hadis - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (HADİS)
ANA BİLİM DALI
ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI
VE MEŞRULAŞMASINDA RİVAYETLERİN ROLÜ
(Düğün ve Nikah Örneği)
DOKTORA TEZİ
Ali ÇOLAK
ANKARA-2004
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (HADİS)
ANA BİLİM DALI
ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI
VE MEŞRULAŞMASINDA RİVAYETLERİN ROLÜ
(Düğün ve Nikah Örneği)
DOKTORA TEZİ
Ali ÇOLAK
Tez Danışmanı:
Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
ANKARA-2004
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (HADİS)
ANA BİLİM DALI
ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI
VE MEŞRULAŞMASINDA RİVAYETLERİN ROLÜ
(Düğün ve Nikah Örneği)
Doktora Tezi
Tez Danışmanı:
Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR
...................................
Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
....................................
Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL
....................................
Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM
.....................................
Doç. Dr. Yasin AKTAY
.....................................
Tez Sınavı Tarihi: 24.12.2004
TEZİN ADI
ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI VE
MEŞRULAŞMASINDA RİVAYETLERİN ROLÜ
(Düğün ve Nikah Örneği)
II
ÖNSÖZ
Günümüz Anadolu toplumunda iki farklı kültür ve eğilim vardır. Onlardan
birisi İslâmî ölçülere riayet etmeye çalışan, ancak onun nasıl olacağı konusunda bir
fikri olmayanlar, diğeri ise dini kaygı içerisinde olmayıp, çevrede uygulanan adetleri
olduğu gibi, hiç bir kritiğe tabi tutmadan, uygulayanlar. Örnek olarak seçtiğimiz
düğün ve nikah konusunda bu durum çok açık olarak görülmektedir. Toplumun bir
kısmı düğün törenini dînî usullere göre yapmadı diye başkalarını ayıplayıp onun
düğününe katılmazken, diğer bir kısmı da dînî görünümlü düğün törenlerine hoş
bakmamaktadır. Oysa ki örf ve âdetler oluşurken, din başta olmak üzere, bir çok
şeyden etkilenmektedir. Dinî görünümlü olan âdetlerin, dine ne kadar uygun olduğu
yada dine ters gibi görülenlerin dinden ne kadar uzak olduğu tartışılabilir. Yani;
toplum bazen bilmeden bir dinin gereklerini, örf ve âdet olarak, yerine getiriyor yada
eski bir âdetin din kalıbına sokulmuş halini, din diye uyguluyor olabilir. Anadolu
medeniyetler beşiği bir coğrafya olduğu için bu durum kaçınılmaz bir sonuçtur.
Çünkü; Anadolu kültürünün temelinde Bizans kültürü, eski Türk inançları, Arap
kültürü ve etkili bir şekilde İslam kültürü vardır. Bin yıla yakın, İslam kültürüyle iç
içe olan bu bölgenin insanı, İslam’ı o kadar özümsemiştir ki bilmeden ve farkına
varmadan İslam’ı yaşamakta, ancak bunu bir örf ve âdet olarak yapmaktadır. İşte
nikah merasiminin şahitler huzurunda yapılması böyle bir uygulamadır. Ancak, çoğu
kimse bunu yaparken dini bir görevi yerine getirdiğinin farkında değildir.
Toplumu katı tutumlara sevk eden dînî örf ve âdetlerin incelenmesi ve
bunların kökenlerinin İslâm’a mı yoksa ondan önce yada sonraki bir döneme mi
dayandığının tespit edilmesi önem arz etmektedir. Dolayısıyla, bir âdeti uygulayan
yada terk eden kimse, neyi uyguladığı veyahut da vazgeçtiğini bilerek yapacak ve
dinden olmayan bir hususu din olarak kabul etmeyecektir. Örneğin bir kimse
düğününü dînî usullere göre yapmadı diye onu yadırgayan, hatta düğün merasimine
gitmeyen insanlar bu toplumda azımsanmayacak kadar vardır. Bunu yaparken,
samimiyetle ve dînî bir görev anlayışıyla yapmakta, ancak bu tavırlar, bazen din
açısından hiç önemi olmayan bir mesele karşısında takınılmaktadır. Biz bu
çalışmamızda düğün ve nikahla ilgili örf ve âdetleri inceleyerek onların
referanslarının ve din açısından bağlayıcılık durumlarının ne olduğunu ortaya
III
koymaya çalışacağız. Bu çalışmanın toplumsal barışa ve Müslümanlar arasında daha
toleranslı davranmaya katkı sağlayacağını ümit etmekteyiz.
Ön incelememiz sonucunda vardığımız kanaat; Türk toplumu örf ve
adetlerini oluştururken, dini ön plana almış yada onu arkasında bir destekçi olarak
görmek istemiştir. Nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu
bir toplumda, bu normal bir durumdur. Bu konuları, sosyolojinin kurallarıyla ele
alarak, hadislerle olan münasebetini ve rivayetleri nasıl etkilediğini, inceleyeceğiz.
Mevzu rivayetleri toplayan eserlerde görüldüğü gibi toplum kendi örf ve
âdetlerini yada düşüncelerini, siyasi görüşlerini yerleştirmek ve desteklemek için Hz.
Peygamber’in otoritesinden faydalanmak istemiştir. Bunun sonucunda hadis menfi
yönde etkilenmiştir. Daha önceki ilim adamları her ne kadar bu tür rivayetleri
toplamış olsalar da günümüzde bu yönde çalışmaların yapılması ve toplumumuzla
din arasındaki alış verişin ne ölçüde olduğunun ortaya konulması gereklidir. Bu
amaçla yaptığımız çalışmada bir çok mahrumiyetle karşılaştık. Örneğin Anadolu'nun
küçük bir kasabasında kütüphane ve bilim çevresinden uzak bir yerde öğretmen
olarak görev yapmam ve ancak fırsat bulduğum zamanlarda kısa süreliğine
kütüphanelerin ve ilim çevrelerinin bulunduğu Ankara İstanbul gibi şehirlere
gidebilmem bu çalışmamızı sınırlı tutmuştur. Buna rağmen çalışmamızın hedefine
ulaşması için başından itibaren danışmanlık ederek tavsiyelerini sürdüren, okuyup
tashih eden, bilgi ve tecrübelerinden istifade ettiğim hocam, Doç. Dr. M. Emin
ÖZAFŞAR’a, farklı üniversitede olmasına rağmen danışmanlık görevini üstlenme
nezaketini gösteren, hadis ilmine karşı ilgi ve sevgimi kendisine borçlu olduğum
saygıdeğer hocam Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ’e teşekkürü bir borç bilirim. Tezin
araştırılması ve tashihi konusunda kıymetli vakitlerini bize ayırarak yol gösteren
hocam Prof. Dr. M. Hayri KIRBAŞOĞLU’na teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca, bu
eserin yazılması esnasında katkısı bulunan değerli dostlarıma, özellikle sabırla
çalışmalarıma ortam hazırlayan sevgili aileme, bu fedakarlıklarından dolayı teşekkür
ederim.
Ali ÇOLAK
ANKARA-2004
IV
İÇİNDEKİLER:
ONAY SAYFASI........................................................................................................I
TEZİN ADI................................................................................................................II
ÖNSÖZ………….....................................................................................................III
KISALTMALR ...................................................................................................VIII
TEZİN KONUSU....................................................................................................IX
TEZİN AMACI………………................................................................................IX
YÖNTEM VE KAYNAKLAR.................................................................................X
VARSAYIMLAR…………...................................................................................XII
I.
BÖLÜM
TEMEL KAVRAMLAR
1. ÖRF VE ÂDET............................................................................................................................ 2
1.1. Örf ve Âdetin Hukuktaki Yeri ............................................................................................. 6
2. MEŞRULAŞTIRMA / MEŞRULAŞMA ................................................................................. 11
3. DİN ............................................................................................................................................. 25
4. RİVÂYET ................................................................................................................................... 34
5. KÜLTÜR VE MEDENİYET..................................................................................................... 36
5.1. İslam Kültürünün Oluşmasında Hz. Peygamberin Rolü................................................. 42
II. BÖLÜM
EŞ SEÇİMİ VE DÜNÜR GİTME İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER
1. DİN VE TOPLUMLARIN KADINA BAKIŞI......................................................................... 56
2. EŞ SEÇİMİ ................................................................................................................................. 62
2.1. Evlenilecek Kadında Aranan Özellikler............................................................................ 67
2.2. Evlenilecek Erkekte Aranacak Özelikler:......................................................................... 70
2.3. Denklik ................................................................................................................................. 73
V
3. KIZ İSTEME.............................................................................................................................. 76
3.1. Dünürcülükte Kızın Saçına ve Yüzüne Bakmak .............................................................. 79
3.2. Dünürcü Üzerine Dünürcü Gitmek ................................................................................... 85
3.3. Dünürcülükte Kız Evinde Bir Erkeğin Bulunması........................................................... 87
3.4. Kızın İzninin Alınması ........................................................................................................ 91
4. NİŞANLANMA .......................................................................................................................... 93
4.1. Evlilik Hazırlığı ................................................................................................................... 96
4.2. Çeyiz ..................................................................................................................................... 97
III. BÖLÜM
DÜĞÜN İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER
1. AİLE.......................................................................................................................................... 100
2. OKUNTU (DAVETİYE).......................................................................................................... 101
3. BAYRAK ASMAK.................................................................................................................. 104
4. DÜĞÜN .................................................................................................................................... 105
4.1.Düğün Süresi....................................................................................................................... 106
4.2. Düğünde Çalgı, Şarkı ve Eğlence ..................................................................................... 109
4.3. Düğün Ziyafeti................................................................................................................... 114
5. GELİN SÜSLEME................................................................................................................... 118
6. KINA GECESİ ......................................................................................................................... 120
7. GAYRET KUŞAĞI .................................................................................................................. 123
8. GELİNİN BAŞINA ŞEKER SAÇMAK ................................................................................. 124
9. YENİ EVLİLERİ TEBRİK..................................................................................................... 127
10. CİNSEL EĞİTİM................................................................................................................... 128
10.1.Kız Yengesi ve Sağdıç....................................................................................................... 128
11. ZİFAF ADABI........................................................................................................................ 130
11.1. Zifaftan Önce Yapılmasına İnanılan Şeyler.................................................................. 130
11.2. Zifaftan Önce İki Rekat Namaz Kılmak ve Duâ Okumak.......................................... 132
11.3. Zifaftan Önce Geline Hediye Vermek .......................................................................... 133
11.4. Cinsel İlişki Esnasında Yapılması Mahzurlu Olan Şeyler .......................................... 134
VI
12. KAYINPEDER VEYA BABA DENİLMESİ ...................................................................... 136
IV.BÖLÜM
NİKAH İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER
1. BEKARLIK ............................................................................................................................. 138
2.EVLİLİK................................................................................................................................... 140
2.1.Tarifi ve Dini Yönü ........................................................................................................... 141
2.2. Tek Evlilik (Monogami)................................................................................................... 143
2.3. Çok Evlilik (Poligami)...................................................................................................... 145
2.4. Evlenme Yaşı .................................................................................................................... 146
2.5. Kız Kaçırma (Babadan İzinsiz Evlenme) ....................................................................... 151
3. NİKAH ..................................................................................................................................... 154
3.1. Nikah Töreni..................................................................................................................... 155
3.2. Resmî Ve Dînî Nikah........................................................................................................ 158
3.3. Nikahta İlan ...................................................................................................................... 165
3.4. Mehir ................................................................................................................................. 166
3.5. Nikahta Aldatma .............................................................................................................. 171
3.6. Şiğar (Karşılıklı Kız Değiştirme) .................................................................................... 172
4. NİKAHLANMASI YASAK OLANLAR............................................................................... 174
4.1. Evlenilmesi Ebedî Haram Olanlar.................................................................................. 178
4.1.1.Nesep Yönünden Haram Olanlar: ............................................................................ 178
4.1.2. Musâhere (evlilik) Yoluyla Haram Olanlar ............................................................ 179
4.1.3.Süt Emme Yoluyla Haram Olanlar: ......................................................................... 180
4.2.Evlenilmesi Geçici Olarak Haram Olanlar:.................................................................... 181
4.3. Türk Medeni Kanunu İle İslam’ın Öğretisi Arasındaki Farklar: ............................... 183
5. GAYRİ MÜSLİM İLE EVLİLİK.......................................................................................... 184
6. AKRABA EVLİLİĞİ.............................................................................................................. 188
VII
7. İKİ BAYRAM ARASINDA NİKAH ..................................................................................... 191
8. NİKAHTA TEBRİK VE DAVET.......................................................................................... 192
SONUÇ.............................................................................................................. 196
ÖZET................................................................................................................. 221
ABSTRACT...................................................................................................... 222
ÖZGEÇMİŞ...................................................................................................... 223
VIII
KISALTMALAR
a.g.e.
: Adı geçen eser.
Ans.
: Ansiklopedi.
b.
: bin.
bkz.
: Bakınız.
c.
: Cilt.
c.c.
: Celle Celâlühû.
H.A.K.
: Hukûk-u Âile Kanunu.
Hz.
: Hazreti.
İ.
: İbn.
İ.A.
: İslam Ansiklopedisi
r.a.
: Radıyallâhu anhu.
s.
: Sayfa.
s.a.v.
: Sallallâhu aleyhi ve sellem.
T.D.V.
: Türkiye Diyanet Vakfı.
Terc.
: Tercüme.
Trs.
: Tarihsiz.
v.
: Vefatı
v.s.
: Ve sair.
vd.
: Ve devamı.
Vrk.
:Varak.
IX
TEZİN KONUSU
Tezimizin konusu; Anadolu’da oluşan örf ve âdetlerin kaynağının
araştırılması, örf ve âdetlerin oluşmasında hadisin rolünün ortaya konulması, örfâdetle hadis arasında karşılıklı etkileşim varsa onun tespit edilmesi ve meşrulaşma
sürecinde hadislerin rolünü ortaya çıkartarak, Anadolu toplumu nazarında hadisin
yerinin tespit edilmesidir.
TEZİN AMACI
Bu çalışmamızın amaçlarından birincisi; Anadolu kültürünün kaynaklarının
araştırılması, hadisin toplumu şekillendirmedeki gücü, onun toplum nazarındaki
değerinin ortaya konulmasıdır.
Örf - âdetlerin hadislere uygun olmasını ya da en azından ters olmamasını
gözeten bir toplumun, hadisin yayılmasına katkıda bulunacağı gibi yasallaştırmak ve
meşrulaştırmak istediği konularda da hadisi kullanma eğilimi göstereceği bir
gerçektir. Nitekim, âdetlerle hadislerin uygunluk göstermesi, uygun olmadığı
zamanlarda da bunu sağlamak için bir çok mevzu rivayet ihdas edildiğinin, âlimler
tarafından tespit edilmiş olması, Hz. Peygamber’in desteğine ve otoritesine
sığınıldığının bir göstergesidir. Bu durum, rivayetlere şüpheyle bakılması sonucunu
doğurarak, hadisi menfi yönde etkilemiştir.
İkinci olarak; örf ve âdetlerle din arasındaki ilişkiyi ortaya koymak. Örneğin
bugün popüler olan resmi ve dini nikah uygulamasının din açısından değeri ve bu
konudaki rivayetlerin incelenmesi, örf ve adetlerle karşılaştırılması, Müslüman
toplumumuzu bu konuda rahatlatacağı kanaatindeyiz. Ayrıca çalgılı düğün ve mevlid
ya da daha başka dini görüntü arz eden düğün töreni polemiği ve bazı insanların bu
konudaki sert tutumları, adetlerin temellerinin bilinmesi gereğini ortaya koymaktadır.
X
YÖNTEM VE KAYNAKLAR
Anadolu’da Örf ve Âdetlerin Oluşması ve Meşrulaşmasında Rivayetlerin
Rolü (Düğün ve Nikah Örneği), konulu çalışmamız dört bölümden oluşup, Anadolu
kültürünün oluşması ve meşrulaşmasında hadislerin etkisini araştırmaktadır.
Birinci bölümde; konuyla ilgili temel kavramlar, ikinci bölümde; eş seçimi
ve dünür gitmeyle ilgili örf - âdetler ve ilgili rivayetler, üçüncü bölümde; düğün ile
ilgili örf - âdetler ve ilgili rivayetler, dördüncü bölümde; nikah ile ilgili örf - âdetler
ve onlara işaret eden rivayetler incelenmektedir. Sonuç bölümünde ise; konuyla ilgili
tespitlerimiz ve genel değerlendirme yer almaktadır.
Çalışmamızda, öncelikle Anadolu’da düğün ve nikahla ilgili örf ve âdetleri
tespit ettik. Anadolu toplumunun düğün ve nikah ile ilgili örf ve adetlerini tespit
ederken şu kaynaklardan faydalandık:
1. Genel kaynaklar: Bu eserler arasında örf ve âdetlerimizle ilgili olarak
yayınlanmış çeşitli yöresel ve genel kaynaklar yer almaktadır. Şimdi kaydedeceğimiz
eserler bunlardan bazılarıdır; Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından bir heyete
hazırlatılan 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Âdetlerimiz (Türk Töresi), Yaşar Kalafat’ın
Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Hamit Ziyâ Koşay’ın Türkiye Türk
Düğünleri üzerine Mukâyeseli Malzeme, Özdemir Nutku’nun Türkler’de Düğün,
Hilmi Ziyâ Ülken’in Anadolu Örf Âdetlerinde Eski Türklerin İzleri,
Yurt
Ansiklopedisi, Said Uğur’un İçel Folkloru, Bazı İl yıllıkları; Diyarbakır İl Yıllığı,
Erzurum İl Yıllığı ...vb.
2. Gözlemlerimiz: Yaşadığımız ve şahit olduğumuz düğün nikah
törenlerinde bizzat gördüğümüz örf ve âdetlerden oluşacaktır.
İkinci olarak, âdetlerin oluşmasına ya da meşrulaşmasına sebep olan
rivayetleri tespit ettik. Bu konuda üç çeşit kaynaktan faydalandık. Bunlar:
1. Temel hadis kaynakları: Kütüb-i Tis’a ve onun yanında en eski olanından
başlanarak Musannefler, Mu’cemler, Müsnedler, Sünenler, Sahihler gibi temel hadis
kaynakları. Kütüb-i Tis’a’dan kaynak verirken Concordance’ın metodunu esas aldık,
Müslim’in Sahih’inden kaynak verirken kitâb adından sonra o bölümdeki hadis
numarasını, diğerlerinde bâb numaralarını yazdıktan sonra ayrıca hadis numaralarını
XI
da verdik. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’in den kaynak verirken cilt ve sayfa
numarası vermekle yetindik.
2. Mevzû hadis kaynakları: Meşrulaşma safhasında kullanılan uydurma
rivayetlerin bulunduğu, bu alandaki temel kaynaklardan olan İbnü’l-Cevzî’nin
(597/1200) Mevzûat’ı, es-Suyûtî’nin (911/1505) el-Leâli’l-Masnûa’sı, Ebu’l-Hasen
İbn Arrâk el-Kinânî’nin (963/1556) Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l-Ahbâri’şŞenîati’l-Mevzûa’sı, Aliyyu’l-Kârî Nureddin Ali b. Sultan Muhammed el-Herevî’nin
(1014/1605) el-Mevzûati’l-Kübrâ’sı bunlardan bazılarıdır.
3. Popüler kaynaklar: Popüler kaynaklardan maksadımız halk arasında bolca
okunan, âdetlerin ve dinî yaşayışın şekillenmesinde büyük rolü olan kaynaklardır.
Bunlar: Muhammed Kara Davud'un(v.948/1514) Delâil-i Hayrât Şerhi Kara Davud,
Ahmed Mürşidî'nin (v.1174/1761) Kitâb-ı Mürşid-i Ahmediyye'si, Mehmed
Altunkaya’nın Mü’minlere Vaaz ve İrşâd’ı, es-Semerkandî’nin Tenbîhu’l-Ğâfilîn’i,
Mehmed Emre’nin Kürsiden Mü’minlere Sohbet ve Nasihatler’i, gibi günümüzde
yaygın olan vaaz kitabları ile el-Münzirî’nin
et-Terğib ve’t-Terhib’i ve Yusuf
Özcan’ın Gençlik ve Evlilik adlı eserleridir.
Konumuzun sosyoloji içerikli olması nedeniyle aşağıdaki Sosyoloji,
Antrapoloji ve Mitoloji kaynaklarına da müracaat ettik. Peter L. Berger’in Kutsal
Şemsiye’si, Ünver Günay’ın Din Sosyolojisi, Mustafa Aksoy’un Sosyal Bilimler ve
Sosyoloji’si, Hamit Z. Koşay’ın Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli
Malzeme’si, Carol Delaney'in Tohum ve Toprak'ı ve Bahaeddin Ögel’in Türk
Mitolojisi bunlardan bazılarıdır.
Konumuzla ilgili olarak, Anadolu kültürünün tespitinde örf- adetlere yönelik
kaynakları taradık ve bu konuda ulaşabileceğimizin en fazlasına ulaşmaya çalıştık.
Ancak, bütün yörelerin düğün ve nikahla ilgili örf adetlerine ulaşmamız çok zor
olduğu için Anadolu’nun genelinde uygulanan örf ve adetlere öncelik verdik.
Örf ve âdetlerle ilgili rivayetleri hadis tekniği açısından inceleyerek,
öncelikle onun hadis ilmi açısından değerine değindik. Bunu yaparken bazen sadece
rivayetin geçtiği kaynağı belirterek onun sağlam yada uydurma olduğunu
vurgulamakla yetindik. Örneğin, kaydettiğimiz bir rivayet, es-Suyûtî'nin el-Leâli'lMasnûa'sında geçiyorsa bu rivayetin değeriyle ilgili çoğu zaman açıklamada
XII
bulunma gereği duymadık
ve sosyolojik olarak ele aldık. Bu vesileyle, din ile
toplumun birbirlerini ne ölçüde etkilediğini ortaya koymaya çalıştık.
VARSAYIMLAR
Yapmış olduğumuz ön araştırmada, Anadolu toplumunun düğün ve nikahla
ilgili örf ve âdetlerinin büyük çoğunluğunun rivayetlerden alındığı ve İslâmî motif
taşıdığı kanaatine varmıştık. Çalışmamız sonucunda yanılmadığımızı gördük. Düğün
sürecinde daha ilk başlangıç sayılan kız isteme olayının dahi tamamen Hz.
Peygamber’in (s.a.v.) uygulamasının aynısı olması bu tezimizi desteklemektedir.
Yine çalışmalarımız esnasında, düğün ve nikahla ilgili peygamberimize
atfedilen ancak onunla ilgisi olmayan, bir çok rivayetin olduğu ve bunlardan
bazılarının İslam’a ters olmazken bazılarının da onun getirdiği temel prensiplere ters
düştüğü kanaati oluşmuştu. Çalışmamız bu konuda da bizi doğruladı. Örneğin;
“aldatma ancak nikahta olur, onun dışında aldatma olamaz” şeklinde bir rivayet
mevzu rivayetleri toplayan eserlerde yer almakta ve bu uygulamaya Anadolu’da yer
yer rastlanmaktadır. Oysa ki Müslüman toplumlarda büyük önemi olan ailenin daha
başlangıçta böyle bir aldatmayla kurulması, İslam ile ve onun peygamberi ile asla
bağdaşmayacak bir husustur.
İslam toplumunun ve kültürünün oluşmasında Hadisin etkisinin olmamasını
düşünemeyiz ancak bunun ne ölçüde olduğu araştırmalarla tespit edilebilir.
Yaptığımız bu çalışma İslam kültürünün oluşmasında hadisin etkisini ortaya
koymaktadır.
Anadolu terimiyle, Türkiye sınırları içerisinde kalan, çoğunlukla Müslüman
nüfustan oluşan, kültür olarak; eski Türk gelenekleri, Bizans kültürü, Arap ve Fars
kültürüyle İslam kültürünün birleştirildiği bölgeyi kastediyoruz. Zaman olarak ise,
Anadolu'nun İslamlaşmasından günümüze kadar olan değişiklikler sonucunda
zamanımızda ya da yakın zaman önceye kadar uygulanan örf ve âdetleri
kastetmekteyiz.
Bu isim altında Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir örf ve adeti değil de genel
olarak her yerde bilinen ve uygulanan örf ve âdetleri ele aldık. Bu sebeple, örf ve
XIII
âdetleri anlatan kaynaklardan ve müşahede ettiğimiz uygulamalardan ya da örf
âdetlerle ilgili tv. Programlarından faydalanmakla yetinip, teferruata dalmadık.
XIV
I. BÖLÜM
TEMEL KAVRAMLAR
Bu bölümde ele alacağımız başlıklar tezimizin ismini oluşturan ve onun alt
kısımları olan kavramlardan oluşacaktır. Bunlar; Örf Âdet, Meşrulaştırma örf-âdetin
ve
Meşrulaştırmanın
oluşmasını
sağlayan
Din
kavramı,
Anadolu
için
düşündüğümüzde İslam dini ve onun iki temel bilgi kaynağı olan Kur'ân ve Sünnet,
ve bunların tamamını içine alan Kültür kavramlarıdır.
Öncelikle örf - âdet ve
Meşrulaştırma kavramlarını inceleyeceğiz. Çünkü
tezimiz bu iki kavram üzerinde yoğunlaşmaktadır. İleride de görüleceği üzere örf âdet ve meşrulaştırmayı incelerken din kavramına değinmemek bir eksiklik olacaktır.
Her toplumun bir dini vardır ve bu din o toplumu büyük oranda şekillendirmektedir.
Anadolu toplumu da bundan farklı değildir. Günümüzde
Anadolu'da yaşayan
insanların arasında büyük oranda İslam dini yaygın olmakla birlikte, az da olsa çeşitli
dinlere rastlamak mümkündür. % 90'dan fazlasının Müslüman olduğu kabul edilecek
olursa İslam'ın öğrenileceği ilk iki kaynak olan Kur'ân ve Hz. Peygamber (yani onun
söz fiil ve takrirlerini içeren Hadis)'den bahsetmemek konumuz için eksiklik olur. Bu
sebeple İslam'ın insanlara ulaşmasını sağlayan Kur'ân ve Hadisten dolayısıyla
toplumun bu iki kaynağa bakışından bahsetmek gerekir. Biz de temel kavramlar
bölümünde âdetlerin oluşması ve meşrulaşması aşamasında büyük rolü olan Din,
yani Anadolu için İslam, ve onun iki temel unsuru olan Kur'ân ve Sünnet kavramını
bu bölümde ele aldık. Son olarak ise örf-âdetlerin oluşması ve meşrulaşmasıyla diğer
topluluklardan faklılıklar ortaya çıkartan yapıya kültür dendiği için, yani yeni bir
kültür oluştuğu için burada Kültür kavramına da yer verdik.
Örf-âdetler kültürün bir parçasıdır. Yemek ile ilgili örf-âdetler yemek
kültürünü oluştururken kıyafet ile ilgili örf âdetler de giyinme kültürünü ortaya
koymaktadır. Düğün ve nikah ile ilgili örf ve âdetleri topladığımızda Anadolunun
düğün kültürünü ortaya koyacaktır. Öyleyse örf ve âdetlerin toplamı kültürü
oluşturur diyebiliriz. Bu bölümde bahsettiğimiz kavramların tamamı kültürün
oluşmasını sağlayan etkenlerdir. Bu sebeple kültür kavramını burada inceleyeceğiz.
1. ÖRF VE ÂDET
Örf kelime olarak; iyilik (maruf), ihsan, cömertlik, hediye (atiyye) olarak
verilen şey, 1 deniz dalgası, at yelesi, kumluğun yüksek olan sırtı, dağın doruğu,
horoz ibiği, bir şeyin peş peşe gelmesi gibi anlamlara gelir. 2 Örf kelimesi Kuran’da
Âraf 199 ve el-Murselât 1. âyetlerde olmak üzere iki yerde yalın haliyle geçer.
Hicri 8. asır hukukçularından, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed enNesefî (710/1310) Örf’ü, “aklın yol göstermesiyle kişilerde yerleşen ve aklı selimce
benimsenip kabul edilen şeydir," diye tarif etmiştir. 3 Toplum hayatında önemli yeri
olan örf ve âdetin çeşitli tarifleri yapılarak ilgi odağı olduğu ortaya konulmuştur.
Şimdi onlardan bazılarını aşağıya kaydedeceğiz:
Örf; ''Tüm toplumun bilip benimsediği ve hayatında yer verdiği söz veya
fiiller,'' 4 ''İnsanların, aklın şehâdeti ile üzerinde birleştikleri ve tabiatlarının
kendiliğinden doğru kabul ettiği iş ve inançlar,'' 5 ''Kanunlarla sınırlanmaksızın,
durumun gerektirdiği hüküm ve icraatlar,'' 6 olarak tarif edilmiştir.
Âdet, teâmül ve amel kelimeleri örf”le eş anlamlıdır. Âdet sözlükte, "eski
duruma dönmek; geri çevirmek, bir şeyi tekrarlamak, üst üste yaparak alışkanlık
haline getirmek" gibi anlamlara gelen “‫( ”ﻋ ﻮد‬avd) ve “‫( ”ﻋ ﻮدة‬avdet) mastarından
türemiş bir isim olup gelenek ve örf anlamında kullanılır. Terim olarak; Toplum
nazarında genel kabul görmüş ve öteden beri tekrarlanarak yerleşmiş bulunan
1
Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 674. Örf Maddesi; Ayrıca geniş bilgi için ve konuyla ilgili
olarak yazarın derlemiş olduğu geniş bibliyografya için bkz. Erdoğan, İslam Hukukunda Ahkamın
Değişmesi, s. 252 vd.
2
İbrahim Mustafa, Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Hamid Abdulkadir, Muhammed Ali en-Neccâr, elMu’cemu’l-Vasit, s. 595.
3
Şener, İslam Hukukunda Örf, s. 102’den naklen.
4
Zeydan, el-Veciz, s. 238-243.
5
Osmanlı’da örf ve âdetin yeri önemi hakkında geniş bilgi için bkz.Göyüncük, Osmanlı İktidarının
Temel Unsurlarından Örf- Gelenek, s.157 vd. Ayrıca bkz. Hatice Kelpetin Arpaguş, Osmanlı
Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları, s. 66-114.
6
Şemseddin Sami, Kâmûs-u Türkî, Örf Maddesi, s. 933,.
2
uygulamalar demektir. 7 Teâmül de alışkanlık olarak yapılagelen davranışlar
anlamında olup âdet ile müteradiftir.
Sosyoloji açısından âdet; halk tarafından alışılmış ve yaygın olarak
uygulanan sosyal bakımdan kabul görmüş ve yerleşmiş hareket tarzıdır. 8 Hukuk
açısından ise; toplum hayatında meydana gelmiş ve uzun zamandan beri uygulanan,
hukuken bağlayıcı sayılan, yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. 9
Örf ve âdet arasındaki fark:
Fakihler, bir toplumun âdetlerinin onların örflerinden oluştuğu düşüncesiyle,
örf ve âdeti, “Akıl yönüyle nefsin karşı koymadığı, selim tabiatın kabul ettiği
uygulama” 10 olarak tarif etmişlerdir. Ayrıca, Mecelle’nin 36. Maddesinde örf ve
âdet, hukuk alanında aynı manada kullanılmıştır.
Örf ve âdet’in aynı manayı ifade ettiğini düşünenlerin yanında anlam
farklılılarının olduğunu ve örf'ün iyi olan adetler için, adetin ise genel anlamda iyi ve
kötü adetlerin tamamı için kullanıldığını ifade edenler vardır. 11
Örf ve âdetle eş anlamlı olarak kullanılan töre, teâmül ve gelenek gibi bazı
kelimeler vardır. Bunları da kısaca izah etmek istiyoruz.
Töre: Türk sosyal hayatını düzenleyen mecburi kurallardır. Örf-âdet biraz
daha serbest uygulanırken Töre'ye uymak bir zorunluluk olarak görülmektedir.
Orhun kitabelerinde töre kelimesi on bir defa geçmiştir. Türk devleti töre
hükümlerine dayalı bir kuruluştu. Devletin varlığı töre'nin varlığına bağlı idi.
Musevîliği kabul eden Hazarlar’da, hakan ailesi ve ileri gelen idareciler, hukuk
işlerini hahamlara göre değil, töre hükümlerine göre düzenlemişlerdi. Ancak; eski
Türkler’de töre hükümleri durum ve şartlara göre değişikliğe açıktı. Doktrinlerle
7
Asım, Kamus Tercemesi, AVD maddesi, I, 1223. Karaman, T.D.V.İ.A. "Âdet" maddesi, I, 369.
8
Erkal, Sosyoloji, s.27.
9
Şener, İslam Hukukunda Örf, s.106.
10
eş-Şuk’a, İmâm-ı A’zam Ebû Hanife en-Nu’man, s. 179
11
Şener, a.g.e., s. 106.
3
değil, halkın onayı alınarak kabul edilen töre ve âdetlere göre devlet yönetiliyordu.
Fakat “töre”nin adalet, iyilik ve eşitlik gibi değişmeyen kısımları da vardı. 12
Gelenek terimini “belli bir yolu takip etmek, belli bir çerçevede hareket
etmek veya birisinin ortaya koyarak âdet haline getirdiği şeyleri ondan sonrakilerin
devam ettirip örf-âdet ve töre haline getirmesi” diye tarif edebiliriz. Gelenek ve sıfat
şekli olan geleneksel, klasik Türkçe’mizde “an’ane" ve "an’anevî” şekliyle ifade
edilmekte olup; yenileşme, asrîlik veya modernlik anlayışının zıddı olarak da
günümüzde çok yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. 13
Gelenek kelimesi, hadis ve sünnet'in müteradifi olarak da kullanılmaktadır.
Buna göre geleneğin de sahihi ve sapmışı vardır. Birincisine geniş manada sünnet,
ikincisine ise bid’at denir. 14
Kur’an-ı Kerîm’de iki geleneğe işaret edilmiştir. Bunlardan biri uyulması,
tamamlanması ve devam ettirilmesi istenen peygamberler geleneği, diğeri ise terk
edilmesi ve değiştirilmesi istenen atalar geleneğidir. Bu ikisi Kur’ân’da ifadelerini şu
şekilde bulmuşlardır:
“Bunlar, Allah’ın hidâyet ettiği kimselerdir. Bu itibarla, sen de onların
yoluna tâbi ol ve “Ben karşılık olarak sizden bir ücret istemiyorum; zira bu kitap,
âlemler için uyarıdan başka bir şey değildir” de.” 15
“Onlara “Allah’ın indirdiklerine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz
atalarımızın yaptıkları şeylere uyarız” derler. O halde, ya ataları hiç bir şeyi akıl
edememiş ve doğru yolu bulamamış iseler!..” 16 “Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve
peygambere gelin” denildiği zaman onlar, atalarımızın bize bıraktığı şeyler yeter”
12
Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 234.
13
Fayda, Asrı Saadet Döneminde Gelenek ve Yenileşme, s. 17-18.
14
Karaman, Fıkıhta Gelenek ve Yenileşme, s. 30.
15
6. En’am, 90.
16
2.Bakara, 170.
4
demektedirler. Ya ataları hiçbir şey bilmemiş ve doğru yolu da bulamamış
idiyseler!” 17
Yukarıda kaydettiğimiz birinci âyet uyulması gereken, ikinci ve üçüncü
âyetler ise terkedilmesi gereken geleneğe işaret etmektedir. Asr-ı saadet’te de Hz.
Peygamber, câhiliye zihniyetinin yozlaştırdığı bir toplumun dînî ve sosyal hayatını
yeni bir anlayışla kurmaya çalışırken, tevhid inancına uymayan, insan haysiyetini
aşağılayan, zulüm ve haksızlık üzerine kurulan, zihnî ve ahlâkî esaslara aykırı bütün
gelenekleri değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya çalışmış ve yeni geleneğin de
temellerini atmıştır. Buna karşılık; tevhid inancına ters olmayıp şirki ve câhilî inancı
çağrıştırmayan gelenekleri, ahlâk kaidelerini belli esaslar dahilinde korumuş veya
daha da genişleterek faydalı bir içeriğe kavuşturmuştur. Kur'an'ın işaret ettiği ve Hz.
Peygamberin uygulayarak gösterdiği gibi sosyo-kültürel hayatın bütün unsurlarının
bir başlama bir de bitme noktası vardır. Bu sebeple âdet ve geleneklerin bazılarının
temellerini tarihin derinliklerinde hatta mitolojide aramak gerekir. 18 Örneğin
Osmanlı’nın geleneksel olarak kullandıkları, aslen Fas kaynaklı olduğu sanılan fes,
1832’de II. Mahmut tarafından imparatorluk bürokrasisinin resmi kıyafeti haline
getirilmiştir. Yani; 19. y.y.’da tüm dünyada “Türklük sembolü” haline gelen ve daha
sonra Osmanlılığı simgelediği için yasaklanan serpuş, geçmişi ancak 19.y.y.’ın ilk
çeyreğine kadar uzanan bir gelenek olup, o zaman toplum arasında da oldukça
yaygınlaşmış ve Osmanlı ile özdeş hale gelmişti. 19 Aynı gelenek günümüzde
varlığını koruyamamış ve sosyo kültürel hayatın unsurlarının bir başlangıç bir de
bitiş noktasının olduğunu doğrulamıştır.
Örf-âdet, teâmül, töre ve gelenek kelimelerinin aralarında küçük anlam
farkılıkları olsa da çoğu zaman aynı mana için kullanıldıkları anlaşılmaktadır. Örfâdet'le eş anlamlı kelimeleri izah ettikten sonra onun hukuktaki yerine geçeceğiz.
17
5. Maide, 104.
18
Bu konuda örnekler için bkz. Aksoy, Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, s.20.
19
Deringil, Toplum ve Bilim, 54/55 yaz/güz, “Osmanlı İmparatorluğu’nda “Geleneğin İcadı”,
“Muhayyel Cemaat”, (Tasarımlanmış Topluluk) ve Panislamizm, s.49-51.
5
1.1. Örf ve Âdetin Hukuktaki Yeri
Toplumun temel unsuru olan insan, devamlı kültürel gelişme içerisindedir.
Her durumda da hayatını düzenli bir hâle getirmek için, ahlâki, hukuki ve dini
prensipler edinip ona uyma gereği hissetmiştir. İlk zamanlarda toplumun ilişkilerini
düzenleyen prensipler genellikle örf ve âdetler olmuştur. Yazılı bir kanun
bulunmadığından bu örf âdetler kanun yerine konularak yaptırım gücü kazanmıştır.
Yazılı kanunlar oluşturulurken de örf ve âdetler bunların oluşmasına büyük katkı
sağlayan temel unsurlardan birisi olmuştur. Aslında örf ve âdet, hukuktan öncedir ve
onun temel kaynaklarından birisidir. Zaten ilk çağlarda hukuk, örf ve âdetler şeklinde
ortaya çıkmış ve nesilden nesle geçerek de bir teâmül haline gelmiştir. Daha sonraları
bunlardan bazıları değişmiş, bazıları da günümüze kadar gelebilmiştir. Bir milletin
hukuku incelendiği zaman, bunların büyük bir bölümünün o toplumun örf ve
âdetlerinden oluştuğu görülecektir. Örf ve âdetler uzun süre yaşanarak oluşurken,
yazılı kanunlar, bu örf ve âdetler temel alınarak kısa sürede oluşurlar. 20
Ortaçağ Avrupa
hukukuna bakıldığı zaman bunun örf ve âdetlerden
meydana geldiği, yazılı kaynak olarak da “on iki levha”nın bunda etkili olduğu
görülecektir. Aynı şekilde krallıklar devrinde de örf ve âdetlerin etkili olduğu ve “on
iki levha kanunu”na kadar yazılı hukuk kaynağına rastlanmadığı görülmektedir.
Roma’da örf ve âdet hukuku cumhuriyet devrinde tedvin edilmiştir, ancak bu
döneme kadar da hukukun tek kaynağı örf ve âdetler olagelmiştir. 21
İslamiyet’ten önceki Türklerin hukuk kaynakları arasında, örf ve âdetin
önemli bir yeri olup hukuku oluşturmada sosyolojik açıdan büyük bir katkısı vardı.
Anadolu'da da durum bundan farklı değildir. Türk Medeni Kanunu'nun birinci
maddesi, hâkime kanun boşluklarını doldurmak için örf ve âdete müracaat etme
yetkisi tanımıştır. Bu maddenin ikinci fıkrasında da hakkında herhangi bir kânûnî
hüküm bulunmayan meselede hâkimin örf ve âdete göre hükmetmesi gerektiği
belirtilmiştir. Böylelikle örf ve âdete kanunu tamamlama konusunda birinci derecede
20
Bkz. Berkî, Hukuk Mantığı ve Tefsir, s. 95; Berkî, Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, s.86; Oğuzoğlu,
Medenî Hukuk, s. 45; İmre, Medenî Hukuka Giriş, s. 165-166.
21
Oğuzoğlu, a.g.e., s. 19-25.
6
öncelik tanınmıştır. 22 Yine Türk medenî kanununda ev reisinin kim olacağı
hususunda, örf ve âdete başvurulması gerektiği belirtilmiştir. 23 Daha bir çok konuda
örf ve âdeti referans gösteren Türk medenî hukuku, örf ve âdeti kanundan sonra
ikinci sıraya koymakta ve ona açıklayıcı, aynı zamanda destekleyici bir rol
vermektedir.
Örf ve âdetler İslam hukukunun önemli kaynaklarındandır. Araplar,
İslâmiyet’ten önce yazılı kanunlara sahip olmadığı için sosyal hayatı örf ve âdetlere
göre yönlendiriyorlardı. İslam, daha önceki örf ve âdetlerin bir çoğunu devam
ettirmiş ve hatta yabancı toplulukların örf ve âdetlerinden bile bir takım şeyleri
bünyesine almıştır. Hz. Peygamber’in İslam’a ters düşmeyen örf ve âdetleri
meşrulaştıran, “Tartı, Mekkelilerin tartısı, ölçü, Medinelilerin ölçüsüdür,” 24 gibi bir
çok hadisleri vardır. 25
Abdullah b. Mesud, örf ile ilgili olarak, “Müslümanların güzel gördüğü şey,
Allah katında da güzeldir,” demiştir. 26 Hanefî ve Mâlikî fakihler de “örf ile sabit olan
bir şey sanki nass ile sabit olmuş gibidir” diyerek örfün hukuktaki yerine işaret
etmişlerdir. 27 Örf, Kuran ve sünnete aykırı olmadığı sürece şer'î bir delil olarak kabul
edilmiştir. 28 Bu sebeple Fıkıh usulcülerine göre örf, sıhhat yönünden ikiye ayrılır.
Bunlardan birincisi; “nass”lara ters düşmeyen, maslahatı koruyan ve kötülüğe sebep
olmayan şeyleri içeren sahih örftür. Evlenecek bir gencin nişanlısına hediye olarak
verdiği elbise, süs eşyası vb. şeyleri vermesi birçok yerde âdettir. Bu hediyeler,
gencin vermesi gerekli olan mehire dahil değildir. Dahil edilmemesi örf olarak
yerleşmiştir. Ayrıca, mehrin bir kısmının hemen, bir kısmının da daha sonra
verilmesi örfe dayanan bir uygulamadır. Bu şekilde verilmesi gelenek haline
gelmiştir. İkincisi ise; fâsid örftür. Fâsid örf, “Nass”a ters düşen, zarar doğuran ve
22
Koçak, Örf ve âdetlerin Hukuk Metodolojisindeki Yeri, s. 67.
23
Medenî Kanun, 318.
24
Ebû Davud, Sünen, Buyu', 8, (III, 633), no: 3340. Geniş bilgi için bu hadisin dip notuna bakılabilir;
en-Nesaî, Sünen, Zekât, 44, (V, 54), no: 2518.
25
Örnekler için bkz. Farûkî, Hulefâi Râşidîn ve İlk Fukahânın Kararlarında Örfün Etkisi, s.39- 54.
26
A.b. Hanbel, Müsned, I, 379.
27
Zeydân, el-Vecîz, s.238; Ebû Zehrâ, İslam Hukuku Metodolojisi Fıkıh Usûlü, s. 234.
28
Geniş bilgi için bkz. eş-Şuk’a, İmam A’zam Ebû Hanîfe en-Nu’mân, s.179 vd.
7
maslahatı yok eden kötü âdetlere denilir. Bazı toplantılarda yer verilen, dinin kabul
etmediği kötü alışkanlıklar, içki alemleri ve bir çok ailenin çöküşüne sebep olan
kumar gibi. 29
Fıkıh literatüründe, adetlerin kanunlara kaynaklık ettiğini gösteren bir çok
örnek vardır. Âdetlerin belirleyici rolü özellikle satış, velâyet ve temsil, evlenme
boşanma, yemin etme ve tarım anlaşmalarıyla ilgili konularda açıkça görülmektedir.
Bütün mezhepler mahalli adetleri göz önünde bulundurmuşlardır. Bir müftinin, farklı
gelenek ve adetlerin hüküm sürdüğü bir ülkeye gitmesi durumunda, o ülkenin âdet ve
geleneklerini iyice öğrenmesi ve onları göz önünde bulundurması, daha isabetli
kararlar vermesine yardımcı olacaktır. Bu da âdetlerin din açısından önemini ortaya
koymaktadır.
Adetlerin
belirleyiciliği,
ibn
Mes'ûd'dan
aktarılan
yukarıda
kaydettiğimiz, “Müslümanların iyi ve güzel gördükleri Allah katında da iyidir,
müslümaların çirkin gördüğü Allah katında da çirkindir” 30 şeklindeki mevkuf
hadisten çıkarılmaktadır.
Netice itibariyle, bütün İslam mezhepleri tarafından farklı boyutlarda da
olsa örf ve âdet delil olarak kabul edilmiştir. Tabi ki kabul edilen örf ve âdetin
Kur’ân ve sünnette ifade edilen temel prensiplere aykırı olmaması esastır. Ayrıca,
şer’î ahkamda vurgulanan ibahe-i asliyye kuralı örf ve âdetin fıkıh kültürümüze
sağladığı büyük katkıyı göstermektedir. Çünkü fıkıh eserlerimizi incelediğimizde
karşılaştığımız durum şudur: Haram olanlar belirtilerek bunun dışındaki şeylerin
genelde helal olduğu vurgulanmak istenmiştir. Diğer bir ifade ile Müslümanların
fıkıh eserlerinde neyin helal olduğundan çok neyin haram olduğu üzerinde durularak
insanların hukuki hayatlarında örf âdet lehine geniş bir alan bırakılmıştır.
Tarihi süreç içerisinde insanlığın yaşadığı hukûkî hayatın yazılı olmayan
boyutunu oluşturan örf ve âdetler, yazılı hukuk kurallarının esasını teşkil eder. Bir
hukuk kaynağı olarak örf ve âdetler, bütün insanlık tarafından dikkate alınmıştır.
Çünkü; toplumsal hayatı şekillendiren kolektif şuurdan, âmme vicdanından uzak
29
30
Zeydân, el-Vecîz, s. 216.
A.b. Hanbel, Müsned, I, 379; A.b. Hanbel, Fadâilu's-Sahâbe, I, 367, no: 541; Ebû Davud etTayâlisi, Müsned, s.33, no: 246; et-Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, IX, 112, no: 8583.
8
olarak oluşturulacak bir kanunun uzun süre yürürlükte kalması beklenemez. İşte bu
sebepten dolayı, bütün hukuk sistemlerinde örf ve âdete riâyet edilmiştir. İngiltere’de
olduğu gibi yazılı hukuktan ziyade teâmül hukukunu esas alan hukuk sistemlerinin
varlığı da bu gerçeğe işaret etmektedir. Zaten Avrupa’da kanunlaştırma çağı
başlamadan önce uygulanan hukuk, hemen hemen örf ve âdet hukukuydu. 31
Örf ve âdet toplumu şekillendirmektedir. Ancak kendisi de elbette durduk
yerde ortaya çıkamaz. Örf ve âdetler içinde bulundukları toplumun inanç ve
değerlerini yansıtırlar. Günlük yaşamlarında ilgilendikleri, kutsal saydıkları ve değer
verdikleri şeyler toplumun örf ve âdetlerinin oluşmasını sağlar. Din konusu
işlenirken de ifade edileceği gibi, kutsal değerleri olmayan bir toplum düşünmek
mümkün değildir. 32
Anadolu insanı asırlardır İslam dini ve kültürüyle yaşamıştır. Bu yüzden
onun kültürünün temel dayanağının da İslam dini ve onun öğretileri olması
kaçınılmazdır. Anadolu’daki örf ve âdetlerin aslında bir âyet ya da hadise dayandığı,
en azından onlara ters düşmediği ve oluşması aşamasında hadisten büyük katkı
sağladığı görülmektedir. 33 Toplumun islamla bütünleştiğini çok net müşahede eden
Delaney Anadolu halkının yaşantısını anlatırke "ete kemiğe bürünen İslam" tabirini
kullanmıştır. 34 Bu durum, bin yıllık tarihinde tek etkin dinin İslam olması
dolayısıyla, tabiî bir sonuçtur. Aşağıdaki örnekler de bunu doğrulamaktadır.
1. Anadolu’da Süt kardeşleriyle evlenmeme âdeti vardır. Bu âdetin
oluşmasında Hz. Peygamber’in
hadislerinin etkisi apaçık görülmektedir. Çünkü
İslam’da süt kardeşi, süt annesi ve süt yönünden akraba olanlarla evlenmenin yasak
olduğu şu hadislerde açıkça ifade edilmiştir:
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Aziz ve Celîl
olan Allah, nesepten haram ettiğini sütten de haram etti.” 35
31
Tekinay, Medeni Hukuka Giriş Dersleri, s. 66.
32
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Muhtelif makalelerin bir araya getirilerek tercümesi: Ali Köse,
Sekülerizim Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002.
33
Karaman, “Âdet” Maddesi, T.D.V. İ. A, I, 369-372.
34
Delaney, Tohum ve Toprak, s. 43.
35
et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452), no:1146.
9
Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Ebu’l-Kays’ın kardeşi Eflah, örtünme âyeti
indirildikten sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben:
“Allah’a
yemin
olsun,
Rasûlullah’tan
izin
istemedikçe
ona
izin
vermeyeceğim. Çünkü onun kardeşi Ebu’l-Kays beni emziren kimse değildir. Beni
Ebu’l-Kays’ın hanımı emzirdi,” dedim. O esnada yanıma Hz. Peygamber (s.a.v.)
girdi.
“Ey Allah’ın Rasulü! Ebu’l-Kays’ın kardeşi Eflah yanıma girmek için izin
istedi. Ben size sormadan izin vermekten sakındım” dedim. Rasulullah (s.a.v.):
“Amcana niçin izin vermedin?” buyurdular. Ben:
“Ey Allah’ın Rasulü! Beni emziren erkek değil. Beni onun hanımı emzirdi”
dedim. Rasulullah yine:
“Sen onun girmesine izin ver. Çünkü o senin amcandır, Allah iyiliğini
versin,” buyurdular. Urve der ki: “İşte bu sebeple Hz. Aişe (r.a.): “Nesep yönünden
haram saydıklarınızı süt yönüyle de haram sayınız,” derdi.” 36
2. Anadolu’da nikah, Hz. Peygamber’in daha önceki âdetler içinden seçerek
tavsiye ve emir buyurduğu şekilde gerçekleştirilmektedir. Hz. Aişe’nin (r.a.)
bildirdiğine göre câhiliye döneminde dört çeşit nikah vardı. Hz. peygamber
bunlardan üçünü iptal ederek bir tanesini seçmiş ve artık nikan o şekilde
gerçekleşmiştir. İleride bu nikah çeşitleri teferruatıyla aktarılacaktır. 37
3. Anadolu âdetlerine göre düğün süresi bir gün ya da iki gündür. Her ne
kadar bunun istisnalarına rastlansa da genel uygulama böyledir. Bu âdetin
oluşmasında da yine hadislerin etkili olduğu düşünülebilir. Nitekim konuyla ilgili
olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) “İlk günün velime yemeği haktır. İkinci günün yemeği
sünnettir. Üçüncü günün yemeği ise gösteriştir. Kim gösteriş yaparsa Allah onu
36
el-Buhârî, Sahih, Şehadet, 7, (III, 149); Nikah, 20, 21, (VI, 125); Müslim, Sahih, Rada, 2, (II, 1069);
et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452-453), no:1146-1147; Ebû Davud, Sünen, Nikah, 6, (II, 545),
no:2055; en-Nesâi, Sünen, Nikah, 49, (VI, 99); Mâlik, Muvatta, Rada, 1, 2, (II, 601-602).
37
el-Buharî, Sahih, Nikah, 36, (VI, 132).
10
(kıyamet günü) teşhir eder,” 38 buyurarak düğün süresinin iki gün olmasının ideal
olduğunu tavsiye etmiştir.
Anadolu'da İslam dininin yaşandığı ve Müslümanlar arasında Hz.
Peygamber'in uygulama ve tavsiyelerinin ne kadar önemli olduğu bilinen bir
husustur. Her ne kadar maddî deliller bulunamasa da örf-âdetlerle rivâyetlerin
örtüşmesi, toplumun örf ve âdetlerini oluştururken hadisleri dikkate aldığını
göstermektedir. Arzettiğimiz bu örneklerle örf âdetlerin oluşması ve meşrulaşması
sürecinde hadisin etkisini ortaya koyduktan sonra meşrulaştırma kavramına
geçeceğiz.
2. MEŞRULAŞTIRMA / MEŞRULAŞMA
Meşrulaştırma; bir iş veya davranışı toplum nazarında kabul edilebilir bir
duruma getirmek demektir. Toplumun çeşitli yasaları vardır. Bunlardan bir kısmı
yazılı hale getirilen kanunlar diğer kısmı da yazılı olmayan ancak toplum vicdanında
kabul görmüş ve yaptırım gücü olan örfe dayalı uygulamalardır. Aslında yazılı
kanunlar da toplum nazarında meşru görülen, kabul edilen ya da yasaklanan
şeylerden oluşturulur. Toplumun davranışlarını büyük ölçüde inanmış olduğu din ya
da kutsal değerler belirler. Saygı duyduğu kutsalın tavsiyelerini yerine getirmek, onu
kendisine yaklaştıracağından dolayı, rağbet etmeye değer olarak görülür. Onun
isteğine ters olan şeyler toplum tarafından da sevilmediği için, böyle bir davranış
topluma kazandırılmak isteniyorsa onu muhakkak kutsal değerlere onaylatmaları
gerekir. Meşrulaştırmanın alanı çok geniştir. Din meşrûlaştırmanın tarihi bakımdan
en yaygın ve etkin bir aracı olagelmiştir. 39
İslâmî ilimlerde, bütün disiplinlerin ortak tutumlarından birisi de kabul ve
iddialarını, tashih mercii olarak benimsenen, kutsal bir referansa dayandırma
çabasıdır. İctihadla, kıyasla hüküm verilmesi, hüküm verilirken muhakkak bir asla
yani nassa dayandırılması meşrulaştırma çalışması olarak görülebilir. Şüphesiz bu
38
et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 10, (III, 404), no: 1097.
39
Berger, Kutsal Şemsiye, s.75.
11
çabada belirleyici olan çeşitli etkenler vardır. Ancak bunlardan ikisi öne çıkmaktadır.
Birincisi; Müslümanların varlık anlayışlarının bilgi anlayışlarına da yansımış
olmasıdır. İslam inancına göre Allah (c.c.) her şeyin kaynağıdır. Dolayısıyla O,
varlığın kaynağı olduğu gibi bilginin de kaynağıdır. Binaenaleyh, herhangi bir
düşüncenin İslam ve Müslümanlar nezdinde meşruluğu, bu kaynağın onu tasdik edip
etmemesiyle doğru orantılıdır. Bunun insanlar elindeki ölçüsü de Kur’ân’dır. Bilgi
kaynağı ile doğrudan temas halinde olan Peygamber ise ikinci tashih merciidir. İşte
bu ön kabul dolayısıyla tarih boyunca Müslümanlar görüş, düşünüş ve tercihlerini
ortaya koyarken bu iki kaynağa başvurma ya da onlara ters düşmemeye özen
göstermişlerdir. İkincisi ise, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar yeni
çevre, kültür ve düşünce sistemleriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu karşılaşmada
hem içe hem de yeni unsurlara dönük bir sorgulama, anlama, özümseme ve
sentezleme işlemi söz konusu olmuştur. Bu çerçevede, bilginin yegane tespit ve
tashih mercii olarak görülen Kur’ân’ın dahi nasıl anlaşılacağı noktasında farklı
tercihler ortaya çıkmıştır. Aynı şey, Peygamber’e atfedilen rivâyetler için de
geçerlidir. Diğer taraftan yeni ortaya çıkan durumlar karşısında bazıları bid’attır
deyip gayri meşru kabul ederken, bazıları da bunu meşrulaştırarak dinden
göstermeye çalışmışlardır. 40
“Benden hakka uygun bir hadis rivâyet ederseniz, söyleyeyim ya da
söylemeyeyim, onu alınız,” 41 şeklindeki rivâyet, hadis uydurarak,
keyfî
meşrulaştırma yapmak isteyenler için bir dayanak olmuştur. Ancak bu rivâyetin Ebû
Hureyre'den merfu olarak geldiğini kaydeden İbn Hacer, onun münker olduğunu
belirtmiş, 42 el-Aclûni münker olduğunu kaydettikten sonra Ukayli'nin bu rivâyet için
sahih bir senedi yoktur ifadesine yer vermiştir. 43 Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.v.)
mütevâtir olarak kabul edilen “Kim benim hakkımda kasten yalan söylerse
40
Özafşar, Polemik Türü Rivâyetlerin Gerçek Mahiyeti, İslâmiyât, c.1, Sayı:3, sayfa: 19.
41
İbnü'l-Cevzî, Mevdûât, I, 157; İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân, I, 454, no: 1405; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ,
I, 86, no: 220.
42
İbn Hacer, a.g.e., I, 454, no: 1405
43
el-Aclûnî, a.g.e., I, 86, no: 220.
12
cehennemdeki yerini hazırlasın” 44 hadisine de ters düşmektedir. Aslında yukarıdaki
kaydettiğimiz rivâyet meşrulaştırma çalışmalarını meşru gösterme gayretinden başka
bir şey değildir. Mevzû rivâyetlerin ortaya çıkmasındaki yegane sebebin, bir
uygulamayı halk nazarında meşru gösterme, toplumda yasa haline getirme niyeti
olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Ancak meşrulaştırma denilince sadece
kötü niyetle toplumda yerleştirmek istediği bir uygulamayı kabullendirme çalışması
anlaşılmamalıdır. Toplumdaki bütün yenilikler, reformlar ve ilâhî dinlerin öğretileri
bir meşrulaştırma sürecinden geçmektedir.
Meşrulaştırmanın
çeşitli
yollarla
yapılması
mümkündür.
Yapılan
uygulamanın ya da söylenen sözün toplum tarafından kabul görmüş otorite bir
kimseye dayandırılmasının onun halk nazarında kolayca meşrulaşmasına sebep
olacağı bilinen bir husustur. Mimarîde Mimar Sinan'a, Tıpta İbni Sînâ'ya ve diğer
bilim dallarında da en otorite bir bilim adamına fikirlerin dayandırılması onlara nasıl
güç kazandırıyorsa aynı şekilde dini konularda ortaya konulan bir görüş yada
uygulamanın dinde otorite olan Kur'ân ve Hz. Peygambere dayandırılması o görüş ya
da uygulamalara güç kazandıracaktır. Bunun farkında olan toplum bazen hadisin
gücünden istifade etme yoluna da başvurmuştur. Ancak meşrulaştırma denilince
genel manada toplumun istenilen kıvama gelmesi için yapılan ıslah çalışmaları
anlaşılmalıdır. Peygamberlerin, ümmetleri için iyi ve güzel şeyleri emredip; onları
kötü
şeylerden
men
etmeleri
bu
tür
meşrulaştırma
şeklindendir.
Şimdi
kaydedeceğimiz örnek buna işaret etmektedir. Câhiliye dönemi kadını için dört çeşit
nikah varken; İslam sadece, Müslümanlar arasında uygulanan bugünkü nikah şeklini
kabul edip, geri kalanlarını yasaklamıştır. Hz. Aişe’nin (r.a.) bildirdiğine göre bu dört
çeşit nikah şu şekilde gerçekleşiyordu:
“Birincisi, bugün insanların yapmakta oldukları nikahtır. Buna göre erkek;
bir erkekten velâyetinde bulunan bir kadını belli bir mehir karşılığında ister ve onu
nikahlar. İkincisi; erkek, kendi karısı hayızdan temizlendiği zaman, karısına;
asillerden filana git, ondan seninle cinsi münasebette bulunmasını iste, der. Kadının,
kendisiyle cinsi münasebette bulunması istenen erkekten gebe kaldığı anlaşılıncaya
44
el-Buhârî, Sahih, İlim, 38, (I, 35-36); Müslim, Sahih, Zühd, 72, (III, 2298-2299); Ebû Dâvud,
Sünen, İlim, 4, (IV, 63), no: 3651.
13
kadar kocası ona yaklaşmaz. Kadının hamile olduğu anlaşılınca, kocası isterse o
kadınla cinsi temasta bulunur. Kocasının bu şekilde davranışı, çocuğun asil olmasını
istemesinden dolayıdır. Bu nikaha “Nikâhu’l-İstibda” denir. Üçüncüsü; on kişiden az
bir topluluk bir araya gelir ve tamamı bir kadının yanına girerler. Her birisi kadınla
ayrı ayrı münasebette bulunur. Sonuçta kadın, bunlardan hamile kalıp doğurur.
Doğumdan bir kaç gün sonra kadın, o erkeklere haber gönderir. Onların hepsi
gelmek zorundadır. Kadın onlara hitaben “Sizinle girdiğim cinsel ilişkiden dolayı
doğurduğum çocuğu tanıdınız. Ey falan bu çocuk senindir.” der. Böylece onlardan
arzu ettiğinin ismini söyler. Bundan sonra kadının çocuğu, o adamın nesebine katılır.
İsmini söylediği erkek, çocuğu almak zorundadır. Dördüncüsü; bir çok erkek
toplanıp bir kadının yanına gelirdi. Bu kadın bir fahişedir ki, diğerleri gibi kendi
kapısı üzerine, işaret olsun diye bayrak dikerdi. Artık kim isterse bu bayraklı kadının
yanına girerdi. Kadın gebe kalıp çocuğunu doğurduğu zaman, kendisiyle ilişkide
bulunan erkekler toplanırlar ve kendileri için bir kaç kâif (bilirkişi) tutarlardı. Sonra
bunlar o kadının çocuğunu, karar verdikleri kişinin nesebine katarlardı. Artık o
çocuk, söz konusu şahsın çocuğu olarak çağrılırdı. Nihâyet, Hz. Muhammed (s.a.v.)
peygamber olarak gönderilince, insanların bu günkü nikahı hariç, bu câhiliye
nikahlarını ortadan kaldırdı.” 45
Hz. Aişe’nin anlattığı bu birinci nikah şeklini, Allah Rasûlü’nün babası
Abdullah’ın evliliğinde ve kendisinin peygamberlikten önce Hz. Hatice validemizle
yaptığı nikahlarda da görmekteyiz. Hz. Aişe, bu nikahın câhiliye nikahlarından birisi
olduğunu anlatmıştır. Buna göre: Bir kimse birinin kızı için önce hıtbede bulunur.
Hıtbe; erkeğin kızı istemesi ve ona evlilik teklif etmesidir. Belirli bir mehir üzerine
anlaşılır, karşılıklı rıza oluşursa hıtbe gerçekleşir. Bu nikahı İslam kabul ederek
meşrulaştırmıştır. Mehir; erkeğin evleneceği kadına vermesi gereken mal veya
paradır. Nikah akdiyle ortaya çıkar. İslam’a göre de, câhiliye döneminde olduğu gibi,
gereklidir. 46 Bunun ne kadar olacağı ile ilgili olarak da değişik miktarlar tayin
edilmiştir. Ebû Hanife’ye göre mehrin en azı on dirhemdir. Malikîlere göre çeyrek
dinar ya da üç dirhemden az olmamalıdır. Hanbelî ve Şafiîler’de ise azı için bir sınır
45
el-Buhârî, Sahih, Nikah, 36, (VI, 132).
46
Bk. 4.Nisa, 4, 24; el-Buhârî, Sahih, Nikah, 49-51, (VI, 137-138).
14
yoktur. Üst sınırı belirtilmemiş, yani sınır konmamıştır. Câhiliye döneminde
görüldüğü gibi, İslam’da da mehir kadının hakkıdır. Babanın veya kadının velisinin
bunda hiç bir hakkı yoktur. İslam’a göre mehirin nikahla, zikredilse de zikredilmese
de, verilmesi gerekir. Eğer evlilik mehirsiz akdedilirse zifafın olmasıyla birlikte
mehri misil, yani dengi kadınların mehri kadar, verilmesi gerekir. Zifaf
gerçekleşmemiş ise, Malikilere göre, feshetme ve mehri tamamlama arasında
serbesttir. Fesh ederse kararlaştırılan mehrin yarısı kadarını kadına vermek gerekir.
Câhiliye döneminde de bu çeşit nikahta önce mehir belirleniyor sonra nikaha
geçiliyordu. 47
Hz. Aişe’nin ikinci sırada anlattığı nikah çeşidi, İstibda nikahıdır. B-D-A
(‫ )ﺑ ﻀﻊ‬fiili, göze yaşın dolması, gözü dolmak fakat akmamak, kabın su ile dolması,
bir kimsenin birisinin nasihatlerinden bıkıp onunla ilişkiyi kesmesi, eti kesmek,
ticaret etmek, deriyi yarmak gibi manalara gelir. Bıd’, üçten dokuza kadar olan
sayılara denir. Bıd’a etten ya da başka bir şeyden kesilen parçadır. 48 Hz. Peygamber
de kızı Hz. Fâtıma için “Fâtıma benden bir et parçası (bıd’a) dır. Onu kızdıran beni
kızdırmış olur, buyurmuştur. 49
Yukarıda rivâyette belirtildiği üzere koca, karısına “ Filana git, ondan
istibda et.” der. Bundan anlaşılacağı üzere; koca, hanımının beğenilen bir kimseden
hamile kalması için, onu o adama göndermektedir. Kadın, gittiği kimseye ondan
hamile kalmak ve onun neslinden bir parçayı kesip almak için gider. Buradaki asıl
maksat necip bir soydan evlat sahibi olmaktır. Bilindiği üzere; câhiliye insanı soya
çok önem vermekteydi. Kişilerin statü ve rolleri, mensup oldukları soya göre
belirleniyordu. Günümüzde olduğu gibi, hamallık yapan bir aileden sosyal statüsü
çok yüksek bir hakim ya da bir general olmak gibi şeyler o zamanlar mümkün
değildi. Büyük bir kabileye mensupsan ya da kabile reisinin çocuğu isen, statü olarak
oldukça yükseksin demektir. İnsanlar toplum içindeki yerlerini doğuştan
kazanmaktaydı. Kişilere kabilelerinden, dedelerinin şöhretlerinden dolayı bir yücelik
ve şeref miras kalıyordu. Dedelerden ve babalardan insanlara geçen, miras kaldığı
47
Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklöpedisi, IX, 218 vd.
48
İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, I, 296
49
el-Buhârî, Sahih, Ashâbu’n-Nebî, 12, (IV, 210).
15
kabul edilen şeref ve yüceliğe hasep diyorlardı. Dedelerin ve babaların yaptıkları
güzel işler torunun iyilik hanesine geçiyor ve o da iyi bir insan olarak kabul
ediliyordu. İstibda uygulaması ile o kimsenin hasebine ve nesebine mirasçı olmak
mümkündü. Böylece istibda ile o kişiden şan, şeref, miras ve bir de evlat alarak
birçok şeyi söküp alıyor ve kendi ailesine getiriyordu. Bu uygulama, aslında Arap
topluluğunun o zamanlar ırkçılık yaptığını, yani bazı milletleri ya da aileleri
diğerlerinden üstün tuttuklarını ortaya koyuyordu. Oysa ki İslam, üstünlüğü ancak
takva'da görerek, bir milletin diğerinden üstün olmadığını “Sizin en şerefliniz
Allah’tan en çok sakınanınızdır” 50 diyerek ifade etmektedir.
Hz Aişe’nin bahsettiği üçüncü tür nikah da, 10 kişiden az olmak üzere,
kişilerin bir kadınla teması şeklindedir. Bunun sonucunda doğan çocuk, bu
kimselerden birisinin nesebine katılıyordu. Aslında önemli olan çocuğun kime ait
olduğu değil de kadının kime nispet etmek istediğidir. Câhiliye insanı, yaygın olan
fuhşun içerisinde doğan çocuklarına baba bulmak için böyle bir yola başvurmuştur.
Bu tür bir ilişkide soyun karışmaması mümkün değildir. Doğan çocuk, kadının nispet
ettiği kişinin değil de bir başkasının ise, ileride bu kadınla ilişki kuranlardan biri
evlilik yoluyla bu çocukla akraba olsa -mesela kızını vererek-durum ne olacaktı.
Böylece iki kardeş birbiri ile evlenmiş olacaktı. İslam, neseplerin karışmasına sebep
olan mut’a nikahını haram kıldığı gibi bu tür nikahları da haram kılmıştır. Zaten bir
kadının aynı anda birkaç erkekle evli olması, dinen mümkün değildir.
Birçok insanın bir kadınla ilişkiye girmesi şeklindeki nikah, istibda ve bir
önceki nikah türü gibi, on kişiden az kimsenin bir kadınla ilişkisi şeklinde de değildi.
Bir çok insan bir araya gelir, bir kadınla ilişkide bulunurlardı. Bu kadın zinâkâr bir
kadın olup, kendisine gelenleri geri çevirmezdi. Kapısının üzerine işaretler koyarak
kendisini belli ederdi. Arzu eden, o işareti görünce bu kadınla ilişkiye girerdi. Böyle
bir kadın hamile kalır ve çocuğunu doğurursa, o kadınla ilişkiye girenler toplanır,
kendilerine bir kâif (insanların görünüşlerinden hüküm çıkarıp kime ait olduğunu
bilen ilmi kıyafe sahibi kimse) çağırarak bu çocuğun kime ait olduğunu belirleyip,
çocuğu onun nesebine katarlardı. 51
50
49. Hucurât, 13.
51
Çağatay, İslam Dönemine dek Arap Tarihi, s. 130.
16
Bu tür câhiliye nikahı da, ilk söz ettiğimiz hariç, İslam tarafından diğerleri
gibi zina olarak değerlendirilen nikahtır. İstibda’da, bizzat kocasının direktifi ile evli
bir kadınla bir erkek ilişkide bulunuyordu. Üçüncü tip nikahta erkeklerin sayısı on
rakamına kadar ulaştı. Bu son câhiliye nikahında, bir kadınla ilişkiye girecek
erkeklerin sayısında sınır yoktu. Bu uygulama şimdiki hayat kadınlığını hatıra
getirmektedir. Yalnız doğan çocuğun kadınla ilişkide bulunan birinin soyuna ilhak
edilmesi yönüyle ondan ayrılır.
Hz. Aişe, yukarıda kaydettiğimiz bu dört câhiliye nikahı hakkında bilgi
verdikten sonra: “Muhammed (s.a.v.) hakla gönderilince, bütün câhiliye nikahlarını
ortadan kaldırdı. Ancak; bugünkü Müslümanların uyguladığı nikah hariç,”
demiştir. 52
Câhiliye döneminde bedel ve hıdn/ haden nikahı denilen iki nikah çeşidi
daha vardı. Bedel nikahı; iki erkeğin, hanımlarını karşılıklı olarak değiştirmeleri idi.
Hıdn / haden nikahı ise kadınların gizlice dost edinmeleri metres hayatı
yaşamalarının adıydı. Bu konu Kur’ân’da Nisa Sûresi’nin 25. âyetinin bir bölümünde
“(siz Müslümanlar) hep birbirinizdensiniz, o halde fuhuşta bulunmayarak, gizli dost
edinmeyerek, namuslu yaşadıkları halde sahiplerinin izni ile onları nikah ediniz.
Mehirlerini de güzellikle veriniz.” 53 âyetiyle yasaklanmıştır.
O halde söz ettiğimiz ilk nikah şekli, kızın veya kadının velisine dünür
gitme, mehir tayin ederek evlenme ve kadından faydalanmanın yalnız kocasına has
kılındığı nikah çeşidi meşrulaştırılıp diğerleri ise yasaklanmış ve zina olarak kabul
edilmiştir.
Kur'ânda bu tür örneklerin sayısı oldukça fazladır. Konunun anlaşılması için
üç örnek kaydettikten sonra, Kur'ân ve Hadisin gücünden faydalanıp kendi isteklerini
meşrulaştırmaya çalışan kişilerin örneklerine geçeceğiz.
52
el-Buhârî, Sahih, Nikah, 36, (VI, 132).
53
4.Nisa, 25; bu konuda bkz. Ateş, İslam'a Göre Câhiliye ve Ehl-i Kitâb Örf ve Âdetleri, s.343-344.
Sarıcık, Câhiliye Nikahı Mut’a ve Diğer Câhiliye Nikahları, s.66.
17
1. Câhiliye Arapları arasında evlat edinen kimse, evladlığının hanımıyla
kesinlikle evlenemezdi. Böyle bir davranış o toplumda büyük ayıp olarak kabul
edilirdi. İslam Câhiliye dönemindeki evlatlık anlayışını kaldırarak, evlad edinen
kimsenin, evlatlığının boşamış olduğu hanımla evlenmesini, "… Sonunda Zeyd (Hz.
Peygamber'in evlatlığı), eşiyle ilgisini kestiğinde (boşandığında) onu seninle
evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek
hususunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Alah'ın buyruğu yerine
gelecektir. " 54 âyetiyle meşrulaştırmıştır. 55
2. Mehir, nikah esnasında erkek tarafından kadına verilen bir mal ya da
paradır. Câhiliye döneminde de bulunan bu uygulama, 56 daha sonra Kur'ân
tarafından ıslah edilerek, "Kadınlara mehirlerini cömertce verin, eğer ondan gönül
hoşluğu ile size bir şeyler bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin." 57 "Onlardan
faydalandığınıza karşılık, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin, kararlaştırılandan
başka, karşılıklı hoşnut olduğunuz hususta, size bir sorumluluk yoktur." 58 "Onlarla
zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamaları halinde velilerini
izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin." 59 âyetleriyle
meşrulaştırılmış ve günümüzde de aynen uygulanmaktadır.
3. Diyet; İnsan veya insan uzvunun telef edilmesi karşılığı olarak verilmesi
gereken tazminat veya kan bedeline denir. Câhiliye döneminde diyet uygulaması
vardı. Mekkeliler Ficar Savaşlarında kendi ölülerinden fazla olarak öldürdükleri her
kişi için diyet ödemişlerdir. 60 Kur'ân-ı Kerim şu âyetler ile mevcut olan diyet ödeme
âdetini meşrulaştırmıştır: "Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre
hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey
karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir.
54
33. Ahzâb, 37.
55
Geniş bilgi için bkz. Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına Cevaplar,s. 101134.
56
Ateş, İslam'a Göre Câhiliye ve Ehl-i Kitâb Örf ve Âdetleri, s.288-295.
57
4. Nisa, 4.
58
4. Nisa, 24.
59
4. Nisa, 25.
60
İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 128.
18
Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından
yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır." 61 "Bir müminin diğer bir mümini,
yanlışlık eseri olmayarak (kasden) öldürmesi, yakışmaz. Kim, bir mümini yanlışlıkla
(hatâen) öldürürse, mümin bir köleyi azad etmesi ve (ölenin) ailesine teslim edilecek
bir diyet vermesi gerekir. Meğer ki, onlar (o diyeti), sadaka olarak bağışlamış
olsunlar. Eğer (öldürülen), mümin olmakla beraber, size düşman bir kavimden ise, o
zaman öldürenin, mü'min bir köleyi azad etmesi lâzımdır. Şâyet kendileriyle aranızda
anlaşma olan bir kavimden ise, o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir mü'min
köleyi azad etmek gerekir. Kim bunları bulamazsa Allah'tan tövbesinin kabulü için,
birbiri ardınca iki ay oruç tutması grekir. Allah her Şeyi bilendir, gerçek hüküm ve
hikmet sahibidir." 62
Hadisin toplum nazarındaki gücünden faydalanmak isteyen kişilerin yaptığı
meşrulaştırmaya gelince, bununla ilgili de bir çok örneğe rastlamak mümkündür. Hz.
Peygamber (s.a.v.) vefat ettiği zaman İslam, Arap yarımadasının sınırlarını aşmıştı.
Irak’ın fethinden sonra fetihler birbirini takip etmiş, Müslümanlar bu fethettikleri
yeni ülkelerde çeşitli kavim ve dinlerle karşılaşmışlardı. Irak ve İran’da Zerdüştiyye,
Mâneviyye ve Mezdekiyye gibi fırkaları olan Mecûsîler yaşıyordu. Müslümanların
bu dine mensup kişilerle beraber yaşamaları gerekiyordu. Bu beraberlik, o kavimlere
ait görüş fikir ve dini akidelerin Müslümanlar arasında yayılmasına sebep olmuştur.
