isLAM HUKUKU AÇlSlNDAN EHLiYET

advertisement
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 76 (1, 2)
islam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.8, 2006, s.149-182
isLAM HUKUKU AÇlSlNDAN EHLiYET
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
Legal Capacity in lslamic Law
Legal capacity has close link with the person and the personality. The validity or
invalidity of doings and acts related to the person's capacity who does it in addition to
. the other conditions.
Legal capacity wil be examined in one side with worships and other side with relations
with other persons by taking into considiration the human's relations as a person, with
Allah and other people, The room wiil be made for relation between erime and legal
capacity.
In addition to Islami c Law it will be referred to the todays law about subject.
GİRİŞ
Bir önceki makalemizde İslam Hukukuna göre "şahsiyet" ve "hakiki
konulanna temas etmiştik. Konuyu hukuk açısından ele aldığımıza ve
Hukuk da şahısiann karşılıklı ~ünasebetlerini düzenleyen kurallar ve bu
konuda bir takım kurallar koyan bir ilim olduğuna göre karşılıklı münasebetlerin belli kurallar ve belli bir düzen içinde yürümesi herkes için gerekli olan
bir husustur. Diğer bir ifade ile şahıslar arasındaki çeşitli münasebetlerin
hukuki münasebetler ve yapılan işlerin de hukuki işlemler olabilmesi için bir
takım kurallar olması ve bunlann bazı kurallara dayanması -da kaçınılmaz
şahıs"
olmaktadır.
Arzu edilen ve önemli olan şahısiann münasebetlerinden doğacak iş ve
geçerli ve özellikle de islam Dini açısından konuya bakacak olursak, kulun Allah'a karşı yapmış olduğu ibadetlerinin sahih olmasıdır. BÖyle
düşününce akla "ehliyet" gelmektedir. Çünkü bu söylediklerimizi yapan kimseyi düşündüğümüz zaman, her şeyden önce aklımıza o işi yapan kimsenin
bunu yapıp yapamayacağı, diğer bir ifade ile onu yapma konusunda ehil olup
olmadığı gelmektedir. Bu sebeple de bu konunun incelenmesi gerekmektedir.
Ehliyetin şahıs ve şahsiyetle sıkı bir ilişkisi bulunmaktadır. Yapılan iş ve
akitlerin geçerli olmalan veya geçersiz sayılmalan, diğer şartiann yanında
tamamen onu yapacak şahsın ehliyet durumu ile ilgilidir. Onun için biz de bu
makalemizde "ehliyet"i ele almayı düşündük.
işlemlerin
Gerçi biz konuyu hukuk açısından ele almaktayız. Ancak konu şahıs ve
olunca ve bunu da İslam Hukuku açısından gündeme getirince, ister
şahsiyet
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 77 (1, 1)
150
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
istemez ibadetlerden de söz etmemiz gerekmektedir. Bu bakımdan ehliyetten
söz ederken ibadetler açısından da konuyu değerlendireceğiz.
Bir şahıs olarak insanın, bir taraftan Allah'la, diğer taraftan da diğer
münasebetleri olacaktır. üstelik diğer şahıslada bazı münasebetler
kurarken insan hep olumlu münasebetler kuramayabilir. O zaman ortaya suç
sayılan bir fıil çıkacaktır. İşte bir şahsın işlediği suçlar için verilecek cezalara
ehil olup olmadığı, bu cezaların kendisine uygulanıp uygulanamayacağı m)ktasından baktığımızda da ehliyet söz konusu olmaktadır.
şahıslada
Bundan şöyle bir sonuca varabiliriz; lehine ve aleyhine bazı hakların
için sadece bir şahsiyet olmak yeterli değildir. Bu hakların kullanılması ve hukuken geçerliliği şahsiyede birlikte onun ehliyetine de bağlı­
dır. ·Bütün bunlar gösterınektedir ki, şahsiyetin yanı sıra "ehliyet"in de bilinmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
sabit
olması
Konu ile ilgili incelememizi, daha önce de yaptığımız gibi, İslam Hukuku yanında günümüz hukukuna da bakarak yapacağız.
·
1- EHLİYET
. Şahsiyetin bir özelliği olan "ehliyet" lügat olarak, bir işe yeterli ve bir
olmak demektir. Mesela, 'falan kimse başkanlığa ehildir' dediği­
mizde o kimsenin başkanlığa layık olduğunu; 'falan kimse bu işin ehlidir'
dediğimizde de o kimsenin bahse konu işi yapmaya yeterli olduğunu anlatmış oluruz. 1
şeye layık
Bir hukuk terimi olarak ele aldığımızda da ehliyet için çeşitli tarifierin
görmekteyiz. Bu tarifiere biraz sonra genişçe temas edeceğiz. Ancak burada bir tarif vermek İstersek: ."Ehliyet, Şari'in şahısta takdir
ettiği, onu şer'i hitaba uygun bir mahal haline getiren vasıftır" 2 şeklinde bir
tarif verebiliriz.
·
yapılmış olduğunu
İslam Hukukçularının, İslam
Hukuku açısından yaptıkları bu tariften
ne olduğunu açıklamaya geçmeden, "şahsiyet" konusunda
yaptığımız gibi, önce konunun bugünkü hukukta nasıl anlaşıldığına bakmak
ve izah etmek, sonra da İslam Hukukunda kon un mr nasıl değerlendirilmiş
olduğuna bakıp incelemek istiyoruz.
"
anlaşılan şeyin
A) ~ÜNÜMÜZ HUKUKUNDA EHLİYET
Günümüz hukukuna göre şahısların, bu arada insanların ehliyeti iki
"Medeni Haklardan istifade ehliyeti" ve "Medeni Hakları
kullanma ehliyeti."
kısma ayrılır:
Şimdi bunların her birini ele alarak ayrı ayrı açıklamaya çalışalım.
1
Zerka.', Mustafa Ahmed, el-Fıklıu'l-İs/iimi fi sevbilıi'l-cedid, Şam 1385/1985, Il, 649, 728-729; Nezih Kemal,
Hammad, Esenımaradı '1-mevtfi takyidi'ı-tasamıfotfi'/-fıklıi'l-lsliinıi, basılmamış tez, 6.
Zerka, a.g.e., II, 729.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 77 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyet151
1. Medeni Haklardan İstifade Ehliyeti
İstifade Ehliyeti"ne saGünümüz hukukunda "Medeni Haklardan
ı
dece "ehliyet" diyenler de vardır. Fakat bu kullanış yerinde değildir. Çünkü
buna sa,dece "ehliyet" demek, bazı yanlış anlarnalara sebep olabilir. Onun
için biz bu konuyu incelerken, taksirnde yer verdiğimiz ve başlık yaptığımız
tam ismiyle değerlendirip açıklamak istiyoruz.
Medeni haklardan istifade ehliyeti demek, hak sahibi olabilme ehliyeti demektir. Medeni haklardan istifade ehliyetinde şahıs pasif durumdadır.
Şahıs her hangi bir fiil ve harekette bulunmadan, kendisinin irade beyanına
ihtiyaç duyulmadan bu hakkı kendiliğinden kazanır. Çünkü hakiki şahıs olan
insan hakların süjesidir. Bu da onun hak kazanması, hak sahibi olması için
yeterlidir. Nitekim Medeni Kanunda bu konu ile ilgili olarak şöyle denmektedir:
"Her şahıs medeni haklardan istifade eder. Binaenaleyh kanun
dairesinde haklara ve borçlara ehil olmakta herkes müsavidir. ,; 3
Bu maddenin birinci cümlesinde yer alan "her şahıs medeni haklardan istifade eder" cümlesinden maksat, şahsın bütün haklardan istifade
etmesi değil, haklardan istifade etmeye ehil olmasıdır. Çünkü bir şeyden istifade etmeye ehil olmak ile ondan fiilen istifade etmek ayrı şeylerdir. Mesela
bir kimse mal sahibi olmaya ehil olur da fiilen mala sahip olamayabilir, ondan istifade edemez.
Bu madde hükmünden anlaşıldığına göre, herkes şahıs olması itibariyle medeni haklardan istifade etmeye ehildir. Herkes bütün haklara malik
olabilir. Bu onun "medeni haklardan istifade etme ehliyeti"dir. Fakat Amme
Hukukundaki haklara ehliyet bu maddenin çerçevesi iÇine girmez. 4
Medeni haklardan istifade etmek umumi olduğu gibi,
medeni haklardan istifade etmek konusunda da herkes eşittir.
aynı
zamanda
Medeni haklardan istifade etmeye ehil olabilmek için de ilerde insan
olarak sağ doğmak şartıyla anne karnında cenin olmak yeterlidir. Binaenaleyh çocuk anne karnında iken babası ölse, ona varis olabildiği gibi, kendisine yapıla~ak vasiyetlerden de istifade eder. 5
2. Medeni Haklan Kullanma Ehliyeti
Medeni hakları kullanma ehliyeti demek, şahsın fiil ve hareketleriyle,
muameleleriyle hak meydana getirebilmesi, alacaklı veya borçlu durumagelebilniesi salahiyeti demektir. Bundan dolayı bazı hukukçular buna
yaptığı
3
4
Medeni Kanun, Madde, 8.
Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet, Tıirk Medeni Hukulw, İstanbul 1959, 1. Cüz 2, s.32.
Medeni Kanun, Madde, 27/2; Velidedeoğl.u, age, I, cüz 2, s.32 vd. ; Birsen, Kemaleddin, Medeni Hukuk Dersleri,
Beşinci baskı, İstanbul 1959, 141 vd.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 78 (1, 1)
152
PrÔf. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
"fiil ehliyeti" de demektedirler. Medeni Kanunda bu konu ile ilgili olarak da
şöyle denmektedir:
"Medeni haklan kullanmaya salahiyettar olan kimse iktisaba, iltizaina da ehildir. "6
Fakat "medeni haklan kullanma ehliyeti" bakımından insanlar, "me-.
deni haklardan istifade ehliyeti"nde olduğu gibi değildirler. Şahsın bu ehliyet
için yeterli olan durumu, medeni haklan kullanma ehliyeti için yeterli değil­
dir. Nitekim yeni doğan bir çocuk medeni haklardan istifa etme ehliyetine
sahip olduğu halde gerek bedeni ve gerek fikri kabiliyeti itibariyle zayıf ve
haklan kullanamayacak durumda olduğu için; medeni haklan kullanma ehliyetine sahip değildir. Çocuğun büyümesi ve çeşitli dönemler geçirmesi ile bu
hakları kullanma ehliyeti de gelişecektir.
Medeni Hukuka göre, medeni haklan kullanma yönünden, insan her
zaman aynı durumda değildir. Bu bakımdan insanları gruplara ayırmak gerekir. Medeni Kanuna göre bu durumda insanlar şu şekilde dört gruba ayrılır­
lar: a) tam ehliyetliler, b) Sınırlı ehliyetliler, c) Tam ehliyetsizler ve d) Sınırlı
ehliyetsizler.
Şimdi
alıp kısa
şalım.
·
ele
de konunun daha iyi anlaşılabilmesi için her birini ayrı olarak
da olsa açıklamaya ve bunların kimler olduğunu tanımaya çalı·
a) Tam Ehliyetliler .
Tam ehliyetli demek, hukuken bütün haklarını kullanmaya ehil olan
kimse demektir. Kendisinde haklarını kullanmayı sınırlayıcı .bir durum bu·
lunmayan kimse bu sınıfa dahild.ir.
Buna göre "tam ehliyetli" olanlar "reşit" yani Medeni Kanuna göre on
sekiz yaşını doldurmuş ve "mümeyyiz" yani makul davranan bir kimse olup.
"mahcur" olmayan, işlerini görecek kanuni bir temsileiye ihtiyaç
duy(ul)mayaiı kimselerdir. Bir insanın tam ehliyetli olması, yani ehliyetini .
tam kullanabilmesi için hem reşit", hem de "mümeyyiz" olması ve aynı za"
manda da "mahcur" olmaması gerekmektedir.
b)
Malıdut
Ehliyetliler
/
Hakları kullanma ehliyet açısından her insan aynı durumda olamaz.
Bir kısım insanların bazı sebeplerle ehliyetleri sınırlı olabilir. İşte bu durumda olanlara "mahdut ehliyetliler" denir.
Bu sınıfta yer alan kimseler için ehliyetli olma asıldır. Çünkü bunlar da
hem reşit, hem mümeyyizdirler ve mahcur da değildirler. Ancak kanun, kendilerini koruma açısından, bazı hukuki muamelelerde tam ehliyetli görme"
Medeni Kanun, iv!adde, 9.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 78 (1, 2)
islam.Hukuku Açısından Ehliyet153
miştir.
Bundan dolayı bunlar bazı muameleler için ehliyetsiz durumdadırlar.
Bu durum onlann ehliyetlerini. sınırlandırmaktadır. Onun için böyle olan
kimseler "mahdut ehliyetli"dirler. Kocası sarih olarak veya hiç değilse zim. neil izin vermediği için bir iş veya sanatla iştigal edemeyen evli kadın "malı­
dut ehliyetli"ler sınıfındandır. 7
Dikkat edilirse böyle bir kadın aslında hem mümeyyiz ve hem de reşit­
tir. Aynı zamanda mahcur da değildir. Ancak kendisinin bazı şeyleri yapabilmesi kocasının vereceği izne bağlı bulunmaktadır. Bundan dolayı da böyle
bir kadın "mahdut ehliyetliler" sınıfında yer almaktadır.
c) Tam Ehliyetsizler
Bunların birinci sınıfta yer verdiğimiz kimselerin tam aksine medeni
haklan kullanma ehliyetinden tamamen mahrum olan kimselerdir. Bunlarla
ilgili olarak Medeni Kanunda şöyle denmektedir:
"Mümeyyiz olmayan ile küçükler ve mahcurlar medeni haklan kullanmak salahiyetinden mahrumdurlar" ve "Mümeyyiz olmayanın tasarrufu,. hukuki bir hüküm ifade etmez. "8
B:una göre küçükler, mümeyyiz olmayanlar veya
olanlar "tam ehliyetsiz"dirler.
d)
Malıdut
reşit
olup da mahcur
Ehliyetsizler
Medeni Kanunda; "Mümeyyiz bulunan küçüklerle mahcurlar, kanuni
mümessillerinin nzalan olmadıkça, bizzat kendi tasarruflan ile iltizam
edemezler, yani borçlanamazlar. ivazsız iktisapta ve münhasıran şahsa
merbut haklan kullanmakta bu nzaya muhtaç değildirler. Haksız fiilierinden mütevellit zarardan mesuldürler" ;9 denmektedir.
Bundan anlaşılıyor ki, çocuklar, reşit olmamış mümeyyizler ve mahcur
olan mümeyyizler sırf lehlerine olan haklara veya haksız fiilierinden doğan
borçlarimalara ehliyetlidirler. Fakat bu durumda bulunan kimseler genel ola- ·
rak ehliyetsizdirler. 10 Yani ehliyetsiz olma bunlar için asıldır.
