T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2882 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1839 SÖZLÜ VE SÖZSÜZ İLETİŞİM Yazarlar Yrd.Doç.Dr. Canan ULUYAĞCI, Arş.Gör. Özgür ÇALIŞKAN (Ünite 1) Yrd.Doç.Dr. Fatma OKUMUŞ (Ünite 2, 3) Doç.Dr. Aysun YÜKSEL (Ünite 4, 7) Yrd.Doç.Dr. Canan ULUYAĞCI, Arş.Gör. Nergiz KARADAŞ (Ünite 5) Yrd.Doç.Dr. Canan ULUYAĞCI (Ünite 6) Yrd.Doç.Dr. Sevil BAYÇU (Ünite 8) Editör Yrd.Doç.Dr. Canan ULUYAĞCI ANADOLU ÜNİVERSİTESİ i Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir. “Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Copyright © 2013 by Anadolu University All rights reserved No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without permission in writing from the University. UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ Genel Koordinatör Doç.Dr. Müjgan Bozkaya Genel Koordinatör Yardımcısı Doç.Dr. Hasan Çalışkan Öğretim Tasarımcıları Yrd.Doç.Dr. Seçil Banar Öğr.Gör.Dr. Mediha Tezcan Grafik Tasarım Yönetmenleri Prof. Tevfik Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Öğr.Gör. Nilgün Salur Kitap Koordinasyon Birimi Uzm. Nermin Özgür Kapak Düzeni Prof. Tevfik Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Grafikerler Gülşah Karabulut Özlem Ceylan Kenan Çetinkaya Dizgi Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi Sözlü ve Sözsüz İletişim ISBN 978-975-06-1545-0 1. Baskı Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 30.000 adet basılmıştır. ESKİŞEHİR, Ocak 2013 ii İçindekiler Önsöz .... 1. Sözlü İletişim iv 2 2. Sözlü İletişim ve Dil 22 3. Sözlü İletişim ve Konuşma .. 38 4. Kültür ve Sözlü İletişim . 60 5. Sözsüz İletişim 82 6. Sözsüz İletişimde Göstergeler 104 7. Kültür ve Sözsüz İletişim .. 126 8. Kişisel İmaj ve Halkla İlişkiler . 150 iii Önsöz İnsan yaşamının her anında yer alan iletişim özellikle çağımızın vazgeçemeyeceği bir olgudur. Toplumsal bir varlık olan insanın toplum içinde yaşamını sürdürebilmesi için diğer insanlarla ve kurumlarla iletişim içine girmesi gerekir. Basit anlamda her gün mutlaka kullandığımız iletişimin gerçekleşmesi için bir kaynağın bir de hedefin olması gerekir. Kaynak insan olabilir, televizyon olabilir, toplum olabilir, kitap v.b. gibi olabilir. Kısaca kaynak iletiyi gönderen ögedir. Hedef ise bilgi aktarılmak istenen kişi, grup, toplum v.b gibidir. Kaynaktan bir ileti çıkar ve karşıdaki kişiye ulaşır. Karşıdaki kişide kendi kültürel birikimlerine göre hedefe bir yanıt verir. Buna geribildirim adı verilmektedir. Böylece basit anlamda iletişim eylemi gerçekleşmiş olur. Bizler bu eylemi öylesine doğal bir şekilde, farkında olmadan günlük yaşamın her anında gerçekleştirir ve kullanılırız. Böylece kendimiz ya da kimliğimiz hakkında karşımızdaki kişilere farkında olmadan pek çok bilgi aktarırız. Bunların bir kısmı söz ile gerçekleşirken bir kısmı da sözsüz olarak adlandırdığımız iletişim biçimleri ile gerçekleşir. Kuşkusuz iletişim söz yani dil ile başlar.Toplum içinde yaşam alanlarımızın hemen hemen her anında karşımızdaki insanlarla iletişim kurmak amacıyla art arda sözcükler sıralayarak tümceler oluştururuz. Böylece sözcükler aracılığıyla duygu ve düşüncelerimizi karşımızdaki insanlara aktarırız. İletişim çalışmaları içerisinde dil ile gerçekleştirdiğimiz bu iletişim biçimine sözlü iletişim adı verilmektedir. İletişim dil ile başlar ancak dil ile bitmez. Bunun yanısıra el, yüz, göz gibi bedenimizle yaptığımız eylemlerle gerçekleştirdiğimiz başka bir iletişim biçimi daha vardır.Vücut dilimizin dışında giysilerimizden, evimizden, işyerimize dek kullandığımız renklerin, zamanı ve mekanı kullanma biçimlerimizin de iletişim süreci içerisinde pek çok anlamı vardır. Bunların tümüne ise sözsüz iletişim adı verilmektedir. Sözlü ve sözsüz olarak ayrımladığımız her iki iletişim biçiminde de, duygu ve düşüncelerimizi aktarmaya çalışırız. Kimi zaman duygu ve düşüncelerimizi doğru bir biçimde aktarırız ve iletişim sürecini başarıyla tamamlamış oluruz. Ancak kimi zaman da bu süreci çok iyi işletemeyiz ve toplum içinde iletişimsizlik olarak adlandırılan bir çıkmaza girebiliriz. Hem kendimiz hakkında doğru bilgiler verebilmek hem de yaşadığımız dünya hakkında bir şeyler söyleyebilmek için bu süreci iyi kullanmayı bilmemiz ve öğrenmemiz gerekir. Özellikle kitle iletişimi adını verdiğimiz ve pek çok araç tarafından günde yüzlerce kez iletilere maruz kaldığımız çağımızda iletişim sürecini iyi yönetebilmek çok daha fazla önem kazanmaktadır. Sözlü ve Sözsüz İletişim adlı bu kitap günümüzde çok önemli bir yer tutan sözlü ve sözsüz iletişim biçimlerini açıklamak ve bunları günlük yaşam içerisinde nasıl kullanacağımızı öğretmek amacıyla yazılmıştır. Kitabınızın birinci ünitesinde sözlü iletişim süreci anlatılmış ve bu süreç içerisinde yeni bakış açıları aktarılmaya çalışılmıştır. İkinci ve üçüncü üniteler sözlü iletişimin önemli bir bölümünü oluşturan dil ve konuşma üzerine yoğunlaşmıştır. Sözlü iletişim ve dil ilişkisinin yanısıra sözlü iletişimde konuşma süreci bu iki ünitenin ana konularını oluşturmuştur. Dördüncü ünite kültür ve sözlü iletişim konusunu aktarırken sözlü iletişim sürecinde toplumsal cinsiyet farklılıkları üzerine odaklanmıştır. Beşinci ünite sözsüz iletişim kavramını tanımlarken bir yandan da beden dilinin doğru kullanımı üzerine bilgiler vermektedir. Altıncı ünite sözsüz iletişimin göstergeleri arasında yer alan giysiler, renkler, zaman ve mekan gibi ögelerin kullanımının önemini vurgulamaktadır. Yedinci ünite kültür ve sözsüz iletişim konularına ayrılmış ve sözsüz iletişimin cinsiyetler arasında nasıl farklı anlamlarda kullanıldığını tartışmıştır. Sekizinci ünite de ise kişisel imaj ve halkla ilişkiler konuları ele alınarak kişisel imajın halkla ilişkiler açısından önemi üzerine odaklanılmıştır. Çalışmalarınıza katkı sağlamak amacıyla hazırlanan bu kitabın derslerinizde en önemli yardımcınız olacağına inanıyoruz. Kitabınızı daha iyi anlayabilmek için her ünitenin başında yer alan “Amaçlarımız”, “Anahtar Kavramlar” ve “İçindekiler” bölümlerini dikkatle incelerseniz üniteyi daha iyi anlayabilirsiniz. Ünite içinde “Dikkat” ve “Sıra Sizde” uyarıları ise sizin üniteyi daha iyi kavramanızı sağlayacak bölümlerdir. Ayrıca her ünitenin sonunda yer alan “Özet” ve “Değerlendirme Soruları” ise yaptığınız çalışmalar sonucunda kendinizi ölçmenize yardımcı olacaktır. Ünitelerin en sonunda yer alan “Yararlanılan Kaynaklar” bölümü ise yazarların üniteleri oluştururken yararlandıkları kaynakları içermektedir. Sizde gerekiyorsa bu kaynaklara ulaşarak bilgi dağarcığınızı genişletebilirsiniz. Bu kitabın hazırlanmasında kuşkusuz yazarların emeği çok büyüktür. Bu nedenle başta değerli yazarlara ve bu kitabın hazırlanmasında katkısı olan herkese teşekkür ediyorum. Sizlere de bu kaynağın yararlı olmasını umarak başarılar diliyorum. Editör Yrd.Doç.Dr. Canan ULUYAĞCI iv 1 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Sözlü iletişim kavramını tanımlayabilecek, Sözlü iletişim süreci, bilinç ve söylem kavramları arasında ilişki kurabilecek, Sözlü iletişimin oluştuğu ortamları açıklayabilecek, Sözlü iletişim kurma amaçlarını tanımlayabilecek, Anlam kavramını sözlü iletişimle ilişkilendirebilecek, Sözlü iletişimi toplumsal bağlamda açıklayabilecek, Dil, yazı ve sözlü iletişim arasındaki benzerlik ve farklılıkları belirleyebilecek, Sözel dil ve sözlü iletişimin ilişkili olduğu konuları tanımlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Sözlü İletişim Süreci Toplumsal Bağlam Bilinç Dil Söylem Sözel İletişim Ortamları Bireylerarası İletişim Anlam Kitle İletişimi İçindekiler Giriş Dil, Yazı ve Sözlü İletişim İlişkisi Sözlü İletişim Süreci 2 Sözlü İletişim GİRİŞ “İnsan yalnız sözle insandır ve sözle bağlanırız birbirimize.” Michel de Montaigne (Denemeler) Yeryüzündeki tüm insanların kendilerini geliştirmek, yaşadığı ortama ve topluma adapte olabilmek için, kısacası birey olabilmek için iletişim kurmaya ihtiyacı vardır. İletişim kurmak için ise bireyin, iletici olan çeşitli araçları kullanması gerekmektedir. İnsanın iletişim kurmaya başladığı ilk zamandan günümüze kadar geçen sürece baktığımızda da insanın iletişim kurma sırasında sürekli kullandığı araç olarak bedenini görürüz. Bedenini farklı yollarla ileten bir araç olarak kullanan bireyin, gelişime en açık ve bireyin yaşadığı zamana ve mekana uyum sağlayabilen fiziksel özelliği ise sesi olmuştur. İnsan, sesini sürekli geliştirerek onu bir iletişim aracına dönüştürmüş, sesini daha kullanışlı bir hale getirebilmek için onu dil yoluyla anlamlandırmıştır. Ses ve dilin birleşerek, bireyi hem diğer bireylerle hem de yaşadığı toplumla birbirine bağlayan bir unsur haline gelmesi de, sözlü iletişim olarak adlandırdığımız iletişim sürecini oluşturmuştur. Sözlü iletişim, ses ve dil ile oluşan söylemler, kavramlar, anlamlar ve mesajlar bütünü olarak insanın çevresini oluşturan tüm ögelerle iletişimini düzenlemede etkin bir rol oynamaktadır. Bireyin sözel olarak kendini ifade biçimlerini konu edinen sözlü iletişim alanı, zamanla bireyin diğer bireylerle, dili kullanarak edindiği konuşma ve dinleme eylemlerini kendi alanı içerisine katarak daha da önem kazanmıştır. Yukarıda verilen sözde Montaigne’nin de anlatmaya çalıştığı aslında tam olarak budur. Sözlü iletişim, insanların birbirine ve çevrelerine sözel yollarla nasıl, neden, nerede ve hangi şekilde bağlandığı sorularına cevap bulmaya çalışmaktadır. Bu sorulara cevap ararken de sadece dile odaklanmaz. İletişim bilimleri alanı ve dilbilimi arasında bir köprü niteliği görerek, dile ve insan iletişimine etki edebilecek, kültür ve toplumsal bağlam gibi alanları da, birey ve bireyin oluşturduğu sözlü kültür ile ilişkilendirir. Bu ilişkilendirmeyi yaparken, aynı zamanda sözel yolla iyi iletişim kurabilmenin gerekliliklerini ve özelliklerini vurgular. Sözlü iletişim, bireyin günlük hayatıyla çok yakından ilişkilidir. Birey, günlük hayatı içerisinde bulunduğu her sözlü eylemle sözlü iletişimin inceleme alanına girer. Sözlü iletişim süreci, herhangi bir şekilde var olan sözlü düşünceden başladığı ve yine başka sözlü düşüncede bittiği için bu sürecin objektif ve detaylı bir biçimde incelenmesi gerekmektedir. Bu nedenle bireyin, sözlü iletişimi alan olarak anlaması ya da en azından ana hatlarıyla sözlü iletişim özelliklerini bilmesi önemlidir. DİL, YAZI VE SÖZLÜ İLETİŞİM İLİŞKİSİ Modern dilin öncü dilbilimcilerinden Ferdinand de Saussure (1857 – 1913) her türlü sözel iletişimin konuşmaya ve dile dayandığını sürekli vurgulamıştır. Sözlü iletişim ile ilgili araştırmalar daha çok yazı öncesi döneme dayanmaktadır ama bununla beraber hem kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması sonrası hem de son dönemde yeni medya gibi konularla bağlamsal olarak sözlü iletişim konusu tekrar gündeme 3 gelmiştir. Sözlü iletişim, özellikle konuşma, iletişim biçimleri arasında en temel biçim olarak yer alırken, yazı sadece tamamlayıcı unsur olarak yer almıştır (Aktaran Ong, 1999: 18). Sözlü iletişimin temel öğesi olan dilin, sese yerleşmesi ise tarihsel araştırmalar doğrultusunda günümüzde hala yeni bakış açılarıyla birlikte yeniden ele alınmaktadır. Bununla birlikte, ses ve dil, yazıdan daha önce var olduğundan dolayı, sözlü oluşan kültür ile yazının oluşturduğu kültür ayrı bir şekilde, kendilerine özgün bir alanda ele alınmışlardır. Sözlü anlatıma ve onun oluşturduğu kültür ile iletişim biçimine baktığımızda da aslında oluşan kültür ve iletişimin, diğer kurduğumuz iletişim biçimleri ve edindiğimiz kültürel yapılar arasında birincil sırada olduğunu da kolayca fark edebiliriz. Sözlü iletişim ve bunun temel ögesi olan dilin bu kadar ön planda olması ise insanın, hayatının her kesiminde ses ve dil yoluyla en kolay biçimde iletişim kurmasından kaynaklanmaktadır. Sesin ve dilin oluşturduğu bu iletişim biçiminde konuşan ve dinleyen olarak bireyler, sürekli iletişim halindedirler. Sesin ve dilin birlikte iletişim için kullanımı fiziksel duyu organlarımız olan ağız ve kulak dışında soyut olarak düşünce yapımızı da etkiler. Bunun sebebi ise, düşüncenin dil yoluyla oluşmasıdır (Ong, 1999: 19). Örneğin, işitme engellilerin kullandığı işaret dili, sessiz olmasına karşın, sözlü iletişimde anlamlaşan dil yapılarına uydurulmaya çalışılmıştır. Yazıyla oluşturulan kültür ve iletişim bile dilde ve seste var oldukça canlanır ve insan hayatına dahil olur. Seslendirilmeyen yazı sadece kağıt üzerinde kalır. Atasözleri, deyimler, fıkralar gibi bir çok kültürel ögeler söz yoluyla günümüze kalmıştır, yazı ise bu kalıcılık sürecinde bir araç olmuş, sözün oluşturduğu bütünselliğe destek vermiştir. Sözlü iletişimin sağladığı en önemli özellik bireyi hem düşünsel açıdan hem de iletişim açısından daha özgür bırakmasıdır (Ong, 1999). Dili ve sesleri görsel bir çerçevede sunan yazının aksine, sözlü iletişim yoluyla birey dili kendi düşüncesinin izin verdiği ölçüde özgürce ifade edebilir. Buna karşın, bir düşüncenin yazıya aktarılmasında kişi ifadesini yazının kuralları içerisinde tutmak ve iletişimini bu çerçeve içerisinde sağlamak zorundadır. İnsanın dahil olduğu iletişim türleri içerisindeki araçlardan biri olan dil en eski ve aynı zamanda da en güncel olandır. Bunun nedeni, insan yenilendikçe ve geliştikçe kullandığı dil de aynı doğrultuda yenilenir ve gelişir. Dilin, iletişimle olan ilişkisinde aslında bildiğimiz dil kavramının dışında da söz konusu olan bir durum vardır. Dil denince akla ilk gelen insanın konuşma dili, tabii ki sözlü iletişimle en doğrudan alakalı olan dil kavramıdır. Bunun yanında her türlü iletişimin içerisinde var olması gereken ve sistemler ile kurallar bütününden oluşan bir dil kavramı da akla gelmektedir. Felsefe ve iletişim alanında genel olarak kabul görmüş olan dil kavramı, düşünceyi ifade etmenin her türlü yolu olarak belirtilmiştir (Lazar, 2009: 74-78). Sistemler bütününden oluşan bu dil iletişimin somutlaşmasını sağlamaktadır. Sözlü iletişimde özellikle bu somutlaşma durumu açık bir şekilde belirgindir. Özellikle sözlü iletişim alanının içerisinde dile baktığımız zaman dilin asıl var olma amacı iletişimdir. Bu ünitede sözlü iletişim ve dil ilişkisi genel hatlarıyla ele alınmıştır. Dil ile ilgili daha geniş bilgileri “Sözlü İletişim ve Dil” başlıklı 2. Ünitede bulabilirsiniz. Dil ve Sözlü İletişimin Karakteri Sözlü iletişim hayatımız süresince günlük yaşantıda elde edebildiğimiz başarıyı sağlayan ve aynı zamanda bu başarının dil üzerinden iletilmesini sağlayan bir kavram haline gelmiştir. Buna karşılık, göz ardı edilmemesi gereken durum ise sözlü iletişim içerisinde dilin kullanımı aşamasında, kullanım özelliklerinden dolayı meydana gelen bazı zorluklardır. Bu zorlukların aşılması günlük özel ve genel iletişimimizi başarılı kılma olanağı sağlar (Severin ve Tankard, 2001: 91). Bu nedenle dilin ve bize sağladığı sözlü iletişimin, hayatımızın diğer önemli unsurlarıyla ilişkisine bakmak, bizim, sözlü iletişimimizi daha sağlıklı kurmamızı sağlar. Bu konuyu daha iyi anlayabilmek için sözlü iletişimin ortamında dilin bize sağladığı farklılıklara belli başlıklar altında bakmamız gerekir. Sözel Dilin Kullanımı Ünlü dilbilimci Ferdinand de Saussure (1857 – 1913), dili langue ve parole olarak iki form içerisinde incelemiştir. İlk önce Fransızca da kullanılan bu iki kavram, zaman içerisinde tüm diller ve onların iletişimi içerisinde kullanımına uygulanabilir hale gelmiştir. Langue kavramı daha çok dilin teknik ve 4 dilbilgisi yönlerini içerirken, herkesin biçimsel olarak dilin aynı sözel kullanımıyla ilgilidir. Parole ise insanlar tarafından dilin sosyal hayatta ve sözel iletişimde kullanılması amacıyla yaratılmış kurallarını içerir. Bu bağlamda langue’nin dil ile ilgili yapısal kuralları, parole’nin ise düzenleyici kuralları içerdiği söylenebilir (Aktaran Fisher, 1987: 81). Sözel iletişimde ise asıl üzerinde durulması gereken ve bizi ilgilendiren kısım parole’dir. Parole sabit kalmadığı ve kişilerin kullanımlarına göre genişlediği ve geliştiği için iletişimin yapısını da dil üzerinden değiştirmektedir. Langue olarak adlandırılan, dilin yapısal alanla olan ilişkisinin kullanımı, büyükten küçüğe tüm sosyal gruplar arasında aynı iletişim şeklini oluştururken, parole yoluyla kurulan sözel iletişim, küçük sosyal gruplarda değişiklik gösterir ve hatta bazı durumlarda kişiden kişiye göre farklılık gösteren durumlar da oluşur. Bahsettiğimiz langue ve parole kavramlarını sosyal bağlam içerisinde inceleyen psiko-dilbilimci Noam Chomsky ise dili, sözlü iletişimin ögesi olarak kullanarak iki biçimde incelemiştir. Dilbilgisi ve uygun kurallar çerçevesinde konuşulan dile yetkin (competence) dil ve dilin soysal bağlamda iletişim ögesi olarak kullanımına da performans (performance) dili şeklinde nitelendirmektedir (Aktaran Fisher, 1987: 82). Dilin sosyal yapı içerisinde uygun bir iletişim aracı olarak kullanılması, o dilin performans kullanımıyla ilgiliyken; yetkin kullanım, kişinin, dili uygun yapısıyla beraber sosyal bir durum içerisine yerleştirmesi durumudur. Örnek olarak, normal hayatında belirli bir aksan ile konuşan kişinin, çalışma ortamında iş arkadaşları ve patronuyla dilbilgisi kurallarına uygun bir sözlü iletişim kurması bu kişinin yetkin bir dil kullanımına sahip olduğunu gösterir. Başka bir deyişle, kişi kendi yakınları yanında performans dilini kullanırken, profesyonel hayat içerisinde yetkin dili sözel iletişim aracı olarak kullanmaktadır. Bununla birlikte, sosyal mekan ve zamana göre, kişinin yetkin dili veya performans dilini doğru olarak kullanması yine yetkinlikle alakalıdır (Fisher, 1987: 83). Zamanına ve mekanına uygun olarak yapısal ve teknik açıdan doğru dil ve konuşma şeklini seçen kişi, hem yetkin dili hem de performans dili arasında mantıklı tercihi yapabiliyorsa yine bu durum o kişinin iletişimin sözel alanında yetkinliğini göstermektedir. Burada önemli olan sosyal ortama uygun konuşma dilini seçebilecek yetide ve bilgide olmaktır. Günlük hayat içerisinde yetkin ve performans dil arasında uygun geçiş yapabilme becerisinin, bireye sözlü iletişim kurarken ne gibi faydaları olabilir? Bu konuyla ilgili düşününüz. Artikülasyon ve Sözlü İletişim Dilin en öz anlam içeren ögeleri olan kelimeler, bizim kişilere, nesnelere ve olaylara eklediğimiz birer etikettir. Her birimizin dilin sınırları içerisinde birer ismi vardır ve bu bizim sosyal tanınırlığımızı sağlar (Fisher, 1987: 79). Sözlü iletişimde aslında iletişimin içeriğini oluşturan bireyin kendisidir. Bunun nedeni ise bireyin, konuştuğu dilin barındırdığı binlerce kelimeden yalnızca 1500 – 2000 kelimeyi seçerek günlük hayatı içerisinde oluşturduğu sözlü iletişimdir. Kişinin seçtiği kelime sayısı ve türü, o kişinin sözlü iletişim kurma biçiminin temelini oluşturmaktadır. Kişinin günlük hayatında diğer bireylerle sözlü iletişim sırasında kullandığı kelimeleri kullanım şeklinin doğruluğuyla ilgili çeşitliliği ve zenginliği, o kişinin iletişim zenginliği ile doğru orantılıdır (Fisher, 1987: 80). Kişinin, dil ve kelimeyle ilgili bahsettiğimiz bu tür doğru kullanım çeşitliliği de artikülasyon olarak adlandırılmaktadır. Sözlü iletişim içerisinde artikülasyonu etkileyen iki özellikten bahsedilebilir. İlk özellik, kelimeleri birlikte nasıl ve hangi çeşitlilikte kullandığımız ve kullanılan kelimelerin birlikte ortaya çıkardığı anlam zenginliğidir. İkinci özellik ise bizim asıl üzerinde durmamız gereken artikülasyonun iletişim sırasında bulunulan sosyal durum ile uygunluğudur (Fisher, 1987: 80). Bir durum içerisinde artikülasyon açısından uygun görülen bir sözlü iletişim biçimi, başka bir durum içerisinde komik ve uygunsuz görülebilir. Bu durumun oluşmasının en önemli nedeni de, dil kullanımının bireylere göre farklılık göstermesidir. Örneğin, Türkiye’de söz yoluyla iletişim kuran 75 milyona yakın kişi Türkçeyi aynı yapı ve durum içerisinde farklı şekilde kullanabilir. Bu farklı kullanış biçimi, her bireyin, dili iletişim aracı olarak kullanırken kendisine göre artiküle etmesinden kaynaklanmaktadır. 5 Dil Statiktir, Sözlü İletişim Dinamiktir Kelimeler var olduktan sonra tamamen değişime uğramazlar fakat yaşadığımız toplum, ortam ve dünya sürekli değişir. Bu duruma verebileceğimiz en basit örnek, sandalye kavramının ve kelimesinin karşılığı değişmese de, bundan on yıl önce kullandığımız sandalye ile bugün kullandığımız sandalye farklılık göstermektedir (Severin ve Tankard, 2001: 92). Diğer bir deyişle, insanın yaşadığı doğa ve ortam sürekli değişirken, yaşamımızdaki ögeleri tanımlamak için kullandığımız sözlü dil aynı kalmaktadır. Bu durumda dil, sözlü iletişimi mekan, zaman ve gerçeklikle bağlı kılmaktadır. Sözlü iletişimin oluştuğu zaman ve mekan, kullanılan ve değişmeyen dil ile değişen ortamı birbirine bağlar. Bu da sözlü iletişimin, insanın çevresiyle ve diğer bireylerle olan ilişkisinde ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Dilin, kullanıldığı zamanın gerçekliği ile olan ilişkisi, sözlü iletişimin içerdiği ögeleri de etkilemektedir. Bunun nedeni ise iletişimin oluştuğu gerçekliğin bir süreç, yapılan sözlü iletişimin ise dinamik bir yapıya sahip olmasıdır (Severin ve Tankard, 2001: 92). Sözlü iletişimin temel ögesi olan dil ise bu değişen gerçekliğin karşısında, insan-toplum ve insan-insan ilişkisinin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için kendisini statik açıdan yenilemek zorundadır. Sabit olan dil, sözlü iletişim içerisinde kullanılarak iletişimin yarattığı gerçeklik içerisinde dinamik bir hal alır. Sabit olan dili değiştiren, iletişim yoluyla zamanın ve mekanın gerçekliğine taşınmasıdır. Bu bağlamda doğada ve toplum hayatında keşfedilen her yeni nesne ve kavram, dil içerisinde karşılığını bulmalıdır ki sözlü iletişim ortamında kendisine yer edinebilsin ve gerçeklik karşılığında tanımlanabilsin. Limitli Dil, Limitsiz Sözlü İletişim Her insan mutlaka kendisiyle, çevresiyle ve çevresindeki bireylerle sözlü olarak iletişim kurar ve bu iletişim kurma sırasında diğer insanlarla ortak olan duygu ve düşüncüleri, kendine özgü bir biçimde ifade etmeye çalışır. Bu ifade sırasında önceden de belirttiğimiz gibi dil en önemli araçtır. Eğer Türk Dil Kurumu’nun güncel Türkçe sözlüğündeki 110 bin civarındaki kelimeyi 75 milyona yakın Türkiye nüfusunun sözlü iletişiminde aynı duyguları ve konuları anlatmak için kullandığı düşünülürse, aslında dilin sözlü iletişimi bir açıdan kısıtlarken bir açıdan da kişinin söz yoluyla kurduğu iletişimin herkes tarafından ortak bir aracı yoluyla anlaşılmasını da sağlamaktadır. Dil, sözlü iletişim yoluyla, limitli ve soyutlaşmış kurallar bütününden çıkıp, sözlü iletişimin limitsiz anlamlar bütününden oluşan ortamına girer. Dilin belirlediği sınırları, düşünce ve anlam yoluyla kaldıran sözlü iletişim, dili özgür kılmak için, dilin barındırdığı anlamları soyutlayarak en aza indirger. Kelimelerin somut olarak varolamaması, aynı zamanda sözlü iletişimin geçicilik unsurunu da etkiler. Sözlü iletişimde, iletişimin temel ögesi olan kelime var olduğu anda yok olur. Sözlü iletişimde devamlılık kelimelere bağlı olduğu için, sesin olmaması sözlü iletişimin de durmasına ve sessizliğe neden olur (Ong, 1999: 47). Sözlü kültürün oluşturduğu iletişim, somut bir kanıta dayanmadığından dolayı, unutulmamak için sürekli tekrarlanmak zorundadır. Bu durum da sözlü iletişimi, insan hayatının içerisinde daha yoğun olarak kullanmasını gerektirir. Sözlü iletişimin, hafızaya ve düşünceye dayalı bir iletişim biçimi olmasının nedeni budur. Sözlü iletişimde dili limitli ortamından çıkarıp limitsizleştiren soyutlama eylemdir. Soyutlama belli bir bütün içerisinden belirlenmiş bir detayı seçip geri kalanı bırakma süreci olarak adlandırılabilir ve sözlü iletişim içerisinde bireyin aslında dili kullanırken dilin bütününe uyguladığı işlem de bu soyutlamadan oluşur (Severin ve Tankard, 2001: 94). Dilin soyutlama olmadan kullanımı olanaksız olduğu gibi, karşımızdakiyle olan sözlü iletişimimizde hem konuşan hem de dinleyen olarak, bizim duyduklarımızı ve söylediklerimizi belli düşünsel kategoriler oluşturarak anlamlandırmamızı sağlar. Bu durum, sözlü iletişimin karmaşıklaşmasını önlerken, daha anlaşılır ve sağlıklı bir sözel iletişime ortam hazırlar. Sözlü iletişim içerisinde dilin soyutlaşması diğer bir taraftan da az araçla çok mesaj vermemizi sağlar. Konuşma sırasında gönderilen tek kelimelik bir mesaj, karşımızdakinin birden çok anlamı bir kelimeyle anımsamasını ve anlamasını sağlayabilir. Bu konuyla ilgili S. I. Hayakawa’nın (1964:179)’da soyutlama merdiveni isimli geliştirdiği diyagram, sözel iletişim içerisinde soyutlamanın seviyelerini açık bir şekilde belirtmektedir (Aktaran Severin ve Tankard, 2009: 94). 6 Tablo 1.1: Soyutlama Merdiveni Örneği (Severin ve Tankard, 2001: 94) Sözel Seviye 8 Ulaşım 7 Kara ulaşımı 6 Motorlu araç 5 Araba 4 X araba markası 3 Y kişisinin X Arabasının Z Modeli Sözsüz Seviye 2 Görüp dokunabildiğimiz kestane rengi X arabası 1 Atomal süreç olarak araba Bu görünen sözlü iletişim sırasında oluşabilecek soyutlama merdiveninde birinci kısım tamamen kelimenin yani arabanın bilim insanları tarafından nasıl görüldüğünü gösterirken ikinci kısımda ise arabayı duyularımızla nasıl algıladığımız görülmektedir. Bu iki kısımda sözlü iletişim oluşmaz ve kelime dil içerisinde kavramlaşmamıştır. Üçüncü kısım, kelimenin kullanıldığı ve göndericiden mesaj olarak çıktığı sözel iletişimin başlangıç anı, ilk kısmıdır. Genellikle bu kısımda mesaj belirlenmiş bir nesneyi işaret eder. İşaret edilen tüm bilgiler verilmiştir; arabanın modeli, markası ve ait olduğu şahıs açıkça iletilmiştir, kısacası bilgiler nettir. Bu kısımdan dördüncü kısıma kadar nesne ve mesaj belirginliğini kaybeder ve dördüncü kısımda ise alıcının algıladığı kavramlar arasında bütün X marka arabalar görülebilir. Dördüncü kısımdan sonra ise dinleyicinin algıladığı X arabası kavramı genişleyerek bütün arabalara, daha sonra tüm motorlu taşıtlara, kara ulaşımına ve ulaşım olarak en genel kavrama kadar genişleyebilir. Bu durumda soyutlanan kelime ulaşım olmuştur, çünkü, ulaşım Y kişisinin X arabasının Z modeline kadar indirgenmiştir (Severin ve Tankard, 2001: 94). Dil üzerinde yapılan bu soyutlanma işlemi tüm dillerde oluşan sözlü iletişimin içerisinde vardır. Hangi dil ve ortam olursa olsun, dilin de belirli bir limiti vardır ve kelimelerin iletişim sırasında soyutlanarak kategorileştirilmesi, limitli çerçeve içerisinde daha rahat ve anlaşılır bir iletişim ortamının sağlanması gerekmektedir. Bunun nedeni ise insanın kategoriler halinde konuşması, algılaması ve düşünmesinden kaynaklanmaktadır. Bu kategoriler de doğadan değil dilimizin ve kafamızın içerisinde sözlü iletişimin tarihsel süreci içerisinde oluşmuştur. Bu soyutlama aslında sözlü iletişimin bireye sözel iletiden somut anlamlar çıkarabilme ve dilin kısıtlı olanaklarını genişletme olanağı tanır. Siz de sözlü iletişim sırasında kullandığınız kelimelerden bir kaçını seçip, soyutlama merdiveni şeklinde olduğu gibi seviyelere ayırıp, inceleyiniz. SÖZLÜ İLETİŞİM SÜRECİ İletişimin sürekli gönderici ve alıcı arasındaki neden sonuç ilişkileriyle bağdaştırılıp, genelde bu konu altında incelenmesi, süreç olarak gerçekleşen iletişimin, bu süreç içerisinde ne olduğu, nasıl olduğu konularının ihmal edilmesine neden olmuştur. Judith Lazar iletişim terimiyle ilgili şunları söylemektedir: “İletişim terimi genellikle güç, denetim, nüfuz, ilişki, değişim, iletme v.b.’ni gelişigüzel belirtmek için her yerde kullanılmaktadır.” İletişim bir süreçtir derken aynı zamanda iki birey arasındaki bir kanal olarak da örneklendirilebilir (2009: 49). Bu kanalda mesajın nasıl, hangi şekilde, neden, ne zaman, kim tarafından kime gönderildiği önemlidir. Bununla birlikte iletici olan kanal bir çok farklı şekilde kullanılabilmektedir ve sözel iletişim dediğimiz iletişim türü bu kanalların arasında en yoğun kullanılan ve en çok ileti taşıyan kanaldır. 