Yayılmada büyük rol oynayanlardan bazıları kendi dinlerini terk edip İslam’a
girmişlerdi. Ancak İslam’a girenler, herhangi bir kasıtları olmasa da eski inançlarını
yeni girdikleri dine katmak ve onları meşrulaştırmak istemişlerdir. Bunun sonucunda
hadis uydurma olayına rastlanmıştır. Hilafet Emevîler’de iken diğer millet ve ırklara
karşı sıkı politika izleniyordu. Ancak Abbasilerin iktidara gelmesinde Farslıların
büyük payı olduğu için bu sıkı politikadan vazgeçilerek onlara karşı daha ılımlı
davranıldı. İdarede onlara fazla yer verildi. O kimseler de kendi unutamadıkları örf
ve âdetlerini yaymaya başladılar. Ayrıca, felsefe, hikmet ve diğer dinlerin
mensuplarıyla karşılaşılması sonucunda, onlar da kendi din, örf ve âdetlerini
unutamayıp bunlar için meşru zemin aramışlardır. Bu gayelerini gerçekleştirebilmek
için Kur’ân’ı değiştirip, tahrife kalkışanlar olsa da başarılı olamamışlardır.
61
2. Bakara, 178.
62
4. Nisa, 92.
19
Hedeflerine ulaşmak için de Hz peygamber’in hadislerinin toplum nazarındaki
gücünden faydalanma yolunu seçmişler ve bu amaçla da bir çok hadis
uydurmuşlardır. 63
Anadolu’ya yerleşme aşamasında Türkler, kendi geleneklerini; İslam
dininin kuralları, Arap-Fars kültür unsurları ve yerli Anadolu kültürüyle birleştirerek
Anadolu kültürünü ortaya çıkarmışlardı. Orta Asya’dan gelen, Oğuznâme’nin ele
geçmiş olan parçası ile Dede Korkut hikayelerinde toplanan, Türk âdet ve
geleneklerinden bir çoğu kaybolmuş, yaşayanlar da varlıklarını sürdürebilmek için
İslâmî şekle bürünmeye ihtiyac duymuşlardır. 64
İnsanlar eskiden beri yaşayıp geldikleri ya da menfaatlerine daha uygun
gördükleri şeyleri Müslüman olduktan sonra da devam ettirebilmek için hadislerin
gücünden faydalanmak istemişlerdir. Hadis uydurucuları (fikirlerini toplumda
meşrulaştırmak amacında olan kimseler) “Almış olduğunuz hadislere bakınız, eğer
biz bir fikir ortaya koyarsak onu hadis yapardık,” 65 diyerek bu gerçeği
vurgulamışlardır. Nitekim, İslam’dan önce kınayı bolca kullanan topluluklar, onun
devamını sağlamak ve onu meşrulaştırmak için İslam döneminde de kınanın fazileti
ile ilgili rivâyetler ihdas etmişlerdir. 66 Kına gecesi başlığı altında da işleyeceğimiz
gibi,
rivâyete
göre
Hz.
Peygamber
(s.a.v.);
“Dört
şey
peygamberlerin
sünnetlerindendir: Kına yakmak, güzel koku sürmek, Misvak kullanmak ve nikah,”
buyurmuştur. 67 el-Münzirî bu rivâyetin et-Tirmizî’nin Sünen’inde de geçtiğini ifade
etmiştir. Ancak et-Tirmizî’nin kaydettiği rivâyette ‫( اﻟﺤﻨ ﺎء‬kına) yerine
‫اﻟﺤﻴ ﺎء‬
kelimesi geçmektedir. 68 Hadis âlimleri ise bu kelimenin nasıl okunacağı konusunda
ihtilaf etmişlerdir. Hâfız Ebu’l-Haccâc, doğrusunun ‫ اﻟﺨﺘ ﺎن‬olduğunu ve tashif
yapılarak bu kelimenin değiştirildiğini söylemiştir. Ayrıca kına yakmanın erkeklere
haram olduğunu belirterek, bu kelimenin kına kelimesinden başka bir kelime olması
63
Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, s.44-45.
64
Ülken, Anadoluda Örf Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, s.22-24.
65
es-Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, s.130.
66
Ali el-Kârî, Mevzuâtu’l-Kübrâ, s. 488.
67
el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 27, no: 2942.
68
et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 1, (III, 391-392), no: 1080.
20
gereğine işaret etmiştir. Zaten bu rivâyetin ravilerinden olan Ebu’ş-Şimâl mechul bir
kişidir ve burada teferrüd etmiştir. 69 Başka bir rivâyette de Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in
kendisine kına yaktığı bildirilmektedir. 70 Bu rivâyeti delil göstererek Hz.
Peygamber’in de kına yaktığını savunanlar olmuşsa da âlimlerin çoğunluğu bunu
kabul etmemişlerdir. 71 es-Suyûtî de bunu desteklercesine mevzu rivâyetleri derlediği
eseri
el-Leâli’l-Masnûa’da kınayla ilgili rivâyetlere yer vererek onların mevzu
olduğuna işaret etmiştir. 72
Meşrulaştırma sadece daha önceki adetleri devam ettirme amacıyla
yapılmamıştır. İnsanların menfaatlerine uygun olan bir çok sebebten dolayı
meşrulaştırmaya
baş
vurulmuştur.
Onlardan
bazılarını
aşağıya
kaydederek
kapsamının ne kadar geniş olduğunu göstermiş olacağız.
Fiyatların yükseltilmesinden rahatsız olan halk, bunu yapan tüccarları
vazgeçirmek için yasaklayıcı rivâyetler ihdas etmiştir. 73 Buna karşılık fiyatı
yükselten tüccarlar da yaptıkları işi meşru gösterebilmek için; “Allah’ın kırmızı
yakuttan bir meleği vardır. Bu melek her gün yeşil zümrütten olan bir hayvan üzerine
iner, fiyatları ayarlar, sonra da semaya çıkar.” 74 Şeklindeki rivâyeti uydurarak fiyat
yükseltmenin kendileri tarafından değil de melekler tarafından yapıldığını söyleyip
bu işi meşrulaştırmaya çalışmışlardır.
Sosyal ve siyasi meselelerde de meşrulaştırmaya müracaat edilmiştir.
Hilafet meselesinde tartışmalar yaşandığından taraflar kendilerinin hilafete daha
layık olduğunu ispat etmek ve kendi görüşlerini toplum nazarında meşrulaştırmak
istemiştir. 75 Bu tür bir rivâyette anlatıldığına göre; güya Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle
söylemiştir: “Semaya yükseldiğim zaman, Allah’ım! benden sonra Ali b. Ebî Tâlib’i
69
et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 1, (III, 391-392), no: 1080; el-Mubârekfûrî, Tuhfetu’l-Ahvezî, IV, 167.
70
Müslim, Sahih, Fedâil, 100-103, (II, 1821), no: 2341.
71
en-Nevevî, Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîhi Müslim, XV, 95
72
es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 140-141.
73
es-Suyûtî, a.g.e., Nikâh, II, 145; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 188, 192; İbnu’l-Cevzî, Mevdûât, II,
242.
74
es-Suyûtî, a.g.e., Nikâh, II, 144; İbnu’l-Cevzî, Mevdûât, II, 240.
75
Kandemir, Mevzû Hadisler, s.32 vd.; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, s. 91-121.
21
halife yap, dedim. Sema ehli ve melekler her yönden: “Ey Muhammed, yalnız
Allah’ın dilediği şeyi iste, zira Allah senden sonra Ebû Bekir’in halife olmasını
istiyor,” diye bağırıyorlardı.” 76 Bu rivâyetle hem Yüce Allah’ın hem de Hz.
Peygamber’in desteğini almış görünen Hz. Ebû Bekr'in taraftarları onun hilafetini
meşru bir zemine oturtmak istemiştir.
Hz. Ali’nin hilafetini isteyerek onun meşru halife olduğunu savunanlar, İbn
Abbas’ın: “Fitne olacak. Kim fitneye erişirse o kimsenin iki hususu takip etmesi
gerekir. Onlar, Allah’ın kitabı ve Ali b. Ebî Tâlib’tir. Rasûlullah (s.a.v.) Ali’nin elini
alarak şöyle dedi: “Bu bana ilk iman edendir. Kıyamet gününde benimle ilk
musâfaha edecek olandır. Hakla batılı ayıran, ümmetin fârûkudur. Mü’minlerin
şefidir. Mal zulmetin başıdır. O doğruların en büyüğüdür. Ve benden sonra
halifemdir,” 77 dediğini yayarak, niyetlerini açıkça ortaya koymuş ve kendi
görüşlerini meşrulaştırmak için Hz. Peygamber’in otoritesinden faydalanmayı
düşünmüşlerdir.
Hz. Ömer’in hilafetini destekleyenler de boş durmayarak benzeri rivâyetler
uydurup meşrulaştırma ve halkın desteğini alma gayretine girmişlerdir. “Ben size
gönderilmeseydim Ömer gönderilirdi.” 78 “Kim onu severse beni sevmiş olur. Kim de
ona buğz ederse bana buğz etmiş olur,” 79 gibi rivâyetler bu türden örneklerdir.
Bazı kelam alimleri; kader, cebir ve ihtiyar gibi meselelerde ihtilafa
düştüklerinden dolayı, bunları takip eden kimseler kendi görüşlerini güçlendirmek ve
haklılıklarını ispat etmek için hadisin gücünden faydalanmak istemiş, hatta kendi
mezheplerini öven karşı tarafı da sapıklıkla itham eden rivâyetler ihdas etmişlerdir. 80
Müşebbihe mezhebinin kendisini meşrulaştırabilmek için Hz. Âişe’ye isnat ederek
uydurduğu; “Nebî (s.a.v.), Rabb’ini kürsü üzerinde oturan bir genç suretinde
76
es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, I, 301; İbn Arrak, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 343.
77
İbnu’l-Cevzî, Mevdûât, I, 245; es-Suyutî, a.g.e., I, 324-325; ez-Zehebî, Mizânu’l-İ’tidâl, II, 416.
78
İbnu’l-Cevzî, a.g.e., I, 320.
79
ez-Zehebî, a.g.e., II, 675.
80
Geniş bilgi için bkz. Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 42-48; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu,
s.75.
22
gördü. Onun, parlayan yeşil nurdan bir ayağı vardı.” 81 rivâyeti ile “Îman sahibine,
günah zarar vermez; küfür sahibine de taat fayda vermez.” 82 “Amelin şirke faydası
olmadığı gibi günah da İslam’a zarar vermez.” 83 şeklindeki rivâyetler mezheplerin
müntesipleri tarafından kendilerini meşrulaştırıp karşı tarafın da batıl olduğunu
ortaya koyma çalışmalarından başka bir şey değildir.
Bazen bu basit bir çıkar için de yapılabilmiştir. “Men kezebe...” Hadisinin
söylenmesine sebep olan hâdise de Hz. Peygamber’in otoritesini kullanarak yaptığı
işi meşrulaştırma ve halka kabul ettirme ile ilgili bir örnek niteliğindedir. Rivâyet
şöyledir: “Bir şahıs câhiliye devrinde Medine’den iki mil uzaklıktaki Benî Leys
kabilesinden bir kadın istemiş, fakat isteği reddedilmişti. Daha sonra- Hz. Peygamber
devrinde- bu kimse Rasûlullah’ın (s.a.v.) giydirdiği hırka, üzerinde olduğu halde
kabileye gelmiş ve Rasûlullah bana mallarınız, kanlarınız hususunda hükmetmemi
emretti demiş ve sonra câhiliye devrinde istediği kadının evine gitmiştir. Kabile,
durumu tahkik etmek için birisini Hz. Peygamber'e göndermiş. Bu habere kızan
Allah Rasûlü (s.a.v.): “Yalan söylemiş Allah düşmanı.” diyerek sahabelerden birini
o kişiyi yakalamak üzere görevlendirmiş, ancak Hz. Peygamber’in (s.a.v.) gönderdiği
kişi, onu yılan sokması sonucu, ölü olarak bulmuştur.” 84 Böylece şahsi isteğini
gerçekleştirebilmek için Hz. Peygamberin toplum üzerindeki gücünden faydalanmak
isteyen bir kişi engellenmiştir. Kendisine nikahı düşen bir kadına şehvetle bakmanın
İslam ahlâkına ters olduğu bilinen bir husustur. Ahlâksızlığı teşvik eden, şehveti
tahrik eden şeylerin Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mubârek ağzından çıkması mümkün
değildir. Ancak bu günahı işlemek isteyenler, yaptıkları bu yanlış davranışlarını
meşru gösterebilmek için hadis uydurarak, bakmayı teşvik etmişlerdir. “Üç şey,
görmeyi arttırır; yeşile, akan suya ve güzel yüze bakmak.” 85 “Yeşile ve güzel kadına
81
es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, I, 30.
82
Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, 125.
83
es-Suyûtî, a.g.e., I, 44; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I,153. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Koçyiğit,
Hadisçiler ile Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, s.56 vd.; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu,
s.74-83.
84
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, I, 55.
85
Accâc el-Hatîb, es-Sünne kable’t-Tedvîn, s. 242-244..
23
bakmak görmeyi artırır.” 86 “Dört şey dört şeye doymaz: Kadın erkeğe, toprak
yağmura, göz bakmaya, kulak habere. Güzele bakmak ibâdettir.” 87 şeklindeki rivâyet
halk arasında “güzele bakmak ibâdettir.” veya “güzele bakmak sevaptır.” şekline
sokularak kötü niyetli insanlar için bir bakma gerekçesi olmuştur. Oysa ki Hz.
Peygamber, evlenme niyetiyle yapılmayan bir bakış için, (‫)اﻟﻨﻈ ﺮة ﺳ ﻬﻢ ﻣ ﻦ ﺳ ﻬﺎم اﺑﻠ ﻴﺲ‬
“Bakış iblisin mızraklarından bir mızraktır.” 88 buyurarak böyle bir şeyin tehlikesine
ve dinen meşru olmadığına işaret etmiştir. Yine dünyalık menfaat kazanma peşinde
olan bir muskacı, yaptığı işi meşru gösterebilmek için şu rivâyeti uydurmuştur: “Bir
kimse, Yâsîn sûresini dinlerse Allah yolunda 20 dinar harcamış gibi olur, okursa 20
hac yerine geçer, yazıp da onu içerse karnına bir nur, bin bereket, bin rahmet ve bin
rızk iner. Ondaki her türlü hastalıkları yok eder.” 89 Burada açıkça muskacılığı teşvik
ve onun iyi bir şey olduğunu göstermek amacı yatmaktadır. Oysa ki Kur’ân-ı Kerîm,
içindekilerle insanların amel etmesi için indirilmiştir. Yoksa, okunup hastaların şifa
bulması ya da suya okunup içilerek şifaya kavuşulacağına inanılması için
indirilmemiştir. 90
Örneklerini artırabileceğimiz meşrulaştırma çabaları aslında örf ve âdetlerin
oluşması aşamasında bir süreçtir. Eğer meşrulaştırma gayretleri başarılı olmuşsa artık
o bir örf âdet halini almış demektir. Peygamberler gönderildikleri toplumlara yeni
adetler getirdikleri gibi bazen de eski uygulamaları aynen ya da ıslah ederek
meşrulaştırıp adet haline getirirler. Yukarıda kaydettiğimiz, Hz. Peygamber'in nikah
ile ilgili yaptığı meşrulaştırma, Kur'ân âyetleriyle yapılan; Evlatlık, Mehir ve Diyet
konusundaki meşrulaştırmalar daha sonra adet halini almışlardır. Meşrulaştırmanın
başarılı olması, onun doğru olduğu anlamına gelmez. Bazen yanlış şeyler de rivâyet
kalıbına sokulup tolumda meşrulaştırılarak âdet haline gelebilir. Anadolu'da muska
yazarak hastalıklara şifa aranması bu tür meşrulaştırma çalışmasının başarılı olmuş
86
es-Sefâî, Mevdûât, vrk. 192.
87
Ali el-Kârî, el-Mevdûatü’l-Kübrâ, s.371- 436.
88
el-Hâkim, Müstedrek, IV, 349, no: 7875; et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, X, 173, no: 10362; elKuzâî, Müsnedü’ş-Şihâb, I, 195-196, no: 292, 293.
89
İbn Arrak, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 286; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, I, 232.
90
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Muhammed Ahmed Abdusselam, Kur’an Niçin İndirildi, Türkçesi:
H. Rahman Açar, Fecr Yayınevi, 4. Baskı, Ankara 1996.
24
bir örneğidir. Sosyal hayatta her zaman çeşitli yöntemlerle ve çeşitli konularda
meşrulaştırma yapılmaktadır. Bu toplum içerisinde yaşamanın bir sonucudur. Çünkü
meşrulaştırma aynı zamanda toplumsallaştırma, yani toplumu rahatsız etmeyecek bir
hüviyet kazandırma demektir. Konumuz olan düğün ve nikah birer toplumsal
merasimdir. Dolayısıyla topluma uygun olması, yani onu rahatsız edecek bir yapı
göstermemesi gerekir. Bu da toplumun değer yargılarına uygun olması anlamına
gelir. Toplumun değer yarğılarını örf âdetleri oluşturur. Örf adelerin de oluşmasında,
yukarıda da bahsettiğimiz gibi, en önemli etken Din faktörüdür. Bu durumda Örf
âdet, Meşrulaştırma ve Din kavramlarının birbirini tamamladıkları anlaşılmaktadır.
3. DİN
Tolumda yerleşen her uygulamanın bir ortaya çıkış vakti ve sebebi olduğu
gibi onun bir de meşrulaşma aşaması vardır. Din her iki aşamada da önemli yere
sahiptir. Bazen o örf ve âdetlerin çıkışına kaynaklık ederken bazen de adetlerin
tolumda yerleşebilmesi için onun onayına ihtiyaç duyulur. Her toplum için bir ihtiyaç
olan din kavramını kelime anlamından başlayarak incelemeye çalışacağız.
Din kelimesinin Arapça ‫( دﻳ ﻦ‬dyn) kökünden mastar veya isim olduğu kabul
edilerek onun “âdet, itaat, ceza, 91 durum, mükâfaat,” manalarına geldiği ifade
edilmiştir. 92 Mütercim Âsım Efendi, dinin otuzu aşkın kelime anlamından söz etmiş
ve bunlardan; ceza ve karşılık, İslâm, örf ve âdet, zül ve inkıyâd, hesap, hakimiyet ve
galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, şeriat, itaat manalarının, terim
anlamını yakından ilgilendirdiğini belirtmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de din kelimesi 92
yerde geçmektedir; ayrıca üç âyette de değişik türevleri yer almıştır. 93 Bu âyetlerde
din kelimesi; Zül, yönetme - yönetilme, itaat, hüküm, tapınma, tevhid, İslam, şeriat,
hudûd, âdet, ceza, hesap, millet. Âdet, yol, kanun, şeriat, millet, mezhep anlamında
kullanılmıştır. “Rasûlullah kavminin dini üzerine idi.” ifadesindeki din kelimesi, âdet
91
el-Mısrî, et-Tıbyân fî Tefsîri Garîbi'l-Kurân,I, 51.
92
el-Cevherî, es-Sıhah; dyn maddesi.
93
9. et-Tevbe 29; 37. es-Sâffât 53; 56. el-Vâkıa 86.
25
anlamında kullanılmıştır ki bu husus; onun Hz. İbrahim’den kalma bazı âdetlere
uyduğunu göstermektedir. 94
Terim olarak ise dini: Yüce Allah'ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka
ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları
dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümler olarak
tarif edebiliriz.
Seyyid Şerif Cürcânî'ye göre Din: Akıl sahiplerini Peygamberin bildirdiği
şeyleri kabule çağıran ilâhî bir kânundur. 95
Elmalılı M. Hamdi Yazır Din'i; "iman ve amel konusu olarak akla ve irade
hürriyetine teklif edilecek hak ve iyilik kanunlarının toplamıdır ki buna millet ve
şeriat da denilir," 96 diyerek tarif etmiştir.
Din, tarif edenin din anlayışına bağlı olarak çeşitli ifadelerle tarif edilmiştir.
Dini, Hak din - Batıl din ya da kaynağı açısından İlâhî din - Beşerî din şeklinde
ayırmak mümkündür. Nitekim her iki taksimi de içine alan şu tarif bu ayırımı
doğrulamaktadır: "Din, Bir tolumun sahip olduğu, kutsal kitap, Peygamber veya
kurucu, Tanrı kavramında genellikle içinde bulunduran, inaç sistemi ve bu sisteme
bağlı olarak yaptığı ibâdet, yerine getirmeye çalıştığı ahlâkî kurallar bütünüdür." 97
Dinin menşei yönüyle insânî olduğuna işaret eden Peter L. Berger onu,
"İnsan aktivitesiyle kurulan, her şeyi kucaklayan kutsal bir düzen, yani her an mevcut
olan kaos karşısında kendi kendini korumayı bilen kutsal bir kurumdur," 98 diye tarif
etmiştir. Ona göre Din, kendisiyle kutsal bir alanın kurulduğu insânî bir girişimdir.
Bir kabile reisi kutsal olabildiği gibi, özel bir âdet ya da kurum da kutsal olabilir.
94
Geniş bilgi için bkz. Tümer, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Din Maddesi, IX, 312-320.
95
el-Curcânî, et-Ta'rîfât, s.141. Din kelimesinin tarif için bkz. Tümer- Küçük, Dinler Tarihi, s. 5-8.
96
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, I, 90.
97
Tümer- Küçük, Dinler Tarihi, s. 7.
98
Berger, Kutsal Şemsiye, s. 97.
26
Tarihi perspektiften bakıldığında insanların dünyalarının büyük bir kısmının kutsal
dünyalar olduğu görülür. 99
Sosyolojik yönüne işaret eden Mardin’e göre ise Din, toplumun
minyatürleştirilmiş modelini veren bir kurumdur. 100
İnsanlar dine her zaman ihtiyaç duymuşlar, din de her zaman var olmuştur.
Bu durum,
gelecekte de dinin var olacağını ve
toplumları yönlendireceğini
göstermektedir. Gelecekte insanların bugünkünden daha fazla dindar olmamaları için
hiç bir sebep yoktur. Rodney Stark ve William S. Bainbridge 1985’te şunları
söylemiştir: “Aydınlanma ile birlikte, batılı entelektüellerin çoğu dinin yok olacağı
görüşünü savundular. Sosyoloji, antropoloji ve psikolojinin önderleri son derece
emin bir şekilde kendi çocuklarının, onlar olmazsa da torunlarının, yeni bir dönemin
doğuşunu
göreceklerini,
Freud’un
deyişiyle
“Çocukluk
illüzyonlarından
kurtulacaklarını” düşünüyorlardı. 101 Ancak daha sonra böyle olmadığı hatta
insanların daha da dindarlaştığı görülmüştür.
Berger, toplumda dinin yerine ve devamlılığına şöyle işaret etmektedir:
“Kendimin ve bir çok sosyologun 1960’larda sekülerleşme üzerine yazdıklarının bir
hata olduğunu düşünüyorum. Bizim o zamanki temel iddiamız sekülerleşme ile
modernitenin paralel gittiği; daha çok modernleşmenin daha çok sekülerleşme
getireceği şeklindeydi. Bu o kadar saçma bir teori değildi, çünkü bazı delilleri vardı.
Ama sanıyorum özünde bir yanlışlık vardı. Bugün dünyanın çoğunluğu kesinlikle
seküler değil, oldukça dindar.” Ayrıca bu görüşleri kaydeden Stark da şunları ifade
etmektedir: “Yaklaşık üç asırdır süregelen tamamen başarısız kehanetlerden ve
geçmiş ile şimdinin yanlış sunumundan sonra, artık sekülerleşme (dinsiz bir toplum)
doktrinini başarısız teoriler mezarlığına defnederek, ona “rahat uyu!” demenin
zamanı gelmiş gözüküyor.” 102
99
Berger, Kutsal Şemsiye, s.64- 67.
100
Mardin, Din ve İdeoloji, s. 47.
101
Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s.124.
102
Stark, Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme, s. 67.
27
Sosyal bilimciler, sekülerleşme süreci sonucunda toplumda meydana
gelecek din boşluğunun ne ile doldurulacağı konusunda endişeliydiler. Birçoğuna
göre dinsiz bir toplum daha katlanılmaz bir hayat getirecekti. Bunun için de bazıları,
seküler bir din şeklinin yeniden icad edilmesi gerektiğini düşünmeye başladılar.
Frank Miller Turner XIX Asrın sonları ve XX. Asrın başlarında entelektüellerin
yaşadığı bu gerilimi ve kültürel açmazı dile getirirken şunları söylemiştir: “Bu
entelektüeller zamanla Hıristiyanlıkta var olan şekliyle kiliseden vazgeçtiler, ama bu
onların hayata karşı dini bir tutumun gerekliliğini reddetmelerine neden olmadı.”
Sosyoloji disiplinine ismini veren August Comte XIX. yüzyılın ortalarında toplumun
dinî ve metafiziksel olmak üzere iki dönem geçirdiğini ve şimdi de kendisinin
pozitif dönem olarak adlandırdığı yeni bir dönemin eşiğinde olduğunu ileri
sürmüştür. Ona göre bu üçüncü devrede akıl, doğa üstüne inanmanın yerini alacaktı.
Bununla birlikte Comte (v.1852) dinsiz bir topluma geçişi de öngörmemişti. Hatta
kendisi yeni bir din kurmaya teşebbüs etmiş ve kendisini de “İnsanlık Kilisesinin
Kurucusu” olarak tanıtmıştır. Bu dinin doğa üstü bir gücü yoktu, ama bir sosyal
kontrol mekanizması olarak dinin gerekliliği üzerine inşa edilmişti. Bireylerin
sosyalleştirilmesini ve topluma bağlılıklarını sağlayacak olan sosyal ritüeller, onun
din doktrininin merkezinde yer almaktaydı. Ayrıca Comte, “Pozitivist Cemiyet”
isimli bir dernek kurmuş ve “İnsanlık Kilisesi”ni oluşturan bir gurup mürit edinmişti.
Bu görüşleri aktaran Hadden; bu sosyal bilimcilerin, dinin yüzyıllarca etkin olduğu
bir dünyada yaşamalarına rağmen, nasıl olup da dini göz önünde bulundurmayan bir
toplum teorisi ortaya koyduklarını kendi kendime sormadan edemiyorum, diye
tepkisini ortaya koymuştur. 103
Din toplumda uzlaştırıcı rol üstlenir. Dini kurumların resmi girişimleri
olmasa bile, bir toplum içerisinde ona nüfuz etmiş ve her zaman barışla sonuçlanacak
eğilimler olabilir. Mesela; Güney Afrika’da ırk ayrımının sebep olduğu problemli
dönemin sona erdirilmesinde, kiliseler barışa katkı sağlamakla birlikte, halkın sahip
olduğu Hıristiyan değerlerin daha esaslı bir rol oynadığı söylenmektedir. Berger,
dinin toplum açısından bugünkü önemini değerlendirirken gâyet emin bir ifade ile;
103
Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s.128 vd.
28
dini dikkate almadan çağdaş konularda değerlendirmelerde bulunmanın son derece
hatalı olduğunu ifade etmiştir. 104
Hadden sekülerleşme teorisini dört sebeple tenkit etmiştir:
1.
Teoriye tenkitçi bir gözle bakıldığı zaman onun sistematiği olmadığı
anlaşılmaktadır.
2.
Eldeki veriler teoriyi desteklememektedir.
3.
Sekülerleşmenin kurumsal dini etkisi altına aldığı bölgelerde yeni dînî
hareketlerde hızla çoğalmanın görülmesi, dinin belki de tüm kültürlerde her zaman
var olduğunu göstermektedir.
4.
Dinin reformlarla, isyanlarla ve devrimle başının derde girdiği
ülkelerin sayısı sürekli artmaktadır. Bu da sekülerleşme teorisinin “dini hayat gün
geçtikçe özel alanına indirgenecek” şeklindeki öngörüyü geçersiz kılmaktadır. 105
Hadden, son derece emin bir şekilde, “dinin çok kısa bir sürede yok olacağı”
tahmininde bulunan bir literatür yığınının nasıl yanıldığının, ve dinin gâyet çetin bir
şekilde direndiğinin, görmezlikten gelinmesine şaştığını ifade etmiştir. 106
Dinin, tüm dünya milletleri nazarında önemli bir yeri vardır. Örneğin
Amerikan halkının çok büyük oranı Tanrıya inandığını söylemektedir ve bu oran, son
kırk yılda öyle önemli bir değişiklik göstermemiştir. Dini hayatta önemli bir
canlanmanın da görüldüğü 1950’li yıllara ait veriler, tanrıya inanma oranının yüzde
doksan dörtten aşağı düşmediğini ve hatta zaman zaman yüzde doksan dokuza kadar
yükseldiğini göstermektedir. Kilise üyeliği oranlarına gelince, son kırk yıla ait
istatistikler bu konuda çok az bir değişimin olduğunu göstermektedir. Kiliseye üye
olanların oranı 1937’de yüzde yetmiş üç, 1984’te ise yüzde altmış sekizdir. En
yüksek orana 1947’de yüzde yetmiş altı ile ulaşılırken, en düşük oran 1982’de yüzde
altmış yedi olmuştur. Bazı dini alanlarda değişim gözlenmesine rağmen, kiliseye
104
Berger, Sekülerizim Sorgulanıyor, s. 30-32.
105
Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s.139.
106
Hadden, a.g.e., s.143.
29
devam açısından genel bir değerlendirme yapıldığında dengeli bir durum göze
çarpmaktadır. Mesela; 1984 yılına ait rakamlar, 1939 ile aynı oranı yansıtmaktadır.
1950’lerdeki dînî canlanmadan sonra ise, kiliseye devam oranlarında yüzde kırklara
varan bir düşüş görülmüş ve 1972’den itibaren de bu oranda seyretmiştir. Ferdî
ibâdet ve dine bağlılıkla ilgili olarak, yıllara göre bazı farklılıklar görülmekle birlikte,
genel anlamda yine önemli bir istikrar gözükmektedir. 1985 rakamları yüzde seksen
yedilik bir oranın dua ve ibâdette bulunduğunu göstermektedir ki, bu oran 1948’deki
yüzde doksan oranından pek de aşağı değildir. Gerçi sık ibâdet etme oranında (günde
bir veya iki) önemli bir düşüş vardır; ama 1984 rakamları, her gün İncil okuyanların
sayısının 1942 yılından daha aşağıda olmadığını göstermiştir. 107 Bu da toplumun
dine bakışını ortaya koymaktadır.
Bellah, dinin kültür ve toplum açısından önemini şöyle belirtmektedir:
“Kanaatim o ki, din marjinal veya tarihe ait bir şey olmaktan ziyade, bugün tekrar
kültürel hayatımızın ortasındaki yerini hızla almaktadır.” 108 Aynı görüşü destekler
biçimde Delaney şunları ifade etmiştir: "Bana kalırsa dinsel dünya görüşleri
inananlar cemaatinin sınırlarını aşıp kültürün tüm öğelerine girer. Bu dünya
görüşleri, inansın inanmasın, şu ya da bu derecede dindar olsun, sıradan insanların
gündelik yaşamlarını v din dışı gibi görünen kavramlarını etkiler." 109 Tüm dünya,
dinin politik alanda da son derece etkili olduğunu gösteren olaylar yaşamıştır. Bu
olaylarda dinin gösterdiği canlılık, hem sekülerleşme modeline meydan okumuş, hem
de bütün bunların nasıl olduğunun açıklanması için yeni teorik modellerin
üretilmesini sağlamıştır. 110
Medeniyetler beşiği olan Anadolu çeşitli dinlere ev sahipliği yapmıştır. Bu
gün dahi diğer toplumlara nazaran Anadolu toplumunun daha dindar olduğunu
söylemek mükündür. Ş. Mardin; Dini, Türkiye’de bir eylem aracısı olarak ele almış
ve bunun sebebini de Anadolu kültüründe dinin önemli bir unsur olmasına
bağlamıştır. Ona göre, aralarında seçim kaybetmiş liderlerin başta bulunduğu bir
kısım politikacılar, din faktörünü Türkiye’de karşı durulmaz bir güç olarak
107
Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s. 144-147.
108
Bellah, Din İle Sosyal Bilim Arasında, s. 173.
109
Delaney, Tohum ve Toprak, s. 36.
30
görmektedirler. Bir kısmı dinin karşısında bir pozisyon alarak, diğer bir kısmı da
dinin yanında bulunmakla kendilerine siyasi yönden puan kazandırmak amacı
gütmektedirler. Bu da açıkça göstermektedir ki; Türk toplumu nezdinde dinin önemli
bir yeri vardır. Din, bu toplumda önemli pirim yapmaktadır. 111 Nitekim bunu
doğrulayan, 1959’da 11 milletin 6-14 yaşları arasındaki çocukları üzerinde yapılmış
bir araştırmada, sorulan “siz nesiniz?” (what are you?) sorusuna Türk çocukları,
verdikleri cevaplarda dinsel bir nitelik zikretmekte Lübnan’dan sonra baştan ikinci
gelmiştir. Müslüman toplumlarda, batı toplumunda çok daha önemli bir fonksiyonu
olan “değerler”in yerine “normlar” geçmektedir. Kişisel planda tercihler daha azdır.
İnsanlar “dışa doğru” dönüktür. Ne yapmaları gerektiğini, kendi vicdanlarıyla
yaptıkları bir muhasebeden çok, toplum normlarında ararlar. Bu psikolojinin Türkiye
için günümüzde de geçerli olduğunu son yıllarda iki ayrı çalışma göstermiştir.
Bunlardan biri; Kore’de esir düşen Türk askerlerinin davranışını eleştiren raporlardır.
Bu raporlardan anlaşıldığına göre, Türkler, bir “grup” halini muhafaza ettikleri ve bu
hiyerarşik yapılarını korudukları derecede, esir kamplarındaki hayata diğer milletlere
oranla daha kolay dayanmaktadırlar. Fakat, hiyerarşik yapıları kaybolunca, diğer
milletlerden daha çabuk dağılıp,
daha kolayca beyin yıkamasına tabi
tutulabilmektedirler. Diğer taraftan yapılan bir araştırmaya göre, toplumsal normlara
bağlılığın diğer toplumlara nazaran Türk toplumunda daha önemli olduğu ortaya
çıkmıştır. 112
Türkler İslamiyet’ten önce bir çok dine sahip olmuşlardı. Bunlardan birisi
Şamanizm’dir. Ancak, Şamanizm’den sonra kabul etmiş oldukları ilk din İslamiyet
değildir. Ondan önce Türkler, zaman zaman ve yer yer Budizm, Maniheizm,
Mazdeizm, Nestarianizm gibi din ya da mezhepleri de kabul etmişlerdi. 113 Bu
dinlerin, Türklerin yaşantı ve hukuku üzerinde etki etmemiş olması düşünülemez. 114
Türkler, X. ve XI. asırda topluluk halinde İslâmiyet’i kabul etmişler ve bundan sonra
İslam hukukunu ve kültürünü benimsemişlerdir.
110
Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s. 154.
111
Mardin, Din ve İdeoloji, s. 38.
112
Mardin, a.g.e., s. 80-81.
113
Geniş bilgi için bkz.Günay, Güngör, Türk Din Tarihi, s. 31-128.
114
Günay, Güngör, a.g.e., s. 117-128.
31
Şamanizm denilince, Türklerin İslam’dan önce mensup oldukları bir din
sistemi anlaşılmaktadır. Burada üzerinde durulmaya değer iki husus vardır:
1. Bazı araştırmalara göre Şamanlık Türklere ait olmayıp, bütün Asya’da
yaygın, hatta yerli Amerika kültürlerinde benzerlerine rastlanılan, bir sihir sistemidir.
Şamanlarla “kam”lar arasında bir münasebetten bahsedilse de bu ispat edilmekten
çok uzaktır.
2. Birçok Asya kavimlerinde yer bulmuş olan şamanlar, tarihi vesikalara
göre, Moğol istilasından sonra Müslüman Türkler arasında yayılmıştır. Gökalp’in
dayandığı İslam devrine ait başlıca kaynaklar (Câmiu’t-Tevârih ve Târih-i
Cihanküşa) Moğol idaresi zamanında, yani Moğol tesirinin Türkler arasında
yayıldığı devre aittir. Ondan önceki Türk tarihinde Şamanlığa ait bir bilgiye
rastlanmamıştır. Göktürklerin dini, Şamanlık değil, benzerlerine Çin ve Japonya’da
da rastlanan düalist ve ahenkçi bir gök - yer dinidir. Bugünkü bilgimize göre,
Anadolu’da Moğol istilasıyla başlayan Şamanlıktan değil, Uzak ve Ortadoğu’daki
başka kaynakların da izlerini taşıyan eski Türk dininin tesirinden bahsetmek yanlış
olmaz. Budizm, Maniheizm ve Hıristiyanlığı bu kaynaklar arasında zikredebiliriz.
Ayrıca İslâmiyet’ten çok önce Anadolu’da yerleşmiş olan ilk Hıristiyanlık, yalnız bu
memleketin ayrı köklerden gelen eski halkı arasında değil, Bizans imparatorluğu
zamanında ücretli asker olarak Balkanlar’dan Anadolu’ya geçmiş olan Kuman
Peteheneg, Ghuz Türkleri arasında da yayılmıştı. Uzun bir süre Ortodoks olarak ana
dillerini saklamış olan bu Türkler, yakın zamana kadar İncil’i Türkçe yazıp dualarını
Türkçe okumuşlardır. 115
Türklerin kısa sürede ve topluluklar halinde İslam’ı kabul etmelerinde eski
dinlerinin tesiri olmuştur. İslam’ı kabul etmeden önce Maniheizm, Budizm, hatta
kısmen Hıristiyanlık ve Yahudilik’in manevi terbiyesinden geçmiş olan Türk
halkının hayal gücü İslam’ı anlamakta güçlük çekmemiştir. 116 Örneğin, İslam’daki
miraç olayının benzeri Şamanizm’de de mevcuttu. Şamanlıktaki göğe yükselişte
kanatlı bir atı temsil eden bir tahta, aynı zamanda göğün katlarını temsil eden
basamaklı bir nevi merdiven vardı. Şaman, göğe Barak’la yükseliyordu. Mi’rac’da
115
Ülken, Anadolu Örf ve âdetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, s.4.
116
Ülken, a.g.e., s. 25.
32
zikredilen de Burak’tır. Cennet ve cehennem, “uçmak” ve “tamu” Türkçe
kelimeleriyle anlatılmaktadır. Kuran’da da Miraç, İsrâ Sûresinde zikrediliyor ve
şöyle deniliyor: “Eksiklikten uzaktır O ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram’dan,
çevresini bereketli kıldığımız Mescidi Aksâ’ya yürüttü. Tâ ki ona âyetlerimizden bir
kısmını gösterelim. Gerçekten O, işitendir görendir.” 117 Görüldüğü gibi, İsrâ
Sûresindeki mi’raç hadisesiyle şamanizmdeki göğe yükselme olayı bir birine çok
benzemektedir. Ayrıca Budizm’in tesirini taşıyan Maniheizm’de miraçla ilgili
ayrıntılı tasvir yer bulmuştur. Her iki dinde de cennet ve cehennem tasvirleri yer
almıştır. İslam’ın farzlarından birisi olan salât’a Türkler “namaz” derler ki, kökü
Hintçe olan bir Fars kelimesidir ve Maniheizm yoluyla Türkçe’ye geçmiştir. Pehlevî
dilinde, Zerdüşt adına yapılan duayı ifade etmek üzere Namad kelimesi kullanılırdı.
Nam isim (nom) demektir. Hintçe’de dua (salât), Namas veya Namazh, Afganca’da
Namanj şeklini almıştır. Türkler, Müslüman olmadan önce kısmen Maniheizm ve
Budizm’i kabul etmişlerdi. Belirli aralıklarla yapılan ve farz olan namazı biliyorlardı.
Temizlenme için yapılan şeyler de Türkistan’da yaygın olan, namaza hazırlık
görevinden ibaretti. 118
Yukarıda kaydettiğimiz gibi din; toplum için yokuluğu düşünülemeyecek,
onun örf adetlerinin oluşmasında ve meşrulaşmasında büyük etkisi olan, sosyal bir
kurumdur. Anadolu halkı tarihte bir çok dini benimsemekle birlikte günümüzde
yoğunlukla İslam dinini yaşamaktadır. Kabul ettikleri dinlerin tesirlerini Anadolu'da
günümüzde dahi
uygulanan gelenek olarak görmek mümkümdür.
119
Ancak bu
gelenekler varlığını İslam dininden onay alarak sağlamışlardır. Bu da İslam'da iki
temel kaynak olan Kur'ân ve hadise uygun hale getirilmesiyle mümkün olmuştur. Bu
bazen sahih hadislere göre kendisini ayarlama şeklinde olurken bazen de örf- âdete
uygun rivâyet ihdas edilerek geçekleştirilmiştir. Çalışmamızda yer yer bunun
örneklerini arz edeceğiz. Bu aşamada en etkili faktör rivâyetler olduğundan bu
konunun bir başlık olarak incelenmesi faydalı olacaktır.
117
17.İsra, 1.
118
Ülken, Anadolu Örf ve âdetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, s.11.
119
Bu konuda bkz. Tahralı, Yaşanılan Dinin Neresi Gelenek, Neresi Dindir, s.268.
33
4. RİVÂYET
Rivâyet; sözlükte "kuyudan su çekmek, birine su getirmek, su başına
gitmek, kana kana su içmek ve ip bükmek manalarını veren "ravâ" fiilinin mastarıdır.
Genel manada bir sözü veya olayı bir başkasına nakletmeyi ifade eder. Hadis terimi
olarak ise rivâyet; Hz. Peygamber'in sünnetini aksettiren hadislerin haber verenlere
isnad edilerek nakledilmesine denir. 120 Rivâyette üç unsur vardır. Bunlardan birincisi
rivâyete esas olan hadis; ikincisi, bu hadisi kendisine haber verene isnad ederek
nakleden kimse yani ravi; üçüncüsü de hadisi kendisine nakledenden alan kişi yani
mervidir. 121 Ravinin işittiği hadisleri kelimesi kelimesine rivâyet etmesine lafzen
rivâyet, bazı kelimeleri yerine manasını değiştirmeyecek başka sözler getirerk
aktarılmasına ise mânen rivâyet denir. 122 Rivâyette bulunan üç unsurdan birisi olan
hadis kelimesi, tezimizin ana unsurlarından birisi olduğu için onu biraz açmakta
fayda görüyoruz.
Hadis; Hz. Peygamber'in söz fiil ve tavırlarına ait haberlerdir. Başka bir deyişle
hadis; Kavlî, fiilî ve takrîrî sünnetin sözle ifade edilmiş şekline denir. 123 Hadis
anlamına gelen ancak nüans farklılıkları bulanan kelimeler de vardır. Bunları da
kısaca izah ettikten sonra kaynağı açısında hadisin kısımlarına geçeceğiz.
Hadis anlamına gelen kelimelerden birisi Haber'dir. Haber; kelime olarak bir
konuda nakledilen bilgi anlamına gelir. Hadis ilminde ise; Hadis kelimesinin eş
anlamlısı olarak kullanılmıştır. Ancak hadisle haber arasında şöyle bir farklılık
vardır. Hadis, sadece Hz. Peygamber'den nakledilen sözler için kullanılırken, haber
Hz. Peygamber ve onun dışındaki kişiler yani sahabe, tâbiîn ve hatta daha sonraki
kişilerden aktarılan rivâyetlere de denilir. Bu sebeple haber kelimesi hadis
kelimesinden daha şumullüdür. Her hadis haberdir ancak her haber hadis değildir. 124
Bununla beraber haberle hadis kelimelerini bir birinden ayırarak, Hadisi Hz.
Peygamber için, Haber'i ise diğer kişilerin sözü için kullanıp Hz. Peygamber'in
120
es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, s.13.
121
es-Suyûtî, a.g.e., s.14; Yardım, Hadis I, s. 57.
122
Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 322-323.
123
Koçyiğit, Hadis Tarihi, s.9-10; Yardım, a.g.e.,s.33;
124
Uğur, a.g.e., s. 106.
34
sözleriyle uğraşana muhaddis diğer bilgileri aktaranlara ise ahbâr diyenler de
vardır. 125
Hadis ve haber'le eş anlamlı olarak kullanılan eser kelimesi ise Horasanlı
fakihlere göre sahabeden mevkuf olarak gelen haberler için kullanılmaktadır. Yani
Hz. Peygamber'in sözlerine haber, sahabenin sözlerine ise eser demişlerdir. İbn
Hacer, mevkuf ve maktu hadise eser derken, en-Nevevî merfu, mevkuf ve maktu
hadis için tamamına eser denileceğini söylemiştir. 126
Hadis, kaynağı açısından merfu, mevkuf, maktu, kutsî ve mevzu olmak üzere
beşe ayrılır.
Merfu Hadis; Hz. Peygamber'e isnad edilen söz, fiil ve takrirlerin tamamına
denilir. 127
Mevkuf Hadis; Sahabilerin söz, fiil ve benzeri durumlarına dair rivâyet edilen
ve Hz. Peygamber'e ulaşmayan haberlere denir. 128
Maktu Hadis; İsnadı tâbiî'ye kadar uzanan tâbiî'de kalarak daha ileri gidemeyen
hadistir. Kısacası tâbiîlerden gelen ve onlara ait olan söz ve fiillere denir. 129
Kutsî Hadis; Manası Allah tarafından vahyedilmiş, fakat lafzı Hz. Peygamber'e
aid olan hadislerdir. İlâhî ve Rabbâni hadisler diye de ifade edilmektedir. 130
Mevzû Hadis ise; Uydurulan söz ve zayıf hadislerin en kötüsü olarak da taif
edilen, yalancıların uydurduğu ve iftira ederek Hz. Peygamber'e nisbet ettiği
haberlerdir. 131 Koçyiğit, kapsamlı bir şekilde onu şöyle tarif etmiştir: "Başta İslam
dinine kasdedenler olmak üzere, mensup oldukları siyasi fırka ve hizipleri, fıkhî
mezhepleri, kabilelerini, dillerini, beldelerini, peşinden gittikleri imamlarını
methetmek, halife ve emirlerin nezdinde yüksek mertebe kazanmak, cami ve
125
Yardım, Hadis I, s. 35.
126
es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, s.117; Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 83; Yardım,
a.g.e., s. 35.
127
İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadîs, s.45; es-Suyûtî, a.g.e, s.116; Uğur, a.g.e., s. 217.
128
İbnu's-Salâh, a.g.e., s.46; es-Suyûtî, a.g.e., s.116; Uğur, a.g.e., s. 225.
129
İbnu's-Salâh, a.g.e., s.47; es-Suyûtî, a.g.e., s.124; Uğur, a.g.e., s. 209.
130
Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 9; Uğur, a.g.e., s. 188; Yardım, a.g.e., s. 43.
131
İbnu's-Salâh, a.g.e., s.98-99; es-Suyûtî, a.g.e., s.179; Subhi es-Salih, a.g.e., s. 219; Uğur, a.g.e., s.
226.
35
mescidlerde va'zettikleri cemaatin teveccühlerini kazanmak, halkın dini emir ve
nehiylere karşı rağbetini artırmak maksadıyla din düşmanlarının, yalancıların ve
cahillerin uydurdukları; sonra bu uydurulan şeylere, derecelerini yükseltmek için
tanınmış hadis ravilerinden düzdükleri isnadlar ekleyerek hadismiş gibi Hz.
Peygamber'e iftira ile isnad ettikleri yalan sözlere denilir." 132
Hadis alimleri rivâyetleri (hadisleri) sıhhat yönünden makbul ve merdud olmak
üzere iki kısıma ayırıp makbul olanına sahih, merdud olanına da zayıf demişlerdir. 133
Başka bir taksime göre ise hadisler sıhhat yönünden üçe ayrılıp ilk ikisine bir de
hasen hadis eklenmiştir. 134 Sıhhat yönüden farklı olan hadislerin Müslüman toplum
üzerindeki yaptırım gücleri de farklıdır.
Çalışmamızın sonraki bölümlerinde örf-âdetlerin oluşması ve meşrulaşması
aşamasında
bu
hadis
türleriyle
karşılaşacağız.
Örf-âdetlerin
meşrulaşması
aşamasında etkili olan rivâyetlerin kaynağını ve sıhhatini bilme, toplumu istenilen iyi
âdetlere yönlendirmek için dinin yaptığı meşrulaştırma ile, kötü niyetli ve maksatlı
kişilerin çeşitli çıkar sebebiyle yaptıkları meşrulaştırmaların ayırd edilmesini
sağlayacaktır. Çünkü Anadolu kültürünün oluşmasında İslam dininin etkisi çok
büyüktür. İslam'ın anlaşılması ve yayılmasını sağlayan ana kaynaklardan birisi ise,
hatta kur'ân-ı da içine alan yeni tanımıyla en büyüğü, 135 sünnet ve onun sözlü
aktarımı olan rivâyetlerdir.
5. KÜLTÜR VE MEDENİYET
Kültür; geniş anlamlar ifade eden bir kelimedir. Onun bu özelliğinden
dolayı farklı kaynaklarda çeşitli tarifleri yapılmıştır. Latince’de “toprağı işlemek”
anlamına gelen bu tabir, daha sonra Batı Avrupa dillerinde “yüksek umûmî bilgi”
anlamını kazanmış ve Türkçe’ye de böyle geçmiştir. Kültür tarihçileri Kültür'ü;
“Bilgiyi imanı, sanatı, ahlâkı, örf ve âdetleri, ferdin mensup olduğu cemiyetin bir
ferdi olması itibariyle kazandığı itiyatlarını ve bütün diğer maharetlerini içeren gâyet
132
Koçyiğit, Hadis Usulü, s. 132. Ayrıca bkz. Yardım, Hadis I, s. 48; Kandemir, Mevzu Hadisler, s.
17 vd.; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, 9;
133
Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 117.
134
es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, s.30.
135
Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 101.
36
girift bir bütündür.” diye tarif ederken, C. Wiesler, “Bir topluluğun yaşama tarzı” 136,
E. Sapir, “Atalardan gelen maddî ve manevî değerlerin tamamı”, A. Young, “İnsanın
tabiatı ve kendini idare etme yolu ile bizzat meydana getirdiği eser”, A. K. Kohen,
“Umumi olarak inançlar, değer hükümleri, örf ve âdetler, zevkler, kısaca insan
tarafından yapılmış ve ortaya konmuş her şey”, F. A. Wolf ise, “Bir millet fertlerinin
iştirak halinde bulunduğu mânevî hayat” diye tarif etmişlerdir.
137
Bu tariflerden
anlaşılan ortak husus, “kültür”ün daha çok her topluluğun kendine has yaşayış ve
davranış tarzı olmasıdır. Ziya Gökalp de bunu vurgulayarak Kültür'ü (hars), bir
milletin dînî, ahlâkî, hukûkî, entelektüel, sanatsal, lisânî, iktisâdî, fennî hayatlarının
uyumlu bir toplamıdır,” 138 diyerek tarif etmiştir.
Yukarıdaki tariflerin ışığında genel bir ifadeyle kültür; bir sosyal grubun
maddî ve mânevî kazanımlarının tamamıdır, diyebiliriz. Bunun içindir ki,
toplumların ekonomi kültürü, din kültürü, kıyafet kültürü, yemek kültürü, tören ve
merasim kültürleri gibi kendilerine has kazanımları ya da özellikleri vardır. Bu
yönleriyle de diğer sosyal gruplardan ya da milletlerden ayrılırlar. Hatta bu farklı
yönlerini, yani kendilerine has kültürlerini, korumak için sosyal kontrol
mekanizmasını çalıştırarak, bu sayede onun devamlılığını sağlamaya çalışırlar.
Kültür bir toplumun yaşamındaki her olayla doğrudan ilgilidir. İnsan,
gıdaya, örtünmeye, yerleşecek yere ve türünün devamını sağlamak için bir eşe;
soğuğa, sıcağa ve rutubete karşı vücudunu korumaya, muhtaçtır. Kültür, bu hususta
sadece imkanlar temin etmekle kalmıyor; bunların çeşidi, tarzı, biçimi hakkında
ölçüler, kaideler ve normlar da ortaya koyuyor. Öyle ki, kiminle evlenilebileceği ve
düğün törenlerinin nasıl yapılacağı, hatta daha da özele inilerek törenlerdeki ikramın
şekline ve içeriğine varıncaya kadar kültürün etkisini görmekteyiz.
Beslenme
ihtiyacı rast gele gıdalarla sağlanmıyor; kültür, bunların çeşidi ile birlikte hazırlanış
şeklini, pişirme tarzını da önceden tespit etmiş bulunuyor. Elbisenin şekli, biçimi örf
ve âdetle, moda ile belirleniyor. Evin inşası ve seçimi konusunda da toplumun
değerlerinin ve ideallerinin etkisi inkar edilemez. Toplumsal yaşamın en önemli
136
Turhan, Kültür Değişmeleri, 37.
137
Turhan, a.g.e., 36 vd.
138
Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s. 30.
37
gereği, fertler arasındaki münasebetlerin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesidir. Kültür,
kendi varlığını mensuplarının iş birliğine, çeşitli meslek ve sanat sahiplerinin uyumlu
bir şekilde çalışmalarına, ya doğrudan doğruya ya da vasıtalı olarak bir birine yardım
etmelerine borçludur. Bu çeşit ilişkileri, ferdi-kolektif faaliyetleri temin ve
düzenlemeye yarayan toplumsal kurumlar, müesseseler, örf ve âdetler, ahlâkî ve dînî
sorumluluklar, onların yaptırımları olan cezâî kanunlar ve diğer mevzuatlar düzenler.
Kültürün içeriğini bir nesilden diğerine aktaran bir vasıtaya ihtiyaç olduğu açıktır.
Gerçekte en basitinden en mükemmeline kadar her toplumda, hatta en ilkel
topluluklarda bile rastlanan bu vasıta terbiye (örf ve âdete uygun davranma)
sistemidir. Genç nesiller toplumun kurallarına, örf ve âdetlerine bu sistem sayesinde
alıştırılmakta ve ona göre yetiştirilmektedir. Böylece kültür, kesintisiz bir şekilde
nesilden nesle ulaşmakta ve devamlılığını sağlamaktadır.
Kültürü; büyük kültür, küçük kültür, maddî kültür ve mânevî kültür olmak
üzere dört kısma ayırmak mümkündür.
Büyük kültür, daha medenî ve gelişmiş bir yapıya sahiptir. Küçük kültür ise
buna nazaran kendini geliştirememiş, ya da dar alanda kalarak varlık gösterememiş
olan kültürdür. 139 Küçük kültür, yavaş yavaş büyük kültürün içine girmeye çalışır.
Ona ulaşmak ve onunla bütünleşmek, medeniyete kavuşmak olarak yorumlanır.
Gelişme ve modernleşmede büyük kültürle kaynaşmak, hedef olarak kabul edilir.
İslam’ın geldiği zamanlarda Arapların ve diğer toplumların kültürleri, örf ve âdetleri
İslam’ı büyük kültür olarak kabul ettikleri için; onunla birleşmeyi ve kaynaşmayı
hedefleyerek, bir çok eski adetlerini de bu yeni ve büyük kültür olan İslam
kültürünün içine sokmaya çalışmışlar ve bu konuda da büyük oranda başarılı
olmuşlardır.
Maddî ve manevî kültüre gelince; bunlar da insanın iki yönünü oluşturan
madde ve ruhla ilgili birikimlerini ifade etmektedir. İnsan, fiziki çevreyi
biçimlendirmeyi ve tabiatı iradesine boyun eğdirmeyi mümkün kılan her çeşit aleti
geliştirir. Ayrıca o; dili, edebiyatı, ahlâk değerlerini, dini anlama şeklini ya da beşerî
dinler gibi insanların duygularına hitap eden her şeyi de kendisi üretir. İnsanlar,
139
Mardin, Din ve İdeoloji, s. 155.
38
maddî kültür alanında ne kadar ilerlemişlerse; manevi kültür alanında da o kadar
ilerleme ihtiyacı duymuşlardır. Madde ve ruhtan oluşan insan bu iki yönden birini
ihmal ettiği zaman aradığı mutluluğu yakalayamamıştır. 140
Kültür ile neredeyse aynı anlamı içeren bir de medeniyet kelimesi vardır.
Milletlerin ortak değerleri seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama
vasıtalarının tamamına medeniyet denir. Ancak, bu ortak değerler milletlerin
kültürlerinden meydana gelmektedir. Batı medeniyeti denildiği zaman, din
bakımından Hıristiyan toplumların manevi değerleriyle, teknolojik birikimleri
anlaşılmaktadır. Oysaki Batı, bir çok kültürü içerisinde bulunduran devletlerden ve
milletlerden oluşmaktadır. Bilim ve teknik yönünden aynı şeyleri kullanmalarıyla
birlikte, her birinin dilleri, örf- adetleri, ahlâk anlayışları, edebiyatı, masalları,
folklorları ve giyiniş tarzları farklı farklıdır. Hepsi Hıristiyan olmakla birlikte din
anlayışları bile aynı değildir. Aynı şey, İslam ve doğu medeniyetinde de söz
konusudur. İşte, aynı medeniyet içinde olmalarına rağmen, farklı inanış, davranış ve
düşünce, her milletin kültürünü oluşturur. Yani, her kültür farklı bir topluluğu temsil
eder. Türk milleti de dili, örf adeti, dini, hukuku, düşüncesi ve hadiseler karşısındaki
davranışları ile asırlardır yaşadığına göre, onun da bir milli kültürü ve medeniyeti
vardır. Kültür, karakter bakımından özel, medeniyet ise geneldir. Medeniyet
kültürlerden doğar. Bir topluluğun varlığı, orada bir kültürün de varlığını gösterir.
Antropoloji alimi R. Thurnwald; “Kültür, tavırlardan, davranış tarzlarından, örf ve
âdetlerden, düşüncelerden, ifade şekillerinden, kıymet biçmelerden, tesislerden ve
teşkilattan oluşan öyle bir sistemdir ki; tarihi bir mahsul şeklinde oluşmuş, ananeye
bağlı bir cemiyet içinde, onun medenî vasıtaları ile karşılıklı tesirler sonucunda
meydana çıkmış ve bütün unsurlarının zamanla diğerlerine kaynaması sayesinde
uyumlu bir bütün haline gelmiştir. Buna karşılık medeniyet, düzenli bir bilgi
birikimine ve teknik vasıtalara sahip olmayı ifade eder. Bir formülde ifade edilmesi
istendiği takdirde denebilir ki kültür, takılmış bir tavırdır. Medeniyet ise, bilme ve
yapabilmedir,” 141 diyerek kültür ile medeniyet arasındaki ilişkiye işaret etmiştir.
140
Berger, Kutsal Şemsiye, s.42.
141
Turhan, Kültür Değişmeleri, s. 38.
39
Toplum her ne kadar yalnızca kültürün şekillendirdiği bir yapı olarak
gözükse de aslında insan, kültürün oluşması aşamasında önemli bir yere sahiptir. 142
Yani; kültür bir taraftan toplumu şekillendirirken, diğer taraftan toplum tarafından
yenilenir, olgunlaştırılır ve değişmiş olur. Bunun için de kültür canlı ve değişken bir
yapıdır. Bu değişmede; insanların icatları, keşifleri ve toplumun bir bütün olarak
daha da gelişmesi etkili olmaktadır.
Kültür, canlı ve değişebilen bir yapı olmakla birlikte, bir anda değişime
uğramaz. Değişse bile eski halinden izler taşıdığı şu örnekte açıkça görülmektedir:
Norveç’in kolonisi olan İzlanda, Norveçli iki Olaf’ın zora dayalı
Hıristiyanlaştırma politikası sonunda bu dine girmişlerdir. Yaklaşık 1000 yılında
Althing’te yapılan bir antlaşmada İzlandalılar, tüm halkın Hıristiyan olması ve
vaftizli olmayanların vaftiz edilmesi, şeklinde bir kanun çıkarmayı kabul ederek,
Norveç baskısına boyun eğmişler; ancak, kanuna “halk özel hayatlarında eski
tanrılarına kurban sunabilir” şeklinde bir madde eklenmiştir. Putperestlik, sonuçta
tamamen yasaklanmasına rağmen, bugün bile, İzlandalılar arasında çeşitli şekillerde
varlığını sürdürmüş ve bu sebeple onların kiliseye katılım anlamındaki
Hıristiyanlaşmaları hep alt düzeyde kalmıştır. 143
Bugün,
Anadolu’da
da
aynı
şey
söz
konusudur.
Anadolu’nun
İslamlaşmasından sonra bir çok örf ve âdetler yok olmakla karşı karşıya kalmış ve
onları ayakta tutmanın tek yolu, ileride örneklerini göreceğimiz gibi, onları İslam’a
göre yeniden şekillendirmek olmuştur. İslam Kültürü, islama ait olan, onun
getirdikleri ile islama nispet edilen yani sonradan icat edilenlerden oluşmaktadır. 144
Zaten bu Hz. Peygamberin arzuladığı bir sonuçtur. Çünkü o, Muaz b. Cebel’i vali
olarak atadığında ona ne ile hükmedeceğini sormuş, o da Allahın kitabı ve
Rasûlü'nün sünneti ile hükmedeceğini söylemiştir. Orada bulamadığı konularda nasıl
hükmedeceğini sorunca da, re'yimle hükmederim diye cevap vermiştir. Bunun
142
Berger, Kutsal Şemsiye, s. 41, 43.
143
Stark, “Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme” Sekülerizim Sorgulanıyor, s. 54.
144
Bu konuda bkz. Ünal, “İslam Kültürünün Sürekliliğini Sağlamada Hadis ve Sünnetin Rolü”,
İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, s. 25.
40
üzerine Allah Rasûlü çok memnun olmuştur ve doğru yolun bu şekilde olduğunu
vurgulamıştır. 145
Kültürler temsil ettikleri toplulukla birlikte, zaman ve çevre şartlarına uyup,
bizzat sosyal değerler ortaya koyarak veya dış tesirlerle gelişerek canlılıklarını
sürdürürler. Birer canlı yapı olan kültürler, uzun zaman sonunda değişseler de
özlerini kaybetmezler. “Ana kültür kalıbı” belirli bir karakter halinde varlığını devam
ettirir. 146 Mardin’in görüşleri de bunu destekler mahiyettedir. Ona göre kültür; bir
kere ortaya çıktıktan sonra, değişen şartlar dolayısıyla, toplumun ihtiyaçları değiştiği
zaman bile kendi varlığını devam ettirme gayreti içerisinde olur. Mesela; doğum
kontrolünün kötü olduğu şeklinde dinî planda oluşan bir inanç, bilimsel ve teknolojik
araçlarla sağlıklı yaşam koşullarına kavuşan ve öncesine oranla daha fazla üreyen bir
toplumda,
başlangıçtaki
toplumu
yaşatıcı
fonksiyonunu
kaybettiği
halde,
kendiliğinden meşru inanç olmaktan çıkmaz. 147 Bugün, bazı örf ve âdetlerin temelini
araştırdığımız zaman, onun geri planında eski Türklere dayanan bir yönünün olduğu
ve değişmelere uğrayarak bugünkü hale geldiklerini görmek mümkündür.
Günümüzde uygulanan, gelinin başına şeker atma adeti buna güzel bir örnek teşkil
etmekte. Neden yapıldığı bilinmemekle birlikte, kaynağı araştırıldığı zaman eski
Türklerde önemli manalar içeren bir uygulama olduğu görülmektedir.
Ata ruhlarına saygı ve onların ruhlarından yardım bekleme kültürü -bugün
bile- türbelerden medet ummak, oralara giderek bahtının açılacağına inanmak,
evliliklerin mutlu bir şekilde devam etmesini sağlamak ve çocuk istemek şekliyle
varlığını sürdürmektedir. Türklerin İslamiyet’e girmesiyle, eski kültürlerini de
İslamlaştırma olayı gerçekleşmiştir. Zaten, kültür canlı bir yapıya sahip olması
dolayısıyla yeni şartlara göre şekillenme özelliği gösterir. 148
Görüldüğü gibi kültür ve medeniyet toplumun bilgi ve âdetlerinin
birikiminden oluşan bir bütündür. Toplumun bilgi kaynağı ve örf âdetlerinin temel
145
et-Tirmizî, Sünen, el-Ahkâm, 3, (III, 616), no: 1327.
146
Geniş bilgi için bkz. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 15 vd.; Turhan, Kültür Değişmeleri, s. 37 vd.
147
Mardin, Din ve İdeoloji, s. 56.
148
Anadolu’nun çeşitli yörelerindeki yatır ve türbelerden kendi müşahedelerimiz sonucu bu kanaate
varılmıştır.
41
dayanağı olarak din, önemli bir yer işgal etmektedir. Anadolu toplumunun dini olan
İslam’ın ise en önemli iki temel kaynağı vardır. Bunlardan birisi Kur’ân, diğeri ise
Hz. Peygaber’in söz fiil ve takrirlerini içeren sünnettir. Hz. Peygamber İlâhî iradeye
uygun bir toplum meydana getirmeye çalışmış, Hz. Peygamberin toplumu
şekillendirmesini anlatırken örneklerinin görüleceği gibi, bu yolda bir çok âdetleri
kaldırırken bazılarını ıslah etmiş bazen de yeni uygulamalar getirmiştir. Böylece
İslam kültürünün temellerini atmıştır. Anadolu toplumu da Müslüman toplum olduğu
için örf ve âdetlerinde İslam kültürünü yansıtması beklenir. İslam kültüründe de Hz.
Peygamber'in ve onun hadislerin yerinin büyüklüğü tartışma götürmez bir husustur.
Bu sebeple Hz. Peygamber'in toplumu şekillendirerek İslam kültürünü oluşturmasına
örnekler sunan bir başlık açıp sonraki dönemlerde ve günümüzde kültürün
oluşmasında hadislerin etkisine işaret etmek istiyoruz.
5.1. İslam Kültürünün Oluşmasında Hz. Peygamberin Rolü
Peygamberler, toplumu fikrî ve amelî yönden ıslah etmek üzere Yüce Allah
tarafından görevlendirilen elçilerdir. Filozofla aralarındaki en açık farklardan birisi,
onların sadece fikir öne sürmekle kalmayıp, onu hayata aktarmaları, toplumu o
şekilde yönlendirip şekillendirmeleridir. Allah’tan gelen emirlerin uygulayıcısı ve
açıklayıp yorumlayıcısı konumundadırlar. Zaten bilindiği üzere İslam dininde de ilk
temel müracaat yeri Kur’ân ve sonra da Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri
anlamına gelen sünnettir. Kur’ân’da Yüce Allah “Peygamber size neyi emrederse
onu alın, yasakladığı şeylerden de sakının” 149 buyurmaktadır.
Sahabiler bu mesajı layıkıyla alarak Hz. Peygamberi kendilerine model kabul
etmiştir. Cabir (r.a.) konuyla ilgili olarak; “... Kim Muhammed’e itaat ederse Allah’a
itaat etmiş olur. Kim de Hz. Muhammed’e âsî olursa Allah’a isyan etmiş olur.
Muhammed insanlar arasında hak ile batılı birbirinden ayırandır” 150 diyerek bu
itaatini ortaya koymuştur. Sahabe Hz. Peygamberi örnek alma kararını sedece sözde
bırakmayıp davranışlarıyla da göstermiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) altın bir yüzük
edinince insanlar da hemen altın yüzük takmışlar, bir süre sonra Allah Rasûlü
149
150
59. el-Haşr 7.
el-Buhârî, Sahih, İ’tisam 2, (VIII, 140).
42
(s.a.v.): “Ben altından bir yüzük takmıştım. Artık onu asla takmayacağım” diyerek
yüzüğü çıkartması üzerine ashab da altın yüzüklerini çıkartmıştır. Daha sonra Hz.
Peygamber gümüş bir yüzük takmış, insanlar da onu görünce gümüş yüzük takmaya
başlamıştır. 151 Sahabe’nin Hz. Peygamberi her yönüyle model kabul edip onu takip
ve taklid ettiklerini gösteren örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Peygamberler, toplumu temel olarak İnanç, ibâdet ve muâmelât olmak üzere üç
yönden değiştirip onları ilâhî iradeye uygun hale getirmeye çalışmışlardır. Şimdi
bunları ayrı ayrı örneklendirerek Hz. Peygamber’in toplumu nasıl şekillendirdiğini
göstermeye çalışacağız. Ancak burada tamamını detaylarıyla anlatmak niyetinde
değiliz. Zaten böyle birşeye kalkışmak İslam’ın tamamını anlatmaya çalışmak
demektir.
Hz.
Muhammed
(s.a.v.)’e
Mekke’de
peygamberlik
verildiğinde
O,
çevresindeki insanlara öncelikle Allah’a ve diğer iman edilmesi gereken esaslara
imanı anlatmış, onları inanç yönünden değiştirip şekillendirmek istemiştir. Risaletin
Mekke dönemi, inancın yerleştirilmesi ve bu yönde indirilen âyetlerin anlatılıp
yayılmasına yönelik faaliyetleri içermektedir. Hadis kitaplarının İman bahsi bu
konuda bizlere geniş malzeme sunmaktadır.
Kur'ân-ı kerim'in sayfa itibariyle yaklaşık beşte üçü Mekke döneminde nâzil
olmuştur. Bu âyetlerde de genel olarak tevhid, nübüvvet, Âhiret, Cennet ve
Cehennem'den bahsedilmektedir. Bu dönemde her şeyden öce inancı putperestlikten,
şirkten ve Âhireti inkardan temizlemek gerekmekteydi. O zaman için bu gerekli ve
öncelikliydi. Çünkü Hz. Peygamber, puta tapan, Allah'a şirk koşan, âhirete
inanmayan ve Peygamberi kabul etmeyen bir toplum içerisinde neşet etmişti. Hz.
Âişe (r.a.) bu durumu; "…Kur'an'da ilk nazil olanlar, Cennet ve Cehennemin
anlatıldığı mufassal surelerdir. İnsanlar İslam'da toplandıkları zaman helal ve haram
ile ilgili sûreler inmiştir. Eğer başlangıçta 'içki içmeyin' şeklinde vahiy inseydi, biz
asla içki içmeyi terk etmezdik. Zina etmeyin şeklinde âyet inseydi, biz asla zinayı
terk etmeyiz derlerdi…" 152 şeklinde özetlemiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber
kendisine gelip islamı soran kişilere öncelikle, Allah’tan başka ilah olmadığına ve
151
el-Buhârî, Sahih, İ’tisam 4, (VIII, 144); Libâs 46, (VII, 51).
152
el-Buhârî, Sahih, Fadâilu'l-Kur'ân, 6, (VI, 101).
43
kendisinin Allah’ın Rasulü olduğuna inanmayı tavsiye ediyordu. Şu rivâyetler bunu
açıkça göstermektedir.
Muâz (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) beni Yemen'e gönderirken: ‘Sen Ehli Kitâb bir kavme vardığında, onları, Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim
Allah’ın Rasûlü olduğuma davet et. Eğer sana bu konuda itaat ederlerse, onlara
Allah’ın beş vakit namazı farz kıldığını söyle…’ diye tavsiyede bulundu,” 153
demiştir.
Abdulkays kabilesi Hz. Peygambere gelerek, “Biz her zaman gelemiyoruz,
bizim yapacağımız, geridekileri de ona davet edeceğimiz şeyleri bize söyle,” derler.
Allah Rasûlü onlara, dört şeyi yapmalarını, dört şeyi de yapmamalarını tavsiye eder.
Yapmalarını söylediği ilk şey: “Allah’a iman, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz.
Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet etmektir… ” 154 diye cevap
vermiştir.
Yine, “Ey Allah’ın Rasûlü! Yaptığımız zaman cennete gireceğimiz bir amel
söyle,” diyen sahabeye Allah Rasûlü; “Allah’a kulluk yapman, ona hiçbir şeyi ortak
koşmaman, namaz kılıp oruç tutman….”
155
diye cevap vermiştir. Hadis kitaplarının
îman bahsinde bolca örneklerine rastlayacağımız bu rivâyetlerle Hz. Peygamber puta
tapan, Allah’a şirk koşan, kendi elleriyle ağaçtan ve helvadan şekiller yapıp onu ilah
yerine koyan bir toplumu şirkten uzaklaştırıp, tek Allah inancına yöneltmek
istemiştir. Hz. Peygamber, önceleri dikili gördükleri her şeyi put yerine koyup tapan
câhiliye toplumuna Allah’a şirki hatırlatacak şeyleri yasaklamıştır. Ancak bir süre
sonra puta tapma inancını tamamen temizledikten sonra bunları da serbest
bırakmıştır. Yani toplumu artık geriye dönmeyecek şekilde değiştirmiştir. Bütün
bunlar Hz. Peygamberin toplumu inanç yönünden nasıl değiştirip şekillendirdiğini
göstermektedir.
İnanç yönünden belli bir değişime ulaştıktan sonra dinin ikinci kısmı olan
ibâdetler farz kılınmaya başlamıştır. Örneğin; Namazın farz kılınışı
Mekke
döneminin sonunda Miraç olayından sonra, orucun farz kılınışı hicretten bir buçuk
153
Müslim, Sahih, Îmân, 29, (I, 50).
154
Müslim, Sahih, Îmân, 23, (I, 46).
155
Müslim, Sahih, Îmân, 15, (I, 44).
44
yıl sonra Medine döneminde, haccın farz kılınışı hicretin 9. yılında, zekatın farz
kılınışı ise hicretin ikinci yılında Medine dönemindedir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) güzel örnek olma vasfı, özellikle ibâdetlerde kendini
göstermektedir. “Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız öyle namaz kılınız.” 156
“Hac menâsikinizi benden alınız.” 157 Şeklindeki rivâyetler bunu göstermektedir.
Ashab Allah Rasûlünden nasıl gördülerse öyle ibâdet etmişlerdir. Hatta bir defasında
namaz
kıldırırken
birden
ayakkabılarını
çıkarttığını
gören
müslümanlar
ayakkabılarını çıkartmışlar, bunu niçin yaptıkları sorulunca da Hz. Peygamber’in
(s.a.v.) yaptığını görüp kendilerinin de aynısını yaptıklarını ifade etmişlerdir. Oysaki
Hz. Peygamber’e Cebrail (a.s.) ayakkabısının altında pislik olduğu için onu
çıkartmasını söylemiştir. 158 Bunun dahi dinden bir şey olacağını düşünerek ashap
aynısını yapmayı tercih etmiştir.
Dünyanın her yerinde ve her kültür ortamında Müslüman nüfus mevcuttur. Bu
Müslümanların farklı bölge ve kültür ortamında yaşamalarına rağmen yine de bir çok
ortak yönlerine şahit olmak mümkündür. İbadet şekilleri ve düşünce dünyaları bir
birinin aynısıdır. Hac mevsiminde kolayca anlaşabilen hacıların durumları bunu
doğrulamaktadır. Daha önce hiç görüşüp prova yapmayan insanların haç mevsiminde
aynı
şeyleri
beraberce
yapmaları
hadisin
toplumu
nasıl
yönlendirdiğini
göstermektedir. Kur’an Hac ile ilgili genel bilgiler verirken teferruat hadislerde yani
Hz.
Peygamber’in
yaşantısında
toplanmıştır.
Bu
durum
ibâdet
hayatının
şekillenmesinde hadisin yerini göstermektedir. 159
Ashab Hz. Peygamberi kendisine her yönüyle model olarak kabul ediyordu.
Hz. Peygamber de 23 yıllık peygamberliğinde topluma istediği şekli vermeye
çalışıyordu. 160 Müslümanlar Hz. Peygamberi o kadar takip ediyorlardı ki, O (s.a.v.)
namazda terliğini çıkardığı için onlarda çıkartıyorlar,
161
Hz. Peygamber nasıl ve ne
156
el-Buhârî, Sahih, Ezan, 18, (I, 155).
157
Müslim, Sahih, Hac, 310, (I, 943); İbn Huzeyme, Sahihu İbn Huzeyme, IV, 277, no: 2877.
158
Ebû Davud, Sünen, Salât, 88, (I, 426-427), no: 650; A. b. Hanbel, Müsned, III, 92.
159
Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Görgün, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri,
“İslam Kültür Birliği ve Sünnet” s. 35 vd.
160
Örnekler için bkz. Ünal, İslâmın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve değeri, “İslam Kültürünün
Sürekliliğini Sağlamada Hadis ve Sünnet”, s. 26 vd.
161
Ebû Davud, Sünen, Salât, 88, (I, 426-427), no: 650..
45
kadar ibâdet yaparsa onlarda öyle ibâdet yapmaya çalışıyorlardı. 162 Bu bağlılık,
ibâdet hayatının ona benzer şekilde oluşmasını sağlamıştır. Günümüzde inanan
insanlar, Hz. Peygambere olan sevgi ve bağlılıklarının sonucu olarak, onun gibi
ibâdet etme, onun gibi giyinme, onun gibi konuşma ve onun gibi yaşama gibi bir çok
hususta ona tabi olmayı sünnete uyma ve onun şefaatine nail olma vesilesi olarak
görmektedirler. Bu yüzden müslüman toplumun örf ve âdetlerinin hadislere uygun
olması, en azından ona ters düşmemesi beklenen bir durumdur. Nihâyet böyle de
olmuştur. İleriki konularımızda, düğün ve nikah ile ilgili örf âdetlerde hadise ve
sünnete uyma konusunda Anadolu toplumunun ne kadar dikkat ettiğini örnekleriyle
göreceğiz.
İslam, sadece îman ve ibâdetten oluşmayıp onun sosyal hayata hitap eden geniş
bir yönü vardır. Hz. Peygamber'in örnekliği ve toplumu şekillendirmesi asıl sosyal
hayata yönelik konularda olmuştur. Hadislerde, muamelât dediğimiz alış-veriş, hibe,
borç verme, ticarî ve zirâî ortaklıklar, kira, emanet, kefalet, havale rehn, şuf’a, vakıf,
vasiyyet, haddler, kısas, şahidlik gibi hususlarda geniş bilgiler bulmak mümkündür.