Medeni Kanunda; "Mümeyyiz, yaşının küçüklüğü sebebiyle yahut"
veya akıl zayıflığı veya sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle makul surette hareket etmek iktidanndan mahrum olmayan her şahıs Kanun-ı Medenice mümeyyizdir" 11 denmekte, bununla mümeyyizin tarifi verilmektedir.
·
akıl hastalığı
7
8
9
10
11
Medeni Kanun, Madde, 159.
Medeni Kanun, Madde, 14, 15.
Medeni Kanun. Madde, ı6.
Velidedeoğlu, a.g.e., !, cüz 2. s.62 vd.; Birsen, a.g.e., 143 vd,
Medeni Kanun. Madde, 13.
.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 79 (1, 1)
154
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "namazı kılın" 13 buyrulmaktadır. Namazın
kılınmasını isteyen bu emir Allah'ın bir hitabıdır. Bu hitap ise nazmı eda
edebilecek durumda olan mükellef ip.sana yöneltilmiştir. Yoksa eda ederneyecek durumda olan mesela çocuk veya bir mecnuna yöneitHmiş olamaz. Zira
'·'namazı kılın" emri bir tekliftir. Bu saydığımız kimseler ise bu tekiitin muhatabı olamazlar. 14
Allah zaten insanın gücünün yeteceği şeyleri teklif eder. Yapılan teklifi
yapamayacak durumda olan acizlerden mesela oruç tutmalarını, namaz kıl­
malarını istemez. Nitekim "Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden baş­
kasını yüklemez. Kişinin kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir", 15 ayeti ile genel olarak; "Oraya yol bulabilen (gücü yeten) insana,
Allah için, Kabe'yi haccetmesi gereklidir" 16 ayeti ile de özel olarak, tekiitin
gücü yetenlere yönelik olduğunu belirtmiştir.
Bu ayetlerden açıkça. anlaşılmaktadır ki, gerek insan haklarından, gerek Allah haklarından olsun, bunların eda edilmesi yalnızca ehliyet sahibi
olanlardan istenmektedir. Yani teklif ehliyete bağlıdır.
Kul haklarından maksat mesela, alış-verişten meydana gelen mülkiyet
ve zarar vermekten meydana gelen ödemelerde olduğU gibi mala; Allah ha~­
kından maksat da ·as~ olandan itaatkar olanın _birbirinden ayrılmasını sağla­
yan itaat ve edaya hak kazanmaktır.
17
12
13
14
15
16
17
Berki, Ali Himmet, Hukuk Mantığı ve Tefsir, Ankara 1948, s.l24.
Bakara, 2/43.
Hasan Han Bahadır, Muhammed Sıddik, Husııtii '/-me 'mıil min 'il~ıi'l-usıil. İstanbul 1296, s. 37 vd.
Bakara, 2/286.
AI-i imriin, 3/97.
Buhari, Abdülaziz, Keşfii '/-esrar, İstanbul, 1308, IV, 237; Musa, Muhammed Yusuf, el-Fıklıu '/-İslami medlıa/iin
li-dirasetilı nizamii'l-mu'ame/atfilı, Üçüncü baskı, Kahire 1958, s. 219.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 79 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyet155
Teklifin anlaşılmasında elbette akıl şarttır. Mükelleflerin akıllı olmalan
ve teklifi anlamaları gerekir. Teklif ise hitaptır. Akıl ve ~nlayışı olmayan bir
kimseye hi tapta bulunmak düşünülemeZ; bu muhaldir. 18
Akıl da insanlarda birbirinden farklıdır. Akıl insanların bedenen
melerinde gösterdikleri ve geçirdikleri çeşitli dönemlere göre değişir. 19
ı. İslam
geliş-
Hukukçulanna Göre Ehliyetin Tarifi
"Ehliyet"in İslam Hukukçularınca değişik olarak tarif edildiğini söyleYeri, gelmişken bu tariflerden bazılarını burada zikredelim.
"Ehliyet, insanın, kendisine hüküm taalluk edecek bir durumda olmasıdır. "20
"Ehliyet, insanın lehinde veya aleyhinde, şer'i hakların sabit olması salahiyetidir. " 21
Şöyle de tarif edilmiştir:
"Ehliyet, Şari'in şahısta takdir ettiği, onu dini bir hitaba uygun bir
mahal kılan vasıftır. " 22
ez-Zerka bu tarifi, içinde zikredilen unsurları dikkate alarak, ehliyetin
özelliklerini tespit etmekte ve bunları şu şekiJde açıklamaktadır:
a) Ehliyet İnsanın Akıl Ve Bedeniyle Birlikte Tekamül Eder
miştik.
Şahısların ehliyeti, insanların akıl ve bedfn yönünden geçirdikleri tekamüle bağlı olarak tekamül eden bir vasıftır. Bu tedrici tekamülle şahıs
önce lehine, sonra da aleyhine olan hak ve borçların sübutuna ehil hale gelir.
Daha sonra da bazı muamele ve tasarrufların sahih olmasını sağlar. Nihayet
"rüşt" dönemine erince ehliyeti tekamül ettiği için, ·kendi irade ve taahhüdüne bağlı olarak yaptığı borçlanmalardaıi, teşri'in gerektirdiği şeyleri ihlalden
sorumlu hale gelir.
İnsanın tekilmülüriü b1r gölge gibi takip eden ehliyetin bu tedrici tekamülü, insanın bir şeye yeterli ve layık hale gelmesinden ibarettir.. Yani "ehliyet" tarifte geçtiği gibi, şahıs ta bulunan bir kabiliyet ve bir vasıf olup insanın
diğer fıtri duyguları gibi tedricen gelişir.
b)
Şahsın
Kabiliyet Ve Ehliyetinin Sınırını Tayin Etmek Şari'e Aittir
Bu kabiliyetİn şahıstaki tekamül merhalelerine göre, onu kötülüklerden
korumak için, derecelerini tayin ve takdir etmek sadece Şari'e aittir. Çünkü
insanlar için toplu ve fert olarak haklarını koruyacak hükümlerle onları ıslah
18
19
20
21
21
Amidl, Seyfüddin Ebü'l-Hasen Ali b. Ebi Ali Muhammed, el-İiıkiimfi usiili'-alıkiim, Kahire 1967, 1, 138; Emir-i
Padişah, Muhammed Emin, Teysfm't-Talırfr, Kahire 1350, Il, 243.
Ensari, Muhammed b. Nizamiddin, Feviiti/ıu'r-ralıamiit bi-şerlıi Mıisellemi's-sıibılt, Bulak 1322, (el-Muştasfii ile
birlikte) 1, 154; Hudari, Muhammed, Usıilii'l-fiklı, Beşinci baskı, Kahire 1965, s. 98 vd.
Ensari, a.g.e., 1, 156.
Buhari, a.g.e., IV, 237; Teftiizanl, Sa'düddln Mes'üd b. Ömer, Şerlıu't-Telvflı 'ale 'ı-Tavdilı, Kahire 1957, II, 161
de bu tarifi, daha sonra izah edeceğimiz "vücub ehliyeti" için vermektedir.
Zerka', a.g.e., II, 729; Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İsliim Hulmlm, İstanbul 1974-82, 1, 178; Sabüni,
Abdurrahman-Sibai, Mustafa, el-Aiıviilıi 'ş-şdlısiyye fi'l-elıl(ıyeti ve '1-vas~ı:re ve't-terikiit, Dimeşk 1385/1965, s. 5.
·
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 80 (1, 1)
156
Prof. Dr. Mustafa tiZUNPOSTALCI
edecek emir ve yasaklan koyan Şari'dir. insanlardan her birinin bu hükümlerden hangisine yeterli olduğunu takdir de O'na ait~ir. Bundan dolayı tarifte
"Şari'in takdir ettiği" kaydı konmak suretiyle tarif sınırlandınlmıştır.
c) Ehliyet Dini Bir Hükümdür
Tarifte geçen "şer'i hitap"tan maksat ise "şer'i hüküm"dür. Bu ikisi
Usulü ıstılahında aynı manada kullanılır. Binaenaleyh Şari'in emrettiği
namaz, oruç ... gibi ibadetler veya hukukla ilgili olan akitlerin geçerli olması,
meydana getirilen zararların tazmini, sebeplerinin bulunması halinde mülkiyetİn sübutu, şartlarına uygun olarak eşler ve yakınlar arasında nafakanın
vacip olması gibi ve buna benzer diger şeylerin hepsine "şer'i hükümler"
denir. Zira bunların hepsini hüküm olarak insanlar üzerine koyan ve yerine
getirilmelerini isteyen, emreden Şari'dir.
Fıkıh
Şari'in hükümleri koyarken, bazı şeylerin yapılmasını emredici ve bazı
şeyleri yapmayı yasaklayıp onlardan nehyedici
itibariyle de bunlara "şer'i hitap" denir. 23
olarak insanlara hitap etmesi
d) insanın Mükellefiyeti Ehliyeti İle Sınırlıdır
insanın ehliyeti, onun bedeninin ve aklının geçirdiği tekamüle bağlı
olarak geliştiği için, insan·bu tekamül esnasında, "cenin"in ehliyetinde olduğu gibi, bazı hükümlere ehil olacak, bazılarına da ehil olmayacaktır. Bun~
dan dolayı tarif umuı;ni olarak, ehliyetin asgartsi, hükmün en azına delalet
edecek şekilde yapılmıştır. 24
2. Ehliyet Ve Zimmet
Günümüz hukukunda olduğu gibi İslam Hukuk alimleri de "ehliyet"i
kendilerince "vücub ehliyeti" ve "eda ehliyeti" diye iki kısma ayırmışlardır.
Bunlardan-başka bir de insanda bir vasıf olarak bulunan "zimmet"e de yer
vermişlerdir.
Şimdi
de bunların her birini açıklamaya ve "ehliyet"le "zimmet" araortaya koymaya çalışalım.
sındaki farkı
3. Vücup Ehliyeti
..
Ehliyetin kısımlarından bir olan "vücup ehliyeti, şahsın lehine olan bazı haklada aleyhine olan bir takım borçların sabit olması salahiyeti" ~larak
tarif edilmiştir.
Ancak Seyyid Şerif el-Cürcani (v.816/1413) "vücup ehliyeti" için
lan bu tarifi "ehliyet" için vermektedir. 25
23
2
'
15
yapı­
Hudari, a.g.e., 20-21.
Zerka, a.g.e., II, 730-73 I.
Cürcfini. Seyyid Şerif Ali b. l'vluhammed, et-Tn'rifilt. İstanbul 1327. s. 26; lVlolla Hüsrev Muhammed b. Ferfimuz,
Mir'titii'l-usıilji şerlıi Mirktiti'l-msıi/ (Müfiiziide Muhammed Muhtar b. Osman'ın ıa'likatı ile), istanbul1967. II.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 80 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyet157
ez-Zerka' da
şöyle
"Vücub ehliyeti,
tarifi
tarif etmektedir:
şahsın
ilzam ve iltizama salahiyeti"dir. Sonra da bu
şu şekilde açıklamaktadır:
Bu tarifte geçen "ilzam" şahsın lehine olan hakların sabit olması yani
bir oaşkasını borçlandırabilmesi demektir. Kendisine ait malların
telef edilmesi halinde, telef eden kimseden bunların kıymetini almaya, satın
aldığı bir şeyin mülkiyetinin kendisine .geçmesine hak kazanması, fakir ve
çalışamayacak duruma düştüğünde nafakasının başkası üzerine vacip olması
gibi lehine olan bazı hakların sabit olması birer ilzamdır.
Yirie tarifte geçen "iltizam" ise şahsın aleyhine olan bazı hakların, yani borçların sabit olması demektir. Şahsın satın aldığı bir malın bedelini
borçlanması; eğer zengin ise, yakın akrabasınd.an fakir ve aciz olanların nafakalarının kendi üzerine vacip olması gibi aleyhine olan bazı borçların sabit
olması da hep birer "iltizam"dır. 26
İslam Hukukunda "vücub ehliyeti"nin dayanağı insanlık vasfıdır. Bu
bakımdan "vücup ehliyeti"nin insanda bulunmasının yaşla, akılla ve kişinin
reşitolması ile bir alakası yoktur. 27
Daha önce şer'! hitaba ehil olmanın şartı akıldır, demiştik. Fakat bu,
şahsın lehine olan haklar ve aleyhine doğacak borçlar için bir illet veya sebep
değildir. İnsan hangi yaşta olursa olsun, isterse henüz doğmamış, daha anne
karnında bulunan bir çocuk olsun, bu durum onun da vücup ehliyetinin bulunmasına mani bir durum değildir. Yani vücup ehliyeti bunlar için de vardır.
Çünkü vücup ehliyetinin illeti veya sebebi insanda dinin takdir ettiği "zimmet"tir. Binaenaleyh tek başına akıl, ·mesela insandan başka bir varlıkta
bulunduğu farz edilse, bu onun borçlanmaya veya borçlandırmaya ehil olması için yeterli olmaZ.
· Bu bakımdan önce "zimmet"in ne demek olduğunu incelememiz ve
"zimmet"in ehliyetle olan münasebetini tespit etmemiz gerekmektedir.
4. Zimmet
şahsın,
Lügat olarak "zimmet" teminat, eman, ahit ve taahhüt demektir. 28 Korunması gereken ve kaybedilmesi kınanınayı gerektiren ahit ve eman, taahhüt ve darnan demek olan zimmet, aynı zamanda bunlar bozulduğunda da
kınanınayı gerektirir. Bir ayette "Onlar hiçbir müminin yemin veya alıdini
(zimmetini) gözetmezler", 29 buyrulmaktadır. Burada zirnın et ahit manasma
kullan.ılmıştır.
243; Ha!Hif, Abdülvehhab,
~llmı1ıısı1/i'l-jikh,
Sekizinci
baskı,
Kuveyt 1388/1968, s. 135; Musa, M. Yusuf, a.g.e.,
s. 220.
26
27
28
29
Zerka, n.g.e .• Il, 732; Nezih Kemal, n.g.e., s. 7.
Ebu Zehra, Muhammed, Usı1/ii '1-jiklı, Kah ire 1377/1957, s. 329; Sabfini-es-Sibai, a.g.e., s. 6.
Cevheri İsmail, b. Hammad, es-Sıhtih tticil '/-lı1ğa ve sıhtihu '/- 'Arnbiyye (nşr. Ahmed Abdiliğatür Attar), Kah ire
. 137511656, V, \926.
Tevbe, 911 O.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 81 (1, 1)
158
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
Buna göre borç bir zimmettir. Bir İslam Devletinde yaşayan "gayrimüslim" vatandaşiara da bundan dolayı "zimmi" (zimmet ehli) denir. 30
Allah insanı hukukun mahalli yarattığında onu "akıl" ve "zimmet"le
diğer yaratılmışlara üstün kılmıştır. Böylece insan, lehine ve aleyhine olan
hakların sabit olmasına ehil duruma gelmiştir. Bunun neticesi olarak onun
lehine olan haklarının tecavüzden korunması ile birlikte, hürriyet ve mülkiyet hakkı da sabit olur. Nitekim biz gayrimüslimlerle ahitleşip onlara zimmet
verdiğimizde, dünyada Müslümanların lehine ve aleyhine sabit olan haklar
onlar icin de sabit olur. 31
Bu izahlardan anlaşıldığına göre insanı borçlandırma ve borçlanmaya
ehil kılan, şart durumunda bulunan akıl değil de sebep ve illet durumunda
bulunan "zimmet"tir. 32
Bazen de "zimmet, insanın lehine olan haklara ve aleyhine olan vecibelere salahiyetli ve muktedir olmasıdır" şeklinde tarif ediliyor. Ancak bu
tarif "vücup ehliyeti"nin kendisidir. 33
Yapılan bu tariflerden "zimmet"in "ehliyet" anlamında kullanıldığını
görüyoruz.
