OF İLÇESİNİN TARİHİ Of, Trabzon İlinin en doğusunda yer alan ve

advertisement
OF İLÇESİNİN TARİHİ
Of, Trabzon İlinin en doğusunda yer alan ve tarihi çok eskilere dayanan köklü bir ilçesidir.
İlçenin arazisini, Of’tan Karadeniz’e dökülen Solaklı, Baltacı ve İyidere derelerinin aşağı havzaları
oluşturur. Oldukça derin vadilerle parçalanan bu arazinin güneyinde Hayrat ve Dernekpazarı İlçeleri,
batısında Sürmene İlçesi, doğusunda Rize İli ve kuzeyinde Karadeniz yer alır. Of, Osmanlı Döneminde
oldukça geniş bir alan kaplamasına rağmen, 1948 yılında Çaykara’nın, 1990’da Hayrat’ın ilçe
statüsüne getirilmesiyle giderek küçülmüştür.
Of İlçesinin tarihi, içinde yer aldığı Doğu Karadeniz Bölgesinin tarihi ile eski çağlardan itibaren
günümüze kadar paralellik göstermektedir. Bu nedenle ilçenin geçmişini öteki birimlerden bağımsız
olarak değerlendirmek imkânsızdır. Çünkü bölgedeki diğer yerleşim birimleri ile aynı kaderi paylaşarak
günümüze ulaşabilmiştir.
Of Adının Menşei İle İlgili Görüşler
Of ilçesinin tarihine girmeden önce, Of isminin nereden geldiğini savunan bir takım görüşleri
sıralayalım: Birinci görüş; çok yaygın olarak dile getirilen Yunanca “Ofis” (Yılan) kelimesinden
türediğidir. Bölgenin parçalı bir arazi yapısına sahip olması nedeniyle yollarının tıpkı bir yılan kıvrımı
gibi şekil almasından dolayı bu ismin verildiği söylenmektedir. İkinci görüş; eski çağlarda yörenin
Turani kökenli ve silah yapımında oldukça usta olan boylarla meskun olması dolayısıyla, isminin de
Güney Sibirya Türklerinde silah anlamına gelen “Op” kelimesinin halk dilinde “Of” şeklini almasıdır.
Üçüncü görüş; Kuman menşeli “Ofşin” ya da “Afşin” (anlamı hiddetli bir tavırla vatanını korumak)
kelimesinin giderek halk dilinde Of şekliyle anılmasıyla türemiştir. Fakat bu son görüş bir rivayet olarak
irdelenmeye değerdir.
Başlangıçtan Trabzon’un Fethine Kadar Of
Trabzon ve çevresinin tarihi MÖ. 3000’li yıllara kadar geriye gitmektedir. Bölgede ilk siyasi
birliği Hititler (Eti) kurdular. Hititler yörede meskun ve ilkel olmayan kavimleri kısa bir süre yönetimleri
altında bulundurduktan sonra geri çekilmişlerdir. Özellikle demircilikte usta olan bu kavimler çeşitli
isimler altında bölgenin dağlık kesimine yayılmışlardır.
Doğu Karadeniz Bölgesi Tarihi veya bölgenin en önemli şehri olan Trabzon’un Tarihi ele
alındığında, özellikle batılı tarihçilerin büyük çoğunluğu genel olarak Yunanlı yerleşmecilerin
(kolonistlerin) bölgeye gelmelerini başlangıç safhası olarak değerlendirmektedirler. Hâlbuki bölgede
Yunanlı Kolonistler gelmeden önce bir takım kabileler yerleşik durumda idi. Charles Texier,
Fallmaerayer, Pullant, Heredot, Ş. Günaltay, vs. gibi tarihçilere göre, bu yerel kabileler Orta Asya
kökenli Turani kavimlerin uzantılarıydı.
MÖ. 800–300 yılları arasında Karadeniz’in kuzeyinde etkinlik sahasını genişleten Kimmerler
ve ardından onları bölgeden söküp atan İskitler (Sakalar) Kafkasya üzerinden Anadolu ve
Mezopotamya’ya düzenledikleri askeri harekâtlar sonucunda Doğu Karadeniz Bölgesinin dağlık ve
denize bakan kesimlerine peyderpey yerleşmişlerdir. Yerleşenler çeşitli kabile isimleri altında,
birbirlerinden bağımsız biçimde küçük siyasi birimler kurarak etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Oldukça
hareketli, savaşçı ve madencilik alanında hayli ilerlemiş olan bu küçük topluluklar, ilerleyen
dönemlerde bile bölgeye hakim olmak isteyen büyük güçlere karşı (Pers, Roma, vs.) coğrafi
özelliklerin de yardımıyla direnebilmişlerdir.
Yunanlı kolonistlerden önce bölgede yerleşmiş olan ve koloni çağında bile etkinlikleri devam
eden bu kavimlerin isimlerine ve yerleşim sahalarına ilişkin ilk bilgilere Ksenophon tarafından yazılan
“Anabasis” (Onbinlerin Dönüşü) isimli eserde rastlamaktayız. Ona göre, Trabzon’un merkez olduğu
bölgede Driller, Khalybiler, Kolkhlar, Taokhlar, Makronlar (Çan -Tzan- Sanni ), Mossynoikler,
Tibarenler, Heptakommenler ve Hellenler yaşamaktaydı. Ksenophon eserinde, MÖ. 401 tarihinde
bölgeden geçtiğinde, bölge halklarının Perslere bağlı olmayıp bağımsız biçimde yaşadıklarına
müşahede etmişti. Ayrıca bu kavimlerden Khalybilerin ve Tibarenlerin demircilik alanında oldukça
başarılı olduklarını da not düşmektedir. Örneğin bugün, Çaykara İlçesi dâhilinde bulunan Haldizen
(Demirkapı) Köyünün isminin Khalybi (veya daha sonraları Khaldie) kavminden geldiği kuvvetli bir
ihtimaldir. İsim etimolojik olarak incelendiğinde Khaldi + zen yani Khaldi ülkesi, yeri, yurdu anlamını
vermektedir.
Yunanlı kolonistlerin Karadeniz kıyılarına yerleşmeleri ilk olarak MÖ.875’te Sinop’ta
gerçekleşti. Ardından yapılan ticaretin gelir getirmesi ve bölgenin potansiyelinin anlaşılması
sonucunda bu kolonilerin sayısı artmış, Trabzon’a da MÖ. 756 yılında gelerek kolonilerini
kurmuşlardır. Roma İmparatoru Neron zamanında Trabzon Şehri ve çevresinin, Perslere karşı girişilen
seferler için uygun bir ikmal merkezi olabileceği anlaşılınca MS. 64 yılında kesin olarak ele
geçirilmiştir. Bu döneme kadar, bölge yaklaşık 3–4 asır bir Pers asilzadesi tarafından kurulan Pontos
Devleti’nin yarı idaresi altında idi. Neticede, bölge Roma İmparatorluğunun sözde egemenliğine girse
de, Romalılar yerli halka tam anlamıyla nüfuz edememiş ve denetim sağlayamamışlardı. Bölgenin
coğrafi yapısının oldukça parçalanmış, yerlilerin savaşçı ve itaatsiz olması bu egemenliği kısıtlayan en
önemli faktör olmuştur.
Roma İmparatorluğunun MS. 395’te Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmasından sonra
bölge, Doğu Roma olarak nitelenen Bizans İmparatorluğunun payına düşer. Bu hakimiyet, 1204
yılında Latinlerin başkent İstanbul’u işgal etmelerine kadar sürer. Bu tarihten sonra 1461 yılına kadar,
yine Bizans İmparatorluğunun uzantısı olan ve Bizans hanedanlarından Komnenosların kurmuş
olduğu Trabzon Rum Devleti’nin egemenliğinde kalır.
4. yüzyıl başlarında Hiristiyanlığın Roma İmparatorluğunca resmen din olarak kabul
edilmesinden sonra, bu din halk arasında hızla ve serbestçe yayılmaya başladı. Daha önce Doğu
Karadeniz’de yaşayan sözünü ettiğimiz paganist inançlara mensup yerel kavimler de yavaş yavaş
hırıstiyanlığa geçmeye başladılar. Hırıstiyanlaşan bu gruplar, tedrici biçimde hem Doğu Kilisesinin
(Ortodoks) hem de devletin resmi dili olan Yunanca/Rumcayı öğrenmek zorunda bırakılmışlardır.
Özellikle 10. yüzyıldan sonra, “İncil’in dili dışında bir dilde konuşulan her kelime cehenneme gitmek
için işlenen bir günah olarak hesaplanacaktır” şeklinde, papazlar tarafından yapılan telkinler bu dili
benimsemede oldukça etkili olmuştur. Bu durum, yerel halkın kendi dilleriyle karışık bir Yunanca veya
halk tarafından bilinen şekliyle Rumca konuşmalarına neden olmuştur. İzlenen bu Bizans siyaseti,
yerel dillerin, inançların ve geleneklerin büyük bir çoğunluğunun belleklerden silinmelerine, kısaca yerli
unsurların asimile olmalarına kadar varmıştır.
Trabzon yöresi Bizans İmparatorluğu ve Trabzon Rum Devleti döneminde bile yoğun bir
şekilde değişik boylara mensup Türkler tarafından iskana sahne olmuştur. Gerek tarihi kaynaklar,
gerekse toponomi ve onamastik (yer ve şahıs isimleri) ilimleri bu iskan hareketlerinin nerelere ve ne
zaman yapıldığını gün ışığına çıkarmaktadır.
Bizans İmparatorluğunun kurulduğu yıllarda (MS. 395) Anadolu’ya karşı yapılan ilk akın,
Karadeniz’in kuzeyine yerleşmiş olan Hunlar tarafından gerçekleştirilmiştir. 395-398 yıllarında
Kafkasya geçitlerini aşarak Erzurum üzerinden Anadolu’ya giren Hunlar; Antakya’yı ele geçirerek
Suriye ve Filistin’e, arkasından geri dönerek Orta Anadolu’ya yönelmiş ve aynı rotayı izleyerek Kuzeydoğu Anadolu üzerinden bölgeyi terk etmişlerdir. Hunlardan sonra Sabar/Sibir/Sabirlerde (515-516)
aynı doğrultuda hareket ederek Orta Anadolu’ya kadar ulaşmışlar, sonra geri çekilerek Kuzey
Kafkasya’daki merkez üslerine varmışlardı.
