştırması yapılmıştır. Benzer olarak kolesterol düşürücü tedavi alan
hastalarda da depresyon daha sık olarak bulunmuştur. Aynı çalışmada TG düzeyleri de
incelenmiş ve TG düzeyleri yüksek olan kişilerde depresif semptomların daha fazla
1
olduğu bildirilmiştir(Hillbrand ve ark. 1997). Yapılan bir başka çalışmada ise depresyon,
iki
uçlu
duygudurum
bozukluğu
ve
şizoaffektif
bozukluk
gibi
duygudurum
bozukluklarından dolayı yatırılarak tedavi edilen 203 hastada kolesterol düzeyleri
incelenmiş 11864 kişiden oluşan kontrol grubu verileri ile karşılaştırılmıştır. Bu
çalışmada aynı yaş ve cinsiyetteki kontrollere göre, duygudurum bozukluğu olanlarda
daha düşük serum total kolesterol, LDL ve daha yüksek TG konsantrasyonları tespit
edilmiştir(Glueck ve ark. 1994). Bunu destekler şekilde kolesterol düzeyinin ilaç tedavisi
ile
düşürülmesinin
hastaların
depresyon
skorlarında
artışa
neden
olduğu
vurgulanmaktadır(Davidson ve ark. 1996).
Serum kolesterol düzeyinin beyin kolesterol düzeyini etkilediği, beyin kolesterol
düzeyinin ise; nörolojik işlevleri etkilediği düşünülmektedir. Sinir hücrelerindeki
kolesterol konsantrasyonu, hücrenin bulunduğu ortamdaki kolesterol içeriğinden büyük
ölçüde etkilenebilir. Sinir hücresi membran kolesterolündeki artış ve azalışlar,
nörotransmiter reseptör bağlanması da dahil, hücre membranlarının birçok işlevini
bozmaktadır. Hayvanlarda sinaptozomal membran kolesterolünün azalması serotonin
reseptörlerinin sayısında azalma ile ilişkili bulunmuştur. Serotoninerjik disfonksiyon ise
bilindiği gibi depresyonla ilişkilidir(Davidson ve ark. 1996). Öte yandan, serum
kolesterolunun
azalması
hücre
membranında
akıcılık
ve
mikrovizkozitenin
sağlanmasında önemli rolü olan kolesterolun beyin hücre membranında da azalmasına
yol açmaktadır. Beyin hücre membranlarının lipid mikrovizkozitesinin azalması,
serotoninin membran yüzeylerinden reseptörlerle beyin hücrelerine alınması azaltmakta
ve dolayısıyla serotonin azlığına bağlı klinik tabloların ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Tüm bu hipotezler duygudurum bozukluğu lipid ilişkisini anlamamıza yardımcı olsa da
henüz kesinlik kazanmamıştır.
1
6. İki Uçlu Bozukluk ve Lipid Döngüselliği İlişkisi
İki uçlu hastaların yineleyen hastalık dönemlerinin de mevsimsel döngüsellik
gösterebildiği uzun yıllardır araştırılmıştır. Özellikle manik dönemlerin ilkbahar-yaz
aylarında daha sık görüldüğü ve hastaneye yatış sayılarının arttığı birçok araştırma ile
ortaya konmuştur(Symonds ve Williams. 1976, Hare ve Walter. 1978, Myers ve Davies.
1978, Carney ve ark. 1988, Sayer ve ark. 1991, Takei ve ark. 1992). Ancak mevsimsel
döngülü
duygudurum
depresyonlarının sıklığı
depresif
dönemleri
bozukluğu
kavramının
tanımlanmasından
sonra
kış
üzerine yapılan araştırmalar artsa da; iki uçlu hastaların
üzerine
mevsimin
etkisine
ilişkin
bulgular
çok
tutarlı
değildir(Partonen ve Lonnqvist. 1996, Morken ve ark. 2002, Shapira ve ark. 2004). İki
uçlu duygudurum bozukluğunda görülen mevsimsel döngüselliğin altında yatan
mekanizma henüz netlik kazanmamasına rağmen, hava sıcaklığı, atmosfer basıncı,
günlük yağmur ve ışık miktarı gibi iklimsel değişikliklere ilişkili biyolojik etkenlerin sosyal
etkenlere kıyasla daha önemli olduğu düşünülmektedir(Wehr ve Rosenthal. 1989,
Clarke ve ark. 1999, Abdul-Rahim ve ark. 1992, Lee ve ark. 2002, Salib ve Sharp 2002).
Anksiyete bozuklukları, depresyon ve şizofreni gibi birçok psikiyatrik bozuklukta
serum
lipid
düzeyleri
araştırılmış;
intihar
girişimi
ve
saldırganlık
ile
ilişkisi
sorgulanmıştır(Boston 1996, Golomb 1998). Depresif belirtileri olan hastalarda düşük
kolesterol düzeyleri saptanmış(Morgan 1993, Partonen 1999) fakat bazı çalışmalarda
bu ilişki doğrulanamamıştır(Swartz 1990, Bajwa 1992). Bununla birlikte, manik
hastalarda
kolesterol
düzeyinin
düşük
olduğunu
gösteren
çalışmalar
da
bulunmaktadır(Swartz 1995). Ayrıca hastalık dönemlerinin tedavisinin de kolesterol
düzeylerini değiştirdiği belirtilmiş ve duygudurum bozuklukları ile kolesterol ilişkisinin
gücü vurgulanmıştır.
1
Geçtiğimiz yüzyılın yarısında yapılmış olan birçok küçük izlem ve geniş kesitsel
çalışmada; kolesterol düzeylerinin sonbahar ve kış aylarında daha yüksek, ilkbahar ve
yaz aylarında ise daha düşük olduğu gösterilmiştir(Fyfe ve ark. 1968, Thomas ve ark.
1968, Gordon ve ark.1987, Cucu ve ark. 1991, Ockene ve ark. 1993). Son yıllarda
yapılmış SEASONS( Seasonal Variation in Blood lipid Leves Study) isimli bir izlem
çalışmasında 517 sağlıklı gönüllü çalışmaya dahil edilmiş ve bir yıl boyunca kan lipidleri
izlenmiştir. Çalışma sonucunda kadınların kan lipiderinin daha çok mevsimsel
döngüsellik gösterme eğiliminde olduğu bulunmuştur. HDL, total ve LDL kolesterol
düzeyleri kış aylarında (özellikle Aralık ve Ocak) kadınlarda anlamlı olarak daha yüksek
bulunmuştur. Dislipidemisi daha belirgin olan grupta her iki cinste mevsimsel lipid
yükselmesi daha büyük olup bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.
Trigliseridlerin mevsimsel döngülenmesi sonbaharda belirgin yükselme gösterirken
bunun yalnızca kadınlarda anlamlı düzeyde olduğu saptanmıştır. HDL düzeyleri her iki
cinste de kışın anlamlı düzeyde yükselme göstermiştir.
Görüldüğü üzere kan lipidleri ile duygudurum bozuklukları başta olmak üzere
birçok psikiyatrik hastalık ve özelliğin ilişkisi sorgulana gelmiştir. Ancak birçok yönden
bu ilişki araştırılmasına karşın; iki uçlu duygudurum bozukluğu olan hastalarda,
mevsimsel döngüsellik ve kan lipidlerinin ilişkisini sorgulayan bildiğimiz kadarıyla her
hangi bir araştırma bulunmamaktadır. Buradan yola çıkarak, kan lipidlerindeki döngüsel
seyrin iki uçlu bozukluğun epizodik seyri ile yakından ilişkili olabileceğini düşünmekteyiz.
1
C.YÖNTEM VE GEREÇLER
Çalışma evreni iki uçlu duygudurum bozukluğu hastaları ve kontrol gurubundan
oluşmaktadır. Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Raşit Tahsin Duygudurum Merkezi(RTDDM)’nde iki uçlu
duygudurum bozukluğu tanısıyla takip ve tedavisi sürdürülmekte olan hastalardan, 15
Temmuz-31 Ağustos 2008 tarihleri arasında ardışık olarak RTDDM polikliniğine
başvuran ve çalışmaya alınma-dışlama ölçütlerini karşılayan 79 kişi dahil edilmiştir.
Kontrol gurubu ise hastaların eşlerinden aralarında kan bağı olmayanlar ve hastane
personelinden çalışmaya alınma ve dışlama ölçütlerini karşılayan 38 kişiden
oluşturulmuştur.