7 Sözlü iletişim denildiği zaman, bu iletişim türünü birey olmadan düşünemeyiz. Sözlü iletişimde hem gönderen hem de alıcı konumunda olan bireydir. Bireyin, merkezi bir konumda olduğu sözlü iletişim alanında; sosyoloji, dilbilim, psikoloji, iletişim bilimleri gibi bir çok akademik disiplin incelemelerde bulunmuştur. İlk başlarda bireyin iletişim alanındaki konumuna bakarak sözlü iletişimin yapılmasındaki niyeti, başka bir deyişle sözlü iletişim kurmanın nedenlerini ve sonuçlarını ön plana alan bir çok disiplin, zaman içerisinde niyet ile birlikte aslında sosyal ortamın, kültürün ve dilin sözlü iletişim içerisinde bireyi etkileyen ögeler olduğunu belirterek, araştırma alanlarını ve konularını bu alanlara doğru genişletmişlerdir. İncelemelerin bu bahsettiğimiz disiplinlerarası ortama doğru genişlemesi bir yandan sözlü iletişimi daha derin bir biçimde inceleme olanağı veririken, diğer yandan sözlü iletişim alanını daha ayrıntılı ve bağlamsal bir ortama taşır. Günümüzde bir çok disiplin tarafından incelenen sözlü iletişimin, her disiplin içerisinde incelenmesini zor kılan durum, sözlü iletişimin durağan olmamasıdır (Ong, 1999). Sözlü iletişim ve beslendiği kültür sürekli akar ve değişir, kendisi değişirken hem bireyin kültürünü etkiler hem de ondan etkilenir. Bu nedenle de düşünce yapısını zaman içerisinde değiştirecek güce sahiptir. Buna ek olarak, sözlü iletişim ve oluşturduğu kültürün incelenmesinde engel olan etkenlerden bir diğeri de, sözlü kültürün yazı gibi fiziksel bir kanıtı ve zemini olmamasıdır. Sözlü İletişimin Yapısı Lasswell’in İletişim Modeli İletişim alanında ortaya konulmuş bir çok farklı model vardır ve bu modellerin kendi içerisinde tutarlılıkları da bulunmaktadır. Amerikalı siyaset bilimci ve iletişim kuramcısı Harold Lasswell’e (1902 1978) ait olan Lasswell Modeli (1948) (Şekil 1.1) daha çok kitle iletişimini çözümlemek için ortaya konmuş olsa da (Lazar, 2009: 95), bizim Laswell Modelini seçmemizin nedeni, sözlü iletişim ile daha yakından ilgili olması ve sözlü iletişimin gerçekleşme biçimini daha net bir şekilde ortaya koymasıdır. Şekil 1.1: Lasswell’in İletişim Modeli (Lazar, 2009: 96) Bu iletişim modelinde gayet açık bir biçimde belirtildiği gibi sözlü iletişimin sürecine uygun bir çözümlemede bulunulmuştur. İleten olarak kaynaktan çıkan mesaj, dili araç olarak kullanarak iletiyi alıcıya ulaştırır ve dinleyici konumundaki alıcıda bu mesaj anlamlaştırılarak bir etki oluşur. Sözlü İletişim Modeli Bir önceki başlıkta belirtiğimiz model, kitle iletişiminden yola çıkarak, kitle iletişiminin de içinde var olan sözlü iletişime uyarlanan ve 1940’lı yıllarda ortaya konmuş bir modeldir. 20. Yüzyılın sonlarıyla beraber günümüze kadar geçen süreci düşünürsek, sözlü iletişimle ilgili daha belirgin bir model belirlemek olanaklıdır. Hakkında sürekli çalışmalar yapılmış olan sözlü iletişim alanının ve oluştuğu sürecin daha iyi kavranabilmesi için açıklayıcı bir modelin oluşturulması da kaçınılmazdır. 8 Şekil 1.2: Sözlü İletişim Modeli Kaynak: Bu model belirtilen kaynaklar doğrultusunda hazırlanmıştır: http://www.lclab.net/%EB%82%B4%EC%9A%A9.htm / http://finntrack.co.uk/images/CommunicationModelOfSpeech_new.png http://finntrack.co.uk/learners/cbe_syllabus.htm Yukarıdaki Şekil 1.2’de gördüğümüz üzere sözlü iletişimin süreç olarak modeli diğer iletişim modelleriyle benzerlik göstermektedir. Bunun dışında, bu modelin ortaya koymaya çalıştığı durum, iletişimi dil, ses ve şifrelenen mesaj bağlamında incelemesidir. Bu incelemeyi yaparkende gönderen ve alıcı arasındaki değişim sürecini de gözden kaçırmamıştır. Yollanmak istenen mesaj, ilk önce düşüncede varolan dilbilgisi yardımıyla kelimelerle şifrelenirken, sonraki aşama, iletiyi gönderenin kelimeleri ses yoluyla karşı tarafın duyabileceği, algılayabileceği bir hale getirmesidir. Mesaj kelime ve ses ile şifrelendikten sonra karşı tarafa iletilir ve bu arada değişir. Değişim süreci sırasında mesaj değişkenlik gösterir ve alıcının algılayabileceği bir biçim haline gelir. Bir sonraki başlıkta ve daha sonraki başlıklarda bahsedeceğimiz bilinç, anlam ve söylem kavramları, sözlü iletişim süreci içerisindeki bu değişim süreci ile ilgilidir. İleti değişim sürecinde anlamlanır ve söyleme dönüşür. Değişim sürecinden sonraki aşamada ise alıcı iletiyi duyarak, öncelikle gönderenin sesini algılar. Bu algılama işleminden sonra artık alıcının deşifre aşaması başlamaktadır. Alıcı, öncelikle işitsel olarak duyduğu sesleri, kendi düşüncesindeki dilbilgisi ile kelimelere dönüştürür. Bu nedenle, gönderenin gönderdiği ses ile şifrelenmiş kelimelerle, alıcının deşifre etmeye çalıştığı ses içerisinde kelimeler aynı dil içerisinde kavramlaşmış olmalıdır. Alıcının ses olarak duyduğu kelimeleri ve dili bilmemesi, alıcının bir sonraki deşifre aşamasına geçmesini engeller. Kelimeleri deşifre etmeyi başarabilen alıcı ise bir sonraki aşamada o kelimelere anlam kazandırmaya çalışır. Kelimelerin başarılı bir biçimde anlama dönüştürülmesi, mesajın artık alıcıya tamamen iletilmiş olduğunun kanıtıdır. Bu kanıt aynı zamanda da sözlü iletişimin gerçekleşmiş olduğunun kanıtıdır. Bilinç Etkisi Bahsettiğimiz gibi sözlü iletişim bir çok alanın inceleme konusu olmaktadır. Psikoloji, iletişim bilimleri ve sosyolojinin ilgilendiği sözlü iletişimde de bilincin bir öge olarak incelenmesinin önemli bir yeri vardır. Bilinç, insanın sosyal olarak bulunduğu karşılıklı ilişkilerden kendi özeline kadar tüm hayatı boyunca geliştirdiği ve bilgileri toplayıp, kendi içerisinde değerlendirip daha sonra da hayatının her alanında kullandığı bir düşünceler ve birikimler topluluğudur. Bu nedenle, bireyin kurduğu her iletişim biçimi muhakkak bilincin süzgecinden geçer. Kişinin aldığı ve gönderdiği her mesaj ilk önce bilincin yönlendirmeleriyle şekillenir. Bilinç, göndereceği sözlü mesaja niyeti ve amacı olan bir mesaj yükler. Bunun karşılığında alıcı olan birey de amaçlandırılmış mesajı yine bilincin süzgeciyle anlamlandırmaya çalışır. Özellikle sözlü iletişimde anlam ve niyet kavramları bilincin algılayışıyla son şekillerini alırlar. Niyet ve anlamın bilinç yoluyla şekillenmesi de hem bilişsel yolla hem de kavrayışsal yolla oluşmaktadır. Bilincin iletişim sırasında kullandığı bilişsel yol hafızadan, seçimlerden, duyu organları yoluyla oluşmuş olan deneyimlerden oluşurken, kavrayışsal kısım ise bilişsel yolla elde edilen tüm verilerin mantık çerçevesi içerisinde düzene sokulup kullanılmasını sağlamaktadır (Lazar, 2009: 51). Birbiriyle bağlantılı olan bu her iki bilinç öğesinin de doğru bir şekilde incelenmesi ve hem birey hem de toplumun içerisinde bulunduğu iletişim alanlarındaki yerinin anlaşılması, bireyin bulunduğu her türlü iletişim biçimi açısından önemlidir. 9 Sözel Dönüşlülük ve Toplumsal Bağlam Sözel kültür ve iletişimin toplumla kurduğu bağ çok yakın ve özeldir. Sosyal yapı içerisinde kullanılan sözlü iletişim ve onun ögeleri, kullanıldığı topluluğun özelliklerini de taşımaktadır. Bu duruma bakarak aslında bir ülke de kullanılan dilin ve bu nedenle de sözel iletişimin iki farklı türü olduğu gözlemlenebilir. İnsanın ses ve söz yoluyla kurduğu ve daha çok kurallara uygun olması gereken sözlük dili var iken, bir de günlük normal yaşantısı içerisinde kullandığı sözel iletişim için kullandığı iletişim dili vardır. Günlük hayat içerisinde iletişim amaçlı kullanılan sözel iletişim biçimi toplumsal yapıya daha yakın olarak gelişir. Sosyal yapı ile sözlü iletişim arasında iki taraflı bir ilişki vardır. Bu ilişkinin dilbilim içerisindeki terim karşılığı ise dönüşlülük (reflexivity)’tür (Fisher, 1987: 80). Sözlü iletişimin temel öğesi olan dil kullanıldığı dönem ve jenerasyon içerisinde dönüşlülük gösterir. Her genç jenerasyon kendi içerisinde belirli kalıplara uydurarak dili sözlü iletişim için şekillendirmektedir (Fisher, 1987: 84). Bununla birlikte bir sonraki jenerasyon da bir önceki jenerasyonun dönüştürdüğü dili ve onun yarattığı sözlü iletişim şeklini dönüştürerek etkilemektedir. Ayrıca oluşan bu jenerasyona özgü iletişim şekli, kişileri sosyal yapı içerisinde sınıflandırmaktadır. Kişinin kullandığı dönüşmüş dil şekline göre hangi kültürel ve sosyal gruba ait olduğu ve hangi jenerasyon içerisinde bulunduğu da ortaya çıkmaktadır. Ama bu konuyla ilgili olarak unutulmaması gereken önemli etkenlerden biri artık kültürlerin ve coğrafyaların birbirleriyle çok hızlı bir biçimde iletişim halinde olmalarıdır. Her ne kadar halen dilin dönüşlülük unsurundan ve bu unsurun sözel iletişime yansımasından bahsetsek de, her bir sosyal grup, kolay ulaşılabilen iletişim aygıtları sayesinde birbirlerinden hızla etkilenmektedir ve bu etkileşim sonucunda da kişinin sözlü iletişim kurarken geliştirdiği dönüşlülük sadece yaşadığı ortamdan ve kültürden değil, kullandığı iletişim araçlarından da etkilenmektedir. Toplumsal bağlar sayesinde edinilmiş dil kullanımı, kişinin, bulunduğu her ortamda bu dil kullanımıyla iletişim kurmasını gerektirmez. Kişi, sözlü iletişimde bulunduğu andaki sosyal durum içerisine göre kullanabileceği dil biçimini şekillendirebilir. Tabii ki bu durum, bireyin sahip olduğu ve daha önceden bahsettiğimiz iletişim zenginliğiyle ilgilidir. Buna karşılık, kişinin kullanabildiği her türlü sözel iletişim biçimini, her zaman ve her yerde kullanması da olanaksızdır. Kişi, sözlü iletişim kurmak istediği alıcının ve ortamın biçimine göre kendi dil yetkinliği doğrultusunda konuşma biçimini değiştirebilir (Fisher, 1987: 87-89). Bu durumun aynısı dinleyici olarak da kişinin bulunduğu sosyal durumla ilişkilidir. Örneğin, yüksek eğitim almış bir kişi, kırsal kesimde yaşamış ve kitle iletişim araçlarıyla çok fazla ilişkisi olmamış aile büyükleriyle sözlü iletişim kurarken düşünce olarak daha farklı bir dil biçimi kullanır. Özellikle dinleyici olurken, kırsal kesimdeki yerel bir aksan ve kelime haznesine sahip aile büyüklerini dinleyen kişi, eğitim süresince edindiği dil yetkinliğini bir kenara bırakıp, eski yerel diline dönüş yapmalıdır ki iletişim kurabilsin. Bu durum, daha önceden bahsettiğimiz, sözlü kültür ve iletişimin hafızayla ne kadar doğru orantıda olduğunu kanıtlamaktadır. Zamanında Türkiye’den Almanya’ya çalışmak için göçen bir çok aile çocuklarına Türkçeyi unutturmamak adına, eğitimlerinin dışında çocuklarıyla Türkçe konuşmaya çalışmışlardır. Buna rağmen yine de, her ne kadar yeni jenerasyon olsalar da, Almanya’da doğup büyümüş bir jenerasyon, Türkçeyi belirli bir aksanla konuşurlar. Onların sözel iletişim yetileri, Türkiye’de doğup büyüyen birisinden çok daha farklıdır. Aynı durum, çok kültürlü ülkeler için de geçerlidir. Eğer Türkiye’yi ele alacak olursak, coğrafi bölgelere göre kişinin Türkçe telaffuzu değişiklik gösterir. Burada konunun anlaşılabilmesi için en belirgin ve açıklayıcı örnekler kendi deneyimlerimizdir. Sözel dönüşlülüğün ortaya çıkarabileceği olumlu veya olumsuz sonuçları, bireyin toplumla olan bağını da düşünerek tartışınız. Sözlü İletişimde Anlam Kavramı Sözlü iletişim en önemli ve karmaşık olan kısımlarından biri anlam kavramıdır. Bunu sebebi ise iletişimin oluştuğu ortama ve zamana göre anlam değişmektedir ve sözlü kurulan iletişim kalıcı olmadığından anlamın an içerisinde doğru aktarılması çok daha önemlidir. Söz ile iletilen anlamı değiştirebilmek ve geri alabilmek olanaksızdır. Özellikle kişilerarası sözlü iletişimde anlam en önemli unsurdur ve önemli 10 olduğu kadar da karmaşık bir yapısı vardır. Anlam, sözlü iletişimin hemen her alanında görülmektedir. Hem dilin, hem sosyal iletişimin, hem kişisel iletişimin hem de iletişimsel davranışın içerisinde yer alır. Bu nedenle anlamın tüm bu iletişim kavramlarının içerisinde incelenmesi, kişilerarası iletişimi genel olarak anlamak için de önemlidir. Bundan dolayı iletişim, dolayısıyla sözlü iletişim de anlamsız düşünülemez. Dil yoluyla sözlü iletişimde anlam yaratımı da her kişinin zamanla bulundukları ve deneyimledikleri sosyal ortam ve olaylar sonrasında kendi dil ve sözel anlamlarını değiştirerek, bireyin kendi anlam bütünlüğünü yaratmasına neden olur (Fisher, 1987: 86-87). Kişinin kendi anlam bütünlüğünü yaratmasının amacı da iletişim kurmaktır. Birey ancak anlamlandırdığı iletiye cevap verebilir. Bununla birlikte birey eğer bir anlam ifadesinde bulunma amacındaysa sözlü bir ileti yollar. Kişinin, zaman içerisinde oluşturduğu anlam ve tanımlamalar birer parola şeklinde karşı tarafa mesaj olarak yollanmaktadır. Bu parolalar hem iletişimi şekillendirir hem de iletişimin içerdiği anlamı. Her sözlü iletişim biçimi kendi içerisinde bir anlam içerir ve bu anlama göre iletişim şekillenir. Sözlü iletişim içerisinde anlam konusuna baktığımızda da karşımıza doğrular ve yanlışlar pek çıkmaz, çünkü, belirlenmiş bir doğru anlam ve yanlış anlam kalıbı yoktur. Bununla birlikte anlam dediğimiz şey de tamamen tanımlanamaz (Fisher, 1987: 87). Sözel bir biçimde ifade edilen her şey bir anlam içerebilir ve bu anlamı tanımlayabilen kesin bir ifade de yoktur. Buna ek olarak, sözlü iletişimde anlamın tam olarak nerede ve nasıl oluştuğu da kesin olarak belirtilemez. Anlam bir andan çok bir süreçtir. Bu süreç göndericinin oluşturduğu andan itibaren başlar ve alıcıda oluşan anlamın sonlanmasına kadar devam eder. Bu süreç hem göndericiden hem alıcıdan hem de iletişimin oluştuğu ortamdan dolayı farklılık gösterebilir. Sözlü iletişimde anlam konusunu daha iyi kavramak adına iki türlü anlamdan bahsedebiliriz. İlk olarak bahsedebileceğimiz anlam yine dil ve onun kullanımıyla ilgilidir. Bu anlam dilin kuralları çerçevesinde değerlendirilir. İkinci anlam ise daha karmaşık olan bireylerarası sözel iletişimde oluşan soyut anlamdır ki bu anlamın doğrusu yoktur (Fisher, 1987, 79-93). Başka bir deyişle her anlam doğru olabilir. Bunun nedeni ise, hem söylenen mesajın birey tarafından anlamlandırılmaya çalışılması, hem de söylenenin zaten kendi içerisinde bir anlamının olması durumdur. Bu iki farklı durumdan ilki iletinin biçimi ve ikincisi iletinin niyeti olarak adlandırılabilir. Bununla birlikte, sözlü iletişimde daha çok önemli olan aslında niyettir (Severin ve Tankard, 2001: 91-96). Ne söylediğimiz değil, söylediklerimizle ne anlatmak, neyi anlamlandırmak istediğimizdir. Bu durum tabii ki alıcının algısıyla da ilgilidir ama alıcı genellikle mesajı durum ve bağlama göre algılar. Alıcı için göndericinin niyeti ve ne anlatmak istediği genellikle ikinci sırada gelir. Görüldüğü üzere anlam, sözlü iletişim için önemli olduğu kadar karmaşık bir kavramdır. Söyleminde bir bütünlük içerisinde bulunduğu anlam kavramını anlamak için bu kavramı iki başlık altında, biraz daha kolaya indirgeyerek inceleyebiliriz. Kalıplaşmış Anlam Kalıplaşmış anlam, bireylerarası sözlü iletişim sayesinde sosyal anlam içerisinde oluşmuş anlam olarak adlandırılmaktadır (Fisher, 1987: 88). Bu durum içerisinde sosyal bağlamla birlikte dilin kullanımının kalıplaşmasıyla sözlü iletişim oluşmaktadır. Örneğin, Türkiye’nin Ege bölgesinde konuşulan dilde kalıplaşmış deyim kullanımları, çeşitli nesnelere verilmiş genel sözlük Türkçesinden farklı kelimeler kullanılmaktadır ve tüm bu sözel ifadeler o bölge içerisinde kalıplaşmıştır. Herhangi sosyal bir grubun ya da coğrafi bir bölgenin kendi arasında kalıplaşan sözel iletişimde kullandığı ifadeler, o bölgenin bağlı olduğu ülke ve sosyal grubun bağlı olduğu daha büyük sosyal gruplar tarafından anlaşılamayabilir. Kalıplaşmış anlam bahsettiğimiz bu coğrafi ya da sosyal gruplar dışında yaş ve cinsiyetle alakalı olabilir. Gençlerin kendi aralarında varolan, kadınların ve erkeklerin kendi aralarında kullandığı anlam olarak dil içerisinde kalıplaşmış sözlü iletişim ögeleri bulunmaktadır. 11 Sözlü iletişimin sürecindeki cinsiyet farklılıklarının kültür ile ilişkisi hakkındaki daha ayrıntılı bilgiyi “Kültür ve Sözlü İletişim” başlıklı 4. Ünitede bulabilirsiniz. Stil Değiştiren Anlam İletişim içerisinde eğer bireyin yolladığı mesajın bir mektup olduğunu ve her mektubunda gideceği tek bir posta kodu olduğunu düşünürsek aslında iletişim daha anlaşılır bir hale gelebilir. Buna karşılık, sosyal yapı içerisinde iletişime baktığımız zaman, özellikle sözlü iletişime, ne yollanan mesaj bir mektup niteliği taşır ne de mesajın gittiği yön tek bir posta kodu ile belirtilmiştir (Fisher, 1987: 91). Bunun sebebi, iletişim kuran her bir bireyin birden fazla toplumsal bağlam içerisinde bulunmasıdır. Bu nedenle kişiler bulundukları her farklı sosyal durum ve toplumsal bağlam içerisinde farklı bir iletişim şekli kullanırlar ve bu aradaki geçişler de stil değiştirme olarak adlandırılır. Arkadaş ortamı, aile ortamı, iş ortamı, coğrafi ortam, politik ortam, sosyoekonomik ortam gibi bir çok farklı ortamda bulunan birey, her birinde aynı yolla sözel iletişim kurmaz. Bununla birlikte, kişi, her bir ortamda kendine özgü bir iletişim biçimi de geliştirmektedir. Sözlü iletişimde bahsettiğimiz stil ise bu farklı ortamlarda kişinin kendine özgü olarak seçtiği sözel iletişim biçimini belirtmektedir. Örnek olarak, birey, sıcak, soğuk, resmi, resmi olmayan, samimi, ilgisiz ve benzeri stillere sahip olabilmektedir. Bu durum bağlamında bazı bireyler daha çabuk ve yakın ilişki kurulabilir durumda olurken, bazıları ise daha mesafeli ve yavaş bir şekilde iletişim kurarlar. Stil, iletişim kurma biçimin yanında, kişinin karakteristik özelliklerini de belirleyen anlam ögeleri bütünüdür. Kişinin, utangaç, açık sözlü, konuşkan ve benzeri gibi karakter özellikleri, kişinin sosyal ortam içerisinde seçtiği stili doğrultusunda belirlenebilmektedir. Bununla beraber, bazı kişiler bu stil değiştirme sırasında belirli problemler de yaşarlar. Bu duruma verilebilecek en açık örnek, yakın çevresiyle çok kolay iletişim kuran birinin, bir topluluk önünde konuşma zorluğu çekmesi olabilir. Bu birey, yakın çevresi ve topluluk önündeki sosyal ortamı arasında stil değişimini gerçekleştirememektedir. Buna rağmen deneyimler doğrultusunda bu kişinin zamanla topluluk önünde konuşma korkusunu yenmesi, aynı zamanda bu kişinin stil değiştirmeyi de öğrenmiş olduğu anlamına gelmektedir. Bu durum aslında bir çok birey için alıştığından farklı ortamlarda bulunması durumunda geçerli olabilir. Bireyin yeni girdiği sosyal ortamda rahat ve doğru bir şekilde sözlü iletişim kurmaya alışması için belirli bir zamana ihtiyacı vardır. Bazı bireyler yeni ortamla iletişim kurabilmek için stil değiştirmeyi hızlıca öğrenebilirken, bazılarının biraz daha zamana ihtiyaçları olur. Bu bağlamda stil değiştirme zaman içerisinde öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir özelliktir (Fisher, 1987: 92). Önemli olan bir şekilde stil değiştirmeyi öğrenebilmektir, çünkü ancak bu şekilde bulunulan sosyal ortamla sağlıklı bir sözel iletişim kurulabilir. Stil değiştirmeden kurulan iletişimde ise hem mesaj gönderme, hem anlam çıkarma hem de alıcının algılaması açısından problemler oluşabilmektedir. Aynı zamanda stil değiştirme durumu göstermektedir ki bir kişi birden fazla stile doğal olarak sahiptir ve sahip olmalıdır da. Sözlü iletişim bu durumu gerektirmektedir. Kendi deneyimleriniz doğrultusunda, sözlü iletişim sırasında kendinizde ya da diğer bireylerde gerçekleşen stil değiştirme durumlarını bu bilgiler ışığında düşünüp değerlendiriniz. Sözün Söyleme Dönüşümü Sözlü iletişim ve onun yarattığı sözlü kültür paralel olarak gelişen ve birbirleriyle bağlantılı kavramlardır. Bu kavramlar yazı sonrası dönemde ve halen günümüzde de yazılı iletişim ve kültürle sürekli karşılaştırılmaktadır. Yazı sonrası sözlü kültür alanında geliştirilen en önemli kuramlardan biri sözeylem (söylem) kuramıdır. J. L. Austin, John R. Searle ve H. P. Grice gibi bir araştırmacılar bu kuramla uğraşmışlar ve sonraki dönemde Mary Louise Pratt ise bu kuramı farklı alanlara uygulamıştır. Söylem kuramı, sözlü iletişimin temel hareketi olan konuşmada üç ayrı eylem türü saptar: 1. Bir sözce, kelimelerden bir yapı üretme eylemi olan “düzsöz eylemi” (locutionary act); 2. Söz verme, selamlama, ileri sürme, övünme vb. örneklerde konuşanla konuşulan kişi arasındaki etkileşimi dışa vuran “edimsöz eylemi” (illocutionary act); 3. Dinleyende korku, inanma, yüreklenme gibi etkiler yaratan “etkisöz eylemi” (perlocutionary act)’dir (Ong, 1999: 199). 12 Söylem, sözlü iletişim içerisinde mesajı taşıyan aygıtlar bütünüdür. Bireyin kişisel bilinci iletişim nesnesini oluşturur ve söylem yoluyla karşı tarafa taşır. Söylem, içerisinde hem niyeti, hem bilincin ortaya koyduğu ögeleri, hem de anlamı bir arada barındırmaktadır. Buna karşılık, anlamda da olduğu gibi, söylemde bulunan kişiyle, söylemi algılayan kişi arasında, söylemin çözümlenmesinde farklılıklar olabilir. Bunun nedeni ise söylemi hazır hale getiren kişi ile söylemi hazır halinden alıp tekrar parçalarına ayıran kişinin farklı bilinç yapılarına sahip olmalarıdır. Söylemin de kendi içerisinde özümleme (integration), çıkarsama (inference), depolama (stockage) ve geri çağırma (faire-appel) olmak üzere dört farklı aşaması bulunmaktadır (Lazar, 2009: 52). Bu dört aşama gönderenden daha çok alıcının söylemi algısıyla ilgilidir ve her birey hem gönderen hem de alıcı konumunda olabileceğinden genel olarak herkes için kabul edilebilir aşamalardır. Söylemin özümlenmesi ilk olarak bireyin kendi bilinciyle yapması gereken bir durumdur. Alınan ileti özümlenemezse alıcıda anlamını yitirir ve bir sonraki aşama olan çıkarsama aşamasına geçilemez. Özümsenen iletinden çıkarım yapılmasıyla birlikte söylem alıcı olan bireyde kalıcı hale gelir ve daha sonra tekrar kullanılmak üzere bilinç içerisinde depolanır. Depolanan ileti ve içerdiği söylemde gerektiğinde geri çağrılarak tekrar kullanılır ve alıcı, artık gönderen konumunda olduğundan, geri çağrılan ileti başka bir alıcıya gönderilir ve tekrar aynı işlemlerden geçer (Lazar, 2009: 52). Bu şekilde söylem sürekli değişkenlik içerisinde bireylerarasında sürekli gezinir ve yeni anlamlar ve yeni niyetler doğrultusunda kullanılır. Diğer bir taraftan, bir iletinin sürekli farklı anlamlar kazanarak farklı söylemler için kullanılması ve bu bahsedilen aşamaları başarılı bir biçimde geçebilmesi, hem o iletinin etki düzeyiyle hem de alıcının iletişimsel becerisiyle doğru orantılıdır. Söz ve Varsayım Sözlü iletişimin doğası gereği, mesajı gönderen ve alan olarak, birey sürekli varsayımda bulunur. Kişi, karşıdakinin kendisine söz yoluyla ilettiği mesajı kendi bilinci, kültürel geçmişi ve dil anlayışı çerçevesinde varsayımlarda bulunarak deşifre eder. Dil kelimeleri dilimize yerleştirirken aynı zamanda kelimelerin işaret ettiği kavramları da düşüncemize yerleştirir (Severin ve Tankard, 2001: 96). Bu durumu en yaygın olarak farklı dillerin birbirleriyle olan iletişimine dayanmaktadır. Her dil kendi içinde farklı ifade biçimleri kullanmasına rağmen, farklı kelimelerin işaret ettiği düşünsel kavramlar ortaktır. Buna karşın, sözel iletişimde ayrı dilleri konuşan iki kişinin birbirleriyle sağlıklı ve anlaşılır sözel bir iletişim kurmaları olanaksızdır. Kişinin bilmediği bir dilde ilk önce kelimeleri bilmesi gerekir ki evrensel olan kavramlarla öğrendiği kelimeleri karşılıklı bağdaştırabilsin. Varsayımın sözlü iletişimde ki önemi, anadili dışında yabancı dil bilen bir kişinin o dili yazma, konuşma, okuma ve dinlemedeki düzey farklılıklarında çok açık şekilde görülebilir. Genelde herhangi bir yabancı dili iyi konuşan kişinin okuma ve yazmada daha az zorluk çektiği görülürken, yazma ve okuması iyi olan bir kişinin muhakkak o dili iyi konuşacağı ve anlayacağı söylenemez. Bunun nedeni, daha önceden belirttiğimiz gibi sözel iletişimin önce düşünsel olarak yerleşmesi gerekir ve anadil dışında yabancı dil öğrenen bir kişi anadilinin oluşturduğu düşünsel kavramlarla sonradan öğrendiği dilin kelimeleri arasında bağlantı kuramadan konuşma ve dinlemede zorlanmasıdır. Bu durum göstermektedir ki, varsayım yoluyla oluşan kelime ve düşünce ilişkisi her dil için tekrar kurulmalıdır. Varsayımlar üzerinden oluşan sözlü iletişimin diğer bir özelliği de kelimeler ve onlara karşılık gelen kavramların kalıcılığına dayanmasıdır. İletişim sırasında anlamını yitirmiş ve güncelliğini kaybetmiş varsayımlara dayanan kelimelerin kullanılması, sözlü iletişimi problemli kılacaktır çünkü kelime var oldukça onun yarattığı varsayım ve fikir varolur (Severin ve Tankard, 2001: 96). Her ne kadar iletilmeye çalışılan kelime, cümle ve onun çağrıştırdığı fikir, gönderen tarafında bir varsayıma dayansa da, alıcı kişinin o kelime ve fikirle daha önce bir ilişkisinin olmaması durumu, sözel yolla gönderilen mesajı etkisiz kılar. Sözlü İletişim Ortamları Sözlü iletişimin bireye bağlı bir iletişim türü olduğunu belirtmiştik ve bu durumdan yola çıkarak, sözlü iletişimin çeşitliliğini anlamak için, bireyin bulunduğu ortamların yapılarına genel bir bakış, sözlü iletişimin içeriğini anlamakta yardımcı olacaktır. Kendi düşüncesinde bile iki kişili diyaloglar yaratan bireyin, somut olarak da sözlü iletişime girebilmek için ikinci bir kişiye; gönderene ya da alıcıya gereksinimi vardır. 13 Bireyin İletişim Ortamı Birden fazla bireyin yaşadığı her ortamda iletişim olanaklıdır. Hatta bazı durumlarda, birey kendisiyle bile, düşünce yoluyla iletişim kurmaktadır. Özellikle sözlü iletişimin dil ve düşünce ile olan bağlantısını düşünürsek, birey kendi beyninde düşünürken ikili bir durumu yaratmalıdır ki verecek olduğu karara veya düşüncesine bir dayanak oluşturabilsin. Bu nedenle bireyin bulunduğu iletişim biçiminde, bireyi ve onun bilincini anlamadan iletişimin sürecini anlamak da olanaklı olmaz. Ayrıca birey sadece gönderen olarak değil, alıcı olarak da iletişim içerisinde yer aldığından, iki yönlü bir birey yaklaşımı gerekmektedir. Bu iki yönlü yaklaşımı anlayabilmek için de, insanı tüm biriktirdikleri ve anlamlandırdıklarıyla bireye dönüştüren bilinç önemli bir unsur olmuştur. İnsan iletişimin temeli olan bireylerarası iletişim (Lazar, 2009: 52), bireylerin fiziksel olanaklarını kullanarak kendi aralarında kurduğu etkileşimler bütünüdür. Bireylerarası iletişim kendi başına çok geniş bir alanda incelenebilecek bir konu olduğundan, çeşitli alt gruplara ayrılmak zorunda kalmıştır ve sözlü iletişim bunların arasında en yaygın olanlardan biridir. Bireyler fiziksel olarak varoldukları her ortamda diğer bireylerle fiziksel olanakları elverdiği derecede iletişim kurarlar. Bu amaçla insan bedeninin uzuvlarını ve duyu organlarını iletişim aracı olarak kullanır. Sözlü iletişim ise insanın ağız, dil, ses ve kulak gibi fiziksel olanaklarını kullanarak kurduğu iletişim biçimidir. Ayrıca teknolojinin olanakları düşünüldüğünde de sözlü iletişim fiziksel sınırların dışarısına çıkmış, telefon, televizyon, radyo, bilgisayar ve internet gibi iletişim araçları sayesinde, kişinin fiziksel olduğu ortamın dışarısına taşınma olanağına sahip olmuştur. Tüm bu teknolojik araçları ve insanın düşünme, konuşma ve dinleme yetilerini de gözönünde bulundurursak, sözlü iletişim, daha çok insana özgü bir iletişim şekli olarak incelenmiştir. Burada sözlü iletişimden bahsederken, dilin ve sesin kullanılmadığı sözsüz iletişimden tamamen bağıntısız olduğu düşünülmemelidir. Çünkü sözel iletişimde insan bedensel hareketlerini de kullanmaktadır. Gönderilen mesaja, konuşulan konuya uygun olarak, birey muhakkak bedenini, verdiği mesajı ve söylemini daha fazla güçlendirmek için kullanacaktır. İnsan iletişiminde inceleme konusu olabilecek davranışlar, olaylar ve durumlar sınırsız sayıda olabileceği için, belirli sınıflandırmalara gerek duyulduğundan dolayı sözlü ve sözsüz iletişim ayrı konular olarak ele alınsalar da, birebirleriyle çok yakından ilgili oldukları, her bireyin kendi hayatında edindiği deneyimlerle zaten gayet açıktır. Sözlü iletişimin öneminin bu kadar vurgulanmasının nedeni, bireyin günlük hayatı içerisinde bilgi verme ve alma amaçlı bir çok etkileşimi sırasındaki kullanım yoğunluğudur. Bireyin davranışlarının nedenlerini ve sonuçlarını anlamaya çalışırken, günlük hayat içerisindeki bu iletişim etkinlikleri çok faydalı bir rehber olarak kullanılır. Bireylerin üretiminden, tüketimine, bilgi alışverişinden dili nasıl kullandıklarına, sosyal ortamla ilişkilerinden kültürel yaşantılarına kadar sözlü iletişim alanı örnek çeşitliliği ve inceleme malzemesi açısından çok da zengin bir alandır. Grup Ortamı İki bireyden fazla bireyin bulunduğu ortamlarda grupsal sözlü iletişim durumu oluşmaktadır (Lazar, 2009: 56). Aile ortamı, iş ortamı, arkadaş ortamı gibi ortamlarda grup içi sözlü iletişim söz konusudur. Grup ortamları sosyal ortamlar olmakla beraber, bireyi birden fazla kişiyle sözlü iletişim kurma durumuna sokar. Bu durumlarda, tek bir ileti, aynı anda birden fazla kişi tarafından algılanır ve anlamlandırılır. Bundan dolayı da bir ileti, farklı zamanlarda değil, aynı zaman içerisinde farklı anlamlar kazanır ve farklı biçimlerde yorumlanabilir. Burada grubun yapısı da önemlidir. Aile ve arkadaş gibi genelde resmi olmayan grup ortamlarıyla birlikte, daha resmi bir sözel iletişimin kullanıldığı iş ortamı ya da kamusal alanlar gibi sınırlı çerçevede iletişim kurulduğu ortamlarda bulunmaktadır (Lazar, 2009: 57 60). Bir bankada veya hastanede sıra beklerken bekleme odasında diğer bireylerle kurduğumuz iletişim, evimizdeki bireylerle kurduğumuz iletişimden daha resmi ve sınırlı olacaktır. Resmi grup ortamlarında yaşanan bu sınırlılık aslında kişilerin birbirleriyle olan sosyal ilişkilerinden de kaynaklanmaktadır. Öğrenci öğretmen ilişkisi, patron çalışan ilişkisi, iş arkadaşı ilişkileri hatta bazı durumlarda ebeveyn evlat ilişkileri bile grup ortamında oluşacak olan iletişim biçimini etkiler. Grup içerisindeki sözlü iletişimde, söylenen söz, fiziksel yapısı sesten oluştuğu için, bireyin içinden gelir ve insanları birbirlerine bilinçli iç yapılar ve kişiler olarak bağlar. Bu durum iletişimsel açıdan birbirine sımsıkı bağlı insan kümeleri oluşturur (Ong, 1999: 93). Grup ortamında konuşmacı bir topluluğa seslenirken, dinleyiciler, hem kendi aralarında hem de konuşmacıyla bir bütündür. 