T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (HADİS) ANA BİLİM DALI ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI VE MEŞRULAŞMASINDA RİVAYETLERİN ROLÜ (Düğün ve Nikah Örneği) DOKTORA TEZİ Ali ÇOLAK ANKARA-2004 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (HADİS) ANA BİLİM DALI ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI VE MEŞRULAŞMASINDA RİVAYETLERİN ROLÜ (Düğün ve Nikah Örneği) DOKTORA TEZİ Ali ÇOLAK Tez Danışmanı: Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ ANKARA-2004 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (HADİS) ANA BİLİM DALI ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI VE MEŞRULAŞMASINDA RİVAYETLERİN ROLÜ (Düğün ve Nikah Örneği) Doktora Tezi Tez Danışmanı: Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR ................................... Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ .................................... Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL .................................... Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM ..................................... Doç. Dr. Yasin AKTAY ..................................... Tez Sınavı Tarihi: 24.12.2004 TEZİN ADI ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI VE MEŞRULAŞMASINDA RİVAYETLERİN ROLÜ (Düğün ve Nikah Örneği) II ÖNSÖZ Günümüz Anadolu toplumunda iki farklı kültür ve eğilim vardır. Onlardan birisi İslâmî ölçülere riayet etmeye çalışan, ancak onun nasıl olacağı konusunda bir fikri olmayanlar, diğeri ise dini kaygı içerisinde olmayıp, çevrede uygulanan adetleri olduğu gibi, hiç bir kritiğe tabi tutmadan, uygulayanlar. Örnek olarak seçtiğimiz düğün ve nikah konusunda bu durum çok açık olarak görülmektedir. Toplumun bir kısmı düğün törenini dînî usullere göre yapmadı diye başkalarını ayıplayıp onun düğününe katılmazken, diğer bir kısmı da dînî görünümlü düğün törenlerine hoş bakmamaktadır. Oysa ki örf ve âdetler oluşurken, din başta olmak üzere, bir çok şeyden etkilenmektedir. Dinî görünümlü olan âdetlerin, dine ne kadar uygun olduğu yada dine ters gibi görülenlerin dinden ne kadar uzak olduğu tartışılabilir. Yani; toplum bazen bilmeden bir dinin gereklerini, örf ve âdet olarak, yerine getiriyor yada eski bir âdetin din kalıbına sokulmuş halini, din diye uyguluyor olabilir. Anadolu medeniyetler beşiği bir coğrafya olduğu için bu durum kaçınılmaz bir sonuçtur. Çünkü; Anadolu kültürünün temelinde Bizans kültürü, eski Türk inançları, Arap kültürü ve etkili bir şekilde İslam kültürü vardır. Bin yıla yakın, İslam kültürüyle iç içe olan bu bölgenin insanı, İslam’ı o kadar özümsemiştir ki bilmeden ve farkına varmadan İslam’ı yaşamakta, ancak bunu bir örf ve âdet olarak yapmaktadır. İşte nikah merasiminin şahitler huzurunda yapılması böyle bir uygulamadır. Ancak, çoğu kimse bunu yaparken dini bir görevi yerine getirdiğinin farkında değildir. Toplumu katı tutumlara sevk eden dînî örf ve âdetlerin incelenmesi ve bunların kökenlerinin İslâm’a mı yoksa ondan önce yada sonraki bir döneme mi dayandığının tespit edilmesi önem arz etmektedir. Dolayısıyla, bir âdeti uygulayan yada terk eden kimse, neyi uyguladığı veyahut da vazgeçtiğini bilerek yapacak ve dinden olmayan bir hususu din olarak kabul etmeyecektir. Örneğin bir kimse düğününü dînî usullere göre yapmadı diye onu yadırgayan, hatta düğün merasimine gitmeyen insanlar bu toplumda azımsanmayacak kadar vardır. Bunu yaparken, samimiyetle ve dînî bir görev anlayışıyla yapmakta, ancak bu tavırlar, bazen din açısından hiç önemi olmayan bir mesele karşısında takınılmaktadır. Biz bu çalışmamızda düğün ve nikahla ilgili örf ve âdetleri inceleyerek onların referanslarının ve din açısından bağlayıcılık durumlarının ne olduğunu ortaya III koymaya çalışacağız. Bu çalışmanın toplumsal barışa ve Müslümanlar arasında daha toleranslı davranmaya katkı sağlayacağını ümit etmekteyiz. Ön incelememiz sonucunda vardığımız kanaat; Türk toplumu örf ve adetlerini oluştururken, dini ön plana almış yada onu arkasında bir destekçi olarak görmek istemiştir. Nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir toplumda, bu normal bir durumdur. Bu konuları, sosyolojinin kurallarıyla ele alarak, hadislerle olan münasebetini ve rivayetleri nasıl etkilediğini, inceleyeceğiz. Mevzu rivayetleri toplayan eserlerde görüldüğü gibi toplum kendi örf ve âdetlerini yada düşüncelerini, siyasi görüşlerini yerleştirmek ve desteklemek için Hz. Peygamber’in otoritesinden faydalanmak istemiştir. Bunun sonucunda hadis menfi yönde etkilenmiştir. Daha önceki ilim adamları her ne kadar bu tür rivayetleri toplamış olsalar da günümüzde bu yönde çalışmaların yapılması ve toplumumuzla din arasındaki alış verişin ne ölçüde olduğunun ortaya konulması gereklidir. Bu amaçla yaptığımız çalışmada bir çok mahrumiyetle karşılaştık. Örneğin Anadolu'nun küçük bir kasabasında kütüphane ve bilim çevresinden uzak bir yerde öğretmen olarak görev yapmam ve ancak fırsat bulduğum zamanlarda kısa süreliğine kütüphanelerin ve ilim çevrelerinin bulunduğu Ankara İstanbul gibi şehirlere gidebilmem bu çalışmamızı sınırlı tutmuştur. Buna rağmen çalışmamızın hedefine ulaşması için başından itibaren danışmanlık ederek tavsiyelerini sürdüren, okuyup tashih eden, bilgi ve tecrübelerinden istifade ettiğim hocam, Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR’a, farklı üniversitede olmasına rağmen danışmanlık görevini üstlenme nezaketini gösteren, hadis ilmine karşı ilgi ve sevgimi kendisine borçlu olduğum saygıdeğer hocam Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ’e teşekkürü bir borç bilirim. Tezin araştırılması ve tashihi konusunda kıymetli vakitlerini bize ayırarak yol gösteren hocam Prof. Dr. M. Hayri KIRBAŞOĞLU’na teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca, bu eserin yazılması esnasında katkısı bulunan değerli dostlarıma, özellikle sabırla çalışmalarıma ortam hazırlayan sevgili aileme, bu fedakarlıklarından dolayı teşekkür ederim. Ali ÇOLAK ANKARA-2004 IV İÇİNDEKİLER: ONAY SAYFASI........................................................................................................I TEZİN ADI................................................................................................................II ÖNSÖZ………….....................................................................................................III KISALTMALR ...................................................................................................VIII TEZİN KONUSU....................................................................................................IX TEZİN AMACI………………................................................................................IX YÖNTEM VE KAYNAKLAR.................................................................................X VARSAYIMLAR…………...................................................................................XII I. BÖLÜM TEMEL KAVRAMLAR 1. ÖRF VE ÂDET............................................................................................................................ 2 1.1. Örf ve Âdetin Hukuktaki Yeri ............................................................................................. 6 2. MEŞRULAŞTIRMA / MEŞRULAŞMA ................................................................................. 11 3. DİN ............................................................................................................................................. 25 4. RİVÂYET ................................................................................................................................... 34 5. KÜLTÜR VE MEDENİYET..................................................................................................... 36 5.1. İslam Kültürünün Oluşmasında Hz. Peygamberin Rolü................................................. 42 II. BÖLÜM EŞ SEÇİMİ VE DÜNÜR GİTME İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER 1. DİN VE TOPLUMLARIN KADINA BAKIŞI......................................................................... 56 2. EŞ SEÇİMİ ................................................................................................................................. 62 2.1. Evlenilecek Kadında Aranan Özellikler............................................................................ 67 2.2. Evlenilecek Erkekte Aranacak Özelikler:......................................................................... 70 2.3. Denklik ................................................................................................................................. 73 V 3. KIZ İSTEME.............................................................................................................................. 76 3.1. Dünürcülükte Kızın Saçına ve Yüzüne Bakmak .............................................................. 79 3.2. Dünürcü Üzerine Dünürcü Gitmek ................................................................................... 85 3.3. Dünürcülükte Kız Evinde Bir Erkeğin Bulunması........................................................... 87 3.4. Kızın İzninin Alınması ........................................................................................................ 91 4. NİŞANLANMA .......................................................................................................................... 93 4.1. Evlilik Hazırlığı ................................................................................................................... 96 4.2. Çeyiz ..................................................................................................................................... 97 III. BÖLÜM DÜĞÜN İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER 1. AİLE.......................................................................................................................................... 100 2. OKUNTU (DAVETİYE).......................................................................................................... 101 3. BAYRAK ASMAK.................................................................................................................. 104 4. DÜĞÜN .................................................................................................................................... 105 4.1.Düğün Süresi....................................................................................................................... 106 4.2. Düğünde Çalgı, Şarkı ve Eğlence ..................................................................................... 109 4.3. Düğün Ziyafeti................................................................................................................... 114 5. GELİN SÜSLEME................................................................................................................... 118 6. KINA GECESİ ......................................................................................................................... 120 7. GAYRET KUŞAĞI .................................................................................................................. 123 8. GELİNİN BAŞINA ŞEKER SAÇMAK ................................................................................. 124 9. YENİ EVLİLERİ TEBRİK..................................................................................................... 127 10. CİNSEL EĞİTİM................................................................................................................... 128 10.1.Kız Yengesi ve Sağdıç....................................................................................................... 128 11. ZİFAF ADABI........................................................................................................................ 130 11.1. Zifaftan Önce Yapılmasına İnanılan Şeyler.................................................................. 130 11.2. Zifaftan Önce İki Rekat Namaz Kılmak ve Duâ Okumak.......................................... 132 11.3. Zifaftan Önce Geline Hediye Vermek .......................................................................... 133 11.4. Cinsel İlişki Esnasında Yapılması Mahzurlu Olan Şeyler .......................................... 134 VI 12. KAYINPEDER VEYA BABA DENİLMESİ ...................................................................... 136 IV.BÖLÜM NİKAH İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER 1. BEKARLIK ............................................................................................................................. 138 2.EVLİLİK................................................................................................................................... 140 2.1.Tarifi ve Dini Yönü ........................................................................................................... 141 2.2. Tek Evlilik (Monogami)................................................................................................... 143 2.3. Çok Evlilik (Poligami)...................................................................................................... 145 2.4. Evlenme Yaşı .................................................................................................................... 146 2.5. Kız Kaçırma (Babadan İzinsiz Evlenme) ....................................................................... 151 3. NİKAH ..................................................................................................................................... 154 3.1. Nikah Töreni..................................................................................................................... 155 3.2. Resmî Ve Dînî Nikah........................................................................................................ 158 3.3. Nikahta İlan ...................................................................................................................... 165 3.4. Mehir ................................................................................................................................. 166 3.5. Nikahta Aldatma .............................................................................................................. 171 3.6. Şiğar (Karşılıklı Kız Değiştirme) .................................................................................... 172 4. NİKAHLANMASI YASAK OLANLAR............................................................................... 174 4.1. Evlenilmesi Ebedî Haram Olanlar.................................................................................. 178 4.1.1.Nesep Yönünden Haram Olanlar: ............................................................................ 178 4.1.2. Musâhere (evlilik) Yoluyla Haram Olanlar ............................................................ 179 4.1.3.Süt Emme Yoluyla Haram Olanlar: ......................................................................... 180 4.2.Evlenilmesi Geçici Olarak Haram Olanlar:.................................................................... 181 4.3. Türk Medeni Kanunu İle İslam’ın Öğretisi Arasındaki Farklar: ............................... 183 5. GAYRİ MÜSLİM İLE EVLİLİK.......................................................................................... 184 6. AKRABA EVLİLİĞİ.............................................................................................................. 188 VII 7. İKİ BAYRAM ARASINDA NİKAH ..................................................................................... 191 8. NİKAHTA TEBRİK VE DAVET.......................................................................................... 192 SONUÇ.............................................................................................................. 196 ÖZET................................................................................................................. 221 ABSTRACT...................................................................................................... 222 ÖZGEÇMİŞ...................................................................................................... 223 VIII KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser. Ans. : Ansiklopedi. b. : bin. bkz. : Bakınız. c. : Cilt. c.c. : Celle Celâlühû. H.A.K. : Hukûk-u Âile Kanunu. Hz. : Hazreti. İ. : İbn. İ.A. : İslam Ansiklopedisi r.a. : Radıyallâhu anhu. s. : Sayfa. s.a.v. : Sallallâhu aleyhi ve sellem. T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı. Terc. : Tercüme. Trs. : Tarihsiz. v. : Vefatı v.s. : Ve sair. vd. : Ve devamı. Vrk. :Varak. IX TEZİN KONUSU Tezimizin konusu; Anadolu’da oluşan örf ve âdetlerin kaynağının araştırılması, örf ve âdetlerin oluşmasında hadisin rolünün ortaya konulması, örfâdetle hadis arasında karşılıklı etkileşim varsa onun tespit edilmesi ve meşrulaşma sürecinde hadislerin rolünü ortaya çıkartarak, Anadolu toplumu nazarında hadisin yerinin tespit edilmesidir. TEZİN AMACI Bu çalışmamızın amaçlarından birincisi; Anadolu kültürünün kaynaklarının araştırılması, hadisin toplumu şekillendirmedeki gücü, onun toplum nazarındaki değerinin ortaya konulmasıdır. Örf - âdetlerin hadislere uygun olmasını ya da en azından ters olmamasını gözeten bir toplumun, hadisin yayılmasına katkıda bulunacağı gibi yasallaştırmak ve meşrulaştırmak istediği konularda da hadisi kullanma eğilimi göstereceği bir gerçektir. Nitekim, âdetlerle hadislerin uygunluk göstermesi, uygun olmadığı zamanlarda da bunu sağlamak için bir çok mevzu rivayet ihdas edildiğinin, âlimler tarafından tespit edilmiş olması, Hz. Peygamber’in desteğine ve otoritesine sığınıldığının bir göstergesidir. Bu durum, rivayetlere şüpheyle bakılması sonucunu doğurarak, hadisi menfi yönde etkilemiştir. İkinci olarak; örf ve âdetlerle din arasındaki ilişkiyi ortaya koymak. Örneğin bugün popüler olan resmi ve dini nikah uygulamasının din açısından değeri ve bu konudaki rivayetlerin incelenmesi, örf ve adetlerle karşılaştırılması, Müslüman toplumumuzu bu konuda rahatlatacağı kanaatindeyiz. Ayrıca çalgılı düğün ve mevlid ya da daha başka dini görüntü arz eden düğün töreni polemiği ve bazı insanların bu konudaki sert tutumları, adetlerin temellerinin bilinmesi gereğini ortaya koymaktadır. X YÖNTEM VE KAYNAKLAR Anadolu’da Örf ve Âdetlerin Oluşması ve Meşrulaşmasında Rivayetlerin Rolü (Düğün ve Nikah Örneği), konulu çalışmamız dört bölümden oluşup, Anadolu kültürünün oluşması ve meşrulaşmasında hadislerin etkisini araştırmaktadır. Birinci bölümde; konuyla ilgili temel kavramlar, ikinci bölümde; eş seçimi ve dünür gitmeyle ilgili örf - âdetler ve ilgili rivayetler, üçüncü bölümde; düğün ile ilgili örf - âdetler ve ilgili rivayetler, dördüncü bölümde; nikah ile ilgili örf - âdetler ve onlara işaret eden rivayetler incelenmektedir. Sonuç bölümünde ise; konuyla ilgili tespitlerimiz ve genel değerlendirme yer almaktadır. Çalışmamızda, öncelikle Anadolu’da düğün ve nikahla ilgili örf ve âdetleri tespit ettik. Anadolu toplumunun düğün ve nikah ile ilgili örf ve adetlerini tespit ederken şu kaynaklardan faydalandık: 1. Genel kaynaklar: Bu eserler arasında örf ve âdetlerimizle ilgili olarak yayınlanmış çeşitli yöresel ve genel kaynaklar yer almaktadır. Şimdi kaydedeceğimiz eserler bunlardan bazılarıdır; Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından bir heyete hazırlatılan 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Âdetlerimiz (Türk Töresi), Yaşar Kalafat’ın Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Hamit Ziyâ Koşay’ın Türkiye Türk Düğünleri üzerine Mukâyeseli Malzeme, Özdemir Nutku’nun Türkler’de Düğün, Hilmi Ziyâ Ülken’in Anadolu Örf Âdetlerinde Eski Türklerin İzleri, Yurt Ansiklopedisi, Said Uğur’un İçel Folkloru, Bazı İl yıllıkları; Diyarbakır İl Yıllığı, Erzurum İl Yıllığı ...vb. 2. Gözlemlerimiz: Yaşadığımız ve şahit olduğumuz düğün nikah törenlerinde bizzat gördüğümüz örf ve âdetlerden oluşacaktır. İkinci olarak, âdetlerin oluşmasına ya da meşrulaşmasına sebep olan rivayetleri tespit ettik. Bu konuda üç çeşit kaynaktan faydalandık. Bunlar: 1. Temel hadis kaynakları: Kütüb-i Tis’a ve onun yanında en eski olanından başlanarak Musannefler, Mu’cemler, Müsnedler, Sünenler, Sahihler gibi temel hadis kaynakları. Kütüb-i Tis’a’dan kaynak verirken Concordance’ın metodunu esas aldık, Müslim’in Sahih’inden kaynak verirken kitâb adından sonra o bölümdeki hadis numarasını, diğerlerinde bâb numaralarını yazdıktan sonra ayrıca hadis numaralarını XI da verdik. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’in den kaynak verirken cilt ve sayfa numarası vermekle yetindik. 2. Mevzû hadis kaynakları: Meşrulaşma safhasında kullanılan uydurma rivayetlerin bulunduğu, bu alandaki temel kaynaklardan olan İbnü’l-Cevzî’nin (597/1200) Mevzûat’ı, es-Suyûtî’nin (911/1505) el-Leâli’l-Masnûa’sı, Ebu’l-Hasen İbn Arrâk el-Kinânî’nin (963/1556) Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l-Ahbâri’şŞenîati’l-Mevzûa’sı, Aliyyu’l-Kârî Nureddin Ali b. Sultan Muhammed el-Herevî’nin (1014/1605) el-Mevzûati’l-Kübrâ’sı bunlardan bazılarıdır. 3. Popüler kaynaklar: Popüler kaynaklardan maksadımız halk arasında bolca okunan, âdetlerin ve dinî yaşayışın şekillenmesinde büyük rolü olan kaynaklardır. Bunlar: Muhammed Kara Davud'un(v.948/1514) Delâil-i Hayrât Şerhi Kara Davud, Ahmed Mürşidî'nin (v.1174/1761) Kitâb-ı Mürşid-i Ahmediyye'si, Mehmed Altunkaya’nın Mü’minlere Vaaz ve İrşâd’ı, es-Semerkandî’nin Tenbîhu’l-Ğâfilîn’i, Mehmed Emre’nin Kürsiden Mü’minlere Sohbet ve Nasihatler’i, gibi günümüzde yaygın olan vaaz kitabları ile el-Münzirî’nin et-Terğib ve’t-Terhib’i ve Yusuf Özcan’ın Gençlik ve Evlilik adlı eserleridir. Konumuzun sosyoloji içerikli olması nedeniyle aşağıdaki Sosyoloji, Antrapoloji ve Mitoloji kaynaklarına da müracaat ettik. Peter L. Berger’in Kutsal Şemsiye’si, Ünver Günay’ın Din Sosyolojisi, Mustafa Aksoy’un Sosyal Bilimler ve Sosyoloji’si, Hamit Z. Koşay’ın Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme’si, Carol Delaney'in Tohum ve Toprak'ı ve Bahaeddin Ögel’in Türk Mitolojisi bunlardan bazılarıdır. Konumuzla ilgili olarak, Anadolu kültürünün tespitinde örf- adetlere yönelik kaynakları taradık ve bu konuda ulaşabileceğimizin en fazlasına ulaşmaya çalıştık. Ancak, bütün yörelerin düğün ve nikahla ilgili örf adetlerine ulaşmamız çok zor olduğu için Anadolu’nun genelinde uygulanan örf ve adetlere öncelik verdik. Örf ve âdetlerle ilgili rivayetleri hadis tekniği açısından inceleyerek, öncelikle onun hadis ilmi açısından değerine değindik. Bunu yaparken bazen sadece rivayetin geçtiği kaynağı belirterek onun sağlam yada uydurma olduğunu vurgulamakla yetindik. Örneğin, kaydettiğimiz bir rivayet, es-Suyûtî'nin el-Leâli'lMasnûa'sında geçiyorsa bu rivayetin değeriyle ilgili çoğu zaman açıklamada XII bulunma gereği duymadık ve sosyolojik olarak ele aldık. Bu vesileyle, din ile toplumun birbirlerini ne ölçüde etkilediğini ortaya koymaya çalıştık. VARSAYIMLAR Yapmış olduğumuz ön araştırmada, Anadolu toplumunun düğün ve nikahla ilgili örf ve âdetlerinin büyük çoğunluğunun rivayetlerden alındığı ve İslâmî motif taşıdığı kanaatine varmıştık. Çalışmamız sonucunda yanılmadığımızı gördük. Düğün sürecinde daha ilk başlangıç sayılan kız isteme olayının dahi tamamen Hz. Peygamber’in (s.a.v.) uygulamasının aynısı olması bu tezimizi desteklemektedir. Yine çalışmalarımız esnasında, düğün ve nikahla ilgili peygamberimize atfedilen ancak onunla ilgisi olmayan, bir çok rivayetin olduğu ve bunlardan bazılarının İslam’a ters olmazken bazılarının da onun getirdiği temel prensiplere ters düştüğü kanaati oluşmuştu. Çalışmamız bu konuda da bizi doğruladı. Örneğin; “aldatma ancak nikahta olur, onun dışında aldatma olamaz” şeklinde bir rivayet mevzu rivayetleri toplayan eserlerde yer almakta ve bu uygulamaya Anadolu’da yer yer rastlanmaktadır. Oysa ki Müslüman toplumlarda büyük önemi olan ailenin daha başlangıçta böyle bir aldatmayla kurulması, İslam ile ve onun peygamberi ile asla bağdaşmayacak bir husustur. İslam toplumunun ve kültürünün oluşmasında Hadisin etkisinin olmamasını düşünemeyiz ancak bunun ne ölçüde olduğu araştırmalarla tespit edilebilir. Yaptığımız bu çalışma İslam kültürünün oluşmasında hadisin etkisini ortaya koymaktadır. Anadolu terimiyle, Türkiye sınırları içerisinde kalan, çoğunlukla Müslüman nüfustan oluşan, kültür olarak; eski Türk gelenekleri, Bizans kültürü, Arap ve Fars kültürüyle İslam kültürünün birleştirildiği bölgeyi kastediyoruz. Zaman olarak ise, Anadolu'nun İslamlaşmasından günümüze kadar olan değişiklikler sonucunda zamanımızda ya da yakın zaman önceye kadar uygulanan örf ve âdetleri kastetmekteyiz. Bu isim altında Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir örf ve adeti değil de genel olarak her yerde bilinen ve uygulanan örf ve âdetleri ele aldık. Bu sebeple, örf ve XIII âdetleri anlatan kaynaklardan ve müşahede ettiğimiz uygulamalardan ya da örf âdetlerle ilgili tv. Programlarından faydalanmakla yetinip, teferruata dalmadık. XIV I. BÖLÜM TEMEL KAVRAMLAR Bu bölümde ele alacağımız başlıklar tezimizin ismini oluşturan ve onun alt kısımları olan kavramlardan oluşacaktır. Bunlar; Örf Âdet, Meşrulaştırma örf-âdetin ve Meşrulaştırmanın oluşmasını sağlayan Din kavramı, Anadolu için düşündüğümüzde İslam dini ve onun iki temel bilgi kaynağı olan Kur'ân ve Sünnet, ve bunların tamamını içine alan Kültür kavramlarıdır. Öncelikle örf - âdet ve Meşrulaştırma kavramlarını inceleyeceğiz. Çünkü tezimiz bu iki kavram üzerinde yoğunlaşmaktadır. İleride de görüleceği üzere örf âdet ve meşrulaştırmayı incelerken din kavramına değinmemek bir eksiklik olacaktır. Her toplumun bir dini vardır ve bu din o toplumu büyük oranda şekillendirmektedir. Anadolu toplumu da bundan farklı değildir. Günümüzde Anadolu'da yaşayan insanların arasında büyük oranda İslam dini yaygın olmakla birlikte, az da olsa çeşitli dinlere rastlamak mümkündür. % 90'dan fazlasının Müslüman olduğu kabul edilecek olursa İslam'ın öğrenileceği ilk iki kaynak olan Kur'ân ve Hz. Peygamber (yani onun söz fiil ve takrirlerini içeren Hadis)'den bahsetmemek konumuz için eksiklik olur. Bu sebeple İslam'ın insanlara ulaşmasını sağlayan Kur'ân ve Hadisten dolayısıyla toplumun bu iki kaynağa bakışından bahsetmek gerekir. Biz de temel kavramlar bölümünde âdetlerin oluşması ve meşrulaşması aşamasında büyük rolü olan Din, yani Anadolu için İslam, ve onun iki temel unsuru olan Kur'ân ve Sünnet kavramını bu bölümde ele aldık. Son olarak ise örf-âdetlerin oluşması ve meşrulaşmasıyla diğer topluluklardan faklılıklar ortaya çıkartan yapıya kültür dendiği için, yani yeni bir kültür oluştuğu için burada Kültür kavramına da yer verdik. Örf-âdetler kültürün bir parçasıdır. Yemek ile ilgili örf-âdetler yemek kültürünü oluştururken kıyafet ile ilgili örf âdetler de giyinme kültürünü ortaya koymaktadır. Düğün ve nikah ile ilgili örf ve âdetleri topladığımızda Anadolunun düğün kültürünü ortaya koyacaktır. Öyleyse örf ve âdetlerin toplamı kültürü oluşturur diyebiliriz. Bu bölümde bahsettiğimiz kavramların tamamı kültürün oluşmasını sağlayan etkenlerdir. Bu sebeple kültür kavramını burada inceleyeceğiz. 1. ÖRF VE ÂDET Örf kelime olarak; iyilik (maruf), ihsan, cömertlik, hediye (atiyye) olarak verilen şey, 1 deniz dalgası, at yelesi, kumluğun yüksek olan sırtı, dağın doruğu, horoz ibiği, bir şeyin peş peşe gelmesi gibi anlamlara gelir. 2 Örf kelimesi Kuran’da Âraf 199 ve el-Murselât 1. âyetlerde olmak üzere iki yerde yalın haliyle geçer. Hicri 8. asır hukukçularından, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed enNesefî (710/1310) Örf’ü, “aklın yol göstermesiyle kişilerde yerleşen ve aklı selimce benimsenip kabul edilen şeydir," diye tarif etmiştir. 3 Toplum hayatında önemli yeri olan örf ve âdetin çeşitli tarifleri yapılarak ilgi odağı olduğu ortaya konulmuştur. Şimdi onlardan bazılarını aşağıya kaydedeceğiz: Örf; ''Tüm toplumun bilip benimsediği ve hayatında yer verdiği söz veya fiiller,'' 4 ''İnsanların, aklın şehâdeti ile üzerinde birleştikleri ve tabiatlarının kendiliğinden doğru kabul ettiği iş ve inançlar,'' 5 ''Kanunlarla sınırlanmaksızın, durumun gerektirdiği hüküm ve icraatlar,'' 6 olarak tarif edilmiştir. Âdet, teâmül ve amel kelimeleri örf”le eş anlamlıdır. Âdet sözlükte, "eski duruma dönmek; geri çevirmek, bir şeyi tekrarlamak, üst üste yaparak alışkanlık haline getirmek" gibi anlamlara gelen “( ”ﻋ ﻮدavd) ve “( ”ﻋ ﻮدةavdet) mastarından türemiş bir isim olup gelenek ve örf anlamında kullanılır. Terim olarak; Toplum nazarında genel kabul görmüş ve öteden beri tekrarlanarak yerleşmiş bulunan 1 Asım Efendi, Kamus Tercemesi, III, 674. Örf Maddesi; Ayrıca geniş bilgi için ve konuyla ilgili olarak yazarın derlemiş olduğu geniş bibliyografya için bkz. Erdoğan, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, s. 252 vd. 2 İbrahim Mustafa, Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Hamid Abdulkadir, Muhammed Ali en-Neccâr, elMu’cemu’l-Vasit, s. 595. 3 Şener, İslam Hukukunda Örf, s. 102’den naklen. 4 Zeydan, el-Veciz, s. 238-243. 5 Osmanlı’da örf ve âdetin yeri önemi hakkında geniş bilgi için bkz.Göyüncük, Osmanlı İktidarının Temel Unsurlarından Örf- Gelenek, s.157 vd. Ayrıca bkz. Hatice Kelpetin Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları, s. 66-114. 6 Şemseddin Sami, Kâmûs-u Türkî, Örf Maddesi, s. 933,. 2 uygulamalar demektir. 7 Teâmül de alışkanlık olarak yapılagelen davranışlar anlamında olup âdet ile müteradiftir. Sosyoloji açısından âdet; halk tarafından alışılmış ve yaygın olarak uygulanan sosyal bakımdan kabul görmüş ve yerleşmiş hareket tarzıdır. 8 Hukuk açısından ise; toplum hayatında meydana gelmiş ve uzun zamandan beri uygulanan, hukuken bağlayıcı sayılan, yazılı olmayan hukuk kurallarıdır. 9 Örf ve âdet arasındaki fark: Fakihler, bir toplumun âdetlerinin onların örflerinden oluştuğu düşüncesiyle, örf ve âdeti, “Akıl yönüyle nefsin karşı koymadığı, selim tabiatın kabul ettiği uygulama” 10 olarak tarif etmişlerdir. Ayrıca, Mecelle’nin 36. Maddesinde örf ve âdet, hukuk alanında aynı manada kullanılmıştır. Örf ve âdet’in aynı manayı ifade ettiğini düşünenlerin yanında anlam farklılılarının olduğunu ve örf'ün iyi olan adetler için, adetin ise genel anlamda iyi ve kötü adetlerin tamamı için kullanıldığını ifade edenler vardır. 11 Örf ve âdetle eş anlamlı olarak kullanılan töre, teâmül ve gelenek gibi bazı kelimeler vardır. Bunları da kısaca izah etmek istiyoruz. Töre: Türk sosyal hayatını düzenleyen mecburi kurallardır. Örf-âdet biraz daha serbest uygulanırken Töre'ye uymak bir zorunluluk olarak görülmektedir. Orhun kitabelerinde töre kelimesi on bir defa geçmiştir. Türk devleti töre hükümlerine dayalı bir kuruluştu. Devletin varlığı töre'nin varlığına bağlı idi. Musevîliği kabul eden Hazarlar’da, hakan ailesi ve ileri gelen idareciler, hukuk işlerini hahamlara göre değil, töre hükümlerine göre düzenlemişlerdi. Ancak; eski Türkler’de töre hükümleri durum ve şartlara göre değişikliğe açıktı. Doktrinlerle 7 Asım, Kamus Tercemesi, AVD maddesi, I, 1223. Karaman, T.D.V.İ.A. "Âdet" maddesi, I, 369. 8 Erkal, Sosyoloji, s.27. 9 Şener, İslam Hukukunda Örf, s.106. 10 eş-Şuk’a, İmâm-ı A’zam Ebû Hanife en-Nu’man, s. 179 11 Şener, a.g.e., s. 106. 3 değil, halkın onayı alınarak kabul edilen töre ve âdetlere göre devlet yönetiliyordu. Fakat “töre”nin adalet, iyilik ve eşitlik gibi değişmeyen kısımları da vardı. 12 Gelenek terimini “belli bir yolu takip etmek, belli bir çerçevede hareket etmek veya birisinin ortaya koyarak âdet haline getirdiği şeyleri ondan sonrakilerin devam ettirip örf-âdet ve töre haline getirmesi” diye tarif edebiliriz. Gelenek ve sıfat şekli olan geleneksel, klasik Türkçe’mizde “an’ane" ve "an’anevî” şekliyle ifade edilmekte olup; yenileşme, asrîlik veya modernlik anlayışının zıddı olarak da günümüzde çok yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. 13 Gelenek kelimesi, hadis ve sünnet'in müteradifi olarak da kullanılmaktadır. Buna göre geleneğin de sahihi ve sapmışı vardır. Birincisine geniş manada sünnet, ikincisine ise bid’at denir. 14 Kur’an-ı Kerîm’de iki geleneğe işaret edilmiştir. Bunlardan biri uyulması, tamamlanması ve devam ettirilmesi istenen peygamberler geleneği, diğeri ise terk edilmesi ve değiştirilmesi istenen atalar geleneğidir. Bu ikisi Kur’ân’da ifadelerini şu şekilde bulmuşlardır: “Bunlar, Allah’ın hidâyet ettiği kimselerdir. Bu itibarla, sen de onların yoluna tâbi ol ve “Ben karşılık olarak sizden bir ücret istemiyorum; zira bu kitap, âlemler için uyarıdan başka bir şey değildir” de.” 15 “Onlara “Allah’ın indirdiklerine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz atalarımızın yaptıkları şeylere uyarız” derler. O halde, ya ataları hiç bir şeyi akıl edememiş ve doğru yolu bulamamış iseler!..” 16 “Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin” denildiği zaman onlar, atalarımızın bize bıraktığı şeyler yeter” 12 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 234. 13 Fayda, Asrı Saadet Döneminde Gelenek ve Yenileşme, s. 17-18. 14 Karaman, Fıkıhta Gelenek ve Yenileşme, s. 30. 15 6. En’am, 90. 16 2.Bakara, 170. 4 demektedirler. Ya ataları hiçbir şey bilmemiş ve doğru yolu da bulamamış idiyseler!” 17 Yukarıda kaydettiğimiz birinci âyet uyulması gereken, ikinci ve üçüncü âyetler ise terkedilmesi gereken geleneğe işaret etmektedir. Asr-ı saadet’te de Hz. Peygamber, câhiliye zihniyetinin yozlaştırdığı bir toplumun dînî ve sosyal hayatını yeni bir anlayışla kurmaya çalışırken, tevhid inancına uymayan, insan haysiyetini aşağılayan, zulüm ve haksızlık üzerine kurulan, zihnî ve ahlâkî esaslara aykırı bütün gelenekleri değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya çalışmış ve yeni geleneğin de temellerini atmıştır. Buna karşılık; tevhid inancına ters olmayıp şirki ve câhilî inancı çağrıştırmayan gelenekleri, ahlâk kaidelerini belli esaslar dahilinde korumuş veya daha da genişleterek faydalı bir içeriğe kavuşturmuştur. Kur'an'ın işaret ettiği ve Hz. Peygamberin uygulayarak gösterdiği gibi sosyo-kültürel hayatın bütün unsurlarının bir başlama bir de bitme noktası vardır. Bu sebeple âdet ve geleneklerin bazılarının temellerini tarihin derinliklerinde hatta mitolojide aramak gerekir. 18 Örneğin Osmanlı’nın geleneksel olarak kullandıkları, aslen Fas kaynaklı olduğu sanılan fes, 1832’de II. Mahmut tarafından imparatorluk bürokrasisinin resmi kıyafeti haline getirilmiştir. Yani; 19. y.y.’da tüm dünyada “Türklük sembolü” haline gelen ve daha sonra Osmanlılığı simgelediği için yasaklanan serpuş, geçmişi ancak 19.y.y.’ın ilk çeyreğine kadar uzanan bir gelenek olup, o zaman toplum arasında da oldukça yaygınlaşmış ve Osmanlı ile özdeş hale gelmişti. 19 Aynı gelenek günümüzde varlığını koruyamamış ve sosyo kültürel hayatın unsurlarının bir başlangıç bir de bitiş noktasının olduğunu doğrulamıştır. Örf-âdet, teâmül, töre ve gelenek kelimelerinin aralarında küçük anlam farkılıkları olsa da çoğu zaman aynı mana için kullanıldıkları anlaşılmaktadır. Örfâdet'le eş anlamlı kelimeleri izah ettikten sonra onun hukuktaki yerine geçeceğiz. 17 5. Maide, 104. 18 Bu konuda örnekler için bkz. Aksoy, Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, s.20. 19 Deringil, Toplum ve Bilim, 54/55 yaz/güz, “Osmanlı İmparatorluğu’nda “Geleneğin İcadı”, “Muhayyel Cemaat”, (Tasarımlanmış Topluluk) ve Panislamizm, s.49-51. 5 1.1. Örf ve Âdetin Hukuktaki Yeri Toplumun temel unsuru olan insan, devamlı kültürel gelişme içerisindedir. Her durumda da hayatını düzenli bir hâle getirmek için, ahlâki, hukuki ve dini prensipler edinip ona uyma gereği hissetmiştir. İlk zamanlarda toplumun ilişkilerini düzenleyen prensipler genellikle örf ve âdetler olmuştur. Yazılı bir kanun bulunmadığından bu örf âdetler kanun yerine konularak yaptırım gücü kazanmıştır. Yazılı kanunlar oluşturulurken de örf ve âdetler bunların oluşmasına büyük katkı sağlayan temel unsurlardan birisi olmuştur. Aslında örf ve âdet, hukuktan öncedir ve onun temel kaynaklarından birisidir. Zaten ilk çağlarda hukuk, örf ve âdetler şeklinde ortaya çıkmış ve nesilden nesle geçerek de bir teâmül haline gelmiştir. Daha sonraları bunlardan bazıları değişmiş, bazıları da günümüze kadar gelebilmiştir. Bir milletin hukuku incelendiği zaman, bunların büyük bir bölümünün o toplumun örf ve âdetlerinden oluştuğu görülecektir. Örf ve âdetler uzun süre yaşanarak oluşurken, yazılı kanunlar, bu örf ve âdetler temel alınarak kısa sürede oluşurlar. 20 Ortaçağ Avrupa hukukuna bakıldığı zaman bunun örf ve âdetlerden meydana geldiği, yazılı kaynak olarak da “on iki levha”nın bunda etkili olduğu görülecektir. Aynı şekilde krallıklar devrinde de örf ve âdetlerin etkili olduğu ve “on iki levha kanunu”na kadar yazılı hukuk kaynağına rastlanmadığı görülmektedir. Roma’da örf ve âdet hukuku cumhuriyet devrinde tedvin edilmiştir, ancak bu döneme kadar da hukukun tek kaynağı örf ve âdetler olagelmiştir. 21 İslamiyet’ten önceki Türklerin hukuk kaynakları arasında, örf ve âdetin önemli bir yeri olup hukuku oluşturmada sosyolojik açıdan büyük bir katkısı vardı. Anadolu'da da durum bundan farklı değildir. Türk Medeni Kanunu'nun birinci maddesi, hâkime kanun boşluklarını doldurmak için örf ve âdete müracaat etme yetkisi tanımıştır. Bu maddenin ikinci fıkrasında da hakkında herhangi bir kânûnî hüküm bulunmayan meselede hâkimin örf ve âdete göre hükmetmesi gerektiği belirtilmiştir. Böylelikle örf ve âdete kanunu tamamlama konusunda birinci derecede 20 Bkz. Berkî, Hukuk Mantığı ve Tefsir, s. 95; Berkî, Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, s.86; Oğuzoğlu, Medenî Hukuk, s. 45; İmre, Medenî Hukuka Giriş, s. 165-166. 21 Oğuzoğlu, a.g.e., s. 19-25. 6 öncelik tanınmıştır. 22 Yine Türk medenî kanununda ev reisinin kim olacağı hususunda, örf ve âdete başvurulması gerektiği belirtilmiştir. 23 Daha bir çok konuda örf ve âdeti referans gösteren Türk medenî hukuku, örf ve âdeti kanundan sonra ikinci sıraya koymakta ve ona açıklayıcı, aynı zamanda destekleyici bir rol vermektedir. Örf ve âdetler İslam hukukunun önemli kaynaklarındandır. Araplar, İslâmiyet’ten önce yazılı kanunlara sahip olmadığı için sosyal hayatı örf ve âdetlere göre yönlendiriyorlardı. İslam, daha önceki örf ve âdetlerin bir çoğunu devam ettirmiş ve hatta yabancı toplulukların örf ve âdetlerinden bile bir takım şeyleri bünyesine almıştır. Hz. Peygamber’in İslam’a ters düşmeyen örf ve âdetleri meşrulaştıran, “Tartı, Mekkelilerin tartısı, ölçü, Medinelilerin ölçüsüdür,” 24 gibi bir çok hadisleri vardır. 25 Abdullah b. Mesud, örf ile ilgili olarak, “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir,” demiştir. 26 Hanefî ve Mâlikî fakihler de “örf ile sabit olan bir şey sanki nass ile sabit olmuş gibidir” diyerek örfün hukuktaki yerine işaret etmişlerdir. 27 Örf, Kuran ve sünnete aykırı olmadığı sürece şer'î bir delil olarak kabul edilmiştir. 28 Bu sebeple Fıkıh usulcülerine göre örf, sıhhat yönünden ikiye ayrılır. Bunlardan birincisi; “nass”lara ters düşmeyen, maslahatı koruyan ve kötülüğe sebep olmayan şeyleri içeren sahih örftür. Evlenecek bir gencin nişanlısına hediye olarak verdiği elbise, süs eşyası vb. şeyleri vermesi birçok yerde âdettir. Bu hediyeler, gencin vermesi gerekli olan mehire dahil değildir. Dahil edilmemesi örf olarak yerleşmiştir. Ayrıca, mehrin bir kısmının hemen, bir kısmının da daha sonra verilmesi örfe dayanan bir uygulamadır. Bu şekilde verilmesi gelenek haline gelmiştir. İkincisi ise; fâsid örftür. Fâsid örf, “Nass”a ters düşen, zarar doğuran ve 22 Koçak, Örf ve âdetlerin Hukuk Metodolojisindeki Yeri, s. 67. 23 Medenî Kanun, 318. 24 Ebû Davud, Sünen, Buyu', 8, (III, 633), no: 3340. Geniş bilgi için bu hadisin dip notuna bakılabilir; en-Nesaî, Sünen, Zekât, 44, (V, 54), no: 2518. 25 Örnekler için bkz. Farûkî, Hulefâi Râşidîn ve İlk Fukahânın Kararlarında Örfün Etkisi, s.39- 54. 26 A.b. Hanbel, Müsned, I, 379. 27 Zeydân, el-Vecîz, s.238; Ebû Zehrâ, İslam Hukuku Metodolojisi Fıkıh Usûlü, s. 234. 28 Geniş bilgi için bkz. eş-Şuk’a, İmam A’zam Ebû Hanîfe en-Nu’mân, s.179 vd. 7 maslahatı yok eden kötü âdetlere denilir. Bazı toplantılarda yer verilen, dinin kabul etmediği kötü alışkanlıklar, içki alemleri ve bir çok ailenin çöküşüne sebep olan kumar gibi. 29 Fıkıh literatüründe, adetlerin kanunlara kaynaklık ettiğini gösteren bir çok örnek vardır. Âdetlerin belirleyici rolü özellikle satış, velâyet ve temsil, evlenme boşanma, yemin etme ve tarım anlaşmalarıyla ilgili konularda açıkça görülmektedir. Bütün mezhepler mahalli adetleri göz önünde bulundurmuşlardır. Bir müftinin, farklı gelenek ve adetlerin hüküm sürdüğü bir ülkeye gitmesi durumunda, o ülkenin âdet ve geleneklerini iyice öğrenmesi ve onları göz önünde bulundurması, daha isabetli kararlar vermesine yardımcı olacaktır. Bu da âdetlerin din açısından önemini ortaya koymaktadır. Adetlerin belirleyiciliği, ibn Mes'ûd'dan aktarılan yukarıda kaydettiğimiz, “Müslümanların iyi ve güzel gördükleri Allah katında da iyidir, müslümaların çirkin gördüğü Allah katında da çirkindir” 30 şeklindeki mevkuf hadisten çıkarılmaktadır. Netice itibariyle, bütün İslam mezhepleri tarafından farklı boyutlarda da olsa örf ve âdet delil olarak kabul edilmiştir. Tabi ki kabul edilen örf ve âdetin Kur’ân ve sünnette ifade edilen temel prensiplere aykırı olmaması esastır. Ayrıca, şer’î ahkamda vurgulanan ibahe-i asliyye kuralı örf ve âdetin fıkıh kültürümüze sağladığı büyük katkıyı göstermektedir. Çünkü fıkıh eserlerimizi incelediğimizde karşılaştığımız durum şudur: Haram olanlar belirtilerek bunun dışındaki şeylerin genelde helal olduğu vurgulanmak istenmiştir. Diğer bir ifade ile Müslümanların fıkıh eserlerinde neyin helal olduğundan çok neyin haram olduğu üzerinde durularak insanların hukuki hayatlarında örf âdet lehine geniş bir alan bırakılmıştır. Tarihi süreç içerisinde insanlığın yaşadığı hukûkî hayatın yazılı olmayan boyutunu oluşturan örf ve âdetler, yazılı hukuk kurallarının esasını teşkil eder. Bir hukuk kaynağı olarak örf ve âdetler, bütün insanlık tarafından dikkate alınmıştır. Çünkü; toplumsal hayatı şekillendiren kolektif şuurdan, âmme vicdanından uzak 29 30 Zeydân, el-Vecîz, s. 216. A.b. Hanbel, Müsned, I, 379; A.b. Hanbel, Fadâilu's-Sahâbe, I, 367, no: 541; Ebû Davud etTayâlisi, Müsned, s.33, no: 246; et-Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, IX, 112, no: 8583. 8 olarak oluşturulacak bir kanunun uzun süre yürürlükte kalması beklenemez. İşte bu sebepten dolayı, bütün hukuk sistemlerinde örf ve âdete riâyet edilmiştir. İngiltere’de olduğu gibi yazılı hukuktan ziyade teâmül hukukunu esas alan hukuk sistemlerinin varlığı da bu gerçeğe işaret etmektedir. Zaten Avrupa’da kanunlaştırma çağı başlamadan önce uygulanan hukuk, hemen hemen örf ve âdet hukukuydu. 31 Örf ve âdet toplumu şekillendirmektedir. Ancak kendisi de elbette durduk yerde ortaya çıkamaz. Örf ve âdetler içinde bulundukları toplumun inanç ve değerlerini yansıtırlar. Günlük yaşamlarında ilgilendikleri, kutsal saydıkları ve değer verdikleri şeyler toplumun örf ve âdetlerinin oluşmasını sağlar. Din konusu işlenirken de ifade edileceği gibi, kutsal değerleri olmayan bir toplum düşünmek mümkün değildir. 32 Anadolu insanı asırlardır İslam dini ve kültürüyle yaşamıştır. Bu yüzden onun kültürünün temel dayanağının da İslam dini ve onun öğretileri olması kaçınılmazdır. Anadolu’daki örf ve âdetlerin aslında bir âyet ya da hadise dayandığı, en azından onlara ters düşmediği ve oluşması aşamasında hadisten büyük katkı sağladığı görülmektedir. 33 Toplumun islamla bütünleştiğini çok net müşahede eden Delaney Anadolu halkının yaşantısını anlatırke "ete kemiğe bürünen İslam" tabirini kullanmıştır. 34 Bu durum, bin yıllık tarihinde tek etkin dinin İslam olması dolayısıyla, tabiî bir sonuçtur. Aşağıdaki örnekler de bunu doğrulamaktadır. 1. Anadolu’da Süt kardeşleriyle evlenmeme âdeti vardır. Bu âdetin oluşmasında Hz. Peygamber’in hadislerinin etkisi apaçık görülmektedir. Çünkü İslam’da süt kardeşi, süt annesi ve süt yönünden akraba olanlarla evlenmenin yasak olduğu şu hadislerde açıkça ifade edilmiştir: Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Aziz ve Celîl olan Allah, nesepten haram ettiğini sütten de haram etti.” 35 31 Tekinay, Medeni Hukuka Giriş Dersleri, s. 66. 32 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Muhtelif makalelerin bir araya getirilerek tercümesi: Ali Köse, Sekülerizim Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002. 33 Karaman, “Âdet” Maddesi, T.D.V. İ. A, I, 369-372. 34 Delaney, Tohum ve Toprak, s. 43. 35 et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452), no:1146. 9 Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Ebu’l-Kays’ın kardeşi Eflah, örtünme âyeti indirildikten sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben: “Allah’a yemin olsun, Rasûlullah’tan izin istemedikçe ona izin vermeyeceğim. Çünkü onun kardeşi Ebu’l-Kays beni emziren kimse değildir. Beni Ebu’l-Kays’ın hanımı emzirdi,” dedim. O esnada yanıma Hz. Peygamber (s.a.v.) girdi. “Ey Allah’ın Rasulü! Ebu’l-Kays’ın kardeşi Eflah yanıma girmek için izin istedi. Ben size sormadan izin vermekten sakındım” dedim. Rasulullah (s.a.v.): “Amcana niçin izin vermedin?” buyurdular. Ben: “Ey Allah’ın Rasulü! Beni emziren erkek değil. Beni onun hanımı emzirdi” dedim. Rasulullah yine: “Sen onun girmesine izin ver. Çünkü o senin amcandır, Allah iyiliğini versin,” buyurdular. Urve der ki: “İşte bu sebeple Hz. Aişe (r.a.): “Nesep yönünden haram saydıklarınızı süt yönüyle de haram sayınız,” derdi.” 36 2. Anadolu’da nikah, Hz. Peygamber’in daha önceki âdetler içinden seçerek tavsiye ve emir buyurduğu şekilde gerçekleştirilmektedir. Hz. Aişe’nin (r.a.) bildirdiğine göre câhiliye döneminde dört çeşit nikah vardı. Hz. peygamber bunlardan üçünü iptal ederek bir tanesini seçmiş ve artık nikan o şekilde gerçekleşmiştir. İleride bu nikah çeşitleri teferruatıyla aktarılacaktır. 37 3. Anadolu âdetlerine göre düğün süresi bir gün ya da iki gündür. Her ne kadar bunun istisnalarına rastlansa da genel uygulama böyledir. Bu âdetin oluşmasında da yine hadislerin etkili olduğu düşünülebilir. Nitekim konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) “İlk günün velime yemeği haktır. İkinci günün yemeği sünnettir. Üçüncü günün yemeği ise gösteriştir. Kim gösteriş yaparsa Allah onu 36 el-Buhârî, Sahih, Şehadet, 7, (III, 149); Nikah, 20, 21, (VI, 125); Müslim, Sahih, Rada, 2, (II, 1069); et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452-453), no:1146-1147; Ebû Davud, Sünen, Nikah, 6, (II, 545), no:2055; en-Nesâi, Sünen, Nikah, 49, (VI, 99); Mâlik, Muvatta, Rada, 1, 2, (II, 601-602). 37 el-Buharî, Sahih, Nikah, 36, (VI, 132). 10 (kıyamet günü) teşhir eder,” 38 buyurarak düğün süresinin iki gün olmasının ideal olduğunu tavsiye etmiştir. Anadolu'da İslam dininin yaşandığı ve Müslümanlar arasında Hz. Peygamber'in uygulama ve tavsiyelerinin ne kadar önemli olduğu bilinen bir husustur. Her ne kadar maddî deliller bulunamasa da örf-âdetlerle rivâyetlerin örtüşmesi, toplumun örf ve âdetlerini oluştururken hadisleri dikkate aldığını göstermektedir. Arzettiğimiz bu örneklerle örf âdetlerin oluşması ve meşrulaşması sürecinde hadisin etkisini ortaya koyduktan sonra meşrulaştırma kavramına geçeceğiz. 2. MEŞRULAŞTIRMA / MEŞRULAŞMA Meşrulaştırma; bir iş veya davranışı toplum nazarında kabul edilebilir bir duruma getirmek demektir. Toplumun çeşitli yasaları vardır. Bunlardan bir kısmı yazılı hale getirilen kanunlar diğer kısmı da yazılı olmayan ancak toplum vicdanında kabul görmüş ve yaptırım gücü olan örfe dayalı uygulamalardır. Aslında yazılı kanunlar da toplum nazarında meşru görülen, kabul edilen ya da yasaklanan şeylerden oluşturulur. Toplumun davranışlarını büyük ölçüde inanmış olduğu din ya da kutsal değerler belirler. Saygı duyduğu kutsalın tavsiyelerini yerine getirmek, onu kendisine yaklaştıracağından dolayı, rağbet etmeye değer olarak görülür. Onun isteğine ters olan şeyler toplum tarafından da sevilmediği için, böyle bir davranış topluma kazandırılmak isteniyorsa onu muhakkak kutsal değerlere onaylatmaları gerekir. Meşrulaştırmanın alanı çok geniştir. Din meşrûlaştırmanın tarihi bakımdan en yaygın ve etkin bir aracı olagelmiştir. 39 İslâmî ilimlerde, bütün disiplinlerin ortak tutumlarından birisi de kabul ve iddialarını, tashih mercii olarak benimsenen, kutsal bir referansa dayandırma çabasıdır. İctihadla, kıyasla hüküm verilmesi, hüküm verilirken muhakkak bir asla yani nassa dayandırılması meşrulaştırma çalışması olarak görülebilir. Şüphesiz bu 38 et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 10, (III, 404), no: 1097. 39 Berger, Kutsal Şemsiye, s.75. 11 çabada belirleyici olan çeşitli etkenler vardır. Ancak bunlardan ikisi öne çıkmaktadır. Birincisi; Müslümanların varlık anlayışlarının bilgi anlayışlarına da yansımış olmasıdır. İslam inancına göre Allah (c.c.) her şeyin kaynağıdır. Dolayısıyla O, varlığın kaynağı olduğu gibi bilginin de kaynağıdır. Binaenaleyh, herhangi bir düşüncenin İslam ve Müslümanlar nezdinde meşruluğu, bu kaynağın onu tasdik edip etmemesiyle doğru orantılıdır. Bunun insanlar elindeki ölçüsü de Kur’ân’dır. Bilgi kaynağı ile doğrudan temas halinde olan Peygamber ise ikinci tashih merciidir. İşte bu ön kabul dolayısıyla tarih boyunca Müslümanlar görüş, düşünüş ve tercihlerini ortaya koyarken bu iki kaynağa başvurma ya da onlara ters düşmemeye özen göstermişlerdir. İkincisi ise, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar yeni çevre, kültür ve düşünce sistemleriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu karşılaşmada hem içe hem de yeni unsurlara dönük bir sorgulama, anlama, özümseme ve sentezleme işlemi söz konusu olmuştur. Bu çerçevede, bilginin yegane tespit ve tashih mercii olarak görülen Kur’ân’ın dahi nasıl anlaşılacağı noktasında farklı tercihler ortaya çıkmıştır. Aynı şey, Peygamber’e atfedilen rivâyetler için de geçerlidir. Diğer taraftan yeni ortaya çıkan durumlar karşısında bazıları bid’attır deyip gayri meşru kabul ederken, bazıları da bunu meşrulaştırarak dinden göstermeye çalışmışlardır. 40 “Benden hakka uygun bir hadis rivâyet ederseniz, söyleyeyim ya da söylemeyeyim, onu alınız,” 41 şeklindeki rivâyet, hadis uydurarak, keyfî meşrulaştırma yapmak isteyenler için bir dayanak olmuştur. Ancak bu rivâyetin Ebû Hureyre'den merfu olarak geldiğini kaydeden İbn Hacer, onun münker olduğunu belirtmiş, 42 el-Aclûni münker olduğunu kaydettikten sonra Ukayli'nin bu rivâyet için sahih bir senedi yoktur ifadesine yer vermiştir. 43 Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mütevâtir olarak kabul edilen “Kim benim hakkımda kasten yalan söylerse 40 Özafşar, Polemik Türü Rivâyetlerin Gerçek Mahiyeti, İslâmiyât, c.1, Sayı:3, sayfa: 19. 41 İbnü'l-Cevzî, Mevdûât, I, 157; İbn Hacer, Lisânu'l-Mîzân, I, 454, no: 1405; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I, 86, no: 220. 42 İbn Hacer, a.g.e., I, 454, no: 1405 43 el-Aclûnî, a.g.e., I, 86, no: 220. 12 cehennemdeki yerini hazırlasın” 44 hadisine de ters düşmektedir. Aslında yukarıdaki kaydettiğimiz rivâyet meşrulaştırma çalışmalarını meşru gösterme gayretinden başka bir şey değildir. Mevzû rivâyetlerin ortaya çıkmasındaki yegane sebebin, bir uygulamayı halk nazarında meşru gösterme, toplumda yasa haline getirme niyeti olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Ancak meşrulaştırma denilince sadece kötü niyetle toplumda yerleştirmek istediği bir uygulamayı kabullendirme çalışması anlaşılmamalıdır. Toplumdaki bütün yenilikler, reformlar ve ilâhî dinlerin öğretileri bir meşrulaştırma sürecinden geçmektedir. Meşrulaştırmanın çeşitli yollarla yapılması mümkündür. Yapılan uygulamanın ya da söylenen sözün toplum tarafından kabul görmüş otorite bir kimseye dayandırılmasının onun halk nazarında kolayca meşrulaşmasına sebep olacağı bilinen bir husustur. Mimarîde Mimar Sinan'a, Tıpta İbni Sînâ'ya ve diğer bilim dallarında da en otorite bir bilim adamına fikirlerin dayandırılması onlara nasıl güç kazandırıyorsa aynı şekilde dini konularda ortaya konulan bir görüş yada uygulamanın dinde otorite olan Kur'ân ve Hz. Peygambere dayandırılması o görüş ya da uygulamalara güç kazandıracaktır. Bunun farkında olan toplum bazen hadisin gücünden istifade etme yoluna da başvurmuştur. Ancak meşrulaştırma denilince genel manada toplumun istenilen kıvama gelmesi için yapılan ıslah çalışmaları anlaşılmalıdır. Peygamberlerin, ümmetleri için iyi ve güzel şeyleri emredip; onları kötü şeylerden men etmeleri bu tür meşrulaştırma şeklindendir. Şimdi kaydedeceğimiz örnek buna işaret etmektedir. Câhiliye dönemi kadını için dört çeşit nikah varken; İslam sadece, Müslümanlar arasında uygulanan bugünkü nikah şeklini kabul edip, geri kalanlarını yasaklamıştır. Hz. Aişe’nin (r.a.) bildirdiğine göre bu dört çeşit nikah şu şekilde gerçekleşiyordu: “Birincisi, bugün insanların yapmakta oldukları nikahtır. Buna göre erkek; bir erkekten velâyetinde bulunan bir kadını belli bir mehir karşılığında ister ve onu nikahlar. İkincisi; erkek, kendi karısı hayızdan temizlendiği zaman, karısına; asillerden filana git, ondan seninle cinsi münasebette bulunmasını iste, der. Kadının, kendisiyle cinsi münasebette bulunması istenen erkekten gebe kaldığı anlaşılıncaya 44 el-Buhârî, Sahih, İlim, 38, (I, 35-36); Müslim, Sahih, Zühd, 72, (III, 2298-2299); Ebû Dâvud, Sünen, İlim, 4, (IV, 63), no: 3651. 13 kadar kocası ona yaklaşmaz. Kadının hamile olduğu anlaşılınca, kocası isterse o kadınla cinsi temasta bulunur. Kocasının bu şekilde davranışı, çocuğun asil olmasını istemesinden dolayıdır. Bu nikaha “Nikâhu’l-İstibda” denir. Üçüncüsü; on kişiden az bir topluluk bir araya gelir ve tamamı bir kadının yanına girerler. Her birisi kadınla ayrı ayrı münasebette bulunur. Sonuçta kadın, bunlardan hamile kalıp doğurur. Doğumdan bir kaç gün sonra kadın, o erkeklere haber gönderir. Onların hepsi gelmek zorundadır. Kadın onlara hitaben “Sizinle girdiğim cinsel ilişkiden dolayı doğurduğum çocuğu tanıdınız. Ey falan bu çocuk senindir.” der. Böylece onlardan arzu ettiğinin ismini söyler. Bundan sonra kadının çocuğu, o adamın nesebine katılır. İsmini söylediği erkek, çocuğu almak zorundadır. Dördüncüsü; bir çok erkek toplanıp bir kadının yanına gelirdi. Bu kadın bir fahişedir ki, diğerleri gibi kendi kapısı üzerine, işaret olsun diye bayrak dikerdi. Artık kim isterse bu bayraklı kadının yanına girerdi. Kadın gebe kalıp çocuğunu doğurduğu zaman, kendisiyle ilişkide bulunan erkekler toplanırlar ve kendileri için bir kaç kâif (bilirkişi) tutarlardı. Sonra bunlar o kadının çocuğunu, karar verdikleri kişinin nesebine katarlardı. Artık o çocuk, söz konusu şahsın çocuğu olarak çağrılırdı. Nihâyet, Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamber olarak gönderilince, insanların bu günkü nikahı hariç, bu câhiliye nikahlarını ortadan kaldırdı.” 45 Hz. Aişe’nin anlattığı bu birinci nikah şeklini, Allah Rasûlü’nün babası Abdullah’ın evliliğinde ve kendisinin peygamberlikten önce Hz. Hatice validemizle yaptığı nikahlarda da görmekteyiz. Hz. Aişe, bu nikahın câhiliye nikahlarından birisi olduğunu anlatmıştır. Buna göre: Bir kimse birinin kızı için önce hıtbede bulunur. Hıtbe; erkeğin kızı istemesi ve ona evlilik teklif etmesidir. Belirli bir mehir üzerine anlaşılır, karşılıklı rıza oluşursa hıtbe gerçekleşir. Bu nikahı İslam kabul ederek meşrulaştırmıştır. Mehir; erkeğin evleneceği kadına vermesi gereken mal veya paradır. Nikah akdiyle ortaya çıkar. İslam’a göre de, câhiliye döneminde olduğu gibi, gereklidir. 46 Bunun ne kadar olacağı ile ilgili olarak da değişik miktarlar tayin edilmiştir. Ebû Hanife’ye göre mehrin en azı on dirhemdir. Malikîlere göre çeyrek dinar ya da üç dirhemden az olmamalıdır. Hanbelî ve Şafiîler’de ise azı için bir sınır 45 el-Buhârî, Sahih, Nikah, 36, (VI, 132). 46 Bk. 4.Nisa, 4, 24; el-Buhârî, Sahih, Nikah, 49-51, (VI, 137-138). 14 yoktur. Üst sınırı belirtilmemiş, yani sınır konmamıştır. Câhiliye döneminde görüldüğü gibi, İslam’da da mehir kadının hakkıdır. Babanın veya kadının velisinin bunda hiç bir hakkı yoktur. İslam’a göre mehirin nikahla, zikredilse de zikredilmese de, verilmesi gerekir. Eğer evlilik mehirsiz akdedilirse zifafın olmasıyla birlikte mehri misil, yani dengi kadınların mehri kadar, verilmesi gerekir. Zifaf gerçekleşmemiş ise, Malikilere göre, feshetme ve mehri tamamlama arasında serbesttir. Fesh ederse kararlaştırılan mehrin yarısı kadarını kadına vermek gerekir. Câhiliye döneminde de bu çeşit nikahta önce mehir belirleniyor sonra nikaha geçiliyordu. 47 Hz. Aişe’nin ikinci sırada anlattığı nikah çeşidi, İstibda nikahıdır. B-D-A ( )ﺑ ﻀﻊfiili, göze yaşın dolması, gözü dolmak fakat akmamak, kabın su ile dolması, bir kimsenin birisinin nasihatlerinden bıkıp onunla ilişkiyi kesmesi, eti kesmek, ticaret etmek, deriyi yarmak gibi manalara gelir. Bıd’, üçten dokuza kadar olan sayılara denir. Bıd’a etten ya da başka bir şeyden kesilen parçadır. 48 Hz. Peygamber de kızı Hz. Fâtıma için “Fâtıma benden bir et parçası (bıd’a) dır. Onu kızdıran beni kızdırmış olur, buyurmuştur. 49 Yukarıda rivâyette belirtildiği üzere koca, karısına “ Filana git, ondan istibda et.” der. Bundan anlaşılacağı üzere; koca, hanımının beğenilen bir kimseden hamile kalması için, onu o adama göndermektedir. Kadın, gittiği kimseye ondan hamile kalmak ve onun neslinden bir parçayı kesip almak için gider. Buradaki asıl maksat necip bir soydan evlat sahibi olmaktır. Bilindiği üzere; câhiliye insanı soya çok önem vermekteydi. Kişilerin statü ve rolleri, mensup oldukları soya göre belirleniyordu. Günümüzde olduğu gibi, hamallık yapan bir aileden sosyal statüsü çok yüksek bir hakim ya da bir general olmak gibi şeyler o zamanlar mümkün değildi. Büyük bir kabileye mensupsan ya da kabile reisinin çocuğu isen, statü olarak oldukça yükseksin demektir. İnsanlar toplum içindeki yerlerini doğuştan kazanmaktaydı. Kişilere kabilelerinden, dedelerinin şöhretlerinden dolayı bir yücelik ve şeref miras kalıyordu. Dedelerden ve babalardan insanlara geçen, miras kaldığı 47 Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklöpedisi, IX, 218 vd. 48 İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, I, 296 49 el-Buhârî, Sahih, Ashâbu’n-Nebî, 12, (IV, 210). 15 kabul edilen şeref ve yüceliğe hasep diyorlardı. Dedelerin ve babaların yaptıkları güzel işler torunun iyilik hanesine geçiyor ve o da iyi bir insan olarak kabul ediliyordu. İstibda uygulaması ile o kimsenin hasebine ve nesebine mirasçı olmak mümkündü. Böylece istibda ile o kişiden şan, şeref, miras ve bir de evlat alarak birçok şeyi söküp alıyor ve kendi ailesine getiriyordu. Bu uygulama, aslında Arap topluluğunun o zamanlar ırkçılık yaptığını, yani bazı milletleri ya da aileleri diğerlerinden üstün tuttuklarını ortaya koyuyordu. Oysa ki İslam, üstünlüğü ancak takva'da görerek, bir milletin diğerinden üstün olmadığını “Sizin en şerefliniz Allah’tan en çok sakınanınızdır” 50 diyerek ifade etmektedir. Hz Aişe’nin bahsettiği üçüncü tür nikah da, 10 kişiden az olmak üzere, kişilerin bir kadınla teması şeklindedir. Bunun sonucunda doğan çocuk, bu kimselerden birisinin nesebine katılıyordu. Aslında önemli olan çocuğun kime ait olduğu değil de kadının kime nispet etmek istediğidir. Câhiliye insanı, yaygın olan fuhşun içerisinde doğan çocuklarına baba bulmak için böyle bir yola başvurmuştur. Bu tür bir ilişkide soyun karışmaması mümkün değildir. Doğan çocuk, kadının nispet ettiği kişinin değil de bir başkasının ise, ileride bu kadınla ilişki kuranlardan biri evlilik yoluyla bu çocukla akraba olsa -mesela kızını vererek-durum ne olacaktı. Böylece iki kardeş birbiri ile evlenmiş olacaktı. İslam, neseplerin karışmasına sebep olan mut’a nikahını haram kıldığı gibi bu tür nikahları da haram kılmıştır. Zaten bir kadının aynı anda birkaç erkekle evli olması, dinen mümkün değildir. Birçok insanın bir kadınla ilişkiye girmesi şeklindeki nikah, istibda ve bir önceki nikah türü gibi, on kişiden az kimsenin bir kadınla ilişkisi şeklinde de değildi. Bir çok insan bir araya gelir, bir kadınla ilişkide bulunurlardı. Bu kadın zinâkâr bir kadın olup, kendisine gelenleri geri çevirmezdi. Kapısının üzerine işaretler koyarak kendisini belli ederdi. Arzu eden, o işareti görünce bu kadınla ilişkiye girerdi. Böyle bir kadın hamile kalır ve çocuğunu doğurursa, o kadınla ilişkiye girenler toplanır, kendilerine bir kâif (insanların görünüşlerinden hüküm çıkarıp kime ait olduğunu bilen ilmi kıyafe sahibi kimse) çağırarak bu çocuğun kime ait olduğunu belirleyip, çocuğu onun nesebine katarlardı. 51 50 49. Hucurât, 13. 51 Çağatay, İslam Dönemine dek Arap Tarihi, s. 130. 16 Bu tür câhiliye nikahı da, ilk söz ettiğimiz hariç, İslam tarafından diğerleri gibi zina olarak değerlendirilen nikahtır. İstibda’da, bizzat kocasının direktifi ile evli bir kadınla bir erkek ilişkide bulunuyordu. Üçüncü tip nikahta erkeklerin sayısı on rakamına kadar ulaştı. Bu son câhiliye nikahında, bir kadınla ilişkiye girecek erkeklerin sayısında sınır yoktu. Bu uygulama şimdiki hayat kadınlığını hatıra getirmektedir. Yalnız doğan çocuğun kadınla ilişkide bulunan birinin soyuna ilhak edilmesi yönüyle ondan ayrılır. Hz. Aişe, yukarıda kaydettiğimiz bu dört câhiliye nikahı hakkında bilgi verdikten sonra: “Muhammed (s.a.v.) hakla gönderilince, bütün câhiliye nikahlarını ortadan kaldırdı. Ancak; bugünkü Müslümanların uyguladığı nikah hariç,” demiştir. 52 Câhiliye döneminde bedel ve hıdn/ haden nikahı denilen iki nikah çeşidi daha vardı. Bedel nikahı; iki erkeğin, hanımlarını karşılıklı olarak değiştirmeleri idi. Hıdn / haden nikahı ise kadınların gizlice dost edinmeleri metres hayatı yaşamalarının adıydı. Bu konu Kur’ân’da Nisa Sûresi’nin 25. âyetinin bir bölümünde “(siz Müslümanlar) hep birbirinizdensiniz, o halde fuhuşta bulunmayarak, gizli dost edinmeyerek, namuslu yaşadıkları halde sahiplerinin izni ile onları nikah ediniz. Mehirlerini de güzellikle veriniz.” 53 âyetiyle yasaklanmıştır. O halde söz ettiğimiz ilk nikah şekli, kızın veya kadının velisine dünür gitme, mehir tayin ederek evlenme ve kadından faydalanmanın yalnız kocasına has kılındığı nikah çeşidi meşrulaştırılıp diğerleri ise yasaklanmış ve zina olarak kabul edilmiştir. Kur'ânda bu tür örneklerin sayısı oldukça fazladır. Konunun anlaşılması için üç örnek kaydettikten sonra, Kur'ân ve Hadisin gücünden faydalanıp kendi isteklerini meşrulaştırmaya çalışan kişilerin örneklerine geçeceğiz. 52 el-Buhârî, Sahih, Nikah, 36, (VI, 132). 53 4.Nisa, 25; bu konuda bkz. Ateş, İslam'a Göre Câhiliye ve Ehl-i Kitâb Örf ve Âdetleri, s.343-344. Sarıcık, Câhiliye Nikahı Mut’a ve Diğer Câhiliye Nikahları, s.66. 