Hasta Gurubu İçin Çalışmaya Alınma Ölçütleri:
•
18-65 yaş arasında
• Araştırmaya katılmaya kabul ettiğine dair bilgilendirilmiş olur imzalayan
• Klinik olarak remisyonda
• DSM-IV-TR’ye göre iki uçlu duygudurum bozukluğu tanısı ile izlenmekte olan
hastalar
Hasta Gurubu İçin Dışlama Ölçütleri:
• 18 yaş altı ve 65 yaş üzeri
• Vizit sırasında manik/hipomanik/depresif/karma dönemde olan
•
Okuma yazma bilmeyen
•
Demansı ya da uygulanan ölçekleri anlama güçlüğü çekecek düzeyde bilişsel
kısıtlılığı olan
1
• Genel tıbbi durumunda psikiyatrik hastalığını ve serum lipidlerini etkileyebilecek
bir hastalığı olan
• Mental retardasyonu olan
•
Antihiperlipidemik kullanan
• Alkol ve madde kullanım bozukluğu olan
Kontol Gurubu İçin Çalışmaya Alınma ve Dışlama Ölçütleri:
• 18-65 yaş arasında
•
Araştırmaya katılmayı kabul ettiğine dair bilgilendirilmiş olur imzalayan
•
Herhangi bir psikiyatrik hastalığı olmayan ve psikiyatrik bir hastalığı nedeniyle
tedavi görmekte olmayan
•
Birinci dereceden akrabalarında iki uçlu bozukluk öyküsü bulunmayan
•
Uygulanan ölçekleri anlayamayacak düzeyde bilişsel kısıtlılığı olmayan ve okuryazar olan
• Mental retardasyonu olmayan
•
Antihiperlipidemik kullanmayan kişiler
Hasta ve kontrol gurubundan çalışmaya dahil edilenlerde, 1 yıl boyunca; mevsim
özelliklerini daha iyi yansıttığı için her mevsimin ikinci yarısında, yani;1. vizit: 15
Temmuz-31 Ağustos 2008, 2. vizit: 15 Ekim-30 Kasım 2008, 3. vizit: 15 Ocak-28 Şubat
2009 ve 4. Vizit: 15 Nisan-31 Mayıs 2009 tarihleri arasında toplam dört kez, 12 saatlik
açlık sonrası serum lipidleri, serum sodyum ve albumin düzeyleri, boy, kiloları ölçüldü.
Laboratuvar Yöntemi: Enzimatik yöntemle total kolesterol, HDL, trigliserid (TG)
düzeyleri, kolorimetrik Kodak Ektachem Clinical Chemistry Slide kiti kullanılarak, VLDL,
1
Trigliserid’in beşe bölünmesiyle, LDL ise Total Kolesterolden HDL ve VLDL’nin
çıkarılmasıyla saptanmıştır.
Sosyodemografik Veri Formu
Hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini değerlendirmek amacıyla araştırıcılar
tarafından geliştirilmiştir. Form; yaş, öğrenim düzeyi, medeni durum, ailede hastalık
öyküsü, yatış sayısı ve tedavi öyküsünü sorgulayan sorularından, hasta ve kontrol
guruplarının her mevsim ölçülen serum lipid değerlerinin kaydedildiği bölümlerden
oluşmaktadır.
İstatistiksel Yöntem:
Araştırma sırasında sosyodemografik veri formu aracılığıyla toplanan ham veriler
ölçülebilir hale dönüştürülmek üzere SPSS PC 16.0 Windows versiyonuna girilmiştir.
Cinsiyet ve eğitim düzeylerinin iki gurupta karşılaştırılması için ki-kare testi kullanılırken;
yaş değişkeni her iki gurupta da normal dağılıma uyduğu için student’s t-testi ile
karşılaştırılmıştır. Hasta gurubunun ilk vizit sırasında kullandığı ilaçlar, hastalık süresi ve
başlangıç yaşı gibi özelliklere tanımlayıcı istatistik uygulanmıştır. Hasta ve kontrol
gurubunun dört mevsimdeki ortalama serum lipid değerlerinin dağılımı normal dağılıma
uymadığından
guruplar
arası
farklılık
Mann-Whitney
U
testi
kullanılarak
değerlendirilmiştir. Mevsimlere göre serum lipid düzeylerindeki değişim ise hasta ve
kontrol guruplarının dört farklı zamandaki ölçümleri için tekrarlı ölçümler ANOVA ile
karşılaştırılmıştır.
1
D.BULGULAR
1.Sosyodemografik Özellikler
İlk vizit sırasında değerlendirilen toplam 79 hastanın 5 tanesinin(%6,4) 2.vizite
gelmediği ya da hastalık dönemi yaşadığı için serum lipid değerleri ölçülememişken;
3.vizitte toplam 67(%84,8) hastanın, son vizitte ise 63(%79,7) hastanın serum lipid
değerlendirmeleri yapılabildi. Tüm vizitlere gelen ve hastalık döneminde olmayıp serum
lipid ölçümleri yapılan hastaların oranı ise %70,8(n=56) idi. Kontrol gurubunda ise tüm
vizitlere katılma ve serum lipid değerlendirmeleri yapılma oranı %72,9 (n=27) idi.
Tablo 1. Hasta ve Kontrol Guruplarının Cinsiyet ve Eğitim Düzeylerinin Karşılaştırılması
Hasta
Cinsiyet
kadın
erkek
Eğitim Düzeyi
n
45
34
İlköğretim
lise
üniversite
35
24
20
Kontrol
%
57
43
n
21
17
p
%
55,3
44,7
0,769*
0,234*
44,3
30,4
25,3
12
10
16
31,6
26,3
42,1
*p>0,05 istatistiksel açıdan anlamlı değil
Araştırmamızda hasta gurubunun %57’si kadınlardan oluşurken, kontrol gurubunda bu
oran
%55,3
idi
ve
cinsiyet
dağılımı
açısından
her
iki
gurup
farklılık
göstermiyordu(p=0,769). Kontrol gurubunda üniversite mezunu oranı hasta gurubuna
kıyasla daha yüksek olmasına karşın(%42,1 / %25,3)
anlamlılık düzeyinde değildi(p=0,234).
Tablo 2. Hasta ve Kontrol Guruplarının Yaş Ortalamaları
1
farklılık istatistiksel açıdan
Yaş
Hasta
Kontrol
Min
19
25
Max
60
61
Ortalama
34,5
39,4
SS
8,7
9,7
p
0,01*
0,01*
*p<0,05 istatistiksel açıdan anlamlı
Araştırmamızda hasta gurubunun yaş ortalaması 34,5 iken kontrol gurubu yaş
ortalaması 39,4 idi. İki uçlu hastalar ve kontrol gurubunun yaş ortalamaları
karşılaştırıldığında fark istatistiksel açıdan anlamlıydı(p= 0,01).
2.Hasta Gurubunun Klinik Özellikleri
Tablo 3. Hastalık süresi ve başlangıç yaşı ortalamaları
Min
Max
Ortalama
SS
Hastalık süresi (yıl)
2
43
13,4
7,9
Hastalık başlangıç yaşı
13
40
21,2
5,8
Hastaların hepsi iki uçlu bozukluk tip I tanısıyla takip ve tedavisi sürdürülmekte olup
ortalama hastalık süreleri 13,4 yıldı ve ortalama hastalık başlangıç yaşı 21,2 olarak
bulundu (bakınız Tablo 3).
1
Tablo 4. İki Uçlu Hastaların Kullanmakta Olduğu Tedaviler
İlaç
n
%
Lityum(Li)
19
24,0
Valproat(VPA)
4
5,1
Li + VPA
2
2,6
Lİ+AP
22
27,8
Li+VPA+AP
15
18,9
VPA+AP
5
6,3
Li+Antidepresan(AD)
2
2,6
Diğer
10
12,7
Hastaların yaklaşık üçe biri yalnızca bir ya da iki duygudurum dengeleyici kullanıyordu
ve hastaların %43’ü en az bir duygudurum dengeleyiciye ek olarak antipsikotik
kullanmaktaydı.