14 Kitle Ortamı Grup içerisinde oluşan sözlü iletişimin sosyal ortama bağlı olarak kurulduğu en geniş biçimi de kitle iletişimidir. Kitle iletişimi aslında bir çok küçük grubu ve neredeyse bütün bireyleri içine alarak sözlü iletişimin her biçimde ve her anlamda görüldüğü bir iletişim kavramıdır. Sözlü iletişimin görüldüğü kitle iletişiminde, gönderen ve alıcı ilişkisi, bireylerarası iletişimdeki gibi yakın ve hızlı olmaz. İletişimin bir süreç olduğunu düşünürsek, kitle iletişimi süreç olarak gönderenin ve alıcının farklı zaman ve mekanlardan kurduğu kapsayıcı bir alana sahiptir. Diğer bir deyişle, aslında kitle iletişimi, göndericinin ve alıcının sürekli yer değiştirdiği, iletinin bir zamandan başka bir zamana, bir mekandan çok uzaktaki başka bir mekana gönderildiği bir iletişim alanıdır. Sözlü iletişimi de, kitle iletişimin vazgeçilmez bir ögesi olarak düşünürsek, söz yoluyla anlamlandırılıp bir söyleme dönüşen ileti kültürler, mekanlar, zamanlar ve insanlar arasında dolaşır ve durmaksızın, sözel olarak anlam kazanmaya ve kullanılmaya devam eder. Resim 1.1: Kitle iletişimi bireyin sözlü ifade biçimini de etkilemektedir. Kitle ortamında bir çok göndericiyle aynı anda ve hızlı bir biçimde iletişime geçer. Bu durum da, bireyin sözlü iletişim hayatında bir çok uyaranı anlamlandırmak ve düşüncesinde kavramlaştırmasını gerektirir. Farklı kitle iletişim araçlarına maruz kalan birey, kendi iletişim becerilerini ve düşünce yapıısını oluştuturken, diğer bireylerle ortak olarak dinleyici olarak rol aldığı kitle ortamında ortak düşünceler, iletişim becerileri ve kavramlar geliştirir. Kaynak: http://us.123rf.com/400wm/400/400/cienpies/cienpies1206/cienpies120600012/13903218-social-media-iconset-in-two-speech-bubbles-communication.jpg Sözlü iletişimin kitle iletişimi ile ilişkisine birey odaklı baktığımızda, kitle iletişimi içerisinde birey genellikle dinleyici ve izleyici olarak konumlandırılmıştır. Bu açıdan ele alındığında, radyo ve televizyon başta olmak üzere, tüm kitle iletişim araçları birer gönderen ve birey de alıcı rolüne bürünmüştür (Lazar, 2009: 61). Bu durumda sözlü iletişimi ilgilendiren kısım ise bireyin dinleyici olarak, kitle iletişim araçlarından sözel yolla sürekli ileti toplamasıdır. Kitle iletişim aracının ürettiği tek bir söylem, bir çok bireyde farklı bir şekilde bilinç süzgecinden geçip depolanmaktadır. Bireyin kitle iletişimiyle kurduğu bu sözlü iletişim biçimi, anlamlandırdığı söylemin geri bildirimini karşı tarafa anında vermesine engeldir. Dinleyici olan birey, sözlü mesajı anlamlandırır, bilinçte depolar fakat geri bildirimini bireylerarası iletişimde olduğu gibi göndericiye değil yine başka bir dinleyiciye, başka bir bireye iletecektir. Kitle iletişimi içerisinde sözlü iletişimi etkileyen etmenlerden biri de, mesajın alındığı ortamdır. Dinleyici konumunda olan birey, kitle iletişim aracından aldığı iletiyi tek başına olduğu bir ortamda ya da başka kişilerle ortak paylaştığı bir ortamda da alabilir. Bu durumda, bireyin iletiyi aldığı ortamda bulunan diğer bireylerin oluşturduğu grup biçimi de önemlidir. Aile gibi resmi olmayan bir ortamda kitle iletişim aracından alınan iletinin algılanışıyla, resmi ortamdaki bireylerle birlikte aynı araçtan alınan aynı ileti, bireyin iletiden farklı anlamlar edinmesine neden olabilmektedir. Bununla birlikte, ortamdaki diğer bireylerin iletiyle ilgili yaptığı sözel yorumlar, bireyin iletiyi anlamlandırmasını yine etkileyecektir. Kitle iletişimin sözlü iletişimle birlikte beraber işlediği bu gibi ortamlarda dinleyici davranışı denilen bir kavramda oluşmaktadır ve bu kavram iletişimle birlikte sosyolojinin inceleme alanına da girer (Lazar, 2009: 66). Dinleyici olan birey, iletinin kendisinde yarattığı anlamlandırmayı direkt olarak tekrar kitle iletişim aracının diğer tarafındaki göndericiye iletemese de, kendi bulunduğu ortamda iletiye tepki olarak 15 sözel veya sözsüz davranışlarda bulunur. Bu davranışlar yine bilincin tepkisi sonucunda oluşmaktadır. Dinleyici davranışı denilen kavram ise zaman içerisinde şekillenir. Dinleyici, zamanla kendi bilinç düzeyinin ilgi duyduğu sözel mesajlara tepki gösterir ve onları depolar ya da kendi bilinciyle oluşturduğu ilgi alanları çerçevesinde kitle iletişim arasından kendisine sözel ve görsel olarak en yakın iletileri gönderen iletişim aygıtlarını seçer. Sözlü İletişim Kurma Amaçları Günlük hayatı içerisinde görerek, göstererek, konuşarak ve dinleyerek iletişim kuran insan, bu eylemleri, bilinçli ya da bilinçsiz, belirli bir amaç için yapmaktadır. Bu amaçlar da ana başlık olarak iletişim kurma amaçlarıyla örtüşmektedir. Bu amaçları sosyalleşme, ikna ve bilgi paylaşımı olarak üç ana grupta inceleyebiliriz (Lazar, 2009: 68). Sosyalleşme Bireyin diğer bireyleri tanımak ve kendisini tanıtmak için sadece görmesi, göstermesi ve aynı ortamda bulunması yeterli değildir. Kişinin, diğer bireyleri anlaması ve tanıması için sözlü iletişim kurması kaçınılmazdır. Kendi topladığı bilgileri paylaşmak ve yeni bilgiler edinebilmek için, kişi sözel yoldan iletişime geçmeli, konuşmalı ve dinlemelidir. Ayrıca, bulunduğu sosyal ortamlarda kendine bir konum edinmek için birey en hızlı şekilde kendisini ifade etmelidir ve bu da ancak sözel iletişimin yardımıyla gerçekleşir. Toplumun en küçük yapısı sayılan aile ortamında bile aile bireyleri zamanla birbirleriyle sosyal bağ kurarlar ve sözel iletişim bu bağın kurulmasında önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle sosyal bağların iyi veya kötü oluşu sözel yolla kurulan ve sonrasında geliştirilen iletişimin etkisiyle de şekillenmektedir. İkna İkna amaçlı sözel iletişim genellikle alıcının daha önceden oluşmuş davranış ve bilincinde değişiklik yaratma nedeniyle yapılmaktadır. Bir önceki başlıkta bahsettiğimiz gibi burada alıcıda değişiklik yaratacak bir bilgiye gereksinim vardır ve bu bilginin alıcı tarafından değerlendirilip kabul edilmesi beklenmektedir (Lazar, 2009: 69). İkna amacıyla gönderilen sözlü ileti, alıcının bilinci doğrultusunda yargılayabileceği ve sonunda olumlu ya da olumsuz karar vererek gönderilen bilgiyi anlamlandıracağı bir süreç içerir. Burada kuşkusuz gönderen ile alıcı arasındaki sosyal ilişkinin önemi büyüktür. Alıcının, dinleyici olarak algıladığı ileti, kendi bilinci doğrultusunda güvenilir bir gönderici ise, alıcı konumundaki bireyin iletinin içerdiği bilgiye ikna olarak anlamlandırması olanaklıdır. Bahsedilen sosyal ilişkiye dayalı güven durumu ise, kitle iletişim araçları kaynaklı sözlü ileti de aynı doğrultuda işlemektedir. Kişi dinleyici olarak, güvenilir bulduğu sözel kitle iletişim kaynağına yöneldiği için ikna süreci daha kolay gelişir. Bilgi Paylaşımı İletişimin temel olarak en belirgin amacı bilgiyi almak ve bilgiyi yaymaktır. İnsan en sade ve kolay biçimde, sözel olarak bilgiyi verir ve alır. Günlük konuşmaların başlangıcının altında yatan neden bile bilgi alma ve verme istediğidir. Gün içerisinde ilk defa gördüğümüz bir tanıdığımıza sorduğumuz “Nasılsınız?”, “Ne yapıyorsunuz?” gibi sorular ve karşılığında bize sorulan benzer sorulara verdiğimiz cevaplar sözel bir bilgi alışverişi biçimidir. Örneğin, öğrenci ya da öğretmen olarak girdiğimiz derslerde amaç, öğrenmek istediğimiz akademik bilgiyi sözel iletişimi kullanarak almaktır. Sözel iletişim olarak bahsettiğimiz süreçler bütünü, genel olarak sözel bilginin hızlı bir şekilde paylaşımı için kullanılmaktadır. Bununla birlikte, daha önce bahsettiğimiz üzere, kitle iletişim araçlarında dinleyici olarak konumlandırılan bireyin dinleyici olarak en yaygın amaçlarından biri bilgiyi almaktır. Buna ek olarak, üç grup olarak bahsettiğimiz iletişim kurma amaçlarının en kapsayıcı olanı da bilgi paylaşımıdır. Hem sosyalleşme amacıyla hem de ikna amacıyla kurulan sözel iletişim, içerisinde karşı tarafa gönderilmek istenilen bilgiyi de içerir. Günlük hayat içerisinde kurduğunuz sözel ilişkiler bağlamında, kurduğunuz ilişkileri amaçlarına göre sınıflandırmaya çalışınız. 16 Özet aktığından dinamiktir. Dilde her kelimenin bir sözlük karşılığı var iken, sözlü iletişimde kullanılan kelime de bir niyet olduğu için, kelime alıcı tarafından tek bir anlamda algılanmaz. Bu durumda sözlü iletişim sürecinde bireyin dili soyutlayarak kullanmasını gerektirir. İnsan, iletişim kurmadan yaşayamaz. İletişim kurma süresince de bedeni insana ilk varolduğu zamandan beri araç olmuştur. Bedeninin ses özelliğini kullanan insan, ses yoluyla iletişim kurma konusunda sürekli gelişmiştir. Sesi iletişim ortamında daha etkin kılmak için, onu dil yoluyla anlamlandırmıştır. Ses ve dilin birleşerek, bireyi hem diğer bireylerle hem de yaşadığı toplumla birbirine bağlayan bir unsur haline gelmesi de, sözlü iletişim olarak adlandırdığımız iletişim sürecini oluşturmuştur. Sözlü iletişim bir süreçtir. Her ne kadar hızlı gerçekleşse de, mesajın gönderen tarafından hazırlanıp yollanması ve alıcının bu iletiyi alarak anlamlandırması belirli bir zaman alır. Bununla birlikte sözlü iletişimin eylemsel olarak oluştuğu an dışında öncesi ve sonrası da bulunur. Gönderenin önce gönderiyi hazırlama süreci vardır ki bu çok önceden oluşmaya başlayabilir. Alıcının da mesajı aldıktan sonar onu anlamlandırıp depolaması ve sonra tekrar kullanılabilecek halde hazır tutması, sürecin devamlılığını gösterir. Sesin düzenli ve anlamlı bir biçimde iletişim amaçlı kullanılmasını sağlayan dil olmuştur. Dil, bireylerin farklı seslerini ortak bir paydada buluşturarak, konuşan ve dinleyen birey arasında bir köprü haline gelmiştir. Bu nedenle dilin ilk kullanım amacı iletişim olmuştur. Dilin teknik olarak özellikleri aynı olsa da aynı dili konuşan bireyler, sözlü iletişim kurarken, dili kendilerine göre yorumlayıp o şekilde kullanmaktadır. Bu nedenle bireyin dili iletişim amaçlı kullanımı sırasında, bireyden bireye hem benzerlikler hem de farklılıklar göstermiştir. Bu farklılıklar aynı zamanda dil ve sözlü iletişim ilişkisi arasında da gerçekleşmektedir. Sözlü iletişim, dilin yapısal sınırlarını kaldırmak ve bireyin çevresiyle olan ilişkisini daha özgür kılmak için bir araç rolündedir. Sözel kültür ve iletişimin toplumla kurduğu bağ çok yakın ve özeldir. Sosyal yapı içerisinde kullanılan sözlü iletişim ve onun ögeleri, kullanıldığı topluluğun özelliklerini de taşımaktadır. Bu duruma bakarak aslında bir ülke de kullanılan dilin ve bu nedenle de sözel iletişimin iki farklı türü olduğu gözlemlenebilir. İnsanın ses ve söz yoluyla kurduğu ve daha çok kurallara uygun olması gereken sözlük dili var iken, bir de günlük normal yaşantısı içerisinde sözel iletişim için kullandığı iletişim dili vardır. Günlük hayat içerisinde iletişim amaçlı kullanılan sözel iletişim biçimi toplumsal yapıya daha yakın olarak gelişir. Sosyal yapı ile sözlü iletişim arasında iki taraflı bir ilişki vardır. Sözlü iletişim dilin kullanım biçimleriyle ilgilenmektedir. Bunu yaparken de dilbilimden destek alır. Dilin kullanımı langue ve parole olarak iki form içerisinde incelemiştir. Langue kavramı daha çok dilin teknik ve dilbilgisi yönlerini içerirken, herkes için biçimsel olarak dilin aynı sözel kullanımıyla ilgilidir. Parole ise insanlar tarafından dilin sosyal hayatta ve sözel iletişimde kullanılması amacıyla yaratılmış kurallarını içerir. Bu iki grupla ilişkili olarak, dilbilgisi ve uygun kurallar çerçevesinde konuşulan dile yetkin (competence) dil ve dilin soysal bağlamda iletişim ögesi olarak kullanımına da performans (performance) dili denmektedir. Sözlü iletişimdeki önemli unsurlardan biri de anlam kavramıdır. Her birey, sözlü iletiyi kendi bilinci doğrultusunda anlamlandırır ve bu anlamlandırmaya göre mesajı gönderir ve alır. Sözlü iletişimde anlam konusunu daha iyi kavramak adına iki türlü anlamdan bahsedebiliriz. İlk olarak bahsedebileceğimiz anlam yine dil ve onun kullanımıyla ilgilidir. Bu anlam dilin kuralları çerçevesinde değerlendirilir. İkinci anlam ise daha karmaşık olan bireylerarası sözel iletişimde oluşan soyut anlamdır ki bu anlamın doğrusu yoktur. Buna ek olarak, anlam kavramını kalıplaşmış ve stil değiştiren anlam olarak iki belirgin gruba ayırabiliriz. Kalıplaşmış anlam, bireylerarası sözlü iletişim sayesinde sosyal anlam içerisinde oluşmuş anlam olarak adlandırılmaktadır. Bu durum içerisinde sosyal bağlamla birlikte dilin kullanımının kalıp- Dili sözlü iletişimle karşılaştırdığımız zaman ise karşımıza iki özellik çıkmaktadır. Dilin kuralları ve sınırları belirli iken, sözlü iletişim bu sınırları kaldırmaya ve kuralları günlük hayat içerisine adapte ederek özgürleştirmeye çalışır. Bununla birlikte, dil statik bir durumda iken, sözlü iletişim onu hareketlendirir. Sözlü iletişim sürekli 17 Günlük hayatı içerisinde görerek, göstererek, konuşarak ve dinleyerek iletişim kuran insan, bu eylemleri, bilinçli ya da bilinçsiz, belirli bir amaç için yapmaktadır. Bu amaçlar da ana başlık olarak iletişim kurma amaçlarıyla örtüşmektedir. Bu amaçlardan biri sosyalleşmedir. Bireyin diğer bireyleri tanımak ve kendisini tanıtmak için sadece görmesi, göstermesi ve aynı ortamda bulunması yeterli değildir. Kişinin, diğer bireyleri anlaması ve tanıması için sözlü iletişim kurması kaçınılmazdır. Kendi topladığı bilgileri paylaşmak ve yeni bilgiler edinebilmek için, kişi sözel yoldan iletişime geçmeli, konuşmalı ve dinlemelidir. Bu durum içerisinde sözlü iletişim bir araç iken, sosyalleşme bir amaçtır. Sözlü iletişim kurma amaçlarından bir diğeri iknadır. İkna amaçlı sözel iletişim genellikle alıcının daha önceden oluşmuş davranış ve bilincinde değişiklik yaratma nedeniyle yapılmaktadır. Bu amaçla yapılmak istenen, alıcıda değişiklik yaratacak bir bilgiyi kullanarak, bu bilginin alıcı tarafından değerlendirilip kabul etmesini sağlamaktır. Sözlü iletişim en genel amacı aslında bilgi paylaşımıdır. İnsan en sade ve kolay biçimde, sözel olarak bilgiyi verir ve alır. Sözel iletişim olarak bahsettiğimiz süreçler bütünü, genel olarak sözel bilginin hızlı bir şekilde paylaşımı için kullanılmaktadır. Bununla beraber, üç grup olarak bahsettiğimiz iletişim kurma amaçlarının en kapsayıcı olanı da bilgi paylaşımıdır. Hem sosyalleşme amacıyla hem de ikna amacıyla kurulan sözel iletişim, içerisinde karşı tarafa gönderilmek istenilen bilgiyi de içerir. laşmasıyla sözlü iletişim oluşmaktadır. Stil değiştiren anlamda ise kişi bulunduğu ortama göre aldığı ve gönderdiği mesajı anlamlandırır. Söylem, sözlü iletişim içerisinde mesajı taşıyan aygıtlar bütünüdür. Bireyin kişisel bilinci iletişim nesnesini oluşturur ve söylem yoluyla karşı tarafa taşır. Söylem, içerisinde hem niyeti, hem bilincin ortaya koyduğu ögeleri, hem de anlamı bir arada barındırmaktadır. Buna karşılık, anlamda da olduğu gibi, söylemde bulunan kişiyle, söylemi algılayan kişi arasında, söylemin çözümlenmesinde farklılıklar olabilir. İnsan iletişimin temeli olan bireylerarası iletişim, bireylerin fiziksel olanaklarını kullanarak kendi aralarında kurduğu etkileşimler bütünüdür ve bu kişiler günlük hayat içerisinde belirli ortamlarda bulunarak sözlü iletişim kurarlar. İki bireyden fazla bireyin bulunduğu ortamlarda grupsal sözlü iletişim durumu oluşmaktadır. Aile ortamı, iş ortamı, arkadaş ortamı gibi ortamlarda grup içi sözlü iletişim söz konusudur. Grup ortamları sosyal ortamlar olmakla beraber, bireyi birden fazla kişiyle sözlü iletişim kurma durumuna sokar. Grup içerisinde oluşan sözlü iletişimin sosyal ortama bağlı olarak kurulduğu en geniş biçimi de kitle iletişimidir. Kitle iletişimi aslında bir çok küçük grubu ve neredeyse bütün bireyleri içine alarak sözlü iletişimin her biçimde ve her anlamda görüldüğü bir iletişim kavramıdır. Sözlü iletişimin görüldüğü kitle iletişiminde, gönderen ve alıcı ilişkisi, bireylerarası iletişimdeki gibi yakın ve hızlı olmaz. İletişimin bir süreç olduğunu düşünürsek, kitle iletişimi süreç olarak gönderenin ve alıcının farklı zaman ve mekanlardan kurduğu kapsayıcı bir alana sahiptir. 18 Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi yetkin dil kullanımı gerektiren bir durum değildir? 6. Sözlü İletişim Modelindeki değişim süreci aşamasında aşağıdakilerden hangisi gerçekleşir? a. Basın toplantısı a. Mesajın kelimelerle şifrelenmesi. b. İki yakın arkadaşın sohbeti b. İletinin anlamlanarak söyleme dönüşmesi. c. Ana Haber bültenindeki sunum c. Kelimelerin anlama deşifrelenmesi. d. Patron ve çalışanın yaptığı iş konuşması d. Kelimelerin ses ile şifrelenmesi. e. Öğretmenin dersteki konuşması e. Seslerin kelimelerle deşifrelenmesi. 2. 7. Sözel dönüşlülük aşağıdakilerden hangisiyle yakından ilişkilidir? Artikülasyonun tanımı nedir? a. Dilin içerisindeki kültürel ögelerdir. a. Bireyin fiziki özellikleri. b. Kişinin sosyal ortama göre sözel iletişim biçimini değiştirmesidir. b. Bireyin artikülasyonu. c. Bireyin bulunduğu toplumsal yapı. c. Kelimelerin ve dilin doğru kullanım çeşitliliği ve zenginliğidir. d. Bireyin kelimeleri doğru kullanımı. d. Konuşanı doğru dinleme biçimidir e. Bireyin sözel dilini yazıya dönüştürmesi. e. Hızlı bir biçimde sözlü iletişim kurma şeklidir. 8. Sözlü iletişim sürecinde aşağıdakilerden hangisi anlam türü olarak belirtilmiştir? 3. Aşağıdakilerden hangisi sözlü iletişimin özelliklerinden biri değildir? a. Kalıplaşmış anlam. b. Ters anlam. a. Dinamiktir (Akıcıdır) c. Kalıpdışı anlam. b. Limitsizdir d. Geniş anlam. c. Bireylerarasında bağlayıcıdır e. Yan anlam. d. Statiktir (Durağandır) e. Konuşma ve dinleme eylemleri içerir. 9. Aşağıdakilerden hangisi söylemin aşamalarından biri değildir? 4. Aşağıdakilerden hangisi iletişim kelimesinin soyutlanmış haline örnek olabilir? a. Özümseme b. Çıkarsama a. Ayşe’nin kırmızı masa lambası c. Depolama b. Ahmet’in yan sokaktaki evi d. Vurgulama c. Ozan’ın yeni cep telefonu e. Geri çağırma d. Kaan’ın X marka kalemi e. Kübra’nın yazlık elbisesi 10. Aşağıdakilerden hangisi sözlü kitle iletişim ortamına örnek olamaz? 5. Lasswell’in iletişim modeli aşağıdakilerden hangi aşamayı içermez? a. Televizyon izlemek b. Kitap okumak a. Kim (İleten) c. Radyo dinlemek b. Kime (Alıcı) d. İnternette video izlemek c. Nerede (Araç) e. Telefonda konuşmak d. Ne dedi (İleti) e. Hangi etkiyle (Etki) 19 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı sınayalım kısmında sorduğumuz 4. Soruyu düşünürsek belki soyutlama merdivenini ve amacını daha iyi kavrayabiliriz. İletişim kelimesin en doğru biçimde c şıkkında soyutlanmıştır. Diğer şıklar bize iletişim kelimesini çağrıştırmaz. C şıkkında ise Ozan’ın yeni cep telefonundan, cep telefonu kavramına, cep telefonundan telefon kavramına, telefon kavramından kitle iletişim araçları kavramına ve en sonolarak da iletişim kavramına varabiliriz. C şıkkındaki cümle bize iletişim kelimesinin soyutlanmış halini verir. 1. b Yanıtınız yanlış ise “Sözel Dilin Kullanımı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. c Yanıtınız yanlış ise “Artikülasyon ve Sözlü İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. d Yanıtınız yanlış ise “Dil ve Sözlü İletişimin Karakteri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. c Yanıtınız yanlış ise “Limitli Dil, Limitsiz Sözlü İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 5. c Yanıtınız yanlış ise “Sözlü İletişimin Yapısı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sözel dönüşlülük, sözlü iletişim ortamında olumsuz bir sonuca neden olamaz. Değişen zaman ve mekan içerisinde, bireyin yaşadığı zamandan, mekandan ve toplumdan etkilenerek, kendi yaşadığı ortama uyum sağlayabilmek için dilin sözlü iletişim içerisindeki kullanımını dönüştürmek zorundadır. Sosyal yapı dediğimiz kavram bireysiz, birey de onsuz düşünülemez ve sözel dönüşlülük bu ikisi arasındaki bağın kopmamasını ve sürekli güncel kalmasını sağlar. 6. b Yanıtınız yanlış ise “Sözlü İletişimin Yapısı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. c Yanıtınız yanlış ise “Sözel Dönüşlülük ve Toplumsal Bağlam” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. a Yanıtınız yanlış ise “Sözlü İletişimde Anlam Kavramı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. d Yanıtınız yanlış ise “Sözün Söyleme Dönüşümü” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 4 Birey, sözlü iletişim kurduğu ortama göre doğru stili seçtikçe, sağlıklı bir iletişim kurabilir. Günlük hayatı içerisinde birey, mutlaka farklı ortamlarda bulunacağından stil değiştirmeyi öğrenmesi gerekmektedir ve bu da ancak deneyimlerle ve dili sözel iletişim sırasında yetkin kullanabilmekle ilgilidir. Sabah evde uyandığımızda aile bireylerimizle söylediğimiz “Günaydın” kelimesinin stiliyle, evden çıkıp okula veya işe gittikten sonra, okulda öğretmenlerimize ve iş yerindeki iş arkadaşlarımıza söyleyeceğimiz “Günaydın” ın bile arasında bir fark vardır. Yakın tanıdığımız bir çevreyle sözlü iletişim kurarken, kelime seçimlerimize, telaffuzumuza, artikülasyonumuza çok dikkat etmeyebiliriz fakat daha resmi bir ortamda, yapacağımız sözlü iletişim daha kontrollü ve doğru bir kullanım gerektirecektir. 10. b Yanıtınız yanlış ise “Sözlü İletişim Ortamları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Günlük hayat içerisinde eğer birey yetkin dil ve performans dili arasında gerektiğinde uygun geçişler yapabilirse, bulunduğu farklı sosyal ortamlara daha hızlı adapte olabilir ve girdiği ortamdaki diğer bireyler daha doğru ve akıcı bir biçimde sözlü iletişim kurabilecektir. Sıra Sizde 2 Sıra Sizde 5 Soyutlama merdiveni, bireyin sözlü iletişim kurarken karşısındaki alıcıya anlatmak istediği şeyi, doğru bir biçimde iletmesine yardımcı olur ve dilin sınırlı yapısını da genişletir. Bu konuyla ilgili sayısız örnek verilebilir. Örneğin, kendimizi Her iletişim biçiminin bir amacı vardır ve bu amaç doğrultusunda birey diğer bireyler ve çevresiyle iletişim kurar. İletişim kurma eylemi genellikle içerisinde sosyalleşmeyi ve bilgi paylaşımını barındırırken, ikna da iletişimin 20 Yararlanılan İnternet Kaynakları yapıldığı biçime göre bir amaç olabilmektedir. Aileyi, zaten bireyin doğduğu andan itibaren içerisinde bulunduğu sosyal grup olarak sayarsak, aile dışında birey bütün sosyal ilişkilerinde sözlü iletişimi kullanmak zorundadır. Sosyalleşmek için birey, hem konuşan hem de dinleyen olarak sözlü iletişim kurar. Bununla birlikte, sosyalleşme sırasında bilgi paylaşımı kaçınılmazdır. Bireyin karşısındakini tanıması, onun bilgilerinden faydalanması için ona sorular sorması, aldığı cevapları dinlemesi sonra da geri bildirimde bulunmalıdır. Tanıdığımız bir kişiyi ilk gördüğümüzde selamlaşmadan sonraki ikinci adım bilgi amaçlı sorular sormak olur; “Nasılsın?”. Sözlü iletişimi ikna amaçlı kullanmak ise her sözlü iletişim ortamında oluşmaz. İkna amacında, gönderenin (konuşmacı), alıcıyı (dinleyici) belirli bir bilgi veya konuyla ilgili söylediklerine inandırma isteği vardır. Bu duruma en belirgin örnek siyasi tartışmalar, bir futbol maçı sonrasında ki iki takım hakkındaki görüşlerin savunulması veya bir dizi karakterinin iyi ya da kötü olduğuyla ilgili konuşmalar gösterilebilir. http://www.lclab.net/%EB%82%B4%EC%9A% A9.htm / http://finntrack.co.uk/images/CommunicationMo delOfSpeech_new.png http://finntrack.co.uk/learners/cbe_syllabus.htm http://us.123rf.com/400wm/400/400/cienpies/cie npies1206/cienpies120600012/13903218-socialmedia-icon-set-in-two-speech-bubblescommunication.jpg Yararlanılan Kaynaklar Fisher, B. A. (1987). Interpersonal Communication: Pragmatics of Human Relationships, New York: Random House, Inc. Lazar, J. (2009). İletişim Bilimi, Çev. C. Anık, Ankara: Vadi Yayınları. Montaigne, M. (2006). Denemeler: Montaigne, Çev: S.Eyüboğlu, İstanbul: İş Bankası Yayınları. Ong, W. J. (1999). Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev. S. Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları. Saussure, F. (1959). Course in General Lingustic, Çev. Wade Baskin, Der. C. Bally, A. Sechehaye ve A. Reidlinger, New York: Philosophical Library. Severin, W. J. ve Tankard, J. W. (2001). Communication Theories: Origins, Methods, and Uses in the Mass Media, New York: Addison Wesley Longman, Inc. 21 2 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Dilin değişmez, tek bir tanımının olmadığını tartışabilecek, Dilin kökeniyle ilgili çalışmaların çeşitliliğine ilişkin bilgi edinebilecek, Dilbilim adlı, görece yeni bir bilim dalını tanımlayabilecek, Dil ailelerinin belirlenebilme sürecinin zorluğunu açıklayabilecek, Dilin türlerini tanıyabilecek, Dilin geleceğine ilişkin yorumları ifade edebilecek, Sözlü iletişim ve dil arasındaki etkileşimi açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Dil Dil Aileleri Dilbilim Dilin Türleri İçindekiler Giriş Dil Nedir? Dilin Kökeni Yakın Dönemde Dile Bakış Diller ve Dünya Dillerin Geleceği Sözlü İletişim Aracı Olarak Dil 22 Sözlü İletişim ve Dil GİRİŞ Scripta manent, verba volant. / Yazı kalır, söz uçar. Hemen herkesin bildiği bu deyişi, A. Manguel şöyle açıklıyor: “(Bu söz) aslında yazıya değil söze övgü düzmek için kullanılırdı. Sayfadaki sesler kanatlanıp uçabiliyorlardı sayfadaki sessiz sözcük ise hareketsiz ve ölüydü. Yazılı bir metin yani SCRİPTA ile karşılaşan okur sessiz harflere ses vermekle, konuşulan söz, yani VERBA yapmakla yükümlüydü. Ruh vermeliydi” (Manguel, 2004:64). Porzig de “bütün Eski ve Orta Çağ boyunca insanlar, yalnız başlarına oldukları zaman bile yüksek sesle okurlardı.” (1985:105) demektedir. Yalnızca Manguel’den ve Porzig’den edindiğimiz bilgiler bile söz, dil ve yazı hakkındaki anlayışın ve alışkanlıkların ne kadar değiştiğini göstermektedir. ‘Söz uçar, yazı kalır.’ deyişi bugün, başlangıçtaki söyleniş nedeni unutularak, ilk zamanlardakinin aksine yazıya övgü düzmek için kullanılmaktadır. Yine bugün, çok az kişi, yüksek sesle okumaktadır. Çağlar boyunca, iletişim kurma yollarının artmasıyla kullanılan araçlar da çeşitlenmiştir. Söz sese, yazıya, resme, elektronik görüntüye vd. birçok dizgeye dönüşmüştür. Örneğin, trafik işaretleri, Kızılderililer’in duman işaretleri, Afrika’daki kabilelerin tamtamları da birer iletişim biçimidir ve kendilerine özgü bir dizge oluşturmuşlardır. Sözlü iletişimin de en temel aracı, ‘konuşulan dil’dir ve onun da kendine özgü bir dizgesi vardır. Sözlü iletişimde insanlar, dış dünyayı seslerden oluşmuş sözcüklerle yorumlar ve anlamlandırırlar. Böylece, yeni anlamlar üretilir ve başkalarıyla paylaşılır. İnsana özgü Resim 2.1: Pieter Bruegel, Babil Kulesi (1563) Kunsthistoriches Müzesi, Viyana, http://www.khm.at yaratıcı bir yetenek olan konuşma sırasında kullanılan ‘dil’in ne olduğu, nasıl doğduğu, tanımı, özellikleri ve işlevi üzerine her zaman, çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Her ne kadar yakın döneme kadar gelen görüşlere artık, daha eleştirel ve farklı açılardan bakılıyorsa da dillerin doğuşuyla ilgili söylenceler de geçmişe ilişkin bir ilgiyle anımsanabilir. Bu söylenceler içinde en çok tekrarlanageleni Babil Kulesi ile ilgilidir: Herkesin aynı dili konuştuğu zamanlarda insanlar, Tanrı’ya ulaşmak için göğe yükselen bir kule inşa etmeye başlarlar. Buna kızan Tanrı, ceza olarak her insana ayrı bir dil verir. İnsanlar birbirleriyle anlaşamadıkları için kulenin yapımı durur ve dünya üzerinde çok sayıda dil türer. 20. yüzyılda, dile ilişkin bilimsel çalışmaların arttığı görülmektedir. Dilin nasıl bir araç olduğu hakkındaki kalıplaşmış kuramlar, giderek yıkılmaya başlamıştır. Dille etkileşimleri bağlamında insanı ve toplumu inceleyen yeni bilim dalları ya da yeni bilim alt alanları oluşmuştur. Artık, dile, bu yeni alanların açtığı pencerelerden bakmak daha anlamlı görünmektedir. 23 Dilin doğuşuyla ilgili diğer söylenceleri araştırınız. DİL NEDİR? Dile ait özgül bir bilim dalı ortaya çıkana kadar dilin ne olduğu, tanımı ve diğer alanlarla olan ilişkisi, felsefeciler tarafından yorumlanmış ve değerlendirilmiştir. Antik dönemlerde, felsefecilerin görüşleri, dille ilgili ilk kuramları da oluşturmuştur. Sonraları, dille ilgili bilim dallarının oluşması ve bu dalların diğer disiplinlerle işbirliği kurarak alt başlıklara ayrılması, dille ilgilenen uzmanların dönemlere göre birbirinden farklı tanımlar ortaya koymalarına neden olmuştur. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’nde madde başı olarak ‘dil’ sözcüğünün, birbirinden farklı anlamları sıralanmıştır: “(I) Ağız boşluğunda, tatmaya yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ: Tat alma organı. 2. İnsanın düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için sözcüklerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan. 3. Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü söz dağarcığı ve söz dizimi. 4. Belli durumlara, mesleklere özgü dil. 5. Düşünce veya duyguları bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracı. 6. Bazı üflemeli çalgılarda titreşerek ses çıkaran ince metal yaprak. 7. Birçok aletin uzun, yassı ve çoğu hareketli bölümleri. 8. Makaraların ve bastikaların icine yerleştirilmiş olan, üzerinden geçen halatı istenilen yöne çevirmeye yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek. 9. hlk. Anahtar. 10. coğr. Denize uzanan dar ve alcak kara parçası, berzah. 11. tar. Sorguya çekilmek için yakalanan tutsak. 12. Büyükbaş hayvanların yakalanıp, haşlanıp pişirildikten sonra yenebilen dili. 13. Ayakkabı bağlarının ayağı rahatsız etmemesini sağlayan ve bağ altına rastlayan saya parcası” (TDK, 1998:586-587). Bu kadar farklı anlamı bulunan dil, doğrudan dilin iletişim kurma işleviyle ilgilenen uzmanlarca da çok çeşitli tanımlarla ortaya konmuştur. Vendrys, “Dil, insanın gereksinimlerine göre kurduğu ve geliştirdiği toplumsal bir kurumdur” (2001:14). demektedir. Ayrıca Vendrys’e göre “İnsanlığa hemen hemen sonsuz bir ilerlemenin yollarını açan dil, sözlü dildi”(2001: 21). İşlevsel Genel Dilbilim’in kurucusu sayılan Martinet ise dili, “İnsanın kendi bilgi ve deneylerini bir anlamsal kapsamı ve ses karşılığı olan birlikler, ‘moneme’lerle, her toplumda bir başka biçimde açıkladığı bir bildirişme aracı” (1998:28) olarak görmektedir. Dilbilimin önemli isimlerinden Edward Sapir, “Dil istemli olarak üretilen bir simgeler düzeni aracılığıyla düşünce, duygu ve isteklerin bildirişiminde kullanılan, içgüdüsel olmayan, yalnızca insana özgü bir yöntemdir.” (1983:46) der. Çağdaş dilbilimin kurucusu Saussure’e göre, “Dil kendi başına bir bütündür, bir sınıflandırma ilkesidir” (1985:12). Kuşkusuz, dile ilişkin başka birçok tanımla karşılaşılabilir. Dil üzerine gerçekleştirilen çalışmaların alanı çok çeşitlidir. Bir konunun yayıldığı ve kapsadığı alanın genişliği o konunun karmaşıklığını da beraberinde getirmektedir. Dil konusunun yayıldığı alanın genişliği göz önünde bulundurulduğunda, dilin değişmez tek bir tanımını ortaya koymak olanaksızlaşmaktadır. DİLİN KÖKENİ Çok eski çağlardan bugüne, dilin doğuşu ve özellikleri konusunda çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Başlangıçta filozoflar, dili alt başlıklara ayırmadan, genel olarak inceleyip görüşlerini ortaya koymuşlardır. Sonraları, sosyoloji, psikoloji, nöroloji gibi farklı bilim dallarından uzmanlar, dilin psikolojik, toplumsal, beyinle ilgili işlevleri üzerine yoğunlaşmışlardır. Böylece dil, alt başlıklara ayrılarak, özel bakış açılarıyla incelenmeye başlanmıştır. Son dönemde ise, dilbilim adında doğrudan dili ele alan özel bir bilim dalı ortaya çıkmıştır. 24 Diller nasıl ortaya çıkmıştır, dilin kaynağı nedir? İlk konuşmalar nasıl olmuştur? Diller tek bir kaynaktan mı çıkmıştır yoksa farklı farklı kaynaklardan mı çıkmıştır? vb. sorulara hep yanıt aranmıştır. Konuyla ilgili çeşitli kuramlar ortaya atılmasına karşın, hâlâ dilin nasıl ortaya çıktığı, dünyada niçin bu kadar farklı dil olduğu konusunda kesin, net bir bilgi yoktur. Bugünün sorusu, dilin nasıl doğduğundan çok, insan denen türün, dili kullanma yeteneğini nasıl kazandığıyla ilişkilidir. İnsan dili, sınırsız sayıda konu üzerinde düşünce geliştirip anlatabilir. Sınırlı sayıda konuşma sesinden oluşan dil, binlerce söz varlığına sahiptir. Kişiler, küçük bir sonek/önek toplamından hareket ederek sınırsız sayıda sözcük, bu sözcüklerden oluşan sınırsız sayıda cümle ve anlamlı sözcük öbeği türetebilir. Müstakil anlamları olan sözcüklerden sınırsız sayıda anlamlı cümle kurulabilir. İnsan diliyle ilgili bir diğer olağanüstü ve dilbilimcileri şaşırtan nokta ise her normal çocuğun, dil gibi şaşırtıcı ve karmaşık bir dizgeyi, diğer insanların dil kullanımlarını, duyarak öğrenebilmesidir. Yararlanılan kaynak ve ayrıntılı bilgi için bknz: http://www.lsadc.org/info/ling-faqs-lang-begin.cfm) Doğan Aksan’ın belirttiğine göre, dil çalışmalarının ilk defa Eski Hint’te ve Eski Yunan’da yapıldığı görülmektedir. M.Ö. V. yüzyılda Hint dil bilgini Panini, Sanskritçeyle ilgili 4000 kadar kuralı sıralayan ve söz varlığına ilişkin bilgi veren bir dilbilgisi kitabı bırakmıştır (1995:16). Eski Yunan’da ise Aristo, dil okulunda dilin doğuşu konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüştür. Ayrıca yine ilk çağ filozoflarından Epikür, Herakleitos, Demokritos, Eflatun da dil konusunda çalışmıştır. Sonraları, farklı alanlardan ve bilim dallarından Jean Jacques Rousseu, Adam Smith, Wilhelm Von Humboldt, Herder, Vico, Descartes, Locke gibi düşünürler ve uzmanlar, dilin doğuşu konusunda çalışmışlar, bu konuda görüşlerini açıklamışlardır. 1800’li yılların başında Wilhelm von Humboldt’un (1737–1835) çalışmalarına kadar dil, şu görüşler doğrultusunda ele alınmıştır. Rasyonelistler: Dil, insan aklının bir ürünüdür. Pozitivistler: Dil, doğanın seslerini öykünmeden doğmuştur. Ampiristler: Dil, duyuların kendini açmasıdır. Teolojik Görüş: Dil, Tanrı tarafından hazır olarak verilmiştir (Akarsu, 1984; 19). Humboldt ise dili, kültür bağlantısı içinde ele alan ilk düşünürdür. Ona göre dil, “bir ulusun kültür düzeyini gösteren en iyi araçtır. Ancak kendi diline dayanan, kendi dilinde ilerlemeler yapan bir ulus gerçek bir kültürün de yaratıcısı olabilir. (…) Dil, insanın gelişmesinin her basamağı ile birlikte değişip gelişen bir tarihsel süreçtir” (Aktaran Akarsu, 1984:7). Resim 2.2: Wilhelm von Humboldt (1737–1835) Kaynak: http://schillerinstitute.org/strategic/ 2011/bueso_0129_keynote.html Humboldt hakkında bknz.: http://plato.stanford.edu/entries/wilhelm humboldt/ Dilin doğuşu konusunda öne sürülen görüşler ve üretilen kuramlar, 1800’lü yıllara gelindiğinde, sonu gelmeyen tartışmalara neden olduğundan, 1866 yılında Britanya Akademisi (British Academy) ve Paris Dilbilim Derneği (Société de Linguistique de Paris), üyelerine dilin kökeni konusunda tartışmaktan kaçınmaları yönünde uyarmıştır. 25 İngiliz Ulusal Sosyal Bilimler Akademisi www.britac.ac.uk Paris Dilbilim Derneği www.slp-paris.com 1900’lü yıllara gelindiğinde, dile ve dilin özelliklerine farklı açılardan bakılmaya başlanmıştır. ‘Dil nasıl doğdu?’ sorusuna verilen yanıtların çelişkilerle dolu ve yoruma açık olması, çalışmaların yönünü değiştirmiştir. Konuyla ilgili olarak Berkeley, California Üniversitesi, Antropoloji Bölümü’nden biyolojik antropoloji uzmanı Prof. Terrence W. Deacon’ın şu sözleri uzun süre geçerli kalacak görünmektedir: “Elimizde konuşma fosilleri olmadığına göre, kendisine işaret edebilecek bütün parmak izleri silinmiş olan dilin kökeninin, daha bir süre esrarını koruyacağı kesin.” Prof. Terrence W. Deacon bknz: http://anthropology.berkeley.edu/users/terrence-w-deacon YAKIN DÖNEMDE DİLE BAKIŞ 1900’lü yıllarda, dille ilgili çalışmaların arttığı görülmektedir. Özellikle son yıllarda birçok disiplinden araştırmacı, dile farklı açılardan yaklaşırken, yeni tekniklerden olduğu kadar yeni düşünce biçimlerinden de yararlanmaktadır. Beyin görüntüleme tekniklerinde, sinirbilimde ve genetikte gerçekleşen gelişmelerin de dil çalışmalarını etkilediği görülmektedir. Bununla birlikte unutulmamalıdır ki bilimsel yöntemlerden yararlanılarak dillerin incelenmesi, 20. yüzyıl başlarına denk gelmektedir. Böylece, yeni bir bilim dalı ve yeni alt alanlar meydana çıkmıştır. Söz konusu alanlar, şöyle özetlenebilir: Dilbilim Batı dillerindeki linguistics teriminin karşılığı olarak Türkçe, dilbilim sözcüğü üretilmistir. “Dilbilim, genel olarak dil olayını ele alan, özel olarak da dilin çeşitli gerçekleşmeleri sayılan doğal dillerin hem belli bir evredeki işleyiş düzenlerini hem de çeşitli evreler arasındaki değişimlerini inceleyen bir insan bilimidir” (Vardar, 1998:21). Böylece, insan dilinin bütün yönleriyle araştırılması amaç edinilmiştir. Dilin işlevinin yanı sıra toplumdaki yeri de incelenmektedir. Çağcıl dilbilimin, 20. yüzyılın ilk yarısında İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün (1857-1913) çalışmalarıyla başladığı kabul edilir. Cenevre Üniversitesi’nde 1906-1911 yılları arasında Saussure’ün verdiği genel dilbilim dersleri, ölümünden sonra öğrencilerinin ders notlarından derlenerek, Genel Dilbilim Dersleri (cours de linguistique générale) adıyla yayımlanmıştır. Bu çalışma, dilbilimin temel taşlarındandır. Saussure’e göre dil, bir dizgedir. Saussure özellikle, dil (langue), ve söz (parole) ayrımına dikkat çeker. Karmaşık bir olgu olarak gördüğü dil yetisi (Fr. langage) içinde toplumsal nitelikli dil (Fr. langue) ile bireysel nitelikli söz'ü (Fr. parole) ayırmaktadır. Saussure’e göre “Dil, varlığını yalnızca toplum üyeleri arasındaki bir tür sözleşmeye borçludur. Öte yandan işleyişini bilebilmek için bireyin dili öğrenmesi gerekir” (Saussure, Resim 2.3: Ferdinand de 1975:35). Söz'den ayrı olan dil'in ondan bağımsız bir biçimde incelenebileceğini Saussure (1857-1913) Kaynak: belirten Saussure, kuramsal olarak bu kavramların tüm niteliklerini www.britannica.com açıklamaktadır. Dil ve söz ayrımı, çağcıl dilbilimin temelidir. Saussure’ göre, dil dizgesinde bir kavramla işitim imgesi birleşir ve bunlar, gösterge sistemine ilişkin kavramlarla açıklanabilir. Saussure’ün dil göstergesi, gösteren ve gösterilenden oluşmaktadır. Şekil 2.1: Dil göstergesi gösteren ve gösterilenden oluşur. 26 Bütünü belirtmek için gösterge sözcüğü kullanılır, kavram yerine gösterilen ve işitim imgesi yerini de gösteren terimleri alır. Gösterge, kendisi ‘burada’ olmadığı halde onun yerine kullanılan herhangi bir şeydir. Dilsel bir gösterenle bir gösterilenin birleşmesinden doğan dizge, göstergedir. Göstergede gösteren, ses; gösterilen ise kavramdır. Eski çağlarda dil incelemeleri diğer bilimlerin bir yan dalı olarak görülürken, 20. yüzyılda dilbilim, dilin doğrudan kendisini araştırma konusu yapan bağımsız bir bilim dalı olmuştur. Çağdaş dilbilimin getirdiği en büyük yenilik, inceleme konusunun ve alanının belirlenmesidir. Yanı sıra felsefe, etnoloji, sosyoloji, coğrafya, fizik, fizyoloji, nöroloji, iletişim gibi pek çok disiplinle işbirliği içindedir. Kurulan işbirliği, yeni alt başlıkların açılmasına neden olmuştur. Bu çalışma alanlarının öne çıkanları şunlardır: Ses Bilimi / Phonology: Dilin en küçük birimi olan sesleri (fonemleri) inceler. Yapı Bilimi / Morphology: Seslerden (fonemlerden) sonraki en büyük birlikler, eklerdir (morfemlerdir). Kök, yapım eki ve çekim eki olarak ekleri (morfemleri) araştırır. Söz Dizimi / Syntax: Sınırlı sayıda sesle, sınırsız sayıda birliğin veya cümlenin oluşturulmasını inceler. Ses bilimi, yapı bilimi ve söz dizimi (fonoloji, morfoloji ve sentaks) dilbilgisinin temel bölümleridir. Kökenbilim / Etimoloji: Sözcüklerin kaynağını, ne zaman ortaya çıktığını, nereden geldiğini, hangi aşamalardan geçtiğini bulmaya çalışır. Anlambilim / Semantics: Sözcüklerle temsil ettikleri arasındaki ilişkiyi inceler. Göstergebilim / Semiology, Semiotics: Göstergeleri ve gösterge dizgelerini inceler. Semiology ve semiotics terimleri aynı alanı kapsamaktadır ancak Avrupalılar daha çok semiology’yi, Anglosaksonlar ise semiotics’i tercih etmektedir. 1970’li yıllardan beri Avrupalıların da semiotics terimini kullanmaya başladığı görülmektedir. Ayrıntılı bilgi için bknz: Guiraud, Pierre (1994). Göstergebilim. Ankara: İmge Yay. Metindilbilim: Her sözcük yığını bir metin değildir. Bir metni, metin yapan yapıları inceler. Sosyolenguistik: Sosyoloji ile dilbilimin işbirliğinden ortaya çıkan sosyolenguistik, kişinin konuşma biçimi, doğup büyüdüğü yer, ait olduğu sosyal tabaka, öğrenim düzeyi, konuşmanın geçtiği bağlam gibi konuları inceler. Etnolenguistik: Dil ile kültür, dil ile toplum arasındaki ilişkileri inceler. Bilişsel Dilbilim: Nöroloji ile dilbilimin işbirliğiyle dili kullanırken, edinirken beyinde oluşan süreçleri inceler. Uygulamalı Dilbilim: Dil öğretiminden bilgisayar çevirisine, çesitli alanların sorunlarına çözüm bulmayı amaçlar. Dil Felsefesi: Felsefe konularının ifadesinde dilin işlevine ve dilbilimsel teorilerin, yöntemlerin ve gözlemlerin felsefi durumunu inceler. Dil Psikolojisi: Dil edinim süreçleri, dili kullanma ve anlama, dil bozukluklarında rol oynayan konuları araştırır. Sıralanan tüm konular, birden çok dille karşılaştırmalı olarak da çalışılabilir. Buna karşılaştırmalı dilbilim denir. Dilbilimin yukarıda sıralanan alanlarından başka alt kollarından da söz edilebilir. Dilbilim ve filoloji birbirinden farklı alanlardır. Filoloji, sadece yazılı dille ilgilenen ve amacı, eski yazınsal yapıtları açıklamak olan, başlangıcı Rönesans dönemine kadar giden bir bilimdir. Buna karşın dilbilim, 19. yy. sonlarında ortaya çıkmaya başlayan, dili anlamayı amaç edinen ve dili, tıpkı somut bir nesne gibi inceleyen yeni bir bilimdir. 27 Çağdaş dilbilimin F. de Saussure’den sonraki en önemli ismi, Noam Chomsky’dir (1928- ). 1957 yılında, Syntactic Structures adlı eserini yayımlayan Chomsky’nin dilbilgisine yaklaşımı farklıdır. Dilin kurulabilecek bütün cümlelerini betimleme amacındadır. Böylece her konuşucu, bilmediği, daha önce işitmediği ya da söylemediği cümleleri üretebilme ve anlayabilme yeteneğini ortaya koyulabilecektir. Chomsky de dili iki bölümde inceler: Edinç (İng. competence); konuşanın ve dinleyenin sonsuz sayıda cümle üretip anlamasını sağlayan kurallar dizgesidir. Edim (Ing. performance) ise, edinç denilen dilsel yeteneğin somut nitelikli konuşma eyleminde gerçekleştirilmesidir (Vardar, 1980; 71). Chomsky’nin edinç ve edim kavramlarıyla Saussure'ün dil ve söz kavramları arasında yakınlık bulunmasına karşın Saussure’e göre dil bir göstergeler dizgesidir; edinç ise bir kurallar dizgesidir. Dil ürün; edinç üretim sürecidir. Cümle Saussure'de söze bağlanır, özgür bir yaratım eyleminin sonucudur; Chomsky'de ise kurallar uygulanmalıdır. 1950’li yıllardan bu yana, dünyanın dört bir tarafında, Chomsky’nin görüşlerinden hareketle, sayısız çalışma üretilmeye devam edilmektedir. Resim 2.4: Noam Chomsky (1928-) Kaynak: www.bigglook.com DİLLER VE DÜNYA Dünyanın dört bir yanında, dille ilgili sayısız araştırma sürdürülmesine karşın, dünya dillerinin sayısı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bunda; a. dünyanın bazı bölgelerinde sistemli dil sayımının ve araştırmasının yürütülememesi, b. bölgelerdeki insan dağılımının ayrıntılarının belirlenememesi, c. dillerle lehçeler arasındaki dilbilimsel uzaklığın ölçütlerinin netleşmemesi etkilidir. Örneğin, Britannica Ansiklopedisi’nin 1911 baskısında, dünyadaki dillerin 1000 olduğu belirtilmiş; yıllar geçtikçe bu sayı, daha yüksek verilmiştir. Bu, dünyadaki dil sayısının zamanla arttığı sanısı yaratabilirse de daha önce incelenemeyen bölgelerdeki dillere ulaşılmış olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla dil sayısının artmadığı, dünyadaki dil sayısına ilişkin daha çok bilgiye ulaşıldığı düşünülebilir. Dünyadaki ülke sayısına bakılarak, dünya dillerinin sayısı belirlenebilirse de etnik, siyasal, ekonomik, dini vb. ölçütlere dayalı bakış açıları nesnel olmayan sonuçların ortaya çıkmasına yol açacaktır. Dil sayısını hesaplama, nüfus sayımına benzetilirse yanlış bilgiler elde edilebilir. Örneğin, bazı diller kendi topraklarında konuşulmuyor olabilir ya da çeşitli nedenlerle bazı diller, diğer bir dil adı içerisinde düşünülebilir. Çince’nin diyalektleri gibi, Latince kökenli Fransızca, İspanyolca, İtalyanca ve Rumence, aynı millete ve aynı yazı dizgesine bağlansalar da bu dillerin, konuşucuları birbirlerini karşılıklı olarak anlamayacak kadar birbirlerinden farklı dizgeleri vardır. Tam tersine, Hindu ve Urdu dili, temelde aynı dizgeye sahip olduğu halde farklı ülkelerde (Hindistan ve Pakistan) konuşulmaktadır ve farklı yazı sistemlerine bağlıdırlar. Oysaki, Hindistanlıların ve Pakistanlıların birbirlerini anlamaları, Çince’nin farklı diyalektlerini konuşanların birbirlerini anlamalarından çok daha kolaydır. Örneğin, Yugoslavya’nın dağılmasından sonra üç dil ortaya çıkmıştır: Sırpça, Hırvatça ve Boşnakça. Oysa bu diller, birbirlerinden çok az farklılık göstermektedir. Dillerin farklılığı değerlendirilirken kullanılan ölçütlerden biri, karşılıklı anlaşılabilirliktir. Örneğin, A konuşucusu, B dilinin konuşucusunu rahatlıkla anlayabiliyorsa, A ve B dilinin aynı dil olduğu düşünülebilir. Ancak bu ölçüt, teoride tutarlı gibi görünse de pratikte her zaman için doğru sonuçlar vermemektedir. Örneğin, A konuşucusu, B konuşucusunu anlayabilirken B konuşucusunun A konuşucusunu anlayamaması olasılığı da vardır. Yanı sıra B konuşucusu A konuşucusunu anlamamakta ısrarcı olabilir. Örneğin Bulgarlar, Makedonca’yı Bulgarca’nın bir diyalekti olarak ele almaktadırlar; ancak Makedonlar, Makedonca’nn farklı bir dil olduğunda ısrarcıdırlar. Dilsel çeşitliliği doğru belirleyebilmek için ülkelerin siyasal etkinlikleri de doğru gözlemlenmelidir. Örneğin, Fransa’da Bask, Keltik dilleri konuşuluyor, hatta bu dillerde yazılan edebi eserler, birçok dile çevriliyor olsa da Fransa’nın yalnızca Fransızca konuşulan yer olarak değerlendirilmesi tartışılabilir. Yararlanılan kaynak ve ayrıntılı bilgi için bknz: http://www.lsadc.org/info/ling-faqs-howmany.cfm 28 Diller arasındaki etkileşimi tüm netliğiyle ortaya koymak ve dünya dillerinin sayısını bulabilmek, oldukça güçtür. Bununla birlikte, birbiriyle köken olarak ilişkili olan diller belirlenerek dil gruplarının bulunduğu dil aileleri oluşturulmuştur. Dil Aileleri Binlerce dünya dilinin ortak atalarının izini sürerek, ardıllarıyla aralarında bağlantılarla örülmüş bir sınıflandırma tablosu oluşturmanın sonucunda dil aileleri meydana gelmiştir. Uzak geçmişe gitmek, dillerdeki değişim oranı farklı olduğundan çok zordur. Örneğin, İzlanda’daki çocuklar yüzyıllar önce yazılmış bir metni rahatlıkla okuyabilirken, İngiliz çocuklar için ayn şey söz konusu değildir. Bu nedenlerle, birçok tarihsel dilbilimci, M.Ö. 5000’den önceki dil değişilikleri verilerini kabul etmezler; yazılı olmayan diller için de çok fazla geri gitmek konusunda emin değillerdir. Tarih içinde geriye doğru iz sürerek bu dil ailelerinin atası olan ilk dillere erişme çabası, dilbilimsel verilerin sınırları konusunda dikkatli olunmasını gerektirmektedir. Bazı dilbilimciler, 10.000 yıldan daha geriye gidilebileceğini kabul etmemektedirler. Birçok dilbilimci, yalnızca bir dilin ikiye ayrıldığı tarihten sonraki sözcük ve dilbilgisi çalışmalarına güvenmektedir, ancak sonuç, her zaman açık olmaktan uzaktır ve genetik ipuçları ya da göç gibi diğer verilerin eklenmesiyse netlikten çok karmaşıklığın artmasına neden olmuştur. 1700’lerin sonunda, coğrafi olarak birbirlerinden uzak dillerin bile birbirleriyle ilgili olabileceği düşüncesi doğmuştur. Bir yüzyıl sonra dilbilimciler, karşılaştırmalı yöntemle, diller arasındaki bağlantıları sistematik değişim örneklerine bakarak aynı sözcüğü birçok dilde aramışlardır. Dillerin birbirlerinden ödünç aldığı ve paralel olarak evrimleşmiş sözcükleri tanımak, dil ailelerini oluşturmakta etkili olmuştur. Dillerin coğrafi dağılımı ve tarihsel yayılımı da göz önünde bulundurularak akraba diller bulunmuştur. Tarihsel bakımdan başlıca dil aileleri şu adlarla anılmaktadır: Ural-Altay, Hint-Avrupa, Hami-Sami (Afrika-Asya), Dravid (üç Afrika), Çin-Tibet, Avustrik, Hint-Pasifik, Eskimo-Aleut, PaleoSibirya dil aileleri. Dil ailelerinin sayısına ilişkin saptamalar çeşitlidir. Kimi dilbilimcilere göre bu sayı 30-40 dolayındadır. Kimilerine göre 100’ün üstünde dil ailesi vardır. Bunlardan en iyi bilinenlerden biri, İngilizce’nin de içerisinde yer aldığı Hint-Avrupa dil ailesidir. Hint-Avrupa dilleri coğrafi açıdan da oldukça geniştir ve bu dil ailesi içerisinde yer alan diller de oldukça bilindiktir. Hint-Avrupa dil ailesinde yer alan dillerin sayısı yaklaşık iki yüzdür. Türkçe, tarihsel bakımından UralAltay dil ailesinin Altay kolundandır. Tarihsel ölçütlerin yanı sıra diller, yapı bakımından da incelenmektedir: I. Ayrışkan ya da Çözümleyici Diller: Söz yapılarının, cümledeki konumlarına göre anlam kazandığı çekimsiz dillerdir. En tipik örneği Çince’dir. II. Bitişimli ya da Bağlantılı Diller: Sözcük kökleri bir ya da birden çok hecelidir ve kök genellikle sözcük başındadır. Kökler değişime uğramaz. Sözcük türetme ve çekim, eklerle yapılır. İç ek yoktur. Hint-Avrupa dillerinde olduğu gibi sözcüklerde cinsiyet (dişil eril) farkı yoktur. Türkçe de bu yapı grubunda, sondan eklemeli bir dildir. UralAltay dilleri bu gruptandır. Eklemeli diller “önden eklemeli diller” (Macarca, Fince…) ve “sondan eklemeli diller” (Türkçe, Moğolca, Japonca, Korece, Mançu ve Tunguzca) olmak üzere iki gruba ayrılır. III. Bükünlü ya da Bireşimli Diller: Sözcükler çekime girerken sözcüğün kökü de değişir. Örneğin bu grupta yer alan dillerden Arapça’da “ktb” kökünden, kitab, mekteb, kâtib... sözcükleri türetilmektedir. HintAvrupa dilleri ve HamiSami dilleri “çekimli” dillerdendir. IV. Çokbireşimli Diller: Eskimo dilleri gibi, temel bir sözlüksel ögeye getirilen eklerle cümlelerin oluşturulduğu dillerdir. Dil aileleri konusunda yararlanılan kaynak ve ayrıntılı bilgi için bknz.: Vardar, Berke (1998). Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri, İstanbul: Multilingual. 29 Dilin Türleri Ben çalışıyorum. Ben çalışıyom. Ben çalışıvırıyom. Yukarıdaki üç cümle de iletişim değeri açısından aynıdır. Cümlelerden ilki, kurallı yazı diline; ikincisi, konuşma diline; üçüncüsü ise bir yerel ağza aittir. Yazı dili Türkçesi kurallarına uyduğundan ilkinin “en” doğru biçim, sonrakilerin ise belli durumlar için kabul edilebilir cümleler olduğu düşünülmektedir. Çevrenizde, farklı söyleyişle konuşan kişilerle karşılaşıyor musunuz? Bölge, toplumsal çevre, dilin tarihsel gelişme süreci, dil ilişkileri, etnik köken, meslek, öğrenim düzeyi, gelir durumu, inanç vb. etkenler, dil türlerinin ortaya çıkma nedenlerindendir. İster bir ya da birçok ülkede tüm bir halk tarafından konuşulan bir dil olsun; ister dilin o halkın bir bölümünün kullandığı bir çeşidi olsun, her konuşma şekli ya da her bölgesel dil, lekt olarak adlandırılmaktadır. Lektler,bir bölgeye ait olduğunda diyalekt (lehçe); toplumsal bir sınıf söz konusu olduğunda sosyolekt; cinsiyet söz konusu ise genderlekt; bireyselse idiolekt adını alır (Breton, 2007:15). Dil türlerini birbirinden ayırmanın zorluğu nedeniyle varyant veya lekt terimlerini dilin bütün görünümlerini kapsayacak şekilde kullanma eğilimi vardır. Türkçe’de bilimsel olarak sınırları çizilemeyen ağız, lehçe, şive terimleri yerine varyant veya lekt şeklinde bir adlandırmanın bu konuda bir çözüm yolu olabileceği ileri sürülmektedir (Solmaz, 2012:1885). Dil türleri konusunda dikkat edilmesi gereken bir nokta da ana dil ve ana dili terimleriyle ilgilidir: Türk Dil Kurumu’na göre ana dil, “kendisinden başka diller veya lehçeler türemiş olan dil”; ana dili ise, “çocuğun ailesinden ve içinde yaşadığı topluluktan edindiği dil”dir. Birçok kaynakta, Türkçe’nin yazı dili, (ortak dili, edebî dili) olarak “İstanbul Türkçesi” gösterilmektedir. Bu da tartışılabilir bir kuraldır; çünkü akla ‘Hangi İstanbul Türkçesi?’ sorusu gelebilir. Varolan sözlü iletişim türleri dışında işitme engellilerin kullandığı dil gösterge dili; doğal olmayan, yapma diller ise planlı diller olarak adlandırılmaktadır. Planlı dillerden 1887’de Zamenhof tarafından yaratılan Esperento dilini, yaklaşık 8.000.000 ilgili kişiden 500.000 kişi konuşmakta ve her yıl, 100 süreli yayın ve 200 kitap yayımlanmaktadır (Breton, 2007:21). DİLLERİN GELECEĞİ Yüzyıllar boyunca çeşitli değişimlerle günümüze gelen dil sistemi bugün, eskiye oranla daha hızlı bir değişim geçirmektedir. Teknolojik gelişmeler, uluslararası iletişimin artması, nüfus hareketliliği birçok toplumsal olguyu etkilediği gibi dilleri de etkilemektedir. 20. yüzyıldan beri İngilizce, tüm anakaralara yayılan yani, uluslararası nitelik kazanmış diller arasında birinci sıradadır. Öyle ki İtalya’da 2001 seçimlerinde Silvio Berlusconi’nin seçim sloganı üç ‘i’, ‘Inglese! Internet! Impresa’ (İngilizce! İnternet! İş!) olmuştur. Berlusconi, sloganında, İngilizce’nin İtalya için ne yabancı ne de yeni olduğunu, ticari ve uluslarası bir dil olduğunun bilinciyle konuşmaktadır (Breton,2007:169). Uluslararası diller arasında ikinci sırayı Fransızca almaktadır. Bu iki dilden başka dört dil, İspanyolca, Portekizce, Arapça ve Hollandaca, anakaralar arası yayılıma sahiptir; başka beş dil, Almanca, Rusça, Farsça, Endonezya dili ve Svahili de birbirine yakın birçok devlete yayılmıştır (Breton, 2007:28). Bazı görüşlere göre, “Gelecekte baskın dil, belki de İngilizce olmayacak. 20. yüzyılın ortalarında küresel nüfusun neredeyse % 9’u anadili olarak İngilizce’yi öğrenip konuşurken, bu oranın 2050 yılına gelindiğinde % 5’e düşmesi bekleniyor. Çince’nin ise, anadili olarak ele alındığında, dünyada en çok konuşulan dil olma konumunu sürdüreceğe benziyor” (Graddol, 2004). 