Bu ilk seferler bir tür bölgeyi keşif seferi olarak da tanımlanabilir. İlerleyen devirlerde bir çok
Türk boyu da bazen aynı yolları kullanarak, bazen de İran üzerinden Anadolu’ya ulaşacak ve bölgeyi
yurt tutacaklardır. Özellikle Kafkasya üzerinden Anadolu’ya gelenler daha çok birer doğal geçit olan
Kür ve Çoruh vadilerinden bu sızmaları gerçekleştirmişlerdir. Bu akınlar sonucunda bir kısım boylar
maiyetleri ile birlikte Çoruh Havzasının kuzey kısımlarında bulunan dağları aşarak Karadeniz kıyılarına
hakim olan ve doğal sığınak konumunda bulunan vadilere yerleşmeye başlamışlardır. Örneğin,
Çaykara’nın güneyindeki Haldizen Geçidi, Solaklı Vadisine yerleşenler için önemli bir geçiş noktası
olmuştur. Aynı biçimde Maçka ve Sürmene’deki yüksek yaylalar da aynı işlevi görmüşlerdir.
Sözü edilen doğal geçitlerden Uz (Oğuz), Kuman/Kıpçak, Peçenek, vs. gibi büyük boylara
mensup gruplarla, bunlara bağlı Kaliz (Hazar), Çik, Mak (Uz) gibi küçük oymaklar da bölgeye
yerleşmişlerdir. Bütün bu grupların yerleştikleri sahaları toponomi ilmi sayesinde ortaya çıkarmak
mümkündür. Bölgemizle ilgili örnekler verecek olursak; Uz/Oğuz (Araplar Guz diye tanımlamaktadırlar)
boyunun isimi taşıyan yerleşim birimleri; Uzmesahor (Yomra/Özdil), Uz (Arsin/Oğuz), Uz Mezrası
(Sürmene/Yazıoba Köyüne ait), Guzari (Akçaabat/Adacı Beldesi, Benlitaş Mahallesi), vs. şeklinde
sıralanabilir. Ayrıca bölgemizde soğuk ve verimsiz yerler için kullanılan “Guz, Uz” yerler manası da
Uzlara dayanmaktadır. Peçenek Boyunun ismini taşıyan yerleşim birimleri: Nefs-i Paçan
(Çaykara/Maraşlı), Mezra-i Paçan (Çaykara/Taşlıgedik), Paçan Vahtanç (Çaykara/Koldere), Şinek
Paçan (Çaykara/Ataköy); Uzların uzantısı olan Makların isimleri ile anılan yerleşim birimleri: Makavla
(Sürmene/Petekli), Kalciye Ma’a Maklavita (Trabzon/Toklu), Makdanos Mahallesi (Çaykara/Soğanlı),
Maki (Hayrat/Pınarca), Hola Makidanos (Dernekpazarı/Ormancık); Çiklere ait yerleşim birimleri de:
Zigana/Çiganoy Vadisi (Maçka), Çikoli (Sürmene/Yokuşbaşı), Çikaren (Dernekpazarı / Dağeteği
Köyünün bir mahallesi), vs. şeklinde sıralanabilir.
11. ve 14. yüzyıllarda Doğu Karadeniz’e özellikle dağlık kesime damgasını vuranlar Kafkasya
üzerinden Kuzey Anadolu’ya giren Kuman/Kıpçak Türkleridir. Karadeniz’in kuzeyindeki geniş steplerde
yaşayan Kumanların büyük bir kısmı batıya yönelerek Balkanlara göçerken, diğerleri bölgede
kalmıştır. Gerek Rusların, diğer Türk boylarının baskıları ve gerekse kendi aralarındaki sorunlar
nedeniyle bunların bir kısmı da kafileler halinde zaman zaman Kafkasları aşarak Gürcistan’a ve
Kuzey-doğu Anadolu’ya gelerek bölgeyi yurt tutmuşlardır. İlk büyük kafile, 1118’te Gürcü Kralı David
tarafından davet edilmek suretiyle Gürcistan’a girdi. Yaklaşık 45.000 ailelik Kuman kitlesinin büyük bir
kısmının Selçuklu sınırına yerleştirilmesi planlanmıştı. Kumanlardan teşkil etmiş olduğu birliklerle
büyük başarılar elde eden David, ülkesinin sınırlarını genişletmiş ve başkentlerini Tiflis’e nakletmişti.
Aynı zamanda David Oltu ve Çoruh Vadisindeki Türkmenleri bölgeden uzaklaştırarak, Kumanları
yerleştirmiştir. Böylece, Ardahan, Göle, Oltu, Çıldır, Tortum, Şavşat, Ardanuç, Yusufeli gibi yöreler
Kumanlar tarafından iskan edilmiş oldu.
Gürcistan’a giren Kumanlar sadece askeri alanda değil, ülke yönetiminde de oldukça
etkindiler. Özellikle annesi bir Kuman prensesi olan ünlü Gürcü Kraliçesi Tamara döneminde (11841214) devlet yönetimindeki etkinlikleri giderek artmıştır. Bu durum Gürcü kökenli idareciler arasında
oldukça göze batmaktaydı. Bu nedenle, Kraliçe baskılara dayanamayarak baş komutan olan Kubasar
Beği görevinden almak zorunda kalmıştır. Kubasar Beğ’in ahfadı da ilerleyen dönemde topraklarından
ayrılıp Doğu Karadeniz dağlarını aşarak Trabzon ve Rize’ye yayılmışlardır. Etkinlikleri Osmanlı
Döneminde de tımar sahibi Kumbasar oğulları olarak sürmüştür.
Kraliçe Tamara döneminde Gürcistan’a ikinci büyük Kuman-Kıpçak göçü gerçekleşmiştir. Yeni
gelen Kumanları eskilerinden ayırmak için “Yeni Kıpçaklar” olarak tanımlanmışlardır. Yine Kafkasya
üzerinden yapılan bu göç Kuman Başbuğunun kardeşi Sevinç tarafından idare edilmiştir. 1204’te
İstanbul Latin işgaline (Haçlılar) uğrayınca, Kraliçe Tamara yakın akrabası Komnenos Hanedanının
varisleri olan David ve Alexius’u, Gürcistan’da Kumanlardan oluşturduğu bir orduyla İstanbul’a
gönderdi. Fakat bunlardan Alexius Trabzon’u merkez edinerek, Bizans İmparatorluğunun uzantısı olan
Trabzon Rum Devletini kurdu. Bu kez Trabzon Rum Devletinin kurulması ve savunulmasında hizmet
eden Kumanlar çeşitli idari ve askeri görevlere atandılar. Trabzon yöresine yerleşen Kumanlar
hırıstıyanlığı kabul etmelerine rağmen, Türk kimliklerinden kopmamış oldukları, hatta kendi etnik
kimliğini simgeleyen Öz Türkçe isimler kullandıkları Trabzon Rum Devletine ait belgelerden ve
Osmanlı döneminde tutulan Tahrir Defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Trabzon Rum Devleti devrinde Giresun’dan Rize’ye kadar olan bölgeye yayılan Kuman
Türklerine ait yer ve şahıs isimleri tarihi kayıtlarda mevcut olup günümüzde bile kullanılmaktadır.
Kuman Türklerinin ismini taşıyan birimler; Aşağı ve Yukarı Kumanit (Sürmene/ Aşağı ve Yukarı
Çavuşlu), Kumanit (Of / Kumludere), Kumanandoz Yaylası (Tonya), Kumano Deresi (Vakfıkebir),
Kuman Yurdu Yaylası (Tirebolu) Kumanovacık Yaylası (Espiye), vs. şeklinde sıralanabilir. Ayrıca
şimdiki Dernekpazarı’nın eski ismi “Kondu” ise tamamen Türkçe bir kelime olup, “oturdu”, “yerleşti”
anlamına gelmektedir. Osmanlı fethi öncesi kurulduğu muhtemel olan Kondu’nun ismi o dönemden
itibaren kullanılarak günümüze kadar ulaşmıştır.
Kumanların bölgedeki varlığına en önemli delillerden biri de bugün bile kullanılan sülale ve aile
isimleridir. Kumanlara bağlı Cordan sülalesinin ismi, Arhavi ve Çaykara’da köy, mahalle, dere ve tepe
isimleri olarak verilmiştir. Cordanlardan başka Konguroğlu, Demircioğlu, Şişmanoğlu, Uzunoğlu,
Saraloğlu gibi soy isimleri taşıyan ve oldukça kalabalık olan aileler de Kuman oymaklarının
uzantılarıdır. Bölgeye ait Kuman kökenli köy ve şahıs isimlerini çoğaltmak mümkündür. Kuman
oymaklarından Komar oymağı, ismini Komarit (Of/Barış) ve Komera (Trabzon/ Yalıncak ) köylerine
vermiştir. Kuman özel adlarından Ayaz, Balaban, Balta, Barkan, Boğa, Çakan, Çora, Kaba, Kaban,
Kaçmaz, Kara, Karaca, Karaduman, Kepenek, Koç, Koçali, Koçkar, Kolbas, Külünk, Tepret,Tolun,
Toruntay, Ulaş, vs. bölgede yer ve soy isim olarak sıklıkla rastlanılmaktadır.
Yukarıda bahsedilen Türk grupları genellikle bölgeye Kafkasya üzerinden giren gruplardır.
Bunun dışında özellikle 1071 Malazgirt Meydan Muharebesiyle Selçukluların önderliğinde Anadolu’yu
yurt edinen Oğuz boylarının bölgeye doğru sürekli bir yayılmacı etkinliği olmuştur. Bu kez, İran
üzerinden Anadolu’ya yönelen göçlerle gelen Oğuzlar; Doğu, Orta ve Batı Anadolu’da olduğu kadar
Karadeniz Bölgesi olarak tabir edilen Kuzey Anadolu’da da yoğunlaşmışlardır.