Fakihler bu konularda hüküm verirlerken Hz. Peygamberin hadislerine müracaat
etmişlerdir. Sünen kitapları bunun en güzel örnekleridir. Hz. Muhammed (s.a.v.)
sosyal yaşantı ile ilgili insanlara örnek bir yaşantı sunmuştur. "Ben güzel ahlâkı
tamalamak için gönderildim" 163 hadisi bu gerçeği ifade etmektedir.
Günümüze kadar bir çok filozof ve fikir adamları insanları değişik yönlerde
etkilemiş ve yönlendirmişlerdir. Ancak tarihte Hz. Peygamber gibi toplumu her
yönüyle etkileyen ve etkisi ebedî olan başka bir insan yoktur. Hz. Muhammed’in
hayatı onun ashabı tarafından en ince teferruatına kadar araştırılmış, hatta hayatında
geçen önemli olaylarla birlikte doğumundan ölümüne kadar günlük yaşantısı
kaydedilmiştir. Onun söz, davranış ve takrirleri, nasıl giyindiği, nasıl yürüdüğü,
oturma ve konuşma şekli teferruatıyla hadis kitaplarında mevcuttur. Saçının şekli ve
rengi, namazda, yemekte ve yeni bir elbise giydiği zaman nasıl duâ ettiği,
hanımlarına, ailenin diğer fertlerine ve çevresine nasıl davrandığı gibi hayatına ait
bütün incelikler sahabe tarafından gözlemlenmiş ve örnek alınmıştır. Bu vesile ile
Hz. Peygamberi konu alan Hadis, Siyer, Meğâzî, Şemâil ve Delâil gibi bir çok ilim
162
el-Buhâri, Sahih, Libas, 43, (VII, 50).
163
Mâlik, Muvatta, Hüsnü'l-Ahlâk, 1, ( II, 904); İbn Ebî Şeybe, Musannaf, VI, 324, no: 31773.
46
dalı ortaya çıkmıştır. 164 Ayrıca toplumda o güne kadar devam ede gelen bazı
alışkanlıkları kökten değiştirmiş ve toplumu sosyal yaşamın her bölümünde ahlâkî
olarak iyiye ve doğruya yönlendirmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıya kaydedeceğiz.
1. Hz. Peygamber, toplumun kız çocuklarına bakışını değiştirmiştir. Câiliye
döneminde Mekke'de kız çocuklarına yönelik kötü muamele yapılmaktaydı. Hatta
diri diri toprağa gömülmeye kadar varan insanlık dışı uygulamalar vadı. Bir gün bir
adam Hz. Peygambere gelerek kız çocuğunu nasıl diri diri toprağa gömdüğünü
anlattı ve şunları söyledi: “Ey Allah’ın elçisi! Biz câhiliye döneminde putlara tapan
ve çocukları öldüren bir millet idik. Benim bir kızım dünyaya gelmişti. Konuşacak
çağa gelince; kendisini çağırdığımda sesini duyunca sevinirdim. Bir gün onu yanıma
çağırdım ve ardım sıra götürdüm. Sonunda bir kuyunun başına geldik. Kızımın hiç
bir şeyden haberi yoktu. Kuyunun başında elinden tuttum ve kuyuya attım. Ondan
duyduğum en son söz “Babacığım, babacığım”! diye kuyuda yankılanan çığlıktı.”
Adam bunu anlatınca Hz. Peygamber ağlar ve elleriyle gözlerinin yaşını siler. Orada
bulunanlardan biri “Ey Allah’ın elçisi! Ona üzüldün mü”? diye sorar. Hz. Peygamber
ona “Bırak! O kendisini meşgul eden şeyi soruyor” der. Sonra adama dönerek olayı
tekrar anlattırır. Adam tekrar anlatır. Olaydan çok etkilenen Hz. Peygamber sakalı
ıslanıncaya kadar ağlar ve adamı, “Allah câhiliyede işlenen kötülükleri silmiştir. Sen
iyi işler yapmaya devam et” şeklinde teselli eder. 165 Hz. Peygamber bu durumda
olan kızların ve kadınların durumlarını düzeltti ve onlara toplumda önemli
bir
konum kazandırdı.
2. Hz. Peygamber, kabile kardeşliğini kaldırıp din kardeşliğini getirmiştir. Bu
kardeşlikte zengin-fakir, köle-hür, yerli- yabancı, Ensâr- Muhâcirîn gibi ayırıma
gidilmemiş ve insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğu gösterilmiştir. Bunun en
güzel örneğini hicretten sonra Medine'de Ensar ile Muhâcir arasında kardeşlik
anlaşması yaparak göstermiştir. Kardeşleştirilen kişiler bir birine varis bile
olmaktayken daha sonra bu durum kaldırılmıştır. Kardeşlik akdi 45 Ensar'dan 45'de
Muhacirden olmak üzere 90 kişi arasında ya da 50 Ensar'dan 50 Muhacir'den olmak
üzere 100 kişi arasında olduğu bildirilmektedir. 166 Kardeş olarak seçilenler gelişi
164
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Yardım, Peygamberimizin Şemâili, s. 19-28.
165
ed-Dârimî, Sünen, Mukaddime, 1, (I, 13), no: 2.
166
İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 238.
47
güzel değil belli bir tanıma sonucunda bir birine fıtraten uygun kişiler arasında
gerçekleştirilmiştir. Bunlardan bazılarının isimleri şöyledir:
Hz. Peygamber (s.a.v.) > Ali b. Ebî Tâlib
Hazma b. Abdulmuttalib> Zeyd b. Hârise
Cafer b. Ebî Tâlib> Muaz b. Cebel
Hz. Ebû Bekir> Hârice b. Züheyr
Ömer b. El-Hattâb> İtbân b. Mâlik
Ebû Ubeyd b. Abdullah b. Cerrâh> Sa'd b. Muâz b. Nu'mân
Abdurrahman b. Avf > Sa'd b. Rebî
Zübeyr b. el-Avvâm >Seleme b. Selâme b. Vakş
Osman b. Affân> Evs b. Sâbid b. Münzir
Talhâ b. Ubeydullah> Ka'b b. Mâlik
Sa'd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl> Ubey b. Ka'b
Mus'ab b. Umeyr b. Hâşim> Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd
Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rebia > Abbâd b. Bişr b. Vakş
Ammâr b. Yâsir> Huzeyfe b. el-Yemân
Ebû Zer el-Gıfârî > Münzir b. Amr
Hâtıb b. Ebî Beltea> Uveym b. Sâide
Selmân el-Fârisî > Ebû Derdâ ve Uveymir b. Sa'lebe
Bilal el-Habeşî > Ebû Ruveyhe, bunlardan bazılarıdır. 167
Kardeşlikte o kadar ileri gidilmiştir ki, evine tarlasına ve diğer mallarına
varıncaya kadar, kardeşler mallarını aralarında paylaşmışlardır.
3. Hz. Peygamber, iki kız kardeşi aynı anda nikah altında tutmayı
yasaklamıştır. O zamana kadar iki kız kardeşi aynı anda nikah altında tutmak
mümkündü. Hz. Peygamber bu âdeti kaldırmıştır. Nitekim İslâm'ı kabul etmezden
önce iki kız kardeşle evli olan Firûze ed-Deylemi'ye kardeş olan iki hanımından
birisini boşamasını emretmiş, o da boşamıştır. 168
4. Hz. Peygamber, hayata olumlu bakmayı öğretmiştir. Suheyb'in (r.a.) bize
bildirdiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) inanan kişinin en olumsuz zamanda bile
mutlu olabileceğini vurgulayarak, iyiliğe şükrederek, kötülükler karşısında ise
167
İbn Hişâm, İslam Tarihi, Siret-i İbn Hişâm Tercemesi, II, 177-178.
168
A.b. Hanbel, Müsned, IV,232.
48
sabrederek sevab kazanabileciğini ve her iki halde de kazançlı çıkacağını belirtmiş,
mutsuzluğa ve olumsuzluğa gerek olmadığını öğretmiştir. 169
5. Hz. Peygamber, toplumu güvenilir olmaları yönünde eğitmiş ve bunu kendi
şahsında göstermiştir. Peygamberlikten önce Mekke'de el-Emîn diye anılması ve hiç
kimseyi aldatmaması bunun örneklerindendir. Mekke'den Medine'ye hicret edeceği
akşam, kendi yatağına Hz. Ali'yi yatırıp sabah müşriklerin kendisine emanet ettikleri
malları teslim etmesini istemesi, hem de kendisini öldürmeyi planlayan ve
memleketinden çıkmaya zorlayan insanların mallarına zarar vermeden geri teslim
etmeyi düşünmesi, onun güvenilirliğine ve ümmetinin de böyle olmasını arzu ettiğine
güzel bir örnek teşkil etmektedir. Ayrıca hadislerinde, "Bizi aldatan bizden
değildir" 170 "Kişinin kalbinde iman ile küfür bir arada bulunmaz, güvenilirlik ve
hainlik de bir arada olmaz." 171 "Emaneti olmayanın îmânı yoktur." 172 "Mü'min,
insanların kendisine güvendiği kimsedir. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin
olsun ki, kötülüklerinden komşusunun emin olmadığı kişi cennete giremez", 173
buyurarak toplumu güvenilir olmaya teşvik etmiştir.
6. Hz. Peygamber toplumu hoşgörülü olmaya çağırmıştır. Hoşgörü, O'nun
hayatında önemli bir yer işgal etmiştir. O, insanlara iyilikle yaklaşmış ve hiç kimseye
dinini anlatırken zorlamada bulunmamıştır. Bunun aksine "Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, korkutmayınız", 174 "Hoşgörülü davran ki, sana da
hoşgörülü davranılsın," 175 buyurmuş ve kendi yaşantısında da bunu bir davranış
olarak göstermiştir. Nitekim bir gün, üzerinde Necran mamulü bir elbise ile
yürürken, yanına yaklaşan bir kişi Hz. Peygamberin elbisesini hızlıca çekmiş ve
elbise Hz. Peygamberin boynunda iz yaparak kızartmıştır. Hatta bununla da
yetinmeyerek, "Yâ Muhammed! söyle de bana yanındaki mallardan versinler,"
demiştir. Hz. Peygamber adama dönerek gülümsemiş, onu azarlamamış ve hatta
169
Bkz. Müslim, Sahih, Zühd ve'r-Rekâik, 64, (III, 2295).
170
Müslim, Sahih, İman, 164, (I, 99).
171
A.b. Hanbel, Müsned, II, 349.
172
A.b. Hanbel, Müsned, III, 135.
173
A.b. Hanbel, Müsned, III, 154.
174
el-Buhârî, Sahih, Meğâzî, 60, (V, 108); Müslim, Sahih, Cihad ve’s-Siyer, 6, 7, (II, 1358-1359).
175
A.b. Hanbel, Müsned, I, 248.
49
istediğini vermelerini emretmiştir.
176
Daha bunun gibi bir çok örnek vermek
mümkündür. Sadece Müslümanlar arasında değil diğer dinlere mensup kişilerle de
hoş görü çerçevesinde ilişkilerde bulunmayı hedeflemiştir. Nitekim hicretten sonra
Medine'de Müslüman, Yahudi ve hırıstiyan gibi farklı dinlerden insanlarla Medine
anlaşması yapılmış ve bir anayasa düzenlenmiştir.
7. Hz. Peygamber yeniliklere açık olmayı öğretmiştir. O, ashabıyla istişere eder
ve başkalarının fikirlerine önem verirdi. İstişare etme isteği, yeni fikirlere açık
olmanın bir göstergesidir. Nitekim Hendek savaşından önce ashabıyla durum
değerlendirmesi yapmış, Selmân-ı Fârisî'nin ortaya attığı ve o güne kadar hiç
uygulanmayan bir fikri kabul ederek şehrin etrafına hendek kazılmasına karar
vermiştir. 177 İbn Abbas’ın bildirdiğine göre Hz. Ali şöyle demiştir: “Ey Allah’ın
Rasûlü! Biz bir olayla karşılaşsak, o konuda da âyet nâzil olmamış, sizden de bir
sünnet vârit olmamışsa ne yapmamızı buyurursunuz.” Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle
cevap vermiştir: “Mü’minlerin âbidlerinden bir komisyon oluşturun. Sadece kendi
şahsi görüşlerinizle karar vermeyin.” 178 Bu davranışlarıyla ashabına yeniliklere açık
olma ve istişare etme yöntemi öğretmiştir.
8. Hz. Peygamber, aile kurma ve aile içi davranışlar konusunda örnek tavırlar
sergilemiş ve Müslüman toplumu da öyle olma konusunda teşvik etmiştir. "En
hayırlınız ailesine hayırlı olandır. Bana gelince ben ailesine en hayırlı olanınızım." 179
"En hayırlınız hanımlarına karşı iyi davranınızdır," 180 hadisleriyle de toplumu aileye
ve özellikle de kadınlara iyi davranma konusunda uyarmıştır. Ayrıca önceden kadın
çocuk doğurunca aileye dahil edilirken, Hz. Peygamber aileyi evlilik ve nikah ile
tesis etmiş, kadını nikahla aileye katmıştır. Günümüzde de kadın evlilikle aileye
dahil edilmekte, yani evliliği erkekle kadın birlikte irade beyan ederek kurmaktadır.
9. Hz. Peygamber çok evliliği dört kadınla sınırlandırmıştır. O, câhiliye
döneminde yaygın olan çok kadınla evlenme âdetini, "Sizin için uygun olan
kadınlarla ikiye üçe ve dörde kadar evlenin." 181 âyetinde de emredildiği gibi en fazla
176
el-Buhârî, Sahih, Libas, 18, (VII, 40); Müslim, Sahih, Zekat, 128, (I, 730-731).
177
et-Taberî, Târîhu'l- Umem ve'l-Mülûk, II, 91.
178
el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, I, 178, 180.
179
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 50, (I, 636).
180
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 50, (I, 636).
181
4. Nisa, 3.
50
dört ile sınırlandırmıştır. Hatta bu konuda da şart olarak, aralarında âdil davranacaksa
birden fazla evlenebileceğini, ancak âdil davranmanın da çok zor olduğunu, yine bu
âyet bizlere bildirmektedir. Zaten kendisi de evlilik hayatının büyük bir bölümünü
tek evli olarak geçirmiştir.
10. Hz. Peygamber Medine vesikası ile toplumu bir devlet haline getirmiş ve
yeni bir sistem kurmuştur. O zamana kadar Arap yarımadasında kabile düzeninde bir
yaşam görülürken, adlî bir mekanizma bulunmazken, merkezî otoriteyi oluşturarak,
adlî sistemi oluşturmuş, güven içinde yaşayabilmek için Medinedeki insanlardan bir
ordu oluşturmuş, kan davası, güçlünün zayıfı ezmesi vs. gibi tolumun rahatsızlık
duyduğu bazı şeyleri kaldırarak toplumun bir devlet halinde ve güven içinde
yaşamasını sağlamıştır.
Bunu da Medine Site devletinin Anayasasında güvence
altına almıştır. 182 Ayrıca devlet düzeninin sağlanması ve korunması hususunda da
dikkat edilmesi gereğini öğreten bir çok hadis mevcuttur. İrbâd b. Sâriye şöyle
rivâyet eder: Bir gün Rasulullah (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırdı. Sonra bize
dönerek etkili bir konuşma yaptı. Gözler yaşardı, kalpler duygulandı. Bir kişi: “Yâ
Rasûlallâh! Bu sanki veda konuşmasına benziyor. Bizlere ne tavsiye edersiniz
deyince, o şöyle buyurdu: “Size Allah’tan korkmanızı, başı kuru üzüm gibi bir
habeşî bile olsa âmirinizin emrini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İçinizde
benden sonra yaşayacaklar pek çok ihtilaflar görecekler. Sizler benim ve hidâyet
üzere olan râşit halifelerin sünnetine uyun. Ona sımsıkı yapışın. Sonradan
uydurulmuş şeylerden kaçının. Çünkü sonradan uydurulanlar bidattir. Her bidat da
dalâlettir.”
183
Nitekim bu konuda da 23 senelik peygamberliğinin sonunda mutlu
sonuca ulaşmıştır.
11. Hz. Peygember toplumu eğitim konusunda bilinçlendirmiştir. O'nun
gönderildiği toplum câhiliye dönemini yaşamaktaydı. Bu sebeple Yüce Allah ilk
emir olarak, "Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir spermadan yarattı. Oku.
Rabbin kerem sahibidir. O, kalem ile yazı yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri
öğretti", 184 mealindeki âyeti göndermiştir. Kureyş'ten okuma yazma bilenlerin
182
Medine Site devletinin anayasasının tam metni için bkz. Muhammed Hamidullah, İslam
Peygamberi, I, 149-153.
183
A.b. Hanbel, Müsned, IV, 126-127; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, 6, (I, 15-16), no: 42; ed-Dârimî,
Sünen, Mukaddime, 16, (I, 43-44), no: 96.
184
96. Alak, 1-5.
51
sayısının on yedi olduğu bilinmektedir. 185 Bu oranı yukarıya doğru çekebilmek için
Hz. Peygember her fırsatı değerlendirmiş ve toplumu eğitim konusunda duyarlı hale
getirmek istemiştir. Örneğin, Bedir esirlerini on müslümana okuma yazma
öğretmeleri karşılığında serbest bırakması, 186 hicretten sonra ilk olarak, Mescidi
Nebinin yanına, ashabı eğitmek için, bir sofanın yapılması ve İslam’ın ilk okulunun
böylece açılması, 187 ayrıca civar memleketlere muallimler göndermesi onun eğitime
verdiği önemi göstermektedir. Bu davranışları daha sonraki Müslüman toplumlar için
eğitime büyük önem verme konusunda zorlayıcı birer sebep olmuştur.
12. Hz. Peygamber evlatlık müessesesini yeniden düzenlemiştir. Câhiliye
Araplarında evlatlık, evlat ile eş tutulurdu. Aralarında miras söz konusu olup bir
birine nikah düşmezdi. Oysa yüce Allah Evlatlık ile evladın bir olmadığını, 188 bir
birine aslında yabancı olduğunu ve nikah düşeceğini âyetle bildirmiş ve bunun
uygulamasını Hz. Peygamberin şahsında model olarak göstermiştir. 189 Zeyd b.
Harise Hz. Peygamber'in evlatlığı idi. Ona Hz. Muhammed'in oğlu derlerdi. Evlatlık
konusundaki düzenlemeden sonra Hz. Peygamber daha önce Zeyd ile nikahlanmış
olan Zeyneb binti Cahş ile evlenmiş ve bu konudaki uygulamayı şahsında
göstermiştir. 190 Bundan sonra Müslüman toplumlar aynı şekilde davranmışlardır.
13.
Hz. Peygamber tıp alanında yeni bir anlayış getirmiştir. Çaresiz
hastalıkların olmayacağını her derdin bir de dermanının olduğunu söyleyerek
insanların tıp alanında devamlı çalışma ve ilerleme içerisinde olmalarının gereğini
bildirmiştir. Hadis kitaplarında "Kitâbu't-Tıb", "Tıbb-ı Nebevî" gibi isimlerle ayrı
bölümler
açılmış
ve
burada
Hz.
Peygamber'in
topluma
tıb
alanında
kazandırdıklarından bolca örnekler yer almıştır. Bunlardan bazılarını aşağıya
kaydedeceğiz:
"Allah verdiği derdin şifâsını da verir." 191
185
Geniş bilgi için bkz. Koçyiğit, Hadis Usulü, s. 20.
186
İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 22.
187
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 132.
188
Bkz. 33. Ahzab, 5, 40.
189
Bkz. 33. Ahzab, 37.
190
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber ile İlgili İddialarına
Cevaplar, s. 101-133.
191
el-Buhârî, Sahih, Tıb, 1, (VII, 12).
52
"Kim bilmediği halde hekimlik yaparsa sebep olduğu zararı öder." 192
"Bir yerde veba olduğunu duyarsanız oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde
veba olursa oradan ayrılmayınız." 193
14. Hz. Peygamber ailelerin çocuklara bakış açısını değiştirmiştir. O, çocuklara
ayrı bir önem verir ve onlarla ilgilenip arkadaş olurdu. Bir defasında Hz. Peygamberi
torunu Hz. Hasanı öperken gören Akra b. Hâbis, "Siz çocukları öper misiniz? Benim
on çocuğum var hiç birisini öpmedim" der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.),
"Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" buyurur. Yine Hz. Peygamberin yanına
gelen bir A'râbî, "Siz çocukları öper misiniz? Biz öpmeyiz" deyince Allah Rasulü
ona: "Allah senin kalbinden merhameti kaldırdıysa ben ne yapabilirim" demiştir. 194
Hz. Peygamber, toplumu inanç, ibâdet, sosyal yaşantı ve ahlâk konusunda
İlâhî iradeye uygun olarak şekillendirme isteğiyle üstün bir gayretle çalışırken,
sahabe de ona olumlu tepki göstermiş ve bir süre sonra câhiliye toplumundan asrı
saadet devri meydana gelmiştir. 195 O dönemin insanları Peygamberin yaşantısına tabi
olmada gevşek davransalardı, istenilen değişiklik gerçekleşemezdi. Ancak şimdi
örneklerini kaydedecceğimiz üzere durum bunun tersine gerçekleşmiş ve Hz.
Peygamber’in, dolayısıyla onun söz ve davranışlarının insanlar üzerinde mükemmel
etkisi görülmüştür.
Bir nine Hz. Ebû Bekir’e gelip mirastan ne kadar pay alacağını sorunca, Hz.
Ebû Bekir ona bu hususta Allah’ın kitabında bir şey olmadığını ve Hz. Peygamberin
sünnetinden de bu konuda bir şey bilmediğini söyler.
Sonra da ona gitmesini ve
kendisinin bu konuda insanlara bir şey bilip bilmediklerini soracağını söyler.
Sahabilere sorunca el-Muğîre b. Şu’be şöyle der: “Ben Allah Rasûlü’nün
yanındaydım. O nineye altıda bir verdi.” Bunun üzerine ona, “Senden başka buna
şahit olan var mı?” diye sorunca, Muhammed b. Mesleme el-Ensârî kalkarak aynı
şeyi söyler. Bunun üzerine nine için miras konusunda bu yönde karar verilir. 196
192
İbn Mâce, Sünen, Tıb, 16, (II, 1148), no: 3466.
193
el-Buhârî, Sahih, Tıb, 29, (VII, 21).
194
el-Buhârî, Sahih, Edeb, 18, (VII, 75).
195
Geniş bilgi içi bkz. Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 263-384.
196
Abdurrezzâk, Musannef, X, 274; Ebû Dâvud, Sünen, el-Ferâiz, 5, (III, 316-317), no: 2894; A. b.
Hanbel, Müsned, IV, 225.
53
Sahabe'nin Hz. Peygamber'in sünnetine verdiği büyük önemden dolayı
sosyal kontrol mekanizmasını çalıştırarak zaman zaman ona ters davrananları
uyardıkları ve sert tepki gösterdikleri de olmuştur. Şimdi kaydedeceğimiz örnekler
bunu açıkca göstermektedir.
İmran b. Hüseyn’in bildirdiğine göre, Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur:
“Hayânın tamamı iyidir.” Buseyr b. Ka’b hadisi rivâyet eden İmran’a: “Fakat biz
bazı kitaplarda sükûnet ve vakarın hayadan kaynaklandığı gibi, zayıflık ve
acziyetinde esasında hayâdan kaynaklandığını okuyoruz” deyince; İmran b. Hüseyn
ona; “Ben sana Rasulullah’tan hadis rivâyet ediyorum, sen ise muhâlefet ediyorsun”
diyerek kızgınlığını ve şaşkınlığını ifade eder. 197
Abdullah b. Mugaffel, bir kişinin çakıl taşıyla avlandığını görünce, böyle
yapmamasını söyler ve Rasulullah’ın bundan men ettiğini söyleyerek şöyle
buyurduğunu ifade eder: “Bu avı vurmaz. Düşmanı da öldürmez. Sadece diş kırar
göz çıkartır.” Abdullah daha sonra bu kişinin aynı şeyi yapmaya devam ettiğini
görünce ona kızarak; “Ben sana Rasûlullah’ın hadisini haber veriyorum, sen ise taş
atmaya devam ediyorsun. Bundan sonra seninle asla konuşmayacağım.” 198 der.
İmam eş-Şâfiî bir gün bir hadis rivâyet eder ve arkasından da “sahihtir” diye
ekler. Orada bulunan birisi: “Ey Ebû Abdillah! Sen de aynı kanaatte misin” diye
sorunca, sinirlenir ve: “ Ey adam! Sen beni hiç Hıristiyan olarak gördün mü? Bana
kiliseden çıkarken rastladın mı? Belimde Hıristiyan zünnarına şahit oldun mu? Hem
Rasûlullah’tan hadis rivâyet edip hem de aynı kanaatte olmamak mümkün mü?” diye
cevap verir. 199
Mescidde daima aynı direğin dibinde namaz kılan Seleme b. Ekvâ'ya
(v.74/676) bunun sebebi sorulduğunda, Hz. Peygamberi bu direğin yanında namaz
kılarken gördüğünü söylemiştir. 200
Ebû Eyyûb el-Ensârî (v.50/672) Rasûlullah'ı misafir ederken, ona sarımsaklı
bir yemek ikram eder. Onu Rasûlullah'ın yemediğini görünce; haram olup olmadığını
197
el-Buhârî, Sahih, Edeb, 77, (VII, 100); A.b. Hanbel, Müsned, IV, 427, 436.
198
el-Buhârî, Sahih, ez-Zebâih, 5, (VI, 219); Müslim, Sahih, Sayd, 54, (II, 1547); İbn Mâce, Sünen,
Mukaddime, 2, (I, 8), no: 17.
199
es-Suyûtî, Sünnetin İslamdaki Yeri(Miftâhu’l-Cenne fi’l-İhticâc bi’s-Sünne tercümesi), s.
18.
200
el-Buhârî, Sahih, Salât, 95, (I, 127).
54
sorar. Hz. Peygamber (s.a.v) de haram olmadığını, fakat kokusundan dolayı
yemediğini söyler. Bunun üzerine Ebû Eyyûb el-Ensârî; 'senin hoşlanmadığın şeyden
ben de hoşlanmıyorum', der. 201
Yukarıda kaydettiğimiz örneklerden sonra Müslüman toplumun âdetler ve
kültürün oluşması konusunda neyi öncelikli olarak gördüğünü anlamak daha kolay
olacaktır. Düğün ve nikahla ilgili âdetleri ele alırken, yukarıda bahsettiğimiz gibi örf
ve âdetlerin, dolayısıyla kültürün oluşumunda dinin etkisini, Anadolu toplumunun %
99’unun müslüman olduğunu, müslümanlar için de Hz. Peygamber’in yaşantısının ve
onun sünnetinin ne kadar önemli olduğunu, unutmamak gerekmektedir. Bu ve
sonraki bölümler, bu teorik kısmın örneklendirilmesi mahiyetinde olacaktır.
201
Müslim, Sahih, Eşribe, 170, (II, 1623).
55
II.BÖLÜM
EŞ SEÇİMİ VE DÜNÜR GİTME İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER
Anadolu’da eş seçimi denilince, çoğunlukla erkeğin kadını seçmesi
anlaşılmaktadır. Anadolu köy hayatını inceleyen Delaney kadınlara bakışla ilgili,
soyun sürdürülmesi için kadının gerekli olduğu ancak erkekten sonra ikinci derecede
önemli olduğu saptamasında bulunmuştur. 202 Bu sebeple konuya girerken, Anadolu
ve diğer bazı kültürlerin kadına bakışından bahsetmenin faydalı olacağı
kanaatindeyiz. Bu bölümde, kadın ve erkek için eş seçiminde aranan özellikler ve
denklik konusu işlendikten sonra, kız isteme ile ilgili örf ve âdetlere geçeceğiz. Kız
isteme yani dünürçülük, olumlu sonuçlanmışsa ondan sonraki aşama nişanlanma ve
evlilik hazırlıkları olduğundan, biz bunları uygulamadaki sırayı göz önüne alarak
sırasıyla inceleyeceğiz.
1. DİN VE TOPLUMLARIN KADINA BAKIŞI
İslam, kadını saygıya layık ve hürmet edilmesi gereken, ailenin temel
direklerinden biri olarak kabul eder. Halbuki, İslam’dan önce kadın, önemsiz bir
varlık olarak görülüyordu. Hatta bununla da kalmayarak onun aşağılık bir yaratık
olduğu ve sadece erkeklere hizmet etmek için yaratıldığı kabul ediliyordu. İslam, bu
anlayış ve görüşe karşı savaş ilan ederek onların durumlarını düzeltmiştir. Bu konuda
Allah (c.c.) Kur’ân’da; “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, zevcesini de
kendisinden halk edip birçok
erkek ve kadınları yeryüzüne yayan Rabbinizden
sakınınız,” 203 buyurarak, her iki cinsi de eşit gördüğünü ve yaratılış bakımından
aralarında bir fark bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca İslam câhiliye döneminde
kızların diri diri toprağa gömülmelerini ibret ve dehşetle anlatarak ne kadar çirkin
olduğunu Kur’ân’da şöyle ortaya koymuştur: “İçlerinden birine kız (çocuk)
müjdelendiği zaman, öfkesinden yüzü kapkara kesiliyor. Kendisine verilen müjdenin
202
Delaney, Tohum ve Toprak, s.28.
203
4.Nisâ, 1.
56
kötülüğü dolayısıyla kavminden gizleniyor. Şimdi onu zillet altında kalarak tutsun
mu yoksa toprağa mı gömsün? Bak ne kötü hükmediyorlar.” 204
Yine Kur’ân
kadınlara kötü muameleden dolayı bir gün onlara hesap sorulacağını ifade ederek
şöyle buyurmaktadır: “Kız çocuğuna hangi suçtan dolayı öldürüldüğünün sorulduğu;
amel
defterinin
açıldığı;
gök
yüzünün
yerinden
oynatıldığı;
cehennemin
alevlendirildiği ve cennetin de yaklaştırıldığı zaman her insan âhirete hangi amelleri
hazırlayıp getirdiğini bilecektir.” 205
İslam’dan önceki dinlerin, tahrif olmuş olan bugünkü şekillerinin, kadınlara
bakışı pek iç açıcı değildir. Havva’nın kızları oldukları için onları ilk günahın sebebi
olarak kabul eden, erkeklerin şehvet oyuncağı olarak gören, babadan oğula geçen ya
da alınıp satılan bir mal olarak değerlendiren, lanetlenmiş bir varlık olduklarını iddia
eden dinler yer yüzünde mevcuttur.
Eski Yunan’da kadın, aşağılık bir mahluktur ve her türlü haktan mahrum
bırakılmıştır. O, sadece erkeklerin bir zevk aletidir. Ancak ev işlerinde çalışabilir.
Herhangi bir tasarruf hakkı ve yetkisi yoktur. Onların inancına göre; Tanrı Zeus
kadınları, erkekleri cezalandırmak için yaratmıştır. Çünkü yeryüzünde bütün
kötülüklere sebep olan onlardır. Tanrı Zeus, Prometheus’un kendine oynadığı oyuna
kızarak, erkeklerden öç almak için, güzel ve sevimli bir şey yaratmıştır. Bütün
tanrılar, peçelerle, örtülerle, çiçeklerle ve altın bir taçla onu donatmış, adına da
“herkesin armağanı” anlamına gelen “Pandora” denilmiş. Bu güzel “felaket”
yaratılınca Zeus onu yeryüzüne indirmiş; o günden sonra da kadın, erkeklerin en
büyük düşmanı olup çıkmıştır. Bazıları insanları mutsuz kılan kötülüklerin
“Pandora”nın kendisinden değil de merakından ileri geldiğini söylemişler. Buna göre
tanrılar, bir sandık alıp içini zararlı şeylerle doldurdular. O sandığı Pandora’ya
vererek onu açmamasını söylediler. Sonra Pandora’yı sandıkla birlikte Epimetheus’a
sunmuşlar. Prometheus kardeşine Zeus’tan gelecek armağanları kabul etmemesini
söylemiş; fakat karşısındaki yaratığın güzelliğini gören Epimetheus dayanamamış.
Karşısındakinin, varlıkların en tehlikelisi olan kadın olduğunu nereden bilecekti.
Pandora da sandığın içinde ne olduğunu öğrenmek istediğinden, bir gün kapağını
204
Bkz. 16.Nahl, 58-59.
205
Bkz. 81.Tekvir, 8-14.
57
açmış. Bunun üzerine sandığın içinden hastalıklar, acılar, kederler ve kötülükler
çıkmış. Pandora, korkuyla kapağı kapamış, ancak çok geç kaldığından olan olmuştur.
Zeus, kadını yaratarak insanları cezalandırmıştır. 206
Roma’da ailenin reisi olan erkek, karısı ve çocukları üzerinde sınırsız bir
hak ve hukuk yetkisine sahipti. Karısını öldürmeye kadar varan bir yetkinin
uygulayıcısı idi. Onlara istediğini yapabilirdi. Baba istediğini aileye alır, istediğini de
almazdı ve çoğu zaman bu durum, kız çocukları için acı sonuçlar ortaya çıkarırdı. 207
Hindistan’da kocası ölen kadına diri diri yakılmak ya da ölen kocasının
evinde bir köle gibi çalışmak düşerdi ve evlenemezdi. Hindu şeriatında şöyle bir söz
vardır; “acıya sabır, rüzgar, ölüm, ateş, zehir, haşerât ve cehennem kadından daha
kötü değildir.” Kadın, yağmur yağması ya da tanrıların memnun edilmesi için kurban
edilirdi. Miras ve evlenme hususunda hiç bir hakka sahip değillerdi. 208
Yahudilerde, ergenlik çağına gelmiş, sağlıklı her kadından belli zamanlarda
gelen ve biyolojik bir hadise olan adet kanı bir suç olarak kabul edilmekte ve
kadınlar murdar hatta dokundukları her şeyin de murdar olduğunu kabul
etmektedirler. Bu suçun affedilip bağışlanması ancak kurbanların kesilmesi ve din
adamları olan haham vasıtasıyla mümkün olabilir. 209
Hıristiyanlarda kadın, Hz. Adem’e yasak meyveyi yediren ve aslî suçu
işleten bir yaratıktır. O; fitne fesat ve günahın kaynağıdır. Suç hâlâ ortadadır. Kadın
hâlâ kaçınılması mümkün olmayan bir kötülük kaynağıdır. Kadın, pis ve kötü bir şey
olarak kabul edilince, evlenme de kötü kabul edilmiştir. Evlenen kimse artık Allah’ı
düşünemez, sadece karısını düşünür bir hale gelir. Bu ise erkeği Allah’tan
uzaklaştırır. Temiz ve iyi olan kişi, evlenmez ve kadınlardan da daima uzak durur.
En iyi hareket kadınlardan uzak durup bekar olarak bir hayat sürmektir. 210 Hıristiyan
206
Hamilton, Mitologya, s. 46-47.
207
Umur, Roma Hukuku, s.383-384.
208
Ebu’l-Hasan Ali Nedvî, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, trc. İ. Düzen- M.
Topuz, s. 36.
209
Bkz. Tevrat, Levililer, 15, 19-30.
210
Bkz. I.Korintoslulara, 7, 29, 32-38;
58
toplumlarda oluşan bu durum karışıklığa sebep olmuştur. Artık rahipler evlenmiyor,
evli olanlar da karılarına yaklaşmıyorlardı. Hatta bazı keşişler, evli rahipleri
cezalandırıyor ve bunları kadınlara yenik düşmüş şehvet düşkünleri olarak kabul edip
teşhir ediyorlardı. Büyük karışıklıklardan sonra kiliseyi bir düzene koyan Papa Leo
IX (1048-1054) bir adım daha ileri giderek böyle rahiplerin cinsel perhize girmelerini
emretmiştir. Buna uymamak sadece bir suç değil aynı zamanda zındıklık sayılmıştır.
Bu, çok ciddi bir durumun doğmasına sebep oluyordu. Çünkü, zındıklık isnadının
sonucu çok kötüydü. Böyle kimselerle sadece kilise değil aynı zamanda kışkırtılan
halk da karılarından ayrılmak istemeyen bu rahiplere saldırıyorlardı. 211
Hıristiyanlıkta boşanıp da tekrar evlenen kişi zina yapmış kabul
edildiğinden kolay kolay boşanmaya yanaşılmazdı. Çünkü İncilde; "Ve ben size
derim: kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkasıyla evlenirse, zina eder;
boşanmış olanla da evlenen zina eder," 212 "Karısını boşayan ve bir başkasıyla
evlenen her adam zina eder; ve bir kocanın boşadığı ile evlenen zina eder," 213
denilmektedir.
Bu sebeple, evlenecek olanlar ileride anlaşamadıkları taktirde
birbirlerinden ayrılmalarının mümkün olmadığını bildikleri için evlenmeye
yanaşmaları da pek kolay olmuyordu. Halbuki, tabii bir ihtiyaç olan cinsî arzunun
tatmin olması gerekir. Genel olarak bu ihtiyaç normal yollarla giderilmezse, başka
yollarla temin edilmeye çalışılır. Böyle bir durum ise, kadının değerini daha da
düşürür. Zira evlenmekten kaçınan ve cinsî arzusunu tatmin etmek isteyen bir erkek,
bir kadınla bu arzusunu yerine getirecektir. Bu da kadını anne olma şeref ve
şansından uzaklaştıracak ve böylece kadın, erkeklerin zevk aleti haline gelecektir.
Eski Türklerde kadının hukuki durumu çağdaş toplumlara göre çok iyiydi.
Kadınlar hakkında saygı değer ifadeler kullanmaktaydılar. Hanım, begüm, bike, eke
gibi tabirler bunlardan bir kısmıdır. Çin kaynakları eski Türk imparatoriçelerine yenşi dendiğini kaydetmişlerdir. Yine aynı kaynaklarda yer aldığına göre, bilhassa evli
kadınlara karşı işlenen suçlar şiddetle cezalandırılmıştır. Örneğin evli bir kadını
öldüren kişi idam edilir; bir genç kızı kirleten erkek, ağır para cezasına mahkum olur
211
Richart Lewinshon, Cinsî Âdetler Tarihi, s. 111.
212
Matta, xıx, 9.
213
Luka, xvı, 18.
59
ve kızla evlenmek zorunda kalırdı. Bu uygulama İslam’daki evli kadınla bekar
kadına zina suçu işlemesi durumunda farklı ceza uygulamasıyla benzeşmektedir. 214
İslam’dan önceki kültürlerin kadına karşı takındıkları bu olumsuz tavır,
İslam geldikten sonra da devam ederek, İslam kisvesine bürünmeye çalışmış ve
zaman zaman hadis olarak(!) kendisini göstermek istemiştir. Ancak İslam alimleri
buna izin vermemiş ve İslam’ın dışından olduklarını tespit ederek, bu tür rivâyetleri
uydurma rivâyetler kitaplarına kaydetmiş ve Müslümanları uyarmışlardır. Aşağıya
bunlardan bir kaç örnek kaydetmek istiyoruz.
1. İbn Arrak’ın ve es-Suyûtî’nin mevzu rivâyetleri topladığı eserlerinde yer
alan şu rivâyette; Câhiliye döneminde olduğu gibi kadınlar bir şehvet aleti olarak
gösterilmiş ve erkeklerin de bunun karşısında aciz oldukları vurgulanmıştır. Rivâyet
şöyledir: İbn Abbas’ın (r.a.) bildirdiğine göre bir kadın Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek
yanına oturup, problemini anlattı ve sonra kalktı. Bir adam da kadının yerine
oturmak istedi. Nebi (s.a.v.) onu, kadının yeri soğuyuncaya kadar oturmaktan
menetti. 215
2. Yine yukarıda kaydettiğimiz İslâm öncesi din ve medeniyetlerin kız
çocuklarına, düşmanlık içeren, bakışıyla örtüşen bir rivâyet de şöyledir: “Kimin bir
kızı olmuşsa o helak olmuştur. Kimin iki kızı varsa ona Hac ibâdeti gerekmez. Kimin
üç kızı varsa ona sadaka gerekmez ve misafir ağırlaması gerekmez. Kimin de dört
kızı varsa ey Allah’ın kulları! Ona yardım edin, ona yardım edin. Ona borç verin, ona
borç verin.” 216
3. Kadınlar insanlık nüfusunun yarısını oluşturup, Allah’a kulluk açısından
da Allah katında erkekle aynı değerdeyken, bu sefer de erkeklere çocuk doğurması
gereken bir nesne olarak görülmüş, bu asli görevi olan çocuk doğurma vazifesini
yapmadığı zaman evin içindeki herhangi bir eşyadan daha aşağı ve değersiz olarak
kabul edilen bir duruma düşürülmeye çalışılmış ve bu durum Hz. Peygambere haksız
214
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.272.
215
İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şerîa, Nikah, II, 204.; İbnu'l-Cevzî, Mevduât, Nikah, II, 255; es-Suyûtî, elLeâli’l-Masnûa, Nikah, II, 135.
216
İbnu'l-Cevzî, a.g.e, Nikah, II, 275; es-Suyûtî, a.g.e, Nikah, II, 148.
60
yere atfedilerek, “Bir evin köşesindeki hasır, doğurmayan bir kadından daha
hayırlıdır,” 217 şeklinde hadis kalıbına sokulmuştur.
4. Annelerimiz olan kadınlar ve gözümüzün nuru olan kız çocuklarımız,
erkekleri meşgul eden, hatta Allah’ın sevmediği kullarına musallat ettiği, sevdiği
kullarını da bu tür belalardan kurtardığı bir meşguliyet olarak gösterilmeye çalışılmış
ve bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Allah bir kulunu sevdiği zaman (o kulu)
kendisiyle yetindirerek başkasına ihtiyaç duyurmaz. Onu bir kadın ya da bir çocukla
meşgul etmez.” 218 Aslında o dönemin kültürünü ve kadına karşı olan tavırlarını
ortaya koyması açısından bu rivâyetler önemlidir. Ancak bunlar hiç bir zaman
İslam’ın kadına olan bakışını ortaya koyan rivâyetler ve değişmez, kabul görmüş,
dini anlayışlar olarak değerlendirilmemelidir.
Bu türden rivâyetlere verebileceğimiz örnek sayısı oldukça fazladır. Ancak
biz bukadarıyla yetinip konuyu mevzû rivâyetleri toplayan kaynaklarımızın nikah
bölümlerine havale ediyoruz.
Kadınlara yönelik oluşan bu olumsuz düşünceye karşı, bir de onlara tepki
olarak ortaya konulan tavır vardır. Kadının toplumda faklı algılandığını bu zıt
düşünceler ortaya koymaktadır. Bazıları Yüce Allah’ın (c.c.), kul olmaları açısından
eşit tuttuğu erkek ve kadınları fazilet ve üstünlük açısından yarıştırarak, bu sefer de
kadını öne çıkarmak istemiş ve ilk çocuğu kız olan kadının diğerlerine nazaran daha
bereketli ve iyi olduğunu şu rivâyetle ifade etmiştir: “Kadının ilk çocuğunun kız
olması onun bereketindendir. Allah’ın (c.c.) kitabında şöyle buyurduğunu duymadın
mı? ‘Dilediğine kız verir, dilediğine de erkek.’ Erkekten önce kız diyerek
başlamıştır.” 219
Görüldüğü gibi İslam’ın doğduğu ortamda varolan din mensuplarının kadın
ile ilgili olumsuz düşünceleri mevcuttu. Hz. Peygamber onları bir bir yıkarak yerine
insan haysiyet ve şerefine yaraşır bir anlayış getirmiştir. Kadın ne Hıristiyanların
dediği gibi aslî günahla suçlanmış, ne Eski Yunanda olduğu gibi bütün kötülüklerin
217
İbnu'l-Cevzî, Mevduât, Nikah, II, 248; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 142.
218
es-Suyûtî, a.g.e., Nikah, II, 152; İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şerîa, II, 212.
219
İbnu'l-Cevzî, a.g.e., Nikah, II, 276; es-Suyûtî, a.g.e., Nikah, II, 149.
61
kaynağı ve sebebi sayılmış, ne de Yahudilerin kabul ettiği gibi necis bir yaratık
olarak görülmüştür. Aksine o, şefkatli bir anne, göz nuru bir evlat ve sadık bir hayat
arkadaşı olarak kabul edilmiştir. Bütün bunlar, kadının İslam dini ile bir sosyal
konum
kazandığını
göstermektedir.
Ancak
kültürler
birden
bire
hemen
değişmediğinden eskinin izlerini taşır. Bugün de İslâm öncesi anlayışların
hadisleştirilerek günümüze kadar geldiği ve toplumun kadına bakışı üzerinde etkili
olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple eş seçimi denildiğinde çoğu zaman erkeğin
kadını seçmesi akla gelmektedir.
2. EŞ SEÇİMİ
İslam’dan önceki dinlerin ve İslam’ın kadına bakışını özetledikten sonra,
İslam kültürüyle yoğrulmuş Anadolu insanının hayat arkadaşını seçerken göz önünde
bulundurduğu hususları izah etmek istiyoruz. Anadolu toplumunun eş seçiminde,
kızın ailesinin mal varlığından kızın güzelliğine, başlık parasından akrabalık
ilişkilerine kadar bir çok şey etkili olur. Özellikle soy-sop, aile, kültür seviyesi,
maddi durum, fizikî güzellik, dînî inanç, yaşam tarzı ve meslek gibi ölçüler eş
seçiminde rol oynar. Anadolu’da eş seçme yollarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Görücü usulü.
2. Ailelerin seçmesiyle birlikte gençlerin de rızasının alınması.
3. Eş seçimini gençlerin yapması, ancak ebeveynin onayının alınması.
4. Anadolu’da geleneğe bağlı olarak var olan, ancak sebep olduğu
problemler dolayısıyla günümüzde yok denilecek kadar azalan, bir eş seçme şekli de
çocuğun doğar doğmaz nikahlanması ya da nikah için söz verilmesi anlamına gelen
“beşik kertmesi” dir. 220
5. Karşılıklı kız değiştirme (şiğâr): İki aile arasında karşılıklı kız alıp
vererek, başlık parasından kurtulmayı amaçlayan bir evlenme şeklidir.
220
Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk
Töresi), s. 35.
62
6. Levirat usulü: Batı ve orta Anadolu’nun bazı yörelerinde “levirat”
usulüne benzer bir adet vardır. Ortak kullanılan arazinin veya malların bölünmesini
önlemek amacıyla küçük kardeş, ölen abisinin karısıyla evlenmektedir. Eğer küçük
kardeş resmen evli ise, bu ikinci evlilik sadece imam nikahı ile yapılır. 221
Anadolu’da eş seçimi, genellikle dünür gezme şekliyle yapılır. Evlenme
çağına gelen erkeğin annesi ve kadın akrabaları, uygun gördükleri kızın evine
ziyarete giderler. Konuyu bilen kız tarafından bazı kişilerin de katıldığı bu ziyarete
“dünür gezme” adı verilir. Dünür gezme esnasında, görücü gidilen kız ikramda
bulunma bahanesiyle kendisini ziyaretçilere gösterir. Erkek tarafı kızı tepeden
tırnağa inceler. Hatta, evden ayrılırken erkeğin yakın akrabalarından bir kadın, kızı
kucaklar ve bu şekilde ağzının kokup kokmadığını anlamaya çalışır. Anne ve baba
beğendikleri kızı, oğullarının dolaylı bir yoldan görmesini temin ederler. 222 Erkek,
kızı beğenirse dünürcülerini gönderir. 223 Ancak, bazı yörelerde farklılıklar da
görülmektedir. 224 Ağrı’da farklı bir uygulama olarak “gıllik” geleneği vardır. Gençler
evlenme isteklerini açık açık söyleyemedikleri için, bu isteklerini huzursuz
davranışlarla ortaya koyarlar. Kızların bu şansı da yoktur. Evlenme isteklerini, ancak
giyinmelerine dikkat etmek, süslenmek ya da sık sık çeşmeye gitmek gibi
davranışlarla sezdirirler. İşte bu “Gıllik” geleneği, kızların evlenme isteklerini belli
etme yollarından birisidir. Evlenmek isteyen kız, Hıdırellez’de gıllik denilen tuzlu
ekmekten yapar. Bir bacanın üstüne bir parça gıllik koyar. Bir karganın bu ekmeği
kapmasını bekler. Ekmeği kapan karganın gidiş yönüne göre evleneceği kişiyi
çıkarmaya çalışır. Akşam yatmadan önce, bir parça gıllik yer ve rüyasında kendisine
kimin su verdiğini sabah kalkınca annesine anlatır. Ancak, kızın evlenme isteği tek
başına çözüm getirmez. 225 Bu adetlerden Andolu toplumunda eş seçme denilince
erkeğin kadını seçmesinin kastedildiği anlaşılmaktadır.
221
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 324.
222
Yurt Ansiklopedisi, I, 235.
223
Yurt Ans. I, 484; II, 1427, 1509..
224
Yurt Ans. II, 846, 1065, 1204, 1363.
225
Yurt Ans. I, 393. Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 104.
63
Gençlerin, aile içinde görücü usulü ile eş seçmesine İslam dini de ruhsat
vermektedir. Nitekim Kuran’da; “O halde kadınlardan beğendiğinizle evlenin” 226
buyrulmuştur. Görücü usulünde de kız görmeye gidildiğinde eğer kız beğenilmişse
dünürcü gönderilir.
Eş seçiminde çeşitli özellikler tercih sebebi olmakla beraber, bunlardan
bazıları nasslarla tavsiye edilmiş, bazıları da hoş görülmemiştir. Hadislerde konuyla
ilgili olarak şu bilgilere rastlamak mümkündür:
Ebû Hureyre’den (r.a.) nakledildiğine göre; Rasûlullah; “Kadınlarla şu dört
hasletleri için evlenilir: Mal varlığı, soyu, güzelliği ve dindarlığı için. (Ey Mü’min
sen bunlardan) Dindar olanını tercih et, ( ‫( )ﺗﺮﺑ ﺖ ﻳ ﺪاك‬yoksa) fakirliğe düşersin”
buyurmuştur. 227 Rivâyetin sonundaki ‫ﺗﺮﺑ ﺖ ﻳ ﺪاك‬
cümlesinin manası “Ellerin
fakirleşsin veya şiddetli fakirlikten toprağa yapışsın.” Yani; dindar kadınla
evlenmeye çalışmazsan fakirleşirsin, demektir. Araplar, bu cümleyi kınamak için
“fakirleşesin” anlamında
kullandıkları gibi övme manasında da kullanırlardı. O
zaman, “Çok akıllı olduğun için seni kıskananlara aldırış etme” manasına gelirdi. 228
Abdullah b. Amr b. el-Âs’dan (r.a.) rivâyet edildiğine göre: Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kadınları sırf güzellikleri için nikahlamayınız. Çünkü,
onların güzelliğinin (böbürlenmek ve kibirlenmek yüzünden) onları tehlikeye
atmaları umulur. Sırf malları için de onları nikahlamayınız. Çünkü mallarının onları
azdırması (günah ve kötülüklere sokması) umulur. Ancak dindarlıkları için onları
nikahlayınız. Şüphesiz; burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah, dindar
bir cariye, dindar olmayan hür kadından, nikahlanmak bakımından daha iyidir.” 229
226
4.Nisa, 3; Ayrıca bu konuda bkz. Mehmet Zihni, Nimet-i İslâm, s. 892-921.
227
Müslim, Sahih, Rada, 53, (II, 1086); Ebû Davud, Sünen, Nikah, 2, (II, 539), no: 2047; et-Tirmizî,
Sünen, Nikah, 4, (III, 396), no: 1086; İbn Mâce, Sünen, Nikah, 6, (I, 597), no: 1858; A.b. Hanbel,
Müsned, II, 428; III, 80; VI, 152; İbn Hibbân, Sahih, IX, 344, no: 4036, 4037; Ebû Ya’lâ, Müsned,
II, 292, no: 1012; XI, 451, no: 6578; Abd b. Humeyd, el-Müntehab min Müsned-i Abd b. Humeyd,
s.133, no: 328, s. 304, no: 988.
228
el-Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, XX, 86-87; Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mâce
Tercemesi ve Şerhi, V, 221.
229
İbn Mâce, Sünen, Nikah 6, (I, 597), no: 1859.
64
İbn Mâce bu rivâyeti şu senedle kaydetmiştir:
Abdullah b. Amr b. el-Âs b. Vâil es-Sehmî el-Kuraşî (v.63), -Abdullah b.
Yezîd el-Muâfirî el-Hublî (v.100), -Abdurrahman b. Ziyad b. İn’am el-Ifrıkî (v. 156),
-Cafer b. Avn b. Cafer b. Amr b. Hureys el-Mahzûmî (v. 206), -Muhammed b. el-Alâ
b. Kureyb el-Hemedânî (v. 248), -İbn Mâce, Sünen, Nikah 6, I, 597, no: 1859.
Abdullah b. Amr b. el-Âs b. Vâil es-Sehmî el-Kuraşî (v.63), -Abdullah b.
Yezîd el-Muâfirî el-Hublî (v.100), -Abdurrahman b. Ziyad b. İn’am el-Ifrıkî (v. 156),
Abdurrahman b. Muhammed b. Ziyâd el-Muhâribî (v.195), -Muhammed b. el-Alâ b.
Kureyb el-Hemedânî (v. 248), -İbn Mâce, Sünen, Nikah 6, I, 597, no: 1859.
Bu rivâyetin senedinde bulunan Ebû Eyyûb Abdurrahman b. Ziyad b. İn’am
el-İfrikî (v.156) zayıftır. Yahya b. Said el-Kattân bu râvînin sika olduğunu
bildirirken; Ahmed b. Hanbel, “leyse bi şey’in”, “hadisini yazmam”, “münkeru’lhadis” demiştir. 230 Yahya b. Maîn, et-Tirmizî, en-Nesaî, Yakub b. Sufyân, İbn
Huzeyme ve İbn Hırâş da onun zayıf olduğunu söyleyerek, hadisiyle ihticac
edilemeyeceğini belirtmişlerdir. 231 Aynı manayı içeren ve toplumun duygularını
aksettiren bir rivâyete de mevzuâtla ilgili eserlerde şu şekliyle rastlamaktayız: “Kim
bir kadınla şerefi için evlenirse, Allah onu ancak alçaklık yönünden artırır. Kim bir
kadınla malı için evlenirse, Allah ancak onun fakirliğini artırır. Kim bir kadınla soyu
için evlenirse, Allah onu aşağılık yönünden artırır. Kim bir kadınla ancak gözünü
haramdan korumak, namusunu korumak veya sıla-i rahim yapmak için evlenirse,
Allah o kadını erkek için, erkeği de kadın için mübarek kılar.” 232
Anadolu toplumunun dini bilgi yönüyle beslendiği ve vaizlerin temel
müracaat eserlerinden olan İhyâu Ulûmi'd-Dîn'de eş seçimi ile ilgili olarak sadece
kadının seçiminden bahsedilmiş ve onda aranacak özellikler şöle sıralanmıştır:
1. Kadın dindar ve sâlih olması.
230
el-Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XVIII, 105.
231
el-Mizzî, a.g.e, XVIII, 106-109.
232
İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, Nikah, II, 204; İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 258; es-Suyûtî, elLeâli’l-Masnûa, Nikah, II, 137.
65
2. Huyunun güzel olması.
3. Görünüşünün güzel olması.
4. Nikah parasının (mehrinin) az olması.
5. Doğurgan olması (kısır olmaması).
6. Bakire olmasının tercih edilmesi.
7. Soyunun güzel olması.
8. Yakın akrabadan olmaması. 233
Marifetname’de ise eş seçimiyle ilgili “Aslı pak olan, mütedeyyin ve akıllı
kadını nişanlayıp, almalı. Zira, itaatli ve sâliha kadın ağırlığınca altın değer.
Dünyanın hayırlı metaı sayılır. Ne kadar fakir ve hakir olursa da zevci ona muhabbet
edip, onun üzerine düşer. İzzet, mal ve güzellik için evlenmemeli. Çünkü, izzet için
evlenen fakir olur. Güzellik için evlenen, âleme rüsvay olup belasını bulur. 234
Şeklinde tavsiyeler yer almıştır. Bu eserler islâmî yaşantının şekillenmesine büyük
katkı sağlamaktadır. Zaten içeriğine baktığımız zaman bu bilgilerin hadislere
dayandığını görebiliriz.
Ebû Hureyre’den kaydettiğimiz yukarıdaki rivâyet, eş seçiminde göz
önünde bulundurulması gereken en önemli vasfın din ve terbiye olduğunu
belirtmektedir. Her yerde olduğu gibi Anadolu’da da eş seçiminde gözetilen diğer
özelliklerin, aslında mutlu bir aile oluşturabilmek için yeterli olamayacağı bu
rivâyette anlatılmaktadır. Dünür gezme ya da yukarıda belirttiğimiz diğer eş seçme
yöntemlerinde gelin adayının güzelliği, ailesinin zenginliği, soyunun seçkin,
ahlâkının da mükemmel olması araştırılmakta ve uygun kişi bulunduğu zaman
dünürcülük yapılmaktadır. Görüldüğü gibi, Anadolu insanı eş seçerken kendisine
rivâyetleri rehber olarak kabul etmiştir.
233
Gazâlî, İhyâ, II, 99-108.
234
İbrahim Hakkı, Marifetnâme, s.708.
66
2.1. Evlenilecek Kadında Aranan Özellikler
Evlenilecek kadında aranan özellikler, genel olarak eş seçiminde
arzettiğimiz özelliklerdir. 235 Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi eş seçimi
denilince sadece erkek tarafından kadının seçilmesi anlaşılmaktadır. Anadolu
toplumunun örf âdet haline getirdiği ve evlenilecek kadının seçiminde göz önünde
bulundurduğu şartları kendisinde taşımayan eş adaylarına genellikle anne baba ya da
içinde bulunulan toplum hoş bakmadığından, evlenecek gençler kendilerini bunlara
dikkat etme zorunda hissederler. Kadında aranan bu özelliklerden bazılarını aşağıya
kaydedeceğiz.
1. Kadın müşrik olmamalı: Hz. Âişe’ye göre; evlenilecek kadın müşrik
olursa onu nikah etmek caiz olmaz. O, şöyle demiştir: “Ey Cübeyr b. Nufeyl! Sen
Mâide sûresini okumuyor musun? “evet”, dedim. O da bana: “O son inen
sûrelerdendir. Onda bulduğunuz helalleri helal, haramları da haram edininiz,”
dedi. 236 Çünk o surede müşrik kadınla evlenmeye izin verilmemektedir.
2. Zâniye olmamalı: Bir erkeğin zina eden bir kadınla evlenmemesi, kadının
evlenmek istediği erkeğin de daha önce o kadınla zina etmemiş olması gerekir.
“Kadınla önce zina edip sonra onunla evlenen kişi, beraber oldukları sürece zina
etmeye devam etmiş olurlar,” 237
şeklindeki rivâyet, toplumun bu konudaki
âdetlerinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Abdurrezzâk Mamer'den, o da el-Hakem
b. Ebân'dan bildirdiğine göre Hakem şöyle demiştir: "Ben Sâlim b. Abdillah'a Bir
kadınla önce zina edip sonra onu nikah eden adamın durumunu sordum. O bana, 'Bu
konu İbn Mes'ûd'a soruldu. O, "Allah kullarının tevbelerini kabul eder. Onların
günahlarını affeder" diye cevap verdi," demiştir." 238 Katâde'den gelen bir rivayette
ise zina eden bir kimsenin zina ettiği kadını almaya herkesten daha çok hak sahibi
olduğu ifade edilmektedir. 239
235
Bkz. Gazâlî, İhyâ, II, 97-98.
236
el-Beyhakî, Sünen, V, 172.
237
Abdurrezzak, Musannaf, VII, 206, no: 12801; el-Beyhakî, Sünen, VII,156.
238
Abdurrezzâk, Musannef, (VII, 206), no: 12800.
239
Abdurrezzak, a.g.e., VII, 206, no: 12802.
67
3. Mahremi olan kadınlardan olmamalı: Andolu'da birinci dereceden
akraba, yani kendisine ebedî haram olan ve dinin haram saydığı kişilerle evlenilmez.
Böyle bir evlilik toplum tarafından kesinlikle hoş görülmez. Kimlerin evlenme
yönünden helal, kimlerin haram olduğu da ancak Kur'ân ve hadislerden öğrenilir. Bu
da göstermektedir ki, bu konudaki örf ve âdetler Kur'ân ve hadislere göre
şekillenmiştir. Erkeğe haram olan kadınlar genel olarak iki kısımdan oluşmaktadır.
a. Ebediyyen haram olanlar: Bunları da üç kısımda incelemek mümkündür.
a.a. Nesep yönünden haram olanlar: Bunlar; erkeğin aslı; yani, anne ve
nineleri, kızları ve aşağıya doğru kızlarının kızları vs. Soyu, babasının fürûu; yani,
kız kardeşler ve kardeşlerin kızları gibi. Dedesinin fürûu; yani, teyze ve hala gibi.
Nitekim, âyeti kerimede konuyla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur: “Analarınız,
kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş
kızları, sizi emziren (süt) analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları,
kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup yanınızda büyüttüğünüz üvey
kızlarınız – eğer analarıyla zifafa girmemiş iseniz bir beis yoktur- Kendi sulbünüzden
gelen oğullarınızın eşleri (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi nikahınız altında)
birleştirmeniz size haram kılınmıştır. Ancak (bunlar haram kılınmazdan önce) geçen
geçmiştir. Allah şüphesiz çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir.” 240
a.b. Süt yönünden haram olanlar: Bunlar da ebediyyen haram olanlardandır;
süt anne yukarıya doğru, süt yönünden kızı ve aşağıya doğru onun soyu, süt kız
kardeş ve onun kızları, hala ve teyze. Bu konuda : “Nesep yönünden haram olanları
süt yönünden de haram kılın” 241 buyrulmuştur. Zaten yukarıda kaydettiğimiz Nisa
Sûresi’nin 23. Âyeti, konuyla ilgili olarak açık bilgiler vermektedir. Anadolu
toplumunda süt yönünden haram olan kişilerle yapılan evliliğe rastlanılmaz. Süt
yönünden haram olma, sadece İslamın getirdiği bir yenilik olduğu için bu adet
İslamdan kaynaklanmıştır.
a.c. Hısımlıktan doğan haramlık: Anadolu'da evli eşler bir birinin annebabaları ve üvey çocuklarıyla evlenmezler. Bunda İslam'ın etkisinin olduğu açıktır.
240
4.Nisa, 23.
241
Müslim, Sahih, Rada, 5, (II, 1069).
68
Evlilikten doğan mahremiyet İslam'da ebedi haramlığı gerektirir. Bunlar; hanımının
aslı, soyu (yukarıya doğru annesi ve nineleri), hanımının (kızı ve aşağıya doğru)
nesli. Nitekim; Muaz b. Ubeydullah bir kadınla evli iken, bu kadının kızını cariye
olarak nikahı altına almak istediğinde, Hz. Aişe onun böyle yapmamasını istemiş ve
Nisa Sûresi’ni ona delil olarak göstermiştir.
b. Muvakkaten haram olanlar:
b.a. Eşinden dolayı haram olanlar: Bir kadını kendi kız kardeşi ile aynı anda
nikah altına almak haram olduğu için, eşinin kız kardeşleri, evlilikleri devam ettiği
sürece kendisine haramdır. 242
b.b.Üç defa boşanmış olan kadın: Üç talakla boşanmış olan bir kadın,
önceden planlı olmamak kaydıyla, başka bir erkekle evlenip cinsel ilişki de
gerçekleştikten; yani, tam bir evlilikten sonra boşanırsa yeniden eski kocasıyla
evlenebilir. Bu konuda Hz. Âişe’den (r.a.) gelen rivâyet şöyledir: “O kadının ilk
kocasıyla evlenmesi, ancak sonraki kocasının balcağızını tattıktan, kocasının da onun
balcağızını tattıktan sonra helal olur.” 243
4. Evlenilecek kadın bakire olmalı: Hz. Peygamber (s.a.v.) bakire ile
evlenmeyi tavsiye ederek, “Bakire ile evlenirsen sen onunla, o da seninle şakalaşır
oynarsınız,” 244 buyurmuştur. Yine Hz. Câbir (r.a.) “Evlendiğim zaman Rasûlullah
(s.a.v.) bana: “Nasıl biriyle evlendin? Dul ile mi? Bakire ile mi?” diye sordular. “Bir
dul aldım!” dedim. “Niye bakire değil? O seninle, sen de onunla şakalaşırdınız!”
buyurdular,” demiştir. Hz. Câbir’in babası öldüğü zaman, geride yedi veya dokuz kız
çocuğu bırakmıştı. Hz. Câbir, çocukları ayarında tecrübesiz bir bakireyle evlenmeyi
(kızlarına bir yenisini eklemeyi) uygun bulmayarak; onlara analık yapacak, onların
terbiye ve bakımlarını iyi yapacak, onlar üzerinde otorite kurabilecek, tecrübeli bir
dulla evlendi. Bir sefer dönüşü Hz. Câbir (r.a.) Medine’ye yaklaşınca, evine bir an
önce varmak için hayvanını hızlandırdı. Bu acelecilik, Hz. Peygamberin dikkatini
242
4. Nisa, 23.
243
İbn Ebî Şeybe, Musannef, IV, 275. Bu konuda geniş bilgi için bkz. ed-Dahîl, Said Fâyiz, Mevsûatu
Fıkhı Âişete Ümmi’l-Mü’minin, Hayâtuhâ ve Fıkhuhâ, s. 399 vd.
244
el-Buhari, Sahih, Nikâh, 122, (VI,162).
69
çekti ve Câbir’den bunun sebebini sordu. Câbir, yeni evlendiğini söyleyince Hz.
Peygamber, “dul ile mi? bakireyle mi evlendin” diye tekrar sordu. Câbir (r.a.); dul,
deyince Hz. Peygamber (s.a.v.), yukarıdaki tavsiyede bulundu. Hz. Câbir, neden bir
dulla evlendiğini anlatınca: “isabetli davranmışsın” buyurarak takdir etti. 245 Yani, Hz
Peygamber (s.a.v.) bakire ile evlenilmesini tavsiye etmiştir. Ancak, “dul ile
evlenilemez” şeklinde bir irade ortaya koymamıştır. Nitekim Hz. Câbir’in mantıklı
açıklaması onu tatmin etmiş ve bu davranışından dolayı Hz. Peygamber, onu takdir
etmiştir. Anadolu’da da aynı şekilde bakire ile evlenmek tercih edilen bir husustur.
Bazen kızın bekareti konusundaki şüphe onun evlemesine engel bir durum olarak
değerlendirilebilir. 246 Ancak gerektiği zaman dul ile evlenmek de normal
karşılanmaktadır. Yukarıda kaydettiğimiz bütün özellikler Anadolu toplumunda da
evlenecek gençler tarafından gözetilen hususlardır. Hadislerle âdetler arasındaki bu
uygunluk, âdetler oluşurken hadislerin onlar üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır..
2.2. Evlenilecek Erkekte Aranacak Özelikler:
Anadolu'da eş seçimi denilince aslında erkeğin kadını seçmesi olduğunu
yukarıda belirtmiştik. Ancak bu seçme dünürçü gönderme aşamasındadır. Kız evine
dünürçü geldiğinde erkek iradesini ortaya koymuştur. Artık söz kız tarafının yani
kızın demektir. Kendisine talip olan erkekler içerisinden seçim yapma imkanı vardır.
Bu aşamada kızın evet demesi için erkekte aradığı bazı şartlar ve özellikler
olduğundan, bunlar olmadığı zaman kız bu dünürçülüğe olumsuz cevap verebilir.
Şimdi kadının erkekte aradığı özelliklerden bazılarını aşağıya kaydedeceğiz.
1. Müslüman olması: Kadın Müslüman ise erkeğin de Müslüman olması
gerekir. Mâide sûresinde buna işaret edilmektedir. Hz. Âişe’den gelen bir rivâyette
şöyle denilmektedir: “Ey Cübeyr b. Nufeyl! Sen Mâide Sûresi’ni okumadın mı?
Cubeyr; “evet” deyince, “İşte o sûre son inen sûrelerdendir. Onda helal bulduğunu
245
el-Buhari, Sahih, Nikâh, 10, (VI, 120) ; Müslim, Sahih, Rada, 54, (II, 1087); Ebû Davud, Sünen,
Nikâh, 3, (II, 541), no: 2048; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 13, (III, 406), no: 1100; en-Nesaî, Sünen,
Nikâh, 6, (VI, 61); Nikâh, 10, (VI, 65).
246
Delaney, Tohum ve Toprak, s. 62.
70
helal, haram bulduğunu da haram kabul et,” 247 demiştir. Bu sûrede evlenilecek
erkeğin Müslüman olması gerektiği bildirilmektedir.
2. Evleneceği kadınla zina etmemiş olması: Erkek evleneceği kadınla daha
önce zina etmişse, bu durum ikisi arasında evliliğe engel teşkil eder. Zinâkar bir
erkeğin zâniye bir kadınla evlenmesi helal görülmemiştir. Abdurrezzak’ın kaydettiği
bir rivâyet bu konuda şunları bildirmektedir: “Bir kadınla zina edip, sonra onunla
evlenmek isteyen bir kişinin durumu Hz. Âişe’ye (r.a.) sorulunca O; “Benim
görüşüm; onların ikisi de zânîdir ve birleşemezler,” 248 demiştir.
3. Evleneceği kadının annesiyle geçmişte evlenmemiş olması: Evleneceği
kadının annesiyle, nikahla veya cariyesi olarak, cinsi ilişkide bulunmuşsa bu erkek
için o kadınla evlenmek helal değildir. Bu konuda Muâz b. Ubeydullah b. Ma’mer
Hz. Âişe’ye gelir ve şöyle der: Benim bir cariyem var. Onunla cinsel ilişkide
bulundum. Onun da bir kızı yetişti. O kızı nikah edebilir miyim? Hz. Âişe (r.a.);
“Hayır” deyince, Muaz; “Vallahi ben, sadece sen Allah haram kıldı dediğin için onu
terk ettim” demiştir. Bunun üzerine Hz. Âişe (r.a.); “Beni dinleyip itaat eden bir
kimse böyle yapmasın” demiştir. 249
4. Aralarında süt akrabalığı bulunmaması: Erkeğin evleneceği kadınla
aralarında evlenmeye engel olacak süt yönünden akrabalığın bulunmaması. Bu
durumda evlenmeleri haram olacağından böyle bir evliliğe zaten Anadolu halkı
sosyal kontrol mekanizmasını çalıştırarak müsade etmeyecektir. 250
5. Damat adayının kötü alışkanlıklarının olmaması: Dünürcülük esnasında
bu konu öncelikle sorulur ya da sorulmadan, “oğlumuzun kötü alışkanlıkları yoktur”
gibi açıklamalarla karşı taraf rahatlatılır. Ailenin devamı açısından en büyük
tehlikelerden birisi olan alkol ve benzeri kötü alışkanlıkların olmaması, her iki taraf
açısından da önemlidir. Toplumu din yönüyle eğiten din görevlilerinin bu konuda
kullandıkları bir rivâyet, “Bir kimse kızını veya ailesinden birini içki içen biriyle
247
el-Beyhakî, Sünen, VII,172.
248
Abdurrezzak, Musannaf, VII, 206; el-Beyhakî, Sünen, VII,156; İbn Ebî Şeybe, Musannef, IV, 271.
249
el-Beyhakî, Sünen, VII,164.
250
Bu konuda bkz. Mâlik, Muvatta, Rada, 1, (II, 604); el-Beyhakî, Sünen, VII, 460.
71
evlendirirse, kendi eliyle onu cehenneme atmış demektir,” şeklindedir. 251
Araştırmalarımıza rağmen böyle bir rivayete hadis kitaplarında rastlayamadık.
Mevzu hadis kitaplarında da yer almamaktadır. Bu durumda, sonraki dönem vaizleri
tarafından ihdas edilmiş olabileceği kanaati oluşmaktadır. Alkollü içki tabi ki
İslam’ın yasakladığı kötü alışkanlıklardan birisidir. Onun haram olduğunu tartışmaya
gerek yoktur. Ancak burada, alkolün kötülüğünü anlatmak, insanları bundan
uzaklaştırabilmek ve insanların kızlarını alkol kullanan birisine vermemelerini
sağlamak için bir rivâyet ihdas edilmiş gözükmektedir. Maksat ne olursa olsun
sonuçta bir hadis uydurma olayı olduğu anlaşılmaktadır. Bu da göstermektedir ki
günümüzde hâlâ hadis ihdas etme faaliyetleri devam etmektedir. Bilinçsizce,
konuşmaları süsleyen; “bir hadiste şöyle denildi”, “Hz. Peygamber şöyle dedi”
şeklindeki ifadeler, halk arasında zamanla hadismiş gibi algılanmaktadır. Yapılması
gereken şey; hadis olduğunu kesin olarak bilmediğimiz bir sözü hadis diye
aktarmamaktır.
Yukarıda kaydettiğimiz, evlenilecek erkek ve kadında aranan şartlar,
Anadolu insanının hassasiyetle gözettiği şeylerdir. Bunların tamamı âyet ve hadisler
ışığında oluşan toplumsal kabuller haline gelmiştir. Bu da göstermektedir ki Anadolu
toplumu, örf ve âdetlerini rivâyetlerin ışığında oluşturmuş ya da onun desteğini
almaya çalışmıştır. İslam’ın öğretileri Anadolu’da sosyal norm haline geldiği için
ona uygun davranmamak, toplumun tepkisini çekmeyi baştan kabullenmek anlamını
taşımaktadır.
2.3. Denklik
Anadolu’da eş seçimi ile ilgili özellikle dikkat edilen hususlardan birisi de
denkliktir. Denklik; benzerlik ve eşitlik anlamına gelir. Evlilik hayatında istikrar ve
mutluluğun yakalanması için, bir kısım toplumsal meselelerde eşler arasında eşitliğin
aranmasına denklik denir. 252
251
Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşâd, VII, 97.
252
Zuhaylî, İslam fıkhı Ansiklopedisi, IX, 182.
72
Eş seçiminde denklik arama, günümüzde açıktan açığa ifade edilmese de,
aslında tam olarak uygulanmaktadır. 253 Hatta bu durum, toplum içerisinde atasözü
haline gelerek “davul bile dengi dengine çalar” şeklinde ifadesini bulmuştur.
Toplumun bu yöndeki kabulünü bilen her fert, kendisinden sosyal, ekonomik,
kültürel vb. yönlerden aşağı ya da yukarı birisine talip olmaz. Çünkü, tarafların
birbirine denk olmadığı evliliğe müsaade edilmeyeceğini ya da bu durumda mutlu
olamayacağını düşünür. Nitekim Ahmediyye'de bu husus bir beyitle şöyle dile
getilmiştir:
"Kişi tab'ınca bulursa avreti
Zindegân edüp kılurlar ülfeti" 254
(Kişi tabiatına uygun bulursa kadını; hoş geçinip kaynaşır, bulurlar dostluk
tadını.)
İnsanın yapısı, toplumun örf-âdetleri de göz önünde bulundurulursa böyle
bir evliliğin mantıklı olmadığı ve mutlulukla sonuçlanmayacağı kolayca anlaşılabilir.
Aslında denklik arama, en eski kültür ve medeniyetlerde bile görülmekteydi.
Göktürk devletinin kurucusu Bumin Kağan, kendi efendileri olan Avar
imparatorundan bir kız istediği zaman; “Siz, bizim demirci kölelerimiz iken, hangi
cesaretle bizden kız isteyebilirsiniz!” diye azar işitmiştir. 255
Evlilikte
denklik
aranması
bir
tavsiye
olup
denk
olmayanların
evlenemeyeceği anlamına gelmez. Nitekim Hz. Âişe (r.a.), eşler arasında nesep ve
hürriyet bakımından denkliğin şart koşulmasını hoş karşılamamıştır. Kölenin hür bir
kadınla evlenmesine müsaade ettiği gibi, aksine de cevaz vermiştir. Ayrıca Ebû
Huzeyfe b. Utbe (r.a.), (Nebi (s.a.v.) ile Bedir’e katılanlardandır), Salim’i evlatlık
edinip ona kardeşinin kızı olan (Velid b. Utbe’nin kızı) Hind’i nikah ederek, köle ile
hür bir insanın evlenmesini sağlamıştır. 256
253
Uğur, İçel Folkloru, II, s.13.
254
Ahmed Mürşidî, Mürşid-i Pend-i Ahmediyye, s.139.
255
Ögel, Türk Mitolojisi, I, 36.
256
el-Buhârî, Sahih, Nikah,15, (VI, 122).
73
Hz. Peygamber zamanında üst tabakaya mensup, asil ve zengin kızların,
fakir veya kölelerle evlenmemesi köklü bir gelenekti. Bilindiği gibi Rasulullah’ın
(s.a.v.) en önemli tebliğ metotlarından birisi de Allah tarafından gelen emir ve
yasakları önce kendisinde uygulaması, şâyet bunları kendi şahsında uygulaması
mümkün olmamışsa, en yakın akrabasında uygulaması idi. O, insanları bir tarağın
dişleri gibi eşit kabul ediyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.), insanları köle veya hür diye
ayırt etmezdi. Bu tavrını en açık şekilde Zeyneb binti Cahş ile Zeyd b. Hârise’nin
evlendirilmesinde ortaya koymuştur. Zeyneb (r.a.) Mekke’nin seçkin bir ailesine
mensuptu. Zeyd (r.a.) ise bir köleydi. Hz. Peygamber’in isteğiyle evlendirilmişler,
ancak farklı kültür ve çevreden gelen bu iki insan, evlilikte uyum sağlayamayıp
boşanmanın eşiğine gelmişlerdi. İslam her ne kadar köle ile hür insanı aynı kefeye
koymayı hedeflese de toplum kendi kurallarını işletmekte kararlı idi. Bu evlilikle
yapılmak istenen yapılmış ve farklılıkların İslam açısından önemli olmadığı
vurgulanmıştı. Ancak, denklik aramanın da evliliğin devamı açısından önemli olduğu
ortaya çıkmıştı. Zeyd’den ayrılan Zeyneb binti Cahş, bazı hikmetlere binaen Hz.