3.Hasta ve Kontrol Guruplarının Serum Lipid Seviyelerinin Karşılaştırılması
Tablo 5. Ortalama Serum Lipid Seviyelerinin Karşılaştırılması
1
Yaz
Ortalama
Kolesterol
p
0,06
Sonbahar
Ortalama
p
0,02*
180,9
Kış
Ortalama
p
0,02*
180,7
İlkbahar
Ortalama
Hasta
174,1
Kontrol
Trigliserid
188,5
Hasta
140,8
Kontrol
HDL
134,9
Hasta
47,2
47,7
47,9
40,6
Kontrol
LDL
52,3
51,0
50,2
45,1
Hasta
98,7
104,2
99,2
110,3
Kontrol
Kilo(kg)
109,1
112,4
114,0
115,1
Hasta
75,3
Kontrol
Boy(cm)
74,9
Hasta
167,9
167,9
167,9
167,9
Kontrol
165,5
165,5
165,5
165,5
192,1
0,26
140,9
0,14
0,44
80,3
76,9
0,16
0,009*
0,006*
0,77
77,3
155,2
0,18
0,09
0,76
0,23
154,5
151,5
0,10
0,08
191,3
0,19
144,7
143,6
0,10
181,2
194,5
0,95
P
0,06
76,9
78,6
0,16
0,48
75,6
0,16
0,16
*p<0.05 istatistiksel açıdan anlamlı
Hasta ve kontrol gurubu arasında ortalama boy ve kilo açısından fark yoktu(p=0,40). İki
uçlu hastaların ortalama kolesterol düzeyleri tüm mevsimlerde kontrol gurubunun
ortalama serum kolesterol düzeylerinden düşüktü. Ancak bu fark yalnızca sonbahar ve
kış döneminde istatistiksel anlamlılık düzeyine ulaşmıştı(p=0,02). Öte yandan kontrol
gurubu ve iki uçlu hastaların ortalama TG düzeyleri ise mevsimlere göre istatistiksel
açıdan farklılık göstermemekteydi. Hastaların HDL düzeyleri ise tüm mevsimlerde
kontrol gurubundan düşük olmasına karşın bu fark yalnızca ilkbahar döneminde
istatistiksel olarak anlamlıydı(p=0,009). İki uçlu hastaların ortalama LDL düzeyleri kontrol
gubuna göre daha düşük olmasına rağmen kış mevsimi dışında istatistiksel açıdan
1
anlamlı değildi. Hasta gurubunda kış mevsimindeki ortalama serum LDL düzeylerindeki
düşüklüğü ise ileri derecede anlamlı bulundu(p<0,01). (bakınız Tablo 5)
Tablo 6. Serum Kolesterol ve TG Seviyelerinin Mevsimsel Değişim
Ortalamalarının Karşılaştırılması
n
1
Ortalama Değişim
P
Kolesterol
İki Uçlu
56
6,8
(YAZ- SONBAHAR)
Kontrol
27
3,6
Kolesterol
İki Uçlu
56
-0,2
(SONBAHAR-KIŞ)
Kontrol
27
2.4
Kolesterol
İki Uçlu
56
10,6
(KIŞ- İLKBAHAR)
Kontrol
27
-13,3
Trigliserid
İki Uçlu
56
0,1
(YAZ- SONBAHAR)
Kontrol
27
8,7
Trigliserid
İki Uçlu
56
3,8
(SONBAHAR-KIŞ)
Kontrol
27
7,9
Trigliserid
İki Uçlu
56
10,5
(KIŞ- İLKBAHAR)
Kontrol
27
3,0
0,46
0,92
0,77
0,33
0,33
0,51
*p<0.05 istatistiksel açıdan anlamlı, tekrarlı ölçümler ANOVA ile karşılaştırma yapıldı.
Kontrol gurubu ve iki uçlu hastalarda serum lipidlerinin mevsimlere göre değişimi
karşılaştırıldığında serum kolesterol düzeyinin mevsimlere göre değişiminde istatistiksel
açıdan anlamlı bir farklılık saptanmadı(p>0,05). Benzer biçimde serum TG
ortalamalarının mevsimlere göre değişimi iki uçlu hastalar ve kontrol gurubunda
benzerdi (p>0,05).
1
200
1 95
1 90
İki Uçlu
1 85
Kontrol
1 80
1 75
1 70
Yaz
Sonbahar
Kış
İlkbahar
Grafik 1. İki Uçlu Hasta ve Kontrol Guruplarında Ortalama Serum Kolesterol
Düzeylerindeki Mevsimsel Değişim
1 60
1 55
1 50
İki Uçlu
1 45
Kontrol
1 40
1 35
1 30
Yaz
Sonbahar
Kış
İlkbahar
Grafik 2. İki Uçlu Hasta ve Kontrol Guruplarında Ortalama Serum Trigliseid
Düzeylerindeki Mevsimsel Değişim
1
Tablo 7. Serum LDL ve HDL Seviyelerinin Mevsimsel Değişim Ortalamalarının
Karşılaştırılması
n
Ortalama Değişim
İki Uçlu
55
5,5
Kontrol
27
3,3
İki Uçlu
55
-5,0
Kontrol
27
1,6
İki Uçlu
55
11,1
Kontrol
27
1,1
HDL
İki Uçlu
56
0,5
(YAZ- SONBAHAR)
Kontrol
27
-1,3
HDL
İki Uçlu
56
0,2
(SONBAHAR-KIŞ)
Kontrol
27
-0,8
Toplam
83
HDL
İki Uçlu
56
-7,3
(KIŞ- İLKBAHAR)
Kontrol
27
-5,1
LDL (YAZ- SONBAHAR)
LDL(SONBAHAR-KIŞ)
LDL(KIŞ- İLKBAHAR)
p
0,05
0,10
0,08
0,09
0,82
0,003*
*p<0.05 istatistiksel açıdan anlamlı, tekrarlı ölçümler ANOVA ile karşılaştırma yapıldı.
Serum ortalama LDL seviyelerinin mevsimlere göre değişimi de iki uçlu hastalarda ve
kontrol gurubunda farklılık göstermemekteydi(p>0,05). İki uçlu hastaların ortalama HDL
düzeylerindeki değişim yaz, sonbahar ve kış mevsimlerinde kontrol gurubuna kıyasla
benzer düzeydeyken; ilkbaharda HDL düzeyleri iki uçlu hastalarda anlamlı derecede
düşüktü(p=0,003). İki uçlu hastalardaki HDL düzeyindeki düşmenin serum sodyum ve
1
albümin düzeylerinden bağımsız olduğu saptandı(sodyum için p=0,82 ve albümin için
p=0,34).
55
50
İki Uçlu
Kontrol
45
40
Yaz
Sonbahar
Kış
İlkbahar
Grafik 3. İki Uçlu Hasta ve Kontrol Guruplarında Ortalama Serum HDL Düzeylerindeki
Mevsimsel Değişim
1 20
115
110
İki Uçlu
1 05
Kontrol
1 00
95
90
Yaz
Sonbahar
Kış
İlkbahar
Grafik 4. İki Uçlu Hasta ve Kontrol Guruplarında Ortalama Serum LDL Düzeylerindeki
Mevsimsel Değişim
1
E.TARTISMA
İki uçlu hastalar ve kontrol gurubu sosyodemografik özellikleri açısından
karşılaştırıldığında cinsiyet ve eğitim düzeyi benzer bulunmuşken; iki gurubun yaş
ortalamaları istatistiksel açıdan anlamlı derecede farklıydı. İki uçlu hasta gurubu
kontrollere kıyasla yaklaşık beş yaş daha gençti. Literatürde ileri yaşlarda dislipidemi
gelişme riskinin arttığı çeşitli çalışmalarda belirtilmişse de(Skwarek ve ark. 2008,
Wakabayashi ve Araki 2008) yaş lipid düzeyi değişimini irdeleyen özgül yeterince kanıt
bulunmamaktadır.
Araştırmamızda
saptadığımız
hasta
gurubunun
mevsimlerde
ortalama serum lipid düzeylerinin düşük olması, yaş ortalamalarının da düşük olmasına
bağlı olabilir. Ancak literatürde dislipidemi için ileri yaş olarak 60’lı yaşlar sınır kabul
edilmiştir(Skwarek ve ark. 2008, Dreiher ve ark.2008, Wakabayashi ve Araki 2008)
ve araştırmamıza katılan iki uçlu hastalar ve kontrol gurubunun yaş ortalamasının 30-40
yaş aralığında olduğu da göz önünde bulundurulduğunda yaş ortalamasındaki farklılık
lipid düzeylerindeki farkı açıklamakta yetersiz gibi görünmektedir. Ayrıca iki uçlu
hastaların yaklaşık yarısı(%43) duygudurum dengeleyici ilaçlara ek olarak antipsikotik
kullanmaktaydı ve tek ilaç kullanım oranları üçte birden azdı(%29,1). Gerek
duygudurum dengeleyici ilaçların gerekse antipsikotik ilaçların serum lipid düzeyleri
üzerine olumsuz etkileri göz önünde bulundurulduğunda; ortalama serum lipid
düzeylerinin kontollere kıyasla iki uçlu hastalarda daha düşük olması beklenen bir bulgu
değildir. Ancak araştırmamızda hastaların kullandığı ilaçların serum lipidleri üzerine
olası etkisi değerlendirmeye alınmadığından, tedavinin kolesterol düzeylerindeki
düşüklük üzerine etkisi hakkında pek fazla yorum yapmak mümkün olmamaktadır.