17 1. Câhiliye Arapları arasında evlat edinen kimse, evladlığının hanımıyla kesinlikle evlenemezdi. Böyle bir davranış o toplumda büyük ayıp olarak kabul edilirdi. İslam Câhiliye dönemindeki evlatlık anlayışını kaldırarak, evlad edinen kimsenin, evlatlığının boşamış olduğu hanımla evlenmesini, "… Sonunda Zeyd (Hz. Peygamber'in evlatlığı), eşiyle ilgisini kestiğinde (boşandığında) onu seninle evlendirdik ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek hususunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Alah'ın buyruğu yerine gelecektir. " 54 âyetiyle meşrulaştırmıştır. 55 2. Mehir, nikah esnasında erkek tarafından kadına verilen bir mal ya da paradır. Câhiliye döneminde de bulunan bu uygulama, 56 daha sonra Kur'ân tarafından ıslah edilerek, "Kadınlara mehirlerini cömertce verin, eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şeyler bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin." 57 "Onlardan faydalandığınıza karşılık, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin, kararlaştırılandan başka, karşılıklı hoşnut olduğunuz hususta, size bir sorumluluk yoktur." 58 "Onlarla zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamaları halinde velilerini izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin." 59 âyetleriyle meşrulaştırılmış ve günümüzde de aynen uygulanmaktadır. 3. Diyet; İnsan veya insan uzvunun telef edilmesi karşılığı olarak verilmesi gereken tazminat veya kan bedeline denir. Câhiliye döneminde diyet uygulaması vardı. Mekkeliler Ficar Savaşlarında kendi ölülerinden fazla olarak öldürdükleri her kişi için diyet ödemişlerdir. 60 Kur'ân-ı Kerim şu âyetler ile mevcut olan diyet ödeme âdetini meşrulaştırmıştır: "Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. 54 33. Ahzâb, 37. 55 Geniş bilgi için bkz. Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına Cevaplar,s. 101134. 56 Ateş, İslam'a Göre Câhiliye ve Ehl-i Kitâb Örf ve Âdetleri, s.288-295. 57 4. Nisa, 4. 58 4. Nisa, 24. 59 4. Nisa, 25. 60 İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 128. 18 Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır." 61 "Bir müminin diğer bir mümini, yanlışlık eseri olmayarak (kasden) öldürmesi, yakışmaz. Kim, bir mümini yanlışlıkla (hatâen) öldürürse, mümin bir köleyi azad etmesi ve (ölenin) ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Meğer ki, onlar (o diyeti), sadaka olarak bağışlamış olsunlar. Eğer (öldürülen), mümin olmakla beraber, size düşman bir kavimden ise, o zaman öldürenin, mü'min bir köleyi azad etmesi lâzımdır. Şâyet kendileriyle aranızda anlaşma olan bir kavimden ise, o vakit mirasçılarına bir diyet vermek ve bir mü'min köleyi azad etmek gerekir. Kim bunları bulamazsa Allah'tan tövbesinin kabulü için, birbiri ardınca iki ay oruç tutması grekir. Allah her Şeyi bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir." 62 Hadisin toplum nazarındaki gücünden faydalanmak isteyen kişilerin yaptığı meşrulaştırmaya gelince, bununla ilgili de bir çok örneğe rastlamak mümkündür. Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettiği zaman İslam, Arap yarımadasının sınırlarını aşmıştı. Irak’ın fethinden sonra fetihler birbirini takip etmiş, Müslümanlar bu fethettikleri yeni ülkelerde çeşitli kavim ve dinlerle karşılaşmışlardı. Irak ve İran’da Zerdüştiyye, Mâneviyye ve Mezdekiyye gibi fırkaları olan Mecûsîler yaşıyordu. Müslümanların bu dine mensup kişilerle beraber yaşamaları gerekiyordu. Bu beraberlik, o kavimlere ait görüş fikir ve dini akidelerin Müslümanlar arasında yayılmasına sebep olmuştur. Yayılmada büyük rol oynayanlardan bazıları kendi dinlerini terk edip İslam’a girmişlerdi. Ancak İslam’a girenler, herhangi bir kasıtları olmasa da eski inançlarını yeni girdikleri dine katmak ve onları meşrulaştırmak istemişlerdir. Bunun sonucunda hadis uydurma olayına rastlanmıştır. Hilafet Emevîler’de iken diğer millet ve ırklara karşı sıkı politika izleniyordu. Ancak Abbasilerin iktidara gelmesinde Farslıların büyük payı olduğu için bu sıkı politikadan vazgeçilerek onlara karşı daha ılımlı davranıldı. İdarede onlara fazla yer verildi. O kimseler de kendi unutamadıkları örf ve âdetlerini yaymaya başladılar. Ayrıca, felsefe, hikmet ve diğer dinlerin mensuplarıyla karşılaşılması sonucunda, onlar da kendi din, örf ve âdetlerini unutamayıp bunlar için meşru zemin aramışlardır. Bu gayelerini gerçekleştirebilmek için Kur’ân’ı değiştirip, tahrife kalkışanlar olsa da başarılı olamamışlardır. 61 2. Bakara, 178. 62 4. Nisa, 92. 19 Hedeflerine ulaşmak için de Hz peygamber’in hadislerinin toplum nazarındaki gücünden faydalanma yolunu seçmişler ve bu amaçla da bir çok hadis uydurmuşlardır. 63 Anadolu’ya yerleşme aşamasında Türkler, kendi geleneklerini; İslam dininin kuralları, Arap-Fars kültür unsurları ve yerli Anadolu kültürüyle birleştirerek Anadolu kültürünü ortaya çıkarmışlardı. Orta Asya’dan gelen, Oğuznâme’nin ele geçmiş olan parçası ile Dede Korkut hikayelerinde toplanan, Türk âdet ve geleneklerinden bir çoğu kaybolmuş, yaşayanlar da varlıklarını sürdürebilmek için İslâmî şekle bürünmeye ihtiyac duymuşlardır. 64 İnsanlar eskiden beri yaşayıp geldikleri ya da menfaatlerine daha uygun gördükleri şeyleri Müslüman olduktan sonra da devam ettirebilmek için hadislerin gücünden faydalanmak istemişlerdir. Hadis uydurucuları (fikirlerini toplumda meşrulaştırmak amacında olan kimseler) “Almış olduğunuz hadislere bakınız, eğer biz bir fikir ortaya koyarsak onu hadis yapardık,” 65 diyerek bu gerçeği vurgulamışlardır. Nitekim, İslam’dan önce kınayı bolca kullanan topluluklar, onun devamını sağlamak ve onu meşrulaştırmak için İslam döneminde de kınanın fazileti ile ilgili rivâyetler ihdas etmişlerdir. 66 Kına gecesi başlığı altında da işleyeceğimiz gibi, rivâyete göre Hz. Peygamber (s.a.v.); “Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Kına yakmak, güzel koku sürmek, Misvak kullanmak ve nikah,” buyurmuştur. 67 el-Münzirî bu rivâyetin et-Tirmizî’nin Sünen’inde de geçtiğini ifade etmiştir. Ancak et-Tirmizî’nin kaydettiği rivâyette ( اﻟﺤﻨ ﺎءkına) yerine اﻟﺤﻴ ﺎء kelimesi geçmektedir. 68 Hadis âlimleri ise bu kelimenin nasıl okunacağı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Hâfız Ebu’l-Haccâc, doğrusunun اﻟﺨﺘ ﺎنolduğunu ve tashif yapılarak bu kelimenin değiştirildiğini söylemiştir. Ayrıca kına yakmanın erkeklere haram olduğunu belirterek, bu kelimenin kına kelimesinden başka bir kelime olması 63 Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, s.44-45. 64 Ülken, Anadoluda Örf Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, s.22-24. 65 es-Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, s.130. 66 Ali el-Kârî, Mevzuâtu’l-Kübrâ, s. 488. 67 el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 27, no: 2942. 68 et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 1, (III, 391-392), no: 1080. 20 gereğine işaret etmiştir. Zaten bu rivâyetin ravilerinden olan Ebu’ş-Şimâl mechul bir kişidir ve burada teferrüd etmiştir. 69 Başka bir rivâyette de Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in kendisine kına yaktığı bildirilmektedir. 70 Bu rivâyeti delil göstererek Hz. Peygamber’in de kına yaktığını savunanlar olmuşsa da âlimlerin çoğunluğu bunu kabul etmemişlerdir. 71 es-Suyûtî de bunu desteklercesine mevzu rivâyetleri derlediği eseri el-Leâli’l-Masnûa’da kınayla ilgili rivâyetlere yer vererek onların mevzu olduğuna işaret etmiştir. 72 Meşrulaştırma sadece daha önceki adetleri devam ettirme amacıyla yapılmamıştır. İnsanların menfaatlerine uygun olan bir çok sebebten dolayı meşrulaştırmaya baş vurulmuştur. Onlardan bazılarını aşağıya kaydederek kapsamının ne kadar geniş olduğunu göstermiş olacağız. Fiyatların yükseltilmesinden rahatsız olan halk, bunu yapan tüccarları vazgeçirmek için yasaklayıcı rivâyetler ihdas etmiştir. 73 Buna karşılık fiyatı yükselten tüccarlar da yaptıkları işi meşru gösterebilmek için; “Allah’ın kırmızı yakuttan bir meleği vardır. Bu melek her gün yeşil zümrütten olan bir hayvan üzerine iner, fiyatları ayarlar, sonra da semaya çıkar.” 74 Şeklindeki rivâyeti uydurarak fiyat yükseltmenin kendileri tarafından değil de melekler tarafından yapıldığını söyleyip bu işi meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Sosyal ve siyasi meselelerde de meşrulaştırmaya müracaat edilmiştir. Hilafet meselesinde tartışmalar yaşandığından taraflar kendilerinin hilafete daha layık olduğunu ispat etmek ve kendi görüşlerini toplum nazarında meşrulaştırmak istemiştir. 75 Bu tür bir rivâyette anlatıldığına göre; güya Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle söylemiştir: “Semaya yükseldiğim zaman, Allah’ım! benden sonra Ali b. Ebî Tâlib’i 69 et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 1, (III, 391-392), no: 1080; el-Mubârekfûrî, Tuhfetu’l-Ahvezî, IV, 167. 70 Müslim, Sahih, Fedâil, 100-103, (II, 1821), no: 2341. 71 en-Nevevî, Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîhi Müslim, XV, 95 72 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 140-141. 73 es-Suyûtî, a.g.e., Nikâh, II, 145; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 188, 192; İbnu’l-Cevzî, Mevdûât, II, 242. 74 es-Suyûtî, a.g.e., Nikâh, II, 144; İbnu’l-Cevzî, Mevdûât, II, 240. 75 Kandemir, Mevzû Hadisler, s.32 vd.; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, s. 91-121. 21 halife yap, dedim. Sema ehli ve melekler her yönden: “Ey Muhammed, yalnız Allah’ın dilediği şeyi iste, zira Allah senden sonra Ebû Bekir’in halife olmasını istiyor,” diye bağırıyorlardı.” 76 Bu rivâyetle hem Yüce Allah’ın hem de Hz. Peygamber’in desteğini almış görünen Hz. Ebû Bekr'in taraftarları onun hilafetini meşru bir zemine oturtmak istemiştir. Hz. Ali’nin hilafetini isteyerek onun meşru halife olduğunu savunanlar, İbn Abbas’ın: “Fitne olacak. Kim fitneye erişirse o kimsenin iki hususu takip etmesi gerekir. Onlar, Allah’ın kitabı ve Ali b. Ebî Tâlib’tir. Rasûlullah (s.a.v.) Ali’nin elini alarak şöyle dedi: “Bu bana ilk iman edendir. Kıyamet gününde benimle ilk musâfaha edecek olandır. Hakla batılı ayıran, ümmetin fârûkudur. Mü’minlerin şefidir. Mal zulmetin başıdır. O doğruların en büyüğüdür. Ve benden sonra halifemdir,” 77 dediğini yayarak, niyetlerini açıkça ortaya koymuş ve kendi görüşlerini meşrulaştırmak için Hz. Peygamber’in otoritesinden faydalanmayı düşünmüşlerdir. Hz. Ömer’in hilafetini destekleyenler de boş durmayarak benzeri rivâyetler uydurup meşrulaştırma ve halkın desteğini alma gayretine girmişlerdir. “Ben size gönderilmeseydim Ömer gönderilirdi.” 78 “Kim onu severse beni sevmiş olur. Kim de ona buğz ederse bana buğz etmiş olur,” 79 gibi rivâyetler bu türden örneklerdir. Bazı kelam alimleri; kader, cebir ve ihtiyar gibi meselelerde ihtilafa düştüklerinden dolayı, bunları takip eden kimseler kendi görüşlerini güçlendirmek ve haklılıklarını ispat etmek için hadisin gücünden faydalanmak istemiş, hatta kendi mezheplerini öven karşı tarafı da sapıklıkla itham eden rivâyetler ihdas etmişlerdir. 80 Müşebbihe mezhebinin kendisini meşrulaştırabilmek için Hz. Âişe’ye isnat ederek uydurduğu; “Nebî (s.a.v.), Rabb’ini kürsü üzerinde oturan bir genç suretinde 76 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, I, 301; İbn Arrak, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 343. 77 İbnu’l-Cevzî, Mevdûât, I, 245; es-Suyutî, a.g.e., I, 324-325; ez-Zehebî, Mizânu’l-İ’tidâl, II, 416. 78 İbnu’l-Cevzî, a.g.e., I, 320. 79 ez-Zehebî, a.g.e., II, 675. 80 Geniş bilgi için bkz. Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 42-48; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, s.75. 22 gördü. Onun, parlayan yeşil nurdan bir ayağı vardı.” 81 rivâyeti ile “Îman sahibine, günah zarar vermez; küfür sahibine de taat fayda vermez.” 82 “Amelin şirke faydası olmadığı gibi günah da İslam’a zarar vermez.” 83 şeklindeki rivâyetler mezheplerin müntesipleri tarafından kendilerini meşrulaştırıp karşı tarafın da batıl olduğunu ortaya koyma çalışmalarından başka bir şey değildir. Bazen bu basit bir çıkar için de yapılabilmiştir. “Men kezebe...” Hadisinin söylenmesine sebep olan hâdise de Hz. Peygamber’in otoritesini kullanarak yaptığı işi meşrulaştırma ve halka kabul ettirme ile ilgili bir örnek niteliğindedir. Rivâyet şöyledir: “Bir şahıs câhiliye devrinde Medine’den iki mil uzaklıktaki Benî Leys kabilesinden bir kadın istemiş, fakat isteği reddedilmişti. Daha sonra- Hz. Peygamber devrinde- bu kimse Rasûlullah’ın (s.a.v.) giydirdiği hırka, üzerinde olduğu halde kabileye gelmiş ve Rasûlullah bana mallarınız, kanlarınız hususunda hükmetmemi emretti demiş ve sonra câhiliye devrinde istediği kadının evine gitmiştir. Kabile, durumu tahkik etmek için birisini Hz. Peygamber'e göndermiş. Bu habere kızan Allah Rasûlü (s.a.v.): “Yalan söylemiş Allah düşmanı.” diyerek sahabelerden birini o kişiyi yakalamak üzere görevlendirmiş, ancak Hz. Peygamber’in (s.a.v.) gönderdiği kişi, onu yılan sokması sonucu, ölü olarak bulmuştur.” 84 Böylece şahsi isteğini gerçekleştirebilmek için Hz. Peygamberin toplum üzerindeki gücünden faydalanmak isteyen bir kişi engellenmiştir. Kendisine nikahı düşen bir kadına şehvetle bakmanın İslam ahlâkına ters olduğu bilinen bir husustur. Ahlâksızlığı teşvik eden, şehveti tahrik eden şeylerin Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mubârek ağzından çıkması mümkün değildir. Ancak bu günahı işlemek isteyenler, yaptıkları bu yanlış davranışlarını meşru gösterebilmek için hadis uydurarak, bakmayı teşvik etmişlerdir. “Üç şey, görmeyi arttırır; yeşile, akan suya ve güzel yüze bakmak.” 85 “Yeşile ve güzel kadına 81 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, I, 30. 82 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, 125. 83 es-Suyûtî, a.g.e., I, 44; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I,153. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Koçyiğit, Hadisçiler ile Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, s.56 vd.; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, s.74-83. 84 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, I, 55. 85 Accâc el-Hatîb, es-Sünne kable’t-Tedvîn, s. 242-244.. 23 bakmak görmeyi artırır.” 86 “Dört şey dört şeye doymaz: Kadın erkeğe, toprak yağmura, göz bakmaya, kulak habere. Güzele bakmak ibâdettir.” 87 şeklindeki rivâyet halk arasında “güzele bakmak ibâdettir.” veya “güzele bakmak sevaptır.” şekline sokularak kötü niyetli insanlar için bir bakma gerekçesi olmuştur. Oysa ki Hz. Peygamber, evlenme niyetiyle yapılmayan bir bakış için, ()اﻟﻨﻈ ﺮة ﺳ ﻬﻢ ﻣ ﻦ ﺳ ﻬﺎم اﺑﻠ ﻴﺲ “Bakış iblisin mızraklarından bir mızraktır.” 88 buyurarak böyle bir şeyin tehlikesine ve dinen meşru olmadığına işaret etmiştir. Yine dünyalık menfaat kazanma peşinde olan bir muskacı, yaptığı işi meşru gösterebilmek için şu rivâyeti uydurmuştur: “Bir kimse, Yâsîn sûresini dinlerse Allah yolunda 20 dinar harcamış gibi olur, okursa 20 hac yerine geçer, yazıp da onu içerse karnına bir nur, bin bereket, bin rahmet ve bin rızk iner. Ondaki her türlü hastalıkları yok eder.” 89 Burada açıkça muskacılığı teşvik ve onun iyi bir şey olduğunu göstermek amacı yatmaktadır. Oysa ki Kur’ân-ı Kerîm, içindekilerle insanların amel etmesi için indirilmiştir. Yoksa, okunup hastaların şifa bulması ya da suya okunup içilerek şifaya kavuşulacağına inanılması için indirilmemiştir. 90 Örneklerini artırabileceğimiz meşrulaştırma çabaları aslında örf ve âdetlerin oluşması aşamasında bir süreçtir. Eğer meşrulaştırma gayretleri başarılı olmuşsa artık o bir örf âdet halini almış demektir. Peygamberler gönderildikleri toplumlara yeni adetler getirdikleri gibi bazen de eski uygulamaları aynen ya da ıslah ederek meşrulaştırıp adet haline getirirler. Yukarıda kaydettiğimiz, Hz. Peygamber'in nikah ile ilgili yaptığı meşrulaştırma, Kur'ân âyetleriyle yapılan; Evlatlık, Mehir ve Diyet konusundaki meşrulaştırmalar daha sonra adet halini almışlardır. Meşrulaştırmanın başarılı olması, onun doğru olduğu anlamına gelmez. Bazen yanlış şeyler de rivâyet kalıbına sokulup tolumda meşrulaştırılarak âdet haline gelebilir. Anadolu'da muska yazarak hastalıklara şifa aranması bu tür meşrulaştırma çalışmasının başarılı olmuş 86 es-Sefâî, Mevdûât, vrk. 192. 87 Ali el-Kârî, el-Mevdûatü’l-Kübrâ, s.371- 436. 88 el-Hâkim, Müstedrek, IV, 349, no: 7875; et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, X, 173, no: 10362; elKuzâî, Müsnedü’ş-Şihâb, I, 195-196, no: 292, 293. 89 İbn Arrak, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 286; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, I, 232. 90 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Muhammed Ahmed Abdusselam, Kur’an Niçin İndirildi, Türkçesi: H. Rahman Açar, Fecr Yayınevi, 4. Baskı, Ankara 1996. 24 bir örneğidir. Sosyal hayatta her zaman çeşitli yöntemlerle ve çeşitli konularda meşrulaştırma yapılmaktadır. Bu toplum içerisinde yaşamanın bir sonucudur. Çünkü meşrulaştırma aynı zamanda toplumsallaştırma, yani toplumu rahatsız etmeyecek bir hüviyet kazandırma demektir. Konumuz olan düğün ve nikah birer toplumsal merasimdir. Dolayısıyla topluma uygun olması, yani onu rahatsız edecek bir yapı göstermemesi gerekir. Bu da toplumun değer yargılarına uygun olması anlamına gelir. Toplumun değer yarğılarını örf âdetleri oluşturur. Örf adelerin de oluşmasında, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, en önemli etken Din faktörüdür. Bu durumda Örf âdet, Meşrulaştırma ve Din kavramlarının birbirini tamamladıkları anlaşılmaktadır. 3. DİN Tolumda yerleşen her uygulamanın bir ortaya çıkış vakti ve sebebi olduğu gibi onun bir de meşrulaşma aşaması vardır. Din her iki aşamada da önemli yere sahiptir. Bazen o örf ve âdetlerin çıkışına kaynaklık ederken bazen de adetlerin tolumda yerleşebilmesi için onun onayına ihtiyaç duyulur. Her toplum için bir ihtiyaç olan din kavramını kelime anlamından başlayarak incelemeye çalışacağız. Din kelimesinin Arapça ( دﻳ ﻦdyn) kökünden mastar veya isim olduğu kabul edilerek onun “âdet, itaat, ceza, 91 durum, mükâfaat,” manalarına geldiği ifade edilmiştir. 92 Mütercim Âsım Efendi, dinin otuzu aşkın kelime anlamından söz etmiş ve bunlardan; ceza ve karşılık, İslâm, örf ve âdet, zül ve inkıyâd, hesap, hakimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, şeriat, itaat manalarının, terim anlamını yakından ilgilendirdiğini belirtmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de din kelimesi 92 yerde geçmektedir; ayrıca üç âyette de değişik türevleri yer almıştır. 93 Bu âyetlerde din kelimesi; Zül, yönetme - yönetilme, itaat, hüküm, tapınma, tevhid, İslam, şeriat, hudûd, âdet, ceza, hesap, millet. Âdet, yol, kanun, şeriat, millet, mezhep anlamında kullanılmıştır. “Rasûlullah kavminin dini üzerine idi.” ifadesindeki din kelimesi, âdet 91 el-Mısrî, et-Tıbyân fî Tefsîri Garîbi'l-Kurân,I, 51. 92 el-Cevherî, es-Sıhah; dyn maddesi. 93 9. et-Tevbe 29; 37. es-Sâffât 53; 56. el-Vâkıa 86. 25 anlamında kullanılmıştır ki bu husus; onun Hz. İbrahim’den kalma bazı âdetlere uyduğunu göstermektedir. 94 Terim olarak ise dini: Yüce Allah'ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümler olarak tarif edebiliriz. Seyyid Şerif Cürcânî'ye göre Din: Akıl sahiplerini Peygamberin bildirdiği şeyleri kabule çağıran ilâhî bir kânundur. 95 Elmalılı M. Hamdi Yazır Din'i; "iman ve amel konusu olarak akla ve irade hürriyetine teklif edilecek hak ve iyilik kanunlarının toplamıdır ki buna millet ve şeriat da denilir," 96 diyerek tarif etmiştir. Din, tarif edenin din anlayışına bağlı olarak çeşitli ifadelerle tarif edilmiştir. Dini, Hak din - Batıl din ya da kaynağı açısından İlâhî din - Beşerî din şeklinde ayırmak mümkündür. Nitekim her iki taksimi de içine alan şu tarif bu ayırımı doğrulamaktadır: "Din, Bir tolumun sahip olduğu, kutsal kitap, Peygamber veya kurucu, Tanrı kavramında genellikle içinde bulunduran, inaç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yaptığı ibâdet, yerine getirmeye çalıştığı ahlâkî kurallar bütünüdür." 97 Dinin menşei yönüyle insânî olduğuna işaret eden Peter L. Berger onu, "İnsan aktivitesiyle kurulan, her şeyi kucaklayan kutsal bir düzen, yani her an mevcut olan kaos karşısında kendi kendini korumayı bilen kutsal bir kurumdur," 98 diye tarif etmiştir. Ona göre Din, kendisiyle kutsal bir alanın kurulduğu insânî bir girişimdir. Bir kabile reisi kutsal olabildiği gibi, özel bir âdet ya da kurum da kutsal olabilir. 94 Geniş bilgi için bkz. Tümer, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Din Maddesi, IX, 312-320. 95 el-Curcânî, et-Ta'rîfât, s.141. Din kelimesinin tarif için bkz. Tümer- Küçük, Dinler Tarihi, s. 5-8. 96 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, I, 90. 97 Tümer- Küçük, Dinler Tarihi, s. 7. 98 Berger, Kutsal Şemsiye, s. 97. 26 Tarihi perspektiften bakıldığında insanların dünyalarının büyük bir kısmının kutsal dünyalar olduğu görülür. 99 Sosyolojik yönüne işaret eden Mardin’e göre ise Din, toplumun minyatürleştirilmiş modelini veren bir kurumdur. 100 İnsanlar dine her zaman ihtiyaç duymuşlar, din de her zaman var olmuştur. Bu durum, gelecekte de dinin var olacağını ve toplumları yönlendireceğini göstermektedir. Gelecekte insanların bugünkünden daha fazla dindar olmamaları için hiç bir sebep yoktur. Rodney Stark ve William S. Bainbridge 1985’te şunları söylemiştir: “Aydınlanma ile birlikte, batılı entelektüellerin çoğu dinin yok olacağı görüşünü savundular. Sosyoloji, antropoloji ve psikolojinin önderleri son derece emin bir şekilde kendi çocuklarının, onlar olmazsa da torunlarının, yeni bir dönemin doğuşunu göreceklerini, Freud’un deyişiyle “Çocukluk illüzyonlarından kurtulacaklarını” düşünüyorlardı. 101 Ancak daha sonra böyle olmadığı hatta insanların daha da dindarlaştığı görülmüştür. Berger, toplumda dinin yerine ve devamlılığına şöyle işaret etmektedir: “Kendimin ve bir çok sosyologun 1960’larda sekülerleşme üzerine yazdıklarının bir hata olduğunu düşünüyorum. Bizim o zamanki temel iddiamız sekülerleşme ile modernitenin paralel gittiği; daha çok modernleşmenin daha çok sekülerleşme getireceği şeklindeydi. Bu o kadar saçma bir teori değildi, çünkü bazı delilleri vardı. Ama sanıyorum özünde bir yanlışlık vardı. Bugün dünyanın çoğunluğu kesinlikle seküler değil, oldukça dindar.” Ayrıca bu görüşleri kaydeden Stark da şunları ifade etmektedir: “Yaklaşık üç asırdır süregelen tamamen başarısız kehanetlerden ve geçmiş ile şimdinin yanlış sunumundan sonra, artık sekülerleşme (dinsiz bir toplum) doktrinini başarısız teoriler mezarlığına defnederek, ona “rahat uyu!” demenin zamanı gelmiş gözüküyor.” 102 99 Berger, Kutsal Şemsiye, s.64- 67. 100 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 47. 101 Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s.124. 102 Stark, Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme, s. 67. 27 Sosyal bilimciler, sekülerleşme süreci sonucunda toplumda meydana gelecek din boşluğunun ne ile doldurulacağı konusunda endişeliydiler. Birçoğuna göre dinsiz bir toplum daha katlanılmaz bir hayat getirecekti. Bunun için de bazıları, seküler bir din şeklinin yeniden icad edilmesi gerektiğini düşünmeye başladılar. Frank Miller Turner XIX Asrın sonları ve XX. Asrın başlarında entelektüellerin yaşadığı bu gerilimi ve kültürel açmazı dile getirirken şunları söylemiştir: “Bu entelektüeller zamanla Hıristiyanlıkta var olan şekliyle kiliseden vazgeçtiler, ama bu onların hayata karşı dini bir tutumun gerekliliğini reddetmelerine neden olmadı.” Sosyoloji disiplinine ismini veren August Comte XIX. yüzyılın ortalarında toplumun dinî ve metafiziksel olmak üzere iki dönem geçirdiğini ve şimdi de kendisinin pozitif dönem olarak adlandırdığı yeni bir dönemin eşiğinde olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre bu üçüncü devrede akıl, doğa üstüne inanmanın yerini alacaktı. Bununla birlikte Comte (v.1852) dinsiz bir topluma geçişi de öngörmemişti. Hatta kendisi yeni bir din kurmaya teşebbüs etmiş ve kendisini de “İnsanlık Kilisesinin Kurucusu” olarak tanıtmıştır. Bu dinin doğa üstü bir gücü yoktu, ama bir sosyal kontrol mekanizması olarak dinin gerekliliği üzerine inşa edilmişti. Bireylerin sosyalleştirilmesini ve topluma bağlılıklarını sağlayacak olan sosyal ritüeller, onun din doktrininin merkezinde yer almaktaydı. Ayrıca Comte, “Pozitivist Cemiyet” isimli bir dernek kurmuş ve “İnsanlık Kilisesi”ni oluşturan bir gurup mürit edinmişti. Bu görüşleri aktaran Hadden; bu sosyal bilimcilerin, dinin yüzyıllarca etkin olduğu bir dünyada yaşamalarına rağmen, nasıl olup da dini göz önünde bulundurmayan bir toplum teorisi ortaya koyduklarını kendi kendime sormadan edemiyorum, diye tepkisini ortaya koymuştur. 103 Din toplumda uzlaştırıcı rol üstlenir. Dini kurumların resmi girişimleri olmasa bile, bir toplum içerisinde ona nüfuz etmiş ve her zaman barışla sonuçlanacak eğilimler olabilir. Mesela; Güney Afrika’da ırk ayrımının sebep olduğu problemli dönemin sona erdirilmesinde, kiliseler barışa katkı sağlamakla birlikte, halkın sahip olduğu Hıristiyan değerlerin daha esaslı bir rol oynadığı söylenmektedir. Berger, dinin toplum açısından bugünkü önemini değerlendirirken gâyet emin bir ifade ile; 103 Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s.128 vd. 28 dini dikkate almadan çağdaş konularda değerlendirmelerde bulunmanın son derece hatalı olduğunu ifade etmiştir. 104 Hadden sekülerleşme teorisini dört sebeple tenkit etmiştir: 1. Teoriye tenkitçi bir gözle bakıldığı zaman onun sistematiği olmadığı anlaşılmaktadır. 2. Eldeki veriler teoriyi desteklememektedir. 3. Sekülerleşmenin kurumsal dini etkisi altına aldığı bölgelerde yeni dînî hareketlerde hızla çoğalmanın görülmesi, dinin belki de tüm kültürlerde her zaman var olduğunu göstermektedir. 4. Dinin reformlarla, isyanlarla ve devrimle başının derde girdiği ülkelerin sayısı sürekli artmaktadır. Bu da sekülerleşme teorisinin “dini hayat gün geçtikçe özel alanına indirgenecek” şeklindeki öngörüyü geçersiz kılmaktadır. 105 Hadden, son derece emin bir şekilde, “dinin çok kısa bir sürede yok olacağı” tahmininde bulunan bir literatür yığınının nasıl yanıldığının, ve dinin gâyet çetin bir şekilde direndiğinin, görmezlikten gelinmesine şaştığını ifade etmiştir. 106 Dinin, tüm dünya milletleri nazarında önemli bir yeri vardır. Örneğin Amerikan halkının çok büyük oranı Tanrıya inandığını söylemektedir ve bu oran, son kırk yılda öyle önemli bir değişiklik göstermemiştir. Dini hayatta önemli bir canlanmanın da görüldüğü 1950’li yıllara ait veriler, tanrıya inanma oranının yüzde doksan dörtten aşağı düşmediğini ve hatta zaman zaman yüzde doksan dokuza kadar yükseldiğini göstermektedir. Kilise üyeliği oranlarına gelince, son kırk yıla ait istatistikler bu konuda çok az bir değişimin olduğunu göstermektedir. Kiliseye üye olanların oranı 1937’de yüzde yetmiş üç, 1984’te ise yüzde altmış sekizdir. En yüksek orana 1947’de yüzde yetmiş altı ile ulaşılırken, en düşük oran 1982’de yüzde altmış yedi olmuştur. Bazı dini alanlarda değişim gözlenmesine rağmen, kiliseye 104 Berger, Sekülerizim Sorgulanıyor, s. 30-32. 105 Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s.139. 106 Hadden, a.g.e., s.143. 29 devam açısından genel bir değerlendirme yapıldığında dengeli bir durum göze çarpmaktadır. Mesela; 1984 yılına ait rakamlar, 1939 ile aynı oranı yansıtmaktadır. 1950’lerdeki dînî canlanmadan sonra ise, kiliseye devam oranlarında yüzde kırklara varan bir düşüş görülmüş ve 1972’den itibaren de bu oranda seyretmiştir. Ferdî ibâdet ve dine bağlılıkla ilgili olarak, yıllara göre bazı farklılıklar görülmekle birlikte, genel anlamda yine önemli bir istikrar gözükmektedir. 1985 rakamları yüzde seksen yedilik bir oranın dua ve ibâdette bulunduğunu göstermektedir ki, bu oran 1948’deki yüzde doksan oranından pek de aşağı değildir. Gerçi sık ibâdet etme oranında (günde bir veya iki) önemli bir düşüş vardır; ama 1984 rakamları, her gün İncil okuyanların sayısının 1942 yılından daha aşağıda olmadığını göstermiştir. 107 Bu da toplumun dine bakışını ortaya koymaktadır. Bellah, dinin kültür ve toplum açısından önemini şöyle belirtmektedir: “Kanaatim o ki, din marjinal veya tarihe ait bir şey olmaktan ziyade, bugün tekrar kültürel hayatımızın ortasındaki yerini hızla almaktadır.” 108 Aynı görüşü destekler biçimde Delaney şunları ifade etmiştir: "Bana kalırsa dinsel dünya görüşleri inananlar cemaatinin sınırlarını aşıp kültürün tüm öğelerine girer. Bu dünya görüşleri, inansın inanmasın, şu ya da bu derecede dindar olsun, sıradan insanların gündelik yaşamlarını v din dışı gibi görünen kavramlarını etkiler." 109 Tüm dünya, dinin politik alanda da son derece etkili olduğunu gösteren olaylar yaşamıştır. Bu olaylarda dinin gösterdiği canlılık, hem sekülerleşme modeline meydan okumuş, hem de bütün bunların nasıl olduğunun açıklanması için yeni teorik modellerin üretilmesini sağlamıştır. 110 Medeniyetler beşiği olan Anadolu çeşitli dinlere ev sahipliği yapmıştır. Bu gün dahi diğer toplumlara nazaran Anadolu toplumunun daha dindar olduğunu söylemek mükündür. Ş. Mardin; Dini, Türkiye’de bir eylem aracısı olarak ele almış ve bunun sebebini de Anadolu kültüründe dinin önemli bir unsur olmasına bağlamıştır. Ona göre, aralarında seçim kaybetmiş liderlerin başta bulunduğu bir kısım politikacılar, din faktörünü Türkiye’de karşı durulmaz bir güç olarak 107 Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s. 144-147. 108 Bellah, Din İle Sosyal Bilim Arasında, s. 173. 109 Delaney, Tohum ve Toprak, s. 36. 30 görmektedirler. Bir kısmı dinin karşısında bir pozisyon alarak, diğer bir kısmı da dinin yanında bulunmakla kendilerine siyasi yönden puan kazandırmak amacı gütmektedirler. Bu da açıkça göstermektedir ki; Türk toplumu nezdinde dinin önemli bir yeri vardır. Din, bu toplumda önemli pirim yapmaktadır. 111 Nitekim bunu doğrulayan, 1959’da 11 milletin 6-14 yaşları arasındaki çocukları üzerinde yapılmış bir araştırmada, sorulan “siz nesiniz?” (what are you?) sorusuna Türk çocukları, verdikleri cevaplarda dinsel bir nitelik zikretmekte Lübnan’dan sonra baştan ikinci gelmiştir. Müslüman toplumlarda, batı toplumunda çok daha önemli bir fonksiyonu olan “değerler”in yerine “normlar” geçmektedir. Kişisel planda tercihler daha azdır. İnsanlar “dışa doğru” dönüktür. Ne yapmaları gerektiğini, kendi vicdanlarıyla yaptıkları bir muhasebeden çok, toplum normlarında ararlar. Bu psikolojinin Türkiye için günümüzde de geçerli olduğunu son yıllarda iki ayrı çalışma göstermiştir. Bunlardan biri; Kore’de esir düşen Türk askerlerinin davranışını eleştiren raporlardır. Bu raporlardan anlaşıldığına göre, Türkler, bir “grup” halini muhafaza ettikleri ve bu hiyerarşik yapılarını korudukları derecede, esir kamplarındaki hayata diğer milletlere oranla daha kolay dayanmaktadırlar. Fakat, hiyerarşik yapıları kaybolunca, diğer milletlerden daha çabuk dağılıp, daha kolayca beyin yıkamasına tabi tutulabilmektedirler. Diğer taraftan yapılan bir araştırmaya göre, toplumsal normlara bağlılığın diğer toplumlara nazaran Türk toplumunda daha önemli olduğu ortaya çıkmıştır. 112 Türkler İslamiyet’ten önce bir çok dine sahip olmuşlardı. Bunlardan birisi Şamanizm’dir. Ancak, Şamanizm’den sonra kabul etmiş oldukları ilk din İslamiyet değildir. Ondan önce Türkler, zaman zaman ve yer yer Budizm, Maniheizm, Mazdeizm, Nestarianizm gibi din ya da mezhepleri de kabul etmişlerdi. 113 Bu dinlerin, Türklerin yaşantı ve hukuku üzerinde etki etmemiş olması düşünülemez. 114 Türkler, X. ve XI. asırda topluluk halinde İslâmiyet’i kabul etmişler ve bundan sonra İslam hukukunu ve kültürünü benimsemişlerdir. 110 Hadden, Sekülerizmden Dönüş, s. 154. 111 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 38. 112 Mardin, a.g.e., s. 80-81. 113 Geniş bilgi için bkz.Günay, Güngör, Türk Din Tarihi, s. 31-128. 114 Günay, Güngör, a.g.e., s. 117-128. 31 Şamanizm denilince, Türklerin İslam’dan önce mensup oldukları bir din sistemi anlaşılmaktadır. Burada üzerinde durulmaya değer iki husus vardır: 1. Bazı araştırmalara göre Şamanlık Türklere ait olmayıp, bütün Asya’da yaygın, hatta yerli Amerika kültürlerinde benzerlerine rastlanılan, bir sihir sistemidir. Şamanlarla “kam”lar arasında bir münasebetten bahsedilse de bu ispat edilmekten çok uzaktır. 2. Birçok Asya kavimlerinde yer bulmuş olan şamanlar, tarihi vesikalara göre, Moğol istilasından sonra Müslüman Türkler arasında yayılmıştır. Gökalp’in dayandığı İslam devrine ait başlıca kaynaklar (Câmiu’t-Tevârih ve Târih-i Cihanküşa) Moğol idaresi zamanında, yani Moğol tesirinin Türkler arasında yayıldığı devre aittir. Ondan önceki Türk tarihinde Şamanlığa ait bir bilgiye rastlanmamıştır. Göktürklerin dini, Şamanlık değil, benzerlerine Çin ve Japonya’da da rastlanan düalist ve ahenkçi bir gök - yer dinidir. Bugünkü bilgimize göre, Anadolu’da Moğol istilasıyla başlayan Şamanlıktan değil, Uzak ve Ortadoğu’daki başka kaynakların da izlerini taşıyan eski Türk dininin tesirinden bahsetmek yanlış olmaz. Budizm, Maniheizm ve Hıristiyanlığı bu kaynaklar arasında zikredebiliriz. Ayrıca İslâmiyet’ten çok önce Anadolu’da yerleşmiş olan ilk Hıristiyanlık, yalnız bu memleketin ayrı köklerden gelen eski halkı arasında değil, Bizans imparatorluğu zamanında ücretli asker olarak Balkanlar’dan Anadolu’ya geçmiş olan Kuman Peteheneg, Ghuz Türkleri arasında da yayılmıştı. Uzun bir süre Ortodoks olarak ana dillerini saklamış olan bu Türkler, yakın zamana kadar İncil’i Türkçe yazıp dualarını Türkçe okumuşlardır. 115 Türklerin kısa sürede ve topluluklar halinde İslam’ı kabul etmelerinde eski dinlerinin tesiri olmuştur. İslam’ı kabul etmeden önce Maniheizm, Budizm, hatta kısmen Hıristiyanlık ve Yahudilik’in manevi terbiyesinden geçmiş olan Türk halkının hayal gücü İslam’ı anlamakta güçlük çekmemiştir. 116 Örneğin, İslam’daki miraç olayının benzeri Şamanizm’de de mevcuttu. Şamanlıktaki göğe yükselişte kanatlı bir atı temsil eden bir tahta, aynı zamanda göğün katlarını temsil eden basamaklı bir nevi merdiven vardı. Şaman, göğe Barak’la yükseliyordu. Mi’rac’da 115 Ülken, Anadolu Örf ve âdetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, s.4. 116 Ülken, a.g.e., s. 25. 32 zikredilen de Burak’tır. Cennet ve cehennem, “uçmak” ve “tamu” Türkçe kelimeleriyle anlatılmaktadır. Kuran’da da Miraç, İsrâ Sûresinde zikrediliyor ve şöyle deniliyor: “Eksiklikten uzaktır O ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescidi Aksâ’ya yürüttü. Tâ ki ona âyetlerimizden bir kısmını gösterelim. Gerçekten O, işitendir görendir.” 117 Görüldüğü gibi, İsrâ Sûresindeki mi’raç hadisesiyle şamanizmdeki göğe yükselme olayı bir birine çok benzemektedir. Ayrıca Budizm’in tesirini taşıyan Maniheizm’de miraçla ilgili ayrıntılı tasvir yer bulmuştur. Her iki dinde de cennet ve cehennem tasvirleri yer almıştır. İslam’ın farzlarından birisi olan salât’a Türkler “namaz” derler ki, kökü Hintçe olan bir Fars kelimesidir ve Maniheizm yoluyla Türkçe’ye geçmiştir. Pehlevî dilinde, Zerdüşt adına yapılan duayı ifade etmek üzere Namad kelimesi kullanılırdı. Nam isim (nom) demektir. Hintçe’de dua (salât), Namas veya Namazh, Afganca’da Namanj şeklini almıştır. Türkler, Müslüman olmadan önce kısmen Maniheizm ve Budizm’i kabul etmişlerdi. Belirli aralıklarla yapılan ve farz olan namazı biliyorlardı. Temizlenme için yapılan şeyler de Türkistan’da yaygın olan, namaza hazırlık görevinden ibaretti. 118 Yukarıda kaydettiğimiz gibi din; toplum için yokuluğu düşünülemeyecek, onun örf adetlerinin oluşmasında ve meşrulaşmasında büyük etkisi olan, sosyal bir kurumdur. Anadolu halkı tarihte bir çok dini benimsemekle birlikte günümüzde yoğunlukla İslam dinini yaşamaktadır. Kabul ettikleri dinlerin tesirlerini Anadolu'da günümüzde dahi uygulanan gelenek olarak görmek mümkümdür. 119 Ancak bu gelenekler varlığını İslam dininden onay alarak sağlamışlardır. Bu da İslam'da iki temel kaynak olan Kur'ân ve hadise uygun hale getirilmesiyle mümkün olmuştur. Bu bazen sahih hadislere göre kendisini ayarlama şeklinde olurken bazen de örf- âdete uygun rivâyet ihdas edilerek geçekleştirilmiştir. Çalışmamızda yer yer bunun örneklerini arz edeceğiz. Bu aşamada en etkili faktör rivâyetler olduğundan bu konunun bir başlık olarak incelenmesi faydalı olacaktır. 117 17.İsra, 1. 118 Ülken, Anadolu Örf ve âdetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, s.11. 119 Bu konuda bkz. Tahralı, Yaşanılan Dinin Neresi Gelenek, Neresi Dindir, s.268. 33 4. RİVÂYET Rivâyet; sözlükte "kuyudan su çekmek, birine su getirmek, su başına gitmek, kana kana su içmek ve ip bükmek manalarını veren "ravâ" fiilinin mastarıdır. Genel manada bir sözü veya olayı bir başkasına nakletmeyi ifade eder. Hadis terimi olarak ise rivâyet; Hz. Peygamber'in sünnetini aksettiren hadislerin haber verenlere isnad edilerek nakledilmesine denir. 120 Rivâyette üç unsur vardır. Bunlardan birincisi rivâyete esas olan hadis; ikincisi, bu hadisi kendisine haber verene isnad ederek nakleden kimse yani ravi; üçüncüsü de hadisi kendisine nakledenden alan kişi yani mervidir. 121 Ravinin işittiği hadisleri kelimesi kelimesine rivâyet etmesine lafzen rivâyet, bazı kelimeleri yerine manasını değiştirmeyecek başka sözler getirerk aktarılmasına ise mânen rivâyet denir. 122 Rivâyette bulunan üç unsurdan birisi olan hadis kelimesi, tezimizin ana unsurlarından birisi olduğu için onu biraz açmakta fayda görüyoruz. Hadis; Hz. Peygamber'in söz fiil ve tavırlarına ait haberlerdir. Başka bir deyişle hadis; Kavlî, fiilî ve takrîrî sünnetin sözle ifade edilmiş şekline denir. 123 Hadis anlamına gelen ancak nüans farklılıkları bulanan kelimeler de vardır. Bunları da kısaca izah ettikten sonra kaynağı açısında hadisin kısımlarına geçeceğiz. Hadis anlamına gelen kelimelerden birisi Haber'dir. Haber; kelime olarak bir konuda nakledilen bilgi anlamına gelir. Hadis ilminde ise; Hadis kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. Ancak hadisle haber arasında şöyle bir farklılık vardır. Hadis, sadece Hz. Peygamber'den nakledilen sözler için kullanılırken, haber Hz. Peygamber ve onun dışındaki kişiler yani sahabe, tâbiîn ve hatta daha sonraki kişilerden aktarılan rivâyetlere de denilir. Bu sebeple haber kelimesi hadis kelimesinden daha şumullüdür. Her hadis haberdir ancak her haber hadis değildir. 124 Bununla beraber haberle hadis kelimelerini bir birinden ayırarak, Hadisi Hz. Peygamber için, Haber'i ise diğer kişilerin sözü için kullanıp Hz. Peygamber'in 120 es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, s.13. 121 es-Suyûtî, a.g.e., s.14; Yardım, Hadis I, s. 57. 122 Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 322-323. 123 Koçyiğit, Hadis Tarihi, s.9-10; Yardım, a.g.e.,s.33; 124 Uğur, a.g.e., s. 106. 34 sözleriyle uğraşana muhaddis diğer bilgileri aktaranlara ise ahbâr diyenler de vardır. 125 Hadis ve haber'le eş anlamlı olarak kullanılan eser kelimesi ise Horasanlı fakihlere göre sahabeden mevkuf olarak gelen haberler için kullanılmaktadır. Yani Hz. Peygamber'in sözlerine haber, sahabenin sözlerine ise eser demişlerdir. İbn Hacer, mevkuf ve maktu hadise eser derken, en-Nevevî merfu, mevkuf ve maktu hadis için tamamına eser denileceğini söylemiştir. 126 Hadis, kaynağı açısından merfu, mevkuf, maktu, kutsî ve mevzu olmak üzere beşe ayrılır. Merfu Hadis; Hz. Peygamber'e isnad edilen söz, fiil ve takrirlerin tamamına denilir. 127 Mevkuf Hadis; Sahabilerin söz, fiil ve benzeri durumlarına dair rivâyet edilen ve Hz. Peygamber'e ulaşmayan haberlere denir. 128 Maktu Hadis; İsnadı tâbiî'ye kadar uzanan tâbiî'de kalarak daha ileri gidemeyen hadistir. Kısacası tâbiîlerden gelen ve onlara ait olan söz ve fiillere denir. 129 Kutsî Hadis; Manası Allah tarafından vahyedilmiş, fakat lafzı Hz. Peygamber'e aid olan hadislerdir. İlâhî ve Rabbâni hadisler diye de ifade edilmektedir. 130 Mevzû Hadis ise; Uydurulan söz ve zayıf hadislerin en kötüsü olarak da taif edilen, yalancıların uydurduğu ve iftira ederek Hz. Peygamber'e nisbet ettiği haberlerdir. 131 Koçyiğit, kapsamlı bir şekilde onu şöyle tarif etmiştir: "Başta İslam dinine kasdedenler olmak üzere, mensup oldukları siyasi fırka ve hizipleri, fıkhî mezhepleri, kabilelerini, dillerini, beldelerini, peşinden gittikleri imamlarını methetmek, halife ve emirlerin nezdinde yüksek mertebe kazanmak, cami ve 125 Yardım, Hadis I, s. 35. 126 es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, s.117; Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 83; Yardım, a.g.e., s. 35. 127 İbnu's-Salâh, Ulûmu'l-Hadîs, s.45; es-Suyûtî, a.g.e, s.116; Uğur, a.g.e., s. 217. 128 İbnu's-Salâh, a.g.e., s.46; es-Suyûtî, a.g.e., s.116; Uğur, a.g.e., s. 225. 129 İbnu's-Salâh, a.g.e., s.47; es-Suyûtî, a.g.e., s.124; Uğur, a.g.e., s. 209. 130 Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 9; Uğur, a.g.e., s. 188; Yardım, a.g.e., s. 43. 131 İbnu's-Salâh, a.g.e., s.98-99; es-Suyûtî, a.g.e., s.179; Subhi es-Salih, a.g.e., s. 219; Uğur, a.g.e., s. 226. 35 mescidlerde va'zettikleri cemaatin teveccühlerini kazanmak, halkın dini emir ve nehiylere karşı rağbetini artırmak maksadıyla din düşmanlarının, yalancıların ve cahillerin uydurdukları; sonra bu uydurulan şeylere, derecelerini yükseltmek için tanınmış hadis ravilerinden düzdükleri isnadlar ekleyerek hadismiş gibi Hz. Peygamber'e iftira ile isnad ettikleri yalan sözlere denilir." 132 Hadis alimleri rivâyetleri (hadisleri) sıhhat yönünden makbul ve merdud olmak üzere iki kısıma ayırıp makbul olanına sahih, merdud olanına da zayıf demişlerdir. 133 Başka bir taksime göre ise hadisler sıhhat yönünden üçe ayrılıp ilk ikisine bir de hasen hadis eklenmiştir. 134 Sıhhat yönüden farklı olan hadislerin Müslüman toplum üzerindeki yaptırım gücleri de farklıdır. Çalışmamızın sonraki bölümlerinde örf-âdetlerin oluşması ve meşrulaşması aşamasında bu hadis türleriyle karşılaşacağız. Örf-âdetlerin meşrulaşması aşamasında etkili olan rivâyetlerin kaynağını ve sıhhatini bilme, toplumu istenilen iyi âdetlere yönlendirmek için dinin yaptığı meşrulaştırma ile, kötü niyetli ve maksatlı kişilerin çeşitli çıkar sebebiyle yaptıkları meşrulaştırmaların ayırd edilmesini sağlayacaktır. Çünkü Anadolu kültürünün oluşmasında İslam dininin etkisi çok büyüktür. İslam'ın anlaşılması ve yayılmasını sağlayan ana kaynaklardan birisi ise, hatta kur'ân-ı da içine alan yeni tanımıyla en büyüğü, 135 sünnet ve onun sözlü aktarımı olan rivâyetlerdir. 5. KÜLTÜR VE MEDENİYET Kültür; geniş anlamlar ifade eden bir kelimedir. Onun bu özelliğinden dolayı farklı kaynaklarda çeşitli tarifleri yapılmıştır. Latince’de “toprağı işlemek” anlamına gelen bu tabir, daha sonra Batı Avrupa dillerinde “yüksek umûmî bilgi” anlamını kazanmış ve Türkçe’ye de böyle geçmiştir. Kültür tarihçileri Kültür'ü; “Bilgiyi imanı, sanatı, ahlâkı, örf ve âdetleri, ferdin mensup olduğu cemiyetin bir ferdi olması itibariyle kazandığı itiyatlarını ve bütün diğer maharetlerini içeren gâyet 132 Koçyiğit, Hadis Usulü, s. 132. Ayrıca bkz. Yardım, Hadis I, s. 48; Kandemir, Mevzu Hadisler, s. 17 vd.; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, 9; 133 Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 117. 134 es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, s.30. 135 Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 101. 36 girift bir bütündür.” diye tarif ederken, C. Wiesler, “Bir topluluğun yaşama tarzı” 136, E. Sapir, “Atalardan gelen maddî ve manevî değerlerin tamamı”, A. Young, “İnsanın tabiatı ve kendini idare etme yolu ile bizzat meydana getirdiği eser”, A. K. Kohen, “Umumi olarak inançlar, değer hükümleri, örf ve âdetler, zevkler, kısaca insan tarafından yapılmış ve ortaya konmuş her şey”, F. A. Wolf ise, “Bir millet fertlerinin iştirak halinde bulunduğu mânevî hayat” diye tarif etmişlerdir. 137 Bu tariflerden anlaşılan ortak husus, “kültür”ün daha çok her topluluğun kendine has yaşayış ve davranış tarzı olmasıdır. Ziya Gökalp de bunu vurgulayarak Kültür'ü (hars), bir milletin dînî, ahlâkî, hukûkî, entelektüel, sanatsal, lisânî, iktisâdî, fennî hayatlarının uyumlu bir toplamıdır,” 138 diyerek tarif etmiştir. Yukarıdaki tariflerin ışığında genel bir ifadeyle kültür; bir sosyal grubun maddî ve mânevî kazanımlarının tamamıdır, diyebiliriz. Bunun içindir ki, toplumların ekonomi kültürü, din kültürü, kıyafet kültürü, yemek kültürü, tören ve merasim kültürleri gibi kendilerine has kazanımları ya da özellikleri vardır. Bu yönleriyle de diğer sosyal gruplardan ya da milletlerden ayrılırlar. Hatta bu farklı yönlerini, yani kendilerine has kültürlerini, korumak için sosyal kontrol mekanizmasını çalıştırarak, bu sayede onun devamlılığını sağlamaya çalışırlar. Kültür bir toplumun yaşamındaki her olayla doğrudan ilgilidir. İnsan, gıdaya, örtünmeye, yerleşecek yere ve türünün devamını sağlamak için bir eşe; soğuğa, sıcağa ve rutubete karşı vücudunu korumaya, muhtaçtır. Kültür, bu hususta sadece imkanlar temin etmekle kalmıyor; bunların çeşidi, tarzı, biçimi hakkında ölçüler, kaideler ve normlar da ortaya koyuyor. Öyle ki, kiminle evlenilebileceği ve düğün törenlerinin nasıl yapılacağı, hatta daha da özele inilerek törenlerdeki ikramın şekline ve içeriğine varıncaya kadar kültürün etkisini görmekteyiz. Beslenme ihtiyacı rast gele gıdalarla sağlanmıyor; kültür, bunların çeşidi ile birlikte hazırlanış şeklini, pişirme tarzını da önceden tespit etmiş bulunuyor. Elbisenin şekli, biçimi örf ve âdetle, moda ile belirleniyor. Evin inşası ve seçimi konusunda da toplumun değerlerinin ve ideallerinin etkisi inkar edilemez. Toplumsal yaşamın en önemli 136 Turhan, Kültür Değişmeleri, 37. 137 Turhan, a.g.e., 36 vd. 138 Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s. 30. 37 gereği, fertler arasındaki münasebetlerin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesidir. Kültür, kendi varlığını mensuplarının iş birliğine, çeşitli meslek ve sanat sahiplerinin uyumlu bir şekilde çalışmalarına, ya doğrudan doğruya ya da vasıtalı olarak bir birine yardım etmelerine borçludur. Bu çeşit ilişkileri, ferdi-kolektif faaliyetleri temin ve düzenlemeye yarayan toplumsal kurumlar, müesseseler, örf ve âdetler, ahlâkî ve dînî sorumluluklar, onların yaptırımları olan cezâî kanunlar ve diğer mevzuatlar düzenler. Kültürün içeriğini bir nesilden diğerine aktaran bir vasıtaya ihtiyaç olduğu açıktır. Gerçekte en basitinden en mükemmeline kadar her toplumda, hatta en ilkel topluluklarda bile rastlanan bu vasıta terbiye (örf ve âdete uygun davranma) sistemidir. Genç nesiller toplumun kurallarına, örf ve âdetlerine bu sistem sayesinde alıştırılmakta ve ona göre yetiştirilmektedir. Böylece kültür, kesintisiz bir şekilde nesilden nesle ulaşmakta ve devamlılığını sağlamaktadır. Kültürü; büyük kültür, küçük kültür, maddî kültür ve mânevî kültür olmak üzere dört kısma ayırmak mümkündür. Büyük kültür, daha medenî ve gelişmiş bir yapıya sahiptir. Küçük kültür ise buna nazaran kendini geliştirememiş, ya da dar alanda kalarak varlık gösterememiş olan kültürdür. 139 Küçük kültür, yavaş yavaş büyük kültürün içine girmeye çalışır. Ona ulaşmak ve onunla bütünleşmek, medeniyete kavuşmak olarak yorumlanır. Gelişme ve modernleşmede büyük kültürle kaynaşmak, hedef olarak kabul edilir. İslam’ın geldiği zamanlarda Arapların ve diğer toplumların kültürleri, örf ve âdetleri İslam’ı büyük kültür olarak kabul ettikleri için; onunla birleşmeyi ve kaynaşmayı hedefleyerek, bir çok eski adetlerini de bu yeni ve büyük kültür olan İslam kültürünün içine sokmaya çalışmışlar ve bu konuda da büyük oranda başarılı olmuşlardır. Maddî ve manevî kültüre gelince; bunlar da insanın iki yönünü oluşturan madde ve ruhla ilgili birikimlerini ifade etmektedir. İnsan, fiziki çevreyi biçimlendirmeyi ve tabiatı iradesine boyun eğdirmeyi mümkün kılan her çeşit aleti geliştirir. Ayrıca o; dili, edebiyatı, ahlâk değerlerini, dini anlama şeklini ya da beşerî dinler gibi insanların duygularına hitap eden her şeyi de kendisi üretir. İnsanlar, 139 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 155. 38 maddî kültür alanında ne kadar ilerlemişlerse; manevi kültür alanında da o kadar ilerleme ihtiyacı duymuşlardır. Madde ve ruhtan oluşan insan bu iki yönden birini ihmal ettiği zaman aradığı mutluluğu yakalayamamıştır. 140 Kültür ile neredeyse aynı anlamı içeren bir de medeniyet kelimesi vardır. Milletlerin ortak değerleri seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtalarının tamamına medeniyet denir. Ancak, bu ortak değerler milletlerin kültürlerinden meydana gelmektedir. Batı medeniyeti denildiği zaman, din bakımından Hıristiyan toplumların manevi değerleriyle, teknolojik birikimleri anlaşılmaktadır. Oysaki Batı, bir çok kültürü içerisinde bulunduran devletlerden ve milletlerden oluşmaktadır. Bilim ve teknik yönünden aynı şeyleri kullanmalarıyla birlikte, her birinin dilleri, örf- adetleri, ahlâk anlayışları, edebiyatı, masalları, folklorları ve giyiniş tarzları farklı farklıdır. Hepsi Hıristiyan olmakla birlikte din anlayışları bile aynı değildir. Aynı şey, İslam ve doğu medeniyetinde de söz konusudur. İşte, aynı medeniyet içinde olmalarına rağmen, farklı inanış, davranış ve düşünce, her milletin kültürünü oluşturur. Yani, her kültür farklı bir topluluğu temsil eder. Türk milleti de dili, örf adeti, dini, hukuku, düşüncesi ve hadiseler karşısındaki davranışları ile asırlardır yaşadığına göre, onun da bir milli kültürü ve medeniyeti vardır. Kültür, karakter bakımından özel, medeniyet ise geneldir. Medeniyet kültürlerden doğar. Bir topluluğun varlığı, orada bir kültürün de varlığını gösterir. Antropoloji alimi R. Thurnwald; “Kültür, tavırlardan, davranış tarzlarından, örf ve âdetlerden, düşüncelerden, ifade şekillerinden, kıymet biçmelerden, tesislerden ve teşkilattan oluşan öyle bir sistemdir ki; tarihi bir mahsul şeklinde oluşmuş, ananeye bağlı bir cemiyet içinde, onun medenî vasıtaları ile karşılıklı tesirler sonucunda meydana çıkmış ve bütün unsurlarının zamanla diğerlerine kaynaması sayesinde uyumlu bir bütün haline gelmiştir. Buna karşılık medeniyet, düzenli bir bilgi birikimine ve teknik vasıtalara sahip olmayı ifade eder. Bir formülde ifade edilmesi istendiği takdirde denebilir ki kültür, takılmış bir tavırdır. Medeniyet ise, bilme ve yapabilmedir,” 141 diyerek kültür ile medeniyet arasındaki ilişkiye işaret etmiştir. 140 Berger, Kutsal Şemsiye, s.42. 141 Turhan, Kültür Değişmeleri, s. 38. 39 Toplum her ne kadar yalnızca kültürün şekillendirdiği bir yapı olarak gözükse de aslında insan, kültürün oluşması aşamasında önemli bir yere sahiptir. 142 Yani; kültür bir taraftan toplumu şekillendirirken, diğer taraftan toplum tarafından yenilenir, olgunlaştırılır ve değişmiş olur. Bunun için de kültür canlı ve değişken bir yapıdır. Bu değişmede; insanların icatları, keşifleri ve toplumun bir bütün olarak daha da gelişmesi etkili olmaktadır. Kültür, canlı ve değişebilen bir yapı olmakla birlikte, bir anda değişime uğramaz. Değişse bile eski halinden izler taşıdığı şu örnekte açıkça görülmektedir: Norveç’in kolonisi olan İzlanda, Norveçli iki Olaf’ın zora dayalı Hıristiyanlaştırma politikası sonunda bu dine girmişlerdir. Yaklaşık 1000 yılında Althing’te yapılan bir antlaşmada İzlandalılar, tüm halkın Hıristiyan olması ve vaftizli olmayanların vaftiz edilmesi, şeklinde bir kanun çıkarmayı kabul ederek, Norveç baskısına boyun eğmişler; ancak, kanuna “halk özel hayatlarında eski tanrılarına kurban sunabilir” şeklinde bir madde eklenmiştir. Putperestlik, sonuçta tamamen yasaklanmasına rağmen, bugün bile, İzlandalılar arasında çeşitli şekillerde varlığını sürdürmüş ve bu sebeple onların kiliseye katılım anlamındaki Hıristiyanlaşmaları hep alt düzeyde kalmıştır. 143 Bugün, Anadolu’da da aynı şey söz konusudur. Anadolu’nun İslamlaşmasından sonra bir çok örf ve âdetler yok olmakla karşı karşıya kalmış ve onları ayakta tutmanın tek yolu, ileride örneklerini göreceğimiz gibi, onları İslam’a göre yeniden şekillendirmek olmuştur. İslam Kültürü, islama ait olan, onun getirdikleri ile islama nispet edilen yani sonradan icat edilenlerden oluşmaktadır. 144 Zaten bu Hz. Peygamberin arzuladığı bir sonuçtur. Çünkü o, Muaz b. Cebel’i vali olarak atadığında ona ne ile hükmedeceğini sormuş, o da Allahın kitabı ve Rasûlü'nün sünneti ile hükmedeceğini söylemiştir. Orada bulamadığı konularda nasıl hükmedeceğini sorunca da, re'yimle hükmederim diye cevap vermiştir. Bunun 142 Berger, Kutsal Şemsiye, s. 41, 43. 143 Stark, “Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme” Sekülerizim Sorgulanıyor, s. 54. 144 Bu konuda bkz. Ünal, “İslam Kültürünün Sürekliliğini Sağlamada Hadis ve Sünnetin Rolü”, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, s. 25. 40 üzerine Allah Rasûlü çok memnun olmuştur ve doğru yolun bu şekilde olduğunu vurgulamıştır. 145 Kültürler temsil ettikleri toplulukla birlikte, zaman ve çevre şartlarına uyup, bizzat sosyal değerler ortaya koyarak veya dış tesirlerle gelişerek canlılıklarını sürdürürler. Birer canlı yapı olan kültürler, uzun zaman sonunda değişseler de özlerini kaybetmezler. “Ana kültür kalıbı” belirli bir karakter halinde varlığını devam ettirir. 146 Mardin’in görüşleri de bunu destekler mahiyettedir. Ona göre kültür; bir kere ortaya çıktıktan sonra, değişen şartlar dolayısıyla, toplumun ihtiyaçları değiştiği zaman bile kendi varlığını devam ettirme gayreti içerisinde olur. Mesela; doğum kontrolünün kötü olduğu şeklinde dinî planda oluşan bir inanç, bilimsel ve teknolojik araçlarla sağlıklı yaşam koşullarına kavuşan ve öncesine oranla daha fazla üreyen bir toplumda, başlangıçtaki toplumu yaşatıcı fonksiyonunu kaybettiği halde, kendiliğinden meşru inanç olmaktan çıkmaz. 147 Bugün, bazı örf ve âdetlerin temelini araştırdığımız zaman, onun geri planında eski Türklere dayanan bir yönünün olduğu ve değişmelere uğrayarak bugünkü hale geldiklerini görmek mümkündür. Günümüzde uygulanan, gelinin başına şeker atma adeti buna güzel bir örnek teşkil etmekte. Neden yapıldığı bilinmemekle birlikte, kaynağı araştırıldığı zaman eski Türklerde önemli manalar içeren bir uygulama olduğu görülmektedir. Ata ruhlarına saygı ve onların ruhlarından yardım bekleme kültürü -bugün bile- türbelerden medet ummak, oralara giderek bahtının açılacağına inanmak, evliliklerin mutlu bir şekilde devam etmesini sağlamak ve çocuk istemek şekliyle varlığını sürdürmektedir. Türklerin İslamiyet’e girmesiyle, eski kültürlerini de İslamlaştırma olayı gerçekleşmiştir. Zaten, kültür canlı bir yapıya sahip olması dolayısıyla yeni şartlara göre şekillenme özelliği gösterir. 148 Görüldüğü gibi kültür ve medeniyet toplumun bilgi ve âdetlerinin birikiminden oluşan bir bütündür. Toplumun bilgi kaynağı ve örf âdetlerinin temel 145 et-Tirmizî, Sünen, el-Ahkâm, 3, (III, 616), no: 1327. 146 Geniş bilgi için bkz. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 15 vd.; Turhan, Kültür Değişmeleri, s. 37 vd. 147 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 56. 148 Anadolu’nun çeşitli yörelerindeki yatır ve türbelerden kendi müşahedelerimiz sonucu bu kanaate varılmıştır. 41 dayanağı olarak din, önemli bir yer işgal etmektedir. Anadolu toplumunun dini olan İslam’ın ise en önemli iki temel kaynağı vardır. Bunlardan birisi Kur’ân, diğeri ise Hz. Peygaber’in söz fiil ve takrirlerini içeren sünnettir. Hz. Peygamber İlâhî iradeye uygun bir toplum meydana getirmeye çalışmış, Hz. Peygamberin toplumu şekillendirmesini anlatırken örneklerinin görüleceği gibi, bu yolda bir çok âdetleri kaldırırken bazılarını ıslah etmiş bazen de yeni uygulamalar getirmiştir. Böylece İslam kültürünün temellerini atmıştır. Anadolu toplumu da Müslüman toplum olduğu için örf ve âdetlerinde İslam kültürünü yansıtması beklenir. İslam kültüründe de Hz. Peygamber'in ve onun hadislerin yerinin büyüklüğü tartışma götürmez bir husustur. Bu sebeple Hz. Peygamber'in toplumu şekillendirerek İslam kültürünü oluşturmasına örnekler sunan bir başlık açıp sonraki dönemlerde ve günümüzde kültürün oluşmasında hadislerin etkisine işaret etmek istiyoruz. 5.1. İslam Kültürünün Oluşmasında Hz. Peygamberin Rolü Peygamberler, toplumu fikrî ve amelî yönden ıslah etmek üzere Yüce Allah tarafından görevlendirilen elçilerdir. Filozofla aralarındaki en açık farklardan birisi, onların sadece fikir öne sürmekle kalmayıp, onu hayata aktarmaları, toplumu o şekilde yönlendirip şekillendirmeleridir. Allah’tan gelen emirlerin uygulayıcısı ve açıklayıp yorumlayıcısı konumundadırlar. Zaten bilindiği üzere İslam dininde de ilk temel müracaat yeri Kur’ân ve sonra da Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri anlamına gelen sünnettir. Kur’ân’da Yüce Allah “Peygamber size neyi emrederse onu alın, yasakladığı şeylerden de sakının” 149 buyurmaktadır. Sahabiler bu mesajı layıkıyla alarak Hz. Peygamberi kendilerine model kabul etmiştir. Cabir (r.a.) konuyla ilgili olarak; “... Kim Muhammed’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de Hz. Muhammed’e âsî olursa Allah’a isyan etmiş olur. Muhammed insanlar arasında hak ile batılı birbirinden ayırandır” 150 diyerek bu itaatini ortaya koymuştur. Sahabe Hz. Peygamberi örnek alma kararını sedece sözde bırakmayıp davranışlarıyla da göstermiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) altın bir yüzük edinince insanlar da hemen altın yüzük takmışlar, bir süre sonra Allah Rasûlü 149 150 59. el-Haşr 7. el-Buhârî, Sahih, İ’tisam 2, (VIII, 140). 42 (s.a.v.): “Ben altından bir yüzük takmıştım. Artık onu asla takmayacağım” diyerek yüzüğü çıkartması üzerine ashab da altın yüzüklerini çıkartmıştır. Daha sonra Hz. Peygamber gümüş bir yüzük takmış, insanlar da onu görünce gümüş yüzük takmaya başlamıştır. 151 Sahabe’nin Hz. Peygamberi her yönüyle model kabul edip onu takip ve taklid ettiklerini gösteren örnekleri çoğaltmak mümkündür. Peygamberler, toplumu temel olarak İnanç, ibâdet ve muâmelât olmak üzere üç yönden değiştirip onları ilâhî iradeye uygun hale getirmeye çalışmışlardır. Şimdi bunları ayrı ayrı örneklendirerek Hz. Peygamber’in toplumu nasıl şekillendirdiğini göstermeye çalışacağız. Ancak burada tamamını detaylarıyla anlatmak niyetinde değiliz. Zaten böyle birşeye kalkışmak İslam’ın tamamını anlatmaya çalışmak demektir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e Mekke’de peygamberlik verildiğinde O, çevresindeki insanlara öncelikle Allah’a ve diğer iman edilmesi gereken esaslara imanı anlatmış, onları inanç yönünden değiştirip şekillendirmek istemiştir. Risaletin Mekke dönemi, inancın yerleştirilmesi ve bu yönde indirilen âyetlerin anlatılıp yayılmasına yönelik faaliyetleri içermektedir. Hadis kitaplarının İman bahsi bu konuda bizlere geniş malzeme sunmaktadır. Kur'ân-ı kerim'in sayfa itibariyle yaklaşık beşte üçü Mekke döneminde nâzil olmuştur. Bu âyetlerde de genel olarak tevhid, nübüvvet, Âhiret, Cennet ve Cehennem'den bahsedilmektedir. Bu dönemde her şeyden öce inancı putperestlikten, şirkten ve Âhireti inkardan temizlemek gerekmekteydi. O zaman için bu gerekli ve öncelikliydi. Çünkü Hz. Peygamber, puta tapan, Allah'a şirk koşan, âhirete inanmayan ve Peygamberi kabul etmeyen bir toplum içerisinde neşet etmişti. Hz. Âişe (r.a.) bu durumu; "…Kur'an'da ilk nazil olanlar, Cennet ve Cehennemin anlatıldığı mufassal surelerdir. İnsanlar İslam'da toplandıkları zaman helal ve haram ile ilgili sûreler inmiştir. Eğer başlangıçta 'içki içmeyin' şeklinde vahiy inseydi, biz asla içki içmeyi terk etmezdik. Zina etmeyin şeklinde âyet inseydi, biz asla zinayı terk etmeyiz derlerdi…" 152 şeklinde özetlemiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber kendisine gelip islamı soran kişilere öncelikle, Allah’tan başka ilah olmadığına ve 151 el-Buhârî, Sahih, İ’tisam 4, (VIII, 144); Libâs 46, (VII, 51). 152 el-Buhârî, Sahih, Fadâilu'l-Kur'ân, 6, (VI, 101). 43 kendisinin Allah’ın Rasulü olduğuna inanmayı tavsiye ediyordu. Şu rivâyetler bunu açıkça göstermektedir. Muâz (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) beni Yemen'e gönderirken: ‘Sen Ehli Kitâb bir kavme vardığında, onları, Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Rasûlü olduğuma davet et. Eğer sana bu konuda itaat ederlerse, onlara Allah’ın beş vakit namazı farz kıldığını söyle…’ diye tavsiyede bulundu,” 153 demiştir. Abdulkays kabilesi Hz. Peygambere gelerek, “Biz her zaman gelemiyoruz, bizim yapacağımız, geridekileri de ona davet edeceğimiz şeyleri bize söyle,” derler. Allah Rasûlü onlara, dört şeyi yapmalarını, dört şeyi de yapmamalarını tavsiye eder. Yapmalarını söylediği ilk şey: “Allah’a iman, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet etmektir… ” 154 diye cevap vermiştir. Yine, “Ey Allah’ın Rasûlü! Yaptığımız zaman cennete gireceğimiz bir amel söyle,” diyen sahabeye Allah Rasûlü; “Allah’a kulluk yapman, ona hiçbir şeyi ortak koşmaman, namaz kılıp oruç tutman….” 155 diye cevap vermiştir. Hadis kitaplarının îman bahsinde bolca örneklerine rastlayacağımız bu rivâyetlerle Hz. Peygamber puta tapan, Allah’a şirk koşan, kendi elleriyle ağaçtan ve helvadan şekiller yapıp onu ilah yerine koyan bir toplumu şirkten uzaklaştırıp, tek Allah inancına yöneltmek istemiştir. Hz. Peygamber, önceleri dikili gördükleri her şeyi put yerine koyup tapan câhiliye toplumuna Allah’a şirki hatırlatacak şeyleri yasaklamıştır. Ancak bir süre sonra puta tapma inancını tamamen temizledikten sonra bunları da serbest bırakmıştır. Yani toplumu artık geriye dönmeyecek şekilde değiştirmiştir. Bütün bunlar Hz. Peygamberin toplumu inanç yönünden nasıl değiştirip şekillendirdiğini göstermektedir. İnanç yönünden belli bir değişime ulaştıktan sonra dinin ikinci kısmı olan ibâdetler farz kılınmaya başlamıştır. Örneğin; Namazın farz kılınışı Mekke döneminin sonunda Miraç olayından sonra, orucun farz kılınışı hicretten bir buçuk 153 Müslim, Sahih, Îmân, 29, (I, 50). 154 Müslim, Sahih, Îmân, 23, (I, 46). 155 Müslim, Sahih, Îmân, 15, (I, 44). 44 yıl sonra Medine döneminde, haccın farz kılınışı hicretin 9. yılında, zekatın farz kılınışı ise hicretin ikinci yılında Medine dönemindedir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) güzel örnek olma vasfı, özellikle ibâdetlerde kendini göstermektedir. “Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız öyle namaz kılınız.” 156 “Hac menâsikinizi benden alınız.” 157 Şeklindeki rivâyetler bunu göstermektedir. Ashab Allah Rasûlünden nasıl gördülerse öyle ibâdet etmişlerdir. Hatta bir defasında namaz kıldırırken birden ayakkabılarını çıkarttığını gören müslümanlar ayakkabılarını çıkartmışlar, bunu niçin yaptıkları sorulunca da Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yaptığını görüp kendilerinin de aynısını yaptıklarını ifade etmişlerdir. Oysaki Hz. Peygamber’e Cebrail (a.s.) ayakkabısının altında pislik olduğu için onu çıkartmasını söylemiştir. 