Peygamber’le Allah tarafından evlendirilmişti. Hz. Zeyneb’in, Rasûlullah ile olan
evliliğini anlayabilmek için tarihi ve sosyolojik bazı gerçekleri çok iyi bilmek
gerekir. Aksi takdirde yanlış bir değerlendirme yapılabilir. Gerçi bu anlayış, bütün
tarihi olaylar için geçerlidir. Fakat, burada daha bir önem kazanmaktadır. Çünkü;
eskiden beri yerleşmiş olan ve neredeyse bir din haline gelen âdetlerin kaldırılması
söz konusudur. 257
Hadisler toplumu yönlendirmektedir. Ancak, bazen toplum kendi yaşantısını
ve doğrularını hadis haline getirmek isteyebilir. Gerçekten inanmış, samimi bir
mümin için insanları ayırt etmek yanlış bir şeydir. Yani, üstünlük ancak takvadadır.
Yalnız toplumun farklı duygu ve düşünceler içerisinde bulunabileceğini, dinin bazı
tavsiyelerine zaman zama uyulmadığını ve bundan dolayı evlerin dağıldığını,
çiftlerin mutsuz olduğunu düşünürsek, insanlar o zaman kendi istekleri
doğrultusunda örf ve âdetler oluştururlar ve bunu da dinleştirmeye çalışırlar. İşte
aşağıya kaydedeceğimiz rivâyet, böyle bir durumu apaçık ortaya koymaktadır.
257
Bu konuda bkz. Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına Cevaplar, s.101-134;
Kazıcı, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, s. 230-253.
74
Rivâyete göre: “Kadınlar ancak dengiyle nikah edilir, kadınları ancak velileri
evlendirebilir, on dirhemden az mehir olmaz.” 258 Oysa ki denk olmayan kişilerin de
evlenebileceğini, bunun dinen haram olmadığını, denkliğin gözetilmesinin evliliğin
devamı için önemli olduğunu gösteren rivâyetleri yukarıda kaydetmiştik. Allah
Rasulü’ne atfedilen, ancak ilim adamlarımızın tespitlerine göre, bir mesleği öven ya
da kötüleyen rivâyetlerin uydurma olabileceği 259 tezine tam uyan bir rivâyette de;
“Tevhit ehlinden hür olanların tamamı, köle, hacamat yapan, dokumacılık ve
bakkallık yapanlar hariç, denktir (eşittir)” 260 denilerek, o devirde bile denkliğin
önemsendiği, bazı kişi ve sınıfların daha üstün görüldüğü ortaya konulmaktadır.
Denklik aranırken genellikle erkek açısından değerlendirilerek, erkeğin
kadından sosyal ekonomik vs. bakımından aşağı statüde olmaması konusunda
hassasiyet gösterilmektedir. 261 Bu da Anadolu halkının dinî yönden bilgilendiği
eserlerden kaynaklanmaktadır. Bu eserlerden birisi olan Marifetnâme'de Erzurumlu
İbrahim Hakkı, denklik ile ilgili; “Erkeğin, kadının kötü bakışlarından emin olması
için şeref, mal, yaş ve boyda kadından üstün olması, kadının ise nişanlanmak için
erkekte din, güzellik ve cömertlik araması gerekir” 262 diyerek bu konuya temas
etmiştir. Eğer bu, insanların psikolojik olarak baskı altında kalmaması için düşünülen
ve uygulanan bir adetse, kadın açısından da aynı şey söz konusudur. Kadın,
ekonomik ve sosyal bakımdan eşinden aşağı bir durumda ise aynı ezikliği ve
psikolojik baskıyı hissedecektir. Eğer bir denklik aranacaksa, her iki eş için de aynı
şekilde aranmalı ya da bu konu bir problem olarak görülmeyip herkes istediğiyle
evlenebilmelidir. Yapılması gereken şey, bunun kaldırılması değil, sevenlerin
ayrılması ve ailelerin yıkılmasını sağlayacak bir anlayış olmaktan çıkarılması için
toplumun bilinçlendirilmesi olmalıdır.
Ailelerin dağılması, çocukların annesiz ve babasız kalması dinin istemediği
bir durumdur. Eş seçiminde denklik aranması insanları sınıflandırmak gibi görülse
258
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 263.; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 140.
259
Kandemir, Mevzu Hadisler, 61-65; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, 81-83.
260
er-Rebî, Müsnedü’r-Rebî, I, 207, no: 513.
261
Delaney, Tohum ve Toprak, s. 131.
262
İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, s. 708.
75
de, ailelerin devamına katkı sağladığı için Anadolu toplumu tarafından kabul görmüş
ve bir örf âdet haline gelmiştir. 263
3. KIZ İSTEME
Kız isteme yani dünür gitme ile ilgili bir çok âdet vardır. Biz bunların
tamamını zikretmeyeceğiz. Öncelikle Müslüman Anadolu toplumunda kız istemeyle
ilgili genel bilgi verdikten sonra konuyu dört alt başlık ile ele alacağız.
Hıtbe: Dünür göndermek, evlenmek için bir kimsenin kızını istemektir.
Hıtbe; dünürcülük yapıp, belli bir mehir ile iki tarafın anlaşmasını içeren bir
kavramdır.
bir
264
Dünürcülük yapan kişiye “kayalıkcı” da denilir. 265 Bu aşamada iken
başkasının
dünürcülük
yapması
din
ve
toplum
tarafından
uygun
görülmemektedir. 266
Anadolu’da eş seçimi yapıldıktan sonra, sıra dünürcülük yaparak kızı
ailesinden istemeye gelir. Genellikle, dünürcülük erkek ailesinin kız tarafından
randevu istemesiyle başlar. Kız tarafı çoğunlukla “akşam yemeğinden sonra olmak
üzere” konuklarına, onların bekledikleri randevuyu verir. Kız evinde, sıradan
misafirler için yapılanlardan farklı bir hazırlık vardır. Evin durumuna göre, bu çay
daveti niteliğinde bir hazırlıktır. Genç kız, çok heveskar görünmemek için talimat
alır, güzel, sade bir giyim, hafif makyaj, az takı ile misafiri karşılar. Hal hatır sorma,
havadan sudan konuşmalar ve kahve ikramından sonra asıl konu açılır. Erkek tarafı
bu ziyarete anne, baba, varsa büyük baba, büyük anne; yoksa bir dayı veya amca ve
amca eşleriyle gelirler. Aile büyüklerinden birisi sözü açar ve münasip bir dille kızı
istemeye geldiklerini bildirir. Klasik uygulamada “Allah’ın emri, Peygamberin
kavliyle” diye söz açılır. Kız tarafı, töre gereği “hele bir düşünelim” gibilerinden
olayın üzerine düşmez görünür. Daha sonra cevabı olumluysa damat tarafı yeniden
davet edilir, olumsuz ise bir başkası tarafından durum erkek tarafına bildirilir. Ama,
263
Şener, İslam Hukukunda Örf, s. 108.
264
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 45.
265
Yurt Ans. II, 1065, 1204.
266
el-Buhârî, Sahih, Nikah, 45, (VI, 136).
76
bazen evlenecek gençlerin ve ailelerin önceden anlaşmış olmaları dolayısıyla buna
lüzum görülmez. Yine kız tarafından orada hazır bulunan, özellikle kızın babası, o
yoksa dayısı, amcası vb. “hayırlı olsun, madem çocuklar birbirini istiyor” gibi, bir
ifadeyle damat tarafına kabul ettiklerini bildirirler. Bundan sonra “hayırlı olsun”
temennisiyle tebrikleşilir ve büyüklerin elleri öpülür ve hayırlı dualar ile söz kesme
işi biter. 267 Dünür gitmeyle ilgili Anadolu’nun çeşitli yerlerinde daha özel bazı
uygulamalara rastlanmaktadır. 268
Kız isteme esnasında ağzı laf yapabilen, hatırı sayılır, bu işlerden anlayan
bir erkek bulundurulur ve o kızı ister. Çünkü ikna etmek, kız evinin şüphelerini
gidermek için bu gereklidir. Bu tür bir uygulama Hz. Peygamber zamanında da vardı.
Hadisi Şerifte bu konuda şöyle bir örnek mevcuttur: Zeyd b. Eslem, İbn Ömer’in
şöyle dediğini işitmiştir: Doğudan iki adam geldiler ve (kız istemek ile ilgili etkili)
konuştular. Nebî (s.a.v.) bunun üzerine şöyle dedi: “Muhakkak hitabette sihir
vardır.” 269 Bazen etkili bir konuşma, olmayacakmış gibi görülen işlerin bile olmasını
sağlayabilir.
Hz. Peygamber'in Hz. Haticeyi istemesi esnasında bugün uygulanana yakın
adetler görülmektedir. Hz. Hatice’nin babası ficar harbinde öldüğü için onun
nikahlanma işini amcası Amr b. Esed üstlenmişti. Adete göre bu nikahın onun
tarafından kıyılması gerekiyordu. Bununla beraber bu nikahın gerçekten Amr
tarafından mı? yoksa bir başkası (Varaka b. Nevfel) tarafından mı kıyıldığı
konusunda rivâyetler farklıdır. Ancak her halde Hz. Hatice’nin (r.a.) nikahında bir
erkeğin bulunduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda kaydettiğimiz gibi, kız isteme
esnasında her iki tarafı temsil eden erkekler tarafından kendi çocuklarının meziyetleri
sayılır. Hz. Peygamber’in dünürcülük olayında da böyle bir uygulama ile
karşılaşılmaktadır. Buna göre Ebû Tâlib ayağa kalkarak, âdet üzere kadın ailesinin
267
Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk
Töresi), s.35-36; Muratoğlu, Kalafat, Türkeroğlu, Türk Halk İnançları, s.46; Abdülaziz Bey,
Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, 106-109; Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine
Mukayeseli Malzeme, s. 8-62; Yurt Ans. I, 235; II, 1363. Uğur, İçel Folkloru II, s.14.
268
Yurt Ans. I, 149, 312, 393, 678; II, 1424; Koşay, a.g.e., s. 10-12; Ayrıca bkz. Güngör, Gagauz
Türkleri, s.26.
269
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 47, (VI, 137).
77
reisinden izin istemiş ve bir konuşma yapmıştır. O konuşmasında, Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) hiç bir Mekkeli gençte bulunmayan meziyetlerini sıralamıştır. Onun zengin
olmadığını, fakat zenginliğin gelip geçici olduğunu, tarafların bir birilerini çok
sevdiklerini, iyi anlaştıklarını, bu sebeple onları evlendirmenin uygun olacağını
belirtmiştir. Bunun üzerine Varaka b. Nevfel bu teklifi destekleyerek şöyle demiştir:
“Muhammed cins bir deve gibidir, çökmesi için burnunun üstüne bir sopayla
vurmaya gerek yoktur.” O esnada sarhoş ve mahmur bir halde orada bulunan Hz.
Hatice’nin (r.a.) amcası Amr b. Esed, hiç bir şeyin farkında değildi. Olan olaylara da
ses çıkarmadığı için kabul manasına gelir diyerek, nikah muamelesine geçilmiştir.
Adet olduğu üzere alkış ve tebrikler arasında davetliler, eşlerin başlarına atılan kuru
hurma ve şekerleri almaya çalışmışlardı. 270 Akşama doğru uyanan amca,
gördüklerinin ne olduğunu sormuş, Hz. Hatice de “Bugün beni şehrin ileri gelenleri
huzurunda Abdullah’ın oğlu Muhammed’le evlendirdin.” demiştir. 271
Hz. Hatice dünürcülük konusunda o zamana kadar uygulanan adetlerin
tersine bir davranış sergilemiştir. Çünkü evlenme talebinin âdet gereği erkek
tarafından gelmesi gerekirken, bu talep kadın tarafından gelmiştir. Böylece bu
konudaki eski adete aykırı davranıldığı bilinmektedir. Bununla beraber, Hz.
Hatice’nin evlenme teklifinin gerçekleşmesiyle ilgili farklı bilgiler mevcuttur.
Evlenme teklifini Hz. Hatice'nin veya Hz. Peygamber'in yaptığı belirtilmektedir. 272
Hz. Peygamber'in sünnetini kendisine rehber edinen Anadolu toplumunda evlenme
teklifi, erkek tarafından yapılmaktadır. Bunun için de dünürcülük olayına kız isteme
denilmiştir. Ancak günümüzde evlilik teklifi her iki cins tarafından da yapılmakla
birlikte, yine de örf ve âdetlerimizin etkisiyle, âdeten de olsa, erkek tarafı kız
istemeye gidip yukarıda kaydettiğimiz şekilde bir tören uygulamaktadır. Kadının
erkeğe evlilik teklif etmesi, erkeğe beslenen aşırı sevgi ve arzunun sonucu olarak
270
"Adet olduğu üzere alkış ve tebrikler arasında davetliler, eşlerin başlarına atılan kuru hurma ve
şekerleri almaya çalışmışlardı" cümlesi sadece Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 58'
de mevcut olup başka yerde bu cümleye rastlayamadık.
271
İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 131-133; ez-Zübeyrî, el-Müntehab min Kitâbi Ezvâci'n-Nebî Sallallâhu
Aleyhi ve Selam, s. 25; Ayrıca Bkz. Srıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesaji, s.68-70.
272
Ibn Sad, et-Tabakât, I, 130.
78
kendisini göstermektedir. 273 Hz. Peygamber zamanında konuyla ilgili şu örneğe
rastlamaktayız: Sâbit’ (r.a.) anlatıyor; “Ben Hz. Enes’in (r.a.) yanındaydım. Onun
yanında bir kızı vardı. Enes dedi ki: “Rasûlullah’a (s.a.v.) bir kadın gelerek nefsini
ona arz etti ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Senin bana ihtiyacın var mı?” dedi. Bunun
üzerine Enes’in kızı: “Bu kadın ne kadar hayasız! Ne ayıp, Ne ayıp!” dedi. Enes:
“Hayır, o senden daha hayırlıdır! Rasûlullah’a rağbet ve arzu duydu ve nefsini ona
arz etti.” buyurdu.” 274 Burada da görüldüğü gibi, aslında toplumumuzda bulunan
uygulamalar asrı saadette görülen adetlerle benzeşmektedir. Anadolu’da dünürcülük
esnasında her iki tarafın da evlenecek çocuklarını övmesi adeti, evlilik teklifinin kız
ya da erkekten gelmesi, aşırı sevgi ve aşk durumlarında evlenme teklifinin kız
tarafından yapılması, dünürcülük esnasında aile büyüğünden birisinin bulunması,
sonuç olumlu ise bunun bir şekilde tatlı şeylerle kutlanması gibi adetler Hz.
Peygamber (s.a.v.) zamanında da aynen görülmekteydi.
3.1. Dünürcülükte Kızın Saçına ve Yüzüne Bakmak
Evlilik büyük sorumluluk gerektiren ve ciddiyet isteyen, insanın hayatındaki
en önemli kararlardan birisidir. Onun için her iki tarafın da bir diğerini seçerken her
yönüyle kendine uygun, anlaşabileceği ve gönlünün ona ısınacağı birisini seçmesi
gerekir. Bu da taraflara birbirini tanıma ve düşünme fırsatı verilmesiyle mümkün
olur. Bunu sağlayabilmek için Anadolu toplumunda evlilik öncesi görüşme,
nişanlanma ve bunun devamında bir zaman diliminin olması örf adet haline
gelmiştir. Çoğunlukla nişanlanmadan önce ve nişanlılık döneminde evlenecek
tarafların görüşüp konuşarak güzellik ve huy bakımından bir birini tanımalarına fırsat
verilmektedir. Amasya’da kız beğenme ve dünür gezmesi sırasında erkek tarafı kızı
beğenmişse onu tanımaya, hatta ağzının kokup kokmadığını bile öğrenmeye çalışır.
Sonuçta bu evliliğin iki taraf veya birisi için kötü sonuçlar ortaya çıkaracağı kanaati
oluşursa, hiç tereddüt etmeden bu evlilikten vazgeçilir. Ancak Anadolu’nun bazı
yörelerinde farklı uygulamalara da rastlamak mümkündür. Örneğin Balıkesir’de kız
273
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 1.
274
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 32, (VI, 129); Edeb, 79, VII, 101; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 25, (VI, 7879).
79
verildikten sonra damat adayı düğüne kadar bir daha kızı göremez. Bingöl’de nişanlı
gençler genellikle hiç görüşemezler. Bolu’da da nişanlılık süresince gençlerin
birbirilerini görmeleri hoş karşılanmaz. 275 Bu durum dini duyguları yoğun ailelerde
görülmektedir. Anadolu insanının dini bilgiler açısından beslendiği en önemli kaynak
cami vaazlarıdır. Vaizlerin konu hazırlamakta faydalandığı bir vaaz kitabında kadına
bakmanın kötülüğü ile ilgili şu deliller ileri sürülerek, toplum böyle bir şeyden men
edilmiştir:
1.“Ey Muhammed! Mümin erkeklere söyle; gözlerini bakılması yasak
olandan çevirsinler. Mahrem yerlerini korusunlar. Bu onların arınmasını daha iyi
sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mümin kadınlara da söyle;
gözlerini bakılması yasak olandan iffetlerini korusunlar.” 276
2. “Allah bakana da, baktırana da lanet etsin” 277 şekindeki rivayete hadis
kitaplarında rastlayamadık ancak, Osmanlı zamanının en çok okunan tsavvufî
eserlerinden birisi olan Ahmediyye'de aynı anlamı içeren açıklamalar yer
almaktadır. 278
3.Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Aliye hitaben şöyle buyurmuştur: “Ey Ali!
Bakış bakışı izlemesin. İlk bakış sana ait (mübah), sonraki ise sana ait değildir.” 279
4.“ Müslüman bir erkeğin gözü (mahremi veya nikahlısı olmayan) bir
kadının güzelliğine takılır da, sonra (Allah’tan korkarak) gözünü ondan sakınırsa
Allah Teâlâ ona ibâdet sevabı verir.” 280
275
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 1-8; Yurt Ans. I, 484; II, 1205,
1363, 1509.
276
277
Nûr, 30-31.
Emre, Kürsiden Mü’minlere Sohbet ve Nasihatler, III, 157. Ancak böyle bir rivâyete hadis
kitaplarında rastlayamadık.
278
Bkz. Ahmed Mürşidî, Mürşid-i Pend-i Ahmediyye, s.126, 128, 142, 144,145.
279
Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 43, (II, 610), no: 2149.
280
Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşad, VII, 82’den naklen, A.b. Hanbel, Müsned, V, 24 olarak
kaynak verilmiştir, ancak belirtilen eserde böyle bir rivâyete rastlanmamaktadır.
80
5.
“Sizden kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, yanında mahremi
olmayan bir kadınla baş başa kalmasın.” 281 Çünkü bunu yaparsa, üçüncüleri şeytan
olur,” ibaresi sadece et-Tirmizî'nin Sünen'inde yer almıştır. 282
Görüldüğü gibi delil olarak sunulan âyet ve hadislerin, aslında evlenmek
için kendisine eş arayan kimseye hitaben değil de, kötü niyetle, kadınlara bakıp
onları fuhşa teşvik edenlere yönelik olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Buna karşılık
evleneceği bir kadına evlenme niyetiyle helal dairede bakmayı teşvik eden hadisler
daha anlaşılır ve maksadı daha net olarak ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), din yönünden güzel olanı seçmenin daha iyi
olacağını belirtmiştir. Ancak insanların bu konuda itibar ettiği diğer şeyleri de
sıralayarak bunlara dikkat çekmiş 283 ve hadislerde bu hususa işaret edilmiştir.
Bunlardan bazılarını aşağıya kaydedeceğiz:
Câbir’in (r.a.) naklettiği bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Sizden biriniz
bir kadınla evlenmek istediği zaman, onun evlenmeyi teşvik edecek niteliklerine
bakabilirse baksın.” Câbir (r.a.) şöyle diyor: “Bir cariye ile evlenmek istiyordum.
Gizlice onu gözetledim ve evlenmeyi teşvik eden bazı özelliklerini gördüm. Sonra da
onunla evlendim.” 284
İbn Mâce’nin, Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe (v.235)- Hafs b. Gıyâs
(v. 194)- Haccâc b. Ertât b. Sevr en-Nehaî (v. 145)- Muhammed b. Süleyman- Sehl b. Ebî
Hasme b. Sâide- Muhammed b. Mesleme b. Seleme el-Ensârî (v. 43) senediyle
kaydettiğine göre, Muhammed b. Mesleme b. Seleme el-Ensârî:
281
282
283
el-Buhârî, Sahih, Nikah, 111, (VI, 159).
et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 16, (III, 474), no: 1171; Altunkaya, a.g.e., VII, 83-85.
Müslim, Sahih, Rada, 53, (II, 1086); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 2, (II, 539), no: 2047; et-Tirmizî,
Sünen, Nikâh, 4, (III, 396), no: 1086; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 6, (I, 597), no: 1858; A.b. Hanbel,
Müsned, II, 428; III, 80, (VI, 152); İbn Hibbân, Sahih, IX, 344, no: 4036, 4037; Ebû Ya’lâ,
Müsned, II, 292, no: 1012; XI, 451, no: 6578; Abd b. Humeyd, el-Müntehab min Müsned-i Abd b.
Humeyd, s.133, no: 328; s. 304, no: 988.
284
Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 18, (II, 565-566), no: 2082.
81
“Ben bir kadınla evlenmek istedim. Artık ona gizlice bakmanın yollarını
aramaya başladım. Nihâyet, kendisine ait bir hurma bahçesi içinde ona baktım,”
demiş. Sonra kendisine:
-Sen Rasûlullah’ın (s.a.v.) sahabisi olduğun halde bunu nasıl yaparsın!
denilmiş. O da:
-Ben Rasûlullah’tan şöyle buyururken işittim:
-“Allah Teâlâ bir kadınla evlenme isteğini bir adamın kalbine attığı zaman,
artık adamın o kadına bakmasında hiç bir beis yoktur.” diye cevap vermiştir. 285
Bu rivâyetin senedinde bulunan Haccâc İbn Ertâd el-Kûfî (v.h.145) ve Hafs b.
Gıyâs (v.194) zayıf olup, onların tedlis yaptıkları bilinmektedir. 286 Bazı alimlere
göre, tedlis yaptığı söylenenlerin rivâyetleri, sema’ lafzı açık bir şekilde
kullanılmışsa kabul edilir. Bunun aksine, sözü müphem ve tedlis ihtimali mevcut
olan râvîlerin rivâyetleri reddedilir. Bazı alimlere göre ise; sema lafzı ister kullanılsın
ister kullanılmasın reddedilir. 287 Bu rivâyet de an’ane ile aktarılmıştır. Ancak İbn
Hibbân, Sahih’inde başka bir senedle aynı rivâyeti kaydetmiştir. 288
Yine Ebû Hureyre (r.a.), konuyla ilgili olarak şu rivâyeti nakletmiştir:
“Peygamber’in (s.a.v.) yanında idim. Ona bir adam gelerek kendisinin Ensar’dan bir
kadınla evlenmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “O kadına
baktın mı?” diye sordu. Gelen kişi: “Hayır,” dedi. Rasûlullah (s.a.v.): Öyleyse git de
ona bir bak! Çünkü Ensar’ın gözlerinde bir şey vardır,” buyurdu. 289
Sehl b. Sa’d’ın bildirdiğine göre, bir kadın Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek “Yâ
Rasûlullah! Kendimi sana hibe etmeye geldim.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah
285
Ibn Mâce, Sünen, Nikâh, 9, (I, 599), no: 1864
286
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 9, (I, 599). 1864 nolu hadisin açıklaması.
287
İbn Salâh, Ulûmu’l-Hadîs, s. 75; es-Suyûtî, Tedrîbu’r-Râvî, s. 148; Suphi es-Sâlih, Hadis İlimleri
ve Hadis Istılahları, s. 143; Koçyiğit, Hadis Usulü, s. 104; Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri
Sözlüğü, s. 395-397.
288
İbn Hibbân, Sahih, Nikâh, IX, 350, no: 4042.
289
Müslim, Sahih, Nikâh, 74, 75, (II, 1040); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 23, (VI, 77).
82
(s.a.v.), kadına bakarak onu tepeden tırnağa süzdü. Sonra başını eğdi. Kadın,
Rasûlullah’ın kendisi hakkında bir hüküm vermediğini görünce oturdu. Derken
Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabından bir kimse kalkarak “Yâ Rasûlallâh! Eğer senin bu
kadına bir ihtiyacın yoksa, onu benimle evlendiriver!” dedi…” 290
el-Mugîre b. Şu’be (r.a.) şöyle demiştir: Ben Peygamber’in yanına vararak,
nikahlamak istediğim bir kadını ona anlattım. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Git o kadına
bak. Çünkü bakman, (evlendiğiniz zaman) aranızda ülfet ve sevginin devam etmesi
için daha uygundur.” dedi. Bunun üzerine ben, Ensâr’dan bir kadınla gidip onu
babası ile annesinden istedim. Ve Peygamber’in (s.a.v.), evlenilecek kızı görmekle
ilgili buyruğunu onlara bildirdim. Bana öyle geliyor ki kızın anne ve babası, kızı
görmek istememden hoşlanmadılar. el-Muğîre dedi ki: Kız, örtüsü içinde olduğu
halde konuşmayı işitti ve bana hitaben: “Eğer Allah Rasûlü senin bakmanı
emretmişse bak. Aksi takdirde, Allah’a yemin ederek, senin bana bakmamanı
isterim.” dedi. Zannımca; benim ona bakmam, kızın ağırına gitti. el-Muğîra (r.a.):
“Sonra ben ona baktım ve onunla evlendim.” demiştir. Ravî; el-Muğîra’nın bu kızla
evlendikten sonra, aralarındaki uyum ve anlaşmadan
çok memnun olduğunu
söylemiştir.” 291 Kadının mahrem yerlerine bakılmak istendiğinde, araya bir kadın
konmalıdır. Nitekim; Allah Rasûlü (s.a.v.) Ümmü Süleym’i, bir kadını görmesi için
yollayarak “Ökçelerine bak ve yakalarını kokla” bir diğer rivâyette de“ön dişlerini
kokla” diye talimat vermiştir. 292
Ortaya çıktığı toplumun düşünce dünyasını ortaya koyması açısından
önemli olan mevzû bir rivâyette de “Sizden birisi bir kadınla evleneceği zaman, onun
yüz güzelliğini sorduğu gibi saçını da sorsun. Çünkü saç, güzellik veren iki şeyden
birisidir.” 293 denilmektedir.
290
Müslim, Sahih, Nikâh, 76, (II, 1040-1041).
291
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 9, (I, 600), no. 1866;ayrıca bu konuda bkz. en-Nesaî, Sünen, Nikah, 17,
(VI, 69); A.b. Hanbel, Müsned, IV, 244; İbn Hibbân, Sahih, IX, 351, no: 4043; el-Beyhakî, Sünen,
VII, 84, no: 13268; et-Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, XX, 434, no: 1055, 1056; ed-Dârekutnî, Sünen,
III, 252, no: 31.
292
el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 276.
293
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 262;es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 139.
83
Dört mezhep imamına göre de evlenilecek kızın yüzüne bakmak gerekir.
Çünkü Peygamber (s.a.v.) evlenilmek istenen kadına bakmaya mutlak suretle izin
vermiş ve bu hususta kadından müsaade almayı şart koşmamıştır. Zaten kadın
genellikle bu izinden utanır. Bakan kimsenin o kadını beğenmeme ihtimali de vardır.
İzin şart koşulduğu takdirde beğenilmeyen kadın gücenir. Onun içindir ki, alimlerden
bazıları, kadına dünür göndermeden önce onu görmenin ve ona bakmanın müstehab
olduğunu söylemişlerdir. Eğer bir erkek, dünür gönderip de kadını beğenmez ve
onunla evlenmezse, kadının gücenebileceğine dikkat çekmişlerdir. 294
Düğünden önce tarafların birbirlerini görüp tanıması konusunda İslam’ın
getirdiği uygulama, hem aşırılıktan uzak hem de maksadın gerçekleşmesi için daha
uygundur. Evlenmek isteyenlerin, beraberlik ve mutluluklarına katkısı bulunur
düşüncesiyle, yanlarında veya yakınlarında üçüncü bir şahsı bulundurarak, konuşup
anlaşmasına izin verilmiş, hatta bu teşvik edilmiştir. Yukarıda kaydettiğimiz hadise
göre, Sahabeden biri, bir kadınla evlenmek istemiş, Rasûlullah da kendisine, kadını
görüp görmediğini sormuştur. Görmedim, cevabını alınca da “Onu gör, çünkü bu
ileride mutlu olmanız için en iyisidir.”
295
buyurarak, günümüzdeki âdetlere zemin
hazırlamıştır. Burada maksat, evlenecek kişilerin birbirini tanımasıdır. Ancak; bu
fırsatı değerlendirerek ileri gitmek yasaktır ve bunun için yanlarında birilerinin
bulunması ya da topluluk içerisinde, kuytu yerlere gitmeden, bu görüşmenin
gerçekleşmesi sağlanmalıdır.
3.2. Dünürcü Üzerine Dünürcü Gitmek
Anadolu’nun bütün yörelerinde bulunan güzel adetlerden birisi de dünürcü
üzerine dünürcülük yapılmamasıdır. Böyle bir şey, toplum tarafından ayıp karşılanıp
kınanır ve ailelerin arasını açarak düşmanlık duygularının kabarmasına neden olur.
Eğer böyle bir durum olacaksa kız ile ya da kızın annesiyle gizlice konuşularak
kendilerinin de o kızı isteme eğiliminde oldukları duyurulur. O dünürcülük
sonuçlanıncaya kadar başka birileri tarafından dünürcülük yapılmaz. İşte; İslam
294
Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 271.
295
en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 17, (VI, 69).
84
kültürüyle yoğrulmuş Anadolu insanının bu güzel davranışı, kaynağını Peygamber
terbiyesinden almıştır. İslam’ın kazandırdığı güzel bir davranış olarak da Anadolu’da
adet haline gelmiştir.
Câhiliye devrinde evlenme konusunda rekabet yapılırdı. Bir kimsenin
evlenmek istediği bir kadınla evlenebilmek için, ilk isteyen şahıs ilgisini kesmeden,
çeşitli yollara başvurularak, bu kadına talip olunurdu. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu
durumu şiddetle yasaklayarak “sizden biriniz, kardeşinin evlenme teklifi bitmeden
aynı kadına evlenme teklifinde bulunmasın” buyurmuştur. 296
Hz. Peygamber (s.a.v.), toplumsal hayatta her zaman önemli bir yer tutan
kız isteme adetinin, başkalarını da ilgilendiren, belli başlı kurallarını belirlemiştir.
İnsanlar arasında kırıcı olmaması için, en uygun olan yöntemi tavsiye etmiş ve
hadisleriyle insanları daha mutlu bir hayata yönlendirmiştir. Ebû Hureyre’nin (r.a.)
rivâyet ettiği bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse, (din) kardeşinin bir kadına evlenmek için istekli çıkması üzerine o
kadına talip olmasın.” 297 İbn Hibbân’ın kaydettiği bir rivâyette fazlalık olarak “tâki
evlenene ya da vazgeçinceye kadar” ibaresi yer almaktadır. 298 Ancak bunun;
dünürcülüğün yapılıp mehrin belirlenmesinden ve her iki tarafında bu mehr üzerinde
anlaşmasından sonraki aşamayı içerdiği belirtilmektedir. 299 İmam Şâfi’ye göre,
konuyla ilgili hadisin manası; “Bir adam bir kadını isteyince, kadın razı olup ona
meylederse, bir başkasının o kızı istemeye artık hakkı yoktur. Eğer kızın rızasını
veya meylettiğini bilmezse, o zaman isteyebilir.” Şâfi’nin bu yorumuna delil, Fâtıma
296
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 45, (VI, 136); Müslim, Sahih, Nikâh, 49-56, (II, 1032-1034); Ebû Davud,
Sünen, Nikâh, 16-17, (II, 564-565), no: 2080, 2081; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 38, (III, 440), no:
1134, 1135; en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 20, (VI, 71-73); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 10, (I, 600), no:
1867-1869; Ayrıca bu konuda bkz. Ateş, İslam’a Göre Câhiliye Ve Ehli Kitab Örf ve âdetleri, s.
283.
297
Müslim, Sahih, Nikâh, 51, 52, 53, 54, (II, 1033); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 16-17, (II, 565), no:
2080, 2081; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 1, (II, 523); A.b. Hanbel, Müsned, II, 42, 394, 487; İbn Mâce
Sünen, Nikâh, 10, (I, 600), no: 1867, 1868; İbn Hibbân, Sahih, IX, 352, no: 4046; IX, 355, no:
4048; IX, 358, no: 4050; Ayrıca el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid isimli eserinde bu tür rivâyetleri
bir araya getirmiştir. IV, 276.
298
İbn Hibbân, Sahih, IX, 358, no: 4050
299
İbn ü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 45.
85
b. Kays’ın kıssasıdır. Çünkü bahsedilen rivâyette o, kendisini iki kişinin talep ettiğini
söylerken, bunlardan birine meylettiğini söylememiştir. Eğer böyle bir şey
söyleseydi; Hz. Peygamber (s.a.v.), ona razı olduğunun dışında üçüncü bir şahıs
göstermezdi.” 300
İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘Bir kısmınızın
diğerinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasını ve din kardeşinin dünürcülük yaptığı
bir kıza dünürcü göndermesini menetti. Tâ ki o kardeşi, kız istemeyi terk edinceye ya
da kızı isteyebilmesi için ona izin verinceye kadar.’” 301 Başka bir Hadiste de; “Bir
kişi bir kızı istediğinde, onunla evleninceye ya da onu terk edinceye kadar başkası o
kıza dünürcü göndermesin.” buyurulmuştur. 302
Ebû Hureyre’nin (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Bir kişi, din
kardeşinin dünürçülüğünün üzerine dünürçü göndermez. Din kardeşinin pazarlığı
üzerine pazarlık etmez. Kadın, halasının ve teyzesinin üzerine nikah edilemez.
Kadın, kız kardeşinin kocasıyla evlenmek isteyerek kardeşinin ondan boşanmasını
isteyemez. Kadın, isteyene varmalıdır. Onun nasibi ancak Allah’ın kendisine takdir
ettiği şeydir.” buyurmuştur. 303
Kaydedildiğine göre, dünürcü üzerine dünürcü gönderme hakkındaki yasak,
bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından nesh edilmiştir. Muâviye ile Ebû Cehm
(r.a.), Fâtıma binti Kays ile evlenmek istemişler; Rasûlullah da (s.a.v.) ona Hz.
Usâme ile evlenmesini teklif etmişti. Fakat fakihlere göre, Rasûlullah’ın (s.a.v.) bu
dünürçülüğü nehiyden önceye aittir. Çünkü bu konudaki yasaklama mensuh değildir.
Nevevî de: “Bu hadisler, din kardeşinin dünürcülüğü üzerine dünürcü göndermenin
haram kılındığını gösteren açık delillerdir.” demiştir. Eğer kız tarafı açıkça kabul
edip, kızı isteyen de vazgeçmeyip, başkasına onu istemek için izin vermemişse, bir
kişinin o kıza dünür göndermesi bütün alimlere göre haramdır. Bu takdirde; o kızı
300
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 38, (III, 440), no: 1134.
301
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 45, (VI, 136); Müslim, Sahih, Nikâh, 49-56, (II, 1032-1033); et-Tirmizî,
Sünen, Nikâh, 38, (III, 440-441), no: 1134; Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 16-17, (II, 564-565), no:
2080, 2081; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 1, (II, 523); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 19, (VI, 71).
302
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 46, (VI, 137).
303
Müslim, Sahih, Nikâh, 38, (II, 1029); Nikâh, 50, (II, 1032).
86
isteyip evlenirse âsî olur. Fakat nikah sahih olup, fesh edilemez. Bazıları hadisteki
yasaklamayı, kadının birinci talibi ile evlenmeye rıza göstermesi haline
atfetmişlerdir. Şu halde; iki taraf rıza gösterip mehir üzerinde anlaşmaya varmadıkça,
başkasının bu kadını istemesinde bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. 304 Ancak yine de,
toplum arasında bir buğz ve nefrete yol açmamak için, dünürcülük sonuçlanmadan
bir başkasının yeni teklifle kız tarafına gitmesi, Anadolu toplumu tarafından hoş
karşılanmamaktadır. Toplumun bu adeti, yukarıda kaydettiğimiz rivâyetler ışığında
ortaya çıkmış olup, örf ve âdetlerin kaynağı hakkında açık bilgi vermektedir.
3.3. Dünürcülükte Kız Evinde Bir Erkeğin Bulunması
Kız isteme merasimi genellikle önce kadınlar arasında başlasa da resmiyete
döküldüğünde erkekler tarafından gerçekleştirilmektedir. Anadolu’da uygulanış
şeklindeki küçük farklılıklarla birlikte;
aynı adet, öz olarak her tarafta geçerlidir.
Adete göre; önce, damat adayının annesi ve akrabasından olan kadınlar dünürcü
giderler. Daha sonra da babası ve erkek yakınları, köyün imamı, ya da söz sahibi
birileriyle birlikte kız istemeye gider. Önce kadınlar arasında yapılan konuşmalarda
eğilim olumlu ise, erkekler devreye girer. Bu arada kızın annesi, kız ve babasıyla
konuşarak onların görüşlerini alır. Kızın isteği varsa; siz bilirsiniz, annem ve babam
bilir, şeklinde cevap verir. Eğer isteği yoksa; ya açıkça isteksizliğini söyler, ya da
ağlayarak tepki verir. Yine de son istemede kız ve erkek tarafından, babalar ya da
akrabadan birer erkek dünürcülük töreninde bulunarak kararı açıklarlar. Dünürcülük
esnasında, iki taraftan da önemli ve güzel konuşmalar yapılır. Kız tarafı kızını, oğlan
tarafı da oğlunu över. 305 Farklı uygulmalarla karşılaşmak da mümkündür. 306
Anadolu’da bu şekilde olan adetler, hadisler tarafından da desteklenmektedir.
Nitekim, Hz. Peygamber: “Veli(den izin)siz hiç bir nikah olamaz.” 307 “Kadın kadının
nikahını kıyamaz. Kadın kendi nefsinin nikahını da kıyamaz. Çünkü, şüphesiz zâniye
304
Bkz. Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 251-252.
305
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 9; Yurt Ans. I, 393; 484; 678.
306
Yurt Ans. II, 1204.
307
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 14, (I, 605), no: 1880.
87
kadın, kendi nefsinin nikahını kıyan kadındır.” 308 “Talak, ancak nikahtan sonra
mümkün olur; zıhar da ancak nikahtan sonra mümkün olur. Köleyi âzad etmek, ona
sahip olduktan sonra mümkündür. Nikah da ancak veli ile gerçekleşir, mehir
verilmesiyle ya da belirlenmesiyle gerçekleşmiş olur.” 309buyurmuştur.
Hadislerin işaret ettiği bu adetin Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında
uygulamaları oldukça fazladır. Biz burada bir kaç tanesini kaydederek aradaki yakın
ilişkiye işaret etmek istiyoruz.
Dünürcülük esnasında bir erkeğin bulundurulması adeti, Hz. Peygamber
(s.a.v.) zamanında da vardı. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Hz. Hatice’ye (r.a.)
dünürcülüğü esnasında Hz. Hatice’nin (r.a.) babası olmadığı için amcası çağrılmış ve
son söz olarak onun “verdim” demesi ya da onun huzurunda anlaşma sağlanması
istenmiş ve böyle de gerçekleştirilmiştir. 310 İbn Ömer (r.a.) de; “Osman b. Maz’un
vefat ettiği zaman geride yetim bir kız bırakmıştı. Kızın amcası olan dayım Kudâme
(b. Maz’un) ona danışmadan nikahını bana yaptı. Bu iş, kızın babasının ölümünden
sonra oldu. Kız, amcasının yaptığı bu nikah işinden hoşlanmadı ve el-Muğîre b.
Şu’be ile evlendirilmesini istedi. Sonra, amcası onu el-Muğîre ile evlendirdi.”
demiştir. 311 Bu evliliklerde kızı, babası olmadığı için, âdete göre yine akrabasından
bir erkek evlendirmiştir.
Hz. Aişe’den (r.a.) rivâyet edilen bir hadise göre Rasûlullah (s.a.v.): “Bir
kadının nikahının kıyılmasına velisi izin vermemişse, onun nikahı batıldır, onun
nikahı batıldır, onun nikahı batıldır. (Veliden izinsiz kıyılan nikahtan) Sonra; eğer
kocası onunla cinsel temasta bulunursa, bu teması nedeniyle, ona mehrinin ödenmesi
gerekir. Eğer veliler, (kadının nikahını engelleyecek derecede evlendirme işinde)
ihtilafa düşerlerse, artık sultan, hiç bir velisi olmayanın velisidir,” buyurmuştur. 312
308
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 14, (I, 605), no: 1881; el-Beyhakî, Sünen, VII, 110, no. 13410, 13412,
13413; VIII, 343, no: 17468.
309
er-Rebî, Müsnedü’r-Rebî, I, 206, no: 510.
310
İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 131-133; Ayrıca bkz. Kara Davud, Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davud,s.
420-421.
311
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 14, (I, 604), no: 1878.
312
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 15, (I, 605), no: 1879.
88
Burada, kız kaçırarak evlenmeye de işaret edilmiştir. Toplum böyle bir evliliği hoş
karşılamamaktadır. Çünkü anne ve babanın rızasını almak, onları üzmemek takdir
edilecek bir davranıştır. Yukarıdaki rivâyette kız kaçırma şekliyle olan evlenmenin
resmi nikah yapıldığı takdirde haram olmadığı vurgulanmıştır. Ancak mükemmel
olanın anne ve babanın da rızası alınarak yapılan evlilik olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Hatice’nin babası ficar harbinde öldüğü için, onun nikahlanma işini
amcası Amr b. Esed’in üstlenmesi gerekiyordu. Adete göre; bu nikahın onun
tarafından kıyılması gerekiyordu. Bununla beraber, bu nikahın gerçekten Amr
tarafından mı; yoksa bir başkası (Varaka b. Nevfel) tarafından mı kıyıldığı
konusunda rivâyetler farklıdır. Ancak her halde, Hz. Hatice’nin (r.a.) nikahında bir
erkeğin bulunması gereği anlaşılmaktadır. Yukarıda kaydettiğimiz gibi, kız isteme
esnasında her iki tarafı temsil eden erkekler tarafından kendi çocuklarının meziyetleri
sayılır.
Hz.
Peygamber’in
dünürcülüğünde
de
böyle
bir
uygulama
ile
karşılaşılmaktadır. Buna göre; Ebû Tâlib ayağa kalkarak adet üzere kadın ailesinin
reisinden izin isteyip bir konuşma yapmıştır. O konuşmasında Hz. Muhammed’in
(s.a.v.), hiç bir Mekkeli gençte bulunmayan meziyetlerinden bahsederek, onun
zengin olmadığını, fakat zenginliğin gelip geçici olduğunu, tarafların birbirlerini çok
sevdiklerini, iyi anlaştıklarını, bu sebeple onları evlendirmenin uygun olacağını
belirtmiştir. Bunun üzerine Varaka b. Nevfel, bu teklifi destekleyerek şöyle demiştir:
“Muhammed cins bir deve gibidir, çökmesi için burnunun üstüne bir çubukla
vurmaya gerek yoktur.” O esnada sarhoş ve mahmur bir halde orada bulunan Hz.
Hatice’nin (r.a.) amcası Amr b. Esed, hiç bir şeyin farkında değildi. Olan olaylara da
ses çıkarmadığı için “kabul” manasına gelir denilerek nikah muamelesine geçilmiştir.
Akşama doğru uyanan amca gördüklerinin ne olduğunu sorunca, Hz. Hatice; “Bugün
beni şehrin ileri gelenleri huzurunda Abdullah’ın oğlu Muhammed’le evlendirdin.”
demiştir. Buna itiraz eden amca ile yeğeni Hz. Hatice arasında bazı konuşmalar
gerçekleşmiştir. 313
Konumuzla ilgili tipik örneklerden birisi de Ümmü Seleme’nin (r.a.)
rivâyetidir: “Onun iddeti sona erince Hz. Ebû Bekir (r.a.) bir elçi göndererek onu
istetti (evlenme teklif etti). Ümmü Seleme bu teklifi kabul etmedi. Derken,
313
İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 131-133.
89
Rasulullah (s.a.v.) Hz. Ömer’i (r.a.) ona göndererek, kendisi için istetti. Ümmü
seleme, Ömer’e: “Rasûlullah’a haber ver. Ben çok kıskanç bir kadınım. Ayrıca
benim çok çocuğum var, bir de velilerimden hiç birisi burada hazır değil!” dedi. O da
gidip Rasulullah’a aktardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ömer’e: “Ona dön ve kendisine
şöyle de: “Kıskançlığına gelince senden onu gidermesi için Allah’a dua edeceğim.
Çocuklarına gelince, onların himayesi de görülecektir. Velilerin meselesine gelince,
onlardan burada olan ya da olmayan hiç kimse bu evliliğe karşı çıkmayacaktır”
buyurdular. Bunun üzerine oğluna: “Ey Ömer! Kalk. Rasûlullah ile beni nikahla”
dedi. O da nikahladı.” 314
Hz. Peygamber zamanında, evlendirme konusunda yaygın olan bu adetin
dışında bazı farklı uygulamalar da vardı. Dul kadın kendisinin evlendirilmesi
konusunda velisinden izin almaksızın karar verebilmekteydi. Günümüz Anadolu
toplumunda da dul kadın evlenirken,
bakire kızın evlenmesinde olduğu gibi,
babasının birinci derecede söz sahibi olması yerine, Ümmü Seleme gibi kendisi karar
vermekte ve Ümmü Seleme’nin oğluna dediği gibi, formalite olarak ailesini işe
müdahil etmektedir. Ancak kızların evlendirilmesinde bu tür bir şey ayıp olarak
karşılanmakta ve örf adetlere ters olduğu için de kınanmaktadır. Nitekim İbn
Abbas’ın (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.); “Dul kadın kendisini evlendirme
konusunda velisinden daha çok hak sahibidir. Bakireye gelince onun izni istenir.
Onun izni susmasıdır.” buyurmuştur. 315
Evlenme konusunda dul ile bakire kadın aynı şekilde değerlendirilmemiştir.
Birisi kendisini evlendirme konusunda söz sahibi iken, diğerinin izni istenmekte. O
da gönlünün olup olmadığını farklı şekillerde ortaya koymaktadır. Şimdi, toplumun
bu konudaki uygulamasına ve bununla ilgili rivâyetlere geçeceğiz.
3.4. Kızın İzninin Alınması
Kızın izninin alınması konusunu iki bölümde inceleyeceğiz. Çünkü, bakire ile
dul bayanın izni farklıdır. Biri konuşmaya utanırken diğeri fikrini açık açık ifade
314
en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 28, (VI, 81-82).
315
er-Rebî, Müsnedü’r-Rebî, I, 206, no: 511.
90
edebilmektedir. Toplum bunun bilincinde olduğundan tepkileri gerektiği gibi
yorumlamaktadır. Zaten rivâyetlerde de bakire ile dulun izninin farklı olduğu
vurgulanmıştır. Öncelikle bakirenin iznini ele alacağız.
Yukarıda kaydettiğimiz gibi, dünürcülükte ailelerin büyükleri söz sahibidir.
Onlar konuşup anlaşırlar. Ancak, muhakkak evlenecek kızın fikri sorulur ve onun
razı olup olmadığı öğrenilir. Genellikle, kızın istemediği birisine olumlu cevap
verilmez. Anne ve baba verme taraftarı ise, kızlarına bu konuda ne düşündüğünü
sorarlar. Kız, damat adayını beğenmiş ve evlenmeye karar vermişse hiç cevap
vermez. Ancak beğenmemişse, ağlayarak ya da açıkça konuşarak evlenmek
istemediğini ifade eder. Aslında bu, Hz. Peygamber’in hadislerinde de aynen ifade
edilmiştir. Abdullah b. Abbas’ın (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Dul
kadın, kendinin evlenmesi konusunda velisinden daha çok hak sahibidir. Bakirenin
ise, evlendirlmesi hususunda izni istenir.” “Yâ Rasûlullah! (s.a.v.) şüphesiz bakire
konuşmaktan haya eder.” denilince, Hz. peygamber (s.a.v.): “Bakirenin izni onun
susmasıdır,” buyurmuştur.” 316
İbn Büreyde’nin bildirdiğine göre “Bir kız Hz. Peygamber’in yanına
gelerek, “Babam hakirliğini benimle giderip yükselmek için, beni erkek kardeşinin
oğluyla evlendirdi.” diye şikâyette bulunmuş, Hz. Peygamber de, yapılan nikahın
kabul ya da ret işini kıza bırakmıştır. Bunun üzerine kız: “Ben babamın yaptığı işi
kabul ettim. Ancak, babaların böyle yapmaya haklarının olmadığının kadınlarca
bilinmesini istedim.” demiştir.” 317
Anadoluda yaygın olan Hanefî mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam bu
hadisi delil göstererek, velinin dul kadınla akıl baliğ olmuş bakireyi nikaha
zorlayamayacağını savunmuştur. 318 Ona göre akıl baliğ bir kız, velisinin izni
316
Ibn Mâce, Sünen, Nikâh, 11, (I, 601), no: 1870; Ayrıca bu tür rivâyetler için bakınız: Müslim,
Sahih, Nikâh, 64, 65, 66, 67,68, (II, 1036-1037); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 22-23, (II, 573), no:
2092, 2093; Nikâh, 24-25, (II, 2098); et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 18, (III, 416), no: 1108; Mâlik,
Muvatta, Nikâh, 2, (II, 524); ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 13, (II, 460-461), no: 2192, 2196; A.b.
Hanbel, Müsned, VI, 45, 165; İbn Hibbân, Sahih, IX, 398, no: 4088.
317
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 12, (I, 602), no: 1874.
318
ez- Zeylaî, Nasbu’r-Râye li-ehâdîsi’l-Hidâye, III, 182-183.
91
olmaksızın evlense nikahı sahih ve geçerlidir. Hanefilerden İmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed’e göre bu nikah, velinin kabulüne bağlıdır. İmam Şafi, İmam
Mâlik ve İmam Ahmed’e göre ise kadınların ibaresiyle asla nikah geçerli olamaz.
Delilleri: “velisiz nikah olamaz” anlamındaki hadistir. 319
Nikahta velinin şart olup olmama meselesi ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile Şâfiî
bunun şart olduğu görüşündedirler. Onlara göre, velisiz nikah sahih değildir. İmam
Ebû Yusuf’tan bir rivâyete göre veli şarttır. İmam Muhammed, velisiz kıyılan
nikahın velinin rızasına bağlı olarak caiz olduğu görüşündedir. Ebû Sevr’e göre
kadın, velisinin izni ile kendini nikah edebilir. Fakat velisinin izni yoksa nikah caiz
değildir. Hanefîler ve Şâfiîlerden bazılarına göre bakireden izin isteyen, baba veya
dede olursa sukut yeterli, başkaları izin isterse rızasını açıkça sözle ifade etmesi
gerekir. Çünkü kız babası ile dedesinden daha çok utanır. Dul kadının ise, sözle izin
vermesi gerekir. 320
Dul kadının iznine gelince; Baba ya da bir başkası, bakire ya da dul bir
kadını rızası olmadan nikah edemez. Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiğine göre
Nebî (s.a.v.) bu konuda şöyle demiştir: “Dul bir kadın, kendisinin evlendirilmesini
istemedikçe birisine nikah edilemez. Bakire kız ise, izni alınmadıkça nikah edilemez.
Allah Rasûlü’ne (s.a.v.) onun izninin nasıl olduğu sorulunca O (s.a.v.), “Bakirenin
izni susmasıdır” demiştir. 321
“Ensar’dan olan Abdurrahman b. Yezîd ile Mücemmî b. Yezîd (r.a.) isimli
iki kardeşten rivâyet edildiğine göre, Onlardan Hizam isimli bir adam (Hansa
adındaki) kızının nikahını yapmış, sonra kız babasının yaptığı nikah işinden
hoşlanmayarak Rasûlullah’ın (s.a.v.) yanına varıp (durumu) ona anlatmıştır. Bunun
üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) kızın babasının yaptığı nikah işini iptal etmiş, kız da
319
el-Mergınânî, el-Hidâye, I, 196; Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 262.
320
el-Mergînânî, a.g.e., I, 197; Davudoğlu, a.g.e., VII, 264-265.
321
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 41, (VI, 135).
92
bundan sonra Ebû Lübâbe b. Abdi’l-Münzir ile evlenmiştir. Ravi Yahya, o kızın dul
olduğunu anlatmıştır.” 322
Görüldüğü gibi bakire ve dul kadının evlendirilmesinde onların iznini alma
şeklindeki Anadolu’da görülen örf ve âdetler Hz. Peygamber’in hadisleri ve Asr-ı
Saadetin uygulamalarıyla örtüşmektedir. Bu da bize günümüzdeki örf adetler
üzerinde hadisin etkisinin olabileceği kanaatini vermektedir. Din ve örf adet
konusunu işlerken de işaret ettiğimiz gib bir toplumun örf adetleri üzerinde o
toplumun dininin etkili olması zaten beklenen bir sonuçtur. Evlenecek kadın bakire
ya da dul olsun, evlenmeye giden yolda dünürcülükten sonra nişan merasimi
gelmektedir. Şimdi bu konudaki örf adetleri ele alacağız.
4. NİŞANLANMA
Nişan; dünürçülüğün olumlu sonuçlanmasından sonra, evliliğe yönelik
topluma açık olarak yapılan ilk resmi merasimdir. Evlenme yolunda en ciddi adım
olup resmiyet içerir ve bu törenle tarafların evleneceğinin toplumca bilinmesi
hedeflenir. Nişan merasiminin mazisi oldukca eskidir. Örneğin Eski Türklerde
nişanlanma müessesesine önem verilirdi. 323 Evlenmeyi düşünen çiftlerin birbirine
yüzük takarak, mendil vererek nişanlı olduklarını göstermeleri adetten sayılırdı. 324
Nişanlanma, tarafları evlenmeye zorlayıcı bir karakter taşımaktaydı. Hatta kalın
(başlık) tespit edilince, artık evlilik bağı oluşmuş kabul edilirdi. Nişanlılık süresince
kız ve erkek ailesi birbiriyle görüşmekten mümkün oldukça kaçınırlardı. Ancak;
erkekle kız, gündüzleri olmak kaydıyla, görüşebilirlerdi. Her iki taraf da istedikleri
vakit nişanı bozabilirlerdi. Bunun için tazminata gerek yoktu. Ancak, kız ailesi
kendileri için başka bir erkeği reddetti ise, o zaman erkek tarafı tazminat öderdi.
322
Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 25-26, (II, 579), no: 2101; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 14, (II, 461), no:
2197; A.b. Hanbel, Müsned, VI, 328; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 12, (I, 602), no: 1873; Ayrıca bkz.
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 42, (VI, 135); er-Rebî, Müsned, I, 206, no: 512; el-Beyhakî, Sünenü, VII,
119, no: 13464; et-Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, XIX, 446, no: 1084.
323
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.274.
324
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 166.
93
Nişanda mutat olarak verilen hediyeler iade edilmezdi. Nişan, erkek tarafından
bozuldu ise “kalın” geri verilmez, ancak kız tarafı bozdu ise geri verilirdi. 325
Anadolu’da nişan merasimi, aile arasında sadece bir yüzük takma şeklinde
veya bir salonda, kalabalık davetliler huzurunda ve özel hazırlıklar yapılarak olmak
üzere iki şekilde gerçekleştirilmektedir. Yüzük takılması özel bir merasimle yapılır.
Nişan yüzükleri, ince kırmızı bir kurdele ile birbirine bağlanır ve bir tepsi içerisinde
getirilir. 326 Anadolu’da nişan töreniyle ilgili farklı uygulamalar vardır. 327 Ancak biz
burada teferruata girmeyeceğiz.
Yörelere göre farklılıklar olmakla birlikte nişanda erkek tarafının kız
tarafına getirdiği ya da gönderdiği hediye bohçaları vardır. Bunlar, kıza güzel
çamaşırlar, annesine, kardeşine çeşitli eşyaları içeren hediyelerden oluşmaktadır.
Nişan yüzüğü ile birlikte altın kolye, zincir, ufak taşlı bir yüzük vb. hediyeler de
verilmektedir. Erkek tarafı nişanlı kıza iki dînî bayram dolayısıyla, gelinlik görmeye
gider ve hediyeler verir. Süslü koç da verilen hediyeler arasındadır. 328 Nişandan
sonra, damat ve kız evinin arası açılacak olursa nişandaki yiyecek masrafından başka
nişan hediyesi veya yüzüğü geri gönderilir ve bu suretle nişan bozulmuş olur. 329
Nişanlanma, Osmanlıdaki Hukuk-u Aile Kanunu (H.A.K.) ile hukukî bir
müessese olarak kabul edilmiştir. H.A.K.’ın birinci maddesinde; nişanlanmak ile
veya vaat ile nikah kıyılmış olmaz, hükmü vardır. Nişanın bozulması durumunda
mehir olarak verilen malın aynen ya da bedelen geri ödenmesi karara bağlanmıştır.
Sebep olmadan bozulursa tazminat davası açılabilirdi. 20 Nisan 1917 tarihinde İzmir
325
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 12, 60-62. Cin, İslam ve Osmanlı
Hukukunda Evlenme, s.276-277.
326
Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk
Töresi), s. 37-38.
327
Koşay, a.g.e., s. 11-12; Yurt Ans. I, 312, 393, 484 678; II, 1205, 1363, 1427, 1509
328
Uğur, İçel Folkloru II, s.15. Koşay, a.g.e., s. 9-62;Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu,
a.g.e., s. 38.
329
Uğur, İçel Folkloru II, s.15.
94
Şer’iyye mahkemesinde verilen karar bu tazminat davasını tasdik ediyor. Karar
şöyledir: “Davacı olan nişanlı kız, 10 haziran 1916 tarihinde davalı O.Z. ile
nişanlanmıştır. Kız nişandan dolayı, halı dokumakta kullandığı aletini satmış; ancak
bir süre sonra erkek, nişanı sebepsiz olarak bozmuştur. Kız bir dava açarak, aletlerin
satış fiyatıyla yeni aletler satın almak için ödediği meblağ arasındaki fark ve
reddettiği siparişlerden kaybettiği kazanca karşılık olarak 500 TL. Ödenmesini
mahkeme kararıyla hak etmiştir. 330
Anadolu’daki nişan törenlerinde en önce göze çarpan şey, yüzük takma ve
altın mücevher türü hediyelerin geline takdim edilmesidir. Aslında bu; Eski
Türkler’de ve Şamanizm’deki, evlenmeyi düşünen çiftlerin birbirine yüzük takıp
mendil vererek nişanlı sayılmaları adetine dayansa da 331 bu âdet, Hz. Peygamber’in
(s.a.v.) evlenecek kişilere, gelin adayına en azından demirden bir yüzük takmayı
tavsiye etmesiyle, 332 halk arasında daha da kabul görmüştür. Hz. Peygamber’in
maddî ve manevî hatıralarına ayrı bir önem veren Anadolu halkı, yüzük takma
tavsiyesini, eskiden adeti olduğu üzere, hiç bir toplumun ciddiye almadığı kadar
ciddiye almış ve onun için adeta başlı başına bir tören düzenlemiştir. Yüzük takma
töreni nişan merasiminin en önemli aşamasıdır. Nişan töreninde yapılan diğer şeyler,
yani ziyafet verme, eğlence düzenleme, davetiyelerle insanların oraya toplanması,
nişan yüzüğünün takılmasına bir zemin hazırlama olarak değerlendirilebilir. Çünkü;
nişan töreni, yüzüklerin takılmasıyla doruk noktaya ulaşır ve davetliler artık bundan
sonra dağılma aşamasına geçerler. 333 Ayrıca nikahın önemli bir şartı olan mehir
verme uygulaması da, nişanda mücevherler takılarak, örf adet haline getirilmiş ve
böylece nikah töreni, herkes tarafından bilerek veya bilmeyerek dini kalıplara uygun
bir hale sokulmuştur. Bunun gibi, diğer adetlerimizin de kökeni biraz araştırıldığında,
bunların bir dini uygulamanın, yani Hz. Peygamber’in bizlere bıraktığı hatıralardan
birisinin, topluma mal olmuş ve günümüze kadar yaşatılmış bir şekli olduğu
330
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.294.
331
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 166.
332
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 49, (VI, 137).
333
Uğur, İçel Folkloru II, s.13. Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde
Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 38.
95
anlaşılacaktır. Nişan töreninden sonra, evlilik için son hazırlıkların yapılmasına
geçilir. Şimdi bu hazırlıklar ile ilgili adetlere geçeceğiz.
4.1. Evlilik Hazırlığı
Evlenecek gençlerin aile ve yakınları, yeni kurulacak evin ihtiyaçlarını
karşılamayı mukaddes bir görev bilirler. Tarafların hazırlayacakları ihtiyaç listesi,
davetiyelerle birlikte, yakın akraba ve dostlara bildirilir ve onlar güçleri nispetinde
yazılan şeyleri almaya çalışırlar. Hatta, bir kaç akraba birleşerek televizyon,
buzdolabı gibi bir kişiye ağır gelebilecek ihtiyaçları birlikte alırlar. 334
Yeni kurulacak ailenin ev eşyaları, yöresel adetlere göre, kız ve erkek tarafı
arasında paylaşılarak temin edilir. Çukurova yöresinde, genellikle ev eşyalarını
erkek tarafı alır ve kız tarafı hiç karışmaz. Hatta, kız evinde misafirlere ikram
edilecek yemekleri dahi erkek tarafı finanse eder. Bazı yörelerimizde ise bunun tam
tersi bir uygulamaya rastlanmaktadır. Örneğin Muğla ilinde, ev eşyaları kız
tarafından; ev ise erkek tarafından temin edilir. Bu yüzden de evi olmayan gençlere
kız vermek istemezler. Bunun yanında bazı yörelerimizde, eşit bir paylaşımla, yeni
evi kız ve erkek tarafı birlikte döşerler. Ancak günümüzde, ekonomik duruma göre
karşılıklı anlaşarak ayarlanmaktadır. Bazen de evlenecek gençler, eşyalarını
evlendikten sonra kendileri alarak, ailelerini bu işin dışında tutmaktadır.
Çocuklarını evlendirmek isteyen anne ve babalar mutlaka yardımcı olmak
isterler. Hatta bu konuda imkanları zorlayarak, onlara en iyisini yapmak için çareler
ararlar. Kız tarafı, kızının çeyizini daha küçük yaştayken hazırlamaya başlar. Oğlan
tarafı ise her fırsatta oğlunun düğünü için maddi hazırlıklar içerisinde olur. Ona ev
alma, ev eşyalarını döşeme ve sonra da ona layık bir gelin adayı bulma konusunda
anne ve babalar, oldukça istekli davranırlar. Bunu, Allah’ın onlara verdiği bir görev
olarak kabul ederler. Kız tarafı, kızını gelin ederken, gücü yettiği kadar altın takmaya
çalışır. Bu konuda, diğer komşulardan geri kalmamaya önem verirler. Bütün bunlar,
334
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 64; Araz, Günay, Tan, Toygar,
Öksüz, Seyidoğlu, a.g.e., s. 39.
96
dinin bir emri olarak kabul edilmiş ve en azından öyle kabul edilmek istenmiştir. İbn
Arrak’ın Tenzîhu’ş-Şerîa’da kaydettiği: “Kim, oğlunu veya kızını evlendirmek için
bir dirhem harcamada bulunursa, Allah ona, her dirhemi için cennetten bir şehir verir
ve onun her dânik’ı (dirhemin altıda biri) için de bir Hac ve Umre sevabı verir.” 335
şeklindeki rivâyet, o zamanda bile toplumun bu yöndeki isteğini ortaya koyması
açısından önem arz etmektedir. Bu arzu sonucunda da böyle bir davranış, hadis
kalıbına sokularak, Hz. Peygamber’in ifadesi gibi gösterilmiş olabilir. Bazen, bir örf
ve âdeti meşrulaştırmak için rivâyet uydurulduğu, bilinen bir husustur. Bu rivâyetle,
çeyiz
hazırlama
da
diyebileceğimiz
bu
hazırlığın
meşru
gösterilerek
yaygınlaştırılması kast edilmiş olabilir.
4.2. Çeyiz
Çeyiz; evlilik hazırlığının en önemli aşamasıdır. Onunla yeni bir ev kurmak
için ihtiyaçları tamamlama amaçlanmaktadır. Çeyiz, o güne kadar yapılan hazırlıkları
da içerdiğinden anne ve babalar açısından önemlidir. Anne ve babalar; çeyizleri
sergileyerek, çocukları için yapmış oldukları fedakarlıkları, diğer insanlara da
göstermek isterler. Çeyizin hiç olmaması veya az olması, anne ve babaların,
başkaları tarafından ayıplanmasına sebep olur.
Yeni kurulacak ev, düğünden birkaç gün önce düzenlenerek, davetlilerin
ziyaretine açılır. Buna çeyiz gösterme merasimi denir. Yeni eve kız tarafından giden
ilk eşyalar; Kuran, ayna, mum, küçük bir torba pirinç, buğday ve şekerdir. Kuran;
evin inancını, ayna; ferahlığını, mum; evin ışığının ebedi olmasını, pirinç ve buğday;
evin bereketini, şeker ise evin ağız tadını temsil eder. Evin yerleştirilmesi, ailelerin
kadınları tarafından yapılır. Bu aslında, kız çeyizinin erkek tarafına, erkek çeyizinin
de kız tarafına gösterilmesini amaçlar. Ölçülü davranıldığında özel bir keyfi vardır.
Ancak bu, gösteriş ve üstünlük sağlama şekline dönüştürüldüğünde, insanları kırıcı
bir durum alır. 336
335
İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şerîa, Nikah, II, 215.
336
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 64, 98-117; Araz, Günay, Tan,
Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 40.
97
Anadolu toplumunda aileler; çocukların, kendilerine Allah’ın bir emaneti
olduğunu düşünerek, onları yuvadan uçurmak ve yeni bir ev kurmak için çeyiz
hazırlamayı bir görev bilirler. Bu âdet, Hz. Peygamber’in Müslümanlara sunduğu
aile yapısının gereği ve anne - babanın görevi olarak algılanmıştır. Çünkü, Ata İbnu
Yesâr’ın (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Fâtıma’ya çeyiz olarak;
kadife bir örtü, bir su kabı ve içerisi bir çeşit ot ile doldurulmuş bir minder
vermiştir. 337 Kara Davut'un kaydettiğine göre, Hz. Fatıma evlenecek çağa geldiğinde
Hz. Peygamber mahzun bir şekilde: "Fatımanın anası yok. Çeyizini kim
hazırlayıponun evlendirm işini düzenleyecek," 338 demiştir. O’nu örnek alan Anadolu
halkı, yapabildiğinin en iyisini yapmaya çalışmış, Hz. Peygamberin kızına yaptığı
gibi çeyiz hazırlamış, bunu göstermek için de çeyiz görme adeti oluşturmuştur.
Görüldüğü gibi bu âdet de temel olarak Hz. Peygamber’in uygulamasını
andırmaktadır.
Bu bölümün en başından itibaren ele aldığımız konularda örf edetlerle
hadisler arasında büyük bir uygunluk olduğunu gördük. Örneğin, toplumun kadına
bakışının şekillenmesinde, eş seçiminde etkili olan faktörlerin oluşmasında, kız
isteme ve o aşamadaki âdetlerin şekillenmesinde, nişan töreninde yüzük takmanın
öne çıkartılmasında ve evlilik hazırlığı aşamasında yapılan adetlerde hadislerle
paralellik görülmektedir. Bunların rast gele oluşmayıp toplumun dininden etkilendiği
kanaatindeyiz. Meşrulaştırma konusunda da arzettiğimiz gibi zaten Müslüman
toplumda bir edetin varlığını sürdürmesi İslam dinine uygun olmasına en azından ona
ters olmamasına bağlıdır. Yukarıda arzettiğimiz adetlerin tamamı kendilerinde bu
özelliği göstermektedir.
Nişan merasiminden sonra düğün merasimi geldiği için bundan sonraki
bölümde düğün aşamasındaki örf ve âdetleri inceleyeceğiz.
337
en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 81, (VI, 135).
338
Kara Davud, Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davud,s. 489.
98
III. BÖLÜM
DÜĞÜN İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER
Düğün, aile kurmak için yapılan merasimlerin genel adıdır. Düğün süresince
çeşitli etkinlikler düzenlenir. Bayrak asma, ziyafetler züzenleme, gelin süsleme ve
kına gecesi bu etkinliklerden bazılarıdır. Bu bölümde düğün sürsinde icra edilen
adetleri ele alarak bunların hadislerle olan ilişkilerini inceleyeceğiz. Ancak bu
adetlere geçmeden önce, uğruna bu kadar törenler düzenlenen Aile kurumundan
bahsetmek istiyoruz. Aile ile ilgili genel gilgiler verdikten sonra, dügün esnasında
yapılan uygulamaları sırasıyla ele alacağız.
1. AİLE
Aile, akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin oluşturduğu
topluluktur.
339
Aileyi oluşturan fertler zaman zaman değişiklik göstermiştir. Buna
göre de geniş aile ve çekirdek aile diye isimlendirilmiştir. Geniş ailede, bir aile reisi,
eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzeler bulunurken; çekirdek
ailede karı koca ile çocuklar bulunmaktadır.
Ailedeki hakimiyet baba ya da anneye aid olabilir. Babanın egemenliğine
dayanan aileye ataerkil, annenin hakimiyetine dayanan aileye ise anaerkil aile denir.
Anaerkil ailelere çok az rastlanırken, ataerkil aile biçimi daha yaygındır.
Anadolu'nun bugünkü aile yapısında etkisi olan Eski Türk toplumunda, ataerkil aile
türü görülmekteydi. Ancak, Türklerdeki bu ataerkil aile, Yahudilerde veya Roma
toplumunda olduğu gibi aile reisine geniş yetkiler veren, eş ve çocukları adeta bir
mülkiyet ilişkisiyle babaya bağlayan bir kurum değildi. İlk zamanlarda, göçebe ve
genellikle savaşçı bir toplum olmanın gereği olarak, erkeğin aile içerisindeki yeri
kadına göre daha önemliydi. 340
Eski Türk ailesi, geniş aile şeklinde görülse de aslında küçük aile tipine
daha uygundur. Çünkü Türk ailesi, geniş aile tiplerinden olan Eski Yunandaki
339
340
Aydın, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Aile Maddesi, I, 196.
Bu konuda bkz. Aydın, a.g.e., I, 196 vd
99
“Genose”, Romadaki “Gens” ve başka bir geniş aile olan “Zadruga” 341ya
benzememektedir. Bu tip ailelerde çocuklar, mülk ve söz hakkından yoksundular.
Türkler’deki
gelişmiş çoban ailesinde ise ortaklık, yalnız otlaklar ve hayvan
sürülerindeydi. 342
Günümüzde de Anadolu’da aile, çoğunlukla çekirdek aile şeklinde teşekkül
etmektedir. Doğu bölgelerinde yer yer geniş aile şekline de rastlanmaktadır. Ancak
çekirdek aileye doğru bir yönelişin olması ve hedef olarak çekirdek ailenin kabul
edilmesi, bu yöndeki isteği ortaya koymaktadır. Bazı yörelerimizde, ayrı bir ev
tutmayan ya da evi olmayan gençlere kız verilmemesi, çekirdek ailenin Anadolu’da
kabul gören bir model olduğunu göstermektedir.
İslam’da aileye, Hıristiyanlık’ta olduğu gibi, tamamen dini bir mahiyet
verilmese de büyük önem verilmiş ve insanların aile kurmaları çeşitli âyet ve
hadislerle teşvik edilmiştir. Çünkü aile, kişilerin huzur bulduğu bir yuva, neslin
devamı için bir vesile ve aynı zamanda kişiyi din yönünden günah sayılan çeşitli
kötülüklerden alıkoyan bir kurumdur. Âyeti kerîmede “İçinizden kendileriyle huzura
kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun
varlığının belgelerindendir. Bunda, düşünen insanlar için dersler vardır” 343
buyrulurken,
Hz. Peygamber de; “Nikah, benim sünnetimdendir. Kim benim
sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. Evleniniz. Ben, diğer ümmetlere karşı
sizin çokluğunuzla övünürüm.” 344 buyurmuştur. İslam hukukçuları da, duruma göre
evlenmenin dini hükmünün; farz, sünnet, mubah, mekruh ve haram olabileceğini
belirtmişlerdir.
2. OKUNTU (DAVETİYE)
Düğünün başlamasından bir kaç gün önce, yakın akraba ve dostlar, davetiye
yazısı ya da okuntu denilen bir hediye ile düğüne çağrılır. Bu daveti yapmak üzere
341
Zadruga: Bütün aile fertlerine köleler gibi hükmedilen, kolektif mülkiyete dayanan bir geniş aile
tipi.
342
Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 216.
343
30.Rum, 21. Ayrıca bkz. 16.Nahl, 72; 24.Nur, 32.
344
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 1, (I, 592), no: 1846.
100
bir kişi görevlendirilir. Görevli, kendisine verilen listedeki kişileri tek tek dolaşarak
davetiyelerini verir ya da sözlü olarak davetli olduklarını bildirir. Elimizde maddi bir
delil olmamakla birlikte, “okuntu” kelimesi, aslında okundu kelimesinin değişmiş
hali gibi görülmektedir. Bu kelime; düğüne çağrılacak kişinin isminin davetliler
arasında okunmasını ifade edip daha sonra, bu iş için özel isim halini almış ve
düğünlerdeki davetiyelere özel ad olmuş olabilir. Düğüne katılan kişilerin isimleri,
hediyelerini sunduktan sonra, tellal tarafından ya da mikrofonla okunur.
Anadolu’nun bazı yörelerinde, bu verilen hediyelere de okuntu ismi verilmektedir. 345
Hz. Peygamber zamanında da bugünkü okuntu ve davetiye adetinin benzeri
bir uygulama yapılmaktaydı. Enes’in (r.a.) bildirdiğine göre, Nebî (s.a.v.) bir kadınla
evlenirken, kendisini (Enesi) insanları yemeğe davet etmek için göndermiştir. 346
Ayrıca Rasûlullah (s.a.v.): “Biriniz davete çağrılırsa hemen ona gitsin!” Başka bir
rivâyette de “Sizden biriniz, bir düğün davetine çağrılırsa hemen icabet etsin.”
buyurmuştur. 347
Düğüne davet edilen bir kimsenin icabet etmesi gerekir. Bu davete katılmak
sünnettir. Katılmama durumunda toplum tarafından ayıplanır. Ancak halk arasında,
velime davetine icabet etmemenin meşru kabul edilen mazeretleri de vardır.
Bunlardan bazıları: Yemeğin şüpheli olması, yalnız zenginlere tahsis edilmesi, davet
yerinde rahatsız olacağı bir kimsenin bulunması, şerrinden korkulduğu için ya da
345
Okuntu: düğün davetiyesi. Çukurova bölgesinde düğüne davet için bazen bir davetiye kartı, bazen
de küçük hediyeler kullanılmaktadır. Örneğin düğün davetiyesi olarak; çorap, mendil, gömlek,
elbiselik kumaş, atlet vs. kullanılır. Özellikle de kız tarafının davetlilerine bu tür okuntular
göndermek adettendir. Hatta o davetiyelerin üzerine, muhakkak almak zorunda olmamakla
birlikte, getirecekleri hediyeler dahi yazılmaktadır. Okuntunun yazılmasıyla, yeni kurulacak aile
için o şeyin bir ihtiyaç olduğu belirtilmiş olur. Çoğunlukla, yazılan şeyler düğün hediyesi olarak
getirilir. Güzel bir yardımlaşma gibi görül se de bazen insanları zor durumda bırakabilmektedir.
Getirilecek hediyelerin davetlilerin kendilerine bırakılmasının daha iyi olacağı ve kişileri sıkıntıya
sokmayacağı kanaatindeyiz. Ayrıca bu konuda bkz. Uğur, İçel Folkloru II, s.17; Geniş bilgi için
bkz. Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 63-69.
346
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 68, (VI, 143).
347
Müslim, Sahih, Nikâh, 97 - 101, (II, 1053).