30 Graddol’ün makalesi: http://www.sciencemag.org/content/303/5662/1329) Amerika’da da İngilizce’nin yerini Çince’nin alacağına ilişkin görüşler bulunmaktadır. bknz.: USA Today gazetesinin haberi: http://www.usatoday.com/news/bythenumbers/2004-02-26-future-language_x.htm Çok dil bilme gerekliliği de büyük olasılıkla artacak. Örneğin, UNESCO’nun, Linguapax çalışmasının amacı, tek dil konuşan liselileri en azından iki dilli liselilere dönüştürmektir. http://www.linguapax.org 21 Şubat 1952’de o zaman Pakistan sınırları içindeki Bangladeş’in başkenti Daka’da, kendi dilleri Bangla’nın resmen tanınması için gösteri yapan öğrenciler öldürüldü. 1999 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Örgütü (UNESCO) yeryüzündeki dil ve kültür çeşitliliğine dikkat çekmek için, 21 Şubat gününü Dünya Anadili Günü ilan etti. 2012 yılında UNESCO, ‘Tehlike Altındaki Diller Atlası’nı yayınlamış ve yeryüzündeki diller hakkında rakamlar vermiştir. Özellikle, yok olmaktaki dillere dikkat çeken UNESCO, dilleri yok olma düzeylerine göre güvenli, zayıf, kesinlikle tehlikede, ciddi tehlike altında, kritik tehlike altında ve ölü sıralamasıyla altı tehlike derecesine ayırmaktadır. UNESCO’nun konuyla ilgili sayfası için bknz.: http://www.unesco.org/new/en/culture/themes/endangered-languages/atlas-oflanguages-in-danger/ Vendryes, bir dilin alanını daraltan ya da genişleten nedenlerin dilbilimle ilgisi olmadığını fetihler, göçler gibi siyasal olaylarla ilgili olduğunu vurgular. Vendryes’e göre, dilleri ne olursa olsun yaşatma kararı da siyasal amaçlardan doğmaktadır. Bir dilin varlığı, o dilin yaygınlığına, zengin bir edebiyatının olmasına bağlıdır (2001:144-145 ). SÖZLÜ İLETİŞİM ARACI OLARAK DİL “………………………………………….. Çünkü anlamak bir ortak dili gerektirir. Ortak dil ise, ortak yaşam / ortak bilgi / ortak birikim / ortak düş kimi yerde de ortak düşüş demektir. Ortak değilse bile, yakın / benzer / gibi. ……………………………………………….” (Edgü , 1977:13) Hem sesli hem de görsel bir iletişim türü olan sözlü iletişimde, en temel araç olarak dil kullanılmaktadır. Sözlü iletişimin kurulabilmesi için, öncelikle, Ferit Edgü’nün “O” romanında belirttiği gibi “Ortak değilse bile, yakın / benzer / gibi.” bir dil olmalıdır. Sözlü iletişim aracı olarak dil, bireysel ve toplumsal açıdan ele alınabilir. Bireysel açıdan ele alındığında, dilin düşünce ile olan ilişkisi öne çıkar. Bu noktada, “Dil mi düşüncenin yoksa düşünce mi dilin ürünüdür?” sorusu uzun süre tartışılmıştır. Kimi uzmanlar düşünceyi, kimileri de dili kaynak kabul etmiştir. Yine de kesin, değişmez bir yanıt bulunamamıştır. 1934 yılında basılan kitabı Düşünce ve Dil ile Vygotsky, konuya yeni ve farklı açılımlar kazandırmıştır. Lev Semenovich Vygotsky (1896-1934), Moskova Üniversitesi’nde dilbilim, toplumbilim, psikoloji felsefe ve sanat alanlarında yoğun bir çalışma döneminden sonra 1924 yılında psikoloji alanında sistemli 31 olarak çalışmaya başlamıştır. Ne yazık ki bundan on yıl sonra, 38 yaşında tüberkülozdan ölür. Ünlü eseri Düşünce ve Dil, ölümünden birkaç ay sonra 1934 yılında yayımlanmıştır. Vygotsky, düşünce ve dil teorisini kurarken çocukların gelişimini incelemiş ve öne sürdüğü görüşler, aynı konuda çalışmaları olan Piaget’nin görüşleriyle karşılaştırılmıştır. Vygotsky, Piaget’nin aksine, önce dıştan iletişimin kurulduğunu; ardından içinden konuşmanın geliştirildiğini savunur. Düşüncenin ve konuşmanın gelişmesi bireyselden toplumsala doğru değil, toplumsaldan bireysele doğru olur. Vygotsky’nin araştırması sonucunda vardığı sonuçlar şunlardır: i. Düşünce ve konuşma, özoluşum bakımından farklı köklere sahiptir. ii. Çocukta konuşmanın gelişmesinde anlık öncesi bir aşamanın; düşüncenin gelişmesinde ise dil öncesi bir aşamanın varlığını kesinlikle saptayabiliriz. iii. Bu ikisi, belirli bir ana kadar birbirlerinden bağımsız biçimde farklı doğrultular izler. iv. Belirli bir noktada bu doğrultular kesişir ve bunun üzerine düşünce sözlü, konuşma da ussal hale gelir (Vygotsky, 1985:71). Vygotsky, içinden konuşma üstünde, kapsamlı olarak durmaktadır ve sonuç olarak içinden konuşmanın gelişmesi dış etkenlere bağlıdır. İçinden konuşma, dışından konuşmanın ne bir öncüsüdür ne de onun bellekte yeniden üretilmesidir. “Dışından konuşma, düşüncenin sözcüklere dönüştürülmesi, maddeleştirilmesi ve nesneleştirilmesidir. İçinden konuşmada ise süreç tersine döner: konuşma içsel düşünceye dönüşür” (1985:180). Vygotsky, Lev Semanoviç (1985). Düşünce ve Dil (çev. S. Koray). İstanbul: Sistem yay. Sözlü iletişim aracı olarak dil, toplumsal açıdan ele alındığında dilin kültürle olan ilişkisi önem kazanır. Vygotsky de düşüncenin dil tarafından geliştiğini söylerken, çocuğun toplumsal kültürel deneyiminin bu aşamadaki belirleyiciliğine dikkat çeker. Dolayısıyla dil, insanın toplumsallaşmasıyla oluşturduğu kültürün önemli parçalarından biridir. Toplumun ortak özelliklerini öğrenmeye yardımcı olan dil, konuşulduğu toplum hakkında bilgi de verir; çünkü toplumun ürettikleri diline yansır. Örneğin, teknolojiyle yakından ilişkili bir yaşam süren toplumların dilinde, çokça teknolojik terim ve teknolojiyle ilgili sözcük bulunur; çünkü her toplum, yaşam koşullarına uygun sözcükler üretir ve kullanır. Tıpkı düşünceyle olduğu gibi dilin, kültürle de arasında sıkı bir bağı vardır. Sözlü iletişimin temel aracı dil, kültürü hem kurar hem geliştirir ve kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasına yardımcı olur. Toplumda, sürekli bir kültür aktarımı söz konusudur. Sözlü iletişim, bu sürekli akışın önemli kaynaklarından biridir ve bu süreçte dil, ait olduğu toplumun kültürel özelliklerini yansıtan en önemli ögedir. Dilin ve kültürün karşılıklı değişimi, tarihsel dönemler incelendiğinde çok net görülebilir. Sözcüklerin çağdan çağa, toplumdan topluma değişen, farklı ve geçici anlamları vardır. Her dönemde, sıkça kullanılan sözcükler değişir. Bu değişim, dönemin kültürel özelliklerine göre gerçekleşir. Toplumsal değişimlerin, dönemlerin anlaşılmasında, dilin farklı kullanım şekillerinin belirlenmesi açımlayıcı olacaktır. Bu süreçte, toplumun kültür yaşamının temsilcileri olan şairler, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları tarafından ortaya konan ürünler, o toplumun dilini ve kültürünü algılamanın en doğru araçlarıdır. Çeşitli anlatı biçimleri olan masallar, halk hikâyeleri, mitolojiler, hem sözlü edebiyat ürünleri hem de toplumsal kültür değerleridir ve doğdukları dönemin dilini yansıtır. Günün koşulları, toplumun ve kişilerin acıları, sevinçleri, vb. deneyimleri bu sözlü anlatım biçimleriyle sonraki kuşaklara ulaşır. Toplumlar arasındaki kültürel ayrımların dile yansımasındaki en belirgin örnekleri, bir dilin diğer dile çevrilmesinde görülür. Örneğin, Türkçe’de “Yağıyor.” denilince, neyin yağdığı bilinemez. Bu nedenle, “Yağmur yağıyor.” cümlesinde “yağmur” sözcüğünü, ve “Kar yağıyor.” cümlesinde “kar” sözcüğünü kullanmak zorunludur. Diğer taraftan, Türkçe’ye sözcük sözcük yapılacak çevirisi “O yağıyor.” demek olan, İngilizce’deki “It is raining.” denildiğinde yağan, yalnızca yağmurdur. İngilizce’de “Kar yağıyor.” denilecekse, cümlenin fiili değişerek “It is snowing.’ cümlesi kullanılmaktadır. Dolayısıyla, toplumlar arasındaki ayrımlar, üretilen kültürel deneyimlerin dildeki yansımalarında kendini çok net ortaya koymaktadır. Özetle, sözlü iletişim aracı olarak dilin, bireysel açıdan düşünceyle; toplumsal açıdan kültürle yakın ilişkisi bulunmaktadır. 32 Özet Dile ait özgül bir bilim dalı ortaya çıkana kadar dilin ne olduğu, tanımı ve diğer alanlarla olan ilişkisi, felsefeciler tarafından yorumlanmış ve değerlendirilmiştir. Antik dönemlerde, felsefecilerin görüşleri, ilk kuramları da oluşturmuştur. Sonraları, dille ilgili bilim dallarının oluşması ve bu dalların diğer disiplinlerle işbirliği kurarak alt başlıklara ayrılması, dille ilgilenen uzmanların dönemlere göre birbirinden farklı tanımlar ortaya koymalarına neden olmuştur. yetenegini ortaya koyulabilecektir. Chomsky de dili iki bölümde inceler: Edinç (İng. competence); konuşanın ve dinleyenin sonsuz sayıda cümle üretip anlamasını kurallar dizgesidir. Edim (Ing. performance) ise, edinç denilen dilsel yeteneğin somut nitelikli konuşma eyleminde gerçekleştirilmesidir. Dünyanın dört bir yanında, dille ilgili sayısız araştırma sürdürülmesine karşın, dünya dillerinin sayısı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bunda; Diller nasıl ortaya çıkmıştır, dilin kaynağı nedir? İlk konuşmalar nasıl olmuştur? Diller tek bir kaynaktan mı çıkmıştır, yoksa farklı farklı kaynaklardan mı çıkmıştır? …gibi sorulara hep yanıt aranmıştır. Konuyla ilgili çeşitli kuramlar ortaya atılmasına karşın, hâlâ dilin nasıl ortaya çıktığı, dünyada niçin bu kadar farklı dil olduğu konusunda kesin, net bir bilgi yoktur. Bugünün sorusu, dilin nasıl doğduğundan çok, insan denen türün dili kullanma yeteneğini nasıl kazandığıyla ilişkilidir. b. bölgelerdeki insan dağılımının ayrıntılarının belirlenememesi, c. dillerle lehçeler arasındaki dilbilimsel uzaklığın ölçütlerinin netleşmemesi etkilidir. Türkçe, köken bakımından UralAltay dil ailesinin Altay kolundan, sondan eklemeli bir dildir. Modern dilbilimin, 20. yüzyılın ilk yarısında İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure (18571913) ile başladığı kabul edilir. İster bir ya da birçok ülkede tüm bir halk tarafından konuşulan bir dil olsun; ister dilin o halkın bir bölümünün kullandığı bir çeşidi olsun, her konuşma şekli ya da her bölgesel dil, lekt olarak adlandırılmaktadır. Bir bölgeye ait olduğunda diyalekt (lehçe); toplumsal bir sınıf söz konusu olduğunda sosyolekt; cinsiyet söz konusu ise genderlekt; bireyselse idiolekt adını alır. Türk Dil Kurumu’na göre ana dil, ‘kendisinden başka diller veya lehçeler türemiş olan dil’; ana dili ise, ‘çocuğun ailesinden ve içinde yaşadığı topluluktan edindiği dil’dir. Varolan sözlü iletişim türleri dışında işitme engellilerin kullandığı dil gösterge dili; doğal olmayan, yapma diller ise planlı diller olarak adlandırılmaktadır. Saussure’e göre dil, bir dizgedir ve dil (langue), ve söz (parole) ayrımına dikkat çeker. Saussure karmaşık bir olgu olarak gördüğü dilyetisi (Fr. langage) içinde toplumsal nitelikli dil (Fr. langue) ile bireysel nitelikli söz'ü (Fr. parole) ayırmaktadır. Dil dizgesinde bir kavramla işitim imgesi birleşir ve bunlar, gösterge sistemine ilişkin kavramlarla açıklanabilir. Saussure’ün dil göstergesi, gösteren ve gösterilenden oluşmaktadır. Bütünü belirtmek için gösterge sözcüğü kullanılır, kavram yerine gösterilen ve işitim imgesi yerine de gösteren terimleri alır. Gösterge, kendisi ‘burada’ olmadığı halde onun yerine kullanılan herhangi bir şeydir. Dilsel bir gösterenle bir gösterilenin birleşmesinden doğan dizge, göstergedir. Göstergede gösteren, ses; gösterilen ise kavramdır. Yüzyıllar boyunca çeşitli değişimlere günümüze gelen dil sistemi bugün, eskiye oranla daha hızlı bir değişim geçirmektedir. Teknolojik gelişmeler, uluslararası iletişimin artması, nüfus hareketliliği birçok toplumsal olguyu etkilediği gibi dilleri de etkilemektedir. Çağdaş dilbilimin F. de Saussure’den sonraki en önemli ismi, Noam Chomsky’dir (1928- ). Chomsky, dilin kurulabilecek bütün cümlelerini betimleme amacındadır. Böylece her konuşucu, bilmediği, daha önce işitmediği ya da söylemediği cümleleri üretebilme ve anlayabilme 20. yüzyıldan beri İngilizce, tüm anakaralara yayılan yani, uluslararası nitelik kazanmış diller arasında birincisıradadır. Uluslararası diller 33 dünyanın bazı bölgelerinde sistemli dil sayımının ve araştırmasının yürütülememesi, Binlerce dünya dilini kapsayan, onların ortak atalarının izini sürerek, ardıllarıyla aralarında bağlantılarla örülmüş bir sınıflandırma tablosu oluşturmanın sonucunda dil aileleri meydana gelmiştir. Batı dillerindeki linguistics teriminin karşılığı olarak Türkçe dilbilim sözcüğü üretilmistir. a. arasında ikinci sırayı Fransızca almaktadır. Bu iki dilden başka dört dil, İspanyolca, Portekizce, Arapça ve Hollandaca, anakaralar arası yayılıma sahiptir; başka beş dil, Almanca, Rusça, Farsça, Endonezya dili ve Svahili de birbirine yakın birçok devlete yayılmıştır. 1999 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Örgütü (UNESCO) yeryüzündeki dil ve kültür çeşitliliğine dikkat çekmek için, 21 Şubat gününü Dünya Ana dili Günü ilan etmiştir. Sözlü iletişim aracı olarak dilin, bireysel açıdan düşünceyle; toplumsal açıdan kültürle yakın ilişkisi bulunmaktadır. Dilin düşünceyle ilişkisi açısından Vygotsky’nin görüşleri önemlidir. 34 Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi dili, bağlantısı içinde ele alan ilk düşünürdür? kültür 6. UNESCO, hangi günü Dünya Anadili Günü ilan etmiştir? a. Wilhelm von Humboldt a. 1 Ocak b. Noam Chomsky b. 21 Şubat c. Ferdinand de Sassure c. 13 Mayıs d. Epikür d. 21 Nisan e. Aristo e. 15 Mart a. Dil, söz 7. Aşağıdakilerden hangisi ‘ister bir ya da birçok ülkede tüm bir halk tarafından konuşulan bir dil olsun; ister dilin o halkın bir bölümünün kullandığı bir çeşidi olsun, her konuşma şekli ya da her bölgesel dil’e verilen addır? b. Gösteren, gösterilen a. Söz c. Gösterge, dil yetisi b. Diyalekt d. Edim,edinç c. Varyant e. Kavram, işitim imgesi d. Şive 2. Aşağıdakilerden hangisi, Ferdinand de Saussure’ün, dili incelerken kullandığı kavramlardan değildir? e. Lekt 3. Aşağıdakilerden hangisi, sözcüklerin kaynağını, ne zaman ortaya çıktığını, nereden geldiğini, hangi aşamalardan geçtiğini bulmaya çalısır? 8. Aşağıdakilerden hangisi, ‘sınırlı sayıda sesle, sınırsız sayıda birliğin veya cümlenin oluşturulmasını inceler? a. Anlambilim/ Semantics a. Söz Dizimi / Syntax b. Göstergebilim / Semiology b. Ses Bilimi / Phonology c. Kökenbilim / Etimoloji c. Yapı Bilimi / Morphology d. Yapı Bilimi / Morphology d. Kökenbilim / Etimoloji e. Ses Bilimi / Phonology e. Göstergebilim / Semiology 9. Aşağıdakilerden hangisi, Chomsky’nin dil kavramlarındandır? 4. Aşağıdakilerin hangisi, Türkçe’nin de içinde bulunduğu dil ailesidir? a. Gösteren / Gösterilen a. Ural-Altay dil ailesi b. Kavram / İşitim imgesi b. Hami-Sami dil ailesi c. Edim / Edinç c. Hint-Avrupa dil ailesi d. Dil / Söz d. Çin-Tibet dil ailesi e. Gösterge / Dil Yetisi e. Hint-Pasifik dil ailesi 5. Aşağıdakilerden hangis, UNESCO’nun, Linguapax çalışmasının amacıdır? 10. Aşağıdakilerden hangisi, dil ve düşünce arasındaki ilişkiyi incelerken, içiden konuşma üzerine kapsamlı incelemeler yapmıştır? a. En azından iki dilli konuşmayı yaymak. a. Lev Semanoviç Vygotsky b. İngilizceyi uluslarası dil düzeyine çıkarmak. b. Noam Chomsky c. Dillerin kökenini incelemek. c. Ferdinand de Saussure d. Dil ailelerini yeniden düzenlemek. d. Wilhelm von Humboldt e. Dillerin ses yapısını incelemek. e. Aristoteles 35 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Yararlanılan Kaynaklar Akarsu, B. (1984). Dil-Kültür İstanbul: Remzi Kitabevi. 1. a Yanıtınız yanlış ise “Dilin Kökeni” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Bağlantısı. 2. d Yanıtınız yanlış ise “Dilbilim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Aksan, D. (2000). Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dil Bilim. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. 3. c Yanıtınız yanlış ise “Dilbilim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Breton, R. (2007). Dünya Dilleri Atlası. İstanbul: NTV Yayınları. 4. a Yanıtınız yanlış ise “Dil Aileleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Chomsky, N. (2002). Dil ve Sorumluluk. ( Çev: Hüsnü Özasya). İstanbul: Ekin Yayınları. 5. a Yanıtınız yanlış ise “Dillerin Geleceği” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Condon, John C. (2000). Kelimelerin Büyülü Dünyası-Anlambilim ve İletişim. ( Çev: Murat Çiftkaya). İstanbul: İnsan Yayınları. 6. b Yanıtınız yanlış ise “Dillerin Geleceği” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Corballis, Michael C. (2003). İşaretten Konuşmaya-Diin Kökeni ve Gelişimi. (Çev: Aybek Görey). İstanbul: Kitap Yayınları. 7. e Yanıtınız yanlış ise “Dil Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Cummins, J. Davison C. (2007). International Handbook of English Language Teaching, New York: Springer. 8. a Yanıtınız yanlış ise “Dilbilim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. c Yanıtınız yanlış ise “Dilbilim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Demir, N. (2010). Türkçede Varyasyon Üzerine, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi,17:2, ss. 93-106. 10. a Yanıtınız yanlış ise “Sözlü İletişim Aracı Olarak Dil” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Edgü,F. (1977). O. İstanbul: Ada Yayınları Gökberk, M. (1997). Değişen Dünya Değişen Dil. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Guiraud, P. (1994). Göstergebilim. Ankara: İmge Yayınevi. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Manguel, A. (2004). Okumanın Tarihi.İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Sıra Sizde 1 Martinet, A. İşlevsel Genel Dilbilim. (Çev: Berke Vardar). İstanbul: Multilingual Yayınları. İstanbul, 1998. Çin mitolojisi insanların dili bir su kaplumbağasının üstündeki şekilleri imparatora öğretmesiyle kullanmaya başladıklarını anlatır. Porzig, W. (1995). Dil Denen Mucize. (Çev. Vural Ülkü). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Hint mitolojisine göre, baş Tanrı Brahma, kendi görünüşlerinden bir tanesi olan Vac aracılığıyla hem dünyayı hem de içindeki varlıkları yaratmıştır. Yıldırımın sesi Vac’ın sesidir. Vac aynı zamanda insan dilinin de tanrısıdır.Bu bakımdan söz yani ses ebedidir. Sapir, E. (1983). XX. Yüzyıl Dilbilimi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Saussure de F. (1985). Genel Dilbilim Dersleri, (Çev: Berke Vardar). Ankara: Birey ve Toplum Yayınları. Sıra Sizde 2 Eskişehir’de yaşayan biri şöyle bir konuşmayla karşılaşabilir: -Biraz para getiydi. Sen buyda dur, dedi. O iyilikler unuyulmiy. Bu tür konuşma, Eskişehire Bulgaristan’dan göçenler arasındaki bir konuşmadır. Solmaz, M. (2012). Ortaöğretimde Dil Bilgisi Kitaplarında Dl Olgusu, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 7:1, p.1875-1890. Türkçe Sözlük (1998). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. 36 Vardar, B. ve öt. (1980). Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ankara. Vendryes, J. V. (2001). Dil Düşünce. (Çev: Berke Vardar). İstanbul: Multilingual Yayınları. Vygotsky, L. S. (1985). Düşünce ve Dil. (Çev. S. Koray). İstanbul: Sistem yay. Yararlanılan İnternet Kaynakları Graddol, D. (2004). The Future of Language. Science. http://www.sciencemag.org/content/303/5662/13 29. İngiliz Ulusal Sosyal www.britac.ac.uk Bilimler Akademisi USA Today. (26/2/2004). Analysis: English won't be sole language of the future, http://www.usatoday.com/news/bythenumbers/20 04-02-26-future-language_x.htm LSA. http://www.lsadc.org/info/ling-faqs-langbegin.cfm) Paris Dilbilim Derneği www.slp-paris.com Schiller Institute http://schillerinstitute.org/strategic/2011/bueso_0 129_keynote.html Terrence W. Deacon http://anthropology.berkeley.edu/users/terrencew-deacon UNESCO.http://www.unesco.org/new/en/culture/ themes/endangered-languages/atlas-of-languagesin-danger/ http://www.ibe.unesco.org/fileadmin/user_upload /archive/publications/ThinkersPdf/humbolde.PDF 37 3 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Sözlü iletişimde, konuşma sürecini açıklayabilecek, Konuşmayı tanımlayarak kapsamını belirleyebilecek, Konuşmanın, yaşamdaki önemini ifade edebilecek, Konuşmanın ögelerini tanımlayabilecek, Etkili ve doğru bir konuşmanın özelliklerini tanıyabilecek, Konuşma yanlışlarını belirleyebilecek, Konuşma türlerini tanıyabilecek bilgi ve becerilerine sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Konuşma Konuşma Yanlışları Etkili ve Doğru Konuşma Konuşma Türleri İçindekiler Giriş Sözlü İletişim ve Konuşma Konuşmanın Ögeleri Etkili ve Doğru Konuşma Konuşma Türleri 38 Sözlü İletişim ve Konuşma GİRİŞ DENEME* Ne düşündüğümle, Ne söylemek istediğim arasında, Ne söylediğimi sandığımla, Ne söylediğim arasında, Ne duymak istediğinle, Ne duyduğunu sandığınla, Ne duyduğun arasında, Ne anlamak istediğinle, Ne anladığını sandığın Ve ne anladığın arasında, Birbirimize ulaşmamızı zorlaştıracak on olasılık var Ama yine de denemeliyiz... Bernard Werber Göreli ve Kesin Bilginin Ansiklopedisi " ! !! 39 SÖZLÜ İLETİŞİM VE KONUŞMA Fransız bilim-kurgu yazarı Bernard Werber’ın yazdığı, ünitenin girişinde okuduğunuz alıntı, iki kişilik iletişimde bile, anlaşılamayan, aktarılamayan düşüncelerin, düşlerin kalabileceğini vurgulamaktadır. İletişim, çoğu zaman göründüğünden daha karmaşık bir süreçtir. Günlük yaşamda kurulan ilişkilerde, insanlar arasındaki iletişimin kopukluğundan kaynaklanan iletişim kazaları yaşanır. Bu kazalar bazen, anlatıcının ele aldığı konuyu ayrıntılarıyla bilmemesinden ya da açıklayamamasından; bazen de alıcının anlamak için çaba harcamamasından ya da anlamak istememesinden kaynaklanabilir. İnsanın en önemli özelliklerinden konuşma, sözlü iletişimin temelidir. Dolayısıyla, sözlü iletişim sürecinde yaşanabilecek iletişim kazalarına neden olmamak, hiç değilse bu kazaları en aza indirebilmek için, ‘konuşma’nın kapsamı ve özellikleri hakkında bilgi edinmek yararlı olacaktır. Daha önemlisi, edinilen bilgileri, günlük yaşamda işlevsel kılabilmektir. Bu amaca ulaşabilmek için, konuşmayı tanımlamak ve konuşmanın yaşamdaki önemini belirlemek, iyi bir başlangıçtır. Konuşmanın Tanımı Sözlü iletişimde, en temel araç “söz”dür ve konuşularak aktarılır. Konuşma, düzenli devinimlerle konuşma organları tarafından sesin söze dönüştürülerek iletilerin aktarıldığı, insana özgü yaratıcı bir yetenektir. Tüm yetenekler gibi konuşma da birçok öğeden oluşur. Konuşmada sözcükler ve ses, akla ilk gelen öğelerse de konuşmanın amacına, bulunulan ortama, duruma, zamana, karşımızdaki kişiye ya da kişilere göre uygun, yerinde, etkili bir konuşma için, bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken birçok ayrıntı vardır. Konuşmada kaynaktan (sözlü iletişimde anlatıcıdan) çıkan söz, alıcıya (sözlü iletişimde dinleyiciye) yönelir ve algılanıp yorumlanarak alıcı tarafından geri bildirimde bulunulur. Sözler, kaynak ve alıcı arasında sürekli gider gelir. Böylece, karşılıklı konuşma yani, iki yönlü konuşma oluşur. Kaynak ve alıcı, sürekli yer değiştirir. Yüz yüze görüşmeler, telefon konuşmaları, iki yönlü konuşmalardır. İki yönlü konuşmada, anında geri bildirimde bulunulabileceğinden, anlaşılmayan konulara en kısa sürede açıklık getirilebilir. TANIM: Konuşma, düzenli devinimlerle konuşma organları tarafından sesin söze dönüştürülerek iletilerin aktarıldığı, insana özgü yaratıcı bir yetenektir. Tüm yetenekler gibi konuşma da birçok öğeden oluşur. Görsel, işitsel kitle iletişim araçlarında dinlediğimiz konuşmalar ise geri bildirimler anında ulaşamadığı için tek yönlü konuşmadır. Televizyonda ya da radyoda dinlediğimiz konuşmalar, tek yönlü konuşmalardır. Konuşmanın Yaşamdaki Önemi Konuşma, günlük yaşamın temelidir ve insanlar her gün, çok farklı ortamlarda ve çok farklı kişilerle konuşurlar. Bu konuşmalar, çeşitli adlar alabilir. Örneğin; Sosyal konuşmalar: Tanıdığımız kişilerle karşılaştığımızda, dostça ya da arkadaşça bir havada gerçekleştirdiğimiz konuşmalardır. Bu gibi durumlarda ‘merhaba’, ‘nasılsın’, ‘hoşçakal’ gibi sözcükler sıkça kullanılır. İşyeri konuşmaları: Uzmanlık alanına özgü teknik sözcüklerin sıkça kullanıldığı konuşmalardır. Mesleğe ait özel bir dil veya söz dağarcığı oluşmuşsa buna jargon adı verilir. Örneğin, tıp jargonu. Akademik konuşmalar: Öğretmenlerin, öğretim üyelerinin derslerde ya da uzmanlık bilgisi gerektiren toplantılarda ve görüşmelerde gerçekleştirdiği konuşmalardır. Hoş zaman konuşmaları: Eğlence ya da rahatlama amacıyla gerçekleştirilen toplantılarda, sinema, tiyatro, konser vb. salonlarında hoş zaman geçirilen konuşmalardır. Bu konuşmalar, günlük yaşamda birbirini izleyebileceği gibi iç içe de girebilir. Örneğin, sabah işe gitmek için evden çıktıktan sonra yol boyunca tanıdık kişilerle karşılaşıldığında, çeşitli sosyal konuşmalar 40 gerçekleşebilir. İşyerine gelindiğinde işyeri konuşmalarının yanında yine sosyal konuşmalar da gerçekleştirilebilir. Ders saatinde ya da herhangi bir akademik toplantıda akademik konuşmaların yanı sıra yine sosyal konuşmalar, belki de jargon kullanmayı gerektiren konuşmalar gerçekleşebilir. Eğlence ve rahatlama amacıyla gidilen yerlerde, karşılaşılan kişilerle gerçekleştirilen hoş zaman konuşmaları da genelde sosyal konuşmalar gibi başlayabilir. JARGON: Fransızca’dan gelen jargon, aynı meslek veya topluluktaki insanların ortak dilden ayrı olarak kullandıkları özel dil veya söz dağarcığıdır. Günlük yaşamdaki konuşmaların yanında özel bir durumda ya da zamanda, çok özel bir düzenlemeyle söylenen cümlelerle unutulmaz bir konuşma gerçekleştirilebilir. Böylesi konuşmalar, tarihin unutulmaz konuşmaları arasına girer. Günlük konuşmalar, yaşamdaki işleri yönlendirmede birincil işlev üstlenir. Etkili, en azından doğru bir konuşma, iletişim kazalarını önleyerek ilişkilerin güzel ve işlerin düzenli seyretmesini sağlar. Diğer taraftan, özel amaçlarla gerçekleştirilen toplantılarda, özenle hazırlanmış konuşmalar da tarihin unutulmaz konuşmaları arasında yer alarak, yol gösterici özelliklerini kazanır. KONUŞMANIN ÖGELERİ Etkili ve doğru konuşma becerisi edinebilmek için, konuşmayı oluşturan ögeleri tanıyarak iyi kullanmak gereklidir. Söz konusu ögeleri, konuşmanın fiziksel ve zihinsel ögeleri olmak üzere iki ayrı başlık altında ele alabiliriz. Konuşmanın Fiziksel Ögeleri Konuşmanın fiziksel ögelerinin başında, solunum ve ses gelmektedir: Solunum: Yaşam için gerekli oksijenin alınması ve akciğerlerde kanın temizlenmesinden sonra oluşan karbondioksitin dışarı atılmasıyla solunum gerçekleşir. Soluk alırken, sırayla şu olaylar gerçekleşir: 1. Kaburgalar arasındaki kaslar kasılır. 2. Diyafram kası kasılır. 3. Göğüs boşluğu genişler. 4. Akciğerler genişler. 5. Akciğerlerdeki hava basıncı düşer. 6. Oksijen alveollere kadar gelir. Soluk verirken de sırayla şu olaylar gerçekleşir: 1. Kaburgalar arası kaslar gevşer. 2. Diyafram kası gevşer. 3. Göğüs boşluğu daralır. 4. Akciğerler daralır. 5. Alveollerdeki karbondioksit dışarı atılır. Ses: Ses, diyaframdan başlayarak akciğerlerden gelen havanın, ağız bölgesinden çıkarken ses tellerinin titreşmesidir. Kuşkusuz, çıkarılan her ses, konuşma değildir. 