Selçuklular devrinde bölge birkaç kez ülke sınırları içine dahil edilmek istenmiş ise de bu arzu
yerine getirilememiş, fakat Trabzon Rum Devletine ait sınırlar oldukça küçültülmüş, ele geçirilen
arazilere Çepniler yerleşmiştir. 13. - 14. yüzyıllarda Trabzon Rum Devletinin batı sınırı neredeyse
bugünkü Trabzon Vilayeti sınırına kadar gerilemiştir.
Selçuklular, ardından 14. yüzyılda Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da sivrilip yükselen Ak
Koyunlu Türk Devleti zamanında bölge, İslam hukukuna göre bir darü’l-harb diyarı olarak nitelenmiş ve
yoğun akınlara sahne olmuştur. Bayburt, Erzurum, Kars ve Azerbaycan yörelerinde geçen ve 16.
yüzyılda kaleme alınan ünlü Dede Korkut Hikayelerinde Trabzon hiristiyanları ile yapılan mücadeleler
sık sık dile getirilmektedir. Trabzon Rum Devleti’nin, İslam toprakları ile sınır olan Çaykara ve Maçka
yöreleri bu mücadelenin en yoğun olduğu uç alanlardı. Bu nedenle sözü geçen yörelere 10-13.
yüzyıllar arasında Kafkaslardan girip Hristiyanlığı benimseyen Kuman Türklerinin, Müslümanlığı
benimsemiş komşu Oğuz Türklerine karşı bakışını olumsuz biçimde değiştirmiştir.
Fetih ve Fetih Sonrası Of
14. ve 15. yüzyıllarda Batı Anadolu ve Rumeli’de gelişmesini sürdüren ve döneminin en
önemli gücü sayılan Osmanlı Devleti, 1453 yılında İstanbul’un fethiyle birlikte bir İmparatorluk
seviyesine ulaşmıştır. Fatih Sultan Mehmed gerçekleştirdiği bu fethin hemen sonrasında, Anadolu’nun
bütünlüğünü sağlamaya yönelerek bir takım girişimlerde bulunmuştur. Bu hedeflerden biri de Bizans’ın
devamı niteliğinde olan Trabzon Rum Devletini ortadan kaldırmak, böylece doğuya (İran’a) ve kuzeye
(Kafkasya’ya) doğru açılan kapıyı ele geçirmekti. Bu nedenle düzenlemiş olduğu seferle 26 Ekim
1461’de Trabzon’u feth ederek Osmanlı sınırlarına katmıştır. Trabzon’un ele geçirilmesiyle birlikte o
dönemde Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da hüküm süren güçlü Ak Koyunlu Türk Devleti ile komşu
olunmuştur. Ayrıca Anadolu’da Hırıstiyanların yönetiminde kalan son bölge olan Trabzon da Türk
topraklarına katılmış oldu.
Fethin ardından Trabzon ve yöresi “Trabzon Sancağı” adı altında bir idari birim olarak Osmanlı
idari sistemi içerisinde yerini almıştır. O dönemde Trabzon sancağı şimdiki Rize, Trabzon,
Gümüşhane, Giresun (güney kesimleri hariç) illerini kapsamaktaydı. Bu günkü Of ise sancağa bağlı bir
kaza merkezi olarak kalmış; Çaykara, Hayrat ve Dernekpazarı ilçeleri ise Of kazasının sınırlarına dahil
edilmişti. Kısaca Of, 15. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın ortalarına kadar yaklaşık beş asır bölgenin
merkezi konumunda kalmıştır.
Osmanlı fethi sonrası kaza haline getirilen Of, Osmanlı toprak sistemine göre birçok tımara
bölünüp rütbeli askerlere dirlik olarak dağıtıldı. Dirlikler bir köyün arazisinden oluşabileceği gibi,
gelirinin düşüklüğüne göre birkaç köyün birleştirilmesiyle de olabilmekteydi. Dirlik veya yaygın tabiriyle
tımar sahibi sipahi, kendi gelirine göre yeterli asker beslemek sorumluğundaydı. Görevleri sadece
bunlarla sınırlı kalmayıp, bir takım zirai, idari ve iktisadi anlamda sorumlulukları üstlenmekteydiler. Of
Kazasında tımar sahiplerinin büyük bir kısmı, Trabzon’la hemen hemen aynı dönemde fethedilen
Arnavutluk ve Mora civarından yöreye sürgün olarak aktarılan Arnavut kökenli asilzadeler idi. Bunların
Arnavut asıllı olduklarını 16. yüzyılda kaydedilen Trabzon Tahrir Defterlerinden öğrenmekteyiz.
Defterlerde “an sürgünan-ı Mora” veya “Murad veled-i İskender Arnavud” şeklinde kaydedilen bu
sipahiler, genellikle İslamiyet’i kabul ettikten sonra devletçe görevlendirilmişlerdir. Bunun yanında
zaman zaman hıristiyan sipahilere de rastlanmaktadır. Bunlar da genelde yörenin ileri gelen kişileri
olup sahip oldukları arazileri (Baştina) kendilerinde kalmak şartıyla devlet hizmetine girmişlerdir. Geri
kalan tımar sahipleri ise Trabzon’un fethinde yararlılık gösteren askerler veya Trabzon’a yakın
yörelerden bölgeye aktarılan rütbeli askerlerdi.
Fetih sonrası oluşturulan tahrir defterlerinden yörede yer alan köylerin isimlerini, bunların şu
anki coğrafi dağılımını, nüfusunu, mensup oldukları dinlerini, yörede yetişen belli başlı ürünleri ve
bunlardan devletin sipahi vasıtasıyla tahsil ettikleri vergileri (Osmanlı mali sistemine göre resm), vs.
kolayca tespit etmek mümkündür.
Bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşması hakkında bilgiler oldukça sınırlıdır. Fakat, yöredeki ani
artışı sırf ihtida yani yerlilerin İslamiyeti benimsemelerine bağlayamayız. Bu nedenle, ortaya çıkan
duruma biraz kuşkuyla bakılmalıdır. Çünkü bu uçurum niteliğindeki artış ancak zorunlu iskanla
açıklanabilir. Zorunlu iskana tabi tutulanların listesi olmadığından dolayı, bu iskanın ne zaman ve
nerelere yapıldığı tam olarak anlaşılamamaktadır. Fakat bilinen gerçek şudur ki, Osmanlı Devletinde
zorunlu iskan hareketlerinin daima uygulandığı (özellikle 14.-16. yüzyıllar) ve fethedilen yörenin
Türkleşmesine önem verildiğidir. Bu bağlamda, Trabzon ve Rize yöresine gerek Orta ve Güney
Anadolu’dan (Karaman - Maraş vs.) gerekse Doğu Anadolu’dan (Kars, Erzurum) ve Azerbaycan’dan
Türkler tedrici biçimde getirilerek zorunlu iskana tabi tutulmuşlardır. Bunların dışında Doğu Anadolu ve
Azerbaycan’da hakim olan Sünni Ak Koyunlu Türk Hanedanın yıkılıp yerine Şii Safevi Hanedanının iş
başına gelmesiyle birlikte, Safevilere tabi olmak istemeyen Sünni Türk gruplar Trabzon ve Rize’ye
yerleştirilmişlerdir. Bugün bile ismi geçen yörelerde çoğu kez Azeri ağzının çeşitli biçimleri belirgin
olarak varlığını sürdürmektedir. Bölgenin müslümanlaşması ile ilgili olarak 16. yüzyılda bölgeye gelen
Maraşlı Hoca Saçaklızade Osman Efendinin dini telkinleri çok etkili olmuştur. Geldiği dönem ve
faaliyetleri hakkında çelişkilerle dolu açıklamalar mevcut ise de onun toplum üzerindeki manevi
etkisinin uzun bir süre sürdüğü muhakkaktır.
17. ve 18. yüzyıllarına ait arşiv belgelerinin çokluğu sayesinde, yörenin tarihine ışık tutabilecek
bir takım bulgulara ulaşabilmekteyiz. Sözü geçen dönemler genel olarak Osmanlı Devleti’nin
duraklama ve gerileme dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde, devleti etkileyen iç ve dış
sorunlar doğal olarak taşraya da yansımış, idari ve mali yapıyı etkilemiştir.
17.-18. yüzyıllarda bölge dini, ekonomik ve hukuki boyutta önemli bir hareketliliğe sahiptir. Bu
dönemde yörede İslam dini kök salmış ve halkın çoğunluğu bu dine girmiştir. Of Kazası üzerine
yapılan bir çalışmada, bölgede yaşayanların toplu olarak İslamiyet’e geçiş zamanının 17. yüzyıla denk
geldiği öne sürülmektedir. Yine derlenen çeşitli belgelerden, sözü edilen dönemlerde bölge sakinlerini
etkileyen en önemli sorunların başında, yayla-mera ve orman ihtilafları, arazi davaları, ehl-i örf olarak
tabir edilen idarecilerin özellikle vergiler hususunda çıkardıkları zorluklar, usulsüz uygulamalar ve
eşkıya olayları gelmektedir. Bütün bu sorunların yanında, yöre sakinleri devletin öngörmüş olduğu
sorumlulukları yerine getirmeye çalışarak günlük hayatına devam etmiştir. Bunun en güzel
örneklerinden biri de 1694 tarihinde, devam etmekte olan Osmanlı – Avusturya Savaşı için Trabzon ve
ona bağlı kazalardan toplam 7.700 nefer temin edilmesidir. Bir belgeye göre; Macaristan Seferi için
Trabzon yöresinden temin edilen “mecmu’ 7.700 neferden başka zikr olunan kazalarda sakin ağa ve
çavuş ve emlak sahibi kudretli zevattan her ne kadar varsa bayrak açtırub ve üzerlerine başbuğ nasb
ve Ruz-ı Hızırda” Edirne’de toplanılması emredilmiş ve Of Kazasından 1000 nefer gönderilmesi uygun
görülmüştü. 1788 yılında ise Karadeniz’in Kafkasya sahillerindeki Anapa ve Soğucak kalelerinin Rus
Kossaklarının saldırılarına karşı savunulması için Trabzon Sancağından asker toplatılması emredilmiş
ve Of Kazasından Sarıalioğlu 200, Canoğlu 150 ve Saraçoğlu 200 nefer askerle bu sefere iştirak
etmiştir).