101
makamından dolayı davet ediliyor olması, alkollü içki gibi günah sayılan şeylerin
bulunmasıdır. Bu durumlarda düğün sahibinden özür dileyerek gidilmeyebilir. 348
Günümüzde, düğün ve nikah davetine özel itina gösterilmektedir. İnsanların
yaşamlarındaki en önemli olaylardan birisi, belki de en önemlisi, olduğu için, bu
güzel an, arkadaş ve akrabalarla paylaşılmak istenir. Hz. Peygamber zamanında sözlü
olarak yapılan bu davet, 349 günümüzde çeşitli metotlarla yapılmaktadır. Bunlardan
birisi “okuntu” denilen hediyelik eşyalardır. Bazı yerlerde; çorap, havlu, gömlek,
kibrit, mendil, elbiselik kumaş vs. gibi şeyler okuntu olarak gönderilir. Kime
verileceği önceden belirlenen okuntuluk eşyaları, erkek tarafı alır. Yakın akrabalara
elbise ya da elbiselik kumaş alınır. Çukurova gibi bazı yörelerde, kız tarafına
dağıtılan okuntuların üzerine, düğün hediyesi olarak ne almaları istendiği de
yazılmaktadır. Bu aynı zamanda bir yardımlaşma olarak da değerlendirilir. Okuntuyu
aldıktan sonra, düğüne ya da nikaha katılmamak, ayıp olarak karşılanır.
İkinci bir davet yöntemi de, düğün yeri ve zamanını belirten, davetiye
kartları bastırmaktır. Davetiye kartına evlenecek kişilerin ismiyle birlikte anne ve
babalarının ismi de yazılır. Bu davetiye, özel hazırlanmış bir zarf içine konulur ve
davetlinin ismi üzerine yazılmış olarak takdim edilir. Her eve bir davetiye verilir.
Davetiye verilmeyen ev halkı, genellikle o düğün ya da nikah törenine katılmaz.
Günümüzde uygulanan bu tür davetiye, aynı zamanda düğün için ilan vazifesi
görmektedir. Nikahın sıhhat şartlarından birisi olan îlan gerçekleştirilmezse, gizli
nikah olarak kabul edilir ve insanları suizanna teşvik ettiği için dinen de uygun bir
davranış değildir. Görüldüğü gibi, bu adetin temel mantığı, nikahta ilan şartını
gerçekleştirerek, onun tamama ermesini amaçlamaktadır. Nitekim, ilan etmenin
nikah açısından önemini şu hadisler açıkça ortaya koymaktadır:
“Nikahı ilan edin, onu mescitlerde yapın, üzerine de def vurun.” 350
“Bu evlenme işini (halka) duyurunuz ve bunun için def çalınız.” 351
348
Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 309.
349
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 68, (VI, 143).
350
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089.
351
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895.
102
“Nikahta haramla helali ayıran fark, def ve sestir.” 352
O günün adetleri arasında ilan, bu şekilde yapılmaktaydı. Ancak bugün
insanlar, iletişim araçlarının gelişmesi ve dünyanın küçük bir köy haline gelmesi
sebebiyle, uzaklardaki akraba ve dostlarına, en sevinçli günleri olan düğünlerini
haber etmek için yeni yöntemler geliştirmişlerdir. Bunların ortak yönü, düğün
merasimini insanlara duyurma amacını gütmeleridir. Ayrıca bu amaçla, genellikle
köylerde olmak üzere, düğün evine bayrak asılarak düğün ilan edilmiş olmaktadır.
3. BAYRAK ASMAK
Anadolu’da görülen, düğün ile ilgili adetlerden birisi de düğün yapılan yere
bir Türk bayrağının asılmasıdır. Köy yerlerinde bayrak, törenle sırığın tepesine asılır.
Salonlarda yapılan düğünlerde ise genellikle sahne, Türk bayrağı ile süslenir. 353
Bayrak dikilirken bir kurban kesilir. Yakın akraba ve komşular davet edilir. Yemek
yapılıp ikram edildikten sonra, hoca tarafından dualar edilir ve bu bayrak düğün
bitinceye kadar sırığın tepesinde asılı kalır. Bayrak, o evde düğün olduğunun bir
simgesidir. Düğün bitince bayrak, törenle indirilir. 354
Bayrak asma düğüne davet ve çağrı anlamı taşımaktadır. Günümüzde,
sadece köy yerlerinde düğün yapan kişilerin uyguladığı bir adet olarak varlığını
devam ettirmektedir. Bir önceki konuda kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)
düğün ve nikah işleminin ilan edilmesini, gizlilikten kurtarılmasını istemiştir. 355
Bayrak asma töreni ile o evde düğün olduğu ilan edilmektedir. Ayrıca bu davranış
Türk milletinin bayrağa olan saygısını da ortaya koyması açısından önemlidir. Ancak
bizim konumuza hitap eden yönü, nikahın ilanına olumlu katkı sağlamasıdır.
352
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 72, (VI, 127, 128); İbn
Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1896; A.b. Hanbel, Müsned, III, 418; IV, 5, 259; el-Beyhakî,
Sünen, VII, 289, no: 14471.
353
Yurt Ans. I, 484; II, 1066.
354
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 64; Uğur, İçel Folkloru II, s.16.
103
4. DÜĞÜN
Evlilik; toplum hayatının zaruri kıldığı, medeni bir anlaşma ve sosyal bir
kurumdur. Evlilik kurumu devam ettiği sürece, toplum da devam edecek demektir.
Onun için evlilik, sevinç ve coşkuyla gerçekleştirilir. Utanılması gereken ve bu
yüzden gizlenen şey evlilik değil; meşru olmayan ilişki, yani zinadır. Haram ile helal
ilişkiyi birbirinden ayıran temel özellik, onun açıktan yapılmasıdır. Nitekim
hadislerde konuyla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur;
“Şu nikahı ilan edin, onu mescitlerde yapın, nikah sebebiyle “def”ler
çalın.” 356
“Haram ile helal arasındaki ayırım, def ve ses (şarkı) dır.” 357
Şüphesiz bütün bunlar, kesin emir ifade etmemektedir. Evlilik, mescit
dışında da gerçekleştirilebilir. Onun mescitte yapılması, kutsiyet ve ciddiyetini
insanlara vurgulamak içindir. Evlilik akdi sırasında, şahit bulundurulması suretiyle,
ilan şartı yerine getirilmiş olur. Ancak, onun için şenlikler yapılıp şarkılar
söylenmesi, toplumun evliliğe verdiği önemi göstermektedir. Çünkü evlilik, Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in ifade ettiği gibi; Şakası da ciddisi de ciddi olarak kabul edilen,
sosyal bir olaydır. 358
Günümüzde düğünler, çoğunlukla evlerde veya bu merasimler için
hazırlanmış olan salonlarda yapılmaktadır. Kasaba ve köylerde düğünler evlerde
yapılır. Nerede olursa olsun düğün aynı anlayış içerisinde gerçekleştirilmektedir.
Düğünlerde, maddi imkanlar nispetinde, çeşitli eğlenceler düzenlenir. 359
Düğünde, geleneklere göre, gelin ve damada bilgi veren kimseler vardır.
Erkeğe bilgi verene “yiğit başı” veya “sağdıç”; kıza bilgi verene ise “kız yengesi”
denir. Evliliğin ilk gecesine “gerdek” veya “zifaf” gecesi; bu gecenin geçirileceği
355
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895.
356
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no:1089; en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 72, (VI, 128).
357
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088.
358
el-Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, II, 216, no: 2800.
359
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 77-97.
104
odaya da “ gerdek” veya “zifaf odası” denir. Gelin, “gerdek odası” na damattan önce
girer. Sağdıç, damadı gerdek odasının kapısına kadar getirir. Dua edilir. Özellikle
köylerde güvey, arkadaşları tarafından sırtı yumruklanarak gerdek odasına sokulur.
Önce iki rekat şükür namazı kılar. Daha sonra gelinin duvağını açar. Ancak güveyin,
gelinin duvağını açmadan önce, “yüz görümlüğü” adı ile bilinen değerli bir hediye
vermesi gerekir.
Ülkemizde gelinin masum ve temiz olması, yani evlenmeden önce başka
birini cinsi manada tanımaması, önemli bir husustur. 360 Bu âdetin oluşmasında Hz.
Peygamber’in (s.a.v.), daha kolay uyum sağlanacağı gerekçesiyle, bakire ile
evlenmeyi teşvik etmesinin 361 önemli payı olsa gerek. Anadolu’da bu şekilde
gerçekleşen, düğün merasimi ile ilgili konuları, şimdi ayrı ayrı ele almaya
çalışacağız.
4.1.Düğün Süresi
Anadolu’da düğünler genellikle iki gün sürmekle birlikte bazen farklı
uygulamalar da görülmektedir. Ege’de düğün dört gün olup, birinci gün bayrak
dikme, ikinci gün kına, üçüncü gün gelin alma, dördüncü gün duvak günüdür.
Pazartesi başlayan düğünlere “ön düğün”, cuma günü başlayan düğünlere “ters
düğün” denir. Birinci gün; akşam üzeri oğlan evinde davul zurna çalınmaya başlar.
Silahlar atılır, bayrak dikilir, oyunlar oynanır. Kız evinde de, köy kızları ve kadınları
türküler eşliğinde oyunlar oynarlar. Anadolu’nun her bölgesinin kendisine has
oyunları olup bu oyunlar düğünler sayesinde yaşatılmaktadır. İkinci gün; oğlan evi
çalgılı olarak kız evine gider. Erkekler dışarıda yöresel oyunlar oynarken, kadınlar da
içeride kıza kına yakıp oyunlar oynarlar. Üçüncü gün; önce, kızın eşyaları oğlan
evine taşınır. Daha sonra, gelin alayı önde bayrakla ve çalgılarla, silahlar atarak kız
evine giderler. 362 Aslında fiili olarak; düğün Cuma akşamı başlayıp, Pazar akşamı
360
Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk
Töresi), s. 45.
361
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 122, (VI,162).
362
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 70 vd; Yurt Ans. I, 484; II, 1066.
105
sona erer. Yani tam iki gün sürer. Bu iki günden önce yapılanlara düğüne hazırlık,
sonra yapılanlara da düğün sonu faaliyetler denilebilir.
Düğün törenlerinin kaç gün olacağı ile ilgili adetlerin oluşmasında eski Türk
adetleri ve masallarının etkisi olmuştur. Nitekim masallarda sık sık geçen yarı kutsal
sayılar vardır. Bir padişahın daima üç kızı veya üç oğlu vardır. Talihinde büyük rolü
olacak bir sınav geçiren kimseye üç soru sorulur. Kırk gün kırk gece düğün yapılır.
Kötü insanın akıbetini kırk katır veya kırk satır belirler. Ejderin yedi başı vardır.
Ayrıca “Üçler, yediler, kırklar” erenlere mahsus üç esaslı rakamdır ve daima birlikte
kullanılır. Bu rakamlar Türklere kısmen Uzak Doğu’dan, kısmen de Orta Doğu’nun
eski medeniyetlerinden geçmiştir. 363
İslam ile tanışmadan Türkler’de düğün günleri üç günden başlayıp, kırk
güne kadar çeşitli zaman dilimlerinde yapılmaktaydı. Ancak; Hz. Peygamber’den
(s.a.v.) aktarılan, düğün töreninin iki gün olmasının daha uygun olacağına dair
rivâyetler rehber edinilince Anadolu toplumunda düğün törenleri çoğunlukla Cuma
akşamı başlayıp, en geç pazar akşamı sona ermiştir. Bazen de salon düğünlerinde bu
süre sadece bir günle sınırlandırılmıştır. Konuyla ilgili rivâyetleri aşağıya kaydederek
inceleyeceğiz.
Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.); Düğün yemeğinin ilk
gününün hak, ikinci gününün meşru, üçüncü gününün ise riya ve gösteriş olduğunu
söylemiştir. 364
Sadece İbn Mâce’nin tahric ettiği bu rivâyet, şu senetle bize ulaşmıştır: Ebû
Hureyre (v.57), -Süleyman Mevlâ Uzza el-Eşcaî (v.101), -Mansur b. el-Mu’temer esSülemî (v.132), -Abdulmelik b. el-Huseyn en-Nehaî el-Vâsıtî (v.?), -Yezid b. Hârun
es-Sülemî (v.206), -Muhammed b. Ubâde el-Vâsıtî, -İbn Mâce, Sünen, Nikah, 25, I,
617, no: 1915.
Bu rivâyetin ravilerinden olan Abdulmelik b. el-Hüseyn en-Nehaî’nin hadis
alimlerinden Yahyâ b. Maîn, Ebû Davud es-Sicistânî, Ebû Zur’a er-Râzî, Ebû Hâtim
363
Ülken, Anadolu Örf Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, s. 13.
364
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 25, (I, 617), no: 1915.
106
er-Râzî ve en-Nesâî tarafından tenkit edilip, zayıf olduğuna hükmedilmiştir. 365 Aynı
manayı içeren, ancak fazlası olan bir rivâyet de et-Tirmizî tarafından şu şekilde tahric
edilmiştir: “İlk günün velime yemeği hak, ikinci günün yemeği sünnet, üçüncü günün
yemeği ise gösteriştir. Kim gösteriş yaparsa Allah onu (Kıyamet Günü) teşhir
eder.” 366 Rivâyetin senedi şöyledir: Abdullah b. Mesut (v.32), -Abdullah b. Habib b.
Rebia es-Sülemî (v.72), -Atâ b. es-Sâib b. Mâlik (v.136), -Ebû Muhammed Ziyât b.
Abdullah el-Âmirî (v.183), -Ebû Abdullah Muhammed b. Mûsa b. Nufey’ el-Basrî
(v.248), -et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 10, III, 404, no: 1097.
et-Tirmizî’nin kaydettiği bu rivâyetin senedinde bulunan Ebû Muhammed
Ziyad b. Abdullah el-Âmirî (v. 183), hadis alimleri tarafından tenkit edilmiştir.
Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn ve Ebû Zur’a er-Râzî, onun çok hata yaptığını,
meğâzî ile ilgili rivâyetleri dışındakilerin sağlam olmadığını, onun münker ve
gariblerinin çok olduğunu bildirmişlerdir. 367 el-Aynî de, Buharî’nin düğün süresini
iki ya da yedi günle sınırlandırmayan başlığına dayanarak, bu rivâyetlerin Buhârî
tarafından sahih görülmediği kanaatini kaydetmiştir. 368
Bu rivâyetler, aslında senet yönünden sağlam olmasalar bile, toplum
arasında kabul görmüş ve zorunlu olmamakla birlikte, Anadolu’da düğün
törenlerinin iki gün ya da en fazla üç gün yapılmasını halk nazarında meşru bir
zemine oturtmuş olabilir. Bu da göstermektedir ki bir şeyin toplumda meşru olarak
kabul edilebilmesi için onun ille de sağlam delillere dayanması gerekmemektedir.
Bazen
zayıf
rivayetler,
bazen
de
uydurma
rivayetlerle
meşrulaştırma
yapılabilmektedir. Her durumda da toplum nazarında hadislerin değeri açıkça ortaya
çıkmaktadır.
365
İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, XII, 240, no: 1006
366
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 10, (III, 404), no: 1097.
367
el-Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, IX, 487-489; İbn Hacer, a.g.e., III,323, no:685.
368
el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, XX, 157.
107
4.2. Düğünde Çalgı, Şarkı ve Eğlence
Evlenecek kimseler için bir düğün şenliğinin yapılması, hemen hemen bütün
kültürlerde görülmektedir. Bunların ortak özelliği; eğlenceye yönelik olması ve
neşelenilecek bir takım şeylerin yapılmasıdır. 369 İslam’da evliliğin, iki şahit
huzurunda yapılması dışında, nikah akdi için uyulması gerekli bir şekil, şart veya
özel bir merasim mevcut değildir. Ancak evlenme gibi, kişi ve toplum hayatında
önemli yeri olan bir hadiseyi kutlama arzusu ve bu hukuki birleşmeyi herkese
duyurarak, onu gayri meşru birleşmelerden ayırma gereği, düğün denilen içtimai
olayı ortaya çıkarmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Nikahı açıkça yapınız” 370
manasındaki hadisi, bazı rivâyetlerde, “Nikah esnasında def çalınız,” 371 ilavesiyle
tamamlanmış, nikahta helalle haram arasındaki ayırıcı işaretin def ve ses (müzik)
olduğu yine hadislerde belirtilmiştir. 372 Hz. Peygamber’in (s.a.v.) eğlenceye, meşru
dairede olmak kaydıyla, olumlu baktığı, bu konuda bize ulaşan hadislerden
anlaşılmaktadır. Bunlardan birkaç tanesini aşağıya kaydederek, Hz. Peygamber’in ve
ashabın konuya bakışlarını arz etmeye çalışacağız.
Ebü’l-Huseyn Hâlid el-Medenî’den (r.a.) nakledildiğine göre, o şöyle
demiştir: Biz bir âşûre günü Medîne’de idik. Cariyeler, def çalıp nağme ile şarkı
söylüyorlardı. er-Rubeyy binti Muavviz’in yanına girdik ve cariyelerin durumunu
ona anlattık. Kendisi bize şöyle dedi: “Ben, gelin olduğumun kuşluk vaktinde,
Peygamber (s.a.v.) evlenme törenime gelerek odama girdi. O sırada iki kız def
eşliğinde nağme ile söz söylüyor ve Bedir savaşında şehit edilen babalarımın
menkıbelerini anıyorlardı. Bu kızlar söyledikleri sözler arasında: “İçimizde yarın ne
olacağını bilen bir Peygamber de vardır” diyorlardı. Bunun üzerine Peygamber
(s.a.v.): “Bu söze gelince bunu söylemeyiniz. Yarın ne olacağını Allah’tan başka
kimse bilmez” buyurdu.” 373 Yani Hz. Peygamber (s.a.v.) eğlenceye veya şarkıya
369
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, 148-198, 268 vd. Yurt Ans. . I, 484,
II, 847, 1066, 1363.
370
A.b. Hanbel, Müsned, IV, 5.
371
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895; et-Tirmizi, Sünen, Nikâh, 6, ( III, 398), no: 1089.
372
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1896.; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088.
373
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 48, (VI, 138); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 21, (I, 611), no: 1897; Ebû Ya’lâ,
Müsned, VI, 134, no: 3409; et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, XXIV, 273, no: 695.
108
karşı çıkmak yerine, o şarkının içinde söylenen şeyin yanlış olduğuna dikkat çekmiş
ve eğlenceye müdahale etmemiştir. Eğer yanlış bir şey olsaydı, nasıl ki; “böyle
söylemeyin” demişse, aynı şekilde; “bunu yapmayın, bu dinen mahzurludur,” derdi.
Çünkü bir peygamberin, yanında yapılan bir şey yanlışsa, muhakkak ona müdahale
ederdi. Eğer müdahale etmemişse, bu durum takriri sünnet anlamına gelmektedir. 374
Başka bir rivâyette de, Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Âişe (r.a.),
yakını olan bir kızı, Ensar’dan bir adamla evlendirdi. (Gelin götürüldükten sonra)
Rasûlullah (s.a.v.) geldi ve orada bulunanlara: “Genç kızı damadın evine gönderdiniz
mi?” buyurdu. Sahabiler: “Evet” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Def çalıp nağme
ile şiir söyleyecek birini gelinle beraber gönderdiniz mi?” buyurdu. Âişe (r.a.):
“Hayır” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Şüphesiz Ensar, içlerinde gazel
(adeti) bulunan bir kavimdir. Keşke onlara: ‫“ اﺗﻴﻨ ﺎآﻢ اﺗﻴﻨ ﺎآﻢ ﻓﺤﻴﺎﻧ ﺎ وﺣﻴ ﺎآﻢ‬Size geldik
size geldik. Artık Allah bize de, size de uzun ömür versin.” diyecek birini gelinle
beraber gönderseydiniz.” buyurdu. 375
Yine Hz. Âişe’nin (r.a.) bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.): “Bu evlenme
işini (halka) duyurun ve bunun için def çalınız.” 376 “Nikahı ilan edin, onu
mescitlerde yapın, üzerine de def vurun.” buyurmuştur. 377 Muhammed b. Hâtıb elCumahî de, Rasûlullah’ın (s.a.v.) “(Nikahta) haramla helali ayıran fark, def ve sestir”
buyurduğunu nakletmiştir. 378
Meşru dairede, dînî ve ahlâkî kurallara ters düşmeksizin, düğünlerde
eğlenmekte mahzur görülmemiştir. Hz. Peygamber bu konuda izin vermiş ve bazen
kendisi de düğün eğlencelerine katılmıştır. Hz. Âişe (r.a.), bir yakınını Ensar’dan biri
ile evlendirmek istediğinde Hz. Peygamber onun düğün yapmasının daha iyi
374
Zeydan, Fıkıh Usulü, s. 160; Koçyiğit, Hadis Usulü, s.16; Yardım, Hadis I, I, 31.
375
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 63, (VI, 140); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 21, (I, 612), no: 1900.
376
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895.
377
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089.
378
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088; en-Nesâî, Sünen, Nikah, 72, (VI, 127, 128); İbn
Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1896; A.b. Hanbel, Müsned, III, 418; IV, 5, 259; el-Beyhakî,
Sünen, VII, 289, no: 14471.
109
olacağını, çünkü Ensar’ın kadınlarının eğlenceden hoşlanacağını bildirmiş 379 ve
oraya da Erneb isimli bir kadını şarkı söylemek için gönderdiği nakledilmiştir. 380
Ayrıca
ashabın
eğlenceli
düğünlere
katıldıklarını
bildiren
şu
rivâyeti
kaynaklarımızda görmekteyiz: Amir b. Sa’d diyor ki: “Ben bir düğünde Karaza b.
Ka’b ve Ebû Mes’ûd el-Ensârî’nin yanına vardım. Orada cariyeler şarkı
söylüyorlardı. O ikisine “siz Rasûlullah’ın iki arkadaşı iken ve Bedir savaşına katılan
kimselerden iken, sizin yanınızda böyle mi yapıyorlar?”dedim. O, bana; “ister otur
bizimle dinle, istersen de kalk git. Bize düğün esnasında eğlenmeye ruhsat verildi.”
dedi. 381
Mina günlerinde, iki cariye Hz Âişe’nin odasında def çalmış, Hz.
Peygamber de sadece elbisesine bürünmüş, onları bu işten men etmemişti. Az sonra
gelen Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) onları azarladığında ise; Hz. Peygamber, “Bırak onları
ey Ebû Bekir! Çünkü bu günler bayram günleridir” buyurmuştur. Aynı şekilde,
Habeşlilerin mescitteki oyunlarına bakması için Hz. Âişe’yi de götürmüş, Habeşlileri
Hz. Ömer azarlayıp kovmaya kalkışınca yine Hz. Peygamber müdahale ederek
“Bırak onları güven içerisinde yapsınlar!” buyurmuştur. Bünyamin Erul’un konuyla
ilgili değerlendirmeleri şöyledir: “Bazı rivâyetlerde Hz. Ebû Bekir’in cariyeleri
azarlarken “Hz. Peygamber’in evinde şeytan mezmuru mu?!” şeklinde çıkışması, def
ile yapılan bu ezgiyi de şeytana izafe etmesi, kendisine vahiy inen Peygamberin
evinde onun mutlak olarak caiz görmediği müziğe asla müsaade edilmemesi
gerektiği düşüncesinde olduğunu gösterir. Ancak rivâyetlerden anlaşıldığı kadarıyla
o, Allah’a isyan ve batıl inançları içermeyen bu tür ezgilerin, bayram gibi neşe ve
sürur günlerinde caiz olduğunu bilmediği gibi, uyuduğunu zannettiği Hz.
Peygamber’in, bu tegannîlerden haberdar olduğunu da bilmemekteydi. Zira Hz.
Peygamber’in müsaade ettiği bir şeye, Hz. Ebû Bekir’in, yine onun huzurunda ve bu
şekilde karşı çıkması düşünülemezdi. Diğer taraftan, ister Hz. Peygamber’in iznini
alarak olsun, isterse onun engin hoşgörüsüne sığınarak olsun, Hz. Âişe’nin
Rasûlullah’ın yanında cariyelere def çaldırması, babasının aksine, o anda Hz.
Peygamber’i müsamahakar bir eş olarak gördüğü intibaını vermektedir. Görüldüğü
379
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 63, (VI, 140).
380
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 48, (VI, 138); İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 226, 320.
381
en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 80, (VI, 135).
110
üzere Hz. Peygamber cariyelerin şarkılarına, Habeşliler’in oyunlarına değil, onlara
karşı çıkan Hz. Ebû Bekir ve Ömer’e müdahale etmiştir. Kanaatimizce bu iki büyük
sahabi, bu tür oyun ve eğlenceyi kötülemekten çok, onların Allah’ın evi olan
mescitte ve Rasûl’ün evinde icra edilmesine karşı çıkmışlardır. Hz. Peygamber ise,
her yönüyle örnek bir beşer olarak, oyun ve eğlenceden caiz olanlarını da bu
vesilelerle göstermiş olmaktaydı.” 382
Hz. Peygamber’in o dönemdeki eğlenceye izin vermesi, Anadolu
toplumunda, eski Türk âdetlerinden olan, davul çalarak eğlenme şeklinde tezahür
etmiştir. Davulun Türk tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Türk hakanlarının
dokuz tane davul ve tuğları vardı. Yenisey Tatarlarının efsanelerinde, “Dokuz
davullu Kutay Alp’e Dokuz Han tabi idi.”şeklinde ifadeler, davulun eski Türkler için
önemli bir yerinin olduğunu ifade etmektedir. 383
Düğünde davul çalma âdeti, eski Türklerin dini olan Şamanizm’de de
önemli bir yere sahipti. Çünkü; ayin yapmak için gerekli nesnelerden biri de davuldu.
Altaylılar ve Yakutlar Şamanların kullandıkları davula tüngür veya küvgür derlerdi.
Bu kelimeye eski metinlerde bu manasıyla rastlanmamaktadır. Fakat davulun Doğu
Asya’daki Şaman ayinlerinde çok eski zamanlarda kullanıldığına dair Çin
kaynaklarında kayıtların bulunduğu bilinmektedir. Şamanlar, kurban keserken de
davulu kullanırlardı. Şaman (kam), kayın ağacının ince ve yapraklı dallarından bir
demet yaparak, kurbanın üzerinde yelpaze gibi sallar, cüppe ve külahını giyip eline
davulunu ve tokmağını alır; önce ülgeni, sonra onun oğullarını ve onlara tabi olan
ruhları çağırırdı. Bunu şöyle yapardı: Şaman davulunu ateşe tutup kuruttuktan sonra,
cüppe ve davulunu arcan denilen kokulu otu yakarak onunla tütsüler ve sandalyeye
oturur. Davulunu vurmaya ve ruhları çağırmaya başlar. Ruhlar da ona, güya “hey,
kam” diye cevap verirler. Şaman birden bire yerinden fırlar, davulunu kaldırırdı. Bu,
çağırdığı ruhların geldiği anlamına gelirdi. Şaman davuluna vurmaya ve bildiği
ilahileri söylemeye devam eder ve diğer ruhları; yani kabile reislerinin ruhlarını
isimleriyle çağırırdı. Bu atalara hitaben ilahiler okunur ve ayin yaptıran kişi bir
kurban keserdi. Şaman, kurban sahibini ve karısını davulu ve tokmağıyla kucaklayıp
382
Erul, Örnek Bir Lider Hz. Peygamber, s.32 vd.
383
Ögel, Türk Mitolojisi, I, 118.
111
onları takdis eder ve onları her türlü kötü ruhlardan temizlerdi. Yani davul burada bir
takdis aracı olarak kullanılırdı. Şamanlar, göğe yükselme merasiminde de davulu
kullanırlardı. Davulunu yavaş yavaş vurarak, dualar okuyarak, gökteki Yayuçı
denilen yüce ruhun huzuruna çıktıklarına inanırlardı. Hastalara da ayinler yaparak
onları tedavi etmeye çalışırlardı. Bu ayin esnasında davul ve def çalarak, müzik
aletleri eşliğinde dans ederek, efsun yapar ve hastanın iyileşeceğine inanırlardı. 384
Anadolu kültürünün oluşmasında büyük etkisi olan Türk toplumunun,
İslam’dan önceki dinlerinde davulun ayrı bir yerinin olması, İslam’ın da davula bir
yasak getirmemesi, törenlere eğlenmek için davulun girmesine sebep olmuş ve bu bir
adet haline gelmiştir.
Davul sesinin kötülüğüne dair rivâyetlere de rastlamak mümkündür. Ancak,
müspet yöndeki rivâyetlerin daha çok ve daha güvenilir olduğu görülmektedir. Davul
sesinin kötülüğü ile ilgili olarak Mücâhid (r.a.) şöyle demiştir: Ben, Abdullah b.
Ömer’in yanında idim. Bir davul sesi işitti. Bunun üzerine iki parmağının ucunu
kulaklarına soktuktan sonra oradan uzaklaştı. Hatta bunu üç defa yaptı. Sonra dedi
ki: “Rasûlullah (s.a.v.) böyle yapmıştır.” 385 Ancak Zevaid’de bunun ravisi Leys b.
Ebî Selim’in zayıflığı hususunda cumhurun ittifak ettiği bildirilmiştir. 386
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, oyunlu ve çalgılı ziyafetten yemek
yemeyi, karnın afetlerinden saymıştır. 387 Bu gibi kaynaklardan beslenen Anadolu
halkı arasında hacca giden, ibâdet ve dînî yaşantısına dikkat eden bazı kimseler,
oyun ve çalgılı düğünlere gitmeyi dinen kötü kabul ettikleri için, davullu çalgılı
düğünlere gitmemekle övünürler ve bunu büyük bir fazilet olarak kabul ederler.
Kanaatimizce; Anadolu’da çalgılı ve eğlenceli düğünlere gitmeyen samimi
Müslümanların gitmeme sebebi çalgı veya şarkı değil, bunlar icra edilirken kutsal bir
müessesenin temelinin atılması esnasında gayri meşru işlerin yapılmasıdır.
Kadınların uygunsuz bir şekilde oynaması, dansözlerin çıkartılması, içkili alemlerin
384
Geniş bilgi için bkz. İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 91-119.
385
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 21, (I, 613), no: 1901.
386
el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 289.
387
İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, s.740.
112
yapılması genellikle çalgılı düğünlerle birlikte düşünüldüğünden, böyle bir tepki
ortaya konulmaktadır. Yoksa dinimizin çalgıya ve şarkıya bakış tarzının öğrenilmesi
durumunda, samimi Müslümanların Hz. Peygamber’in uygulaması üzerine bir söz
söylemeleri mümkün değildir. Yukarıda kaydettiğimiz rivâyetlere göre Hz.
Peygamber, o zamanki kültürün eseri olan def çalmaya, onun eşliğinde oyun
oynamaya ve şarkı söylemeye izin vermişse, bu demektir ki o döneme ait eğlenceye
müdahale edilmemiştir. Günümüzde bazı kimseler eğlence denilince sadece def
çalarak onun eşliğinde eğlenmeyi anlayıp, diğerlerini Hz. Peygamber zamanında
görülmediği için gayri meşru saymaktadırlar. Oysa ki; o günün Arap toplumunda
böyle eğleniliyordu. Aynı zaman diliminde Türkler davul zurnayla, batılılar belki de
klarnetle eğleniyorlardı. Burada anlaşılması gereken konu, eğlenmenin meşru dairede
yapılması halinde İslam’a aykırı olmadığıdır. Ancak Türk toplumu Müslüman
olduktan sonra kendi eğlence aleti olan davul’u da def gibi meşru göstermek
istemiştir. Aslında buna bile gerek yoktu. Kur’an’daki, savaş için besili atların
hazırlanması emri, nasıl ki bu gün modern savaş aletleri olarak anlaşılıyorsa, bu da
aynı şekilde, milletten millete ve yöreden yöreye değişen bir çalgı aleti olarak
anlaşılmalıdır. Bir yerde bu def iken, diğerinde saz, bir diğerinde de saksafon, başka
bir yerde de mızıka ya da kemençe olabilir. Bunların her birisi, adabı dairesinde,
harama meydan vermeden yapıldığında, Hz. Peygamber’in müsaade ettiği eğlence
kategorisine girecektir. Kaldı ki ney ya da keman gibi bazı müzik aletleri, erbabı
tarafından çalındığı zaman, kişiyi manevi duygularla coşturabilecek türden şeylerdir.
4.3. Düğün Ziyafeti
Alimler düğün ziyafetine icabet etmenin farzı ayın veya farzı kifâye
olduğunu söylemişlerdir. Nitekim, Hz. Peygamber’den (s.a.v.) bu konuyu teşvik eden
hadisler rivâyet edilmiştir. 388 Düğün davetine icabet etmenin gereği, bu tür
davranışların insanlar arasında sevgi ve yakınlığı artırmasına dayanır. “En kötü
yemek, fakirlerin bırakılıp zenginlerin davet edildiği düğün yemeğidir” 389 hadisi,
düğünlere sadece zenginlerin çağrılıp fakirlerin çağırmamasının kötülüğüne işaret
388
Bak. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 71, (VI, 143); Müslim, Sahih, Nikâh, 96 – 103, (II, 1052, 1053).
389
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 72, (VI, 143); Müslim, Sahih, Nikâh, 107-110, (II, 1054-1055).
113
etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber, düğün töreninin iki günü aşmaması gerektiğini
belirterek, onun bir gün olmasının hak, iki gün olmasının maruf, üç gün olmasının ise
riya olduğunu bildirmiştir. Katade’nin bildirdiğine göre, Said İbn Müseyyeb, birinci
ve ikinci gün davet edilirse düğüne katılır; üçüncü gün ise, riya ve süm’a sahibi diye
ona icabet etmezdi. 390 İslam alimlerimiz, iki günden fazla süren düğün törenlerinin
mekruh olduğunu belirtmişlerdir. Ancak, Buhârî’nin Sahih’inde yedi gün velime
yapmakla ilgili bir bölüm bulunmaktadır. 391 Übey b. Ka’b’ın böyle bir düğüne
katıldığı ve orada dua ettiği rivâyetlerde anlatılmaktadır. 392 Bu rivâyete dayanarak
düğünün iki günden fazla olabileceği görüşü ileri sürülmüştür
Düğün ziyafetiyle ilgili rivâyetler, olması gerekeni tavsiye anlamı
taşımaktadır. Nitekim Hz. Peygamber farklı şekillerde ve farklı sayıda düğün ziyafeti
vermiştir. Aşağıdaki rivâyetler de bu konuda belli bir sınırlandırma getirmeyip,
duruma göre davranılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Enes (r.a.): “Ben,
Rasûlullah’ın (s.a.v.) kadınlarından hiç birine, Zeyneb için yaptığı kadar düğün
daveti yaptığını görmedim. Çünkü o, bir koyun kesmişti, demiştir.” 393 Buna karşılık
Safiyye binti Şeybe’nin dediğine göre Nebî (s.a.v.), hanımlarından bazıları için
sadece iki müd arpayla düğün ziyafeti vermiştir. 394 Enes b. Mâlik’in bildirdiğine
göre: “Peygamber (s.a.v.), bir gün Abdurrahman b. Avf’ın üzerinde sufra (kadına
mahsus güzel bir koku) izini görmüş ve ona: Bu nedir diye sorunca, aralarında şöyle
bir konuşma olmuştur. Abdurrahman b. Avf:
-Yâ Rasûlallah! Ben mehir olarak bir nevât (çekirdek) ağırlığında bir altın
ile bir kadınla evlendim, demiş. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona:
-Bir koyun kesmek suretiyle de olsun velîme ziyafeti ver, buyurmuştur.” 395
390
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 25, (I, 617), no: 1915; Ebû Davud, Sünen, Et’ıme, 3, (IV, 126-127).
391
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 71, (VI, 143).
392
el-Beyhakî, Sünen, VII, 261.
393
Müslim, Sahih, Nikâh, 90, (II, 1049).
394
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 70, (VI, 143).
395
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 54, (VI, 139); 67, (VI, 141); 68, (VI, 142); Müslim, Sahih, Nikâh, 79, 80,
81, (II, 1042); Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, 28-29, (II, 584), no:2109; İbn Mâce , Sünen, Nikâh, 24,
(I, 615), no: 1907; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 21, (II, 545); ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 22, (II, 465),
114
Enes (r.a.) şöyle anlatıyor: “Safiyye taksimatta Dıhye’ye (r.a.) düşmüştü.
Onu, Rasûlullah’ın yanında övmeye ve esirler içinde onun gibisini görmedik,
demeye başladılar. Bunun üzerine Perygember (s.a.v.), Dıhye’ye haber gönderdi ve
Safiyye’ye bedel ne isterse verdi. Sonra, Safiyye’yi anneme teslim ederek: “Bunu
çek çevir!” buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Hayber’den çıktı. Bir müddet sonra
konakladı. Sonra Safiye için çadır kurdurdu. Sabah olunca: “Kimin yanında fazla
yiyecek varsa onu bize getirsin!” buyurdu. Artık kimi hurmanın, kimi kavrulmuş
unun fazlasını getirmeye başladılar. Hatta bundan bir karıştırma yığını yaptılar ve
bundan yemeye, yanlarındaki yağmur suyundan birikme havuzlardan da su içmeye
başladılar. İşte bu, Rasûlullah’ın (s.a.v.) Safiyye için düğün yemeği oldu.” 396
Yine Enes b. Mâlik (r.a.); Hz. Peygamber’in, (s.a.v.) zevcesi Safiyye b.
Huyey için kavut ve kuru hurma ile velime ziyafeti verdiğini söyleyerek bu kadarıyla
bile düğün ziyafetinin olabileceğini bildirmiştir.” 397
Düğün ziyafetine, zengin fakir ayırımı yapmadan, herkesin davet edilmesi
gerekir. Nitekim Ebû Hureyre (r.a.) “Yemeğin en fenası zenginlerin davet edilip,
fakirlerin terk edildiği (bu halin adet edildiği) velime yemeğidir. Kim (velime
ziyafeti davetine) icabet etmezse şüphesiz Allah’a ve Rasûlüne isyan etmiş olur.”
diyerek düğün ziyafetlerine herkesin çağrılması gerektiğini ve bu konuda zenginlerin
gözetilip, diğerlerinin terk edilmesinin dinen uygun olmadığını belirtmiştir. 398
no: 2210; A.b. Hanbel, Müsned, III, 165, 226; Ebû Dâvud ed-Tayâlisî, Müsned, s. 284, no: 2128.;
Ebû Ya’lâ, Müsned, V, 473, no: 3205; VI, 92, no: 3348; VI, 475, no: 3887; İbn Ca’d, Müsned, s.
148, no: 938.
396
el-Buhârî, Sahih, Salat, 12, (I, 98); Müslim, Sahih, Nikâh, 84, 85, 87, 88, (II, 1043-1044); Ebû
Davud, Sünen, Harac ve’l-İmâre, 21, (III, 398-399), no: 2995, 2998; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 79,
(VI, 131 – 134).
397
Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, 2, (IV, 126), no:3744; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 10, (III, 403), no:
1095; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 24, (I, 615), no: 1909; A.b. Hanbel, Müsned, III, 110; Ebû Ya’lâ,
Müsned, VI, 259, no: 3559; VI, 274, no: 3580; VI, 371, no: 3704; el-Humeydî, Müsned, II, 500,
no: 1184.
398
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 72, (VI, 144); Müslim, Sahih, Nikâh, 107, 108, (II, 1054-1055); Ebû
Dâvud, Sünen, Et’ıme, 1, (IV, 125), no:3742; İbn Mâce , Sünen, Nikâh, 25, (I, 616), no: 1913;
Mâlik, Muvatta, Nikâh, 21, (II, 546); ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 28, (II, 429), no: 2072.; A.b.
115
İbn Ömer’in naklettiği bir rivâyete göre, velime davetine icabet etmek,
ahlâkî bir zorunluluktur. Hadiste Hz. peygamber (s.a.v.) “Sizden birisi düğün
yemeğine çağırıldığı zaman (davete) icabet etsin, buyurarak; bunu tavsiye
etmiştir.” 399
Düğün yemeğinin iki gün süreyle verilmesinin normal olduğu, ancak üç gün
ve daha fazla süreyle ziyafet verilmesinin ise gösteriş olduğu, 400 gösteriş yapmanın
da Allah tarafından beğenilmediği, 401 hadislerde ifade edilerek, iki gün süreyle
düğün yemeği vermenin daha iyi olacağı belirtilmiştir. Toplumun bu konudaki
duygusuna tercüman olan bir mevzu rivâyet İbn Cevzî’nin Mevdûat’ın da şöyle yer
almaktadır: “Düğün yemeği için davet edenin davetine icabet edin, çünkü o
gelmenize özlem duyar, istekli ve heveslidir.” 402
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bütün evliliklerinde davetlilere ikramda
bulunduğu bilinmektedir. Hadis kitaplarında, yukarıda bir kısmını kaydettiğimiz gibi,
bu ikramlar hakkında geniş bilgiler vardır. 403
Düğün ziyafetinin, nikah akdi sırasında veya akidden sonra, zifaf günü ya da
zifaftan sonra verileceği hususunda farklı uygulamalar vardır. Ancak bunun ne
zaman yapılacağı o yörenin örf ve âdetlerine göre belirlenmektedir.
Anadolu’da rivâyetlere uygun olarak, düğünler iki günü geçmemiştir. Cuma
günü akşam vakti başlayan Anadolu düğünü, en geç pazar günü ikindi vaktinde,
gelinin getirilmesiyle son bulmaktadır. Bu süre içerisinde iki gün ziyafetler
verilmektedir. Hatta şu anda şehir merkezlerinde düğün, bir salon kiralanarak, sadece
bir günün bir kısmında, belirli saatler arasında, ziyafet ve resmi nikah şeklinde
Hanbel, Müsned, II, 240, 267; Ebû Dâvud et-Tayâlisî, Müsned, s. 304, no: 2303; Ebû Ya’lâ,
Müsned, X, 295, no: 5891;XI, 123, no:6250; el-Humeydî, Müsned, II, 493, no: 1170.
399
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 71, (VI, 143); İbn Mâce , Sünen, Nikâh, 25, (I, 616), no: 1914.
400
İbn Mâce , Sünen, Nikâh, 25, (I, 616), no: 1915.
401
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 10, (III, 404), no: 1097.
402
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 264.
403
Bkz. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 68-70, (VI, 142-143).
116
yapılarak, süre daha da kısaltılmış ve dinin nikahın ilanı açısından, en az bir gün
düğün yapılması esasına uyulmuştur.
5. GELİN SÜSLEME
Gelinin çeyizinin tamamlanması çalışmaları, kızın arkadaşlarının da
yardımıyla devam ederken, diğer yandan gelinliğin temini hazırlıkları başlar. Gelinin
giyeceği beyaz kiyafet, tel, duvak, beyaz pabuç, gelin çiçeği gibi şeylerin masrafları
erkek tarafından karşılanır. 404 Nişan ve düğünlerde gelin olacak kız, erkek tarafından
getirilen, gelinliği giyerek büyüklerin önüne çıkar ve onların ellerini öper. Onlar da
geline altın takarlar. Düğünün son günü, gelin anne evinden çıkarken beyaz gelinlik
giymiş ve yüzüne tül atılmış olarak çıkar ve gerdek anına kadar bu kıyafetle kalır. 405
Farklı yörelerimizde benzer uygulama görülmekle birlikte genel itibariyle gelinlik,
kına gecesi töreninde ve düğünün son günü, kuaföre gidildikten sonra, giyilir ve
gelin süslenir. Damat da, aynı gün damat tıraşı olur. Bunun düğün töreni içerisinde
ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her genç kız, bir gün beyaz gelinlik içerinde gelin
olmanın hayalini kurarken; anne ve babalar da çocuklarının mürüvvetini
göreceklerinden ayrı bir mutluluk yaşarlar. Bu mutlu zaman diliminde evlenecek
gençleri en iyi şekilde giyindirip süsleyerek, onların mutluluğuyla mutlu olurlar. Hz.
Peygamber (s.a.v.) zamanında da gelin süsleme ve damadı düğün için hazırlama
adeti vardı. Hz. Peygamberin eşlerinden Hz. Âişe ve Ümmü Seleme, Ali b. Ebî Tâlib
ile Hz. Fâtıma’nın düğününü şöyle anlatmaktadırlar:
“Rasûlullah (s.a.v.) Fâtıma’nın gelinlik hazırlığını yapıp, onu Ali’nin
odasına götürmemizi emretti. Bunun üzerine biz Ali’nin odasına gittik ve Bathâ
taraflarından (getirilen) yumuşak toprağı odaya yaydık. Sonra, ellerimizle diktiğimiz,
hurma kabuğunun elyafı ile iki yastık doldurduk. Daha sonra velime ziyafeti olarak
kuru hurma ve kuru üzüm yedirdik, güzel bir su içirdik. Sonra üstüne elbise atılacak
ve su kabı asılacak bir ağaç parçasını getirip odanın bir kenarına koyduk. Biz,
404
Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk
Töresi), s. 40.
405
Yurt Ans. I, 678; II, 1364.
117
Fâtıma’nın düğününden daha güzel bir düğün görmedik.” 406 Burada bahsedilen
gelinlik hazırlıklarının yapılması; onun kıyafetinin ve görünüşünün düzeltilmesi, yani
süslenmesi olarak anlaşılmalıdır.
Hz. Aişe’nin düğününde böyle bir hazırlık görülmektedir. O kendi
düğününü anlatırken, annesinin onu Medineli kadınlara teslim ettiğini ve o kadınların
düğün için kendisini temizleyip kılık kıyafetini düzelttiklerini ifade etmiştir. 407 Bu
da, gerdekten önce gelinin, hususi bir hazırlığa tutularak, süslenmesinin müstehab
olduğunu gösterir. Zaten Câhiliye devrinde mâşıta denilen kadın berberlerin varlığı,
bunların gerdeğe girecek kadınları aynen günümüzde olduğu gibi özel bir hazırlıkla
süsledikleri, 408 bu kişilerin İslam’dan sonra da aynı mesleğe devam ettikleri
bilinmektedir. 409
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri, ârifin evlenme âdabı arasında düğün
esnasında gelin ve damadın en güzel elbiselerle süslenmesini de saymıştır. 410
Daha önceleri gelinlik olarak, işlemeli, gösterişli, al elbiseler giyilirken,
XIX. y.y.’dan sonra beyaz gelinlik tercih edilmiştir. 411 II. Mahmut’tan itibaren diğer
bazı şeylerde değişikliğe gidildiği gibi düğünde de bazı değişiklikler olmuş,
düğünlerde mehterin yerini saray bandosu alırken, gelinlik olarak da beyaz gelinliğe
geçilmiştir. 412 Günümüzde de gelinlik beyaz tüllerden yapılan gösterişli bir elbisedir.
Beyaz olması, onun masumiyetini, temizliğini ve yeni bir hayat için tertemiz bir
sayfa açmasını temsil etmektedir.
406
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 24, (I, 616), no: 1911;
407
Müslim, Sahih, Nikâh, 69, (II, 1038); Ebû Davud, Sünen, Edeb, 55, (V, 228-229), no: 4933, 4935;
Bkz. Kara Davud, Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davud,s. 489-490.
408
İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VII, 402-403; XIII, 352; Ayrıca bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, IX, 231.
409
Canan, Hadis Ansiklopedisi, XV, 359.
410
İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, s.708.
411
Nutku, Türklerde Düğün, X, 17.
412
Nutku, a.g.e, X, 18.
118
6. KINA GECESİ
Türkiye’de evlenme ile ilgili yaygın geleneklerden biri de kına gecesidir.
Gerdek gecesinden önceki gece kızın evinde düzenlenir. Kız evinde, gelin olacak
kızın arkadaşları ve diğer davetliler bulunur. Bu gece, gelin olacak kızın eline damat
evinden getirilen kına yakılır. O gecede misafirlere ikram edilen yemeğe, kına
yemeği adı verilir. Kına gecesinde damat ve gelin adayı evinde türküler söylenerek
eğlenceler düzenlenir.
Kına gecesinde “baş övme” veya “gelin övme” adı verilen uygulamada;
“başı bütün” denilen, evliliğini mutluluk içerisinde sürdüren bir kadın, kınası yakılan
kıza “kına türküsü” söyler. Bu gecede kız, baba evinden ve annesinden ayrılacağı
için, hüzünlü türküler söylenerek ağlatılır. Bazı bölgelerde, kıza hazırlanan kınadan,
bir tepsiye konularak, damat evine gönderilir. Bu kınadan damat ve sağdıcın sağ
ellerine yakılır. 413
Kına yakma uygulaması, eski Türkler’den günümüze kadar gelebilen,
inanca bağlı âdetlerden birisidir. Eski Türkler’de, seçilmiş, adak edilmiş olanı
göstermek amaç ve inancıyla kına yakılırdı. Günümüzde Kurban Bayramı’na yakın
bir tarihte koç, koyun gibi hayvanların sırtlarının kınalanması veya çeşitli renklerle
boyanması, eski Türk kültüründeki “ıduk” inancının bir devamı niteliğindedir. 414
Kına merasimi, Anadolu’da farklı şekillerde icra edilmektedir. Bazı
yörelerde, damat evinde kına merasimi için gündüz meydan sofrası kurulur.
Konuklara çorba, etli pilav, hoşgeşli (afyonlu) börekle birkaç çeşit hoşaf, sebze
yemekleri ve kaymaklı ekmek kadayıfı sunulur. Akşam, damat evinde damadın
yakınları yer içer ve eğlenirler. Kız evinin erkekleri de bu eğlenceye katılır. Kadınlar
kız evinde toplanıp, kıza kına yakarlar. Hala ile teyze, hamam tasında kınayı
yoğururlar. Gelinin eline kına vurulurken üzerine para konulur ve aşağıdaki gibi
türküler söylenir:
413
Geniş bilgi için bkz. Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 148-149;
Uğur, İçel Folkloru II, s.17. Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde
Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 41;Nutku, Türklerde Düğün, X, 17; Yurt Ans. I, 393, 484, 678.
414
Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, s. 112.
119
Kınası karılır tasta
Oğlan evi pek havasta
Kız anası kara yasta
Yavrum kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun 415
Bazı yörelerde de kına merasimi ikindi vaktinde yapılır. Kız tarafının
kadınları kız evinde toplanırlar. Kızın kaynanası ikindiye doğru yakınlarıyla birlikte
kız evine gelir. Elinde mumu yanan bir fener, fenerin içinde de bir tas yoğrulmuş
kına vardır. Konuklar yerleştikten sonra gelin, en güzel giysisi ve telli duvağıyla
odaya girer ve kaynanasının elini öper. O da gelinin eline bir top kına koyup, üzerine
para basar. Tören bittikten sonra giden konuklar, yatsıdan sonra yeniden kız evine
gelirler. Oyunlar oynanıp türküler söylenir. Geç saatlere doğru ortaya bir tas kına
getirilir. Evli iki kadın, gelinin bir ayağına ve bir eline kına yakarlar. Kına konmadan
önce gelinin sağ ayağının küçük parmağına bir altın bağlanır. Bu, bereket parasıdır
ve gelin gerdeğe girmeden önce onu çıkartıp saklar. Kına yakılırken konuk kadınlar,
hüzünlü kına türküleriyle gelini ağlatmaya çalışırlar. Bunun nedeni; önceden
ağlayanın daha sonra güleceğine ilişkin inanıştır.
416
Aynı kapta yoğrulan kınadan
damat ve geline kına yakılır. Böylelikle ikisi de bir birine adanmış, kurban edilmiş
olur. Bu uygulama, “ey kötü ruh, onlar artık kendilerine ait değildir, onlara dokunma,
onlardan uzak dur” anlamını taşır. Sivas’ta kına yakma esnasında gelinin göz yaşı
dökmesi şarttır. Gelinin çok çocuğunun olması ve zürriyetinin devamı için ağlaması
gerektiğine inanılır. 417
Osmanlı zamanında da yaygın bir adet olan kına merasimi çeşitli törenlerle
yapılırdı. Örf - adetlerle ilgili bilgilerle dolu olan Surnâmelerden birisinde, Damad
Paşa’nın kına gecesinde kına yemişi olarak gönderilen şeyler şunlardan oluşmuştur:
“Saksonya sahan içinde 20 adet olan dört tapla çeşitli şekerlemeler, farskarî işlemeli
şişe içinde otuz tabla çeşitli şukûfe, kiraz 30 sepet 10 tabla, erik otuz sepet 10 tabla,
415
Yurt Ans. I, 312.
416
Yurt Ans. I, 393; II, 1205.
417
Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 107.
120
çilek 30 sepet 10 tabla, elma 30 sepet 10 tabla, portakal 30 sepet 10 tabla, limon 27
sepet 8 tabla, şekerleme 15 sepet 5 tabla, hurma 12 sepet 4 tabla, sakız bademi 15
sepet 5 tabla, kavrulmuş fındık 15 sepet 5 tabla, çeşitli leblebi 30 sepet 10 tabla,
kavrulmuş kestane 9 sepet 3 tabla, rezzaki 25 sepet 5 tabla, çekirdeksiz üzüm 12
sepet 4 tabla. 418
Kına yakmak, Türk inançlarında seçilmiş, adak edilmiş olanı gösterirdi. O
işareti taşıyan canlı ve cansız varlıkların mukaddesliğine inanılır ve onlara
dokunulmazdı. Bu niteliği taşıyan nesne ve şeylere dokunmak, onlara saygısızlık
göstermek, uğursuzluk ve felaket getirir inancı ile, adanmışlar korunma altına
alınmış olurdu. Düğünlerde nişanlarda kına yakma adeti, bu inancın bölgede yaşayan
kalıntıları olarak devam etmektedir. Kına, Anadolu’da adanmış olmanın işareti
olarak kabul edildiği için, asker adayına, kurban edilecek hayvana ve evliliğe aday
olan gençlere kına yakılır. Belki de yaşlıların saç kınası, bu manada âhiret adaylığı
anlamındadır. Erzurum’da görülen bir inanca göre, gelinin el ve ayak kınaları yıkanır
ve evin dört kenarına bu kınalı su dökülür. Bu tür evlerde, ev hayatının bolluk
bereket içinde geçeceğine inanılır. Diyarbakır’da da sünnet olan çocuğa, gelin ve
güveye, askere giden gençlere kına yakılmasının sebebi onları koruma altına
almaktır. 419
Türk toplumunda bu kadar önemli olan kına ile ilgili bazı rivâyetlere
rastlamaktayız.
Kaydedildiğine
göre
Hz.
Peygamber
(s.a.v.);
“Dört
şey
peygamberlerin sünnetlerindendir: Kına yakmak, güzel koku sürmek, misvak
kullanmak ve nikah,” buyurmuştur. 420 el-Münzîrî bu rivâyetin et-Tirmizî’nin
sünen’inde de geçtiğini ifade etmiştir. Ancak et-Tirmizî’nin kaydettiği rivâyette
‫(اﻟﺤﻨ ﺎء‬kına) yerine ‫ اﻟﺤﻴ ﺎء‬kelimesi geçmektedir. 421
Hadis alimleri bu kelimenin
nasıl okunacağı konusunda ihtilaf etmişler. Hâfız Ebu’l-Haccâc, doğrusunun ‫اﻟﺨﺘ ﺎن‬
olduğunu, ancak tashif yapılarak bu kelimenin değiştirildiğini, kına vurmanın
418
Aynur, Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve Şenlikler, s.38-39.
419
Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 105-107; Ayrıca bkz. Erzurum İl Yıllığı,
İstanbul 1973, s. 193-200; Diyarbakır il Yıllığı, İstanbul 1973, s. 394-407.
420
el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 27, no: 2942.
421
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 1, (III, 391-392), no: 1080.
121
erkeklere haram olduğunu belirtmiş ve bu kelimenin kına kelimesinden başka bir
kelime olması gereğine işaret etmiştir. Zaten bu rivâyetin ravilerinden olan Ebu’şŞimal, mechul bir kişi olup burada teferrüd etmiştir. 422 Başka bir rivâyette de Hz.
Ebû Bekir ve Ömer’in kendisine kına yaptığı bildirilmektedir. 423 Bu rivâyeti delil
göstererek Hz. Peygamber’in de kına yaptığını savunanlar olmuşsa da alimlerin
çoğunluğu bunu kabul etmemiştir. 424 es-Suyûtî de, el-Leâli’l-Masnûa’sında kınayla
ilgili rivâyetlere yer vererek onların mevzu olduğuna işaret etmiştir. 425 Bu
rivâyetlerde dikkat çeken bir husus, kınanın yasaklanmamasıdır. Anadolu toplumu
eskiden beri yapageldikleri bir alışkanlık olduğu için kına yakma âdetini devam
ettirmek istemiş ve yukarıdaki rivâyetlere sarılarak bu âdeti meşrulaştırmak
istemiştir. Ancak bu konuda açık bir yasak olsaydı, belki de bu adet silinip gidecekti.
Çünkü; İslam’a ters olan şeyler, genellikle Anadolu kültüründe kendisine yer
bulamamıştır.
7. GAYRET KUŞAĞI
Gayret kuşağına, halk arasında Fatma ana kuşağı da denilmektedir. Kuşak
bağlama töreni, tarihi dönemlerde, gelin evden çıkmadan veya ata binmeden önce
yapılırdı. Kız babası, baba ölmüşse aileden sorumlu erkek, abi, amca, dayı veya
dede, gelinin beline altın ve gümüş işlemeli madenden bir kemer takar ve bazı
tavsiyelerde bulunurdu. Kuşak bağlama sırasında baba, kızına: “Bugüne kadar
namusun bana emanetti, bugünden sonra kocana emanetsin. Gittiğin yerde eline,
beline, diline sahip ol,” derdi. Ayrıca baba kızına çalışkan olmasını ve
sorumluluklarını taşımasını tavsiye ederdi. Bekareti temsil eden bu kuşak,
günümüzde yalnızca bu anlamıyla kırmızı kurdele haline gelmiştir. Bu manada
gelinlerin beline kırmızı kurdele bağlanmaktadır. 426 Zaten daha önce de
422
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 1, (III, 391-392), no: 1080; el-Mubârekfûrî, Tuhfetu’l-Ahvezî, IV, 167.
423
Müslim, Sahih, Fedâil, 100-103, (II, 1821), no: 2341.
424
en-Nevevî, Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîhi Müslim, XV, 95
425
es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 140-141.
426
Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk
Töresi), s. 42.
122
kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) bâkire ile evlenmeyi daha iyi ülfet
sağlanması açısından tavsiye etmiştir.
Düğünün son sabahı, sabah ezanından önce gelin, kınalarını yıkamak için
çeşmeye götürülür ve ardından giyindirilir. Erkek tarafı gelince gelin, babasının elini
öper, o da kızının beline bir kuşağı üç kez dolar ve bileğine bir altın takar. Bu bazen
erkek kardeş tarafından yapılır. Bu geleneğe “gayret kuşağı takma” denir. 427
Bazı yörelerde, “gelin kuşağı” adı verilen kırmızı ipek şerit, orada bulunan
davetlilerin huzurunda, gelinin beline üç defa bağlanıp çözülür. Bu davranışla gelinin
gideceği eve bolluk, bereket ve uğur götüreceğine inanılır. Eski Türk inançlarında
Alplerin ve Kamların kuşandıkları kuşakla, kutsiyet ifade eden üç sayısının, söz
konusu kuşak çözme ve bağlama uygulamasında birleştiğini görüyoruz. Kamların
icra ettikleri merasimlerde önemli bir aksesuar olarak görülen kuşak, İslamiyet ile
beraber muhtelif tarikatlarda ve ahilik teşkilatları içinde yaşayarak günümüze kadar
varlığını sürdürmüştür. 428 Fatma ana kuşağı da denilen bu uygulamanın, asrı saadet
döneminde yapılıp yapılmadığı ile ilgili bir bilgiye rastlayamadık. Ancak bakireliği
temsil ediyor ise bunu tavsiye eden hadisleri daha önce kaydetmiştik. İçeriği
açısından, İslam terbiyesine uyan ya da en azından ters olmayan bu davranış,
Anadolu halkı arasında kabul görerek yaygınlaşmıştır.
8. GELİNİN BAŞINA ŞEKER SAÇMAK
Anadolu’nun birçok yöresinde, gelin damadın evine gelince, damat ve
arkadaşları tarafından, gelinin başına para, çerez, şeker ve meyveler saçılır. 429 Farklı
şekillerde yapılsa da aslında aynı içerikte olan bu adetin Anadolu’nun farklı
bölgelerindeki uygulamalarından birkaç tanesini aşağıya kaydedeceğiz.
Bitlis’te düğünün son günü öğleye doğru kadınlı erkekli bir grup, gelini
almaya gider. Konuklara şerbet sunulur. Şerbet içenler tepsiye para atarlar. Ardından
427
Yurt Ans. I, 393; II, 1205.
428
Bu konuda bkz. Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, s. 113.
429
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 118, 199; Yurt Ans. I, 394.
123
gelin alayı yola çıkar. Yolda davul zurna çalınır, silahlar atılır, alayın önünü
kesenlere bahşiş verilir. Damda bekleyen damat, gelin eve girerken başına, üzüm,
leblebi, şeker, arpa ve bozuk para saçar. Bingöl’de de benzer bir uygulama
görülmektedir. Gelin kapıdan girerken başına elma, kuru yemiş ve para saçılır. Gelini
kaynanası karşılar. Uğurlu olması için yüzüne karşı Kuran açılıp kapatılır. 430
Amasya’da gelinin erkek evine gelmesinin pazar ya da perşembe gününe
rastlaması gerekir. Öğlen namazından sonra gelin, babasının evinden alınır ve
arabaya bindirilerek güvey evine getirilir. Damat, gelinin üzerine para ve leblebi atar.
Gelin eve girmeden önce bir çömlek kırılır. Çömleğin kırılmasıyla, gelinin fena
huylarının da yok olacağına inanılır. 431 Benzeri uygulamalara Anadolunun birçok
yerinde rastlamak mümkündür.
Aydın’da düğünün üçüncü günü, önce kızın eşyaları oğlan evine taşınır.
Daha sonra gelin alayı, önde bayrak ve çalgılarla, silahlar atarak, kız evine gider.
Gelin, hazırlanmış olan araca bindirilir. Damat, evinin önünde araçtan inmeden önce
cebinden çıkardığı para, şeker, buğday ve pirinçleri serperek, gelini indirir ve odasına
götürür. Gelinin yanındaki topluluk da o atılan şeylerden almak için birbirileriyle
yarışırlar. 432
Gelinin başına saçı yapmak, Şamanist ve Müslüman Türklerin evlenme
törenlerinde görülen müşterek unsurlardan birisidir. Bu saçı, her devirde o zamanın
insanının kazandığı en değerli mahsullerinden oluşmaktaydı. Avcılık devrinde avın
kanı yağı ve eti, çobanlık devrinde süt, kımız ve hayvanların yağı, çiftçilik devrinde
darı, buğday ve çeşitli meyveler saçı olarak kullanılırdı. Saçı, yabancı bir soya
mensup olan bir kızı, kocasının soyunun ataları ve koruyucu ruhları tarafından kabul
edilmesi için yapılan bir kurban ayininin kalıntısıdır. 433 Ruhlara saçı yapma adeti,
bütün dünya kavimlerinde belli bir dönemde görülen ortak adetlerden birisidir. Dini
mahiyetini kaybettikten sonra dahi bir çok kavmin uyguladığı bir gelenek olarak
430
Yurt Ans. II, 1364, 1427.
431
Yurt Ans. I, 484.
432
Yurt Ans. II, 1066; Saçı adetiyle ilgili Osmanlı’daki uygulama da aynı içerikte yapılırdı. Bu
konuda bkz. Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, 127.
433
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 167.
124
günümüze kadar devam etmiştir. Birisi hakkında hayırlı bir haber söylenirken “darısı
başımıza” temennisi, işte bu eski adetten kalma bir hatıradır. 434
Türkistan’da gelinin başına buğday saçma adeti gelin babasının evinden
çıkarken yapılır ve mürüvvetli olması dilenir. 435 Bu âdet, Türk kültüründe bir takım
ruhlara sunulan kansız kurban inancının izlerini taşımaktadır. 436
Bu tür inançları kabul etmeyen ve her şeyin Yüce Allah’tan bilinmesini
isteyen İslam, böyle uygulamalara önem vermemiştir. Ancak tarihten bu yana
uygulana gelen bir adetin bırakılması, kolay değildir. Birinci blümde temas ettiğimiz
gibi gelenekler değişseler de eskinin izini üzerinde taşımaya devam ederler. İslam
tarafından açık bir yasaklama da olmayınca, toplum bu adeti devam ettirme eğilimi
göstermiş ve hatta bu konuda rivâyet uydurarak Hz. Peygamber’in otoritesine
dayandırmıştır. İşte bu rivâyetlerden bir tanesi şöyledir: Rivayete göre Muaz b. Cebel
(r.a.), Hz. Peygamberle birlikte Ensar’dan birisinin düğününe katılır. Hz. Peygamber
bir konuşma yaptıktan sonra onların nikahını yapar. Ülfet, hayır ve şans dileyerek
onları tebrik eder. Sonra, “arkadaşlarınızın ve damadın yanında def çalınız” der. O
anda tepsiler içerisinde meyve ve şeker getirilerek onların üzerine saçılır. Ancak, hiç
kimse onunla ilgilenip, onları almaya çalışmaz. Bunun üzerine Allah Rasulü; “Hilm
ne kadar güzeldir. Niçin onu almaya çalışmıyorsunuz (kapışmıyorsunuz)?” der.
Oradaki ashab da; “Ey Allah’ın Rasûlü, sen bize falanca gün yağmalamayı
yasaklamamış mıydın?” derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.); “Ben size,
askerin talanını (yağmalama ve kapışmasını) yasaklamıştım. Size düğündeki
nühbe’yi (kapışmayı) yasaklamadım. Haydin onu yağmalayın der.” Muaz (r.a.) diyor
ki: Bunun üzerine O bizi, biz de onu çekiştirmeye başladık ve atılan meyve ve
şekerleri toplamaya çalıştık. 437 İbnü’l-Cevzî, bu rivâyetin mevzu olduğunu ifade
etmiş ve mevzu rivâyetleri topladığı eserinde ona yer vermiştir. 438 Anadolu'da
Osmanlı toplumunun dini yönden şekillemesine büyük etkisi olan Kara Davut, Hz.
434
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 100.
435
Muratoğlu, Kalafat, Türkeroğlu, Türk Halk İnançları, s.49.
436
İnan, a.g.e.; s.98-167.
437
el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 290; İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 264-266.
438
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 264-266.
125
Hatice ile Hz. Peygamber'in düğününde damadın başına mücevherler serpildiğini
kaydetmiştir. 439 Anadolu toplumu bu adetini devam ettirirken Hz. Peygamber’e
atfedilen bu rivâyetten kendisine güç kazanmış ve uygulamayı devam ettirmiştir. Bu
da Anadolu insanının nezdinde hadislerin gücünü ve yerini ortaya koyup, onun
himayesine sığındıklarını göstermetedir.
9. YENİ EVLİLERİ TEBRİK
Düğün töreni sona erince, gelin ve damat kendilerine ayrılan yere oturarak
davetlilerin tebriklerini kabul ederler. Bu esnada davetliler; “hayırlı olsun”,
“Mutluluklar dilerim”, “Allah tek yastıkta ihtiyarlatsın” gibi temennilerde bulunurlar.
Düğünden sonraki günlerde de, önce aile yakınlarından başlamak üzere davetler
verilir ve yeni evlenen çift, her gün bir davete katılarak, bir şekilde yakınları onları
tebrik etmiş olur.
Hz. Peygamber zamanında da uygulama buna benzer şekilde yapılmaktaydı.
Hz. Aişe (r.a.) kendi düğününde Ensar'dan bir kısım kadınların onu tebrik ederek
evlilikleri için “Ale’l-hayri ve’l-bereketi ve alâ hayri tâirin,” (Hayırlı uğurlu ve
mübarek olsun) diye duâ ve tebrik ettiklerini bildirmiştir. 440 Yine Hz. Peygamber
(s.a.v.), Abdurrahman b. Avf'ı (r.a) “Bârekallâhu leke” diyerek tebrik etmiştir. 441 Ebû
Hureyre (r.a.) de Rasulullah’ın (s.a.v.), evlenen bir kimseyi tebrik ettiğini ve onun
için “Allah sana evliliği mübarek kılsın, üzerine bereket indirsin, ikinizin arasını
hayırda birleştirsin,” diyerek duada bulunduğunu aktarmıştır. 442
Hasan el-Basrî’nin anlattığına göre: “Akil İbnü Ebî Tâlib (r.a.), Benî
Cüşem’den bir kadınla evlenmişti. Onu, “Kaynaşma ve oğullar” dileyerek tebrik
439
Kara Davud, Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davud,s. 424.
440
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 57, (VI, 139); Müslim, Sahih, Nikâh, 69, (II, 1038).
441
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 56, (VI, 139).
442
Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 35-36, (II, 598), no: 2130; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 7, (III, 400), no:
1091.
126
ettiler. Fakat o, “Rasulullah’ın (s.a.v.) kullandığı tabirlerle duâ edin. Allah size
evliliği mübarek etsin ve size bereket versin, diye tebrik edin, demiştir.” 443
Bu hadisler yeni evlenenler için nasıl tebrik ve duâ etmek gerektiğini
öğretmektedir. Câhiliye devrinde yapılan “kaynaşma ve oğullar” şeklindeki tebrik
cümlesini, Allah Rasûlü yasaklamıştır. Çünkü bu tebrikte, kız evlatlarına karşı tavır
konulduğu görülmektedir. Onun yerine, evliliğin mübarek olması ve hayırda
beraberlik duâsı, tavsiye edilmiştir. Günümüzde de bu türden bir duâ cümlesiyle yeni
evlenen kişiler tebrik edilmektedir. “Mutluluklar dilerim,” “Allah ikiniz için de
hayırlı etsin” “Allah hayırlı evlat nasip etsin” “tek yastıkta ihtiyarlayın” gibi ifadeler
bu cümledendir. Bu adet de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ve onun ashabının
uygulamasıyla benzerlik göstermektedir.
10. CİNSEL EĞİTİM
Cinsel
eğitimden
kastımız,
düğünden
önce
gelin
ve
damadın
bilgilendirilmesidir. Bilgilendirmeyi yapacak kişilerin damad ve gelinin yakın
arkadaşlarından ve evli kimselerden olması gerekir. Damada düğün süresince
yardımcı olup onu yönlendiren ve bilgilendiren kimseye Sağdıç, gelini hazırlayıp
yardımcı olan kişiye de Gelin Yengesi denilir.
10.1.Kız Yengesi ve Sağdıç
Sağdıç; düğün süresince damada her konuda yardımcı olup, onu cinsel
konularda bilgilendirmekle görevli kişidir. Güveyin en yakın arkadaşları içinden bir
veya iki kişi, sağdıç olarak belirlenir. Tıraş olurken, camiye giderken ondan
ayrılmaz. Düğün süresince onu bekarların şakalarından koruyarak, gerdeğe kadar
yalnız bırakmaz. Gelin için de aynı şey söz konusudur. Ancak geline bu konuda
yardımcı olan kişiye gelin yengesi denir. Sağdıcın görevi neyse, gelin yengesinin
görevi de odur. Düğün başladığı andan itibaren gelin ve damadı bu kişiler
yönlendirirler. Gelin süslenip, konukların önüne çıkarken, kına gecesinde, gelin alayı
damat evine giderken gelin yengesi, gelini yalnız bırakmaz. Yenge aynı zamanda evli
bir kadın olduğu için geline gerdek gecesiyle ilgili bilgiler verir ve onu hazırlar.
443
en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 73, (VI, 128).
127
Gelinle birlikte erkek evine gider ve gerdekten sonraki gün görevi bitmiş olur.
Damadın sağdıcı da aynı şekilde damadı hiç yalnız bırakmaz, onun giyimi ve
süslenmesinden sorumludur. Konuklar içerisine çıkarken damadın yanında bulunur
ve onu yönlendirir. Gerdekle ilgili bilgiler verir ve onu gerdeğe hazırlar. Gelin
yengesinin ve damat sağdıcının evlenen çiftler açısından büyük önemi vardır. Bu
görevden sonra aralarında köklü bir dostluk başlar. 444
Türk toplumu içerisinde çok yaygın olan bu adet, 445 aslında asrı sadette de
görülen
ve
Hz.
Peygamber’in
onayını
almış
bir
uygulamadır.
Aşağıya
kaydedeceğimiz örnekler, o dönemin uygulamalarına ışık tutacak mahiyettedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemiyle ilgili, en açık örneklerden birisi ve onun
şahsıyla ilgili bir düğün töreni olması dolayısıyla, daha önce de kaydettiğimiz Hz.
Aişe’nin (r.a.) düğününü anlatan rivayetten, gerdeğe girecek olan Hz. Âişe’nin
yanında kadınların toplanıp ona ilgi gösterdikleri ve zifaf adabıyla ilgili bilgi vererek
onu gerdeğe hazırladıkları anlaşılmaktadır. 446
Enes (r.a.) Hz. Peygamber’in Hz. Safiyye ile olan evliliğini şöyle anlatıyor:
“Safiyye, ganimet taksiminde Dıhye’ye düştü. Onu Rasûlullah’ın yanında övmeye
ve “esirler içinde onun gibisini görmedik” demeye başladılar. Bunun üzerine Hz.
Perygember, Dıhye’ye haber gönderdi ve Safiyye’ye bedel ne isterse verdi. Sonra
Safiyye’yi anneme teslim ederek, “Bunu çek çevir!” buyurdu. Sonra Rasûlullah
(s.a.v.) Hayber’den çıktı. Bir müddet sonra konaklayınca, Safiye ile evlendi (zifafa
girdi). Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.), “Kimin yanında fazla yiyecek varsa onu bize
getirsin!” buyurdu. Artık kimi hurma, kimi de kavrulmuş unun fazlasını getirmeye
başladılar. Hatta bundan bir karıştırma yığını yaparak ondan yemeye, yanlarındaki,
yağmur suyundan birikme havuzlardan da su içmeye başladılar. Sabit, sonra Enes
şunu söyledi, diyor: “İşte bu, Rasûlullah’ın (s.a.v.) Safiyye için düğün yemeği oldu
ve sonra yola devam ettik…” 447 Bu rivâyete göre; Hz. Safiyye’yi (r.a.) düğün ya da
gerdek için hazırlayıp ona yardımcı olmak üzere bir kadın görevlendirilmiş ve bu
444
Yurt Ans. I, 149,394; II, 1364, 1427; Uğur, İçel Folkloru II, s.19.
445
Geniş bilgi için bkz. Güngör, Gagauz Türkleri, s.30.
446
Müslim, Sahih, Nikâh, 69, (II, 1038).
447
Müslim, Sahih, Nikâh, 88, (II, 1047).
128
günkü gelin yengesinin görevini yaparak, onu gerdeğe hazırlamıştır. Günümüzdeki
uygulama da bundan farklı değildir.
11. ZİFAF ADABI
11.1. Zifaftan Önce Yapılmasına İnanılan Şeyler
Gelin, damadın evine geldikten sonra yakın komşular toplanır. Gelin ortaya
alınarak onu öven türküler söylenir. Övgülerden sonra imam nikahı kıyılır. Gelin
odasının kapısına kadar sağdıçlarıyla gelen güvey, sırtı yumruklanarak içeri itilir. 448
Yine, gelin eve getirildiği zaman, sağ eli ile sağ ağayı leğenin içerisinde yıkanır.
Leğenin içine dökülen su, gelinin uğur, bolluk ve bereket getirmesi inancı ile evin
dört bir tarafına serpilir. Kaynağını ev iyeleri ile yer su ruhlarından alan bu
uygulamada amaç ve inanç; adı geçen ruhların memnuniyetini kazanmak ve
gelebilecek fenalıklardan sakınıp, gelinin evin bir üyesi olduğunu onlara
göstermektir. 449 Aslında eski Türk inançlarıyla bağlantılı olan bu adet, “Ey Ali!
Gelin, senin evine geldiği zaman, onun ayakkabılarını çıkart ve onun ayaklarını yıka,
evinin kapısından başlayarak en uzağına kadar yıkadığın suyu dök. Eğer sen bunu
yaparsan, Allah senin evinden fakirliği yetmiş kapı uzak eder.” 450 Şeklinde hadis
kalıbına soklmuştur.
Zifaftan önce yapılması gereğine inanılan, Anadolu’daki güzel adetlerden
birisi de duâ etmektir. Burada yapılan duânın kabul olacağına inanılır. Güvey, gelinin
odasına gitmeden önce, aile büyükleri ile birlikte duâ edip, büyüklerin ellerini öper.
Gelin, güveyin ayakkabısını çıkartır, güvey de gelinin yüzündeki duvağı açıp ona yüz
görümlüğü hediyesini takdim eder. 451 İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre: Nebî (s.a.v.);
Şâyet sizden biriniz ehline yaklaştığı zaman “Bismillâhi Allâhümme cennibnişŞeytâne ve cennibi’ş-Şeytâne mâ razaktenâ” (Allah’ın adıyla. Allah’ım! bizi
şeytandan uzak tut ve şeytanı da bize vereceğin nasipten uzak tut), der ve o şey
448
Yurt Ans. I, 149.
449
Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, s. 116.
450
es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 142.
451
Uğur, İçel Folkloru II, s.19; Yurt Ans. I, 312; II, 1364, 1427
129
aralarında gerçekleşirse veya bir çocuk olursa, şeytan ona ebediyyen zarar veremez”
buyurmuştur. 452
İbn Mes’ûd’un (r.a.) naklettiğine göre Nebî (s.a.v.), “Kadın, kocasının yanına
girdiği zaman ikisi birlikte ayağa kalkarak iki rekat namaz kılıp, “Ey Allah’ım! Beni
ailemde mübarek kıl. Ailem için mübarek kıl. Allah’ım! onları benden rızıklandır,
beni de onlardan rızıklandır. Allah’ım! aramızı hayrı birleştirdiğin gibi birleştir.