Ayrıca iki uçlu hastaların dislipidemiye yatkınlığının şizofrenlere benzer düzeyde(Kurt ve
ark. 2009), sağlıklı kontrollere kıyasla ise daha fazla olduğu da bilinmektedir(Toalson ve
1
ark. 2004). Bununla birlikte, araştırmamızda serum lipid düzeylerinin mevsimlere göre
değişiminin değerlendirildiği de dikkate alınırsa, yaşın ortalama serum lipid düzeyleri
üzerine olası etkisi önemini yitirmektedir.
Araştırmamızda
iki
uçlu
hastaların
ortalama
kolesterol
düzeylerini
tüm
mevsimlerde kontrol gurubunun ortalama serum kolesterol düzeylerinden düşük bulduk.
Ancak bu fark yalnızca sonbahar ve kış döneminde istatistiksel anlamlılık düzeyine
ulaşmıştı(p=0,02). Literatürde kış ve sonbahar mevsimlerinde kolesterol düzeylerinin
diğer
mevsimlere
göre
daha
yüksek
olduğunu
gösteren
araştırmalar
bulunmaktadır(Thomas ve ark.1961, Fyfe ve ark. 1968, Cucu ve ark.1991, Rastam ve
ark.1992).
Benzer
bulgular
Ockene
ve
ark.(2004)
yaptığı
araştırma
ile
de
desteklenmiştir. Bu araştırmada serum kolesterol düzeylerinin Aralık ayında erkeklerde,
Ocak ayında ise kadınlarda tepe düzeyine ulaştığı saptanmış ve lipid düzeylerinin
izleminde
mevsimin
etkisinin
mutlaka
göz
önünde
bulundurulması
gerektiğini
vurgulamışlardır. Fakat bu araştırma psikiyatrik ya da başka bir hastalığı bulunmayan
bir toplulukta yapıldığı için bizim bulgularımızdan farklılık göstermesi beklenebilir.
Literatüre bakıldığında, psikiyatrik hastalıklarda serum kolesterol düzeyleri geçtiğimiz
yıllarda çokça çalışılmıştır ve genel toplumdan farklılık gösterdiği belirtilmiştir(Hillbrand
ve ark. 1997, Kırpınar ve ark. 1998, Freedman ve ark. 1995). Özellikle duygudurum
bozuklukları ile serum kolesterol düzeyleri arasındaki ilişki sorgulana gelmiştir. Yapılan
bir çalışmada depresyon, bipolar bozukluk ve şizoaffektif bozukluk gibi duygudurum
bozuklukları nedeniyle hastaneye yatırılan 203 hastada kolesterol düzeyleri incelenmiş
ve bulgular bir süpermarket taramasında incelenen 1595 kişi ve Ulusal Sağlık ve
Beslenme
Programı'ndaki
11864
kişiden
oluşan
kontrol
grubu
verileri
ile
karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada aynı yaş ve cinsiyetteki kontrollere göre, duygudurum
bozukluğu olanlarda daha düşük serum total kolesterol düzeyleri saptanmıştır(Glueck
1
ve ark. 1994). Benzer biçimde Maes ve arkadaşları(1994) da, depresyonu olanlarda
serum kolesterol düzeyi ile birlikte, esterleşmiş kolesterol oranlarının da kontrol grubuna
göre daha düşük olduğunu belirtmişlerdir. Tüm bu bulguları destekler nitelikte kolesterol
düzeyinin ilaç tedavisi ile düşürülmesinin hastaların depresyon derecelendirme skala
skorlarında artışa neden olduğu vurgulanmıştır(Davidson ve ark. 1996). Öte yandan
manik hastalarda kolesterol düzeyinin düşük olduğunu gösteren çalışmalar da
bulunmaktadır(Swartz,1994). Ancak tüm bu araştırmalardan farklı olarak bizim
araştırmamızda hastaların tümünün ötimik olduğu göz önünde tutulursa; kolesterol
düzeylerindeki farklılığın hastalığın doğasından kaynaklanabileceği sorusu akla
gelmektedir. Öte yandan hastalık dönemlerinin tedavisinin de kolesterol düzeylerini
etkileyebildiği Gabriel ve ark. (2007) tarafından yapılan bir çalışmada gösterilmiştir.
Araştırma sonunda 4 haftalık tedavi sonrası total kolesterol seviyelerinin major
depresyonu olan hastalarda yükseldiği, manik ve hipomanik hastalarda ise düştüğü
saptanmıştır(Gabriel,2007). Görüldüğü üzere literatürdeki birçok araştırmada hastalık
dönemleri ile serum lipidleri ilişkisi sorgulanmışken, bizim araştırmamızda klinik olarak
remisyondaki hastalar değerlendirilmiştir. Böylece ötimik hastalarda kontrol gurubuna
kıyasla saptanan kolesterol düzeyinin sonbahar ve kış aylarındaki düşüklüğü, hastalık
döneminin serum lipidleri üzerine olası etkisi de dışlandığından daha da önem
kazanmakta, hastalığın ortaya çıkış biçimi ile ilişkili olabileceğini akla getirmektedir.
Bir diğer görüş ise kolesterol düzeylerinin hastalığa özgü tipik özellik olmasından
öte durumsal nitelikte olduğudur. Nitekim Ghaemi ve arkadaşları kolesterol düzeyleri ile
duygurudum bozuklukları ilişkisini sorguladıkları çalışmalarının sonucunda; kolesterolün
karakteristik bir özellik olmaktan ziyade akut duygudurum dönemlerinden etkilenen
durumsal bir özellik olabileceğini belirtmişlerdir(Ghaemi ve ark. 2000). Aynı görüşü
destekler nitelikte; İspanya’dan bir grup araştırmacı da iki uçlu duygudurum bozukluğu
1
olan hastalarda en son duygudurum dönemiyle kolesterol ve lityum düzeylerinin ilişkili
olduğunu saptamışlardır(Diaz-Sastre ve ark. 2005). Tüm bu bilgiler ışığında bizim
araştırmamızda ötimik hastalarda saptadığımız kış ve sonbahardaki düşük kolesterol
seviyesinin durumsal bir özellik olabileceğini düşündürmektedir. Ancak hastaların bir
önceki hastalık dönemleri ve bu dönemlerdeki tedavileri değerlendirilmediği için bu
durumun iki uçlu hastalarda karakteristik mi yoksa durumsal bir özellik mi olduğunu
söylemek güçtür.
Kolesterole kıyasla diğer lipid parametrelerinin duygudurum bozuklukları ile
ilişkisi görece daha az çalışılmıştır. Araştırmamızda biz de ortalama TG düzeylerinin
kontrol gurubu ve iki uçlu hastalar açısından farklılık göstermediğini bulduk. Literatürde
iki uçlu hastalar ile kontrol gurubunun serum TG düzeylerini karşılaştıran araştırmaların
birçoğu metabolik sendromun bir parçası olarak TG düzeylerini değerlendirmiştir. Ciddi
psikiyatrik hastalğı olanların genel topluma kıyasla metabolik sendroma daha yatkın
olduğu bilinen bir gerçektir. Kurt ve ark.(2009) yaptıkları araştırmada iki uçlu hastaların
serum
TG
seviyelerinin
şizofreni
hastalarına
göre
daha
yüksek
olduğunu
göstermişlerdir. Buradan yola çıkıldığında kontrol gurubu ve iki uçlu hastalar arası TG
düzeyleri arasında farklılık saptanmaması şaşırtıcıdır. Ancak hastaların özelleşmiş bir
duygudurum bozuklukları merkezinde takip edilen, tedavi ve hastalık farkındalığı
yüksek, kullandıkları ilaçların serum lipidleri üzerine etkisi hakkında görece daha bilinçli
bir gurup olması bir düzeyde açıklayıcı olabilir.
Araştırmamızın bir diğer bulgusu hastaların HDL düzeylerinin tüm mevsimlerde
kontrol gurubundan düşük olması ancak bu farkın yalnızca ilkbahar döneminde
istatistiksel olarak anlamlı bulunmasıdır(p=0,003). Maes ve arkadaşları(1997) da majör
depresif bozukluğu olan hastalarda sağlıklı kontrollere göre HDL-kolesterol oranlarını
anlamlı düzeyde düşük bulmuşlardır. Benzer biçimde, geniş bir kesitsel araştırmada
1
yaşlı depresif hastalarda 24 saatlik üriner kortizol düzeyleriyle ilişkili biçimde HDLkolesterol düzeyleri daha düşük bulunmuştur(Vogelzangs ve ark. 2007). Yine güncel bir
araştırmada şizofreni hastalarına kıyasla iki uçlu bozukluk tip I hastalarında serum HDLkolesterol düzeyleri düşük bulunmuştur(Kurt ve ark. 2009).