Bölgede meydana gelen karışıklıkların başında halkı oldukça bunaltan ve çevreyi etkisi altına
alıp dilediği gibi sömüren eşkiyalar gelmekteydi. Of Kazasının bütününde, özellikle 18. yüzyılda
yaygınlaşan eşkiyalık hareketleri, sosyo-ekonomik açıdan köyleri harabeye çevirmiştir. Bu hareketler
yöreyi oldukça etkilemiştir. Çünkü, bölgenin dağlık ve ormanlık arazilerle çevrili olması meskun
köylerin ve hanelerin dağınık olması, eşkiyalık hareketleri için oldukça elverişli şartlar oluşturmaktaydı.
Bu eşkiyalık hareketlerinin birinde, bölge tarihi için oldukça mühim bir gelişme ortaya çıkmıştır. Bu
gelişme 1709 (Hicri 1121) tarihinde bölgede vuku bulan kargaşanın önlenmesi için bazı köylerin zorla
boşaltılıp Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarında yeniden inşa edilen Anagra (Gagra) kalesine toptan
sürgün edilmesidir.
1709 (1121) tarihli bir fermanda zorla iskan hareketinin hangi olaylar sonucunda ortaya çıkmış
olduğu detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Trabzon Valisi Abdullah Paşa’ya gönderilen bu fermana göre,
avarız ve bedel-i nüzüllerin (olağanüstü vergiler) tahsili için Of kazasına gönderilen görevlilere, kazaya
bağlı Zeno (Akköse), Kondu (Dernekpazarı), Zisino (Bölümlü), Hola-i Kebir, Kadahor (Çaykara), Paçan
(Maraşlı) ve Fotinos (Kabataş) köyleri ahalileri ile adı geçen köylere dışarıdan gelip yerleşen bazı
kabilelere mensup kişiler engel olmaya çalışmışlardır. Talep edilen vergilerin toplanması için yapılan
ihtarlara aldırış etmemiş, üstelik silahlanıp sarp mahallere yerleşmiş ve yakın köylerden de yandaşlar
bularak hareketlerine devam etmişlerdir. Ayrıca adı geçen gruplar eskiden beri kurulan hafta pazarını
da bulunduğu mevkiden yıkıp kendilerine yakın yere nakletmeleriyle birlikte olaylar büyümeye
başlamıştır. Bu kez eşkiyalar bölgedeki diğer köylere saldırarak yağmalama, ırza geçme, zorla
nikahlama suretiyle çevrede baskı ve kötülüklerini artırmışlardır. Üstelik, Of Kadısının evini de basarak
tehdit etmiş ve yağmalamışlardır. Bütün bunlardan dolayı, eşkiyalığın kontrol altına alınabilmesi için
başka bir bölgeye zorunlu sürgüne tabi tutulması kararlaştırılmıştır. Bu nedenle karar gereğince adı
geçen köy ahalileri ile dışarıdan gelen kabile mensuplarının “... Gürcistan hududunda indiha-i serhaddi İslamiyede müceddiden bina olunan Anagra Kal’ası havalisine vaki’ arazi-i hali ani’r-ra’iye ve ikamet
...” için gönderilmesi uygun bulunmuştur. Bu iskan hareketinin gerçekleştirilmiş olduğu bir yıl sonra
gönderilen başka bir belgeden anlaşılmaktadır.
18. yüzyıl başında ortaya çıkan bu olaya ve sonuçlarına bakıldığında; Günümüz Çaykara’sının
üç yerleşim birimi (Kadahor, Paçan ve Fotinos) ve 1990’a kadar Çaykara’ya bağlı olan Kondu
(Dernekpazarı) İlçesi ve ona bağlı Zeno (Akköse) Köyü ile Of İlçesine bağlı Zisino (Bölümlü) ve Hola-i
Kebir köyleri bu durumdan etkilenmişlerdir. Tümü Solaklı Vadisinde bulunan köylerin sakinlerinden
hepsinin mi yoksa bir kısmının mı gönderildiği belli değildir. Fakat, bölgenin bu olaydan derinden
etkilendiği ve nüfusunun bir kısmını kaybettiği bir gerçektir.
Eşkiyalık hareketleri bununla sınırlı değildir. Örneğin 1711’de (hicri 1123) Of Kazasına bağlı
çeşitli köylerde meskûn ahaliden oluşan bir eşkıya çetesinin, çevre köylere baskınlar düzenleyip
yağma, katliam ve ırza saldırı olaylarını gerçekleştirdiği, bu nedenle kadın erkek birçok kişinin bunlara
hedef olarak boğazlanması karşısında, ormanlık ve dağlık arazilere sığınan çetenin yakalanıp
cezalandırılması emredilmişti. Bu vahşi çetenin 19. YY’da yaptığı acı olaylar Ofluların yaşadığı en acı
olaylardandır.
19. yüzyıla gelindiğinde genel olarak Osmanlı Devleti’ni uğraştıran “Ayanlar Meselesi” ön
plandadır. O dönemde, merkezden bağımsız olarak taşraya hakim olan yerel ayanlar, devlet içinde
devlet misali hakim oldukları yöreleri dilediğince idare edip halkı iktisadi ve idari anlamda kendi
amaçları doğrultusunda kullanma yoluna gitmişlerdir. Bu durum, ülkenin Rumeli ve Anadolu
vilayetlerinde oldukça yaygınlaşmış ve devlet otoritesinin azalmasına neden olmuştur. Ayanların
taşradaki bu olağanüstü nüfuz mücadelesi merkezi yönetimi uzlaşmacı yöntemlere itmiştir. Bu nedenle
Padişah II. Mahmud 1808’de, ayanlarla “Sened-i İttifak” adı altında uzlaşmacı bir belge imzalayarak
onların varlığını kabul etmiş ve devleti dağılmanın eşiğinden geri çekmeye çalışmıştır.
Ayanların yol açmış olduğu bu kargaşa döneminde Osmanlı Devletindeki Ayan İsyanlarının en
yoğun ve en etkin olduğu yörelerden biri de Samsun’dan Batum’a kadar uzanan Trabzon Eyaletiydi.
Bu bölgede gücü elinde bulunduran ayanlar 1814–1834 yılları arasında beş ayrı isyan
gerçekleştirmişler ve bölgeyi zaman zaman tümüyle kontrol altına almışlardır. Ayrıca bölgedeki
ayanların, kendi aralarında akrabalık tesis ederek güçlerini ve dostluklarını pekiştirmesi merkezi
otoriteyi oldukça güç durumda bırakmıştır. Örneğin, bölgede en etkin durumda bulunan Tuzcuoğlu
Memiş Ağa’nın 1817’de Of’ta katledilmesinden sonra ortaya çıkan isyanlarda (1818-1821) damadı
Kalcıoğlu Osman Bey ön plandadır. Çevrenin zengin ve saygın ailelerinden olan
TUZCUOĞULLARI’ndan TUZCUOĞLU Memiş Ağa Osmanlı Devletinde Ayan rütbesine ulaşmış. (Rize
Ayanı) O sırada Trabzon Valisi olan Haznedaroğlu Süleyman Paşa ile para sorunu yüzünden
anlaşamadığı ve büyük bir ihtimalle de halktan alınan vergilerin devlete ulaştırılmaması, halka yaptığı
baskılar onu devletle karşı karşıya getirmiştir.
Tuzcuoğlu Memiş Ağa İsyanı (1814-1817) yaklaşık üç yıl kadar sürmüş ve Hopa’dan Ordu’ya
kadar bütün bölgeyi etkilemiştir. İsyan döneminde Trabzon Şehrini ele geçirmiş (1816) bunun
sonucunda, merkezi otoriteyi temsil eden görevliler (vali, kaymakam, vs. ) şehri terk ederek Ünye’ye
sığınmışlardır. Merkezi otoritenin Memiş Ağa’nın işgalleri sonucunda sarsılmasıyla harekete geçen
hükümet güçleri, Trabzon’u karadan ve denizden kuşatmış, ayrıca Memiş Ağa’nın yanında yer alan bir
takım güçleri de kendi saflarına çekerek etkisiz hale getirmişlerdir. 1816 yılı Ağustos’unda işgal edilen
Trabzon, yaklaşık 4 ay sonra tekrar hükümet kontrolüne girmiştir. Bu hareket sonucunda Rize’ye
kaçan Memiş Ağa, burada tutunamayacağını anlayınca Of’a yönelerek, Çakıroğlu İsmail Ağa’ya
sığınmıştır. Trabzon Valisi, Memiş Ağa’nın ortadan kaldırılması için Padişaha müracaat ederek
Erzurum Valisinin de emrindeki kuvvetlerle Bayburt – Çaykara üzerinden hareket etmek suretiyle
bölgedeki hükümet güçleriyle birleşerek Of’un kuşatılmasını istemiştir. Nitekim, bu harekat
gerçekleştirilerek 26 Ekim 1817’de Tuzcuoğlu Memiş Ağa, misafir olarak bulunduğu Of’un Maki
(Pınarca) köyünde yakalanarak idam edilmiş ve ilk Tuzcuoğlu isyanı bastırılmıştır. Vasiyeti üzerine
Mezarı Alano Makot köyündedir. Ardından tekrar alevlenen ayan isyanları (ki yine Tuzcuoğulları ön
plandadır) 1834’te tümüyle bastırılmış, merkezi otorite tekrar kurularak bölgenin iç emniyeti
sağlanmıştır.