158 Bunun dahi dinden bir şey olacağını düşünerek ashap aynısını yapmayı tercih etmiştir. Dünyanın her yerinde ve her kültür ortamında Müslüman nüfus mevcuttur. Bu Müslümanların farklı bölge ve kültür ortamında yaşamalarına rağmen yine de bir çok ortak yönlerine şahit olmak mümkündür. İbadet şekilleri ve düşünce dünyaları bir birinin aynısıdır. Hac mevsiminde kolayca anlaşabilen hacıların durumları bunu doğrulamaktadır. Daha önce hiç görüşüp prova yapmayan insanların haç mevsiminde aynı şeyleri beraberce yapmaları hadisin toplumu nasıl yönlendirdiğini göstermektedir. Kur’an Hac ile ilgili genel bilgiler verirken teferruat hadislerde yani Hz. Peygamber’in yaşantısında toplanmıştır. Bu durum ibâdet hayatının şekillenmesinde hadisin yerini göstermektedir. 159 Ashab Hz. Peygamberi kendisine her yönüyle model olarak kabul ediyordu. Hz. Peygamber de 23 yıllık peygamberliğinde topluma istediği şekli vermeye çalışıyordu. 160 Müslümanlar Hz. Peygamberi o kadar takip ediyorlardı ki, O (s.a.v.) namazda terliğini çıkardığı için onlarda çıkartıyorlar, 161 Hz. Peygamber nasıl ve ne 156 el-Buhârî, Sahih, Ezan, 18, (I, 155). 157 Müslim, Sahih, Hac, 310, (I, 943); İbn Huzeyme, Sahihu İbn Huzeyme, IV, 277, no: 2877. 158 Ebû Davud, Sünen, Salât, 88, (I, 426-427), no: 650; A. b. Hanbel, Müsned, III, 92. 159 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Görgün, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, “İslam Kültür Birliği ve Sünnet” s. 35 vd. 160 Örnekler için bkz. Ünal, İslâmın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve değeri, “İslam Kültürünün Sürekliliğini Sağlamada Hadis ve Sünnet”, s. 26 vd. 161 Ebû Davud, Sünen, Salât, 88, (I, 426-427), no: 650.. 45 kadar ibâdet yaparsa onlarda öyle ibâdet yapmaya çalışıyorlardı. 162 Bu bağlılık, ibâdet hayatının ona benzer şekilde oluşmasını sağlamıştır. Günümüzde inanan insanlar, Hz. Peygambere olan sevgi ve bağlılıklarının sonucu olarak, onun gibi ibâdet etme, onun gibi giyinme, onun gibi konuşma ve onun gibi yaşama gibi bir çok hususta ona tabi olmayı sünnete uyma ve onun şefaatine nail olma vesilesi olarak görmektedirler. Bu yüzden müslüman toplumun örf ve âdetlerinin hadislere uygun olması, en azından ona ters düşmemesi beklenen bir durumdur. Nihâyet böyle de olmuştur. İleriki konularımızda, düğün ve nikah ile ilgili örf âdetlerde hadise ve sünnete uyma konusunda Anadolu toplumunun ne kadar dikkat ettiğini örnekleriyle göreceğiz. İslam, sadece îman ve ibâdetten oluşmayıp onun sosyal hayata hitap eden geniş bir yönü vardır. Hz. Peygamber'in örnekliği ve toplumu şekillendirmesi asıl sosyal hayata yönelik konularda olmuştur. Hadislerde, muamelât dediğimiz alış-veriş, hibe, borç verme, ticarî ve zirâî ortaklıklar, kira, emanet, kefalet, havale rehn, şuf’a, vakıf, vasiyyet, haddler, kısas, şahidlik gibi hususlarda geniş bilgiler bulmak mümkündür. Fakihler bu konularda hüküm verirlerken Hz. Peygamberin hadislerine müracaat etmişlerdir. Sünen kitapları bunun en güzel örnekleridir. Hz. Muhammed (s.a.v.) sosyal yaşantı ile ilgili insanlara örnek bir yaşantı sunmuştur. "Ben güzel ahlâkı tamalamak için gönderildim" 163 hadisi bu gerçeği ifade etmektedir. Günümüze kadar bir çok filozof ve fikir adamları insanları değişik yönlerde etkilemiş ve yönlendirmişlerdir. Ancak tarihte Hz. Peygamber gibi toplumu her yönüyle etkileyen ve etkisi ebedî olan başka bir insan yoktur. Hz. Muhammed’in hayatı onun ashabı tarafından en ince teferruatına kadar araştırılmış, hatta hayatında geçen önemli olaylarla birlikte doğumundan ölümüne kadar günlük yaşantısı kaydedilmiştir. Onun söz, davranış ve takrirleri, nasıl giyindiği, nasıl yürüdüğü, oturma ve konuşma şekli teferruatıyla hadis kitaplarında mevcuttur. Saçının şekli ve rengi, namazda, yemekte ve yeni bir elbise giydiği zaman nasıl duâ ettiği, hanımlarına, ailenin diğer fertlerine ve çevresine nasıl davrandığı gibi hayatına ait bütün incelikler sahabe tarafından gözlemlenmiş ve örnek alınmıştır. Bu vesile ile Hz. Peygamberi konu alan Hadis, Siyer, Meğâzî, Şemâil ve Delâil gibi bir çok ilim 162 el-Buhâri, Sahih, Libas, 43, (VII, 50). 163 Mâlik, Muvatta, Hüsnü'l-Ahlâk, 1, ( II, 904); İbn Ebî Şeybe, Musannaf, VI, 324, no: 31773. 46 dalı ortaya çıkmıştır. 164 Ayrıca toplumda o güne kadar devam ede gelen bazı alışkanlıkları kökten değiştirmiş ve toplumu sosyal yaşamın her bölümünde ahlâkî olarak iyiye ve doğruya yönlendirmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıya kaydedeceğiz. 1. Hz. Peygamber, toplumun kız çocuklarına bakışını değiştirmiştir. Câiliye döneminde Mekke'de kız çocuklarına yönelik kötü muamele yapılmaktaydı. Hatta diri diri toprağa gömülmeye kadar varan insanlık dışı uygulamalar vadı. Bir gün bir adam Hz. Peygambere gelerek kız çocuğunu nasıl diri diri toprağa gömdüğünü anlattı ve şunları söyledi: “Ey Allah’ın elçisi! Biz câhiliye döneminde putlara tapan ve çocukları öldüren bir millet idik. Benim bir kızım dünyaya gelmişti. Konuşacak çağa gelince; kendisini çağırdığımda sesini duyunca sevinirdim. Bir gün onu yanıma çağırdım ve ardım sıra götürdüm. Sonunda bir kuyunun başına geldik. Kızımın hiç bir şeyden haberi yoktu. Kuyunun başında elinden tuttum ve kuyuya attım. Ondan duyduğum en son söz “Babacığım, babacığım”! diye kuyuda yankılanan çığlıktı.” Adam bunu anlatınca Hz. Peygamber ağlar ve elleriyle gözlerinin yaşını siler. Orada bulunanlardan biri “Ey Allah’ın elçisi! Ona üzüldün mü”? diye sorar. Hz. Peygamber ona “Bırak! O kendisini meşgul eden şeyi soruyor” der. Sonra adama dönerek olayı tekrar anlattırır. Adam tekrar anlatır. Olaydan çok etkilenen Hz. Peygamber sakalı ıslanıncaya kadar ağlar ve adamı, “Allah câhiliyede işlenen kötülükleri silmiştir. Sen iyi işler yapmaya devam et” şeklinde teselli eder. 165 Hz. Peygamber bu durumda olan kızların ve kadınların durumlarını düzeltti ve onlara toplumda önemli bir konum kazandırdı. 2. Hz. Peygamber, kabile kardeşliğini kaldırıp din kardeşliğini getirmiştir. Bu kardeşlikte zengin-fakir, köle-hür, yerli- yabancı, Ensâr- Muhâcirîn gibi ayırıma gidilmemiş ve insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduğu gösterilmiştir. Bunun en güzel örneğini hicretten sonra Medine'de Ensar ile Muhâcir arasında kardeşlik anlaşması yaparak göstermiştir. Kardeşleştirilen kişiler bir birine varis bile olmaktayken daha sonra bu durum kaldırılmıştır. Kardeşlik akdi 45 Ensar'dan 45'de Muhacirden olmak üzere 90 kişi arasında ya da 50 Ensar'dan 50 Muhacir'den olmak üzere 100 kişi arasında olduğu bildirilmektedir. 166 Kardeş olarak seçilenler gelişi 164 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Yardım, Peygamberimizin Şemâili, s. 19-28. 165 ed-Dârimî, Sünen, Mukaddime, 1, (I, 13), no: 2. 166 İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 238. 47 güzel değil belli bir tanıma sonucunda bir birine fıtraten uygun kişiler arasında gerçekleştirilmiştir. Bunlardan bazılarının isimleri şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.v.) > Ali b. Ebî Tâlib Hazma b. Abdulmuttalib> Zeyd b. Hârise Cafer b. Ebî Tâlib> Muaz b. Cebel Hz. Ebû Bekir> Hârice b. Züheyr Ömer b. El-Hattâb> İtbân b. Mâlik Ebû Ubeyd b. Abdullah b. Cerrâh> Sa'd b. Muâz b. Nu'mân Abdurrahman b. Avf > Sa'd b. Rebî Zübeyr b. el-Avvâm >Seleme b. Selâme b. Vakş Osman b. Affân> Evs b. Sâbid b. Münzir Talhâ b. Ubeydullah> Ka'b b. Mâlik Sa'd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyl> Ubey b. Ka'b Mus'ab b. Umeyr b. Hâşim> Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rebia > Abbâd b. Bişr b. Vakş Ammâr b. Yâsir> Huzeyfe b. el-Yemân Ebû Zer el-Gıfârî > Münzir b. Amr Hâtıb b. Ebî Beltea> Uveym b. Sâide Selmân el-Fârisî > Ebû Derdâ ve Uveymir b. Sa'lebe Bilal el-Habeşî > Ebû Ruveyhe, bunlardan bazılarıdır. 167 Kardeşlikte o kadar ileri gidilmiştir ki, evine tarlasına ve diğer mallarına varıncaya kadar, kardeşler mallarını aralarında paylaşmışlardır. 3. Hz. Peygamber, iki kız kardeşi aynı anda nikah altında tutmayı yasaklamıştır. O zamana kadar iki kız kardeşi aynı anda nikah altında tutmak mümkündü. Hz. Peygamber bu âdeti kaldırmıştır. Nitekim İslâm'ı kabul etmezden önce iki kız kardeşle evli olan Firûze ed-Deylemi'ye kardeş olan iki hanımından birisini boşamasını emretmiş, o da boşamıştır. 168 4. Hz. Peygamber, hayata olumlu bakmayı öğretmiştir. Suheyb'in (r.a.) bize bildirdiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) inanan kişinin en olumsuz zamanda bile mutlu olabileceğini vurgulayarak, iyiliğe şükrederek, kötülükler karşısında ise 167 İbn Hişâm, İslam Tarihi, Siret-i İbn Hişâm Tercemesi, II, 177-178. 168 A.b. Hanbel, Müsned, IV,232. 48 sabrederek sevab kazanabileciğini ve her iki halde de kazançlı çıkacağını belirtmiş, mutsuzluğa ve olumsuzluğa gerek olmadığını öğretmiştir. 169 5. Hz. Peygamber, toplumu güvenilir olmaları yönünde eğitmiş ve bunu kendi şahsında göstermiştir. Peygamberlikten önce Mekke'de el-Emîn diye anılması ve hiç kimseyi aldatmaması bunun örneklerindendir. Mekke'den Medine'ye hicret edeceği akşam, kendi yatağına Hz. Ali'yi yatırıp sabah müşriklerin kendisine emanet ettikleri malları teslim etmesini istemesi, hem de kendisini öldürmeyi planlayan ve memleketinden çıkmaya zorlayan insanların mallarına zarar vermeden geri teslim etmeyi düşünmesi, onun güvenilirliğine ve ümmetinin de böyle olmasını arzu ettiğine güzel bir örnek teşkil etmektedir. Ayrıca hadislerinde, "Bizi aldatan bizden değildir" 170 "Kişinin kalbinde iman ile küfür bir arada bulunmaz, güvenilirlik ve hainlik de bir arada olmaz." 171 "Emaneti olmayanın îmânı yoktur." 172 "Mü'min, insanların kendisine güvendiği kimsedir. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, kötülüklerinden komşusunun emin olmadığı kişi cennete giremez", 173 buyurarak toplumu güvenilir olmaya teşvik etmiştir. 6. Hz. Peygamber toplumu hoşgörülü olmaya çağırmıştır. Hoşgörü, O'nun hayatında önemli bir yer işgal etmiştir. O, insanlara iyilikle yaklaşmış ve hiç kimseye dinini anlatırken zorlamada bulunmamıştır. Bunun aksine "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, korkutmayınız", 174 "Hoşgörülü davran ki, sana da hoşgörülü davranılsın," 175 buyurmuş ve kendi yaşantısında da bunu bir davranış olarak göstermiştir. Nitekim bir gün, üzerinde Necran mamulü bir elbise ile yürürken, yanına yaklaşan bir kişi Hz. Peygamberin elbisesini hızlıca çekmiş ve elbise Hz. Peygamberin boynunda iz yaparak kızartmıştır. Hatta bununla da yetinmeyerek, "Yâ Muhammed! söyle de bana yanındaki mallardan versinler," demiştir. Hz. Peygamber adama dönerek gülümsemiş, onu azarlamamış ve hatta 169 Bkz. Müslim, Sahih, Zühd ve'r-Rekâik, 64, (III, 2295). 170 Müslim, Sahih, İman, 164, (I, 99). 171 A.b. Hanbel, Müsned, II, 349. 172 A.b. Hanbel, Müsned, III, 135. 173 A.b. Hanbel, Müsned, III, 154. 174 el-Buhârî, Sahih, Meğâzî, 60, (V, 108); Müslim, Sahih, Cihad ve’s-Siyer, 6, 7, (II, 1358-1359). 175 A.b. Hanbel, Müsned, I, 248. 49 istediğini vermelerini emretmiştir. 176 Daha bunun gibi bir çok örnek vermek mümkündür. Sadece Müslümanlar arasında değil diğer dinlere mensup kişilerle de hoş görü çerçevesinde ilişkilerde bulunmayı hedeflemiştir. Nitekim hicretten sonra Medine'de Müslüman, Yahudi ve hırıstiyan gibi farklı dinlerden insanlarla Medine anlaşması yapılmış ve bir anayasa düzenlenmiştir. 7. Hz. Peygamber yeniliklere açık olmayı öğretmiştir. O, ashabıyla istişere eder ve başkalarının fikirlerine önem verirdi. İstişare etme isteği, yeni fikirlere açık olmanın bir göstergesidir. Nitekim Hendek savaşından önce ashabıyla durum değerlendirmesi yapmış, Selmân-ı Fârisî'nin ortaya attığı ve o güne kadar hiç uygulanmayan bir fikri kabul ederek şehrin etrafına hendek kazılmasına karar vermiştir. 177 İbn Abbas’ın bildirdiğine göre Hz. Ali şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz bir olayla karşılaşsak, o konuda da âyet nâzil olmamış, sizden de bir sünnet vârit olmamışsa ne yapmamızı buyurursunuz.” Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle cevap vermiştir: “Mü’minlerin âbidlerinden bir komisyon oluşturun. Sadece kendi şahsi görüşlerinizle karar vermeyin.” 178 Bu davranışlarıyla ashabına yeniliklere açık olma ve istişare etme yöntemi öğretmiştir. 8. Hz. Peygamber, aile kurma ve aile içi davranışlar konusunda örnek tavırlar sergilemiş ve Müslüman toplumu da öyle olma konusunda teşvik etmiştir. "En hayırlınız ailesine hayırlı olandır. Bana gelince ben ailesine en hayırlı olanınızım." 179 "En hayırlınız hanımlarına karşı iyi davranınızdır," 180 hadisleriyle de toplumu aileye ve özellikle de kadınlara iyi davranma konusunda uyarmıştır. Ayrıca önceden kadın çocuk doğurunca aileye dahil edilirken, Hz. Peygamber aileyi evlilik ve nikah ile tesis etmiş, kadını nikahla aileye katmıştır. Günümüzde de kadın evlilikle aileye dahil edilmekte, yani evliliği erkekle kadın birlikte irade beyan ederek kurmaktadır. 9. Hz. Peygamber çok evliliği dört kadınla sınırlandırmıştır. O, câhiliye döneminde yaygın olan çok kadınla evlenme âdetini, "Sizin için uygun olan kadınlarla ikiye üçe ve dörde kadar evlenin." 181 âyetinde de emredildiği gibi en fazla 176 el-Buhârî, Sahih, Libas, 18, (VII, 40); Müslim, Sahih, Zekat, 128, (I, 730-731). 177 et-Taberî, Târîhu'l- Umem ve'l-Mülûk, II, 91. 178 el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, I, 178, 180. 179 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 50, (I, 636). 180 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 50, (I, 636). 181 4. Nisa, 3. 50 dört ile sınırlandırmıştır. Hatta bu konuda da şart olarak, aralarında âdil davranacaksa birden fazla evlenebileceğini, ancak âdil davranmanın da çok zor olduğunu, yine bu âyet bizlere bildirmektedir. Zaten kendisi de evlilik hayatının büyük bir bölümünü tek evli olarak geçirmiştir. 10. Hz. Peygamber Medine vesikası ile toplumu bir devlet haline getirmiş ve yeni bir sistem kurmuştur. O zamana kadar Arap yarımadasında kabile düzeninde bir yaşam görülürken, adlî bir mekanizma bulunmazken, merkezî otoriteyi oluşturarak, adlî sistemi oluşturmuş, güven içinde yaşayabilmek için Medinedeki insanlardan bir ordu oluşturmuş, kan davası, güçlünün zayıfı ezmesi vs. gibi tolumun rahatsızlık duyduğu bazı şeyleri kaldırarak toplumun bir devlet halinde ve güven içinde yaşamasını sağlamıştır. Bunu da Medine Site devletinin Anayasasında güvence altına almıştır. 182 Ayrıca devlet düzeninin sağlanması ve korunması hususunda da dikkat edilmesi gereğini öğreten bir çok hadis mevcuttur. İrbâd b. Sâriye şöyle rivâyet eder: Bir gün Rasulullah (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırdı. Sonra bize dönerek etkili bir konuşma yaptı. Gözler yaşardı, kalpler duygulandı. Bir kişi: “Yâ Rasûlallâh! Bu sanki veda konuşmasına benziyor. Bizlere ne tavsiye edersiniz deyince, o şöyle buyurdu: “Size Allah’tan korkmanızı, başı kuru üzüm gibi bir habeşî bile olsa âmirinizin emrini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İçinizde benden sonra yaşayacaklar pek çok ihtilaflar görecekler. Sizler benim ve hidâyet üzere olan râşit halifelerin sünnetine uyun. Ona sımsıkı yapışın. Sonradan uydurulmuş şeylerden kaçının. Çünkü sonradan uydurulanlar bidattir. Her bidat da dalâlettir.” 183 Nitekim bu konuda da 23 senelik peygamberliğinin sonunda mutlu sonuca ulaşmıştır. 11. Hz. Peygember toplumu eğitim konusunda bilinçlendirmiştir. O'nun gönderildiği toplum câhiliye dönemini yaşamaktaydı. Bu sebeple Yüce Allah ilk emir olarak, "Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir spermadan yarattı. Oku. Rabbin kerem sahibidir. O, kalem ile yazı yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti", 184 mealindeki âyeti göndermiştir. Kureyş'ten okuma yazma bilenlerin 182 Medine Site devletinin anayasasının tam metni için bkz. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 149-153. 183 A.b. Hanbel, Müsned, IV, 126-127; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, 6, (I, 15-16), no: 42; ed-Dârimî, Sünen, Mukaddime, 16, (I, 43-44), no: 96. 184 96. Alak, 1-5. 51 sayısının on yedi olduğu bilinmektedir. 185 Bu oranı yukarıya doğru çekebilmek için Hz. Peygember her fırsatı değerlendirmiş ve toplumu eğitim konusunda duyarlı hale getirmek istemiştir. Örneğin, Bedir esirlerini on müslümana okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakması, 186 hicretten sonra ilk olarak, Mescidi Nebinin yanına, ashabı eğitmek için, bir sofanın yapılması ve İslam’ın ilk okulunun böylece açılması, 187 ayrıca civar memleketlere muallimler göndermesi onun eğitime verdiği önemi göstermektedir. Bu davranışları daha sonraki Müslüman toplumlar için eğitime büyük önem verme konusunda zorlayıcı birer sebep olmuştur. 12. Hz. Peygamber evlatlık müessesesini yeniden düzenlemiştir. Câhiliye Araplarında evlatlık, evlat ile eş tutulurdu. Aralarında miras söz konusu olup bir birine nikah düşmezdi. Oysa yüce Allah Evlatlık ile evladın bir olmadığını, 188 bir birine aslında yabancı olduğunu ve nikah düşeceğini âyetle bildirmiş ve bunun uygulamasını Hz. Peygamberin şahsında model olarak göstermiştir. 189 Zeyd b. Harise Hz. Peygamber'in evlatlığı idi. Ona Hz. Muhammed'in oğlu derlerdi. Evlatlık konusundaki düzenlemeden sonra Hz. Peygamber daha önce Zeyd ile nikahlanmış olan Zeyneb binti Cahş ile evlenmiş ve bu konudaki uygulamayı şahsında göstermiştir. 190 Bundan sonra Müslüman toplumlar aynı şekilde davranmışlardır. 13. Hz. Peygamber tıp alanında yeni bir anlayış getirmiştir. Çaresiz hastalıkların olmayacağını her derdin bir de dermanının olduğunu söyleyerek insanların tıp alanında devamlı çalışma ve ilerleme içerisinde olmalarının gereğini bildirmiştir. Hadis kitaplarında "Kitâbu't-Tıb", "Tıbb-ı Nebevî" gibi isimlerle ayrı bölümler açılmış ve burada Hz. Peygamber'in topluma tıb alanında kazandırdıklarından bolca örnekler yer almıştır. Bunlardan bazılarını aşağıya kaydedeceğiz: "Allah verdiği derdin şifâsını da verir." 191 185 Geniş bilgi için bkz. Koçyiğit, Hadis Usulü, s. 20. 186 İbn Sa'd, et-Tabakât, II, 22. 187 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 132. 188 Bkz. 33. Ahzab, 5, 40. 189 Bkz. 33. Ahzab, 37. 190 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber ile İlgili İddialarına Cevaplar, s. 101-133. 191 el-Buhârî, Sahih, Tıb, 1, (VII, 12). 52 "Kim bilmediği halde hekimlik yaparsa sebep olduğu zararı öder." 192 "Bir yerde veba olduğunu duyarsanız oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba olursa oradan ayrılmayınız." 193 14. Hz. Peygamber ailelerin çocuklara bakış açısını değiştirmiştir. O, çocuklara ayrı bir önem verir ve onlarla ilgilenip arkadaş olurdu. Bir defasında Hz. Peygamberi torunu Hz. Hasanı öperken gören Akra b. Hâbis, "Siz çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var hiç birisini öpmedim" der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" buyurur. Yine Hz. Peygamberin yanına gelen bir A'râbî, "Siz çocukları öper misiniz? Biz öpmeyiz" deyince Allah Rasulü ona: "Allah senin kalbinden merhameti kaldırdıysa ben ne yapabilirim" demiştir. 194 Hz. Peygamber, toplumu inanç, ibâdet, sosyal yaşantı ve ahlâk konusunda İlâhî iradeye uygun olarak şekillendirme isteğiyle üstün bir gayretle çalışırken, sahabe de ona olumlu tepki göstermiş ve bir süre sonra câhiliye toplumundan asrı saadet devri meydana gelmiştir. 195 O dönemin insanları Peygamberin yaşantısına tabi olmada gevşek davransalardı, istenilen değişiklik gerçekleşemezdi. Ancak şimdi örneklerini kaydedecceğimiz üzere durum bunun tersine gerçekleşmiş ve Hz. Peygamber’in, dolayısıyla onun söz ve davranışlarının insanlar üzerinde mükemmel etkisi görülmüştür. Bir nine Hz. Ebû Bekir’e gelip mirastan ne kadar pay alacağını sorunca, Hz. Ebû Bekir ona bu hususta Allah’ın kitabında bir şey olmadığını ve Hz. Peygamberin sünnetinden de bu konuda bir şey bilmediğini söyler. Sonra da ona gitmesini ve kendisinin bu konuda insanlara bir şey bilip bilmediklerini soracağını söyler. Sahabilere sorunca el-Muğîre b. Şu’be şöyle der: “Ben Allah Rasûlü’nün yanındaydım. O nineye altıda bir verdi.” Bunun üzerine ona, “Senden başka buna şahit olan var mı?” diye sorunca, Muhammed b. Mesleme el-Ensârî kalkarak aynı şeyi söyler. Bunun üzerine nine için miras konusunda bu yönde karar verilir. 196 192 İbn Mâce, Sünen, Tıb, 16, (II, 1148), no: 3466. 193 el-Buhârî, Sahih, Tıb, 29, (VII, 21). 194 el-Buhârî, Sahih, Edeb, 18, (VII, 75). 195 Geniş bilgi içi bkz. Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 263-384. 196 Abdurrezzâk, Musannef, X, 274; Ebû Dâvud, Sünen, el-Ferâiz, 5, (III, 316-317), no: 2894; A. b. Hanbel, Müsned, IV, 225. 53 Sahabe'nin Hz. Peygamber'in sünnetine verdiği büyük önemden dolayı sosyal kontrol mekanizmasını çalıştırarak zaman zaman ona ters davrananları uyardıkları ve sert tepki gösterdikleri de olmuştur. Şimdi kaydedeceğimiz örnekler bunu açıkca göstermektedir. İmran b. Hüseyn’in bildirdiğine göre, Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Hayânın tamamı iyidir.” Buseyr b. Ka’b hadisi rivâyet eden İmran’a: “Fakat biz bazı kitaplarda sükûnet ve vakarın hayadan kaynaklandığı gibi, zayıflık ve acziyetinde esasında hayâdan kaynaklandığını okuyoruz” deyince; İmran b. Hüseyn ona; “Ben sana Rasulullah’tan hadis rivâyet ediyorum, sen ise muhâlefet ediyorsun” diyerek kızgınlığını ve şaşkınlığını ifade eder. 197 Abdullah b. Mugaffel, bir kişinin çakıl taşıyla avlandığını görünce, böyle yapmamasını söyler ve Rasulullah’ın bundan men ettiğini söyleyerek şöyle buyurduğunu ifade eder: “Bu avı vurmaz. Düşmanı da öldürmez. Sadece diş kırar göz çıkartır.” Abdullah daha sonra bu kişinin aynı şeyi yapmaya devam ettiğini görünce ona kızarak; “Ben sana Rasûlullah’ın hadisini haber veriyorum, sen ise taş atmaya devam ediyorsun. Bundan sonra seninle asla konuşmayacağım.” 198 der. İmam eş-Şâfiî bir gün bir hadis rivâyet eder ve arkasından da “sahihtir” diye ekler. Orada bulunan birisi: “Ey Ebû Abdillah! Sen de aynı kanaatte misin” diye sorunca, sinirlenir ve: “ Ey adam! Sen beni hiç Hıristiyan olarak gördün mü? Bana kiliseden çıkarken rastladın mı? Belimde Hıristiyan zünnarına şahit oldun mu? Hem Rasûlullah’tan hadis rivâyet edip hem de aynı kanaatte olmamak mümkün mü?” diye cevap verir. 199 Mescidde daima aynı direğin dibinde namaz kılan Seleme b. Ekvâ'ya (v.74/676) bunun sebebi sorulduğunda, Hz. Peygamberi bu direğin yanında namaz kılarken gördüğünü söylemiştir. 200 Ebû Eyyûb el-Ensârî (v.50/672) Rasûlullah'ı misafir ederken, ona sarımsaklı bir yemek ikram eder. Onu Rasûlullah'ın yemediğini görünce; haram olup olmadığını 197 el-Buhârî, Sahih, Edeb, 77, (VII, 100); A.b. Hanbel, Müsned, IV, 427, 436. 198 el-Buhârî, Sahih, ez-Zebâih, 5, (VI, 219); Müslim, Sahih, Sayd, 54, (II, 1547); İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, 2, (I, 8), no: 17. 199 es-Suyûtî, Sünnetin İslamdaki Yeri(Miftâhu’l-Cenne fi’l-İhticâc bi’s-Sünne tercümesi), s. 18. 200 el-Buhârî, Sahih, Salât, 95, (I, 127). 54 sorar. Hz. Peygamber (s.a.v) de haram olmadığını, fakat kokusundan dolayı yemediğini söyler. Bunun üzerine Ebû Eyyûb el-Ensârî; 'senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmıyorum', der. 201 Yukarıda kaydettiğimiz örneklerden sonra Müslüman toplumun âdetler ve kültürün oluşması konusunda neyi öncelikli olarak gördüğünü anlamak daha kolay olacaktır. Düğün ve nikahla ilgili âdetleri ele alırken, yukarıda bahsettiğimiz gibi örf ve âdetlerin, dolayısıyla kültürün oluşumunda dinin etkisini, Anadolu toplumunun % 99’unun müslüman olduğunu, müslümanlar için de Hz. Peygamber’in yaşantısının ve onun sünnetinin ne kadar önemli olduğunu, unutmamak gerekmektedir. Bu ve sonraki bölümler, bu teorik kısmın örneklendirilmesi mahiyetinde olacaktır. 201 Müslim, Sahih, Eşribe, 170, (II, 1623). 55 II.BÖLÜM EŞ SEÇİMİ VE DÜNÜR GİTME İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER Anadolu’da eş seçimi denilince, çoğunlukla erkeğin kadını seçmesi anlaşılmaktadır. Anadolu köy hayatını inceleyen Delaney kadınlara bakışla ilgili, soyun sürdürülmesi için kadının gerekli olduğu ancak erkekten sonra ikinci derecede önemli olduğu saptamasında bulunmuştur. 202 Bu sebeple konuya girerken, Anadolu ve diğer bazı kültürlerin kadına bakışından bahsetmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Bu bölümde, kadın ve erkek için eş seçiminde aranan özellikler ve denklik konusu işlendikten sonra, kız isteme ile ilgili örf ve âdetlere geçeceğiz. Kız isteme yani dünürçülük, olumlu sonuçlanmışsa ondan sonraki aşama nişanlanma ve evlilik hazırlıkları olduğundan, biz bunları uygulamadaki sırayı göz önüne alarak sırasıyla inceleyeceğiz. 1. DİN VE TOPLUMLARIN KADINA BAKIŞI İslam, kadını saygıya layık ve hürmet edilmesi gereken, ailenin temel direklerinden biri olarak kabul eder. Halbuki, İslam’dan önce kadın, önemsiz bir varlık olarak görülüyordu. Hatta bununla da kalmayarak onun aşağılık bir yaratık olduğu ve sadece erkeklere hizmet etmek için yaratıldığı kabul ediliyordu. İslam, bu anlayış ve görüşe karşı savaş ilan ederek onların durumlarını düzeltmiştir. Bu konuda Allah (c.c.) Kur’ân’da; “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, zevcesini de kendisinden halk edip birçok erkek ve kadınları yeryüzüne yayan Rabbinizden sakınınız,” 203 buyurarak, her iki cinsi de eşit gördüğünü ve yaratılış bakımından aralarında bir fark bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca İslam câhiliye döneminde kızların diri diri toprağa gömülmelerini ibret ve dehşetle anlatarak ne kadar çirkin olduğunu Kur’ân’da şöyle ortaya koymuştur: “İçlerinden birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman, öfkesinden yüzü kapkara kesiliyor. Kendisine verilen müjdenin 202 Delaney, Tohum ve Toprak, s.28. 203 4.Nisâ, 1. 56 kötülüğü dolayısıyla kavminden gizleniyor. Şimdi onu zillet altında kalarak tutsun mu yoksa toprağa mı gömsün? Bak ne kötü hükmediyorlar.” 204 Yine Kur’ân kadınlara kötü muameleden dolayı bir gün onlara hesap sorulacağını ifade ederek şöyle buyurmaktadır: “Kız çocuğuna hangi suçtan dolayı öldürüldüğünün sorulduğu; amel defterinin açıldığı; gök yüzünün yerinden oynatıldığı; cehennemin alevlendirildiği ve cennetin de yaklaştırıldığı zaman her insan âhirete hangi amelleri hazırlayıp getirdiğini bilecektir.” 205 İslam’dan önceki dinlerin, tahrif olmuş olan bugünkü şekillerinin, kadınlara bakışı pek iç açıcı değildir. Havva’nın kızları oldukları için onları ilk günahın sebebi olarak kabul eden, erkeklerin şehvet oyuncağı olarak gören, babadan oğula geçen ya da alınıp satılan bir mal olarak değerlendiren, lanetlenmiş bir varlık olduklarını iddia eden dinler yer yüzünde mevcuttur. Eski Yunan’da kadın, aşağılık bir mahluktur ve her türlü haktan mahrum bırakılmıştır. O, sadece erkeklerin bir zevk aletidir. Ancak ev işlerinde çalışabilir. Herhangi bir tasarruf hakkı ve yetkisi yoktur. Onların inancına göre; Tanrı Zeus kadınları, erkekleri cezalandırmak için yaratmıştır. Çünkü yeryüzünde bütün kötülüklere sebep olan onlardır. Tanrı Zeus, Prometheus’un kendine oynadığı oyuna kızarak, erkeklerden öç almak için, güzel ve sevimli bir şey yaratmıştır. Bütün tanrılar, peçelerle, örtülerle, çiçeklerle ve altın bir taçla onu donatmış, adına da “herkesin armağanı” anlamına gelen “Pandora” denilmiş. Bu güzel “felaket” yaratılınca Zeus onu yeryüzüne indirmiş; o günden sonra da kadın, erkeklerin en büyük düşmanı olup çıkmıştır. Bazıları insanları mutsuz kılan kötülüklerin “Pandora”nın kendisinden değil de merakından ileri geldiğini söylemişler. Buna göre tanrılar, bir sandık alıp içini zararlı şeylerle doldurdular. O sandığı Pandora’ya vererek onu açmamasını söylediler. Sonra Pandora’yı sandıkla birlikte Epimetheus’a sunmuşlar. Prometheus kardeşine Zeus’tan gelecek armağanları kabul etmemesini söylemiş; fakat karşısındaki yaratığın güzelliğini gören Epimetheus dayanamamış. Karşısındakinin, varlıkların en tehlikelisi olan kadın olduğunu nereden bilecekti. Pandora da sandığın içinde ne olduğunu öğrenmek istediğinden, bir gün kapağını 204 Bkz. 16.Nahl, 58-59. 205 Bkz. 81.Tekvir, 8-14. 57 açmış. Bunun üzerine sandığın içinden hastalıklar, acılar, kederler ve kötülükler çıkmış. Pandora, korkuyla kapağı kapamış, ancak çok geç kaldığından olan olmuştur. Zeus, kadını yaratarak insanları cezalandırmıştır. 206 Roma’da ailenin reisi olan erkek, karısı ve çocukları üzerinde sınırsız bir hak ve hukuk yetkisine sahipti. Karısını öldürmeye kadar varan bir yetkinin uygulayıcısı idi. Onlara istediğini yapabilirdi. Baba istediğini aileye alır, istediğini de almazdı ve çoğu zaman bu durum, kız çocukları için acı sonuçlar ortaya çıkarırdı. 207 Hindistan’da kocası ölen kadına diri diri yakılmak ya da ölen kocasının evinde bir köle gibi çalışmak düşerdi ve evlenemezdi. Hindu şeriatında şöyle bir söz vardır; “acıya sabır, rüzgar, ölüm, ateş, zehir, haşerât ve cehennem kadından daha kötü değildir.” Kadın, yağmur yağması ya da tanrıların memnun edilmesi için kurban edilirdi. Miras ve evlenme hususunda hiç bir hakka sahip değillerdi. 208 Yahudilerde, ergenlik çağına gelmiş, sağlıklı her kadından belli zamanlarda gelen ve biyolojik bir hadise olan adet kanı bir suç olarak kabul edilmekte ve kadınlar murdar hatta dokundukları her şeyin de murdar olduğunu kabul etmektedirler. Bu suçun affedilip bağışlanması ancak kurbanların kesilmesi ve din adamları olan haham vasıtasıyla mümkün olabilir. 209 Hıristiyanlarda kadın, Hz. Adem’e yasak meyveyi yediren ve aslî suçu işleten bir yaratıktır. O; fitne fesat ve günahın kaynağıdır. Suç hâlâ ortadadır. Kadın hâlâ kaçınılması mümkün olmayan bir kötülük kaynağıdır. Kadın, pis ve kötü bir şey olarak kabul edilince, evlenme de kötü kabul edilmiştir. Evlenen kimse artık Allah’ı düşünemez, sadece karısını düşünür bir hale gelir. Bu ise erkeği Allah’tan uzaklaştırır. Temiz ve iyi olan kişi, evlenmez ve kadınlardan da daima uzak durur. En iyi hareket kadınlardan uzak durup bekar olarak bir hayat sürmektir. 210 Hıristiyan 206 Hamilton, Mitologya, s. 46-47. 207 Umur, Roma Hukuku, s.383-384. 208 Ebu’l-Hasan Ali Nedvî, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, trc. İ. Düzen- M. Topuz, s. 36. 209 Bkz. Tevrat, Levililer, 15, 19-30. 210 Bkz. I.Korintoslulara, 7, 29, 32-38; 58 toplumlarda oluşan bu durum karışıklığa sebep olmuştur. Artık rahipler evlenmiyor, evli olanlar da karılarına yaklaşmıyorlardı. Hatta bazı keşişler, evli rahipleri cezalandırıyor ve bunları kadınlara yenik düşmüş şehvet düşkünleri olarak kabul edip teşhir ediyorlardı. Büyük karışıklıklardan sonra kiliseyi bir düzene koyan Papa Leo IX (1048-1054) bir adım daha ileri giderek böyle rahiplerin cinsel perhize girmelerini emretmiştir. Buna uymamak sadece bir suç değil aynı zamanda zındıklık sayılmıştır. Bu, çok ciddi bir durumun doğmasına sebep oluyordu. Çünkü, zındıklık isnadının sonucu çok kötüydü. Böyle kimselerle sadece kilise değil aynı zamanda kışkırtılan halk da karılarından ayrılmak istemeyen bu rahiplere saldırıyorlardı. 211 Hıristiyanlıkta boşanıp da tekrar evlenen kişi zina yapmış kabul edildiğinden kolay kolay boşanmaya yanaşılmazdı. Çünkü İncilde; "Ve ben size derim: kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkasıyla evlenirse, zina eder; boşanmış olanla da evlenen zina eder," 212 "Karısını boşayan ve bir başkasıyla evlenen her adam zina eder; ve bir kocanın boşadığı ile evlenen zina eder," 213 denilmektedir. Bu sebeple, evlenecek olanlar ileride anlaşamadıkları taktirde birbirlerinden ayrılmalarının mümkün olmadığını bildikleri için evlenmeye yanaşmaları da pek kolay olmuyordu. Halbuki, tabii bir ihtiyaç olan cinsî arzunun tatmin olması gerekir. Genel olarak bu ihtiyaç normal yollarla giderilmezse, başka yollarla temin edilmeye çalışılır. Böyle bir durum ise, kadının değerini daha da düşürür. Zira evlenmekten kaçınan ve cinsî arzusunu tatmin etmek isteyen bir erkek, bir kadınla bu arzusunu yerine getirecektir. Bu da kadını anne olma şeref ve şansından uzaklaştıracak ve böylece kadın, erkeklerin zevk aleti haline gelecektir. Eski Türklerde kadının hukuki durumu çağdaş toplumlara göre çok iyiydi. Kadınlar hakkında saygı değer ifadeler kullanmaktaydılar. Hanım, begüm, bike, eke gibi tabirler bunlardan bir kısmıdır. Çin kaynakları eski Türk imparatoriçelerine yenşi dendiğini kaydetmişlerdir. Yine aynı kaynaklarda yer aldığına göre, bilhassa evli kadınlara karşı işlenen suçlar şiddetle cezalandırılmıştır. Örneğin evli bir kadını öldüren kişi idam edilir; bir genç kızı kirleten erkek, ağır para cezasına mahkum olur 211 Richart Lewinshon, Cinsî Âdetler Tarihi, s. 111. 212 Matta, xıx, 9. 213 Luka, xvı, 18. 59 ve kızla evlenmek zorunda kalırdı. Bu uygulama İslam’daki evli kadınla bekar kadına zina suçu işlemesi durumunda farklı ceza uygulamasıyla benzeşmektedir. 214 İslam’dan önceki kültürlerin kadına karşı takındıkları bu olumsuz tavır, İslam geldikten sonra da devam ederek, İslam kisvesine bürünmeye çalışmış ve zaman zaman hadis olarak(!) kendisini göstermek istemiştir. Ancak İslam alimleri buna izin vermemiş ve İslam’ın dışından olduklarını tespit ederek, bu tür rivâyetleri uydurma rivâyetler kitaplarına kaydetmiş ve Müslümanları uyarmışlardır. Aşağıya bunlardan bir kaç örnek kaydetmek istiyoruz. 1. İbn Arrak’ın ve es-Suyûtî’nin mevzu rivâyetleri topladığı eserlerinde yer alan şu rivâyette; Câhiliye döneminde olduğu gibi kadınlar bir şehvet aleti olarak gösterilmiş ve erkeklerin de bunun karşısında aciz oldukları vurgulanmıştır. Rivâyet şöyledir: İbn Abbas’ın (r.a.) bildirdiğine göre bir kadın Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek yanına oturup, problemini anlattı ve sonra kalktı. Bir adam da kadının yerine oturmak istedi. Nebi (s.a.v.) onu, kadının yeri soğuyuncaya kadar oturmaktan menetti. 215 2. Yine yukarıda kaydettiğimiz İslâm öncesi din ve medeniyetlerin kız çocuklarına, düşmanlık içeren, bakışıyla örtüşen bir rivâyet de şöyledir: “Kimin bir kızı olmuşsa o helak olmuştur. Kimin iki kızı varsa ona Hac ibâdeti gerekmez. Kimin üç kızı varsa ona sadaka gerekmez ve misafir ağırlaması gerekmez. Kimin de dört kızı varsa ey Allah’ın kulları! Ona yardım edin, ona yardım edin. Ona borç verin, ona borç verin.” 216 3. Kadınlar insanlık nüfusunun yarısını oluşturup, Allah’a kulluk açısından da Allah katında erkekle aynı değerdeyken, bu sefer de erkeklere çocuk doğurması gereken bir nesne olarak görülmüş, bu asli görevi olan çocuk doğurma vazifesini yapmadığı zaman evin içindeki herhangi bir eşyadan daha aşağı ve değersiz olarak kabul edilen bir duruma düşürülmeye çalışılmış ve bu durum Hz. Peygambere haksız 214 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.272. 215 İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şerîa, Nikah, II, 204.; İbnu'l-Cevzî, Mevduât, Nikah, II, 255; es-Suyûtî, elLeâli’l-Masnûa, Nikah, II, 135. 216 İbnu'l-Cevzî, a.g.e, Nikah, II, 275; es-Suyûtî, a.g.e, Nikah, II, 148. 60 yere atfedilerek, “Bir evin köşesindeki hasır, doğurmayan bir kadından daha hayırlıdır,” 217 şeklinde hadis kalıbına sokulmuştur. 4. Annelerimiz olan kadınlar ve gözümüzün nuru olan kız çocuklarımız, erkekleri meşgul eden, hatta Allah’ın sevmediği kullarına musallat ettiği, sevdiği kullarını da bu tür belalardan kurtardığı bir meşguliyet olarak gösterilmeye çalışılmış ve bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Allah bir kulunu sevdiği zaman (o kulu) kendisiyle yetindirerek başkasına ihtiyaç duyurmaz. Onu bir kadın ya da bir çocukla meşgul etmez.” 218 Aslında o dönemin kültürünü ve kadına karşı olan tavırlarını ortaya koyması açısından bu rivâyetler önemlidir. Ancak bunlar hiç bir zaman İslam’ın kadına olan bakışını ortaya koyan rivâyetler ve değişmez, kabul görmüş, dini anlayışlar olarak değerlendirilmemelidir. Bu türden rivâyetlere verebileceğimiz örnek sayısı oldukça fazladır. Ancak biz bukadarıyla yetinip konuyu mevzû rivâyetleri toplayan kaynaklarımızın nikah bölümlerine havale ediyoruz. Kadınlara yönelik oluşan bu olumsuz düşünceye karşı, bir de onlara tepki olarak ortaya konulan tavır vardır. Kadının toplumda faklı algılandığını bu zıt düşünceler ortaya koymaktadır. Bazıları Yüce Allah’ın (c.c.), kul olmaları açısından eşit tuttuğu erkek ve kadınları fazilet ve üstünlük açısından yarıştırarak, bu sefer de kadını öne çıkarmak istemiş ve ilk çocuğu kız olan kadının diğerlerine nazaran daha bereketli ve iyi olduğunu şu rivâyetle ifade etmiştir: “Kadının ilk çocuğunun kız olması onun bereketindendir. Allah’ın (c.c.) kitabında şöyle buyurduğunu duymadın mı? ‘Dilediğine kız verir, dilediğine de erkek.’ Erkekten önce kız diyerek başlamıştır.” 219 Görüldüğü gibi İslam’ın doğduğu ortamda varolan din mensuplarının kadın ile ilgili olumsuz düşünceleri mevcuttu. Hz. Peygamber onları bir bir yıkarak yerine insan haysiyet ve şerefine yaraşır bir anlayış getirmiştir. Kadın ne Hıristiyanların dediği gibi aslî günahla suçlanmış, ne Eski Yunanda olduğu gibi bütün kötülüklerin 217 İbnu'l-Cevzî, Mevduât, Nikah, II, 248; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 142. 218 es-Suyûtî, a.g.e., Nikah, II, 152; İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şerîa, II, 212. 219 İbnu'l-Cevzî, a.g.e., Nikah, II, 276; es-Suyûtî, a.g.e., Nikah, II, 149. 61 kaynağı ve sebebi sayılmış, ne de Yahudilerin kabul ettiği gibi necis bir yaratık olarak görülmüştür. Aksine o, şefkatli bir anne, göz nuru bir evlat ve sadık bir hayat arkadaşı olarak kabul edilmiştir. Bütün bunlar, kadının İslam dini ile bir sosyal konum kazandığını göstermektedir. Ancak kültürler birden bire hemen değişmediğinden eskinin izlerini taşır. Bugün de İslâm öncesi anlayışların hadisleştirilerek günümüze kadar geldiği ve toplumun kadına bakışı üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple eş seçimi denildiğinde çoğu zaman erkeğin kadını seçmesi akla gelmektedir. 2. EŞ SEÇİMİ İslam’dan önceki dinlerin ve İslam’ın kadına bakışını özetledikten sonra, İslam kültürüyle yoğrulmuş Anadolu insanının hayat arkadaşını seçerken göz önünde bulundurduğu hususları izah etmek istiyoruz. Anadolu toplumunun eş seçiminde, kızın ailesinin mal varlığından kızın güzelliğine, başlık parasından akrabalık ilişkilerine kadar bir çok şey etkili olur. Özellikle soy-sop, aile, kültür seviyesi, maddi durum, fizikî güzellik, dînî inanç, yaşam tarzı ve meslek gibi ölçüler eş seçiminde rol oynar. Anadolu’da eş seçme yollarını şöyle sıralayabiliriz: 1. Görücü usulü. 2. Ailelerin seçmesiyle birlikte gençlerin de rızasının alınması. 3. Eş seçimini gençlerin yapması, ancak ebeveynin onayının alınması. 4. Anadolu’da geleneğe bağlı olarak var olan, ancak sebep olduğu problemler dolayısıyla günümüzde yok denilecek kadar azalan, bir eş seçme şekli de çocuğun doğar doğmaz nikahlanması ya da nikah için söz verilmesi anlamına gelen “beşik kertmesi” dir. 220 5. Karşılıklı kız değiştirme (şiğâr): İki aile arasında karşılıklı kız alıp vererek, başlık parasından kurtulmayı amaçlayan bir evlenme şeklidir. 220 Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 35. 62 6. Levirat usulü: Batı ve orta Anadolu’nun bazı yörelerinde “levirat” usulüne benzer bir adet vardır. Ortak kullanılan arazinin veya malların bölünmesini önlemek amacıyla küçük kardeş, ölen abisinin karısıyla evlenmektedir. Eğer küçük kardeş resmen evli ise, bu ikinci evlilik sadece imam nikahı ile yapılır. 221 Anadolu’da eş seçimi, genellikle dünür gezme şekliyle yapılır. Evlenme çağına gelen erkeğin annesi ve kadın akrabaları, uygun gördükleri kızın evine ziyarete giderler. Konuyu bilen kız tarafından bazı kişilerin de katıldığı bu ziyarete “dünür gezme” adı verilir. Dünür gezme esnasında, görücü gidilen kız ikramda bulunma bahanesiyle kendisini ziyaretçilere gösterir. Erkek tarafı kızı tepeden tırnağa inceler. Hatta, evden ayrılırken erkeğin yakın akrabalarından bir kadın, kızı kucaklar ve bu şekilde ağzının kokup kokmadığını anlamaya çalışır. Anne ve baba beğendikleri kızı, oğullarının dolaylı bir yoldan görmesini temin ederler. 222 Erkek, kızı beğenirse dünürcülerini gönderir. 223 Ancak, bazı yörelerde farklılıklar da görülmektedir. 224 Ağrı’da farklı bir uygulama olarak “gıllik” geleneği vardır. Gençler evlenme isteklerini açık açık söyleyemedikleri için, bu isteklerini huzursuz davranışlarla ortaya koyarlar. Kızların bu şansı da yoktur. Evlenme isteklerini, ancak giyinmelerine dikkat etmek, süslenmek ya da sık sık çeşmeye gitmek gibi davranışlarla sezdirirler. İşte bu “Gıllik” geleneği, kızların evlenme isteklerini belli etme yollarından birisidir. Evlenmek isteyen kız, Hıdırellez’de gıllik denilen tuzlu ekmekten yapar. Bir bacanın üstüne bir parça gıllik koyar. Bir karganın bu ekmeği kapmasını bekler. Ekmeği kapan karganın gidiş yönüne göre evleneceği kişiyi çıkarmaya çalışır. Akşam yatmadan önce, bir parça gıllik yer ve rüyasında kendisine kimin su verdiğini sabah kalkınca annesine anlatır. Ancak, kızın evlenme isteği tek başına çözüm getirmez. 225 Bu adetlerden Andolu toplumunda eş seçme denilince erkeğin kadını seçmesinin kastedildiği anlaşılmaktadır. 221 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 324. 222 Yurt Ansiklopedisi, I, 235. 223 Yurt Ans. I, 484; II, 1427, 1509.. 224 Yurt Ans. II, 846, 1065, 1204, 1363. 225 Yurt Ans. I, 393. Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 104. 63 Gençlerin, aile içinde görücü usulü ile eş seçmesine İslam dini de ruhsat vermektedir. Nitekim Kuran’da; “O halde kadınlardan beğendiğinizle evlenin” 226 buyrulmuştur. Görücü usulünde de kız görmeye gidildiğinde eğer kız beğenilmişse dünürcü gönderilir. Eş seçiminde çeşitli özellikler tercih sebebi olmakla beraber, bunlardan bazıları nasslarla tavsiye edilmiş, bazıları da hoş görülmemiştir. Hadislerde konuyla ilgili olarak şu bilgilere rastlamak mümkündür: Ebû Hureyre’den (r.a.) nakledildiğine göre; Rasûlullah; “Kadınlarla şu dört hasletleri için evlenilir: Mal varlığı, soyu, güzelliği ve dindarlığı için. (Ey Mü’min sen bunlardan) Dindar olanını tercih et, ( ( )ﺗﺮﺑ ﺖ ﻳ ﺪاكyoksa) fakirliğe düşersin” buyurmuştur. 227 Rivâyetin sonundaki ﺗﺮﺑ ﺖ ﻳ ﺪاك cümlesinin manası “Ellerin fakirleşsin veya şiddetli fakirlikten toprağa yapışsın.” Yani; dindar kadınla evlenmeye çalışmazsan fakirleşirsin, demektir. Araplar, bu cümleyi kınamak için “fakirleşesin” anlamında kullandıkları gibi övme manasında da kullanırlardı. O zaman, “Çok akıllı olduğun için seni kıskananlara aldırış etme” manasına gelirdi. 228 Abdullah b. Amr b. el-Âs’dan (r.a.) rivâyet edildiğine göre: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kadınları sırf güzellikleri için nikahlamayınız. Çünkü, onların güzelliğinin (böbürlenmek ve kibirlenmek yüzünden) onları tehlikeye atmaları umulur. Sırf malları için de onları nikahlamayınız. Çünkü mallarının onları azdırması (günah ve kötülüklere sokması) umulur. Ancak dindarlıkları için onları nikahlayınız. Şüphesiz; burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah, dindar bir cariye, dindar olmayan hür kadından, nikahlanmak bakımından daha iyidir.” 229 226 4.Nisa, 3; Ayrıca bu konuda bkz. Mehmet Zihni, Nimet-i İslâm, s. 892-921. 227 Müslim, Sahih, Rada, 53, (II, 1086); Ebû Davud, Sünen, Nikah, 2, (II, 539), no: 2047; et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 4, (III, 396), no: 1086; İbn Mâce, Sünen, Nikah, 6, (I, 597), no: 1858; A.b. Hanbel, Müsned, II, 428; III, 80; VI, 152; İbn Hibbân, Sahih, IX, 344, no: 4036, 4037; Ebû Ya’lâ, Müsned, II, 292, no: 1012; XI, 451, no: 6578; Abd b. Humeyd, el-Müntehab min Müsned-i Abd b. Humeyd, s.133, no: 328, s. 304, no: 988. 228 el-Aynî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, XX, 86-87; Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, V, 221. 229 İbn Mâce, Sünen, Nikah 6, (I, 597), no: 1859. 64 İbn Mâce bu rivâyeti şu senedle kaydetmiştir: Abdullah b. Amr b. el-Âs b. Vâil es-Sehmî el-Kuraşî (v.63), -Abdullah b. Yezîd el-Muâfirî el-Hublî (v.100), -Abdurrahman b. Ziyad b. İn’am el-Ifrıkî (v. 156), -Cafer b. Avn b. Cafer b. Amr b. Hureys el-Mahzûmî (v. 206), -Muhammed b. el-Alâ b. Kureyb el-Hemedânî (v. 248), -İbn Mâce, Sünen, Nikah 6, I, 597, no: 1859. Abdullah b. Amr b. el-Âs b. Vâil es-Sehmî el-Kuraşî (v.63), -Abdullah b. Yezîd el-Muâfirî el-Hublî (v.100), -Abdurrahman b. Ziyad b. İn’am el-Ifrıkî (v. 156), Abdurrahman b. Muhammed b. Ziyâd el-Muhâribî (v.195), -Muhammed b. el-Alâ b. Kureyb el-Hemedânî (v. 248), -İbn Mâce, Sünen, Nikah 6, I, 597, no: 1859. Bu rivâyetin senedinde bulunan Ebû Eyyûb Abdurrahman b. Ziyad b. İn’am el-İfrikî (v.156) zayıftır. Yahya b. Said el-Kattân bu râvînin sika olduğunu bildirirken; Ahmed b. Hanbel, “leyse bi şey’in”, “hadisini yazmam”, “münkeru’lhadis” demiştir. 230 Yahya b. Maîn, et-Tirmizî, en-Nesaî, Yakub b. Sufyân, İbn Huzeyme ve İbn Hırâş da onun zayıf olduğunu söyleyerek, hadisiyle ihticac edilemeyeceğini belirtmişlerdir. 231 Aynı manayı içeren ve toplumun duygularını aksettiren bir rivâyete de mevzuâtla ilgili eserlerde şu şekliyle rastlamaktayız: “Kim bir kadınla şerefi için evlenirse, Allah onu ancak alçaklık yönünden artırır. Kim bir kadınla malı için evlenirse, Allah ancak onun fakirliğini artırır. Kim bir kadınla soyu için evlenirse, Allah onu aşağılık yönünden artırır. Kim bir kadınla ancak gözünü haramdan korumak, namusunu korumak veya sıla-i rahim yapmak için evlenirse, Allah o kadını erkek için, erkeği de kadın için mübarek kılar.” 232 Anadolu toplumunun dini bilgi yönüyle beslendiği ve vaizlerin temel müracaat eserlerinden olan İhyâu Ulûmi'd-Dîn'de eş seçimi ile ilgili olarak sadece kadının seçiminden bahsedilmiş ve onda aranacak özellikler şöle sıralanmıştır: 1. Kadın dindar ve sâlih olması. 230 el-Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, XVIII, 105. 231 el-Mizzî, a.g.e, XVIII, 106-109. 232 İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, Nikah, II, 204; İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 258; es-Suyûtî, elLeâli’l-Masnûa, Nikah, II, 137. 65 2. Huyunun güzel olması. 3. Görünüşünün güzel olması. 4. Nikah parasının (mehrinin) az olması. 5. Doğurgan olması (kısır olmaması). 6. Bakire olmasının tercih edilmesi. 7. Soyunun güzel olması. 8. Yakın akrabadan olmaması. 233 Marifetname’de ise eş seçimiyle ilgili “Aslı pak olan, mütedeyyin ve akıllı kadını nişanlayıp, almalı. Zira, itaatli ve sâliha kadın ağırlığınca altın değer. Dünyanın hayırlı metaı sayılır. Ne kadar fakir ve hakir olursa da zevci ona muhabbet edip, onun üzerine düşer. İzzet, mal ve güzellik için evlenmemeli. Çünkü, izzet için evlenen fakir olur. Güzellik için evlenen, âleme rüsvay olup belasını bulur. 234 Şeklinde tavsiyeler yer almıştır. Bu eserler islâmî yaşantının şekillenmesine büyük katkı sağlamaktadır. Zaten içeriğine baktığımız zaman bu bilgilerin hadislere dayandığını görebiliriz. Ebû Hureyre’den kaydettiğimiz yukarıdaki rivâyet, eş seçiminde göz önünde bulundurulması gereken en önemli vasfın din ve terbiye olduğunu belirtmektedir. Her yerde olduğu gibi Anadolu’da da eş seçiminde gözetilen diğer özelliklerin, aslında mutlu bir aile oluşturabilmek için yeterli olamayacağı bu rivâyette anlatılmaktadır. Dünür gezme ya da yukarıda belirttiğimiz diğer eş seçme yöntemlerinde gelin adayının güzelliği, ailesinin zenginliği, soyunun seçkin, ahlâkının da mükemmel olması araştırılmakta ve uygun kişi bulunduğu zaman dünürcülük yapılmaktadır. Görüldüğü gibi, Anadolu insanı eş seçerken kendisine rivâyetleri rehber olarak kabul etmiştir. 233 Gazâlî, İhyâ, II, 99-108. 234 İbrahim Hakkı, Marifetnâme, s.708. 66 2.1. Evlenilecek Kadında Aranan Özellikler Evlenilecek kadında aranan özellikler, genel olarak eş seçiminde arzettiğimiz özelliklerdir. 235 Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi eş seçimi denilince sadece erkek tarafından kadının seçilmesi anlaşılmaktadır. Anadolu toplumunun örf âdet haline getirdiği ve evlenilecek kadının seçiminde göz önünde bulundurduğu şartları kendisinde taşımayan eş adaylarına genellikle anne baba ya da içinde bulunulan toplum hoş bakmadığından, evlenecek gençler kendilerini bunlara dikkat etme zorunda hissederler. Kadında aranan bu özelliklerden bazılarını aşağıya kaydedeceğiz. 1. Kadın müşrik olmamalı: Hz. Âişe’ye göre; evlenilecek kadın müşrik olursa onu nikah etmek caiz olmaz. O, şöyle demiştir: “Ey Cübeyr b. Nufeyl! Sen Mâide sûresini okumuyor musun? “evet”, dedim. O da bana: “O son inen sûrelerdendir. Onda bulduğunuz helalleri helal, haramları da haram edininiz,” dedi. 236 Çünk o surede müşrik kadınla evlenmeye izin verilmemektedir. 2. Zâniye olmamalı: Bir erkeğin zina eden bir kadınla evlenmemesi, kadının evlenmek istediği erkeğin de daha önce o kadınla zina etmemiş olması gerekir. “Kadınla önce zina edip sonra onunla evlenen kişi, beraber oldukları sürece zina etmeye devam etmiş olurlar,” 237 şeklindeki rivâyet, toplumun bu konudaki âdetlerinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Abdurrezzâk Mamer'den, o da el-Hakem b. Ebân'dan bildirdiğine göre Hakem şöyle demiştir: "Ben Sâlim b. Abdillah'a Bir kadınla önce zina edip sonra onu nikah eden adamın durumunu sordum. O bana, 'Bu konu İbn Mes'ûd'a soruldu. O, "Allah kullarının tevbelerini kabul eder. Onların günahlarını affeder" diye cevap verdi," demiştir." 238 Katâde'den gelen bir rivayette ise zina eden bir kimsenin zina ettiği kadını almaya herkesten daha çok hak sahibi olduğu ifade edilmektedir. 239 235 Bkz. Gazâlî, İhyâ, II, 97-98. 236 el-Beyhakî, Sünen, V, 172. 237 Abdurrezzak, Musannaf, VII, 206, no: 12801; el-Beyhakî, Sünen, VII,156. 238 Abdurrezzâk, Musannef, (VII, 206), no: 12800. 239 Abdurrezzak, a.g.e., VII, 206, no: 12802. 67 3. Mahremi olan kadınlardan olmamalı: Andolu'da birinci dereceden akraba, yani kendisine ebedî haram olan ve dinin haram saydığı kişilerle evlenilmez. Böyle bir evlilik toplum tarafından kesinlikle hoş görülmez. Kimlerin evlenme yönünden helal, kimlerin haram olduğu da ancak Kur'ân ve hadislerden öğrenilir. Bu da göstermektedir ki, bu konudaki örf ve âdetler Kur'ân ve hadislere göre şekillenmiştir. Erkeğe haram olan kadınlar genel olarak iki kısımdan oluşmaktadır. a. Ebediyyen haram olanlar: Bunları da üç kısımda incelemek mümkündür. a.a. Nesep yönünden haram olanlar: Bunlar; erkeğin aslı; yani, anne ve nineleri, kızları ve aşağıya doğru kızlarının kızları vs. Soyu, babasının fürûu; yani, kız kardeşler ve kardeşlerin kızları gibi. Dedesinin fürûu; yani, teyze ve hala gibi. Nitekim, âyeti kerimede konuyla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur: “Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren (süt) analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup yanınızda büyüttüğünüz üvey kızlarınız – eğer analarıyla zifafa girmemiş iseniz bir beis yoktur- Kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi nikahınız altında) birleştirmeniz size haram kılınmıştır. Ancak (bunlar haram kılınmazdan önce) geçen geçmiştir. Allah şüphesiz çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir.” 240 a.b. Süt yönünden haram olanlar: Bunlar da ebediyyen haram olanlardandır; süt anne yukarıya doğru, süt yönünden kızı ve aşağıya doğru onun soyu, süt kız kardeş ve onun kızları, hala ve teyze. Bu konuda : “Nesep yönünden haram olanları süt yönünden de haram kılın” 241 buyrulmuştur. Zaten yukarıda kaydettiğimiz Nisa Sûresi’nin 23. Âyeti, konuyla ilgili olarak açık bilgiler vermektedir. Anadolu toplumunda süt yönünden haram olan kişilerle yapılan evliliğe rastlanılmaz. Süt yönünden haram olma, sadece İslamın getirdiği bir yenilik olduğu için bu adet İslamdan kaynaklanmıştır. a.c. Hısımlıktan doğan haramlık: Anadolu'da evli eşler bir birinin annebabaları ve üvey çocuklarıyla evlenmezler. Bunda İslam'ın etkisinin olduğu açıktır. 240 4.Nisa, 23. 241 Müslim, Sahih, Rada, 5, (II, 1069). 68 Evlilikten doğan mahremiyet İslam'da ebedi haramlığı gerektirir. Bunlar; hanımının aslı, soyu (yukarıya doğru annesi ve nineleri), hanımının (kızı ve aşağıya doğru) nesli. Nitekim; Muaz b. Ubeydullah bir kadınla evli iken, bu kadının kızını cariye olarak nikahı altına almak istediğinde, Hz. Aişe onun böyle yapmamasını istemiş ve Nisa Sûresi’ni ona delil olarak göstermiştir. b. Muvakkaten haram olanlar: b.a. Eşinden dolayı haram olanlar: Bir kadını kendi kız kardeşi ile aynı anda nikah altına almak haram olduğu için, eşinin kız kardeşleri, evlilikleri devam ettiği sürece kendisine haramdır. 242 b.b.Üç defa boşanmış olan kadın: Üç talakla boşanmış olan bir kadın, önceden planlı olmamak kaydıyla, başka bir erkekle evlenip cinsel ilişki de gerçekleştikten; yani, tam bir evlilikten sonra boşanırsa yeniden eski kocasıyla evlenebilir. Bu konuda Hz. Âişe’den (r.a.) gelen rivâyet şöyledir: “O kadının ilk kocasıyla evlenmesi, ancak sonraki kocasının balcağızını tattıktan, kocasının da onun balcağızını tattıktan sonra helal olur.” 243 4. Evlenilecek kadın bakire olmalı: Hz. Peygamber (s.a.v.) bakire ile evlenmeyi tavsiye ederek, “Bakire ile evlenirsen sen onunla, o da seninle şakalaşır oynarsınız,” 244 buyurmuştur. Yine Hz. Câbir (r.a.) “Evlendiğim zaman Rasûlullah (s.a.v.) bana: “Nasıl biriyle evlendin? Dul ile mi? Bakire ile mi?” diye sordular. “Bir dul aldım!” dedim. “Niye bakire değil? O seninle, sen de onunla şakalaşırdınız!” buyurdular,” demiştir. Hz. Câbir’in babası öldüğü zaman, geride yedi veya dokuz kız çocuğu bırakmıştı. Hz. Câbir, çocukları ayarında tecrübesiz bir bakireyle evlenmeyi (kızlarına bir yenisini eklemeyi) uygun bulmayarak; onlara analık yapacak, onların terbiye ve bakımlarını iyi yapacak, onlar üzerinde otorite kurabilecek, tecrübeli bir dulla evlendi. Bir sefer dönüşü Hz. Câbir (r.a.) Medine’ye yaklaşınca, evine bir an önce varmak için hayvanını hızlandırdı. Bu acelecilik, Hz. Peygamberin dikkatini 242 4. Nisa, 23. 243 İbn Ebî Şeybe, Musannef, IV, 275. Bu konuda geniş bilgi için bkz. ed-Dahîl, Said Fâyiz, Mevsûatu Fıkhı Âişete Ümmi’l-Mü’minin, Hayâtuhâ ve Fıkhuhâ, s. 399 vd. 244 el-Buhari, Sahih, Nikâh, 122, (VI,162). 69 çekti ve Câbir’den bunun sebebini sordu. Câbir, yeni evlendiğini söyleyince Hz. Peygamber, “dul ile mi? bakireyle mi evlendin” diye tekrar sordu. Câbir (r.a.); dul, deyince Hz. Peygamber (s.a.v.), yukarıdaki tavsiyede bulundu. Hz. Câbir, neden bir dulla evlendiğini anlatınca: “isabetli davranmışsın” buyurarak takdir etti. 245 Yani, Hz Peygamber (s.a.v.) bakire ile evlenilmesini tavsiye etmiştir. Ancak, “dul ile evlenilemez” şeklinde bir irade ortaya koymamıştır. Nitekim Hz. Câbir’in mantıklı açıklaması onu tatmin etmiş ve bu davranışından dolayı Hz. Peygamber, onu takdir etmiştir. Anadolu’da da aynı şekilde bakire ile evlenmek tercih edilen bir husustur. Bazen kızın bekareti konusundaki şüphe onun evlemesine engel bir durum olarak değerlendirilebilir. 246 Ancak gerektiği zaman dul ile evlenmek de normal karşılanmaktadır. Yukarıda kaydettiğimiz bütün özellikler Anadolu toplumunda da evlenecek gençler tarafından gözetilen hususlardır. Hadislerle âdetler arasındaki bu uygunluk, âdetler oluşurken hadislerin onlar üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır.. 2.2. Evlenilecek Erkekte Aranacak Özelikler: Anadolu'da eş seçimi denilince aslında erkeğin kadını seçmesi olduğunu yukarıda belirtmiştik. Ancak bu seçme dünürçü gönderme aşamasındadır. Kız evine dünürçü geldiğinde erkek iradesini ortaya koymuştur. Artık söz kız tarafının yani kızın demektir. Kendisine talip olan erkekler içerisinden seçim yapma imkanı vardır. Bu aşamada kızın evet demesi için erkekte aradığı bazı şartlar ve özellikler olduğundan, bunlar olmadığı zaman kız bu dünürçülüğe olumsuz cevap verebilir. Şimdi kadının erkekte aradığı özelliklerden bazılarını aşağıya kaydedeceğiz. 1. Müslüman olması: Kadın Müslüman ise erkeğin de Müslüman olması gerekir. Mâide sûresinde buna işaret edilmektedir. Hz. Âişe’den gelen bir rivâyette şöyle denilmektedir: “Ey Cübeyr b. Nufeyl! Sen Mâide Sûresi’ni okumadın mı? Cubeyr; “evet” deyince, “İşte o sûre son inen sûrelerdendir. Onda helal bulduğunu 245 el-Buhari, Sahih, Nikâh, 10, (VI, 120) ; Müslim, Sahih, Rada, 54, (II, 1087); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 3, (II, 541), no: 2048; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 13, (III, 406), no: 1100; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 6, (VI, 61); Nikâh, 10, (VI, 65). 246 Delaney, Tohum ve Toprak, s. 62. 70 helal, haram bulduğunu da haram kabul et,” 247 demiştir. Bu sûrede evlenilecek erkeğin Müslüman olması gerektiği bildirilmektedir. 2. Evleneceği kadınla zina etmemiş olması: Erkek evleneceği kadınla daha önce zina etmişse, bu durum ikisi arasında evliliğe engel teşkil eder. Zinâkar bir erkeğin zâniye bir kadınla evlenmesi helal görülmemiştir. Abdurrezzak’ın kaydettiği bir rivâyet bu konuda şunları bildirmektedir: “Bir kadınla zina edip, sonra onunla evlenmek isteyen bir kişinin durumu Hz. Âişe’ye (r.a.) sorulunca O; “Benim görüşüm; onların ikisi de zânîdir ve birleşemezler,” 248 demiştir. 3. Evleneceği kadının annesiyle geçmişte evlenmemiş olması: Evleneceği kadının annesiyle, nikahla veya cariyesi olarak, cinsi ilişkide bulunmuşsa bu erkek için o kadınla evlenmek helal değildir. Bu konuda Muâz b. Ubeydullah b. Ma’mer Hz. Âişe’ye gelir ve şöyle der: Benim bir cariyem var. Onunla cinsel ilişkide bulundum. Onun da bir kızı yetişti. O kızı nikah edebilir miyim? Hz. Âişe (r.a.); “Hayır” deyince, Muaz; “Vallahi ben, sadece sen Allah haram kıldı dediğin için onu terk ettim” demiştir. Bunun üzerine Hz. Âişe (r.a.); “Beni dinleyip itaat eden bir kimse böyle yapmasın” demiştir. 249 4. Aralarında süt akrabalığı bulunmaması: Erkeğin evleneceği kadınla aralarında evlenmeye engel olacak süt yönünden akrabalığın bulunmaması. Bu durumda evlenmeleri haram olacağından böyle bir evliliğe zaten Anadolu halkı sosyal kontrol mekanizmasını çalıştırarak müsade etmeyecektir. 250 5. Damat adayının kötü alışkanlıklarının olmaması: Dünürcülük esnasında bu konu öncelikle sorulur ya da sorulmadan, “oğlumuzun kötü alışkanlıkları yoktur” gibi açıklamalarla karşı taraf rahatlatılır. Ailenin devamı açısından en büyük tehlikelerden birisi olan alkol ve benzeri kötü alışkanlıkların olmaması, her iki taraf açısından da önemlidir. Toplumu din yönüyle eğiten din görevlilerinin bu konuda kullandıkları bir rivâyet, “Bir kimse kızını veya ailesinden birini içki içen biriyle 247 el-Beyhakî, Sünen, VII,172. 248 Abdurrezzak, Musannaf, VII, 206; el-Beyhakî, Sünen, VII,156; İbn Ebî Şeybe, Musannef, IV, 271. 249 el-Beyhakî, Sünen, VII,164. 250 Bu konuda bkz. Mâlik, Muvatta, Rada, 1, (II, 604); el-Beyhakî, Sünen, VII, 460. 71 evlendirirse, kendi eliyle onu cehenneme atmış demektir,” şeklindedir. 251 Araştırmalarımıza rağmen böyle bir rivayete hadis kitaplarında rastlayamadık. Mevzu hadis kitaplarında da yer almamaktadır. Bu durumda, sonraki dönem vaizleri tarafından ihdas edilmiş olabileceği kanaati oluşmaktadır. Alkollü içki tabi ki İslam’ın yasakladığı kötü alışkanlıklardan birisidir. Onun haram olduğunu tartışmaya gerek yoktur. Ancak burada, alkolün kötülüğünü anlatmak, insanları bundan uzaklaştırabilmek ve insanların kızlarını alkol kullanan birisine vermemelerini sağlamak için bir rivâyet ihdas edilmiş gözükmektedir. Maksat ne olursa olsun sonuçta bir hadis uydurma olayı olduğu anlaşılmaktadır. Bu da göstermektedir ki günümüzde hâlâ hadis ihdas etme faaliyetleri devam etmektedir. Bilinçsizce, konuşmaları süsleyen; “bir hadiste şöyle denildi”, “Hz. Peygamber şöyle dedi” şeklindeki ifadeler, halk arasında zamanla hadismiş gibi algılanmaktadır. Yapılması gereken şey; hadis olduğunu kesin olarak bilmediğimiz bir sözü hadis diye aktarmamaktır. Yukarıda kaydettiğimiz, evlenilecek erkek ve kadında aranan şartlar, Anadolu insanının hassasiyetle gözettiği şeylerdir. Bunların tamamı âyet ve hadisler ışığında oluşan toplumsal kabuller haline gelmiştir. Bu da göstermektedir ki Anadolu toplumu, örf ve âdetlerini rivâyetlerin ışığında oluşturmuş ya da onun desteğini almaya çalışmıştır. İslam’ın öğretileri Anadolu’da sosyal norm haline geldiği için ona uygun davranmamak, toplumun tepkisini çekmeyi baştan kabullenmek anlamını taşımaktadır. 2.3. Denklik Anadolu’da eş seçimi ile ilgili özellikle dikkat edilen hususlardan birisi de denkliktir. Denklik; benzerlik ve eşitlik anlamına gelir. Evlilik hayatında istikrar ve mutluluğun yakalanması için, bir kısım toplumsal meselelerde eşler arasında eşitliğin aranmasına denklik denir. 252 251 Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşâd, VII, 97. 252 Zuhaylî, İslam fıkhı Ansiklopedisi, IX, 182. 72 Eş seçiminde denklik arama, günümüzde açıktan açığa ifade edilmese de, aslında tam olarak uygulanmaktadır. 253 Hatta bu durum, toplum içerisinde atasözü haline gelerek “davul bile dengi dengine çalar” şeklinde ifadesini bulmuştur. Toplumun bu yöndeki kabulünü bilen her fert, kendisinden sosyal, ekonomik, kültürel vb. yönlerden aşağı ya da yukarı birisine talip olmaz. Çünkü, tarafların birbirine denk olmadığı evliliğe müsaade edilmeyeceğini ya da bu durumda mutlu olamayacağını düşünür. Nitekim Ahmediyye'de bu husus bir beyitle şöyle dile getilmiştir: "Kişi tab'ınca bulursa avreti Zindegân edüp kılurlar ülfeti" 254 (Kişi tabiatına uygun bulursa kadını; hoş geçinip kaynaşır, bulurlar dostluk tadını.) İnsanın yapısı, toplumun örf-âdetleri de göz önünde bulundurulursa böyle bir evliliğin mantıklı olmadığı ve mutlulukla sonuçlanmayacağı kolayca anlaşılabilir. Aslında denklik arama, en eski kültür ve medeniyetlerde bile görülmekteydi. Göktürk devletinin kurucusu Bumin Kağan, kendi efendileri olan Avar imparatorundan bir kız istediği zaman; “Siz, bizim demirci kölelerimiz iken, hangi cesaretle bizden kız isteyebilirsiniz!” diye azar işitmiştir. 255 Evlilikte denklik aranması bir tavsiye olup denk olmayanların evlenemeyeceği anlamına gelmez. Nitekim Hz. Âişe (r.a.), eşler arasında nesep ve hürriyet bakımından denkliğin şart koşulmasını hoş karşılamamıştır. Kölenin hür bir kadınla evlenmesine müsaade ettiği gibi, aksine de cevaz vermiştir. Ayrıca Ebû Huzeyfe b. Utbe (r.a.), (Nebi (s.a.v.) ile Bedir’e katılanlardandır), Salim’i evlatlık edinip ona kardeşinin kızı olan (Velid b. Utbe’nin kızı) Hind’i nikah ederek, köle ile hür bir insanın evlenmesini sağlamıştır. 256 253 Uğur, İçel Folkloru, II, s.13. 254 Ahmed Mürşidî, Mürşid-i Pend-i Ahmediyye, s.139. 255 Ögel, Türk Mitolojisi, I, 36. 256 el-Buhârî, Sahih, Nikah,15, (VI, 122). 