Araştırmamızda iki uçlu hastaların ortalama LDL düzeyleri kontrol gubuna göre
daha düşük olmasına rağmen kış mevsimi dışında istatistiksel açıdan anlamlı değildi.
Hasta gurubunda kış mevsimindeki ortalama serum LDL düzeylerindeki düşüklük ise
ileri derecede anlamlı bulundu. Markovitz ve arkadaşları (1997) 23-35 yaşları arasındaki
4240 erişkini incelemişler ve şiddetli anksiyete semptomları ile LDL-kolesterol
düşüklüğü arasında anlamlı bir ilişki tespit etmişlerdir. Glueck ve ark(1994) da
duygudurum bozukluğu olanlarda kontrol gurubuna kıyasla daha düşük LDL düzeyleri
bulmuşlardır.
Ancak tüm bu araştırmalarda serum lipid düzeyleri değerlendirilirken mevsimin
etkisi göz önünde bulundurulmamıştır. Ayrıca bu karşılaştırmalarda mevsime göre lipid
değişiklikleri
yerine
karşılaştırılmıştır.
kesitsel
Mevsim
olarak
o
değişikliğinin,
mevsimdeki
güneş
ortalama
ışığına
lipid
maruziyet,
düzeyleri
duygudurum
değişikliği, fiziksel aktivite, doymuş yağlardan oluşan diyet gibi serum lipidlerini
etkileyebilen birçok etken ile yakından ilişkili olduğu görülmüştür(Matthews ve ark. 2001,
Harmatz ve ark. 2000). Bu nedenle araştırmamızda saptadığımız mevsime özgü
farklılıkların hastalığa özgül ya da durumsal olup olmadığını açıklayabilmek için geniş
örneklem gurupları ile yapılmış, serum lipid değerlerini etkileyebilecek tüm faktörlerin
değerlendirildiği uzun süreli izlem çalışmalarına ihtiyaç vardır.
Araştırmamızın belki de en önemli bölümü kontrol gurubu ve iki uçlu hastaların
serum lipidlerinin mevsimlere göre değişiminin karşılaştırılmasından oluşmaktadır.
Karşılaştırma sonucunda iki uçlu hastaların ortalama HDL düzeylerindeki değişimin yaz,
1
sonbahar ve kış mevsimlerinde kontrol gurubuna benzer olduğu; ilkbaharda HDL
düzeylerinin ise iki uçlu hastalarda anlamlı derecede düşük olduğu saptandı(p=0,003).
Fakat serum kolesterol, TG ve LDL düzeylerinin mevsimlere göre değişiminde
istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık saptanmadı. Literatürde mevsimin etkisine
bakılmaksızın serum HDL-kolesterolünün majör depresyondaki hastalarda kontrol
gurubuna kıyasla daha düşük olduğunu gösteren araştırmalar vardır(Maes ve ark.
1997). Serum HDL düzeylerindeki düşmenin altında yatan mekanizmanın hipotalomohipofizer
aks(HPA)
disfonksiyonuna
bağlı
hiperkortizolemiye
bağlı
olabileceği
düşünülmektedir. Bilindiği üzere, HPA disfonksiyonu glukokortikoidlerin salınımını
artırmakta ve dolayısıyla insülin direncini artırmaktadır. Artan insülin direnci de
lipoprotein lipaz inhibisyonu aracılığıyla lipolizde artışa neden olmakta ve lipolizin
artması da LDL, total kolesterol ve TG düzeylerinde artışa, HDL düzeylerinde ise
düşmeye neden olmaktadır(Andrews ve Walkers 1999). Ayrıca sağlıklı gönüllülerde,
düşük sirkadiyen kortizol değişkenliği de TG, LDL düzeylerinde yükselmeye ve HDL
düzeylerinde düşmeye neden olmaktadır(Rosmond ve ark. 1998, Rosmond ve ark.
2000, Kopf ve ark. 2004). Hipotalamo-hipofizer eksen disfonksiyonunun duygudurum
bozuklukları ile ilişkisi de göz önünde bulundurulunca(Strous ve ark. 2005); iki uçlu
hastalarda saptadığımız serum HDL düşüklüğü hastalığın etyopatogenezi ile ilişikili
olabilir.
Ancak
bu
durum
araştırmamızda
saptadığımız
ilkbahara
özgü
HDL
düzeylerindeki düşüklüğü açıklamakta yetersizdir. Ayrıca literatürde psikiyatrik hastalığı
olanlarda
mevsimsel
serum
lipid
değişkenliğini
değerlendiren
bir
araştırma
bulunmaması da bu güçlüğü artırmaktadır.
Genel
toplumda
mevsimsel
kolesterol
değişkenliğini
değerlendiren
SEASON(Seasonal Variation of Blood Cholesterol Levels) çalışmasından(Ockene ve
ark. 2004) elde edilen bilgiler, mevsimin iki uçlu hastalardaki lipid döngüselliği üzerine
1
etkisini açıklamaya bir düzeyde yardımcı olabilir. SEASON çalışmasında da
araştırmamıza benzer olarak kış aylarında serum kolesterol düzeylerinin belirgin
derecede yüksek olduğu saptanmıştır. Bu değişkenliğin yaz boyunca çevre sıcaklığının
veya fiziksel aktivitenin artması veya muhtemelen her ikisinin ortak etkisiyle, kan lipid
düzeylerinde
hemodiüsyona
bağlı
görece
azalmaya
bağlı
olabileceği
belirtilmiştir(Ockene ve ark. 2004). Hava sıcaklığındaki artış intravasküler sıvı hacminde
azalmaya neden olmakta, buna bağlı olarak intersisiyel mesafedeki sıvının intravasküler
alana geçmesi ise hemodilüsyona ve serum lipid düzeylerinde görece azalmaya neden
olabilmektedir(Kristal-Boneh ve ark. 1993, Maw ve ark. 2000). Ek olarak, yaz ve
ilkbahar mevsimlerinde artan fiziksel aktivitenin de bir diğer etken olabildiği bildirilmiştir.
Fiziksel etkinlik sırasında plazma hacminde artış hemodilüsyona neden olmaktadır.
Fiziksel etkinlik sırasındaki plazma hipervolemisi ise iki temel etkenle ilişkili olabilir:
bunlardan ilki renin aktiviesi ve vazopressin düzeylerinde egzersize bağlı artışın sodyum
ve suyun geri alınımında artışa neden olması ve diğeri ise plazma albüminde artışın
plazmanın su bağlama kapasitesinde artışla hipervolemi dolayısıyla hemodilüsyona
neden olmasıdır(Convertino ve ark. 1980, Convertino. 1987). Araştırmamızda serum
osmolaritesini etkileyebilen albümin ve sodyum düzeyleri de değerlendirmeye alınmış
ve serum lipidleri ile bağıntılı olmadığı saptanmıştır. Ancak hasta ve kontrol gurubunun
diyet, egzersiz alışkanlıkları değerlendirmeye alınmadığından; intravasküler volüm ve
osmoloraite hakkında daha fazla çıkarım yapmak güçtür.
Öte yandan klinisyenin perspektifinden ise, yaz aylarındaki hemodilüsyon ve kış
aylarındaki hemokonsantrasyonun kan lipid düzeylerindeki farklılığı belirlediği hipotezi
dışında, bu farklılığın hastalığın mevsimsel seyriyle ilişkisi daha önemlidir.
İki uçlu
hastaların bir bölümünün hastalık seyrinin mevsim değişikliklerinden belirgin biçimde
etkilendiği gerçeği de dikkate alınırsa(Friedman ve ark. 2006, Lee ve ark. 2007, Volpe
1
ve Del Porto 2006, Volpe ve ark. 2008), araştırmamızda saptadığımız serum
lipidlerindeki mevsimsel farklılığın en azından hastaların bir bölümünde hastalığın
etyopatogenezi ile ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Ancak araştırmamızın
kısıtlılıklarından birisi de hasta evrenini oluşturan gurubun hepsininin iki uçlu bozukluk
tip
I
tanısı
ile
izleniyor
olması
ve
de
hastalığın
mevsimsel
seyrinin
değerlendirilmemesidir. Bu nedenle elde edilen bulgular tüm iki uçlu hastaları
yansıtmamaktadır. Öte yandan diyet ve egzersiz gibi kan lipid düzeylerini doğrudan
etkileyebilen faktörlerin hem hasta hem de kontrol gurubunda değerlendirmeye
alınmamış olması bir diğer kısıtlılıktır. Ancak literatürde serum lipidlerinin mevsimsel
değişkenliğini psikiyatrik hasta gurubunda değerlendiren bir araştırma olmaması
nedeniyle, bu çalışma iki uçlu hastalarda serum lipidleri üzerine mevsimin etkisini
değerlendiren ilk araştırmadır.