Hayrı ayırdığın gibi aramızı ayır, desin” buyurmuştur. 453
Abdurrezzak’ın Musannaf’ında kaydettiği mürsel bir rivâyette de konuyla ilgili
şöyle bildirilmiştir: “Kişi, hanımına gelince Bismillah desin ve şu duayı okusun:
“Allahım! Bize vereceğin nasibi hakkımızda mübarek kıl. Bize nasip ettiğin şeyde
şeytana bir pay koyma.” Böyle derse, kadın hamile kaldığı takdirde çocuğun sâlih bir
kimse olacağı ümit edilir.” 454
Bu rivâyete dayanarak, söz konusu duayı okuduktan sonra, şeytanın çocuğa
değmeyeceğine inanılmıştır. Buna karşılık, doğacak her çocuğun, istisna edilen hariç,
şeytan tarafından dürtüleceği rivâyetini göz önüne alarak, bu duânın muhakkak
koruyacağı anlamına gelmeyeceğini savunanlar da olup, şu rivâyeti delil olarak
göstermişlerdir:
Ebû Hureyre’nin (r.a.) naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “Doğduğu zaman şeytanın dokunmadığı hiç bir çocuk yoktur. Doğan
her çocuk, işte şeytanın bu dürtmesi sebebiyle feryat ederek ağlar. Bundan yalnız
Meryem oğlu İsa (a.s.) ile annesi müstesnadır.” Bundan sonra Ebû Hureyre (r.a.),
“İsterseniz, ‘Ben onu ve zürriyetini taşlanmış şeytandan sana ısmarladım’ 455 âyetini
452
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 66, (VI, 141); Müslim, Sahih, Nikâh, 116, (II, 1058); Ebû Davud, Sünen,
Nikâh, 46, (II, 617), no: 2161; et-Tirmizi, Sünen, Nikâh, 8, (III, 401), no: 1092.
453
el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 291.
454
Abdurrezzak, Musannef, VI, 193-194, no: 10466-10467; Ayrıca bu konuda, aynı eser, sayfa 191195 arasında bir çok rivâyet mevcuttur.
455
3. Âl-i İmran, 36.
130
okuyunuz” demiştir.” 456 Ancak, bu rivâyetin râvîleri tenkit edilmiş olup, senet
yönünden problemli olduğu tespit edilmiştir. 457 Ayrıca metin tenkidine tabi tutulan
bu rivâyet hakkında şunlar söylenmiştir: Dünyaya gelen her çocuğun şeytanın
dürtmesinden dolayı feryat edip ağladığı, Hz. Meryem ile oğlu Hz. İsa’nın (a.s.)
bundan istisna tutulduğu ifade edilmektedir. Tıp bilimcileri ise, doğumdan önce
akciğerlerin havasız olduğunu, anne karnındaki çocuğun gerek oksijen gerekse diğer
besleyici maddeler bakımından tamamen anneye bağlı olduğunu ve bunları plesanta
yolu ile aldığını kaydetmektedirler. Çocuk dünyaya gelince anne rahmi
büzüldüğünden, plesantanın büzüldüğü yer daralıp çocuğun oksijen tedariki güçleşir.
Göbek kordonunun bağlanması ile de bu tamamen kesilir. Doğan çocuğun derisinin
soğukla karşılaşması ve kuruması, çocuğun kanındaki oksijen azlığı, içteki ve dıştaki
basınç farklılığı solunum merkezini harekete geçirir ve nefes alma ihtiyacı ortaya
çıkar. Çocuk ilk önce 4-5 defa arka arkaya çabuk ve yüzeysel nefes alıp verir. Bu
çocuğun ağlamasıyla olur. Zaten bu rivâyetin gerçeğe uygun olmadığı ve israiliyât
türü rivâyetlerden olduğu, çocuğun doğduğu zaman ağlamasının şeytanın
dürtmesinden değil de sağlık açısından, çocuğun oksijen alması için önemli olduğu
ve bundan Hz. İsa da dahil olmak üzere kimsenin istisna olamayacağı ortaya
konulmuştur. 458 Yani zifaftan önce duâ etme adeti, böyle bir inançtan
kaynaklanmayıp, her konuda ve her zaman Allah’a duâ eden Müslüman kişinin,
Allah’a yönelmesi ve ondan hayırlar dilemesi olarak algılanmalıdır.
11.2. Zifaftan Önce İki Rekat Namaz Kılmak ve Duâ Okumak
Anadolu’da yaygın olan adete göre, zifaftan önce iki rekat namaz kılınır.
Akşam yemeğinden sonra imam nikahı yapılıp, yatsı namazı kılındıktan sonra damat
arkadaşlarının sevinç gösterileriyle gelinin odasına gönderilir. İçerde erkek çocuğu
olan bir kadın ve yerde bir seccade olur. Kapıda hoca duâ okur. Sağdıçlardan evli
456
el-Buhârî, Sahih, Enbiya, 44, (VI, 138); Mislim, Sahih, Fedail, 146-148, (II, 1838); A.b. Hanbel,
Müsned, II, 233, 274, 288, 292, 319, 523. Bu konudaki açıklamalar için bkz. el-Aynî, Umdetu’lKârî, XX, 152.
457
Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Şeytan, s.256 vd.
458
Ateş, a.g.e, s.255-268.
131
olanı damadı içeri yollar. Damat gelinin yüzünü görmeden önce iki rekat namaz kılar
ve bu esnada edilen duânın kabul edileceğine inanıldığı için birlikte duâ ederler. 459
Hz. Peygamber’in hadislerinde konuyla ilgili olarak şu bilgilere
rastlamaktayız: Selmân’ın (r.a.) bildirdiğine göre Allah Rasûlü (s.a.v.), “Sizden
biriniz evlenir de (zifaf) akşamı olursa, iki rekat namaz kılsın. Eşine de arkasında
namaz kılmasını söylesin. Muhakkak ki evde hayrı yaratan Allah’tır (c.c.),
buyurmuştur.” Rivâyetin senedinde bulunan ravilerden el-Haccâc b. Ferrûh
zayıftır. 460 Ancak, bu konuyla ilgili olarak Abdurrezzak’ın Musannef’inde bir çok
rivâyete rastlamak mümkündür. 461 İbn Mes’ûd’un (r.a.) naklettiği bir rivâyette de,
Hz. Peygember’in, zifaftan önce eşlerin birlikte namaz kılıp duâ etmelerini tavsiye
ettiği bildirilmektedir. 462
Erzurumlu İbrahim Hakkı, ârifin evlenme adabı içerisinde, Zifafa girmeden
önce iki rekat namaz kılmayı ve “bizi birbirimize mübarek kıl” diyerek duâ etmeyi
de saymıştır. 463
Anadolu kültürünün mayasını, büyük oranda İslam kültürü, yani âyet ve
hadisler oluşturduğu için, bu uygulama bir adet haline gelmiştir. Normal zamanlarda
namazını kılmayan kimseler dahi, zifaftan önce iki rekat namaz kılmayı ihmal
etmeyerek, bu adeti yaşatmış ve bilmeden bile olsa sünnete uygun davranmış
olmaktadırlar.
11.3. Zifaftan Önce Geline Hediye Vermek
Âdet olduğu üzere; Anadolu’da evlenen çiftler, düğünün bittiği akşamın yatsı
namazından sonra zifafa girerler. Gelinle ilk defa baş başa kalan damat, gelinin
459
Uğur, İçel Folkloru II, s.19.Yurt Ans. I, 312; II, 1364, 1427.
460
el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 291.
461
Abdurrezzak, el-Musannef, VI, 191-195; no: 10460-10470.
462
el-Heysemî, a.g.e., IV, 291.
463
İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, s. 708.
132
duvağını açmadan önce yüz görümlüğü olarak geline beşibiryerde gibi çeşitli değerli
hediyeler takdim eder. 464
Bu adet, Hz. Peygamber’in hediyeleşme tavsiyesine uygun bir davranıştır.
İnsanların kalbini kazanmanın en etkili yollarından birisi de hediyeleşmektir. Hz.
Peygamber (s.a.v.), Abdurrahman b. Avf’a, evlendiği kişiye ne verdiğini sormuş; o
da, bir nevat altın verdiğini söylemiştir.
465
Ayrıca bu uygulama İslam toplumu
arasında benimsenip, kültür haline gelmiştir. Ortaya çıktıkları zamanın kültür
birikimlerini yansıtması açısından önemli olan, bir mevzu rivâyette, “Evlenen bir
kimse, zifaftan önce eşine bir şey vermeden zifafa girmesin. Şâyet bir şey bulamazsa
iki ayakkabısından birini ona versin” 466 denilerek bu konuya işaret edilmiştir.
11.4. Cinsel İlişki Esnasında Yapılması Mahzurlu Olan Şeyler
Kur’ân ve hadislerde yasaklanan hususların dışında, Yüce Allah insanlar için
geniş bir alan bırakmıştır. İslam alimleri de bunu, eşyada asıl olan mubahlıktır,
şeklinde formüle etmişlerdir. İnsanları dar bir kalıba sokup onları bunaltmak dinin
doğasına uymayan bir durumdur. Bu konuda da aslında temel prensipleri Kurân
koymuş ve insanlara geniş bir alan bırakmıştır. Nitekim Kur’ân’da Yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
“(Ey Muhammed!) Hayzı (âdet halini) soruyorlar. De ki: O bir ezadır. Hayızlı
iken,
kadınlardan
uzak
durun
ve
temizlenmedikçe
onlara
yaklaşmayın.
Temizlendikleri zaman, Allah’ın size emrettiği şekilde onlara yaklaşın. Allah
şüphesiz tövbe edenleri sever; temizlenenleri de sever. Kadınlarınız sizin için bir
tarladır. Bu sebeple tarlanıza dilediğiniz şekilde yaklaşın. Kendiniz için (gelecekte
faydasını göreceğiniz) iyi ameller sunun. Allah’tan sakının ve bilin ki, O’na mutlaka
kavuşacaksınız. Müminleri müjdele.” 467
464
Uğur, İçel Folkloru II, s.18.Yurt Ans. I, 312; II, 1364.
465
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 49, (VI, 137-138).
466
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 263; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 139.
467
2.Bakara, 222-223.
133
Yukarıda da kaydettiğimiz gibi, daha çok yapılması gerekenler yönünde
bilgiler verilerek, onun dışındaki geniş alanda insanlar serbest bırakılmıştır. Kişileri
rencide edecek, ahlâkî değerlere ters düşen davranışlarda bulunmak zaten kabul
edilemez türdendir. Bu konuda yazılmış güncel kitaplarda da bazı bilgilere rastlamak
mümkündür. Bu türden bilgiler içeren, bir mevzu rivâyet, şu şekilde gelmiştir:
“Sizden biriniz hanımıyla ya da cariyesiyle cinsel ilişkiye girdiği zaman onun fercine
bakmasın. Çünkü bu, doğacak çocukta körlüğe sebep olur. Çok konuşmasın, çünkü
çok konuşmak ahrazlığa sebep olur.” 468 Bu gibi rivâyetleri dikkate alarak, İbrahim
Hakkı, cima adabından olan şeylere Marifetname’sinde yer vermiş ve bir çoğu ilginç
olan şu bilgileri kaydetmiştir: “Eğer bir kişi, hanımının rızası olmadan cima ederse,
ondan olan çocuk ahmak olur. Lohusa iken ederse, çocuğuna zarar gelir. Eğer hilal
ayının ilk gecesi ve on beşinci gecesi veya son gecesi cima ederse, çocuk mecnun
olur. Eğer pazar gecesi ederse, çocuk yan kesici olur. Çarşamba gecesi ederse, çocuk
öldürmeye eğilimli olur. Eğer gündüz öğleden sonra cima ederse, çocuk şaşı gözlü
olur. Ramazan bayramı gecesi ederse, çocuk anne ve babaya isyankar olur. Kurban
bayramı gecesi ederse, çocuk altı veya dört parmaklı olur. Eğer ayakta cima ederse,
çocuk yatağına ıslatır. Eğer cima esnasında konuşursa çocuk dilsiz olur. Ferce
bakarsa çocuk âmâ olur. İlişki anında kadını öperse, çocuk sağır olur. Eğer meyva
ağacı altında cima ederse, çocuk zalim olur. Taharetsiz ederse çocuk cimri olur.
Örtüsüz yıldızlar altında ederse çocuk münafık olur. Eğer bir kimsenin huzurunda
ederse çocuk hırsız olur. Beraat gecesinde ederse çocuk kötü huylu olur. Eğer yola
çıkacağı gecede ederse çocuk israfçı olur.” İbrahim Hakkı bu bilgilerin hepsinin
belirtileriyle ispat edildiğini ve tecrübelerle edinildiğini belirtmektedir. 469 Bunların
bir kısmı (lohusa iken ilişkide bulunmak gibi) geçerli sebeplere dayansa da aslında
bir çoğu hiç mahzuru olmayan şeylerdir. Diğer saydıkları şeyleri de göz önüne
aldığımız zaman cinsel ilişkiye vakit bulmakta zorlanılabilir. Din, haram olmadığı
sürece insanlara geniş bir alan bırakmıştır. Bu alanı daraltıp, insanları zor durumda
bırakmamanın daha isabetli olacağı kanaatindeyiz.
468
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 271, 272; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 144.
469
İbrahim Hakkı, Marifetnâme, s.709-710.
134
12. KAYINPEDER VEYA BABA DENİLMESİ
Anadolu’da yeni evlenen çiftler, genellikle damadın babasının evinde bir
müddet kalmaktadırlar. Bu durum, ev yaptırıncaya, ya da başka bir memlekete
göçünceye kadar devam etmektedir. En azından bir süre, erkeğin babasının evinde
kalan geline, çok sıcak ve candan davranışlar sergilenerek onun alışmasına yardımcı
olunur. Hatta, gelinin kayın pederi ve kaynanası, onu evladıyla eş tuttuklarını her
fırsatta ifade ederler. Gelin de buna karşılık onlara, anne ve baba gibi gördüğünü
ifade etmek anlamında, anne-baba diye hitab eder. Bu hitabıyla gerçek manada anne
baba demeyi değil de sevgi ve saygı açısından, öyle kabul ettiğini ifade etmektedir.
Ancak,
Anadolu’da
çoğunlukla
bu
ifade
yerine,
“kayın
peder”
tabiri
kullanılmaktadır. Bir kimsenin anne ve babası dışında birisine, öyle hitap etmesi hoş
görülmediğinden bu tabir icat edilmiş olabilir. Çünkü rivâyette, Sa’d b. Ebî
Vakkas’ın bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiştir: “Kim babasından
başka bir kimsenin babası olduğunu, öyle olmadığını bildiği halde, iddia ederse,
cennet ona haram olur.” 470 Yine Ebû Zer’in bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.):
“Babasından başka bir kimsenin babası olduğunu iddia eden bir kimse kâfir olur.
Ona ait olmayan şeyi kim iddia ederse o bizden değildir. Cehennemdeki yerine
hazırlansın. Bir kimse diğerine kâfir ya da Allah’ın düşmanı derse, o öyle olmadığı
halde, o sözü kendisine geri döner.” buyurmuştur. 471
Dini çok ciddiye alan Türk toplumu, burada kötü bir niyet olmamasına rağmen,
yine de tedbirini almış ve bu konuda da hadislere ters düşmemek için, kayın peder ya
da kayın valide kelimelerini kullanmayı tercih etmiştir. Aslında gelin ya da damat,
eşinin anne ve babasına, anne-baba derken, gerçek anne ve babaları olmadığını
biliyorlar. Sadece onu kendisine anne ve baba gibi yakın gördüğünün bir ifadesi
olarak böyle hitab etmektedir. Bunu duyan herkes de aynı şekilde anlayarak, onların
ne kadar iyi anlaştıklarını düşünmektedir.
Düğün ile ilgili örf ve âdetlerden 16 örneği burada arz ettik. Bu âdetlerin
hadislerle uygunluk gösterdiğini ifade ettik. Bu uygunluk bazen sahih hadis ışığında
gerçekleşirken, bazen de eski adetlerden olup devamını sağlayabilmek için hadis
470
el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 51, no: 3039.
471
el-Münzirî, a.g.e, III, 51, no: 3040.
135
kalıbına sokulduğuna şahit olduk. Düğün âdetlerinin burada kaydettiklerimizle sırlı
olmadığı bir gerçektir. Ancak biz Anadolu'nun genelinde mutat uygulama olan
adetleri tercih ettiğimizden 16 ile sınırlandırdık. Bu bölümdeki örneklerimiz, birinci
bölümde anlattığımız örf âdet, din ve meşrulaştırma ile ilgili tespitlerimizi
desteklemektedir. Örf-âdetlerin bir oluşma ve meşrulaşma sürecinin olduğunu, bu
süreçte dinin temel etken olduğunu ve dini (Anadolu için düşünüldüğünde İslam'ı) de
âyet ve hadislerin oluşturduğunu ifade etmiştik.
Anadoludaki eş seçimi, nişanlama ve düğün merasiminin genel olarak
rivâyetlerle uygunluk sağladığı anlaşılmıştır. Ancak bazen sahih rivâyetler etkili
olurken bezen de halkın önceki adetlerinin hadisleştirildiği görülmektedir. Gelinin
başına çerz, şeker ve para atmakla ilgili adet buna güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Bu örneklere nikah ile ilgili örf adetlerde de rastlayacağız. Düğün bittikten sonra
nikah merasimine geçildiğinden, tezimizin dördüncü bölümünde nikah ile ilgili örf
ve âdetleri inceleyeceğiz.
136
IV.BÖLÜM
NİKAH İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER
Tezimizin dördüncü kısmı olan nikah ile ilgili örf adetler bölümünde öncelikle
Bekarlık ve Evlilik hususunda Anadolu toplumunun ve İslam dininin görüşlerini
ortaya koyduktan sonra, nikah merasimi, nikahlanması yasak olanlar, gayri müslim
ile evlilik, akraba evliliği, iki bayram arasında nikah ve nikahta tebrik ve davet
konularını işleyeceğiz. Bu konulardaki uygulamaları hadislerle karşılaştıracak ve
aralarındaki uygunluğa işaret edeceğiz.
1. BEKARLIK
Evlenme, ilk insanla başlayan ve insanların çoğalıp neslini devam
ettirmeleri için de aksi düşünülemeyecek olan fıtrî bir olaydır. Bunu teşvik edici
olarak, Yüce Allah insanların içine şehvet isteğini güçlü bir şekilde yerleştirmiş ve
bu sayede insan neslinin devamını garanti altına almıştır. Evlenme, yasal ya da yasal
olmayan yollarla ilk insandan günümüze kadar devam etmiştir. Anadolu’da, evlilik
müessesesinin yasal yollarla yapılmasına ayrı bir önem verilmektedir. Bir anne- baba
için hayatlarının en önemli olaylarından birisi de çocuklarının mürüvvetini
görmektir. Evlenme çağına gelen çocukları için anne ve babalar sevinçle, hayırlı
kısmet aramaya başlarken, evlenme çağı geçen ya da geçmek üzere olan çocukları
için derin üzüntü duyarlar.
İslam kültürüyle yoğrulan Anadolu insanı, evliliği Hz. Peygamberin sünneti
olarak görüp onu bir ibâdet anlayışıyla gerçekleştirir. Evliliği, ibâdetle eş tutup teşvik
eden bir çok âyet ve hadis vardır. Bunlardan bir tanesinde Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “Ey gençler topluluğu! Evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü
evlilik, gözü harama karşı iyi kapatır ve ferci korur. Evliliğe güç yetiremeyenler de
oruç tutsun. Çünkü oruç bir kalkandır.” 472 Yine Abdullah b. Amr b. Âs’ın
bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), “Ey Abdullah! Senin gece namaz kıldığını,
gündüzleri de oruç tuttuğunu duyuyorum. Evet yâ Rasûlullah dedim. O bana, böyle
yapma dedi. Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. Bir gece kalk, diğer gece uyu. Çünkü
senin vücudunun senin üzerinde hakkı var. Gözünün bir hakkı var, hanımının senin
472
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 2, 3, (VI, 118); Müslim, Sahih, Nikâh, 1, (II, 1018).
137
üzerinde hakkı vardır.” 473 Ebu Zer’den gelen bir rivâyette de evlilik teşvik edilmiş ve
bekarlığın tehlikesi vurgulanmıştır. Rivâyete göre: “Ukaf b. Bişr et-Temîmî adlı bir
kişi, Hz. Peygamber’in huzuruna girdi. Hz. Peygamber ona, “Ey Ukaf hanımın var
mı?” diye sordu. Ukaf, “hayır” diye cevap verdi. Hz. Peygamber: “Bir cariyen de mi
yok?” buyurdu. Ukaf, yine “hayır” diye cevap verdi. Hz. Peygamber, “Zengin misin,
sağlığın yerinde mi?” diye sordu. Ukaf da, “Evet, zenginim ve sağlığım da yerinde.”
dedi. Hz. Peygamber, “Öyleyse sen şeytanın kardeşlerindensin. Eğer Hıristiyanların
içinde olsaydın, onların rahiplerinden olurdun. Şüphesiz ki bizim sünnetimiz, nikah
yapmaktır. Sizin en şerlileriniz bekarlarınızdır. Sizin ölülerinizin en rezilleri de bekar
ölenlerinizdir. Siz şeytanlarla iş birliği mi yapıyorsunuz? Şeytanın, sâlih insanlara
karşı kadınlardan daha tesirli bir silahı yoktur. Dikkat ediniz, evli olanlar, işte onlar
beladan (fuhuştan) temiz ve beri olanlardır.” 474 Bu hadiste bekarlık fuhuş ve zinaya
ortam hazırladığı için men edilmiş ve evlilik teşvik edilmiştir. Zâhirîler, evlenmenin
farzı ayın olduğunu savunmuşlardır. İmâm Şâfiî, evliliğin hükmüyle ilgili olarak alış
veriş gibi mubah derken, Hanefilerden el-Kerhî gibi bazı alimler mubah, bazıları da
cenaze namazı ve cihat gibi farzı kifâye, demişlerdir. 475 Bunun yanında evlenmenin
hükmünün kişiden kişiye değişebileceği de ifade edilmiştir. 476
Toplum, evlilik konusunda oluşan kültüre ters düşen kişileri sosyal kontrol
mekanizmasıyla bu kültürün içine çekmeye çalışmış ve evlenmeyenleri ayıplayan bir
tutum sergilemiştir. 477 İslam, her ne kadar evliliği teşvik etmekteyse de geçerli olan
herhangi bir durumdan dolayı evlenemeyen bir kişiyi de ayıplamamış, onu toplumun
dışına atmamış ve buna çareler aramanın daha yerinde olacağını vurgulayarak, oruç
tutmasını geçici bir tedbir olarak tavsiye etmiştir. Ancak toplum, sosyal kontrol
mekanizmasını çalıştırarak, evlenme adetine ters davranan kişileri normlarına
uymaya zorlamış ve bu konuda Hz. Peygamber’in otoritesinden faydalanmak isteyip,
kendi görüşlerini hadis kalıbına sokmuşlardır. Şu mevzû rivâyetler, bekar kalmanın
473
Müslim, Sahih, Siyâm, 182, (I, 813).
474
A.b. Hanbel, Müsned, V, 163-164.
475
es-Semerkandî, Tuhfetü’l-Fukahâ, II, 117; el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, II, 228-229.
476
Halebî, Mevkûfât, I, 463.
477
Delaney, Tohum ve Toprak, s. 125.
138
toplum nazarında hoş bir şey olmadığını ve toplumun, bu tutumunu meşrulaştırmak
istediğini göstermesi açısından önemlidir:
“Bekar ölenler, ölülerin en rezilidir.” 478
“Evli kimsenin iki rekat namazı, bekarın yetmiş rekat namazından daha
faziletlidir.” 479
“Sizin en şerlileriniz bekarlarınızdır.” 480
“Nikah sünnetimizdendir. En şerlileriniz bekarlarınızdır. Ölülerinizin en
rezilleri de bekar olarak ölenlerinizdir.” 481
Bu rivâyetlerin hiç birisi Hz. Peygamber'e aid değildir. Yukarıda
kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber evlenmeyi teşvik etmiş evlenemeyenlere
tavsiyelerde bulunmuştur. Ancak evlenemeyen kişilerin, toplumun en kötüleri
olduğunu söylememiştir. Bunlar, peygamber'in tavsiyelerine uymak konusunda
toplumun aşırı isteğini ortaya koymaktadır. Nitekim birinci bölümde, İslam kültürün
oluşmasında Hz. Peygamber'in rolü başlığı altında, Müslüman toplumların Hz.
Peygamberin söz ve tavırlarına ne kadar önem verdiklerini ve ona göre nasıl
şekillendiklerini anlatmıştık. Anadolu’da kabul gören bu tür rivâyetler, kültürün
oluşmasında etkili olmuş ve evlenmeyenler ayıplanır bir hale gelmiştir. Burada da
görüldüğü gibi din, toplumu şekillendirmekte, toplum da dini her zaman arkasında
bir destek olarak görmek istemektedir.
2.EVLİLİK
Evlilik konusunu beş alt başlık içerisinde inceleyeceğiz. Öncelikle evliliğin
tarifi ve dînî yönünü ele aldıktan sonra, tek evlilik, çok evlilik, evlenme yaşı ve kız
kaçırma şaklinde evlilik ile ilgili örf ve âdetlere geçeceğiz.
478
es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 136.
479
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 257-258.
480
es-Suyûtî, a.g.e., Nikâh, II, 135.
481
İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, Nikâh, II, 205-206.
139
2.1.Tarifi ve Dini Yönü
Evlenme; tam ve sürekli bir hayat ortaklığı oluşturmak üzere, cinsiyetleri
ayrı iki kişinin hukuken makbul ve geçerli bir şekilde birleşmeleridir. 482 İslam
hukukçuları, bir akdi tarif ederken onun konusundan hareket ederek, öncelikle bunun
“bir şeyin kendisi mi, yoksa menfaatin muhafazası mı” olduğunu ortaya koyarlar.
Evlilik anlaşması; faydalanma üzerine yapılan bir anlaşmadır. Taraflara bir şeyin
mülkiyet hakkını değil, karşılıklı istifade hakkını kazandırır. 483 Bu akitten önce,
evlilik içi ilişkiye benzer ilişkilere girmeleri caiz olmayan taraflar, bu akitten sonra,
söz konusu ilişkilere girme ve
evlilik bağının gerektirdiği hak ve görevlerden
istifade etme hakkını kazanırlar.
Akit yapılırken, din adamının veya devletin müdahalesinin şart koşulup
koşulmaması bakımından, tarih boyunca üç çeşit evlilik görülmüştür.
1.
Hususi evlilik
2.
Dînî evlilik
3.
Medenî evlilik
Hususi evlilik çeşidinde; ne din adamı, ne de devlet görevlisi akde katılır.
Evlilik anlaşması, iki ailenin veya evlenecek tarafların karşılıklı rızasıyla yapılır ve
biter.
Dinî evlilik; özellikle Hıristiyanlık’ta evlenme akdinin sıhhati, kilisede
rahibin akdi takdis etmesine bağlı bulunduğu için bu çeşit evliliğe, dini evlilik
denilmiştir.
Medeni evlilik türünde ise, dinin evlilik akdiyle bir alakası yoktur. Bu akdin
kaideleri devletin koyduğu kurallara bağlıdır ve bir devlet görevlisi bu nikah akdini
gerçekleştirir.
İslam’da din ve dünya işleri diye bir ayırıma gidilmemiştir. Dünya işlerinin
teknik ve teknolojik yanı olduğu gibi onun hukukî, ahlâkî ve siyasî yanı da vardır.
482
483
Velidedeoğlu, Aile Hukuku, s. 44.
el-Mergınânî, el-Hidâye, I, 190; Muhammed Emîn, Hâşiyetü İbn Âbidîn, III, 3-4.
140
Din, birinci hususa müdahale etmez. Bunun, aklın ve bilimin gerektirdiği gibi toplum
menfaatine uygun olacak şekilde halledilmesini ister. İkincisine gelince; burada din,
düzenleyici ve yol gösterici konumundadır. Evlenme akdi, dînî bir ibâdet olmaktan
çok medenî bir akittir. Bu akdin şartlarını din düzenlemiş ancak nerede ve kim
tarafından yapılması gerektiği gibi konuları, insanların takdir etmesini isteyerek
kişilerin menfaatinin korunmasını ön plana çıkarmıştır. Buna göre; İslam’ın, evlilik
konusunu medenî bir akit olarak değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Buradaki medenî
tabiri; dünya ve toplum hayatıyla ilgili olan anlamına gelip, din dışı şeyler olarak
anlaşılmamalıdır. 484 Çünkü nikah din dışı değil, aksine tarafların bir birine dinen
helal olmasını sağlamaktır.
Evlenme, dinin teşvik ettiği şeylerdendir. Çünkü; hayatın devamlılığı onunla
sağlanabilir. İbâdete daha çok vakit ayırma maksadıyla bile olsa evliliği terk etmek,
Allah’a yaklaşmak değildir. Nitekim, Sa’d b. Hişâm bir gün Mü’minlerin annesi Hz.
Âişe’nin yanına gelir ve; “Ben sana tebettül (bekar kalmak) hakkındaki görüşünü
sormak istiyorum. Bu konuda ne dersiniz?” der. O da; “Öyle yapma! Yüce Allah’ın
şöyle dediğini işitmedin mi?: “Senden önce de peygamberler göndermiş ve onlara
eşler ve çocuklar vermiştik…”, 485 tebettül etme” der. 486 Bir defasında da Nebî’nin
(s.a.v.) eşlerinin evine, onun ibâdetinden sormak için üç kişi gelir ve Onun ibâdetini
öğrendikleri zaman birbirlerine şöyle derler: “Nebi (s.a.v.) nerede! Biz nerede. Kaldı
ki Allah, onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir.” Onlardan birisi
şöyle der: “Ben, ebediyyen geceleri devamlı namaz kılacağım.” Diğeri: “Ben, aralık
vermeden bütün seneyi oruçla geçireceğim,” der. Diğeri ise “Kadınlardan uzak
duracağım ve ebediyyen bir daha evlenmeyeceğim,” diye konuşur. Rasûlullah (s.a.v.)
gelir ve onlara şöyle der: “Siz böyle böyle mi diyorsunuz? Allah’a yemin olsun ki
ben, sizin sakındığınızdan daha çok Allah’tan sakınırım. Fakat bazen oruç
tutuyorum, bazen iftar ediyorum. Namaz da kılıyorum, istirahat da ediyorum ve ben
484
Karaman, İslamda Kadın ve Aile, s. 205-506.
485
13. Ra’d, 38
486
en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 4, (VI, 60).
141
kadınlarla da evliyim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o (davranış) bizden
değildir.” 487
Anadolu’da evliliğe önem verilir. Düğün töreninin insanın hayatı boyunca
unutamayacağı şekilde şenliklerle yapılması sağlanır. Bu konuda Anadolu’nun
değişik yörelerinde farklı farklı örf ve âdetler oluşmuştur. Hz. Peygamberin bir
sünneti olarak da düğün törenlerinin devamlılığı sağlanmıştır. Bunun daha ilk adımı
olan kız istemede (dünürcülükte) bile; “Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle” diye
başlanarak, evlilik olayının dini yönüne işaret edilir ve bir sünnet olarak
değerlendirilir.
2.2. Tek Evlilik (Monogami)
İslam’da evlilik teşvik edilmiş, onun yükümlülüğüne riâyet edebilecek bir
kimsenin bekar yaşaması hoş görülmemiştir. Kişi, bir kadınla evlenince topluma
karşı bu görevini yerine getirmiş olur. Birden fazla kadınla evlenmeye gelince, bunun
caizliği şartlara bağlanmıştır. Bu şartlar: Ferdî veya toplumsal bakımdan buna
ihtiyacın olması. Birden fazla kadınla evlenmenin gerektirdiği ek yükümlülükleri
yerine getirme gücüne sahip olmak. Adâlete riâyet etmek. Nitekim, âyet-i kerîmede;
“Eğer yetim kızların haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan
diğer
kadınlardan
ikişer,
üçer,
dörder
nikahlayınız.
Eğer
adâlete
riâyet
edemeyeceğinizden korkarsanız bir tane seçin, yahut sahip olduğunuzla (cariye ile)
yetinin. Bu (tek kadınla evlenme) adaletten sapmamanız bakımından daha
uygundur,” buyrularak konuya açıklık getirilmiştir 488 Bu âyetten sonra da, aslında
bunun mümkün olmayacağını bildiren şu âyet, tek evliliği tavsiye etmektedir: “Ne
kadar çabalasanız da kadınlar arasında adalete riâyet edemezsiniz. O halde birine
büsbütün meyledip de diğerini ihmal etmeyin. Eğer iyilik ve düzen için çalışır,
günahtan sakınırsanız, bilin ki Allah günahlarınızı çok bağışlayıcı ve çok merhamet
edicidir.” 489
487
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 1, (VI, 116).
488
4.Nisâ, 3.
489
4.Nisâ, 129.
142
Ebû Hureyre’nin (r.a.) bildirdiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.v.); “İki eşi olup
da bunlardan birine meyleden kişi, kıyamet gününde bedeninin yarısı eğik olarak
gelir” buyurmuştur. 490
Bu rivâyetin sadece Hemmâm'dan merfu olarak bildiği,
onunda sika ve hâfız olduğu ifade edilmektedir. 491
Yukarıda kaydettiğimiz iki âyet ile Ebû Hureyre'nin rivâyeti birlikte
değerlendirildiği zaman, tek kadınla evlenmenin esas olduğu, adalete riâyet, dirlik ve
geçim için daha uygun olacağı, gerekiyorsa birden fazla kadınla da evlenilebileceği,
ancak bunun şartlarını ve risklerini unutmamak gerektiği anlaşılacaktır. Şartlar
gerektirdiği halde bir kadınla evli kalmanın da mahzurları vardır. İslam; iki mahzuru
karşılaştırmış, şartları bulunduğu, haklara riâyet edildiği taktirde birden fazla
evlenmenin mahzurunu daha az bulmuş ve bunu caiz görmüştür. 492
Anadolu’da esas olan ve kanunların da zorunlu kıldığı, tek evlilik olmakla
birlikte birden fazla kadınla evliliğe de rastlanmaktadır.
Türk Medeni kanununda, tek evlilik ilkesi kabul edilmiştir. Bu ilke, hem tek
bir kadınla evli olmayı (monogenie) hem de tek bir erkekle evli olmayı (monoantrie)
ifade eder. Böylelikle, önceki hukukta geçerli olan çok kadınla evli olma ilkesi
(poligenie) terkedilmiştir. Bir kadın ancak bir tek erkekle, bir erkek de ancak bir
kadınla evli olabilir. Bir kimse, aynı anda ancak bir tek kişi ile evli olabilir. Bundan,
bir kişinin yaşamında ancak bir kez evlenebileceği ve bu evlilik sona erse de bir daha
evlenemeyeceği gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Bu kural, evlilik devam ettiği
sürece, ikinci kez evlenilemeyeceğini göstermektedir. Yani mevcut evlilik; ölüm,
boşanma, iptal edilme gibi nedenlerle sona ermişse, şüphesiz bundan sonra tekrar
evlenme imkanı vardır. (MK. 93) 493
Anadolu’nun kültürel kaynaklarından olan Eski Türk âdetlerinde de tek
evlilik esastı. 494 Ancak, şimdi olduğu gibi birden fazla kadınla evlilik de
490
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 4, (III, 447), no: 1141; Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, 38, (II, 601), no: 2133.
491
el-Mubârekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, IV, 248.
492
Bkz. Karaman, İslam’da Kadın ve Aile, s. 203-204.
493
Bkz. Zevkliler, Medenî Hukuk, s. 690 vd.
494
Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 216.
143
görülmekteydi. Örneğin; Oğuz Han birden fazla evlilik yapmıştır. 495 İslam’ın bu
konudaki tutumunu, yani tek evlenmenin esas olduğunu ancak birden fazla kadınla
evlenmenin de normal karşılandığını, toplumumuzda aynen görmek mümkündür.
Zaten 1000 yıla yakın bir süredir, İslam kültürüyle iç içe yaşayan bir toplumdan
farklı bir durum beklenemezdi.
2.3. Çok Evlilik (Poligami)
Günümüzdeki birden fazla kadınla evlilik; birisi resmi nikahla, diğerleri ise
resmi nikah olmaksızın, imam nikahı ile gerçekleşmektedir. Eski Türklerde, tek
kadınla evlilik esas olmakla birlikte, çok evlilik de görülmekteydi. Birden fazla
kadınla evlenme durumunda, kadınlardan birisi, baş kadın olarak belirlenirdi. Bu
belirleme, evlenme tarihine veya kadınların soyuna göre yapılırdı. Diğer kadınlar da
bu baş kadına saygı ve hürmet gösterirlerdi. Ayrıca, üvey anne ve “leviratus” denilen
ölen kardeşin hanımıyla evlenme âdeti de vardı. 496 Bu âdet, birden fazla kadınla
evlenme usulünün varlığını gösteren önemli bir delildir.
Günümüzdeki Hıristiyanlık, teaddüdü zevcâtı (çok evlilik) kabul etmiyor.
Osmanlı döneminde H.A.K. (Hukuk-u Aile Kanunu) hazırlanırken, Hıristiyan ve
Yahudilerin yetkili din adamları komisyona davet edilmişler; ancak kendi dinlerinde
teaddüdü zevcât olmayan bu din mensupları, dindaşları için bunun söz konusu
olamayacağını ifade etmişlerdir. 497
Anadolu’da değişik nedenlerden dolayı çok evlilik yapıldığı görülmektedir.
Bunlardan bazıları şu sebeplerden dolayı gerçekleşmektedir:
1. Ölen kardeşin eşiyle evlenme.
2. Hanımı erkek çocuk doğurmadığı için başka bir kadınla evlenme.
495
Ögel, Bahaaddin, Türk Mitolojisi, I, 26.
496
Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 216.
497
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.302.
144
3. Tarlada veya işte, insan gücü gerektiği için çocuğu olmayan kimselerin
başka bir kadınla evlenerek, çocuk sahibi olmaya çalışmaları.
4. Boşanmanın zorluğu ve mali külfetin (nafaka vb.) yüksek olmasından
dolayı, hanımını boşamayıp başka bir kadınla evlenme.
Kaydettiğimiz evlenme şekilleri, İslam’ın, gerektiği zamanlarda çok evliliğe
müsaade etmesinden, ya da yasaklamamasından faydalanılarak yapılan evliliklerdir.
Çünkü
yukarıda
kaydettiğimiz
gibi,
"“Eğer
yetim
kızların
haklarını
gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer,
dörder nikahlayınız. Eğer adâlete riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız bir tane
seçin, yahut sahip olduğunuzla (cariye ile) yetinin. Bu (tek kadınla evlenme)
adaletten sapmamanız bakımından daha uygundur,” 498 âyetinde bildirildiği üzere
bazı şartlara bağlı olarak, daha önce çok evlilikte sınır yok iken, İslam dört ile
sınırlandırmıştır. Ancak bunların tamamı da ahlâkî olarak toplumda hoş
karşılanmayan ve kişiye vicdânen rahatsızlık veren durumlardır. Bu sebeple
Anadoluda tek evlilik esas, çok evlilik ise nadiren görülmektedir.
2.4. Evlenme Yaşı
Anadolu’da küçük yaşta kızların evlendirilmesi olayına az da olsa
rastlanmaktadır. Mesela; Afyon’da erkekler askerlikten sonra evlenirken, kızlar için
bir sınırlama yoktur. “Kız kucakta / çeyiz bucakta.” tekerlemesi kızların durumunu
açıkça ortaya koymaktadır. Bu yüzden çoğu zaman kızların eğitimi yarıda
kesilirdi. 499
İlk defa Osmanlı döneminde, H.A.K. evlenmede belli bir yaşı şart olarak
koymuştur. Buna göre; erkek 18, kadın 17 yaşını doldurmuş olması gerekir. Daha
küçük yaştakilerin evlenmesi hâkimin iznine bağlanmıştır. H.A.K.’ın 7. Maddesinde
ise 12 yaşını doldurmamış erkekle 9 yaşını doldurmamış kızı kimsenin nikah
edemeyeceği karara bağlanmıştır. 500
498
4.Nisâ, 3.
499
Yurt ans. I, 312.
500
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.295.
145
Beşik kertmesi olarak bilinen bir uygulamaya göre, kız ve erkek çocuğu doğar
doğmaz onların anne ve babaları kendi aralarında anlaşarak bir nevi nikah akdini
gerçekleştiriyorlardı. Her ne kadar fiili evlilik için çocukların gelişmeleri beklense
de, küçük yaşta yapılan evliliklere şu anda dahi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da
rastlamak mümkündür. Büyük aile tipinde bu tür evlilikler, evlenen kişiler açısından
fazla zorluk içermeyebilir. Fakat çekirdek ailenin yaygın olduğu, geçim şartlarının ve
hayat pahalılığının çekilmesi güç bir hale geldiği günümüz şartlarında, bu tür
evlilikler, kişileri içinden çıkamayacakları problemlerle karşı karşıya getirebilir. Bu
durum onlara iyilikten çok kötülük yapmak anlamına gelir. Ayrıca problemler altında
ezilen bu kişilerin ruh sağlığı bozulacağından sağlıklı bir toplumun oluşmasının önü
de kesilmiş olacaktır. Toplumun menfaatini korumaya ve sağlıklı bir toplum
oluşturmaya çalışan T.B.M.M., medenî kanunda buna bir sınırlama getirmiştir. Buna
göre; anne ve babasının izni dahilinde, 16 yaşını tamamlayıp 17’den gün almış
olması, anne ve babadan izinsiz olarak ise 17 yaşını tamamlayıp 18’den gün almış
olması şart koşulmuş ve bu yaşın altındaki evlilikler gayri meşru evlilik olarak
değerlendirilmiştir.
Günümüzde, yaşı kemale ermemiş kişilerin evlenebilmeleri için mahkeme ve
doktordan,
evliliğin
yükümlülüklerini
kaldırabileceğine
dair,
rapor
alması
gerekmektedir. Bu da Hz. Peygamber zamanındaki veli iznine bağlı olarak küçük
yaştaki kızların evlendirilmesiyle aynıdır.
İslam
toplumunun
davranış
şeklinde
etkili
olan
fıkıh
kitaplarında
kaydedildiğine göre, nikah akdini gerçekleştiren her iki tarafın, nikahın ne demek
olduğunu bilen ve mümeyyiz kişiler olması gerekir. Akıl bâliğ olmayan ya da deli
biri tarafından yapılan nikah geçerli değildir. Evlenenler namına nikahı akdeden
kişilerin en az 9-10 yaşlarında yani mümeyyiz olmaları gerekirken, evlenecek
kişilerde bu şart aranmamıştır. Çünkü, velileri tarafından bunların nikahları
akdedilebilir. Fakat nikahı velisiz olarak kendileri yapanların, akıl bâliğ ve hür
olmaları şart koşulmuştur. Bununla beraber, ergenlik çağında olmayan, akıllı ve
mümeyyiz çocuğun, kendisi için yaptığı nikah, velisinin izni olmak şartıyla sahih ve
geçerli sayılmış, mümeyyiz olmayanların ise nikah akdini yapamayacakları
146
belirtilerek bunların nikahının ancak velileri veya velinin vekili tarafından
yapılabileceği ifade edilmiştir. 501
Dört mezhep imamı da şu delillerden dolayı
evliliğin gerçekleşmesi için
ergenlik çağına girmenin şart olmadığını savunmuşlardır. 502
1. “Hayızdan kesilmiş (yaşlılık dolayısıyla) kadınlarınız hakkındaki “iddet”ten
(iddet bekleme hükmünden) şüphelendiniz ise onların “iddet”i üç aydır. Henüz hayız
görmeyenler de böyledir.” 503 İddet bekleme ancak evlilik ve boşanmadan sonra olur.
Bu da küçük yaştaki kızların evlenebileceğini gösterir.
2. Hz. Âişe’nin peygamberimizle küçük yaşta iken evlenmesi. Hz. Âişe (r.a.)
kendisinin küçük yaştayken evlendirildiğini şöyle anlatıyor: “Rasulallah (s.a.v.) ben
altı yaşındayken benimle evlendi. Dokuz yaşımda iken de benimle ziffa girdi. Sonra
Medine’ye geldik. Ben bir ay sıtmaya tutuldum. (Bu sebeple saçlarım döküldü.)
İyileşince, saçım yeniden uzadı. Annem Ümmü Rûmân geldi. Ben arkadaşlarımla
salıncakta oynarken, bana seslendi. Benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim.
Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Nefesim kesilmiş, heh heh diye
soluyordum. Nihâyet hızlı solumam sona erdi. Ümmü Rûmân beni bir odaya aldı. Bir
de ne göreyim! Ensâr’dan bir gurup kadınların huzurundayım. Kadınlar: “Hayırlı
uğurlu ve mubârek olsun!” dediler. Annem beni onlara teslim etti. Kadınlar başımı
yıkadılar, kılık kıyafetime çeki düzen verdiler. Bir de Rasûlullah'ın (s.a.v.) kuşluk
vakti ansızın gelmesi beni çok şaşırttı. Kadınlar beni ona teslim ettiler.” 504
Kaydedildiğine göre Hz. Âişe (r.a.), nübüvvetin dördüncü yılında (614) Mekke’de
doğmuş, onuncu yılında Hz. Peygamber ile evlenmiş, dokuz yaşındayken zifafa
girmiş ve dokuz yıl evli kalmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettiği zaman 18
yaşında olup, Hicretin 57 ya da 58. yılında 65 veya 66 yaşındayken vefat etmiştir.
505
501
el-Kâsânî, el-Bedâiu’s-Sanâi, II, 233.
502
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 144 vd.
503
65.Talak, 4.
504
Müslim, Sahih, Nikâh, 69, (II, 1038); Bu konuda ayrıca bkz. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 38, 39, (VI,
134); Nikâh, 57, 59, (VI,139); Nikâh, 61, (VI, 140); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 33, (II, 593), no:
2121; Edeb, 55, (V, 228-230), no: 4933, 4934, 4935, 4936, 4937; en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 29, (VI,
82).
505
İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 79-80; el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, XX, 126, 147; Geniş bilgi için bkz.
Fayda, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, “Aişe” maddesi, II, 201-205.
147
Buhârî’nin kaydetmiş olduğu bir rivâyette de Hz. Aişe bu bilgileri doğrulayarak,
“Ben anne ve babamı bildim bileli onlar Müslümandı” 506 diyerek kendisinin bi’setten
(peygamberlik verildikten ) sonra doğduğunu ifade etmiştir.
Bu rivâyet, küçük yaştaki kızların, velileri tarafından, evlendirilebileceğine
delil olarak gösterilmiştir. Fakihlerin çoğu küçük yaştaki kızların evlenebileceğini
kabul ettikleri için teferruatla ilgili farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefilere göre
küçük yaştaki kızın evlendirilmesi caizdir. Ancak ergenlik çağına erince kızın seçme
hakkı vardır. İsterse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz. Şafii ve
Mâlikiler seçme hakkını kabul etmezler. Şafii, Malik, A.b. Hanbel, Ebû Yusuf gibi
bazı alimler, ergenlik çağına gelmeyen küçük kızı evlendirme yetkisinin sadece
babaya ait olduğunu söylerken, Ebû Hanife ve Evzaî gibi bazı alimler, diğer velilerin
de buna yetkisinin olduğunu söylemişlerdir. İbn Battâl babanın, beşikte bile olsa,
küçük
yaştaki
belirtmiştir.
507
kızını
evlendirebileceği
konusunda
alimlerin
icma
ettiğini
Ancak küçük yaştaki kızların evlendirilemeyeceğini savunan İslam
âlimleri de vardır. İbn Ebû Bekir el-Asam ve Osman el-Bettî, küçük yaştaki erkek ve
kız çocuğunun, ergenlik çağına girmeden önce, evlendirilemeyeceğini söyleyerek, bu
konuda Nisa sûresinin şu âyetini delil olarak göstermişlerdir: “Nikah çağına
gelinceye kadar yetimleri deneyin. Eğer onları aklı başında görürseniz, mallarını
kendilerine verin. Onları büyümeleri (ve geri almaları korkusu) ile, israf ve acele
ederek yiyip elden çıkarmayın. Zengin olan kimse iffetli davransın. Fakir olan kimse
de maruf ölçüler içinde yesin. Onlara mallarını geri verdiğiniz zaman, yanlarında
şahitler bulundurun. Hesap sormak yönünden Allah yeter.” 508 Bu âyette “nikah
çağına gelinceye kadar” ifadesi, ergenlik dönemi olarak anlaşılmış ve bu dönemden
önce evlenmenin olamayacağı ifade edilmiştir. Ömer Rıza Doğrul da Asrı Saadet
isimli eserinde, küçük yaştaki kızların evlendilebileceğine delil gösterilen Hz.
Aişe'nin yaşı meselesinin tartışmalı ve araştırmaya açık olduğunu ifade ederek, 509
506
el-Buhârî, Sahih, Kefalet, 4, (III, 58).
507
el-Aynî, Umdetu’l-Kârî, XX, 77-78; Canan, Hadis Ansiklopedisi, XV, 359; Geniş bilgi için bkz.
Muhammed İbnu Muhammed el-Üsrüşenî, Ahkâmu’s-Sığâr, Tercüme: İ. Canan, Cihan Yayınları,
İstanbul 1984.
508
4.Nisa, 6.
509
Doğrul, Asrı Saadet, II, 147.
148
onun evlendiği zaman 17-18 yaşlarında olabileceğini gösteren bazı deliller
kaydetmiştir. Biz de özetle bunları aşağıya kaydedeceğiz.
1. Hz. Âişe'nin peygamberliğin dördüncü senesinde doğduğu kaydediliyor
ancak, Yusuf bin Mâhek'in anlattığı şu rivâyet bunu doğrulamıyor: "Mü'minlerin
annesi Hz. Âişe'nin yanında idim. Bir Iraklı geldi. "Kefenin hangisi en iyidir?" diye
sordu. Hz. Âişe, "ne demek istiyorsun?" dedi. Iraklı, "Ey Mü'minlerin annesi!
Mushafınızı bana gösterir misiniz?" deyince, Hz. Âişe, " Niçin?" dedi. Iraklı,
"Kur'ân'ı ona göre tertip etmek istiyorum; çünkü Kur'ân tertipsiz okunuyor" dedi. Hz.
Âişe, "İstediğini daha evvel okumaktan ne zarar çıkar?" dedi. Sonra şöyle devam etti:
"Kur'ân'dan ilk inen, uzun surelerden bir suredir ki, cennet ve cehennemi anlatır.
İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair âyetler indi. İlk
evvel, "içki içmeyiniz", tarzında âyet inseydi, "içkiyi terk edemeyiz" diyecek, yahut
ilk önce "zina etmeyiniz!" tarzında âyet inseydi, herkes "zinayı terk edemeyiz"
diyecekti. Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke'de iken ve ben de henüz oynayan bir çocuk
idim ki, "onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli, ne acıdır!" 510 mealindeki
âyet inmişti. Bakara ile Nisa sureleri ise ben O'nun yanında iken nazil olmuştu."
Sonra Hz. Âişe mushafı çıkarttı ve ona sûrenin âyetlerini yazdırdı. 511 Bu rivâyetten
anlaşıldığına göre Hz. Âişe'nin peygamberliğin dördüncü senesinde doğduğunu
kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü Hz. Âişe, Kur'ân'ın Mekkî âyetleri inerken
oynayan bir çocuk olduğunu ifade ediyor ve Kamer sûresinden olan âyeti kerîmenin
kendisi sokakta oynayacak yaşta iken indiğini ifade ediyor. Kur'ân-ın 54. suresi olan
Kamer sûresi Mekke döneminin ilk yarısında indirilmiştir.
2. Hz. Âişe ile Hz. Esma'nın yaşları karşılaştırıldığında Hz. Âişe'nin evlendiği
zaman 17 yaşında olduğu ortaya çıkıyor. "el-İkmâl fî Esmâi'r-Ricâl" adlı eserden Hz.
Âişe'nin hemşiresi Hz. Esmâ'nın hal tercemesi şöyle kaydedilmiştir: "Hz. Esma, yüz
yaşına kadar yaşamış ve hicretin 73. senesinde vefat etmişti. Hz. Esma, hemşiresi Hz.
Âişe'den on yaş büyüktü!" Hz. Esma'nın Hz. Âişe'den büyük olduğundan şüphe
yoktur. Hz. Ebû Bekir'in oğlu Hz. Abdullah ile kızı Hz. Esma Abduluzzâ'nın kızı
Kayle'den; Hz. Abdurrahman ile Hz. Âişe, Ümmürûmân'dan doğmuşlardır. Hz.
Esma, yüz yaşında ve hicretin 73. senesinde öldüğüne ve Hz. Âişe'den on yaş büyük
510
54. Kamer, 46.
511
el-Buhârî, Sahih, Fadâilu'l-Kur'ân, 6, (VI, 100-101).
149
olduğuna göre, Hz. Esma'nın hicret esnasında 27 yaşında, Hz. Âişe de ondan on yaş
küçük olduğuna göre 17 yaşında olması gerekir. 512
3. Hz. Âişe, daha önce Cübeyr b. Mut'ım'a va'dedilmişti. Hz. Âişe'nin Hz.
Peygamber'e varabilmesi için önce bu sözü bozmak gerekiyordu. Hz. Ebû Bekir, Hz.
Cübeyr'e sordu. Hz. Cübeyr de, meseleyi karısı ile görüştü. Hz. Cübeyr'in ailesi o
zaman müşrikti. Hz. Cübeyr'in karısı, "bu kız benim evime girerse benim oğlumu
atalarının yolundan çıkarır. Ben de böyle olmasını istemem!" demişti. 513 Bu da
göstermektedir ki Hz. Âişe, o zaman evlenilecek yaşta bir genç kızdı. 514
Hz. Âişe'nin evlenme yaşıyla ilgili kaydettiğimiz deliller bize onun
evlendiği zaman evliliğe elverişli yetişkin bir kız olduğunu göstermektedir. Zaten
bilindiği üzere sıcak memleketkerde gelişme hızlı olup ergenlik çağına erken
yaşlarda girilmektedir. Yukarıda kaydettiğimiz, Osmanlı zamanında ve bugün
Anadolu'da evlenmek için 17-18 yaşlarının kabul edilmesi, Küçük yaşta kızların
evlendirilemeyeceğini ifade eden İslam âlimlerinin görüşüyle örtüşmektedir. Ancak
yine de küçük yaştaki kızların evlendirilmesi, İslam âlimlerinin böyle bir evliliğin
olabileceğine dair ortaya koyduğu görüşlerden güç almış görülmektedir.
2.5. Kız Kaçırma (Babadan İzinsiz Evlenme)
Tanzimat’tan sonra, (1841 yılında) bazı evlenme meselelerine ilişkin olarak
çıkarılan bir fermana göre; velisi tarafından evlenmesine izin verilmeyen ergenlik
çağındaki kızların ve dul kadınların, “es-sultânu veliyyu men lâ veliyye lehû” 515
prensibine göre hakim izniyle evlenmesi sağlanmıştır. 516
512
Doğrul, Asrı Saadet, II, 149.
513
A.b.Hanbel, Müsned, VI; 211.
514
el-Mesûdî, Murûcü’z-Zeheb, II, 309; İbn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, Terâcimu’n-Nisa, s. 910, 28; Bu konuda bkz. Canan, Hadis Ansiklopedisi, XV, 358; Kazıcı, Hz. Muhammed’in Eşleri
ve Aile Hayatı, s.127 vd. Fayda, T.D.V. Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Âişe”, II, 201.
515
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 15, (I, 605), no: 1879; Ayrıca bkz. Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 15-16, (II,
563), no: 2088-2089; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 14, (III, 407-408), no: 1101-1102; Nikâh, 21, (III,
419), no: 1111-1112; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 15, (II, 461), no: 2199; Hanbel, Müsned, III, 377,
382; VI, 66, 165
516
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 287.
150
Yurdumuzun bazı bölgelerinde, özellikle Doğu ve Güney Doğu’da, görülen
evlenecek kızın babasına veya yakınlarına başlık ve ağırlık gibi bir takım isimlerle
para veya mal verme zorunluluğu, kaçırarak evlenmeyi teşvik etmiştir.
Eski Türklerde, evlenecek erkekle kızın rızasının yanında, onların anne ve
babasının da rızası gerekliydi. 517 Yakut boylarında, kız kaçırmaya gidecek gençler,
şaman tarafından bir ayin yapıldıktan sonra yola çıkarlardı. Bu ayin şu şekilde
yapılırdı: Kız kaçırmaya gidecek gençler bir araya toplanıp atlarını hazır şekilde
bekletirlerdi. Şaman, direklere bağlı atların yanına kımız dolu bir tulumla gelir ve
bundan bir avuç kımız alıp atların etrafına saçı yapardı. Kırk kötü ruhun adlarını
söyleyerek bunlara karşı gençleri koruması için ıtık (adak) bağışlanan tanrıya
yalvarıp yakarırdı. Âyinden sonra, gençler atlarına binip kaçırılacak kızın kabilesine
doğru giderlerdi. Yakutların bu adetleri, çok eski devirlerdeki savaş ve baskınla kız
kaçırma olayının kalıntılarıdır. Altaylılar da kız kaçırma ile evlenirler, ancak onlar bu
işe kalkıştıklarında dînî bir ayin yapmazlardı. Altaylılarda kız kaçırma, kızın
rızasıyla, hatta anne ve babasının tasvibi ile gerçekleşirdi. Kız, kaçmaya razı
olduğunu kaçıracak erkeğe bir mendil ya da bir yüzük vererek belli ederdi. 518
Günümüzdeki kız kaçırma olayları da nerdeyse tamamen kızın rızası ile olmaktadır.
Hatta çoğu kız kaçırma olayında, kızın anne ve babası da bilgi sahibidir. Anne ve
babalar, düğün töreni yapabilecek maddi güce sahip olmadığından dolayı bunu bir
evlenme şekli olarak kabul etmektedir.
Kız kaçırma şekliyle gerçekleşen evlilik, veliden izinsiz bir evliliktir.
Ancak yukarıda bahsettiğimiz gibi bugün durum farklılık kazanmış ve bir evlenme
şekli haline gelmiştir. Asrı saadette konuyla ilgili olarak şu hadisler, kız kaçırma ve
veliden izinsiz evlenmelere ışık tutmaktadır. Ebû Said el-Hudrî’nin (r.a.) bildirdiğine
göre: Bir adam kızıyla birlikte Allah Rasûlü’nün yanına gelir ve şöyle der: “Bu kızım
evlenmekten yüz çeviriyor. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ‘Babana itaat et’ der.
Kız; ‘seni hak üzere gönderen aşkına kocanın karısı üzerindeki haklarını bana haber
vermeden evlenmeyeceğim’ deyince, Allah Rasûlü (s.a.v.); ‘Kocanın karısı
üzerindeki hakkı: Şâyet, onun üzerinde kurtların dolaştığı bir çıbanı (yarası) veya
517
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 357.
518
İnan, Tarihte ve bugün Şamanizm, s. 166.
151
onun burnundan cerahat (irin) ya da kan yayılsa ve sende ona tahammül etsen, yine
de onun hakkını eda etmiş olmazsın’ der. Kız; ‘Seni hak üzere gönderene yemin
olsun ki öyleyse ben ebediyyen evlenmeyeceğim’ der. Bunun üzerine Nebî (sav):
‘Kadınları onların izinleri olduğu sürece evlendirin’ der. 519 Kız istemediği için bu
evliliğin olmasına Allah Rasûlü (s.a.v.) müsaade etmez.
Hz. Aişe’nin (r.a.) bildirdiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Velisinin izin vermediği kadının nikahı batıldır. Onun nikahı batıldır. Onun nikahı
batıldır.(Veliden izinsiz kıyılan nikahtan) sonra eğer kocası onunla cinsel temasta
bulunursa bu teması sebebiyle ona mehrinin ödenmesi gerekir. Eğer veliler, (kadını
evlendirme işinde nikahı engelleyecek derecede) ihtilafa düşerlerse; artık sultan, hiç
bir velisi olmayanın velisidir.” 520 Bu rivâyet, günümüzdeki gerçek manada kız
kaçırma şeklinde yapılan evliliğe ışık tutmaktadır. Babasının ve annesinin izni
olmadan gerçekleşen kız kaçırmalarda, evlenecek olan gençler resmi nikahlarını
yaptırdıkları zaman resmen evli sayılmaktadırlar. Eğer, yaşları istenilen şartlara
uyuyorsa babanın izni olmasa da bir problem teşkil etmemektedir. Hâkim, onların
velisi konumunda olduğundan, ihtilaf esnasında hadisin emrettiği uygulama devreye
girmiş oluyor. Yine Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, genç bir kız Rasûlullah’a (s.a.v.)
gelerek; “Ey Allah’ın Rasûlü! Babam, aralarındaki yakınlığı pekiştirmek için beni
kardeşinin oğluna nikahladı (ne dersiniz?)” diye sordu. Hz. Peygamber, bu hususta
kararı kıza bıraktı. Bunun üzerine kız “(Ey Allah’ın Rasûlü! Aslında) ben babamın
yaptığını kabul ettim. Fakat ben sadece hanımların evlenecekleri kimseler konusunda
babalarının (mutlak bir) yetkisi olmadığını bilmelerini istedim” demiştir. 521
Bu rivâyetlerin de gösterdiği gibi, kaçırma yoluyla bile olsa, evlenme
maksadı güdülüp, zifaftan önce resmi nikah yapılmışsa kaçırma şekliyle olan
evliliğin aslında dini kurallara ters düşmediği anlaşılmaktadır. Rivâyetleri birlikte
519
el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 34, no: 2975.
520
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 15, (I, 605), no: 1879; Ayrıca bu konuda bkz. Ebû Davud, Sünen, Nikâh,
15-16, (II, 563), no: 2088-2089; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 14, (III, 407-408), no: 1101-1102;
Nikâh, 21, (III, 419), no: 1111-1112; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 15, (II, 461), no: 2199; Hanbel,
Müsned, III, 377, 382; VI, 66, 165; el-Humeydî, Müsned, I, 112, no: 228; İshak b. Râhuye,
Müsned, II, 194, no: 698.
521
A.b. Hanbel, Müsned, VI, 136.
152
değerlendirdiğimiz zaman, evliliklerin anne ve babanın rızası alınarak yapılmasının
daha iyi olacağını, ancak zorunlu durumlarda devletten resmi nikah yoluyla veli
olarak faydalanmanın da mümkün olduğunu anlayabiliriz. Bu da asrı sadette görülen
uygulamalarla aynı şeydir.
3. NİKAH
Nikah, evliliğin en ciddi işlemidir. Bu gerçekleştirilmeden evlilik tamama
ermez. Resmi nikah, belediye başkanları veya onun vekili olan kişiler tarafından,
nikah dairelerinde, düğün salonlarında veya özel izinle, evlenecek kişilerin birinin
evinde kıyılır. Bu, tarafların önceden yapacakları tercihe bağlıdır. Her iki durumda
da gelin olacak kız, gelinliğini giyip saç ve makyajı yapıldıktan sonra, nikah
salonuna gitmek üzere baba evinden çıkar. Resmî görevliler ya da din adamları
tarafından yapılmasına göre nikah, resmî ve dînî nikah diye isimlendirilir.
Resmî nikah, bu işle görevli memur tarafından kıyılır. Gelin ve damat
masadaki yerini aldıktan sonra, yakınlarından seçilen iki şahit de aynı masa etrafına
otururlar. Nikah memuru her iki tarafa da gerekli soruları yöneltir. Olumlu cevap
alındıktan sonra nikah defteri imzalanır ve nikah tamamlanmış olur.
Dini nikah, aile içinde, has dairede, imam tarafından, kız ve erkeğin şahitleri
huzurunda, gerekli sorular sorulup cevap alınmasıyla gerçekleşir. Hayırlı bir iş
olduğu için nikaha Kur'ân'dan birkaç âyet okuyarak başlanır. İmam, törenden önce
belirlenmesi gereken, nikahın da şartlarından kabul edilen, mehir miktarını sorar.
Bunların tam olduğu görüldükten sonra nikah yapılır ve sonunda bu evliliğin
hayırlara vesile olması için duâ edilir. 522
Kur’ân-ı Kerîm’de nikahtan bahseden birçok âyeti kerîme vardır. Evlenmeyi
teşvik eden en-Nûr,24/32,33, evliliğin amacına işaret eden er-Rûm, 30/21; evlilikte
karı ve kocanın hak ve görevlerini belirten en-Nisâ, 4/19,20,34,129 ve evlenilmesi
haram olan kadınlardan bahseden, el-Bakara, 2/221; en-Nisâ, 4/2,3,22-25; el-Mâide,
522
Kendi Müşahedelerimiz. Ayrıca bu konuda bkz. Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21.
Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 42 vd.
153
5/5; en-Nûr, 24/3 âyetler olmakla birlikte, evlenme töreninin şeklini belirleyen bir
âyet yoktur. Aslında bu durum, Kur’ân’ın evlenme akdinin biçiminden ziyade evlilik
kurumunun amaçlarına vurgu yaptığı, aile kurumuna önem ve öncelik verdiği
evlenme törenlerinin şeklini toplumun örf ve âdetine bıraktığını göstermektedir.
3.1. Nikah Töreni
Nikah, görevli bir memur tarafından, şahitler huzurunda, gerekli sorular
sorulup cevaplar alındıktan sonra resmî deftere imzalar atılarak tamamlanır. İmzadan
sonra nikah memuru dahil herkes ayağa kalkar, kısa bir konuşmadan sonra nikah
memuru gelin ve damadı, karı koca ilan eder ve sonra taraflar birbirini kutlar. Nikah
salonunun çıkış kapısında gelin, damat ve her iki tarafın anne ve babaları yerlerini
alırlar. Konuklar önce aile büyüklerini sonra yeni evlenen çifti “hayırlı olsun”
“mutluluklar dileriz” diyerek tebrik ederler.
Yakın dost ve akrabalar, gelin ve damadı tebrik ederken, onlara bilezik,
saat, kolye, yüzük, küpe, altın, beşi bir yerde gibi “takı” denilen hediyeler takdim
ederler. Hatta, bazı yörelerde gelin ve damadın yakalarına para takılır.
Gelenekler arasında, resmi nikahtan sonra bir de dînî nikah vardır. Bu nikah,
aile içinde ve çok yakın akrabalar arasında yapılır. Nikah, kız ve erkeğin birer
şahidinin huzurunda, imam tarafından kıyılır. İmam, önce Kur’ân-ı Kerîm’den bir
bölüm okur. Taraflara gerekli soruların yanında mehir miktarını da sorar. Mehir;
evlenme sözleşmesine bağlı olarak kadına ödenmek üzere belirlenen ve nikahın
şartından olan mal, mülk, altın, para vb. bir değerdir. İmam veya bu nikahı yapan
şahıs, tarafların olumlu cevabını aldıktan sonra onları dînî yönden de karı-koca ilan
edip yeni kurulan yuvanın mutluluğu için duâ eder. 523
İmam nikahının, zihinlerde daha berrak bir şekilde canlanması için bir örnek
aktarmak istiyoruz. Buna göre:
523
Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk
Töresi), s. 43.
154
Nikahtan önce tövbe istiğfar yapılır. Nikahı yapan imam gelin adayına
sorar:
-Bismillâhi ve alâ sünneti Rasûlillâh; Allah’ın emri, peygamberimizin
sünneti ve hazır olanların şahitliğiyle, siz falan oğlu falanı ………….miktarlık mehir
ile nikahlı eşiniz olarak kabul ettiniz mi?
-Evet kabul ettim. (üç defa sorar ve cevap alır.)
Daha sonra damat adayına sorar:
-Bismillâhi ve alâ sünneti Rasûlillâh; Allah’ın emri, peygamberimizin
sünneti ve hazır olanların şâhitliğiyle, siz de falan kızı falanı ………….miktarlık
mehirle nikahlı eşiniz olarak kabul ettiniz mi?
-Evet kabul ettim, der.
Sonra, nikahı kıyan kişi şöyle bir nikah duası yapar: “Allah’ım, bu akdi
uğurlu ve mübarek eyle. Onlar arasında sevgi ve sebat yerleştir. Aralarına fitne,
nefret ve ayrılık düşürme. Allah’ım! Hz. Adem ile Havva, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile
Haticetü’l-Kübrâ, Hz. Ali ile Fâtımatü’z-Zehrâ arasını kaynaştırdığın gibi onların
arasını da kaynaştır. Allah’ım! Onlara sâlih evlad, geniş rızık ve uzun ömür ihsan
eyle. Rabbimiz! Bizlere eşlerimizden ve nesillerimizden göz nurları bağışla ve bizleri
muttakilere öncü eyle. Ey Rabbimiz! Bizlere, dünyada ve âhirette iyilik ver. Bizi
cehennem azabından koru.” 524
İmam nikahta üç defa “evliliğe razı mısın” diye sorar. Gelin her defasında
hafif bir sesle “evet” der. İmam damada “gelin altı ay evde yalnız kalmasın. Onu
dövmeyin. Ona sövmeyin. Ona daima ikramda bulunun. Geceleri eve geç kalma”
der. Sonra, geline döner ve “kocan izin vermezse babanın evine gitme” der.
Türkiye’de imam nikahı kıyılırken, kötü niyetli bir kişinin, ağzı açık bir bıçağı
kapatması veya açık bir kilidi anahtarla kilitlemesi halinde damadın bağlanacağına
524
Özcan, Gençlik ve Evlilik, s. 384 vd. Ayrıca kendi müşahedelerimiz.
155
inanılır. Bunun için imam nikahı kıyılırken, nikahta bulunanların elleri dizleri
üzerinde parmakları açık olarak durmaları istenir. 525
Osmanlı döneminde nikah töreni şu şekilde icra edilirdi: Peygamber
efendimizin ruhuna salavatı şerife getirildikten sonra, kız vekiline hitaben “…kuruş
mehir ile vekili olduğunuz…....hanımı…... beye, hasbel vekâle akdeddiniz mi? diye
sorar. O da “evet, hasbel vekâle tezvic ettim” dedikten sonra, güveyin vekiline
dönerek
“……kuruş
mihir
ile
vekili
olduğunuz
…..zata
…..kerimesi……hanımefendiyi hasbel vekale tezvic ettiniz mi? diye sorar. O da,
“Evet hasbel vekale tezvic ettim” dedikten sonra, akdi yapmakla görevli kişi, “O
halde iki tarafın rızası ve şahitlerin şehadeti ile ben de akdettim” der. Böylece nikah
tamamlanmış olur. Orada bulunanlardan, önceden seçilmiş olan sesi güzel, iki kişi
yüksek sesle Kur’ân-ı Kerîm’den usulünce 10-15 âyet okur. Sonra, hayırlı ve uğurlu
olması için eller kaldırılıp duâ edilir ve yapılan duâya âmin denilerek merasim sona
erer. 526
Hz. Peygamber (s.a.v.), hadislerinde nikahı teşvik etmiş, onun merasiminin
nasıl yapılacağı yerine, yapılacak merasimde nelerin bulunması gerektiğini
öğretmiştir. Anadolu’daki nikah merasimleri Hz. Peygamber’in bu öğretilerinde yer
alan hususları içermektedir. Biz bunlara, daha önceki konularda yer yer değinmiştik.
Ancak, yine de konuyla ilgili birkaç rivâyeti kaydetmek istiyoruz:
“Ey Gençler topluluğu! İçinizden evliliğe gücü yetenler evlensinler. Gücü
yetmeyenler de oruç tutsun çünkü oruç bir kalkandır.” 527
Enes b. Malik’in bildirdiğine göre, Hz. Peygamber’in arkadaşlarından bir
kaç kişi onun gizlice yaptığı ibâdetlerinden hanımlarına sormuşlar. Neticede
bunlardan birisi: “Ben kadınlarla evlenmeyeceğim,” diğeri: “Ben et yemeyeceğim,”
ötekisi de: “Ben döşekte uyumayacağım,” demiş. Bunun üzerine Allah Rasûlü
(s.a.v.) Allah’a hamdü sena ederek: “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle
525
Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 77; Muratoğlu, Kalafat,
Türkeroğlu, Türk Halk İnançları, s.42.
526
Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, s. 112.
527
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 2,3, (VI, 117) ; Müslim, Sahih, Nikâh, 1, 2, 3, (II, 1018-1019).
156
demişler. Ama ben, hem namaz kılar, hem uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim
benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” buyurmuştur. 528
Nikah törenlerinde önemli bir yere sahip olan dua ile ilgili; Rasûlullah
(s.a.v.): “Biriniz bir kadınla evlenir veya bir köle satın alırsa, “Allâh’ım! Ben bunun
hayırlı olmasını ve hayırlı bir yaratılış üzere olmasını diliyorum. Onun şerrinden ve
şerli bir tabiat üzere olmasından sana sığınıyorum.” Eğer bir deve satın alırsa, eliyle
hörgücünün üstünden tutup aynı şeyi söylesin” buyurmuştur. 529 Ebû Hureyre’nin
bildirdiğine göre ise Rasûlullah (s.a.v.): “İçerisinde teşehhüt bulunmayan bir dua
(nikah konuşması), cüzzama tutulduğu için işe yaramayan
bir el gibidir”
buyurmuştur. 530 Buradaki teşehhütten maksat, hutbe yani nikah duasıdır. Ancak
nikah duası nikahın kabulünün şartı değildir. Yapılırsa iyi olacağı, yapılmazsa da
nikahın sıhhatine bir zarar vermeyeceği rivâyetlerden anlaşılmaktadır. Çünkü, Beni
Süleym’den birisinin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Umâme b. Abdulmuttalib’i
teşehhüt
okumadan
nikahlamıştır. 531
Günümüzde
yapılan
nikahlarda
Hz.
Peygamber'in tavsiyelerine uyularak muhakkak nikah duası yapılmaktadır. O zamana
kadar dini görevlerini yerine getirmeyen kimseler dahi, bunu yaptığına göre, demek
ki bu uygulama, halk arasında âdet haline gelmiştir. Temelini dinden alan bu âdet
bilinçli ya da bilinçsiz olarak aksatılmadan yapılmaktadır.
3.2. Resmî Ve Dînî Nikah
Resmi nikah- imam nikahı ikileminde, ülkemizde başlıca dört çeşit evlilik
şekli görülmektedir. Bunlar:
1. Sadece resmî nikahla evlenme.
2. Resmi nikahla birlikte imam nikahı yapma.
3. Bekar veya dul olan kadın ve erkeğin resmi nikah olmaksızın, imam
nikahlı olarak, birlikte yaşamaları.
528
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 1, (VI, 116) ; Müslim, Sahih, Nikâh, 5, (II, 1020).
529
Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, 44-45, (II, 617), no: 2160; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 22, (II, 547).
530
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 16, (III, 414), no: 1106; Ebû Davud, Sünen, Edeb, 19, (V, 173), no:
4841.
531
Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 32-33, (II, 593), no: 2120.
157
4. Resmi nikahlı eşinden başka, imam nikahı yaparak başka bir kadınla
evlenme.
Nişanlanan çiftlerin görüşüp konuşma ve birlikte evlilik hazırlığı yapmayı
meşrulaştırmak için kıyılan imam nikahını da bunlara eklemek mümkündür.
Amaçları ve sınırları genel olarak belirlenen evlilik kurumunun nasıl
oluşturulacağı, toplumun bilgi, anlayış ve kültürüne bırakılmıştır. Evliliğin
amaçlarının gözetilmesi, tarafların hak ve sorumluluklarının korunması ve
denetlenmesi, ahlâkî alanı ilgilendirdiği gibi bir yönüyle de kamusal alanı
ilgilendirmektedir. Dönemin örf adetlerini de göz önüne alan Hz. Peygamber (s.a.v.),
evlenme akdinin şahitler huzurunda ve ilan edilerek yapılmasını ve bazı durumlarda
velinin izninin alınmasını istemiştir. Hz. Peygamberin evlilik akdi için getirdiği bu
şartların amacı; genel olarak, evlenme akdini topluma duyurmak ve bu sayede akdin
hükümlerini toplumsal gözetim ve denetim altına almaktır.
Her akitte olduğu gibi irade beyanının rükün olduğu görüşü, İslam alimleri
tarafından kabul edilmekle birlikte, iki şahit ve veli konusunda farklı görüşler
bulunmaktadır. Maliki ve Şafiî ekollerinde veli, bir rükündür. Hanbelî ekolünde veli,
sıhhat şartı kabul edilmiştir. Hanefî ekolünde ise mükellef olmuş kız hakkında,
velinin bir rükün veya sıhhat şartı olmadığı görüşü savunulmuştur. Şahitliğin, akdin
sıhhat veya tamamlık şartı olduğunu kabul etmeyen (Ebû Sevr gibi) fakihlerin
bulunduğu, Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ın şahitsiz olarak evlenip sonra ilan ettiği
nakledilmektedir. İbn Rüşt’ün değerlendirmesine göre, şahitliğin şer’î bir hüküm
olduğu görüşünü savunanlar, şahitliğin nikahın sıhhat şartı olduğunu; ihtilaf ve
inkara giden yolun önünü kapama ve onu belgelendirme amacına yönelik olduğunu
söyleyenler ise onun tamamlık şartı olduğunu ileri sürmüşlerdir. 532
Fakihler, nikahtaki şahitliğin amacını iki şekilde izah etmişlerdir.
1.