Bazı tariflerde de hak ve borç yüklenme zimmet olarak gösteriliyer ve
zimmet ikiye ayrılarak; "vücup ehliyeti" ve "eda ehliyeti" deniliyor. Bu anlayışa göre de vücup ·ehliyeti, zirnınete taalluk etme; eda ehliyeti. de zirnınetin
boşalması (tefriğ-i zimmet) olarak tanımlanıyor. 34 Ancak bu anlayış sathi bir
düşüncenin mahsulü olup bize göre uygun bir anlayış değildir.
Zimmet, hukuki şahsiyet veya bunu meydana getiren mümeyyiz vasıf,
yani hak ve vazifeye/borca ehil olma diye. de tarif edilmiştir ki, mesela "borç
zimmettedir" denince zirnınetten bu mana anlaşılmaktadır. 35
Zimmet. için yapılan tariflerden birisi de şöyledir: "Zimmet, insanın
kendisi ile borçlanmaya veya borçlandırmaya ehil olduğU bir vasıftır. "36
Bizce zimmet için yapılan bu tarif diğerlerinden daha uygun düşmektedir.
5. "Zimqıet"le "Ehliyet" Arasındaki Fark .....
.
miş
30
31
32
33
34
35
36
o
Yukarıda verdiğimiz bazı tariflerde "ehliyet" ile "zimmet" aynı şey~er­
gibi görünmektedir. Halbuki ikisi ayrı şeylerdir. Bu bakımdan ikisinin
Serahsi, Şemsü'l-eimme Ebfı Bekr Muhammed b. Ahmed, el-Usıil (nşr. Ebü'l-Veffı el-Efgiini), Beyrut, ts., II, 333;
Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur'lin Dili Yeni Mealli Tiirkçe Tefsir, istanbul 1936, IV, 2464-2465; Zerkii',
a.g.e., lll, 182; Karaman,a.g.e.,l, 179.
izmiri, Süleyman, H/işiye 'a/e'/-Mir'lir,lstanbull309, Il, 434 vd.
Teftazani, a.g.e., Il, 162; Molla Hüsrev, a.g.e., II, 243-244; Zerka, a.g.e., Il, 733; Musa, M. Yusuf, a.g.e., s. 220.
Senhüri, Abdürrezzak, Meslidını '/-hak fi'/-fiklıi'l-lsllim1 mukaraneren bi'l-fiklıı'/-garb1, Kah i re 1953-54, I, 20;
A'zami. Hamdi, ei-Mıirşidfi 'ilmi usıili'/-fiklı ve tlirihu'/-fiklıi'l-lsllim1, Bağdad 136811949, s. 71; Yusuf Musa, M.
Yusuf, a.g.e., s. 220; Ansay, Sabri Şfıkir, Hukuk Tarihinde lsllim Hukukıı, ikinci baskı, Ankara, 1954, s. 69; Berki,
Hukuk Mantığı, 121.
Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi ve İsllinı Hulwkıı, Ankara, 1969, s. 193.
Yazır, a.g.e., IV, 2465.
Buhfıri, a.g.e., IV, 238; el-Cürcfıni, a.g.e., s. 73; Hallfıf, a.g.e., s. 136; Nezih Kemal, a.g.e., s. 7.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 81 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehfiyet159
birbirinden
ayrı
olan yönlerini ortaya koyarsak ikisi de daha iyi
anlaşılacak­
tır.
Zimmet için yapılan tariflerden anlaşıldığına göre, bazı fakihler vücup
ehliyeti ile zirnıneti bir tutmuşlar, bazıları da zirnıneti vücup ehliyetine ait
itibari bir mahal, varlığı kabul edilen bir kap olarak düşünmüşlerdir. Eğer
vücup ehliyetinin özelliklerini belirtirsek o zaman: bunlaİın aralarındaki fark
daha iyi anlaşılacaktır.
6. Vücup Ehliyetinin Özellikleri
Vücup ehliyeti ile zirnıneti birbirinin. aynı, yani ikisinin aynı şeyler olkabul etmek doğru değildir. Çünkü vücup ehliyetinde iki unsur bulunmaktadır; "Şahsın borçtandırma kabiliyeti" ve "Şahsın Borçlanma
. Salahiyeti". Şimdi bunları kısaca açıklamaya çalışalım:
duğunu
a)
Şahsın Borçtandırma
Kabiliyeti
Vücup ehliyetinde bulunan unsurlardan birisi şahsın başkalarını kendisine borçlandırma kabiliyetidir. Bu şahsın lehine olan hakların sübutuna
olan kabiliyetidir. Yani şahıs, sahip olduğu vücup ehliyeti ile başkasını kendisine borçlandırabilmektedir.
b)
Şahsın
Borçlanma Salahiyeti
Vücup ehliyetinde bulunan diğer bir unsur da şahsın borçlanabilme salahiyetidir. Şahsın aleyhine olan hakların yani borçların sabit olabilmesi,
kendisinde bulunan bir kabiliyede mümkündür. Şahsa, bir başkasına borçlanma salahiyetini ise vücup ehliyetinde bulunan bu unsur sağlamaktadır.
· Bu söylediklerimizi biraz daha
açıklamaya çalışalım:
Bunlardan birincisi yani şahsın borçlandırma kabiliyeti, şahsın kendisinde bulunan bir ehliyete dayanır. Bu unsur, islam Hukukçularının ittifakı:­
na göre, şahısta anne karnma düştüğü andan itibaren-vardır. Şahısta ayrıca
bir zirnınetin bulunmasını gerektirmez. Çünkü bu durumda zaten ancak onun
lehine olan haklar sabit olur, aleyhine olan haklar, yani borçlar sabit olmaz.
Vücup ehliyetinin ikinci unsuru anne karnındaki çocuk/cenin canlı olarak doğduğu andan itibaren vardır. Çünkü bu bir borçlanabilme ehliyetidir.
Böyle bir ehliyet ise, varlığı kabul edilen, hakların doldurduğu, şahısta takdir
edilen itibari bir mahaldif5 7•
Ehliyet ve zimmet, "kabiliyet" ve "mahal" olmaları itibariyle, meflmm
olarak da birbirinden farklıdırlar. Fakat borçlanma tasavvurunun kendilerine
bağlı olması yönünden düşünülünce de birbirlerinden ayrılmayan iki unsur
gibi görünmektedir. Halbuki zimmet, insanın lehine bazı hakların, aleyhine
37
Molla Hüsrev, a.g.e., ll, 244.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 82 (1, 1)
160
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
de bazı yükümlülüklerin sabit olmasına uygun ve
ehliyeti de bizzat salahiyetin kendisidiı.:>a.
elverişli olması;
vücup
Bunların
birbirlerinden ayrı olduklarını şöyle bir misal ile anlatalım:
falanca kimsenin zimmetinde şu kadar lira alacağı vardır" denir ve
bununla o şahsın zirnınetinin bu borçla meşgul olduğu anlaşılır. Fakat böyle
bir durumu anlatabilrnek için "falanca kimsenin ehliyet ve kabiliyeti şu ka:dar lira borçla meşguldür" denmez.
·
"Falanın
· Her ne kadar birbirlerinden ayrılmasalar da zimrnette "zarfiyet"
O tıpkı varlığı kabul edilen bir kap gibidir.
manası
vardır.
Bu açıklamalardan sonra zirnın et için şöyle bir tarif verebiliriz:
diğer
"Zimmet, şahsın aleyhine tahakkuk edecek hakların, yani borçların ve
teklifterin meşgul ettiği, şahısta varlığı kabul edilen itibari bir ırtahal­
dir"39.
lehine ve aleyhine hakların sabit olması durumunu,
makbul kabul edilmesine bağlıyorlar ve bunu zimmet olarak
görüyorlar. Buna göre Malikiler zimmeti, ileride açıklayacağımız eda ehliyeti
·ne bir tutuyorlar ve mana olarak birbirinden farklı olmakla birlikte ikisi arasında "umurn ve husus min vecih" vardır, diyorlar. Bu anlayışa göre zirnınet ile eda ehliyeti birlikte bulunabildikleri gibi, zimmet olmadan eda ehliyeti (ki, buna Malikiler "muamele ehliyeti" demektedirler) ve eda ehliyeti bulunmadan da zimmet bulunabilecektiı.-4°.
Malikiler
insanın
bunların şer'an
İslam Hukukunda böyle bir şeyi farz etmek, yani zirnınetin varlığını
takdir ederek kabul etmek tuhaf karşılanmarnalıdır. Çünkü dini ve hukuki
işlerin bir kısmı Şari'in varlığını kabul ettiği takdiri şeylerden ibarettir. Ancak
bazı alimler zirnınetin takdirine, yani varlığının farz edilmesine lüzum görmezler. Çünkü bunlara göre, şahsın haklarını isteme, kendisinden alacaklı
olanın da borç olarak verdiği şeyin ödenmesini isteme hakkı vardır. Şari' de
ilzam, yani bir başkasını kendisine borçtandırma ve iltizamın, yani şahsın bir
.başkasına borçlanmasının esası olarak bunu ernretmiştiı.-41_.
7. Vücup Ehliyetinin Kısımlan
Zimmet hakkında yaptığımız bu açıklarnalardan ve onun zimmet ile
olan münasebetinden yeteri kadar bahsettikten sonra artık vücup ehliyeti ile
ilgili diğer hususlara geçebiliriz.
38
39
°
4
41
Senhüri, a.g.e., I, 20.
Buhftri, a.g.e., IV, 239; Ebü Zehra, el-Usü/, 330; Zerkii, a.g.e., ll, 734; III, 181 vd.; Bahru'l-ulüm, lzzüddin, e/Hacr ve ahkiinıuh fi'ş-şeri'ati'/-İs/fmıiyye bahswı jiklıwı mukaran a/ti d av 'i '1-nıeztihibi '1-hamse, Beyrut,
1400/1980, s. 63.
Karıifı. Şihiibüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. İdris b. Abdurrahman es-Sanhlici, el-Fıinik (Eııvtiru '1-bıirük fi envtii '1fiinik), Kahire 1346, 11,226 vd.
Muhammed Ali b. Hüseyin, Teldbt1'/-Füıiik ve'l-kavti'idi's-seniyye fi esrtiri'/-jiklııyye (el-Fıinik'Ia birlikte),
Kahire 1346, ll, 2F.
·
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 82 (1, 2)
islam Hukuku Açısindan Ehliyet161
Yukanda verdiğimiz tarif ve izahlardan da anlaşılacağı üzere. "vücup
ehliyeti" her şahısta aynı değildir. Bu bakımdan o şahısların durumlarına
göre "nakıs vücup ehliyeti" ve "tam vücup ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılır.
Oı;ıun için vücup etıliyetini izah ederken bunları ayrı ayrı ele alarak incelememiz konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
a)
Nakıs
Vücup Ehliyeti
Eğer şahıs yalnızca .lehine olan hakların sabit olmasına ehil, fakat
aleyhine olan hakların sabit ohnasına, yani borçlanmaya ehil değilse o şah­
sın vücup ehliyeti noksan demektir. Bundan dolayı şahsın bu ehliyetine "nakıs vücup ehliyeti" denir. Ann~ karnındaki çocuğun ehliyeti böyle bir ehliyettir42.
Anne karnındaki çocuk demek oIcin "cenin", anne karnında bulunduğu
süre içinde ondan bir parça sayıldığı için, onun zimmet~ yoktur. Bundan dolayı da o, aleyhine her hangi bir hakkın/borcun sabit ve vacip olmasına ehil
değildir.
Ancak ceninin annesinden ayrı bir hayatının bulunması ve ondan ayrı ·
bir varlık olması itibariyle de zirnıneti vardır. Bundan dolayı anne karnındaki
çocuk için "nesep", "kendisine yapılan vasiyet", "miras" ve "adına yapı­
. lan vakfin gelirine sahip olma" ve ayrıca annesi cariye ise onun azat edilmesi ile "azat olma" gibi şahsın kendi kabulüne ihtiyaç duyulmad.an lehine
doğan haklar sabit olur. O bunların lehine sabit ve gerekli olmasına ehildir.
Fakat "hibe" gibi lehine olduğu halde, sabit ve geçerli olması, şahsın
kabulüne bağlı bulunan haklar sabit olmaz. Çünkü cenin yaratılış ve bulunduğu durnin itibariyle hibeyi kabul ederneyeceği gibi, İslam Hukuku da cenin
için, her ne kadar ceninin anneden ayrı olarak azat edilebileceğini kabul etmişse de onun adına kabulde bulunabilecek bir veli veya vasi de tayin etmemiştir43.
Hanefi fakihlere göre ceninin lehine sabit olacak mallar bir "yed-i
emin"e (güvenilir bir kimseye) teslim edilir. Bu şahıs bu malları yalnız muhafaza ile ilgili bulunan tasarruf hakk~ çerçevesinde muhafaza eder. Bu malları artırmak için çalışmaz. Çünkü ceninin mülkiyet hakkı onun ilerde sağ
olarak doğması ihtimaline dayanmaktadır.
Zira ceninin her ne kadar annenin hayatından ayrı bir hayatı varsa da
anne karnında bulunduğu müddetçe ayrı bir varlık değildir. Annesinin hareketlerine tabi olup o yürürse yürür, o durursa durur. Bu durumda anne ceni. nin el ve ayaklan mesabesindedir4 4 •
42
43
44
Sibai, Mustafa, Şerlıu Kanwıi '1-alıvii/i'ş-şalıs~vye, Beşinci baskı, Dimeşk 1963, ll, 8.
Serahsi, el-Usül, ll, 333; Emir-i Padişah, a.g.e., ll, 250.