1
SONUÇ:
En sık görülen duygudurum bozukluklarından birisi olan iki uçlu
duygudurum bozukluğu fenotipi görece iyi tanımlanmasına ve klinisyenler tarafından
hastalık dönemleri sırasında kolaylıkla tanınabilmesine karşın; hastalığın ortaya çıkış
biçimine ilişkin halen yeterince güçlü kanıtlar bulunmamaktadır. Öte yandan serum
lipidleri ile duygudurum bozuklukların ilişkisi uzun yıllardır araştırılmış ve hastalığın
ortaya çıkış mekanizması anlaşılmaya çalışılmıştır. Ancak duygudurum bozuklukları ile
serum lipidleri arasındaki ilişkiyi net ortaya koyabilmiş birbirleriyle tutarlı yeterince kanıt
bulunmamaktadır(Bajwa 1992). Araştırmaların birçoğunda serum lipidleri kesitsel olarak
değerlendirilmiş ve hastalığın seyri ile ilişkisi sorgulanmamıştır. En güçlü kanıtlar
hastalığın karakteristik bir özelliği olmaktan çok hastalık seyrinden etkilenen durumsal
bir faktör olabileceği yönündedir(Ghaemi ve ark. 2000; Diaz-Sastre ve ark. 2005).
Bizim
araştırmamızda
ise
son
yıllarda
serum
lipidlerinin
mevsimsel
değişkenliğinin gösterilmesinden(Ockene ve ark. 2004) yola çıkarak; epizodik ve
döngüsel seyirli bir duygudurum bozukluğu olan iki uçlu bozuklukta serum lipidlerinin
seyrinin araştırılması ve hastalığın ortaya çıkış şekli ve seyrine ilişkin literatüre katkı
sağlayacak kanıtların saptanması amaçlanmıştır.
Araştırmamızda
düzeylerinin
kontrol
sonbahar
gurubuna
ve
kış
kıyasla
aylarında
ortalama
anlamlı derecede
serum
daha
kolesterol
düşük
olduğu
saptanmıştır. Ayrıca serum lipidlerinin mevsimsel değişkenliği değerlendirildiğinde
yalnızca ilkbaharda HDL-kolesterol düzeylerindeki değişimin kontrol gurubuna göre
anlamlı farklılık gösterdiği saptanmıştır. Bu bulgular literatürde kesitsel olarak serum
lipidlerinin değerlendirildiği araştırmalarla uyumludur. Bildiğimiz kadarıyla literatürde
serum lipidlerinin döngüselliği ile iki uçlu bozukluk ilişkisini sorgulayan bir araştırma
bulunmamaktadır. Araştırmamızda serum lipidlerini etkileyebilecek kilo, albümin,
1
sodyum (Convertino ve ark. 1980) gibi etkenler dışındaki faktörlerin değerlendirilmemiş
olması, tüm hastaların iki uçlu bozukluk tip 1 tanısıyla izleniyor olması kısıtlılık oluştursa
da; bulguların hastalık seyri ve etyolojisine ilişkin ipuçları sağladığını düşünmekteyiz.
1
ÖZET
Giriş: Serum lipidleri ve duygudurum bozuklukları ilişkisi uzun yıllardır araştırılmaktadır.
Son
yıllarda
yapılan
araştırmalarla
serum
lipidlerinin
mevsimsel
döngüselliği
gösterilmiştir. Buradan hareketle, epizodik ve döngüsel seyirli bir duygudurum
bozukluğu olan iki uçlu bozuklukta serum lipidlerinin mevsimsel değişimini araştırmayı
amaçladık.
Yöntem: Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Raşit Tahsin Duygudurum Merkezi(RTDDM)’nde iki uçlu duygudurum
bozukluğu tanısıyla takip ve tedavisi sürdürülmekte olan hastalardan çalışmaya alınmadışlama ölçütlerini karşılayan 79 kişi ve 38 sağlıklı kontrolde 1 yıl boyunca her
mevsimde toplam dört kez serum lipidleri ölçülmüştür. Hasta ve kontrol guruplarındaki
ortalama serum lipidleri ve mevsimsel değişimleri karşılaştırılmıştır.
Bulgular: İki uçlu hastaların ortalama kolesterol düzeyleri tüm mevsimlerde kontrol
gurubunun ortalama serum kolesterol düzeylerinden düşüktü. Ancak bu fark yalnızca
sonbahar ve kış döneminde istatistiksel anlamlılık düzeyine ulaşmıştı. Ortalama TG ve
LDL düzeyleri her iki gurupta benzerdi. Öte yandan hastaların HDL düzeyleri ise tüm
mevsimlerde kontrol gurubundan düşük olmasına karşın bu fark yalnızca ilkbahar
döneminde istatistiksel olarak anlamlıydı. Serum lipidlerinin mevsimsel değişkenliği
değerlendirildiğinde yalnızca ilkbaharda HDL-kolesterol düzeylerindeki değişimin kontrol
gurubuna göre anlamlı farklılık gösterdiği saptanmıştır.
Sonuç: Araştırmamızın kısıtlılıkları olmakla birlikte iki uçlu hastalarda lipid döngüselliğini
değerlendiren ilk çalışmadır. Hastalığın etyolojisi ve seyrine ilişkin daha güçlü kanıtlar
elde edebilmek için karıştırıcı faktörlerin dışlandığı geniş izlem çalışmalarına gereksinim
vardır.
1
SUMMARY
Introduction: The association between mood disorders and serum lipid levels has been
evaluated for many years. Recently, it has been showed that serum lipid levels may
have seasonal changes. From here, we aim to evaluate seasonality of serum lipids in
bipolar disorder which may be related with episodic and seasonal features.
Method: Mean serum lipid levels and seasonal differences of serum lipid levels were
compared between 79 patients with bipolar disorder type I, who are followed in Rasit
Tahsin Mood Disorders Outpatient Unit and 38 healthy controls, during one year.
Results: Mean cholesterol levels in patient group were lower than controls for all
seasons. There was found statistically significant difference in winter and fall
measurements. Trigliseride and LDL levels were similiar between groups. Mean serum
HDL levels were lower for all seasons in patients with bipolar disorders. There was just
significant difference in spring HDL levels same as seasonality.
Conclusion: This is the first study that evaluates seasonality of lipid levels in bipolar
patients even it has some limitations. Long term, big sample-sized follow-up studies are
required to get strong evidence for understanding aetiology of illness related with lipid
levels among bipolar patients.
1
KAYNAKLAR:
Abdul-Rahim FA, Al-Sabai A, Al-Hamad AR, Bamgboye E. (1992) The seasonality of
mania: preliminary findings. Ann. Saudi Med. 12, 472.
Akdeniz F,(2008) Bipolar Bozukluk, Güncel Klinik Psikiyatri edit. Işık E, Taner E ve Işık
U.Golden Print Matbaası, syf 155-173
Akiskal HS. (2000) Mood Disorders. Comprehensive Textbook of Psychiatry. In: Sadock
BJ, Sadock VA, eds. Philedelphia:Lippincott Williams & Wilkins, p 1284-97.
Altamura C, Van Gastel A, Pioli R. ve ark. Seasonal and circadian rhythms in
suicide in Cagliari, Italy. J Affect Disord 53:77- 85.191
Altınbaş K, Oral ET, Vahip S. İki Uçlu Depresyon Tedavisinde Yeni Seçenekler. (2007)
Turkiye Klinikleri J Int Med Sci 3(29):30-37.
Altınbaş K, Smith DJ, Craddock N. Rediscovering the bipolar spectrum. Review for
Future Neurology, Draft 5, 12th June 2009
Aylward EH, Roberts-Twillie JV, Barta PE ve ark. (1994) Basal ganglia volumes and
white
matter
hyperintensities
in
patients
with
bipolar
disorder.
Am
J
Psychiatry.May;151(5):687-93.
Bajwa WK, Asnis GM, Sandersen WC ve ark. (1992) High cholesterol levels in patients
with panic disorder. Am J Psychiatry,149:376-378.
Badner JA, Gershon ES. (2002) Meta-analysis of whole-genome linkage scans of
bipolar disorder and schizophrenia. Mol Psychiatry. ;7(4):405-11
Beasley CL, Honer WG, Bergmann K ve ark. (2005) Reductions in cholesterol and
synaptic markers in association cortex in mood disorders. Bipolar Disord. Oct;7(5):44955
1
Booker JM, Roseman C. (1995) A seasonal pattern of hospital medication errors in
Alaska. Psychiatry Res. 57(3):251-257.