Nikahtan sonra, taraflar arasında çıkacak anlaşmazlık sırasında
evlenme akdinin varlığını ispat kolaylığı sağlar. Bu ispat taraflardan birinin,
genellikle kocanın, evlenme akdinin yüklediği sorumluluklardan ve akdin
sonuçlarından kaçınması durumunda diğer tarafın hakkını korumaya yarayacaktır.
532
İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, II, 13.
158
Anlaşmazlık durumunda nafaka, mehir, nesep vb. hükümlerin sübutu evlilik akdinin
ispatına bağlıdır.
2.
Şahitliğin şart koşulması; evlenme akdinin önemli bir iş olduğunun
vurgulanması, ilan ederek toplum nazarında bu ilişkinin meşruluğunun gösterilmesi
ve birleşmenin sifah değil nikah olduğunun duyurulması amacına yöneliktir. Hz
Peygamber’in, nikah akdinin mescitte yapılması, def çalınması ve hatta düğün
ziyafeti (velime) verilmesi gibi tavsiyeleri, değişik boyutlarda bu ilanın
gerçekleştirilmesine yöneliktir. 533
Herkesin birbirini tanıyabildiği ve evlilik akdinin sonuçlarının meydana
gelmesinin toplum veya geleneğin garantisi altında olduğu, nispeten küçük ve
homojen toplumlarda şahit ve ilan, ilave bir tescil şartına gerek kalmaksızın
fonksiyon icra edebilmiştir. Ancak, zamanla toplumsal değişmenin sonucu ve gereği
olarak, evlilik anlaşmasının yazılı olarak tesciline gerek duyulmaya başlanmış ve
evlenme akdinin kamu otoritesinin yetkili kıldığı bir memur huzurunda yapılması
kararlaştırılmıştır. Evlenme akdinin tescil yoluyla kamu otoritesinin yani devletin
denetim ve güvencesi altına alınmasının izleri Osmanlılardan önceki dönemlere
kadar gitmektedir. Bu girişimlerle, kısmi uygulamalar Osmanlı hukukunda daha
olgunlaştırılmış ve geliştirilmiştir. Bu dönemde, kadıdan izinsin kıyılan nikahlar için
getirilen müeyyide, yetkili memur önünde yapılmayan, daha doğrusu tescil
edilmeyen nikahların, kanunun evlenmelere sağlamış olduğu teminat ve himaye
hükümlerinden istifade edememesidir. Osmanlı hukuk uygulamasında yürürlüğe
konulan bu müeyyide, daha önceki bazı hukukçuların “hakimin izni ve emri
olmaksızın yapılan nikah caiz olmaz ve çocuğun nesebi sahih olmaz” şeklindeki
fetvalarıyla desteklenmiştir. 1881 nüfus nizamnâmesi, izinnâme uygulamalarının
ardından en son Hukuku Aile Kararnamesi’yle evlenme işi, devlet işi haline
getirilmiştir. Bu bakımdan evlenme akitlerinin yetkili bir memur huzurunda
yapılması ve tescil edilmesini, medeni kanunun getirdiği bir yenilik olarak
değerlendirme yerine Osmanlı hukuk uygulamasının hedeflediği bir sonuç olarak
değerlendirmek daha doğru olacaktır. 534
533
İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, II, 13
534
Fındıkoğlu, “Aile Hukukumuzun Tedvini Meselesi”, Aile Yazıları, II, s. 33.
159
Osmanlı devletinde kadı, belirli durumlarda evlenmeye müdahale etmekle
görevliydi. Bazen nikah akdinde bizzat hazır bulunur ve “hücceti nikah” adı verilen
bir belge tanzim ederdi. Evlenmek için imama ya da kadıya gitmek zorunlu değildi.
Ancak eskiden beri Türklerde imam, nikah esnasında hazır bulunur ve dua okurdu.
Araplarda bulunan nikaha has noterler gibi Türk imamları da kâdının gözetimi
altında vazife görmüşlerdir. Araplar arasında uygulanan şâhit-noter usulü yerine
Türklerde, imamın her özel durum için ayrı bir izinname alarak nikah akdetmesi
usulü
yerleşmiştir.
İzinnâme;
imamlara
hitaben,
evlenecek
kızla
erkeğin
nikahlanmalarına izin verildiğini gösteren, kâdı veya yardımcıları (tayin ettikleri
kişiler) tarafından yazılan resmi yazıdır. İzinnâme usulü, devletin nikaha ilk
müdahalesi olarak kabul edilir. Osmanlı devletinde resmi izinnâme, Kanûni
zamanında başlamıştır. Ebussuûd efendi, fetvalarında; “hakim marifetsiz nikah
olmaya” diye padişah emri varken, hakim marifetsiz nikah olur mu? Diye sorulan bir
soruya cevaben; “olmaz, meğer niza ve husumet olmaya” demiştir. 535
Dînî nikah kavramı her ne kadar aile hukuku, inanç ve geleneklerle sıkı sıkıya
irtibatlı ise de burada akdin tanım ve şartlarına ilişkin olarak verilen kısa bilgiden de
anlaşılacağı üzere, klasik fıkıh literatüründe “dini nikah” ya da imam nikahı diye bir
ayrım yapılmamıştır. Tarihsel tecrübede de bu anlamı çağrıştıracak bir uygulamaya
rastlanmamaktadır. Zaten, nikah akdinin unsurları ve şartları arasında, imam
tarafından kıyılması diye bir şey de yoktur. Günümüzde, şer’î zannederek halkın
devam ettirdiği imam nikahı uygulaması, vaktiyle Osmanlı devletinde, belli bir
dönemden sonra, nikahların tescil işinin kadı kontrolündeki imamlara bırakılması
şeklindeki uygulamanın, bozulmuş ve amacından sapmış bir kalıntısıdır. O dönemde,
siyasal otorite tarafından, gerek vatandaşa kolaylık sağlama, gerekse kadılara yardım
ve onların yüklerini hafifletme amacıyla, kadıların bilgisi ve izni dahilinde devreye
sokulan imamlar, nikah akdine nezaret ediyorlardı. İmamlar, kendi huzurlarında
akdedilen nikahı, bir tutanakla kadılara gönderiyorlardı. Bu suretle, nikah akitleri
kayıt altına alınmış oluyordu. Nikahta imamların görev almış olmaları, onların
imamlık niteliği ile ilgili olmaktan çok, her mahallede bir imamın bulunması ve bu
işle onların görevlendirilmesi sayesinde halka kolaylık sağlanmasıyla ilgilidir.
İmamın resmen nikahta görev alması ve bunun için kadıdan önceden izinnâme
535
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.282.
160
alınması, şer’î hukukta mevcut olmayıp, tamamen örfî hukukun mahsulüdür.
Tanzimat’tan sonra çıkartılan çeşitli kanunlarda, imamın resmi nikah görevlisi
olduğu belirtilmiştir. Yalnız bunlar, nikahın sıhhati için değil, idari zorunluluktan
kaynaklanan bir durum olarak kabul edilmiştir. 536 Ne yazık ki bu durum, modern
hukukçular ve sosyal bilimcilerin bir çoğu tarafından, batıdaki uygulamalara ilişkin
bilgilerin etkisiyle, dini nikah olarak değerlendirilmiştir.
Dini nikah anlayış ve uygulaması Hıristiyan toplumlarda görülmektedir. Çünkü
Hıristiyanlık’ta evlenme, İsâ’nın kilise ve tanrı ile teşkil ettiği farazî birliğin ifadesi
sayılmaktadır. Bu bakımdan Hıristiyanlık’ta rızaya dayanan bir akit olmasına
rağmen, rûhânî bir şahıs önünde akdedilmeyen evlenme, mükemmel bir evlenme
sayılmaz. Hıristiyanlarda, 10. y.y. dan sonra, evlenme merasimine bir rûhânî iştirak
etmeye başlamış ve daha sonraları bu uygulama, nikahın kilisede bir rahip önünde
akdedilmesini ve bunun mecburiyetini sonuç vermiştir. Bu uygulama, evlenmeye
dini bir mahiyet katmıştır. Avrupa’da evlenmenin dini bir mesele olmaktan çıkıp
devlet meselesi haline gelmesi, ancak Fransız ihtilalinden sonra gerçekleşmiştir. 537
Medeni hukukumuza göre, evliliğin hukuken meydana çıkması için şu üç şartın
bulunması gerekir. Birincisi; evlenecek kişilerin ayrı cinslerden olması. İkincisi;
evlendirme memuru önünde ve onun katılımı ile yapılması. Üçüncüsü ise İradelerde
uygunluk olması ve irade beyanlarının aynı mecliste yapılması. Bu üçünden birisi
olmadığı zaman orada hukuki bir evlilikten bahsedilemiyor. 538
Medeni kanunun evlenme sistemiyle klasik fıkıh kitaplarındaki evlenme şekli
arasında bir fark yoktur. Şahitlik olayının daha iyi bir şekilde gerçekleşmesi de
medeni hukuktaki evlenme şeklinin artı yönlerinden birisidir. Çünkü; medeni
hukuktaki evliliğe göre, nikah akdi resmi kayıt altına alınmaktadır.
Toplumumuzda genellikle, resmi nikahtan sonra bir de imam nikahı
kıyılmaktadır. Bu bazen teberrüken ve dua amacıyla yapılırken, bazen de resmi
nikaha güvenmemeden ve onun geçersiz olduğu inancından kaynaklanmaktadır. Bir
de günümüzde köy kesimlerinde ve üniversiteli gençler arasında görülen imam
536
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.284.
537
Cin, a.g.e., s.281.
538
Medenî Kanun, 108.1; Feyzioğlu, Aile Hukuku Dersleri, s.89.
161
nikahı vardır ki burada iki şahitle evlenme gerçekleşir. Bu davranışla, yaptıklarının
gizli bir şey değil de toplum nazarında, meşru bir olay olduğunu ortaya koyma amacı
güdülmektedir. Ancak, böyle iki şahit bulup, sonra da diğer insanlardan gizlemek,
nikahın aleniyyeti açısından doğru değildir. Böyle bir nikah,
gizli nikah kabul
edilmelidir. Zaten bu tür nikahlarda, bir süre sonra, kendiliğinden boşanmalar ve kız
tarafından maduriyetler ortaya çıkmaktadır.
Anadolu’da görülen evlenme şekillerinden birisi de yukarıda değindiğimiz
gibi, resmen evli olduğu eşinin üzerine, imam nikahıyla başka bir kadınla evlenme
durumudur. Bu, medenî hukukumuz açısından yasal değildir. 539 Dini yönden dörde
kadar yolu var, şeklinde bilinçsiz söylemler olsa da aslında Kur’an’da tek evlilik esas
alınmış, zaruret anında birden fazla evliliğe ruhsat verilmiştir. Nitekim bu konuda
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Eğer yetim kızlar hakkında âdil
davranamamaktan korkarsanız, sizin için uygun olan kadınlarla ikiye, üçe ve dörde
kadar evlenin. Eğer aralarında adaletli davranamamaktan korkarsanız, bir taneyle
yahut elinizin altındaki ile yetinin. Bu, haksızlık etmemeniz için daha elverişlidir.” 540
“(Eşleriniz olan) kadınlar arasında, çok hırslı olsanız bile adaletli davranmaya asla
gücünüz yetmez. Buna rağmen hiç olmazsa yalnız birine meyledip de diğerini askıda
bırakmayın. Kadınların arasını düzeltir ve onlara kötü muamele etmekten
sakınırsanız, Allah, şüphesiz çok bağışlayıcıdır. Çok merhametlidir.” 541
Türklerde evlenme medeni bir muameleydi. Eşlerin ve velilerin rızası, kalın
parasının verilmesi, evlenmenin muteber olması için yeterliydi. Ancak, Türkler
nikahı din adamlarına da takdis ettirerek, dini bir mahiyete sokmuş oldular. Aslında
bu konuda eski Türk adetleriyle İslam’ın uygulaması birleşmektedir. İslam’da da
evlilik medeni bir olay olarak kabul edilmiş ve bir din adamının orada bulunup dua
etmesi şart koşulmamıştır. Ancak böyle önemli bir olaya, Müslümanların hayatında
önemli yeri olan din ve din adamlarının da katılması, bir adet halini almıştır. İslam’ın
resmi bir akit olarak kabul ettiği nikah, eski Türklerin adetlerini bugün de devam
ettirmesi sonucunda dini bir mahiyet kazanmış olabilir. 542
539
Feyzioğlu, Aile Hukuku Dersleri, s.98-104.
540
4.Nisâ, 3.
541
4.Nisâ, 129.
542
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.278.
162
Eski Türk hukukunda, İslam hukukunda olduğu gibi evlenmeye resmi bir
memur iştirak etmiyordu. Yani, evlenmeye devlet müdahale etmiyordu. Aynı durum,
Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etmiştir. Ancak, evlenmenin tamamen
devletin denetiminden uzak tutulması mahzurlu görülünce, devlet aile hukukunu
düzenleyerek evlenmeye müdahale ihtiyacı duymuştur. Osmanlı hukukundaki
evlenme ile ilgili hükümler, İslam hukukundaki ile aynı idi. Daha sonra Osmanlı,
evlenmek için önce resmi bir makamdan izin alma gereğini hükme bağlayarak,
evliliğe bir resmiyet kazandırdı. Buna göre: resmi makamın tayin ettiği bir kimse,
evlenmeyi tespit veya ona bir resmiyet vermek amacıyla, tarafların evlenme
iradelerini açıkladıkları anda hazır bulunuyordu. 543
Tanzimat’tan sonra, devletin evlenmeye ilk ciddi müdahalesi h.8 şevval
1298, m. 2 Eylül 1881 tarihli Sicilli Nüfus Nizamnâmesi ile gerçekleşmiştir. Bu
nizamnâmenin 33. Maddesinde; evlenecek Müslümanlar şer’iye mahkemesinden,
gayri müslimler ise kendi dini reislerinden izinnâme almaları zorunlu kılınmıştır.
Evlenme akdini yapan imam ya da görevli, en geç 15 gün içerisinde, bir ilmuhaber
ile bu akdi nüfus idaresine bildirmesi gerekiyordu. Bunlar da görevli memur
tarafından ayda bir kontrol ediliyor ve gerçeğe uygun olup olmadığı tespit ediliyordu.
Nikahı akdedip de 15 gün içerisinde bunu bildirmeyen imam ya da dini reislere, para
cezası veriliyordu. Boşanma esnasında da aynı görevli imam ya da dini reisin, 15 gün
içinde bildirmesi gerekiyordu. Aksi durumda, para cezasına çarptırılıyorlardı.(md.
36). Anlaşılacağı üzere, imam evlendirme memuru olarak görev yapmış ve bunu
nüfus idaresine bildirmekle görevlendirilmiştir. İzinsiz nikah kıyan kimseler için de
iki yıla kadar hapis cezası getirilmiştir. 544
Osmanlı’da, nikah kıymak için köyün öğretmeninin, imamının, nüfus
memurunun ya da muhtarının görevlendirilmesi, bu kişilerin okuma yazma bilen
kimseler olmalarından kaynaklanmaktadır. 545
İslam hukuku, evlenmeyi satış veya kira akdi ne kadar dînî ise o kadar dînî
kabul etmiştir. Esasında İslam’da din adamları sınıfı diye bir şey olmadığı için
imamlık makamı diye bir makam da sonradan, zaruret sonucu, ortaya çıkmış bir
543
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme., s.280.
544
Cin, a.g.e, s.289.
545
Cin, a.g.e, s. 298.
163
olgudur. Evliliğin gerçekleşmesi için evlenecek kadın ve erkeğin iki şahit huzurunda
evlenme iradelerini ifade etmeleri yeterlidir. Taraflar, ister dua okurlar isterse
okumazlar. Ya da bir başkasına okutabilirler. Dua okunan nikahla okunmayan nikah
arasında geçerlilik açısından bir fark yoktur. Biri diğerinden daha kutsal değildir.
Ancak, nikah esnasında dua ve hutbe okunması halkın vicdanında kabul görmüştür.
Zamanla, evlenme dini bir mahiyet kazanmış ve Medeni kanunun, resmi nikah
zorunluluğu getirmesine rağmen yine de imam nikahı ile evlenmeler devam etmiştir.
Halk nazarında, imam nikahı resmi nikahla eşittir, hatta daha öndedir. İnsanlar,
imamın okuyacağı duadan bereket beklemektedir. Ayrıca, nikah esnasında, sihir
yaparak damadı bağlamak isteyenlerin, bu duâ ile önleneceğine inanılır ve bu yüzden
de duâ ihmal edilmez. Görüldüğü gibi Anadolu halkı, nikahla ilgili uyguladığı örf ve
âdetlerde Hz. Peygamber’in hadislerini örnek almış ya da ona ters düşmeme
konusunda hassasiyet göstermiştir.
3.3. Nikahta İlan
Günümüzde evlenme başvurusunun ilanı kanunen zorunlu değildir. Medenî
kanunun 98. Maddesinin 3. Fıkrasına göre, evlenme başvurusu, erkeğin ve kadının
hem ikametkahlarının bulunduğu hem de nüfuza kayıtlı oldukları yerde ilan edilirdi.
97. Maddenin 1. Fıkrasına göre de bu süre 15 gün idi. Ancak evleneceklerden birisi
hasta olur ve ilan edilen tarihte düğünün olmama ihtimali olursa, bu durumda
evlenme ilansız yapılırdı. Fakat 21 kasım 1984 tarih ve 18582 sayılı resmi gazetede
yayınlanan ve 1587 sayılı nüfus kanununun bazı maddeleriyle medenî kanunun 97111. Maddelerinde değişiklikler yapan 3080 sayılı kanunla evlenme başvurusunun
ilanına son verilmiştir. (Md.2/111, 6). Artık, evlenmek isteyen nişanlılar, yetkili
evlendirme memuruna başvuracak, evlendirme memuru gün belirleyecek, belirlenen
gün ve yerde nikah kıyılacaktır. Ayrıca ilana gerek yoktur. 546
H.A.K.’ın 33. Maddesi “nikah akdi yapılmadan önce, durum ilan edilir”
hükmünü koymuştur. 547 Hadislerde bildirildiğine göre de Hz. Peygamber (s.a.v.), def
546
Zevkliler, Medenî Hukuk, s.701.
547
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.299.
164
çalınarak nikahın ilan edilmesini tavsiye etmiştir. Gizli yapılan nikahın muteber
nikah olmadığı, insanları suizanna teşvik edeceği, rivâyetlerde ifade edilmiştir.
Nitekim, Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Nikahı ilan edin. Onu
mescitlerde yapın ve üzerine de def çalın” 548 başka bir hadiste de: “Bu evlenme işini
(halka) duyurun ve bunun için def çalın” buyurmuştur. 549
Yukarıdaki rivâyetler, nikahın aleni olmasını emrediyor. Bir erkekle kadının,
kendi aralarında anlaşarak yapacağı birleşme, meşru evlilik olarak kabul
edilmemiştir. Bundan dolayı hadislerde meşru birleşmeyle gayri meşru anlaşma, yani
helal ile haram birleşme, arasındaki farkın, aleniyetle gizlilik olduğu ifade edilmiştir.
Helal olan; def çalarak, güfte okuyarak, veya herhangi bir şekilde ilan edilerek
yapılandır. Gizliden sessizce yapılan ise gayri meşru kabul edilmiştir. Bu yüzden,
Anadolu düğün ve nikahlarında, ilan şartı çeşitli şekillerde yerine getirilmektedir.
Davetiye bastırma, düğün evine bayrak asma, çalgı aletleriyle çevreye duyurma gibi
şeyler bunlardan bazılarıdır. Anropolok Delaney nikahtan önce ilan etmeyi, bizce de
makul olan, çiftin evlenmesine dini yönden bir sakınca varsa, yani süt emme veya
başka sebeplerle, insanların müdahale etmesine fırsat verme olarak yorumlamıştır. 550
3.4. Mehir
Mehir: Evlilik esnasında erkeğin kadına verdiği bir miktar mal ya da
paradır. Mehir; sadak, nihle, ecir, fariza, hibâ, ukr, alâik, tavl, nikah gibi isimlerle de
ifade edilmektedir. 551
Kur’ân’da mehirle ilgili olarak şöyle buyrulmuştur: “Kadınlara mehirlerini
gönül rahatlığıyla verin. Eğer o, mehrinden gönül rızasıyla size bir şey bağışlarsa,
548
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089.
549
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895. Ayrıca bu konuda bakınız;et-Tirmizî, Sünen,
Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 72, (VI, 127, 128); İbn Mâce, Sünen,
Nikâh, 20, (I, 611), no: 1896; A.b. Hanbel, Müsned, III, 418; IV, 5, 259; el-Beyhakî, Sünen, VII,
289, no: 14471.
550
Delaney, Tohum ve Toprak, s. 153.
551
Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 198-199.
165
onu da rahat rahat yiyin.” 552 Ayrıca, Nisa 24 ve 25. Âyetlerde de mehrin verilmesi
gereği şöyle ifade edilmiştir:
"(Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (câriye) ler müstesna, evli kadınlarla
evlenmeniz de haramdır. (İşte bunlar) size Allah'ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan
ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini
verip almanız), size helal kılındı. O halde onlardan ne kadar yararlandınızsa, ona
karşılık kesilen mehirlerini bir hak olarak verin. Hakkın (mehrin) kesiminden sonra
karşılıklı anlaşma (anlaşmak suretiyle anlaşılandan az veya çok vermeniz) de
üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." 553
"İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, elleriniz
altında bulunan inanmış genç kızlarınız (olan cariyeleriniz) den alsın. Allah sizin
imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz (hepiniz Âdem soyundansınız,
insanlık bakımından aranızda bir fark yoktur.) Öyle ise iffetli yaşamaları, zina
etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin,
mehirlerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür
kadınlara yapılan işkencenin yarısı uygulanır. Bu (câriye ile evlenme), içinizden
sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise, sizin için daha iyidir. Allah
bağışlayan, esirgeyendir." 554
Mehrin akit esnasında tespit edilip belirtilmesi sünnettir. Nikah akdi mehirsiz
gerçekleşmişse sahihtir. Ancak, kadın mehrinden vazgeçmediği sürece, ona mehri
verilmesi gerekir. 555
Mehrin miktarıyla ilgili olarak üst sınır konulmamakla birlikte, alt sınırı
hakkında miktar tayin edilmiştir. Nitekim, Ebû Seleme b. Abdirrahman b. Avf (r.a.)
konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “Ben Aişe’ye (r.a.) Peygamber’in eşlerinin
mehrinin ne kadar olduğunu sordum. Aişe (r.a.): ‘Onun eşleri hakkındaki mehri, on
iki okiyye ve bir neşş idi. Neşş’in ne olduğunu biliyor musun? O yarım okiyyedir. O
552
4.Nisâ, 4.
553
4. Nisâ, 24.
554
4. Nisâ, 25.
555
Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 200.
166
(on iki buçuk okiyye) da beş yüz dirhem gümüştür’ diye cevap verdi.” 556 Ancak bu
konuda zorlamaya gidilmemiş ve bulamayanlar için kolaylıklar sağlanmıştır. Sehl b.
Sa’d’ın (r.a.) anlattığına göre bir kadın (evlenme teklifiyle) Peygamber’e (s.a.v.)
gelir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Kim bu kadınla evlenmek ister?” diye sorar. Biraz sonra
bir adam: “Ben” der. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.v.) adama: “Demirden bir
yüzük bile olsa kadına (mehir olarak bir şey) ver, buyurur.” Sonra adam Hz.
Peygamber’e “demirden bir yüzüğüm bile yoktur. Hiç bir şey bulamadım” der. Hz.
Peygamber (s.a.v.) adama: “Kur’ân’dan ezberindeki sûreleri kadına öğretmen
şartıyla, seni onunla evlendirdim” buyurur.” 557 Başka bir rivâyette, İbn Abbas’ın
bildirdiğine göre bir kadın gelerek kendini Hz. Peygamber’e arz eder. O, uzun bir
süre susar. Sonra bir adam gelerek; “Onunla evlenmeyeceksen onu benimle evlendir
Yâ Rasûlallah!” der. Hz. Peygamber de kadına verecek bir şeyi olup olmadığını
sorar. O da; “ancak bu izarım var” der. Allah Rasûlü (s.a.v.); “Onu verirsen sen
izarsız kalacaksın. Öyleyse, demir bir yüzük bile olsa, kadına vermek için bir şeyler
araştır” buyurur. 558
Abdullah b. Âmir b. Rebîa’nın babası (Âmir b. Rebîa)’nın (r.a.) rivâyet ettiğine
göre, Benî Fezâre (kabilesin)’den bir erkek, (mehir olarak) bir çift ayakkabı
karşılığında nikahını kıymış, Hz. Peygamber de (s.a.v.) onun (kıyılan) nikahını
geçerli saymıştır.” 559 Allah Rasulü (s.a.v.) Hz. Hatice ile evlenirken mehir olarak 20
dişi deve vermeyi vaat etmiştir. 560
Bu hadislerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber (s.a.v.), mehir konusunda
insanları zorlamamış, hiçbir şeyi olmayanların sembolik bir şeyler vermesini tavsiye
556
Müslim, Sahih, Nikâh, 78, (II, 1042); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 27-28, (II, 582), no: 2105; İbn
Mâce, Sünen, Nikâh, 17, (I, 607), no: 1886; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 18, (II, 463), no: 2205; A.
b. Hanbel, Müsned, VI, 93.
557
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 17, (I, 608), no: 1889; Ayrıca bkz. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 14, (VI,
122); A.b. Hanbel, Müsned, I, 21; II, 163, 179; Ebû Ya’lâ, Müsned, VI, 200, no: 3483; et-Taberânî,
Mu’cemü’l-Kebîr, VI, 142, no: 5781; VI, 183, no: 5934; ed-Dârekudnî, Sünen, III,250, no: 24; eşŞâfiî, Müsned, s. 231.
558
er-Rebî, Müsnedü’r-Rebî, I, 207, no: 515.
559
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 17, (I, 608), no: 1888.
560
Martin Lings, Hz. Muhammed'in Hayatı, s.62.
167
etmiştir. Hatta bir sahabiye, ezberindeki Kur’ân âyetlerini eşine öğretmeyi tavsiye
ederek evlenmelerini sağlamıştır. İslam toplumu, mehir uygulamasını özümsemiş ve
bir âdet haline getirmiştir. Yukarıda örneğini kaydettiğimiz, Anadolu Türk düğün
törenindeki nikah kıyma olayında da “şu kadar mehrile falanı eş olarak kabul ettin
mi? şeklinde ifadesini bulmuştur. Mehir vermeden hatta mehir verme niyeti olmadan
evlenen kimseler, toplumda hoş görülmemiş, ve bu kişilerin şu rivâyete ters düştüğü
sebebiyle günah işledikleri kanaatine varılmıştır. Çünkü rivâyette; Herhangi bir
adamın, bir kadının mehrini ya da daha fazlasını vermeyi, içinden vermeme
niyetiyle, söylemesi ve onu aldatması, sonra da o mehri vermeden önce ölmesi
durumunda, Allah’ın huzuruna zina etmiş biri olarak çıkacağı ifade edilmiştir. 561
Anadolu kültüründe mehir verme âdeti, o kadar yerleşmiştir ki evlenen kişiler,
farkına varmadan, geline mücevherler takarak, mehirlerini vermektedirler. Bununla
birlikte, nikah kıyılırken ayrıca mehir sorulmakta ve mehri müeccel olarak, bazı
taahhütlerde bulunulmaktadır.
Mehri andıran bir uygulama da kalın parası verme, adetidir. Eski Türklerde,
evlenmenin önemli şartlarından birisi, erkek tarafının kızın babasına bir miktar mal
vermesiydi. Tarafların sosyal ve ekonomik durumuna göre değişen bu mala “kalın”
denilirdi.
Çukurova
yöresinde
kısa
bir
zaman
öncesine
kadar
bu
âdet
sürdürülmekteydi. Ancak şu anda karşılaşılmamaktadır.
Eski Türklerde kalın parası, dört kısma ayrılır ve her birisi değişik amaçlarla
kullanılırdı. Bunlar:
1. Kara mal: Kızın babasına verilir ve kızın çeyizi için harcanır.
2. Yelü: Erkeğin, nişanlısını ilk ziyaretinde ona verdiği hediyedir.
3. Tüy-mal: Düğün masraflarını karşılamak için verilen 20-60 at arasındaki
bir hediyedir.
4. Süt Hakkı: Damat adayının kızın annesine verdiği hediyedir.
561
el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 31.
168
Kalın parasının niçin verildiği ile ilgili değişik görüşler öne sürülmüştür.
Bazıları onu bir satış bedeli, evlenmeyi de bir satış olarak kabul ederken, bazıları da,
Türklerin kadını alınıp satılan bir meta olarak görmediklerinden dolayı, bunu kabul
etmeyerek, nezaket gereği kız ailesinin yetiştirme masrafına ortak olma şeklinde
yorumlamışlardır. Bunlara göre, kız evleninceye kadar babanın evinde emaneten
büyütülüp muhafaza edilir. Bunun için anne ve baba, yapılan masrafları isteme
hakkına sahiptir. Bazıları bunu, kızın terbiye ve eğitim masrafı olarak görürken,
bazıları da, Yakut Türklerinde olduğu gibi, kız üzerindeki babanın velâyet hakkının
satın alınması olarak görmüşlerdir. 562
Kalın parası tespit edilince evlilik gerçekleşmiş sayılır ve geriye formaliteleri
tamamlamak kalırdı. Onun için “kalın” bazı yükümlülükleri de beraberinde getirirdi.
Örneğin; kızın ailesi çeyizi hazırlayıp düğünde teslim etmek zorunda kalırdı. Eğer
hazırlayamazsa, uyarma, mühlet verme ya da kızı kaçırma hakkı ortaya çıkardı.
Kalın verildikten sonra nişan bozulursa, hangi tarafın bozduğuna bakılır. Kız tarafı
bozdu ise kalın geri verilir, erkek tarafı bozdu ise geri verilmezdi. Erkek ölürse, kalın
geri iade edilirdi. Ancak erkeğin kardeşleri isterse, kız ile evlenebilirdi. Erkeğin
hiçbir kardeşi evlenmek istemezse, kalını kız tarafından geri isteyemezlerdi.
Kızın ölümüyle nişan bozulursa kalın geri verilir, ancak kızın diğer kız
kardeşini verirlerse buna gerek kalmazdı. Baldızı ile evlenen genç, bir miktar daha
kalın eklerdi. Onun için bu kalına, “baldız kalın” derlerdi. 563 Çukurova yöresinde
halen nişan töreninde biriken paralar, kız tarafına verilir ve onunla kıza çeyiz alınır.
Bu uygulama, Türklerin eski adetlerinden olan kalın adetinin bir şekli olarak
algılanabilir.
İslam hukukundaki mehirle kalın ve başlık arasında önemli farklar vardır.
Kalın ve başlık kızın babasına veya ailesine verildiği halde; mehir, bizzat evlenecek
kadının kendisine verilir. Diğer taraftan, mehrin önceden tespit edilmesi veya hiç
verilmeyeceğinin kararlaştırılması evlenmenin sıhhatine tesir etmez. Halbuki kalın ve
başlık, evlenmenin ön şartı olup, önceden miktarı tespit edilmeden ve tamamı veya
562
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.273.
563
Bu konuda bkz. Cin, a.g.e., s.274 vd.
169
bir kısmı peşin ödenmeden, yahut ödenmesi garanti altına alınmadan, evlenme
mümkün değildi. 564 Anadolu’da uygulanış şekliyle “kalın” diye tabir edilen para,
kızın kendine değil de ailesine verildiğinden, mehirden farklı olduğu açıktır. Kızın
düğün hazırlıkları ve çeyizlerinin tamamlanması için verilse de, yine de tasvip
edilemeyecek bir uygulama olarak görülmektedir. Evlilik, bir kadınla bir erkeğin
ortak aile kurması olarak kabul edilirse, her iki taraf da bu yeni aileye eşit harcama
yapmak durumundadır. Bir taraf oğlunu evlendirirken, diğer taraf da kızını
evlendirmektedir. Dolayısıyla anne ve babaların kız ya da erkek demeden,
çocuklarının düğün masraflarına ortak olmaları, toplumun da ortak arzusu
olduğundan bunu meşrulaştırmak için bir rivâyet dahi ihdas edilmiştir. İbn Arrak’ın
Tenzîhu’ş-Şerîa’sında kaydedilen rivâyette: “Kim oğlunu veya kızını evlendirmek
için bir dirhem harcamada bulunursa, Allah ona her dirhemi için cennetten bir şehir,
her dânik’ı (dirhemin altıda biri) için de bir Haç ve Umre (sevabı) verir,” 565 denilerek
bu hususa işaret edilmiştir.
3.5. Nikahta Aldatma
Anadolu’da,
az
da
olsa
görülen,
nikahta
aldatma
iki
şekilde
gerçekleşmektedir.
1. Evlenecek erkeğin, özürlü olması durumunda, onun yerine başka birisinin
gösterilip, zifaftan önce gerçekte evlenecek kişinin ortaya çıkartılması. Bu davranışı
yapanlar, bir aile kurmak amacıyla yaptıkları için bunu hayırlı bir iş olarak görmüş
ve meşru göstermek için de bir rivâyet ihdas etmişlerdir. Nitekim mevzu bir rivâyette
konuya şöyle işaret edilmiştir: “Sadece nikahta hile ve aldatma olur. (Onun dışında
doğru olmaz.)” 566 Ancak böyle bir şey, kabul edilmesi mümkün olmayan ve dini
yönden de çok mahzurları olan bir durumdur. Çünkü, daha önce de izah ettiğimiz
gibi, yetişkin bir kadın, istemediği birisiyle evlendirilemez.
564
Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 280.
565
İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şerîa, Nikâh, II, 215.
566
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 269; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 143.
170
2. Evlenecek kıza, bir başkasından ödünç altın takılarak yapılan aldatma. Buna
göre; nikahtan önce bir başkasından ödünç alınan altın vb. mücevherler, düğün
süresince evlenecek kızda kalır. O zamana kadar kendisine ait olduğunu zanneden
gelin, evlilikten sonra, onu sahibine vermek zorunda olduğunu öğrenir. Aldatıldığını
anlayınca, pek memnun olmaz, ancak yapacak bir şey olmadığından, bu duruma razı
olmak zorunda kalır. Yapılan iş, altın almaya gücü olmayan ailelerde gerçekleştirilir.
Ancak, mehir olarak da kabul edilen bu takıların, alınmak maksadıyla takılması ve
kızın aldatılması, doğru bir davranış değildir. Nitekim terğîb ve trhîb türü bir
rivayette konuyla ilgili olarak; “Herhangi bir adam, bir kadına mehrini ya da daha
fazlasını vermeyi, içinden vermeme niyetiyle, söyler ve onu aldatırsa, sonra da o
mehri vermeden önce ölürse, Allah’ın huzuruna zina etmiş biri olarak çıkar”
567
denilmektedir.
Osmanlı döneminde de bu tür uygulamalar vardı. Gelin için gerekli olan bütün
mücevherler, herkeste bulunmadığı ve bir kısmının da diğer zamanlarda
kullanılamayacağı için, bunlar ya ekâbir dostlardan tedarik edilir, veya böyle
düğünlerde kira ile mücevher veren ve halk arasında “elmasçı” denilen kadınlardan
temin edilirdi. Bazen de kefil gösterilerek dışarıdan bedeliyle üç günlüğüne
alınırdı. 568 Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında da ödünç mücevher alıp verme adeti
olduğunu, Hz. Aişe’nin (r.a.) Hz. Esma’dan bir gerdanlık ödünç alıp, sonra da onu
kaybettiğini hikaye eden rivâyetten anlamaktayız. 569
Bu uygulama, günümüzde
mücevher takma gücüne sahip olmayan kişiler tarafından gelini aldatma yolu olarak
kullanılır hale gelmiştir.
3.6. Şiğar (Karşılıklı Kız Değiştirme)
Şiğar; kelime olarak kaldırmak anlamına gelip, bir nevi trampa nikahıdır. İbn
Ömer’in (r.a.) bildirdiğine göre, “Allah Rasûlü (s.a.v.) şiğar nikahını yasaklamıştır.
Şiğar: Aralarında mehir olmamak üzere bir kimsenin kızını başkasına, o da kızını
567
el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 31.
568
Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, s. 125.
569
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 65, (VI, 141).
171
kendisine vermek şartıyla nikah etmesidir.” 570 İbn Nümeyr şunu da eklemiştir:
“Şiğar, bir kimsenin diğerine: sen bana kızını tezvic et; ben de sana kızımı tezvic
edeyim, yahut bana kız kardeşini ver, ben de sana kız kardeşimi vereyim
demesidir. 571
Abdullah b. Amr (r.a.), “Rasûlullah (s.a.v.) İslam’da şiğarın olmadığı
konusunda hüküm verdi, demiştir.” 572 Semüre b. Cündeb ve Vâil b. Hacer’in (r.a.)
bildirdiğine göre “Rasûlullâh (s.a.v.), kadınlar arasında şigarı yasaklardı.” 573
Câhiliye devri nikahlarından olan şiğar hakkında İslam âlimleri ihtilaf
etmişlerdir. Hanefilere göre bu akd, bahse konu kadınlara mehri misil vermek
şartıyla geçerlidir. İmam-ı Şafi gibi bazı alimler, böyle bir nikahın batıl olduğunu
söylerken, İmam-ı Malik, bu çeşit nikahın mensuh olduğu görüşündedir. 574
Günümüz Anadolu toplumunda, şiğar nikahının bir benzeri, Şanlı Urfa
ilinde şu şekilde görülmektedir: evlenme çağındaki iki erkeğin bir birinin kız
kardeşiyle evlenmesine “değişik” denir. Damat adayları anlaşır, aile reislerinin onayı
alınır, iki evden çıkan düğün alayları yarı yolda karşılaşır, yaşlı iki erkek gelinleri
değiştirir ve dînî nikah kıyılır. Gelinlerden biri ölürse, öbür taraf kızını geri alır.
Gelin geri verilmek istenmezse, başlık ödenir. 575 İki erkek birbirinin kız kardeşleriyle
evlenmekte ve karşılıklı akraba olmaktadırlar. Başlık ve kalın parasının yaygın
olduğu dönemlerde, böyle bir evlilik maddi menfaat sağlamaktaydı. Ancak bugün
böyle bir şeyden yoksun olmakla birlikte varlığını sürdürmektedir. Bu tür evlilikler,
bazı mahzurlu yönlerinden dolayı ailelerin yıkılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu
şekilde yapılmış bir evlilikte problem çıktığı zaman, o problem aynen diğer söz
570
Müslim, Sahih, Nikâh, 57, (II, 1034); Ayrıca bkz. Nikâh, 58, 59, 60, 61, 62, (II, 1034); İbn Mâce,
Sünen, Nikâh, 16, (I, 606), no: 1883- 1885; Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 14, (II, 560), no: 2074; etTirmizî, Sünen, Nikâh, 30, (III, 431-432), no: 1124; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 11, (II, 535); edDârimî, Sünen, Nikâh, 9, (II, 459), no: 2186; A. b. Hanbel, Müsned, II, 7, 19, 35, 62, 216, 286,
439, 496.
571
Müslim, Sahih, Nikâh, 61, (II, 1035).
572
el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 266.
573
el-Heysemî, a.g.e., IV, 266.
574
es-Serahsî, el-Mebsût li’s-Serahsî, V, 105; Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 257-258.
575
İl-İl Büyk Türkiye Ansiklopedisi (Milliyet Gazetesi), III, 871.
172
konusu aileye de yansımakta ve eğer boşama vaki olmuşsa misilleme olarak diğerini
de boşama yoluna gidilerek sebepsiz yere, uyumlu ailelerin bozulmasına neden
olmaktadır. Aslında bu tür evlilikte, din açısından bir sakınca yoktur. Nikah düştüğü
sürece evlenmek mümkündür. Ancak, doğuracağı kötü sonuç açısından tedbir
alınması gereken, toplumsal bir mesele olarak varlığını sürdürmektedir.
4. NİKAHLANMASI YASAK OLANLAR
Geçerli bir evliliğin kurulabilmesi için, evlenme ehliyetinin olması gerektiği
gibi aynı zamanda evlenme engellerinin de bulunmaması gerekir. Evlenmeye engel
teşkil eden durumların tamamı aynı derecede değildir. Bunlardan bazılarının
bulunması halinde ebediyyen evlenmek yasak olurken, diğer bir kısmı ise geçiçi
olarak yasaklık sağlamaktadır.
Evlenmeyi ebediyyen haram kılan durumlardan birisi varsa, evlilik
gerçekleştirilemez. Böyle yapılan bir evlilik geçersizdir (M.K.112) ve iptal edilerek
ortadan kaldırılır.(M.K. 113 vd.) Buradaki geçersizlik, kesinlikle yasak olduğu
anlamındadır.
Örf ve âdetleri yansıtan Türk Medenî kanununa göre, hısımlar arasındaki
evlenme yasağı, onların tamamını kapsamaz. Yasalar, ancak belirli bir dereceye
kadar, hısımlar arsında evlenmeyi menetmiştir. Daha uzak olanlar arasında evlenme
yasağı yoktur. Kanun, evlenme yasağını koyarken, yakın akrabalar arasındaki
evliliklerden sağlıksız, özürlü, anormal çocukların doğmasını engellemek istemiştir.
Zaten, teyze ve hala gibi yakın akrabalarla evlenerek cinsel yönden birleşmek, ahlâkî
ve dini düşüncelere aykırıdır. Yasa, yakın hısımlar arsındaki evlilikleri engellerken,
bu ahlâkî düşünceyi de göz önünde tutmuştur. 576 Medeni kanun, sadece kan hısımları
arasında değil, kayın (sıhrî) hısımları arasında da belirli bir dereceye kadar
evlenmeyi yasaklamıştır.
Kan hısımlığı, “alt soy – üst soy kan hısımlığı” ve “yan soy kan hısımlığı”
olmak üzere ikiye ayrılır. Bu iki çeşit yönünden evlenme yasağı aynı değildir. Alt
soy- üst soy (usül- füru) kan hısımları arasında kaçıncı dereceden olursa olsun
576
4. Nisâ, 22-24.
173
sınırsız bir evlenme yasağı vardır. (MK. 92/1). Yani, anne-baba, çocuk, torun, dede,
nine, torun çocukları, torun torunları, büyük anne ve büyük babalar arasında her
derecede geçerli olan bir evlenme yasağı vardır. Alt soy- üst soy arasındaki soy bağı
(nesep) düzgün olmasa dahi bu yasak geçerlidir. Hatta evlenme yasağı için doğal bir
kan bağı yeterlidir. Düzgün (sahih) ve düzgün olmayan bir soy bağının kurulmuş
olması şart değildir. Medeni kanun, nesep sahih olsun ya da olmasın bu hısımlar
arasında evlenmeyi yasaklamıştır. 577 Yan soy kan hısımlığında ise evlenme yasağı,
belirli bir hısımlık derecesiyle sınırlandırılmıştır.Üçüncü dereceye kadar (üçüncü
derece dahil) yan soy kan hısımları bir biri ile evlenemezler. Buna göre kardeşler,
amca, dayı, hala, teyze ile yeğenler arasında evlenme yasağı vardır.(MK: 92/1).
Medeni kanun, kardeşlerin sadece ana bir ya da baba bir olmaları durumunda yani
yarım kan kardeşler arsında da bu yasağın geçerli olacağını açıkça belirtmiştir.(MK.
92/1). Buna karşılık, yarım kan dayı, amca, hala, teyze ile evlenmenin yasak olup
olmadığı medeni kanunda belirtilmemiştir. Ancak Anadolu toplumunda, değer
yargılarına aykırı düşeceği gerekçesiyle, bunlarla evlenmenin de yasak olduğu kabul
edilmektedir.
Üvey kardeşlerin anne ve babaları ortak olmadığından, bunlar arasında
evlenme yasağı da yoktur. Yan soy hısımları arasındaki evlenme yasağı, üçüncü
dereceye kadar olduğundan, dördüncü dereceden hısım olan kardeş çocukları
birbirleri ile evlenebilir.
Medeni kanunda, İslam’ın kabul ettiğinden farklı olarak, aralarında bir kan
bağı olmadığı halde, aynı kadının sütünü emen kişiler arasında, evlenme engeli
yoktur.
Türk medeni kanunu, ahlâkî ve dînî nedenlerle, kayın hısımları arasında da
evlenme yasağı koymuştur. Buna göre, eşlerden her biri, diğer eşin alt ve üst soyu ile
evlenemez. 578 Örneğin bir kişi, eşinin anne ve babası, dede ve ninesi, alt soyu (füru)
ile evlenemez. Diğer eşin alt soyu ile evlenememekten amaç, o eşin bir başkasından
olan alt soyudur. Yoksa, ortak çocuklar, birinci dereceden alt soy kan hısımı
olduklarından onlarla zaten evlenilemez. Evlilik sona erse dahi diğer eşin alt ve üst
577
Medenî Kanun, 92/1
578
Medenî Kanun, 92/2.
174
soyu ile evlenme yasağı devam eder.(MK. 92/2). Bir kişi, evlilik sona erse de kayın
pederi ya da kayın validesi ile evlenemez. Buna karşılık, evlilik sona erdikten sonra
eşlerden birinin bir başkasıyla yaptığı evlilikten olan alt soyu ile daha sonraki eşinin
evlenmesinde bir sorun yoktur.
Eşlerden her biri diğerinin alt ve üst soyu ile evlenemez. Yan soy kayın
hısımlığı yönünden bu yasak geçerli değildir. Bir kişi eşinin kardeşi, dayısı, halası,
teyzesi ve daha uzak yan soy hısımları ile evlenebilir. Ancak buradaki evlenme
imkanı, mevcut evlilik ortadan kalktıktan sonra söz konusu olur. Çünkü evlilik
devam ederken, ikinci bir evlilik zaten yapılamaz.(MK.93)
Yukarıda kaydettiğimiz, medeni kanunla ilgili bilgiler, Anadolu kültürünü
aynen yansıtmaktadır. Zaten, kanun dışı bir uygulama ceza gerektirir. Kanunlar,
halkın uygulama ve inançlarından özetlenerek hazırlandığından dolayı bu durum
tabii bir sonuçtur. Şimdi, İslam’ın bu konudaki nasslarını da inceledikten sonra,
Anadolu örf âdetlerinin, dolayısıyla kanunlarının ne kadar nasslara uygun olduğu ve
örf-âdetlerin oluşması ve meşrulaşmasında etkisinin ne ölçüde gerçekleştiği
görülecektir.
Kur’ân’da, nikah edilmeleri helal ve haram olan kadınlar, nisa suresinin 22,
23 ve 24. âyetlerinde bildirilmiş ve meâlen şöyle buyurulmuştur:
“Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin. Ancak geçmişte olan
müstesna. (Bu yüzden size bir vebal yoktur). Bu bir fuhuş, çirkin bir davranış ve kötü
bir âdet idi. Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek
kardeş kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz,
karılarınızın anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup yanınızda
büyüttüğünüz üvey kızlarınız – eğer anneleriyle zifafa girmemiş iseniz, (üvey
kızlarınızla evlenmenizde) bir beis yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın
eşleri (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi (nikahınız altında) birleştirmeniz size haram
kılınmıştır. Ancak (bunlar haram kılınmazdan önce) geçen geçmiştir. (Bu yüzden
size bir günah yoktur). Allah şüphesiz çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. (Savaş esiri
olarak) Mülkiyeti elinize geçmiş olan (kâfir câriye kadın)lar dışında, kocası bulunan
diğer bütün kadınlar da, Allah’ın üzerinize yazılı farzı olarak size haram kılınmıştır.
Bunların dışındakiler ise namuslu bir şekilde ve zinadan kaçarak, mallarınızla
175
(mehrini verip evlenmek için) arzu etmeniz size helal kılınmıştır. (Evlenilmesi size
helal kılınan kadınlardan) kendisiyle evlenip faydalandığınıza, belirlenen mehirlerini
verin. Mehrin belirlenmesinden sonra, aranızda gönül rızasıyla (yeni bir miktar
üzerinde) anlaşmanızda size bir vebal yoktur. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla
bilendir; mutlak hüküm sahibidir.” 579
Yukarıda kaydettiğimiz âyetler ışığında, İslam’da nikahlanması haram olan
bu on dört kısım kadın hakkında, kısa açıklamalarda bulunmak istiyoruz. Öncelikle
bunları maddeler halinde gösterip daha sonra bir bir ele alacağız.
Evlenilmesi haram olanları iki sınıfta inceleyebiliriz:
1. Evlenilmesi ebedî haram olanlar:
a. Nesep yoluyla haram olan kadınlar.
b. Musâhere (evlilik) yoluyla haram olan kadınlar.
c. Süt emme yoluyla haram olan kadınlar.
2. Evlenilmesi geçici olarak haram olanlar:
a. Üç talak ile boşanmış olan kadınlar.
b. Bir başka kocaya nikahlı olan kadın.
c. Semâvî bir dine bağlı olmayan kadın.
d. Kadını; kız kardeşi, halası veya mahrem kadınlardan birisiyle
aynı anda nikah altında tutmak.
e. Dört kadınla evli bir erkeğin beşinci karısı. 580
579
4. Nisâ, 22, 23, 24.
580
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Zeynüddîn İbrahim b. Muhammed b. Muhammed b. Bekr, elBahru’r-Râik, III, 98-117; el-Mergînânî, el-Hidâye Şerhu’l-Bidâye, I, 191-196; ez-Zuhaylî, İslam
Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 105-139; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II, 216-227;Yazır, Hak Dini
Kur’an Dili, II, 1318-1325; Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, II, 237-249. es-Sâbûnî, Ravâiu’lBeyân Tefsîru âyâti’l-Ahkâm mine’l-Kur’ân, I, 282-290.
176
4.1. Evlenilmesi Ebedî Haram Olanlar.
4.1.1.Nesep Yönünden Haram Olanlar:
Nesep yönünden haram olanları Yüce Allah Nisâ sûresinin 23 ve 24.
âyetlerinde belirtmiştir. Âyette sayılan sınıfları sırasıyla aşağıya kaydedeceğiz.
Anneler: Annelerle maksat, yalnız kişinin kendi annesi değil, kendi
annesiyle birlikte annesinin annesi ve babasının annesi, yukarıya doğru giden
anneleri de buna dahildir. 581 Bunun için âyet-i kerîmede (‫ = )أﻣﻬ ﺎﺗﻜﻢ‬anneleriniz tabiri
kullanılmıştır. Annelerle beraber bütün nineler de kast edilmiştir. 582
Kızlar: Âyet-i Kerîme’deki (‫ )وﺑﻨ ﺎﺗﻜﻢ‬kızlarınızdan maksat, kendi kızlarıyla
birlikte, gerek oğlunun, gerek kızlarının kızları, yani kişinin oğlu ve kızı tarafından
bütün sulbî torunlarıdır. 583
Kız kardeşler: (‫ )وأﺧ ﻮاﺗﻜﻢ‬Anne baba bir ve gerek anne bir gerekse de baba
bir kardeşlerdir.
Halalar: (‫ )وﻋﻤﺎﺗﻜﻢ‬Bunlar, babalarının ve dedelerinin kız kardeşleridir.
Teyzeler: (‫ )وﺧﺎﻻﺗﻜﻢ‬Kişinin annesinin ve ninelerinin kız kardeşleridir.
Erkek kardeşin kızları: (‫ )وﺑﻨ ﺎت اﻷخ‬Bunlar, kişinin gerek anne ve baba bir,
gerekse yalnız anne ve yalnız baba bir erkek kardeşin kızlarıdır. Ne kadar aşağı
inilirse inilsin bütün yeğenleri içerir.
Kız kardeşin kızları: (‫)وﺑﻨ ﺎت اﻷﺧ ﺖ‬Bunlar, gerek anne ve baba bir, gerekse
yalnız anne ve yalnız baba bir kız kardeşin kızları ve aşağıya doğru bütün
yeğenlerdir.
4.1.2. Musâhere (evlilik) Yoluyla Haram Olanlar
Bir de sebep yönüyle haram olan kadınlar vardır. 584 Onları şöyle
sıralayabiliriz:
581
582
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 24, (VI, 126-127).
4. Nisâ, 23; Bu konuda bkz. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II, 216-217;Yazır, Hak Dini
Kur’an Dili, II, 1318 vd.
583
en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 45, (VI, 94-95).
177
Kaynanalar: (‫)وأﻣﻬ ﺎت ﻧ ﺴﺎﺋﻜﻢ‬Kaynana, kişinin karısının annesidir. Gerek
zifaf olmadan önce gerek zifaf olduktan sonra olsun, nikahlıların anneleri haramdır.
Bazı âlimler, zifaf olmamışsa bunun mahzurunun olmadığını ifade ederek, muhâlif
davranmışlardır. 585 İmâm Mâlik, aynı anda hem anne hem de kızı nikahına alan bir
kişi için ikisinin de ebediyyen haram olacağını söylemiştir. 586
Üvey kızlar: (‫ )و رﺑ ﺎﺋﺒﻜﻢ اﻟﺘ ﻲ ﻓ ﻲ ﺣﺠ ﻮرآﻢ‬Zifaf olup harem-i ismetine girilen
kadınların başka kocadan olan kızlarıdır. Bunlar, kişinin üvey kızlarıdır ve
çoğunlukla üvey babalarının yanlarında ve gözetiminde bulunurlar. 587 Bunun için
âyeti
kerimede
(‫)ﻓ ﻲ ﺣﺠ ﻮرآﻢ‬
diye
belirtilmiştir.
Peygamber
efendimizin
hanımlarından Ümmü Seleme’nin kızı Zeyneb gibi. O, Hz. Peygamber’in
terbiyesinde bir kız idi.
588
Ancak, zifaf olmayan kadınların kızları olan rebibeleri
(kızları) almakta bir beis yoktur. 589
Gelinler: (‫)وﺣﻼﺋ ﻞ أﺑﻨ ﺎﺋﻜﻢ اﻟ ﺬﻳﻦ ﻣ ﻦ أﺻ ﻼﺑﻜﻢ‬Kişinin sulbünden gelen
oğullarının veya torunlarının eşleri olan kadınlardır. Bütün torunların karıları, gelin
yerinde kabul edilir.
4.1.3.Süt Emme Yoluyla Haram Olanlar:
Anadolu toplumunun titizlikle gözettiği adetlerden birisi de evleneceği
kişinin kendisine süt emme yoluyla akraba olmamasıdır. Çünkü İslam dini böyle bir
evliliği yasaklamıştır. Nitekim, Hadislerde bu konuda şöyle buyurulmuştur:
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Aziz ve Celil
olan Allah, nesepten haram ettiğini sütten de haram etti.” 590
584
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 24, (VI, 126-127).
585
Mâlik, Muvatta, Nikâh, 9, (II, 533), en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 45, (VI, 94-95).
586
Mâlik, Muvatta, Nikâh, 10, (II, 534).
587
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 25, (VI, 127); Mâlik, Muvatta, Nikâh, 9, (II, 533). en-Nesaî, Sünen,
Nikâh, 44, (VI, 94).
588
Müslim, Sahih, Rada, 15, 16, (II, 1072-1073).
589
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 26, (III, 425), no: 1117.
590
et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452), no:1146.
178
Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Ebu’l-Kays’ın kardeşi Eflah, örtünme âyeti
indirildikten sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben:
“Allah’a yemin olsun, Rasulullah’tan izin istemedikçe, ben ona izin
vermeyeceğim. Çünkü, onun kardeşi Ebu’l-Kays, beni emziren kimse değildir. Beni,
Ebu’l-Kays’ın hanımı emzirdi” dedim. Derken, yanıma Hz. Peygamber (s.a.v.) girdi.
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ebu’l-Kays’ın kardeşi Eflah, yanıma girmek için izin
istedi. Ben, size sormadan izin vermekten sakındım,” dedim. Rasulullah (s.a.v.):
“Amcana niçin izin vermedin?” buyurdular. Ben:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Beni emziren erkek değil. Beni, onun hanımı emzirdi”
dedim. Rasûlullah yine:
“Sen onun girmesine izin ver. Çünkü o senin amcandır. Allah iyiliğini
versin” buyurdu. Urve; “İşte bu sebeple Hz. Aişe (r.a.): “Nesep yönünden haram
saydıklarınızı, emme sebebiyle de haram sayınız” dediğini ifade etmiştir.” 591
Türk Medeni Kanununda, böyle bir yasak yoktur. Ancak, Anadolu toplumu
bu konuda itiyatlı davranıp böyle durumlarda evlenmeme tarafını seçerek hadislere
tabi olmuştur.
Süt Anneler: (‫)و أﻣﻬ ﺘﻜﻢ اﻟﺘ ﻲ أرﺿ ﻌﻨﻜﻢ‬Süt emziren kadınlar ve bunların –
yukarı doğru yükselen- anneleridir. Bu süt anneler ve nineler, nesebî anneler ve
nineler yerindedir. 592
Süt Kardeşler: (‫)و أﺧ ﻮاﺗﻜﻢ ﻣ ﻦ اﻟﺮﺿ ﺎﻋﺔ‬
Süt annenin emzirdiği kız
kardeşlerdir. Bu süt kardeşler, ister erkekle beraber emmiş olsunlar, isterse erkekten
evvel veya sonra emmiş olsunlar, haramlıkta eşittirler. 593
591
el-Buhârî, Sahih, Şehâdet, 7, (III, 149); Nikâh, 20, 21, (VI, 125); Müslim, Sahih, Rada, 2, (II,
1069); et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452-453), no:1146-1147; Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 6, (II,
545), no:2055; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 49, (VI, 99); Mâlik, Muvatta, Rada, 1, 2, (II, 601-602).
592
el-Buhârî, Sahih, Şehâdet, 7, (III, 149); Nikâh, 20, 21, (VI, 125); Müslim, Sahih, Rada, 2, (II,
1069); et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452-453), no:1146-1147; Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 6, (II,
545), no:2055; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 49, (VI, 99); Mâlik, Muvatta, Rada 1, 2, (II, 601-602);
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 34, (I, 623-626), no: 1937-1939.
593
Müslim, Sahih, Rada, 11, (II, 1071); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 50, (VI, 99), no: 3302-3304..
179
4.2.Evlenilmesi Geçici Olarak Haram Olanlar:
Evlenilmesi geçici olarak haram olan kişilerle evlenilmemesine Anadolu
toplumu özellikle itina göstermektedir. Aşağıya kaydedeceğimiz evlilik şekilleri
toplum tarafından kesinlikle doğru görülmediğinden örneğine rastlamak mümkün
değildir.
İki Kız Kardeşi Bir Nikah Altında Birleştirmek: (‫)و أن ﺗﺠﻤﻌ ﻮا ﺑ ﻴﻦ اﻷﺧﺘ ﻴﻦ‬
Hür ya da cariye, iki kız kardeşin hayatta iken aynı anda bir kimsenin nikahı altında
birleştirilmesi haramdır. 594 İki kız kardeşi bir anda nikahı altında bulunduran kişi,
Müslüman olduktan sonra, birisini seçip boşaması gerekir. 595 Bir de; iki kadından
birisi erkek farz edildiği taktirde, öbürü ile evlenmesi caiz olmayan iki kişinin bir
nikah altında birleştirilmesi de iki kız kardeşi birleştirmek gibi haramdır. Hz.
peygamber (s.a.v.), bir kadının halası veyahut teyzesi üzerine nikah edilmesini
yasaklamıştır. 596
Evli Kadınla Evlenmek: (‫ )و اﻟﻤﺤ ﺼﻨﺎت‬Âyeti kerimede muhsanât olarak
belirtilen hür ve evli kadınlardır. 597 Bunları nikah etmek haramdır. Âyetteki ( ‫اﻻ ﻣ ﺎ‬
‫ )ﻣﻠﻜ ﺖ أﻳﻤ ﺎﻧﻜﻢ‬ifadesiyle belirtilen istisnaya göre, savaş esnasında esir olup
hürriyetlerini kaybeden cariyelerin nikahı müstesna, gerek müslim gerekse gayri
müslim erkeklerin nikahlarında bulunan ve hür olan bütün kadınların da başkasına
nikahlanmaları haram kılınmıştır.
Üç Talak İle Boşadığı kadınla Evlenmek: Üç talak ile boşanmış bir kadın,
bir daha nikah edilemez. Nikah edilmesi bazı şartlara bağlanmıştır. Hz.
Peygamber’in (s.a.v.), Rifâa el-Kurazî’nin hanımıyla olan konuşması, bu duruma
açıklık getirmektedir. Rifâa’nın hanımı, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Rifâa’dan üç
594
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 26, 27, (VI, 127-128); Müslim, Sahih, Nikâh, 33-40, (II, 1028-1030);
Rada, 15, 16, (II, 1072-1073); Mâlik, Muvatta, Nikâh, 8, (II, 532); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 46,
(VI, 96-97); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 31, (I, 621), no: 1929-1931.
595
el-Makdisî, el-Kâfî fî Fıkhı İbn Hanbel, III, 78.
596
et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 31, (III, 432-433), no: 1125, 1126.
597
4. Nisâ 24.
180
talakla boşandığını ve kendisinin Abdurrahman b. ez-Zübeyr ile evlendiğini
söyleyerek, yeniden eski kocası olan Rifaa’ya dönüp dönemeyeceğini sormuş, Hz.
Peygamber de ona, Abdurrahman b. ez-Zübeyr ile tam bir evlilik olmadan önce eski
kocasıyla yeniden evlenemeyeceğini söylemiştir. 598
Semâvî Bir Dine Bağlı Olmayan Kadınla Evlenmek: Bu konuyu, gayri
müslim ile evlilik, başlığı altında aşağıda genişçe işleyeceğiz. 599
Dört Karısı Olan Bir Erkeğin Beşinci Kadın İle Evlemesi : İslam’dan önce,
câhiliye insanları sınırsız evlilik yaparlardı. İslam, evliliği en fazla dört ile
sınırlandırmıştır. 600
Burada saydığımız; iki kız kardeşin bir nikah altında birleştirilmesi, evli
kadınlarla evlenme, üç talak ile boşanmış kadın ile evlenme, semâvî bir dine bağlı
olmayan kadın ile evlenme ve dört karısı olan bir erkeğin beşinci hanımını alması
şeklinde yapılan evliliklere dinin hoş bakmadığından, yani yasakladığından dolayı
Anadolu'da rastlamak mümkün değildir. Bu da Anadolu halkının adetler konusunda
dinin isteklerini ne kadar öneme aldıklarını göstermektedir.
4.3. Türk Medeni Kanunu İle İslam’ın Öğretisi Arasındaki Farklar:
Anadolu'nun âdetlerinin oluşmasında kanunlardan önce dinin etkili
olduğunu süt yönünden olan akrabalık ortaya koymaktadır. Çünkü medeni kanunda
yasaklanmamasına
rağmen
oplumda
süt
kardeşiyle
evlenen
kimseye
rastlanmamaktadır. Farklılık durumunda dinin emri gözetilmektedir. Bunu üç örnek
arzederek açıklayacağız.
1. İslam’da, süt kardeşi ve süt annesi gibi süt yönünden akraba olanlarla
evlenmek yasaklanmıştır. Ancak Medenî kanuna göre böyle bir sınırlandırma
getirilmemiştir.
2. Medenî kanuna göre evli olan bir erkek ikinci bir kadınla evlenemezken,
İslam’da, zaruret halinde ve adaletli davranmak şartıyla, ikinci bir kadınla evlenmek
598
Müslim, Sahih, Nikâh, 111-115, (II, 1055-1057); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 43, (VI, 93); İbn Mâce,
Sünen, Nikâh, 32, (I, 621-622), no: 1932-1933.
599
Mâlik, Muvatta, Nikâh, II, 540-541.
600
4. Nisâ, 3; el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 19, (VI, 124); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 40, (I, 628), no: 1952-
1953.
181
yasaklanmamıştır. Ancak Kur’ân, asla adaletli davranılamayacağını bildirerek, tek
kadınla evlenmeyi tavsiye etmiştir.
3. Kendileriyle zifaf olunan kadınların başka kocadan olan kızları yani
kişinin üvey kızları, çoğunlukla üvey babanın yanında ya da gözetiminde bulunurlar.
Bunun için âyeti kerimede (‫ ) ﻓ ﻲ ﺣﺠ ﻮرآﻢ‬diye belirtilmiştir. Bunlarla evlenmek
İslam’da yasaklanırken, medeni kanunda serbest bırakılmıştır. Ancak, İslam
kültürüyle yoğrulan Anadolu toplumu, bu tür evliliği ayıp olarak karşılamış ve
örneğine pek rastlanılmamıştır. Son günlerde, basın yayından öğrendiğimiz,
05.02.2003 tarihli bir habere göre, böyle bir evlilik, mahkemeye yapılan şikâyet
sonunda iptal edilmiş ve ilgili şahıslar konuyu bir üst mahkemeye götürmüşlerdir.
Yukarıya kaydettiğimiz farklılıklar, toplum içerisinde İslam’ın öğretisine
göre uygulanmaktadır. Zaten, bin yıl kadar uzun bir süre, İslam ile iç içe yaşayan bir
toplumdan, farklı bir durum beklemek yanlış olurdu. Çünkü, kişilerin vicdanını
önemli ölçüde yönlendiren ve etkileyen şeylerin başında din gelmektedir.
Günümüzde, dinsiz bir toplumun olmayacağı, sosyologlar tarafından ifade
edilmektedir.
5. GAYRİ MÜSLİM İLE EVLİLİK
Gayri Müslim denilince kimler anlaşılmalı? Gayri Müslim iki kısımdır: 1.
Allah katından semavi bir kitap getirilen ve ehli kitab olanlar ile kendilerine bir
peygamber gönderilmiş ya da onun tebliği ulaşmış olanlar. 2. Allah’a şirk koşanlar
veya hiç bir dine mensup olmayanlar.
Kur’ân’da, Müşrik ile Ehli Kitâb aynı manada görülmemiştir. Çünkü âyette:
“Ehli Kitap’tan ve müşriklerden olan kafirler, Rabbinizden size bir hayır gelmesini
hiç arzu etmezler. Oysa Allah, rahmetini dilediği kimseye tahsis eder. Allah, büyük
lütuf ve ihsan sahibidir.” 601 “Kitab ehlinden ve müşriklerden inkar edenler,
kendilerine apaçık bir delil, içinde dosdoğru hükümlerin yer aldığı tertemiz sayfaları
okuyan bir peygamber gelmedikçe, küfürlerinden vazgeçecek değillerdir. Fakat,
kendilerine kitap verilmiş olanlar, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra
601
2. Bakara,105.
182
ayrılığa düşmüşlerdir. Oysa onlar, dini yalnız Allah’a has kılarak ve doğruya
yönelerek Allah’a ibâdet etmekten, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekatı vermekten
başka bir şeyle emrolunmamışlardı. Zira, dosdoğru din bu idi. Fakat kitab ehlinden
ve müşriklerden inkar edenler, içinde sonsuza kadar kalacakları ateştedirler. İşte,
halkın en şerlileri bunlardır” 602 buyurulmuştur. Bu âyetler, ehli kitabla müşriklerin
farklı olduklarını göstermektedir.
Müşrik kadınla evlenmenin haram olduğuna, Fakihler şu âyeti delil olarak
göstermişlerdir: “Ey iman edenler! Mü’min kadınlar size muhacir olarak geldikleri
zaman, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların
mü’min olduklarını anlarsanız, onları kafirlere geri döndürmeyin. Ne bu kadınlar o
kafirlere helaldir, ne de o kafirler bu kadınlara helal olur. Kafirlere, kadınlar için
harcadıklarını
verin.
O
kadınlara
mehirlerini
verdiğiniz
takdirde,
onlarla
evlenmenizde size bir günah yoktur. Kafir kadınlarla evlilik bağlarını tutmayın.
Onlar için harcadığınız mehri isteyin; onlar da (kafir erkekler) verdikleri mehri
istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir; hikmet sahibidir.” 603 eş-Şerbâsî, Müslüman bir erkeğin gayri Müslim bir
kadınla evlenmesini inceleyen makalesinde, Hz. Ömer ve Talha b. Ubeydullah'ın bu
âyet nâzil olduktan sonra, müşrik olan hanımlarını boşadıklarını, 604 ve Benzeri
örneklerin olduğunu makalesinde kaydetmiştir. 605
İslam âlimleri, Müslüman bir kadın ile gayri müslim bir erkeğin
evlenmesini, bir çok sebepten dolayı caiz görmemişlerdir. Hanefi mezhebine göre;
Müslüman bir kadının gayri müslim bir erkekle evlenmesi şu âyetten dolayı caiz
değildir: “İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mü’min bir cariye,
hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından hayırlıdır. (Mü’min kadınları) iman
etmedikçe müşrik erkeklerle evlendirmeyin. Mü’min bir köle, hoşunuza gitse bile
(hür) bir müşrikten hayırlıdır. Bunlar sizi cehenneme çağırırlar; Allah ise, izniyle
cennete ve mağfirete davet ediyor. İşte Allah düşünüp ibret alasınız diye, âyetlerini
602
98. Beyyine, 1-6.
603
60. Mümtehıne, 10.
604
eş-Şerbâsî, Zevcü’l-Müslimi biğayri’l-Müslimeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 32 sayı: 10 s. 1138.
605
eş-Şerbâsî, a.g.e., c. 32 sayı: 10 s. 1140.
183
insanlara böyle açıklar.” 606 “Onları Mü’min hanımlar bilirseniz, artık kendilerini
kafirlere geri vermeyin. Mü’min hanımlar, kâfirlere helal değildir. Kâfirler de
mü’min hanımlara helal olmazlar.” 607
Çünkü,
gayri müslimle evlilik sonucu,
kadının da küfre düşme ihtimali vardır. Erkekler, kadınlar üzerinde etkili
olduğundan, onları kendi dinlerine çevirebilirler. Âyeti kerimenin devamında da bu
ifade edilerek “Bunlar sizi cehenneme çağırırlar” buyurulmaktadır. Müslüman bir
kadının putperest, Mecûsî ve Ehli Kitâb bir erkekle evlenmesi de caiz görülmemiştir.
Çünkü, âyeti kerimede Allah (c.c.) mü’min üzerinde kafirin velâyetinin bulunmasına,
şu âyetle, izin vermediğini belirtmektedir: “(Münafıklar) sizi gözetleyip dururlar.
Eğer, Allah’tan sizin için bir zafer nasip olursa, biz sizinle beraber değil miydik?
derler. Şâyet (bu zafer), kafirlere nasip olursa, onlara da; size yardım etmedik mi?
Mü’minlerden size bir kötülük gelmesini önlemedik mi? derler. Allah, kıyamet günü
aranızda hükmünü verecektir. Allah, kafirlerin mü’minlere karşı (galip gelmelerini
sağlayacak) bir yola asla fırsat vermeyecektir. 608
Maliki mezhebi, Müslüman kadının gayri müslim erkekle evlenmesini
kesinlikle caiz görmemiştir. Konuyla ilgili olarak, el-Müdevvenetü’l-Kübrâ’da şu
örneklere yer verilmiştir:
1.
Hz. Ömer (r.a.); “Müslüman bir erkek Hıristiyan bir kadınla
evlenebilir, Hıristiyan erkek Müslüman bir kadınla evlenemez,” demiştir.
2.
Hz. Ali (r.a.); “Yahudi ve Hıristiyan erkek, Müslüman kadını nikah
edemez” demiştir.
3.
Malik b. Enes’in şeyhi Rebia ve Tâbiîn fakihlerinden birine göre,
“Hıristiyan erkek hür Müslüman kadınla evlenemez.”
606
2.Bakara, 221.
607
60. Mümtehine, 10.
608
4. Nisâ, 141. Ayrıca bu konuda geniş bilgi için bkz. el-Kâsânî, el-Bedâiu’s-San’ânî, II, 271-272;
Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 122; Şeyh Muhyiddin Kâdı, Mecelletü’l-Fıkhı’l-İslâmî,
cüz:2, sayfa: 1179-1180.
184
4.
Mahreme b. Bükeyr babasından bildirdiğine göre şöyle demiştir:
“Abdullah b. Ebî Seleme’nin şöyle sorduğunu işittim: Müslüman bir kadının,
Hıristiyan erkekle evlenmesi doğru olur mu? O, “hayır,” dedi.” 609
Bir kimsenin evleneceği eşini kendi dininden, kendi inancından, kendi
kültüründen, yaşamında da maddî ve ahlâkî olarak kendisine denk birisinden
seçmesi, mutluluğu yakalaması ve kolay anlaşabilmesi için önemlidir. Müslüman bir
erkeğin Müslüman bir kadınla evlenmesi, ev içinde uyumun sağlanmasına yardımcı
olacaktır. Âyeti kerimede; “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü
kadınlara mahsustur. Keza iyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara
mahsustur. Bunlar, diğerlerinin söylediklerinden uzaktırlar. Onlar için Rableri
katında mağfiret ve bol rızk vardır,” 610 buyurularak bu hususa işaret edilmiştir.
Çocuklar, genellikle annelerini babalarından önce taklit ederler. Çocuğun
annesinin dinine girmesine ve onun tesiri altında kalmasına sebep olacağından
Müslüman bir erkeğin gayri müslim bir kadınla evlenmesi, İslam alimleri tarafından
mahzurlu görülmüştür. 611
İmam-ı Malik, ister Yahudi, ister Hıristiyan olsun, hür olan Ehli Kitâb bir
kadınla Müslüman bir erkeğin evlenmesini helal görmemiştir. 612 Helal olmamasına,
kadının (anne) kiliseye giderek çocuğuna o dinin terbiyesini vermesi, İslam’a göre
helal olmayan şeyleri çocuğuna yedirebilmesi ve bunun engellenmesinin de mümkün
olmamasını sebep göstermiştir. Ehli Kitâb olan koca, Müslüman olduktan sonra,
hanımı hâlâ Ehli Kitâb kalsa, nikahları devam eder. 613 Hanefî mezhebine göre; Ehli
Kitâb olan karı koca, ikisi de Müslüman olursa nikahları devam eder. Erkek
Müslüman, kadın Ehli Kitâb değil de başka dine mensupsa, ona İslam arz edilir. Eğer
Müslüman olmayı reddederse, hakim onların ayrılmasına hükmeder. 614
609
Mâlik b. Enes, el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 297-298.
610
24.Nûr, 26.
611
eş-Şerbâsî, Zevcü’l-Müslimi biğayri’l-Müslimeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 32 sayı: 10 s. 1137.
612
Mâlik, Muvatta, Nikâh, 16, (II, 540).
613
Geniş bilgi için bkz. Mahlûf, Zevâcu’l-Müslimi bi’l-Kitâbiyyeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 46, s. 14-18.
614
el-Mergînânî, Bidâyetü’l-Mübtedî, s. 65; es-Serahsî, Mebsûd, V, 45; Mahlûf, Zevâcu’l-Müslimi
bi’l-Kitâbiyyeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 46, s. 18’den naklen.
185
Müşrik ve hiç bir dine mensup olmayan bir kadınla evlenmenin caiz
olmadığı konusunda alimler görüş birliğine varmışlardır. Müslüman’ın puta, güneşe,
yıldıza, hayvanlara veya insana tapanla evlenmesi helal görülmezken, aynı şekilde,
Allah’ın (c.c.) varlığına inanmayan mülhit kadınla ve ilâhî bir dine mensup
olmayanla evlenmek de yukarıda kaydettiğimiz Bakara-221. âyette haram kabul
edilmiştir. 615 Çünkü kadın, çekiciliği ile erkeğini kendisine râm eder. Onun
yaşantısını kendisininkine benzetir. Hatta hanımının güzel gördüğünü güzel, kötü
gördüğünü kötü görmeye başlar. Müslüman ve mü’min kimse, Allah’a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanır. O, her şeyi duyan, gören, misli
olmayan tek Allah’a inanır. Müşrik ve mülhid ise onun tersini yapmaktan zevk alır.
Onda îman, itikat, ibâdet yoktur. Bu durumda, Müslüman ile müşrik, nasıl olur da bir
çatı altında barınır ve mutlu olup hayatlarından zevk alabilirler? Mesela iki eş
düşünelim. Bunlardan birisi Müslüman olduğu için dînî görevlerini yerine getiriyor.
İbâdet ettiği Allah’a yaklaşmak için bir inek kurban ediyor. Ondan yiyor veya sadaka
olarak veriyor. Diğeri ise farklı bir dine mensup. Onun itikadına göre inek, tapılacak
bir varlıktır ve ona kötülükle dokunmak inancı tarafından yasaklanmıştır. Öyleyse,
eşinin ineği kurban etmesi, kendisi için bir saygısızlık manası taşıyacaktır. Çünkü o,
ineği mukaddes ve dokunulmaz olarak kabul etmektedir. Bu durumdaki iki eş,
yaşamlarında nasıl fikir birliğine varıp mutlu olabilirler. İşte bu gibi nedenleri de göz
önünde bulundurarak, Anadolu toplumu, eş seçerken onun kendi dininden olmasına
önem göstermiş ve bu konuda da âyet ve hadisleri rehber edinmiştir.
6. AKRABA EVLİLİĞİ
Akraba evliliği uygulaması eski Türklerde görülmekteydi. Daha çok baba
soyundan bir erkekle evlenme yolu tercih edilirdi. Bunun sebebini Delaney şöyle
açıklamaktadır: "Kız çocuklarının baba soyunun içinde tutulması belki de göçer
topluluklar için çok daha önemliydi. Çünkü gurup göçtüğünde kızlar da onlarla
gidecekti. Bu topluluklarda sülale içinde yapıla evliliklerin mutlaka baba soyundan
615
el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâî, II, 270-271; el-Mergînânî, el-Hidâye, I, 219-220; Bu konuda bkz. eşŞerbâsî, Zevcü’l-Müslimi biğayri’l-Müslimeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 32 sayı: 10 s. 1137.