1876 tarihli Trabzon Vilayet Salnamesinin Of Kazasına ait bilgilerine bakıldığında, 16.
yüzyıldan 19. yüzyıla kadar geçen sürede bölgede bir çok değişikliklerin olduğu gözlenmektedir. Bu
değişikliklerden birincisi, köy seviyesinde bulunan yerleşim birimlerindeki artıştır. Bilindiği gibi, 1583
tarihli Trabzon Sancağı Tahrir Defterinde 75 adet köy var iken, bu sayı yenileri de eklenerek 1876
tarihli Vilayet Salnamesinde 100’e ulaşmıştır. Bu köylerden yaklaşık 40 adeti günümüz Of İlçesi
sınırlarında kalmış, diğerleri Çaykara ile yakın dönemde ilçe statüsüne getirilen Dernekpazarı ve
Hayrat ilçelerine bağlanmıştır.
Buna göre günümüz Of İlçesi göz önünde bulundurulduğunda, nüfusu 6.353’ya (kadın nüfusu
ile yaklaşık 13.000), hane sayısı 1.623’e ulaştığı ve daha çok vadi yamaçlarında yoğunlaştığı
anlaşılmaktadır. Bu arada, nüfusu kalabalık olan köyler (erkek nüfusu 200’ü aşanlar) Zisino (Bölümlü),
Çufaruksa (Uğurlu), Küçükhol (Cumapazarı), Melinoz (Ballıca), Mapsino (Gürpınar), Mavrant-ı Ulya
(Fındıkoba), Çoruk (Erenköy), vs. şeklinde sıralanmaktadır. Diğerleri ise orta ve küçük ölçekli
yerleşimleri birimleri görünümündedir.
Aynı tarihte eldeki verilerden İslam dininin bölgeye tümüyle egemen olduğunu görmekteyiz.
Çünkü, istatistik veriler incelendiğinde gayr-i Müslimlerin ödemekle yükümlü oldukları “bedel-i
askeriye” vergisinin, aşağıdaki tabloda da görüleceği gibi bir iki köyde ödendiği (3.437 kuruş)
anlaşılmaktadır. Yine aynı verilere göre, Of Kazası (bu günkü Of, Çaykara, Hayrat ve Dernekpazarı
ilçeleri) dahilinde tahsil edilen bedel-i askeriye (toplam 8.132 kuruş) vergisinin % 42’si şimdiki sınırları
içinde kalan Zisino, Calek ve Halt köylerindeki Hıristiyanlardan toplandığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin
1872 tarihli Vilayet Salnamesinde Of Kazasına bağlı toplam 103 köyde, sadece 83 hanelik bir
hırıstıyan nüfus barınmakta olup, bunların büyük bir bölümü şimdiki Hayrat İlçesine bağlı birkaç köyde
meskûn durumdaydı.
1876 Vilayet Salnamesi verilerinden, yörede kırsal yaşama hakim olan tarım ve hayvancılığın
en önemli geçim kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. Bu verilerde, Of Kazasına bağlı köylerde yetiştirilen
büyük ve küçükbaş hayvanlar ayrı ayrı listelenmişlerdir. Listede yer alan yöresi köylerinin yaylalara
yakın olması ve bölgenin bu açıdan büyük bir potansiyele sahip olması dolayısıyla, hayvancılığın
oldukça önemsendiğini gözler önüne sermektedir. Yine aynı verilerde, şimdiki Of İlçesinden toplanan
vergilerde “Aşar Vergisi” 209.794 kuruşla ilk sırayı almakta, ardından diğer karma vergiler (toplam
125.564) gelmektedir.
1876 yılı istatistik verileri incelendiğinde, Of Kazası geneli ile bugünkü Of İlçesi
karşılaştırıldığında oldukça ilginç oranlar ortaya çıkmaktadır. Buna göre, köylerin yaklaşık % 39’u (Of
41, toplam 103); nüfusun (sadece erkek nüfus) % 26,7’i (Of 6.353, toplam 23.772); hanelerin % 27.4’ü
(Of 1623, toplam 5.920); aşar vergisinin % 29.4’ü (Of 209.794, toplam 715.888); ve diğer karma
vergilerin % 38’i (Of 125.564, toplam 329.774) günümüz Of İlçesinin payına düşmektedir. Of Kazasının
genelini göz önünde bulundurursak, ortaya çıkan oranların günümüz Of İlçesinin için hiçte
küçümsenmeyecek derecede olduğunu düşünebiliriz.
1914’TEN SONRAKİ OLAYLAR VE OF’UN İŞGALİ
Of yöresinin yaşadığı en önemli tarihi olaylardan birisi de Haziran 1914’te fiilen başlayan I.
Dünya Savaşı ve onun getirmiş olduğu yıkımlardır. Bilindiği gibi Avrupa’da savaş henüz çıktığı yıllarda,
Osmanlı Devleti, savaşan grupların her hangi birine katılmayarak tarafsız kalmıştı. Fakat gelişen
olaylar, Osmanlı Devletini de Almanya’nın liderliğindeki “İttifak Devletleri” safında savaşa sürüklemiştir.
Jeopolitik açıdan oldukça önemli bir konumda bulunan Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmasıyla birlikte,
cepheler çoğalmış ve İttifak Devletlerinin Avrupa’daki işleri hafiflemişti. Türk insanı, yurt savunması için
Irak, Kanal (Filistin), Çanakkale, Kafkasya, vs. gibi cephelerde aynı anda savaşmak zorunda kalmış ve
büyük zayiatlar vermiştir.
Bunlardan Kafkasya Cephesi, Doğu Anadolu üzerinden Rusya’ya karşı açılanıdır. Bu cephenin
açılmasındaki esas amaç, Kafkasya’dan girip Rusları arkadan kuşatmak ve Doğu Avrupa’da etkisiz
hale getirmekti. Fakat umulan olmadı ve kış mevsiminde Sarıkamış üzerinden Ruslara karşı yapılan
taarruz, büyük bir talihsizlik ve ağır bir yenilgi ile sonuçlandı. Rusların karşı harekâta başlamaları ile
birlikte, bütün Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgeleri tehlike altına girerek, Osmanlı Ordusunun
tedrici olarak geri çekilmesine neden olmuştur. İki yönden ilerleyen Rus kuvvetleri, 1915-1916
yıllarında Erzurum, Bayburt, Muş, Van, Bitlis, Erzincan, Rize, Trabzon ve Gümüşhane’yi ele geçirerek
Anadolu’yu tehdit eder duruma gelmişlerdir.
Erzurum ve Trabzon yönünde ilerlemeyi hedefleyen Rus kuvvetleri, Erzurum yönünde hızlı
hareket ettiği halde, aynı hızı denizden de desteklenmesine rağmen Trabzon yönünde Karadeniz
sahilinden düzenlediği işgal hareketinde gösteremedi. Bunun en önemli nedenleri arasında, arazinin
oldukça engebeli ve savunmaya elverişli olması önemliydi. Ayrıca, bölge ahalisinin toplanarak
oluşturdukları çetelerle de vur-kaç taktiği uygulayarak Rusları yer yer durdurmaya muvaffak
olmuşlardır. Bu yüzden sahilden Trabzon’a doğru yapılan Rus işgal harekâtı ilk anda sadece kıyı
kesimiyle sınırlı kalmış ve iç kesimlere etki edememiştir. İlerleyen Ruslar, 24 Şubat 1916’da Rize’yi, 15
Mart 1916’da Of’u, 18 Nisan 1916’da Trabzon’u işgal ettiler.
Rus işgaline karşı ilk önemli yerel direniş Rize’nin işgalinden hemen sonra Of ile Rize
arasındaki Baltacı Deresi’nde olmuştur. Bu direniş yaklaşık bir ay kadar sürmüştür. Of’un işgalinden
sonra da daha çok yörenin iç kesimlerinin savunulmasına yönelik küçük boyutlu ve dağınık biçimdeki
çete faaliyetleri devam etmiştir. Of’un işgali beraberinde, Solaklı Vadisinin savunulması için
düzenlenen direnişi getirdi. Ruslar yöredeki direnişi kırarak Soğanlı ve Demirkapı geçitlerinden
Bayburt Ovasına inmeyi, dolayısıyla buradaki Rus Ordusuyla birleşmeyi hedeflemişti. Bir ikinci hedef
olarak da Çaykara’nın batısında bulunan yüksek yaylaları aşıp, dağlardan aşağı inerek, sahilde
ilerleyen Rus ordusunu uğraştıran Türk direnişçilerini etkisiz hale getirmek ve işgali kolaylaştırmaktı.
Hedeflerini iyi belirlemelerine rağmen, Rusların bu tasarısı ilk aşamada pek faydalı
olamamıştır. Zira yörenin gerçek sahipleri olan Türk çeteciler, Ruslara büyük kayıplar verdirdiler. Fakat
sayıca üstün olan Ruslar, bir süre sonra Çaykara’nın aşağı kesiminde yer alan köyleri Şinek’e (Ataköy)
kadar işgal etmeyi başardılar. Yöre halkı, kıyıdan uzakta olduğu için Trabzon’un sahil kesimindeki halk
gibi muhacir çıkmaya fırsat bulamadığından, daha çok dağlara doğru çekilmiş ve direnişlerine devam
etmişlerdir. Ruslara karşı önemli direnişlerden biri de yine Çaykara sınırları dahilinde bulunan Sultan
Murat Yaylasında vuku bulmuş, büyük kahramanlıklar gösterilerek yörenin savunulmasında örneği
görülmemiş çarpışmalar meydana gelmiştir.
I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı devleti ordusu 20 Aralık 1914-14 Ocak 1915 tarihlerindeki
Sarıkamış harekatında ağır kış şartları nedeniyle başarısız olunca geri çekilir. Bunu fırsat bilen Rus
orduları Ermeni çeteleri ile birlikte karşı taarruza geçerler. 27 Mart 1915’te Artvin, Ruslar tarafından
işgal edilir. 28 Mart’ta Hüseyin Avni Paşa “Lazistan Havalisi” kumandanlığına getirilir.
Ruslar, daha önce İngilizlerle anlaşarak doğuda İran’ı, kıyıda da Trabzon’u istilaya karar
vermişlerdir. Gayeleri, Trabzon limanını ikmal yeri olarak kullanıp bütün Anadolu’ya sahip olmaktı.
Bunu gerçekleştirmek için yoğun gayret göstermişler ve hızla Trabzon üzerine harekete geçmişlerdir.