Emir-i Padişah, a.g.e., ll, 250; Berki, Hukuk Mamığı, s. 122.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 83 (1, 1)
162
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
Bazı
alimiere göre certinin lehine olan hakların muhafazası için, ona bir
"vasi" tayin etmek gerekir. Nitekim bu görüşe istinaden Mısır Belediye Kanununun üçüncü maddesine bu yönde hüküm . konulmuştur. Çünkü
böyle hareket etmek cenin için daha faydalı görülmüştüı-4 5 •
Ebu Zelıra ceninin bu malları üzerine bir "veli" veya "vasi" tayin edilmesinin caiz olduğunu İslam Hukukçulannın çoğunluğunun kabul ettikl~rini
belirtmektediı-4 6 •
·
Ceninin aleyhine hiçbir hak sabit olmaz. Velisi olarak babası veya bjr
onun narnma bir şey satın almış olsa, cenin o satın alınan şeyin bedelini yine de borçlanmış olmaz47 •
başkası
b) Tam Vücup Ehliyeti
Lehine olan hakların yanında aleyhine olan mali borçlanmaların da
sübutuna ehil olan şahsın ehliyetine "tam vücub ehliyeti" denir. Mümeyyiz
olmayan çocuk ve mecnun da dahil, bütün insanların ehliyeti böylediı-4 8 •
Cenin annesinden diri olarak doğumla ayrılınca onun vücup ehliyeti arkemale erer, tamamlanır. Bundan sonra onun ehliyeti artık "tam vücup
ehliyeti"dir. Doğumdan önce yalnız lehine olan hakların sübutuna ehil olduğu halde, doğumla birlikte aleyhine olan hakların ve veeibeterin de sübutuna
ehil oluı-4 9 •
tık
"Tam vücup ehliyeti" böylece şahsın çocukluğundan başlar ve isterse
"ma'tuh" yahut "sürekli mecnun" olsun, ölümüne kadar devam eder.
Ancak burada şu hususa iŞaret etmemiz gerekir; doğumla vücup ehliyeti nakıs olmaktan çıkıp tam olur demek, doğumdan sonra daha henüz çocuk
iken, insan üzerine her şey vacip olur demek değildir. Çünkü çocuğun, baliğ
olmadan önce, aklı ve bünyesi zayıftır. Bu bakımdan aleyhine olarak onun,
ancak kul ve Allah haklarından olan ve malla ödenmesi mümkün şeyler vacip
olur. Yoksa tam hale gelen vücup ehliyetinden dolayı o bütün teklifierin muhatabı olmaz. Bizim yukanda verdiğimiz tariften de ancak bu anlaşılır.
Doğumdan sonra çocuğun aleyhine sabit olan--hakları, yani mali yükümlülüklerin neler olduğunu şu şekilde özetleyebiliriz:
•
aa- Vergi Yükümlülüğü
Çocukların
mali sorumluluklan vardır. Bundan dolayı onların mallave "haraç" alınır. "Gelir vergisi", "bina vergisi" ve "gümrük
vergisi" de böyledir5°.
rından "öşür"
45
Musa, M. Yusuf, n.g.e., s. 222.
46
Ebfı Zehra, ei-Usı71, s. 331.
Molla Hüsrev, a.g.e., ll, 244.
Ebü Zehra, el-Usı71, 331; Zerkii', a.g.e., ll, 733.
Molla Hüsrev, a.g.e., ll, 244; Musa, M. Yusuf, a.g.e., 223.
Serahsi, ei-Usıil, ll, 338; ez-Zerka, a.g.e., ll, 749.
47
48
49
'
0
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 83 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyet163
Alimierin çoğunluğuna göre çocuğun malından "zekat" da verilir. Çünkü cumhura göre zekat, mali bir külfet ve mali bir yükümİülük olup verirken
de niyet şart değildir. Fakat Hanefiler zekatı da bedeni ibadet olan namaz,
oruç gibi mali bir ibadet olarak görmektedirler.
Nitekini Peygamber a.s. da "İslam beş şey üzerine kurulmuştur. Onlar da Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed a.s.'ın Allah'ın
resulü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Beyti haccetmek ve oruç tutmaktır" buyurmuşlardıı:51 •
İşte bunun için Hanefiler bunların farz oluşunu itaat yönünden düşü­
nerek bizzat edası gereken ibadetler olduğunu ve çocuklar için de itaat veya
isyan düşünülemeyeceğini söylüyorlar. Bundan dolayı da zekatın çocuklar
üzerine vacip/farz olmadığını kabul ediyorlar-52 •
"Fıtır sadakası"nı da ibadet veya mali külfet olması yönünden düşü­
nen Hanefi alimlerden İmam Muhammed ve Züfer (v.158/775) onun ibadet
yönünü tercih ederek "çocuk üzerine fıtır sadakası/fitre vacip değildir"
derken; Ebu Haıiife ve Ebu Yusuf onun mali yönünü ve fakirin menfaatini
düşünerek "fitre çocuğa ve çocuk hükmünde bulunan 'ma'tuh ve mecnun'a da vaciptir" diyorlar.
ab- Nafaka Yükümlülüğü
Çocukların malla ilgili yükümlülüklerinden biri de yakınlarına ve zevcelerine mallarından vermeleri gereken nafaka yükümlülüğüdür. Bu da bir
ibadet olmayıp sadece mali bir külfettir. Çünkü eş ve yakıniara nafaka vermek, yardımlaşma esasına dayanır. Aile ve yakın akraba arasında sosyal
adalet zengin olanların fakir olanlara yapacakları yardım ile gerçekleşir.
Bundan dolayı çocuklar da bununla yükümlüdürler. 53
ac- Tazminat Yükümlülüğü
Çocukların başkalarına
verdikleri mali zararlar da velileri. tarafından
ödenir. Çünkü açıklamaya çalıştığımız gibi, çocukların
her türlü mali borçlanmaya elverişlidir.
onların mallarından
zirnınetleri
ad- Adiarına Yapılan Akitlerden Doğan· Yükümlülük
Velisi
51
52
53
tarafından
çocuk adına yapılan tasarruflar neticesinde borçlanan
Şevkani; Muhammed b. Ali IJ. Muhammed, Neylü '1-E~·tiir şer/m Mıinteka '1-ahbiir min elıiidisi Se;~ıidi '1-ahyiir,
Kahire, ts., I, 333.
İbn Rüşd, Ebü'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Ahmed el-Kurtubi, Bidiiyetii'/-mıictehid ve nihiiyetii'/-muktesıd
(Abdülhalim Muhammed-Abdurrahman Hasen Mahmud tashihi ile), Kahire 1975, I, 262, 263; Zencfıni, Ebü'IMenakıb Şihfıbüddin Mahmud b. Ahmed, Tahrica '1-fiiru' 'ale '1-usıi/ (nşr. Muhammed Edib Salih), Beyrut
1399/1979, s. 100 vd.; Merğinani, Burhftnüddin Ali b. Ebi Bekr, el-Hidiiye şer/m Bidiiyeti '1-miibtedi (Şer/w Fethi'l-Kadir'le birlikte), Bulak 1316, ı, 483; İbnü'I-Hümam, Kemalüddin, Muhammed b. Abdülvfıhid es-Sh•asi,
Şer/w Fethi '1-Kadir, Bul ak 1316, ı, 483, 484.
Serahsi, el-Usıil, ll, 292, 337-338; Molla Hüsrev, a.g.e., Il, 245; İbyiıni, Muhammed Zeyd (Muhammed b. Zeyd),
Kittibii'/-Ahktinıi'ş-şer'iyyefi'/-ahvtili'ş-Şahsi):ve, Kahire 1318/1900, s. 74; Sava Paşa, İsitim Hukuku Nazariyan
Hakkmda ·Bir Etiid (tre. Baha Arıkan), Ankara, 1955, 1, 166; Abdülhamid, Muhammed Muhyiddin, el-Ah viiiii 'ş­
Şahs(ı:vefi'ş-Şeri'ati'l-isltimi;~'e, 1377/1958, s. 234; Berki, Hul..ıık Mantığı, 122.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 84 (1, 1)
164
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
çocukların bu borçlan henüz ödenmemiş iken kendileri "reşit" olarak baliğ
olurlarsa, çocuklar velayet altında olduklan ve velilerinin kendi adianna
yaptıklan tasarruflara bağlı bulunduklarından; baliğ olduktan sonra bu borç
kendilerinden istenebilir. 54
8. Velilik ve Vasilik
Eda ehliyetini incelemeye geçmeden önce yukarıdan beri sözünÜ ettiğimiz hukuki bir temsil müessesesi ola "velilik" ve "vasilik"ten, konumuzu
ilgilendiren yönü itibariyle, az da olsa söz etmemiz gerekmektedir. Dİkkat
edilirse, çocuklarda ehliyet tam olmadığı için onların· haklarının korunması
gerekir. İşte bu hakların korunmasını sağlayacak hukuki bir müessese bulunmaktadır. Bu müessese de bahsettiğimiz "velilik" ve "vasilik" müessesesidir. Diğer bir deyişle çocukların haklarını koruyacak olanlar, onların "veli"
veya "vasi"leridir.
Kelime olarak "velayet" yardım, salahiyet, işi ele alıp yürütmek, düzenleme işini üstlenmek ve patronluk etmek gibi manalara gelmektedir.
"Veli" de bu
işleri
üzerine alıp yapan kimsedir.
Istılah olarak "veli, hukuki netice doğuracak, şahsi ve mali işlerini
yapıp
yüriitme hususunda kasır ehliyetli bir kimsenin
bir şahıs"tır5 5 •
işlerini
yapan
reşit
Lügat olarak "visayet veya vesayet ise emir, tembih, tavsiye" manahı­
nna gelir. Ölümden sonra yerine getirilmek üzere verilen hak ve tasarruf
yetkisi yani "vasiyet" anlamı da vardır.
Istılah olarak da mükellefiyet bakımından eksik olan kimse adına verilen mal vesaire üzerinde tasarruf hakkı demek olup bu iş kendisine verilmiş
olan kimseye "vasi'' denir.
Ehliyet yönünden kasır olan şahsın da diğer ehliyeti yerinde ve tam
olan insanlar gibi çeşitli ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçların hepsi de aynı değildir. Bunlardan bir kısmı evlenmek, tahsil yapmak, hastalandığında tedavi
olmak, bir iş öğrenmek gibi bizzat şahsın kendisi -Ile ilgilidir. Bir kısm~ da
sahip olduğu malların korunması, ihtiyacı olan şeyleri elde edebilmek· için
yapacağı akitler, bunların gerektirdiği harcamalar ve diğer her türlü tasarruflarında olduğu gibi malı ile ilgili olan ihtiyaçlarıdır.
Kasır ehliyetlinin bu ihtiyaçlanndan bizzat şahsı
karşılayacak kendisinin temsilcisine "veli", malla ilgili
ile ilgili olanlarını
olan tasarruflarınİ
sağlayacak temsilcisine de "vasi" denir. Yani kasır ehliyetli olan kimselerin
bizzat şahsı ile ilgili. olan ihtiyaçlan velileri tarafından görüldüğü gibi, mali .
tasarruflan ile ilgili olanları da "vasi"leri tarafından görülür.
.s.ı
55
Serahsi, el-Usıil, H, 333; Molla Hüsrev, a.g.e., H, 244 vd.; Ebü Zehra, el-Usıil, 331, 332; Musa, M. Yusuf. a.g.e.,
s. 223; Berki, Hukuk Mantığı, 19 I. .
• ez-Zerka, a.g.e., I, 808.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 84 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyet165
Kasır ehliyetlinin, eğer babası veya o yok da onun babası olan dedesi
varsa bunlar onun hem velisi, hem de vasisi olurlar. Fakat bunlardan hiç biri
yoksa, o zaman velayet hakkı, "Feraiz''de kendilerine "binefsihi asabe"
denilen, bu kasır ehliyetli ile arasında bir kadın bulunmaksızın, kan akrabalığı bulunan, kendisinin oğlu, oğlunun oğlu, anne baba bir veya sadece baba
bir erkek kardeşi veya aynı durumda bulunan amcası... gibi erkek
asabesinden birisine geçer.. Bunlardan kasır ehliyetli olan kimseye daha yakın olan onun velisi olur. Fakat erkek asabesinden kimse yoksa o zaman
velayet hakkı anneye geçer ve annesi veli olur.
Kasır
ehliyetli için vasi tayin işi, iki yolla olur. Vasi olacak kişi ya kasır
ehliyetli olanın babası veya hakim tarafından tayin edilir. Böyle bir kimsenin
babası, ölünceye kadar veya o şahsın kasır ehliyetli olma durumu kalkıncaya
kadar, onun vasisidir. B'abası, ölmeden kasır ehliyetli olan oğlu veya kızı için
bir vasi tayin etmişse, bu geçerlidir ve onun seçtiği kimse vasi olur. Fakat
böyle bir kimse bir vasi seçip tayin etmeden ölmüşse, o zaman bunu seçip
tayin etme işi dedeye geçer. O da kimseyi seçip tayin etmeden vefat etmişse,
o zaman bu kasır ehliyetli şahıs için vasi, hakim tarafından tayin edilir. Hakim tarafından tayin edilen vasiye de "vasiyyü'l-kadi" denir. 56
9. Eda Ehliyeti
Eda ehliyeti için de çeşitli tarifler verilmiştir. Genel olarak tarif edecek
olursak; "Eda ehliyeti, şahsın yaptığı işlerin dinen ve hukuken muteber
olması salahiyeti/yetkisi"dir. 57
Bir işin dinen muteber olması, şahsın Şari'in hitabını anlamaya güç yetirebilmesi demek olan akla ve anladığını yapabilme kudretine bağlı bulun- ·
duğuna göre, bu noktayı da içine alacak şekilde şöyle tarif edebiliriz:
"Eda ehliyeti, dinen muteber
olması
akla
sın bizzat yapabilme ehliyet ve salahiyetidir. " 58
bağlı
bulunan
işleri şah­
Namaz, oruç gibi dini ibadetleriri dinen, sözle veya fıille olan akitler gibi medeni tasarrufların hukuken geçerli olması şahısta bu ehliyetin varlığına
ve bunların neticelerini idrake bağlıdır. Bundan dolayı vücup ehliyeti insan
olmaları yönünden herkeste bulunduğu halde, eda ehliyeti cenin ve çocukta
yoktur. Bunun böyle olması da gayet norınaldir. Çünkü çocuklar yaptıkları·
şeyleri ve bunların neticelerini idrak edemezler. Bu idrak çocukta ancak temyiz çağından itibaren başlar.
Aynı zamanda yapılan işlerin muteber olabilmesi, o işleri yapan kimsenin kasıt ve iradesine de bağlıdır. Onun için şahısta akıl ve temyiz gereklidir.
56
57
58
Kasfıni, Alfıüddin Ebü Bekr b. Mes'üd, Bedfli'u's-sanfli' ji tertibi'ş-şerfli',Kahire 1967, 111, 1370 vd.; VI, 3034;
İbn Abidin, Muhammed Emin, Reddü'l-nıuhtflr 'a/e'd-Dıirri'/-nıulıtflr, İstanbull257, Il, 310 vd ..: Senhüri, a.g.e.,
IV, 179: Cfıvişli, Hadi Reşid, efcUsül ve '1-nıebfldi'i '/- 'flnınıe li 'ş-Şeri'nti '1-İs/flmiyye, Musul 137711958, s. 82-83.
Hudari, Muhammed, Usıilü '1-jiklı, Beşinci baskı, Kahire 1965, s. 99.
Serahsi. el-Usıil, Il, 340; Zerkfı', a.g.e., II, 734.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 85 (1, 1)
166
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
Eda ehliyetinin ternyiz çağına gelen çocukta başladığını söylemiştik.