41 Sesin ve solunumun yanında, akciğer, burun, gırtlak, soluk borusu, bronş, bronşçuk vb. birçok organ da konuşmanın fiziksel ögeleri arasında yer alır. Konuşmanın Zihinsel Ögeleri Konuşmanın zihinsel ögelerinin başında, beyin ve hafıza gelmektedir: Beyin: Beyin, fiziksel bir öge olarak da değerlendirilebilir, çünkü beyin, konuşma organlarını da yönetir. Konuşma açısından beynin en önemli işlevi, dilin düşünceye dönüştürülmesidir. İki yönlü bir etkinlik olan sözlü iletişimde, konuşulanın dinlenip anlaşılması da beyinle ilgilidir. Hafıza: Düşüncenin konuşmayla aktarılmasında, bilgilerin hafızada düzenlenmesi ve gerektiğinde kullanılabilmesi önemlidir. Hafıza, bilgiler arasında ilişki kurulup sınıflandırılmasını ve anlamlı bir konuşma gerçekleştirilmesini sağlar. DOĞRU VE ETKİLİ KONUŞMA Doğru ve etkili konuşmanın değişmez kurallarını belirlemek olanaksızdır. Bulunulan ortama, kişiye, konuya göre konuşmanın özellikleri her zaman değişkenlik gösterebilir. Yine de ilk amaç, iletilmek isteneni, net ve doğru bir şekilde anlatmaktır. Doğru bir konuşma, iletişim kazasına neden olmayacak net bir sözlü iletişim kurulmasını sağlarken; etkili bir konuşma, dinleyiciler üzerinde ilgi çekici, çarpıcı, unutulmaz izler bırakır. Her konuşmaya özgü farklı kurallar getirilebilirse de etkili ve doğru konuşmanın özellikleri şu başlıklar altında sıralanabilir: Ses Tonu: Her insanın ses tonu farklıdır. Cinsiyetle ve yaşla ilgili değişkenlik gösteren ses tonu, kişinin konuşma sırasındaki psikolojik durumuna göre de değişir. Etkili ve doğru bir konuşmanın unutulmaması gereken en temel özelliği, sesin işitilebilmesidir. Sesletim ve Diksiyon: Sözcüklerin ses, hece, ton ve vurgu bakımından söylenme biçimidir. Sesletim, bireyin yaşadığı bölgenin, eğitim düzeyinin ve üyesi olduğu etnik grubun etkisindedir. Yöresel özellikler gösteren konuşmalar, zaman zaman olumsuz sonuçlar doğurabilirse de iletişimi engelleyecek kadar etkilememesi sağlanabilir. Etkili bir konuşma için ise sesletim yanlışlarının olabildiğince önüne geçilmelidir. Özellikle televizyon ya da radyo gibi kitle iletişim araçlarında, konuşmayı uzmanlık düzeyinde kullanan kişiler için sesletimin yanı sıra diksiyonun kusursuzluğu da önemlidir. ‘Düzgün söz söyleme’ anlamındaki diksiyon; seslerin, sözcüklerin, vurguların, anlam ve heyecan duraklarını kurallarına uygun olarak söyleme biçimidir. Sözcüklerin seçimi ve düzeni anlamında her konuşmanın temel diksiyon kurallarına uyması beklenebilir. Diğer taraftan, sesi ve söyleyiş tarzını uzmanlık düzeyinde kullanmayı gerektiren diksiyon öğrenimi, özel bir çalışmayı gerektirir. Düzgün bir diksiyonun, doğru ve etkili bir konuşma için katkısı tartışılamaz ancak; her konuşmacının özel bir diksiyon eğitiminden geçmesi beklenemez. Yine de konuşulan dilin vurgu, tonlama, sözcük dizimi gibi diksiyon kurallarını, kulaktan dolma bilgilerle kullanmak yerine, doğru kaynaklara ulaşarak doğrusunu öğrenmek gerekmektedir. Sözcük Birikimi: Ne kadar çok sözcük biliniyor ve bunlar doğru bir şekilde kullanılabiliyorsa, duygu ve düşünceler o kadar iyi anlatılabilir. Bu nedenle, sözcük birikimi, sürekli genişletilmelidir. Amaç: Konuşmanın neyi anlatacağı bilinmeli ve cümleler, yukarıda sıralanan özellikler göz önünde bulundurularak kurulmalıdır. Kısaca, işitilebilir bir ses tonuyla uygun sözcüklerin kullanıldığı, vurgu ve tonlamanın yerinde kullanıldığı bir konuşma gerçekleştirilmelidir. İçerik: Konuşmanın içeriğini, anlatılmak istenenin ne olduğu belirler. Konuşmada belli bir düzen izlemek, bağlantılar kurarak anlatmak konuşmanın amacına ulaşmasını sağlar. Konuşmanın içeriği, şu söyleyiş özellikleriyle desteklenmelidir: Yapıcılık: Yapıcı bir konuşma kullanılmalı. Olumsuzluklara dikkat çekerken bile, dinleyicilere karşı saygılı olmalıdır. 42 İnandırıcılık: Konuşmacının ses tonu ve beden dili, dinleyicide güven uyandırmalıdır. Netlik: Konuşmacı, söz ettiği konuyu ayrıntılarıyla bilmeli, gerektiğinde sunduğu bilgileri, güvenilir kaynaklara dayandırabilmelidir. İlgi Çekicilik: Özellikle uzun süreli konuşmalarda, dinleyicilerin ilgisi çekilebilmelidir. Akıcılık: Konuşurken gereksiz duraksamalardan kaçınılmalıdır, eee, ııııı, şey, mmm gibi kullanımlar, konuşmanın akıcılığını engeller. Dinleyiciye uygunluk: Konuşmanın içeriği, dinleyicinin ya da dinleyicilerin özelliklerine uygun olmalıdır. Dinleyicinin cinsiyeti, yaşı, eğitim düzeyi gibi birçok özellik göz önünde bulundurulmalıdır. Bir konuşma, bir tek dinleyici için gerçekleştirilebileceği gibi onlarca, binlerce hatta kitle iletişim araçlarıyla milyonlarca dinleyici için de gerçekleştirilebilir. Konuşmanın konusu, anlamı iki taraf için de ortak bir temele oturtulamazsa anlaşma sağlanamaz. Etkili ve doğru konuşabilmek için, yukarıda sıralanan özelliklere dikkat etmenin yanında, aşağıdaki ayrıntıları da göz önünde bulundurmakta yarar vardır: 1. Konuşma, insanlar arasındaki iletişimi yönlendiren etkili bir araçtır. 2. Söylenen her söz, konuşmacının sorumluluğundadır. 3. Yüz, beden hareketleri, mimikler ve bakışlar, doğru kullanılmalıdır. 4. Tanımadığımız kişilere “sen” yerine, “siz” diye seslenilmelidir. 5. İstekte bulunurken, “lütfen” sözcüğü kullanılmalıdır. 6. İstekler yerine getirildiğinde, karşılığında mutlaka teşekkür edilmelidir. 7. Ağız doluyken konuşulmamalıdır. 8. Küfürlü konuşulmamalıdır. 9. Argo sözler kullanılmamalıdır. 10. Konuşurken tükürük saçılmamalıdır. Çevrenizdeki konuşmaları, sıralanan özelliklere göre değerlendirirse niz nasıl örneklerle karşılaşırsınız? Konuşma Yanlışları Konuşma yanlışları, dilin kurallarını bilme düzeyine göre daha çok farkına varılan kullanımlardır. Konuşma yanlışları, ait olunan toplumsal çevreye, eğitim düzeyine hatta, zamana göre değişkenlik gösterir. Bazı söyleyiş özellikleri, yanlış olsalar bile çok yaygınlaşabilir ve bulaşıcı hastalık gibi bir kere duyulduktan sonra, herkes tarafından kullanılmaya başlanabilir. Etkili ve doğru bir konuşma gerçekleştirilmesini engelleyeceğinden, bu tür kullanımlardan kaçınılmalıdır. Son dönemde, en çok rastlanılan konuşma yanlışları, örnekleriyle birlikte şu başlıklar altında sıralanabilir: 1. Sözcükleri tekrarlamak: Son dönemde, konuşma içerisinde hani sözcüğü, hiçbir gereği yokken defalarca kullanılmaktadır. Benzer şekilde, şey, işte, yani, aslında gibi sözcükler de sıkça tekrarlanabilmektedir. Konuşurken, sözcük tekrarlarından kaçınılmalıdır. Dönem dönem, çevrenizde sıkça tekrarlanan sözlere örnek verebilir misiniz? 2. Gereksiz yardımcı eylem kullanmak: Türkçe’de yardımcı eylemler, adların yanına gelerek yeni anlatımlar oluşturur. Ancak son yıllarda görülen bir yanlış da yabancı sözcüklerin Türkçeleştirilmesi sırasında etmek, olmak, yapmak ek eylemlerinin gereksiz bir biçimde kullanılmasıdır. Aşağıda hem yazılı hem de sözlü anlatımlarda yapılan bu yanlışa örnekler göreceksiniz: 43 giriş yapmak – girmek kamufle etmek – gizlemek iniş yapmak – inmek stop etmek – durmak kalkış yapmak – kalkmak kuşku etmek – kuşkulanmak start almak – başlamak umut etmek – ummak istek almak – istenmek stres olmak – gerilmek, sıkılmak, strese girmek sahne almak – sahneye çıkmak panik olmak – endişelenmek, paniğe kapılmak banyo almak – yıkanmak şok olmak – çok şaşırmak, şoke olmak çay almak – çay içmek etki yapmak – etkilemek içki almak – içki içmek katkı yapmak – katkıda bulunmak alkış almak – alkışlanmak konuşma yapmak – konuşmak yenilgi almak – yenilmek açıklama yapmak – açıklamak beğeni almak – beğenilmek hatırlatma yapmak – hatırlatmak çek etmek – denetlemek panik yapmak – paniğe kapılmak, endişelenmek konfirme etmek – doğrulamak şov yapmak – gösteri yapmak elimine etmek – elemek bekleme yapmak – beklemek ekarte etmek – elemek, saf dışı bırakmak başvuruda bulunmak – başvurmak empoze etmek – dayatmak start vermek – başlatmak dizayn etmek – tasarlamak beğeni kazanmak – beğenilmek test etmek – denemek Yukarıda verilen örneklerin yanlışlarının kullanımı o kadar yaygındır ki artık yanlış olduklarının bile çok az kişi farkına varmaktadır. Daha önce vurgulandığı üzere konuşma yanlışları, dilin kurallarını bilme düzeyine göre daha çok farkına varılan kullanımlardır. Konuşurken, gereksiz yardımcı eylem kullanılmamalıdır. 3. Sözcüklerin anlamını bilmemek: Çoğunlukla bilgi eksikliğinden bazen de özentiden kaynaklanan yanlış sözcük kullanımı, yanlışlığın farkına varıldığında olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Yanlış anlamda kullanılan sözcüklerin bir bölümünü Türkçe’nin eski sözcük varlığını oluşturan Osmanlıca kaynaklı sözcükler oluşturmaktadır: YANLIŞ – DOĞRU -e teşrif ekmek – -i teşrif etmek (-i şereflendirmek) birfiil – bilfiil beynamaz – binamaz resmî geçit – resmigeçit (=geçiş töreni) muhalefet olmak – muhalif olmak, muhalefet etmek evraklar – evrak (evrak sözcüğü Arapça yaprak anlamındaki varak sözcüğünün çoğuludur ve Türkçe’de belgeler anlamında kullanılmaktadır. Zaten çoğul anlamdaki evrak sözcüğüne –lar çoğul eki getirerek ikinci bir çoğulluk katmak yanlıştır.) evlatlar – evlat (evlat sözcüğü Arapça çocuk anlamındaki velet sözcüğünün çoğuludur ve çocuklar demektir. Zaten çoğul anlamdaki evlat sözcüğüne –lar çoğul eki getirerek ikinci bir çoğulluk katmak yanlıştır.) 44 Aşağıda, evrak, evlat örneğinde olduğu gibi çoğul anlamları nedeniyle yanlış anlamda kullanılan sözcükler sıralanmıştır: YANLIŞ - DOĞRU mürettebatlar - mürettebat (=gemi çalışanları) tadilatlar - tadilat (=değişiklikler, yenilemeler) akrabalar - akraba [=yakınlar] garibanlar – gariban (=garipler) ebeveynler – ebeveyn (=anne baba) istihbaratlar – istihbarat (=alınan haberler) gidişat – gidiş 4. Yabancı sözcük kullanmak: Yazılı, sesli ve görüntülü iletişim araçlarında da sıkça karşılaştığımız kullanımlardır. Oysa, bu sözcüklerin çoğunun Türkçe karşılığı bulunmaktadır. absürd: saçma defans: savunma adisyon: hesap dejenere: bozulmuş aircondition: havalandırma aracı dejenerasyon: bozulma agresif: sinirli deklarasyon: bildiri aktif: etkin departman: bölüm aktivite: etkinlik depresyon: bunalım, çöküntü bestseller: çok satılan dizayn: tasarım bilboard: duyuru tahtası dizaynır: tasarımcı brifing: bilgilendirme doküman: belge ambulans: cankurtaran efor: çaba anons: duyuru ekarte etmek: elemek angaje: dolu ekipman: donanım asiste etmek: yardım etmek kriter: ölçüt background: alt yapı, arka plan lanse etmek: öne sürmek, sunmak badygard (bodyguard): koruma legal: yasal damping: indirim life style: yaşam biçimi deadline: son tarih, süre sonu likit: akışkan, sıvı deepfriz: derin dondurucu literatür: yazın, edebiyat eksper: uzman makro: geniş ekstre: hesap özeti maksimum: en çok enformasyon: danışma marj: pay enterasan: ilginç marjinal: sıra dışı entegrasyon: uyum mega: büyük, muazzam faul: yanlış, hata metot: yöntem filtre: süzgeç motivasyon: güdüleme final: sonuç minimum: en az 45 finiş: bitiş, varış network: bilişim ağı first klas: birinci sınıf no-frost: karlanmaz fitness: sağlıklı yaşam non-stop: durmaksızın flaş: çarpıcı objektif: nesnel format: biçim paradoks: çelişki full: dolu, tam parametre: değişken full time: tam zamanlı partner: eş global: küresel part time: yarı zamanlı hit: gözde pasif: edilgen illegal: yasadışı patent: buluş imaj: görüntü periyot: dönem indeks: dizin perspektif: bakış açısı, görüş açısı inisiyatif: üstünlük, öncelik platform: alan izolasyon: yalıtım polemik: tartışma jenerasyon: kuşak, nesil popüler: sevilen, tutulan, beğenilen jogging: koşu pozisyon: durum kaos: karışıklık pres: baskı karambol: karmaşa prezantabl: hoş görünüşlü, gösterişli, seçkin komünikasyon: iletişim prezantasyon: sunuş komisyon: kurul prodüksiyon: yapım kontekst: bağlam prodüktör: yapımcı korner: köşe profil: yan görünüş promosyon: tanıtım rölanti: yavaşlatma proses: süreç seksiyon: bölüm protokol: 1. Tören düzeni, 2. Sözleşme sempatik: cana yakın prototip: ilk örnek shop: dükkân provakasyon: kışkırtma shopping center: alış veriş merkezi provakatör: kışkırtıcı show: gösteri prömiyer: ilk gösteri show room: gösteri yeri, sergi, gösteri merkezi radikal: kökten spiker: sunucu reel: gerçek spesiyal: özel realite: gerçeklik sponsor: destekçi, destekleyici refüj: orta kaldırım spontane: doğaçlama resepsiyon: kabul töreni subjektif: öznel restorasyon: onarım trend: eğilim revizyon: düzeltme, yenileme vizyon: 1. gösterim, 2. geniş görüşlülük rehabilitasyon: iyileştirme 46 5. Sözcükleri yanlış seslendirmek: Türkçede konuşma dilinde en fazla karşılaşılan yanlış söyleyişler, doğrularıyla aşağıda sıralanmıştır. Uzun okunan ünlüler, büyük harfle gösterilmiştir: YANLIŞ – DOĞRU YANLIŞ - DOĞRU ağız(ı) – ağz(ı) hAyır – hayır ahİze – Ahize herkez – herkes allerji – alerji hİbe – hibe: aliminyum – alüminyum hikaye – hikâye ambülans – ambulans ikâmet – ikamet antreman – antrenman inkilâp – inkılap arabeks – arabesk ızdırap – ıstırap Atıf – atıf cimnastik – jimnastik Ayar – ayar kelİme – kelime devlet erkanı – devlet erkânı lİse – lise döküman – doküman mahsur – mahzur dükkan – dükkân mütevazi – mütevAzı eğemenlik – egemenlik orjinal – orijinal eksos – egzoz parlemento – parlamento entellektüel – entelektüel reklâm – reklam eşkal – eşkâl, eşgâl sandöviç – sandviç filim – film tasviye – tasfiye gardolap – gardırop ünüversite – üniversite gaste – gazete veleybol – voleybol Hakkari – Hakkâri zArif – zarif Çevrenizde, sözcüklerin yanlış seslendirilmesinden kaynaklanan konuşmalara örnek verebilir misiniz? 6. Düzeltme işareti " ^ " ile yazılan sözcükleri karıştırmak: Düzeltme işareti " ^ ", Türkçe’ye Arapça ve Farsça kökenli sözcükler aracılığıyla girmiştir. Bu işaretin, ünlüleri hem uzatma hem de inceltme görevi vardır ve yabancı kökenli sözcüklerde g, k, l seslerinin ince okunması gerektiğinde kullanılmaktadır. Ancak ünlüleri uzatma görevinde kullanılması bir kurala bağlı değildir. Türkçe’yi kullanan herkes, Arapça’nın ve Farsça’nın bu özelliklerini bilemediği için düzeltme işaretinin, yazıda ve söyleyişte kullanımı konusunda bir karışıklık yaşanmaktadır. Bu işaretin söz konusu olduğu sözcüklerin kullanımında bir yazım kılavuzundan yararlanmak doğru olacaktır. Aşağıda yazımı aynı ancak düzltme işaretinin etkisiyle yazımda ve söyleyişte anlamı değişen sözcüklerden bazılarını göreceksiniz: adem (yokluk) – âdem (insan) adet (sayı) – âdet (gelenek, alışkanlık) akit (sözleşme) – âkit (sözleşme yapan) ala (karışık renkli) – âlâ (pekiyi) 47 alem (bayrak) – âlem (dünya, evren) ama (fakat) – âma (görmez, kör) amin (kimya terimi) – âmin (dua sözü) aşık (ayak bileğindeki kemik) – âşık (vurgun, tutkun) dahi ( bile) – dâhi (yaratıcı gücü olan kimse) dahil (karışma) – dâhil (iç, içeri) hak (doğruluk) – hâk (toprak) hakim (hikmet sahibi) – hâkim (yargıç) hal (pazar yeri) – hâl (durum, vaziyet) hala (babanın kız kardeşi) – hâlâ (henüz) hasıl (ekin) – hâsıl (ortaya çıkan) kar (donarak yağan su buharı) – kâr (kazanç) nazım (manzume) – nâzım (düzenleyen) şura (şu yer) – şûra (danışma kurulu) tabi (elbette) – tâbi ( bağımlı, basıcı) vakıf (para, mülk) – vâkıf (bilen, vakfeden) varis (damar genişlemesi) – vâris (mirasçı) vasi (mirası yöneten) – vâsi (geniş, engin) yar (uçurum) – yâr (sevgili) 7. Sözcüklere gereksiz ses eklemek: Sözcüğe hiçbir anlam katmayan eklerin sözcüklerin sonuna getirildiği yanlış bir kullanımdır: DOĞRU 8. YANLIŞ artık yerine artıkın şimdi yerine şimdik gelirken yerine gelirkene diyerek yerine diyerekten teyzemler yerine teyzemgiller tekrar yerine tekrardan Sözcük içindeki sesleri eksik çıkarmak: Sözcükleri oluşturan seslerin tam olarak seslendirilmemesidir. DOĞRU YANLIŞ geliyor yerine geliyo daha yerine daa saat yerine sat havlu yerine avlu kahvaltı yerine kavaltı 48 9. Sözcük içindeki sesleri değiştirmek: Sözcükleri oluşturan seslerin sırasının karıştırılmasından kaynaklanır: DOĞRU YANLIŞ yalnız yerine yanlız yanlış yerine yanlış toprak yerine torpak 10. Sözcüklerdeki ' ğ ' sesini yanlış seslendirmek: Türkçe’de yazarken gösterilen ancak söylerken tam olarak seslendirilemeyen ' ğ ' sesinin, önünde ve ardında bulunan /a/ ve /ı/ sesleri; söyleyişte ' ğ ' nin yitirilmesiyle yan yana kalarak önce ünlü kayması oluştururlar sonra /a/ sesi daha zayıf olan /ı/ sesini kendisine benzeterek uzun bir A sesine dönüşür: ağız yerine Az ağır yerine Ar bağırmak yerine bArmak çağırmak yerine çArmak dağıtmak yerine dAtmak 11. Sözcüklerdeki ' y ' sesinin etkisini göz ardı etmek: Türkçe’de- y ünsüzü, daraltıcı bir sestir. Bu nedenle, kendisinden önceki düz-geniş (a, e) ; yuvarlak-dar (u, ü) ünlüleri, düz-dar (ı, i) ünlülere dönüştürür. Bu değişim, di-y-en ve yi-y-en gibi birkaç sözcük dışında yazıda gösterilmez: (yazıda) başlayan (söyleyişte) başlıyan (yazıda) taşlayan (söyleyişte) taşlıyan Eylem kökü ünlüyle bittiği zaman araya y sesi getirilir. Bu durumda, y sesinin daraltıcı özelliğinden dolayı, kendisinden önceki ünlü daralır, kendisinden sonraki ünlü düşer: (yazıda) söyleyecek (söyleyişte) söyli-y-cek (yazıda) yürüyecek (söyleyişte) yürü-y-cek Sözcüklerdeki '-ecek, -acak' ekinin etkisini göz ardı etmek: Türkçe’de, -acak, -ecek gelecek zaman ekleri, söyleyişte -(ı)cak, -(i)cek, -(u)cak, -ü(cek) biçimlerine dönüşür. Ancak bu durum yazıya geçirilmez: (yazıda) gelecek (söyleyişte) gelicek (yazıda) soracak (söyleyişte) sorucak (yazıda) çağıracağım (söyleyişte) çArıcam (yazıda) seyredeceğim (söyleyişte) seyredicem Türkçe’de, “Kısaltmalardaki ünsüzler, ‘e’ sesinin yardımıyla söylenir.” kuralı vardır; ancak, kurala uymayan kısaltma söyleyişleri de yaygındır. Örneğin, SGK kısaltması, SeGeKe yerine SeGeKa biçiminde seslendirilebilmektedir. Benzer durumlar için izlenecek yol, yaygın söylenişi seçmek olabilir. 12. Yöresel konuşma özelliklerini kullanmak: Bölgeler, hatta birbirine yakın olan köyler arasında bile seslerin çıkarılışında, sözcüklerin söylenmesinde, seslerin kullanımında, cümle kuruluşlarında görülebilen söyleyiş özelliklerini kullanmaktan kaçınılmalıdır. 49 kalın yerine galın gidiyorum yerine gidiyom ya da gidim yüzmek yerine çimmek alıverdim yerine alıvırdım Bu ayrılıklar daha çok sözcüklerde görülmekle birlikte; bazı bölgelerimizde cümle kuruluşunda da olabilmektedir. Örneğin, “Bu işi yapmanı sana söyledim.” cümlesi, Rumeli ağızlarında “Süledim sana, yapasın bu işi.” biçimindedir. Bu tür ayrılıkların konuşmaya taşınmaması, bir kültür zenginliği gözüyle bakılması gerekmektedir. KONUŞMA TÜRLERİ Konuşma türleri, konuşmayı gerektiren durumlara göre adlandırılır ve bu durumlar çok olduğu için, konuşma türleri de çoktur. Konuşma türleri, önceden konuşmaya hazırlanılıp hazırlanılmamasına gore: diğer konuşma türleri de konuşmanın amacına göre sınıflandırılabilir. Belirlenen türleri kesin çizgilerle birbirinden ayırmak olası değildir. Bir konuşma türünün özellikleri, diğerinin özelliklerini de kapsayabilir. Günlük yaşamda sıkça karşılaşılabilecek konuşma türleri öncelikle 1. Hazırlıksız konuşmalar 2. Hazırlıklı konuşmalar olmak üzere iki grupta incelenebilir. Hazırlıksız Konuşmalar Söylenecek sözleri tasarlamak için çok az zamanın bulunduğu ya da ansızın gerçekleştirilen, yazılı metinlerden bağımsız bir şekilde ilerleyen konuşmalardır. Günlük yaşamda hemen herkes, hazırlıksız konuşma türlerinden birçoğunun içinde yer alır. İçinde bulunulan durum, seslenilen kişi, amaç vb. değişkenler, konuşmaların türünü belirler. Karşılaşılan durumların çokluğu, konuşma türlerinin de çoğalmasına yol açar. Bir gün içinde, hazırlıksız konuşmaların birkaçını veya hepsini birden, aynı anda ya da değişik zaman dilimlerinde kulanma zorunluluğu doğabilir. Hazırlıksız konuşmalar, genelde, sözlerin enaz iki kişi arasında gidip geldiği iki yönlü konuşmalardır. Günlük yaşamda sıkça karşılaşılan hazırlıksız konuşmalar ve kullanılan kalıp cümleler, aşağıda örneklendirilmiştir: Karşılaşma Gün içerisinde bazen açık havada, bazen de kapalı ortamlarda, beklenmedik bir anda tanıdık kişilerle karşılaşılabilir. Konuşma, aradaki ilişkinin düzeyine göre gelişir. Örneğin: Resmî Samimî -Merhaba! -Merhaba! -Merhaba! -Merhaba! -Sizi görmek ne güzel, nasılsınız? -N’aber? -Teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız? -İyilik, senden n’aber? -Teşekkür ederim, ben de iyiyim. -Benden de iyilik. -… -… -… -… -Karşılaştığımıza çok sevindim, hoşçakalın. -Görüşmek üzere, hoşçakal. -Ben de çok sevindim, hoşçakalın. -Görüşürüz, hoşçakal. Tanışma – Tanıştırma Tanışma, birebir yapılan bir eylemken; tanıştırma, üçüncü bir kişinin aracılığıyla gerçekleşen bir eylemdir. Tanışmada, tanışacak kişilerden, sonra gelen kendini tanıtmalıdır: 50 -Merhaba, ben Fatma Okumuş. -Memnun oldum, ben de Canan Uluyağcı. -Ben de memnun oldum. Nasılsınız? -Teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız? -Ben de iyiyim, teşekkürler. -… -… -Tanıştığımıza çok sevindim. Yeniden görüşmek üzere, hoşçakalın. -Ben de çok sevindim. Görüşmek üzere, hoşçakalın. Kişiler tanıştırıldıklarından dolayı memnun olduklarını belirtirken el sıkışırlar. Uzatılan elin sıkılması bir görgü ve saygı kuralıdır. Elin sıkılmaması, havada bırakılması karşı tarafa saygısızlıktır. Öncelikle büyüklerin ya da kadınların el uzatması gerekir. Tanıştırmada ise tanışmadan değişik olarak kişilerin adları ve gerekirse meslekleri, tanıştıran kişi tarafından söylenmelidir. Tanıştırma görevini üstlenen kişi küçükleri büyüklere, erkekleri kadınlara, sonra gelenleri önce gelenlere tanıtmaya özen göstermelidir. Toplu tanıştırmalarda ise isimler tek tek söylenir. El sıkışmada büyükler küçüklere, kadınlar da erkeklere ellerini önce uzatırlar. Tanıştırma sırasında “Sizi arkadaşıma tanıtayım.” demek yanlıştır. Doğrusu, “Sizi arkadaşımla tanıştırayım.”dır. Soru Yöneltme ve Soruya Karşılık Verme Soru yöneltilmesinin beklenmediği durumlarda soru için, önce izin istenmelidir. İzin verilirse soru, anlaşılır ve kısa olmalıdır. Soruya karşılık verecek kişi de soruyu anlaşılır ve kısaca yanıtlamalıdır. Sorunun yanıtı bilinmiyorsa açık yüreklilikle, özür dileyerek yanıtın bilinmediği belirtilmelidir. Yanlış yanıtlar vererek karşı tarafı aldatmak doğru değildir. Gerektiğinde, doğru yanıt alınabilecek kişiye yönlendirilmelidir. Sorunun karşılığını alınınca -bilinsin ya da bilinmesin- teşekkür edilmelidir. Karşılık veren kişi de “Bir şey değil” gibi sözlerle, yardımcı olmaktan mutlu olduğunu belirtebilir. Örneğin: -Bilgisayarımla ilgili bir sorum var. Yardım edebilir misiniz? -Bu konuda uzman Hülya Hanım’a danışmanızda yarar var. Ben yanlış bilgi verebilirim. -Teşekkür ederim. -Bir şey değil. Teşekkür Etme Çok önemsiz gibi görünen davranışlardan sonra bile, teşekkür edilmelidir. Teşekkür etmek için mutlaka çok önemli bir iyiliğin, yardımın yapılması şart değildir. Örneğin, otobüste, oturmak için yer verildiğinde, alış veriş çantalarını taşımaya yardım eden birine vb. durumlarda da teşekkür edilmelidir. Aşağıda, örnek teşekkür cümleleri verilmiştir: -Yardımınız için teşekkür ederim. -Sağ olun. -Yemek çok güzel olmuş, ellerinize sağlık. 51 Kutlama Kişilerin mutluluk verici bir sonuç alması, bir konuda ya da yarışmada başarı elde etmesi gibi nedenlerle duyulan sevinç, yapmacıklığa düşmeden, abartıya kaçmadan belirtilmeli, kutlama sırasında iyi dileklerde bulunulmalıdır. Kutlanılan kişi de alçakgönüllü davranmalı ve karşı tarafa teşekkür etmelidir. Örneğin: -Filminizle aldığınız ödülden dolayı tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerim. -Teşekkür ederim. -Bayramınız/doğum gününüz kutlu olsun. -Teşekkür ederim. Böylece, doğru bir konuşma gerçekleştirilir. Özür Dileme Bir konuda yanlış davranıldığı fark edildikten sonra bu olumsuz durumu düzeltmek, dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinin devamını sağlamak için özür dilenmelidir. Yine de özür dilenerek her şeyin düzeleceği, eskisi gibi olacağı umulmamalıdır. Özür dilenecek durumların yaratılmaması daha doğrudur. Fakat bazı durumlar vardır ki; yapılmak istenmeyen davranışlarda bulunulur, söylenilmek istenmeyen amacını aşan sözler çıkıverir ağızdan. Bu gibi durumlarda, en kısa zamanda özür dilemek bir gerekliliktir. Özür dilemenin küçük düşürücü olduğu sanılmamalı, özür dilemekten çekinmemelidir. Özür içten dilenmeli, göstermelik özür dilenmemelidir. Kusurlu olunduğu kabul edilip bağışlanmak istenmelidir. “Özür dilerim olur biter” diye düşünülmemeli, duygular incitilmemelidir. Özür dilendikten sonra bir daha özre neden olan davranışta bulunmamaya, sözü söylememeye özen gösterilmelidir. Kısa, açık konuşmak, sözleri yinelememek; karşıdaki kişinin sinirli olabileceği varsayılarak yeni bir özüre ortam oluşturmamak için sakin olmak gerekir. Özür dilenen kişi de sakin olmalı; karşı tarafın sözünü kesmemeli; özrün içten dilendiğini, aslında yapılmak istenmeyen davranışlarda bulunulduğunu, istenmeyen sözler söylendiğini, özür dileyen kişinin o anda kendini kontrol edemediğini kabul etmelidir. Örneğin: -Dün, paniğe kapıldığım için size bağırdım. Özür dilerim. -Anlıyorum. -Sizi yanlış anladığım için, müdüre sözlerinizi yanlış aktardım. Affedin lütfen. -Kusura / Kusuruma bakmayın, trafik sıkışıklığı nedeniyle toplantıyı 15 dakika geç başlatmak zorunda kaldım. Özür dilenerek, gergin bir ortamdan kurtulunabilir ya da istenilmeyen rahatsız edici durumlar, tersine çevrilebilir. Başsağlığı Dileme (Taziyede Bulunma) Ölen kimsenin yakınlarının üzüntülerini paylaşmanın akla gelen ilk yolu, onlara başsağlığı dilemektir. Bazen, ‘başsağlığı dilemek’ yerine Arapça ‘taziyede bulunmak’ deyiminin kullandığına da rastlanabilir. Üzüntülerin yoğun biçimde yaşandığı başsağlığı ziyaretlerinde, yakınlık derecesiyle uyum gözetilmelidir. Çok yakın ilişkide bulunulan kişilere destek olmak amacıyla, en kısa sürede yanlarında olunmalıdır. Konuşmalar; insanları yatıştıracak nitelikte, kısa, içten ve abartısız olmalıdır. Örneğin: -Kaybınız için çok üzgünüm. Başınız sağ olsun. -Acınızı paylaşıyorum. Allah sabır versin. -Allah taksiratını affetsin. -Allah rahmet eylesin. -Nur / huzur içinde yatsın. -Allah başka acı göstermesin. 52 Benzeri söz kalıpları yanında, halk arasında, içten duyguları dile getiren başka kalıp sözler de kullanılmaktadır. Örneğin, kişilerin bu acılarını unutturacak başka büyük acılar görmemeleri dileğini güçlü biçimde anlatan “Allah bu acınızı unutturmasın.” bunlardan biridir. Telefonla Konuşma Telefonla konuşmak, yüz yüze konuşmaktan çok farklı değildir. Özellikle, yakın ilişkilerde bulunulmayan birine telefon edilmesi gerektiğinde dikkat edilmesi gereken noktalar bulunmaktadır. Bunlar şöyle sıralanabilir: • Günün çok erken ve geç saatleriyle yemek saatleri telefon etmek için uygun zamanlar değildir. Telefon etmeyi gerektirecek acil bir durum olması hâlinde vakit gözetilmez. • Telefon eden kişi selâm verdikten sonra hemen kendisini tanıtmalıdır. Telefonla konuşan kişiler birbirlerini seslerinden ya da görüntülerinden hemen tanıyorlarsa kendilerini tanıtmaya gerek yoktur. Telefon eden kendisini tanıtmamışsa kiminle konuşulduğu kibarca sorulmalıdır. • Doğru telefon numarasının arandığından emin olunmalıdır. Yanlış numaranın arandığı düşünülüyorsa, “Orası neresi?”, “Sen kimsin?” demek yanlıştır. Yerine, “Ben, 12345678’i aramıştım. Doğru numaraya ulaştım mı acaba?” ya da kurum, kuruluş, kişi adı söylenerek “ İyi günler Anadolu Üniversitesi mi?” benzeri sorular yöneltilebilir. • Neden telefon edilmişse, zaman yitirmeden konuya geçilmelidir. Varsa sorular açık, anlaşılır biçimde sorulmalıdır. Karşılık verecek olan da sorulara açık, anlaşılır ve kısa biçimde yanıt vermelidir. • Konuşma tamamlandıktan sonra günün saatine göre karşılıklı iyi gün dilekleri söylenerek telefon kapatılmalıdır. Telefonla arayan telefonu önce kapatmalıdır. Arananın telefonu kapatması doğru değildir. Cep telefonlarının kullanılmasıyla ilgili bazı farklı uygulamalara dikkat etmek gerekmektedir: • Cep telefonlarının kapatılması istenen yerlerde bu uyarıya mutlaka uyulmalıdır. (Cep telefonlarından yayılan dalgalardan zarar görebilecek elektronik cihazların bulunduğu yerlerde bu yasağa uymak daha da önemlidir.) • Uyarılar olmasa bile, topluluk içinde çok gerekli değilse cep telefonuyla konuşulmamalıdır. Gerekliyse, ses yüksekliği kontrol edilmeli, çevredeki kişiler rahatsız edilmemelidir. • Araba kullanırken telefon kullanılması gerekliyse mutlaka, kulaklık ya da araba sürerken dikkati dağıtmayacak sistemler kullanılmalıdır. Bunun dışında araba kullanırken telefonla konuşulmamalıdır. Bu, trafik kurallarınca da yasaklanmıştır. Telefonla konuşmanın dikkat dağıtarak, kazaya neden olabileceği unutulmamalıdır. Uygun bir yerde durulup konuştuktan sonra yola devam edilmelidir. Buna, yayayken de dikkat edilmelidir. • Konser, tiyatro, sinema vb. sanatsal etkinliklerin topluca izlendiği / dinlendiği yerlerde, herhangi bir uyarı yapılmasa bile, cep telefonları kapatılmalıdır. Yukarıda sıralanan konuşmalar, herkes tarafından bilinen başlangıç ve bitiş cümlelerinin tekrarlandığı, süresi dakikalarla ölçülebilen, hazırlıksız günlük konuşmalardır. İki yönlü konuşmalardır; çünkü, hemen cevap ya da karşılık vermeyi gerektirir. Bu konuşmaların içinde beklenmedik, sıradışı konulardan söz etmek gerekebilir. Kalıp cümlelerin bulunmadığı bu durumlar için konuşmacı, kendine ve duruma göre konuşmanın akışını yönlendirir. Bu anlarda, konuşmanın ilerlemesini sağlayan türe, doğaçlama konuşma denir. Söyleşi (Sohbet) Doğaçlama konuşmalar uzayıp ilerledikçe, en az iki kişi arasında sürdürülen bu konuşma türü, söyleşi adını alır. Diğer hazırlıksız konuşma türleri, kısa sürede bitebilirken; yukarıda örneklendirilen söz kalıplarıyla başlayan konuşmalar uzayarak söyleşiye dönüşebilir. Söyleşilerde duygular, bilgiler, deneyimler vb. konular paylaşılır. Arkadaşlıklar, dostluklar, söyleşilerle başlar ve pekişir. Karşılıklı saygının, kibarlığın, anlayışın, içtenliğin, dürüstlüğün olduğu; dedikodunun, yalanın, kabalığın ve kaba 53 sözlerin bulunmadığı söyleşiler, kalıcı dostluklar için zemin hazırlayacaktır. Bu özelliklerin diğer konuşma türlerinde de bulunması gerektiği unutulmamalıdır. HAZIRLIKLI KONUŞMALAR Belirlenmiş bir amaç ve düzen doğrultusunda gerçekleştirilen, en az birkaç saat öncesinden tasarlanılarak, zaman varsa genelde yazılı bir konuşma metninin hazırlandığı, süresi saatlerle ölçülebilen konuşmalardır. Bilgi ve belge toplama, yapılacak konuşmayı yazıya geçirme, yöneltilebilecek sorulara karşı hazırlanılma gibi birçok ön çalışmayı gerektirir. Birden çok konuşmacı bulunabileceği gibi dinleyici sayısı da değişkenlik gösterir. Hazırlıklı konuşmalar, 1. Amaçlarına Göre 2. Düzenlenme Biçimlerine Göre ikiye ayrılabilir: Amaçlarına Göre Hazırlıklı Konuşmalar Amaç, konuşmanın içeriğini belirleyen birincil ögedir. Buna göre konuşmalar beş türe ayrılabilir: Bilgilendirici Konuşmalar Dinleyicilere ilginç ve yararlı bilgiler vermenin amaçlandığı öğretici konuşmalardır. Örneğin; bir öğretmenin, öğrencilerine yeryüzü şekillerini anlatması, bir öğrencinin, sınıftaki arkadaşlarına ve öğretmenine ödevini anlatması, bir rehberin, turistlere Peri Bacaları’nı anlatması, herhangi birinin, köyündeki günlük yaşamı anlatması. Sergileyici Konuşmalar Bilgilendirici konuşmalar gibi, dinleyicilere bilgi vermenin amaçlandığı öğretici konuşmalardır. Farkı, öğrettiği konunun işlevsel yanını da görsel araçlar ya da sözcükler aracılığıyla sergiliyor olmasıdır. Örneğin; bir dansçının, nasıl vals yapılacağını anlatması, bir uzmanın, yeni bir bilgisayar yazılımının nasıl kullanılacağını anlatması, bir aşçının, pilavın nasıl pişirileceğini anlatması, bir Fransız’ın, kendi dilinin özelliklerini anlatması. İkna Edici Konuşmalar Dinleyicilerin, bir konuyla ilgili düşüncelerini değiştirmeyi ya da onlara yeni bakış açıları kazandırmayı amaç edinen konuşmalardır. Örneğin; bir avukatın, müvekkilinin suçsuzluğuna ilişkin konuşması, bir doktorun, sigara içmenin bırakılması için konuşması, bir parti liderinin oy toplamak için konuşması, bir reklamcının, ürünü satmak için konuşması. Hoş Zaman Geçirten Konuşmalar İş yaşamı ya da zorunluluklar dışındaki zamanlarda hoş zaman geçirmeyi amaçlayan konuşmalardır. Örneğin; bir sunucunun, televizyon programında konuşması, bir arkadaş grubunda, eski günlerin anlatılması, bir ünlünün, yaşam öyküsünü anlatması, bir annenin, küçük çocuklarına öyküler anlatması. 