Rize’yi işgalden sonra Rus ordusu bir mukavemet görmeden Of’un Eskipazar mevkiine kadar
ilerledi. Bölge komutanı Hüseyin Avni Paşa da karşı mukavemete geçmek için Of’a geldi. Bölgedeki
çarpışmalar sebebiyle “Lazistan Müfrezesi”nin yekünü 4000’den 700’e inmişti.
Avni Paşa’nın düşmanı geri püskürtmek için yoğun bir faaliyete girdiği anlaşılmaktadır. Nitekim
Of kazası dahilinde bulunan ağalardan Hacıfazlıoğlu Behram Ağa, Çakıroğlu İbrahim Ağa,
Hacıfettahoğlu Abdullah Ağa, Sarıalioğlu Ömer Ağa, Osman Celebioğlu İbrahim Ağa, Çakıroğlu Hasan
Efendi ve Çakıroğlu Halim Ağa’ya gönderdiği emirde, bunların mıntıkalarında bulunan “Harbe ve
darbe” muktedir kişilerin toplanmasını istemiştir.
Lazistan Kumandanı Avni Paşa Pazarönü köyünde 28 Şubat 1916’da Of ileri gelenlerine
yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:
“Burada düşmanla savaşacağız. Askerlerimle birlikte düşmanla savaşmak isteyenlere silah
vereceğim. Savaşmak istemeyenler olabilir, onlar da askerlerim için cephane taşısınlar. Bunu da
yapmayan olursa, askerlerim için istihkâm kazsınlar. Bunu da yapmam diyen olursa askerlerime dua
etsinler. Bunu da yapmam diyenleri Vallahi asarım, billahi asarım.”
Bu arada Of Müftüsü Bakkaloğlu Hüseyin Efendi’ye de bir mektup göndererek orduya asker
tedariki için her türlü yetkiyi vermiştir.
Avni Paşa, geri çekilen askerlerle Of’un bütün köylerinden ve yakın kazalardan toplanan
gönüllülerle Baltacı Deresi’nin batı yanında Ruslara karşı bir savunma hattı oluşturdu. Bu savaşa
Trabzon Hapishanesindeki mahkumlarda izin alarak, bir müfreze halinde gönüllü olarak katılmışlardır.
Baltacı deresindeki Türk direnişi karşısında Ruslar şaşkına dönmüştü. Türk kuvvetleri, Rusları
İyidere’nin gerisine atmıştı.
Bu arada Of halkı arasında örgütlenmeler baş göstermeye başlamıştır. Of’da Milis kuvvetleri
oluşturulmasında özellikle üç isim oldukça önemlidir. Bunlar: Çakıroğlu İsmail Ağa, Sarıalioğlu Ömer
Ağa, Cansızoğlu İbrahim Ağa’dır. Bu kişiler Of havalisinde nüfuzlu ailelerin önde gelen isimleri
oldukları için bu örgütlenmede başı çekmişlerdir.
Of’ta oluşturulan bu yerel güçlerle düşman arasındaki bir aya yakın İyidere ve Kelali
(Kumludere) sırtlarında çetin savaşlar olmuştur.
Bu savaştaki cephe durumları:
Kuvvetler:
Türk Ordusu, 11.000 kişi-Rus ordusu, 37.000 kişi
Cepheler:
Eskipazar-Kuruş (Sivrice Hattı) Kuruş-Keler
Sahil boyu (Kıyıcık Ayazma Sırtları)
Bu cepheler stratejik bir önem de taşırlar. Çünkü Kelali ve Kuruş havzası düşmanı tam
karşılayan ve aynı zamanda Karadeniz’den doğabilecek bir düşman hamlesini de görme pozisyonuna
sahiptir. Nitekim de herşey planlandığı gibiydi. Düşman karşıdan görünüyordu. Deniz ise kontrol
altında tutuluyordu. Ruslar düzenli orduyla savaşırken, Türkler de yakın ilçelerden toplanmış
milislerden oluşan kuvvetlerle savaşıyordu.
Savaşın en şiddetli belirgin günleri şu tarihlerdir:
7 Mart 1916: Düşman ilk saldırıya başladı. Düşman Baltacı deresinden geri atıldı. 26 şehit verdik.
8 Mart 1916: İki gün savaş yapıldı, düşman geri çekildi.
10-11 Mart 1916: Düşman karadan ve denizden saldırdı. Çevre yakıldı. 200 kumandan 380 şehit
verdik.
12 Mart 1916: 11. Alayımız Sürmene’ye nakledildi. Kelali tepelerinden verilen kahramanca savaş
başarısız sonuçlandı. Çevreden göç başladı.
13 Mart 1916: Savaş her iki taraf bütün şiddetiyle devam etti. Rus donanması savaşa girdi.
14 Mart 1916: Türk’ün Oflu’nun göğsünü kabartan bir savaş oldu. Düşman 600 ölü, 800 yaralı verdi.
Öyle ki Sakarya’dan önce Baltacı deresi kana bulandı.
15 Mart 1916: Donanma sığınağından Ruslar karaya asker çıkarmaya devam etmişler. Rus
ordusu bütün gücüyle sivil halkın üzerine yüklenmiş ve onların ölülerinin üzerinden geçerek 15 Mart
1916’da Of’a girdi. Ruslar Of’a girdikten sonra sahilden batıya doğru (Sürmene) Solaklı vadisinden de
Taşhan, Cumapazarı ve Kondu (Dernekpazarı) ya doğru ilerlemeye başlamıştı. Bölge tamamen işgal
edilmişti. Göçlerin başlamasıyla düşman Of’ta kimseyi göremedi ve buna şaşırmıştı. Ruslar Solaklı
vadisinde yukarı doğru giderken Oflular yine çete savaşlarıyla Rusları geri püskürtmeye çalışıyorlardı.
Ama Rusların İspir’e asker çıkarmasıyla Of tamamen işgal edilmiş oldu.
Rus kuvvetleri, Dernekpazarına gelmeden iki gruba ayrıldılar. Birinci grup Bölümlü-Erenköy
(Zisino-Çoruk) vadisinden Kacalak Dağına çıkarak, Manahos vadisine kaçmış ve Seveho
(Ormanseven), Cida (Dirlik), Aksu ve Günesera (Köprübaşı) köylerini ele geçirmişlerdir. Bu gruptan bir
kol İstalya Dağından kuzeye doğru ilerleyerek Humurgan ve Zarha sahiline inerek 30 Mart 1916’da
Sürmene’yi işgal etmiştir. İkinci grup ise Dernekpazarından Çaykara istikametine yol alarak
Çaykara’yı ele geçirirler. Buradan da Ataköy (Şinek)e çıkarak burada karargâh kurarlar. Rus orduları
kumandanı Çaykara (Katahor)da ordugâh kurup, faaliyetleri izlemek için her gün Ataköy’e çıkardı.
Çaykara’dan takviye kuvvet alan Ruslar Ataköyden Uzungöl (Serah) ve Sultan Murat istikametinde
işgal faaliyetlerine devam ettiler. Rusların niyeti, Çaykara ve Sürmene’de bulunan vadilerden güneye
doğru sarkarak Çoruh vadisinden ilerleyen kuvvetleri ile bağlantı kurup Bayburt’u ele geçirmek idi.
20 Nisan 1916’da Rus kuvvetleri Madur Dağı’nın güneyinde Leman Suyu ve Hanları ve Öküzlü
yaylasına kadar ilerler. Ancak Leman Suyu’ndan mevzilenmiş olan Türk kuvvetleri tarafından geri
çekilmeye mecbur edilir. Ruslar güneye doğru ilerlerken köylerde ve yaylalardan büyük katliamlar
yaparlar bu katliamları Ermenilere yaptırırlar. Ruslar güneye doğru silah, cephane ve asker sevk
edebilmek için Solaklı deresi ve Sürmene’nin Karadere vadilerine yol inşaatına başladılar. Bu yolları
birbirine bağlamak için yaylalar kesiminde, doğu-batı yönünde halk arasında “Top yolu” olarak anılan
geniş patikalar inşa ettiler. Yol yapımında köy ve yaylalarda bulunan çocuk ve ihtiyarları çalıştırdılar.
28 Nisan 1916’da Çaykara’nın güneyinde bulunan Karaçam (Ogene) köyünden ilerleyen Rus
kuvvetleri, Soğanlı Dağlarında bulunan askerlerimiz tarafından durdurulur. 3 Mayıs’ta Mecit
yaylalarının kuzeyinden Karakaban Dağı’na ve Soğanlı dağlarında yayla önüne ilerlemeye çalışan Rus
güçleri geri püskürtülür. 10 Mayıs’ta Soğanlı cephesinde Arpaözü (İpsil) köyüne doğru ilerleyen Rus
kuvvetleri, bu bölgede bulunan Gagart geçitinden Bayburt’a varamayacağını anlayan Ruslar
kuvvetlerini batı yönüne kaydırarak Sultan Murat tepelerini tuttular. Sürmene’nin Karadere vadileri
boyunca ilerleyen bir Rus kolu da Arpalı-Yarımca tepelerine mevzilendi. Ruslar’ın keşif kolları Leman
Suyu’na kadar uzanmıştı. 13 Mayıs 1916’da Leman Suyu ve Heneke’ye saldıran Rus kuvvetleri geri
püskürtülür. Ruslar, Solaklı’nın doğusundan tekrar taarruza geçmek için Ataköy’deki kuvvetlerine
takviye yaparlar. 14 Mayıs 1916’da Ataköy’den hareket eden bir Rus kolu, Demirkapı’ya gelir ve
burada Milisler tarafından kovulur. 15 Mayıs’ta Ziyaret dağı-Taşkesen cephesine Ruslar’ın yaptığı
saldırı geri püskürtülür. 16 Mayıs’ta tekrar Demirkapı’ya bir tabur ve 4 mitralyözle saldırıya geçerler.
Beş saat süren çarpışmalardan sonra milislerimiz geri çekilmeye mecbur kalır.
Of’un yukarı kesimlerinde (şu anki Çaykara ve Dernek ilçeleri sınırları içerisinde) savaş devam
ederken, sahil kesiminde ise durum şöyle idi:
Of kesin işgal edilince Of’ta, Of’a bağlı merkezi konuma sahip iç kısımlarda savaş teşkilatları
oluşturuldu.