73 Hz. Peygamber zamanında üst tabakaya mensup, asil ve zengin kızların, fakir veya kölelerle evlenmemesi köklü bir gelenekti. Bilindiği gibi Rasulullah’ın (s.a.v.) en önemli tebliğ metotlarından birisi de Allah tarafından gelen emir ve yasakları önce kendisinde uygulaması, şâyet bunları kendi şahsında uygulaması mümkün olmamışsa, en yakın akrabasında uygulaması idi. O, insanları bir tarağın dişleri gibi eşit kabul ediyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.), insanları köle veya hür diye ayırt etmezdi. Bu tavrını en açık şekilde Zeyneb binti Cahş ile Zeyd b. Hârise’nin evlendirilmesinde ortaya koymuştur. Zeyneb (r.a.) Mekke’nin seçkin bir ailesine mensuptu. Zeyd (r.a.) ise bir köleydi. Hz. Peygamber’in isteğiyle evlendirilmişler, ancak farklı kültür ve çevreden gelen bu iki insan, evlilikte uyum sağlayamayıp boşanmanın eşiğine gelmişlerdi. İslam her ne kadar köle ile hür insanı aynı kefeye koymayı hedeflese de toplum kendi kurallarını işletmekte kararlı idi. Bu evlilikle yapılmak istenen yapılmış ve farklılıkların İslam açısından önemli olmadığı vurgulanmıştı. Ancak, denklik aramanın da evliliğin devamı açısından önemli olduğu ortaya çıkmıştı. Zeyd’den ayrılan Zeyneb binti Cahş, bazı hikmetlere binaen Hz. Peygamber’le Allah tarafından evlendirilmişti. Hz. Zeyneb’in, Rasûlullah ile olan evliliğini anlayabilmek için tarihi ve sosyolojik bazı gerçekleri çok iyi bilmek gerekir. Aksi takdirde yanlış bir değerlendirme yapılabilir. Gerçi bu anlayış, bütün tarihi olaylar için geçerlidir. Fakat, burada daha bir önem kazanmaktadır. Çünkü; eskiden beri yerleşmiş olan ve neredeyse bir din haline gelen âdetlerin kaldırılması söz konusudur. 257 Hadisler toplumu yönlendirmektedir. Ancak, bazen toplum kendi yaşantısını ve doğrularını hadis haline getirmek isteyebilir. Gerçekten inanmış, samimi bir mümin için insanları ayırt etmek yanlış bir şeydir. Yani, üstünlük ancak takvadadır. Yalnız toplumun farklı duygu ve düşünceler içerisinde bulunabileceğini, dinin bazı tavsiyelerine zaman zama uyulmadığını ve bundan dolayı evlerin dağıldığını, çiftlerin mutsuz olduğunu düşünürsek, insanlar o zaman kendi istekleri doğrultusunda örf ve âdetler oluştururlar ve bunu da dinleştirmeye çalışırlar. İşte aşağıya kaydedeceğimiz rivâyet, böyle bir durumu apaçık ortaya koymaktadır. 257 Bu konuda bkz. Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına Cevaplar, s.101-134; Kazıcı, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, s. 230-253. 74 Rivâyete göre: “Kadınlar ancak dengiyle nikah edilir, kadınları ancak velileri evlendirebilir, on dirhemden az mehir olmaz.” 258 Oysa ki denk olmayan kişilerin de evlenebileceğini, bunun dinen haram olmadığını, denkliğin gözetilmesinin evliliğin devamı için önemli olduğunu gösteren rivâyetleri yukarıda kaydetmiştik. Allah Rasulü’ne atfedilen, ancak ilim adamlarımızın tespitlerine göre, bir mesleği öven ya da kötüleyen rivâyetlerin uydurma olabileceği 259 tezine tam uyan bir rivâyette de; “Tevhit ehlinden hür olanların tamamı, köle, hacamat yapan, dokumacılık ve bakkallık yapanlar hariç, denktir (eşittir)” 260 denilerek, o devirde bile denkliğin önemsendiği, bazı kişi ve sınıfların daha üstün görüldüğü ortaya konulmaktadır. Denklik aranırken genellikle erkek açısından değerlendirilerek, erkeğin kadından sosyal ekonomik vs. bakımından aşağı statüde olmaması konusunda hassasiyet gösterilmektedir. 261 Bu da Anadolu halkının dinî yönden bilgilendiği eserlerden kaynaklanmaktadır. Bu eserlerden birisi olan Marifetnâme'de Erzurumlu İbrahim Hakkı, denklik ile ilgili; “Erkeğin, kadının kötü bakışlarından emin olması için şeref, mal, yaş ve boyda kadından üstün olması, kadının ise nişanlanmak için erkekte din, güzellik ve cömertlik araması gerekir” 262 diyerek bu konuya temas etmiştir. Eğer bu, insanların psikolojik olarak baskı altında kalmaması için düşünülen ve uygulanan bir adetse, kadın açısından da aynı şey söz konusudur. Kadın, ekonomik ve sosyal bakımdan eşinden aşağı bir durumda ise aynı ezikliği ve psikolojik baskıyı hissedecektir. Eğer bir denklik aranacaksa, her iki eş için de aynı şekilde aranmalı ya da bu konu bir problem olarak görülmeyip herkes istediğiyle evlenebilmelidir. Yapılması gereken şey, bunun kaldırılması değil, sevenlerin ayrılması ve ailelerin yıkılmasını sağlayacak bir anlayış olmaktan çıkarılması için toplumun bilinçlendirilmesi olmalıdır. Ailelerin dağılması, çocukların annesiz ve babasız kalması dinin istemediği bir durumdur. Eş seçiminde denklik aranması insanları sınıflandırmak gibi görülse 258 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 263.; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 140. 259 Kandemir, Mevzu Hadisler, 61-65; Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu, 81-83. 260 er-Rebî, Müsnedü’r-Rebî, I, 207, no: 513. 261 Delaney, Tohum ve Toprak, s. 131. 262 İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, s. 708. 75 de, ailelerin devamına katkı sağladığı için Anadolu toplumu tarafından kabul görmüş ve bir örf âdet haline gelmiştir. 263 3. KIZ İSTEME Kız isteme yani dünür gitme ile ilgili bir çok âdet vardır. Biz bunların tamamını zikretmeyeceğiz. Öncelikle Müslüman Anadolu toplumunda kız istemeyle ilgili genel bilgi verdikten sonra konuyu dört alt başlık ile ele alacağız. Hıtbe: Dünür göndermek, evlenmek için bir kimsenin kızını istemektir. Hıtbe; dünürcülük yapıp, belli bir mehir ile iki tarafın anlaşmasını içeren bir kavramdır. bir 264 Dünürcülük yapan kişiye “kayalıkcı” da denilir. 265 Bu aşamada iken başkasının dünürcülük yapması din ve toplum tarafından uygun görülmemektedir. 266 Anadolu’da eş seçimi yapıldıktan sonra, sıra dünürcülük yaparak kızı ailesinden istemeye gelir. Genellikle, dünürcülük erkek ailesinin kız tarafından randevu istemesiyle başlar. Kız tarafı çoğunlukla “akşam yemeğinden sonra olmak üzere” konuklarına, onların bekledikleri randevuyu verir. Kız evinde, sıradan misafirler için yapılanlardan farklı bir hazırlık vardır. Evin durumuna göre, bu çay daveti niteliğinde bir hazırlıktır. Genç kız, çok heveskar görünmemek için talimat alır, güzel, sade bir giyim, hafif makyaj, az takı ile misafiri karşılar. Hal hatır sorma, havadan sudan konuşmalar ve kahve ikramından sonra asıl konu açılır. Erkek tarafı bu ziyarete anne, baba, varsa büyük baba, büyük anne; yoksa bir dayı veya amca ve amca eşleriyle gelirler. Aile büyüklerinden birisi sözü açar ve münasip bir dille kızı istemeye geldiklerini bildirir. Klasik uygulamada “Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle” diye söz açılır. Kız tarafı, töre gereği “hele bir düşünelim” gibilerinden olayın üzerine düşmez görünür. Daha sonra cevabı olumluysa damat tarafı yeniden davet edilir, olumsuz ise bir başkası tarafından durum erkek tarafına bildirilir. Ama, 263 Şener, İslam Hukukunda Örf, s. 108. 264 İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 45. 265 Yurt Ans. II, 1065, 1204. 266 el-Buhârî, Sahih, Nikah, 45, (VI, 136). 76 bazen evlenecek gençlerin ve ailelerin önceden anlaşmış olmaları dolayısıyla buna lüzum görülmez. Yine kız tarafından orada hazır bulunan, özellikle kızın babası, o yoksa dayısı, amcası vb. “hayırlı olsun, madem çocuklar birbirini istiyor” gibi, bir ifadeyle damat tarafına kabul ettiklerini bildirirler. Bundan sonra “hayırlı olsun” temennisiyle tebrikleşilir ve büyüklerin elleri öpülür ve hayırlı dualar ile söz kesme işi biter. 267 Dünür gitmeyle ilgili Anadolu’nun çeşitli yerlerinde daha özel bazı uygulamalara rastlanmaktadır. 268 Kız isteme esnasında ağzı laf yapabilen, hatırı sayılır, bu işlerden anlayan bir erkek bulundurulur ve o kızı ister. Çünkü ikna etmek, kız evinin şüphelerini gidermek için bu gereklidir. Bu tür bir uygulama Hz. Peygamber zamanında da vardı. Hadisi Şerifte bu konuda şöyle bir örnek mevcuttur: Zeyd b. Eslem, İbn Ömer’in şöyle dediğini işitmiştir: Doğudan iki adam geldiler ve (kız istemek ile ilgili etkili) konuştular. Nebî (s.a.v.) bunun üzerine şöyle dedi: “Muhakkak hitabette sihir vardır.” 269 Bazen etkili bir konuşma, olmayacakmış gibi görülen işlerin bile olmasını sağlayabilir. Hz. Peygamber'in Hz. Haticeyi istemesi esnasında bugün uygulanana yakın adetler görülmektedir. Hz. Hatice’nin babası ficar harbinde öldüğü için onun nikahlanma işini amcası Amr b. Esed üstlenmişti. Adete göre bu nikahın onun tarafından kıyılması gerekiyordu. Bununla beraber bu nikahın gerçekten Amr tarafından mı? yoksa bir başkası (Varaka b. Nevfel) tarafından mı kıyıldığı konusunda rivâyetler farklıdır. Ancak her halde Hz. Hatice’nin (r.a.) nikahında bir erkeğin bulunduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda kaydettiğimiz gibi, kız isteme esnasında her iki tarafı temsil eden erkekler tarafından kendi çocuklarının meziyetleri sayılır. Hz. Peygamber’in dünürcülük olayında da böyle bir uygulama ile karşılaşılmaktadır. Buna göre Ebû Tâlib ayağa kalkarak, âdet üzere kadın ailesinin 267 Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s.35-36; Muratoğlu, Kalafat, Türkeroğlu, Türk Halk İnançları, s.46; Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, 106-109; Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 8-62; Yurt Ans. I, 235; II, 1363. Uğur, İçel Folkloru II, s.14. 268 Yurt Ans. I, 149, 312, 393, 678; II, 1424; Koşay, a.g.e., s. 10-12; Ayrıca bkz. Güngör, Gagauz Türkleri, s.26. 269 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 47, (VI, 137). 77 reisinden izin istemiş ve bir konuşma yapmıştır. O konuşmasında, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hiç bir Mekkeli gençte bulunmayan meziyetlerini sıralamıştır. Onun zengin olmadığını, fakat zenginliğin gelip geçici olduğunu, tarafların bir birilerini çok sevdiklerini, iyi anlaştıklarını, bu sebeple onları evlendirmenin uygun olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine Varaka b. Nevfel bu teklifi destekleyerek şöyle demiştir: “Muhammed cins bir deve gibidir, çökmesi için burnunun üstüne bir sopayla vurmaya gerek yoktur.” O esnada sarhoş ve mahmur bir halde orada bulunan Hz. Hatice’nin (r.a.) amcası Amr b. Esed, hiç bir şeyin farkında değildi. Olan olaylara da ses çıkarmadığı için kabul manasına gelir diyerek, nikah muamelesine geçilmiştir. Adet olduğu üzere alkış ve tebrikler arasında davetliler, eşlerin başlarına atılan kuru hurma ve şekerleri almaya çalışmışlardı. 270 Akşama doğru uyanan amca, gördüklerinin ne olduğunu sormuş, Hz. Hatice de “Bugün beni şehrin ileri gelenleri huzurunda Abdullah’ın oğlu Muhammed’le evlendirdin.” demiştir. 271 Hz. Hatice dünürcülük konusunda o zamana kadar uygulanan adetlerin tersine bir davranış sergilemiştir. Çünkü evlenme talebinin âdet gereği erkek tarafından gelmesi gerekirken, bu talep kadın tarafından gelmiştir. Böylece bu konudaki eski adete aykırı davranıldığı bilinmektedir. Bununla beraber, Hz. Hatice’nin evlenme teklifinin gerçekleşmesiyle ilgili farklı bilgiler mevcuttur. Evlenme teklifini Hz. Hatice'nin veya Hz. Peygamber'in yaptığı belirtilmektedir. 272 Hz. Peygamber'in sünnetini kendisine rehber edinen Anadolu toplumunda evlenme teklifi, erkek tarafından yapılmaktadır. Bunun için de dünürcülük olayına kız isteme denilmiştir. Ancak günümüzde evlilik teklifi her iki cins tarafından da yapılmakla birlikte, yine de örf ve âdetlerimizin etkisiyle, âdeten de olsa, erkek tarafı kız istemeye gidip yukarıda kaydettiğimiz şekilde bir tören uygulamaktadır. Kadının erkeğe evlilik teklif etmesi, erkeğe beslenen aşırı sevgi ve arzunun sonucu olarak 270 "Adet olduğu üzere alkış ve tebrikler arasında davetliler, eşlerin başlarına atılan kuru hurma ve şekerleri almaya çalışmışlardı" cümlesi sadece Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 58' de mevcut olup başka yerde bu cümleye rastlayamadık. 271 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 131-133; ez-Zübeyrî, el-Müntehab min Kitâbi Ezvâci'n-Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Selam, s. 25; Ayrıca Bkz. Srıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesaji, s.68-70. 272 Ibn Sad, et-Tabakât, I, 130. 78 kendisini göstermektedir. 273 Hz. Peygamber zamanında konuyla ilgili şu örneğe rastlamaktayız: Sâbit’ (r.a.) anlatıyor; “Ben Hz. Enes’in (r.a.) yanındaydım. Onun yanında bir kızı vardı. Enes dedi ki: “Rasûlullah’a (s.a.v.) bir kadın gelerek nefsini ona arz etti ve: “Ey Allah’ın Rasûlü! Senin bana ihtiyacın var mı?” dedi. Bunun üzerine Enes’in kızı: “Bu kadın ne kadar hayasız! Ne ayıp, Ne ayıp!” dedi. Enes: “Hayır, o senden daha hayırlıdır! Rasûlullah’a rağbet ve arzu duydu ve nefsini ona arz etti.” buyurdu.” 274 Burada da görüldüğü gibi, aslında toplumumuzda bulunan uygulamalar asrı saadette görülen adetlerle benzeşmektedir. Anadolu’da dünürcülük esnasında her iki tarafın da evlenecek çocuklarını övmesi adeti, evlilik teklifinin kız ya da erkekten gelmesi, aşırı sevgi ve aşk durumlarında evlenme teklifinin kız tarafından yapılması, dünürcülük esnasında aile büyüğünden birisinin bulunması, sonuç olumlu ise bunun bir şekilde tatlı şeylerle kutlanması gibi adetler Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında da aynen görülmekteydi. 3.1. Dünürcülükte Kızın Saçına ve Yüzüne Bakmak Evlilik büyük sorumluluk gerektiren ve ciddiyet isteyen, insanın hayatındaki en önemli kararlardan birisidir. Onun için her iki tarafın da bir diğerini seçerken her yönüyle kendine uygun, anlaşabileceği ve gönlünün ona ısınacağı birisini seçmesi gerekir. Bu da taraflara birbirini tanıma ve düşünme fırsatı verilmesiyle mümkün olur. Bunu sağlayabilmek için Anadolu toplumunda evlilik öncesi görüşme, nişanlanma ve bunun devamında bir zaman diliminin olması örf adet haline gelmiştir. Çoğunlukla nişanlanmadan önce ve nişanlılık döneminde evlenecek tarafların görüşüp konuşarak güzellik ve huy bakımından bir birini tanımalarına fırsat verilmektedir. Amasya’da kız beğenme ve dünür gezmesi sırasında erkek tarafı kızı beğenmişse onu tanımaya, hatta ağzının kokup kokmadığını bile öğrenmeye çalışır. Sonuçta bu evliliğin iki taraf veya birisi için kötü sonuçlar ortaya çıkaracağı kanaati oluşursa, hiç tereddüt etmeden bu evlilikten vazgeçilir. Ancak Anadolu’nun bazı yörelerinde farklı uygulamalara da rastlamak mümkündür. Örneğin Balıkesir’de kız 273 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 1. 274 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 32, (VI, 129); Edeb, 79, VII, 101; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 25, (VI, 7879). 79 verildikten sonra damat adayı düğüne kadar bir daha kızı göremez. Bingöl’de nişanlı gençler genellikle hiç görüşemezler. Bolu’da da nişanlılık süresince gençlerin birbirilerini görmeleri hoş karşılanmaz. 275 Bu durum dini duyguları yoğun ailelerde görülmektedir. Anadolu insanının dini bilgiler açısından beslendiği en önemli kaynak cami vaazlarıdır. Vaizlerin konu hazırlamakta faydalandığı bir vaaz kitabında kadına bakmanın kötülüğü ile ilgili şu deliller ileri sürülerek, toplum böyle bir şeyden men edilmiştir: 1.“Ey Muhammed! Mümin erkeklere söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler. Mahrem yerlerini korusunlar. Bu onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mümin kadınlara da söyle; gözlerini bakılması yasak olandan iffetlerini korusunlar.” 276 2. “Allah bakana da, baktırana da lanet etsin” 277 şekindeki rivayete hadis kitaplarında rastlayamadık ancak, Osmanlı zamanının en çok okunan tsavvufî eserlerinden birisi olan Ahmediyye'de aynı anlamı içeren açıklamalar yer almaktadır. 278 3.Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Aliye hitaben şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Bakış bakışı izlemesin. İlk bakış sana ait (mübah), sonraki ise sana ait değildir.” 279 4.“ Müslüman bir erkeğin gözü (mahremi veya nikahlısı olmayan) bir kadının güzelliğine takılır da, sonra (Allah’tan korkarak) gözünü ondan sakınırsa Allah Teâlâ ona ibâdet sevabı verir.” 280 275 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 1-8; Yurt Ans. I, 484; II, 1205, 1363, 1509. 276 277 Nûr, 30-31. Emre, Kürsiden Mü’minlere Sohbet ve Nasihatler, III, 157. Ancak böyle bir rivâyete hadis kitaplarında rastlayamadık. 278 Bkz. Ahmed Mürşidî, Mürşid-i Pend-i Ahmediyye, s.126, 128, 142, 144,145. 279 Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 43, (II, 610), no: 2149. 280 Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşad, VII, 82’den naklen, A.b. Hanbel, Müsned, V, 24 olarak kaynak verilmiştir, ancak belirtilen eserde böyle bir rivâyete rastlanmamaktadır. 80 5. “Sizden kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla baş başa kalmasın.” 281 Çünkü bunu yaparsa, üçüncüleri şeytan olur,” ibaresi sadece et-Tirmizî'nin Sünen'inde yer almıştır. 282 Görüldüğü gibi delil olarak sunulan âyet ve hadislerin, aslında evlenmek için kendisine eş arayan kimseye hitaben değil de, kötü niyetle, kadınlara bakıp onları fuhşa teşvik edenlere yönelik olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Buna karşılık evleneceği bir kadına evlenme niyetiyle helal dairede bakmayı teşvik eden hadisler daha anlaşılır ve maksadı daha net olarak ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.), din yönünden güzel olanı seçmenin daha iyi olacağını belirtmiştir. Ancak insanların bu konuda itibar ettiği diğer şeyleri de sıralayarak bunlara dikkat çekmiş 283 ve hadislerde bu hususa işaret edilmiştir. Bunlardan bazılarını aşağıya kaydedeceğiz: Câbir’in (r.a.) naklettiği bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Sizden biriniz bir kadınla evlenmek istediği zaman, onun evlenmeyi teşvik edecek niteliklerine bakabilirse baksın.” Câbir (r.a.) şöyle diyor: “Bir cariye ile evlenmek istiyordum. Gizlice onu gözetledim ve evlenmeyi teşvik eden bazı özelliklerini gördüm. Sonra da onunla evlendim.” 284 İbn Mâce’nin, Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe (v.235)- Hafs b. Gıyâs (v. 194)- Haccâc b. Ertât b. Sevr en-Nehaî (v. 145)- Muhammed b. Süleyman- Sehl b. Ebî Hasme b. Sâide- Muhammed b. Mesleme b. Seleme el-Ensârî (v. 43) senediyle kaydettiğine göre, Muhammed b. Mesleme b. Seleme el-Ensârî: 281 282 283 el-Buhârî, Sahih, Nikah, 111, (VI, 159). et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 16, (III, 474), no: 1171; Altunkaya, a.g.e., VII, 83-85. Müslim, Sahih, Rada, 53, (II, 1086); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 2, (II, 539), no: 2047; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 4, (III, 396), no: 1086; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 6, (I, 597), no: 1858; A.b. Hanbel, Müsned, II, 428; III, 80, (VI, 152); İbn Hibbân, Sahih, IX, 344, no: 4036, 4037; Ebû Ya’lâ, Müsned, II, 292, no: 1012; XI, 451, no: 6578; Abd b. Humeyd, el-Müntehab min Müsned-i Abd b. Humeyd, s.133, no: 328; s. 304, no: 988. 284 Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 18, (II, 565-566), no: 2082. 81 “Ben bir kadınla evlenmek istedim. Artık ona gizlice bakmanın yollarını aramaya başladım. Nihâyet, kendisine ait bir hurma bahçesi içinde ona baktım,” demiş. Sonra kendisine: -Sen Rasûlullah’ın (s.a.v.) sahabisi olduğun halde bunu nasıl yaparsın! denilmiş. O da: -Ben Rasûlullah’tan şöyle buyururken işittim: -“Allah Teâlâ bir kadınla evlenme isteğini bir adamın kalbine attığı zaman, artık adamın o kadına bakmasında hiç bir beis yoktur.” diye cevap vermiştir. 285 Bu rivâyetin senedinde bulunan Haccâc İbn Ertâd el-Kûfî (v.h.145) ve Hafs b. Gıyâs (v.194) zayıf olup, onların tedlis yaptıkları bilinmektedir. 286 Bazı alimlere göre, tedlis yaptığı söylenenlerin rivâyetleri, sema’ lafzı açık bir şekilde kullanılmışsa kabul edilir. Bunun aksine, sözü müphem ve tedlis ihtimali mevcut olan râvîlerin rivâyetleri reddedilir. Bazı alimlere göre ise; sema lafzı ister kullanılsın ister kullanılmasın reddedilir. 287 Bu rivâyet de an’ane ile aktarılmıştır. Ancak İbn Hibbân, Sahih’inde başka bir senedle aynı rivâyeti kaydetmiştir. 288 Yine Ebû Hureyre (r.a.), konuyla ilgili olarak şu rivâyeti nakletmiştir: “Peygamber’in (s.a.v.) yanında idim. Ona bir adam gelerek kendisinin Ensar’dan bir kadınla evlenmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “O kadına baktın mı?” diye sordu. Gelen kişi: “Hayır,” dedi. Rasûlullah (s.a.v.): Öyleyse git de ona bir bak! Çünkü Ensar’ın gözlerinde bir şey vardır,” buyurdu. 289 Sehl b. Sa’d’ın bildirdiğine göre, bir kadın Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek “Yâ Rasûlullah! Kendimi sana hibe etmeye geldim.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah 285 Ibn Mâce, Sünen, Nikâh, 9, (I, 599), no: 1864 286 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 9, (I, 599). 1864 nolu hadisin açıklaması. 287 İbn Salâh, Ulûmu’l-Hadîs, s. 75; es-Suyûtî, Tedrîbu’r-Râvî, s. 148; Suphi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s. 143; Koçyiğit, Hadis Usulü, s. 104; Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 395-397. 288 İbn Hibbân, Sahih, Nikâh, IX, 350, no: 4042. 289 Müslim, Sahih, Nikâh, 74, 75, (II, 1040); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 23, (VI, 77). 82 (s.a.v.), kadına bakarak onu tepeden tırnağa süzdü. Sonra başını eğdi. Kadın, Rasûlullah’ın kendisi hakkında bir hüküm vermediğini görünce oturdu. Derken Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabından bir kimse kalkarak “Yâ Rasûlallâh! Eğer senin bu kadına bir ihtiyacın yoksa, onu benimle evlendiriver!” dedi…” 290 el-Mugîre b. Şu’be (r.a.) şöyle demiştir: Ben Peygamber’in yanına vararak, nikahlamak istediğim bir kadını ona anlattım. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Git o kadına bak. Çünkü bakman, (evlendiğiniz zaman) aranızda ülfet ve sevginin devam etmesi için daha uygundur.” dedi. Bunun üzerine ben, Ensâr’dan bir kadınla gidip onu babası ile annesinden istedim. Ve Peygamber’in (s.a.v.), evlenilecek kızı görmekle ilgili buyruğunu onlara bildirdim. Bana öyle geliyor ki kızın anne ve babası, kızı görmek istememden hoşlanmadılar. el-Muğîre dedi ki: Kız, örtüsü içinde olduğu halde konuşmayı işitti ve bana hitaben: “Eğer Allah Rasûlü senin bakmanı emretmişse bak. Aksi takdirde, Allah’a yemin ederek, senin bana bakmamanı isterim.” dedi. Zannımca; benim ona bakmam, kızın ağırına gitti. el-Muğîra (r.a.): “Sonra ben ona baktım ve onunla evlendim.” demiştir. Ravî; el-Muğîra’nın bu kızla evlendikten sonra, aralarındaki uyum ve anlaşmadan çok memnun olduğunu söylemiştir.” 291 Kadının mahrem yerlerine bakılmak istendiğinde, araya bir kadın konmalıdır. Nitekim; Allah Rasûlü (s.a.v.) Ümmü Süleym’i, bir kadını görmesi için yollayarak “Ökçelerine bak ve yakalarını kokla” bir diğer rivâyette de“ön dişlerini kokla” diye talimat vermiştir. 292 Ortaya çıktığı toplumun düşünce dünyasını ortaya koyması açısından önemli olan mevzû bir rivâyette de “Sizden birisi bir kadınla evleneceği zaman, onun yüz güzelliğini sorduğu gibi saçını da sorsun. Çünkü saç, güzellik veren iki şeyden birisidir.” 293 denilmektedir. 290 Müslim, Sahih, Nikâh, 76, (II, 1040-1041). 291 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 9, (I, 600), no. 1866;ayrıca bu konuda bkz. en-Nesaî, Sünen, Nikah, 17, (VI, 69); A.b. Hanbel, Müsned, IV, 244; İbn Hibbân, Sahih, IX, 351, no: 4043; el-Beyhakî, Sünen, VII, 84, no: 13268; et-Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, XX, 434, no: 1055, 1056; ed-Dârekutnî, Sünen, III, 252, no: 31. 292 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 276. 293 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 262;es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 139. 83 Dört mezhep imamına göre de evlenilecek kızın yüzüne bakmak gerekir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) evlenilmek istenen kadına bakmaya mutlak suretle izin vermiş ve bu hususta kadından müsaade almayı şart koşmamıştır. Zaten kadın genellikle bu izinden utanır. Bakan kimsenin o kadını beğenmeme ihtimali de vardır. İzin şart koşulduğu takdirde beğenilmeyen kadın gücenir. Onun içindir ki, alimlerden bazıları, kadına dünür göndermeden önce onu görmenin ve ona bakmanın müstehab olduğunu söylemişlerdir. Eğer bir erkek, dünür gönderip de kadını beğenmez ve onunla evlenmezse, kadının gücenebileceğine dikkat çekmişlerdir. 294 Düğünden önce tarafların birbirlerini görüp tanıması konusunda İslam’ın getirdiği uygulama, hem aşırılıktan uzak hem de maksadın gerçekleşmesi için daha uygundur. Evlenmek isteyenlerin, beraberlik ve mutluluklarına katkısı bulunur düşüncesiyle, yanlarında veya yakınlarında üçüncü bir şahsı bulundurarak, konuşup anlaşmasına izin verilmiş, hatta bu teşvik edilmiştir. Yukarıda kaydettiğimiz hadise göre, Sahabeden biri, bir kadınla evlenmek istemiş, Rasûlullah da kendisine, kadını görüp görmediğini sormuştur. Görmedim, cevabını alınca da “Onu gör, çünkü bu ileride mutlu olmanız için en iyisidir.” 295 buyurarak, günümüzdeki âdetlere zemin hazırlamıştır. Burada maksat, evlenecek kişilerin birbirini tanımasıdır. Ancak; bu fırsatı değerlendirerek ileri gitmek yasaktır ve bunun için yanlarında birilerinin bulunması ya da topluluk içerisinde, kuytu yerlere gitmeden, bu görüşmenin gerçekleşmesi sağlanmalıdır. 3.2. Dünürcü Üzerine Dünürcü Gitmek Anadolu’nun bütün yörelerinde bulunan güzel adetlerden birisi de dünürcü üzerine dünürcülük yapılmamasıdır. Böyle bir şey, toplum tarafından ayıp karşılanıp kınanır ve ailelerin arasını açarak düşmanlık duygularının kabarmasına neden olur. Eğer böyle bir durum olacaksa kız ile ya da kızın annesiyle gizlice konuşularak kendilerinin de o kızı isteme eğiliminde oldukları duyurulur. O dünürcülük sonuçlanıncaya kadar başka birileri tarafından dünürcülük yapılmaz. İşte; İslam 294 Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 271. 295 en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 17, (VI, 69). 84 kültürüyle yoğrulmuş Anadolu insanının bu güzel davranışı, kaynağını Peygamber terbiyesinden almıştır. İslam’ın kazandırdığı güzel bir davranış olarak da Anadolu’da adet haline gelmiştir. Câhiliye devrinde evlenme konusunda rekabet yapılırdı. Bir kimsenin evlenmek istediği bir kadınla evlenebilmek için, ilk isteyen şahıs ilgisini kesmeden, çeşitli yollara başvurularak, bu kadına talip olunurdu. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu durumu şiddetle yasaklayarak “sizden biriniz, kardeşinin evlenme teklifi bitmeden aynı kadına evlenme teklifinde bulunmasın” buyurmuştur. 296 Hz. Peygamber (s.a.v.), toplumsal hayatta her zaman önemli bir yer tutan kız isteme adetinin, başkalarını da ilgilendiren, belli başlı kurallarını belirlemiştir. İnsanlar arasında kırıcı olmaması için, en uygun olan yöntemi tavsiye etmiş ve hadisleriyle insanları daha mutlu bir hayata yönlendirmiştir. Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Bir kimse, (din) kardeşinin bir kadına evlenmek için istekli çıkması üzerine o kadına talip olmasın.” 297 İbn Hibbân’ın kaydettiği bir rivâyette fazlalık olarak “tâki evlenene ya da vazgeçinceye kadar” ibaresi yer almaktadır. 298 Ancak bunun; dünürcülüğün yapılıp mehrin belirlenmesinden ve her iki tarafında bu mehr üzerinde anlaşmasından sonraki aşamayı içerdiği belirtilmektedir. 299 İmam Şâfi’ye göre, konuyla ilgili hadisin manası; “Bir adam bir kadını isteyince, kadın razı olup ona meylederse, bir başkasının o kızı istemeye artık hakkı yoktur. Eğer kızın rızasını veya meylettiğini bilmezse, o zaman isteyebilir.” Şâfi’nin bu yorumuna delil, Fâtıma 296 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 45, (VI, 136); Müslim, Sahih, Nikâh, 49-56, (II, 1032-1034); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 16-17, (II, 564-565), no: 2080, 2081; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 38, (III, 440), no: 1134, 1135; en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 20, (VI, 71-73); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 10, (I, 600), no: 1867-1869; Ayrıca bu konuda bkz. Ateş, İslam’a Göre Câhiliye Ve Ehli Kitab Örf ve âdetleri, s. 283. 297 Müslim, Sahih, Nikâh, 51, 52, 53, 54, (II, 1033); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 16-17, (II, 565), no: 2080, 2081; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 1, (II, 523); A.b. Hanbel, Müsned, II, 42, 394, 487; İbn Mâce Sünen, Nikâh, 10, (I, 600), no: 1867, 1868; İbn Hibbân, Sahih, IX, 352, no: 4046; IX, 355, no: 4048; IX, 358, no: 4050; Ayrıca el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid isimli eserinde bu tür rivâyetleri bir araya getirmiştir. IV, 276. 298 İbn Hibbân, Sahih, IX, 358, no: 4050 299 İbn ü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 45. 85 b. Kays’ın kıssasıdır. Çünkü bahsedilen rivâyette o, kendisini iki kişinin talep ettiğini söylerken, bunlardan birine meylettiğini söylememiştir. Eğer böyle bir şey söyleseydi; Hz. Peygamber (s.a.v.), ona razı olduğunun dışında üçüncü bir şahıs göstermezdi.” 300 İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘Bir kısmınızın diğerinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasını ve din kardeşinin dünürcülük yaptığı bir kıza dünürcü göndermesini menetti. Tâ ki o kardeşi, kız istemeyi terk edinceye ya da kızı isteyebilmesi için ona izin verinceye kadar.’” 301 Başka bir Hadiste de; “Bir kişi bir kızı istediğinde, onunla evleninceye ya da onu terk edinceye kadar başkası o kıza dünürcü göndermesin.” buyurulmuştur. 302 Ebû Hureyre’nin (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Bir kişi, din kardeşinin dünürçülüğünün üzerine dünürçü göndermez. Din kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık etmez. Kadın, halasının ve teyzesinin üzerine nikah edilemez. Kadın, kız kardeşinin kocasıyla evlenmek isteyerek kardeşinin ondan boşanmasını isteyemez. Kadın, isteyene varmalıdır. Onun nasibi ancak Allah’ın kendisine takdir ettiği şeydir.” buyurmuştur. 303 Kaydedildiğine göre, dünürcü üzerine dünürcü gönderme hakkındaki yasak, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından nesh edilmiştir. Muâviye ile Ebû Cehm (r.a.), Fâtıma binti Kays ile evlenmek istemişler; Rasûlullah da (s.a.v.) ona Hz. Usâme ile evlenmesini teklif etmişti. Fakat fakihlere göre, Rasûlullah’ın (s.a.v.) bu dünürçülüğü nehiyden önceye aittir. Çünkü bu konudaki yasaklama mensuh değildir. Nevevî de: “Bu hadisler, din kardeşinin dünürcülüğü üzerine dünürcü göndermenin haram kılındığını gösteren açık delillerdir.” demiştir. Eğer kız tarafı açıkça kabul edip, kızı isteyen de vazgeçmeyip, başkasına onu istemek için izin vermemişse, bir kişinin o kıza dünür göndermesi bütün alimlere göre haramdır. Bu takdirde; o kızı 300 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 38, (III, 440), no: 1134. 301 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 45, (VI, 136); Müslim, Sahih, Nikâh, 49-56, (II, 1032-1033); et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 38, (III, 440-441), no: 1134; Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 16-17, (II, 564-565), no: 2080, 2081; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 1, (II, 523); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 19, (VI, 71). 302 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 46, (VI, 137). 303 Müslim, Sahih, Nikâh, 38, (II, 1029); Nikâh, 50, (II, 1032). 86 isteyip evlenirse âsî olur. Fakat nikah sahih olup, fesh edilemez. Bazıları hadisteki yasaklamayı, kadının birinci talibi ile evlenmeye rıza göstermesi haline atfetmişlerdir. Şu halde; iki taraf rıza gösterip mehir üzerinde anlaşmaya varmadıkça, başkasının bu kadını istemesinde bir sakınca olmadığı anlaşılıyor. 304 Ancak yine de, toplum arasında bir buğz ve nefrete yol açmamak için, dünürcülük sonuçlanmadan bir başkasının yeni teklifle kız tarafına gitmesi, Anadolu toplumu tarafından hoş karşılanmamaktadır. Toplumun bu adeti, yukarıda kaydettiğimiz rivâyetler ışığında ortaya çıkmış olup, örf ve âdetlerin kaynağı hakkında açık bilgi vermektedir. 3.3. Dünürcülükte Kız Evinde Bir Erkeğin Bulunması Kız isteme merasimi genellikle önce kadınlar arasında başlasa da resmiyete döküldüğünde erkekler tarafından gerçekleştirilmektedir. Anadolu’da uygulanış şeklindeki küçük farklılıklarla birlikte; aynı adet, öz olarak her tarafta geçerlidir. Adete göre; önce, damat adayının annesi ve akrabasından olan kadınlar dünürcü giderler. Daha sonra da babası ve erkek yakınları, köyün imamı, ya da söz sahibi birileriyle birlikte kız istemeye gider. Önce kadınlar arasında yapılan konuşmalarda eğilim olumlu ise, erkekler devreye girer. Bu arada kızın annesi, kız ve babasıyla konuşarak onların görüşlerini alır. Kızın isteği varsa; siz bilirsiniz, annem ve babam bilir, şeklinde cevap verir. Eğer isteği yoksa; ya açıkça isteksizliğini söyler, ya da ağlayarak tepki verir. Yine de son istemede kız ve erkek tarafından, babalar ya da akrabadan birer erkek dünürcülük töreninde bulunarak kararı açıklarlar. Dünürcülük esnasında, iki taraftan da önemli ve güzel konuşmalar yapılır. Kız tarafı kızını, oğlan tarafı da oğlunu över. 305 Farklı uygulmalarla karşılaşmak da mümkündür. 306 Anadolu’da bu şekilde olan adetler, hadisler tarafından da desteklenmektedir. Nitekim, Hz. Peygamber: “Veli(den izin)siz hiç bir nikah olamaz.” 307 “Kadın kadının nikahını kıyamaz. Kadın kendi nefsinin nikahını da kıyamaz. Çünkü, şüphesiz zâniye 304 Bkz. Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 251-252. 305 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 9; Yurt Ans. I, 393; 484; 678. 306 Yurt Ans. II, 1204. 307 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 14, (I, 605), no: 1880. 87 kadın, kendi nefsinin nikahını kıyan kadındır.” 308 “Talak, ancak nikahtan sonra mümkün olur; zıhar da ancak nikahtan sonra mümkün olur. Köleyi âzad etmek, ona sahip olduktan sonra mümkündür. Nikah da ancak veli ile gerçekleşir, mehir verilmesiyle ya da belirlenmesiyle gerçekleşmiş olur.” 309buyurmuştur. Hadislerin işaret ettiği bu adetin Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında uygulamaları oldukça fazladır. Biz burada bir kaç tanesini kaydederek aradaki yakın ilişkiye işaret etmek istiyoruz. Dünürcülük esnasında bir erkeğin bulundurulması adeti, Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında da vardı. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Hz. Hatice’ye (r.a.) dünürcülüğü esnasında Hz. Hatice’nin (r.a.) babası olmadığı için amcası çağrılmış ve son söz olarak onun “verdim” demesi ya da onun huzurunda anlaşma sağlanması istenmiş ve böyle de gerçekleştirilmiştir. 310 İbn Ömer (r.a.) de; “Osman b. Maz’un vefat ettiği zaman geride yetim bir kız bırakmıştı. Kızın amcası olan dayım Kudâme (b. Maz’un) ona danışmadan nikahını bana yaptı. Bu iş, kızın babasının ölümünden sonra oldu. Kız, amcasının yaptığı bu nikah işinden hoşlanmadı ve el-Muğîre b. Şu’be ile evlendirilmesini istedi. Sonra, amcası onu el-Muğîre ile evlendirdi.” demiştir. 311 Bu evliliklerde kızı, babası olmadığı için, âdete göre yine akrabasından bir erkek evlendirmiştir. Hz. Aişe’den (r.a.) rivâyet edilen bir hadise göre Rasûlullah (s.a.v.): “Bir kadının nikahının kıyılmasına velisi izin vermemişse, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır. (Veliden izinsiz kıyılan nikahtan) Sonra; eğer kocası onunla cinsel temasta bulunursa, bu teması nedeniyle, ona mehrinin ödenmesi gerekir. Eğer veliler, (kadının nikahını engelleyecek derecede evlendirme işinde) ihtilafa düşerlerse, artık sultan, hiç bir velisi olmayanın velisidir,” buyurmuştur. 312 308 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 14, (I, 605), no: 1881; el-Beyhakî, Sünen, VII, 110, no. 13410, 13412, 13413; VIII, 343, no: 17468. 309 er-Rebî, Müsnedü’r-Rebî, I, 206, no: 510. 310 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 131-133; Ayrıca bkz. Kara Davud, Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davud,s. 420-421. 311 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 14, (I, 604), no: 1878. 312 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 15, (I, 605), no: 1879. 88 Burada, kız kaçırarak evlenmeye de işaret edilmiştir. Toplum böyle bir evliliği hoş karşılamamaktadır. Çünkü anne ve babanın rızasını almak, onları üzmemek takdir edilecek bir davranıştır. Yukarıdaki rivâyette kız kaçırma şekliyle olan evlenmenin resmi nikah yapıldığı takdirde haram olmadığı vurgulanmıştır. Ancak mükemmel olanın anne ve babanın da rızası alınarak yapılan evlilik olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Hatice’nin babası ficar harbinde öldüğü için, onun nikahlanma işini amcası Amr b. Esed’in üstlenmesi gerekiyordu. Adete göre; bu nikahın onun tarafından kıyılması gerekiyordu. Bununla beraber, bu nikahın gerçekten Amr tarafından mı; yoksa bir başkası (Varaka b. Nevfel) tarafından mı kıyıldığı konusunda rivâyetler farklıdır. Ancak her halde, Hz. Hatice’nin (r.a.) nikahında bir erkeğin bulunması gereği anlaşılmaktadır. Yukarıda kaydettiğimiz gibi, kız isteme esnasında her iki tarafı temsil eden erkekler tarafından kendi çocuklarının meziyetleri sayılır. Hz. Peygamber’in dünürcülüğünde de böyle bir uygulama ile karşılaşılmaktadır. Buna göre; Ebû Tâlib ayağa kalkarak adet üzere kadın ailesinin reisinden izin isteyip bir konuşma yapmıştır. O konuşmasında Hz. Muhammed’in (s.a.v.), hiç bir Mekkeli gençte bulunmayan meziyetlerinden bahsederek, onun zengin olmadığını, fakat zenginliğin gelip geçici olduğunu, tarafların birbirlerini çok sevdiklerini, iyi anlaştıklarını, bu sebeple onları evlendirmenin uygun olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine Varaka b. Nevfel, bu teklifi destekleyerek şöyle demiştir: “Muhammed cins bir deve gibidir, çökmesi için burnunun üstüne bir çubukla vurmaya gerek yoktur.” O esnada sarhoş ve mahmur bir halde orada bulunan Hz. Hatice’nin (r.a.) amcası Amr b. Esed, hiç bir şeyin farkında değildi. Olan olaylara da ses çıkarmadığı için “kabul” manasına gelir denilerek nikah muamelesine geçilmiştir. Akşama doğru uyanan amca gördüklerinin ne olduğunu sorunca, Hz. Hatice; “Bugün beni şehrin ileri gelenleri huzurunda Abdullah’ın oğlu Muhammed’le evlendirdin.” demiştir. Buna itiraz eden amca ile yeğeni Hz. Hatice arasında bazı konuşmalar gerçekleşmiştir. 313 Konumuzla ilgili tipik örneklerden birisi de Ümmü Seleme’nin (r.a.) rivâyetidir: “Onun iddeti sona erince Hz. Ebû Bekir (r.a.) bir elçi göndererek onu istetti (evlenme teklif etti). Ümmü Seleme bu teklifi kabul etmedi. Derken, 313 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 131-133. 89 Rasulullah (s.a.v.) Hz. Ömer’i (r.a.) ona göndererek, kendisi için istetti. Ümmü seleme, Ömer’e: “Rasûlullah’a haber ver. Ben çok kıskanç bir kadınım. Ayrıca benim çok çocuğum var, bir de velilerimden hiç birisi burada hazır değil!” dedi. O da gidip Rasulullah’a aktardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ömer’e: “Ona dön ve kendisine şöyle de: “Kıskançlığına gelince senden onu gidermesi için Allah’a dua edeceğim. Çocuklarına gelince, onların himayesi de görülecektir. Velilerin meselesine gelince, onlardan burada olan ya da olmayan hiç kimse bu evliliğe karşı çıkmayacaktır” buyurdular. Bunun üzerine oğluna: “Ey Ömer! Kalk. Rasûlullah ile beni nikahla” dedi. O da nikahladı.” 314 Hz. Peygamber zamanında, evlendirme konusunda yaygın olan bu adetin dışında bazı farklı uygulamalar da vardı. Dul kadın kendisinin evlendirilmesi konusunda velisinden izin almaksızın karar verebilmekteydi. Günümüz Anadolu toplumunda da dul kadın evlenirken, bakire kızın evlenmesinde olduğu gibi, babasının birinci derecede söz sahibi olması yerine, Ümmü Seleme gibi kendisi karar vermekte ve Ümmü Seleme’nin oğluna dediği gibi, formalite olarak ailesini işe müdahil etmektedir. Ancak kızların evlendirilmesinde bu tür bir şey ayıp olarak karşılanmakta ve örf adetlere ters olduğu için de kınanmaktadır. Nitekim İbn Abbas’ın (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.); “Dul kadın kendisini evlendirme konusunda velisinden daha çok hak sahibidir. Bakireye gelince onun izni istenir. Onun izni susmasıdır.” buyurmuştur. 315 Evlenme konusunda dul ile bakire kadın aynı şekilde değerlendirilmemiştir. Birisi kendisini evlendirme konusunda söz sahibi iken, diğerinin izni istenmekte. O da gönlünün olup olmadığını farklı şekillerde ortaya koymaktadır. Şimdi, toplumun bu konudaki uygulamasına ve bununla ilgili rivâyetlere geçeceğiz. 3.4. Kızın İzninin Alınması Kızın izninin alınması konusunu iki bölümde inceleyeceğiz. Çünkü, bakire ile dul bayanın izni farklıdır. Biri konuşmaya utanırken diğeri fikrini açık açık ifade 314 en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 28, (VI, 81-82). 315 er-Rebî, Müsnedü’r-Rebî, I, 206, no: 511. 90 edebilmektedir. Toplum bunun bilincinde olduğundan tepkileri gerektiği gibi yorumlamaktadır. Zaten rivâyetlerde de bakire ile dulun izninin farklı olduğu vurgulanmıştır. Öncelikle bakirenin iznini ele alacağız. Yukarıda kaydettiğimiz gibi, dünürcülükte ailelerin büyükleri söz sahibidir. Onlar konuşup anlaşırlar. Ancak, muhakkak evlenecek kızın fikri sorulur ve onun razı olup olmadığı öğrenilir. Genellikle, kızın istemediği birisine olumlu cevap verilmez. Anne ve baba verme taraftarı ise, kızlarına bu konuda ne düşündüğünü sorarlar. Kız, damat adayını beğenmiş ve evlenmeye karar vermişse hiç cevap vermez. Ancak beğenmemişse, ağlayarak ya da açıkça konuşarak evlenmek istemediğini ifade eder. Aslında bu, Hz. Peygamber’in hadislerinde de aynen ifade edilmiştir. Abdullah b. Abbas’ın (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Dul kadın, kendinin evlenmesi konusunda velisinden daha çok hak sahibidir. Bakirenin ise, evlendirlmesi hususunda izni istenir.” “Yâ Rasûlullah! (s.a.v.) şüphesiz bakire konuşmaktan haya eder.” denilince, Hz. peygamber (s.a.v.): “Bakirenin izni onun susmasıdır,” buyurmuştur.” 316 İbn Büreyde’nin bildirdiğine göre “Bir kız Hz. Peygamber’in yanına gelerek, “Babam hakirliğini benimle giderip yükselmek için, beni erkek kardeşinin oğluyla evlendirdi.” diye şikâyette bulunmuş, Hz. Peygamber de, yapılan nikahın kabul ya da ret işini kıza bırakmıştır. Bunun üzerine kız: “Ben babamın yaptığı işi kabul ettim. Ancak, babaların böyle yapmaya haklarının olmadığının kadınlarca bilinmesini istedim.” demiştir.” 317 Anadoluda yaygın olan Hanefî mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam bu hadisi delil göstererek, velinin dul kadınla akıl baliğ olmuş bakireyi nikaha zorlayamayacağını savunmuştur. 318 Ona göre akıl baliğ bir kız, velisinin izni 316 Ibn Mâce, Sünen, Nikâh, 11, (I, 601), no: 1870; Ayrıca bu tür rivâyetler için bakınız: Müslim, Sahih, Nikâh, 64, 65, 66, 67,68, (II, 1036-1037); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 22-23, (II, 573), no: 2092, 2093; Nikâh, 24-25, (II, 2098); et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 18, (III, 416), no: 1108; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 2, (II, 524); ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 13, (II, 460-461), no: 2192, 2196; A.b. Hanbel, Müsned, VI, 45, 165; İbn Hibbân, Sahih, IX, 398, no: 4088. 317 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 12, (I, 602), no: 1874. 318 ez- Zeylaî, Nasbu’r-Râye li-ehâdîsi’l-Hidâye, III, 182-183. 91 olmaksızın evlense nikahı sahih ve geçerlidir. Hanefilerden İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre bu nikah, velinin kabulüne bağlıdır. İmam Şafi, İmam Mâlik ve İmam Ahmed’e göre ise kadınların ibaresiyle asla nikah geçerli olamaz. Delilleri: “velisiz nikah olamaz” anlamındaki hadistir. 319 Nikahta velinin şart olup olmama meselesi ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile Şâfiî bunun şart olduğu görüşündedirler. Onlara göre, velisiz nikah sahih değildir. İmam Ebû Yusuf’tan bir rivâyete göre veli şarttır. İmam Muhammed, velisiz kıyılan nikahın velinin rızasına bağlı olarak caiz olduğu görüşündedir. Ebû Sevr’e göre kadın, velisinin izni ile kendini nikah edebilir. Fakat velisinin izni yoksa nikah caiz değildir. Hanefîler ve Şâfiîlerden bazılarına göre bakireden izin isteyen, baba veya dede olursa sukut yeterli, başkaları izin isterse rızasını açıkça sözle ifade etmesi gerekir. Çünkü kız babası ile dedesinden daha çok utanır. Dul kadının ise, sözle izin vermesi gerekir. 320 Dul kadının iznine gelince; Baba ya da bir başkası, bakire ya da dul bir kadını rızası olmadan nikah edemez. Ebû Hureyre’nin (r.a.) rivâyet ettiğine göre Nebî (s.a.v.) bu konuda şöyle demiştir: “Dul bir kadın, kendisinin evlendirilmesini istemedikçe birisine nikah edilemez. Bakire kız ise, izni alınmadıkça nikah edilemez. Allah Rasûlü’ne (s.a.v.) onun izninin nasıl olduğu sorulunca O (s.a.v.), “Bakirenin izni susmasıdır” demiştir. 321 “Ensar’dan olan Abdurrahman b. Yezîd ile Mücemmî b. Yezîd (r.a.) isimli iki kardeşten rivâyet edildiğine göre, Onlardan Hizam isimli bir adam (Hansa adındaki) kızının nikahını yapmış, sonra kız babasının yaptığı nikah işinden hoşlanmayarak Rasûlullah’ın (s.a.v.) yanına varıp (durumu) ona anlatmıştır. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) kızın babasının yaptığı nikah işini iptal etmiş, kız da 319 el-Mergınânî, el-Hidâye, I, 196; Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 262. 320 el-Mergînânî, a.g.e., I, 197; Davudoğlu, a.g.e., VII, 264-265. 321 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 41, (VI, 135). 92 bundan sonra Ebû Lübâbe b. Abdi’l-Münzir ile evlenmiştir. Ravi Yahya, o kızın dul olduğunu anlatmıştır.” 322 Görüldüğü gibi bakire ve dul kadının evlendirilmesinde onların iznini alma şeklindeki Anadolu’da görülen örf ve âdetler Hz. Peygamber’in hadisleri ve Asr-ı Saadetin uygulamalarıyla örtüşmektedir. Bu da bize günümüzdeki örf adetler üzerinde hadisin etkisinin olabileceği kanaatini vermektedir. Din ve örf adet konusunu işlerken de işaret ettiğimiz gib bir toplumun örf adetleri üzerinde o toplumun dininin etkili olması zaten beklenen bir sonuçtur. Evlenecek kadın bakire ya da dul olsun, evlenmeye giden yolda dünürcülükten sonra nişan merasimi gelmektedir. Şimdi bu konudaki örf adetleri ele alacağız. 4. NİŞANLANMA Nişan; dünürçülüğün olumlu sonuçlanmasından sonra, evliliğe yönelik topluma açık olarak yapılan ilk resmi merasimdir. Evlenme yolunda en ciddi adım olup resmiyet içerir ve bu törenle tarafların evleneceğinin toplumca bilinmesi hedeflenir. Nişan merasiminin mazisi oldukca eskidir. Örneğin Eski Türklerde nişanlanma müessesesine önem verilirdi. 323 Evlenmeyi düşünen çiftlerin birbirine yüzük takarak, mendil vererek nişanlı olduklarını göstermeleri adetten sayılırdı. 324 Nişanlanma, tarafları evlenmeye zorlayıcı bir karakter taşımaktaydı. Hatta kalın (başlık) tespit edilince, artık evlilik bağı oluşmuş kabul edilirdi. Nişanlılık süresince kız ve erkek ailesi birbiriyle görüşmekten mümkün oldukça kaçınırlardı. Ancak; erkekle kız, gündüzleri olmak kaydıyla, görüşebilirlerdi. Her iki taraf da istedikleri vakit nişanı bozabilirlerdi. Bunun için tazminata gerek yoktu. Ancak, kız ailesi kendileri için başka bir erkeği reddetti ise, o zaman erkek tarafı tazminat öderdi. 322 Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 25-26, (II, 579), no: 2101; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 14, (II, 461), no: 2197; A.b. Hanbel, Müsned, VI, 328; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 12, (I, 602), no: 1873; Ayrıca bkz. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 42, (VI, 135); er-Rebî, Müsned, I, 206, no: 512; el-Beyhakî, Sünenü, VII, 119, no: 13464; et-Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, XIX, 446, no: 1084. 323 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.274. 324 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 166. 93 Nişanda mutat olarak verilen hediyeler iade edilmezdi. Nişan, erkek tarafından bozuldu ise “kalın” geri verilmez, ancak kız tarafı bozdu ise geri verilirdi. 325 Anadolu’da nişan merasimi, aile arasında sadece bir yüzük takma şeklinde veya bir salonda, kalabalık davetliler huzurunda ve özel hazırlıklar yapılarak olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilmektedir. Yüzük takılması özel bir merasimle yapılır. Nişan yüzükleri, ince kırmızı bir kurdele ile birbirine bağlanır ve bir tepsi içerisinde getirilir. 326 Anadolu’da nişan töreniyle ilgili farklı uygulamalar vardır. 327 Ancak biz burada teferruata girmeyeceğiz. Yörelere göre farklılıklar olmakla birlikte nişanda erkek tarafının kız tarafına getirdiği ya da gönderdiği hediye bohçaları vardır. Bunlar, kıza güzel çamaşırlar, annesine, kardeşine çeşitli eşyaları içeren hediyelerden oluşmaktadır. Nişan yüzüğü ile birlikte altın kolye, zincir, ufak taşlı bir yüzük vb. hediyeler de verilmektedir. Erkek tarafı nişanlı kıza iki dînî bayram dolayısıyla, gelinlik görmeye gider ve hediyeler verir. Süslü koç da verilen hediyeler arasındadır. 328 Nişandan sonra, damat ve kız evinin arası açılacak olursa nişandaki yiyecek masrafından başka nişan hediyesi veya yüzüğü geri gönderilir ve bu suretle nişan bozulmuş olur. 329 Nişanlanma, Osmanlıdaki Hukuk-u Aile Kanunu (H.A.K.) ile hukukî bir müessese olarak kabul edilmiştir. H.A.K.’ın birinci maddesinde; nişanlanmak ile veya vaat ile nikah kıyılmış olmaz, hükmü vardır. Nişanın bozulması durumunda mehir olarak verilen malın aynen ya da bedelen geri ödenmesi karara bağlanmıştır. Sebep olmadan bozulursa tazminat davası açılabilirdi. 20 Nisan 1917 tarihinde İzmir 325 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 12, 60-62. Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.276-277. 326 Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 37-38. 327 Koşay, a.g.e., s. 11-12; Yurt Ans. I, 312, 393, 484 678; II, 1205, 1363, 1427, 1509 328 Uğur, İçel Folkloru II, s.15. Koşay, a.g.e., s. 9-62;Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, a.g.e., s. 38. 329 Uğur, İçel Folkloru II, s.15. 94 Şer’iyye mahkemesinde verilen karar bu tazminat davasını tasdik ediyor. Karar şöyledir: “Davacı olan nişanlı kız, 10 haziran 1916 tarihinde davalı O.Z. ile nişanlanmıştır. Kız nişandan dolayı, halı dokumakta kullandığı aletini satmış; ancak bir süre sonra erkek, nişanı sebepsiz olarak bozmuştur. Kız bir dava açarak, aletlerin satış fiyatıyla yeni aletler satın almak için ödediği meblağ arasındaki fark ve reddettiği siparişlerden kaybettiği kazanca karşılık olarak 500 TL. Ödenmesini mahkeme kararıyla hak etmiştir. 330 Anadolu’daki nişan törenlerinde en önce göze çarpan şey, yüzük takma ve altın mücevher türü hediyelerin geline takdim edilmesidir. Aslında bu; Eski Türkler’de ve Şamanizm’deki, evlenmeyi düşünen çiftlerin birbirine yüzük takıp mendil vererek nişanlı sayılmaları adetine dayansa da 331 bu âdet, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) evlenecek kişilere, gelin adayına en azından demirden bir yüzük takmayı tavsiye etmesiyle, 332 halk arasında daha da kabul görmüştür. Hz. Peygamber’in maddî ve manevî hatıralarına ayrı bir önem veren Anadolu halkı, yüzük takma tavsiyesini, eskiden adeti olduğu üzere, hiç bir toplumun ciddiye almadığı kadar ciddiye almış ve onun için adeta başlı başına bir tören düzenlemiştir. Yüzük takma töreni nişan merasiminin en önemli aşamasıdır. Nişan töreninde yapılan diğer şeyler, yani ziyafet verme, eğlence düzenleme, davetiyelerle insanların oraya toplanması, nişan yüzüğünün takılmasına bir zemin hazırlama olarak değerlendirilebilir. Çünkü; nişan töreni, yüzüklerin takılmasıyla doruk noktaya ulaşır ve davetliler artık bundan sonra dağılma aşamasına geçerler. 333 Ayrıca nikahın önemli bir şartı olan mehir verme uygulaması da, nişanda mücevherler takılarak, örf adet haline getirilmiş ve böylece nikah töreni, herkes tarafından bilerek veya bilmeyerek dini kalıplara uygun bir hale sokulmuştur. Bunun gibi, diğer adetlerimizin de kökeni biraz araştırıldığında, bunların bir dini uygulamanın, yani Hz. Peygamber’in bizlere bıraktığı hatıralardan birisinin, topluma mal olmuş ve günümüze kadar yaşatılmış bir şekli olduğu 330 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.294. 331 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 166. 332 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 49, (VI, 137). 333 Uğur, İçel Folkloru II, s.13. Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 38. 95 anlaşılacaktır. Nişan töreninden sonra, evlilik için son hazırlıkların yapılmasına geçilir. Şimdi bu hazırlıklar ile ilgili adetlere geçeceğiz. 4.1. Evlilik Hazırlığı Evlenecek gençlerin aile ve yakınları, yeni kurulacak evin ihtiyaçlarını karşılamayı mukaddes bir görev bilirler. Tarafların hazırlayacakları ihtiyaç listesi, davetiyelerle birlikte, yakın akraba ve dostlara bildirilir ve onlar güçleri nispetinde yazılan şeyleri almaya çalışırlar. Hatta, bir kaç akraba birleşerek televizyon, buzdolabı gibi bir kişiye ağır gelebilecek ihtiyaçları birlikte alırlar. 334 Yeni kurulacak ailenin ev eşyaları, yöresel adetlere göre, kız ve erkek tarafı arasında paylaşılarak temin edilir. Çukurova yöresinde, genellikle ev eşyalarını erkek tarafı alır ve kız tarafı hiç karışmaz. Hatta, kız evinde misafirlere ikram edilecek yemekleri dahi erkek tarafı finanse eder. Bazı yörelerimizde ise bunun tam tersi bir uygulamaya rastlanmaktadır. Örneğin Muğla ilinde, ev eşyaları kız tarafından; ev ise erkek tarafından temin edilir. Bu yüzden de evi olmayan gençlere kız vermek istemezler. Bunun yanında bazı yörelerimizde, eşit bir paylaşımla, yeni evi kız ve erkek tarafı birlikte döşerler. Ancak günümüzde, ekonomik duruma göre karşılıklı anlaşarak ayarlanmaktadır. Bazen de evlenecek gençler, eşyalarını evlendikten sonra kendileri alarak, ailelerini bu işin dışında tutmaktadır. Çocuklarını evlendirmek isteyen anne ve babalar mutlaka yardımcı olmak isterler. Hatta bu konuda imkanları zorlayarak, onlara en iyisini yapmak için çareler ararlar. Kız tarafı, kızının çeyizini daha küçük yaştayken hazırlamaya başlar. Oğlan tarafı ise her fırsatta oğlunun düğünü için maddi hazırlıklar içerisinde olur. Ona ev alma, ev eşyalarını döşeme ve sonra da ona layık bir gelin adayı bulma konusunda anne ve babalar, oldukça istekli davranırlar. Bunu, Allah’ın onlara verdiği bir görev olarak kabul ederler. Kız tarafı, kızını gelin ederken, gücü yettiği kadar altın takmaya çalışır. Bu konuda, diğer komşulardan geri kalmamaya önem verirler. Bütün bunlar, 334 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 64; Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, a.g.e., s. 39. 96 dinin bir emri olarak kabul edilmiş ve en azından öyle kabul edilmek istenmiştir. İbn Arrak’ın Tenzîhu’ş-Şerîa’da kaydettiği: “Kim, oğlunu veya kızını evlendirmek için bir dirhem harcamada bulunursa, Allah ona, her dirhemi için cennetten bir şehir verir ve onun her dânik’ı (dirhemin altıda biri) için de bir Hac ve Umre sevabı verir.” 335 şeklindeki rivâyet, o zamanda bile toplumun bu yöndeki isteğini ortaya koyması açısından önem arz etmektedir. Bu arzu sonucunda da böyle bir davranış, hadis kalıbına sokularak, Hz. Peygamber’in ifadesi gibi gösterilmiş olabilir. Bazen, bir örf ve âdeti meşrulaştırmak için rivâyet uydurulduğu, bilinen bir husustur. Bu rivâyetle, çeyiz hazırlama da diyebileceğimiz bu hazırlığın meşru gösterilerek yaygınlaştırılması kast edilmiş olabilir. 4.2. Çeyiz Çeyiz; evlilik hazırlığının en önemli aşamasıdır. Onunla yeni bir ev kurmak için ihtiyaçları tamamlama amaçlanmaktadır. Çeyiz, o güne kadar yapılan hazırlıkları da içerdiğinden anne ve babalar açısından önemlidir. Anne ve babalar; çeyizleri sergileyerek, çocukları için yapmış oldukları fedakarlıkları, diğer insanlara da göstermek isterler. Çeyizin hiç olmaması veya az olması, anne ve babaların, başkaları tarafından ayıplanmasına sebep olur. Yeni kurulacak ev, düğünden birkaç gün önce düzenlenerek, davetlilerin ziyaretine açılır. Buna çeyiz gösterme merasimi denir. Yeni eve kız tarafından giden ilk eşyalar; Kuran, ayna, mum, küçük bir torba pirinç, buğday ve şekerdir. Kuran; evin inancını, ayna; ferahlığını, mum; evin ışığının ebedi olmasını, pirinç ve buğday; evin bereketini, şeker ise evin ağız tadını temsil eder. Evin yerleştirilmesi, ailelerin kadınları tarafından yapılır. Bu aslında, kız çeyizinin erkek tarafına, erkek çeyizinin de kız tarafına gösterilmesini amaçlar. Ölçülü davranıldığında özel bir keyfi vardır. Ancak bu, gösteriş ve üstünlük sağlama şekline dönüştürüldüğünde, insanları kırıcı bir durum alır. 336 335 İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şerîa, Nikah, II, 215. 336 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 64, 98-117; Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 40. 97 Anadolu toplumunda aileler; çocukların, kendilerine Allah’ın bir emaneti olduğunu düşünerek, onları yuvadan uçurmak ve yeni bir ev kurmak için çeyiz hazırlamayı bir görev bilirler. Bu âdet, Hz. Peygamber’in Müslümanlara sunduğu aile yapısının gereği ve anne - babanın görevi olarak algılanmıştır. Çünkü, Ata İbnu Yesâr’ın (r.a.) bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Fâtıma’ya çeyiz olarak; kadife bir örtü, bir su kabı ve içerisi bir çeşit ot ile doldurulmuş bir minder vermiştir. 337 Kara Davut'un kaydettiğine göre, Hz. Fatıma evlenecek çağa geldiğinde Hz. Peygamber mahzun bir şekilde: "Fatımanın anası yok. Çeyizini kim hazırlayıponun evlendirm işini düzenleyecek," 338 demiştir. O’nu örnek alan Anadolu halkı, yapabildiğinin en iyisini yapmaya çalışmış, Hz. Peygamberin kızına yaptığı gibi çeyiz hazırlamış, bunu göstermek için de çeyiz görme adeti oluşturmuştur. Görüldüğü gibi bu âdet de temel olarak Hz. Peygamber’in uygulamasını andırmaktadır. Bu bölümün en başından itibaren ele aldığımız konularda örf edetlerle hadisler arasında büyük bir uygunluk olduğunu gördük. Örneğin, toplumun kadına bakışının şekillenmesinde, eş seçiminde etkili olan faktörlerin oluşmasında, kız isteme ve o aşamadaki âdetlerin şekillenmesinde, nişan töreninde yüzük takmanın öne çıkartılmasında ve evlilik hazırlığı aşamasında yapılan adetlerde hadislerle paralellik görülmektedir. Bunların rast gele oluşmayıp toplumun dininden etkilendiği kanaatindeyiz. Meşrulaştırma konusunda da arzettiğimiz gibi zaten Müslüman toplumda bir edetin varlığını sürdürmesi İslam dinine uygun olmasına en azından ona ters olmamasına bağlıdır. Yukarıda arzettiğimiz adetlerin tamamı kendilerinde bu özelliği göstermektedir. Nişan merasiminden sonra düğün merasimi geldiği için bundan sonraki bölümde düğün aşamasındaki örf ve âdetleri inceleyeceğiz. 337 en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 81, (VI, 135). 338 Kara Davud, Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davud,s. 489. 98 III. BÖLÜM DÜĞÜN İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER Düğün, aile kurmak için yapılan merasimlerin genel adıdır. Düğün süresince çeşitli etkinlikler düzenlenir. Bayrak asma, ziyafetler züzenleme, gelin süsleme ve kına gecesi bu etkinliklerden bazılarıdır. Bu bölümde düğün sürsinde icra edilen adetleri ele alarak bunların hadislerle olan ilişkilerini inceleyeceğiz. Ancak bu adetlere geçmeden önce, uğruna bu kadar törenler düzenlenen Aile kurumundan bahsetmek istiyoruz. Aile ile ilgili genel gilgiler verdikten sonra, dügün esnasında yapılan uygulamaları sırasıyla ele alacağız. 1. AİLE Aile, akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin oluşturduğu topluluktur. 339 Aileyi oluşturan fertler zaman zaman değişiklik göstermiştir. Buna göre de geniş aile ve çekirdek aile diye isimlendirilmiştir. Geniş ailede, bir aile reisi, eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzeler bulunurken; çekirdek ailede karı koca ile çocuklar bulunmaktadır. Ailedeki hakimiyet baba ya da anneye aid olabilir. Babanın egemenliğine dayanan aileye ataerkil, annenin hakimiyetine dayanan aileye ise anaerkil aile denir. Anaerkil ailelere çok az rastlanırken, ataerkil aile biçimi daha yaygındır. Anadolu'nun bugünkü aile yapısında etkisi olan Eski Türk toplumunda, ataerkil aile türü görülmekteydi. Ancak, Türklerdeki bu ataerkil aile, Yahudilerde veya Roma toplumunda olduğu gibi aile reisine geniş yetkiler veren, eş ve çocukları adeta bir mülkiyet ilişkisiyle babaya bağlayan bir kurum değildi. İlk zamanlarda, göçebe ve genellikle savaşçı bir toplum olmanın gereği olarak, erkeğin aile içerisindeki yeri kadına göre daha önemliydi. 340 Eski Türk ailesi, geniş aile şeklinde görülse de aslında küçük aile tipine daha uygundur. Çünkü Türk ailesi, geniş aile tiplerinden olan Eski Yunandaki 339 340 Aydın, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Aile Maddesi, I, 196. Bu konuda bkz. Aydın, a.g.e., I, 196 vd 99 “Genose”, Romadaki “Gens” ve başka bir geniş aile olan “Zadruga” 341ya benzememektedir. Bu tip ailelerde çocuklar, mülk ve söz hakkından yoksundular. Türkler’deki gelişmiş çoban ailesinde ise ortaklık, yalnız otlaklar ve hayvan sürülerindeydi. 342 Günümüzde de Anadolu’da aile, çoğunlukla çekirdek aile şeklinde teşekkül etmektedir. Doğu bölgelerinde yer yer geniş aile şekline de rastlanmaktadır. Ancak çekirdek aileye doğru bir yönelişin olması ve hedef olarak çekirdek ailenin kabul edilmesi, bu yöndeki isteği ortaya koymaktadır. Bazı yörelerimizde, ayrı bir ev tutmayan ya da evi olmayan gençlere kız verilmemesi, çekirdek ailenin Anadolu’da kabul gören bir model olduğunu göstermektedir. İslam’da aileye, Hıristiyanlık’ta olduğu gibi, tamamen dini bir mahiyet verilmese de büyük önem verilmiş ve insanların aile kurmaları çeşitli âyet ve hadislerle teşvik edilmiştir. Çünkü aile, kişilerin huzur bulduğu bir yuva, neslin devamı için bir vesile ve aynı zamanda kişiyi din yönünden günah sayılan çeşitli kötülüklerden alıkoyan bir kurumdur. Âyeti kerîmede “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir. Bunda, düşünen insanlar için dersler vardır” 343 buyrulurken, Hz. Peygamber de; “Nikah, benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. Evleniniz. Ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm.” 344 buyurmuştur. İslam hukukçuları da, duruma göre evlenmenin dini hükmünün; farz, sünnet, mubah, mekruh ve haram olabileceğini belirtmişlerdir. 2. OKUNTU (DAVETİYE) Düğünün başlamasından bir kaç gün önce, yakın akraba ve dostlar, davetiye yazısı ya da okuntu denilen bir hediye ile düğüne çağrılır. Bu daveti yapmak üzere 341 Zadruga: Bütün aile fertlerine köleler gibi hükmedilen, kolektif mülkiyete dayanan bir geniş aile tipi. 342 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 216. 343 30.Rum, 21. Ayrıca bkz. 16.Nahl, 72; 24.Nur, 32. 344 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 1, (I, 592), no: 1846. 100 bir kişi görevlendirilir. Görevli, kendisine verilen listedeki kişileri tek tek dolaşarak davetiyelerini verir ya da sözlü olarak davetli olduklarını bildirir. Elimizde maddi bir delil olmamakla birlikte, “okuntu” kelimesi, aslında okundu kelimesinin değişmiş hali gibi görülmektedir. Bu kelime; düğüne çağrılacak kişinin isminin davetliler arasında okunmasını ifade edip daha sonra, bu iş için özel isim halini almış ve düğünlerdeki davetiyelere özel ad olmuş olabilir. Düğüne katılan kişilerin isimleri, hediyelerini sunduktan sonra, tellal tarafından ya da mikrofonla okunur. Anadolu’nun bazı yörelerinde, bu verilen hediyelere de okuntu ismi verilmektedir. 345 Hz. Peygamber zamanında da bugünkü okuntu ve davetiye adetinin benzeri bir uygulama yapılmaktaydı. Enes’in (r.a.) bildirdiğine göre, Nebî (s.a.v.) bir kadınla evlenirken, kendisini (Enesi) insanları yemeğe davet etmek için göndermiştir. 