54 Yönlendirici Konuşmalar Yol gösterici örneklerin verildiği, davranışlarını değiştirerek kişileri harekete geçirmeyi amaçlayan, ilham verici konuşmalardır. Örneğin; bir bedensel engellinin, yaşamındaki zorlukların üstesinden gelişini anlatması, bir kanser hastasının, iyileşme sürecindeki çabasını anlatması, bir öğrencinin, sınavı kazanırken uyguladığı çalışma yöntemini anlatması, bir iş sahibinin, sıfırdan zirveye çıkışını anlatması. Düzenlenme Biçimlerine Göre Hazırlıklı Konuşmalar Birden çok konuşmacının da bulunabileceği, dinleyici sayısının da değişkenlik gösterdiği, en az bir iki saat, bazen birkaç gün aralıklarla süren oturumlar hâlinde düzenlenen toplantılarda, belli bir akış içinde gerçekleştirilen konuşmalardır. En sık rastlanan türleri şunlardır: Konferans Bir konu hakkında derin bilgisi, görüşleri olan bilim insanının, sanatçının özel toplantılarda, radyoda, televizyonda vb. ortamlarda dinleyicilerine karşı düşüncelerini, bilgilerini açıklandığı konuşmalardır. Konuyla yakından ilgili dinleyicilerin konferanslara katılması beklenir. Konferansı veren kişi, konuşmasının sonunda dinleyicilerden gelen soruları yanıtlar. Yaklaşık 1.5-2 saat süren toplantılardır. Panel Konuyla yakından ilgili, genelde en az üç en çok altı kişinin, dinleyiciler önünde, söyleşi havası içerisinde konuştuğu toplantılardır. Konuyla ilgili kesin bir sonuca varmak yerine konu, çeşitli yönleriyle aydınlatılır. Panel tartışmalarında, toplantıyı yöneten bir başkan bulunur. Konuşmacılar, ortada başkan olmak üzere bir masanın çevresinde hem birbirlerini, hem de dinleyicileri görebilecek biçimde oturmalıdır. Panelin sonunda, dinleyiciler, panel üyelerine soru yöneltip ileri sürülen görüşler üzerine kısaca yorumlar getirebilirler. Tartışma dinleyicilere de geçerse, o zaman tartışma forum adını alır. Sempozyum Bir konunun çeşitli yönleriyle, aynı oturumda, farklı kişiler tarafından gerçekleştirilen sıralı konuşmalarla ele alındığı toplantılardır. Sempozyumlarda da toplantıyı yöneten bir başkan bulunur ve konuşmacılar yine, ortada başkan olmak üzere bir masanın çevresinde hem birbirlerini hem de dinleyicileri görebilecek biçimde oturmalıdır. Genelde en az üç, en çok da altı konuşmacı katılır ve her birine, 5 – 20 dakika ayrılır. Sempozyum sonunda forum olacaksa, konuşmaların toplamının bir saati geçmemesine dikkat edilmelidir. Seminer Eğitim ve öğretim amaçlı toplantılardır. Seminer veren kişi, konunun uzmanıdır. Seminerde genellikle, bir soruna çözüm getirilir veya çözüm yolları gösterilerek son karar dinleyicilere bırakılır. Kongre Birçok konuşmacının dinleyicilere bildiriler sunduğu toplantılar dizisidir. Kongreler konularına göre çeşitli sponsorlar tarafından desteklenmektedir. Kongreler genellikle birkaç gün sürer. Bildiri sunumlarında, konuyu açımlayıcı görsel ve işitsel gösterimlerden yararlanılabilir. Genel Kurul Dernek, şirket ya da siyasal partiler gibi kurumların, üyelerinin katılımıyla yasal olarak belirli aralıklarla düzenledikleri toplantılardır. Yasal zorunluluk bulunması ve toplantılarda komiser adı verilen bir devlet yetkilisinin bulunma zorunluluğunu vardır. Üye olan herkes katılabilir. Genel kurulların sonunda genellikle gündemde olan maddeler konusunda üyelerin oyları ile kararlar alınır. Kuşkusuz, daha birçok konuşma türü sıralanabilir. Yukarıda söz edilen hazırlıklı konuşma türleri, en sık karşılaşılanlardır. 55 Özet İletişim, çoğu zaman göründüğünden daha karmaşık bir süreçtir. Günlük yaşamda kurulan ilişkilerde, insanlar arasındaki iletişimin kopukluğundan kaynaklanan iletişim kazaları yaşanır. Bu kazalar bazen, anlatıcının ele aldığı konuyu ayrıntılarıyla bilmemesinden ya da açıklayamamasından; bazen de alıcının anlamak için çaba harcamamasından ya da anlamak istememesinden kaynaklanabilir. İnsanın en önemli özelliklerinden konuşma, sözlü iletişimin temelidir. Dolayısıyla, sözlü iletişim sürecinde yaşanabilecek iletişim kazalarına neden olmamak, hiç değilse bu kazaları en aza indirebilmek için, ‘konuşma’nın kapsamı ve özellikleri hakkında bilgi edinmek yararlı olacaktır. Daha önemlisi, edinilen bilgileri, günlük yaşamda işlevsel kılabilmektir. Konuşmanın fiziksel ögelerinin başında, solunum ve ses; zihinsel ögelerinin başında, beyin ve hafıza gelmektedir: Etkili ve Doğru Konuşma Etkili ve doğru bir konuşmanın özellikleri arasında; • etkileyici ses tonu, • düzgün sesletim ve diksiyon, • geniş sözcük birikimi, • net amaç, • doğru içerik, • dinleyiciye uygunluk bulunmaktadır. Konuşma, düzenli devinimlerle konuşma organları tarafından sesin söze dönüştürülerek iletilerin aktarıldığı, insana özgü yaratıcı bir yetenektir. Tüm yetenekler gibi konuşma da birçok öğeden oluşur. Konuşmada kaynaktan (sözlü iletişimde anlatıcıdan) çıkan söz, alıcıya (sözlü iletişimde dinleyiciye) yönelir ve algılanıp yorumlanarak alıcı tarafından geri bildirimde bulunulur. Sözler, kaynak ve alıcı arasında sürekli gider gelir. Böylece, karşılıklı konuşma yani, iki yönlü konuşma oluşur. Kaynak ve alıcı, sürekli yer değiştirir. Görsel, işitsel kitle iletişim araçlarında dinlediğimiz konuşmalar ise geri bildirimler anında ulaşamadığı için tek yönlü konuşmadır. Televizyonda ya da radyoda dinlediğimiz konuşmalar, tek yönlü konuşmalardır. Konuşma maktadır: Konuşma, günlük yaşamın temelidir ve insanlar her gün, çok farklı ortamlarda ve çok farklı kişilerle konuşurlar. Bu konuşmalar; yanlışları arasında şunlar bulun- 1. Sözcükleri tekrarlamak 2. Gereksiz yardımcı eylem kullanmak 3. Sözcüklerin anlamını bilmemek 4. Yabancı sözcük kullanmak 5. Sözcükleri yanlış seslendirmek, 6. Düzeltme işareti " ^ " ile yazılan sözcükleri karıştırmak 7. Sözcüklere gereksiz ses eklemek 8. Sözcük içindeki sesleri eksik çıkarmak, 9. Sözcük içindeki sesleri değiştirmek 10. Sözcüklerdeki 'ğ ' sesini yanlış seslendirmek • sosyal konuşmalar, 11. Sözcüklerdeki '-ecek, -acak' ekinin etkisini göz ardı etmek • işyeri konuşmaları, 12. Yöresel konuşma özelliklerini kullanmak • akademik konuşmalar, En sık karşılaşılan konuşma türleri şunlardır: • hoş zaman konuşmaları 1. Hazırlıksız Konuşmalar Karşılaşma olarak adlandırılabilir. Günlük yaşamdaki konuşmaların yanında özel bir durumda ya da zamanda, çok özel bir düzenlemeyle söylenen cümlelerle unutulmaz bir konuşma gerçekleştirilebilir. Böylesi konuşmalar, tarihi nunutulmaz konuşmaları arasına girer. Tanışma – Tanıştırma Soru Yöneltme ve Soruya Karşılık Verme Teşekkür Etme Kutlama Özür Dileme 56 Başsağlığı Dileme (Taziyede Bulunma) Telefonla Konuşma Söyleşi (Sohbet) 2. Hazırlıklı Konuşmalar A. Amaçlarına Göre Hazırlıklı Konuşmalar i. Bilgilendirici Konuşmalar ii. Sergileyici Konuşmalar iii. İkna Edici Konuşmalar iv. Hoş Zaman Geçirten Konuşmalar v. Yönlendirici Konuşmalar B. Düzenlenme Biçimlerine Göre Hazırlıklı Konuşmalar Konferans Panel Sempozyum Seminer Kongre Genel Kurul 57 Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi, iki yönlü konuşma değildir? 6. Aşağıdakilerden hangisi, konuşma yanlışıdır? a. Sözcükleri doğru seslendirmemek a. Özür dileme b. Gereksiz yardımcı eylem kullanmamak b. Teşekkür etme c. Sözcüklere gereksiz ses eklememek c. Başsağlığı dileme d. Sözcük içindeki sesleri eksik çıkarmamak d. Soru yöneltme e. Sözcük içindeki sesleri değiştirmemek e. Haber sunma 7. Aşağıdakilerden hangisi, hazırlıksız konuşmalardandır? 2. Aşağıdakilerden hangisi, aynı meslek veya topluluktaki insanların ortak dilden ayrı olarak kullandıkları özel dil veya söz dağarcığına verilen addır? a. Kongre a. Konuşma c. Panel b. Söz birikimi d. Seminer c. Jargon e. Söyleşi d. Diksiyon e. Sesletim 8. Aşağıdakilerden hangisi, birçok konuşmacının dinleyicilere bildiriler sunduğu toplantılar dizisidir? 3. Aşağıdakilerden hangisi, konuşmanın fiziksel ögelerinden değildir? a. Kongre a. Ses b. Genel Kurul b. Hafıza c. Konferans c. Burun d. Sempozyum d. Solunum e. Panel e. Akciğer 4. Aşağıdakilerden hangisi, doğru ve etkili konuşmanın özelliklerinden değildir? 9. Aşağıdakilerden hangisi, belli bir konuyla yakından ilgili, genelde en az üç en çok altı kişinin, dinleyiciler önünde, söyleşi havası içerisinde konuştuğu toplantılardır? a. Sözcük tekrarı a. Panel b. Düzgün sesletim b. Konferans c. Doğru diksiyon c. Kongre d. Doğru içerik d. Sempozyum e. Dinleyiciye uygunluk e. Seminer 5. Aşağıdakilerden içeriğinde bulunması değildir? hangisi, gereken b. Sempozyum konuşmanın özelliklerden 10. Aşağıdakilerden hangisi, dernek, şirket ya da siyasal partiler gibi kurumların, yasal olarak belirli aralıklarla düzenledikleri toplantılardır? a. İnandırıcılık a. Seminer b. Netlik b. Kongre c. Yapıcılık c. Genel Kurul d. Yanıltıcılık d. Sempozyum e. Akıcılık e. Panel 58 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 3 Sıkça yanlış seslendirilen sözcükler hayır ve yarın sözcükleridir. Bu sözcüklerin ilk hecelerinin uzun söylenmesi yanlıştır. Sözcüklerin her iki ünlüsü de kısadır. 1. e Yanıtınız yanlış ise “Konuşmanın Tanımı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. c Yanıtınız yanlış ise “Konuşmanın Yaşamdaki Önemi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Yararlanılan Kaynaklar 3. b Yanıtınız yanlış ise “Konuşmanın Ögeleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Özdemir, Emin. (1996) Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı. İstanbul: Remzi Kitabevi. 4. a Yanıtınız yanlış ise “Doğru ve Etkili Konuşma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Yararlanılan İnternet Kaynakları 5. d Yanıtınız yanlış ise “Doğru ve Etkili Konuşma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Güncel Türkçe Sözlük www.tdk.gov.tr Türkçe Yazım Kılavuzu www.tdk.gov.tr 6. a Yanıtınız yanlış ise “Konuşma Yanlışları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. http://www.bernardwerber.com/unpeuplus/ESRA/tenta tive.html 7. e Yanıtınız yanlış ise “Hazırlıksız Konuşmalar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. a Yanıtınız yanlış ise “Hazırlıklı Konuşmalar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. a Yanıtınız yanlış ise “Hazırlıklı Konuşmalar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. c Yanıtınız yanlış ise “Hazırlıklı Konuşmalar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Televizyonda, olay yerinden haber veren muhabirlerin, aşırı heyecanlı ve gereksiz yüksek sesle konuşmaları, verdikleri habere ilişkin inandırıcılığı azaltmaktadır. Sıra Sizde 2 Bir TV dizisindeki konuşmalarda geçen ‘oha filan oldum’, ‘seni çok … gördüm’ gibi cümlelerin, günlük konuşmalarda sıkça kullanıldığı bir dönem yaşanmıştır. Tıpkı, bir dönem, her cümleden sonra ‘dermişiiiim’ sözünün kullanılması gibi. Son dönemde gereksiz yere en çok tekrarlanan sözcük ise HANİdir. 59 4 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Kültür kavramını tanımlayabilecek, Kültür aktarıcılarını açıklayabilecek, İletişimin insan hayatında ağırlıklı yeri olan konuşmanın ne olduğunu açıklayabilecek, Sözlü iletişim kavramını tanımlayabilecek, Toplumsal cinsiyet, ve konuşmada toplumsal cinsiyet farklılıklarını açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Kültür Konuşma Kültür Aktarıcıları Ses Toplumsal Cinsiyet Erkek ve Kadın Konuşma Farkları Dil İçindekiler Giriş Kültür Kavramı Sözlü İletişim ve Toplumsal Cinsiyet 60 Kültür ve Sözlü İletişim GİRİŞ İletişim hemen her canlının yaşamsal eylemlerinden biridir. Ancak iletişimin insanoğlunun varlığını sürdürebilmesi için çok daha önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Bütün canlılar gibi insan da doğa ile etkileşimde bulunarak varlığını sürdürür. Diğer canlı türlerinden farklı olarak yalnızca insan, doğa ile etkileşimde araya kültürünü koyar. Bu biraz da insanın zaaflarından kaynaklanan bir sonuçtur. Çünkü, doğuştan getirdiği nitelikleri nedeniyle doğal koşullar ve düşmanları ile baş etmede güçsüz ve korumasız olan insan ancak yarattığı kültür ile hayatta kalıp var olabilir. Toplumsal, öğrenilen ve öğretilen, tarihi, sürekliliği olan ama aynı zamanda değişip, evrilen; teknoloji gibi elle tutulur, gözle görülür maddi ögeler kadar, değerler, inançlar gibi manevi ögeleri de içinde barındıran kültürün devingenliğinin ve sürekliliğinin temelinde iletişim yatmaktadır. Birey açısından iletişim, biyolojik varlığının toplumsal/kültürel varlığa dönüşmesini, yaşam boyu toplumsallaşmasını sağlayan en temel süreçtir. İnsan yavrusu toplumsal ve kültürel anlamda hazır bir ortama doğar. Hazır bulduğu bu ortamda isteklerini, duygu ve düşüncelerini dile getirmeyi başkalarınınkini anlamayı iletişim yoluyla öğrenir ve geliştirir. İnsanlar, belli bir takım anlamlara sahip olmadan ya da bilmeden geldikleri dünyada çok çabuk olarak, belli bir sıra ve önemle anlamları keşfederler. Bu yolla yaşam insanlar için akılcı bir hale gelir ki, var olan bir takım güzellikler ya da çirkinlikler, ümitler ya da hayal kırıklıkları, deneyerek kazanılır. Yaşamda insanın bütün çevresi hep bir takım anlamlarla yüklüdür. Bu anlamlar da insanın çevreyle olan etkileşimi ve kurduğu iletişimle kazanılır. Burada işlev gören, kültürel değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılması ve bazı kültürlerden diğerlerine kültürel değerlerin aktarılması ve alınmasını sağlayan süreç “kültürel iletişim” dir. Ayrıca kültürel iletişim diğer bütün iletişim tür ve yöntemlerinin de belirleyicisidir. Çünkü iletişim olgusu kültür içinde ve kültürle vardır. İnsan iletişim yoluyla toplumsal bir varlık olma özelliğini korur ve geliştirir. Diğer canlılar, içine doğdukları doğaya uyumlanırken insan iletişim ve yarattığı kültür yoluyla doğayı aşan, zorlayan ve hatta bazen doğaya zarar veren gelişim ve değişime neden olmuştur. İnsan geliştirdiği dil sayesinde duygularını, düşüncelerini, inançlarını diğer insanlarla paylaşmanın yolunu yaratmıştır. Bunun yanı sıra kimi bedensel hareketlerle, mimiklerle de duygu ve düşüncelerini aktarma yollarını bulmuştur. İletişim, insanın geliştirdiği dili, beden dilini ve diğer kültürel öğeleri diğer nesillere aktarmanın en temel yolu olmuştur. Yaşamda insanın bütün çevresi hep bir takım anlamlarla yüklüdür. Bu anlamlar da insanın çevreyle olan etkileşim ve kurduğu iletişimle kazanılır. Burada işlev gören, kültürel değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılması ve bazı kültürlerden diğerlerine kültürel değerlerin aktarılması ve alınmasını sağlayan süreç “kültürel iletişim” dir. KÜLTÜR KAVRAMI Diğer canlılarla karşılaştırıldığında doğa koşulları içinde en güçsüz canlı insandır. Bu bağlamda insanın eksik bir varlık olduğu söylenebilir. İnsanın belli bir doğal çevrede yaşamak için özelleştirilmiş organları olmadığı gibi, içgüdüleri de körlenmiştir ve güvenilir değildir. Ancak insan bu eksikliğini, en dar, en yoksul yapıya da sahip olsa zekası ve iletişim yardımıyla yarattığı canlı üstü bir olguyla, kültürüyle gidermektedir. 61 Kültürle ilgilenen herkesi tam olarak tatmin edecek bir şekilde yapılmış bir kültür tanımı bulmak zordur. Aslında, tanım yapma güçlüğüne yol açan neden bilgi ya da malzeme eksikliğinden öte, tanımı yapanların konularının ve ilgi alanlarının farklı olmasıdır. Bilimsel çalışmaların yanısıra, gündelik konuşmalarda da, kültür kavramının birçok değişik bağlam ve anlamda kullanıldığı görülebilir. Her günkü konuşmalarda kültür ve bağlı olarak kültürlü olmak; belli kalıplara ve davranışlara, ya da başka deyişe, görgü kurallarına uygun davranma olarak yer almaktadır. Bu anlamda, kültürlü insan; toplumsal yaşantı içerisinde nerede, nasıl, ne türlü davranacağını bilen insan olarak ortaya çıkmaktadır. Yine kültür kavramının, gündelik kullanımından farklı olarak; edebiyat, müzik, resim vb. alanların da sanatla bir tutulduğu ya da eşanlamlı olarak kullanıldığı da olur. Bazı yazarların eserleri, ünlü bestecilerin besteleri ya da ressamların resimleri gibi, yetkin eserleri ve bunlara ilişkin birtakım bilgilerin dile getirilmesinde de, kültür kavramı yaygın olarak kullanılmaktadır. Kültür kavramının bugüne dek pek çok tanımı yapılmıştır. Tylor kültür için, bir toplumun üyesi olarak, insanoğlunun öğrendiği, kazandığı, bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür, der (Aktaran Güvenç, 1991:101). R. Williams ise kültürü, kısaca değerler, gelenekler, inançlar, maddi objeler ve yaşanılan çevre tarafından biçimlendirilen “özel yaşam biçimi” olarak tanımlamıştır. Kültür, insanların, temelde kalıcı, ama aynı zamanda rutin iletişim ve sosyal etkileşim içinde değişebilirlik özelliğine de sahip etkinliklerini, dünya görüşlerini, şeyleri, inançları ve karmaşık çevresini ifade eder (Aktaran Lull, 2001:95). Bir genelleme yapacak olunursa, kültür sahip olduğumuz her şeydir; yeme alışkanlıklarımız, giyinme biçimimiz, tapınma yollarımız, çocuklarımızı yetiştirme biçimimiz, evlilik ve ölüm törenlerimiz, zaman algımız, ekonomik, sosyal vb. sahip olduğumuz, uyguladığımız, paylaşıp devam ettirdiğimiz ve zaman içinde değişime uğrayan her tür maddi ve manevi varlığımızdır. Bu düşünceden hareketle hiçbir kültürün bir diğerinden daha üstün ya da daha değersiz olduğunu söyleyemeyiz. O toplumun gereksinimlerini sağladığı sürece her kültür yeterli ve değerlidir. Örneğin, gelişmiş toplumların temel gereksinimlerinden biri trafik ışıklarıdır. Bu toplumların sahip oldukları otomobilleri, yaya ve sürücü davranışlarını düzenlemek için gerekli olan kültürel ögelerden biri de trafik ışıklarıdır. Eksikliği o kültürel yapıda soruna yol açar. Ancak, örneğin, Avustralya’da yaşayan Aborjinler trafik ışıklarına sahip değillerdir. Bunun nedeni Aborjinlerin yaşamlarının otomobil, trafik gibi ögeleri içermemesidir. Buna rağmen Aborjinlerin kültürünün eksik ve yetersiz olduğu söylenemez. Sahip oldukları bilgiler kendi yaşam standartları için yeterlidir. Kaldı ki, Aborjinler de gelişmiş Batı toplumlarının bireylerinin bilmediği, doğaya dair geniş bir bilgiye sahiplerdir. Bu koşullarda Batı toplumlarının kültürlerinin eksik ve yetersiz olduğu da söylenemez. Çünkü, doğal yaşama ilişkin bu denli yoğun bilgi modern toplumlar için o denli gerekli değildir. Dolayısıyla, kültür içine doğduğu toplumun gereksinimlerini karşıladığı sürece yeterlidir ve iki farklı kültürü yeterlilik ve üstünlük kavramları üzerinden karşılaştırmak çoğunlukla anlamsız sonuçlara yol açacaktır. Kültür kavramının çeşitli boyutları vardır. Bu boyutlar bireysel, grupsal veya bireyin ya da grubun üyesi olduğu toplum bağlamında ele alınabilir. Ancak, yine de bireyin kültürü, ait olduğu grubun kültürüne ve grubun kültürü de içinde bulunulan toplumun, genelde varolan başat kültürüne doğrudan bağımlıdır. Bunun sonucu olarak, toplumun kültürü belirleyici ve temeldir. Kültür kavramının anlamı, asıl olarak toplumun bütünü ve bu bütünün kültürü ölçüt alınarak incelenmelidir. Daha önce de değinildiği üzere, kültür toplumsal yapı içinde varlık gösteren bir olgu olduğundan içgüdüsel değildir; doğuştan getirilmez, sonradan öğrenilir. Birey kültürel öğretileri, toplumun onayladığı değer, tutum ve davranışları öğrenir, benimser ve kendinden sonra gelen kuşaklara yaratıp geliştirdiği iletişim sistemleriyle taşır. Bu aktarım toplumsal yapı içinde kültürün aktarılması için oluşturulmuş kurumlarca gerçekleştirilir. En genel anlamıyla, toplumda eğitim öğretim işlevini üstlenmiş olan tüm kurumlar, temelde kültür aktarıcısı rolünü oynarlar. Bunun yanısıra, çocukluk çağında öncelikle ana baba olmak üzere aile, arkadaş grupları, daha sonraları insanların dahil oldukları iş çevreleri ve çağımızda kitle iletişim araçları ve yeni iletişim teknolojileri bu işlevi üstlenirler. Buna bağlı olarak, insanın toplumsallaşmasının yolunun kültürü öğrenmesinden geçtiği söylenebilir. Toplum kendince önceki kuşaklardan miras aldığı kültürü, değişen koşullar, gereksinimleri ve idealleri doğrultusunda yenileyerek sonraki kuşaklara aktarır. Bu değişim toplumun kendi yapısından kaynaklandığı gibi, başka toplumların kültürlerine olan öykünmeden ya da ödünç almalardan oluşabilir. 62 Toplumsal, öğrenilen ve aktarılan bir olgu olan kültür aynı zamanda tarihi ve süreklidir. Kültür bir kuşaktan diğerine yaratılmış iletişim sistemleriyle ama öncelikle dille aktarılmakta, daha sonraki kuşaklara da bazı değişikliklere uğrayarak da olsa yansımaktadır. Bu da kültürün sürekli ve tarihi olması sonucunu doğurmaktadır. Özetle ifade edilecek olursa kültürün toplumsal, öğrenilen ve öğretilen, tarihi, sürekliliği olan ama aynı zamanda değişen; teknoloji gibi elle tutulur, gözle görülür maddi ögeler kadar değerler, inançlar gibi manevi ögelerden oluşan bir olgu olduğu söylenebilir. Size göre kültür yaşamımızda nasıl bir işleve sahiptir? Açıklamaya çalışın. Kültür Aktarıcısı Kurumlar Kültür bir sistemdir. Bu sistem onu oluşturan maddi ve manevi ögeler ve bunların karşılıklı ilişkilerinden oluşur. Kültürü oluşturan bu somut ilişki ve ögeler, tarih ve kaynaklar, aile ve akrabalık, sağlık ve beslenme, eğitim süreci, yerleşmeler, ekonomi ve teknoloji, bilimler ve sanatlar, din ve devlet, kişilik sistemi ve dil, kültürel çevre ve tarih çevresi şeklinde sıralanabilir. Kültür Aktarıcısı Olarak Aile Kültürel değerlerin yeni kuşaklara aktarılmasında, aşılanmasında çok önemli bir sorumluluk taşıyan aile kurumunun her sosyal/kültürel sistemde yer aldığı söylenebilir. Ekonomik, sosyal ve psikolojik bir birlik olan aile, kadın erkek ilişkilerini düzenleyen, doğan çocuğun bakımından, beslenmesinden, sağlık ve eğitiminden sorumlu olan bir kurumdur. Kuşkusuz aile kurumu kültürün diğer kurumlarıyla etkileşim içindedir. Aile yasaların öngördüğü biçimde kurulur ve düzenlenir. Gelenek ve görenekler ailenin yapısını etkiler, kadın ve erkekten beklenen rolleri belirler. Geçmişten, toplumun yaşamakta olduğu dönüşümden ve diğer kültürlerden etkilenerek devamlılığını sağlar. Kültür Aktarıcısı Olarak Eğitim Aileden başka çocuğun kültürel ortama uyum sağlamasını ve sosyalleşmesini sağlayan bir diğer kurum ise eğitimdir. Ailenin başlattığı eğitim daha sonra çocuğun okulla buluşmasıyla birlikte aşama aşama ileriye götürülür. Eğitim kurumunun işlevini yerine getirebilmesi için uygun fiziki koşulların tasarlanıp, uygulanması, çağa uygun, güncel programların geliştirilmesi ve tüm bunları gerçekleştirecek insan gücünün de ayrıca yetiştirilmesi gerekmektedir. Öte yandan, bu hizmetlerin yerine getirilmesi için maddi koşulların da uygun olması, belli kaynakların sağlanması zorunludur. Bu kurum ve hizmetlerin değerlendirilmesi, çalışması ve geliştirilmesi de yine eğitim bilimlerinin sınırları içindedir ve kültürle doğrudan bağıntılıdır. Kültür Aktarıcısı Olarak Devlet ve Din Sosyal / kültürel sistemlerin genel işleyişinden sorumlu ve yükümlü olan devlet, siyasal ve hukuki bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet bir sosyal/kültürel denetim kurumu olarak topluma ve toplumsal kurumlara, bunların işleyişine, değerlendirilmesine, denetim ve gözetimine yönelik bir örgütlenmedir. Bir diğer denetim kurumu ise dindir. Varoluşundan bu yana çevresini kuşatmış, karşı koyamadığı ve anlamlandıramadığı güçler karşısında çaresiz kalan insanoğlu, bu güçlerle uzlaşma yoluna gitmiştir. Böylece inanç sistemleri gelişmiştir. Devlet ile karşılaştırıldığında daha çok bireye yönelik bir kurum olan din, en ilkelinden en gelişmişine kadar hemen hemen tüm sistemlerde yer almaktadır. Tüm bunlara ek olarak, toplumun bireylerince uyulması gereken kimi zaman katı, kimi zaman daha esnek yaptırımlarla işleyen, kültürel bütünlüğü ve sürekliliği olduğu kadar kültürün denetimini de sağlayan sosyal/kültürel kurumlar da bulunmaktadır. Bunlar tutumlar, gelenek; töre, görenek ve görgü kuralları olarak sıralanabilir. 63 Buraya kadar anlatılanlar özetlendiğinde insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliğin zekası yardımıyla yarattığı kültürünün olduğu sonucuna varılabilir. Kültürün en önemli özelliklerinin ise toplumsal, devingen, sürekli, öğrenilir, paylaşılır, taşınır ve değişir olduğu söylenebilir. Tüm bu özelliklerin gerçekleşmesi de iletişimle olanaklıdır. Kültür Aktarıcısı Olarak İletişim Kültürün temel ögesi olarak işlev gören iletişim, toplumun üyelerinin, toplumun yaşa, cinsiyete, toplumsal statüye, sınıfsal konuma göre değişik gruplardan oluştuğunun ve gruplar içinde yer alan bireylerin kendilerininkine benzeyen ve benzemeyen rolleri inançları, değerleri, tutum ve davranışları paylaşabileceğini öğrenmesini sağlar. Hem insanlar, hem toplumlar arası ilişkilerin temel ögesi olan iletişim, davranışları geliştirmeye ve etkilemeye, belli davranış modellerinin yayılmasına ve bunlara özendirmeye, toplumsal bütünleşmeyi sağlamaya hizmet eden ve toplumun kültürel kalıplarını biçimleme yetisine sahip bir araçtır. İletişim, kültürel bir varlık olan insanın bağlı olduğu toplumsal ve kültürel çevreyi anlamlandırma ve kendisini bu çevre içinde konumlandırma olanağını yaratırken onu da “kültürel” bir varlık yapar. Başka deyişle, iletişim insanoğlunun toplumun bir bireyi olmasını sağlar. İletişimin yardımıyla birey hem toplumun ve bağlı olarak o toplumun kültürünün geçmişteki başarılarını ve değerlerini öğrenir ve canlı tutar, gelenekleri ve kültürel kimliği korur, hem de yeni gelişmeleri, düşünceleri, değerleri yaygınlaştırarak sosyal / kültürel sistemlerin değişim sürecinde yeniden üretimini sağlar. İletişim bireyler arasında düşüncelerde, davranışlarda, değerlerde ve amaçlarda benzerlik ve uzlaşma olanağını beraberinde getirir. Böylece toplumun üyeleri arasında göreli bir bütünleşme söz konusu olur. İletişim yardımıyla tüm bu kültürel donanımlara ulaşan, uygulayan ve kimi zaman değiştiren insan, yine iletişim yoluyla kültürel mirasını aktarır. Bu mirasın kapsamında, siyasal sistemde yasaların ve geleneklerin aktarımı, eğitim ve öğretimin örgütlenmesi; ekonomik sistemde üretim ve tüketim, dağıtım ve paylaşım ilişkilerinin açıklanması ve öğretilmesi, ekonomik davranışın kazandırılması da yer alır. Kültür Aktarıcısı Olarak Kitle İletişim Araçları Sanayi Devrimi ve ardından gelen ve hızla yayılan kitle iletişim araçları kültürün aktarılıp yaygınlaştırılmasında etkili olmuştur. Gazete, dergi, sinema, radyo ve televizyon aracılığıyla hem popüler kültür ürünleri ortaya çıkmış ve toplum tarafından paylaşılmaya başlanmış hem de zaten var olan kültür ögeleri bu araçlar yardımıyla daha da kolay ve yaygın biçimde kuşaklara aktarılmaya başlanmıştır. 