Ancak rnürneyyiz olan çocukta henüz eksik ve kasırdır. Eda ehliyeti insan
vücudu ve aklının gelişmesi ile birlikte tekarnül eder; kişinin buluğ ve sonra
da rüştünü idrak etmesi ile de tamamlanır. Bundan dolayı şahıs reşit olunca
bütün dini teklifin muhatabı olur. Bundan sonra da artık her türlü dini ve
hukuki sorumluluğu yüklenir.
Bundan da anlaşılacağı üzere eda ehliyeti, "tam eda ehliyeti" ve· "kaeda ehliyeti" olmak üzere iki kısma ayrılır. Şimdi bunları biraz açıklayalım.
sır
a) Eksik (Kasır) Eda Ehliyeti
Eda ehliyetinin kasır yani noksan olması şahsın bedeni ile ilgilidir; Ba-.
olmadan önceki rnürneyyiz çocuk böyledir. Yani onun eda ehliyeti eksiktir,
kasırdır.
·
liğ
b) Tam (Kamil) Eda Ehliyeti
Karnil eda ehliyeti şahısta iki gücün varlığına bağlıdır. Bunlardan birisi
anlama gücü" ki, bu akılla olur. Diğeri de "yapabilme, vacibi eda
edebilme gücü"dür. Bu da bedenle olur.
"şer'i hitabı
Vacip alan bir şeyin edasının sahih olması "kasır eda ehliyeti" He
mümkün olduğu halde, edanın vacip olması ve hitabın şahsa yönelmesi
"kamil eda ehliyeti"ne bağlıdır5 9 •
II- EHLİYETE BAGLI FİİLLER
Ehliyetle ilgili olarak yaptığımız bu açıklarnalardan da anlaşılacağı
üzere bir fiilin geçerliliği tamamen o fiili işleyen kimsede ehliyetin bulunmasına bağlıdır. Ancak bu fıillerin hepsi de aynı değildir. Bu bakırndan ehliyete
bağlı olarak şahısların fiilierini ikiye ayırmak gerekir.
·
A) HUKUKİ NETİCE DOGURMASI SlRF İŞLENMEYE BAGLI OLAN Fİ­
İLLER
Hukuki netice doğurabilmesi için; bazı fiilleriıı.-yapılrnası sırasında, yapan kimsede aklın bulunması gerekmez. Bu tür fiiller rnücerret olarak ~le­
rneye, yapmaya bağlı olup yapılınca hukuki netice doğururlar.
Bu gibi fiiller şahısta yalnız vücup ehliyet~nin varlığına dayanır. Vücup
ehliyeti de insanda yukarıda da izah edildiği üzere, doğumdan itibaren tamdır. Yani gayri rnürneyyiz çocuk ve akıl hastalan böyledir ve bunlarda vücup
ehliyeti tarndır. Bundan dolayı bu gibiler başkalarının mallarını telef etseler
veya onlarda bir kusur meydana getirseler onların bedellerini borçlanmış
. olurlar. Bunları tazrnin etmekle yükümlüdürler. Çünkü bunların yapmış ol-
59
Ensfıri, a.g.e., 1, 156; Zerka, a.g.e., ll, 735, 736.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 85 (1, 2)
İslam
Hukuku Açısından Ehliyet1 67
dukları
ğı
bu gibi fiilierin hukuki netice doğurması için o şahıslarda aklın varlı­
aranmaz. Bu gibi fiilierin mücerret işlenmesi ile "hukuki netice" doğar.
B) HUKUKi NETICE DOGURMASI AKlL VE iDRAKİN VARLIGINA
BAGLI FİİLLER
Bazı fiilierin dini ve hukuki netice doğurabilmesi için bunları işleyen
kimselerde akıl ve idrakin bulunması gerekir. Bu tür fiilieri işleyen kimselerde akıl ve idrak yoksa o zaman bunların işlenmesi hukuki bir netice doğur­
maz.
Şüphesiz akıl ve idrak olmadan, bir işin yapılması sırasında sırf irade
ve kasıt muteber olmaz. Onun için bazı fiilierin hukuki netice doğurabilmesi
onu yapan kimsede eda ehliyetinin varlığına bağlıdır. Gerek sözlü ve gerek
fiili bütün akitler ve diğer bütiin tasarruflar böyledir. Bunların hukuki bir
netice doğurabilmesi, onları yapanların irade ve kasıtlarına bağlıdır. Bunun
için mesela, satılan bir malın teslimi veya parasının alınması bu nevi fiillerden olduklarından, bunu gayri mümeyyiz bir çocuk yapacak olsa bu iş sahih
ve geçerli olmaz. Namaz, oruç, hac gibi dini ibadetler de bu gibi fiillerdendiL
Yalnız bütün bu fiilierin geçerli olabilmesi için de bunları yapan kimselerde bulunması gereken ehliyetin durumu önemlidir. Bu ehliyet açısından da
fiiller ikiye ayrılırlar; tam (kamil) eda ehliyetini gerektiren fiiller ve Muteber olması için eksik (kasır) eda ehliyetinin bulunması yeterli olan fıiller.
Bunları da kısaca açıklamaya çalışalım.
·
i. Geçerli Olması Tam Eda Ehliyetini Gerektiren Fiilier
Hibe etmek, vakıf yapmak gibi fail için sırf zarar olan fiiller "tam eda
ehliyeti"ni gerektirir. Sahibinin haklarını ve mallarını korumak açısından bu
gibi fiilierin sahih ve hukuken geçerli olması failin akıllı, baliğ vereşit olarak
"tam eda ehliyeti"ne sahip bulunmasına bağlı~ır.
2. Geçerli Olması İçin Eksik Eda Ehliyeti Yeterli Olan Fiiller
Dini ibadetler ve bazı akit ve tasarruflar gibi, en az mümeyyiz çocuğun
sahih olan fiiller bu nevi fiillerden olup bunların sahih ve muteber olması için kişide "eksik eda ehliyeti"nin bulunması yeterlidir. 60
yapmasıyla
açıklamalardan anlaşılacağı üzere hukuki bir şahıs olan anne karçocuk, yani ceninde başlayan "nakıs vücup ehliyeti" doğum ile tamamlanırken, diğer yandan "eda ehliyeti" başlamakta ve onun beden ve akıl
yönünden gösterdiği gelişmeye· paralel olarak gelişmektedir. insanın temyiz,
buluğ ve rüşt dönemlerinde gelişen eda ehliyeti kişi reşit olunca tam tekamül
etmiş olmaktadır. Böylecereşit olan bir şahıs "tam eda ehliyeti"ne sahip bu-
Bu
nındaki
lunmaktadır.
60
Zerlci', a.g.e., Il, 736 vd.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 86 (1, 1)
168
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
III- EHLİYETE GÖRE İNSANlN GEÇİRDİGİ DÖNEMLER
Alimler insanın gelişmesini göz önüne alarak onun hayatını beş döneme ayırmakta ve bu dönemlere göre gelişme gösteren ehliyetlerini değerlen­
dirmektedirler. Çünkü şahsın ehliyetini, aydan aya, yıldan yıla gelişen insan
aklına bağlı olarak tespit etmek, sınırlamak mümkün değildir. Bu bakımdan
uygun olanı gerek beden, gerek akıl yönünden gelişme ve değişikliklere esas
olarak kabul edilen bu dönemlerde ehliyet durumunu tespit etmektir:
·
İnsanın beden ve akıl yönünden gelişerek geçirdiği bu beş dönemi şöy­
lece sıralayabiliriz; Anne karnındaki dönem, temyiz öncesi çocukluk dönemi,
temyiz dönemi, buluğ dönemi ve rüşt dönemi.
Bu taksim vücup ve eda ehliyetini de içine alan, insanın gelişmesiyle
ilgili bir taksimdir. Vücup ehliyeti yönünden ele alımnca insan hayatını doğumdan önce ve doğumdan sonra olmak üzere iki döneme ayırmak mümkündür.
Doğumla başlayan.eda ehliyeti açıs~ndan da insan hayatını; temyiz ön- .
cesi, temyiz, buluğ ve rüşt dönemleri olmak üzere dört döneme ayırabiliriz.
Bazı Usul alimlerinin doğumdan sonraki insan hayatını; temyiz öncesi, temyiz ve buluğ dönemi olarak üçe ayırdıklarını da burada hatırlatalım. 61
Ancak biz burada insan hayatını bütünüyle dönemlere
vücup ehliyeti, hem eda ehliyeti yönünden incelemek istiyoruz.
ayırarak
hem
A) CENİN DÖNEMİ VE BU DÖNEMDE ZARURİ OLARAK SABİT OLAN
HAKLAR
insanoğlunun anne karnındıı geçirdiği bu dönem, çocuğun anne karnı­
na düştüğü andan başlar ve doğumuna kadar devam eder.
Bu dönemde ceninin "eksik vücup ehliyeti" vardır. Bundan dolayı da
zaruri olarak yalnızca lehine olan haklar sabit olur. Aleyhine hiçbir hak sabit
olmaz. Yani o bu dönemde borçlandınlamaz. Durumun böyle olduğunu şu
şekilde izah edebiliriz:
Bir yönden bakınca anne karnındaki çocuğuıf/ceninin annesinden ayrı
bir varlığının olmadığını, onun bir parçası ve bir uzvu durumunda bulunduğunu görürüz. Nitekim yavrulayacak durumda bulunan bir hayvan satılsa
hiçbir açıklamaya ihtiyaç duyulmadan karnındaki yavru da bu satışa dahildir. O da annesiyle birlikte satılmış olur.
Fakat
diğer
bir
açıdan baktığımızda
onun annesiniri
hayatından ayrı
bir hayatının varlığını görürüz. Bu yönden düşünüldüğünde de cenin müstakil bir varlık sayılır. Çünkü onun ilerde sağ doğması, müstakil bir insan ol-
61
Hallaf, Abdnlvehhab, '//nııi ıısıi/i'l-jiklı, Sekizinci baskı, Kuveyt 1388/1968, s. 137, 138; Musa, M. Yusuf, a.g.e., s.
224.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 86 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyetl69
ması ihtimali vardır. Bundan
gerekir. 62
dolayı
ceninin, zaruri olarak, hak sahibi
olması
Araştırdığımızda
cenin için zaruri olarak için şu dört hakkın sabit olduğunu görmekteyiz. Cenin için bu dört hakkın sabit olduğu konusunda İs- ·
liim Hukukçulan görüş birliğine sahiptirler.
ı.
Nesep
Hakkı
Ceninin annesi, babası ve bunlar aracılığı ile bağiı bulunduğu kimselerle nesep bağı bulunmaktadır. Dolayısıyla bunlarla akraba olma hakkı vardır.
Bu hak zaruri olarak kendisi için sabittir.
2. Miras
Hakkı
Ceninin nesep yönünden bağlı bulunduğu kimselerden, yani akrabalaölenler olur, cenin de doğmuş olsaydı ona varis olabilecek durumda
bulunursa ceninin miras hakkı doğar. İşte cenin için zaruri olarak bu hak da
sabit olur. 63
rından
3. Kendisine Yapılan Vasiyeti Alma
Hakkı
Ceninin kendisine yapılan vasiyeti alma hakkı da bulunmaktadır. Çünkü vasiyetin tamamlanması ve hukuken geçerli olması için kabule ihtiyaç
duyulmaz. Vasiyeti yapan kimsenin, vasiyetinden vazgeçmeden ölmesi ile
vasiyet tamamlanmış olur64 •
Tabii ki, ceninin hem mirası ve hem de böyle bir vasiyeti alabilmesi
için, ölümün vuku bulduğu veya vasiyet yapildığı sırada anne karnında olduğu bilinmelidir.
Vasiyet yapıldığı sırada ceninin var- olup olmadığı sıhhatli ve geçerli
olarak bir başka yolla tespit edilemezse, bunun için alimler şöyle bir yol takip
edilmesini uygun bulmuşlardır: Eğer hamile kadının kocası sağ ise, cenin
vasiyet yapıldığından itibaren altı ay içinde doğmalıdır. Altı ay tamamlandık­
tan sonra doğarsa, ceninin anne karnma vasiyet yapıldıktan sonra düşmüş
olması ve altı aylık olarak doğmuş bulunması ihtimali vardır. Böyle bir durumda ise henüz şahıs olmayan, hukuki anlamda şahsiyet sayılmayan, mutasavver bir varlığa hak tanınmış olması söz konusudur.
Eğer kadın boşanmış veya kocası daha önce ölmüş ise ve kadının iddeti
içinde cenine bir vasiyet yapılmışsa o zaman cenin en geç, boşandığı veya
kocasının ölümü tarihinden itibaren iki yıl içinde doğrualı ki, kendine yapılan
vasiyeti alabilsin. 65
62
63
<>ı
65
Buhiiri. a.g.e., IV, 239;.Moİia Hüsrev, a.g.e., ll, 244; Zerkii', a.g.e.,ll, 239; Hudari, a.g.e., s. 99.
İbnü Receb, Ebil'l-Ferec Abdurrahman, el-Kavti'id fi'l-fıklıi'l-lsltinıi (nşr. Taha Abdurrafıf Sa'd), Kahire,
1391/1971, s. 192; Berki Ali Himmet, Hukuk Tarihinden İsitim Hıtlmlm, Ankara, 1955, s. 57; A'zami, a.g.e., s. 72.
Kişki, Muhammed Abdürrahim, et-Terike ve mtiyete'allalaı bihti nıine'l-hukıik, Bağdad 1967, s. 157 vd.
Manastırlı, İsmail Hakkı, Vestiyti ve Fertiiz Mecmuası, Istanbul 1326, s. 7-8.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 87 (1, 1)
170
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
4. Adına Yapılan Vakfın Gelirini Alma
Hakkı
Ceninin kendi adına yapılan bir vakfın gelirini alma hakkı da bulunÇünkü cenin, daha doğmadan kendi. adına yapılacak bir vakfın
gelirini almaya hak kazanmış durumdadır. Yani onun var olan eksik vücup
ehliyeti bunu alabilinesi için yeterlidir. 66
·
maktadır..
· Ceninin miras ve vasiyete hak kazanması konusunda Hudari şöyle· demektedir: "Bence ceninin miras alma hakkı yoktur. Çünkü miras almanın
sebebi çocuk olmadır. Bunun da şartı diri olarak doğmaktır. Öyleyse ona mal
verilmesi doğumundan sonra olacaktır. Eğer ölü olarak doğacak olsa, miras
olarak aldığı mal bunun varisierine değil, cenin hiç ortada yokmuş gibi diğe­
rinin, yani murisin diğer varisierine verilecek, onun varisieri arasında taksim
edilecektir.