346 Ayrıca Rasûlullah (s.a.v.): “Biriniz davete çağrılırsa hemen ona gitsin!” Başka bir rivâyette de “Sizden biriniz, bir düğün davetine çağrılırsa hemen icabet etsin.” buyurmuştur. 347 Düğüne davet edilen bir kimsenin icabet etmesi gerekir. Bu davete katılmak sünnettir. Katılmama durumunda toplum tarafından ayıplanır. Ancak halk arasında, velime davetine icabet etmemenin meşru kabul edilen mazeretleri de vardır. Bunlardan bazıları: Yemeğin şüpheli olması, yalnız zenginlere tahsis edilmesi, davet yerinde rahatsız olacağı bir kimsenin bulunması, şerrinden korkulduğu için ya da 345 Okuntu: düğün davetiyesi. Çukurova bölgesinde düğüne davet için bazen bir davetiye kartı, bazen de küçük hediyeler kullanılmaktadır. Örneğin düğün davetiyesi olarak; çorap, mendil, gömlek, elbiselik kumaş, atlet vs. kullanılır. Özellikle de kız tarafının davetlilerine bu tür okuntular göndermek adettendir. Hatta o davetiyelerin üzerine, muhakkak almak zorunda olmamakla birlikte, getirecekleri hediyeler dahi yazılmaktadır. Okuntunun yazılmasıyla, yeni kurulacak aile için o şeyin bir ihtiyaç olduğu belirtilmiş olur. Çoğunlukla, yazılan şeyler düğün hediyesi olarak getirilir. Güzel bir yardımlaşma gibi görül se de bazen insanları zor durumda bırakabilmektedir. Getirilecek hediyelerin davetlilerin kendilerine bırakılmasının daha iyi olacağı ve kişileri sıkıntıya sokmayacağı kanaatindeyiz. Ayrıca bu konuda bkz. Uğur, İçel Folkloru II, s.17; Geniş bilgi için bkz. Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 63-69. 346 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 68, (VI, 143). 347 Müslim, Sahih, Nikâh, 97 - 101, (II, 1053). 101 makamından dolayı davet ediliyor olması, alkollü içki gibi günah sayılan şeylerin bulunmasıdır. Bu durumlarda düğün sahibinden özür dileyerek gidilmeyebilir. 348 Günümüzde, düğün ve nikah davetine özel itina gösterilmektedir. İnsanların yaşamlarındaki en önemli olaylardan birisi, belki de en önemlisi, olduğu için, bu güzel an, arkadaş ve akrabalarla paylaşılmak istenir. Hz. Peygamber zamanında sözlü olarak yapılan bu davet, 349 günümüzde çeşitli metotlarla yapılmaktadır. Bunlardan birisi “okuntu” denilen hediyelik eşyalardır. Bazı yerlerde; çorap, havlu, gömlek, kibrit, mendil, elbiselik kumaş vs. gibi şeyler okuntu olarak gönderilir. Kime verileceği önceden belirlenen okuntuluk eşyaları, erkek tarafı alır. Yakın akrabalara elbise ya da elbiselik kumaş alınır. Çukurova gibi bazı yörelerde, kız tarafına dağıtılan okuntuların üzerine, düğün hediyesi olarak ne almaları istendiği de yazılmaktadır. Bu aynı zamanda bir yardımlaşma olarak da değerlendirilir. Okuntuyu aldıktan sonra, düğüne ya da nikaha katılmamak, ayıp olarak karşılanır. İkinci bir davet yöntemi de, düğün yeri ve zamanını belirten, davetiye kartları bastırmaktır. Davetiye kartına evlenecek kişilerin ismiyle birlikte anne ve babalarının ismi de yazılır. Bu davetiye, özel hazırlanmış bir zarf içine konulur ve davetlinin ismi üzerine yazılmış olarak takdim edilir. Her eve bir davetiye verilir. Davetiye verilmeyen ev halkı, genellikle o düğün ya da nikah törenine katılmaz. Günümüzde uygulanan bu tür davetiye, aynı zamanda düğün için ilan vazifesi görmektedir. Nikahın sıhhat şartlarından birisi olan îlan gerçekleştirilmezse, gizli nikah olarak kabul edilir ve insanları suizanna teşvik ettiği için dinen de uygun bir davranış değildir. Görüldüğü gibi, bu adetin temel mantığı, nikahta ilan şartını gerçekleştirerek, onun tamama ermesini amaçlamaktadır. Nitekim, ilan etmenin nikah açısından önemini şu hadisler açıkça ortaya koymaktadır: “Nikahı ilan edin, onu mescitlerde yapın, üzerine de def vurun.” 350 “Bu evlenme işini (halka) duyurunuz ve bunun için def çalınız.” 351 348 Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 309. 349 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 68, (VI, 143). 350 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089. 351 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895. 102 “Nikahta haramla helali ayıran fark, def ve sestir.” 352 O günün adetleri arasında ilan, bu şekilde yapılmaktaydı. Ancak bugün insanlar, iletişim araçlarının gelişmesi ve dünyanın küçük bir köy haline gelmesi sebebiyle, uzaklardaki akraba ve dostlarına, en sevinçli günleri olan düğünlerini haber etmek için yeni yöntemler geliştirmişlerdir. Bunların ortak yönü, düğün merasimini insanlara duyurma amacını gütmeleridir. Ayrıca bu amaçla, genellikle köylerde olmak üzere, düğün evine bayrak asılarak düğün ilan edilmiş olmaktadır. 3. BAYRAK ASMAK Anadolu’da görülen, düğün ile ilgili adetlerden birisi de düğün yapılan yere bir Türk bayrağının asılmasıdır. Köy yerlerinde bayrak, törenle sırığın tepesine asılır. Salonlarda yapılan düğünlerde ise genellikle sahne, Türk bayrağı ile süslenir. 353 Bayrak dikilirken bir kurban kesilir. Yakın akraba ve komşular davet edilir. Yemek yapılıp ikram edildikten sonra, hoca tarafından dualar edilir ve bu bayrak düğün bitinceye kadar sırığın tepesinde asılı kalır. Bayrak, o evde düğün olduğunun bir simgesidir. Düğün bitince bayrak, törenle indirilir. 354 Bayrak asma düğüne davet ve çağrı anlamı taşımaktadır. Günümüzde, sadece köy yerlerinde düğün yapan kişilerin uyguladığı bir adet olarak varlığını devam ettirmektedir. Bir önceki konuda kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) düğün ve nikah işleminin ilan edilmesini, gizlilikten kurtarılmasını istemiştir. 355 Bayrak asma töreni ile o evde düğün olduğu ilan edilmektedir. Ayrıca bu davranış Türk milletinin bayrağa olan saygısını da ortaya koyması açısından önemlidir. Ancak bizim konumuza hitap eden yönü, nikahın ilanına olumlu katkı sağlamasıdır. 352 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 72, (VI, 127, 128); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1896; A.b. Hanbel, Müsned, III, 418; IV, 5, 259; el-Beyhakî, Sünen, VII, 289, no: 14471. 353 Yurt Ans. I, 484; II, 1066. 354 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 64; Uğur, İçel Folkloru II, s.16. 103 4. DÜĞÜN Evlilik; toplum hayatının zaruri kıldığı, medeni bir anlaşma ve sosyal bir kurumdur. Evlilik kurumu devam ettiği sürece, toplum da devam edecek demektir. Onun için evlilik, sevinç ve coşkuyla gerçekleştirilir. Utanılması gereken ve bu yüzden gizlenen şey evlilik değil; meşru olmayan ilişki, yani zinadır. Haram ile helal ilişkiyi birbirinden ayıran temel özellik, onun açıktan yapılmasıdır. Nitekim hadislerde konuyla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur; “Şu nikahı ilan edin, onu mescitlerde yapın, nikah sebebiyle “def”ler çalın.” 356 “Haram ile helal arasındaki ayırım, def ve ses (şarkı) dır.” 357 Şüphesiz bütün bunlar, kesin emir ifade etmemektedir. Evlilik, mescit dışında da gerçekleştirilebilir. Onun mescitte yapılması, kutsiyet ve ciddiyetini insanlara vurgulamak içindir. Evlilik akdi sırasında, şahit bulundurulması suretiyle, ilan şartı yerine getirilmiş olur. Ancak, onun için şenlikler yapılıp şarkılar söylenmesi, toplumun evliliğe verdiği önemi göstermektedir. Çünkü evlilik, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ifade ettiği gibi; Şakası da ciddisi de ciddi olarak kabul edilen, sosyal bir olaydır. 358 Günümüzde düğünler, çoğunlukla evlerde veya bu merasimler için hazırlanmış olan salonlarda yapılmaktadır. Kasaba ve köylerde düğünler evlerde yapılır. Nerede olursa olsun düğün aynı anlayış içerisinde gerçekleştirilmektedir. Düğünlerde, maddi imkanlar nispetinde, çeşitli eğlenceler düzenlenir. 359 Düğünde, geleneklere göre, gelin ve damada bilgi veren kimseler vardır. Erkeğe bilgi verene “yiğit başı” veya “sağdıç”; kıza bilgi verene ise “kız yengesi” denir. Evliliğin ilk gecesine “gerdek” veya “zifaf” gecesi; bu gecenin geçirileceği 355 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895. 356 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no:1089; en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 72, (VI, 128). 357 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088. 358 el-Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, II, 216, no: 2800. 359 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 77-97. 104 odaya da “ gerdek” veya “zifaf odası” denir. Gelin, “gerdek odası” na damattan önce girer. Sağdıç, damadı gerdek odasının kapısına kadar getirir. Dua edilir. Özellikle köylerde güvey, arkadaşları tarafından sırtı yumruklanarak gerdek odasına sokulur. Önce iki rekat şükür namazı kılar. Daha sonra gelinin duvağını açar. Ancak güveyin, gelinin duvağını açmadan önce, “yüz görümlüğü” adı ile bilinen değerli bir hediye vermesi gerekir. Ülkemizde gelinin masum ve temiz olması, yani evlenmeden önce başka birini cinsi manada tanımaması, önemli bir husustur. 360 Bu âdetin oluşmasında Hz. Peygamber’in (s.a.v.), daha kolay uyum sağlanacağı gerekçesiyle, bakire ile evlenmeyi teşvik etmesinin 361 önemli payı olsa gerek. Anadolu’da bu şekilde gerçekleşen, düğün merasimi ile ilgili konuları, şimdi ayrı ayrı ele almaya çalışacağız. 4.1.Düğün Süresi Anadolu’da düğünler genellikle iki gün sürmekle birlikte bazen farklı uygulamalar da görülmektedir. Ege’de düğün dört gün olup, birinci gün bayrak dikme, ikinci gün kına, üçüncü gün gelin alma, dördüncü gün duvak günüdür. Pazartesi başlayan düğünlere “ön düğün”, cuma günü başlayan düğünlere “ters düğün” denir. Birinci gün; akşam üzeri oğlan evinde davul zurna çalınmaya başlar. Silahlar atılır, bayrak dikilir, oyunlar oynanır. Kız evinde de, köy kızları ve kadınları türküler eşliğinde oyunlar oynarlar. Anadolu’nun her bölgesinin kendisine has oyunları olup bu oyunlar düğünler sayesinde yaşatılmaktadır. İkinci gün; oğlan evi çalgılı olarak kız evine gider. Erkekler dışarıda yöresel oyunlar oynarken, kadınlar da içeride kıza kına yakıp oyunlar oynarlar. Üçüncü gün; önce, kızın eşyaları oğlan evine taşınır. Daha sonra, gelin alayı önde bayrakla ve çalgılarla, silahlar atarak kız evine giderler. 362 Aslında fiili olarak; düğün Cuma akşamı başlayıp, Pazar akşamı 360 Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 45. 361 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 122, (VI,162). 362 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 70 vd; Yurt Ans. I, 484; II, 1066. 105 sona erer. Yani tam iki gün sürer. Bu iki günden önce yapılanlara düğüne hazırlık, sonra yapılanlara da düğün sonu faaliyetler denilebilir. Düğün törenlerinin kaç gün olacağı ile ilgili adetlerin oluşmasında eski Türk adetleri ve masallarının etkisi olmuştur. Nitekim masallarda sık sık geçen yarı kutsal sayılar vardır. Bir padişahın daima üç kızı veya üç oğlu vardır. Talihinde büyük rolü olacak bir sınav geçiren kimseye üç soru sorulur. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Kötü insanın akıbetini kırk katır veya kırk satır belirler. Ejderin yedi başı vardır. Ayrıca “Üçler, yediler, kırklar” erenlere mahsus üç esaslı rakamdır ve daima birlikte kullanılır. Bu rakamlar Türklere kısmen Uzak Doğu’dan, kısmen de Orta Doğu’nun eski medeniyetlerinden geçmiştir. 363 İslam ile tanışmadan Türkler’de düğün günleri üç günden başlayıp, kırk güne kadar çeşitli zaman dilimlerinde yapılmaktaydı. Ancak; Hz. Peygamber’den (s.a.v.) aktarılan, düğün töreninin iki gün olmasının daha uygun olacağına dair rivâyetler rehber edinilince Anadolu toplumunda düğün törenleri çoğunlukla Cuma akşamı başlayıp, en geç pazar akşamı sona ermiştir. Bazen de salon düğünlerinde bu süre sadece bir günle sınırlandırılmıştır. Konuyla ilgili rivâyetleri aşağıya kaydederek inceleyeceğiz. Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.); Düğün yemeğinin ilk gününün hak, ikinci gününün meşru, üçüncü gününün ise riya ve gösteriş olduğunu söylemiştir. 364 Sadece İbn Mâce’nin tahric ettiği bu rivâyet, şu senetle bize ulaşmıştır: Ebû Hureyre (v.57), -Süleyman Mevlâ Uzza el-Eşcaî (v.101), -Mansur b. el-Mu’temer esSülemî (v.132), -Abdulmelik b. el-Huseyn en-Nehaî el-Vâsıtî (v.?), -Yezid b. Hârun es-Sülemî (v.206), -Muhammed b. Ubâde el-Vâsıtî, -İbn Mâce, Sünen, Nikah, 25, I, 617, no: 1915. Bu rivâyetin ravilerinden olan Abdulmelik b. el-Hüseyn en-Nehaî’nin hadis alimlerinden Yahyâ b. Maîn, Ebû Davud es-Sicistânî, Ebû Zur’a er-Râzî, Ebû Hâtim 363 Ülken, Anadolu Örf Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri, s. 13. 364 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 25, (I, 617), no: 1915. 106 er-Râzî ve en-Nesâî tarafından tenkit edilip, zayıf olduğuna hükmedilmiştir. 365 Aynı manayı içeren, ancak fazlası olan bir rivâyet de et-Tirmizî tarafından şu şekilde tahric edilmiştir: “İlk günün velime yemeği hak, ikinci günün yemeği sünnet, üçüncü günün yemeği ise gösteriştir. Kim gösteriş yaparsa Allah onu (Kıyamet Günü) teşhir eder.” 366 Rivâyetin senedi şöyledir: Abdullah b. Mesut (v.32), -Abdullah b. Habib b. Rebia es-Sülemî (v.72), -Atâ b. es-Sâib b. Mâlik (v.136), -Ebû Muhammed Ziyât b. Abdullah el-Âmirî (v.183), -Ebû Abdullah Muhammed b. Mûsa b. Nufey’ el-Basrî (v.248), -et-Tirmizî, Sünen, Nikah, 10, III, 404, no: 1097. et-Tirmizî’nin kaydettiği bu rivâyetin senedinde bulunan Ebû Muhammed Ziyad b. Abdullah el-Âmirî (v. 183), hadis alimleri tarafından tenkit edilmiştir. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn ve Ebû Zur’a er-Râzî, onun çok hata yaptığını, meğâzî ile ilgili rivâyetleri dışındakilerin sağlam olmadığını, onun münker ve gariblerinin çok olduğunu bildirmişlerdir. 367 el-Aynî de, Buharî’nin düğün süresini iki ya da yedi günle sınırlandırmayan başlığına dayanarak, bu rivâyetlerin Buhârî tarafından sahih görülmediği kanaatini kaydetmiştir. 368 Bu rivâyetler, aslında senet yönünden sağlam olmasalar bile, toplum arasında kabul görmüş ve zorunlu olmamakla birlikte, Anadolu’da düğün törenlerinin iki gün ya da en fazla üç gün yapılmasını halk nazarında meşru bir zemine oturtmuş olabilir. Bu da göstermektedir ki bir şeyin toplumda meşru olarak kabul edilebilmesi için onun ille de sağlam delillere dayanması gerekmemektedir. Bazen zayıf rivayetler, bazen de uydurma rivayetlerle meşrulaştırma yapılabilmektedir. Her durumda da toplum nazarında hadislerin değeri açıkça ortaya çıkmaktadır. 365 İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, XII, 240, no: 1006 366 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 10, (III, 404), no: 1097. 367 el-Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, IX, 487-489; İbn Hacer, a.g.e., III,323, no:685. 368 el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, XX, 157. 107 4.2. Düğünde Çalgı, Şarkı ve Eğlence Evlenecek kimseler için bir düğün şenliğinin yapılması, hemen hemen bütün kültürlerde görülmektedir. Bunların ortak özelliği; eğlenceye yönelik olması ve neşelenilecek bir takım şeylerin yapılmasıdır. 369 İslam’da evliliğin, iki şahit huzurunda yapılması dışında, nikah akdi için uyulması gerekli bir şekil, şart veya özel bir merasim mevcut değildir. Ancak evlenme gibi, kişi ve toplum hayatında önemli yeri olan bir hadiseyi kutlama arzusu ve bu hukuki birleşmeyi herkese duyurarak, onu gayri meşru birleşmelerden ayırma gereği, düğün denilen içtimai olayı ortaya çıkarmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Nikahı açıkça yapınız” 370 manasındaki hadisi, bazı rivâyetlerde, “Nikah esnasında def çalınız,” 371 ilavesiyle tamamlanmış, nikahta helalle haram arasındaki ayırıcı işaretin def ve ses (müzik) olduğu yine hadislerde belirtilmiştir. 372 Hz. Peygamber’in (s.a.v.) eğlenceye, meşru dairede olmak kaydıyla, olumlu baktığı, bu konuda bize ulaşan hadislerden anlaşılmaktadır. Bunlardan birkaç tanesini aşağıya kaydederek, Hz. Peygamber’in ve ashabın konuya bakışlarını arz etmeye çalışacağız. Ebü’l-Huseyn Hâlid el-Medenî’den (r.a.) nakledildiğine göre, o şöyle demiştir: Biz bir âşûre günü Medîne’de idik. Cariyeler, def çalıp nağme ile şarkı söylüyorlardı. er-Rubeyy binti Muavviz’in yanına girdik ve cariyelerin durumunu ona anlattık. Kendisi bize şöyle dedi: “Ben, gelin olduğumun kuşluk vaktinde, Peygamber (s.a.v.) evlenme törenime gelerek odama girdi. O sırada iki kız def eşliğinde nağme ile söz söylüyor ve Bedir savaşında şehit edilen babalarımın menkıbelerini anıyorlardı. Bu kızlar söyledikleri sözler arasında: “İçimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber de vardır” diyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): “Bu söze gelince bunu söylemeyiniz. Yarın ne olacağını Allah’tan başka kimse bilmez” buyurdu.” 373 Yani Hz. Peygamber (s.a.v.) eğlenceye veya şarkıya 369 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, 148-198, 268 vd. Yurt Ans. . I, 484, II, 847, 1066, 1363. 370 A.b. Hanbel, Müsned, IV, 5. 371 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895; et-Tirmizi, Sünen, Nikâh, 6, ( III, 398), no: 1089. 372 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1896.; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088. 373 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 48, (VI, 138); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 21, (I, 611), no: 1897; Ebû Ya’lâ, Müsned, VI, 134, no: 3409; et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, XXIV, 273, no: 695. 108 karşı çıkmak yerine, o şarkının içinde söylenen şeyin yanlış olduğuna dikkat çekmiş ve eğlenceye müdahale etmemiştir. Eğer yanlış bir şey olsaydı, nasıl ki; “böyle söylemeyin” demişse, aynı şekilde; “bunu yapmayın, bu dinen mahzurludur,” derdi. Çünkü bir peygamberin, yanında yapılan bir şey yanlışsa, muhakkak ona müdahale ederdi. Eğer müdahale etmemişse, bu durum takriri sünnet anlamına gelmektedir. 374 Başka bir rivâyette de, Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Âişe (r.a.), yakını olan bir kızı, Ensar’dan bir adamla evlendirdi. (Gelin götürüldükten sonra) Rasûlullah (s.a.v.) geldi ve orada bulunanlara: “Genç kızı damadın evine gönderdiniz mi?” buyurdu. Sahabiler: “Evet” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Def çalıp nağme ile şiir söyleyecek birini gelinle beraber gönderdiniz mi?” buyurdu. Âişe (r.a.): “Hayır” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Şüphesiz Ensar, içlerinde gazel (adeti) bulunan bir kavimdir. Keşke onlara: “ اﺗﻴﻨ ﺎآﻢ اﺗﻴﻨ ﺎآﻢ ﻓﺤﻴﺎﻧ ﺎ وﺣﻴ ﺎآﻢSize geldik size geldik. Artık Allah bize de, size de uzun ömür versin.” diyecek birini gelinle beraber gönderseydiniz.” buyurdu. 375 Yine Hz. Âişe’nin (r.a.) bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.): “Bu evlenme işini (halka) duyurun ve bunun için def çalınız.” 376 “Nikahı ilan edin, onu mescitlerde yapın, üzerine de def vurun.” buyurmuştur. 377 Muhammed b. Hâtıb elCumahî de, Rasûlullah’ın (s.a.v.) “(Nikahta) haramla helali ayıran fark, def ve sestir” buyurduğunu nakletmiştir. 378 Meşru dairede, dînî ve ahlâkî kurallara ters düşmeksizin, düğünlerde eğlenmekte mahzur görülmemiştir. Hz. Peygamber bu konuda izin vermiş ve bazen kendisi de düğün eğlencelerine katılmıştır. Hz. Âişe (r.a.), bir yakınını Ensar’dan biri ile evlendirmek istediğinde Hz. Peygamber onun düğün yapmasının daha iyi 374 Zeydan, Fıkıh Usulü, s. 160; Koçyiğit, Hadis Usulü, s.16; Yardım, Hadis I, I, 31. 375 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 63, (VI, 140); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 21, (I, 612), no: 1900. 376 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895. 377 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089. 378 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088; en-Nesâî, Sünen, Nikah, 72, (VI, 127, 128); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1896; A.b. Hanbel, Müsned, III, 418; IV, 5, 259; el-Beyhakî, Sünen, VII, 289, no: 14471. 109 olacağını, çünkü Ensar’ın kadınlarının eğlenceden hoşlanacağını bildirmiş 379 ve oraya da Erneb isimli bir kadını şarkı söylemek için gönderdiği nakledilmiştir. 380 Ayrıca ashabın eğlenceli düğünlere katıldıklarını bildiren şu rivâyeti kaynaklarımızda görmekteyiz: Amir b. Sa’d diyor ki: “Ben bir düğünde Karaza b. Ka’b ve Ebû Mes’ûd el-Ensârî’nin yanına vardım. Orada cariyeler şarkı söylüyorlardı. O ikisine “siz Rasûlullah’ın iki arkadaşı iken ve Bedir savaşına katılan kimselerden iken, sizin yanınızda böyle mi yapıyorlar?”dedim. O, bana; “ister otur bizimle dinle, istersen de kalk git. Bize düğün esnasında eğlenmeye ruhsat verildi.” dedi. 381 Mina günlerinde, iki cariye Hz Âişe’nin odasında def çalmış, Hz. Peygamber de sadece elbisesine bürünmüş, onları bu işten men etmemişti. Az sonra gelen Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) onları azarladığında ise; Hz. Peygamber, “Bırak onları ey Ebû Bekir! Çünkü bu günler bayram günleridir” buyurmuştur. Aynı şekilde, Habeşlilerin mescitteki oyunlarına bakması için Hz. Âişe’yi de götürmüş, Habeşlileri Hz. Ömer azarlayıp kovmaya kalkışınca yine Hz. Peygamber müdahale ederek “Bırak onları güven içerisinde yapsınlar!” buyurmuştur. Bünyamin Erul’un konuyla ilgili değerlendirmeleri şöyledir: “Bazı rivâyetlerde Hz. Ebû Bekir’in cariyeleri azarlarken “Hz. Peygamber’in evinde şeytan mezmuru mu?!” şeklinde çıkışması, def ile yapılan bu ezgiyi de şeytana izafe etmesi, kendisine vahiy inen Peygamberin evinde onun mutlak olarak caiz görmediği müziğe asla müsaade edilmemesi gerektiği düşüncesinde olduğunu gösterir. Ancak rivâyetlerden anlaşıldığı kadarıyla o, Allah’a isyan ve batıl inançları içermeyen bu tür ezgilerin, bayram gibi neşe ve sürur günlerinde caiz olduğunu bilmediği gibi, uyuduğunu zannettiği Hz. Peygamber’in, bu tegannîlerden haberdar olduğunu da bilmemekteydi. Zira Hz. Peygamber’in müsaade ettiği bir şeye, Hz. Ebû Bekir’in, yine onun huzurunda ve bu şekilde karşı çıkması düşünülemezdi. Diğer taraftan, ister Hz. Peygamber’in iznini alarak olsun, isterse onun engin hoşgörüsüne sığınarak olsun, Hz. Âişe’nin Rasûlullah’ın yanında cariyelere def çaldırması, babasının aksine, o anda Hz. Peygamber’i müsamahakar bir eş olarak gördüğü intibaını vermektedir. Görüldüğü 379 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 63, (VI, 140). 380 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 48, (VI, 138); İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 226, 320. 381 en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 80, (VI, 135). 110 üzere Hz. Peygamber cariyelerin şarkılarına, Habeşliler’in oyunlarına değil, onlara karşı çıkan Hz. Ebû Bekir ve Ömer’e müdahale etmiştir. Kanaatimizce bu iki büyük sahabi, bu tür oyun ve eğlenceyi kötülemekten çok, onların Allah’ın evi olan mescitte ve Rasûl’ün evinde icra edilmesine karşı çıkmışlardır. Hz. Peygamber ise, her yönüyle örnek bir beşer olarak, oyun ve eğlenceden caiz olanlarını da bu vesilelerle göstermiş olmaktaydı.” 382 Hz. Peygamber’in o dönemdeki eğlenceye izin vermesi, Anadolu toplumunda, eski Türk âdetlerinden olan, davul çalarak eğlenme şeklinde tezahür etmiştir. Davulun Türk tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Türk hakanlarının dokuz tane davul ve tuğları vardı. Yenisey Tatarlarının efsanelerinde, “Dokuz davullu Kutay Alp’e Dokuz Han tabi idi.”şeklinde ifadeler, davulun eski Türkler için önemli bir yerinin olduğunu ifade etmektedir. 383 Düğünde davul çalma âdeti, eski Türklerin dini olan Şamanizm’de de önemli bir yere sahipti. Çünkü; ayin yapmak için gerekli nesnelerden biri de davuldu. Altaylılar ve Yakutlar Şamanların kullandıkları davula tüngür veya küvgür derlerdi. Bu kelimeye eski metinlerde bu manasıyla rastlanmamaktadır. Fakat davulun Doğu Asya’daki Şaman ayinlerinde çok eski zamanlarda kullanıldığına dair Çin kaynaklarında kayıtların bulunduğu bilinmektedir. Şamanlar, kurban keserken de davulu kullanırlardı. Şaman (kam), kayın ağacının ince ve yapraklı dallarından bir demet yaparak, kurbanın üzerinde yelpaze gibi sallar, cüppe ve külahını giyip eline davulunu ve tokmağını alır; önce ülgeni, sonra onun oğullarını ve onlara tabi olan ruhları çağırırdı. Bunu şöyle yapardı: Şaman davulunu ateşe tutup kuruttuktan sonra, cüppe ve davulunu arcan denilen kokulu otu yakarak onunla tütsüler ve sandalyeye oturur. Davulunu vurmaya ve ruhları çağırmaya başlar. Ruhlar da ona, güya “hey, kam” diye cevap verirler. Şaman birden bire yerinden fırlar, davulunu kaldırırdı. Bu, çağırdığı ruhların geldiği anlamına gelirdi. Şaman davuluna vurmaya ve bildiği ilahileri söylemeye devam eder ve diğer ruhları; yani kabile reislerinin ruhlarını isimleriyle çağırırdı. Bu atalara hitaben ilahiler okunur ve ayin yaptıran kişi bir kurban keserdi. Şaman, kurban sahibini ve karısını davulu ve tokmağıyla kucaklayıp 382 Erul, Örnek Bir Lider Hz. Peygamber, s.32 vd. 383 Ögel, Türk Mitolojisi, I, 118. 111 onları takdis eder ve onları her türlü kötü ruhlardan temizlerdi. Yani davul burada bir takdis aracı olarak kullanılırdı. Şamanlar, göğe yükselme merasiminde de davulu kullanırlardı. Davulunu yavaş yavaş vurarak, dualar okuyarak, gökteki Yayuçı denilen yüce ruhun huzuruna çıktıklarına inanırlardı. Hastalara da ayinler yaparak onları tedavi etmeye çalışırlardı. Bu ayin esnasında davul ve def çalarak, müzik aletleri eşliğinde dans ederek, efsun yapar ve hastanın iyileşeceğine inanırlardı. 384 Anadolu kültürünün oluşmasında büyük etkisi olan Türk toplumunun, İslam’dan önceki dinlerinde davulun ayrı bir yerinin olması, İslam’ın da davula bir yasak getirmemesi, törenlere eğlenmek için davulun girmesine sebep olmuş ve bu bir adet haline gelmiştir. Davul sesinin kötülüğüne dair rivâyetlere de rastlamak mümkündür. Ancak, müspet yöndeki rivâyetlerin daha çok ve daha güvenilir olduğu görülmektedir. Davul sesinin kötülüğü ile ilgili olarak Mücâhid (r.a.) şöyle demiştir: Ben, Abdullah b. Ömer’in yanında idim. Bir davul sesi işitti. Bunun üzerine iki parmağının ucunu kulaklarına soktuktan sonra oradan uzaklaştı. Hatta bunu üç defa yaptı. Sonra dedi ki: “Rasûlullah (s.a.v.) böyle yapmıştır.” 385 Ancak Zevaid’de bunun ravisi Leys b. Ebî Selim’in zayıflığı hususunda cumhurun ittifak ettiği bildirilmiştir. 386 Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, oyunlu ve çalgılı ziyafetten yemek yemeyi, karnın afetlerinden saymıştır. 387 Bu gibi kaynaklardan beslenen Anadolu halkı arasında hacca giden, ibâdet ve dînî yaşantısına dikkat eden bazı kimseler, oyun ve çalgılı düğünlere gitmeyi dinen kötü kabul ettikleri için, davullu çalgılı düğünlere gitmemekle övünürler ve bunu büyük bir fazilet olarak kabul ederler. Kanaatimizce; Anadolu’da çalgılı ve eğlenceli düğünlere gitmeyen samimi Müslümanların gitmeme sebebi çalgı veya şarkı değil, bunlar icra edilirken kutsal bir müessesenin temelinin atılması esnasında gayri meşru işlerin yapılmasıdır. Kadınların uygunsuz bir şekilde oynaması, dansözlerin çıkartılması, içkili alemlerin 384 Geniş bilgi için bkz. İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 91-119. 385 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 21, (I, 613), no: 1901. 386 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 289. 387 İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, s.740. 112 yapılması genellikle çalgılı düğünlerle birlikte düşünüldüğünden, böyle bir tepki ortaya konulmaktadır. Yoksa dinimizin çalgıya ve şarkıya bakış tarzının öğrenilmesi durumunda, samimi Müslümanların Hz. Peygamber’in uygulaması üzerine bir söz söylemeleri mümkün değildir. Yukarıda kaydettiğimiz rivâyetlere göre Hz. Peygamber, o zamanki kültürün eseri olan def çalmaya, onun eşliğinde oyun oynamaya ve şarkı söylemeye izin vermişse, bu demektir ki o döneme ait eğlenceye müdahale edilmemiştir. Günümüzde bazı kimseler eğlence denilince sadece def çalarak onun eşliğinde eğlenmeyi anlayıp, diğerlerini Hz. Peygamber zamanında görülmediği için gayri meşru saymaktadırlar. Oysa ki; o günün Arap toplumunda böyle eğleniliyordu. Aynı zaman diliminde Türkler davul zurnayla, batılılar belki de klarnetle eğleniyorlardı. Burada anlaşılması gereken konu, eğlenmenin meşru dairede yapılması halinde İslam’a aykırı olmadığıdır. Ancak Türk toplumu Müslüman olduktan sonra kendi eğlence aleti olan davul’u da def gibi meşru göstermek istemiştir. Aslında buna bile gerek yoktu. Kur’an’daki, savaş için besili atların hazırlanması emri, nasıl ki bu gün modern savaş aletleri olarak anlaşılıyorsa, bu da aynı şekilde, milletten millete ve yöreden yöreye değişen bir çalgı aleti olarak anlaşılmalıdır. Bir yerde bu def iken, diğerinde saz, bir diğerinde de saksafon, başka bir yerde de mızıka ya da kemençe olabilir. Bunların her birisi, adabı dairesinde, harama meydan vermeden yapıldığında, Hz. Peygamber’in müsaade ettiği eğlence kategorisine girecektir. Kaldı ki ney ya da keman gibi bazı müzik aletleri, erbabı tarafından çalındığı zaman, kişiyi manevi duygularla coşturabilecek türden şeylerdir. 4.3. Düğün Ziyafeti Alimler düğün ziyafetine icabet etmenin farzı ayın veya farzı kifâye olduğunu söylemişlerdir. Nitekim, Hz. Peygamber’den (s.a.v.) bu konuyu teşvik eden hadisler rivâyet edilmiştir. 388 Düğün davetine icabet etmenin gereği, bu tür davranışların insanlar arasında sevgi ve yakınlığı artırmasına dayanır. “En kötü yemek, fakirlerin bırakılıp zenginlerin davet edildiği düğün yemeğidir” 389 hadisi, düğünlere sadece zenginlerin çağrılıp fakirlerin çağırmamasının kötülüğüne işaret 388 Bak. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 71, (VI, 143); Müslim, Sahih, Nikâh, 96 – 103, (II, 1052, 1053). 389 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 72, (VI, 143); Müslim, Sahih, Nikâh, 107-110, (II, 1054-1055). 113 etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber, düğün töreninin iki günü aşmaması gerektiğini belirterek, onun bir gün olmasının hak, iki gün olmasının maruf, üç gün olmasının ise riya olduğunu bildirmiştir. Katade’nin bildirdiğine göre, Said İbn Müseyyeb, birinci ve ikinci gün davet edilirse düğüne katılır; üçüncü gün ise, riya ve süm’a sahibi diye ona icabet etmezdi. 390 İslam alimlerimiz, iki günden fazla süren düğün törenlerinin mekruh olduğunu belirtmişlerdir. Ancak, Buhârî’nin Sahih’inde yedi gün velime yapmakla ilgili bir bölüm bulunmaktadır. 391 Übey b. Ka’b’ın böyle bir düğüne katıldığı ve orada dua ettiği rivâyetlerde anlatılmaktadır. 392 Bu rivâyete dayanarak düğünün iki günden fazla olabileceği görüşü ileri sürülmüştür Düğün ziyafetiyle ilgili rivâyetler, olması gerekeni tavsiye anlamı taşımaktadır. Nitekim Hz. Peygamber farklı şekillerde ve farklı sayıda düğün ziyafeti vermiştir. Aşağıdaki rivâyetler de bu konuda belli bir sınırlandırma getirmeyip, duruma göre davranılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Enes (r.a.): “Ben, Rasûlullah’ın (s.a.v.) kadınlarından hiç birine, Zeyneb için yaptığı kadar düğün daveti yaptığını görmedim. Çünkü o, bir koyun kesmişti, demiştir.” 393 Buna karşılık Safiyye binti Şeybe’nin dediğine göre Nebî (s.a.v.), hanımlarından bazıları için sadece iki müd arpayla düğün ziyafeti vermiştir. 394 Enes b. Mâlik’in bildirdiğine göre: “Peygamber (s.a.v.), bir gün Abdurrahman b. Avf’ın üzerinde sufra (kadına mahsus güzel bir koku) izini görmüş ve ona: Bu nedir diye sorunca, aralarında şöyle bir konuşma olmuştur. Abdurrahman b. Avf: -Yâ Rasûlallah! Ben mehir olarak bir nevât (çekirdek) ağırlığında bir altın ile bir kadınla evlendim, demiş. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona: -Bir koyun kesmek suretiyle de olsun velîme ziyafeti ver, buyurmuştur.” 395 390 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 25, (I, 617), no: 1915; Ebû Davud, Sünen, Et’ıme, 3, (IV, 126-127). 391 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 71, (VI, 143). 392 el-Beyhakî, Sünen, VII, 261. 393 Müslim, Sahih, Nikâh, 90, (II, 1049). 394 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 70, (VI, 143). 395 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 54, (VI, 139); 67, (VI, 141); 68, (VI, 142); Müslim, Sahih, Nikâh, 79, 80, 81, (II, 1042); Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, 28-29, (II, 584), no:2109; İbn Mâce , Sünen, Nikâh, 24, (I, 615), no: 1907; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 21, (II, 545); ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 22, (II, 465), 114 Enes (r.a.) şöyle anlatıyor: “Safiyye taksimatta Dıhye’ye (r.a.) düşmüştü. Onu, Rasûlullah’ın yanında övmeye ve esirler içinde onun gibisini görmedik, demeye başladılar. Bunun üzerine Perygember (s.a.v.), Dıhye’ye haber gönderdi ve Safiyye’ye bedel ne isterse verdi. Sonra, Safiyye’yi anneme teslim ederek: “Bunu çek çevir!” buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Hayber’den çıktı. Bir müddet sonra konakladı. Sonra Safiye için çadır kurdurdu. Sabah olunca: “Kimin yanında fazla yiyecek varsa onu bize getirsin!” buyurdu. Artık kimi hurmanın, kimi kavrulmuş unun fazlasını getirmeye başladılar. Hatta bundan bir karıştırma yığını yaptılar ve bundan yemeye, yanlarındaki yağmur suyundan birikme havuzlardan da su içmeye başladılar. İşte bu, Rasûlullah’ın (s.a.v.) Safiyye için düğün yemeği oldu.” 396 Yine Enes b. Mâlik (r.a.); Hz. Peygamber’in, (s.a.v.) zevcesi Safiyye b. Huyey için kavut ve kuru hurma ile velime ziyafeti verdiğini söyleyerek bu kadarıyla bile düğün ziyafetinin olabileceğini bildirmiştir.” 397 Düğün ziyafetine, zengin fakir ayırımı yapmadan, herkesin davet edilmesi gerekir. Nitekim Ebû Hureyre (r.a.) “Yemeğin en fenası zenginlerin davet edilip, fakirlerin terk edildiği (bu halin adet edildiği) velime yemeğidir. Kim (velime ziyafeti davetine) icabet etmezse şüphesiz Allah’a ve Rasûlüne isyan etmiş olur.” diyerek düğün ziyafetlerine herkesin çağrılması gerektiğini ve bu konuda zenginlerin gözetilip, diğerlerinin terk edilmesinin dinen uygun olmadığını belirtmiştir. 398 no: 2210; A.b. Hanbel, Müsned, III, 165, 226; Ebû Dâvud ed-Tayâlisî, Müsned, s. 284, no: 2128.; Ebû Ya’lâ, Müsned, V, 473, no: 3205; VI, 92, no: 3348; VI, 475, no: 3887; İbn Ca’d, Müsned, s. 148, no: 938. 396 el-Buhârî, Sahih, Salat, 12, (I, 98); Müslim, Sahih, Nikâh, 84, 85, 87, 88, (II, 1043-1044); Ebû Davud, Sünen, Harac ve’l-İmâre, 21, (III, 398-399), no: 2995, 2998; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 79, (VI, 131 – 134). 397 Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, 2, (IV, 126), no:3744; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 10, (III, 403), no: 1095; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 24, (I, 615), no: 1909; A.b. Hanbel, Müsned, III, 110; Ebû Ya’lâ, Müsned, VI, 259, no: 3559; VI, 274, no: 3580; VI, 371, no: 3704; el-Humeydî, Müsned, II, 500, no: 1184. 398 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 72, (VI, 144); Müslim, Sahih, Nikâh, 107, 108, (II, 1054-1055); Ebû Dâvud, Sünen, Et’ıme, 1, (IV, 125), no:3742; İbn Mâce , Sünen, Nikâh, 25, (I, 616), no: 1913; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 21, (II, 546); ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 28, (II, 429), no: 2072.; A.b. 115 İbn Ömer’in naklettiği bir rivâyete göre, velime davetine icabet etmek, ahlâkî bir zorunluluktur. Hadiste Hz. peygamber (s.a.v.) “Sizden birisi düğün yemeğine çağırıldığı zaman (davete) icabet etsin, buyurarak; bunu tavsiye etmiştir.” 399 Düğün yemeğinin iki gün süreyle verilmesinin normal olduğu, ancak üç gün ve daha fazla süreyle ziyafet verilmesinin ise gösteriş olduğu, 400 gösteriş yapmanın da Allah tarafından beğenilmediği, 401 hadislerde ifade edilerek, iki gün süreyle düğün yemeği vermenin daha iyi olacağı belirtilmiştir. Toplumun bu konudaki duygusuna tercüman olan bir mevzu rivâyet İbn Cevzî’nin Mevdûat’ın da şöyle yer almaktadır: “Düğün yemeği için davet edenin davetine icabet edin, çünkü o gelmenize özlem duyar, istekli ve heveslidir.” 402 Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bütün evliliklerinde davetlilere ikramda bulunduğu bilinmektedir. Hadis kitaplarında, yukarıda bir kısmını kaydettiğimiz gibi, bu ikramlar hakkında geniş bilgiler vardır. 403 Düğün ziyafetinin, nikah akdi sırasında veya akidden sonra, zifaf günü ya da zifaftan sonra verileceği hususunda farklı uygulamalar vardır. Ancak bunun ne zaman yapılacağı o yörenin örf ve âdetlerine göre belirlenmektedir. Anadolu’da rivâyetlere uygun olarak, düğünler iki günü geçmemiştir. Cuma günü akşam vakti başlayan Anadolu düğünü, en geç pazar günü ikindi vaktinde, gelinin getirilmesiyle son bulmaktadır. Bu süre içerisinde iki gün ziyafetler verilmektedir. Hatta şu anda şehir merkezlerinde düğün, bir salon kiralanarak, sadece bir günün bir kısmında, belirli saatler arasında, ziyafet ve resmi nikah şeklinde Hanbel, Müsned, II, 240, 267; Ebû Dâvud et-Tayâlisî, Müsned, s. 304, no: 2303; Ebû Ya’lâ, Müsned, X, 295, no: 5891;XI, 123, no:6250; el-Humeydî, Müsned, II, 493, no: 1170. 399 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 71, (VI, 143); İbn Mâce , Sünen, Nikâh, 25, (I, 616), no: 1914. 400 İbn Mâce , Sünen, Nikâh, 25, (I, 616), no: 1915. 401 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 10, (III, 404), no: 1097. 402 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 264. 403 Bkz. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 68-70, (VI, 142-143). 116 yapılarak, süre daha da kısaltılmış ve dinin nikahın ilanı açısından, en az bir gün düğün yapılması esasına uyulmuştur. 5. GELİN SÜSLEME Gelinin çeyizinin tamamlanması çalışmaları, kızın arkadaşlarının da yardımıyla devam ederken, diğer yandan gelinliğin temini hazırlıkları başlar. Gelinin giyeceği beyaz kiyafet, tel, duvak, beyaz pabuç, gelin çiçeği gibi şeylerin masrafları erkek tarafından karşılanır. 404 Nişan ve düğünlerde gelin olacak kız, erkek tarafından getirilen, gelinliği giyerek büyüklerin önüne çıkar ve onların ellerini öper. Onlar da geline altın takarlar. Düğünün son günü, gelin anne evinden çıkarken beyaz gelinlik giymiş ve yüzüne tül atılmış olarak çıkar ve gerdek anına kadar bu kıyafetle kalır. 405 Farklı yörelerimizde benzer uygulama görülmekle birlikte genel itibariyle gelinlik, kına gecesi töreninde ve düğünün son günü, kuaföre gidildikten sonra, giyilir ve gelin süslenir. Damat da, aynı gün damat tıraşı olur. Bunun düğün töreni içerisinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her genç kız, bir gün beyaz gelinlik içerinde gelin olmanın hayalini kurarken; anne ve babalar da çocuklarının mürüvvetini göreceklerinden ayrı bir mutluluk yaşarlar. Bu mutlu zaman diliminde evlenecek gençleri en iyi şekilde giyindirip süsleyerek, onların mutluluğuyla mutlu olurlar. Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında da gelin süsleme ve damadı düğün için hazırlama adeti vardı. Hz. Peygamberin eşlerinden Hz. Âişe ve Ümmü Seleme, Ali b. Ebî Tâlib ile Hz. Fâtıma’nın düğününü şöyle anlatmaktadırlar: “Rasûlullah (s.a.v.) Fâtıma’nın gelinlik hazırlığını yapıp, onu Ali’nin odasına götürmemizi emretti. Bunun üzerine biz Ali’nin odasına gittik ve Bathâ taraflarından (getirilen) yumuşak toprağı odaya yaydık. Sonra, ellerimizle diktiğimiz, hurma kabuğunun elyafı ile iki yastık doldurduk. Daha sonra velime ziyafeti olarak kuru hurma ve kuru üzüm yedirdik, güzel bir su içirdik. Sonra üstüne elbise atılacak ve su kabı asılacak bir ağaç parçasını getirip odanın bir kenarına koyduk. Biz, 404 Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 40. 405 Yurt Ans. I, 678; II, 1364. 117 Fâtıma’nın düğününden daha güzel bir düğün görmedik.” 406 Burada bahsedilen gelinlik hazırlıklarının yapılması; onun kıyafetinin ve görünüşünün düzeltilmesi, yani süslenmesi olarak anlaşılmalıdır. Hz. Aişe’nin düğününde böyle bir hazırlık görülmektedir. O kendi düğününü anlatırken, annesinin onu Medineli kadınlara teslim ettiğini ve o kadınların düğün için kendisini temizleyip kılık kıyafetini düzelttiklerini ifade etmiştir. 407 Bu da, gerdekten önce gelinin, hususi bir hazırlığa tutularak, süslenmesinin müstehab olduğunu gösterir. Zaten Câhiliye devrinde mâşıta denilen kadın berberlerin varlığı, bunların gerdeğe girecek kadınları aynen günümüzde olduğu gibi özel bir hazırlıkla süsledikleri, 408 bu kişilerin İslam’dan sonra da aynı mesleğe devam ettikleri bilinmektedir. 409 Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri, ârifin evlenme âdabı arasında düğün esnasında gelin ve damadın en güzel elbiselerle süslenmesini de saymıştır. 410 Daha önceleri gelinlik olarak, işlemeli, gösterişli, al elbiseler giyilirken, XIX. y.y.’dan sonra beyaz gelinlik tercih edilmiştir. 411 II. Mahmut’tan itibaren diğer bazı şeylerde değişikliğe gidildiği gibi düğünde de bazı değişiklikler olmuş, düğünlerde mehterin yerini saray bandosu alırken, gelinlik olarak da beyaz gelinliğe geçilmiştir. 412 Günümüzde de gelinlik beyaz tüllerden yapılan gösterişli bir elbisedir. Beyaz olması, onun masumiyetini, temizliğini ve yeni bir hayat için tertemiz bir sayfa açmasını temsil etmektedir. 406 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 24, (I, 616), no: 1911; 407 Müslim, Sahih, Nikâh, 69, (II, 1038); Ebû Davud, Sünen, Edeb, 55, (V, 228-229), no: 4933, 4935; Bkz. Kara Davud, Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davud,s. 489-490. 408 İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VII, 402-403; XIII, 352; Ayrıca bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, IX, 231. 409 Canan, Hadis Ansiklopedisi, XV, 359. 410 İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, s.708. 411 Nutku, Türklerde Düğün, X, 17. 412 Nutku, a.g.e, X, 18. 118 6. KINA GECESİ Türkiye’de evlenme ile ilgili yaygın geleneklerden biri de kına gecesidir. Gerdek gecesinden önceki gece kızın evinde düzenlenir. Kız evinde, gelin olacak kızın arkadaşları ve diğer davetliler bulunur. Bu gece, gelin olacak kızın eline damat evinden getirilen kına yakılır. O gecede misafirlere ikram edilen yemeğe, kına yemeği adı verilir. Kına gecesinde damat ve gelin adayı evinde türküler söylenerek eğlenceler düzenlenir. Kına gecesinde “baş övme” veya “gelin övme” adı verilen uygulamada; “başı bütün” denilen, evliliğini mutluluk içerisinde sürdüren bir kadın, kınası yakılan kıza “kına türküsü” söyler. Bu gecede kız, baba evinden ve annesinden ayrılacağı için, hüzünlü türküler söylenerek ağlatılır. Bazı bölgelerde, kıza hazırlanan kınadan, bir tepsiye konularak, damat evine gönderilir. Bu kınadan damat ve sağdıcın sağ ellerine yakılır. 413 Kına yakma uygulaması, eski Türkler’den günümüze kadar gelebilen, inanca bağlı âdetlerden birisidir. Eski Türkler’de, seçilmiş, adak edilmiş olanı göstermek amaç ve inancıyla kına yakılırdı. Günümüzde Kurban Bayramı’na yakın bir tarihte koç, koyun gibi hayvanların sırtlarının kınalanması veya çeşitli renklerle boyanması, eski Türk kültüründeki “ıduk” inancının bir devamı niteliğindedir. 414 Kına merasimi, Anadolu’da farklı şekillerde icra edilmektedir. Bazı yörelerde, damat evinde kına merasimi için gündüz meydan sofrası kurulur. Konuklara çorba, etli pilav, hoşgeşli (afyonlu) börekle birkaç çeşit hoşaf, sebze yemekleri ve kaymaklı ekmek kadayıfı sunulur. Akşam, damat evinde damadın yakınları yer içer ve eğlenirler. Kız evinin erkekleri de bu eğlenceye katılır. Kadınlar kız evinde toplanıp, kıza kına yakarlar. Hala ile teyze, hamam tasında kınayı yoğururlar. Gelinin eline kına vurulurken üzerine para konulur ve aşağıdaki gibi türküler söylenir: 413 Geniş bilgi için bkz. Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 148-149; Uğur, İçel Folkloru II, s.17. Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 41;Nutku, Türklerde Düğün, X, 17; Yurt Ans. I, 393, 484, 678. 414 Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, s. 112. 119 Kınası karılır tasta Oğlan evi pek havasta Kız anası kara yasta Yavrum kınan kutlu olsun Orda dirliğin tatlı olsun 415 Bazı yörelerde de kına merasimi ikindi vaktinde yapılır. Kız tarafının kadınları kız evinde toplanırlar. Kızın kaynanası ikindiye doğru yakınlarıyla birlikte kız evine gelir. Elinde mumu yanan bir fener, fenerin içinde de bir tas yoğrulmuş kına vardır. Konuklar yerleştikten sonra gelin, en güzel giysisi ve telli duvağıyla odaya girer ve kaynanasının elini öper. O da gelinin eline bir top kına koyup, üzerine para basar. Tören bittikten sonra giden konuklar, yatsıdan sonra yeniden kız evine gelirler. Oyunlar oynanıp türküler söylenir. Geç saatlere doğru ortaya bir tas kına getirilir. Evli iki kadın, gelinin bir ayağına ve bir eline kına yakarlar. Kına konmadan önce gelinin sağ ayağının küçük parmağına bir altın bağlanır. Bu, bereket parasıdır ve gelin gerdeğe girmeden önce onu çıkartıp saklar. Kına yakılırken konuk kadınlar, hüzünlü kına türküleriyle gelini ağlatmaya çalışırlar. Bunun nedeni; önceden ağlayanın daha sonra güleceğine ilişkin inanıştır. 416 Aynı kapta yoğrulan kınadan damat ve geline kına yakılır. Böylelikle ikisi de bir birine adanmış, kurban edilmiş olur. Bu uygulama, “ey kötü ruh, onlar artık kendilerine ait değildir, onlara dokunma, onlardan uzak dur” anlamını taşır. Sivas’ta kına yakma esnasında gelinin göz yaşı dökmesi şarttır. Gelinin çok çocuğunun olması ve zürriyetinin devamı için ağlaması gerektiğine inanılır. 417 Osmanlı zamanında da yaygın bir adet olan kına merasimi çeşitli törenlerle yapılırdı. Örf - adetlerle ilgili bilgilerle dolu olan Surnâmelerden birisinde, Damad Paşa’nın kına gecesinde kına yemişi olarak gönderilen şeyler şunlardan oluşmuştur: “Saksonya sahan içinde 20 adet olan dört tapla çeşitli şekerlemeler, farskarî işlemeli şişe içinde otuz tabla çeşitli şukûfe, kiraz 30 sepet 10 tabla, erik otuz sepet 10 tabla, 415 Yurt Ans. I, 312. 416 Yurt Ans. I, 393; II, 1205. 417 Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 107. 120 çilek 30 sepet 10 tabla, elma 30 sepet 10 tabla, portakal 30 sepet 10 tabla, limon 27 sepet 8 tabla, şekerleme 15 sepet 5 tabla, hurma 12 sepet 4 tabla, sakız bademi 15 sepet 5 tabla, kavrulmuş fındık 15 sepet 5 tabla, çeşitli leblebi 30 sepet 10 tabla, kavrulmuş kestane 9 sepet 3 tabla, rezzaki 25 sepet 5 tabla, çekirdeksiz üzüm 12 sepet 4 tabla. 418 Kına yakmak, Türk inançlarında seçilmiş, adak edilmiş olanı gösterirdi. O işareti taşıyan canlı ve cansız varlıkların mukaddesliğine inanılır ve onlara dokunulmazdı. Bu niteliği taşıyan nesne ve şeylere dokunmak, onlara saygısızlık göstermek, uğursuzluk ve felaket getirir inancı ile, adanmışlar korunma altına alınmış olurdu. Düğünlerde nişanlarda kına yakma adeti, bu inancın bölgede yaşayan kalıntıları olarak devam etmektedir. Kına, Anadolu’da adanmış olmanın işareti olarak kabul edildiği için, asker adayına, kurban edilecek hayvana ve evliliğe aday olan gençlere kına yakılır. Belki de yaşlıların saç kınası, bu manada âhiret adaylığı anlamındadır. Erzurum’da görülen bir inanca göre, gelinin el ve ayak kınaları yıkanır ve evin dört kenarına bu kınalı su dökülür. Bu tür evlerde, ev hayatının bolluk bereket içinde geçeceğine inanılır. Diyarbakır’da da sünnet olan çocuğa, gelin ve güveye, askere giden gençlere kına yakılmasının sebebi onları koruma altına almaktır. 419 Türk toplumunda bu kadar önemli olan kına ile ilgili bazı rivâyetlere rastlamaktayız. Kaydedildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.); “Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Kına yakmak, güzel koku sürmek, misvak kullanmak ve nikah,” buyurmuştur. 420 el-Münzîrî bu rivâyetin et-Tirmizî’nin sünen’inde de geçtiğini ifade etmiştir. Ancak et-Tirmizî’nin kaydettiği rivâyette (اﻟﺤﻨ ﺎءkına) yerine اﻟﺤﻴ ﺎءkelimesi geçmektedir. 421 Hadis alimleri bu kelimenin nasıl okunacağı konusunda ihtilaf etmişler. Hâfız Ebu’l-Haccâc, doğrusunun اﻟﺨﺘ ﺎن olduğunu, ancak tashif yapılarak bu kelimenin değiştirildiğini, kına vurmanın 418 Aynur, Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve Şenlikler, s.38-39. 419 Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 105-107; Ayrıca bkz. Erzurum İl Yıllığı, İstanbul 1973, s. 193-200; Diyarbakır il Yıllığı, İstanbul 1973, s. 394-407. 420 el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 27, no: 2942. 421 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 1, (III, 391-392), no: 1080. 121 erkeklere haram olduğunu belirtmiş ve bu kelimenin kına kelimesinden başka bir kelime olması gereğine işaret etmiştir. Zaten bu rivâyetin ravilerinden olan Ebu’şŞimal, mechul bir kişi olup burada teferrüd etmiştir. 422 Başka bir rivâyette de Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in kendisine kına yaptığı bildirilmektedir. 423 Bu rivâyeti delil göstererek Hz. Peygamber’in de kına yaptığını savunanlar olmuşsa da alimlerin çoğunluğu bunu kabul etmemiştir. 424 es-Suyûtî de, el-Leâli’l-Masnûa’sında kınayla ilgili rivâyetlere yer vererek onların mevzu olduğuna işaret etmiştir. 425 Bu rivâyetlerde dikkat çeken bir husus, kınanın yasaklanmamasıdır. Anadolu toplumu eskiden beri yapageldikleri bir alışkanlık olduğu için kına yakma âdetini devam ettirmek istemiş ve yukarıdaki rivâyetlere sarılarak bu âdeti meşrulaştırmak istemiştir. Ancak bu konuda açık bir yasak olsaydı, belki de bu adet silinip gidecekti. Çünkü; İslam’a ters olan şeyler, genellikle Anadolu kültüründe kendisine yer bulamamıştır. 7. GAYRET KUŞAĞI Gayret kuşağına, halk arasında Fatma ana kuşağı da denilmektedir. Kuşak bağlama töreni, tarihi dönemlerde, gelin evden çıkmadan veya ata binmeden önce yapılırdı. Kız babası, baba ölmüşse aileden sorumlu erkek, abi, amca, dayı veya dede, gelinin beline altın ve gümüş işlemeli madenden bir kemer takar ve bazı tavsiyelerde bulunurdu. Kuşak bağlama sırasında baba, kızına: “Bugüne kadar namusun bana emanetti, bugünden sonra kocana emanetsin. Gittiğin yerde eline, beline, diline sahip ol,” derdi. Ayrıca baba kızına çalışkan olmasını ve sorumluluklarını taşımasını tavsiye ederdi. Bekareti temsil eden bu kuşak, günümüzde yalnızca bu anlamıyla kırmızı kurdele haline gelmiştir. Bu manada gelinlerin beline kırmızı kurdele bağlanmaktadır. 426 Zaten daha önce de 422 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 1, (III, 391-392), no: 1080; el-Mubârekfûrî, Tuhfetu’l-Ahvezî, IV, 167. 423 Müslim, Sahih, Fedâil, 100-103, (II, 1821), no: 2341. 424 en-Nevevî, Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîhi Müslim, XV, 95 425 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 140-141. 426 Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 42. 122 kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) bâkire ile evlenmeyi daha iyi ülfet sağlanması açısından tavsiye etmiştir. Düğünün son sabahı, sabah ezanından önce gelin, kınalarını yıkamak için çeşmeye götürülür ve ardından giyindirilir. Erkek tarafı gelince gelin, babasının elini öper, o da kızının beline bir kuşağı üç kez dolar ve bileğine bir altın takar. Bu bazen erkek kardeş tarafından yapılır. Bu geleneğe “gayret kuşağı takma” denir. 427 Bazı yörelerde, “gelin kuşağı” adı verilen kırmızı ipek şerit, orada bulunan davetlilerin huzurunda, gelinin beline üç defa bağlanıp çözülür. Bu davranışla gelinin gideceği eve bolluk, bereket ve uğur götüreceğine inanılır. Eski Türk inançlarında Alplerin ve Kamların kuşandıkları kuşakla, kutsiyet ifade eden üç sayısının, söz konusu kuşak çözme ve bağlama uygulamasında birleştiğini görüyoruz. Kamların icra ettikleri merasimlerde önemli bir aksesuar olarak görülen kuşak, İslamiyet ile beraber muhtelif tarikatlarda ve ahilik teşkilatları içinde yaşayarak günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. 428 Fatma ana kuşağı da denilen bu uygulamanın, asrı saadet döneminde yapılıp yapılmadığı ile ilgili bir bilgiye rastlayamadık. Ancak bakireliği temsil ediyor ise bunu tavsiye eden hadisleri daha önce kaydetmiştik. İçeriği açısından, İslam terbiyesine uyan ya da en azından ters olmayan bu davranış, Anadolu halkı arasında kabul görerek yaygınlaşmıştır. 8. GELİNİN BAŞINA ŞEKER SAÇMAK Anadolu’nun birçok yöresinde, gelin damadın evine gelince, damat ve arkadaşları tarafından, gelinin başına para, çerez, şeker ve meyveler saçılır. 429 Farklı şekillerde yapılsa da aslında aynı içerikte olan bu adetin Anadolu’nun farklı bölgelerindeki uygulamalarından birkaç tanesini aşağıya kaydedeceğiz. Bitlis’te düğünün son günü öğleye doğru kadınlı erkekli bir grup, gelini almaya gider. Konuklara şerbet sunulur. Şerbet içenler tepsiye para atarlar. Ardından 427 Yurt Ans. I, 393; II, 1205. 428 Bu konuda bkz. Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, s. 113. 429 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 118, 199; Yurt Ans. I, 394. 123 gelin alayı yola çıkar. Yolda davul zurna çalınır, silahlar atılır, alayın önünü kesenlere bahşiş verilir. Damda bekleyen damat, gelin eve girerken başına, üzüm, leblebi, şeker, arpa ve bozuk para saçar. Bingöl’de de benzer bir uygulama görülmektedir. Gelin kapıdan girerken başına elma, kuru yemiş ve para saçılır. Gelini kaynanası karşılar. Uğurlu olması için yüzüne karşı Kuran açılıp kapatılır. 430 Amasya’da gelinin erkek evine gelmesinin pazar ya da perşembe gününe rastlaması gerekir. Öğlen namazından sonra gelin, babasının evinden alınır ve arabaya bindirilerek güvey evine getirilir. Damat, gelinin üzerine para ve leblebi atar. Gelin eve girmeden önce bir çömlek kırılır. Çömleğin kırılmasıyla, gelinin fena huylarının da yok olacağına inanılır. 431 Benzeri uygulamalara Anadolunun birçok yerinde rastlamak mümkündür. Aydın’da düğünün üçüncü günü, önce kızın eşyaları oğlan evine taşınır. Daha sonra gelin alayı, önde bayrak ve çalgılarla, silahlar atarak, kız evine gider. Gelin, hazırlanmış olan araca bindirilir. Damat, evinin önünde araçtan inmeden önce cebinden çıkardığı para, şeker, buğday ve pirinçleri serperek, gelini indirir ve odasına götürür. Gelinin yanındaki topluluk da o atılan şeylerden almak için birbirileriyle yarışırlar. 432 Gelinin başına saçı yapmak, Şamanist ve Müslüman Türklerin evlenme törenlerinde görülen müşterek unsurlardan birisidir. Bu saçı, her devirde o zamanın insanının kazandığı en değerli mahsullerinden oluşmaktaydı. Avcılık devrinde avın kanı yağı ve eti, çobanlık devrinde süt, kımız ve hayvanların yağı, çiftçilik devrinde darı, buğday ve çeşitli meyveler saçı olarak kullanılırdı. Saçı, yabancı bir soya mensup olan bir kızı, kocasının soyunun ataları ve koruyucu ruhları tarafından kabul edilmesi için yapılan bir kurban ayininin kalıntısıdır. 433 Ruhlara saçı yapma adeti, bütün dünya kavimlerinde belli bir dönemde görülen ortak adetlerden birisidir. Dini mahiyetini kaybettikten sonra dahi bir çok kavmin uyguladığı bir gelenek olarak 430 Yurt Ans. II, 1364, 1427. 431 Yurt Ans. I, 484. 432 Yurt Ans. II, 1066; Saçı adetiyle ilgili Osmanlı’daki uygulama da aynı içerikte yapılırdı. Bu konuda bkz. Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, 127. 433 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 167. 124 günümüze kadar devam etmiştir. Birisi hakkında hayırlı bir haber söylenirken “darısı başımıza” temennisi, işte bu eski adetten kalma bir hatıradır. 434 Türkistan’da gelinin başına buğday saçma adeti gelin babasının evinden çıkarken yapılır ve mürüvvetli olması dilenir. 435 Bu âdet, Türk kültüründe bir takım ruhlara sunulan kansız kurban inancının izlerini taşımaktadır. 436 Bu tür inançları kabul etmeyen ve her şeyin Yüce Allah’tan bilinmesini isteyen İslam, böyle uygulamalara önem vermemiştir. Ancak tarihten bu yana uygulana gelen bir adetin bırakılması, kolay değildir. Birinci blümde temas ettiğimiz gibi gelenekler değişseler de eskinin izini üzerinde taşımaya devam ederler. İslam tarafından açık bir yasaklama da olmayınca, toplum bu adeti devam ettirme eğilimi göstermiş ve hatta bu konuda rivâyet uydurarak Hz. Peygamber’in otoritesine dayandırmıştır. İşte bu rivâyetlerden bir tanesi şöyledir: Rivayete göre Muaz b. Cebel (r.a.), Hz. Peygamberle birlikte Ensar’dan birisinin düğününe katılır. Hz. Peygamber bir konuşma yaptıktan sonra onların nikahını yapar. Ülfet, hayır ve şans dileyerek onları tebrik eder. Sonra, “arkadaşlarınızın ve damadın yanında def çalınız” der. O anda tepsiler içerisinde meyve ve şeker getirilerek onların üzerine saçılır. Ancak, hiç kimse onunla ilgilenip, onları almaya çalışmaz. Bunun üzerine Allah Rasulü; “Hilm ne kadar güzeldir. Niçin onu almaya çalışmıyorsunuz (kapışmıyorsunuz)?” der. Oradaki ashab da; “Ey Allah’ın Rasûlü, sen bize falanca gün yağmalamayı yasaklamamış mıydın?” derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.); “Ben size, askerin talanını (yağmalama ve kapışmasını) yasaklamıştım. Size düğündeki nühbe’yi (kapışmayı) yasaklamadım. Haydin onu yağmalayın der.” Muaz (r.a.) diyor ki: Bunun üzerine O bizi, biz de onu çekiştirmeye başladık ve atılan meyve ve şekerleri toplamaya çalıştık. 437 İbnü’l-Cevzî, bu rivâyetin mevzu olduğunu ifade etmiş ve mevzu rivâyetleri topladığı eserinde ona yer vermiştir. 438 Anadolu'da Osmanlı toplumunun dini yönden şekillemesine büyük etkisi olan Kara Davut, Hz. 434 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 100. 435 Muratoğlu, Kalafat, Türkeroğlu, Türk Halk İnançları, s.49. 436 İnan, a.g.e.; s.98-167. 437 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 290; İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 264-266. 438 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikah, II, 264-266. 125 Hatice ile Hz. Peygamber'in düğününde damadın başına mücevherler serpildiğini kaydetmiştir. 439 Anadolu toplumu bu adetini devam ettirirken Hz. Peygamber’e atfedilen bu rivâyetten kendisine güç kazanmış ve uygulamayı devam ettirmiştir. Bu da Anadolu insanının nezdinde hadislerin gücünü ve yerini ortaya koyup, onun himayesine sığındıklarını göstermetedir. 9. YENİ EVLİLERİ TEBRİK Düğün töreni sona erince, gelin ve damat kendilerine ayrılan yere oturarak davetlilerin tebriklerini kabul ederler. Bu esnada davetliler; “hayırlı olsun”, “Mutluluklar dilerim”, “Allah tek yastıkta ihtiyarlatsın” gibi temennilerde bulunurlar. Düğünden sonraki günlerde de, önce aile yakınlarından başlamak üzere davetler verilir ve yeni evlenen çift, her gün bir davete katılarak, bir şekilde yakınları onları tebrik etmiş olur. Hz. Peygamber zamanında da uygulama buna benzer şekilde yapılmaktaydı. Hz. Aişe (r.a.) kendi düğününde Ensar'dan bir kısım kadınların onu tebrik ederek evlilikleri için “Ale’l-hayri ve’l-bereketi ve alâ hayri tâirin,” (Hayırlı uğurlu ve mübarek olsun) diye duâ ve tebrik ettiklerini bildirmiştir. 440 Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), Abdurrahman b. Avf'ı (r.a) “Bârekallâhu leke” diyerek tebrik etmiştir. 441 Ebû Hureyre (r.a.) de Rasulullah’ın (s.a.v.), evlenen bir kimseyi tebrik ettiğini ve onun için “Allah sana evliliği mübarek kılsın, üzerine bereket indirsin, ikinizin arasını hayırda birleştirsin,” diyerek duada bulunduğunu aktarmıştır. 442 Hasan el-Basrî’nin anlattığına göre: “Akil İbnü Ebî Tâlib (r.a.), Benî Cüşem’den bir kadınla evlenmişti. Onu, “Kaynaşma ve oğullar” dileyerek tebrik 439 Kara Davud, Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davud,s. 424. 440 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 57, (VI, 139); Müslim, Sahih, Nikâh, 69, (II, 1038). 441 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 56, (VI, 139). 442 Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 35-36, (II, 598), no: 2130; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 7, (III, 400), no: 1091. 126 ettiler. Fakat o, “Rasulullah’ın (s.a.v.) kullandığı tabirlerle duâ edin. Allah size evliliği mübarek etsin ve size bereket versin, diye tebrik edin, demiştir.” 443 Bu hadisler yeni evlenenler için nasıl tebrik ve duâ etmek gerektiğini öğretmektedir. Câhiliye devrinde yapılan “kaynaşma ve oğullar” şeklindeki tebrik cümlesini, Allah Rasûlü yasaklamıştır. Çünkü bu tebrikte, kız evlatlarına karşı tavır konulduğu görülmektedir. Onun yerine, evliliğin mübarek olması ve hayırda beraberlik duâsı, tavsiye edilmiştir. Günümüzde de bu türden bir duâ cümlesiyle yeni evlenen kişiler tebrik edilmektedir. “Mutluluklar dilerim,” “Allah ikiniz için de hayırlı etsin” “Allah hayırlı evlat nasip etsin” “tek yastıkta ihtiyarlayın” gibi ifadeler bu cümledendir. Bu adet de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ve onun ashabının uygulamasıyla benzerlik göstermektedir. 10. CİNSEL EĞİTİM Cinsel eğitimden kastımız, düğünden önce gelin ve damadın bilgilendirilmesidir. Bilgilendirmeyi yapacak kişilerin damad ve gelinin yakın arkadaşlarından ve evli kimselerden olması gerekir. Damada düğün süresince yardımcı olup onu yönlendiren ve bilgilendiren kimseye Sağdıç, gelini hazırlayıp yardımcı olan kişiye de Gelin Yengesi denilir. 10.1.Kız Yengesi ve Sağdıç Sağdıç; düğün süresince damada her konuda yardımcı olup, onu cinsel konularda bilgilendirmekle görevli kişidir. Güveyin en yakın arkadaşları içinden bir veya iki kişi, sağdıç olarak belirlenir. Tıraş olurken, camiye giderken ondan ayrılmaz. Düğün süresince onu bekarların şakalarından koruyarak, gerdeğe kadar yalnız bırakmaz. Gelin için de aynı şey söz konusudur. Ancak geline bu konuda yardımcı olan kişiye gelin yengesi denir. Sağdıcın görevi neyse, gelin yengesinin görevi de odur. Düğün başladığı andan itibaren gelin ve damadı bu kişiler yönlendirirler. Gelin süslenip, konukların önüne çıkarken, kına gecesinde, gelin alayı damat evine giderken gelin yengesi, gelini yalnız bırakmaz. Yenge aynı zamanda evli bir kadın olduğu için geline gerdek gecesiyle ilgili bilgiler verir ve onu hazırlar. 443 en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 73, (VI, 128). 127 Gelinle birlikte erkek evine gider ve gerdekten sonraki gün görevi bitmiş olur. Damadın sağdıcı da aynı şekilde damadı hiç yalnız bırakmaz, onun giyimi ve süslenmesinden sorumludur. Konuklar içerisine çıkarken damadın yanında bulunur ve onu yönlendirir. Gerdekle ilgili bilgiler verir ve onu gerdeğe hazırlar. Gelin yengesinin ve damat sağdıcının evlenen çiftler açısından büyük önemi vardır. Bu görevden sonra aralarında köklü bir dostluk başlar. 444 Türk toplumu içerisinde çok yaygın olan bu adet, 445 aslında asrı sadette de görülen ve Hz. Peygamber’in onayını almış bir uygulamadır. Aşağıya kaydedeceğimiz örnekler, o dönemin uygulamalarına ışık tutacak mahiyettedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemiyle ilgili, en açık örneklerden birisi ve onun şahsıyla ilgili bir düğün töreni olması dolayısıyla, daha önce de kaydettiğimiz Hz. Aişe’nin (r.a.) düğününü anlatan rivayetten, gerdeğe girecek olan Hz. Âişe’nin yanında kadınların toplanıp ona ilgi gösterdikleri ve zifaf adabıyla ilgili bilgi vererek onu gerdeğe hazırladıkları anlaşılmaktadır. 446 Enes (r.a.) Hz. Peygamber’in Hz. Safiyye ile olan evliliğini şöyle anlatıyor: “Safiyye, ganimet taksiminde Dıhye’ye düştü. Onu Rasûlullah’ın yanında övmeye ve “esirler içinde onun gibisini görmedik” demeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Perygember, Dıhye’ye haber gönderdi ve Safiyye’ye bedel ne isterse verdi. Sonra Safiyye’yi anneme teslim ederek, “Bunu çek çevir!” buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Hayber’den çıktı. Bir müddet sonra konaklayınca, Safiye ile evlendi (zifafa girdi). Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.), “Kimin yanında fazla yiyecek varsa onu bize getirsin!” buyurdu. Artık kimi hurma, kimi de kavrulmuş unun fazlasını getirmeye başladılar. Hatta bundan bir karıştırma yığını yaparak ondan yemeye, yanlarındaki, yağmur suyundan birikme havuzlardan da su içmeye başladılar. Sabit, sonra Enes şunu söyledi, diyor: “İşte bu, Rasûlullah’ın (s.a.v.) Safiyye için düğün yemeği oldu ve sonra yola devam ettik…” 447 Bu rivâyete göre; Hz. Safiyye’yi (r.a.) düğün ya da gerdek için hazırlayıp ona yardımcı olmak üzere bir kadın görevlendirilmiş ve bu 444 Yurt Ans. I, 149,394; II, 1364, 1427; Uğur, İçel Folkloru II, s.19. 445 Geniş bilgi için bkz. Güngör, Gagauz Türkleri, s.30. 446 Müslim, Sahih, Nikâh, 69, (II, 1038). 447 Müslim, Sahih, Nikâh, 88, (II, 1047). 128 günkü gelin yengesinin görevini yaparak, onu gerdeğe hazırlamıştır. Günümüzdeki uygulama da bundan farklı değildir. 11. ZİFAF ADABI 11.1. Zifaftan Önce Yapılmasına İnanılan Şeyler Gelin, damadın evine geldikten sonra yakın komşular toplanır. Gelin ortaya alınarak onu öven türküler söylenir. Övgülerden sonra imam nikahı kıyılır. Gelin odasının kapısına kadar sağdıçlarıyla gelen güvey, sırtı yumruklanarak içeri itilir. 448 Yine, gelin eve getirildiği zaman, sağ eli ile sağ ağayı leğenin içerisinde yıkanır. Leğenin içine dökülen su, gelinin uğur, bolluk ve bereket getirmesi inancı ile evin dört bir tarafına serpilir. Kaynağını ev iyeleri ile yer su ruhlarından alan bu uygulamada amaç ve inanç; adı geçen ruhların memnuniyetini kazanmak ve gelebilecek fenalıklardan sakınıp, gelinin evin bir üyesi olduğunu onlara göstermektir. 449 Aslında eski Türk inançlarıyla bağlantılı olan bu adet, “Ey Ali! Gelin, senin evine geldiği zaman, onun ayakkabılarını çıkart ve onun ayaklarını yıka, evinin kapısından başlayarak en uzağına kadar yıkadığın suyu dök. Eğer sen bunu yaparsan, Allah senin evinden fakirliği yetmiş kapı uzak eder.” 450 Şeklinde hadis kalıbına soklmuştur. Zifaftan önce yapılması gereğine inanılan, Anadolu’daki güzel adetlerden birisi de duâ etmektir. Burada yapılan duânın kabul olacağına inanılır. Güvey, gelinin odasına gitmeden önce, aile büyükleri ile birlikte duâ edip, büyüklerin ellerini öper. Gelin, güveyin ayakkabısını çıkartır, güvey de gelinin yüzündeki duvağı açıp ona yüz görümlüğü hediyesini takdim eder. 451 İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre: Nebî (s.a.v.); Şâyet sizden biriniz ehline yaklaştığı zaman “Bismillâhi Allâhümme cennibnişŞeytâne ve cennibi’ş-Şeytâne mâ razaktenâ” (Allah’ın adıyla. Allah’ım! bizi şeytandan uzak tut ve şeytanı da bize vereceğin nasipten uzak tut), der ve o şey 448 Yurt Ans. I, 149. 449 Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, s. 116. 450 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikah, II, 142. 451 Uğur, İçel Folkloru II, s.19; Yurt Ans. I, 312; II, 1364, 1427 129 aralarında gerçekleşirse veya bir çocuk olursa, şeytan ona ebediyyen zarar veremez” buyurmuştur. 452 İbn Mes’ûd’un (r.a.) naklettiğine göre Nebî (s.a.v.), “Kadın, kocasının yanına girdiği zaman ikisi birlikte ayağa kalkarak iki rekat namaz kılıp, “Ey Allah’ım! Beni ailemde mübarek kıl. Ailem için mübarek kıl. Allah’ım! onları benden rızıklandır, beni de onlardan rızıklandır. Allah’ım! aramızı hayrı birleştirdiğin gibi birleştir. Hayrı ayırdığın gibi aramızı ayır, desin” buyurmuştur. 453 Abdurrezzak’ın Musannaf’ında kaydettiği mürsel bir rivâyette de konuyla ilgili şöyle bildirilmiştir: “Kişi, hanımına gelince Bismillah desin ve şu duayı okusun: “Allahım! Bize vereceğin nasibi hakkımızda mübarek kıl. Bize nasip ettiğin şeyde şeytana bir pay koyma.” Böyle derse, kadın hamile kaldığı takdirde çocuğun sâlih bir kimse olacağı ümit edilir.” 454 Bu rivâyete dayanarak, söz konusu duayı okuduktan sonra, şeytanın çocuğa değmeyeceğine inanılmıştır. Buna karşılık, doğacak her çocuğun, istisna edilen hariç, şeytan tarafından dürtüleceği rivâyetini göz önüne alarak, bu duânın muhakkak koruyacağı anlamına gelmeyeceğini savunanlar da olup, şu rivâyeti delil olarak göstermişlerdir: Ebû Hureyre’nin (r.a.) naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Doğduğu zaman şeytanın dokunmadığı hiç bir çocuk yoktur. Doğan her çocuk, işte şeytanın bu dürtmesi sebebiyle feryat ederek ağlar. Bundan yalnız Meryem oğlu İsa (a.s.) ile annesi müstesnadır.” Bundan sonra Ebû Hureyre (r.a.), “İsterseniz, ‘Ben onu ve zürriyetini taşlanmış şeytandan sana ısmarladım’ 455 âyetini 452 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 66, (VI, 141); Müslim, Sahih, Nikâh, 116, (II, 1058); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 46, (II, 617), no: 2161; et-Tirmizi, Sünen, Nikâh, 8, (III, 401), no: 1092. 453 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 291. 454 Abdurrezzak, Musannef, VI, 193-194, no: 10466-10467; Ayrıca bu konuda, aynı eser, sayfa 191195 arasında bir çok rivâyet mevcuttur. 455 3. Âl-i İmran, 36. 130 okuyunuz” demiştir.” 456 Ancak, bu rivâyetin râvîleri tenkit edilmiş olup, senet yönünden problemli olduğu tespit edilmiştir. 457 Ayrıca metin tenkidine tabi tutulan bu rivâyet hakkında şunlar söylenmiştir: Dünyaya gelen her çocuğun şeytanın dürtmesinden dolayı feryat edip ağladığı, Hz. Meryem ile oğlu Hz. İsa’nın (a.s.) bundan istisna tutulduğu ifade edilmektedir. Tıp bilimcileri ise, doğumdan önce akciğerlerin havasız olduğunu, anne karnındaki çocuğun gerek oksijen gerekse diğer besleyici maddeler bakımından tamamen anneye bağlı olduğunu ve bunları plesanta yolu ile aldığını kaydetmektedirler. Çocuk dünyaya gelince anne rahmi büzüldüğünden, plesantanın büzüldüğü yer daralıp çocuğun oksijen tedariki güçleşir. Göbek kordonunun bağlanması ile de bu tamamen kesilir. Doğan çocuğun derisinin soğukla karşılaşması ve kuruması, çocuğun kanındaki oksijen azlığı, içteki ve dıştaki basınç farklılığı solunum merkezini harekete geçirir ve nefes alma ihtiyacı ortaya çıkar. Çocuk ilk önce 4-5 defa arka arkaya çabuk ve yüzeysel nefes alıp verir. Bu çocuğun ağlamasıyla olur. Zaten bu rivâyetin gerçeğe uygun olmadığı ve israiliyât türü rivâyetlerden olduğu, çocuğun doğduğu zaman ağlamasının şeytanın dürtmesinden değil de sağlık açısından, çocuğun oksijen alması için önemli olduğu ve bundan Hz. İsa da dahil olmak üzere kimsenin istisna olamayacağı ortaya konulmuştur. 458 Yani zifaftan önce duâ etme adeti, böyle bir inançtan kaynaklanmayıp, her konuda ve her zaman Allah’a duâ eden Müslüman kişinin, Allah’a yönelmesi ve ondan hayırlar dilemesi olarak algılanmalıdır. 11.2. Zifaftan Önce İki Rekat Namaz Kılmak ve Duâ Okumak Anadolu’da yaygın olan adete göre, zifaftan önce iki rekat namaz kılınır. Akşam yemeğinden sonra imam nikahı yapılıp, yatsı namazı kılındıktan sonra damat arkadaşlarının sevinç gösterileriyle gelinin odasına gönderilir. İçerde erkek çocuğu olan bir kadın ve yerde bir seccade olur. Kapıda hoca duâ okur. Sağdıçlardan evli 456 el-Buhârî, Sahih, Enbiya, 44, (VI, 138); Mislim, Sahih, Fedail, 146-148, (II, 1838); A.b. Hanbel, Müsned, II, 233, 274, 288, 292, 319, 523. Bu konudaki açıklamalar için bkz. el-Aynî, Umdetu’lKârî, XX, 152. 457 Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Şeytan, s.256 vd. 458 Ateş, a.g.e, s.255-268. 131 olanı damadı içeri yollar. Damat gelinin yüzünü görmeden önce iki rekat namaz kılar ve bu esnada edilen duânın kabul edileceğine inanıldığı için birlikte duâ ederler. 459 Hz. Peygamber’in hadislerinde konuyla ilgili olarak şu bilgilere rastlamaktayız: Selmân’ın (r.a.) bildirdiğine göre Allah Rasûlü (s.a.v.), “Sizden biriniz evlenir de (zifaf) akşamı olursa, iki rekat namaz kılsın. Eşine de arkasında namaz kılmasını söylesin. Muhakkak ki evde hayrı yaratan Allah’tır (c.c.), buyurmuştur.” Rivâyetin senedinde bulunan ravilerden el-Haccâc b. Ferrûh zayıftır. 460 Ancak, bu konuyla ilgili olarak Abdurrezzak’ın Musannef’inde bir çok rivâyete rastlamak mümkündür. 461 İbn Mes’ûd’un (r.a.) naklettiği bir rivâyette de, Hz. Peygember’in, zifaftan önce eşlerin birlikte namaz kılıp duâ etmelerini tavsiye ettiği bildirilmektedir. 462 Erzurumlu İbrahim Hakkı, ârifin evlenme adabı içerisinde, Zifafa girmeden önce iki rekat namaz kılmayı ve “bizi birbirimize mübarek kıl” diyerek duâ etmeyi de saymıştır. 463 Anadolu kültürünün mayasını, büyük oranda İslam kültürü, yani âyet ve hadisler oluşturduğu için, bu uygulama bir adet haline gelmiştir. Normal zamanlarda namazını kılmayan kimseler dahi, zifaftan önce iki rekat namaz kılmayı ihmal etmeyerek, bu adeti yaşatmış ve bilmeden bile olsa sünnete uygun davranmış olmaktadırlar. 11.3. Zifaftan Önce Geline Hediye Vermek Âdet olduğu üzere; Anadolu’da evlenen çiftler, düğünün bittiği akşamın yatsı namazından sonra zifafa girerler. Gelinle ilk defa baş başa kalan damat, gelinin 459 Uğur, İçel Folkloru II, s.19.Yurt Ans. I, 312; II, 1364, 1427. 460 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 291. 461 Abdurrezzak, el-Musannef, VI, 191-195; no: 10460-10470. 462 el-Heysemî, a.g.e., IV, 291. 463 İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, s. 708. 132 duvağını açmadan önce yüz görümlüğü olarak geline beşibiryerde gibi çeşitli değerli hediyeler takdim eder. 464 Bu adet, Hz. Peygamber’in hediyeleşme tavsiyesine uygun bir davranıştır. İnsanların kalbini kazanmanın en etkili yollarından birisi de hediyeleşmektir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Abdurrahman b. Avf’a, evlendiği kişiye ne verdiğini sormuş; o da, bir nevat altın verdiğini söylemiştir. 465 Ayrıca bu uygulama İslam toplumu arasında benimsenip, kültür haline gelmiştir. Ortaya çıktıkları zamanın kültür birikimlerini yansıtması açısından önemli olan, bir mevzu rivâyette, “Evlenen bir kimse, zifaftan önce eşine bir şey vermeden zifafa girmesin. Şâyet bir şey bulamazsa iki ayakkabısından birini ona versin” 466 denilerek bu konuya işaret edilmiştir. 11.4. Cinsel İlişki Esnasında Yapılması Mahzurlu Olan Şeyler Kur’ân ve hadislerde yasaklanan hususların dışında, Yüce Allah insanlar için geniş bir alan bırakmıştır. İslam alimleri de bunu, eşyada asıl olan mubahlıktır, şeklinde formüle etmişlerdir. İnsanları dar bir kalıba sokup onları bunaltmak dinin doğasına uymayan bir durumdur. Bu konuda da aslında temel prensipleri Kurân koymuş ve insanlara geniş bir alan bırakmıştır. Nitekim Kur’ân’da Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “(Ey Muhammed!) Hayzı (âdet halini) soruyorlar. De ki: O bir ezadır. Hayızlı iken, kadınlardan uzak durun ve temizlenmedikçe onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah’ın size emrettiği şekilde onlara yaklaşın. Allah şüphesiz tövbe edenleri sever; temizlenenleri de sever. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Bu sebeple tarlanıza dilediğiniz şekilde yaklaşın. Kendiniz için (gelecekte faydasını göreceğiniz) iyi ameller sunun. Allah’tan sakının ve bilin ki, O’na mutlaka kavuşacaksınız. Müminleri müjdele.” 467 464 Uğur, İçel Folkloru II, s.18.Yurt Ans. I, 312; II, 1364. 465 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 49, (VI, 137-138). 466 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 263; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 139. 467 2.Bakara, 222-223. 133 Yukarıda da kaydettiğimiz gibi, daha çok yapılması gerekenler yönünde bilgiler verilerek, onun dışındaki geniş alanda insanlar serbest bırakılmıştır. Kişileri rencide edecek, ahlâkî değerlere ters düşen davranışlarda bulunmak zaten kabul edilemez türdendir. Bu konuda yazılmış güncel kitaplarda da bazı bilgilere rastlamak mümkündür. Bu türden bilgiler içeren, bir mevzu rivâyet, şu şekilde gelmiştir: “Sizden biriniz hanımıyla ya da cariyesiyle cinsel ilişkiye girdiği zaman onun fercine bakmasın. Çünkü bu, doğacak çocukta körlüğe sebep olur. Çok konuşmasın, çünkü çok konuşmak ahrazlığa sebep olur.” 468 Bu gibi rivâyetleri dikkate alarak, İbrahim Hakkı, cima adabından olan şeylere Marifetname’sinde yer vermiş ve bir çoğu ilginç olan şu bilgileri kaydetmiştir: “Eğer bir kişi, hanımının rızası olmadan cima ederse, ondan olan çocuk ahmak olur. Lohusa iken ederse, çocuğuna zarar gelir. Eğer hilal ayının ilk gecesi ve on beşinci gecesi veya son gecesi cima ederse, çocuk mecnun olur. Eğer pazar gecesi ederse, çocuk yan kesici olur. Çarşamba gecesi ederse, çocuk öldürmeye eğilimli olur. Eğer gündüz öğleden sonra cima ederse, çocuk şaşı gözlü olur. Ramazan bayramı gecesi ederse, çocuk anne ve babaya isyankar olur. Kurban bayramı gecesi ederse, çocuk altı veya dört parmaklı olur. Eğer ayakta cima ederse, çocuk yatağına ıslatır. Eğer cima esnasında konuşursa çocuk dilsiz olur. Ferce bakarsa çocuk âmâ olur. İlişki anında kadını öperse, çocuk sağır olur. Eğer meyva ağacı altında cima ederse, çocuk zalim olur. Taharetsiz ederse çocuk cimri olur. Örtüsüz yıldızlar altında ederse çocuk münafık olur. Eğer bir kimsenin huzurunda ederse çocuk hırsız olur. Beraat gecesinde ederse çocuk kötü huylu olur. Eğer yola çıkacağı gecede ederse çocuk israfçı olur.” İbrahim Hakkı bu bilgilerin hepsinin belirtileriyle ispat edildiğini ve tecrübelerle edinildiğini belirtmektedir. 469 Bunların bir kısmı (lohusa iken ilişkide bulunmak gibi) geçerli sebeplere dayansa da aslında bir çoğu hiç mahzuru olmayan şeylerdir. Diğer saydıkları şeyleri de göz önüne aldığımız zaman cinsel ilişkiye vakit bulmakta zorlanılabilir. Din, haram olmadığı sürece insanlara geniş bir alan bırakmıştır. Bu alanı daraltıp, insanları zor durumda bırakmamanın daha isabetli olacağı kanaatindeyiz. 468 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 271, 272; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 144. 469 İbrahim Hakkı, Marifetnâme, s.709-710. 134 12. KAYINPEDER VEYA BABA DENİLMESİ Anadolu’da yeni evlenen çiftler, genellikle damadın babasının evinde bir müddet kalmaktadırlar. Bu durum, ev yaptırıncaya, ya da başka bir memlekete göçünceye kadar devam etmektedir. En azından bir süre, erkeğin babasının evinde kalan geline, çok sıcak ve candan davranışlar sergilenerek onun alışmasına yardımcı olunur. Hatta, gelinin kayın pederi ve kaynanası, onu evladıyla eş tuttuklarını her fırsatta ifade ederler. Gelin de buna karşılık onlara, anne ve baba gibi gördüğünü ifade etmek anlamında, anne-baba diye hitab eder. Bu hitabıyla gerçek manada anne baba demeyi değil de sevgi ve saygı açısından, öyle kabul ettiğini ifade etmektedir. Ancak, Anadolu’da çoğunlukla bu ifade yerine, “kayın peder” tabiri kullanılmaktadır. Bir kimsenin anne ve babası dışında birisine, öyle hitap etmesi hoş görülmediğinden bu tabir icat edilmiş olabilir. Çünkü rivâyette, Sa’d b. Ebî Vakkas’ın bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiştir: “Kim babasından başka bir kimsenin babası olduğunu, öyle olmadığını bildiği halde, iddia ederse, cennet ona haram olur.” 470 Yine Ebû Zer’in bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Babasından başka bir kimsenin babası olduğunu iddia eden bir kimse kâfir olur. Ona ait olmayan şeyi kim iddia ederse o bizden değildir. Cehennemdeki yerine hazırlansın. Bir kimse diğerine kâfir ya da Allah’ın düşmanı derse, o öyle olmadığı halde, o sözü kendisine geri döner.” buyurmuştur. 471 Dini çok ciddiye alan Türk toplumu, burada kötü bir niyet olmamasına rağmen, yine de tedbirini almış ve bu konuda da hadislere ters düşmemek için, kayın peder ya da kayın valide kelimelerini kullanmayı tercih etmiştir. Aslında gelin ya da damat, eşinin anne ve babasına, anne-baba derken, gerçek anne ve babaları olmadığını biliyorlar. Sadece onu kendisine anne ve baba gibi yakın gördüğünün bir ifadesi olarak böyle hitab etmektedir. Bunu duyan herkes de aynı şekilde anlayarak, onların ne kadar iyi anlaştıklarını düşünmektedir. Düğün ile ilgili örf ve âdetlerden 16 örneği burada arz ettik. Bu âdetlerin hadislerle uygunluk gösterdiğini ifade ettik. Bu uygunluk bazen sahih hadis ışığında gerçekleşirken, bazen de eski adetlerden olup devamını sağlayabilmek için hadis 470 el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 51, no: 3039. 471 el-Münzirî, a.g.e, III, 51, no: 3040. 135 kalıbına sokulduğuna şahit olduk. Düğün âdetlerinin burada kaydettiklerimizle sırlı olmadığı bir gerçektir. Ancak biz Anadolu'nun genelinde mutat uygulama olan adetleri tercih ettiğimizden 16 ile sınırlandırdık. Bu bölümdeki örneklerimiz, birinci bölümde anlattığımız örf âdet, din ve meşrulaştırma ile ilgili tespitlerimizi desteklemektedir. Örf-âdetlerin bir oluşma ve meşrulaşma sürecinin olduğunu, bu süreçte dinin temel etken olduğunu ve dini (Anadolu için düşünüldüğünde İslam'ı) de âyet ve hadislerin oluşturduğunu ifade etmiştik. Anadoludaki eş seçimi, nişanlama ve düğün merasiminin genel olarak rivâyetlerle uygunluk sağladığı anlaşılmıştır. Ancak bazen sahih rivâyetler etkili olurken bezen de halkın önceki adetlerinin hadisleştirildiği görülmektedir. Gelinin başına çerz, şeker ve para atmakla ilgili adet buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu örneklere nikah ile ilgili örf adetlerde de rastlayacağız. Düğün bittikten sonra nikah merasimine geçildiğinden, tezimizin dördüncü bölümünde nikah ile ilgili örf ve âdetleri inceleyeceğiz. 136 IV.BÖLÜM NİKAH İLE İLGİLİ ÖRF VE ÂDETLER Tezimizin dördüncü kısmı olan nikah ile ilgili örf adetler bölümünde öncelikle Bekarlık ve Evlilik hususunda Anadolu toplumunun ve İslam dininin görüşlerini ortaya koyduktan sonra, nikah merasimi, nikahlanması yasak olanlar, gayri müslim ile evlilik, akraba evliliği, iki bayram arasında nikah ve nikahta tebrik ve davet konularını işleyeceğiz. Bu konulardaki uygulamaları hadislerle karşılaştıracak ve aralarındaki uygunluğa işaret edeceğiz. 1. BEKARLIK Evlenme, ilk insanla başlayan ve insanların çoğalıp neslini devam ettirmeleri için de aksi düşünülemeyecek olan fıtrî bir olaydır. Bunu teşvik edici olarak, Yüce Allah insanların içine şehvet isteğini güçlü bir şekilde yerleştirmiş ve bu sayede insan neslinin devamını garanti altına almıştır. Evlenme, yasal ya da yasal olmayan yollarla ilk insandan günümüze kadar devam etmiştir. Anadolu’da, evlilik müessesesinin yasal yollarla yapılmasına ayrı bir önem verilmektedir. Bir anne- baba için hayatlarının en önemli olaylarından birisi de çocuklarının mürüvvetini görmektir. Evlenme çağına gelen çocukları için anne ve babalar sevinçle, hayırlı kısmet aramaya başlarken, evlenme çağı geçen ya da geçmek üzere olan çocukları için derin üzüntü duyarlar. İslam kültürüyle yoğrulan Anadolu insanı, evliliği Hz. Peygamberin sünneti olarak görüp onu bir ibâdet anlayışıyla gerçekleştirir. Evliliği, ibâdetle eş tutup teşvik eden bir çok âyet ve hadis vardır. Bunlardan bir tanesinde Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey gençler topluluğu! Evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlilik, gözü harama karşı iyi kapatır ve ferci korur. Evliliğe güç yetiremeyenler de oruç tutsun. Çünkü oruç bir kalkandır.” 472 Yine Abdullah b. Amr b. Âs’ın bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), “Ey Abdullah! Senin gece namaz kıldığını, gündüzleri de oruç tuttuğunu duyuyorum. Evet yâ Rasûlullah dedim. O bana, böyle yapma dedi. Bir gün oruç tut, bir gün iftar et. Bir gece kalk, diğer gece uyu. Çünkü senin vücudunun senin üzerinde hakkı var. Gözünün bir hakkı var, hanımının senin 472 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 2, 3, (VI, 118); Müslim, Sahih, Nikâh, 1, (II, 1018). 137 üzerinde hakkı vardır.” 473 Ebu Zer’den gelen bir rivâyette de evlilik teşvik edilmiş ve bekarlığın tehlikesi vurgulanmıştır. Rivâyete göre: “Ukaf b. Bişr et-Temîmî adlı bir kişi, Hz. Peygamber’in huzuruna girdi. Hz. Peygamber ona, “Ey Ukaf hanımın var mı?” diye sordu. Ukaf, “hayır” diye cevap verdi. Hz. Peygamber: “Bir cariyen de mi yok?” buyurdu. Ukaf, yine “hayır” diye cevap verdi. Hz. Peygamber, “Zengin misin, sağlığın yerinde mi?” diye sordu. Ukaf da, “Evet, zenginim ve sağlığım da yerinde.” dedi. Hz. Peygamber, “Öyleyse sen şeytanın kardeşlerindensin. Eğer Hıristiyanların içinde olsaydın, onların rahiplerinden olurdun. Şüphesiz ki bizim sünnetimiz, nikah yapmaktır. Sizin en şerlileriniz bekarlarınızdır. Sizin ölülerinizin en rezilleri de bekar ölenlerinizdir. Siz şeytanlarla iş birliği mi yapıyorsunuz? Şeytanın, sâlih insanlara karşı kadınlardan daha tesirli bir silahı yoktur. Dikkat ediniz, evli olanlar, işte onlar beladan (fuhuştan) temiz ve beri olanlardır.” 474 Bu hadiste bekarlık fuhuş ve zinaya ortam hazırladığı için men edilmiş ve evlilik teşvik edilmiştir. Zâhirîler, evlenmenin farzı ayın olduğunu savunmuşlardır. İmâm Şâfiî, evliliğin hükmüyle ilgili olarak alış veriş gibi mubah derken, Hanefilerden el-Kerhî gibi bazı alimler mubah, bazıları da cenaze namazı ve cihat gibi farzı kifâye, demişlerdir. 475 Bunun yanında evlenmenin hükmünün kişiden kişiye değişebileceği de ifade edilmiştir. 476 Toplum, evlilik konusunda oluşan kültüre ters düşen kişileri sosyal kontrol mekanizmasıyla bu kültürün içine çekmeye çalışmış ve evlenmeyenleri ayıplayan bir tutum sergilemiştir. 477 İslam, her ne kadar evliliği teşvik etmekteyse de geçerli olan herhangi bir durumdan dolayı evlenemeyen bir kişiyi de ayıplamamış, onu toplumun dışına atmamış ve buna çareler aramanın daha yerinde olacağını vurgulayarak, oruç tutmasını geçici bir tedbir olarak tavsiye etmiştir. Ancak toplum, sosyal kontrol mekanizmasını çalıştırarak, evlenme adetine ters davranan kişileri normlarına uymaya zorlamış ve bu konuda Hz. Peygamber’in otoritesinden faydalanmak isteyip, kendi görüşlerini hadis kalıbına sokmuşlardır. Şu mevzû rivâyetler, bekar kalmanın 473 Müslim, Sahih, Siyâm, 182, (I, 813). 474 A.b. Hanbel, Müsned, V, 163-164. 475 es-Semerkandî, Tuhfetü’l-Fukahâ, II, 117; el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, II, 228-229. 476 Halebî, Mevkûfât, I, 463. 477 Delaney, Tohum ve Toprak, s. 125. 138 toplum nazarında hoş bir şey olmadığını ve toplumun, bu tutumunu meşrulaştırmak istediğini göstermesi açısından önemlidir: “Bekar ölenler, ölülerin en rezilidir.” 478 “Evli kimsenin iki rekat namazı, bekarın yetmiş rekat namazından daha faziletlidir.” 479 “Sizin en şerlileriniz bekarlarınızdır.” 480 “Nikah sünnetimizdendir. En şerlileriniz bekarlarınızdır. Ölülerinizin en rezilleri de bekar olarak ölenlerinizdir.” 481 Bu rivâyetlerin hiç birisi Hz. Peygamber'e aid değildir. Yukarıda kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber evlenmeyi teşvik etmiş evlenemeyenlere tavsiyelerde bulunmuştur. Ancak evlenemeyen kişilerin, toplumun en kötüleri olduğunu söylememiştir. Bunlar, peygamber'in tavsiyelerine uymak konusunda toplumun aşırı isteğini ortaya koymaktadır. Nitekim birinci bölümde, İslam kültürün oluşmasında Hz. Peygamber'in rolü başlığı altında, Müslüman toplumların Hz. Peygamberin söz ve tavırlarına ne kadar önem verdiklerini ve ona göre nasıl şekillendiklerini anlatmıştık. Anadolu’da kabul gören bu tür rivâyetler, kültürün oluşmasında etkili olmuş ve evlenmeyenler ayıplanır bir hale gelmiştir. Burada da görüldüğü gibi din, toplumu şekillendirmekte, toplum da dini her zaman arkasında bir destek olarak görmek istemektedir. 2.EVLİLİK Evlilik konusunu beş alt başlık içerisinde inceleyeceğiz. Öncelikle evliliğin tarifi ve dînî yönünü ele aldıktan sonra, tek evlilik, çok evlilik, evlenme yaşı ve kız kaçırma şaklinde evlilik ile ilgili örf ve âdetlere geçeceğiz. 478 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 136. 479 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 257-258. 480 es-Suyûtî, a.g.e., Nikâh, II, 135. 481 İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, Nikâh, II, 205-206. 139 2.1.Tarifi ve Dini Yönü Evlenme; tam ve sürekli bir hayat ortaklığı oluşturmak üzere, cinsiyetleri ayrı iki kişinin hukuken makbul ve geçerli bir şekilde birleşmeleridir. 482 İslam hukukçuları, bir akdi tarif ederken onun konusundan hareket ederek, öncelikle bunun “bir şeyin kendisi mi, yoksa menfaatin muhafazası mı” olduğunu ortaya koyarlar. Evlilik anlaşması; faydalanma üzerine yapılan bir anlaşmadır. Taraflara bir şeyin mülkiyet hakkını değil, karşılıklı istifade hakkını kazandırır. 483 Bu akitten önce, evlilik içi ilişkiye benzer ilişkilere girmeleri caiz olmayan taraflar, bu akitten sonra, söz konusu ilişkilere girme ve evlilik bağının gerektirdiği hak ve görevlerden istifade etme hakkını kazanırlar. Akit yapılırken, din adamının veya devletin müdahalesinin şart koşulup koşulmaması bakımından, tarih boyunca üç çeşit evlilik görülmüştür. 1. Hususi evlilik 2. Dînî evlilik 3. Medenî evlilik Hususi evlilik çeşidinde; ne din adamı, ne de devlet görevlisi akde katılır. Evlilik anlaşması, iki ailenin veya evlenecek tarafların karşılıklı rızasıyla yapılır ve biter. Dinî evlilik; özellikle Hıristiyanlık’ta evlenme akdinin sıhhati, kilisede rahibin akdi takdis etmesine bağlı bulunduğu için bu çeşit evliliğe, dini evlilik denilmiştir. Medeni evlilik türünde ise, dinin evlilik akdiyle bir alakası yoktur. Bu akdin kaideleri devletin koyduğu kurallara bağlıdır ve bir devlet görevlisi bu nikah akdini gerçekleştirir. İslam’da din ve dünya işleri diye bir ayırıma gidilmemiştir. Dünya işlerinin teknik ve teknolojik yanı olduğu gibi onun hukukî, ahlâkî ve siyasî yanı da vardır. 482 483 Velidedeoğlu, Aile Hukuku, s. 44. el-Mergınânî, el-Hidâye, I, 190; Muhammed Emîn, Hâşiyetü İbn Âbidîn, III, 3-4. 140 Din, birinci hususa müdahale etmez. Bunun, aklın ve bilimin gerektirdiği gibi toplum menfaatine uygun olacak şekilde halledilmesini ister. İkincisine gelince; burada din, düzenleyici ve yol gösterici konumundadır. Evlenme akdi, dînî bir ibâdet olmaktan çok medenî bir akittir. Bu akdin şartlarını din düzenlemiş ancak nerede ve kim tarafından yapılması gerektiği gibi konuları, insanların takdir etmesini isteyerek kişilerin menfaatinin korunmasını ön plana çıkarmıştır. Buna göre; İslam’ın, evlilik konusunu medenî bir akit olarak değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Buradaki medenî tabiri; dünya ve toplum hayatıyla ilgili olan anlamına gelip, din dışı şeyler olarak anlaşılmamalıdır. 484 Çünkü nikah din dışı değil, aksine tarafların bir birine dinen helal olmasını sağlamaktır. Evlenme, dinin teşvik ettiği şeylerdendir. Çünkü; hayatın devamlılığı onunla sağlanabilir. İbâdete daha çok vakit ayırma maksadıyla bile olsa evliliği terk etmek, Allah’a yaklaşmak değildir. Nitekim, Sa’d b. Hişâm bir gün Mü’minlerin annesi Hz. Âişe’nin yanına gelir ve; “Ben sana tebettül (bekar kalmak) hakkındaki görüşünü sormak istiyorum. Bu konuda ne dersiniz?” der. O da; “Öyle yapma! Yüce Allah’ın şöyle dediğini işitmedin mi?: “Senden önce de peygamberler göndermiş ve onlara eşler ve çocuklar vermiştik…”, 485 tebettül etme” der. 486 Bir defasında da Nebî’nin (s.a.v.) eşlerinin evine, onun ibâdetinden sormak için üç kişi gelir ve Onun ibâdetini öğrendikleri zaman birbirlerine şöyle derler: “Nebi (s.a.v.) nerede! Biz nerede. Kaldı ki Allah, onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir.” Onlardan birisi şöyle der: “Ben, ebediyyen geceleri devamlı namaz kılacağım.” Diğeri: “Ben, aralık vermeden bütün seneyi oruçla geçireceğim,” der. Diğeri ise “Kadınlardan uzak duracağım ve ebediyyen bir daha evlenmeyeceğim,” diye konuşur. Rasûlullah (s.a.v.) gelir ve onlara şöyle der: “Siz böyle böyle mi diyorsunuz? Allah’a yemin olsun ki ben, sizin sakındığınızdan daha çok Allah’tan sakınırım. Fakat bazen oruç tutuyorum, bazen iftar ediyorum. Namaz da kılıyorum, istirahat da ediyorum ve ben 484 Karaman, İslamda Kadın ve Aile, s. 205-506. 485 13. Ra’d, 38 486 en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 4, (VI, 60). 141 kadınlarla da evliyim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o (davranış) bizden değildir.” 487 Anadolu’da evliliğe önem verilir. Düğün töreninin insanın hayatı boyunca unutamayacağı şekilde şenliklerle yapılması sağlanır. Bu konuda Anadolu’nun değişik yörelerinde farklı farklı örf ve âdetler oluşmuştur. Hz. Peygamberin bir sünneti olarak da düğün törenlerinin devamlılığı sağlanmıştır. Bunun daha ilk adımı olan kız istemede (dünürcülükte) bile; “Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle” diye başlanarak, evlilik olayının dini yönüne işaret edilir ve bir sünnet olarak değerlendirilir. 2.2. Tek Evlilik (Monogami) İslam’da evlilik teşvik edilmiş, onun yükümlülüğüne riâyet edebilecek bir kimsenin bekar yaşaması hoş görülmemiştir. Kişi, bir kadınla evlenince topluma karşı bu görevini yerine getirmiş olur. Birden fazla kadınla evlenmeye gelince, bunun caizliği şartlara bağlanmıştır. Bu şartlar: Ferdî veya toplumsal bakımdan buna ihtiyacın olması. Birden fazla kadınla evlenmenin gerektirdiği ek yükümlülükleri yerine getirme gücüne sahip olmak. Adâlete riâyet etmek. Nitekim, âyet-i kerîmede; “Eğer yetim kızların haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayınız. Eğer adâlete riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız bir tane seçin, yahut sahip olduğunuzla (cariye ile) yetinin. Bu (tek kadınla evlenme) adaletten sapmamanız bakımından daha uygundur,” buyrularak konuya açıklık getirilmiştir 488 Bu âyetten sonra da, aslında bunun mümkün olmayacağını bildiren şu âyet, tek evliliği tavsiye etmektedir: “Ne kadar çabalasanız da kadınlar arasında adalete riâyet edemezsiniz. O halde birine büsbütün meyledip de diğerini ihmal etmeyin. Eğer iyilik ve düzen için çalışır, günahtan sakınırsanız, bilin ki Allah günahlarınızı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” 489 487 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 1, (VI, 116). 488 4.Nisâ, 3. 489 4.Nisâ, 129. 142 Ebû Hureyre’nin (r.a.) bildirdiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.v.); “İki eşi olup da bunlardan birine meyleden kişi, kıyamet gününde bedeninin yarısı eğik olarak gelir” buyurmuştur. 490 Bu rivâyetin sadece Hemmâm'dan merfu olarak bildiği, onunda sika ve hâfız olduğu ifade edilmektedir. 491 Yukarıda kaydettiğimiz iki âyet ile Ebû Hureyre'nin rivâyeti birlikte değerlendirildiği zaman, tek kadınla evlenmenin esas olduğu, adalete riâyet, dirlik ve geçim için daha uygun olacağı, gerekiyorsa birden fazla kadınla da evlenilebileceği, ancak bunun şartlarını ve risklerini unutmamak gerektiği anlaşılacaktır. Şartlar gerektirdiği halde bir kadınla evli kalmanın da mahzurları vardır. İslam; iki mahzuru karşılaştırmış, şartları bulunduğu, haklara riâyet edildiği taktirde birden fazla evlenmenin mahzurunu daha az bulmuş ve bunu caiz görmüştür. 492 Anadolu’da esas olan ve kanunların da zorunlu kıldığı, tek evlilik olmakla birlikte birden fazla kadınla evliliğe de rastlanmaktadır. Türk Medeni kanununda, tek evlilik ilkesi kabul edilmiştir. Bu ilke, hem tek bir kadınla evli olmayı (monogenie) hem de tek bir erkekle evli olmayı (monoantrie) ifade eder. Böylelikle, önceki hukukta geçerli olan çok kadınla evli olma ilkesi (poligenie) terkedilmiştir. Bir kadın ancak bir tek erkekle, bir erkek de ancak bir kadınla evli olabilir. Bir kimse, aynı anda ancak bir tek kişi ile evli olabilir. Bundan, bir kişinin yaşamında ancak bir kez evlenebileceği ve bu evlilik sona erse de bir daha evlenemeyeceği gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Bu kural, evlilik devam ettiği sürece, ikinci kez evlenilemeyeceğini göstermektedir. Yani mevcut evlilik; ölüm, boşanma, iptal edilme gibi nedenlerle sona ermişse, şüphesiz bundan sonra tekrar evlenme imkanı vardır. (MK. 93) 493 Anadolu’nun kültürel kaynaklarından olan Eski Türk âdetlerinde de tek evlilik esastı. 494 Ancak, şimdi olduğu gibi birden fazla kadınla evlilik de 490 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 4, (III, 447), no: 1141; Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, 38, (II, 601), no: 2133. 491 el-Mubârekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, IV, 248. 492 Bkz. Karaman, İslam’da Kadın ve Aile, s. 203-204. 493 Bkz. Zevkliler, Medenî Hukuk, s. 690 vd. 494 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 216. 143 görülmekteydi. Örneğin; Oğuz Han birden fazla evlilik yapmıştır. 495 İslam’ın bu konudaki tutumunu, yani tek evlenmenin esas olduğunu ancak birden fazla kadınla evlenmenin de normal karşılandığını, toplumumuzda aynen görmek mümkündür. Zaten 1000 yıla yakın bir süredir, İslam kültürüyle iç içe yaşayan bir toplumdan farklı bir durum beklenemezdi. 2.3. Çok Evlilik (Poligami) Günümüzdeki birden fazla kadınla evlilik; birisi resmi nikahla, diğerleri ise resmi nikah olmaksızın, imam nikahı ile gerçekleşmektedir. Eski Türklerde, tek kadınla evlilik esas olmakla birlikte, çok evlilik de görülmekteydi. Birden fazla kadınla evlenme durumunda, kadınlardan birisi, baş kadın olarak belirlenirdi. Bu belirleme, evlenme tarihine veya kadınların soyuna göre yapılırdı. Diğer kadınlar da bu baş kadına saygı ve hürmet gösterirlerdi. Ayrıca, üvey anne ve “leviratus” denilen ölen kardeşin hanımıyla evlenme âdeti de vardı. 496 Bu âdet, birden fazla kadınla evlenme usulünün varlığını gösteren önemli bir delildir. Günümüzdeki Hıristiyanlık, teaddüdü zevcâtı (çok evlilik) kabul etmiyor. Osmanlı döneminde H.A.K. (Hukuk-u Aile Kanunu) hazırlanırken, Hıristiyan ve Yahudilerin yetkili din adamları komisyona davet edilmişler; ancak kendi dinlerinde teaddüdü zevcât olmayan bu din mensupları, dindaşları için bunun söz konusu olamayacağını ifade etmişlerdir. 497 Anadolu’da değişik nedenlerden dolayı çok evlilik yapıldığı görülmektedir. Bunlardan bazıları şu sebeplerden dolayı gerçekleşmektedir: 1. Ölen kardeşin eşiyle evlenme. 2. Hanımı erkek çocuk doğurmadığı için başka bir kadınla evlenme. 495 Ögel, Bahaaddin, Türk Mitolojisi, I, 26. 496 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 216. 497 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.302. 144 3. Tarlada veya işte, insan gücü gerektiği için çocuğu olmayan kimselerin başka bir kadınla evlenerek, çocuk sahibi olmaya çalışmaları. 4. Boşanmanın zorluğu ve mali külfetin (nafaka vb.) yüksek olmasından dolayı, hanımını boşamayıp başka bir kadınla evlenme. Kaydettiğimiz evlenme şekilleri, İslam’ın, gerektiği zamanlarda çok evliliğe müsaade etmesinden, ya da yasaklamamasından faydalanılarak yapılan evliliklerdir. Çünkü yukarıda kaydettiğimiz gibi, "“Eğer yetim kızların haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayınız. Eğer adâlete riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız bir tane seçin, yahut sahip olduğunuzla (cariye ile) yetinin. Bu (tek kadınla evlenme) adaletten sapmamanız bakımından daha uygundur,” 498 âyetinde bildirildiği üzere bazı şartlara bağlı olarak, daha önce çok evlilikte sınır yok iken, İslam dört ile sınırlandırmıştır. Ancak bunların tamamı da ahlâkî olarak toplumda hoş karşılanmayan ve kişiye vicdânen rahatsızlık veren durumlardır. Bu sebeple Anadoluda tek evlilik esas, çok evlilik ise nadiren görülmektedir. 2.4. Evlenme Yaşı Anadolu’da küçük yaşta kızların evlendirilmesi olayına az da olsa rastlanmaktadır. Mesela; Afyon’da erkekler askerlikten sonra evlenirken, kızlar için bir sınırlama yoktur. “Kız kucakta / çeyiz bucakta.” tekerlemesi kızların durumunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu yüzden çoğu zaman kızların eğitimi yarıda kesilirdi. 499 İlk defa Osmanlı döneminde, H.A.K. evlenmede belli bir yaşı şart olarak koymuştur. Buna göre; erkek 18, kadın 17 yaşını doldurmuş olması gerekir. Daha küçük yaştakilerin evlenmesi hâkimin iznine bağlanmıştır. H.A.K.’ın 7. Maddesinde ise 12 yaşını doldurmamış erkekle 9 yaşını doldurmamış kızı kimsenin nikah edemeyeceği karara bağlanmıştır. 500 498 4.Nisâ, 3. 499 Yurt ans. I, 312. 500 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.295. 145 Beşik kertmesi olarak bilinen bir uygulamaya göre, kız ve erkek çocuğu doğar doğmaz onların anne ve babaları kendi aralarında anlaşarak bir nevi nikah akdini gerçekleştiriyorlardı. Her ne kadar fiili evlilik için çocukların gelişmeleri beklense de, küçük yaşta yapılan evliliklere şu anda dahi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da rastlamak mümkündür. Büyük aile tipinde bu tür evlilikler, evlenen kişiler açısından fazla zorluk içermeyebilir. Fakat çekirdek ailenin yaygın olduğu, geçim şartlarının ve hayat pahalılığının çekilmesi güç bir hale geldiği günümüz şartlarında, bu tür evlilikler, kişileri içinden çıkamayacakları problemlerle karşı karşıya getirebilir. Bu durum onlara iyilikten çok kötülük yapmak anlamına gelir. Ayrıca problemler altında ezilen bu kişilerin ruh sağlığı bozulacağından sağlıklı bir toplumun oluşmasının önü de kesilmiş olacaktır. Toplumun menfaatini korumaya ve sağlıklı bir toplum oluşturmaya çalışan T.B.M.M., medenî kanunda buna bir sınırlama getirmiştir. Buna göre; anne ve babasının izni dahilinde, 16 yaşını tamamlayıp 17’den gün almış olması, anne ve babadan izinsiz olarak ise 17 yaşını tamamlayıp 18’den gün almış olması şart koşulmuş ve bu yaşın altındaki evlilikler gayri meşru evlilik olarak değerlendirilmiştir. Günümüzde, yaşı kemale ermemiş kişilerin evlenebilmeleri için mahkeme ve doktordan, evliliğin yükümlülüklerini kaldırabileceğine dair, rapor alması gerekmektedir. Bu da Hz. Peygamber zamanındaki veli iznine bağlı olarak küçük yaştaki kızların evlendirilmesiyle aynıdır. İslam toplumunun davranış şeklinde etkili olan fıkıh kitaplarında kaydedildiğine göre, nikah akdini gerçekleştiren her iki tarafın, nikahın ne demek olduğunu bilen ve mümeyyiz kişiler olması gerekir. Akıl bâliğ olmayan ya da deli biri tarafından yapılan nikah geçerli değildir. Evlenenler namına nikahı akdeden kişilerin en az 9-10 yaşlarında yani mümeyyiz olmaları gerekirken, evlenecek kişilerde bu şart aranmamıştır. Çünkü, velileri tarafından bunların nikahları akdedilebilir. Fakat nikahı velisiz olarak kendileri yapanların, akıl bâliğ ve hür olmaları şart koşulmuştur. Bununla beraber, ergenlik çağında olmayan, akıllı ve mümeyyiz çocuğun, kendisi için yaptığı nikah, velisinin izni olmak şartıyla sahih ve geçerli sayılmış, mümeyyiz olmayanların ise nikah akdini yapamayacakları 146 belirtilerek bunların nikahının ancak velileri veya velinin vekili tarafından yapılabileceği ifade edilmiştir. 501 Dört mezhep imamı da şu delillerden dolayı evliliğin gerçekleşmesi için ergenlik çağına girmenin şart olmadığını savunmuşlardır. 502 1. “Hayızdan kesilmiş (yaşlılık dolayısıyla) kadınlarınız hakkındaki “iddet”ten (iddet bekleme hükmünden) şüphelendiniz ise onların “iddet”i üç aydır. Henüz hayız görmeyenler de böyledir.” 503 İddet bekleme ancak evlilik ve boşanmadan sonra olur. Bu da küçük yaştaki kızların evlenebileceğini gösterir. 2. Hz. Âişe’nin peygamberimizle küçük yaşta iken evlenmesi. Hz. Âişe (r.a.) kendisinin küçük yaştayken evlendirildiğini şöyle anlatıyor: “Rasulallah (s.a.v.) ben altı yaşındayken benimle evlendi. Dokuz yaşımda iken de benimle ziffa girdi. Sonra Medine’ye geldik. Ben bir ay sıtmaya tutuldum. (Bu sebeple saçlarım döküldü.) İyileşince, saçım yeniden uzadı. Annem Ümmü Rûmân geldi. Ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana seslendi. Benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Nefesim kesilmiş, heh heh diye soluyordum. Nihâyet hızlı solumam sona erdi. Ümmü Rûmân beni bir odaya aldı. Bir de ne göreyim! Ensâr’dan bir gurup kadınların huzurundayım. Kadınlar: “Hayırlı uğurlu ve mubârek olsun!” dediler. Annem beni onlara teslim etti. Kadınlar başımı yıkadılar, kılık kıyafetime çeki düzen verdiler. Bir de Rasûlullah'ın (s.a.v.) kuşluk vakti ansızın gelmesi beni çok şaşırttı. Kadınlar beni ona teslim ettiler.” 504 Kaydedildiğine göre Hz. Âişe (r.a.), nübüvvetin dördüncü yılında (614) Mekke’de doğmuş, onuncu yılında Hz. Peygamber ile evlenmiş, dokuz yaşındayken zifafa girmiş ve dokuz yıl evli kalmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettiği zaman 18 yaşında olup, Hicretin 57 ya da 58. yılında 65 veya 66 yaşındayken vefat etmiştir. 505 501 el-Kâsânî, el-Bedâiu’s-Sanâi, II, 233. 502 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 144 vd. 503 65.Talak, 4. 504 Müslim, Sahih, Nikâh, 69, (II, 1038); Bu konuda ayrıca bkz. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 38, 39, (VI, 134); Nikâh, 57, 59, (VI,139); Nikâh, 61, (VI, 140); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 33, (II, 593), no: 2121; Edeb, 55, (V, 228-230), no: 4933, 4934, 4935, 4936, 4937; en-Nesâî, Sünen, Nikâh, 29, (VI, 82). 505 İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 79-80; el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, XX, 126, 147; Geniş bilgi için bkz. Fayda, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, “Aişe” maddesi, II, 201-205. 147 Buhârî’nin kaydetmiş olduğu bir rivâyette de Hz. Aişe bu bilgileri doğrulayarak, “Ben anne ve babamı bildim bileli onlar Müslümandı” 506 diyerek kendisinin bi’setten (peygamberlik verildikten ) sonra doğduğunu ifade etmiştir. Bu rivâyet, küçük yaştaki kızların, velileri tarafından, evlendirilebileceğine delil olarak gösterilmiştir. Fakihlerin çoğu küçük yaştaki kızların evlenebileceğini kabul ettikleri için teferruatla ilgili farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefilere göre küçük yaştaki kızın evlendirilmesi caizdir. Ancak ergenlik çağına erince kızın seçme hakkı vardır. İsterse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz. Şafii ve Mâlikiler seçme hakkını kabul etmezler. Şafii, Malik, A.b. Hanbel, Ebû Yusuf gibi bazı alimler, ergenlik çağına gelmeyen küçük kızı evlendirme yetkisinin sadece babaya ait olduğunu söylerken, Ebû Hanife ve Evzaî gibi bazı alimler, diğer velilerin de buna yetkisinin olduğunu söylemişlerdir. İbn Battâl babanın, beşikte bile olsa, küçük yaştaki belirtmiştir. 507 kızını evlendirebileceği konusunda alimlerin icma ettiğini Ancak küçük yaştaki kızların evlendirilemeyeceğini savunan İslam âlimleri de vardır. İbn Ebû Bekir el-Asam ve Osman el-Bettî, küçük yaştaki erkek ve kız çocuğunun, ergenlik çağına girmeden önce, evlendirilemeyeceğini söyleyerek, bu konuda Nisa sûresinin şu âyetini delil olarak göstermişlerdir: “Nikah çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin. Eğer onları aklı başında görürseniz, mallarını kendilerine verin. Onları büyümeleri (ve geri almaları korkusu) ile, israf ve acele ederek yiyip elden çıkarmayın. Zengin olan kimse iffetli davransın. Fakir olan kimse de maruf ölçüler içinde yesin. Onlara mallarını geri verdiğiniz zaman, yanlarında şahitler bulundurun. Hesap sormak yönünden Allah yeter.” 508 Bu âyette “nikah çağına gelinceye kadar” ifadesi, ergenlik dönemi olarak anlaşılmış ve bu dönemden önce evlenmenin olamayacağı ifade edilmiştir. Ömer Rıza Doğrul da Asrı Saadet isimli eserinde, küçük yaştaki kızların evlendilebileceğine delil gösterilen Hz. Aişe'nin yaşı meselesinin tartışmalı ve araştırmaya açık olduğunu ifade ederek, 509 506 el-Buhârî, Sahih, Kefalet, 4, (III, 58). 507 el-Aynî, Umdetu’l-Kârî, XX, 77-78; Canan, Hadis Ansiklopedisi, XV, 359; Geniş bilgi için bkz. Muhammed İbnu Muhammed el-Üsrüşenî, Ahkâmu’s-Sığâr, Tercüme: İ. Canan, Cihan Yayınları, İstanbul 1984. 508 4.Nisa, 6. 509 Doğrul, Asrı Saadet, II, 147. 148 onun evlendiği zaman 17-18 yaşlarında olabileceğini gösteren bazı deliller kaydetmiştir. Biz de özetle bunları aşağıya kaydedeceğiz. 1. Hz. Âişe'nin peygamberliğin dördüncü senesinde doğduğu kaydediliyor ancak, Yusuf bin Mâhek'in anlattığı şu rivâyet bunu doğrulamıyor: "Mü'minlerin annesi Hz. Âişe'nin yanında idim. Bir Iraklı geldi. "Kefenin hangisi en iyidir?" diye sordu. Hz. Âişe, "ne demek istiyorsun?" dedi. Iraklı, "Ey Mü'minlerin annesi! Mushafınızı bana gösterir misiniz?" deyince, Hz. Âişe, " Niçin?" dedi. Iraklı, "Kur'ân'ı ona göre tertip etmek istiyorum; çünkü Kur'ân tertipsiz okunuyor" dedi. Hz. Âişe, "İstediğini daha evvel okumaktan ne zarar çıkar?" dedi. Sonra şöyle devam etti: "Kur'ân'dan ilk inen, uzun surelerden bir suredir ki, cennet ve cehennemi anlatır. İnsanlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra helal ve harama dair âyetler indi. İlk evvel, "içki içmeyiniz", tarzında âyet inseydi, "içkiyi terk edemeyiz" diyecek, yahut ilk önce "zina etmeyiniz!" tarzında âyet inseydi, herkes "zinayı terk edemeyiz" diyecekti. Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke'de iken ve ben de henüz oynayan bir çocuk idim ki, "onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli, ne acıdır!" 510 mealindeki âyet inmişti. Bakara ile Nisa sureleri ise ben O'nun yanında iken nazil olmuştu." Sonra Hz. Âişe mushafı çıkarttı ve ona sûrenin âyetlerini yazdırdı. 511 Bu rivâyetten anlaşıldığına göre Hz. Âişe'nin peygamberliğin dördüncü senesinde doğduğunu kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü Hz. Âişe, Kur'ân'ın Mekkî âyetleri inerken oynayan bir çocuk olduğunu ifade ediyor ve Kamer sûresinden olan âyeti kerîmenin kendisi sokakta oynayacak yaşta iken indiğini ifade ediyor. Kur'ân-ın 54. suresi olan Kamer sûresi Mekke döneminin ilk yarısında indirilmiştir. 2. Hz. Âişe ile Hz. Esma'nın yaşları karşılaştırıldığında Hz. Âişe'nin evlendiği zaman 17 yaşında olduğu ortaya çıkıyor. "el-İkmâl fî Esmâi'r-Ricâl" adlı eserden Hz. Âişe'nin hemşiresi Hz. Esmâ'nın hal tercemesi şöyle kaydedilmiştir: "Hz. Esma, yüz yaşına kadar yaşamış ve hicretin 73. senesinde vefat etmişti. Hz. Esma, hemşiresi Hz. Âişe'den on yaş büyüktü!" Hz. Esma'nın Hz. Âişe'den büyük olduğundan şüphe yoktur. Hz. Ebû Bekir'in oğlu Hz. Abdullah ile kızı Hz. Esma Abduluzzâ'nın kızı Kayle'den; Hz. Abdurrahman ile Hz. Âişe, Ümmürûmân'dan doğmuşlardır. Hz. Esma, yüz yaşında ve hicretin 73. senesinde öldüğüne ve Hz. Âişe'den on yaş büyük 510 54. Kamer, 46. 511 el-Buhârî, Sahih, Fadâilu'l-Kur'ân, 6, (VI, 100-101). 149 olduğuna göre, Hz. Esma'nın hicret esnasında 27 yaşında, Hz. Âişe de ondan on yaş küçük olduğuna göre 17 yaşında olması gerekir. 512 3. Hz. Âişe, daha önce Cübeyr b. Mut'ım'a va'dedilmişti. Hz. Âişe'nin Hz. Peygamber'e varabilmesi için önce bu sözü bozmak gerekiyordu. Hz. Ebû Bekir, Hz. Cübeyr'e sordu. Hz. Cübeyr de, meseleyi karısı ile görüştü. Hz. Cübeyr'in ailesi o zaman müşrikti. Hz. Cübeyr'in karısı, "bu kız benim evime girerse benim oğlumu atalarının yolundan çıkarır. Ben de böyle olmasını istemem!" demişti. 513 Bu da göstermektedir ki Hz. Âişe, o zaman evlenilecek yaşta bir genç kızdı. 514 Hz. Âişe'nin evlenme yaşıyla ilgili kaydettiğimiz deliller bize onun evlendiği zaman evliliğe elverişli yetişkin bir kız olduğunu göstermektedir. Zaten bilindiği üzere sıcak memleketkerde gelişme hızlı olup ergenlik çağına erken yaşlarda girilmektedir. Yukarıda kaydettiğimiz, Osmanlı zamanında ve bugün Anadolu'da evlenmek için 17-18 yaşlarının kabul edilmesi, Küçük yaşta kızların evlendirilemeyeceğini ifade eden İslam âlimlerinin görüşüyle örtüşmektedir. Ancak yine de küçük yaştaki kızların evlendirilmesi, İslam âlimlerinin böyle bir evliliğin olabileceğine dair ortaya koyduğu görüşlerden güç almış görülmektedir. 2.5. Kız Kaçırma (Babadan İzinsiz Evlenme) Tanzimat’tan sonra, (1841 yılında) bazı evlenme meselelerine ilişkin olarak çıkarılan bir fermana göre; velisi tarafından evlenmesine izin verilmeyen ergenlik çağındaki kızların ve dul kadınların, “es-sultânu veliyyu men lâ veliyye lehû” 515 prensibine göre hakim izniyle evlenmesi sağlanmıştır. 516 512 Doğrul, Asrı Saadet, II, 149. 513 A.b.Hanbel, Müsned, VI; 211. 514 el-Mesûdî, Murûcü’z-Zeheb, II, 309; İbn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, Terâcimu’n-Nisa, s. 910, 28; Bu konuda bkz. Canan, Hadis Ansiklopedisi, XV, 358; Kazıcı, Hz. Muhammed’in Eşleri ve Aile Hayatı, s.127 vd. Fayda, T.D.V. Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Âişe”, II, 201. 515 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 15, (I, 605), no: 1879; Ayrıca bkz. Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 15-16, (II, 563), no: 2088-2089; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 14, (III, 407-408), no: 1101-1102; Nikâh, 21, (III, 419), no: 1111-1112; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 15, (II, 461), no: 2199; Hanbel, Müsned, III, 377, 382; VI, 66, 165 516 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 287. 150 Yurdumuzun bazı bölgelerinde, özellikle Doğu ve Güney Doğu’da, görülen evlenecek kızın babasına veya yakınlarına başlık ve ağırlık gibi bir takım isimlerle para veya mal verme zorunluluğu, kaçırarak evlenmeyi teşvik etmiştir. Eski Türklerde, evlenecek erkekle kızın rızasının yanında, onların anne ve babasının da rızası gerekliydi. 517 Yakut boylarında, kız kaçırmaya gidecek gençler, şaman tarafından bir ayin yapıldıktan sonra yola çıkarlardı. Bu ayin şu şekilde yapılırdı: Kız kaçırmaya gidecek gençler bir araya toplanıp atlarını hazır şekilde bekletirlerdi. Şaman, direklere bağlı atların yanına kımız dolu bir tulumla gelir ve bundan bir avuç kımız alıp atların etrafına saçı yapardı. Kırk kötü ruhun adlarını söyleyerek bunlara karşı gençleri koruması için ıtık (adak) bağışlanan tanrıya yalvarıp yakarırdı. Âyinden sonra, gençler atlarına binip kaçırılacak kızın kabilesine doğru giderlerdi. Yakutların bu adetleri, çok eski devirlerdeki savaş ve baskınla kız kaçırma olayının kalıntılarıdır. Altaylılar da kız kaçırma ile evlenirler, ancak onlar bu işe kalkıştıklarında dînî bir ayin yapmazlardı. Altaylılarda kız kaçırma, kızın rızasıyla, hatta anne ve babasının tasvibi ile gerçekleşirdi. Kız, kaçmaya razı olduğunu kaçıracak erkeğe bir mendil ya da bir yüzük vererek belli ederdi. 518 Günümüzdeki kız kaçırma olayları da nerdeyse tamamen kızın rızası ile olmaktadır. Hatta çoğu kız kaçırma olayında, kızın anne ve babası da bilgi sahibidir. Anne ve babalar, düğün töreni yapabilecek maddi güce sahip olmadığından dolayı bunu bir evlenme şekli olarak kabul etmektedir. Kız kaçırma şekliyle gerçekleşen evlilik, veliden izinsiz bir evliliktir. Ancak yukarıda bahsettiğimiz gibi bugün durum farklılık kazanmış ve bir evlenme şekli haline gelmiştir. Asrı saadette konuyla ilgili olarak şu hadisler, kız kaçırma ve veliden izinsiz evlenmelere ışık tutmaktadır. Ebû Said el-Hudrî’nin (r.a.) bildirdiğine göre: Bir adam kızıyla birlikte Allah Rasûlü’nün yanına gelir ve şöyle der: “Bu kızım evlenmekten yüz çeviriyor. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ‘Babana itaat et’ der. Kız; ‘seni hak üzere gönderen aşkına kocanın karısı üzerindeki haklarını bana haber vermeden evlenmeyeceğim’ deyince, Allah Rasûlü (s.a.v.); ‘Kocanın karısı üzerindeki hakkı: Şâyet, onun üzerinde kurtların dolaştığı bir çıbanı (yarası) veya 517 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 357. 518 İnan, Tarihte ve bugün Şamanizm, s. 166. 151 onun burnundan cerahat (irin) ya da kan yayılsa ve sende ona tahammül etsen, yine de onun hakkını eda etmiş olmazsın’ der. Kız; ‘Seni hak üzere gönderene yemin olsun ki öyleyse ben ebediyyen evlenmeyeceğim’ der. Bunun üzerine Nebî (sav): ‘Kadınları onların izinleri olduğu sürece evlendirin’ der. 519 Kız istemediği için bu evliliğin olmasına Allah Rasûlü (s.a.v.) müsaade etmez. Hz. Aişe’nin (r.a.) bildirdiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Velisinin izin vermediği kadının nikahı batıldır. Onun nikahı batıldır. Onun nikahı batıldır.(Veliden izinsiz kıyılan nikahtan) sonra eğer kocası onunla cinsel temasta bulunursa bu teması sebebiyle ona mehrinin ödenmesi gerekir. Eğer veliler, (kadını evlendirme işinde nikahı engelleyecek derecede) ihtilafa düşerlerse; artık sultan, hiç bir velisi olmayanın velisidir.” 520 Bu rivâyet, günümüzdeki gerçek manada kız kaçırma şeklinde yapılan evliliğe ışık tutmaktadır. Babasının ve annesinin izni olmadan gerçekleşen kız kaçırmalarda, evlenecek olan gençler resmi nikahlarını yaptırdıkları zaman resmen evli sayılmaktadırlar. Eğer, yaşları istenilen şartlara uyuyorsa babanın izni olmasa da bir problem teşkil etmemektedir. Hâkim, onların velisi konumunda olduğundan, ihtilaf esnasında hadisin emrettiği uygulama devreye girmiş oluyor. Yine Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, genç bir kız Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek; “Ey Allah’ın Rasûlü! Babam, aralarındaki yakınlığı pekiştirmek için beni kardeşinin oğluna nikahladı (ne dersiniz?)” diye sordu. Hz. Peygamber, bu hususta kararı kıza bıraktı. Bunun üzerine kız “(Ey Allah’ın Rasûlü! Aslında) ben babamın yaptığını kabul ettim. Fakat ben sadece hanımların evlenecekleri kimseler konusunda babalarının (mutlak bir) yetkisi olmadığını bilmelerini istedim” demiştir. 521 Bu rivâyetlerin de gösterdiği gibi, kaçırma yoluyla bile olsa, evlenme maksadı güdülüp, zifaftan önce resmi nikah yapılmışsa kaçırma şekliyle olan evliliğin aslında dini kurallara ters düşmediği anlaşılmaktadır. Rivâyetleri birlikte 519 el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 34, no: 2975. 520 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 15, (I, 605), no: 1879; Ayrıca bu konuda bkz. Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 15-16, (II, 563), no: 2088-2089; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 14, (III, 407-408), no: 1101-1102; Nikâh, 21, (III, 419), no: 1111-1112; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 15, (II, 461), no: 2199; Hanbel, Müsned, III, 377, 382; VI, 66, 165; el-Humeydî, Müsned, I, 112, no: 228; İshak b. Râhuye, Müsned, II, 194, no: 698. 521 A.b. Hanbel, Müsned, VI, 136. 152 değerlendirdiğimiz zaman, evliliklerin anne ve babanın rızası alınarak yapılmasının daha iyi olacağını, ancak zorunlu durumlarda devletten resmi nikah yoluyla veli olarak faydalanmanın da mümkün olduğunu anlayabiliriz. Bu da asrı sadette görülen uygulamalarla aynı şeydir. 3. NİKAH Nikah, evliliğin en ciddi işlemidir. Bu gerçekleştirilmeden evlilik tamama ermez. Resmi nikah, belediye başkanları veya onun vekili olan kişiler tarafından, nikah dairelerinde, düğün salonlarında veya özel izinle, evlenecek kişilerin birinin evinde kıyılır. Bu, tarafların önceden yapacakları tercihe bağlıdır. Her iki durumda da gelin olacak kız, gelinliğini giyip saç ve makyajı yapıldıktan sonra, nikah salonuna gitmek üzere baba evinden çıkar. Resmî görevliler ya da din adamları tarafından yapılmasına göre nikah, resmî ve dînî nikah diye isimlendirilir. Resmî nikah, bu işle görevli memur tarafından kıyılır. Gelin ve damat masadaki yerini aldıktan sonra, yakınlarından seçilen iki şahit de aynı masa etrafına otururlar. Nikah memuru her iki tarafa da gerekli soruları yöneltir. Olumlu cevap alındıktan sonra nikah defteri imzalanır ve nikah tamamlanmış olur. Dini nikah, aile içinde, has dairede, imam tarafından, kız ve erkeğin şahitleri huzurunda, gerekli sorular sorulup cevap alınmasıyla gerçekleşir. Hayırlı bir iş olduğu için nikaha Kur'ân'dan birkaç âyet okuyarak başlanır. İmam, törenden önce belirlenmesi gereken, nikahın da şartlarından kabul edilen, mehir miktarını sorar. Bunların tam olduğu görüldükten sonra nikah yapılır ve sonunda bu evliliğin hayırlara vesile olması için duâ edilir. 522 Kur’ân-ı Kerîm’de nikahtan bahseden birçok âyeti kerîme vardır. Evlenmeyi teşvik eden en-Nûr,24/32,33, evliliğin amacına işaret eden er-Rûm, 30/21; evlilikte karı ve kocanın hak ve görevlerini belirten en-Nisâ, 4/19,20,34,129 ve evlenilmesi haram olan kadınlardan bahseden, el-Bakara, 2/221; en-Nisâ, 4/2,3,22-25; el-Mâide, 522 Kendi Müşahedelerimiz. Ayrıca bu konuda bkz. Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 42 vd. 153 5/5; en-Nûr, 24/3 âyetler olmakla birlikte, evlenme töreninin şeklini belirleyen bir âyet yoktur. Aslında bu durum, Kur’ân’ın evlenme akdinin biçiminden ziyade evlilik kurumunun amaçlarına vurgu yaptığı, aile kurumuna önem ve öncelik verdiği evlenme törenlerinin şeklini toplumun örf ve âdetine bıraktığını göstermektedir. 3.1. Nikah Töreni Nikah, görevli bir memur tarafından, şahitler huzurunda, gerekli sorular sorulup cevaplar alındıktan sonra resmî deftere imzalar atılarak tamamlanır. İmzadan sonra nikah memuru dahil herkes ayağa kalkar, kısa bir konuşmadan sonra nikah memuru gelin ve damadı, karı koca ilan eder ve sonra taraflar birbirini kutlar. Nikah salonunun çıkış kapısında gelin, damat ve her iki tarafın anne ve babaları yerlerini alırlar. Konuklar önce aile büyüklerini sonra yeni evlenen çifti “hayırlı olsun” “mutluluklar dileriz” diyerek tebrik ederler. Yakın dost ve akrabalar, gelin ve damadı tebrik ederken, onlara bilezik, saat, kolye, yüzük, küpe, altın, beşi bir yerde gibi “takı” denilen hediyeler takdim ederler. Hatta, bazı yörelerde gelin ve damadın yakalarına para takılır. Gelenekler arasında, resmi nikahtan sonra bir de dînî nikah vardır. Bu nikah, aile içinde ve çok yakın akrabalar arasında yapılır. Nikah, kız ve erkeğin birer şahidinin huzurunda, imam tarafından kıyılır. İmam, önce Kur’ân-ı Kerîm’den bir bölüm okur. Taraflara gerekli soruların yanında mehir miktarını da sorar. Mehir; evlenme sözleşmesine bağlı olarak kadına ödenmek üzere belirlenen ve nikahın şartından olan mal, mülk, altın, para vb. bir değerdir. İmam veya bu nikahı yapan şahıs, tarafların olumlu cevabını aldıktan sonra onları dînî yönden de karı-koca ilan edip yeni kurulan yuvanın mutluluğu için duâ eder. 523 İmam nikahının, zihinlerde daha berrak bir şekilde canlanması için bir örnek aktarmak istiyoruz. Buna göre: 523 Araz, Günay, Tan, Toygar, Öksüz, Seyidoğlu, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve âdetlerimiz (Türk Töresi), s. 43. 154 Nikahtan önce tövbe istiğfar yapılır. Nikahı yapan imam gelin adayına sorar: -Bismillâhi ve alâ sünneti Rasûlillâh; Allah’ın emri, peygamberimizin sünneti ve hazır olanların şahitliğiyle, siz falan oğlu falanı ………….miktarlık mehir ile nikahlı eşiniz olarak kabul ettiniz mi? -Evet kabul ettim. (üç defa sorar ve cevap alır.) Daha sonra damat adayına sorar: -Bismillâhi ve alâ sünneti Rasûlillâh; Allah’ın emri, peygamberimizin sünneti ve hazır olanların şâhitliğiyle, siz de falan kızı falanı ………….miktarlık mehirle nikahlı eşiniz olarak kabul ettiniz mi? -Evet kabul ettim, der. Sonra, nikahı kıyan kişi şöyle bir nikah duası yapar: “Allah’ım, bu akdi uğurlu ve mübarek eyle. Onlar arasında sevgi ve sebat yerleştir. Aralarına fitne, nefret ve ayrılık düşürme. Allah’ım! Hz. Adem ile Havva, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Haticetü’l-Kübrâ, Hz. Ali ile Fâtımatü’z-Zehrâ arasını kaynaştırdığın gibi onların arasını da kaynaştır. Allah’ım! Onlara sâlih evlad, geniş rızık ve uzun ömür ihsan eyle. Rabbimiz! Bizlere eşlerimizden ve nesillerimizden göz nurları bağışla ve bizleri muttakilere öncü eyle. Ey Rabbimiz! Bizlere, dünyada ve âhirette iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru.” 524 İmam nikahta üç defa “evliliğe razı mısın” diye sorar. Gelin her defasında hafif bir sesle “evet” der. İmam damada “gelin altı ay evde yalnız kalmasın. Onu dövmeyin. Ona sövmeyin. Ona daima ikramda bulunun. Geceleri eve geç kalma” der. Sonra, geline döner ve “kocan izin vermezse babanın evine gitme” der. Türkiye’de imam nikahı kıyılırken, kötü niyetli bir kişinin, ağzı açık bir bıçağı kapatması veya açık bir kilidi anahtarla kilitlemesi halinde damadın bağlanacağına 524 Özcan, Gençlik ve Evlilik, s. 384 vd. Ayrıca kendi müşahedelerimiz. 155 inanılır. Bunun için imam nikahı kıyılırken, nikahta bulunanların elleri dizleri üzerinde parmakları açık olarak durmaları istenir. 525 Osmanlı döneminde nikah töreni şu şekilde icra edilirdi: Peygamber efendimizin ruhuna salavatı şerife getirildikten sonra, kız vekiline hitaben “…kuruş mehir ile vekili olduğunuz…....hanımı…... beye, hasbel vekâle akdeddiniz mi? diye sorar. O da “evet, hasbel vekâle tezvic ettim” dedikten sonra, güveyin vekiline dönerek “……kuruş mihir ile vekili olduğunuz …..zata …..kerimesi……hanımefendiyi hasbel vekale tezvic ettiniz mi? diye sorar. O da, “Evet hasbel vekale tezvic ettim” dedikten sonra, akdi yapmakla görevli kişi, “O halde iki tarafın rızası ve şahitlerin şehadeti ile ben de akdettim” der. Böylece nikah tamamlanmış olur. Orada bulunanlardan, önceden seçilmiş olan sesi güzel, iki kişi yüksek sesle Kur’ân-ı Kerîm’den usulünce 10-15 âyet okur. Sonra, hayırlı ve uğurlu olması için eller kaldırılıp duâ edilir ve yapılan duâya âmin denilerek merasim sona erer. 526 Hz. Peygamber (s.a.v.), hadislerinde nikahı teşvik etmiş, onun merasiminin nasıl yapılacağı yerine, yapılacak merasimde nelerin bulunması gerektiğini öğretmiştir. Anadolu’daki nikah merasimleri Hz. Peygamber’in bu öğretilerinde yer alan hususları içermektedir. Biz bunlara, daha önceki konularda yer yer değinmiştik. Ancak, yine de konuyla ilgili birkaç rivâyeti kaydetmek istiyoruz: “Ey Gençler topluluğu! İçinizden evliliğe gücü yetenler evlensinler. Gücü yetmeyenler de oruç tutsun çünkü oruç bir kalkandır.” 527 Enes b. Malik’in bildirdiğine göre, Hz. Peygamber’in arkadaşlarından bir kaç kişi onun gizlice yaptığı ibâdetlerinden hanımlarına sormuşlar. Neticede bunlardan birisi: “Ben kadınlarla evlenmeyeceğim,” diğeri: “Ben et yemeyeceğim,” ötekisi de: “Ben döşekte uyumayacağım,” demiş. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) Allah’a hamdü sena ederek: “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle 525 Koşay, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, s. 77; Muratoğlu, Kalafat, Türkeroğlu, Türk Halk İnançları, s.42. 526 Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, s. 112. 527 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 2,3, (VI, 117) ; Müslim, Sahih, Nikâh, 1, 2, 3, (II, 1018-1019). 156 demişler. Ama ben, hem namaz kılar, hem uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” buyurmuştur. 528 Nikah törenlerinde önemli bir yere sahip olan dua ile ilgili; Rasûlullah (s.a.v.): “Biriniz bir kadınla evlenir veya bir köle satın alırsa, “Allâh’ım! Ben bunun hayırlı olmasını ve hayırlı bir yaratılış üzere olmasını diliyorum. Onun şerrinden ve şerli bir tabiat üzere olmasından sana sığınıyorum.” Eğer bir deve satın alırsa, eliyle hörgücünün üstünden tutup aynı şeyi söylesin” buyurmuştur. 529 Ebû Hureyre’nin bildirdiğine göre ise Rasûlullah (s.a.v.): “İçerisinde teşehhüt bulunmayan bir dua (nikah konuşması), cüzzama tutulduğu için işe yaramayan bir el gibidir” buyurmuştur. 530 Buradaki teşehhütten maksat, hutbe yani nikah duasıdır. Ancak nikah duası nikahın kabulünün şartı değildir. Yapılırsa iyi olacağı, yapılmazsa da nikahın sıhhatine bir zarar vermeyeceği rivâyetlerden anlaşılmaktadır. Çünkü, Beni Süleym’den birisinin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Umâme b. Abdulmuttalib’i teşehhüt okumadan nikahlamıştır. 531 Günümüzde yapılan nikahlarda Hz. Peygamber'in tavsiyelerine uyularak muhakkak nikah duası yapılmaktadır. O zamana kadar dini görevlerini yerine getirmeyen kimseler dahi, bunu yaptığına göre, demek ki bu uygulama, halk arasında âdet haline gelmiştir. Temelini dinden alan bu âdet bilinçli ya da bilinçsiz olarak aksatılmadan yapılmaktadır. 