Bölgede savaş görevlileri: Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, Kaza İdaresi Amiri, Müftü
Bakkaloğlu Hüseyin Sabri Efendi, Of Bölgesi Kumandanı Binbaşı Ethem Necdet Bey.
Of Bölgesi Savaş Teşkilatı: Çakıroğlu Hasan Efendi, Sarıalioğlu Ömer Ağa, Saitoğlu Hasan
Efendi, Sadullah Efendi, Çakıroğlu Rüstem Ağa, Tellioğlu Halim Ağa, Nuhoğlu Esat Gençağa,
Kancaoğlu Rasim, Kemaçoğlu Reşit, Boturoğlu Hasan, Hacı Bektaşoğlu Ömer, Ramoğlu Hafız Ahmet,
Abdikoğlu Sefer, Hüseyin, Ahmetefendioğlu Hacı Mustafa.
Taşhan Teşkilatı: Hacı Haşim, Balek Kamil, Gevrekoğlu Abdullah.
Araköy (Cumapazarı) Teşkilatı: P.Salihoğlu Mehmet, Hacı Paşalıoğlu Mehmet Tufan,
Memişoğlu İsmail Efendi.
Serindere (Yarakar) Teşkilatı: Horozoğlu Hasan, Ahmetoğlu Osman Bey, Hacı Mustafaoğlu
Mahmut.
Dernek (Kondu) ve Çaykara (Katahor) savaş teşkilatları da kurularak düşmanın iç bölgelerdeki
girişini engellemek gaye edinilmişti.
2 Nisan’da Karadere hattına ilerleyen Rus kuvvetleri, burada mevzilenen askerler tarafından
durdurulur. 3 Nisan’da Trabzon’a silah ve cephane boşaltan Midilli gemisinin Sürmene önlerinde bir
Rus gemisini batırır ve Sürmene’deki Rus kuvvetlerini bombalar.
8 Nisan’da Sürmene’ye denizden 5000 asker çıkartan Ruslar bütün güçleriyle Karadeniz’deki
Türk mevzilerine yüklenerek, yanlara doğru tırmanırlar. Karadeniz’deki Aho Tepesi Türk cephesinin
merkezi idi. Çanakkale’den henüz gelen alaylar siperlerdeki yerlerini almadan direnişin 12. gününde
buradaki Türk kuvvetlerinin bir kısmı dağlara doğru çekilirken bir kısmı da Trabzon’a doğru çekilir.
15 Nisan 1916’da Karadeniz’den geçen Ruslar 18 Nisan’da Trabzon’u işgal ederler.
Sürmene ve Of vadilerinden Bayburt istikametine ilerleyen Rus kuvvetlerinin amacı Kop Dağı
ve Çoruh vadisinden ilerleyen Rus kuvvetleriyle birleşerek Bayburt’taki 3. Ordumuzu imha etmekti.
Bayburt’taki 3. Ordumuz, karşı taarruza geçerek Sürmene-Of istikametinde denize ulaşmayı
ve Rus kuvvetlerini imha etmeyi ve Trabzon’u kurtarmayı planlıyordu. Hazırlıklarını tamamladıktan
sonra 1916 yılının Haziran ayında harekete geçti.
Sultan Murat’tan (Çaykara) Pistoklu Hanları (Maçka) arasındaki 60 km’lik cephede gece
baskını şeklinde hücuma geçtiler. (22 Haziran)
29. Alayın 1. ve 4. Taburları ile Milo müfrezesi Sultan Murat istikametindeki Yarmice sırtlarına,
23. fırka Bahçecik-Salarot istikametine hücum eder.
22 Haziran sabahı 9. fırka Uladur dağını, 33. fırka Polut dağını 1 günlük muharebeler sonucu
1500 esir alınmış, 3000 kadar Rus askerini de ortadan kaldırmıştı.
23 Haziran 1916 günü, Çoruh Cephesi Sol Cenah Müfrezesi Solaklı deresi boyunca, Of
istikametinde çekilen Rus kuvvetlerini takip etti. Rusların 23 Haziran 1916 saat 04.00’te, 33. Piyade
tümeni cephesine Polat’ta başlattığı taarruz, saat 13.30’da süngü hücumu ile geri atıldı. Rus perişan
bir halde Sürmene istikametinde çekilmektedir. 23 Haziran 1916 yılında çoğu Çanakkale Savaşından
dönen Miralay Kazım kumandasındaki birliğimiz Ruslar’ın keşif kolunu Sürmene’nin Yurt yaylasında
pusuya düşürerek tümünü süngüden geçirmiştir. Yörede çete savaşları devam ederken ikinci büyük
taarruz Sultan Murat Tepesi’nde başladı. Alayın Sultan Murat Hanları önünde başlattığı taarruzda 50100 metre aralıklarla kazılan siperlerde boğaz boğaza bir mücadele yapıldı. Topçu ateşi desteğinde
Rusların bütün siperleri ele geçirildi. Burada Ruslar’a büyük zayiat verildi. Ruslar’ın kayıpları 1000’den
fazla ölü ve çok sayıda esirdir.
Daha önce birliği ile burada şehit olacağını gören Seyfeddin Bey ve kahraman Mehmetçikler
Şüheda tepesini Ruslar’dan almayı başardılar. Fakat bir subay, bir astsubay ve 70 er şehit verdik.
Ruslar Şüheda Tepesindeki bozgundan sonra Kazan Kıran mevkiine kadar püskürtülmüştür ve
buradaki ormanlık bölgeye giren Rus askerlerinin birçoğu çevre köylerden gelen köylüler tarafından
öldürülerek silahları alınmıştır.
27 Haziran’da Harmantepe-Kabanbaşı hattında 36 saat devam eden muharebelerde 60.
Alayımız 7 zabıt ve 150 nefer şehit vererek Rusları geri püskürttüler.
Türk kuvvetleri sahile inerek Trabzon’u kurtarmak için emir beklerken Rusların Kop ve Çorup
istikametinde Bayburt’taki 3. Ordu ile taarruzları şiddetlenince hareket yavaşlar.
16 Temmuz’da Bayburt’un Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine Türk kuvvetleri çember
içinde kalmamak için Harmantepe mevzilerini gelen bir emir üzerine boşaltarak süratle Nil ve Zülfe
dağı istikametine çekilirler. Günümüzde Harmantepe ve Sultanmurat şehitlerinin mezarları olması
münasebetiyle, bu yerler halkça ziyaret mekânları olarak kabul edilir.
Düşman Of’a iyice yerleşmesinden sonra Of’lu için zor günler başlamış oludu. Düşman
zulmüne uğramak istemeyen ve de düşmanı kendi memleketinde görmek istemeyen Of’lular düşmanın
gitmediği yerlere göçe başladılar. Muhacirlik halkı alıp götürüyordu. Bu göç sahilden batıya doğru idi.
Ta ki Terme, Çarşamba, Samsun ve Bafra’ya kadar uzanan bir göçdü bu, Halk, neyi var neyi yok
önüne katarak ve muhacirlik türküleri söyleyerek uzun ama yorucu bir yolculuğa bıraktı kendini.
Of’ta kalan halk ise kıtlıktan, hastalıktan bir türlü kurtulamıyordu. Üstü üstüne Of’ta bulunan
Rumlar, Ermeniler, Urus kışkırtması ile Oflular’a büyük zulümler yapıyordu. Ayrıca bu etnik gruplar
Of’un ticari hayatını da ellerinde tutanlardı. Gözde meslekleri icra ederlerdi. (Demirci, Kalaycı,
Manifaturacı, Bakırcı vs)
Rumlar ve Ermeniler çeteleşerek halkı iyice ablukaya almaya çalışıyorlar, fırsat bu fırsat
diyerek tüm güçleri ile kötülüklerini sergiliyorlardı.
Of’un işgali ile Ruslar: Of-Çaykara-Bayburt yolunu yaptırdılar. Öyle ki bu yolda çalışan
Türkler’e de Manat (O zamanki Rus para birimi) veriyorlardı. Bu yolun yapılmasındaki başlıca amaç
denizden gelen Rus askerini iç bölgelere kolayca ulaştırılabilmesi idi.
OF’UN İŞGALDEN KURTULUŞU
1916 yılından beri Rum çetelerinin saldırıları devam ederken, Müslüman Türk köylüleri de
yavaş yavaş silahlanmaya ve çetelere karşı özel savunma tedbirleri almaya başlamışlardı. Belki
sayıları düşman askerinden fazla değildi ama kahramanlık türküleri onları coşturmaya yetiyordu.
Ezilmedim ben milletçe ömrümde,
Yalan olmaz doğru vardır sözümde,
Sen Urussun ben Türküm özümde,
Savrul düşman hiçsin benim gözümde.
1917 yılına girerken Trabzonlular böylesine bir ruh ile örgütlenme yolunu tutmuşlardı.
1917 yılı, Trabzonlular’a ümit belirtileri getirdi. Rus halkı savaştan bıkmıştı ve bitkinliğini açıkça
göstermeye başlamıştı. Rusyanıın büyük şehirlerinde yiyecek sıkıntısı vardı. Karapazar almış
yürümüştü, ordudan kaçmalar oluyordu.
İstanbul’da Talat Paşa kabinesinin kurulduğu, Amerika’nın Almanlar’la ilişkilerini kestiği 1917
Şubatında Rusya’da ayaklanmalar başladı. Martta işçi ve askerlerden kurulu bir geçici hükümet
işbaşına geçti. Rus Çar’ı II. Nikola’nın tahtına kardeşi Mihail’e bırakması, Mihail’in de tahttan
vazgeçmesi üzerine; Rusya’da Çarlık sona erdi. Tüm devlet yönetimi geçici Kerenski hükümetinin
elinde kaldı. Geçici hükümet; bir Rus’un başkanlığında bir Türk, bir Gürcü ve Ermeni delegeden kurulu
Komiteyi Kafkasya’ya gönderip orayı yönetmekle görevlendirdi.