Vasiyet de böyledir. Eğer cenin ölü olarak doğacak olursa vasiyet edilen
mal bunu.n varisierine değil, yine vasiyet edenin varisierine verilir.'·' 67
"Hibe", icap ve kabul ile mün'akit olduğu halde, vasiyette kabul şart
o yalnızca kapla mün'akit olur. Hanefiler yapılan vasiyette ret
bulunmaniasım kabul için yeterli saymışlar ve vasiyeti geçerli görmüşlerdir. 68
olmadığından
Görüldüğü
üzere bu haklar zaten zaruri olarak ve ancak cenin sağ doğ­
takdirde almak kaydı ile sabit olmaktadır. Cenin ölü doğduğu zaman o
yokmuş gibi hareket edilmesine bakarak bu gibi hakların sabit olmasını kabul etmemek doğru değildir. Mademki ceninin nesep hakkı vardır, öyleyse
nesebe bağlı olarak ve nesebin sebep olduğu miras hakkı da sabit olmalıdır. 69
duğu
Ceninin adına yapılan vasiyeti alması da vasiyeti alması gibidir. Gerçi
ceninin mülkiyeti natlz değildir. Yani hemen başkasının hakkının taalluk
etmeyeceği şekilde akdin eseri ve hükmü meydana gelmez. Fakat cenin ilerde
sağ olarak doğacak olursa eski sebebine istinaden mülkiyeti natlz olur.
Hanbelilere göre ve bizzat Ahmed b. Hanbel'in görüşü olarak nakledilen bir görüşe göre ise ceninin mirastaki mülkiyeti daha murisin vefatında
natlz olarak muteberdir. 70
B) ÇOCUKLUK DÖNEMİ
,,
Bu dönem insanda kişinin annesinden doğduğu andan başlar ve baliğ
oluncayakadar devam eder. Ancak çocuk tabiri mutlak olarak kullanıldığın­
da biraz sonra açıklayacağımız, temyizden önceki dönemde bulunan çocuk
anlaşılmaktadır.
66
67
68
69
70
İbnü Receb, a.g.e., s. 194 vd.; Karaman, a.g.e., I, 183.
Hudari, a.g.e., s. 99-100.
Siibüni-Sibai, a.g.e., s. 112-113.
Manastırlı, a.g.e., s. 75.
Zerkfı', a.g.e., Il, 742.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 87 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyet1 71
Tabii buluğ dönemine kadar çocuk hep aynı vaziyette değildir. Yaşı ilerledikçe, hele yaşı belli bir noktaya ulaşınca çocuk artık bazı şeylerin farkına
vanr. Çocuğun böyle bazı şeyleri fark etmesi yeni bir dönemin başladığını
göstermektedir. tşte bu döneme "temyiz dönemi denir.
Temyiz, çocuğun anlayış ve idrak sahibi olması, az da olsa şer'i hitabı
aniayabilmesi demektir. Bununla dini arnelierin manasını, hukuki muameleleri ve bunların neticelerini çocuk, basit de olsa, anlar. Mesela satınayı ve
satın almayı fark eder; satın aldığı bir şeyin parasının verilmesi gerektiğini
idrak eder.
Bu bakımdan· çocukluk dönemini bu temyiz kabiliyetinin başladığı zamana göre "temyiz .öncesi dönem" ve "temyiz dönemi" olmak üzere ikiye
ayırmak ve ehliyet durumunu bunlara göre ayrı ayrı ele almak daha uygun
olacaktır.
1. Temyiz Öncesi Dönem Ve Bu Dönemdeki Çocuğun Tasarruflan
Bahsettiğimiz
idrak döneminden önceki çağda bulunan çocuğa "gayri
mümeyyiz çocuk" denir. Bu döneme sadece "çocukluk dönemi" denmesi de
mümkündür. Yani çocukluk dönemi denince bir bakıma çocuğun temyiz çağından önceki dönemi akla gelir.
Esasen çocuk dağınakla anneşinin bir parçası olmaktan kurtulmuş ve
bir varlık olarak istiklalini kazanmıştır. Artık onun, daha önce bulunmayan
yeni bir hayatı ve tabii kabiliyederi vardır. Bununla vüciıp ehliyeti daha da
gelişir, tamamlanır. Fakat daha henüz "eda ehliyeti" yoktur. Çünkü onun
henüz anlayışı yeterli değildir. Yaptığı işlerin neticelerini yeter derecede idrak
edemez. Eda ehliyeti, akla dayanan ve insanı dini arneller ve hukuki muamelelere ehil kılan bir ehliyettir. Bu bakımdan gayri mümeyyiz çocuk bunların
hiç birine ehil değildir. .
·
Buna mukabil, onun vücup ehliyeti tam olarak mevcuttur. O borçlanabilir ve borçlandırabilir. Velinin velisi bulunduğu gayri mümeyyiz çocuğun
narnma yapacağı her türlü akdin neticesi çocuğa aittir. Nitekim bu konu ile
ilgili olarak "tam vücup ehliyeti"ni incelerken yet_eri kadar bilgi vermiştik.
Gayri mümeyyiz çocukta eda ehliyeti bulunmadığı için tasarrufları, fiil
ve sözleri muteber değildir. 71 Bu dönemdeki bir çocuğun gerek akit, gerek
diğer fiil ve tasarruflarının ne durumda bulunduğunu bunları ayrı ayrı ele
alarak incelemeye ve açıklamaya çalışalım.
a) Gayri Mümeyyiz
de
71
72
Çocuğun
Sözleri
Gayri mümeyyiz çocuğun sözlerinin hiçbir hükmü yoktur. Onunakitleri
geçersizdir. 72 Çünkü akitlerin hukuken muteber olması "icap" ve
batıldır,
Cavişli, a.g.e., s. 8 ı.
Hallaf, a.g.e., s. 137; Berki, Hukuk Mantığı, s. 122.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 88 (1, 1)
1 72
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
"kabul"e bağlıdır. Yani hukuki bir netice doğuracak şekilde icap ve kab~lün
birbirine bağlı olarak söylenınesi gerekir. Gayri mümeyyiz çocuklar için böyle
bir şey düşünülemez. Onun için gayri mümeyyiz çocuğun icap veya kabulde
bulunması, başkasına borç ikrarı gibi sözleri muteber değildir. Yaptığı bütün
tasarruflar, isterse bir "hibe"nin kabulü gibi sırf menfaatine olan bir tasarruf
olsun, yine muteber olmaz.
Ancak gayri mümeyyiz çocuğun velisi veya vasisinin bu çocuk aaına
bütün akit ve diğer tasarrufları geçerli olduğu gibi, onun narnma
yapacağı kabuller de geçerli olur.
yapacağı
b) Gayri Mümeyyiz Çocuğun ibadet Ve Tasarruflan
Gayri mümeyyiz çocukların ister namaz ve oruç gibi dini, ister satılan
bir malı teslim etmek, bir emaneti teslim almak, yahut birisine borç vermek
gibi hukuki fiilieri olsun, bunların hepsi batıldır, geçersizdir. Böyle bir çocuğun VJ!lisi veya vasisi onun narnma bir şey satın alsa da, satan kimse bu
malı çocuğa teslim etse, çocuğun onu teslim alması dahi muteber değildir. Bu
şekilde satın alınan mal, satıcı tarafından çocuğa teslim edildiğinde bu mal
çocuğun elinde telef olsa, çocuk o malın bedelini borçlanmış olmaz; o mal
satıcının elinde telef olmuş sayılır. 73
c) Gayri Mümeyyiz çocuğun işlediği suçlar
Gayri mümeyyiz çocuk işlediği cinayetten de sorumlu tutulmaz. O henüz cezaya müstahak değildir. Öldürdüğü kimse kendi murisi olsa bile onun
mirasından mahrum edilmez. Çünkü murisini öldüren kimseye miras vermemek, işlenen suça, yapılan fiile mukabil konulmuş tam bir ceza olmasa da
yine de bir cezadır.
Halbuki uykuda iken veya hata ile bir kimse murisini öldürse o kimseye mirastan malımıniyet cezası verilir. Yani bu şekilde katil olan kimselere
aslında miras verilmez. ~a çocuk veya mecnun olan kimseye böyle bir ceza
uygulanmaz. Zira bir kimseye ceza verilebilmesi için cezadan önce bulunması
gereken ehliyet bunlarda yoktur.
Akıllı
ve baliğ olan kimse hitaba ehil olduğu ve-ceza ehliyeti kendisinde
bulunduğu için, hata ile de olsa, işlediği bir cinayetten dolayı böyle bir ceZa-
ya ehil bulunmaktadır. Çünkü o hatadan sakınabilir. Buna mukabil ehliyet
ister tam, ister noksan olsun, çocuğa her hangi bir ceza yoktur.
Fakat gayri mümeyyiz çocuk, başkasına verdiği maddi zararı ve cinayetinden veya yaralamasından doğan "diyet"i ödemek durumundadır. Çünkü
73
İbnü'I·İhve (İbnü'I-Uhuvve), Muhammed b. Muhammed b. Ahmed ei-Kuraşi, Me'iilimii'l-kurbefi ahkiimi'l-lıisbe
(nşr. Muhammed Mahmud-Sıddik Ahmed isa ei-Muti'i), Kahire 1976, s. 108.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 88 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyetı 73
bunlar kendisi için birer mali yükümlülüktür, borçtur. Gayri mümeyyiz çocuk
da her türlü mali borca ehildir. 74
Diyet, öldüren kimsenin öldürdüğü şahsın velisine verdiği bedeldir. Bir
·kimsenin yaraladığı şahsaverdiği bedele ise "erş" denir. 75
Sebebi bulunduğunda, gayri mümeyyiz çocuk üzerine, yakın ve eşiere
· verilmesi gereken nafaka da vacip olur. Çünkü nafaka eşler için bir karşılık,
bir bedel olarak görülse de yakınlar için güçlüğü giderecek bir iyiliktir. Her
ikisi de mal ile gerçekleşir. Dolayısıyla bu mali bir yükümlülüktür. Zaten
nafaka vermekten maksat, nafaka verilen kimsenin ihtiyacını ortadan kaldırmaktır. Bu da velinin çocuk narnma ödemesi ile yerine getirilmiş olur. 76
2. Temyiz Dönemi Ve Mümeyyiz Çocuğun Tasarruflan
Bu dönem insan hayatında temyizle başlar. Gerek akıl ve gerek beden
yönünden ergenlik çağına kadar devam eder. Bu dönemde bulunan bir çocuğa "mümeyyiz çocuk" denir. Temyiz, yukanda da temas ettiğimiz gibi, insanın iyiyi kötüden, hayn şerden, faydayı zarardan ayırabilmesi ve derin olmamakta birlikte, akli: basiretinin bulunmasıdır.
Mecelle gayri mümeyyiz ile mümeyyiz
göstermektedir:
çocuğu
tarif etmekte ve ikisinin
arasındaki farkı şöylece
"Sağir-i gayri mümeyyiz, beyi' ve şirayı fehmetmeyen yani mülkiyeti; bey'in salip ve şiranın calip olduğunu bilmeyen ve onda beş aldanmak
gibi, ğabn-i fahiş olduğu zahir olan bir ğabni, ğabn-i yesirden temyiz ve
tefrik eylemeyen çocuk olup; bunlan tefrik eden çocuğa 'sağir-i mümeyyiz' denilir.'m
Bu tariften de anlaşılacağı üzere doğduğundan buluğ çağına kadar geçen dönemde çocuklar, temyiz dönemi esas alınarak "gayri mümeyyiz çocuk" ve "mümeyyiz çocuk" diye ikiye aynlmaktadır. Burada çocuğun ·mümeyyiz olmasından maksat akıllı olmasıdır. Kendisine küçük bir oyuncak
verilip sırtından elbisesi alınması halinde sevinmeyen veya bir satıcıdan bir
şey satın alıp karşılığında verdiği parayı geri istemeyen çocuk mümeyyiz,
fakat aksine hareket eden çocuk ise gayri mümeyyizdir. 78
Temyiz çağının bir yaşı olmadığı gibi, insan üzerinde de tabii bir belirtisi yoktur. Bu durum çocuğun fıtratına, akıl ve zeka derecesine bağlıdır. Bu
bakımdan temyiz, kişilerde farklı olarak bulunabilir. BazılCl;nnda da diğerle­
rinden daha sonra görülebilir. Bu durum birden bire değil, tedrici olarak or74
75
76
77
78
Ebü Zehra, el-Usıll, 333-334; Hudari, a.g.e., s. 100; Nevi'ivi, Abdülhi'ihk, et-Teşri'u'l-ciııtiifi'ş-Şeri'ati'l-İsltimiyye
ve'l-ktim1ni'l-md'i, İkinci baskı, Beyrut 1974, s. 336; Zerki'i', a.g.e., ll, 743 vd.; Serahsi, el-tfsı1/, Il, 294, 295;
Bahru'l-ulüm, a.g.e., s. 36.
İbn Abidin. a.g.e., V, 504; Cürcani. a.g.e.; s. 16.
Serahsi, el-Usı11, II. 336.
Mecelle, md. 943.
Ali Haydar. Hoca Emin Efendi Zade, Dürenı'l-lıukktinı Şerlı-i Meceletü '1-a/ıktinı, I-IV, İstanbul, 1330, lll, 9-1~.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 89 (1, 1)
1 74
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
taya çıkar. Yani temyiz,
nede kendisini gösterir.
çocuğun düşünce
ve
işlerinde
ortaya
çıkan
muvaze-
Peygamber a.s. Efendimiz çocuklar hakkında şöyle buyurmuşlardır:
yedi yaşına ulaştıklarında _onlara namaz kılmalarını emrediniz. On yaşına ulaştıklarında da namaz kılınaziarsa namaz kılmaları
için dövünüz. " 79
"Çocuklarınız
Az önce de söylediğimiz gibi, aslında temyiz için bir yaş sının yoktur:
Ancak İslam Hukuku alimleri, temyiz çağını ayırınada bir kolaylık olsun diye,
her ne kadar bazıları sekiz yaşı veya Malikilerde olduğu gibi, süt dişlerinin
dökülmesini temyizin başlangıcı sayınışiarsa da, normal ve tabii hallerde
yedi yaşı temyizin başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Çünkü yukarıda verdiğimiz hadis, çocuklarda yedi yaştan sonra temyizin başladığına ve artık onların eda ehliyetine sahip bulunduklarına bir işarettir. 80
Bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki, mümeyyiz çocuk gayri mümeyyiz çocukla baliğ arasında orta bir durumdadır. Bir taraftan aklı henüz olgunluk derecesine ulaşmadığı için haklarının korunmasına muhtaç, diğer
taraftan da tasarruf sahası genişlemiştir. Fakat tasarruflarının sıhhati için
bir takım mümareseye, tecrübe ve işe yatkınlığına ihtiyacı bulunmaktadır.
Onun mali tasarruflarında eda ehliyeti kasırdır, dolayısıyla da onun tasarruflan ancak bazı kayıtlarla geçerlidir.
İslam Hukukçularının kabul ettikleri bu duruma göre mümeyyiz ço.cukehliyetini yapacağı işlere göre ibadet ve tasarrufla ilgili olarak ayrı ayrı
ele almamız gerekmektedir.
ların
a) Mümeyyiz Çocuğun İbadetle İlgili Eda Ehliyeti
Çocuklar mümeyyiz de olsalar ibadetle yükümlü değildirler. Yani onlara
ibadet farz değildir. Ramazan ayı içinde baliğ olan bir kimse, geçen günleri
kaza etmez. Çünkü geçen günlerde henüz çocuk olduğu için ibadetle yükümlü
değildi. Eğer tutacak olursa bu ibadeti nafile olarak yapmış olur, vacip olarak
değil. Bununla birlikte Hanbeliler baliğ olduğu günün kazasını uygun görürlerB1.