Boston PF, Dursun SM, Reveley MA. (1996) Cholesterol and mental disorder. Br J
Psychiatry, 169:682-689.
Boyce P, Parker G. (1988) Seasonal affective disorder in the southern hemisphere. Am
J Psychiatry 145:96-99
Brambilla P, Harenski K, Nicoletti M ve ark. (2001) Differential effects of age on brain
gray matter in bipolar patients and healthy individuals. Neuropsychobiology.
43(4):242-7
Brunello
N,
Tascedda
F.
(2003)
Cellular
machanism
and
second
messengers:Relevance to the psycopharmacology of bipolar disorders. Int J
Neuropsychopharmacology. 6:181-9
Capon A, Demeurisse G, Zheng L (1992) Seasonal variation of cerebral hemorrhage in
236 consecutive cases in Brussels. Stroke 23:24-27.
Carney PA, Fitzgerald CT, Monaghan CE. (1988) Influence of climate on the prevalence
of mania. Br. J. Psychiatry 152, 820–823.
Ceylan ME, Oral ET. (2001) Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri.
Duygudurum Bozuklukları, 4.Cilt, İstanbul, syf 73-99.
Clarke M, Moran P, Keogh F. Ve ark. (1999) Seasonal influences on admissions for
affective disorder and schizophrenia in Ireland: a comparison of first and readmissions.
Eur. Psychiatr. 14, 251–255.
Convertino VA, Brock PJ, Keil LC, Bernauer EM, Greenleaf JE. (1980) Exercise
training-induced hypervolemia: role of plasma albumin, renin, and vasopressin. J Appl
Physiol. Apr;48(4):665-9.
1
Convertino VA. (1987) Fluid shifts and hydration state: effects of long-term exercise.
Can J Sport Sci. ;12(Suppl 1):136S-139S.
Craddock N, Jones I. (1999) Genetics of bipolar disorder. J Med Genet. Aug;36(8):58594
Craddock N, Owen MJ. (2008) Rethinking psychosis: the disadvantages of a
dichotomous
classification
now
outweigh
the
advantages.
World
Psychiatry.
Jun;6(2):84-91.
Cucu F, Purice S, Schioiu CL. Ve ark. (1991) Seasonal variations of serum cholesterol
detected in the Bucharest Multifactorial Prevention Trial of Coronary Heart Disease. Ten
years follow-up (1971-1982). Medicine Interne 29:15-21.
Davidson KW, Reddy S, McGrath P (1996) Increases in depression after cholesterollowering drug treatment. Behav Med, 22:82-84.
Diaz-Sastre C, Perez-Rodriguez MM, Cebollada A ve ark. (2005) Cholesterol and
lithium levels were correlated but serum HDL and total cholesterol levels were not
associated with current mood state in bipolar patients. J Clin Psychiatry. Mar;66(3):399400.
Douglas AS, Allan TM, and Rawles JM (1991) Composition of seasonality of disease.
Scott Med J 36:76-82.
Dreiher J, Cohen AD, Weitzman S ve ark. (2008) Lipid levels among African and
Middle-Eastern Bedouin populations. Med Sci Monit. 14(6): CR339-344
Dupont RM, Butters N, Schafer K ve ark. (1995) Diagnostic specificity of focal white
matter abnormalities in bipolar and unipolar mood disorder. Biol Psychiatry. 1995 Oct
1;38(7):482-6
Freedman DS, Byers T, Barrett DH (1995) Plasma lipid levels and psychologic
characteristics in man. Am J Epidemiol, 141:507-517.
1
Friedman E, Gyulai L, Bhargava M ve ark. (2006) Seasonal changes in clinical status in
bipolar disorder: a prospective study in 1000 STEP-BD patients. Acta Psychiatr Scand
113: 510–517
Fyfe T, Dunnigan MG, Hamilton E, and Rae RJ (1968) Seasonal variation in serum
lipids, and incidence and mortality of ischemic heart disease. J Atheroscler Res 8:591596.
Gabriel A. (2007) Changes in plasma cholesterol in mood disorder patients: does
treatment make a difference? J Affect Disord. Apr;99(1-3):273-8. Epub 2006 Sep 18
Ghaemi SN, Shields GS, Hegarty JD, Goodwin FK. (2000) Cholesterol levels in mood
disorders: high or low? Bipolar Disord. Mar;2(1):60-4.
Glueck CJ, Tieger M, Kunkel R (1994) Hypocholesterolemia and affective disorders. Am
J Med Sci, 308:218-225.
Golomb BA. (1998) Cholesterol and violence: is there a connection? Annals of Internal
Medicine. 128:478–487.
Goodwin FK. & Jamison KR.(2007). Manic-Depressive Illness: Bipolar Disorders and
Recurrent Depression. 2nd ed. New York, Oxford University Press.
Gordon DJ, Hyde J, Trost DC ve ark. (1987) Cyclic seasonal variation in plasma lipid
and lipoprotein levels: the Lipid Research Clinics Coronary Primary Prevention Trial
placebo group. Circulation 76:1224-1317.
Hare EH, Walter SD. (1978) Seasonal variation in admissions of psychiatric patients
and its relation to seasonal variation in their births. J. Epidemiol. Community Health 32,
47–52.
Harmatz M, Well A, Overtree C ve ark. (2000) Seasonal variation of depression and
other moods: a longitudinal approach. J Biol Rhythms. 15:344-350
1
Hillbrand M, Spitz RT, VandenBos GR (1997) Investigating the role of lipids in mood,
aggression, and schizophrenia. Psychiatr Serv, 48:875-876,882.
Işık E. Depresyon ve Bipolar Bozukluklar. Ankara: Görsel Sanatlar Matbaacılık, 2003;
467-509.
Kaplan&Sadock’s comprehensive textbook of psychiatry / editors, Benjamin J. Sadock,
Virginia A. Sadock, 8 th. Edition. Lippincott Williams & Wilkins Hagop S, Akiskal M.D,
2005; Chapter 13.1 : 1559-1575.
Kasper S, Wehr TA, Bartko JJ ve ark (1989) Epidemiological findings of seasonal
changes in mood and behavior. Arch Gen Psychiatry. 46:823-833.
Kaya N, Resmi H, Özerdem A, Guner G, Tunca Z. (2004) Increased inositolmonophosphatase
activity
by
lithium
treatment
in
bipolar
patients.
Prog
Neuropsychopharmacol Biol Psychiatry. May;28(3):521-7
Kırpınar İ, Çayköylü A, Coşkun İ ve ark. (1998) Depresyonda plazma kolesterol ve
trigliserid düzeyleri. Türk Psikiyatri Dergisi, 9:23-27.
Kopf D, Westphal S, Luley CW, ve ark. (2004) Lipid metabolism and insulin resistance
in depressed patients: significance of weight, hypercortisolism, and antidepressant
treatment. J Clin Psychopharmacol. 24:527-31.
Kristal-Boneh E, Froom P, Harari G ve ark. (1993) Seasonal changes in red blood cell
parameters. Br J Haematol. 85;603-607.
Kurt E, Altınbaş K, Alataş G, ve ark. (2009) Bipolar I Bozukluk Hastaları Şizofreni
Hastalarına Göre Diyabet ve Dislipidemi Ek Tanıları Açısından Farklı mı? Klinik Psik
Dergisi
Lee HJ, Kim L, Joe SH, Suh KY. (2002) Effects of season and climate on the first manic
episode of bipolar affective disorder in Korea. Psychiatry Res. 113, 151–159.
1
Lee HC, Tsai SY, Lin HC. (2007) Seasonal variations in bipolar disorder admissions and
the association with climate: A population-based study. Journal of Affective Disorders
(97) 61-69
Lenox RH, Hahn CG.(2000) Overview of the mechanism action of lithium in the
brain:Fifty year up-date. J Clin Psychiatry. 61(suppl 9)5-15.
MacQueen GM, Young LT, Robb JC ve ark. (2000) Effect of number of episodes on
wellbeing and functioning of patients with bipolar disorder. Acta Psychiatr Scand. 101:
374-381
Maes M, Delanghe J, Meltzer HY (1994) Lower degree of esterification of Serum
cholesterol in depression: Relevance for depression and suicide research. Acta
Psychiatr Scand, 90:252-258.
Maes M, Smith R, Christophe A. (1997) Lower serum high-density lipoprotein
cholesterol (HD-C) in major depression and in depressed men with serious suicidal
attempts: Relationship with immune-inflammatory markers. Acta Psychiatr Scand,
95:212-221.
Manji HK, Potter WZ, Lenox RH. (1995) Signal transduction pathways. Molecular
targets for lithium's actions. Arch Gen Psychiatry. Jul;52(7):531-43.