3.2. Resmî Ve Dînî Nikah Resmi nikah- imam nikahı ikileminde, ülkemizde başlıca dört çeşit evlilik şekli görülmektedir. Bunlar: 1. Sadece resmî nikahla evlenme. 2. Resmi nikahla birlikte imam nikahı yapma. 3. Bekar veya dul olan kadın ve erkeğin resmi nikah olmaksızın, imam nikahlı olarak, birlikte yaşamaları. 528 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 1, (VI, 116) ; Müslim, Sahih, Nikâh, 5, (II, 1020). 529 Ebû Dâvud, Sünen, Nikâh, 44-45, (II, 617), no: 2160; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 22, (II, 547). 530 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 16, (III, 414), no: 1106; Ebû Davud, Sünen, Edeb, 19, (V, 173), no: 4841. 531 Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 32-33, (II, 593), no: 2120. 157 4. Resmi nikahlı eşinden başka, imam nikahı yaparak başka bir kadınla evlenme. Nişanlanan çiftlerin görüşüp konuşma ve birlikte evlilik hazırlığı yapmayı meşrulaştırmak için kıyılan imam nikahını da bunlara eklemek mümkündür. Amaçları ve sınırları genel olarak belirlenen evlilik kurumunun nasıl oluşturulacağı, toplumun bilgi, anlayış ve kültürüne bırakılmıştır. Evliliğin amaçlarının gözetilmesi, tarafların hak ve sorumluluklarının korunması ve denetlenmesi, ahlâkî alanı ilgilendirdiği gibi bir yönüyle de kamusal alanı ilgilendirmektedir. Dönemin örf adetlerini de göz önüne alan Hz. Peygamber (s.a.v.), evlenme akdinin şahitler huzurunda ve ilan edilerek yapılmasını ve bazı durumlarda velinin izninin alınmasını istemiştir. Hz. Peygamberin evlilik akdi için getirdiği bu şartların amacı; genel olarak, evlenme akdini topluma duyurmak ve bu sayede akdin hükümlerini toplumsal gözetim ve denetim altına almaktır. Her akitte olduğu gibi irade beyanının rükün olduğu görüşü, İslam alimleri tarafından kabul edilmekle birlikte, iki şahit ve veli konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Maliki ve Şafiî ekollerinde veli, bir rükündür. Hanbelî ekolünde veli, sıhhat şartı kabul edilmiştir. Hanefî ekolünde ise mükellef olmuş kız hakkında, velinin bir rükün veya sıhhat şartı olmadığı görüşü savunulmuştur. Şahitliğin, akdin sıhhat veya tamamlık şartı olduğunu kabul etmeyen (Ebû Sevr gibi) fakihlerin bulunduğu, Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ın şahitsiz olarak evlenip sonra ilan ettiği nakledilmektedir. İbn Rüşt’ün değerlendirmesine göre, şahitliğin şer’î bir hüküm olduğu görüşünü savunanlar, şahitliğin nikahın sıhhat şartı olduğunu; ihtilaf ve inkara giden yolun önünü kapama ve onu belgelendirme amacına yönelik olduğunu söyleyenler ise onun tamamlık şartı olduğunu ileri sürmüşlerdir. 532 Fakihler, nikahtaki şahitliğin amacını iki şekilde izah etmişlerdir. 1. Nikahtan sonra, taraflar arasında çıkacak anlaşmazlık sırasında evlenme akdinin varlığını ispat kolaylığı sağlar. Bu ispat taraflardan birinin, genellikle kocanın, evlenme akdinin yüklediği sorumluluklardan ve akdin sonuçlarından kaçınması durumunda diğer tarafın hakkını korumaya yarayacaktır. 532 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, II, 13. 158 Anlaşmazlık durumunda nafaka, mehir, nesep vb. hükümlerin sübutu evlilik akdinin ispatına bağlıdır. 2. Şahitliğin şart koşulması; evlenme akdinin önemli bir iş olduğunun vurgulanması, ilan ederek toplum nazarında bu ilişkinin meşruluğunun gösterilmesi ve birleşmenin sifah değil nikah olduğunun duyurulması amacına yöneliktir. Hz Peygamber’in, nikah akdinin mescitte yapılması, def çalınması ve hatta düğün ziyafeti (velime) verilmesi gibi tavsiyeleri, değişik boyutlarda bu ilanın gerçekleştirilmesine yöneliktir. 533 Herkesin birbirini tanıyabildiği ve evlilik akdinin sonuçlarının meydana gelmesinin toplum veya geleneğin garantisi altında olduğu, nispeten küçük ve homojen toplumlarda şahit ve ilan, ilave bir tescil şartına gerek kalmaksızın fonksiyon icra edebilmiştir. Ancak, zamanla toplumsal değişmenin sonucu ve gereği olarak, evlilik anlaşmasının yazılı olarak tesciline gerek duyulmaya başlanmış ve evlenme akdinin kamu otoritesinin yetkili kıldığı bir memur huzurunda yapılması kararlaştırılmıştır. Evlenme akdinin tescil yoluyla kamu otoritesinin yani devletin denetim ve güvencesi altına alınmasının izleri Osmanlılardan önceki dönemlere kadar gitmektedir. Bu girişimlerle, kısmi uygulamalar Osmanlı hukukunda daha olgunlaştırılmış ve geliştirilmiştir. Bu dönemde, kadıdan izinsin kıyılan nikahlar için getirilen müeyyide, yetkili memur önünde yapılmayan, daha doğrusu tescil edilmeyen nikahların, kanunun evlenmelere sağlamış olduğu teminat ve himaye hükümlerinden istifade edememesidir. Osmanlı hukuk uygulamasında yürürlüğe konulan bu müeyyide, daha önceki bazı hukukçuların “hakimin izni ve emri olmaksızın yapılan nikah caiz olmaz ve çocuğun nesebi sahih olmaz” şeklindeki fetvalarıyla desteklenmiştir. 1881 nüfus nizamnâmesi, izinnâme uygulamalarının ardından en son Hukuku Aile Kararnamesi’yle evlenme işi, devlet işi haline getirilmiştir. Bu bakımdan evlenme akitlerinin yetkili bir memur huzurunda yapılması ve tescil edilmesini, medeni kanunun getirdiği bir yenilik olarak değerlendirme yerine Osmanlı hukuk uygulamasının hedeflediği bir sonuç olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. 534 533 İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, II, 13 534 Fındıkoğlu, “Aile Hukukumuzun Tedvini Meselesi”, Aile Yazıları, II, s. 33. 159 Osmanlı devletinde kadı, belirli durumlarda evlenmeye müdahale etmekle görevliydi. Bazen nikah akdinde bizzat hazır bulunur ve “hücceti nikah” adı verilen bir belge tanzim ederdi. Evlenmek için imama ya da kadıya gitmek zorunlu değildi. Ancak eskiden beri Türklerde imam, nikah esnasında hazır bulunur ve dua okurdu. Araplarda bulunan nikaha has noterler gibi Türk imamları da kâdının gözetimi altında vazife görmüşlerdir. Araplar arasında uygulanan şâhit-noter usulü yerine Türklerde, imamın her özel durum için ayrı bir izinname alarak nikah akdetmesi usulü yerleşmiştir. İzinnâme; imamlara hitaben, evlenecek kızla erkeğin nikahlanmalarına izin verildiğini gösteren, kâdı veya yardımcıları (tayin ettikleri kişiler) tarafından yazılan resmi yazıdır. İzinnâme usulü, devletin nikaha ilk müdahalesi olarak kabul edilir. Osmanlı devletinde resmi izinnâme, Kanûni zamanında başlamıştır. Ebussuûd efendi, fetvalarında; “hakim marifetsiz nikah olmaya” diye padişah emri varken, hakim marifetsiz nikah olur mu? Diye sorulan bir soruya cevaben; “olmaz, meğer niza ve husumet olmaya” demiştir. 535 Dînî nikah kavramı her ne kadar aile hukuku, inanç ve geleneklerle sıkı sıkıya irtibatlı ise de burada akdin tanım ve şartlarına ilişkin olarak verilen kısa bilgiden de anlaşılacağı üzere, klasik fıkıh literatüründe “dini nikah” ya da imam nikahı diye bir ayrım yapılmamıştır. Tarihsel tecrübede de bu anlamı çağrıştıracak bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Zaten, nikah akdinin unsurları ve şartları arasında, imam tarafından kıyılması diye bir şey de yoktur. Günümüzde, şer’î zannederek halkın devam ettirdiği imam nikahı uygulaması, vaktiyle Osmanlı devletinde, belli bir dönemden sonra, nikahların tescil işinin kadı kontrolündeki imamlara bırakılması şeklindeki uygulamanın, bozulmuş ve amacından sapmış bir kalıntısıdır. O dönemde, siyasal otorite tarafından, gerek vatandaşa kolaylık sağlama, gerekse kadılara yardım ve onların yüklerini hafifletme amacıyla, kadıların bilgisi ve izni dahilinde devreye sokulan imamlar, nikah akdine nezaret ediyorlardı. İmamlar, kendi huzurlarında akdedilen nikahı, bir tutanakla kadılara gönderiyorlardı. Bu suretle, nikah akitleri kayıt altına alınmış oluyordu. Nikahta imamların görev almış olmaları, onların imamlık niteliği ile ilgili olmaktan çok, her mahallede bir imamın bulunması ve bu işle onların görevlendirilmesi sayesinde halka kolaylık sağlanmasıyla ilgilidir. İmamın resmen nikahta görev alması ve bunun için kadıdan önceden izinnâme 535 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.282. 160 alınması, şer’î hukukta mevcut olmayıp, tamamen örfî hukukun mahsulüdür. Tanzimat’tan sonra çıkartılan çeşitli kanunlarda, imamın resmi nikah görevlisi olduğu belirtilmiştir. Yalnız bunlar, nikahın sıhhati için değil, idari zorunluluktan kaynaklanan bir durum olarak kabul edilmiştir. 536 Ne yazık ki bu durum, modern hukukçular ve sosyal bilimcilerin bir çoğu tarafından, batıdaki uygulamalara ilişkin bilgilerin etkisiyle, dini nikah olarak değerlendirilmiştir. Dini nikah anlayış ve uygulaması Hıristiyan toplumlarda görülmektedir. Çünkü Hıristiyanlık’ta evlenme, İsâ’nın kilise ve tanrı ile teşkil ettiği farazî birliğin ifadesi sayılmaktadır. Bu bakımdan Hıristiyanlık’ta rızaya dayanan bir akit olmasına rağmen, rûhânî bir şahıs önünde akdedilmeyen evlenme, mükemmel bir evlenme sayılmaz. Hıristiyanlarda, 10. y.y. dan sonra, evlenme merasimine bir rûhânî iştirak etmeye başlamış ve daha sonraları bu uygulama, nikahın kilisede bir rahip önünde akdedilmesini ve bunun mecburiyetini sonuç vermiştir. Bu uygulama, evlenmeye dini bir mahiyet katmıştır. Avrupa’da evlenmenin dini bir mesele olmaktan çıkıp devlet meselesi haline gelmesi, ancak Fransız ihtilalinden sonra gerçekleşmiştir. 537 Medeni hukukumuza göre, evliliğin hukuken meydana çıkması için şu üç şartın bulunması gerekir. Birincisi; evlenecek kişilerin ayrı cinslerden olması. İkincisi; evlendirme memuru önünde ve onun katılımı ile yapılması. Üçüncüsü ise İradelerde uygunluk olması ve irade beyanlarının aynı mecliste yapılması. Bu üçünden birisi olmadığı zaman orada hukuki bir evlilikten bahsedilemiyor. 538 Medeni kanunun evlenme sistemiyle klasik fıkıh kitaplarındaki evlenme şekli arasında bir fark yoktur. Şahitlik olayının daha iyi bir şekilde gerçekleşmesi de medeni hukuktaki evlenme şeklinin artı yönlerinden birisidir. Çünkü; medeni hukuktaki evliliğe göre, nikah akdi resmi kayıt altına alınmaktadır. Toplumumuzda genellikle, resmi nikahtan sonra bir de imam nikahı kıyılmaktadır. Bu bazen teberrüken ve dua amacıyla yapılırken, bazen de resmi nikaha güvenmemeden ve onun geçersiz olduğu inancından kaynaklanmaktadır. Bir de günümüzde köy kesimlerinde ve üniversiteli gençler arasında görülen imam 536 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.284. 537 Cin, a.g.e., s.281. 538 Medenî Kanun, 108.1; Feyzioğlu, Aile Hukuku Dersleri, s.89. 161 nikahı vardır ki burada iki şahitle evlenme gerçekleşir. Bu davranışla, yaptıklarının gizli bir şey değil de toplum nazarında, meşru bir olay olduğunu ortaya koyma amacı güdülmektedir. Ancak, böyle iki şahit bulup, sonra da diğer insanlardan gizlemek, nikahın aleniyyeti açısından doğru değildir. Böyle bir nikah, gizli nikah kabul edilmelidir. Zaten bu tür nikahlarda, bir süre sonra, kendiliğinden boşanmalar ve kız tarafından maduriyetler ortaya çıkmaktadır. Anadolu’da görülen evlenme şekillerinden birisi de yukarıda değindiğimiz gibi, resmen evli olduğu eşinin üzerine, imam nikahıyla başka bir kadınla evlenme durumudur. Bu, medenî hukukumuz açısından yasal değildir. 539 Dini yönden dörde kadar yolu var, şeklinde bilinçsiz söylemler olsa da aslında Kur’an’da tek evlilik esas alınmış, zaruret anında birden fazla evliliğe ruhsat verilmiştir. Nitekim bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Eğer yetim kızlar hakkında âdil davranamamaktan korkarsanız, sizin için uygun olan kadınlarla ikiye, üçe ve dörde kadar evlenin. Eğer aralarında adaletli davranamamaktan korkarsanız, bir taneyle yahut elinizin altındaki ile yetinin. Bu, haksızlık etmemeniz için daha elverişlidir.” 540 “(Eşleriniz olan) kadınlar arasında, çok hırslı olsanız bile adaletli davranmaya asla gücünüz yetmez. Buna rağmen hiç olmazsa yalnız birine meyledip de diğerini askıda bırakmayın. Kadınların arasını düzeltir ve onlara kötü muamele etmekten sakınırsanız, Allah, şüphesiz çok bağışlayıcıdır. Çok merhametlidir.” 541 Türklerde evlenme medeni bir muameleydi. Eşlerin ve velilerin rızası, kalın parasının verilmesi, evlenmenin muteber olması için yeterliydi. Ancak, Türkler nikahı din adamlarına da takdis ettirerek, dini bir mahiyete sokmuş oldular. Aslında bu konuda eski Türk adetleriyle İslam’ın uygulaması birleşmektedir. İslam’da da evlilik medeni bir olay olarak kabul edilmiş ve bir din adamının orada bulunup dua etmesi şart koşulmamıştır. Ancak böyle önemli bir olaya, Müslümanların hayatında önemli yeri olan din ve din adamlarının da katılması, bir adet halini almıştır. İslam’ın resmi bir akit olarak kabul ettiği nikah, eski Türklerin adetlerini bugün de devam ettirmesi sonucunda dini bir mahiyet kazanmış olabilir. 542 539 Feyzioğlu, Aile Hukuku Dersleri, s.98-104. 540 4.Nisâ, 3. 541 4.Nisâ, 129. 542 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.278. 162 Eski Türk hukukunda, İslam hukukunda olduğu gibi evlenmeye resmi bir memur iştirak etmiyordu. Yani, evlenmeye devlet müdahale etmiyordu. Aynı durum, Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etmiştir. Ancak, evlenmenin tamamen devletin denetiminden uzak tutulması mahzurlu görülünce, devlet aile hukukunu düzenleyerek evlenmeye müdahale ihtiyacı duymuştur. Osmanlı hukukundaki evlenme ile ilgili hükümler, İslam hukukundaki ile aynı idi. Daha sonra Osmanlı, evlenmek için önce resmi bir makamdan izin alma gereğini hükme bağlayarak, evliliğe bir resmiyet kazandırdı. Buna göre: resmi makamın tayin ettiği bir kimse, evlenmeyi tespit veya ona bir resmiyet vermek amacıyla, tarafların evlenme iradelerini açıkladıkları anda hazır bulunuyordu. 543 Tanzimat’tan sonra, devletin evlenmeye ilk ciddi müdahalesi h.8 şevval 1298, m. 2 Eylül 1881 tarihli Sicilli Nüfus Nizamnâmesi ile gerçekleşmiştir. Bu nizamnâmenin 33. Maddesinde; evlenecek Müslümanlar şer’iye mahkemesinden, gayri müslimler ise kendi dini reislerinden izinnâme almaları zorunlu kılınmıştır. Evlenme akdini yapan imam ya da görevli, en geç 15 gün içerisinde, bir ilmuhaber ile bu akdi nüfus idaresine bildirmesi gerekiyordu. Bunlar da görevli memur tarafından ayda bir kontrol ediliyor ve gerçeğe uygun olup olmadığı tespit ediliyordu. Nikahı akdedip de 15 gün içerisinde bunu bildirmeyen imam ya da dini reislere, para cezası veriliyordu. Boşanma esnasında da aynı görevli imam ya da dini reisin, 15 gün içinde bildirmesi gerekiyordu. Aksi durumda, para cezasına çarptırılıyorlardı.(md. 36). Anlaşılacağı üzere, imam evlendirme memuru olarak görev yapmış ve bunu nüfus idaresine bildirmekle görevlendirilmiştir. İzinsiz nikah kıyan kimseler için de iki yıla kadar hapis cezası getirilmiştir. 544 Osmanlı’da, nikah kıymak için köyün öğretmeninin, imamının, nüfus memurunun ya da muhtarının görevlendirilmesi, bu kişilerin okuma yazma bilen kimseler olmalarından kaynaklanmaktadır. 545 İslam hukuku, evlenmeyi satış veya kira akdi ne kadar dînî ise o kadar dînî kabul etmiştir. Esasında İslam’da din adamları sınıfı diye bir şey olmadığı için imamlık makamı diye bir makam da sonradan, zaruret sonucu, ortaya çıkmış bir 543 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme., s.280. 544 Cin, a.g.e, s.289. 545 Cin, a.g.e, s. 298. 163 olgudur. Evliliğin gerçekleşmesi için evlenecek kadın ve erkeğin iki şahit huzurunda evlenme iradelerini ifade etmeleri yeterlidir. Taraflar, ister dua okurlar isterse okumazlar. Ya da bir başkasına okutabilirler. Dua okunan nikahla okunmayan nikah arasında geçerlilik açısından bir fark yoktur. Biri diğerinden daha kutsal değildir. Ancak, nikah esnasında dua ve hutbe okunması halkın vicdanında kabul görmüştür. Zamanla, evlenme dini bir mahiyet kazanmış ve Medeni kanunun, resmi nikah zorunluluğu getirmesine rağmen yine de imam nikahı ile evlenmeler devam etmiştir. Halk nazarında, imam nikahı resmi nikahla eşittir, hatta daha öndedir. İnsanlar, imamın okuyacağı duadan bereket beklemektedir. Ayrıca, nikah esnasında, sihir yaparak damadı bağlamak isteyenlerin, bu duâ ile önleneceğine inanılır ve bu yüzden de duâ ihmal edilmez. Görüldüğü gibi Anadolu halkı, nikahla ilgili uyguladığı örf ve âdetlerde Hz. Peygamber’in hadislerini örnek almış ya da ona ters düşmeme konusunda hassasiyet göstermiştir. 3.3. Nikahta İlan Günümüzde evlenme başvurusunun ilanı kanunen zorunlu değildir. Medenî kanunun 98. Maddesinin 3. Fıkrasına göre, evlenme başvurusu, erkeğin ve kadının hem ikametkahlarının bulunduğu hem de nüfuza kayıtlı oldukları yerde ilan edilirdi. 97. Maddenin 1. Fıkrasına göre de bu süre 15 gün idi. Ancak evleneceklerden birisi hasta olur ve ilan edilen tarihte düğünün olmama ihtimali olursa, bu durumda evlenme ilansız yapılırdı. Fakat 21 kasım 1984 tarih ve 18582 sayılı resmi gazetede yayınlanan ve 1587 sayılı nüfus kanununun bazı maddeleriyle medenî kanunun 97111. Maddelerinde değişiklikler yapan 3080 sayılı kanunla evlenme başvurusunun ilanına son verilmiştir. (Md.2/111, 6). Artık, evlenmek isteyen nişanlılar, yetkili evlendirme memuruna başvuracak, evlendirme memuru gün belirleyecek, belirlenen gün ve yerde nikah kıyılacaktır. Ayrıca ilana gerek yoktur. 546 H.A.K.’ın 33. Maddesi “nikah akdi yapılmadan önce, durum ilan edilir” hükmünü koymuştur. 547 Hadislerde bildirildiğine göre de Hz. Peygamber (s.a.v.), def 546 Zevkliler, Medenî Hukuk, s.701. 547 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.299. 164 çalınarak nikahın ilan edilmesini tavsiye etmiştir. Gizli yapılan nikahın muteber nikah olmadığı, insanları suizanna teşvik edeceği, rivâyetlerde ifade edilmiştir. Nitekim, Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.): “Nikahı ilan edin. Onu mescitlerde yapın ve üzerine de def çalın” 548 başka bir hadiste de: “Bu evlenme işini (halka) duyurun ve bunun için def çalın” buyurmuştur. 549 Yukarıdaki rivâyetler, nikahın aleni olmasını emrediyor. Bir erkekle kadının, kendi aralarında anlaşarak yapacağı birleşme, meşru evlilik olarak kabul edilmemiştir. Bundan dolayı hadislerde meşru birleşmeyle gayri meşru anlaşma, yani helal ile haram birleşme, arasındaki farkın, aleniyetle gizlilik olduğu ifade edilmiştir. Helal olan; def çalarak, güfte okuyarak, veya herhangi bir şekilde ilan edilerek yapılandır. Gizliden sessizce yapılan ise gayri meşru kabul edilmiştir. Bu yüzden, Anadolu düğün ve nikahlarında, ilan şartı çeşitli şekillerde yerine getirilmektedir. Davetiye bastırma, düğün evine bayrak asma, çalgı aletleriyle çevreye duyurma gibi şeyler bunlardan bazılarıdır. Anropolok Delaney nikahtan önce ilan etmeyi, bizce de makul olan, çiftin evlenmesine dini yönden bir sakınca varsa, yani süt emme veya başka sebeplerle, insanların müdahale etmesine fırsat verme olarak yorumlamıştır. 550 3.4. Mehir Mehir: Evlilik esnasında erkeğin kadına verdiği bir miktar mal ya da paradır. Mehir; sadak, nihle, ecir, fariza, hibâ, ukr, alâik, tavl, nikah gibi isimlerle de ifade edilmektedir. 551 Kur’ân’da mehirle ilgili olarak şöyle buyrulmuştur: “Kadınlara mehirlerini gönül rahatlığıyla verin. Eğer o, mehrinden gönül rızasıyla size bir şey bağışlarsa, 548 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089. 549 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1895. Ayrıca bu konuda bakınız;et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1088; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 72, (VI, 127, 128); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20, (I, 611), no: 1896; A.b. Hanbel, Müsned, III, 418; IV, 5, 259; el-Beyhakî, Sünen, VII, 289, no: 14471. 550 Delaney, Tohum ve Toprak, s. 153. 551 Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 198-199. 165 onu da rahat rahat yiyin.” 552 Ayrıca, Nisa 24 ve 25. Âyetlerde de mehrin verilmesi gereği şöyle ifade edilmiştir: "(Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (câriye) ler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz de haramdır. (İşte bunlar) size Allah'ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız), size helal kılındı. O halde onlardan ne kadar yararlandınızsa, ona karşılık kesilen mehirlerini bir hak olarak verin. Hakkın (mehrin) kesiminden sonra karşılıklı anlaşma (anlaşmak suretiyle anlaşılandan az veya çok vermeniz) de üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." 553 "İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (olan cariyeleriniz) den alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz (hepiniz Âdem soyundansınız, insanlık bakımından aranızda bir fark yoktur.) Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla, sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, mehirlerini de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara yapılan işkencenin yarısı uygulanır. Bu (câriye ile evlenme), içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise, sizin için daha iyidir. Allah bağışlayan, esirgeyendir." 554 Mehrin akit esnasında tespit edilip belirtilmesi sünnettir. Nikah akdi mehirsiz gerçekleşmişse sahihtir. Ancak, kadın mehrinden vazgeçmediği sürece, ona mehri verilmesi gerekir. 555 Mehrin miktarıyla ilgili olarak üst sınır konulmamakla birlikte, alt sınırı hakkında miktar tayin edilmiştir. Nitekim, Ebû Seleme b. Abdirrahman b. Avf (r.a.) konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “Ben Aişe’ye (r.a.) Peygamber’in eşlerinin mehrinin ne kadar olduğunu sordum. Aişe (r.a.): ‘Onun eşleri hakkındaki mehri, on iki okiyye ve bir neşş idi. Neşş’in ne olduğunu biliyor musun? O yarım okiyyedir. O 552 4.Nisâ, 4. 553 4. Nisâ, 24. 554 4. Nisâ, 25. 555 Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 200. 166 (on iki buçuk okiyye) da beş yüz dirhem gümüştür’ diye cevap verdi.” 556 Ancak bu konuda zorlamaya gidilmemiş ve bulamayanlar için kolaylıklar sağlanmıştır. Sehl b. Sa’d’ın (r.a.) anlattığına göre bir kadın (evlenme teklifiyle) Peygamber’e (s.a.v.) gelir. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Kim bu kadınla evlenmek ister?” diye sorar. Biraz sonra bir adam: “Ben” der. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.v.) adama: “Demirden bir yüzük bile olsa kadına (mehir olarak bir şey) ver, buyurur.” Sonra adam Hz. Peygamber’e “demirden bir yüzüğüm bile yoktur. Hiç bir şey bulamadım” der. Hz. Peygamber (s.a.v.) adama: “Kur’ân’dan ezberindeki sûreleri kadına öğretmen şartıyla, seni onunla evlendirdim” buyurur.” 557 Başka bir rivâyette, İbn Abbas’ın bildirdiğine göre bir kadın gelerek kendini Hz. Peygamber’e arz eder. O, uzun bir süre susar. Sonra bir adam gelerek; “Onunla evlenmeyeceksen onu benimle evlendir Yâ Rasûlallah!” der. Hz. Peygamber de kadına verecek bir şeyi olup olmadığını sorar. O da; “ancak bu izarım var” der. Allah Rasûlü (s.a.v.); “Onu verirsen sen izarsız kalacaksın. Öyleyse, demir bir yüzük bile olsa, kadına vermek için bir şeyler araştır” buyurur. 558 Abdullah b. Âmir b. Rebîa’nın babası (Âmir b. Rebîa)’nın (r.a.) rivâyet ettiğine göre, Benî Fezâre (kabilesin)’den bir erkek, (mehir olarak) bir çift ayakkabı karşılığında nikahını kıymış, Hz. Peygamber de (s.a.v.) onun (kıyılan) nikahını geçerli saymıştır.” 559 Allah Rasulü (s.a.v.) Hz. Hatice ile evlenirken mehir olarak 20 dişi deve vermeyi vaat etmiştir. 560 Bu hadislerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber (s.a.v.), mehir konusunda insanları zorlamamış, hiçbir şeyi olmayanların sembolik bir şeyler vermesini tavsiye 556 Müslim, Sahih, Nikâh, 78, (II, 1042); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 27-28, (II, 582), no: 2105; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 17, (I, 607), no: 1886; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 18, (II, 463), no: 2205; A. b. Hanbel, Müsned, VI, 93. 557 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 17, (I, 608), no: 1889; Ayrıca bkz. el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 14, (VI, 122); A.b. Hanbel, Müsned, I, 21; II, 163, 179; Ebû Ya’lâ, Müsned, VI, 200, no: 3483; et-Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, VI, 142, no: 5781; VI, 183, no: 5934; ed-Dârekudnî, Sünen, III,250, no: 24; eşŞâfiî, Müsned, s. 231. 558 er-Rebî, Müsnedü’r-Rebî, I, 207, no: 515. 559 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 17, (I, 608), no: 1888. 560 Martin Lings, Hz. Muhammed'in Hayatı, s.62. 167 etmiştir. Hatta bir sahabiye, ezberindeki Kur’ân âyetlerini eşine öğretmeyi tavsiye ederek evlenmelerini sağlamıştır. İslam toplumu, mehir uygulamasını özümsemiş ve bir âdet haline getirmiştir. Yukarıda örneğini kaydettiğimiz, Anadolu Türk düğün törenindeki nikah kıyma olayında da “şu kadar mehrile falanı eş olarak kabul ettin mi? şeklinde ifadesini bulmuştur. Mehir vermeden hatta mehir verme niyeti olmadan evlenen kimseler, toplumda hoş görülmemiş, ve bu kişilerin şu rivâyete ters düştüğü sebebiyle günah işledikleri kanaatine varılmıştır. Çünkü rivâyette; Herhangi bir adamın, bir kadının mehrini ya da daha fazlasını vermeyi, içinden vermeme niyetiyle, söylemesi ve onu aldatması, sonra da o mehri vermeden önce ölmesi durumunda, Allah’ın huzuruna zina etmiş biri olarak çıkacağı ifade edilmiştir. 561 Anadolu kültüründe mehir verme âdeti, o kadar yerleşmiştir ki evlenen kişiler, farkına varmadan, geline mücevherler takarak, mehirlerini vermektedirler. Bununla birlikte, nikah kıyılırken ayrıca mehir sorulmakta ve mehri müeccel olarak, bazı taahhütlerde bulunulmaktadır. Mehri andıran bir uygulama da kalın parası verme, adetidir. Eski Türklerde, evlenmenin önemli şartlarından birisi, erkek tarafının kızın babasına bir miktar mal vermesiydi. Tarafların sosyal ve ekonomik durumuna göre değişen bu mala “kalın” denilirdi. Çukurova yöresinde kısa bir zaman öncesine kadar bu âdet sürdürülmekteydi. Ancak şu anda karşılaşılmamaktadır. Eski Türklerde kalın parası, dört kısma ayrılır ve her birisi değişik amaçlarla kullanılırdı. Bunlar: 1. Kara mal: Kızın babasına verilir ve kızın çeyizi için harcanır. 2. Yelü: Erkeğin, nişanlısını ilk ziyaretinde ona verdiği hediyedir. 3. Tüy-mal: Düğün masraflarını karşılamak için verilen 20-60 at arasındaki bir hediyedir. 4. Süt Hakkı: Damat adayının kızın annesine verdiği hediyedir. 561 el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 31. 168 Kalın parasının niçin verildiği ile ilgili değişik görüşler öne sürülmüştür. Bazıları onu bir satış bedeli, evlenmeyi de bir satış olarak kabul ederken, bazıları da, Türklerin kadını alınıp satılan bir meta olarak görmediklerinden dolayı, bunu kabul etmeyerek, nezaket gereği kız ailesinin yetiştirme masrafına ortak olma şeklinde yorumlamışlardır. Bunlara göre, kız evleninceye kadar babanın evinde emaneten büyütülüp muhafaza edilir. Bunun için anne ve baba, yapılan masrafları isteme hakkına sahiptir. Bazıları bunu, kızın terbiye ve eğitim masrafı olarak görürken, bazıları da, Yakut Türklerinde olduğu gibi, kız üzerindeki babanın velâyet hakkının satın alınması olarak görmüşlerdir. 562 Kalın parası tespit edilince evlilik gerçekleşmiş sayılır ve geriye formaliteleri tamamlamak kalırdı. Onun için “kalın” bazı yükümlülükleri de beraberinde getirirdi. Örneğin; kızın ailesi çeyizi hazırlayıp düğünde teslim etmek zorunda kalırdı. Eğer hazırlayamazsa, uyarma, mühlet verme ya da kızı kaçırma hakkı ortaya çıkardı. Kalın verildikten sonra nişan bozulursa, hangi tarafın bozduğuna bakılır. Kız tarafı bozdu ise kalın geri verilir, erkek tarafı bozdu ise geri verilmezdi. Erkek ölürse, kalın geri iade edilirdi. Ancak erkeğin kardeşleri isterse, kız ile evlenebilirdi. Erkeğin hiçbir kardeşi evlenmek istemezse, kalını kız tarafından geri isteyemezlerdi. Kızın ölümüyle nişan bozulursa kalın geri verilir, ancak kızın diğer kız kardeşini verirlerse buna gerek kalmazdı. Baldızı ile evlenen genç, bir miktar daha kalın eklerdi. Onun için bu kalına, “baldız kalın” derlerdi. 563 Çukurova yöresinde halen nişan töreninde biriken paralar, kız tarafına verilir ve onunla kıza çeyiz alınır. Bu uygulama, Türklerin eski adetlerinden olan kalın adetinin bir şekli olarak algılanabilir. İslam hukukundaki mehirle kalın ve başlık arasında önemli farklar vardır. Kalın ve başlık kızın babasına veya ailesine verildiği halde; mehir, bizzat evlenecek kadının kendisine verilir. Diğer taraftan, mehrin önceden tespit edilmesi veya hiç verilmeyeceğinin kararlaştırılması evlenmenin sıhhatine tesir etmez. Halbuki kalın ve başlık, evlenmenin ön şartı olup, önceden miktarı tespit edilmeden ve tamamı veya 562 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s.273. 563 Bu konuda bkz. Cin, a.g.e., s.274 vd. 169 bir kısmı peşin ödenmeden, yahut ödenmesi garanti altına alınmadan, evlenme mümkün değildi. 564 Anadolu’da uygulanış şekliyle “kalın” diye tabir edilen para, kızın kendine değil de ailesine verildiğinden, mehirden farklı olduğu açıktır. Kızın düğün hazırlıkları ve çeyizlerinin tamamlanması için verilse de, yine de tasvip edilemeyecek bir uygulama olarak görülmektedir. Evlilik, bir kadınla bir erkeğin ortak aile kurması olarak kabul edilirse, her iki taraf da bu yeni aileye eşit harcama yapmak durumundadır. Bir taraf oğlunu evlendirirken, diğer taraf da kızını evlendirmektedir. Dolayısıyla anne ve babaların kız ya da erkek demeden, çocuklarının düğün masraflarına ortak olmaları, toplumun da ortak arzusu olduğundan bunu meşrulaştırmak için bir rivâyet dahi ihdas edilmiştir. İbn Arrak’ın Tenzîhu’ş-Şerîa’sında kaydedilen rivâyette: “Kim oğlunu veya kızını evlendirmek için bir dirhem harcamada bulunursa, Allah ona her dirhemi için cennetten bir şehir, her dânik’ı (dirhemin altıda biri) için de bir Haç ve Umre (sevabı) verir,” 565 denilerek bu hususa işaret edilmiştir. 3.5. Nikahta Aldatma Anadolu’da, az da olsa görülen, nikahta aldatma iki şekilde gerçekleşmektedir. 1. Evlenecek erkeğin, özürlü olması durumunda, onun yerine başka birisinin gösterilip, zifaftan önce gerçekte evlenecek kişinin ortaya çıkartılması. Bu davranışı yapanlar, bir aile kurmak amacıyla yaptıkları için bunu hayırlı bir iş olarak görmüş ve meşru göstermek için de bir rivâyet ihdas etmişlerdir. Nitekim mevzu bir rivâyette konuya şöyle işaret edilmiştir: “Sadece nikahta hile ve aldatma olur. (Onun dışında doğru olmaz.)” 566 Ancak böyle bir şey, kabul edilmesi mümkün olmayan ve dini yönden de çok mahzurları olan bir durumdur. Çünkü, daha önce de izah ettiğimiz gibi, yetişkin bir kadın, istemediği birisiyle evlendirilemez. 564 Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s. 280. 565 İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şerîa, Nikâh, II, 215. 566 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 269; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, II, 143. 170 2. Evlenecek kıza, bir başkasından ödünç altın takılarak yapılan aldatma. Buna göre; nikahtan önce bir başkasından ödünç alınan altın vb. mücevherler, düğün süresince evlenecek kızda kalır. O zamana kadar kendisine ait olduğunu zanneden gelin, evlilikten sonra, onu sahibine vermek zorunda olduğunu öğrenir. Aldatıldığını anlayınca, pek memnun olmaz, ancak yapacak bir şey olmadığından, bu duruma razı olmak zorunda kalır. Yapılan iş, altın almaya gücü olmayan ailelerde gerçekleştirilir. Ancak, mehir olarak da kabul edilen bu takıların, alınmak maksadıyla takılması ve kızın aldatılması, doğru bir davranış değildir. Nitekim terğîb ve trhîb türü bir rivayette konuyla ilgili olarak; “Herhangi bir adam, bir kadına mehrini ya da daha fazlasını vermeyi, içinden vermeme niyetiyle, söyler ve onu aldatırsa, sonra da o mehri vermeden önce ölürse, Allah’ın huzuruna zina etmiş biri olarak çıkar” 567 denilmektedir. Osmanlı döneminde de bu tür uygulamalar vardı. Gelin için gerekli olan bütün mücevherler, herkeste bulunmadığı ve bir kısmının da diğer zamanlarda kullanılamayacağı için, bunlar ya ekâbir dostlardan tedarik edilir, veya böyle düğünlerde kira ile mücevher veren ve halk arasında “elmasçı” denilen kadınlardan temin edilirdi. Bazen de kefil gösterilerek dışarıdan bedeliyle üç günlüğüne alınırdı. 568 Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında da ödünç mücevher alıp verme adeti olduğunu, Hz. Aişe’nin (r.a.) Hz. Esma’dan bir gerdanlık ödünç alıp, sonra da onu kaybettiğini hikaye eden rivâyetten anlamaktayız. 569 Bu uygulama, günümüzde mücevher takma gücüne sahip olmayan kişiler tarafından gelini aldatma yolu olarak kullanılır hale gelmiştir. 3.6. Şiğar (Karşılıklı Kız Değiştirme) Şiğar; kelime olarak kaldırmak anlamına gelip, bir nevi trampa nikahıdır. İbn Ömer’in (r.a.) bildirdiğine göre, “Allah Rasûlü (s.a.v.) şiğar nikahını yasaklamıştır. Şiğar: Aralarında mehir olmamak üzere bir kimsenin kızını başkasına, o da kızını 567 el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 31. 568 Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, s. 125. 569 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 65, (VI, 141). 171 kendisine vermek şartıyla nikah etmesidir.” 570 İbn Nümeyr şunu da eklemiştir: “Şiğar, bir kimsenin diğerine: sen bana kızını tezvic et; ben de sana kızımı tezvic edeyim, yahut bana kız kardeşini ver, ben de sana kız kardeşimi vereyim demesidir. 571 Abdullah b. Amr (r.a.), “Rasûlullah (s.a.v.) İslam’da şiğarın olmadığı konusunda hüküm verdi, demiştir.” 572 Semüre b. Cündeb ve Vâil b. Hacer’in (r.a.) bildirdiğine göre “Rasûlullâh (s.a.v.), kadınlar arasında şigarı yasaklardı.” 573 Câhiliye devri nikahlarından olan şiğar hakkında İslam âlimleri ihtilaf etmişlerdir. Hanefilere göre bu akd, bahse konu kadınlara mehri misil vermek şartıyla geçerlidir. İmam-ı Şafi gibi bazı alimler, böyle bir nikahın batıl olduğunu söylerken, İmam-ı Malik, bu çeşit nikahın mensuh olduğu görüşündedir. 574 Günümüz Anadolu toplumunda, şiğar nikahının bir benzeri, Şanlı Urfa ilinde şu şekilde görülmektedir: evlenme çağındaki iki erkeğin bir birinin kız kardeşiyle evlenmesine “değişik” denir. Damat adayları anlaşır, aile reislerinin onayı alınır, iki evden çıkan düğün alayları yarı yolda karşılaşır, yaşlı iki erkek gelinleri değiştirir ve dînî nikah kıyılır. Gelinlerden biri ölürse, öbür taraf kızını geri alır. Gelin geri verilmek istenmezse, başlık ödenir. 575 İki erkek birbirinin kız kardeşleriyle evlenmekte ve karşılıklı akraba olmaktadırlar. Başlık ve kalın parasının yaygın olduğu dönemlerde, böyle bir evlilik maddi menfaat sağlamaktaydı. Ancak bugün böyle bir şeyden yoksun olmakla birlikte varlığını sürdürmektedir. Bu tür evlilikler, bazı mahzurlu yönlerinden dolayı ailelerin yıkılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu şekilde yapılmış bir evlilikte problem çıktığı zaman, o problem aynen diğer söz 570 Müslim, Sahih, Nikâh, 57, (II, 1034); Ayrıca bkz. Nikâh, 58, 59, 60, 61, 62, (II, 1034); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 16, (I, 606), no: 1883- 1885; Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 14, (II, 560), no: 2074; etTirmizî, Sünen, Nikâh, 30, (III, 431-432), no: 1124; Mâlik, Muvatta, Nikâh, 11, (II, 535); edDârimî, Sünen, Nikâh, 9, (II, 459), no: 2186; A. b. Hanbel, Müsned, II, 7, 19, 35, 62, 216, 286, 439, 496. 571 Müslim, Sahih, Nikâh, 61, (II, 1035). 572 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 266. 573 el-Heysemî, a.g.e., IV, 266. 574 es-Serahsî, el-Mebsût li’s-Serahsî, V, 105; Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 257-258. 575 İl-İl Büyk Türkiye Ansiklopedisi (Milliyet Gazetesi), III, 871. 172 konusu aileye de yansımakta ve eğer boşama vaki olmuşsa misilleme olarak diğerini de boşama yoluna gidilerek sebepsiz yere, uyumlu ailelerin bozulmasına neden olmaktadır. Aslında bu tür evlilikte, din açısından bir sakınca yoktur. Nikah düştüğü sürece evlenmek mümkündür. Ancak, doğuracağı kötü sonuç açısından tedbir alınması gereken, toplumsal bir mesele olarak varlığını sürdürmektedir. 4. NİKAHLANMASI YASAK OLANLAR Geçerli bir evliliğin kurulabilmesi için, evlenme ehliyetinin olması gerektiği gibi aynı zamanda evlenme engellerinin de bulunmaması gerekir. Evlenmeye engel teşkil eden durumların tamamı aynı derecede değildir. Bunlardan bazılarının bulunması halinde ebediyyen evlenmek yasak olurken, diğer bir kısmı ise geçiçi olarak yasaklık sağlamaktadır. Evlenmeyi ebediyyen haram kılan durumlardan birisi varsa, evlilik gerçekleştirilemez. Böyle yapılan bir evlilik geçersizdir (M.K.112) ve iptal edilerek ortadan kaldırılır.(M.K. 113 vd.) Buradaki geçersizlik, kesinlikle yasak olduğu anlamındadır. Örf ve âdetleri yansıtan Türk Medenî kanununa göre, hısımlar arasındaki evlenme yasağı, onların tamamını kapsamaz. Yasalar, ancak belirli bir dereceye kadar, hısımlar arsında evlenmeyi menetmiştir. Daha uzak olanlar arasında evlenme yasağı yoktur. Kanun, evlenme yasağını koyarken, yakın akrabalar arasındaki evliliklerden sağlıksız, özürlü, anormal çocukların doğmasını engellemek istemiştir. Zaten, teyze ve hala gibi yakın akrabalarla evlenerek cinsel yönden birleşmek, ahlâkî ve dini düşüncelere aykırıdır. Yasa, yakın hısımlar arsındaki evlilikleri engellerken, bu ahlâkî düşünceyi de göz önünde tutmuştur. 576 Medeni kanun, sadece kan hısımları arasında değil, kayın (sıhrî) hısımları arasında da belirli bir dereceye kadar evlenmeyi yasaklamıştır. Kan hısımlığı, “alt soy – üst soy kan hısımlığı” ve “yan soy kan hısımlığı” olmak üzere ikiye ayrılır. Bu iki çeşit yönünden evlenme yasağı aynı değildir. Alt soy- üst soy (usül- füru) kan hısımları arasında kaçıncı dereceden olursa olsun 576 4. Nisâ, 22-24. 173 sınırsız bir evlenme yasağı vardır. (MK. 92/1). Yani, anne-baba, çocuk, torun, dede, nine, torun çocukları, torun torunları, büyük anne ve büyük babalar arasında her derecede geçerli olan bir evlenme yasağı vardır. Alt soy- üst soy arasındaki soy bağı (nesep) düzgün olmasa dahi bu yasak geçerlidir. Hatta evlenme yasağı için doğal bir kan bağı yeterlidir. Düzgün (sahih) ve düzgün olmayan bir soy bağının kurulmuş olması şart değildir. Medeni kanun, nesep sahih olsun ya da olmasın bu hısımlar arasında evlenmeyi yasaklamıştır. 577 Yan soy kan hısımlığında ise evlenme yasağı, belirli bir hısımlık derecesiyle sınırlandırılmıştır.Üçüncü dereceye kadar (üçüncü derece dahil) yan soy kan hısımları bir biri ile evlenemezler. Buna göre kardeşler, amca, dayı, hala, teyze ile yeğenler arasında evlenme yasağı vardır.(MK: 92/1). Medeni kanun, kardeşlerin sadece ana bir ya da baba bir olmaları durumunda yani yarım kan kardeşler arsında da bu yasağın geçerli olacağını açıkça belirtmiştir.(MK. 92/1). Buna karşılık, yarım kan dayı, amca, hala, teyze ile evlenmenin yasak olup olmadığı medeni kanunda belirtilmemiştir. Ancak Anadolu toplumunda, değer yargılarına aykırı düşeceği gerekçesiyle, bunlarla evlenmenin de yasak olduğu kabul edilmektedir. Üvey kardeşlerin anne ve babaları ortak olmadığından, bunlar arasında evlenme yasağı da yoktur. Yan soy hısımları arasındaki evlenme yasağı, üçüncü dereceye kadar olduğundan, dördüncü dereceden hısım olan kardeş çocukları birbirleri ile evlenebilir. Medeni kanunda, İslam’ın kabul ettiğinden farklı olarak, aralarında bir kan bağı olmadığı halde, aynı kadının sütünü emen kişiler arasında, evlenme engeli yoktur. Türk medeni kanunu, ahlâkî ve dînî nedenlerle, kayın hısımları arasında da evlenme yasağı koymuştur. Buna göre, eşlerden her biri, diğer eşin alt ve üst soyu ile evlenemez. 578 Örneğin bir kişi, eşinin anne ve babası, dede ve ninesi, alt soyu (füru) ile evlenemez. Diğer eşin alt soyu ile evlenememekten amaç, o eşin bir başkasından olan alt soyudur. Yoksa, ortak çocuklar, birinci dereceden alt soy kan hısımı olduklarından onlarla zaten evlenilemez. Evlilik sona erse dahi diğer eşin alt ve üst 577 Medenî Kanun, 92/1 578 Medenî Kanun, 92/2. 174 soyu ile evlenme yasağı devam eder.(MK. 92/2). Bir kişi, evlilik sona erse de kayın pederi ya da kayın validesi ile evlenemez. Buna karşılık, evlilik sona erdikten sonra eşlerden birinin bir başkasıyla yaptığı evlilikten olan alt soyu ile daha sonraki eşinin evlenmesinde bir sorun yoktur. Eşlerden her biri diğerinin alt ve üst soyu ile evlenemez. Yan soy kayın hısımlığı yönünden bu yasak geçerli değildir. Bir kişi eşinin kardeşi, dayısı, halası, teyzesi ve daha uzak yan soy hısımları ile evlenebilir. Ancak buradaki evlenme imkanı, mevcut evlilik ortadan kalktıktan sonra söz konusu olur. Çünkü evlilik devam ederken, ikinci bir evlilik zaten yapılamaz.(MK.93) Yukarıda kaydettiğimiz, medeni kanunla ilgili bilgiler, Anadolu kültürünü aynen yansıtmaktadır. Zaten, kanun dışı bir uygulama ceza gerektirir. Kanunlar, halkın uygulama ve inançlarından özetlenerek hazırlandığından dolayı bu durum tabii bir sonuçtur. Şimdi, İslam’ın bu konudaki nasslarını da inceledikten sonra, Anadolu örf âdetlerinin, dolayısıyla kanunlarının ne kadar nasslara uygun olduğu ve örf-âdetlerin oluşması ve meşrulaşmasında etkisinin ne ölçüde gerçekleştiği görülecektir. Kur’ân’da, nikah edilmeleri helal ve haram olan kadınlar, nisa suresinin 22, 23 ve 24. âyetlerinde bildirilmiş ve meâlen şöyle buyurulmuştur: “Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin. Ancak geçmişte olan müstesna. (Bu yüzden size bir vebal yoktur). Bu bir fuhuş, çirkin bir davranış ve kötü bir âdet idi. Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup yanınızda büyüttüğünüz üvey kızlarınız – eğer anneleriyle zifafa girmemiş iseniz, (üvey kızlarınızla evlenmenizde) bir beis yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri (ile evlenmeniz) ve iki kız kardeşi (nikahınız altında) birleştirmeniz size haram kılınmıştır. Ancak (bunlar haram kılınmazdan önce) geçen geçmiştir. (Bu yüzden size bir günah yoktur). Allah şüphesiz çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. (Savaş esiri olarak) Mülkiyeti elinize geçmiş olan (kâfir câriye kadın)lar dışında, kocası bulunan diğer bütün kadınlar da, Allah’ın üzerinize yazılı farzı olarak size haram kılınmıştır. Bunların dışındakiler ise namuslu bir şekilde ve zinadan kaçarak, mallarınızla 175 (mehrini verip evlenmek için) arzu etmeniz size helal kılınmıştır. (Evlenilmesi size helal kılınan kadınlardan) kendisiyle evlenip faydalandığınıza, belirlenen mehirlerini verin. Mehrin belirlenmesinden sonra, aranızda gönül rızasıyla (yeni bir miktar üzerinde) anlaşmanızda size bir vebal yoktur. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir; mutlak hüküm sahibidir.” 579 Yukarıda kaydettiğimiz âyetler ışığında, İslam’da nikahlanması haram olan bu on dört kısım kadın hakkında, kısa açıklamalarda bulunmak istiyoruz. Öncelikle bunları maddeler halinde gösterip daha sonra bir bir ele alacağız. Evlenilmesi haram olanları iki sınıfta inceleyebiliriz: 1. Evlenilmesi ebedî haram olanlar: a. Nesep yoluyla haram olan kadınlar. b. Musâhere (evlilik) yoluyla haram olan kadınlar. c. Süt emme yoluyla haram olan kadınlar. 2. Evlenilmesi geçici olarak haram olanlar: a. Üç talak ile boşanmış olan kadınlar. b. Bir başka kocaya nikahlı olan kadın. c. Semâvî bir dine bağlı olmayan kadın. d. Kadını; kız kardeşi, halası veya mahrem kadınlardan birisiyle aynı anda nikah altında tutmak. e. Dört kadınla evli bir erkeğin beşinci karısı. 580 579 4. Nisâ, 22, 23, 24. 580 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Zeynüddîn İbrahim b. Muhammed b. Muhammed b. Bekr, elBahru’r-Râik, III, 98-117; el-Mergînânî, el-Hidâye Şerhu’l-Bidâye, I, 191-196; ez-Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 105-139; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II, 216-227;Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 1318-1325; Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, II, 237-249. es-Sâbûnî, Ravâiu’lBeyân Tefsîru âyâti’l-Ahkâm mine’l-Kur’ân, I, 282-290. 176 4.1. Evlenilmesi Ebedî Haram Olanlar. 4.1.1.Nesep Yönünden Haram Olanlar: Nesep yönünden haram olanları Yüce Allah Nisâ sûresinin 23 ve 24. âyetlerinde belirtmiştir. Âyette sayılan sınıfları sırasıyla aşağıya kaydedeceğiz. Anneler: Annelerle maksat, yalnız kişinin kendi annesi değil, kendi annesiyle birlikte annesinin annesi ve babasının annesi, yukarıya doğru giden anneleri de buna dahildir. 581 Bunun için âyet-i kerîmede ( = )أﻣﻬ ﺎﺗﻜﻢanneleriniz tabiri kullanılmıştır. Annelerle beraber bütün nineler de kast edilmiştir. 582 Kızlar: Âyet-i Kerîme’deki ( )وﺑﻨ ﺎﺗﻜﻢkızlarınızdan maksat, kendi kızlarıyla birlikte, gerek oğlunun, gerek kızlarının kızları, yani kişinin oğlu ve kızı tarafından bütün sulbî torunlarıdır. 583 Kız kardeşler: ( )وأﺧ ﻮاﺗﻜﻢAnne baba bir ve gerek anne bir gerekse de baba bir kardeşlerdir. Halalar: ( )وﻋﻤﺎﺗﻜﻢBunlar, babalarının ve dedelerinin kız kardeşleridir. Teyzeler: ( )وﺧﺎﻻﺗﻜﻢKişinin annesinin ve ninelerinin kız kardeşleridir. Erkek kardeşin kızları: ( )وﺑﻨ ﺎت اﻷخBunlar, kişinin gerek anne ve baba bir, gerekse yalnız anne ve yalnız baba bir erkek kardeşin kızlarıdır. Ne kadar aşağı inilirse inilsin bütün yeğenleri içerir. Kız kardeşin kızları: ()وﺑﻨ ﺎت اﻷﺧ ﺖBunlar, gerek anne ve baba bir, gerekse yalnız anne ve yalnız baba bir kız kardeşin kızları ve aşağıya doğru bütün yeğenlerdir. 4.1.2. Musâhere (evlilik) Yoluyla Haram Olanlar Bir de sebep yönüyle haram olan kadınlar vardır. 584 Onları şöyle sıralayabiliriz: 581 582 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 24, (VI, 126-127). 4. Nisâ, 23; Bu konuda bkz. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II, 216-217;Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 1318 vd. 583 en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 45, (VI, 94-95). 177 Kaynanalar: ()وأﻣﻬ ﺎت ﻧ ﺴﺎﺋﻜﻢKaynana, kişinin karısının annesidir. Gerek zifaf olmadan önce gerek zifaf olduktan sonra olsun, nikahlıların anneleri haramdır. Bazı âlimler, zifaf olmamışsa bunun mahzurunun olmadığını ifade ederek, muhâlif davranmışlardır. 585 İmâm Mâlik, aynı anda hem anne hem de kızı nikahına alan bir kişi için ikisinin de ebediyyen haram olacağını söylemiştir. 586 Üvey kızlar: ( )و رﺑ ﺎﺋﺒﻜﻢ اﻟﺘ ﻲ ﻓ ﻲ ﺣﺠ ﻮرآﻢZifaf olup harem-i ismetine girilen kadınların başka kocadan olan kızlarıdır. Bunlar, kişinin üvey kızlarıdır ve çoğunlukla üvey babalarının yanlarında ve gözetiminde bulunurlar. 587 Bunun için âyeti kerimede ()ﻓ ﻲ ﺣﺠ ﻮرآﻢ diye belirtilmiştir. Peygamber efendimizin hanımlarından Ümmü Seleme’nin kızı Zeyneb gibi. O, Hz. Peygamber’in terbiyesinde bir kız idi. 588 Ancak, zifaf olmayan kadınların kızları olan rebibeleri (kızları) almakta bir beis yoktur. 589 Gelinler: ()وﺣﻼﺋ ﻞ أﺑﻨ ﺎﺋﻜﻢ اﻟ ﺬﻳﻦ ﻣ ﻦ أﺻ ﻼﺑﻜﻢKişinin sulbünden gelen oğullarının veya torunlarının eşleri olan kadınlardır. Bütün torunların karıları, gelin yerinde kabul edilir. 4.1.3.Süt Emme Yoluyla Haram Olanlar: Anadolu toplumunun titizlikle gözettiği adetlerden birisi de evleneceği kişinin kendisine süt emme yoluyla akraba olmamasıdır. Çünkü İslam dini böyle bir evliliği yasaklamıştır. Nitekim, Hadislerde bu konuda şöyle buyurulmuştur: Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Aziz ve Celil olan Allah, nesepten haram ettiğini sütten de haram etti.” 590 584 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 24, (VI, 126-127). 585 Mâlik, Muvatta, Nikâh, 9, (II, 533), en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 45, (VI, 94-95). 586 Mâlik, Muvatta, Nikâh, 10, (II, 534). 587 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 25, (VI, 127); Mâlik, Muvatta, Nikâh, 9, (II, 533). en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 44, (VI, 94). 588 Müslim, Sahih, Rada, 15, 16, (II, 1072-1073). 589 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 26, (III, 425), no: 1117. 590 et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452), no:1146. 178 Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Ebu’l-Kays’ın kardeşi Eflah, örtünme âyeti indirildikten sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben: “Allah’a yemin olsun, Rasulullah’tan izin istemedikçe, ben ona izin vermeyeceğim. Çünkü, onun kardeşi Ebu’l-Kays, beni emziren kimse değildir. Beni, Ebu’l-Kays’ın hanımı emzirdi” dedim. Derken, yanıma Hz. Peygamber (s.a.v.) girdi. “Ey Allah’ın Rasûlü! Ebu’l-Kays’ın kardeşi Eflah, yanıma girmek için izin istedi. Ben, size sormadan izin vermekten sakındım,” dedim. Rasulullah (s.a.v.): “Amcana niçin izin vermedin?” buyurdular. Ben: “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni emziren erkek değil. Beni, onun hanımı emzirdi” dedim. Rasûlullah yine: “Sen onun girmesine izin ver. Çünkü o senin amcandır. Allah iyiliğini versin” buyurdu. Urve; “İşte bu sebeple Hz. Aişe (r.a.): “Nesep yönünden haram saydıklarınızı, emme sebebiyle de haram sayınız” dediğini ifade etmiştir.” 591 Türk Medeni Kanununda, böyle bir yasak yoktur. Ancak, Anadolu toplumu bu konuda itiyatlı davranıp böyle durumlarda evlenmeme tarafını seçerek hadislere tabi olmuştur. Süt Anneler: ()و أﻣﻬ ﺘﻜﻢ اﻟﺘ ﻲ أرﺿ ﻌﻨﻜﻢSüt emziren kadınlar ve bunların – yukarı doğru yükselen- anneleridir. Bu süt anneler ve nineler, nesebî anneler ve nineler yerindedir. 592 Süt Kardeşler: ()و أﺧ ﻮاﺗﻜﻢ ﻣ ﻦ اﻟﺮﺿ ﺎﻋﺔ Süt annenin emzirdiği kız kardeşlerdir. Bu süt kardeşler, ister erkekle beraber emmiş olsunlar, isterse erkekten evvel veya sonra emmiş olsunlar, haramlıkta eşittirler. 593 591 el-Buhârî, Sahih, Şehâdet, 7, (III, 149); Nikâh, 20, 21, (VI, 125); Müslim, Sahih, Rada, 2, (II, 1069); et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452-453), no:1146-1147; Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 6, (II, 545), no:2055; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 49, (VI, 99); Mâlik, Muvatta, Rada, 1, 2, (II, 601-602). 592 el-Buhârî, Sahih, Şehâdet, 7, (III, 149); Nikâh, 20, 21, (VI, 125); Müslim, Sahih, Rada, 2, (II, 1069); et-Tirmizî, Sünen, Rada, 1, (III, 452-453), no:1146-1147; Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 6, (II, 545), no:2055; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 49, (VI, 99); Mâlik, Muvatta, Rada 1, 2, (II, 601-602); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 34, (I, 623-626), no: 1937-1939. 593 Müslim, Sahih, Rada, 11, (II, 1071); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 50, (VI, 99), no: 3302-3304.. 179 4.2.Evlenilmesi Geçici Olarak Haram Olanlar: Evlenilmesi geçici olarak haram olan kişilerle evlenilmemesine Anadolu toplumu özellikle itina göstermektedir. Aşağıya kaydedeceğimiz evlilik şekilleri toplum tarafından kesinlikle doğru görülmediğinden örneğine rastlamak mümkün değildir. İki Kız Kardeşi Bir Nikah Altında Birleştirmek: ()و أن ﺗﺠﻤﻌ ﻮا ﺑ ﻴﻦ اﻷﺧﺘ ﻴﻦ Hür ya da cariye, iki kız kardeşin hayatta iken aynı anda bir kimsenin nikahı altında birleştirilmesi haramdır. 594 İki kız kardeşi bir anda nikahı altında bulunduran kişi, Müslüman olduktan sonra, birisini seçip boşaması gerekir. 595 Bir de; iki kadından birisi erkek farz edildiği taktirde, öbürü ile evlenmesi caiz olmayan iki kişinin bir nikah altında birleştirilmesi de iki kız kardeşi birleştirmek gibi haramdır. Hz. peygamber (s.a.v.), bir kadının halası veyahut teyzesi üzerine nikah edilmesini yasaklamıştır. 596 Evli Kadınla Evlenmek: ( )و اﻟﻤﺤ ﺼﻨﺎتÂyeti kerimede muhsanât olarak belirtilen hür ve evli kadınlardır. 597 Bunları nikah etmek haramdır. Âyetteki ( اﻻ ﻣ ﺎ )ﻣﻠﻜ ﺖ أﻳﻤ ﺎﻧﻜﻢifadesiyle belirtilen istisnaya göre, savaş esnasında esir olup hürriyetlerini kaybeden cariyelerin nikahı müstesna, gerek müslim gerekse gayri müslim erkeklerin nikahlarında bulunan ve hür olan bütün kadınların da başkasına nikahlanmaları haram kılınmıştır. Üç Talak İle Boşadığı kadınla Evlenmek: Üç talak ile boşanmış bir kadın, bir daha nikah edilemez. Nikah edilmesi bazı şartlara bağlanmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.), Rifâa el-Kurazî’nin hanımıyla olan konuşması, bu duruma açıklık getirmektedir. Rifâa’nın hanımı, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Rifâa’dan üç 594 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 26, 27, (VI, 127-128); Müslim, Sahih, Nikâh, 33-40, (II, 1028-1030); Rada, 15, 16, (II, 1072-1073); Mâlik, Muvatta, Nikâh, 8, (II, 532); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 46, (VI, 96-97); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 31, (I, 621), no: 1929-1931. 595 el-Makdisî, el-Kâfî fî Fıkhı İbn Hanbel, III, 78. 596 et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 31, (III, 432-433), no: 1125, 1126. 597 4. Nisâ 24. 180 talakla boşandığını ve kendisinin Abdurrahman b. ez-Zübeyr ile evlendiğini söyleyerek, yeniden eski kocası olan Rifaa’ya dönüp dönemeyeceğini sormuş, Hz. Peygamber de ona, Abdurrahman b. ez-Zübeyr ile tam bir evlilik olmadan önce eski kocasıyla yeniden evlenemeyeceğini söylemiştir. 598 Semâvî Bir Dine Bağlı Olmayan Kadınla Evlenmek: Bu konuyu, gayri müslim ile evlilik, başlığı altında aşağıda genişçe işleyeceğiz. 599 Dört Karısı Olan Bir Erkeğin Beşinci Kadın İle Evlemesi : İslam’dan önce, câhiliye insanları sınırsız evlilik yaparlardı. İslam, evliliği en fazla dört ile sınırlandırmıştır. 600 Burada saydığımız; iki kız kardeşin bir nikah altında birleştirilmesi, evli kadınlarla evlenme, üç talak ile boşanmış kadın ile evlenme, semâvî bir dine bağlı olmayan kadın ile evlenme ve dört karısı olan bir erkeğin beşinci hanımını alması şeklinde yapılan evliliklere dinin hoş bakmadığından, yani yasakladığından dolayı Anadolu'da rastlamak mümkün değildir. Bu da Anadolu halkının adetler konusunda dinin isteklerini ne kadar öneme aldıklarını göstermektedir. 4.3. Türk Medeni Kanunu İle İslam’ın Öğretisi Arasındaki Farklar: Anadolu'nun âdetlerinin oluşmasında kanunlardan önce dinin etkili olduğunu süt yönünden olan akrabalık ortaya koymaktadır. Çünkü medeni kanunda yasaklanmamasına rağmen oplumda süt kardeşiyle evlenen kimseye rastlanmamaktadır. Farklılık durumunda dinin emri gözetilmektedir. Bunu üç örnek arzederek açıklayacağız. 1. İslam’da, süt kardeşi ve süt annesi gibi süt yönünden akraba olanlarla evlenmek yasaklanmıştır. Ancak Medenî kanuna göre böyle bir sınırlandırma getirilmemiştir. 2. Medenî kanuna göre evli olan bir erkek ikinci bir kadınla evlenemezken, İslam’da, zaruret halinde ve adaletli davranmak şartıyla, ikinci bir kadınla evlenmek 598 Müslim, Sahih, Nikâh, 111-115, (II, 1055-1057); en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 43, (VI, 93); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 32, (I, 621-622), no: 1932-1933. 599 Mâlik, Muvatta, Nikâh, II, 540-541. 600 4. Nisâ, 3; el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 19, (VI, 124); İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 40, (I, 628), no: 1952- 1953. 181 yasaklanmamıştır. Ancak Kur’ân, asla adaletli davranılamayacağını bildirerek, tek kadınla evlenmeyi tavsiye etmiştir. 3. Kendileriyle zifaf olunan kadınların başka kocadan olan kızları yani kişinin üvey kızları, çoğunlukla üvey babanın yanında ya da gözetiminde bulunurlar. Bunun için âyeti kerimede ( ) ﻓ ﻲ ﺣﺠ ﻮرآﻢdiye belirtilmiştir. Bunlarla evlenmek İslam’da yasaklanırken, medeni kanunda serbest bırakılmıştır. Ancak, İslam kültürüyle yoğrulan Anadolu toplumu, bu tür evliliği ayıp olarak karşılamış ve örneğine pek rastlanılmamıştır. Son günlerde, basın yayından öğrendiğimiz, 05.02.2003 tarihli bir habere göre, böyle bir evlilik, mahkemeye yapılan şikâyet sonunda iptal edilmiş ve ilgili şahıslar konuyu bir üst mahkemeye götürmüşlerdir. Yukarıya kaydettiğimiz farklılıklar, toplum içerisinde İslam’ın öğretisine göre uygulanmaktadır. Zaten, bin yıl kadar uzun bir süre, İslam ile iç içe yaşayan bir toplumdan, farklı bir durum beklemek yanlış olurdu. Çünkü, kişilerin vicdanını önemli ölçüde yönlendiren ve etkileyen şeylerin başında din gelmektedir. Günümüzde, dinsiz bir toplumun olmayacağı, sosyologlar tarafından ifade edilmektedir. 5. GAYRİ MÜSLİM İLE EVLİLİK Gayri Müslim denilince kimler anlaşılmalı? Gayri Müslim iki kısımdır: 1. Allah katından semavi bir kitap getirilen ve ehli kitab olanlar ile kendilerine bir peygamber gönderilmiş ya da onun tebliği ulaşmış olanlar. 2. Allah’a şirk koşanlar veya hiç bir dine mensup olmayanlar. Kur’ân’da, Müşrik ile Ehli Kitâb aynı manada görülmemiştir. Çünkü âyette: “Ehli Kitap’tan ve müşriklerden olan kafirler, Rabbinizden size bir hayır gelmesini hiç arzu etmezler. Oysa Allah, rahmetini dilediği kimseye tahsis eder. Allah, büyük lütuf ve ihsan sahibidir.” 601 “Kitab ehlinden ve müşriklerden inkar edenler, kendilerine apaçık bir delil, içinde dosdoğru hükümlerin yer aldığı tertemiz sayfaları okuyan bir peygamber gelmedikçe, küfürlerinden vazgeçecek değillerdir. Fakat, kendilerine kitap verilmiş olanlar, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra 601 2. Bakara,105. 182 ayrılığa düşmüşlerdir. Oysa onlar, dini yalnız Allah’a has kılarak ve doğruya yönelerek Allah’a ibâdet etmekten, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekatı vermekten başka bir şeyle emrolunmamışlardı. Zira, dosdoğru din bu idi. Fakat kitab ehlinden ve müşriklerden inkar edenler, içinde sonsuza kadar kalacakları ateştedirler. İşte, halkın en şerlileri bunlardır” 602 buyurulmuştur. Bu âyetler, ehli kitabla müşriklerin farklı olduklarını göstermektedir. Müşrik kadınla evlenmenin haram olduğuna, Fakihler şu âyeti delil olarak göstermişlerdir: “Ey iman edenler! Mü’min kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların mü’min olduklarını anlarsanız, onları kafirlere geri döndürmeyin. Ne bu kadınlar o kafirlere helaldir, ne de o kafirler bu kadınlara helal olur. Kafirlere, kadınlar için harcadıklarını verin. O kadınlara mehirlerini verdiğiniz takdirde, onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kafir kadınlarla evlilik bağlarını tutmayın. Onlar için harcadığınız mehri isteyin; onlar da (kafir erkekler) verdikleri mehri istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda O hükmeder. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; hikmet sahibidir.” 603 eş-Şerbâsî, Müslüman bir erkeğin gayri Müslim bir kadınla evlenmesini inceleyen makalesinde, Hz. Ömer ve Talha b. Ubeydullah'ın bu âyet nâzil olduktan sonra, müşrik olan hanımlarını boşadıklarını, 604 ve Benzeri örneklerin olduğunu makalesinde kaydetmiştir. 605 İslam âlimleri, Müslüman bir kadın ile gayri müslim bir erkeğin evlenmesini, bir çok sebepten dolayı caiz görmemişlerdir. Hanefi mezhebine göre; Müslüman bir kadının gayri müslim bir erkekle evlenmesi şu âyetten dolayı caiz değildir: “İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mü’min bir cariye, hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından hayırlıdır. (Mü’min kadınları) iman etmedikçe müşrik erkeklerle evlendirmeyin. Mü’min bir köle, hoşunuza gitse bile (hür) bir müşrikten hayırlıdır. Bunlar sizi cehenneme çağırırlar; Allah ise, izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor. İşte Allah düşünüp ibret alasınız diye, âyetlerini 602 98. Beyyine, 1-6. 603 60. Mümtehıne, 10. 604 eş-Şerbâsî, Zevcü’l-Müslimi biğayri’l-Müslimeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 32 sayı: 10 s. 1138. 605 eş-Şerbâsî, a.g.e., c. 32 sayı: 10 s. 1140. 183 insanlara böyle açıklar.” 606 “Onları Mü’min hanımlar bilirseniz, artık kendilerini kafirlere geri vermeyin. Mü’min hanımlar, kâfirlere helal değildir. Kâfirler de mü’min hanımlara helal olmazlar.” 607 Çünkü, gayri müslimle evlilik sonucu, kadının da küfre düşme ihtimali vardır. Erkekler, kadınlar üzerinde etkili olduğundan, onları kendi dinlerine çevirebilirler. Âyeti kerimenin devamında da bu ifade edilerek “Bunlar sizi cehenneme çağırırlar” buyurulmaktadır. Müslüman bir kadının putperest, Mecûsî ve Ehli Kitâb bir erkekle evlenmesi de caiz görülmemiştir. Çünkü, âyeti kerimede Allah (c.c.) mü’min üzerinde kafirin velâyetinin bulunmasına, şu âyetle, izin vermediğini belirtmektedir: “(Münafıklar) sizi gözetleyip dururlar. Eğer, Allah’tan sizin için bir zafer nasip olursa, biz sizinle beraber değil miydik? derler. Şâyet (bu zafer), kafirlere nasip olursa, onlara da; size yardım etmedik mi? Mü’minlerden size bir kötülük gelmesini önlemedik mi? derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, kafirlerin mü’minlere karşı (galip gelmelerini sağlayacak) bir yola asla fırsat vermeyecektir. 608 Maliki mezhebi, Müslüman kadının gayri müslim erkekle evlenmesini kesinlikle caiz görmemiştir. Konuyla ilgili olarak, el-Müdevvenetü’l-Kübrâ’da şu örneklere yer verilmiştir: 1. Hz. Ömer (r.a.); “Müslüman bir erkek Hıristiyan bir kadınla evlenebilir, Hıristiyan erkek Müslüman bir kadınla evlenemez,” demiştir. 2. Hz. Ali (r.a.); “Yahudi ve Hıristiyan erkek, Müslüman kadını nikah edemez” demiştir. 3. Malik b. Enes’in şeyhi Rebia ve Tâbiîn fakihlerinden birine göre, “Hıristiyan erkek hür Müslüman kadınla evlenemez.” 606 2.Bakara, 221. 607 60. Mümtehine, 10. 608 4. Nisâ, 141. Ayrıca bu konuda geniş bilgi için bkz. el-Kâsânî, el-Bedâiu’s-San’ânî, II, 271-272; Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 122; Şeyh Muhyiddin Kâdı, Mecelletü’l-Fıkhı’l-İslâmî, cüz:2, sayfa: 1179-1180. 184 4. Mahreme b. Bükeyr babasından bildirdiğine göre şöyle demiştir: “Abdullah b. Ebî Seleme’nin şöyle sorduğunu işittim: Müslüman bir kadının, Hıristiyan erkekle evlenmesi doğru olur mu? O, “hayır,” dedi.” 609 Bir kimsenin evleneceği eşini kendi dininden, kendi inancından, kendi kültüründen, yaşamında da maddî ve ahlâkî olarak kendisine denk birisinden seçmesi, mutluluğu yakalaması ve kolay anlaşabilmesi için önemlidir. Müslüman bir erkeğin Müslüman bir kadınla evlenmesi, ev içinde uyumun sağlanmasına yardımcı olacaktır. Âyeti kerimede; “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara mahsustur. Keza iyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara mahsustur. Bunlar, diğerlerinin söylediklerinden uzaktırlar. Onlar için Rableri katında mağfiret ve bol rızk vardır,” 610 buyurularak bu hususa işaret edilmiştir. Çocuklar, genellikle annelerini babalarından önce taklit ederler. Çocuğun annesinin dinine girmesine ve onun tesiri altında kalmasına sebep olacağından Müslüman bir erkeğin gayri müslim bir kadınla evlenmesi, İslam alimleri tarafından mahzurlu görülmüştür. 611 İmam-ı Malik, ister Yahudi, ister Hıristiyan olsun, hür olan Ehli Kitâb bir kadınla Müslüman bir erkeğin evlenmesini helal görmemiştir. 612 Helal olmamasına, kadının (anne) kiliseye giderek çocuğuna o dinin terbiyesini vermesi, İslam’a göre helal olmayan şeyleri çocuğuna yedirebilmesi ve bunun engellenmesinin de mümkün olmamasını sebep göstermiştir. Ehli Kitâb olan koca, Müslüman olduktan sonra, hanımı hâlâ Ehli Kitâb kalsa, nikahları devam eder. 613 Hanefî mezhebine göre; Ehli Kitâb olan karı koca, ikisi de Müslüman olursa nikahları devam eder. Erkek Müslüman, kadın Ehli Kitâb değil de başka dine mensupsa, ona İslam arz edilir. Eğer Müslüman olmayı reddederse, hakim onların ayrılmasına hükmeder. 614 609 Mâlik b. Enes, el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, IV, 297-298. 610 24.Nûr, 26. 611 eş-Şerbâsî, Zevcü’l-Müslimi biğayri’l-Müslimeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 32 sayı: 10 s. 1137. 612 Mâlik, Muvatta, Nikâh, 16, (II, 540). 613 Geniş bilgi için bkz. Mahlûf, Zevâcu’l-Müslimi bi’l-Kitâbiyyeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 46, s. 14-18. 