-~
,
Ancak ibadetler kendisine farz olmamakla birlikte, mümeyyiz çocukların yapmış oldukları ibadetler sahihtir. Bundan dolayı mümeyyiz çocuklar
ibadetlere ehildirler. Yani ibadet yapmaları halinde bu sahih olur. Nitekim
hasta. olan kimse Ramazan omeunu tutmakla, yolcu olan kimse de _Cuma
namazını kılmakla yükümlü değildir. Ancak bunlar oruç tutar veya Cuma
79
80
81
Emir-i P~dişah, a.g.e., Il, 255.
İbnü'I-İhve, a.g.e., s. 114.
İbnü Receb. a.g.e., s. 27.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 89 (1, 2)
islam· Hukuku Açısından Ehliyet1 7S
namazını kılarsa bu ibadetleri eda etmiş sayılırlar. Dolayısıyla bunların
mış oldukları bu ibadetler de sahih olur.82
yap-
b) Mümeyyiz çocuğun Tasarrufla İlgili Eda Ehliyeti
Mümeyyiz çocuk alış veriş gibi akit veya gerek sö.z ve gerek fiille ilgili_
mali tasarruf ve muamelelere de ehildir. Fakat bu konulardaki ehliyeti, kabiliyetinin noksanlığı sebebiyle tam olmayıp kasırdır. Onun ·için mümeyyiz
çocuğun bütün tasarrufları hukuki muam~leleri ayni değildir. Bundan dolayı
da islam Hukukçuları mümeyyiz çocuğun mali tasarruflarını üç kısma ayıra­
rak değerlendirmişlerdir.
ba- Mümeyyizin
şırf Zararına
Olan Tasarrufları
Mümeyyiz çocuk birisinin borcuna kefil olmak, bir şeyi hibe. etmek,
ödünç vermek, vakıf yapmak sadaka vermek ve karısını boşamak, gibi tasarruflarda bulunamaz. Çünkü bu gibi tasarruflar, bir yönden ibadet gibi görünse de mali yönden aleyhine ve zararına olan tasarruflardır. Bunların sahih
olması şahsın kamil eda ehliyetine sahip olmasını gerektirir. Bu bakımdan
bu kabil tasarrufları mümeyyiz adına vasisi veya velisi de yapamaz. Bu gibi
tasarrufların yapılması için hakim de zorlayamaz. Eğer böyle bir şey bizzat
mümeyyiz çocuk veya velisf ve vasisi tarafından yapılırsa mümeyyiz çocuğun
ehliyetinin kasır olması sebebiyle ve kendi haklarının korunması gerektiğin­
den bütün bu tasarruflan batıl olur, geçersizdir. 83
Ancak çocuğun malından hakim bir başkasına borç vermek isterse hakimin hükmü ve garantisi altında bulunmak şartıyla borç verme işleminin,
sırf bir hayır olduğu için, caiz olduğu da söylenmiştir. 84
dir.
Mümeyyiz çocuğun
alimler aslında
Bazı
talakı
yani
kansını boşaması
da
batıldır,
geçersiz-
çocuğun kansını boşamasının meşru olmadığını,
karısını boşayamayacağını söylemişlerse de bu doğru olamaz. Çünkü evienen
çocuğun evlendiği kadına
nikah yapınca onun kendi karısı olması hakkı bugibi, o aynı zamanda onu boşama hakkına da sahip olur. Ancak
mümeyyizin evlenmesi lehine olan haklardan olduğundan bu hak kendisi
için sabittir. Fakat karısını boşaması aleyhine bir tasarruf olduğundan, bu
boşaması, çocuk olması sebebiyle, kendisinden gelen bir noksanlıktan dolayı
·
geçerli ve sahih olmaz. 85
lunduğu
Ahmed b. Hanbel, eğer mümeyyiz çocuk buluğa yaklaşmışsa ve Ramazan omeunu da tutabiliyorsa, talakının kendisini ilzam edeceğini, yani kendisini bağıayacağını ve dolayısıyla talakının geçerli olacağını; Ata
82
83
84
85
Serahsl, e/-Usıil, ll, 337, 338;_A'zaml, a.g.e., s. 72; Bahru'l-ulüm, a.g.e., s. 60,61.
Kasani, a.g.e., VIII, 391.0; Zühayll, Vehbe, Nazariyyiitii'd-damiin ev a!ıkıimıi'l-mes'ıilixveti'/-medeniyye ve'/ciniiiyyefi'l-fıklıi'I-İsliinıi diriiseten mııkaraneten, Dımeşk 1389/1969, s. 263; Hudari, a.g.e., s. 102; Ali Haydar,
a.g.e., III, 39; Hallaf, a.g.e., s. 138; Karaman, a.g.e., I, 186; Ebü Zehra, e/-Usıi/, 334; Berki, Hukıık Manuğı, s.
12~
.
Zerka', a.g.e., ll, 755.
Serahsl, e/-Usıi/, ll, 348; Zerkli', a.g.e., ll, 775; Musa, M. Yusuf, a.g.e .. s. 225.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 90 (1, 1)
1 76
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
(v.llS/733) da eğer çocuk on iki
söylüyor. 86
yaşına gelmişse talakının
caiz ve geçerli
olduğunu
Mümeyyiz çocuğun vasiyet yapıp yapamayacağı konusunda alimler
bir rivayete göre
·Ahmed b. Hanbel ve Medine alimleri, vasiyetin ölümden sonra geçerli bir
tasarruf olması sebebiyle çocuğun yapacağı vasiyetin mcılına bir zarar getir- · ·
meyeceği ve ayrıca bunun iyilik yönünün bulunduğunu dikkate alarak, caiz
olduğunu söylüyorlar. Aynı zamanda bu görüşte olanlar bu konuda Hz.
Ömer'in (v.23/644) ergenlik çağına yaklaşmış çocuğun_vasiyetini caiz kabul
ettiğine dair esere de dayanıyorlar.
arasında görüş ayrılıklan bulunmaktadır. İmam Şafii,
Ebu Hanife ve Hanefiler "vasiyet, mükellef olan büyükler için, eksik
yaptıklan vacipler yanında sevap kazansınlar diye meşru kılınmıştır.
1
Çocuk şer'an mükellef olmadığından, onun sevaba ihtiyacı yoktur. Üstelik çocuğun yapacağı vasiyet veresesine de zarar verir. Öyleyse çocuğun
vasiyeti caiz değildir" diyorlar. 87
bb- Mümeyyizin Sırf Menfaatine Olan Tasarruflan
Mümeyyiz çocuğun hibe ve sadaka alması, bir avı yakalamak, odun
toplamak cinsinden mubah olan tasarrufları caizdir. Çünkü onun kasır da
olsa ehliyeti vardır. Mümeyyiz bu gibi tasarrufları velisi veya vasisinin izni
olmadan yapabilir. Tabii olarak da onun-tarafından yapılan bu çeşit işler caiz
ve geçerli olacaktır. Sahih olan bu tasarruflannın sonunda elde ettiği malların da sahibi olur. N.itekim Mecelle'de: "Sağir-i mümeyyizin kabul-i hibe ve
hediye gibi, hakkında nef'i mahz olan tasarrufa velisinin izin ve icazeti
olmasa bile muteberdir", 88 denilmektedir.
Başkasının vekili olarak mümeyyiz çocuğun, onun adına alış veriş ve
nikah yapması, kansını boşaması, dava açması ve bir şeyi teslim alması gibi
muameleleri yapması sahihtir. Çünkü yapılacak bu işlerden doğabilecek
muhtemel zararlar müvekkile (vekil edene) aittir. Vekil eden kimse önceden·
her halde böyle bir ihtimali düşünmüştür. Ayrıca çocuğun yetişmesinde bu
gibi muamelelerde bulunması, kendisi için faydalıd.ı.r. 89
be- Mümeyyiz Çocuğun Menfaatine de Zararına da Olma İlıtimali
Bulunan Tasarrufları
Mümeyyiz çocuğun alış veriş yapma, bir şeyi kiraya verme veya kiraya
tutma, alacağına karşılık rehin alma, borcuna mukabil ~ehin verme, ziraat ve
86
87
88
89
İbn Rüşd, a.g.e., II, 81.
İbn Kudiıme, Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed el-Makdisi, el-Muğııf, Riyad 1401/1981, VI,
165; Abi, Salih Abdüssemi' el-Ezheri, Ceviilıim'l-İklil Şerlwmulırasarı Halil, Kahire 1332, II, 98; Buhari, a.g.e.,
N, 259; Zerka', a.g.e., ll, 756; Bahru'l-uliim, a.g.e., 47 vd.
Mecelle, md. 967; Serahsi, el-Usıil, II, 346; Emir-i Padişah, a.g.e., ll, 256; Abdülhamid, a.g.e., s. 428; Berki,
Hukuk Mantığı, s. 122.
Zerka, a.g.e., ll, 757; Musa, M. Yusuf, a.g.e., s. 255; Karaman, a.g.e., I, 186.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 90 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyet177
bahçe ortaklığı yapma gibi, zarara da kara da ihtimali bulunan bütün mali
tasarruflan kanuni temsilcisinin iznine bağlıdır.
Aslında mümeyyiz çocuğun eda ehliyeti, bütün tasarruflan yapmasına
yeterlidir. Ancak eda ehliyeti kasır olduğu için yaptığı tasarrufların geçerli
olması velisi veya vasisinin iznine bağlıdır. Çünkü bu nevi tasarrufların, çocuğun zararına da menfaatine de olması ihtimali bulunmaktadır. Çocuk bu
gibi tasarruflarda bulunurken onun dağuracağı 'neticeleri yeteri kadar görüp
takdir edemez. Eğer kanuni temsllcisi, diğer bir ifade ile velisi veya vasisi
izin verirse o zaman yapılan muameleler bizzat bu kanuni temsilciler tarafından yapılmış gibi olur ve muteberdir. Her ne kadar Şafii mümeyyizin böyle
tasarrufları için, velisi izin verse de batıl olur, diyorsa da eğer mümeyyiz
çocuğun velisi izin vermemişse tasarrufları o zaman batıl olur. 90
Kanuni temsilcinin, mümeyyiz çocuğun yaptığı tasarruftan sonra izin
vermesi halinde, mümeyyiz çocuğun tasarrufu izne bağlı olarak sahih ve
ancak izinden sonra geçerli ve muteber olur. 91
Bu izahlardan şöyle bir netice çıkarmamız mümkündür: "Yapan kimse
için sırf zarar olan tasarruflarda 'kamil eda ehliyeti' gerekir. Fakat sırf fayda olan veya zarara da faydaya da ihtimali bulunan tasarrufların gerçekleş­
mesi ve nafiz olması, yani hukuki netice doğuracak şekilde gerçekleşmesi
için 'nakıs eda ehliyeti' yeterlidir. Bu durumda yapılan iş ve akitler batıl
veya fasit olmaz. Ancak bu gibi tasarruflar sahih olmakla birlikte neticesi
hasıl olmaz". Mesela böyle bir durumda yapılan alış veriş neticesinde, satılan
mal satıcının mülkiyetinden çıkıp satın alan kimsenin· mülkiyetine girmez.
Bu ancak veli veya vasisinin izni ile gerçekleşir. Çünkü böyle bir izinle bu
gibi konularda eksik eda ehliyeti tamamlanmaktadır.
3.
Buluğ
Dönemi
Ergenlik dediğimiz buluğa erme insan hayatının en mühim dönemlerinden biridir. Buluğ tamamen bünye ile ilgilidir. Belli bir çağda bünyede
meydana gelen bir değişikliktir. İnsan bununla çocukluktan kurtulup büyüklük dönemine geçer. Bu sebeple de insan buluğa erince de büyüklerin yüklendikleri bütün dini mükellefiyetieri yüklenir.
Eda ehliyeti de· akıllı olarak buluğ çağını idrak eden insanda tam hale
gelir. Yani akıllı ve baliğ kimse tam eda ehliyetine sahiptir. 92
Böylece baliğ olan kimse artık dinin bütün hitabına ehil hale gelmiş,
yani mükellef olmuştur. Bu dönemde şahıs iman, ibadet ve içtimai, hukuki
bütün veeibeleri yüklenir. Mesela Ramazan ayı içinde baliğ olan bir kimse,
90
91
92
Ensari, a.g.e., 1, 159-160; SenhÔıi,-a.g.e., IV, 181; Hallfif, a.g.e., s. 138; Musa. M. Yusuf, a.g.e., s. 225, 226; Ebü
Zehra, el-Usıil, s. 334.
Senhüıi, a.g.e., IV, 180; Zerk:fi', a.g.e., Il, 758 vd.; Karaman, a.g.e., I, 186.
Hallaf. a.g.e., s. 138; A'zami, a.g.e., s. 72.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 91 (1, 1)
1 78
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
geçmiş
günlerin kazası ile mükellef olmasa da sonraki günlerde oruç tutmakla yükümlü olur. 93
Bu yükümlülükler için gerekli olan bedeni ve akli gelişme normal durumlarda, akıllı olarak büyüyen kimselerde buluğla hasıl olmaktadır. ·
Baliğ olmak için insanda belli bir yaş yoktur. Bu durum insandan insana ve iklime göre değişir. Alameti ise erkeklerde ihtilam olmak, kızlarda çla
hayız görmek ve gebe kalmaktır. Göğüsterin büyümüş olması yeterli değil~
fu"
.
Buluğda asgari yaş kızlarda dokuz, erkeklerde ise on ikidir. Baliğ olazami yaş sının her ikisinde de on beştir. Bir kız dokuz yaşını bitirdiği
halde, henüz baliğ olmamışsa baliğ oluncaya kadar kendisine "mürabıka",
manın
.bir erkek on iki yaşınİ bitirdiği halde henüz baliğ olmamışsa baliğ oluncaya
kadar ona da "mürabık" denir. 95
Bu görüşler başta İmameyn olmak üzere alimierin çoğunun görüşleridir.
Biraz önce ergenlik yaşının insanlarda farklı olduğunu söylemiştik.
Çünkü alimler bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Mesela Ebu Hani-.
fe'ye göre baliğ olmanın azami yaşı erkeklerde on sekiz, kızlarda ise on yedidir. Bu görüş İbnü Abbas'tan da (v.68/687) rivayet edilmiştir. Mecellede tercih edilen görüş, imameyn ve çoğunluğun görüşüdür. 96
Gerek
kız
olmamışiarsa
ve gerek erkek on beş yaşını tamamladığı halde hala baliğ
bu yaşı tamamladıklarında her ikisi de hükmen baliğ sayılır­
lar.97
Zahirilere göre on dokuz karneri yılı doldurup bir saat de olsa geçen erkek ve kızda ihtilam olmak, hayız görmek veya avret yerlerinin kıllanması
gibi, buluğ alametleri kendilerinde görülmese bile, buluğ hükmü uygulanacağı konusunda icma' bulunmaktadır. 98
Baliğ olmak için belirlenen asgari bir yaş tayininden bazı hukuki neticeler çıkmaktadır. Mesela henüz buluğ yaşının başla!Jgıcına varmayan, bir
çocuk baliğ olduğunu iddia ederek dava etse böyle bir dava kabul olunmaz99 ..,
Bir mürahık veya mürahıka, hakim huzurunda, baliğ olduğunu söylese
eğer cüssesi, görünüşü onun buluğa erecek durumda olmadığını gösteriyor ve
93
94
95
96
97
98
99
Cessiis, Ebü Bekr Ahmed b. Ali er-Razi, Alıkfimü'I-Kur'ôn (nşr. Muhammed es-Sadık Kamhavi), Kahire, ts., ı,
231; Karaman a.g.e., ı, 187.