186
aynı kuşak kuzenlerle olması da gerekmezdi. Kızların amca torunları, büyük babanın
erkek kardeşlerinin oğulları veya büyük babanın erkek kardeşleri, yani babanın başka
bir kadından olma erkek kardeşinin oğulları ile de evlenmeleri mümkündü." 616
Oğuz Han, iki amcasının da kızını almış; fakat onları yola getirip kendi dinine
girdirememişti. Bunun üzerine her iki karısının da yüzüne bakmamış ve onlara elini
bile değmemiştir. Üçüncü amcasının kızı, diğerlerine nazaran daha çirkindi, fakat
küçüklüğünden beri, Oğuz Han’ı bütün kalbiyle seviyordu. Oğuz, en sonunda bu kıza
gitmiş, içini açmış ve kendi dinini kabul ettiği takdirde onunla evlenebileceğini
söylemişti. Bu teklife çoktan hazır olan kız, ağlayarak Oğuz’a bakmış ve şöyle
demişti:
Ben ne Allah tanırım, ne de Tanrı bilirim!
Senin sözün buyruktur, hep peşinden gelirim!
Sen ne dersen o olur, fermanından çıkamam!
Sen var iken başımda, başkasına bakamam!
Oğuz, bunu duyunca şöyle cevap verir:
Ey! Sevgili hatunum! Benim ey eşsiz eşim!
Gönlümde ebediyyen, yanacak, ey ateşim!
Tanrının birliğine, bir defa iman getir,
Sev onu! Varlığıma, seninle bir can getir.
Bunun üzerine amcasının kızı Oğuz’a şöyle diyerek, onunla evliliği kabul
ettiğini söylemiştir:
Sözünü kabul ettim, senin yoluna geldim!
616
Delaney, Tohum ve Toprak, s. 130.
187
Tanrının birliğiyle, canımı sana verdim! 617
İslam, yukarıda kaydettiğimiz haram derecesinde akrabalık hariç, diğer
akraba ile evlenmekte bir mahzur görmemiştir. Buna bağlı olarak eskiden beri amca,
hala, dayı ve teyze çocukları arasında evlilikler, Anadolu’da sıkça görülmektedir.
Nitekim Anadolu'nun bir köyünde yapılan araştırmaya göre 1980-1982 yılları
arasında yapılan 41 evlilikten 19'u akraba evliliği olarak gerçekleşmiştir. 618 Hatta
Çukurova yöresinde, gelini kına gecesi ağlatmak için söylenen yöresel bir türküde
şöyle denilmektedir:
Ana kızın çok muydu
Bir kız sana yük müydü
Kör olası amcaları
Hiç oğlunuz yok muydu.
Anadolu’nun bazı yerlerinde amca kızıyla evlenmenin terk edilmesi âdeti,
Mecmau’z-Zevâid’de kaydedilen bir rivâyete dayanmaktadır. Buna göre, kıyametten
önce görülecek olan iki yıkıcı şeyden birisi, bu tür evliliklerdir. Ancak, bu rivâyetin
ravilerinden olan Cafer b. Zübeyr’in kezzâb olduğu kaydedilmiştir. 619 Bu konuda
daha sağlam rivâyetler vardır. Nitekim, Hz. Peygamber (s.a.v.) halasının kızı Zeyneb
b. Cahş ile evlenmiş ve nikahı Kur’an’da kıyılmıştır. 620 Hz. Ali (r.a.) amcasının oğlu
olan Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma ile evlenmiştir. Yine Hz. Ali (r.a.), Hz.
Peygamber ile arasında geçen bir konuşmayı şöyle anlatmıştır: “Ben: ‘Ey Allah’ın
Rasûlü! Siz niye bizi bırakıp da Kureyş’e rağbet gösteriyorsunuz?’ demiştim. Bana:
‘Yanınızda rağbet göstereceğim bir kadın var mı?’ dedi. Ben: ‘Elbette. Hamza’nın
kızı var!’ dedim. Bunun üzerine: ‘O, bana helal olmaz. Çünkü o, benim süt
kardeşimin kızıdır’ buyurdular.” 621 Bu hadisten da anlaşılacağı üzere, Hz.
Peygamber (s.a.v.), Hz. Hamza ile süt kardeşi olduğu için, onun kızıyla
617
Ögel, Türk Mitolojisi, I, 54.
618
Delaney, Tohum ve Toprak, s. 133-134.
619
el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 260.
620
33. Ahzab 37; geniş bilgi için bkz. Ateş, Oryantalistlerin İddialarına Cevaplar, s.101-133.
621
Müslim, Sahih, Rada, 11, (II, 1071), no:1446; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 50, (VI, 99-100).
188
evlenmemiştir. Eğer böyle bir durum olmasaydı, onunla evlenebileceği, bu hadisten
anlaşılmaktadır.
Anadolu’nun bazı yörelerinde, geçimsizlik olursa akraba ile ara bozulur ya
da doğacak çocuklar hastalıklı ve eksik doğar düşüncesiyle akraba evliliğinden
kaçınılmaktadır. 622 Eski Türklerde de bu tür düşünceler görülmekteydi. Nitekim,
onlarda tespit edilen “exogami” yasasına göre evlenme, en az yedi göbek dışarıdan
yapılırdı. Günümüzde “kızımı yedi kat yabancıya veririm de sana vermem” gibi
ifadeler, bu uygulamanın darbı mesel olmuş hali olabilir. 623 Cami vaazlarında da
buna işaret edilerek yakın akraba ile evlenmenin mahzurları dile getirilmektedir.
Nitekim bir vaaz kitabında; doğacak çocuğun yetenekli ve necip olması amacıyla
akraba dışından bir kadınla evlenilmesi tavsiye edilmektedir. Akraba evliliğinde ırsî
hastalıklara yakalanma riskinin daha fazla olacağı, aileyi genişletme imkanından
mahrum olunacağı, doğacak çocuğunda zayıf veya sakat doğabileceği ifade edilerek
şöyle bir rivâyet kaydedilmiştir: “Yakın akraba ile evlenmeyin. Çünkü, bu durumda
çocuk zayıf ve geri zekalı doğar.” 624 Mecmau’z-Zevâid’de kaydedilen bir rivâyette
de akraba evliliği, evde yeşermeye benzetilmiş, ailenin genişlememesine sebep
olduğu için akraba dışından evlenmek teşvik edilmiştir. Ancak, bu rivâyette bulunan
Eyyûb b. Süleyman’ın hadis ilmi açısından sağlam olmadığı bilinmektedir. 625
Anadolu kültürünü oluşturan temel kaynaklardan birisi olan, eski Türk adetlerinde de
görülen akraba evliliği, günümüzde oldukça yaygındır. Bu durum, hadislerle
paralellik arz etmektedir. Çünkü, akraba ile evlenmeyi yasaklayan sağlam bir
rivâyete rastlanmamaktadır. Bilakis, yukarıda da kaydettiğimiz gibi asrı saadette
akraba evliliğinin olduğunu gösteren açık deliller vardır. Allah’ın helal kıldığını
haram kılmak ya da haram kıldığını helal kabul etmek, doğru bir davranış değildir.
İnsanlar, bazı mahzurları olacağı endişesiyle, bu tür evlilikleri tercih etmeyebilirler.
Bu, onların hür iradelerine bağlı bir husustur. Bir şeyi tercih etmemekle haram
olduğuna inanarak yapmamak farklı şeylerdir.
622
Uğur, İçel Folkloru II, s.13.
623
Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, s. 114.
624
Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşâd, III, 293; VII, 81.
625
el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 260.
189
7. İKİ BAYRAM ARASINDA NİKAH
Anadolu’nun çeşitli yörelerinde görülen bir inanca göre, iki bayram arasında
düğün yapılmaz, gelin getirilmez. Aksi takdirde, Muş, Kars ve Erzurum’da olduğu
gibi, o eve uğursuzluk geleceğine inanılır. 626 Osmanlı döneminde de nikahın
Muharrem ve safer ayına rastlamaması, diğer aylarda ise perşembe ve pazartesi
günlerinden birisinin seçilmesi çok gözetilen hususlardan birisiydi. 627
Câhiliye adetlerinden olan bu uygulama, günümüzde bazı insanlar tarafından
dînî bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Ancak, konuyla ilgili olarak Hz.
Aişe şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) benimle Şevval’de nikahlandı ve (yine)
Şevval’de zifaf oldu. Binâenaleyh Rasûlullah’ın (s.a.v.) kadınlarının hangisi, onun
yanında benden daha şanslı olabilirdi.” Urve’nin (r.a.) bildirdiğine göre de Hz. Aişe
akrabasından olan kadınları, Şevval ayında zifaf etmeyi severdi.” 628
Hz. Aişe’nin bu rivâyeti, câhiliye devrine ait olan bu adeti yıkmaktadır. Çünkü
o zaman Araplar, Ramazan ayından sonra gelen şevval ayını uğursuz saydıkları için,
bu ayda nikah yapmazlardı. Onların bu ayı uğursuz saymalarının sebebi, bu ayda
taun hastalığının meydana gelmesiydi. Bu yüzden, daha sonraki bazı kimseler, şevval
ayında nikah yapıp zifafa girmeyi hoş görmemişlerdir. 629 Bugün dahi, “İki bayram
arasında nikah caiz olmazmış” diyerek bu adeti sürdürmek isteyenler vardır. Halbuki,
dinen böyle bir şeyin aslı yoktur. Bilakis yukarıdaki rivâyet, şevval ayında
evlenmenin ve şevval ayında zifafa girmenin din açısından bir mahzurunun
olmadığını göstermektedir. 630
626
Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 108.
627
Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, s. 111.
628
Müslim , Sahih, Nikâh, 73, (II, 1039), no:1423; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 9, (III, 401-402), no:
1093; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 77, (VI, 130).
629
İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 60-61; Ayrıca nikahın yasak olduğu zamanlarla ilgili geniş bilgi için
bkz. Ateş, İslama Göre Câhiliye ve Ehli Kitab Örf ve âdetleri, s.300 vd.
630
Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 269; Canan, Hadis Ansiklopedisi, XV, 412.
190
8. NİKAHTA TEBRİK VE DAVET
Anadolu’da düğünün başlamasından bitinceye kadar gelen misafirler, iyi dilek
ve temennilerini ileterek, düğün sahibi anne baba ile gelin ve damadı tebrik ederler.
Düğüne gelemeyen uzaktaki dost ve akrabalar da telefon ve mesaj ile mutluluk
dileklerini iletirler. Düğün tebriği esnasında en çok şu dua cümleleri kullanılır:
“Hayırlı olsun.” “Mutluluklar dilerim.” “Allah tek yastıkta İhtiyarlatsın” “Allah
hayırlı nesiller ihsan etsin.” vb. Bu güzel âdet Hz. Peygamber zamanında olan tebrik
etme uygulamasıyla paralellik arz etmektedir. Çünkü rivâyetler bize o zaman da bu
âdetin olduğunu göstermektedir. Bunlardan birkaç tanesini aşağıya kaydederek
günümüzle Hz. peygamber zamanı arasındaki benzerliğe işaret etmiş olacağız.
Hz. Peygamber zamanındaki uygulamayı göstermesi açısından önem arzeden
rivâyetlerden birisinde Ebû Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)
(evlenenleri) tebrik etmek için duâ ettiği zaman şöyle derdi: “Allah sizler için bereket
versin, O’nun bereketi üzerinizde olsun ve O ikinizi hayır içerisinde bir araya
getirsin.” 631
Yine konuyla ilgili olarak, Enes b. Mâlik’in bildirdiğine göre Rasûlullah
(s.a.v.) Abdurrahman b. Avf’ın üzerinde sarı renk eseri görünce “bu ne?” diye
sormuş. Abdurrahman: “Yâ Rasûlullah! Ben bir nevat altın miktarı mehir vererek bir
kadınla evlendim” demiş. Rasûlullah (s.a.v.) da: “Öyleyse Allah sana mübarek
eylesin! Bir koyunla bile olsa davet yap!” buyurmuştur.” 632
Akîl b. Ebî Tâlib (r.a.)’den de bu hususta bir uygulama aktarılmaktadır.
Rivâyet edildiğine göre kendisi, Benî Cüşem kabilesinden bir kadınla evlenmiş.
Bunun üzerine halk, onun için "uyum ve oğlan çocuklar", dileğinde bulunmuşlar. O
da söylenen bu tebrik cümlesine karşılık onlara, “Böyle söylemeyin. Lakin
631
İbn Mâce Sünen, Nikâh, 23, (I, 614), no: 1905.
632
Müslim, Sahih, Nikâh, 79, (II, 1042).
191
Rasûlullah (s.a.v.)’ın dediği gibi “Allah’ım! Onlara bereket ver ve senin bereketin
onların üzerinde olsun” şeklinde söyleyin, demiştir.” 633
Düğünden sonra evlenen çiftleri tebrik ederek hem onlar için dua edilmiş hem
de sünnet sevabı alınmış olacağı için halk arasında bu âdete önem verilmiştir. Her
konuda olduğu gibi burada da bilerek ya da bilmeyerek toplum içerisinde yerleşen
bir sünnet, daha sonra bir âdet olarak varlığını devam ettirmiş ve günümüze kadar
gelebilmiştir.
Sonuç olarak; bu bölümde seçmiş olduğumuz nikah ile ilgili uygulamaların
nerdeyse tamamının hadislere dayandığı ancak bazılarının sahih hadislerle
desteklendiği bazılarının ise halk uygulaması iken rivâyet ihdas edilip desteklenmeye
çalışıldığı görülmektedir. Bekarlığı kötüleyen rivâyetler bu türdendir. Toplumun
bekarlığa karşı iyi bakmadığını yansıtmaktadır. Zaten kaydettiğimiz rivâyetlerin
mevzu haberleri toplayan eserlerde yer alması bunu göstermektedir. Sahih hadislerde
evlilik teşvik edilmiş, İslam âlimleri de bundan evlenmenin hükmünün kişiden kişiye
değişeceği sonucunu çıkartmışlardır.
Evlilik âyet ve hadislerle teşvik edilmiştir. Anadolu halkının inançlarını, örf ve
âdetlerini göz önüne alan Türk Medenî Kanunu ile hadisler arasında büyük uyum
olduğu tespit edilmiştir. Evliliği, tarafların dinen bir birine helal olması diye tarif
edersek, her ne kadar medenî bir anlaşma olarak görülse de aslında dini olduğu
anlaşılmaktadır. Bu sebeple resmî ve dînî diye ayırmaya gerek yoktur. Çünkü her
ikisi de uygulama yönüyle ve temel mantık olan tarafların bir birine helel sayılması
açısından dînî gerekleri içermektedir.
İslam tek evliliği önermiş ancak zaruret durumunda çok evliliğe müsaade
etmiş, onu da dört ile sınırlandırmıştır. Bu konu âyet ve sahih hadislerle sabittir. Bu
sebeple Anadolu halkı tek evliliği benimsemiş ancak zaman zaman çok evliliğe de
rastlanmıştır. Dörtten fazla kadınla evlenme ise kesinlikle görülmemektedir. Zaten
Türk Medenî Kanunu da tek kadınla evlenmeyi hükme bağlamıştır.
633
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 23, (I, 614), no: 1906; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 6, (II, 457), no: 2179;
A.b. Hanbel, Müsned, I, 201; İbn Hibbân, Sahih, IX, 359, no: 4052; et-Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr,
XVII, 194, no: 517..
192
Evlenme yaşı ile ilgili uygulama hadislerle uygunluk göstermektedir.
Osmanlı'da H.A.K. evlenme yaşının alt sınırını erkek için 18, kadın için ise 17 yaşını
kabul etmiştir. Daha küçük yaştakiler için ise hakim iznini gerekli görmüşlerdir.
Anadolu'da çok küçük yaştaki çocukların evlendirildiği görülmektedir. Bu konuda
Hz. Aîşe'nin küçük yaşta evlenmesi örnek olarak alınmış, ancak bu konu ihtilaflı
olup bazı deliller onun evlendiğinde 17 veya 18 yaşında olduğunu göstermektedir.
Kız kaçırma şekliyle evlenme, veliden izinsiz evlenme demektir. Hadislerden
tasvip edilmediği anlaşılsa da devlet izni olduğu zaman haram değil helal bir evlilik
olduğu anşlaşılmaktadır. Anadolu toplumu hadislerin tavsiye ettiği velinin iznine
bağlı evleme yolunu seçmiştir. Ancak haram olmadığı için bazen kaçırma yoluyla
evlilik yöntemine de başvurmuştur.
Evlilik töreni hadislerdeki ile aynen uyuşmaktadır. Çünkü, iki şahidin
bulundurulması, gizli olmayıp ilan edilmesi, arz ve kabulün yapılması gibi
uygulamalar her ikisinde de mevcuttur.
Yukarıda genişce izah ettiğimiz gibi nikah, zaman ve şartlara göre nikahı kıyan
kişilerin değişmesine bağlı olarak Resmî ve Dînî nikah olarak isimlendirilmiştir.
Mehir, âyet ve hadislerin erkek tarafından kadınlara verilmesini emrettiği bir
uygulama olarak Andolu'da âdet haline gelmiş ve geline mücevherler takarak, bilerek
veya bilmeyerek, uygulanır hale gelmiştir. Dinin ve toplumun çok önemsediği mehri
vermek istemeyen ya da imkanı olmayanlar gelini bu konuda aldatma yoluna gitmiş
ve bu düşüncelerini meşrulaştırmak için hadis kalıbında sözler ihdas etmişlerdir.
Şiğâr yani trampa nikahı, câhiliye adetlerinden olup hadislerle yasaklanmıştır.
Nikahlanması yasak olanlar, âyet ve hadislerle belirlenmiş olup Anadolu'da da
aynen uygulanmaktadır. Süt yönünden akrabalık ve haram olma, medenî kanunda yer
almamasına rağmen toplumda bu kişilerle evlenme görülmemektedir. Bu
uygulamada hadislerin etkisini göz ardı etmek mümkün değildir.
Akraba evliliği, haram olanlar hariç serbest bırakılmış ancak bazı sosyal ve
sağlık
yönünden
doguracağı
mahzurlar
göz
önüne
alınarak
akraba
ile
193
evlenilmemesini tavsiye eden rivâyetler ihdas edilmiştir. Bu da toplumun bir âdeti
yerleştirebilmek için hadislere duyduğu ihtiyacı ortaya koymaktadır. Bu bölümde ele
aldığımız adetlerin çoğu âyet ve hadislerle bire bir uyum göstermektedir. Ancak yine
de bazı âdetlerin mevzu rivâyetlerle desteklendiği ya da mevzu rivâyet ihdas edilerek
toplumda meşru gösterilmeye çalışıldığı olmuştur. Anadolu kültürünün genelinde
görülen dînî motif, örnek olarak seçtiğimiz düğün ve nikah törenlerinde de kendisini
göstermektedir. Şimdi bütün bölümlerle ilgili genel değerlendirmeleri içeren sonuç
bölümüne geçeceğiz.
194
SONUÇ
Örf ve âdetler, içinde bulundukları toplumun inanç ve değerlerini
yansıtırlar. Bir toplumun örf ve âdetlerinin oluşmasını, günlük yaşamlarında
ilgilendikleri, kutsal saydıkları ve değer verdikleri şeyler sağlamaktadır. Anadolu
toplumu asırlar boyunca İslam kültürü ile iç içe yaşadığından, onun örf ve âdetleri de
İslam’ın iki temel kaynağı olan Kuran ve Sünnet’e dayanmış, ya da en azından
onlara ters düşmemiştir. Anadolu’da mevcut süt kardeşi ile evlenmeme âdeti, Kur’ân
ve Sünnet’in bu konudaki yasağına dayanmış olup buna güzel bir örnektir.
Meşrulaştırma/Meşrulaşma kavramı, bir iş veya davranışı toplum nazarında
kabul edilebilir bir duruma getirmek demektir. Din, meşrulaştırmanın tarih boyunca
en yaygın ve etkin bir aracı olmuştur. Bir toplum, kazanacağı yeni âdet ve
davranışları önce sahip olduğu dine onaylatma, en azından ona ters düşmediğini ispat
etme gereği hisseder. Anadolu toplumu da bu yolu takip ederek, örf ve âdetlerini
İslam’a onaylatma ve böylece onları meşru bir zemine oturtma gereği duymuştur.
Çalışmamızda bununla ilgili bir çok örneğe rastlamış bulunmaktayız. Terğîb ve
terhîb türü rivâyetler, bunlara birer örnek özelliği taşımaktadır.
Din duygusu insanlarda yaradılıştan gelen bir özelliktir. Bu nedenle, her
zaman dine ihtiyaç duyulmuştur. Yaygın İslâmî kabule göre, ilk insanın aynı
zamanda bir peygamber olması, dinin insanlık tarihi ile birlikte başladığını
göstermektedir. Ayrıca, Kur’ân’ın bildirdiğine göre, tarih boyunca insanları Allah’ın
dinine çağıran peygamberler gönderilmiştir. 634 Geçmişte olduğu gibi gelecekte de
dinin var olmaya devam edeceği ve toplumları şekillendirmekte büyük rol
oynayacağı anlaşılmaktadır. Gelecekte insanların bu günden daha dindar olmamaları
için hiç bir sebep yoktur. Anadolu toplumu uzun tarihi boyunca dindarlığı tercih
ederek dinsizliğe iltifat etmemiştir. Çalışmamız da Anadolu’da yaşayan örf ve
âdetlerin temelinin dine dayandığını göstermektedir.
Kültür; genel olarak inançlar, değer hükümleri, örf -âdetler, zevkler, kısacası,
insan tarafından yapılmış ve ortaya konulmuş her şeydir. Başka bir deyişle kültür;
atalardan gelen maddi ve manevi değerlerin tamamıdır. Kültürler canlı birer yapı
olup, temsil ettikleri toplumla birlikte zaman ve çevre şartlarına uyarak sosyal
195
değerler ortaya koyar veya dış tesirlerle gelişerek canlılıklarını devam ettirirler.
Ancak kültür bir anda tamamen değişmeyip eskinin izlerini taşır. Anadolu, bir çok
medeniyete beşiklik etmiştir. Bu sebeple tarih içerisinde Anadolu kültürü zaman
zaman köklü değişime uğramıştır. İslam’ın Anadoluya gelmesinden sonra da bu tür
köklü bir değişim meydana gelmiştir. O zaman Anadolu’da hakim olan örf ve
âdetler kendini İslam’a göre uyarlamışsa da, yine de eskinin izleri tamamen
silinmemiştir.
Kültür ve medeniyet, toplumun bilgi ve âdetlerinin toplamından oluşan bir
yapıdır. Toplumun bilgi kaynağı olarak din önemli bir yer tutmaktadır. Dinin ise en
önemli iki temel kaynağı vardır. Bunlardan biri ilâhî vahiy (kitap), diğeri ise
peygamberlerin söz ve davranışlarıdır. Buna göre, İslâmî nitelik kazanan Anadolu
kültürünün oluşması ve gelişmesinde Kuran ve Hadisler’in büyük etkisinin olması
kaçınılmaz bir durumdur. İslam kültürünü oluşturan temel iki kaynak vardır
bunlardan birincisi Kur'ân, ikincisi ise onun açıklayıcısı ve yeni hükümler koyabilen
Hadislerdir. Hadisler kaynağı yönünden ve sıhhati yönünden farklılık arzettiğinden,
her birisinin Müslüman toplum nazarında yaptırım gücü de farklıdır.
Anadolu’da, eş seçimi
konusunda gözetilmesi âdet olan hususlar, Hz.
Peygamber’e dayandırılan rivâyetlerle paralellik arz etmektedir. Eş seçiminde soy ve
malca denklik, İslam’ın teoride hoş karşılamadığı bir husustur. İslam’ı özümsemiş
kişiler için, Allahın yarattığı kulların hepsi bir tarağın dişleri gibi birbirine eşittir.
Üstünlük ancak Allah’a olan yakınlıkla mümkündür. Ancak, bütün insanlar bu ihlas
ve samimiyeti her zaman koruyamadıkları için, üstünlük bazen mal, soy vb. şeylerde
aranabilmektedir. Anadolu toplumu da, böyle durumlarda aileyi koruyabilmek için
hayatın gerçeklerini göz önüne alarak, eşler arasında mal, soy sop vs. yönünden denk
olmayı öngörmüştür.
Anadolu’daki dünürcü gitme âdeti ile Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Hatice’ye
yaptığı dünürcülük arasında bir çok ortak yön bulmak mümkümdür. Zaten Anadolu
toplumunda, kişiler dindar olsun ya da olmasın, dünürcülük merasimi belli bir dînî
kalıpta yapılmaktadır. Yine, dünürcü gidilen kızın saçına başına bakma ya da
evlenecek kişilerin birbirlerini görerek beğenmeleri âdeti, her ne kadar bazı vaizler
tarafından hoş karşılanmasa da, Hz. Peygamber’in tavsiyelerine uygun bir davranış
634
17. İsra 15.
196
oluşturmaktadır. 635 Dünürcü üzerine dünürcü gitmeme âdeti, hem ahlâkî değerlere
hem de güzel ahlâkın kaynağı olan Hz. Peygamber’in hadislerine uygun bir
adettir. 636 Dünürcülük esnasında, kız evinde bir erkeğin bulundurulması, Hz.
Peygamber’in uygulamasıyla bir birine paralellik arz etmektedir. Yine, Anadolu’da
yaşayan uygulamalara göre dünürcü geldiği zaman, kızın anne ve babası, kıza kabul
edip etmediği konusunda fikrini sormakta, bâkire ile dul kadının cevabı farklı
algılanmaktadır. Utanacağı için bâkirenin susması kabul anlamına gelirken, dul
kadının görüşünü açıkça ifade etmesi beklenmektedir. Anadolu’da bu şekilde oluşan
âdetin kaynağı da elbette yine Hz. Peygamber’in bu konudaki hadisleridir.
Okuntu (düğün davetiyesi) dağıtma ve düğün evine bayrak asma âdetleri,
nikahın ilanını sağladığı için Hz. Peygamber’in bir sünneti olarak değerlendirilebilir.
Çünkü, Hz. Peygamber düğüne davet için benzer uygulamalar yapmıştır. 637 Düğün
süresi, düğünde çalgı, şarkı ve eğlenceye yer verilmesi, düğün ziyafeti gibi âdetlerin,
temelde Hz. Peygamber’in hadislerine dayandığı
ya da ona ters düşmediği
görülmüştür. Bunlar, örf ve âdetin oluşmasında hadis ve sünnetin fonksiyonunu
göstermesi açısından çok önemlidir.
Gelin süsleme, Hz. Peygamberin de tavsiye ettiği bir âdettir. 638 Bu günkü
şekliyle beyaz gelinlik olmasa da, geline hususi bir kıyafet giydirme âdeti Asr-ı
Saadet’te de vardı. Beyaz gelinlik giyme alışkanlığı ise, Osmanlı padişahı
II.
Mahmut döneminde görülmeye başlamıştır.
Anadolu’da uygulanan kına yakma ve kına gecesi âdeti, eski Türk
geleneklerindendir. Türkler Müslüman olduktan sonra bu âdet meşrulaştırılarak, dînî
bir kalıba sokulmak istenmiştir. Nitekim, es-Suyûtî, bu konuya dikkat çekerek, eseri
el-Leâli’l-Masnûa’da ilgili rivâyetleri bir araya getirmiş ve onların mevzu olduğunu
belirtmiştir. 639
Anadolu düğünlerinde gelinin başına şeker saçma âdeti, Türklerin eski
dinlerinden getirdikleri, ancak İslam’dan sonra mevzû/uydurma bir rivâyetle meşru
635
Müslim, Sahih, Nikâh, 74-75, (II, 1040); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 18, (II, 565-566), no: 2082;
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 9, (I, 599), no: 1864.
636
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 45, (VI, 136); Nikâh, 46, (VI, 137).
637
el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 68, (VI, 143); et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089.
638
İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 24, (I, 616), no: 1911.
639
es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, 140-141.
197
gösterilmek istenen bir uygulamadır. Aslında bu, yabancı soya mensup olan bir kızın,
kocasının soyunun ataları ve koruyucu ruhları tarafından kabul edilmesi için yapılan
bir kurban âyininin kalıntısı olup, 640 bu âdet, mevzû bir rivâyetle meşrulaştırılmak
istenmiştir. 641
Kız yengesi ve sağdıç âdeti, Hz. Peygember’in hadisleriyle paralellik arz
etmektedir. Nitekim, Hz. Âişe’nin evlenmesinde bu türden bir uygulamaya yer
verilmiştir.
Zifaf âdâbı ile ilgili uygulanan âdetlerden bazıları hadislerle örtüşürken,
diğer bazıları toplumun kendi ürettiği âdetlerdir. Zifaftan önce geline bir hediye
takdim etmek ve
iki rekat namaz kılmak, hadislerin de teşvik ettiği güzel
davranışlardandır.
İslam, bekarlığı hoş karşılamayıp evliliği her fırsatta teşvik etmiştir. Ancak
zaman zaman Anadolu’da zâhit görünümlü bazı kişiler, bekar kalmayı teşvik etmiş
ve bu durumlarını meşru gösterebilmek için hadis kalıbında bazı sözler icat
etmişlerdir.
Kur’ân ve Hz. Peygamber tek eşliliği teşvik etmiştir. Fakat savaş gibi
zaruret hallerinde ve gereklerini yerine getirebilme şartıyla, çok eşliliği dört kadınla
sınırlandırmıştır. Anadolu toplumu da, bu konuda kendisine âyet ve hadisleri rehber
edinmiş, tek eşliliği yaygın bir uygulama olarak benimsemiş, çok eşliliğe pek hoş
bakmamış ve aynı anda dört kadından fazlasıyla evliliğe kesinlikle izin vermemiştir.
Çalışmamızda da böyle bir durumu, tespit edememiş bulunmaktayız.
Evlenme yaşı konusunda İslam bir sınırlandırma getirmemiştir. Türk Medenî
Kanunu, 17-18 yaşından aşağı hiçbir kişinin evlenmesine müsaade etmezken,
pratikte daha küçük yaşta evlenenlere sıkça rastlanmaktadır. Eğer bu konuda
yasaklayıcı bir âyet ya da hadis olsaydı, toplum buna da uyardı.
Kız kaçırma şekliyle evlenme, tespit edebildiğimiz kadarıyla hadisler
tarafından yasaklanmamıştır. Kızın rızası olduğu ve remî nikah yapıldığı sürece,
böyle bir evlilikte mahzur görülmemiştir. Anadolu toplumu, bu müsaadeyi aynen
kullanmış ve zaman zaman bunun örneklerini göstermiştir.
640
İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 167.
641
İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 264-266.
198
Nikah ile ilgili uygulanması âdet olan şeylerin hemen hemen tamamı
kaynağını hadis ve âyetlerden almıştır. Örneğin nikahta iki şahit bulundurulması,
topluma açık yapılması, arz ve kabul’ün olması bunlardan bazılarıdır.
Nikah merasiminde, resmî ve dînî nikah ayırımı yapılmadan, iki tarafın
haklarının garanti altına alınması amaçlanmıştır. Hadisler bunu, bir akid yani
anlaşma olarak takdim etmiştir. İslam tarihinde nikahın resmi yapılması ve
kamuoyunun bilgilerine sunulması, Hz. Peygamber zamanında başlamıştır. İlgili
bölümde de kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber, nikahı mescitte yapın ve onu ilan
edin, diyerek ona resmiyet kazandırmak istemiştir.
Nikah, dînî bir uygulama olup, eşlerin birbirine din yönünden helal
sayılmaları için yapılmaktadır. İmam nikahı şeklinde bir uygulama ise, Osmanlı
döneminde, zaruretten ortaya çıkmış ve halka kolaylık olması için her mahalle ve
köyde bulunan, imamlar bu işle görevlendirilmiş ve on beş gün içinde kadıya resmi
bir belge ile bildirme şartı konulmuştur. Kısacası şartları yerine getirilen bir nikah,
nerede ve kim tarafından yapılırsa yapılsın, geçerli bir nikah sayılmıştır.
İslam’ın, geline mehir verilmesini emreden buyruğu, Anadolu’da örf âdet
haline gelmiştir. Evlenen herkes, bilerek veya bilmeyerek, geline altın mücevherler
takmak suretiyle bunu yerine getirmektedir.
Nikahta hile yapmak, İslam’ın tasvip etmeyeceği bir husustur. Kaldı ki
hiçbir konuda aldatmaya müsaade edilmemiş ve Hz. Peygamber, bizi aldatan bizden
değildir, buyurmuştur. Anadolu’da, evlendirme ve âile kurma, hayırlı bir iş olarak
görüldüğü için bu yolda bazen meşru olmayan metotlar kullanılmıştır. Bu metotları
toplum nazarında normal gösterebilmek ve meşrulaştırabilmek için çeşitli hadisler
uydurulmuştur. Konuyu işlerken kaydettiğimiz “Aldatma ve hile sadece nikahta
olur” şeklindeki mevzu rivâyet buna bir örnektir.
Anadolu toplumunda, evlenilmesi ayıp ve yasak kabul edilenler, İslam’ın
belirttikleri ile aynen örtüşmektedir. Türk Medenî Kânunu da bu konudaki örf âdet
ve hadislerle paralellik arz etmektedir.
Akraba
evliliği,
Anadolu’da
yasak
olmamakla
birlikte,
tavsiye
edilmemektedir. Hadislerde de akraba evliliğine müsaade edildiği görülmektedir.
Ancak, zayıf olduğu kaydedilen bazı hadisler, doğacak çocuğun zeki, güçlü ve
199
hastalıklardan uzak olması düşüncesiyle akraba evliliğinden kaçınmayı tavsiye
etmiştir.
Kısaca özetlediğimiz bu çalışmamızda, Düğün ve Nikahla ilgili Anadolu'da
görülen 60 âdeti ele alarak inceledik. Bunlardan bazılarının dinin tabi seyri içerisinde
hedeflendiği gibi âyet ve Hz. Peygamber'in hadislerinden kaynaklandığını ya da
ondan destek alarak varlıklarını devam ettirdiklerini gördük. Meşrulaştırma başlığı
altında ifade ettiğimiz gibi, bir adetin toplumda varlığını sürdürebilmesi için o
toplumun dininden ya da kutsal sayıp değer verdiği merciden onay aması
gerekmektedir. Bu yolla meşrulaşan âdetleri aşağıya maddeler halinde sıralayacağız:
1. Eş seçiminde ile ilgili adetler.
2. Evlenilecek kadında aranan nitelikler.
a. Müşrik olmaması.
b. Zaniye olmaması.
c. Mahremi olmaması.
d. Geçici olarak haram olan kadınlardan olmaması.
e. Süt yönünden haram olmaması.
f. Bakire olması.
3. Evlenilecek erkekte aranan şartlar.
a. Müslüman olması.
b. Evleneceği kadınla daha önce zina etmemiş olması.
c. Evleneceği kadının annesiyle geçmişte evlenmiş olmaması.
d. Süt yönüyle haram sayılanlardan olmaması.
4. Evlilikte denkliğin aranması.
5. Kız isteme şekli.
6. Dünürcülük esnasında istenilen kızın saçına ve yüzüne bakmak.
7. Dünürcü üzerine dünürcü gitmeme.
8. Dünürcülük esnasında kız evinde bir erkeğin bulunması ve sonucu onun
bildirmesi ya da onun huzurunda dünürcülüğün yapılması.
9. Evlendirilecek kızın izninin alınması ve susmasının "evet" anlamına
geldiği.
10. Evlendirilecek dul bayanın açık açık izninin alınması
11. Nişanlanma ve nişanda yüzük takma âdeti.
200
12. Evlenen kadın için çeyiz hazırlanması.
13. Okuntu, Düğün davetiyesi.
14. Düğün evine bayrak asılarak düğünün ilan edilmesi.
15. Düğün süresi yani kaç gün olacağı.
16. Düğünde çalgı, şarkı ve eğlence.
17. Düğün ziyafeti.
18. Gelinin süslenmesi ve gerdek için hususi hazırlık yapılması.
19. Gayret kuşağı yani Fatma ana kuşağı.
20. Yeni evlileri tebrik ve davet.
21. Cinsel eğitim yani kız yengesi ve sağdıçlık.
22. Zifaftan önce yapılmasına inanılan uygulamalar.
a. Gelin ve damadın iki rekat namaz kılıp dua etmesi.
b. Damadın geline hediye vermesi. (Ancak mevzu rivâyetlerle daha
da özendirmek istenmiştir.)
23. Kayınpeder denilmesi.
24. Evlenme merasiminin toplumda en önemli tören olarak görülmesi.
25. Tek kadınla evlenmenin normal, çok kadınla evlenmenin ise, dört üst
sınır olmak üzere, zaruret ve şartlar dahilinde meşru olması.
26. Evlenme yaşı.
27. Babanın izni olmadığı durumlarda resmî nikahın geçerli olması. Kız
kaçırarak evlenme.
28. Nikah törenindeki uygulamalar.
29. Resmî nikah.
30. Mehir.
31. Trampa (şiğar) nikahına toplumun hoş bakmaması.
32. Nikahlanması mümkün olmayanlar (haram olanlar).
33. Amca, dayı, teyze, hala gibi ikinci dereceden akraba çocukları ile
evlenebilme.
34. İki bayram arasında nikah yapma.
35. Nikahta tebrik etme ve tebrik cümleleri.
201
Seçmiş olduğumuz âdetlerin bir kısmının ise gerçekte din ile alakası
olmayıp sadece toplumda tutunabilmek için hadis kalıbında sözler ihdas edilerek
meşrulaştırıldığını gördük. Bunlarda şu âdetlerdir:
1.
Nikahta aldatma ve hayırlı bir iş olarak kabul edildiği için
aldatmanın sadece nikahta meşru olacağına inanılması.
2.
Gelinin başına şeker, çerez vb. şeyler saçmak.
3.
Kına yakma âdeti.
4.
Davul ve benzeri çalgılı düğünlere katılmama.
5.
Akraba evliliğinin yasaklanması.
6.
Bekarlığın kötülenmesi ve toplum için tehlike olduğunun
düşünülmesi.
7.
Evlilik hazırlığında çocuğuna yardımcı olma.
8.
Bir birine denk olmayanların evlenemeyeceği.
9.
Cinsel ilişki esnasında yapılmasının sakıncalı olduğuna inanılan
şeyler.
Çalışmamızla ulaştığımız ilginç sonuçlardan birisi de, günümüzde cami
vaazlarında, bir konuyu anlatırken onu desteklemek ve halk nazarında konuşmasının
etkisini artırmak için hadislere eklemeler yapıldığı ya da hadis denilerek aktarılan
sözlerin belirtilen kitaplarda hadis olarak geçmediğine raslamış olmamızdır. Bunları
aşağıya kaydederek günümüzde dahi hadis uydurma faaliyetlerinin olabileceğini
belirtmek istiyoruz. Bunlar:
1.
Evlenilecek
erkekte
aranacak
özelliklerden
birisi
olan
kötü
alışkanlıklarının olmaması ile ilgili kaydedilen rivâyette “Bir kimse kızını veya
ailesinden birini içki içen biriyle evlendirirse, kendi eliyle onu cehenneme atmış
demektir,” 642 deniliyor. Ancak böyle bir rivâyete hadis kitaplarında rastlayamadık.
Anlam olarak her ne kadar doğru olsa da hadis olmayan bir şeyin hadis diye takdim
edilmesi doğru bir davranış değildir.
642
Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşâd, VII, 97.
202
2.
Evlenilecek kadına bakılamayacağı ile ilgili yine bir rivâyette Hz.
Peygamber'in; “Allah bakana da, baktırana da lanet etsin” 643 dediği kaydedilmiştir.
Ancak araştırmalarımız sonucunda böyle bir hadise rastlayamadık.
3.
“Müslüman bir erkeğin gözü (mahremi veya nikahlısı olmayan) bir
kadının güzelliğine takılır da, sonra (Allah’tan korkarak) gözünü ondan sakınırsa
Allah Teâlâ ona ibâdet sevabı verir.” 644 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 24 olarak
kaynak verilmiştir, ancak belirtilen eserde böyle bir rivâyete rastlanmamaktadır.
Tezimizin tamamında 60 örf âdeti ele aldık. Bunlardan 48'i hadislerle ve
âyetlerle tam uygunluk göstermektedir. 9 tanesi mevzu rivâyetlerle meşrulaştırılmak
istenmiştir. Üçünde ise hadislerle desteklenmiş görülmesine rağman, hadis diye
takdim edilen rivâyetlerin hiç birisine hadis kitaplarında rastlanamamıştır.
Görüldüğü gibi Anadolu’da örf ve âdetlerin oluşması ve meşrulaşmasında
hadisler büyük rol oynamıştır. Anadolu’daki âdetlerin bir kısmı âyet ve hadislere
göre oluşurken, bazı âdetler de kendilerine uygun hadis uydurularak desteklenmiştir.
Bu durum, Anadolu toplumunun büyük bir bölümünün Müslüman olmasından ve
onların nazarında, âyet ve hadislerin gücünden kaynaklanmaktadır. Anadolu’nun
yaklaşık bin yıldır İslam kültürü ile iç içe olması, tabi olarak böyle bir sonuca
götürmüştür. Ancak sadece İslam’ın etkisinden bahsetmek genelleme olacağından,
Anadolu’da yaşayan diğer din ve kültürlerin etkisini de belirtmeden geçmemek
gerekir.
Bu çalışmamızda ortaya çıkan önemli sonuçlardan birisi de; Anadolu
halkının dindar bir toplum olduğu gerçeğidir. Seçmiş olduğumuz bu konuda olduğu
gibi araştırıldığı zaman diğer toplumsal âdetlerde de bu gerçeğin ortaya çıkacağı
kanaatindeyiz. Anadolu toplumunun giyim âdetleri, yemek kültürü, cenaze
merasimleri ve takip eden uygulamalar, yeni doğan çocuk için yapılan törenler,
evlerin mimâri yönden şekillenmesi vb. bir çok konunun oluşması ve bugünkü hale
gelmesinde hadisin etkisi araştırmaya değer bir husustur. Böylece hadisin toplumu
şekillendirmedeki fonksiyonu daha açık ortaya çıkıp hadis ilmiyle diğer ilim dalları
643
Emre, Kürsiden Mü’minlere Sohbet ve Nasihatler, III, 157. Ancak böyle bir rivâyete hadis
kitaplarında rastlayamadık.
644
Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşad, VII, 82.
203
arasındaki ilişki gündeme gelmiş olacaktır. Biz bu alanda küçük bir başlangıç
yaparak araştırmacılar için bakir bir sahaya işaret etmiş olduk. Hadis ilminin farklı
alanlarla irtibatını konu edinen çalışmalara rastlayamadığımız için bu konuda
zorluklarla karşılaştık. Bu da metod belirlemeye yönelik yeni çalışmaların yapılması
gereğini ortaya koymaktadır.
204
BİBLİYOĞRAFYA
ABDULAZİZ BEY, Osmanlı Âdet Merasim ve Tabirleri, Yayına hazırlayan: Kazım
Arısan - Duygu Arısan Günay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 20. İstanbul 2000.
ABD b. HUMEYD, Abd b. Humeyd b. Nasr Ebû Muhammed el-Kissî (v.249), elMüntehab min Müsnedi Abd b. Humeyd, Mektebetü’s-Sünne, Kâhire 1988.
ACCÂC el-HATİB, Muhammed, es-Sünne Kable’t-Tedvîn, Kahire, 1383/1963.
el-ACLÛNÎ, İsmail b. Muhammed (v.1162), Keşfu'l-Hafâ ve Müzîlü'l-İlbâs
Amme'ştehera mine'l-Ehâdîs-i Alâ Elsineti'n-Nâs, (I-II), Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrut 1988.
AHMED MÜRŞİDÎ (v.1174/1761); Mürşid-i Pend-i Ahmediyye, Bedir Yayınevi,
İstanbul- 1989.
AKSOY, Mustafa, Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, Alfa yayınları, İstanbul 2000.
ALİ el-KÂRÎ, Nureddin Ali b. Sultan Muhammed el-Herevî, (v.1014),
-el-Mevzuatu’s-Suğra, Tahkik: Abdulfettah Ebû Gudde, Beyrut 1978.
-el-Esrâru’l-Merfû’a fi’l-Ahbâri’l-Mevzû’a (Mevzûâtu’l-Kübrâ), Lübnan
1971.
ALTUNKAYA, Mehmed, Mü’minlere Vaaz ve İrşâd, (1-8), Şelale yayınları,
İstanbul 1995.
ARAZ, Rıfat, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, Atatürk Kültür Dil
ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını no: 108 Ankara 1995.
ARAZ, Nezihe - GÜNAY, Umay - TAN, Nail - TOYGAR, Kamil - ÖKSÜZ, Enis SEYİDOĞLU, Bilge, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Âdetlerimiz (Türk Töresi), Türk
Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul trs.
205
ASIM EFENDİ, Kamus Tercemesi, I-IV, İstanbul 1305.
ATEŞ, Ali Osman,
-İslam’a Göre Câhiliye ve Ehl-i Kitâb Örf ve Âdetleri, Beyan Yayınları,
İstanbul 1996.
-Kur’an ve Hadislere Göre Şeytan, Beyan Yayınları, İstanbul 1995.
-Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına Cevaplar, Beyan
Yayınları, İstanbul 1996.
ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, I-XII, Yeni Ufuklar Neşriyat,
İstanbul 1997.
AYDIN, Mehmet Akif, “Aile”, TDV.İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989.
AYNUR, Hatice, “Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve şenlikler”, Tarih ve Toplum,
c.11, İstanbul 1989.
el-AYNÎ, Bedruddîn Ebî Muhammed Mahmûd b. Ahmed (v. 855), Umdetü’l-Kârî
Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, I-XXV, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut trs.
BELLEAH, Robert N., “Din İle Sosyal Bilim Arasında”, Sekülerizm Sorgulanıyor,
Tercüme ve derleyen: Ali Köse, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002.
BERGER, Peter L,
-“Sekülerizm’in Gerilemesi”, Sekülerizm Sorgulanıyor, Tercüme ve
derleyen: Ali Köse, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002.
-Kutsal Şemsiye, Çeviren: Ali Coşkun, Rağbet Yayınları, 2. Baskı, İstanbul
2000.
BERKÎ, Ali Himmet,
-Hukuk Mantığı ve Tefsir, Ankara 1948.
-Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, Ankara 1955.
206
el-BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (v.458), Kitâbu’s-Süneni'l-Kebîr (esSünenü’l-Beyhakiyyi’l-Kübrâ), I-X, Mekke 1994.
el-BUHÂRÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâil (v. 256/ 869), Sahîhu’l-Buhârî, IVIII, Çağrı yayınları, İstanbul 1992.
CANAN, İbrâhim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, I-XVIII,
Fezâ yayıncılık, İstanbul trs.
el-CEVHERÎ, İsmâîl b. Hammâd (v.393), es-Sıhâh Tâcü’l-Luğa ve Sıhâhi’lArabiyye, I-VI, 2. Baskı, Beyrut 1979.
CİHAN, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu Siyasi ve Sosyo-Politik Olaylarla
İlgisi, Samsun 1996.
CİN, Halil, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara Ünv. Hukuk Fakültesi
Yayınları, no: 341, Ankara Ünv. Basım evi 1974.
el- CURCÂNÎ, Ali b. Muhammed b. Ali (v.816), et-Ta'rîfât, Dâru'l-Kütübi'l-Arabî,
Beyrut 1405.
ÇAĞATAY, Neşet, İslam Dönemine Dek Arap Tarihi, Ankara 1989.
ed-DAHİL, Said Fâyiz, Mevsûatu Fıkhı Âişete Ümmi’l-Mü’minin, Hayâtuhâ ve
Fıkhuhâ, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1989.
ed-DÂREKUTNÎ, Ali b. Ömer Ebu’l-Hasen el-Bağdâdî (v.385), Sünenü’dDârekudnî, I-IV, Tahkik: es-Seyyid Abdullah Hâşim Yemânî el-Medenî, Dâru’lMarife, Beyrut 1966.
ed-DÂRİMÎ, Ebû Muhammed Abdillâh b. Abdirrahmân b. el-Fadl b. Behrâm
(v.255), Sünenü’d-Dârimî, I-II, Çağrı yayınları, Kardeşler ofset ve matbaası,
İstanbul 1992.
DAVUDOĞLU, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I-XI, İstanbul 1980.
DELANEY, Carol, Tohum ve Toprak (Türk Köy Toplumunda Cinsiyet ve
Kozmoloji), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
207
DERİNGİL, Selim, Toplum ve Bilim, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Geleneğin
İcadı, Muhayyel Cemaat, (Tasarımlanmış Topluluk) ve Panislamizm”, 54/55,
yaz/güz, İstanbul 1991.
DİYARBAKIR VALİLİĞİ, Diyarbakır İl Yıllığı, 1973.
DOĞRUL, Ömer Rıza, Asrı Saadet, I-V, Eser Neşriyat, İstanbul- 1981.
EBÛ DÂVUD, Süleyman b. Eş’âs es-Sicistânî (v.275), Sünen-i Ebî Dâvud, I-V,
Çağrı yayınları, İstanbul 1992.
EBÛ YA’LÂ, Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ el-Mevsılî (v.307), Müsned, I-XIII,
Dımeşk 1984.
EBÛ ZEHRÂ, Muhammed Ebû Zehrâ, İslam Hukuku Metodolojisi (Fıkıh Usulü),
Çeviren: Abdulkadir Şener, Fecr Yayınevi, Ankara 1990.
EMRE, Mehmet, Kürsiden Mü’minlere Sohbet ve Nasihatler, İstanbul 1997.
ERDOĞAN, Mehmet, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, Marmara Ü. İlahiyat
Fak. Yayınları, İstanbul 1990.
ERKAL, Mustafa E., Sosyoloji (Toplum Bilimi), 4. baskı, Der yayınevi, İstanbul
1991.
ERUL, Bünyamin, Örnek Bir Lider Hz. Peygamber (Rasul-Sahabe İlişkisine Farklı
Bir Bakış), Ankara 2002.
ERZURUM VALİLİĞİ, Erzurum İl Yıllığı, 1973.
FARÛKÎ, Muhammed Y. “Hulefâ-i Râşidîn ve İlk Fukahânın Kararlarında Örfün
Etkisi”, İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, Üç Aylık İlmî Araştırma Dergisi, c.II,
Sayı:1, İstanbul 1994.
FAYDA, Mustafa,
-“Asrı Saadet Döneminde Gelenek ve Yenileşme”, İslam, Gelenek ve
Yenileşme/ İslam Tradition And Change, İstanbul trs.
-“Aişe” TDV. İslam Ansiklopedisi, II. Cilt.
208
FEYZİOĞLU, Feyzi Necmeddin, Aile Hukuku Dersleri, İstanbul 1971.
FINDIKOĞLU, Z. F. Aile Hukukunun Tedvini Meselesi, Aile Yazıları, II. Cilt.
GAZÂLÎ, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed, (v.1111), İhyâu Ulûmi'd-Dîn,
Tercüme: Ahmet Serdaroğlu, I-IV, İstanbul 1987.
GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, Matbuat ve İstihbarat Matbaası, Ankara trs..
GÖRGÜN, Tahsin,
“İslam Kültür Birliği ve Sünnet” (bildiri), İslamın
Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, Ankara 2003.
GÖYÜNCÜK, Nejat, Osmanlı İktidarının Temel Unsurlarından Örf- Gelenek, İlmî
Araştırmalar 5, İstanbul 1997.
GÜNGÖR, Harun - ARGUNŞAH, Mustafa, Gagauz Türkleri, Kültür Bakanlığı
Yayınları/ 1300. Türk Dünyası Edebiyatı Dizisi / 17.
GÜNAY, Ünver - GÜNGÖR, Harun, Türk Din Tarihi, Laçin Yayınları, İstanbul
1998.
HADDEN, Jeffrey K. “Sekülerizmden Dönüş” Sekülerizm Sorgulanıyor, Tercüme
ve Derleyen: Ali Köse, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002.
el-HAKİM, Muhammed b. Abdillah Ebû Abdillah el-Hâkim en-Nisâbûrî (v.405); elMüstedrek ale’s-Sahîhayn, I-IV, Tahkik: Mustafa Abdulkadir Atâ, Beyrut 1990.
HALEBÎ, İbrahim, Mevkûfât, (Mülteka’l-Ebhur, Mültekâ Tercümesi, Tercüme:
Ahmed Davudoğlu (I-II), İstanbul 1986.
HAMİLTON, Edith, Mitologya, trc. Ülkü Tamer, İstanbul, 1968.
HATİPOĞLU, Haydar, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi Ve Şerhi, I-X, Kahraman
yayınları, İstanbul 1992.
el-HEYSEMÎ, Nûruddîn Alî b. Ebî Bekr (v.807) Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’lFevâid, I-X, Beyrut 1994/1414.
el-HUMEYDÎ, Abdullah b. ez-Zübeyr Ebû Bekr el-Humeydî (v. 219), Müsnedü’lHumeydî (I-II), Tahkik: Habiburrahman el-A'zamî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut
trs.
209
İBN ARRÂK, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Kinânî (v.963), Tenzîhu’şŞerîati’l-Merfû’a Ani’l-Ahbâri’ş-Şenîati’l-Mevzû’a, I-II, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Beyrut 1401/1981.
İBN ASÂKİR, Ebu’l-Kâsım Ali b. el-Hasan (v.571), Târîhu Medîneti Dımaşk,
Terâcimu’n-Nisa, Tahkik: S. Eş-Şihâbî, Dımeşk 1982.
İBN CA’D, Ali b. el-Ca’d b. Ubeyd Ebu’l-Hasen el-Cevherî el-Bağdâdî (v.230),
Müsnedü İbni’l-Ca’d, Tahkik: Âmir Ahmed Haydar, Beyrut 1990.
İBN CEVZÎ, Cemâlüddîn Ebu’l-Ferec Abdurrahman el-Bağdâdî (v. 597) elMevdûât, I-III, Tahkik: Abdurrahman Osman, 2. baskı 1403.
İBN EBİ’L-HADİD, Abdulhamid Hibetullah b. Muhammed b. El-Huseyn (v.655),
Şerhu Nehci’l-Belâğa, Tahkik: Ebu’l-Fadl İbrahim, Mısır 1965.
İBN EBÎ ŞEYBE, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe el-Kûfî (v.235),
Musannafu İbn Ebî Şeybe, I-VII, Tahkik: Kemal Yusuf el-Hût, Mektebetü’r-Rüşd,
Riyad trs.
İBN HACER, Şihâbuddîn Ahmed b. Alî b. Hacer Ebu’l-Fadl el-Askalânî (v.852),
-el-İsâbe Fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-VIII + Fihrist, (Kalküta 1853 baskısından
ofset) Beyrut tarihsiz.
-Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XIV, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1984.
-Fethu’l-Bârî, I-XIII, Tahkik: Muhammed Fuad Abdulbâkî, Dâru’l-Mârife,
Beyrut 1379.
-Lisânu'l-Mîzân, I-VII, 3. baskı, Beyrut 1986.
İBN HANBEL, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed (v.241),
-el-Müsned, I-VI, Çağrı yayınları, İstanbul 1992.
-Fadâilu's-Sahâbe, I-II, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1983.
İBN HİBBAN; Muhammed b. Hibbân b. Ahmed Ebû Hâtim et-Temîmî el-Büstî (v.
354); Sahihu İbn Hibbân, I-XVIII, 2. baskı, Tahkik: Şuayb Arnavud, Beyrut 1993.
210
İBN HİŞÂM, Abdulmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Muâfirî Ebû
Muhammed (v. 213); İslam Tarihi Sîret-i İbn Hişâm Tercemesi, I-IV, Terceme eden:
Hasan EGE, Kahraman Yayınları, İstanbul 1985.
İBN HUMEYD, Abd b. Humeyd b. Nasr el-Kissî, (v.249), el-Müntehab Min
Müsnedi Abd b. Humeyd (el-Müsnedü’s-Sağîr), Kahire 1988.
İBN HUZEYME, Muhammed b. İshak b. Huzeyme Ebû Bekr (v. 311), Sahihu İbn
Huzeyme I-IV, Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1970.
İBN KESÎR, Mecdüddîn Ebu’l-Fidâ İsmâîl b. Kesîr (v.774), Tefsîru’l-Kur’âni’lAzîm, I-VIII, Kahraman yayınları, İstanbul 1992.
İBN KUTEYBE, Abdullâh b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (v.276), Te’vîlu
Muhtelifi’l-Hadîs, Hadis Müdâfası, Tercüme: M. Hayri Kırbaşoğlu, Kayıhan
yayınları, İstanbul 1989.
İBN MÂCE, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (v.275), Sünen-i İbn
Mâce, I-II, Çağrı yayınları, İstanbul 1992.
İBN MANZÛR, Ebu’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem (v.711),
Lisânu’l-Arab, I-XV, Beyrut 1956.
İBN RÂHÛYE, İshâk b. İbrâhîm b. Mahled b. Râhûye el-Hanzalî (v.238), elMüsned, I-III, Medîne 1991.
İBN RÜŞD, Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b.Rüşd el-Kurtubî (v. 595),
Bidâyetü’l-Müctehid, I-II, Dâru’l-Fikr, Beyrut trs.
İBN SA’D, Muhammed b. Sa’d , (v.230), Kitâbu’t-Tabakât el-Kebîr (et-Tabakâtü’lKübrâ), I-IX, Dâru Sâdır, Beyrut trs.
İBNU’S-SALÂH, Ebû Amr Osman b. Abdirrahmân eş-Şehrezûrî (v.643), Ulûmu’lHadîs, Dâru’l-Fikr, 3. baskı, Dımeşk 1984.
İBNÜ’L-ESÎR, Mecdüddin el-Mubârek b. Muhammed el-Cezerî (v. 606), enNihâye fî Garîbi’l-Hadis ve’l-Eser, I-V, Tahkik: Mahmud Muhammed et-Tanâhî,
Tâhir Ahmed ez-Zâvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1979.
211
İBRAHİM HAKKI, (Erzurumlu) (v.1180), Mârifetnâme, Alem Yayınları, İstanbul
1992.
İBRAHİM, Mustafa - Ahmed Hasan ez-Zeyyât - Hamid Abdulkadir - Muhammed
Ali en-Neccâr, el-Mu’cemu’l-Vasit, Çağrı yayınları, İstanbul 1989.
İL-İL BÜYÜK TÜRKİYE ANSİKLOPEDİSİ, Milliyet, I-III, İstanbul.
İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 5.
Baskı, Ankara 2000.
İMRE, Zahit, Medenî Hukuka Giriş, İst. 1976.
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi yayınları, 8. Baskı, İstanbul
1991.
KALAFAT, Yaşar, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Atatürk Kültür
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, sayı no: 112, Ankara
1995.
KANDEMİR, Yaşar, Mevzû Hadisler Menşe’i Tanıma Yolları Tenkidi, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, 5. baskı, Ankara 1991.
KARAMAN, Hayreddin,
-“Fıkıhta Gelenek ve Yenileşme”, İslam, Gelenek ve Yenileşme, Marmara
ünv. İlahiyat Fak. İstanbul.
-İslâm’da Kadın ve Âile, İstanbul 1993.
- Âdet Maddesi, T.D.V. İ. A, I, 369-372.
el-KÂSÂNÎ, Ebû Bekr b. Mes’ûd b. Ahmed Alâuddin (v. 587), Kitâbu Bedâı’ı’sSanâ’ı, I- VII, 2, Baskı, Beyrut 1982.
KARA DAVUD, Muhammed İzmitî (v.948/1514), Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara
Davut, Müjde Yayınevi, İstanbul.
KAZICI, Ziya, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Eşleri ve Aile Hayatı, Çağ yayınları,
İstanbul 1991.
212
KELPETİN ARPAGUŞ, Hatice, Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve
Kaynakları, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2001.
KIRBAŞOĞLU, Mehmed Hayri, İslm Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 1997.
KOÇAK, Zeki, “Örf ve âdetlerin Hukuk Metodolojisindeki Yeri”, Diyanet İlmi
Dergi, cilt: 37, Sayı:2, Nisan- Mayıs-Haziran 2001.
KOÇYİĞİT, Talat,
-
Hadisçiler ile Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, TDV. Yayınları,
Ankara 1989.
-
Hadis Usulü, Ankara Üniversitesi İlahiyet Fakültesi Yayınları, 3. baskı,
Ankara 1987.
-
Hadis Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyet Fakültesi Yayınları, 2. baskı,
Ankara 1988.
KOŞAY, Hamit Ziya, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, Maarif
Matbaası, Ankara 1944.
KÖSE, Ali, Sekülerizim Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002.
el-KUZÂÎ, Muhammed b. Seleme b. Ca’fer (v. 454), Müsnedü’ş-Şihâb, I-II, Beyrut
1986/1407.
LEWİNSHON, Richart, Cinsî Adetler Tarihi, Tercüme: Ender Gürol, İstanbul
1966.
MAHLÛF, Hüseyn Muhammed, Zevcu’l-Müslimi bi’l-Kitâbiyyeti, Mecelletü’lEzher, c. 46, Kahire 1954.
el-MAKDİSÎ, Abdullah b. Kudâme Ebû Muhammed, el-Kâfî fî Fıkhı İbn Hanbel, IIV, el-Mektebetü’l-İslâmî, 5. baskı, Beyrut 1988.
MÂLİK b. Enes, (v.179),
-el-Muvattâ, I-II, Çağrı yayınları, İstanbul 1992.
213
-el-Müdevvenetü’l-Kübrâ (Sahnûn’un Utekî’den Utekî’nin de Mâlik’ten
Rivâyetleri), I-VI, Dâru Sâdır, Beyrut, trs.
MARDİN, Şerif, Din ve İdeoloji, 8. Baskı, İletişim yayınları, İstanbul 1999.
MARTİN LİNGS, Hz. Muhammed'in Hayatı, İz yayıncılık, İstanbul-2003.
MEHMET ZİHNİ, Nimeti İslam, İstanbul 1978.
el-MERGÎNÂNÎ, Burhânuddîn Ebu’l-Hasan Ali b. Ebî Bekr b. Abdulcelîl (v. 593);
- Bidâyetü’l-Mübtedî, Matbaatu Muhammed Ali Sabîh, Kahire 1355.
- el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî, I-IV, Kahire 1965.
el-MES’ÛDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. el-Huseyn b. Ali (v. 346), Murûcü’z-Zeheb ve
Meâdînu’l-Cevher, I-IV, Beyrut Tarihsiz.
el-MISRÎ, Şihâbuddin Ahmed b. Muhammed el-Hâim (v.815); et-Tıbyân fî Tefsîr-i
Garîbi'l-Kur'ân, Kahire 1992.
el-MİZZÎ, Yusuf b. ez-Zekî Abdurrahman Ebu’l-Haccâc el-Mizzî (v.742),
Tehzîbü’l-Kemâl, I-XXXV, I. Baskı, Beyrut 1980.
MURATOĞLU, Malik - KALAFAT, Yaşar - TÜRKEROĞLU, Cevdet, Türk
Halk İnançları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1996.
MUHAMMED AHMED ABDUSSELAM, Kur’ân Niçin İndirildi, Fecr Yayınları,
Tercüme: H. Rahman AÇAR, 4. Baskı, Ankara 1996.
MUHAMMED EMÎN, Hâşiyetü İbn Âbidîn, I-VI, 2. baskı, Dâru’l-Fikr, Beyrut
1386.
MUHAMMED HAMİDULLAH, İslam Peygamberi Hayatı ve Eseri I-II, Tercüme:
M. Said Mutlu, İrfan yayınları, İstanbul 1972.
el-MÜBÂREKFÛRÎ, Muhammed b. Abdirrahmân b. Abdirrahîm el-Mübârekfûrî
(v.1353), Tuhfetü’l-Ahvezî, I-X, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut.
el-MÜNZİRÎ, Abdulazîm b. Abdilkavî Ebû Muhammed (v.656), et-Terğîb ve’tTerhîb, I- IV, Tahkik: İbrahim Şemsüddîn, Beyrut 1417.
214
MÜSLİM, Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî (v.261), Sahîhu Müslim,
I-III, Çağrı yayınları, İstanbul 1992.
en-NEDVÎ, Ebu’l-Hasan Ali, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti,
trc. İ. Düzen- M. Topuz, İstanbul 1966.
en-NESÂÎ, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb (v. 303), Sünenü’n-Nesaî, I-VIII,
Çağrı yayınları, İstanbul 1992.
en-NEVEVÎ, Ebû Zekeriyya Yahya b. Şerefüddin (v.676), Şerhu’n-Nevevî alâ
Sahîh-i Müslim, I-XVIII, 2. baskı, Dâru İhyâi Turâsi’l-Arabî, Beyrut 1392.
NUTKU, Özdemir, “Türklerde Düğün”, TDV. Ansiklopedisi, X. cilt. Sayfa 16-18
arası, İstanbul 1994.
OĞUZOĞLU, H. Cahit, Medenî Hukuk, A.Ü. Hukuk Fak. Yayınları, no: 117,
Ankara 1958.
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi, M.E.B. yayınları İstanbul 1993.
ÖZCAN, Yusuf, Gençlik ve Evlilik, Türdav, İstanbul 1992.
ÖZAFŞAR, M. Emin, Polemik Türü Rivâyetlerin Gerçek Mahiyeti, İslâmiyât, c.1,
Sayı:3, İslâmiyât Üç aylık Araştırma Dergisi Temmuz-Eylül. 1998 Ankara.
er-REBÎ’ b. HABÎB, er-Rebî b. Habib b. Amr el-Hanefî el-Basrî, (v.160),
Müsnedü’r-Rebî’, Tahkik: Muhammed İdrîs, Dâru’l-Hikme, Beyrut 1415.
es-SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Ravâiu’l-Beyân Tefsîru Âyâti’l-Ahkâm mine’l-Kur’ân,
I-II, Dersaâdet, İstanbul trs.
SARICIK, Murat, Câhiliye Nikahı Mut’a ve Diğer Câhiliye Nikahları, S.D.Ü.,
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:3, Yıl: 1996.
SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı,Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara 2003.
es-SAN’ÂNÎ,
Ebû
Bekr
Abdurrezzak
b.
Hemmâm
(v-211),
Musannaf’u
Abdirrezzâk, I-XI, Tahkik: Habiburrahman el-A’zamî, 2, baskı, Mektebetü’l-İslâmî,
Beyrut 1403.
215
es-SAHÂVÎ, Şemsüddin, (v.902), el-Makâsıdu’l-Hasene fî Beyâni Kesirin min’elEhâdîsi’l-Müştehire ale’l-Elsine, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1987.
es-SEFÂÎ, Ebu’l-Fedâil Hasan b. Muhammed, Mevdûâtu’s-Sefâî fi’l-Hadis,
Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah kısmı, no: 284/4. Elyazması.
es-SEMERKANDÎ, Muhammed b. Ahmed b. Ebî Ahmed, (v.539), Tuhfetü’lFukahâ, I-III, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1405.
es-SERAHSÎ, Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed, (v.483) el-Mebsût li’sSerahsî, I-XXX, Dâru’l-Marife, Beyrut 1406.
STARK, Rodney, “Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme”, Sekülerizm Sorgulanıyor,
Tercüme ve derleyen: Ali Köse, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002.
SUBHİ es-SALİH, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Çeviri: M. Yaşar Kandemir,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1996.
es-SUYÛTÎ, Celâluddin Ebu’l-Fadl Abdurrahman (v. 911),
-
el-Leâli’l-Masnûa Fi’l-Ehâdîsi’l-Mevzûa, I-II, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
Betrut 1417.
-
Tedrîbu’r-Râvî fî Şerhi Takrîbi’n-Nevâvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1993.
-
Sünnetin İslamdaki Yeri, (Miftâhu’l-Cenne fi’l-İhticâc bi’s-Sünne),
Çeviri: Enbiya Yıldırım. Rağbet Yayınları, İstanbul 2002.
eş-ŞAFİÎ, Muhammed b. İdris Ebû Abdillah (v.150), Müsnedü’ş-Şâfiî, Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut, trs.
ŞEHBE, Muhammed b. Muhammed, fî Usûlü’l-Hadis, Mısır, 1962.
ŞEHRİSTÂNÎ, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm b. Ebî Bekr b. Ahmed,
(v.548), el-Milel ve’n-Nihal, Kahire trs.
ŞEMSEDDİN SAMİ, Kamusu Türkî, Dersaadet 1317.
ŞENER, Mehmet, İslam Hukukunda Örf, İzmir 1987.
216
eş-ŞERBÂSÎ, Ahmed, “Zevcu’l-Müslimi bi Gayri’l-Müslimeti”, Mecelletü’lEzher,c. 32, Sayı: 10, Kahire 1960.
ŞEYH MUHYİDDİN KÂDI, Mecelletü’l-Fıkhı’l-İslâmî, el-Mekketü’l-Mükerreme,
H. 1407, M.1987.
eş-ŞUK’A, Mustafa, İmam A’zam Ebû Hanîfe en-Nu’mân, Dâru’l-Kütübi’l-Mısrî,
Kâhire.
et-TABERÂNÎ, Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb (v.360), el-Mu’cemu’l-Kebîr, I-XX,
Musul 1983.
et-TABERÎ, Ebû Cafer, Muhammed b. Cerîr et-Taberî (v.310), Târîhu'l-Umem ve'lMülûk, I-V, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1407.
et-TAHÂVÎ, Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed et-Tahâvî (v. 321), Müşkilü’l-Âsâr
I-IV, Beyrut trs.
TAHRALI, Mustafa, Yaşanılan Dinin Neresi Gelenek, Neresi Dindir?, “İslam
Gelenek ve Yenileşme”, Marmara Üniversiyesi İlahiyat Fak. Yayınları, İstanbul.
et-TAYÂLİSÎ, Ebû Dâvud Süleymân b. Dâvud (v.204), el-Müsned, Beyrut trs.
TEKİNAY, Selahattin Sulhi, Medeni Hukuka Giriş Dersleri, İstanbul 1987.
et-TİRMİZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (v.279), Sünenü’t-Tirmizî, I-V, Çağrı
yayınları, İstanbul 1992.
TURHAN, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1997.
TÜMER, Günay, “Din” Maddesi, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, IX, 312-320,
İstanbul 1994.
TÜMER, Günay- KÜÇÜK, Abdurrahman; Dinler Tarihi, Ocak yayınları, Ankara
1993.
UĞUR, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 1992.
UĞUR, Said, İçel Folkloru II, Ulus Basımevi, Ankara 1948.
217
UMUR, Ziya, Roma Hukuku, 1984.
ÜLKEN, Hilmi Ziya, “Anadolu Örf Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XVII, Ankara 1969.
ÜNAL, İsmail Hakkı, “İslam Kültürünün Sürekliliğini Sağlamada Hadis ve
Sünnetin Rolü”, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, Kutlu Doğum
Sempozyumu-2001, Ankara 2003.
el-ÜSRÜŞENÎ,
Muhammed
İbn
Muhammed
el-Üsrüşenî,
Ahkâmu’s-Sığâr,
Tercüme: İ. Canan, Cihan Yayınları, İstanbul 1984.
VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet, Aile Hukuku, İstanbul 1945.
YARDIM, Ali,
- Hadis I, Dokuz Eylül niversitesi Yayınları, İzmir 1992.
-Peygamberimizin Şemâili, Altınoluk Yayınları, İstanbul 1998.
YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, I- IX, Eser Neşriyat ve
Dağıtım, İstanbul 1979.
YURT ANSİKLOPEDİSİ, Anadolu Yayıncılık, İstanbul 1982.
ez-ZEHEBÎ, Şemsüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Osmân etTürkmânî (v.748), Mîzânü’l-İ’tidâl Fî Nakdi’r-Ricâl, (Tahkîk: Ali Muhammed elBecâvî), I-IV, 1. Baskı, Mısır 1382/1963.
ZEVKLİLER, Aydın, Medenî Hukuk, Savaş Yayınları, Ankara 1992.
ZEYDAN, Abdulkerim, el-Veciz fî Usûlü’l-Fıkh, (Fıkıh Usûlü), Çeviri: Ruhi Özcan,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, no: 62. İstanbul 1993.
ez-ZEYLAÎ, Abdullah b. Yusuf Ebû Muhammed el-Hanefî, (v.762); Nasbu’r-Râye
li Ehâdîsi’l-Hidâye, I-IV, Mısır 1357.
ZEYNÜDDÎN İbrahim b. Muhammed b. Muhammed b. Bekr, el-Bahru’r-Râik, IVII, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut trs.
218
ez-ZUHAYLÎ, Vehbe, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletühû, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi,
Tercüme: Ahmed Efe- Beşir Eryarsoy- H. Fehmi Ulus- Abdurrahim Ural- Yunus
Vehbi Yavuz- Nurettin Yavuz, I-X, İstanbul 1994.
ez-ZÜBEYRÎ, ez-Zübeyr b. Bekkâr b. Abdiullâh b. Mus'ab ez-Zübeyrî Ebû
Abdillâh (v.256), el-Müntehab min Kitâbi Ezvâci'n-Nebî Sallallâhu Aleyhi ve
Sellem, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1403, 1. baskı.
219
ÖZET
ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI VE
MEŞRULAŞMASINDA RİVÂYETLERİN ROLÜ
(Düğün ve Nikah Örneği)
ALİ ÇOLAK
Doktora Tezi
Danışmanlar:
Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
Eylül 2004, 236 sayfa
Anadolu’da Örf ve Âdetlerin Oluşması ve Meşrulaşmasında Rivâyetlerin
Rolü (Düğün ve Nikah Örneği), konulu çalışmamız dört bölümden oluşup, Anadolu
kültürünün
oluşması
ve
meşrulaştırılması
aşamasında
hadislerin
etkisini
araştırmaktadır.
Toplumların örf ve âdetlerinin oluşmasında dinlerinin büyük etkisi
görülmektedir. Anadolu toplumu büyük oranda müslüman nüfustan oluşmaktadır.
Müslümanların dinleri hususunda müracaat ettikleri, Kur’an’dan sonra, temel
kaynaklardan
ikincisi
Hz.
Peygamber’in
hadisleridir.
Hadisler,
müslüman
toplulukların yaşam şekillerini belirleme konusunda en çok müracaat edilen kaynak
olduğu için de örf ve âdetlerin temellerini oluşturmuşur.
Çalışmamızın birinci
bölümünde; konumuzla ilgili olan Kültür ve
Medeniyet, Örf ve Âdet, Meşrulaştırma, Din gibi temel kavramları işledik. İkinci
bölümde; Eş seçimi ve dünür gitmeyle ilgili örf adetler ve ilgili rivâyetleri inceledik.
Üçüncü
bölümde; Düğün ile ilgili örf adetler ve ilgili rivâyetler yer alırken,
Dördüncü bölümde; Nikah ile ilgili örf adetler ve onlara işaret eden rivâyetler
işlenmiştir. Sonuç bölümünde ise; çalışmanın genel değerlendirmesi yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Örf âdet, kültür, düğün, nikah, hadis, meşrulaştırma,
220
ABSTRACT
THE ROLE OF THE RUMOURS İN FORMATİON AND LEGALİSATİON
OF CUSTOMS AND USAGE IN ANATOLİA
(In The Sample Of Marriage Ceremony And Wedding)
ALİ ÇOLAK
Doctorate Thesis
Supervisors:
Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR
Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
September 2004, 236 pages
The topic of this study is about the functions of the rumour in forming and
legaling of customs and usage in Anatolia. It consists of four parts and analyses the
formation of Anatolians culture and the effects of Hadith on the legalisation.
Religions have great effects on the shaping of the customs and usage in
societies. The majority of the Anatolian communities are muslims. The most
important source of muslims is Koran. The second main source of informatin is
Hadith, the words of the last Prophet Hz. Muhammed. Because of the importance of
the hadith in muslims ways of life, it formed the bases of their customs and usage.
İn the first part of our study, we tried to analyse some basic consepts like
civilization, customs and usage, legalization, religion. In the second part, we
researched the rumours about choosing a partner, a wife. İn the third part, we
considered the rumours about the customs related to marriage ceremony and finally
in the fourth part we tried to explain the rumours pointing to the wedding and related
customs. In the conclusion part, a general evaluation has taken part in the study.
Key Words: Custom and usage, culture, marriage ceremony, wedding,
hadith, to legalisation.
221
ÖZGEÇMİŞ
Adı, Soyadı
: Ali ÇOLAK
Telefon
: 0 505 3474449,
Doğum Tarihi
: 01.01.1972
Medeni Durumu
: Evli
ev: 0 328 8760502
EĞİTİM BİLGİLERİ:
1989 – 1994 Lisans, Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, İzmir.
1997 – 2000 Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Adana.
2000 – 2004 Doktora, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstirüsü,
Ankara.
İŞ DENEYİMİ:
1994 –1997 Ankara Kalecik İmam Hatip Lisesinde meslek dersleri
öğretmenliği.
1997 - 1998 Osmaniye, Düziçi İstiklal İlköğretim Okulunda Din Kültürü
ve Ahlâk Bilgisi dersi öğretmenliği.
1998 – 2000 Adana Yavuzlar İlköğretim Okulunda Din Kültürü ve Ahlâk
Bilgisi dersi öğretmenliği.
2000 – 2003 Osmaniye Düziçi Çitli Harun Reşit İlköğretim Okulunda Din
Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi öğretmenliği.
2003-2004 Osmaniye - Düziçi Çitli Harun Reşit İlköğretim Okulu
Müdürlüğü
2004 -…Düziçi Cumhuriyet Lisesi Müdürlüğü
YABANCI DİL: İngilizce, Arapça.
222
Download