Markovitz JH, Smith D, Raczynski JM. (1997) Lack of relations of hostility, negative
affect, and high-risk behavior with low plasma lipid levels in the coronary artery risk
development in young adults study. Arch Intern Med, 157:1953-1959.
Marchant B, Ranjadayalan K, Stevenson R ve ark. (1993) Circadian and seasonal
factors in the pathogenesis of acute myocardial infarction—The influence of
environmental temperature. Brit Med J 69:385-387.
Marriot PF, Greenwood KM, Armstrong SM. (1994) Seasonality in panic disorder. J
Affect Disord. 31(2):75-80.
1
Matthews C, Freedson P, Hebert J ve ark. (2000) Comparing physical activity
assessment methods in the Seasonal Variation of Blood Cholesterol Study. Med Sci
Sports Exerc. 32:976-984.
Maw GJ, Mackenzie IL, Taylor NA. (2000) Can Skin Temperature manipulation, with
minimal core temperature change, influence plasma volume in resting humans.? Eur J
Appl Physiol. 81;159-162.
McKeeCM. (1990) Deaths in winter in Northern Ireland: The role of low temperature.
Ulster Med J 59:17-22.
Monkul ES, Soares JC. (2005) Brain Abnormalities in Bipolar Disorder: Do they exist
and do they change? In: McDonald C, Schulze K, Murray RM, Tohen M, eds, Bipolar
Disorder: The Upswing in research and treatment. Oxon; Taylor & Francis, p 21-5.
Morgan RE, Palinkas LA, Barrett-Connor EL, Wingard DL. (1993) Plasma cholesterol
and depressive symptoms in older men. Lancet. 341:75-79
Morken G, Lilleeng S, Linaker OM. (2002) Seasonal variation in suicides and in
admissions to hospital for mania and depression. J. Affect. Disord. 69, 39–45.
Myers DH, Davies P. (1978) The seasonal incidence of mania and its relationship to
climatic variables. Psychol. Med. 8, 433–440.
Noyan AM, Karababa AO, Veznedaoğlu B ve ark. (2001) İzmir’de yarı-kırsal bir bölgede
mevsimsel duygudurum bozukluğunun yaygınlığı. Anadolu Psikiyatri Dergisi. 2(3):169174
Ockene IS, Hebert J, Chiriboga D ve ark. (1993) Seasonal variation of cholesterol
levels. Paper presented at the 3rd International Conference on Preventive Cardiology,
Oslo, Norway, June.
1
Ockene IS, Chiriboga DE, Stanek JE ve ark. (2004) Seasonal Variation in Serum
Cholesterol Levels, Treatment Implications and Possible Mechanisms. Arch Intern Med.
164:863-870.
Özerdem A, Kürklü MK, Yıldız A, Çoker C, Tunca Z. (2002) Noradrenergic function in a
group of euthymic drug free bipolar patients. J Affective Disord. 68:129
Özerdem A. (2007) İki Uçlu Bozukluğun Etyopatogenezinde Çağdaş Anlayışımız:
Klinikten Moleküler Düzeye Sistematik Bir Yaklaşım. Turkiye Klinikleri J Int Med Sci,
3(29):11-18
Öztürk O, Uluşahin A. (2002), Ankara, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Cilt 1, syf 115-132.
Partonen T, Lonnqvist J. (1996) Seasonal variation in bipolar disorder.Br J Psychiatry
169, 641–646.
Partonen T, Haukka J, Virtamo J, ve ark. (1999) Association of low serum total
cholesterol with major depression and suicide. Br J Psychiatry 175: 259–262.
Post RM, Speer AM, Hough CJ, Xing G. (2003) Neurobiology of Bipolar
Illness:Implications for Future Study and Therapeutics. Ann Psychiatry. 15:85-94
Råstam L, Hannan PJ, Luepker RV. ve ark. (1992) Seasonal variation in plasma
cholesterol: Implications for screening and referral.AmJ Prev Med 8:360-366.
Rosenthal NE, Sack DA, Wehr TA. (1983) Seasonal variation in affective disorders, in
Circadian Rhythms in Psychiatry. Edited by Wehr TA, Goodwin FK. Pacific Grove,
CA, Boxwood Press, pp 185-201
Rosmond R, Dallman MF, Bjorntorp P. (1998) Stress-related cortisol secretion in men:
relationships with abdominal obesity and endocrine, metabolic and hemodynamic
abnormalities. J Clin Endocrinol Metab. 83: 1853-9.
1
Rosmond R, Bjorntorp P. (2000) The hypothalamic-pituitary-adrenal axis activity as a
predictor of cardiovascular disease, type 2 diabetes and stroke. J Intern Med. 247:18897
Salib E, Sharp N. (2002) Relative humidity and affective disorders. Int. J. Psychiatry
Clin. Pract. 6, 147.
Sayer HK, Marshall S. Mellsop GW. (1991) Mania and seasonality in the southern
hemisphere. J. Affect. Disord. 23, 151–156.
Schlager D, Schwartz JE, Bromet EJ. (1993) Seasonal variation s of current symptoms
in a healthy population. Br J Psychiatry. 163:322- 326.
Scragg R. (1981) Seasonality of cardiovascular disease mortality and the possible
protective effect of ultra-violet radiation. Int J Epidemiol 10:337-341.
Shapira A, Shiloh R, Hermesh H. ve ark. (2004) Admission rates of bipolar depressed
patients increase during spring/summer and correlate with maximal environmental
temperature. Bipolar Disord. 6, 90–93.
Shinkawa A, Ueda K, Hasuo Y, Kiyohara Y, and Fusjishima M (1990) Seasonal
variation in stroke incidence in Hisayama, Japan. Stroke 21:1262-1267.
Skwarek M, Bilińska ZT, Mazurkiewicz L, Grzybowski J. ve ark. (2008) Significance of
dyslipidaemia in patients with heart failure of unexplained aetiology. Kardiol Pol. 66:
515-522
Stout RW and Crawford V. (1991) Seasonal variations in fibrinogen concentrations
among elderly people. Lancet 338:9-13.
Strous RD, Maayan R, Weizman A. (2006) The relevance of neurosteroids to clinical
psychiatry: From the laboratory to the bedside. European Neuropsychopharmacology
16, 155—169
1
Symonds RL, Williams P. (1976) Seasonal variation in the incidence of mania. Br J.
Psychiatry 129, 45–48.
Swartz CM. (1990) Albumin decrement in depression and cholesterol decrement in
mania. J Affect Disord 19: 173–176
Swartz CM. (1995) Mania and lower serum cholesterol levels. J Clin Psychopharmacol
Aug;15(4):295.
Takei N, O'Callaghan E, Sham P. ve ark. (1992) Seasonality of admissions in the
psychoses: effect of diagnosis, sex, and age at onset. Br. J. Psychiatry 161, 506–511.
Thomas CB, Holljes HWD, and Eisenberg FF (1968) Observations on seasonal
variations in total serum lipids, and incidence and mortality of ischaemic heart disease.
J Atheroscler Res 8:591-596.
Toalson P, Ahmed S, Hardy T, Kabinoff G. (2004) The Metabolic Syndrome in Patients
With Severe Mental Illnesses. Prim Care Companion J Clin Psychiatry, 6(4):152-158.
Vincent JB, Masellis M, Lawrence J ve ark. (1999) Genetic association analysis of
serotonin system genes in bipolar affective disorder. Am J Psychiatry 156:136-138.
Vogelzangs N, Suthers K, Ferrucci L, ve ark. (2007) Hypercortisolemic depression is
associated with the metabolic syndrome in late-life. Psychoneuroendocrinology.
32:151-9
Volpe FM, Del Porto JA. (2006) Seasonality of admissions for mania in a psychiatric
hospital of Belo Horizonte, Brazil. Journal of Affective Disorders 94 243–248
Volpe FM, Tavares A, Del Porto JA. (2008) Seasonality of three dimensions of mania:
Psychosis, aggression and suicidality. Journal of Affective Disorders. 108;95–100
Wakabayashi I, Araki Y. (2008) Influences of Gender and Age on Relationships
Between Alcohol Drinking and Atherosclerotic Risk Factors. Alcohol Clin Exp Res, Vol
33, No S1: pp 1–7
1
Wehr TA, Sack DA, Rosenthal NE, ve ark. (1987) Seasonal affective disorder with
summer depression and winter hypomania. Am J Psychiatry 144:1602-1603
Wehr TA, Rosenthal NE. (1989) Seasonality and affective illness. Am. J. Psychiatry
146, 829–839.
Yazıcı O. (2007) Duygudurum Bozuklukları: Kavram ve Tarihçe. Turkiye Klinikleri J Int
Med Sci 3(29).
1
Download