Şa'riini, Ebü'I-Mevahib. Abdülvehhab b. Ahmed b. Ali ei-Ensari, ei-Mizômi'/-kıibra, Kahire, ts. , ll, 78; el-Abi,
a.g.e., Il, 97; Mecelle, md. 985.
Mecelle, md. 986.
Kiisiini, a.g.e., IX, 4470; Nevavi, a.g.e., s. 336; Zerkii', a.g.e., ll, 789; Sabüni-Sibai, a.g.e., s. 23.
Mecelle, md. 987; Musa, M. Yusuf, a.g.e., s. 228; Heyet, el-Aiıkfinıü'ş-şer'iyye fi'/-alıvôli'ş-şalısiyye, istanbul
1339, s. 85.
İbn Hazm, Ebü Muhammed Ali b. Hazm el-Endelüsi, el-llıkfimji usıili'l-alıkfinı, Kahire, ts., V, 688.
Mecelle, md. 988.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 91 (1, 2)
islam Hukuku Açısından Ehliyetı 79
bulunuyorsa onun bu iddiası kabul edilmez. Fakat
kendisini yalanlamayacak durumda ise, bu iddiası kabul edilir.
_Sonra yalan söylediğini ikrar etse son iddiası muteber olmayıp kavli tasarrufları geçerli olur. 100
kendi
iddiasını yalanlayıcı
görünüşü
Burada şu hususu açıklamamız gerekir. Buluğ dönemi için söz konusu
olan yaşın hesaplanmasında esas olan güneş yılı değil de karneri yıldır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında,
Allah'a göre ayiann sayısı on ikidir", 101 buyıırulmuştur.
Bu ayette bir yılın on iki aydan meydana geldiği açıkça- belirtilmiştir.·
Bir .başka ayette de "Ey Muhammed! Sana hilal halindeki aylan sorarlar.
De ki, onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir", 102 buyrulmuştur.
Bilindiği
gibi hilalin görülmesi ayın-başlangıcını gösterir. Hilalin görülertesi günü ayın ilk günüdür. Böylece bu ay, hilalin tekrar
görüleceği güne kadar devam eder. Bu da karneri bir ayın insanlar için vakit
ölçüsü olduğunu ortaya koyar.
düğü akşamın
Bir başka ayette de şöyle buyrulmuştur: "Güneşi ışıklı ve ayı nurlu
yapan, yıllann sayısını ve hesabı bilmeniz için aya konak yerleri düzenleyen O'dur." 10·3
Bu ayetten de
olan ay takvimidir.
4.
Rüşt (Reşit
anlaşılacağı
gibi
yılların hesabının tutulmasında
esas
Olma) Dönemi
Rüşt/Rüşd,
kelime olarak, doğru yolıi bulmak, doğru yolda devam etmek demektir. "Raşed" veya "raşad" da aynı anlamdadır.
Istılah olarak ise "rüşt, çocuğun dinde doğru yolda
mukayyet olarak buluğa ennesi" demektir. 104
olması
ve
malına
Bu vasıf kendisinde bulunan kimseye "reşid/reşit" denir. Mecelle'de de
tarif edilmektedir: "Reşid, malını muhafaza hususunda takayyüd
ederek sefeh ve tebzirden tevakki eden kimsedir." 105 Yani reşit, malını
koruma hususunda ona göz kulak olan, saçıp savurmayan ve onları yerli
yersiz harcamaktan sakınan kimsedir. Nitekim en-Nisa' süresinin altıcı ayetinde geçen "rüşd" kelimesi de sadece mala mukayyet olmakla, malda güzel
şöyle
100
Mecelle, md. 989; Zerka', a.g.e., Il, 769.
Tevbe. 9/36.
Bakara, 2/189.
103
Yunus, 10/5.
.
lo.ı İbrahim Mustafa-Ahmed Hasan ez-Zeyyiıd-Hamid Abdülkadir-Muhammed Ali en-Neccar, el-Mu'ceilııi '1-vasit,
Tahran,.ts., ı, 347; Firfızafibadi, Mecdüddin Muhammed b. Ya'küb, el-Kanıüsıi'l-nıuhit, Kahire, ts., ı, 305; Nesefi,
_ Ncemüddin b. Hafs. Ta/ibetıi't-talebeji'l-ıstılahati'l-fikluyye, Bağdad 1311, s. 162.
10
' Mecelle, md. 947.
101
102
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 92 (1, 1)
180
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
tasarrufta bulunmakla tefsir
demektir. 106
edilmiştir.
"Sefeh,
malı boş
yere harcamak"
insanın baliğ olunca mükellef olması, yukanda da izah edildiği üzere,
hukuken "eda ehliyeti"nin tam kemale ermesi ve bütün mali tasarruflarının
nafiz olması demek değildir. Şahısta bu eda ehliyetinin kemale ermesi, buluğun da üstünde, diğer bir vasfın daha ·bulunmasına bağlıdır. İşte bu. vasıf
"rüşt"tür.
Rüştün
hakikati aklın olgunluğudur. Bu olgunluk beden olgunluğun­
dan ayrı bir olgunluktur. Bazen insan bedenen gelişir de aklen olgunluk gösteremez ve malına sahip çıkamaz. İşte rüşt, insanın dünyevi açıdan mali
tasarruflannda güzel hareket edebilmesidir. Bu sebeple insan, dini yönden
muttaki olmayıp fasık olsa da malını kullanma ve muhafazada hasiret gösterirse "reşit" sayılır. Malı güzel bir şekilde kullanınada tecrübe ve kabiliyetİn
büyük bir rolü olduğu muhakkaktır. Bir kimse hukuken cezaya ehil olur da
malıni iyi kullanamayabilir. 107 işte böyle bir kimse mali tasarrufları açısın­
dan bundan men edilerek hacir de edilebilir.
Bu izahlardan anlaşılacağı üzere "rüşt" ile "buluğ" aynı şeyler değildir.
bazen buluğla birlikte ·bulunur, bazen ondan sonra veya önce de
bulunabilir. Çünkü reşit olma insanın yaratılışı ile ilgili ve tecrübeye dayanan
bir durumdur.
Kişide rüşt
Bundan dolayı şahıs baliğ olup umumi hükümlerle mükellef olunca
onun aynı zamandareşitolup olmadığına bakılır. Eğerreşit ise malı kendisine teslim edilir. Fakat reşit değilse mali tasarruftan men edilir. Nitekim şu
ayet bunu bildirmektedir: "Yetimleri evlenme çağına gelene kadar deneyin.
Onlarda bir reşit olma hali tespit ederseniz mallannı kendilerine teslim
edin." 108
Malının
kendisine teslim edilmemesinden onun velayet altında bulunduğu veya velayetinin devam ettiği anlamı çıkar. Kendisine malın teslim edilebilmesi için mutlak olarak onunreşitolması gerekir. Çünkü "vacibi~. kendisiyle tamam olduğu şey de vaciptir" bir usul kaiğ.esidir. 109
Eğer
henüz reşit olmamış bir kimseye malını teslim edersek o zafnan
bu konudaki emri abes olurdu. Halbuki Allah'ın emirlerinde hiçbir
abes yoktur. 110
Şari'in
Velayet altında olan bir çocuğun malının kendisine teslim edilip edilmeyeceği konusunda Mecelle'de şöyle denmektedir:
106
107
108
109
110
Ali Haydar, a.g.e., lll, 14.
Şa'rfin1, a.g.e., ll, 78.
N isa', 4/6.
Zerka', a.g.e.,ll, 774; Hudar1, a.g.e., s. 51. .
Zerka', a.g.e.,ıı, 775.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 92 (1, 2)
islam Hukuku
Açısından
Ehliyet181
"Bir çocuk baliğ oldukta malının kendisine itası hususunda istical
olunınayıp teenni ile tecrübe olunmalıdır. Reşit olduğU tahakkuk ederse
o vakit emvali kendisine verilir." 111
"Bir çocuk gayri reşit olarak baliğ olursa, rüştü tahakkuk etmedikçe, malı kendisine verilmeyip kema fi's-sabık tasarruftan men olunur." 112
Buna göre çocuğun malının kendisine hemen teslimi hususunda acele
etmeden, ancak onu yeteri kadar denedikten sonra, eğer onun reşit olduğun­
dan eminsek malını teslim etmeliyiz, aksi halde eskisi gibi devam etmemiz
gerekecektir.
Dinde rüşt için bir yaş belirlenmiş olmamakla birlikte yukanda zikrettiayetten bunun başlangıcının buluğ olduğunu anlıyoruz. Bundan aynı
zamanda buluğdan önce reşit olmanın muteber olmadığı da anlaşılmakta­
ğimiz
dır.ıı3
İslam
Hukukuna göre reşit olma için belli bir yaşın tespit edilmemiş
onun tayini konusunun zamana ve yetkililerin tespitine bırakıldığını
gösterir. Bu konuda ise müçtehitlerin farklı görüşleri vardır.
·
olması
Ebu Hanife'ye göre reşit olmanın yaş sınırı, şahıs isterse sefih olsun,
onun buluğa erdiği zamandır. Fakat nassın zahirine göre ihtiyaten, reşit
oluncayakadar malı kendisine teslim edilmez ve kişi yinni beş yaşına gelin.ceye kadar malı bekletilir. Yirmi beş yaşını tamamlayınca da sefihliği devam
etse de malı kendisine teslim edilir. Çünkü bir kimseyi bunak veya deli olmadan hacir altına almak onun şeref ve hürriyetine tecavüz olur: Bu da onun
için mali zarardan daha büyük bir zarardlr. 114
Diğer İslam
Hukuku alimlerine göre ise "sefih" olarak baliğ olan kimsenin hacir altında olma durumu devam ettiği gibi, eğer buluğdan sonra sefih
olmuşsa o da hacir altına alınır ve her türili mali tasarruftan alıkon ur. Çünkü
onun tasarrufunun dağuracağı zarar, kendi zararından daha büyüktür. 115
Mecelle'de de, aynı zamanda imarneynin de görüşleri olan bu görüş tercih edilmiştir. Ancak Ebu Yusuf sefih olarak baliğ olan kimsenin hacir edilmesine hakimin hüküm vermesi gerektiği görüşünü ileri sürmüştür. 116 ·
Osmanlılarda
5 zilhicce 1288 1 2
şını doldurmayanların
açacaklan
şubat
1287 tarihli bir irade, yirmi ya-
reşitlik davasının
reddini amir bulunmak-
tadır.117
111
112
113
114
115
116
117
Mecelle, md. 981.
Mecelle, md. 982.
Zerka', a.g.e., II, 777; Bahru'l-ulüm, a.g.e., s. 135.
Kasfini, a.g.e., IX, 4469; Şa'rani, a.g.e.., II, 79; Zerka', a.g.e., II, 778; Sibai, a.g.e., II, 25, 26; Ebü Zehra, e/-Usı1/,
336; Sabiıni-Sibfıi. a.g.e., s. 23-24.
Zerka', a.g.e., II, 777, 778.
Mecelle, md. 982; Zerka', a.g.e., II, 779; Ali Haydar, a.g.e., III, 72.
Ali Haydar, a.g.e., III, 72, Mecellenin 981. maddesinin izahı ile ilgili dipnot.
D02533s8y2006.pdf 13.02.2010 17:33:30 Page 93 (1, 1)
182
Prof. Dr. Mustafa UZUNPOSTALCI
Mısır, İngiltere, Almanya ve Fransa Medeni Kanunları reşit olma yaşını
yirmi bir, 1953 tarihli Suriye Medeni Kanunu ve Türk Medeni Kanunu on
sekiz olarak kabul etmişlerdir. 118
NETİCE
Bütün bu açıklama ve tespitlerimizden sonra diyebiliriz ki, ehliyet insorumlu olmasını gerektiren ve Şari'in insanda takdir ettiği, hukuken
şahıslardavarlığı kabul edilen bir vasıftır.
.
sanın
İslam Hukl!kunda bu böyle olduğu gibi, günümüz hukukunda da böyle
kabul edilmektedir. İslam Hukukunun şahıs değerlendirmesinde insanlar ·
arasında din, cinsiyet ve küçüklük, büyüklük ayırımı yapmadığı gibi, ehliyet
yönünden de böyle bir ayırım yapmadığını görüyoruz. Ancak gerek vücup
ehliyetinin ve gerek eda ehliyetinin tam ve nakıs olması insanların fizik ve
akli tekamülüne bağlı kılınmıştır. Böylece yapılan işlerin muteber olup olmamasında aklın rolünün kabul edilmesi yanında verilecek cezaların tatbikinde de fizik ve akli gelişmenin rolü dikkate alın.mış bulunmaktadır.
Günümüz hukukunda da olduğu gibi, İslam Hukukunda da ehliyet iki
bunlardan vücup ehliyetinin varlığında yalnızca şahsiyetin
varlığı nazarı itibara alınarak şahıs pasif kabul edilmiş, bunun yanında eda
ehliyetinin varlığında şahısların faal olmaları gerektiği düşünülmüştür. Bu
şekilde hareket edilince hem vücup ehliyeti, hem de eda ehliyeti bedeni ve
akli tekamülle birlikte gelişmekte ve aklın ve bedenin tam tekamül etmesi ile
onun da mükemmel hale geldiği kabul edilmektedir.
kısma ayrılmış,
Ehliyetle zimmet şahsiyetle ilgili ve biri diğerinde ayrı iki özelliktir. Ehliyet, şahsjyetin başlamasıyla birlikte şahısta eksik olarak bulunmakta ve
onunla birlikte gelişip tekamül etmektedir. Bu sebeple şahsın bütün hayatı
boyunca aynı ehliyete sahip bulunmadığı için, her dönemde her türlü tasarrufu geçerli olmamakta veya şahıs her türlü cezaya ehil bulunmamaktadır.
Toplumun birer ferdi olan küçüklerin veya haklarını koruyamayacak
durumda bulunan diğer kimselerin haklarını da korumayı esas alan islam
Hukuku, bu konuda onlar için bir "veli" veya "vas-i" tayin etmeyi de ihmal
etmemiştir.
"
118
Karaman a.g.e., 1, 188; Musa, M. Yusuf, a.g.e., s. 288; Sibfıi, a.g.e., 11,34; Tıirk Medeni Kanwıu, md. ı ı.
Download