Kısacası Ruslar kendi başlarının derdine düşmüşlerdi. Bu nedenle Rumlarla olan ilgilerini ve
yaptıkları yardımları kestiler. Bu hal Pontos hayalcilerini şaşırttı. Pontosçular gizliden çalışmaya
başladılar ve Trabzon’daki Kiliseler, okullar kulüplerde faaliyet göstermeye başladılar. Yunanlılardan
yardım istediler.
1917 yılında Rusya’da Bolşevik ayaklanmaları başladı. Kerenski Hükümeti devrildi. Sovyet
idaresi ve Maverayı Kafkas Seym’i (Yasama Meclisi) kuruldu. Kafkasya için 11 kişilik bir hükümet
kuruldu. Fakat Rusya’da bir çökme başlamıştı. Yedek tümenlerdeki askerler kaçıyorlardı. Cephelerdeki
askerler de kaçmaya başlayınca Rusların Kafkasya cephesi söküldü. Türklerin 2. Ordu birlikleri
savaşmadan Muş’u geri aldılar. Fakat Trabzon’daki 5. Rus Kolordusu kıpırdamıyor ve bu nedenle
Trabzon’daki Rus işgali devam ediyordu.
1917 Aralık ayında Kudüs’ü savunma ile ilgili 7. Türk Ordusu tümüyle gitti, 4. Ordu, Yıldırım
Orduları Grubuna katıldı. Kafkasya’da Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan Milli Hareketi başladı.
Osmanlı devleti içinde bulunduğu İttifak Devletleri imzaladığı Brest Litovsk Ateşkes Antlaşmasıyla (15
Aralık 1917) ve Ruslarla Erzincan Mütarekesi (18.12.1917) yapıldı. Ruslar Doğu Anadolu’daki
birliklerini resmen geri çekmeyi kabul ettiler. Fakat Ermeniler bu mütarekeyi kabul etmediler. Vilayet-i
Sitte denen Türk ülkesini büyük Ermenistan’ın bir parçası olduğu iddiasıyla işgal etmeye başladılar.
Van, Hınıs ve Erzincan’a 6000 kadar gönüllü onlara katıldı.
Trabzon bölgesi tam bir asayişsizlik içinde idi. Bunun üzerine Enver Paşa, Rus işgalindeki
yerlerin ancak askeri kuvvetlerle kurtarılabileceğine hükmederek Vehip Paşa’ya ileri hareket emrini
verdi. Türk Kafkas Cephesi Komutanlığı da 5.2. 1918’den itibaren, Erzincan mütarekesinin ortadan
kalktığını ilan etti.
12 Şubat 1918’de, Vehip Paşa Komutasındaki 3. Kafkas Ordusu ileri harekataa girişti.
Trabzon’lu Albay Hacı Hamdi Bey komutasındaki 37. Tümen, Giresun’daki 123. Alay ile takviye
edilerek Trabzon üzerine yola çıktı. Bölgedeki çeteleri temizleyerek ilerleyen birlikler, 15 Şubat
1918’de Vakfıkebir’i, 17 Şubat 1918’de Akçaabat’ı geri aldılar. Birkaç gün içinde çevreyi temizleyerek
Ruslar’ın Karadeniz’deki Türk sınırını geçtikleri günü tam 2. yıl dönümünde Trabzon’a girdiler.
Trabzon 24 Şubat 1918’de Ruslardan geri alındı. Türkler’in doğuya doğru ilerleyen birlikleri 28
Şubat 1918’de Of’u da düşmandan geri aldılar. Of’un işgaliyle göç eden muhacirler tekrar geriye
dönmeye başladılar.
MİLLİ MÜCADELEDE OF
Osmanlı Devleti doğu sınırlarını güvenlik altına almasına rağmen, 1918 yılı sonlarında kötü
yazgıdan kendini kurtaramamıştır. 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla
yenilgiyi kabul eden Osmanlı Devleti, bir müddet sonra şartları daha ağır olan Sevr Antlaşması
yaptırımıyla karşı karşıya kalmıştır. Ülke yer yer İtilaf Devletlerinin işgaline düşerken, ülke içinde
yaşayan azınlıklar da bir takım isteklerde bulunmaya ve mirastan pay almaya çalışıyorlardı. Bu
azınlıklardan en etkili olanlardan biri Doğu Karadeniz’de yaşayan Rumlardı. Amaçları bölgede
bağımsız bir Rum Pontos devleti ihya etmekti. Rus işgali devrinde de yörenin Türk ahalisine çok
kötülükler yapan Rumların bu istekleri yöre halkı arasında büyük tepkiyle karşılandı.
Mondros Mütarekesinde “Vilayet-i Sitte” adı altında altı vilayeti birleştirdikten sonra Trabzon
Vilayeti de Pontus Rumlara bırakılmıştı. Trabzon halkı bunu kabullenemezdi. Nitekim yurdun her
yerinde olduğu gibi Trabzon merkezinde ve ilçelerinde de mücadele cemiyetleri kurulmuş vatanı
kurtarmak için çalışmalar başlamıştı. İşte bu cemiyetlerden biri de Of’ta kurulmuştur. “Of Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti” Bu cemiyet başkan Sarıalizade Ömer Ağa ve Çakırzade Hasan Tahsin Efendi
önderliğinde kurulmuştur. Bu cemiyet, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti’ne bağlı olarak
kurulmuştur.
Bu cemiyetin üyesi olan Merkez Müderrisi Yunus Efendi (Politoğlu) Erzurum Kongresine Of’u
temsilen Trabzon Cemiyetinin bir üyesi olarak katıldı.
Aşağıya aldığımız mektup o günlerde Ofluların mücadelesi ve kararlılığını göstermektir.
“Yeğenim Sami,
Mektubunuzu aldım. Hattıhareketinize dair olan malumata memnun oldum. Erzurum’un
vaziyetini bilemiyorum. Trabzon vilayetinde Barutçuzade Faziletli Hacı Ahmet, Sürmene’de İsmail
Çebizade Hacı Osman, Of’ta Sarı Ali zade Ömer Ağa, Rize’de Mataracızade Mehmet Efendiler
riyasetinde ve bütün eşrafı mahalliyenin iştirakiyle bu acı ve ibretamiz şartlar içinde Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti kurulmuş ve şube teşkilatları da kezalik bütün kaza ve sancaklarda yapılmıştır!
Bu teşekkül sair bilumum vilayet ve kazalarda da vuku bulunsa vatanımızın ve dolayısıyle hak
ve hayatımızın kurtulabileceği kanaati kat’isindeyim. Zaten her hangi bir işin başlangıcı kavi iman ve
sarsılmaz bir azme dayanmazsa o işten hayır beklenemez. Cenab-ı Hakk’ın bu mevzuda mümin
kullarına bir ayeti kerimesiyle yaptığı müjdeyi de bilvesile hatırlamak isterim, manası: (Böyle bir hal
vukuunda korkmayınız, hepiniz birlik ediniz.) buyurmuştur.
Yolunuza açıklıklar, bu teşebbüsünüze nailiyet diler, size ve mesai arkadaşlarınıza sevgi ile
selam ve hürmetler eder, mektubunuzu bekler, Hüdaya emanet eylerim. 18 Şubat 1919.
Müdafaa-i Hukuk azasından
Dayınız
Çakırzade Hasan Tahsin
Bölgede durumun kontrol altına alınmasından sonra, her Türk gibi Of halkından da yurdun
kurtarılması için verilen Milli Mücadeleye katkıda bulunanların sayısı oldukça fazla olmuştur. Nihayet,
Mudanya Ateşkes Antlaşmasıyla (11 Ekim 1922) yurda saldıran düşman orduları geri çekilmek
zorunda kalmıştır. Ardından başlayan ve sonuca varılan Lozan Görüşmeleri ile ülkenin bağımsızlığı
temin edilmiş, 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet ilan edilerek yeni bir devreye girilmiştir.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE OF
Cumhuriyet idaresinde Of, yine eski sınırlarını koruyarak Osmanlı devrinde olduğu gibi
Trabzon Vilayeti sınırlarına dâhil edilmiştir. 1927 yılında bucak statüsüne getirilen Çaykara, 1 Ocak
1948 yılında yapılan yeni düzenlemeyle birlikte müstakil kaza/ilçe statüsünü kazanarak ayrılmıştır. O
dönemde, bugünkü Dernekpazarı ilçesi de Çaykara sınırlarına dâhil edilmişti. Of İlçe merkezini
Trabzon, Rize ve Bayburt’a bağlayan yollar inşa edilmeye, eğitim kurumları kurulmaya ve kamu
hizmetine yönelik gerekli faaliyetler hızlandırılmaya başlanmıştır. Bu arada bazı köyler de yeni bucak
merkezleri olarak sivrilmeye başlamıştır (Bölümlü, Cumapazarı, Gürpınar örnekleri). 1990 yılında
çıkartılan bir kanunla Hayrat Bucağı da Trabzon İlinin yeni bir ilçesi olarak Of’tan ayrılmıştır. Böylelikle
Of’un yaklaşık 40 köyü yeni kurulan bu ilçeye bağlanmıştır. Günümüzde, Of’ bağlı yerleşim birimi
sayısı 55 civarında olup, yörenin çehresi de her geçen gün değişmektedir.
Sonuç olarak; Of ve çevresi çok eski çağlardan beri Trabzon yöresine yerleşmek isteyenler
için bir geçit işlevi görmüştür. Araştırmalardan bölgeye ilk yerleşenlerin Turani kavimler olduğu gerçeği
ortaya çıkmaktadır. Miladi 10-13. asırlarda Kafkasya üzerinden gelen Kuman-Kıpçak ve Peçenek
Türkleri bölgeye kitleler halinde gelip yerleşmişlerdir. Bunu Trabzon Rum Devletinin resmi kilise
kayıtlarındaki Türkçe şahıs isimleri, bölgede yer alan bazı Türkçe yer adlarının etimolojik yapılarının
incelenmesi ve günümüzde yörede konuşulan Türkçe ağızlarının araştırılması kanıtlamaktadır.
Günden güne büyüyen Of, Trabzon ilinin en önemli ilçelerinden biridir.
Download