614 el-Mergînânî, Bidâyetü’l-Mübtedî, s. 65; es-Serahsî, Mebsûd, V, 45; Mahlûf, Zevâcu’l-Müslimi bi’l-Kitâbiyyeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 46, s. 18’den naklen. 185 Müşrik ve hiç bir dine mensup olmayan bir kadınla evlenmenin caiz olmadığı konusunda alimler görüş birliğine varmışlardır. Müslüman’ın puta, güneşe, yıldıza, hayvanlara veya insana tapanla evlenmesi helal görülmezken, aynı şekilde, Allah’ın (c.c.) varlığına inanmayan mülhit kadınla ve ilâhî bir dine mensup olmayanla evlenmek de yukarıda kaydettiğimiz Bakara-221. âyette haram kabul edilmiştir. 615 Çünkü kadın, çekiciliği ile erkeğini kendisine râm eder. Onun yaşantısını kendisininkine benzetir. Hatta hanımının güzel gördüğünü güzel, kötü gördüğünü kötü görmeye başlar. Müslüman ve mü’min kimse, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe inanır. O, her şeyi duyan, gören, misli olmayan tek Allah’a inanır. Müşrik ve mülhid ise onun tersini yapmaktan zevk alır. Onda îman, itikat, ibâdet yoktur. Bu durumda, Müslüman ile müşrik, nasıl olur da bir çatı altında barınır ve mutlu olup hayatlarından zevk alabilirler? Mesela iki eş düşünelim. Bunlardan birisi Müslüman olduğu için dînî görevlerini yerine getiriyor. İbâdet ettiği Allah’a yaklaşmak için bir inek kurban ediyor. Ondan yiyor veya sadaka olarak veriyor. Diğeri ise farklı bir dine mensup. Onun itikadına göre inek, tapılacak bir varlıktır ve ona kötülükle dokunmak inancı tarafından yasaklanmıştır. Öyleyse, eşinin ineği kurban etmesi, kendisi için bir saygısızlık manası taşıyacaktır. Çünkü o, ineği mukaddes ve dokunulmaz olarak kabul etmektedir. Bu durumdaki iki eş, yaşamlarında nasıl fikir birliğine varıp mutlu olabilirler. İşte bu gibi nedenleri de göz önünde bulundurarak, Anadolu toplumu, eş seçerken onun kendi dininden olmasına önem göstermiş ve bu konuda da âyet ve hadisleri rehber edinmiştir. 6. AKRABA EVLİLİĞİ Akraba evliliği uygulaması eski Türklerde görülmekteydi. Daha çok baba soyundan bir erkekle evlenme yolu tercih edilirdi. Bunun sebebini Delaney şöyle açıklamaktadır: "Kız çocuklarının baba soyunun içinde tutulması belki de göçer topluluklar için çok daha önemliydi. Çünkü gurup göçtüğünde kızlar da onlarla gidecekti. Bu topluluklarda sülale içinde yapıla evliliklerin mutlaka baba soyundan 615 el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâî, II, 270-271; el-Mergînânî, el-Hidâye, I, 219-220; Bu konuda bkz. eşŞerbâsî, Zevcü’l-Müslimi biğayri’l-Müslimeti, Mecelletü’l-Ezher, c. 32 sayı: 10 s. 1137. 186 aynı kuşak kuzenlerle olması da gerekmezdi. Kızların amca torunları, büyük babanın erkek kardeşlerinin oğulları veya büyük babanın erkek kardeşleri, yani babanın başka bir kadından olma erkek kardeşinin oğulları ile de evlenmeleri mümkündü." 616 Oğuz Han, iki amcasının da kızını almış; fakat onları yola getirip kendi dinine girdirememişti. Bunun üzerine her iki karısının da yüzüne bakmamış ve onlara elini bile değmemiştir. Üçüncü amcasının kızı, diğerlerine nazaran daha çirkindi, fakat küçüklüğünden beri, Oğuz Han’ı bütün kalbiyle seviyordu. Oğuz, en sonunda bu kıza gitmiş, içini açmış ve kendi dinini kabul ettiği takdirde onunla evlenebileceğini söylemişti. Bu teklife çoktan hazır olan kız, ağlayarak Oğuz’a bakmış ve şöyle demişti: Ben ne Allah tanırım, ne de Tanrı bilirim! Senin sözün buyruktur, hep peşinden gelirim! Sen ne dersen o olur, fermanından çıkamam! Sen var iken başımda, başkasına bakamam! Oğuz, bunu duyunca şöyle cevap verir: Ey! Sevgili hatunum! Benim ey eşsiz eşim! Gönlümde ebediyyen, yanacak, ey ateşim! Tanrının birliğine, bir defa iman getir, Sev onu! Varlığıma, seninle bir can getir. Bunun üzerine amcasının kızı Oğuz’a şöyle diyerek, onunla evliliği kabul ettiğini söylemiştir: Sözünü kabul ettim, senin yoluna geldim! 616 Delaney, Tohum ve Toprak, s. 130. 187 Tanrının birliğiyle, canımı sana verdim! 617 İslam, yukarıda kaydettiğimiz haram derecesinde akrabalık hariç, diğer akraba ile evlenmekte bir mahzur görmemiştir. Buna bağlı olarak eskiden beri amca, hala, dayı ve teyze çocukları arasında evlilikler, Anadolu’da sıkça görülmektedir. Nitekim Anadolu'nun bir köyünde yapılan araştırmaya göre 1980-1982 yılları arasında yapılan 41 evlilikten 19'u akraba evliliği olarak gerçekleşmiştir. 618 Hatta Çukurova yöresinde, gelini kına gecesi ağlatmak için söylenen yöresel bir türküde şöyle denilmektedir: Ana kızın çok muydu Bir kız sana yük müydü Kör olası amcaları Hiç oğlunuz yok muydu. Anadolu’nun bazı yerlerinde amca kızıyla evlenmenin terk edilmesi âdeti, Mecmau’z-Zevâid’de kaydedilen bir rivâyete dayanmaktadır. Buna göre, kıyametten önce görülecek olan iki yıkıcı şeyden birisi, bu tür evliliklerdir. Ancak, bu rivâyetin ravilerinden olan Cafer b. Zübeyr’in kezzâb olduğu kaydedilmiştir. 619 Bu konuda daha sağlam rivâyetler vardır. Nitekim, Hz. Peygamber (s.a.v.) halasının kızı Zeyneb b. Cahş ile evlenmiş ve nikahı Kur’an’da kıyılmıştır. 620 Hz. Ali (r.a.) amcasının oğlu olan Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma ile evlenmiştir. Yine Hz. Ali (r.a.), Hz. Peygamber ile arasında geçen bir konuşmayı şöyle anlatmıştır: “Ben: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Siz niye bizi bırakıp da Kureyş’e rağbet gösteriyorsunuz?’ demiştim. Bana: ‘Yanınızda rağbet göstereceğim bir kadın var mı?’ dedi. Ben: ‘Elbette. Hamza’nın kızı var!’ dedim. Bunun üzerine: ‘O, bana helal olmaz. Çünkü o, benim süt kardeşimin kızıdır’ buyurdular.” 621 Bu hadisten da anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Hamza ile süt kardeşi olduğu için, onun kızıyla 617 Ögel, Türk Mitolojisi, I, 54. 618 Delaney, Tohum ve Toprak, s. 133-134. 619 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 260. 620 33. Ahzab 37; geniş bilgi için bkz. Ateş, Oryantalistlerin İddialarına Cevaplar, s.101-133. 621 Müslim, Sahih, Rada, 11, (II, 1071), no:1446; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 50, (VI, 99-100). 188 evlenmemiştir. Eğer böyle bir durum olmasaydı, onunla evlenebileceği, bu hadisten anlaşılmaktadır. Anadolu’nun bazı yörelerinde, geçimsizlik olursa akraba ile ara bozulur ya da doğacak çocuklar hastalıklı ve eksik doğar düşüncesiyle akraba evliliğinden kaçınılmaktadır. 622 Eski Türklerde de bu tür düşünceler görülmekteydi. Nitekim, onlarda tespit edilen “exogami” yasasına göre evlenme, en az yedi göbek dışarıdan yapılırdı. Günümüzde “kızımı yedi kat yabancıya veririm de sana vermem” gibi ifadeler, bu uygulamanın darbı mesel olmuş hali olabilir. 623 Cami vaazlarında da buna işaret edilerek yakın akraba ile evlenmenin mahzurları dile getirilmektedir. Nitekim bir vaaz kitabında; doğacak çocuğun yetenekli ve necip olması amacıyla akraba dışından bir kadınla evlenilmesi tavsiye edilmektedir. Akraba evliliğinde ırsî hastalıklara yakalanma riskinin daha fazla olacağı, aileyi genişletme imkanından mahrum olunacağı, doğacak çocuğunda zayıf veya sakat doğabileceği ifade edilerek şöyle bir rivâyet kaydedilmiştir: “Yakın akraba ile evlenmeyin. Çünkü, bu durumda çocuk zayıf ve geri zekalı doğar.” 624 Mecmau’z-Zevâid’de kaydedilen bir rivâyette de akraba evliliği, evde yeşermeye benzetilmiş, ailenin genişlememesine sebep olduğu için akraba dışından evlenmek teşvik edilmiştir. Ancak, bu rivâyette bulunan Eyyûb b. Süleyman’ın hadis ilmi açısından sağlam olmadığı bilinmektedir. 625 Anadolu kültürünü oluşturan temel kaynaklardan birisi olan, eski Türk adetlerinde de görülen akraba evliliği, günümüzde oldukça yaygındır. Bu durum, hadislerle paralellik arz etmektedir. Çünkü, akraba ile evlenmeyi yasaklayan sağlam bir rivâyete rastlanmamaktadır. Bilakis, yukarıda da kaydettiğimiz gibi asrı saadette akraba evliliğinin olduğunu gösteren açık deliller vardır. Allah’ın helal kıldığını haram kılmak ya da haram kıldığını helal kabul etmek, doğru bir davranış değildir. İnsanlar, bazı mahzurları olacağı endişesiyle, bu tür evlilikleri tercih etmeyebilirler. Bu, onların hür iradelerine bağlı bir husustur. Bir şeyi tercih etmemekle haram olduğuna inanarak yapmamak farklı şeylerdir. 622 Uğur, İçel Folkloru II, s.13. 623 Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, s. 114. 624 Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşâd, III, 293; VII, 81. 625 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 260. 189 7. İKİ BAYRAM ARASINDA NİKAH Anadolu’nun çeşitli yörelerinde görülen bir inanca göre, iki bayram arasında düğün yapılmaz, gelin getirilmez. Aksi takdirde, Muş, Kars ve Erzurum’da olduğu gibi, o eve uğursuzluk geleceğine inanılır. 626 Osmanlı döneminde de nikahın Muharrem ve safer ayına rastlamaması, diğer aylarda ise perşembe ve pazartesi günlerinden birisinin seçilmesi çok gözetilen hususlardan birisiydi. 627 Câhiliye adetlerinden olan bu uygulama, günümüzde bazı insanlar tarafından dînî bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Ancak, konuyla ilgili olarak Hz. Aişe şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) benimle Şevval’de nikahlandı ve (yine) Şevval’de zifaf oldu. Binâenaleyh Rasûlullah’ın (s.a.v.) kadınlarının hangisi, onun yanında benden daha şanslı olabilirdi.” Urve’nin (r.a.) bildirdiğine göre de Hz. Aişe akrabasından olan kadınları, Şevval ayında zifaf etmeyi severdi.” 628 Hz. Aişe’nin bu rivâyeti, câhiliye devrine ait olan bu adeti yıkmaktadır. Çünkü o zaman Araplar, Ramazan ayından sonra gelen şevval ayını uğursuz saydıkları için, bu ayda nikah yapmazlardı. Onların bu ayı uğursuz saymalarının sebebi, bu ayda taun hastalığının meydana gelmesiydi. Bu yüzden, daha sonraki bazı kimseler, şevval ayında nikah yapıp zifafa girmeyi hoş görmemişlerdir. 629 Bugün dahi, “İki bayram arasında nikah caiz olmazmış” diyerek bu adeti sürdürmek isteyenler vardır. Halbuki, dinen böyle bir şeyin aslı yoktur. Bilakis yukarıdaki rivâyet, şevval ayında evlenmenin ve şevval ayında zifafa girmenin din açısından bir mahzurunun olmadığını göstermektedir. 630 626 Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 108. 627 Abdülaziz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, s. 111. 628 Müslim , Sahih, Nikâh, 73, (II, 1039), no:1423; et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 9, (III, 401-402), no: 1093; en-Nesaî, Sünen, Nikâh, 77, (VI, 130). 629 İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 60-61; Ayrıca nikahın yasak olduğu zamanlarla ilgili geniş bilgi için bkz. Ateş, İslama Göre Câhiliye ve Ehli Kitab Örf ve âdetleri, s.300 vd. 630 Davudoğlu, Müslim Tercüme ve Şerhi, VII, 269; Canan, Hadis Ansiklopedisi, XV, 412. 190 8. NİKAHTA TEBRİK VE DAVET Anadolu’da düğünün başlamasından bitinceye kadar gelen misafirler, iyi dilek ve temennilerini ileterek, düğün sahibi anne baba ile gelin ve damadı tebrik ederler. Düğüne gelemeyen uzaktaki dost ve akrabalar da telefon ve mesaj ile mutluluk dileklerini iletirler. Düğün tebriği esnasında en çok şu dua cümleleri kullanılır: “Hayırlı olsun.” “Mutluluklar dilerim.” “Allah tek yastıkta İhtiyarlatsın” “Allah hayırlı nesiller ihsan etsin.” vb. Bu güzel âdet Hz. Peygamber zamanında olan tebrik etme uygulamasıyla paralellik arz etmektedir. Çünkü rivâyetler bize o zaman da bu âdetin olduğunu göstermektedir. Bunlardan birkaç tanesini aşağıya kaydederek günümüzle Hz. peygamber zamanı arasındaki benzerliğe işaret etmiş olacağız. Hz. Peygamber zamanındaki uygulamayı göstermesi açısından önem arzeden rivâyetlerden birisinde Ebû Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) (evlenenleri) tebrik etmek için duâ ettiği zaman şöyle derdi: “Allah sizler için bereket versin, O’nun bereketi üzerinizde olsun ve O ikinizi hayır içerisinde bir araya getirsin.” 631 Yine konuyla ilgili olarak, Enes b. Mâlik’in bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf’ın üzerinde sarı renk eseri görünce “bu ne?” diye sormuş. Abdurrahman: “Yâ Rasûlullah! Ben bir nevat altın miktarı mehir vererek bir kadınla evlendim” demiş. Rasûlullah (s.a.v.) da: “Öyleyse Allah sana mübarek eylesin! Bir koyunla bile olsa davet yap!” buyurmuştur.” 632 Akîl b. Ebî Tâlib (r.a.)’den de bu hususta bir uygulama aktarılmaktadır. Rivâyet edildiğine göre kendisi, Benî Cüşem kabilesinden bir kadınla evlenmiş. Bunun üzerine halk, onun için "uyum ve oğlan çocuklar", dileğinde bulunmuşlar. O da söylenen bu tebrik cümlesine karşılık onlara, “Böyle söylemeyin. Lakin 631 İbn Mâce Sünen, Nikâh, 23, (I, 614), no: 1905. 632 Müslim, Sahih, Nikâh, 79, (II, 1042). 191 Rasûlullah (s.a.v.)’ın dediği gibi “Allah’ım! Onlara bereket ver ve senin bereketin onların üzerinde olsun” şeklinde söyleyin, demiştir.” 633 Düğünden sonra evlenen çiftleri tebrik ederek hem onlar için dua edilmiş hem de sünnet sevabı alınmış olacağı için halk arasında bu âdete önem verilmiştir. Her konuda olduğu gibi burada da bilerek ya da bilmeyerek toplum içerisinde yerleşen bir sünnet, daha sonra bir âdet olarak varlığını devam ettirmiş ve günümüze kadar gelebilmiştir. Sonuç olarak; bu bölümde seçmiş olduğumuz nikah ile ilgili uygulamaların nerdeyse tamamının hadislere dayandığı ancak bazılarının sahih hadislerle desteklendiği bazılarının ise halk uygulaması iken rivâyet ihdas edilip desteklenmeye çalışıldığı görülmektedir. Bekarlığı kötüleyen rivâyetler bu türdendir. Toplumun bekarlığa karşı iyi bakmadığını yansıtmaktadır. Zaten kaydettiğimiz rivâyetlerin mevzu haberleri toplayan eserlerde yer alması bunu göstermektedir. Sahih hadislerde evlilik teşvik edilmiş, İslam âlimleri de bundan evlenmenin hükmünün kişiden kişiye değişeceği sonucunu çıkartmışlardır. Evlilik âyet ve hadislerle teşvik edilmiştir. Anadolu halkının inançlarını, örf ve âdetlerini göz önüne alan Türk Medenî Kanunu ile hadisler arasında büyük uyum olduğu tespit edilmiştir. Evliliği, tarafların dinen bir birine helal olması diye tarif edersek, her ne kadar medenî bir anlaşma olarak görülse de aslında dini olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple resmî ve dînî diye ayırmaya gerek yoktur. Çünkü her ikisi de uygulama yönüyle ve temel mantık olan tarafların bir birine helel sayılması açısından dînî gerekleri içermektedir. İslam tek evliliği önermiş ancak zaruret durumunda çok evliliğe müsaade etmiş, onu da dört ile sınırlandırmıştır. Bu konu âyet ve sahih hadislerle sabittir. Bu sebeple Anadolu halkı tek evliliği benimsemiş ancak zaman zaman çok evliliğe de rastlanmıştır. Dörtten fazla kadınla evlenme ise kesinlikle görülmemektedir. Zaten Türk Medenî Kanunu da tek kadınla evlenmeyi hükme bağlamıştır. 633 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 23, (I, 614), no: 1906; ed-Dârimî, Sünen, Nikâh, 6, (II, 457), no: 2179; A.b. Hanbel, Müsned, I, 201; İbn Hibbân, Sahih, IX, 359, no: 4052; et-Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, XVII, 194, no: 517.. 192 Evlenme yaşı ile ilgili uygulama hadislerle uygunluk göstermektedir. Osmanlı'da H.A.K. evlenme yaşının alt sınırını erkek için 18, kadın için ise 17 yaşını kabul etmiştir. Daha küçük yaştakiler için ise hakim iznini gerekli görmüşlerdir. Anadolu'da çok küçük yaştaki çocukların evlendirildiği görülmektedir. Bu konuda Hz. Aîşe'nin küçük yaşta evlenmesi örnek olarak alınmış, ancak bu konu ihtilaflı olup bazı deliller onun evlendiğinde 17 veya 18 yaşında olduğunu göstermektedir. Kız kaçırma şekliyle evlenme, veliden izinsiz evlenme demektir. Hadislerden tasvip edilmediği anlaşılsa da devlet izni olduğu zaman haram değil helal bir evlilik olduğu anşlaşılmaktadır. Anadolu toplumu hadislerin tavsiye ettiği velinin iznine bağlı evleme yolunu seçmiştir. Ancak haram olmadığı için bazen kaçırma yoluyla evlilik yöntemine de başvurmuştur. Evlilik töreni hadislerdeki ile aynen uyuşmaktadır. Çünkü, iki şahidin bulundurulması, gizli olmayıp ilan edilmesi, arz ve kabulün yapılması gibi uygulamalar her ikisinde de mevcuttur. Yukarıda genişce izah ettiğimiz gibi nikah, zaman ve şartlara göre nikahı kıyan kişilerin değişmesine bağlı olarak Resmî ve Dînî nikah olarak isimlendirilmiştir. Mehir, âyet ve hadislerin erkek tarafından kadınlara verilmesini emrettiği bir uygulama olarak Andolu'da âdet haline gelmiş ve geline mücevherler takarak, bilerek veya bilmeyerek, uygulanır hale gelmiştir. Dinin ve toplumun çok önemsediği mehri vermek istemeyen ya da imkanı olmayanlar gelini bu konuda aldatma yoluna gitmiş ve bu düşüncelerini meşrulaştırmak için hadis kalıbında sözler ihdas etmişlerdir. Şiğâr yani trampa nikahı, câhiliye adetlerinden olup hadislerle yasaklanmıştır. Nikahlanması yasak olanlar, âyet ve hadislerle belirlenmiş olup Anadolu'da da aynen uygulanmaktadır. Süt yönünden akrabalık ve haram olma, medenî kanunda yer almamasına rağmen toplumda bu kişilerle evlenme görülmemektedir. Bu uygulamada hadislerin etkisini göz ardı etmek mümkün değildir. Akraba evliliği, haram olanlar hariç serbest bırakılmış ancak bazı sosyal ve sağlık yönünden doguracağı mahzurlar göz önüne alınarak akraba ile 193 evlenilmemesini tavsiye eden rivâyetler ihdas edilmiştir. Bu da toplumun bir âdeti yerleştirebilmek için hadislere duyduğu ihtiyacı ortaya koymaktadır. Bu bölümde ele aldığımız adetlerin çoğu âyet ve hadislerle bire bir uyum göstermektedir. Ancak yine de bazı âdetlerin mevzu rivâyetlerle desteklendiği ya da mevzu rivâyet ihdas edilerek toplumda meşru gösterilmeye çalışıldığı olmuştur. Anadolu kültürünün genelinde görülen dînî motif, örnek olarak seçtiğimiz düğün ve nikah törenlerinde de kendisini göstermektedir. Şimdi bütün bölümlerle ilgili genel değerlendirmeleri içeren sonuç bölümüne geçeceğiz. 194 SONUÇ Örf ve âdetler, içinde bulundukları toplumun inanç ve değerlerini yansıtırlar. Bir toplumun örf ve âdetlerinin oluşmasını, günlük yaşamlarında ilgilendikleri, kutsal saydıkları ve değer verdikleri şeyler sağlamaktadır. Anadolu toplumu asırlar boyunca İslam kültürü ile iç içe yaşadığından, onun örf ve âdetleri de İslam’ın iki temel kaynağı olan Kuran ve Sünnet’e dayanmış, ya da en azından onlara ters düşmemiştir. Anadolu’da mevcut süt kardeşi ile evlenmeme âdeti, Kur’ân ve Sünnet’in bu konudaki yasağına dayanmış olup buna güzel bir örnektir. Meşrulaştırma/Meşrulaşma kavramı, bir iş veya davranışı toplum nazarında kabul edilebilir bir duruma getirmek demektir. Din, meşrulaştırmanın tarih boyunca en yaygın ve etkin bir aracı olmuştur. Bir toplum, kazanacağı yeni âdet ve davranışları önce sahip olduğu dine onaylatma, en azından ona ters düşmediğini ispat etme gereği hisseder. Anadolu toplumu da bu yolu takip ederek, örf ve âdetlerini İslam’a onaylatma ve böylece onları meşru bir zemine oturtma gereği duymuştur. Çalışmamızda bununla ilgili bir çok örneğe rastlamış bulunmaktayız. Terğîb ve terhîb türü rivâyetler, bunlara birer örnek özelliği taşımaktadır. Din duygusu insanlarda yaradılıştan gelen bir özelliktir. Bu nedenle, her zaman dine ihtiyaç duyulmuştur. Yaygın İslâmî kabule göre, ilk insanın aynı zamanda bir peygamber olması, dinin insanlık tarihi ile birlikte başladığını göstermektedir. Ayrıca, Kur’ân’ın bildirdiğine göre, tarih boyunca insanları Allah’ın dinine çağıran peygamberler gönderilmiştir. 634 Geçmişte olduğu gibi gelecekte de dinin var olmaya devam edeceği ve toplumları şekillendirmekte büyük rol oynayacağı anlaşılmaktadır. Gelecekte insanların bu günden daha dindar olmamaları için hiç bir sebep yoktur. Anadolu toplumu uzun tarihi boyunca dindarlığı tercih ederek dinsizliğe iltifat etmemiştir. Çalışmamız da Anadolu’da yaşayan örf ve âdetlerin temelinin dine dayandığını göstermektedir. Kültür; genel olarak inançlar, değer hükümleri, örf -âdetler, zevkler, kısacası, insan tarafından yapılmış ve ortaya konulmuş her şeydir. Başka bir deyişle kültür; atalardan gelen maddi ve manevi değerlerin tamamıdır. Kültürler canlı birer yapı olup, temsil ettikleri toplumla birlikte zaman ve çevre şartlarına uyarak sosyal 195 değerler ortaya koyar veya dış tesirlerle gelişerek canlılıklarını devam ettirirler. Ancak kültür bir anda tamamen değişmeyip eskinin izlerini taşır. Anadolu, bir çok medeniyete beşiklik etmiştir. Bu sebeple tarih içerisinde Anadolu kültürü zaman zaman köklü değişime uğramıştır. İslam’ın Anadoluya gelmesinden sonra da bu tür köklü bir değişim meydana gelmiştir. O zaman Anadolu’da hakim olan örf ve âdetler kendini İslam’a göre uyarlamışsa da, yine de eskinin izleri tamamen silinmemiştir. Kültür ve medeniyet, toplumun bilgi ve âdetlerinin toplamından oluşan bir yapıdır. Toplumun bilgi kaynağı olarak din önemli bir yer tutmaktadır. Dinin ise en önemli iki temel kaynağı vardır. Bunlardan biri ilâhî vahiy (kitap), diğeri ise peygamberlerin söz ve davranışlarıdır. Buna göre, İslâmî nitelik kazanan Anadolu kültürünün oluşması ve gelişmesinde Kuran ve Hadisler’in büyük etkisinin olması kaçınılmaz bir durumdur. İslam kültürünü oluşturan temel iki kaynak vardır bunlardan birincisi Kur'ân, ikincisi ise onun açıklayıcısı ve yeni hükümler koyabilen Hadislerdir. Hadisler kaynağı yönünden ve sıhhati yönünden farklılık arzettiğinden, her birisinin Müslüman toplum nazarında yaptırım gücü de farklıdır. Anadolu’da, eş seçimi konusunda gözetilmesi âdet olan hususlar, Hz. Peygamber’e dayandırılan rivâyetlerle paralellik arz etmektedir. Eş seçiminde soy ve malca denklik, İslam’ın teoride hoş karşılamadığı bir husustur. İslam’ı özümsemiş kişiler için, Allahın yarattığı kulların hepsi bir tarağın dişleri gibi birbirine eşittir. Üstünlük ancak Allah’a olan yakınlıkla mümkündür. Ancak, bütün insanlar bu ihlas ve samimiyeti her zaman koruyamadıkları için, üstünlük bazen mal, soy vb. şeylerde aranabilmektedir. Anadolu toplumu da, böyle durumlarda aileyi koruyabilmek için hayatın gerçeklerini göz önüne alarak, eşler arasında mal, soy sop vs. yönünden denk olmayı öngörmüştür. Anadolu’daki dünürcü gitme âdeti ile Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Hatice’ye yaptığı dünürcülük arasında bir çok ortak yön bulmak mümkümdür. Zaten Anadolu toplumunda, kişiler dindar olsun ya da olmasın, dünürcülük merasimi belli bir dînî kalıpta yapılmaktadır. Yine, dünürcü gidilen kızın saçına başına bakma ya da evlenecek kişilerin birbirlerini görerek beğenmeleri âdeti, her ne kadar bazı vaizler tarafından hoş karşılanmasa da, Hz. Peygamber’in tavsiyelerine uygun bir davranış 634 17. İsra 15. 196 oluşturmaktadır. 635 Dünürcü üzerine dünürcü gitmeme âdeti, hem ahlâkî değerlere hem de güzel ahlâkın kaynağı olan Hz. Peygamber’in hadislerine uygun bir adettir. 636 Dünürcülük esnasında, kız evinde bir erkeğin bulundurulması, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla bir birine paralellik arz etmektedir. Yine, Anadolu’da yaşayan uygulamalara göre dünürcü geldiği zaman, kızın anne ve babası, kıza kabul edip etmediği konusunda fikrini sormakta, bâkire ile dul kadının cevabı farklı algılanmaktadır. Utanacağı için bâkirenin susması kabul anlamına gelirken, dul kadının görüşünü açıkça ifade etmesi beklenmektedir. Anadolu’da bu şekilde oluşan âdetin kaynağı da elbette yine Hz. Peygamber’in bu konudaki hadisleridir. Okuntu (düğün davetiyesi) dağıtma ve düğün evine bayrak asma âdetleri, nikahın ilanını sağladığı için Hz. Peygamber’in bir sünneti olarak değerlendirilebilir. Çünkü, Hz. Peygamber düğüne davet için benzer uygulamalar yapmıştır. 637 Düğün süresi, düğünde çalgı, şarkı ve eğlenceye yer verilmesi, düğün ziyafeti gibi âdetlerin, temelde Hz. Peygamber’in hadislerine dayandığı ya da ona ters düşmediği görülmüştür. Bunlar, örf ve âdetin oluşmasında hadis ve sünnetin fonksiyonunu göstermesi açısından çok önemlidir. Gelin süsleme, Hz. Peygamberin de tavsiye ettiği bir âdettir. 638 Bu günkü şekliyle beyaz gelinlik olmasa da, geline hususi bir kıyafet giydirme âdeti Asr-ı Saadet’te de vardı. Beyaz gelinlik giyme alışkanlığı ise, Osmanlı padişahı II. Mahmut döneminde görülmeye başlamıştır. Anadolu’da uygulanan kına yakma ve kına gecesi âdeti, eski Türk geleneklerindendir. Türkler Müslüman olduktan sonra bu âdet meşrulaştırılarak, dînî bir kalıba sokulmak istenmiştir. Nitekim, es-Suyûtî, bu konuya dikkat çekerek, eseri el-Leâli’l-Masnûa’da ilgili rivâyetleri bir araya getirmiş ve onların mevzu olduğunu belirtmiştir. 639 Anadolu düğünlerinde gelinin başına şeker saçma âdeti, Türklerin eski dinlerinden getirdikleri, ancak İslam’dan sonra mevzû/uydurma bir rivâyetle meşru 635 Müslim, Sahih, Nikâh, 74-75, (II, 1040); Ebû Davud, Sünen, Nikâh, 18, (II, 565-566), no: 2082; İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 9, (I, 599), no: 1864. 636 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 45, (VI, 136); Nikâh, 46, (VI, 137). 637 el-Buhârî, Sahih, Nikâh, 68, (VI, 143); et-Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, (III, 398), no: 1089. 638 İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 24, (I, 616), no: 1911. 639 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, Nikâh, 140-141. 197 gösterilmek istenen bir uygulamadır. Aslında bu, yabancı soya mensup olan bir kızın, kocasının soyunun ataları ve koruyucu ruhları tarafından kabul edilmesi için yapılan bir kurban âyininin kalıntısı olup, 640 bu âdet, mevzû bir rivâyetle meşrulaştırılmak istenmiştir. 641 Kız yengesi ve sağdıç âdeti, Hz. Peygember’in hadisleriyle paralellik arz etmektedir. Nitekim, Hz. Âişe’nin evlenmesinde bu türden bir uygulamaya yer verilmiştir. Zifaf âdâbı ile ilgili uygulanan âdetlerden bazıları hadislerle örtüşürken, diğer bazıları toplumun kendi ürettiği âdetlerdir. Zifaftan önce geline bir hediye takdim etmek ve iki rekat namaz kılmak, hadislerin de teşvik ettiği güzel davranışlardandır. İslam, bekarlığı hoş karşılamayıp evliliği her fırsatta teşvik etmiştir. Ancak zaman zaman Anadolu’da zâhit görünümlü bazı kişiler, bekar kalmayı teşvik etmiş ve bu durumlarını meşru gösterebilmek için hadis kalıbında bazı sözler icat etmişlerdir. Kur’ân ve Hz. Peygamber tek eşliliği teşvik etmiştir. Fakat savaş gibi zaruret hallerinde ve gereklerini yerine getirebilme şartıyla, çok eşliliği dört kadınla sınırlandırmıştır. Anadolu toplumu da, bu konuda kendisine âyet ve hadisleri rehber edinmiş, tek eşliliği yaygın bir uygulama olarak benimsemiş, çok eşliliğe pek hoş bakmamış ve aynı anda dört kadından fazlasıyla evliliğe kesinlikle izin vermemiştir. Çalışmamızda da böyle bir durumu, tespit edememiş bulunmaktayız. Evlenme yaşı konusunda İslam bir sınırlandırma getirmemiştir. Türk Medenî Kanunu, 17-18 yaşından aşağı hiçbir kişinin evlenmesine müsaade etmezken, pratikte daha küçük yaşta evlenenlere sıkça rastlanmaktadır. Eğer bu konuda yasaklayıcı bir âyet ya da hadis olsaydı, toplum buna da uyardı. Kız kaçırma şekliyle evlenme, tespit edebildiğimiz kadarıyla hadisler tarafından yasaklanmamıştır. Kızın rızası olduğu ve remî nikah yapıldığı sürece, böyle bir evlilikte mahzur görülmemiştir. Anadolu toplumu, bu müsaadeyi aynen kullanmış ve zaman zaman bunun örneklerini göstermiştir. 640 İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 167. 641 İbnu'l-Cevzî, Mevdûât, Nikâh, II, 264-266. 198 Nikah ile ilgili uygulanması âdet olan şeylerin hemen hemen tamamı kaynağını hadis ve âyetlerden almıştır. Örneğin nikahta iki şahit bulundurulması, topluma açık yapılması, arz ve kabul’ün olması bunlardan bazılarıdır. Nikah merasiminde, resmî ve dînî nikah ayırımı yapılmadan, iki tarafın haklarının garanti altına alınması amaçlanmıştır. Hadisler bunu, bir akid yani anlaşma olarak takdim etmiştir. İslam tarihinde nikahın resmi yapılması ve kamuoyunun bilgilerine sunulması, Hz. Peygamber zamanında başlamıştır. İlgili bölümde de kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber, nikahı mescitte yapın ve onu ilan edin, diyerek ona resmiyet kazandırmak istemiştir. Nikah, dînî bir uygulama olup, eşlerin birbirine din yönünden helal sayılmaları için yapılmaktadır. İmam nikahı şeklinde bir uygulama ise, Osmanlı döneminde, zaruretten ortaya çıkmış ve halka kolaylık olması için her mahalle ve köyde bulunan, imamlar bu işle görevlendirilmiş ve on beş gün içinde kadıya resmi bir belge ile bildirme şartı konulmuştur. Kısacası şartları yerine getirilen bir nikah, nerede ve kim tarafından yapılırsa yapılsın, geçerli bir nikah sayılmıştır. İslam’ın, geline mehir verilmesini emreden buyruğu, Anadolu’da örf âdet haline gelmiştir. Evlenen herkes, bilerek veya bilmeyerek, geline altın mücevherler takmak suretiyle bunu yerine getirmektedir. Nikahta hile yapmak, İslam’ın tasvip etmeyeceği bir husustur. Kaldı ki hiçbir konuda aldatmaya müsaade edilmemiş ve Hz. Peygamber, bizi aldatan bizden değildir, buyurmuştur. Anadolu’da, evlendirme ve âile kurma, hayırlı bir iş olarak görüldüğü için bu yolda bazen meşru olmayan metotlar kullanılmıştır. Bu metotları toplum nazarında normal gösterebilmek ve meşrulaştırabilmek için çeşitli hadisler uydurulmuştur. Konuyu işlerken kaydettiğimiz “Aldatma ve hile sadece nikahta olur” şeklindeki mevzu rivâyet buna bir örnektir. Anadolu toplumunda, evlenilmesi ayıp ve yasak kabul edilenler, İslam’ın belirttikleri ile aynen örtüşmektedir. Türk Medenî Kânunu da bu konudaki örf âdet ve hadislerle paralellik arz etmektedir. Akraba evliliği, Anadolu’da yasak olmamakla birlikte, tavsiye edilmemektedir. Hadislerde de akraba evliliğine müsaade edildiği görülmektedir. Ancak, zayıf olduğu kaydedilen bazı hadisler, doğacak çocuğun zeki, güçlü ve 199 hastalıklardan uzak olması düşüncesiyle akraba evliliğinden kaçınmayı tavsiye etmiştir. Kısaca özetlediğimiz bu çalışmamızda, Düğün ve Nikahla ilgili Anadolu'da görülen 60 âdeti ele alarak inceledik. Bunlardan bazılarının dinin tabi seyri içerisinde hedeflendiği gibi âyet ve Hz. Peygamber'in hadislerinden kaynaklandığını ya da ondan destek alarak varlıklarını devam ettirdiklerini gördük. Meşrulaştırma başlığı altında ifade ettiğimiz gibi, bir adetin toplumda varlığını sürdürebilmesi için o toplumun dininden ya da kutsal sayıp değer verdiği merciden onay aması gerekmektedir. Bu yolla meşrulaşan âdetleri aşağıya maddeler halinde sıralayacağız: 1. Eş seçiminde ile ilgili adetler. 2. Evlenilecek kadında aranan nitelikler. a. Müşrik olmaması. b. Zaniye olmaması. c. Mahremi olmaması. d. Geçici olarak haram olan kadınlardan olmaması. e. Süt yönünden haram olmaması. f. Bakire olması. 3. Evlenilecek erkekte aranan şartlar. a. Müslüman olması. b. Evleneceği kadınla daha önce zina etmemiş olması. c. Evleneceği kadının annesiyle geçmişte evlenmiş olmaması. d. Süt yönüyle haram sayılanlardan olmaması. 4. Evlilikte denkliğin aranması. 5. Kız isteme şekli. 6. Dünürcülük esnasında istenilen kızın saçına ve yüzüne bakmak. 7. Dünürcü üzerine dünürcü gitmeme. 8. Dünürcülük esnasında kız evinde bir erkeğin bulunması ve sonucu onun bildirmesi ya da onun huzurunda dünürcülüğün yapılması. 9. Evlendirilecek kızın izninin alınması ve susmasının "evet" anlamına geldiği. 10. Evlendirilecek dul bayanın açık açık izninin alınması 11. Nişanlanma ve nişanda yüzük takma âdeti. 200 12. Evlenen kadın için çeyiz hazırlanması. 13. Okuntu, Düğün davetiyesi. 14. Düğün evine bayrak asılarak düğünün ilan edilmesi. 15. Düğün süresi yani kaç gün olacağı. 16. Düğünde çalgı, şarkı ve eğlence. 17. Düğün ziyafeti. 18. Gelinin süslenmesi ve gerdek için hususi hazırlık yapılması. 19. Gayret kuşağı yani Fatma ana kuşağı. 20. Yeni evlileri tebrik ve davet. 21. Cinsel eğitim yani kız yengesi ve sağdıçlık. 22. Zifaftan önce yapılmasına inanılan uygulamalar. a. Gelin ve damadın iki rekat namaz kılıp dua etmesi. b. Damadın geline hediye vermesi. (Ancak mevzu rivâyetlerle daha da özendirmek istenmiştir.) 23. Kayınpeder denilmesi. 24. Evlenme merasiminin toplumda en önemli tören olarak görülmesi. 25. Tek kadınla evlenmenin normal, çok kadınla evlenmenin ise, dört üst sınır olmak üzere, zaruret ve şartlar dahilinde meşru olması. 26. Evlenme yaşı. 27. Babanın izni olmadığı durumlarda resmî nikahın geçerli olması. Kız kaçırarak evlenme. 28. Nikah törenindeki uygulamalar. 29. Resmî nikah. 30. Mehir. 31. Trampa (şiğar) nikahına toplumun hoş bakmaması. 32. Nikahlanması mümkün olmayanlar (haram olanlar). 33. Amca, dayı, teyze, hala gibi ikinci dereceden akraba çocukları ile evlenebilme. 34. İki bayram arasında nikah yapma. 35. Nikahta tebrik etme ve tebrik cümleleri. 201 Seçmiş olduğumuz âdetlerin bir kısmının ise gerçekte din ile alakası olmayıp sadece toplumda tutunabilmek için hadis kalıbında sözler ihdas edilerek meşrulaştırıldığını gördük. Bunlarda şu âdetlerdir: 1. Nikahta aldatma ve hayırlı bir iş olarak kabul edildiği için aldatmanın sadece nikahta meşru olacağına inanılması. 2. Gelinin başına şeker, çerez vb. şeyler saçmak. 3. Kına yakma âdeti. 4. Davul ve benzeri çalgılı düğünlere katılmama. 5. Akraba evliliğinin yasaklanması. 6. Bekarlığın kötülenmesi ve toplum için tehlike olduğunun düşünülmesi. 7. Evlilik hazırlığında çocuğuna yardımcı olma. 8. Bir birine denk olmayanların evlenemeyeceği. 9. Cinsel ilişki esnasında yapılmasının sakıncalı olduğuna inanılan şeyler. Çalışmamızla ulaştığımız ilginç sonuçlardan birisi de, günümüzde cami vaazlarında, bir konuyu anlatırken onu desteklemek ve halk nazarında konuşmasının etkisini artırmak için hadislere eklemeler yapıldığı ya da hadis denilerek aktarılan sözlerin belirtilen kitaplarda hadis olarak geçmediğine raslamış olmamızdır. Bunları aşağıya kaydederek günümüzde dahi hadis uydurma faaliyetlerinin olabileceğini belirtmek istiyoruz. Bunlar: 1. Evlenilecek erkekte aranacak özelliklerden birisi olan kötü alışkanlıklarının olmaması ile ilgili kaydedilen rivâyette “Bir kimse kızını veya ailesinden birini içki içen biriyle evlendirirse, kendi eliyle onu cehenneme atmış demektir,” 642 deniliyor. Ancak böyle bir rivâyete hadis kitaplarında rastlayamadık. Anlam olarak her ne kadar doğru olsa da hadis olmayan bir şeyin hadis diye takdim edilmesi doğru bir davranış değildir. 642 Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşâd, VII, 97. 202 2. Evlenilecek kadına bakılamayacağı ile ilgili yine bir rivâyette Hz. Peygamber'in; “Allah bakana da, baktırana da lanet etsin” 643 dediği kaydedilmiştir. Ancak araştırmalarımız sonucunda böyle bir hadise rastlayamadık. 3. “Müslüman bir erkeğin gözü (mahremi veya nikahlısı olmayan) bir kadının güzelliğine takılır da, sonra (Allah’tan korkarak) gözünü ondan sakınırsa Allah Teâlâ ona ibâdet sevabı verir.” 644 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 24 olarak kaynak verilmiştir, ancak belirtilen eserde böyle bir rivâyete rastlanmamaktadır. Tezimizin tamamında 60 örf âdeti ele aldık. Bunlardan 48'i hadislerle ve âyetlerle tam uygunluk göstermektedir. 9 tanesi mevzu rivâyetlerle meşrulaştırılmak istenmiştir. Üçünde ise hadislerle desteklenmiş görülmesine rağman, hadis diye takdim edilen rivâyetlerin hiç birisine hadis kitaplarında rastlanamamıştır. Görüldüğü gibi Anadolu’da örf ve âdetlerin oluşması ve meşrulaşmasında hadisler büyük rol oynamıştır. Anadolu’daki âdetlerin bir kısmı âyet ve hadislere göre oluşurken, bazı âdetler de kendilerine uygun hadis uydurularak desteklenmiştir. Bu durum, Anadolu toplumunun büyük bir bölümünün Müslüman olmasından ve onların nazarında, âyet ve hadislerin gücünden kaynaklanmaktadır. Anadolu’nun yaklaşık bin yıldır İslam kültürü ile iç içe olması, tabi olarak böyle bir sonuca götürmüştür. Ancak sadece İslam’ın etkisinden bahsetmek genelleme olacağından, Anadolu’da yaşayan diğer din ve kültürlerin etkisini de belirtmeden geçmemek gerekir. Bu çalışmamızda ortaya çıkan önemli sonuçlardan birisi de; Anadolu halkının dindar bir toplum olduğu gerçeğidir. Seçmiş olduğumuz bu konuda olduğu gibi araştırıldığı zaman diğer toplumsal âdetlerde de bu gerçeğin ortaya çıkacağı kanaatindeyiz. Anadolu toplumunun giyim âdetleri, yemek kültürü, cenaze merasimleri ve takip eden uygulamalar, yeni doğan çocuk için yapılan törenler, evlerin mimâri yönden şekillenmesi vb. bir çok konunun oluşması ve bugünkü hale gelmesinde hadisin etkisi araştırmaya değer bir husustur. Böylece hadisin toplumu şekillendirmedeki fonksiyonu daha açık ortaya çıkıp hadis ilmiyle diğer ilim dalları 643 Emre, Kürsiden Mü’minlere Sohbet ve Nasihatler, III, 157. Ancak böyle bir rivâyete hadis kitaplarında rastlayamadık. 644 Altunkaya, Mü’minlere Vaaz ve İrşad, VII, 82. 203 arasındaki ilişki gündeme gelmiş olacaktır. Biz bu alanda küçük bir başlangıç yaparak araştırmacılar için bakir bir sahaya işaret etmiş olduk. Hadis ilminin farklı alanlarla irtibatını konu edinen çalışmalara rastlayamadığımız için bu konuda zorluklarla karşılaştık. Bu da metod belirlemeye yönelik yeni çalışmaların yapılması gereğini ortaya koymaktadır. 204 BİBLİYOĞRAFYA ABDULAZİZ BEY, Osmanlı Âdet Merasim ve Tabirleri, Yayına hazırlayan: Kazım Arısan - Duygu Arısan Günay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 20. İstanbul 2000. ABD b. HUMEYD, Abd b. Humeyd b. Nasr Ebû Muhammed el-Kissî (v.249), elMüntehab min Müsnedi Abd b. Humeyd, Mektebetü’s-Sünne, Kâhire 1988. ACCÂC el-HATİB, Muhammed, es-Sünne Kable’t-Tedvîn, Kahire, 1383/1963. el-ACLÛNÎ, İsmail b. Muhammed (v.1162), Keşfu'l-Hafâ ve Müzîlü'l-İlbâs Amme'ştehera mine'l-Ehâdîs-i Alâ Elsineti'n-Nâs, (I-II), Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1988. AHMED MÜRŞİDÎ (v.1174/1761); Mürşid-i Pend-i Ahmediyye, Bedir Yayınevi, İstanbul- 1989. AKSOY, Mustafa, Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, Alfa yayınları, İstanbul 2000. ALİ el-KÂRÎ, Nureddin Ali b. Sultan Muhammed el-Herevî, (v.1014), -el-Mevzuatu’s-Suğra, Tahkik: Abdulfettah Ebû Gudde, Beyrut 1978. -el-Esrâru’l-Merfû’a fi’l-Ahbâri’l-Mevzû’a (Mevzûâtu’l-Kübrâ), Lübnan 1971. ALTUNKAYA, Mehmed, Mü’minlere Vaaz ve İrşâd, (1-8), Şelale yayınları, İstanbul 1995. ARAZ, Rıfat, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını no: 108 Ankara 1995. ARAZ, Nezihe - GÜNAY, Umay - TAN, Nail - TOYGAR, Kamil - ÖKSÜZ, Enis SEYİDOĞLU, Bilge, 21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Âdetlerimiz (Türk Töresi), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul trs. 205 ASIM EFENDİ, Kamus Tercemesi, I-IV, İstanbul 1305. ATEŞ, Ali Osman, -İslam’a Göre Câhiliye ve Ehl-i Kitâb Örf ve Âdetleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1996. -Kur’an ve Hadislere Göre Şeytan, Beyan Yayınları, İstanbul 1995. -Oryantalistlerin Hz. Peygamber İle İlgili İddialarına Cevaplar, Beyan Yayınları, İstanbul 1996. ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, I-XII, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1997. AYDIN, Mehmet Akif, “Aile”, TDV.İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989. AYNUR, Hatice, “Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve şenlikler”, Tarih ve Toplum, c.11, İstanbul 1989. el-AYNÎ, Bedruddîn Ebî Muhammed Mahmûd b. Ahmed (v. 855), Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, I-XXV, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut trs. BELLEAH, Robert N., “Din İle Sosyal Bilim Arasında”, Sekülerizm Sorgulanıyor, Tercüme ve derleyen: Ali Köse, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002. BERGER, Peter L, -“Sekülerizm’in Gerilemesi”, Sekülerizm Sorgulanıyor, Tercüme ve derleyen: Ali Köse, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002. -Kutsal Şemsiye, Çeviren: Ali Coşkun, Rağbet Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2000. BERKÎ, Ali Himmet, -Hukuk Mantığı ve Tefsir, Ankara 1948. -Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, Ankara 1955. 206 el-BEYHAKÎ, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn (v.458), Kitâbu’s-Süneni'l-Kebîr (esSünenü’l-Beyhakiyyi’l-Kübrâ), I-X, Mekke 1994. el-BUHÂRÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâil (v. 256/ 869), Sahîhu’l-Buhârî, IVIII, Çağrı yayınları, İstanbul 1992. CANAN, İbrâhim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, I-XVIII, Fezâ yayıncılık, İstanbul trs. el-CEVHERÎ, İsmâîl b. Hammâd (v.393), es-Sıhâh Tâcü’l-Luğa ve Sıhâhi’lArabiyye, I-VI, 2. Baskı, Beyrut 1979. CİHAN, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu Siyasi ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun 1996. CİN, Halil, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara Ünv. Hukuk Fakültesi Yayınları, no: 341, Ankara Ünv. Basım evi 1974. el- CURCÂNÎ, Ali b. Muhammed b. Ali (v.816), et-Ta'rîfât, Dâru'l-Kütübi'l-Arabî, Beyrut 1405. ÇAĞATAY, Neşet, İslam Dönemine Dek Arap Tarihi, Ankara 1989. ed-DAHİL, Said Fâyiz, Mevsûatu Fıkhı Âişete Ümmi’l-Mü’minin, Hayâtuhâ ve Fıkhuhâ, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1989. ed-DÂREKUTNÎ, Ali b. Ömer Ebu’l-Hasen el-Bağdâdî (v.385), Sünenü’dDârekudnî, I-IV, Tahkik: es-Seyyid Abdullah Hâşim Yemânî el-Medenî, Dâru’lMarife, Beyrut 1966. ed-DÂRİMÎ, Ebû Muhammed Abdillâh b. Abdirrahmân b. el-Fadl b. Behrâm (v.255), Sünenü’d-Dârimî, I-II, Çağrı yayınları, Kardeşler ofset ve matbaası, İstanbul 1992. DAVUDOĞLU, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I-XI, İstanbul 1980. DELANEY, Carol, Tohum ve Toprak (Türk Köy Toplumunda Cinsiyet ve Kozmoloji), İletişim Yayınları, İstanbul 2001. 207 DERİNGİL, Selim, Toplum ve Bilim, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Geleneğin İcadı, Muhayyel Cemaat, (Tasarımlanmış Topluluk) ve Panislamizm”, 54/55, yaz/güz, İstanbul 1991. DİYARBAKIR VALİLİĞİ, Diyarbakır İl Yıllığı, 1973. DOĞRUL, Ömer Rıza, Asrı Saadet, I-V, Eser Neşriyat, İstanbul- 1981. EBÛ DÂVUD, Süleyman b. Eş’âs es-Sicistânî (v.275), Sünen-i Ebî Dâvud, I-V, Çağrı yayınları, İstanbul 1992. EBÛ YA’LÂ, Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ el-Mevsılî (v.307), Müsned, I-XIII, Dımeşk 1984. EBÛ ZEHRÂ, Muhammed Ebû Zehrâ, İslam Hukuku Metodolojisi (Fıkıh Usulü), Çeviren: Abdulkadir Şener, Fecr Yayınevi, Ankara 1990. EMRE, Mehmet, Kürsiden Mü’minlere Sohbet ve Nasihatler, İstanbul 1997. ERDOĞAN, Mehmet, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, Marmara Ü. İlahiyat Fak. Yayınları, İstanbul 1990. ERKAL, Mustafa E., Sosyoloji (Toplum Bilimi), 4. baskı, Der yayınevi, İstanbul 1991. ERUL, Bünyamin, Örnek Bir Lider Hz. Peygamber (Rasul-Sahabe İlişkisine Farklı Bir Bakış), Ankara 2002. ERZURUM VALİLİĞİ, Erzurum İl Yıllığı, 1973. FARÛKÎ, Muhammed Y. “Hulefâ-i Râşidîn ve İlk Fukahânın Kararlarında Örfün Etkisi”, İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, Üç Aylık İlmî Araştırma Dergisi, c.II, Sayı:1, İstanbul 1994. FAYDA, Mustafa, -“Asrı Saadet Döneminde Gelenek ve Yenileşme”, İslam, Gelenek ve Yenileşme/ İslam Tradition And Change, İstanbul trs. -“Aişe” TDV. İslam Ansiklopedisi, II. Cilt. 208 FEYZİOĞLU, Feyzi Necmeddin, Aile Hukuku Dersleri, İstanbul 1971. FINDIKOĞLU, Z. F. Aile Hukukunun Tedvini Meselesi, Aile Yazıları, II. Cilt. GAZÂLÎ, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed, (v.1111), İhyâu Ulûmi'd-Dîn, Tercüme: Ahmet Serdaroğlu, I-IV, İstanbul 1987. GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, Matbuat ve İstihbarat Matbaası, Ankara trs.. GÖRGÜN, Tahsin, “İslam Kültür Birliği ve Sünnet” (bildiri), İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, Ankara 2003. GÖYÜNCÜK, Nejat, Osmanlı İktidarının Temel Unsurlarından Örf- Gelenek, İlmî Araştırmalar 5, İstanbul 1997. GÜNGÖR, Harun - ARGUNŞAH, Mustafa, Gagauz Türkleri, Kültür Bakanlığı Yayınları/ 1300. Türk Dünyası Edebiyatı Dizisi / 17. GÜNAY, Ünver - GÜNGÖR, Harun, Türk Din Tarihi, Laçin Yayınları, İstanbul 1998. HADDEN, Jeffrey K. “Sekülerizmden Dönüş” Sekülerizm Sorgulanıyor, Tercüme ve Derleyen: Ali Köse, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002. el-HAKİM, Muhammed b. Abdillah Ebû Abdillah el-Hâkim en-Nisâbûrî (v.405); elMüstedrek ale’s-Sahîhayn, I-IV, Tahkik: Mustafa Abdulkadir Atâ, Beyrut 1990. HALEBÎ, İbrahim, Mevkûfât, (Mülteka’l-Ebhur, Mültekâ Tercümesi, Tercüme: Ahmed Davudoğlu (I-II), İstanbul 1986. HAMİLTON, Edith, Mitologya, trc. Ülkü Tamer, İstanbul, 1968. HATİPOĞLU, Haydar, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi Ve Şerhi, I-X, Kahraman yayınları, İstanbul 1992. el-HEYSEMÎ, Nûruddîn Alî b. Ebî Bekr (v.807) Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’lFevâid, I-X, Beyrut 1994/1414. el-HUMEYDÎ, Abdullah b. ez-Zübeyr Ebû Bekr el-Humeydî (v. 219), Müsnedü’lHumeydî (I-II), Tahkik: Habiburrahman el-A'zamî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut trs. 209 İBN ARRÂK, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Kinânî (v.963), Tenzîhu’şŞerîati’l-Merfû’a Ani’l-Ahbâri’ş-Şenîati’l-Mevzû’a, I-II, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1401/1981. İBN ASÂKİR, Ebu’l-Kâsım Ali b. el-Hasan (v.571), Târîhu Medîneti Dımaşk, Terâcimu’n-Nisa, Tahkik: S. Eş-Şihâbî, Dımeşk 1982. İBN CA’D, Ali b. el-Ca’d b. Ubeyd Ebu’l-Hasen el-Cevherî el-Bağdâdî (v.230), Müsnedü İbni’l-Ca’d, Tahkik: Âmir Ahmed Haydar, Beyrut 1990. İBN CEVZÎ, Cemâlüddîn Ebu’l-Ferec Abdurrahman el-Bağdâdî (v. 597) elMevdûât, I-III, Tahkik: Abdurrahman Osman, 2. baskı 1403. İBN EBİ’L-HADİD, Abdulhamid Hibetullah b. Muhammed b. El-Huseyn (v.655), Şerhu Nehci’l-Belâğa, Tahkik: Ebu’l-Fadl İbrahim, Mısır 1965. İBN EBÎ ŞEYBE, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe el-Kûfî (v.235), Musannafu İbn Ebî Şeybe, I-VII, Tahkik: Kemal Yusuf el-Hût, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad trs. İBN HACER, Şihâbuddîn Ahmed b. Alî b. Hacer Ebu’l-Fadl el-Askalânî (v.852), -el-İsâbe Fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-VIII + Fihrist, (Kalküta 1853 baskısından ofset) Beyrut tarihsiz. -Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XIV, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1984. -Fethu’l-Bârî, I-XIII, Tahkik: Muhammed Fuad Abdulbâkî, Dâru’l-Mârife, Beyrut 1379. -Lisânu'l-Mîzân, I-VII, 3. baskı, Beyrut 1986. İBN HANBEL, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed (v.241), -el-Müsned, I-VI, Çağrı yayınları, İstanbul 1992. -Fadâilu's-Sahâbe, I-II, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1983. İBN HİBBAN; Muhammed b. Hibbân b. Ahmed Ebû Hâtim et-Temîmî el-Büstî (v. 354); Sahihu İbn Hibbân, I-XVIII, 2. baskı, Tahkik: Şuayb Arnavud, Beyrut 1993. 210 İBN HİŞÂM, Abdulmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Muâfirî Ebû Muhammed (v. 213); İslam Tarihi Sîret-i İbn Hişâm Tercemesi, I-IV, Terceme eden: Hasan EGE, Kahraman Yayınları, İstanbul 1985. İBN HUMEYD, Abd b. Humeyd b. Nasr el-Kissî, (v.249), el-Müntehab Min Müsnedi Abd b. Humeyd (el-Müsnedü’s-Sağîr), Kahire 1988. İBN HUZEYME, Muhammed b. İshak b. Huzeyme Ebû Bekr (v. 311), Sahihu İbn Huzeyme I-IV, Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1970. İBN KESÎR, Mecdüddîn Ebu’l-Fidâ İsmâîl b. Kesîr (v.774), Tefsîru’l-Kur’âni’lAzîm, I-VIII, Kahraman yayınları, İstanbul 1992. İBN KUTEYBE, Abdullâh b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (v.276), Te’vîlu Muhtelifi’l-Hadîs, Hadis Müdâfası, Tercüme: M. Hayri Kırbaşoğlu, Kayıhan yayınları, İstanbul 1989. İBN MÂCE, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (v.275), Sünen-i İbn Mâce, I-II, Çağrı yayınları, İstanbul 1992. İBN MANZÛR, Ebu’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem (v.711), Lisânu’l-Arab, I-XV, Beyrut 1956. İBN RÂHÛYE, İshâk b. İbrâhîm b. Mahled b. Râhûye el-Hanzalî (v.238), elMüsned, I-III, Medîne 1991. İBN RÜŞD, Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b.Rüşd el-Kurtubî (v. 595), Bidâyetü’l-Müctehid, I-II, Dâru’l-Fikr, Beyrut trs. İBN SA’D, Muhammed b. Sa’d , (v.230), Kitâbu’t-Tabakât el-Kebîr (et-Tabakâtü’lKübrâ), I-IX, Dâru Sâdır, Beyrut trs. İBNU’S-SALÂH, Ebû Amr Osman b. Abdirrahmân eş-Şehrezûrî (v.643), Ulûmu’lHadîs, Dâru’l-Fikr, 3. baskı, Dımeşk 1984. İBNÜ’L-ESÎR, Mecdüddin el-Mubârek b. Muhammed el-Cezerî (v. 606), enNihâye fî Garîbi’l-Hadis ve’l-Eser, I-V, Tahkik: Mahmud Muhammed et-Tanâhî, Tâhir Ahmed ez-Zâvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1979. 211 İBRAHİM HAKKI, (Erzurumlu) (v.1180), Mârifetnâme, Alem Yayınları, İstanbul 1992. İBRAHİM, Mustafa - Ahmed Hasan ez-Zeyyât - Hamid Abdulkadir - Muhammed Ali en-Neccâr, el-Mu’cemu’l-Vasit, Çağrı yayınları, İstanbul 1989. İL-İL BÜYÜK TÜRKİYE ANSİKLOPEDİSİ, Milliyet, I-III, İstanbul. İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 5. Baskı, Ankara 2000. İMRE, Zahit, Medenî Hukuka Giriş, İst. 1976. KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi yayınları, 8. Baskı, İstanbul 1991. KALAFAT, Yaşar, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, sayı no: 112, Ankara 1995. KANDEMİR, Yaşar, Mevzû Hadisler Menşe’i Tanıma Yolları Tenkidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 5. baskı, Ankara 1991. KARAMAN, Hayreddin, -“Fıkıhta Gelenek ve Yenileşme”, İslam, Gelenek ve Yenileşme, Marmara ünv. İlahiyat Fak. İstanbul. -İslâm’da Kadın ve Âile, İstanbul 1993. - Âdet Maddesi, T.D.V. İ. A, I, 369-372. el-KÂSÂNÎ, Ebû Bekr b. Mes’ûd b. Ahmed Alâuddin (v. 587), Kitâbu Bedâı’ı’sSanâ’ı, I- VII, 2, Baskı, Beyrut 1982. KARA DAVUD, Muhammed İzmitî (v.948/1514), Delâilu'l-Hayrât Şerhi Kara Davut, Müjde Yayınevi, İstanbul. KAZICI, Ziya, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Eşleri ve Aile Hayatı, Çağ yayınları, İstanbul 1991. 212 KELPETİN ARPAGUŞ, Hatice, Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2001. KIRBAŞOĞLU, Mehmed Hayri, İslm Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997. KOÇAK, Zeki, “Örf ve âdetlerin Hukuk Metodolojisindeki Yeri”, Diyanet İlmi Dergi, cilt: 37, Sayı:2, Nisan- Mayıs-Haziran 2001. KOÇYİĞİT, Talat, - Hadisçiler ile Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, TDV. Yayınları, Ankara 1989. - Hadis Usulü, Ankara Üniversitesi İlahiyet Fakültesi Yayınları, 3. baskı, Ankara 1987. - Hadis Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyet Fakültesi Yayınları, 2. baskı, Ankara 1988. KOŞAY, Hamit Ziya, Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme, Maarif Matbaası, Ankara 1944. KÖSE, Ali, Sekülerizim Sorgulanıyor, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002. el-KUZÂÎ, Muhammed b. Seleme b. Ca’fer (v. 454), Müsnedü’ş-Şihâb, I-II, Beyrut 1986/1407. LEWİNSHON, Richart, Cinsî Adetler Tarihi, Tercüme: Ender Gürol, İstanbul 1966. MAHLÛF, Hüseyn Muhammed, Zevcu’l-Müslimi bi’l-Kitâbiyyeti, Mecelletü’lEzher, c. 46, Kahire 1954. el-MAKDİSÎ, Abdullah b. Kudâme Ebû Muhammed, el-Kâfî fî Fıkhı İbn Hanbel, IIV, el-Mektebetü’l-İslâmî, 5. baskı, Beyrut 1988. MÂLİK b. Enes, (v.179), -el-Muvattâ, I-II, Çağrı yayınları, İstanbul 1992. 213 -el-Müdevvenetü’l-Kübrâ (Sahnûn’un Utekî’den Utekî’nin de Mâlik’ten Rivâyetleri), I-VI, Dâru Sâdır, Beyrut, trs. MARDİN, Şerif, Din ve İdeoloji, 8. Baskı, İletişim yayınları, İstanbul 1999. MARTİN LİNGS, Hz. Muhammed'in Hayatı, İz yayıncılık, İstanbul-2003. MEHMET ZİHNİ, Nimeti İslam, İstanbul 1978. el-MERGÎNÂNÎ, Burhânuddîn Ebu’l-Hasan Ali b. Ebî Bekr b. Abdulcelîl (v. 593); - Bidâyetü’l-Mübtedî, Matbaatu Muhammed Ali Sabîh, Kahire 1355. - el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî, I-IV, Kahire 1965. el-MES’ÛDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. el-Huseyn b. Ali (v. 346), Murûcü’z-Zeheb ve Meâdînu’l-Cevher, I-IV, Beyrut Tarihsiz. el-MISRÎ, Şihâbuddin Ahmed b. Muhammed el-Hâim (v.815); et-Tıbyân fî Tefsîr-i Garîbi'l-Kur'ân, Kahire 1992. el-MİZZÎ, Yusuf b. ez-Zekî Abdurrahman Ebu’l-Haccâc el-Mizzî (v.742), Tehzîbü’l-Kemâl, I-XXXV, I. Baskı, Beyrut 1980. MURATOĞLU, Malik - KALAFAT, Yaşar - TÜRKEROĞLU, Cevdet, Türk Halk İnançları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1996. MUHAMMED AHMED ABDUSSELAM, Kur’ân Niçin İndirildi, Fecr Yayınları, Tercüme: H. Rahman AÇAR, 4. Baskı, Ankara 1996. MUHAMMED EMÎN, Hâşiyetü İbn Âbidîn, I-VI, 2. baskı, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1386. MUHAMMED HAMİDULLAH, İslam Peygamberi Hayatı ve Eseri I-II, Tercüme: M. Said Mutlu, İrfan yayınları, İstanbul 1972. el-MÜBÂREKFÛRÎ, Muhammed b. Abdirrahmân b. Abdirrahîm el-Mübârekfûrî (v.1353), Tuhfetü’l-Ahvezî, I-X, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut. el-MÜNZİRÎ, Abdulazîm b. Abdilkavî Ebû Muhammed (v.656), et-Terğîb ve’tTerhîb, I- IV, Tahkik: İbrahim Şemsüddîn, Beyrut 1417. 214 MÜSLİM, Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî (v.261), Sahîhu Müslim, I-III, Çağrı yayınları, İstanbul 1992. en-NEDVÎ, Ebu’l-Hasan Ali, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, trc. İ. Düzen- M. Topuz, İstanbul 1966. en-NESÂÎ, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb (v. 303), Sünenü’n-Nesaî, I-VIII, Çağrı yayınları, İstanbul 1992. en-NEVEVÎ, Ebû Zekeriyya Yahya b. Şerefüddin (v.676), Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîh-i Müslim, I-XVIII, 2. baskı, Dâru İhyâi Turâsi’l-Arabî, Beyrut 1392. NUTKU, Özdemir, “Türklerde Düğün”, TDV. Ansiklopedisi, X. cilt. Sayfa 16-18 arası, İstanbul 1994. OĞUZOĞLU, H. Cahit, Medenî Hukuk, A.Ü. Hukuk Fak. Yayınları, no: 117, Ankara 1958. ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi, M.E.B. yayınları İstanbul 1993. ÖZCAN, Yusuf, Gençlik ve Evlilik, Türdav, İstanbul 1992. ÖZAFŞAR, M. Emin, Polemik Türü Rivâyetlerin Gerçek Mahiyeti, İslâmiyât, c.1, Sayı:3, İslâmiyât Üç aylık Araştırma Dergisi Temmuz-Eylül. 1998 Ankara. er-REBÎ’ b. HABÎB, er-Rebî b. Habib b. Amr el-Hanefî el-Basrî, (v.160), Müsnedü’r-Rebî’, Tahkik: Muhammed İdrîs, Dâru’l-Hikme, Beyrut 1415. es-SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Ravâiu’l-Beyân Tefsîru Âyâti’l-Ahkâm mine’l-Kur’ân, I-II, Dersaâdet, İstanbul trs. SARICIK, Murat, Câhiliye Nikahı Mut’a ve Diğer Câhiliye Nikahları, S.D.Ü., İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:3, Yıl: 1996. SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı,Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003. es-SAN’ÂNÎ, Ebû Bekr Abdurrezzak b. Hemmâm (v-211), Musannaf’u Abdirrezzâk, I-XI, Tahkik: Habiburrahman el-A’zamî, 2, baskı, Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1403. 215 es-SAHÂVÎ, Şemsüddin, (v.902), el-Makâsıdu’l-Hasene fî Beyâni Kesirin min’elEhâdîsi’l-Müştehire ale’l-Elsine, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1987. es-SEFÂÎ, Ebu’l-Fedâil Hasan b. Muhammed, Mevdûâtu’s-Sefâî fi’l-Hadis, Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah kısmı, no: 284/4. Elyazması. es-SEMERKANDÎ, Muhammed b. Ahmed b. Ebî Ahmed, (v.539), Tuhfetü’lFukahâ, I-III, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1405. es-SERAHSÎ, Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed, (v.483) el-Mebsût li’sSerahsî, I-XXX, Dâru’l-Marife, Beyrut 1406. STARK, Rodney, “Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme”, Sekülerizm Sorgulanıyor, Tercüme ve derleyen: Ali Köse, Ufuk Kitapları, İstanbul 2002. SUBHİ es-SALİH, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Çeviri: M. Yaşar Kandemir, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1996. es-SUYÛTÎ, Celâluddin Ebu’l-Fadl Abdurrahman (v. 911), - el-Leâli’l-Masnûa Fi’l-Ehâdîsi’l-Mevzûa, I-II, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Betrut 1417. - Tedrîbu’r-Râvî fî Şerhi Takrîbi’n-Nevâvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1993. - Sünnetin İslamdaki Yeri, (Miftâhu’l-Cenne fi’l-İhticâc bi’s-Sünne), Çeviri: Enbiya Yıldırım. Rağbet Yayınları, İstanbul 2002. eş-ŞAFİÎ, Muhammed b. İdris Ebû Abdillah (v.150), Müsnedü’ş-Şâfiî, Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut, trs. ŞEHBE, Muhammed b. Muhammed, fî Usûlü’l-Hadis, Mısır, 1962. ŞEHRİSTÂNÎ, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm b. Ebî Bekr b. Ahmed, (v.548), el-Milel ve’n-Nihal, Kahire trs. ŞEMSEDDİN SAMİ, Kamusu Türkî, Dersaadet 1317. ŞENER, Mehmet, İslam Hukukunda Örf, İzmir 1987. 216 eş-ŞERBÂSÎ, Ahmed, “Zevcu’l-Müslimi bi Gayri’l-Müslimeti”, Mecelletü’lEzher,c. 32, Sayı: 10, Kahire 1960. ŞEYH MUHYİDDİN KÂDI, Mecelletü’l-Fıkhı’l-İslâmî, el-Mekketü’l-Mükerreme, H. 1407, M.1987. eş-ŞUK’A, Mustafa, İmam A’zam Ebû Hanîfe en-Nu’mân, Dâru’l-Kütübi’l-Mısrî, Kâhire. et-TABERÂNÎ, Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb (v.360), el-Mu’cemu’l-Kebîr, I-XX, Musul 1983. et-TABERÎ, Ebû Cafer, Muhammed b. Cerîr et-Taberî (v.310), Târîhu'l-Umem ve'lMülûk, I-V, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1407. et-TAHÂVÎ, Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed et-Tahâvî (v. 321), Müşkilü’l-Âsâr I-IV, Beyrut trs. TAHRALI, Mustafa, Yaşanılan Dinin Neresi Gelenek, Neresi Dindir?, “İslam Gelenek ve Yenileşme”, Marmara Üniversiyesi İlahiyat Fak. Yayınları, İstanbul. et-TAYÂLİSÎ, Ebû Dâvud Süleymân b. Dâvud (v.204), el-Müsned, Beyrut trs. TEKİNAY, Selahattin Sulhi, Medeni Hukuka Giriş Dersleri, İstanbul 1987. et-TİRMİZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (v.279), Sünenü’t-Tirmizî, I-V, Çağrı yayınları, İstanbul 1992. TURHAN, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1997. TÜMER, Günay, “Din” Maddesi, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, IX, 312-320, İstanbul 1994. TÜMER, Günay- KÜÇÜK, Abdurrahman; Dinler Tarihi, Ocak yayınları, Ankara 1993. UĞUR, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992. UĞUR, Said, İçel Folkloru II, Ulus Basımevi, Ankara 1948. 217 UMUR, Ziya, Roma Hukuku, 1984. ÜLKEN, Hilmi Ziya, “Anadolu Örf Adetlerinde Eski Kültürlerin İzleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XVII, Ankara 1969. ÜNAL, İsmail Hakkı, “İslam Kültürünün Sürekliliğini Sağlamada Hadis ve Sünnetin Rolü”, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, Kutlu Doğum Sempozyumu-2001, Ankara 2003. el-ÜSRÜŞENÎ, Muhammed İbn Muhammed el-Üsrüşenî, Ahkâmu’s-Sığâr, Tercüme: İ. Canan, Cihan Yayınları, İstanbul 1984. VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet, Aile Hukuku, İstanbul 1945. YARDIM, Ali, - Hadis I, Dokuz Eylül niversitesi Yayınları, İzmir 1992. -Peygamberimizin Şemâili, Altınoluk Yayınları, İstanbul 1998. YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, I- IX, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul 1979. YURT ANSİKLOPEDİSİ, Anadolu Yayıncılık, İstanbul 1982. ez-ZEHEBÎ, Şemsüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Osmân etTürkmânî (v.748), Mîzânü’l-İ’tidâl Fî Nakdi’r-Ricâl, (Tahkîk: Ali Muhammed elBecâvî), I-IV, 1. Baskı, Mısır 1382/1963. ZEVKLİLER, Aydın, Medenî Hukuk, Savaş Yayınları, Ankara 1992. ZEYDAN, Abdulkerim, el-Veciz fî Usûlü’l-Fıkh, (Fıkıh Usûlü), Çeviri: Ruhi Özcan, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, no: 62. İstanbul 1993. ez-ZEYLAÎ, Abdullah b. Yusuf Ebû Muhammed el-Hanefî, (v.762); Nasbu’r-Râye li Ehâdîsi’l-Hidâye, I-IV, Mısır 1357. ZEYNÜDDÎN İbrahim b. Muhammed b. Muhammed b. Bekr, el-Bahru’r-Râik, IVII, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut trs. 218 ez-ZUHAYLÎ, Vehbe, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletühû, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, Tercüme: Ahmed Efe- Beşir Eryarsoy- H. Fehmi Ulus- Abdurrahim Ural- Yunus Vehbi Yavuz- Nurettin Yavuz, I-X, İstanbul 1994. ez-ZÜBEYRÎ, ez-Zübeyr b. Bekkâr b. Abdiullâh b. Mus'ab ez-Zübeyrî Ebû Abdillâh (v.256), el-Müntehab min Kitâbi Ezvâci'n-Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1403, 1. baskı. 219 ÖZET ANADOLU’DA ÖRF VE ÂDETLERİN OLUŞMASI VE MEŞRULAŞMASINDA RİVÂYETLERİN ROLÜ (Düğün ve Nikah Örneği) ALİ ÇOLAK Doktora Tezi Danışmanlar: Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ Eylül 2004, 236 sayfa Anadolu’da Örf ve Âdetlerin Oluşması ve Meşrulaşmasında Rivâyetlerin Rolü (Düğün ve Nikah Örneği), konulu çalışmamız dört bölümden oluşup, Anadolu kültürünün oluşması ve meşrulaştırılması aşamasında hadislerin etkisini araştırmaktadır. Toplumların örf ve âdetlerinin oluşmasında dinlerinin büyük etkisi görülmektedir. Anadolu toplumu büyük oranda müslüman nüfustan oluşmaktadır. Müslümanların dinleri hususunda müracaat ettikleri, Kur’an’dan sonra, temel kaynaklardan ikincisi Hz. Peygamber’in hadisleridir. Hadisler, müslüman toplulukların yaşam şekillerini belirleme konusunda en çok müracaat edilen kaynak olduğu için de örf ve âdetlerin temellerini oluşturmuşur. Çalışmamızın birinci bölümünde; konumuzla ilgili olan Kültür ve Medeniyet, Örf ve Âdet, Meşrulaştırma, Din gibi temel kavramları işledik. İkinci bölümde; Eş seçimi ve dünür gitmeyle ilgili örf adetler ve ilgili rivâyetleri inceledik. Üçüncü bölümde; Düğün ile ilgili örf adetler ve ilgili rivâyetler yer alırken, Dördüncü bölümde; Nikah ile ilgili örf adetler ve onlara işaret eden rivâyetler işlenmiştir. Sonuç bölümünde ise; çalışmanın genel değerlendirmesi yapılmıştır. Anahtar Kelimeler: Örf âdet, kültür, düğün, nikah, hadis, meşrulaştırma, 220 ABSTRACT THE ROLE OF THE RUMOURS İN FORMATİON AND LEGALİSATİON OF CUSTOMS AND USAGE IN ANATOLİA (In The Sample Of Marriage Ceremony And Wedding) ALİ ÇOLAK Doctorate Thesis Supervisors: Doç. Dr. M. Emin ÖZAFŞAR Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ September 2004, 236 pages The topic of this study is about the functions of the rumour in forming and legaling of customs and usage in Anatolia. It consists of four parts and analyses the formation of Anatolians culture and the effects of Hadith on the legalisation. Religions have great effects on the shaping of the customs and usage in societies. The majority of the Anatolian communities are muslims. The most important source of muslims is Koran. The second main source of informatin is Hadith, the words of the last Prophet Hz. Muhammed. Because of the importance of the hadith in muslims ways of life, it formed the bases of their customs and usage. İn the first part of our study, we tried to analyse some basic consepts like civilization, customs and usage, legalization, religion. In the second part, we researched the rumours about choosing a partner, a wife. İn the third part, we considered the rumours about the customs related to marriage ceremony and finally in the fourth part we tried to explain the rumours pointing to the wedding and related customs. In the conclusion part, a general evaluation has taken part in the study. Key Words: Custom and usage, culture, marriage ceremony, wedding, hadith, to legalisation. 221 ÖZGEÇMİŞ Adı, Soyadı : Ali ÇOLAK Telefon : 0 505 3474449, Doğum Tarihi : 01.01.1972 Medeni Durumu : Evli ev: 0 328 8760502 EĞİTİM BİLGİLERİ: 1989 – 1994 Lisans, Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, İzmir. 1997 – 2000 Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. 2000 – 2004 Doktora, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstirüsü, Ankara. İŞ DENEYİMİ: 1994 –1997 Ankara Kalecik İmam Hatip Lisesinde meslek dersleri öğretmenliği. 1997 - 1998 Osmaniye, Düziçi İstiklal İlköğretim Okulunda Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi öğretmenliği. 1998 – 2000 Adana Yavuzlar İlköğretim Okulunda Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi öğretmenliği. 2000 – 2003 Osmaniye Düziçi Çitli Harun Reşit İlköğretim Okulunda Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi öğretmenliği. 2003-2004 Osmaniye - Düziçi Çitli Harun Reşit İlköğretim Okulu Müdürlüğü 2004 -…Düziçi Cumhuriyet Lisesi Müdürlüğü YABANCI DİL: İngilizce, Arapça. 222