2000’li yıllarla birlikte gelişen yeni iletişim teknolojileriyle birlikte bu yaygınlaştırmanın hızı ve boyutu daha da artmıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra küreselleşmeyle birlikte sözü edilen bu etkileşim yalnızca kültürü yaratan toplum içinde değil aynı zamanda başka toplumların kültürleri arasında da etkileşimi hızlandırmış ve yoğunlaştırmıştır. Kültür Aktarıcısı Olarak Dil İletişim kavramının pek çok tanımı yapılabilir. Ünsal Oskay iletişimi, birbirlerine ortamlardaki nesneler, olaylar, olgularla ilgili değişmeleri haber veren, bunlara ilişkin bilgilerini birbirine aktaran, aynı olgular, nesneler, sorunlar karşısında benzer yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, benzer duygular taşıyıp bunları birbirine ifade eden insanların oluşturduğu topluluk ya da toplum yaşamı içinde gerçekleştirilen tutum, yargı, düşünce, duygu bildirişimleri biçiminde tanımlamıştır (1992:15). Bu tanımdan yola çıkıldığında iletişimin var olabilmesi için kuşku yok ki öncelikle bir insan topluluğundan ya da bir kitlenin varlığından söz etmek gerekmektedir. Daha sonra bu insanlar arasında haberleşme, bilgi aktarımı ve bildirişim olması da kaçınılmazdır. Aslında ileti alışverişi bağlamında tüm canlılar iletişim içindedirler ve bazıları gruplar halinde yaşarlar. Ancak insan değişik iletişim sistemleri geliştirerek belli bir toplum yaşamına sahip diğer hayvanlarda bulunmayan kültürel bir yaşamı gerçekleştirmiştir. İnsan dışında tüm canlılar kalıtımsal olarak sahip oldukları iletişim sistemlerini kullanırken, insan kalıtımsal olarak getirdiği yetenek ve becerilerinin yanı sıra doğal olarak var olmayan bir simge sistemini geliştirmiş ve kendinden sonraki kuşaklara öğreterek devamını sağlayabilmiştir. Bunu yapabilmek için de dilini (lisanı) kullanmıştır. Dolayısıyla, insan için en temel iletişim aracının dil (lisan) olduğu söylenebilir. 64 Daha önce anılan toplumsal kurumlar, kurallar ve öğretilerin hepsi belli deneyim ve bilgi birikimlerini taşıyan sistemler oluşturarak kültürü meydana getirirler. Bu bilgi ve deneyimlerin değer ve işlevsellik kazanması bunların insanlığa, insanlığın bilgi dağarcığına katkıları ve aktarabildikleri ile sağlanmaktadır. Ne kadar değerli bir içeriğe sahip olursa olsun aktarılamayan bilgi dolaşım pazarına çıkamaz. Aktarımın mutlaka konuşma diliyle yapılmasını gerekli değilmiş, başka yollarla da aktarım sağlanabilirmiş gibi gözükse de toplumu oluşturan bireylerin uzlaşımlara varabilmesi bir konuşma dilinin varlığına ve desteğine, başka deyişle dile bağlıdır. İnsana türlü etkinlik süreçleri içinde düşünce ve duygularını anlatma olanağı vererek bilme ve iletişme işlevlerini yerine getiren, toplumsal üretimin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkıp gelişen söz düzeni olarak tanımlanabilecek olan dil, insanın kültürel ve toplumsal yönüne hizmet eden en temel kurumlardan biridir. Dil, insana türlü etkinlik süreçleri içinde düşünce ve duygularını anlatma olanağı vererek bilme ve iletişme işlevlerini yerine getiren, toplumsal üretimin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkıp gelişen söz düzenidir. Kültür aktarıcısı olan kurumları önem sırasına göre siz nasıl sıralarsınız? Sosyal/kültürel sistemin gerçekten var olabilmesi için iki değişkenin olması gerekmektedir. Bunlar kişilik ve kişilerin birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları sembolik sistem, diğer deyişle dildir(Güvenç, 1976:112). Bir çocuğun kişiliğinin gelişmesi ve toplumsallaşma sürecinde en önemli etken olan dili öğrenmesi belli aşamalarda gerçekleşir. Önceleri ağlayarak, gülerek, çeşitli sesler çıkararak ve beden diliyle duygularını aktarmaya, istek ve gereksinimlerini anlatmaya çalışan bebek, ikinci yılın ilk yarısında tek sözcükle bir cümleyi anlatmaya çabalar. Bunu iki sözcük dönemi onun ardından da daha karmaşık dil kullanma dönemi takip eder (Ülgen ve Fidan, 1984:144-155). Tüm bunlar çocuğun dili kullanmasında önemli basamaklar oluşturur. Zaman içinde çocuk, düşünceleri örgütlemeye, simgesel aşamaya geçmeye başlar. Başka insanlarla etkileşim içinde oldukça evreni genişler, düşünceleri benmerkezli olmaktan çıkıp toplumsallaşmaya başlar (Zıllıoğlu, 1993:40-41). Bireyler arasında gelişkin bir iletişimin doğmasına yol açan dil, her kuşağın sınama yanılma yoluyla edindiği bilgi ve deneyimlerini bir sonraki kuşağa aktarmasını sağlamaktadır. Böylece bireylerin yaşamları boyunca edindikleri bilgi, beceri, duygu ve deneyler hem kendi kuşaklarındaki bireyler arasında hem de kendilerinden sonra gelecek kuşakların bireyleri arasında paylaşılır. Yaşamımızın ilk yıllarında tek tek sözcüklerle, bir süre sonra da cümleler aracılığıyla duygu ve düşüncelerimizi aktarmamızı sağlayan dil aynı zamanda ulusal kimliğimizin, yaşadığımız coğrafyanın, yaşam standartlarımızın kısaca kültürümüzün bir izdüşümüdür. Aynı toplumun hatta grubun üyeleri nasıl tıpatıp benzemeyip birbirlerinden kimi özellikleriyle ayrılıyorlarsa, bir ulus da diğer uluslardan pek çok özelliğiyle farklılıklar göstererek ayrılır. Bu bağlamda bir ulusu diğer uluslardan ayıran kimi ilke ve özelliklerin olduğunu söyleyebiliriz. Her kültürün, o kültüre sahip olan ulusun kendine has bir karakteri bulunmaktadır. Bu karakter o ulusun yazınında, sanat eserlerinde törelerinde kendini belli eder. Dil de bu özelliklerin başında gelmektedir. Dil bireye, bir ulusun parçası olduğunu duyumsatan, birlik içinde olduğunu hissetme, yaşama, bunu ortaya koyup olanaklarını gerçekleştirme şansını belkide en yalın ve en etkili biçimde sağlayan en temel kültürel ögedir. Başka bir deyişle, bir dilde o ulusun yansımasını görmek olanaklıdır. Her yeni kuşak hayatını yorumlayışını, düşünce ve duygularını, değer ve anlam vermelerini söz ve yazı ile dilde somutlaştırmakta, toplumun diğer bireyleriyle paylaşmakta ve aktarmaktadır. Dil, kültür ve düşünce sistemi arasındaki güçlü bağı görmek açısından şu örnek betimleyici olacaktır: Konfüçyüs’e kendisine bir ülkeyi yönetme görevi verilseydi ilk önce hangi konuya odaklanacağı sorulduğunda, işe dili ele almakla başlayacağı yanıtını verir. Bu yanıt soruyu soranları şaşırtır ve nedenini sorarlar. Ünlü filozof şu yanıtı verir: “ Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi anlatamaz. Düşünce iyi 65 anlatılamazsa yapılması gereken işler doğru yapılamaz. Görevler, ödevler gerektiği gibi gerçekleştirilemezse töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa adalet yanlış yöne gider. Adalet yoldan sapınca şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, olayların, gidişatın ne yöne doğru evrileceğini kestiremez. İşte bu nedenle, hiç bir şey dilden daha önemli değildir.” (Gökşen, 1972:191). Sosyal/kültürel yapı içinde bu denli önemli bir yere sahip olan dil, ait olduğu kültürde meydana gelen değişikliklerden etkilenir ve değişir. Kültürün kendi içinde ortaya çıkan yeni oluşumlardan; başka kültürlerle ilişkilerinden kaynaklanan değişme ve gelişmeler dile de yansır. Daha önce de değinildiği üzere kitle iletişim araçları ve yeni iletişim teknolojileri kültürlerarası etkileşimin de artmasını kolaylaştırmıştır. Bu durumun dil üzerinde de etkisi büyüktür. Teknolojide, bilimde, güzel sanatlarda ulaşılan gelişme düzeyi ile sözcüklerin çeşitlenmesi arasında ilişki vardır. Belli alanlarda gelişmiş olan ülkeler ve kültürler yarattıkları ürün ve eserlere kendi dillerinden isimler vermekte somut ve soyut kavramlar geliştirmektedirler. Küreselleşmenin hızlandırıp yoğunlaştırdığı kültürler arası etkileşim yoluyla bu kavramlar yalnızca o kültürle sınırlı kalmamakta, diğer ülkelerin ve kültürlerin de yaşantısına bazen doğrudan bazen de uyarlanarak eklemlenmektedir. İnternet, chat, computer, haute couture, supangle, postmodern, expresyonizm gibi yaşamımızın pek çok alanına nüfuz etmiş olan ve içselleştirdiğimiz sözcük ve kavramlar bulunmaktadır. Zaman içinde yalnızca başka dillerden etkilenerek değil, kültürün kendi içinde gereksinimleri değiştikçe, örneğin mektep sözcüğünün yerine okul sözcüğünün tercih edilmesi gibi, dil de değişebilmektedir. Özce, kültürel yapılanmalar değiştikçe dilde de değişme gözlenir. Siz de Türkçeye başka kültürler yoluyla girmiş olan ve kullanmakta olduğumuz sözcükleri bulmaya çalışın. SÖZLÜ İLETİŞİM VE TOPLUMSAL CİNSİYET Sözlü iletişim, iletişim sürecine katılanların (kaynak ve alıcının) anlamların paylaşımını sözcükleri kullanarak gerçekleştirmesidir. Dolayısıyla, dil, konuşma, dinleme, yazma ve okuma sözlü iletişimin farklı boyutlarını oluşturmaktadır. Sözünü ettiğimiz bu başlıklar kitabınızın ilk ünitelerinde tek tek detaylı bir biçimde ele alınmıştır. Sözlü iletişimde iletişim hangi yolla (konuşma, yazma, okuma) gerçekleştiğini bilmek iletişim sürecinin tasarlanmasına yardımcı olur. Ancak sözlü iletişimde kaynak ve alıcı konumundaki kişilerin kimler oldukları da önemlidir. Hiç kuşku yok ki hepimiz günlük yaşamımız içinde farklı rollere bürünüyor, içinde bulunduğumuz koşullara göre uygun biçimde davranmaya çalışıyoruz. Carl Gustav Jung bu durumu persona (maske) kavramıyla açıklamaktadır. Persona bireyin yaşamdaki ihtiyaçlarıyla ilgili bir tavırdır (1997:407). Toplumsal olarak var olan beklentiler doğduğumuz andan itibaren üzerimize yüklenmeye başlanır. Bizim toplumsal norm ve kurallara uygun olarak davranmamız beklenir ve istenir. Bir mağazada gördüğümüz bir şeyi parasını vererek elde etmemiz toplumsal ve ahlaki bir kuraldır. Toplum her bireyinin buna uygun davranmasını bekler. Bir yakınınız size bir şey armağan ettiğinde teşekkür etmeniz beklenir. Bu umulan davranışların dışında davrananlar toplumu oluşturan ve beklentilere uygun davranan diğer bireyler tarafından eleştirilir, bazen uzaklaştırılır ve duruma göre yasal yollarla cezalandırılır. İşte bu yaptırımın da farkında olarak toplumsal beklentileri karşılayacak biçimde davranmaya özen göstermemizi, toplumun istediği bir birey gibi davranabilmek için belli rollere bürünmemizi persona kavramı açıklamaktadır. Toplumsal olarak en çok beklentinin oluşturulduğu kimliğimiz ise kadınlık ve erkekliktir. İnsan yavrusu dünyaya dişi ve erkek olarak gelir. Toplumsal beklentiler doğrultusunda da kadın ve erkek olmayı öğrenir. Başka deyişle, biyolojik cinsiyetlerimize içine doğduğumuz kültür anlam yükler. İşte kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik fenomenine toplumsal cinsiyet adını veriyoruz. Her toplum, toplumu oluşturan bireylerin kendi kültürel değerlerine göre yetişmesini bekler ve bunun için çaba sarf eder. Birey de içine doğduğu topluma, toplumsal bir varlık olması nedeniyle, uyum sağlamaya çalışır yukarıda belirttiğimiz gibi toplumla uyumlu personalar geliştirir. Bu duruma toplumun ve kültürün beklentileriyle uyumlu kadın ve erkek davranışları da dahildir. İstisnasız her toplumun 66 kendine özgü, kadın ve erkeği birbirinden ayıran bir dizi toplumsal ve kültürel değerleri bulunur. Başka deyişle, arada ortak ve değişmez kimi noktalar olsa da her toplumun kadın ve erkekten beklentisi farklılıklar gösterir. Toplumsal cinsiyetin algılanışı kültürel bir olgudur ve kültürden kültüre farklılık gösterir. Buna karşın her kültürde kadın ve erkek olmaya dair beklentiler ve değerler bulunmaktadır. Bu değerler bir erkek ve kadın modelinin oluşmasını sağlar. Kadın ve erkek arasındaki farklılıklar derin bir ayrışmaya dayanmaktadır. Çoğunlukla iki cins toplumsal yapılanma içinde birbirinin karşıtı olarak sınıflandırılır. Toplumsal olarak kadınların genellikle, sıcak, müşfik, nazik, sezgileri güçlü, bakıp büyüten, esnek ve yumuşak erkeklerin ise iddiacı, dayanıklı, girişken, üretken, risk alan ve kendine güvenen kişiler olması beklenir. Toplumsal cinsiyet kavramı, insanı dişi ve erkek olarak ayıran cinsiyet kavramından daha farklı ve kapsamlı olarak, kadın ve erkek arasındaki toplumsal, kültürel, ekonomik, politik ve davranışsal tüm farklılıkları içermektedir. Bu farklılıklar doğumdan itibaren egemen ideoloji tarafından güçlendirilmekte ve bu yolla etkili bir toplumsal denetim sağlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet, toplumun görmek istediği kadın ve erkek kalıplarını içermektedir. Bu normlar arasında, kadın ve erkek rolleri, kadın ve erkeğin kendini sunum biçimi; konuşması, davranış kalıpları ve giyim kuşam kodları bulunmaktadır. Daha önce de değinildiği gibi bu kalıp ve kodlamalar toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Belki de tüm toplumlarda var olan ortak nokta ise kadın ve erkek arasında bir eşitliğin olmamasıdır. Toplumsal cinsiyet, toplumun kültür ideolojisini yansıtır. Ritüeller, edebi eserler, mitler, efsaneler, söylenceler ve tüm simgesel anlatımlar pek çok şeyin yanı sıra toplumsal cinsiyetle ilgili değerleri de aktarır. Başka deyişle kültür toplumsal cinsiyeti etkileyen kurumlardan biri olarak etkin rol oynamaktadır. Kültür başta olmak üzere toplumsal tüm kurumlarla bağıntılı olan toplumsal cinsiyet kavramı durağan bir yapı göstermez. Toplumsal değişmelerle birlikte toplumsal cinsiyet kavramı da büyük ölçüde değişkenlik gösterir, bir başka deyişle, evrim geçirir, dönüşüme uğrar. Türkiye’de toplumsal cinsiyet değerlerine bakıldığında da kadın ve erkekten çok farklı beklentilerin var olduğu gözlemlenebilir. Türkiye geleneksel yapısını koruma eğilimi gösteren bir toplumsal yapıya sahiptir. Dolayısıyla, geleneksel alt yapı yavaş değişmekte, hatta bazı konularda geriye doğru evrilmektedir. Kadınların büyük çoğunluğu ailede, toplumda ve ekonomide erkek egemen kurumların dayattığı koşullara göre hareket etmek ve pek çok geleneksel, hukuki zorlukla ve ayrımcılıkla mücadele etmek zorundadır. Fişek’in belirttiği gibi Türk toplumu geleneksel, otoriter ve ataerkildir. Türkiye’de nesiller arası hiyerarşinin yanı sıra toplum, ataerkil düzen ya da cinsel rol hiyerarşisi üzerine kuruludur. Cinsler arası ilişkiler erkeğin üstünlüğü; kadının ise değer, itibar ve güç bakımından düşük konumu üzerine kuruludur (Aktaran Navaro, 1996:27). Tablo 4.1: Onaylanan kadın ve erkek değerlerine ilişkin sınıflandırma KADINLAR İÇİN Şöyle ol ERKEKLER İÇİN Böyle olma Şöyle ol Böyle olma Yumuşak Sert Sert Yumuşak Uyum gösteren Hükmeden Hükmeden Uyum gösteren Güçsüz Güçlü Güçlü Güçsüz Kabullenici Yargılayıcı Yargılayıcı Kabullenici Kararsız Kararlı Kararlı Kararsız Başarı peşinde koşmayan Başarılı Başarılı Başarısız Bağımlı Bağımsız Bağımsız Bağımlı Hırslı Hırslı Çaresiz Çözüm getiren Çözüm getiren Çaresiz Edilgen Etkin Etkin Edilgen Kaynak: (Fişek aktaran Navaro, 1996:29) Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkek olarak var olan biyolojik ayrımlara bir kültürün anlam yüklemesidir. 67 Kadın ve erkek olarak içine doğduğumuz kültürün beklentileri her alanda olduğu gibi iletişimde, daha da daraltacak olursak, sözlü iletişimde de kendini gösterir. Toplumsal cinsiyete bağlı beklentiler sözlü iletişimin temel biçimleri olan dilde ve konuşmada da kendini belli etmektedir. Dilde Toplumsal Cinsiyete Dayalı Farklılıklar Daha önce de vurgulandığı gibi, dil, insanın kalıtımsal olarak taşımadığı, daha sonra yapay yollarla geliştirdiği ve öğrendiği bir simgeler sistemidir. Bu simge sistemi oluşturulurken kültürün ve o kültürü oluşturan toplumun gereksinimleri ve beklentileri belirleyici olur. Dil, insana türlü etkinlik süreçleri içinde düşünce ve duygularını anlatma olanağı vererek bilme ve iletişme işlevlerini yerine getiren, toplumsal üretimin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkıp gelişen söz düzenidir. Her toplum kendi düzeninin koşullarına göre gerekli sözcükleri türetir ve kullanır. Her toplumda var olan sözcük dağarcığı toplumun kültürel yaşamı ile ilgilidir. Örneğin, “avcı-toplayıcı bir kültürde tarım kültürüne özgü sözcükleri, tarım kültüründe ise sanayi kültürünün gerekli kıldığı sözcük çeşidini bulamayız. Nitekim Türkçemizde kar ile ilgili tek sözcüğümüz (donmuş haline verdiğimiz buz adını da sayarsak iki sözcüğümüz) varken, Eskimolar her biri “kar”ın özel bir biçimiyle, rengiyle ilgili 18 sözcüğü kullanırlar. Filipinler’de yaşayan yerliler 450 bitkinin, 75 kuşun, hemen hemen tüm yılan, balık, böcek ve memelilerin, 20 karınca türünün özgül ve betimsel adlarını bilirler (Zıllıoğlu, 1993: 127). Teknolojide, bilimde, güzel sanatlarda ulaşılan gelişme düzeyi ile sözcüklerin çeşitlenmesi arasında ilişki vardır. Belli alanlarda gelişmiş olan ülkeler ve kültürler yarattıkları ürün ve eserlere kendi dillerinden isimler vermekte somut ve soyut kavramlar geliştirmektedirler. Daha öncede değindiğimiz gibi küreselleşmenin hızlandırıp yoğunlaştırdığı kültürler arası etkileşim yoluyla bu kavramlar yalnızca o kültürle sınırlı kalmamakta, diğer ülkelerin ve kültürlerin de yaşantısına bazen doğrudan bazen de uyarlanarak eklemlenmektedir. Her toplumun ya da kültürün kendi yaşam çevresine ve gereksinimlerine, bunları karşılamak için gerçekleştirilen etkinliklerine uygun sözcükleri vardır. Dolayısıyla, dilin yetkinliği tartışılırken sözcük sayısı değil, toplumun gereksinimlerini ne denli karşıladığı belirleyici olmaktadır. Başka deyişle, toplumun bilgi, duygu ve estetik gereklerine yanıt veren her dil yetkindir. Dil yalnızca kültürün maddi donanımları hakkında değil, manevi donanımları ile ilgili de bilgi içerir. Kimi sözcükler ve kavramlar o toplumun manevi değerlerini yansıtır. Dil, bireyin ait olduğu toplumsal sınıf, dünya görüşü, sosyoekonomik düzeyini de açığa çıkarır. Seçilen sözcükler, yapılan vurgular bu tür saptamalara olanak tanır. İşte bu noktada dillerin toplumsal cinsiyet açısından yargı içerdiğini gerek dil yoluyla öğretilenlerle gerekse dildeki kimi kullanımlarla kadın ve erkek olmaya dair kültürel değerlerin aktarımı, devamlılığı, değişip gelişmesi sağlandığını vurgulamak gerekmektedir. Dilde Kadın ve Erkeğe Yönelik Yargılar Dil yalnızca iletişim kurma aracı değildir. Aynı zamanda içinde toplumsal kültürel değerlere ilişkin yargılar içerir. Bunların arasında toplumsal cinsiyete ilişkin yargılar da yer alır. Bu başlık altında genel olarak dil kavramından söz edilse ve farklı dillerden örnekler verilse de öz olarak ana kaynağımızı Türk dili oluşturacaktır. Türk kültürü için yeni doğanlara verilen isimler son derece önemlidir. “İsmiyle müsemma olmak” daha anlaşılır bir Türkçeyle “İsmi gibi olmak” haline toplumsal olarak inanılır ve insanların taşıdıkları isimle uyumlu karakter ve fizik özelliklerine sahip olacaklarına inanılır. Bu konuda Dede Korkut Hikayeleri arasında yer alan Boğaç Han’ın öyküsü oldukça betimleyicidir. Adaklar sonrası dünyaya gelen Dirse Han’ın oğlu bir gün arkadaşlarıyla oynarken Bayındır Han her sene yaptığı gibi beyleriyle eğlenmek için boğasını erkek deveyle güreşsin diye meydana getirtir. Dirse Han’ın oğlunun arkadaşları boğadan korkar ve kaçarlar. Dirse Han’ın oğlu ise boğa ile güreşe tutuşur. Uzun bir mücadeleden sonra hem gücünü hem de aklını kullanan on beş yaşındaki delikanlı boğayı öldürür. Bu kahramanlığından sonra delikanlı Boğaç Han adını hak eder (Gökyay, 2006:32-48). Dede Korkut öykülerinin en bilinenlerinden biri olan Boğaç Han Destanının isim almayla ilgili bu bölümü toplumsal cinsiyet açısından da ayrıca önemlidir. Bir erkeğin yiğit, dayanıklı, kahraman olmasını beklemek pek çok toplum gibi bizim toplumumuzun da beklentileri arasındadır. Dolayısıyla bu konudaki beklenti ilk önce isimlere yansır. Önemli dil zenginliklerden biri olan isimler Türk kültüründe kadından ve erkekten beklenen 68 niteliklerle örtüşür. Doğa bu konuda önemli ilham kaynaklarından biridir. Kızlara Damla, Nehir, Yağmur, İnci gibi daha ılımlı, uysal isimler seçilirken erkek çocukları için Tufan, Tayfun, Yıldırım, Kaya gibi daha çok doğanın yıkıcı yanıyla ilişkilendirilebilecek isimler verilir. Çünkü içinde yaşadığımız toplumda kadınların daha uysal, uyumlu, narin, kırılgan olması beklenirken, erkeklerin hırçın, güçlü ve yıkıcı olmaları makul karşılanır; hatta beklenir. Kız çocuklarına daha çok narinliği anımsatan Gül, Filiz, Gonca gibi isimler seçilirken erkek çocukları için, Yiğit, Yağız, Güçlü, Cesur gibi isimler verilir. Dolayısıyla sözlü iletişimin en temel kaynağı olan dildeki toplumsal cinsiyet değerleri isimler aracılığıyla yeniden ve yeniden üretilir. Siz de çevrenizdeki kişilerin hangi isimlere sahip olduklarını, isimlerinin toplumsal cinsiyet değerleriyle ne kadar uyumlu olduğunu inceleyiniz. Kuşkusuz toplumsal cinsiyetle ilgili değerler dilde yalnızca isimler yoluyla ifade edilmez. Kız ve erkek çocuklarına seslenme biçimimiz de çoğunluk kültürümüzün ve toplumun kadın ve erkekten beklentileriyle uyumludur. Kız çocuklarına seslenirken güzelliğine, narinliğine, şirinliğine göndermede bulunulurken, erkek çocuğun afacanlığı, hareketliliği öne çıkar: Güzel kızım, şirin kızım, aslan oğlum, koçum gibi... Bunun dışında hemen her toplum için yine önemli dil zenginliklerinden biri de atasözleridir. Atasözleri önemli sözlü kültür miraslarıdır. Nesilden nesile aktarılan bu sözler yeni nesillere yol gösterici nitelikte oldukları gibi aynı zamanda bir toplumun değer yargıları hakkında da ipucu verirler. Friederike Braun tarafından yapılan bir çalışma Türkçedeki atasözlerinin toplumsal cinsiyet açısından içerdiği yargılar açısından önemli bulgular içermektedir. Araştırmacı ulaştığı Türk atasözleri içinde kadınla ilgili 80 atasözü bulduğu halde erkekle ilgili 30 atasözü bulmuştur (2001:299). Atasözlerinin yön vermek, yol göstermek amaçlı olduğu yeniden hatırlanırsa bu elde edilen bulgularla ilgili de çıkarsamada bulunmak olanaklı olacaktır. Türkçedeki atasözlerinin büyük çoğunluğu kadınlara yol gösterme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Kadınlar himaye edilmesi ya da onlara ilişkin gerekli uyarıların yapılması gereken varlıklar olarak belirmektedir. Araştırmacı Braun genel kadın ve erkeklere ilişkin ata sözlerini dört ana başlıkta toplamıştır. Bunlar; görev paylaşımlarına vurgu yapan atasözleri, kız ve erkek çocuk ayrımına vurgu yapan atasözleri, güç/iktidar ilişkilerini betimleyen atasözleri, eşitsizlikleri dışa vuran atasözleri olarak sıralanabilir. Görev paylaşımına yönelik atasözleri: Yuvayı dişi kuş yapar. Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlet. Er olan ekmeğini taştan çıkarır. Erkek aslan dişisinden kuvvet alır. Kız ve erkek çocuk ayrımına vurgu yapan atasözleri: Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün. Oğlan büyür koç olur, kız büyür hiç olur. Güç/iktidar ilişkilerini betimleyen atasözleri: Kadının sözüne uyan adam değildir. Kadının sırtından sopa, karnından sıpa eksik edilmez. Kadını aldın mı yanına yakışmalı, çarptın mı duvara yapışmalı Kadının malı, kapı mandalı. Zemheriden sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez. 69 Eşitsizlikleri dışa vuran atasözleri: Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası. Hırsızlık bir ekmekten, kahpelik bir öpmekten. Avradı er zapt etmez, ar zapt eder. Sözlü kültürün ve iletişimin önemli araçlarından biri olan bu atasözleri daha önce üzerinde durduğumuz toplumsal cinsiyete dayalı toplumumuzun ve kültürümüzün beklentilerini yansıtmaktadır. Kadının ikincil, emeğinin, kazancının değersiz olduğu, erkek kadar güçlü olamayacağı ama her zaman erkeğin destekçisi olması gerektiği, namusunun her şeyin önünde olduğu sonuçlarını çıkarmak olanaklıdır. Örneğin, çok sık duyduğumuz, sarf ettiğimiz “Cennet anaların ayakları altındadır” sözü kadınları yücelten bir söz gibi gözükmekle birlikte, alt metin olarak kadının yalnız anne olarak makbul olduğunu, kutsallığı annelik sıfatıyla yakalayabileceği iması yatar. Oysa, çağımızda evlenmemeyi seçen ya da evlenmesine karşın çocuk sahibi olmamayı tercih eden ya da biyolojik nedenlerle çocuk sahibi olamayan pek çok kadın bulunmaktadır. Kadını yalnızca anne kimliği içinde kıymetli görmek geleneksel ve ataerkil yapımızın bir yansımasıdır. Yukarıda ele alınan atasözlerindeyse erkeğin, güç, iktidar içeren konumu rahatlıkla çıkarsanabilmektedir. Siz de bildiğiniz kadın ve erkekle ilgili olan atasözleri ve neyi öne çıkardıkları konusunda düşününüz. Atasözlerinin yanı sıra diğer bazı dilsel ögelerle de toplumsal cinsiyete ilişkin farklılıkların izi sürülebilir. Türkçe, mesela İngilizcede olduğu gibi dişi ve erkek ögelerin vurgulandığı bir dil değildir. Örneğin, İngilizcede kardeş kavramını açıklamak için sister (kız kardeş) ve brother (erkek kardeş) sözcükleri seçilmekte genel olarak kardeşlik kavramını açıklamak için de sibling sözcüğü kullanılmaktadır. Türkçede “Bugün kardeşim geldi” cümlesi cinsiyete gönderme yapmazken, bu cümle İngilizceye çevrildiğinde kardeş sözcüğü sister ya da brother sözcüklerinden birini kullanmayı zorunlu kılmaktadır. Bu ve benzeri örnekler artırılabilir. Ne var ki Türkçede de toplumsal cinsiyete dayalı farklılıklar örtülü olarak varlıklarını sürdürmektedir. Araştırmacı Friederike Braun, Türkçede kimi meslek isimlerinin toplumsal önyargılar nedeniyle örtülü olarak cinsiyetlere gönderme yaptığını bulgulamıştır. 130 kişi üzerinde yaptığı bir araştırmada, deneklere meslek grupları ve terimlerin kendilerine hangi cinsiyeti çağrıştırdığını sormuştur. Hemşire, sekreter ya da taksi şoförü gibi çok bilinen örneklerde olduğu gibi cinsiyetler örtülü olarak sunulur. Hemşire ve sekreter kadınlıkla, taksi şoförlüğü ise erkeklikle ilişkilendirilir. Bu meslekler ilk kez söylendiğinde gözümüzün önünde sözü edilen cinsiyetler belirir. Bu meslekler hem kadın hem de erkek tarafından yapılabilmesine karşın toplumsal ve kültürel önyargılar nedeniyle belli cinsiyetlerle ilişkilendirilir. Benzer biçimde yine hem kadın hem de erkek tarafından yapılabilecek meslek gruplarında da bu tür önyargılardan kaynaklanan kadın ve erkek temsilleri söz konusudur. Polis, kuyumcu, futbolcu, postacı gibi meslek gruplarının yanı sıra örneğin köylü, kişi, birisi, yolcu gibi sözcüklerin daha çok erkekleri çağrıştırdığı bulgulanmıştır. Dolayısıyla, Türkçede örtülü olarak cinsiyete yönelik göndermelerin var olduğu ve erkeklerin daha çok temsil edildiği söylenebilir. Tablo 4.2: Nötr ilgi alanlarına ilişkin terimlerin toplumsal cinsiyet algıları ( Braun, 2001:289) Terim Erkekliğe gönderme olduğunu düşünenlerin oranı Kadınlığa gönderme olduğunu düşünenlerin oranı Kadın ve erkekliğe ortak gönderme yapıldığını düşünenlerin oranı Toplumsal cinsiyete gönderme olmadığını düşünenlerin oranı Köylü % 72 %5 % 20 %3 Kişi % 68 %8 % 21 %3 Birisi % 68 %5 % 28 %0 Yolcu % 66 %6 % 24 %4 70 Erkeklerin temsilinin öne çıktığı başka bir durum ise genç ve çocuk sözcükleriyle ilişkilidir. Genç ve çocuk sözcükleri tıpkı kardeş gibi cinsiyetsizdir; belli yaş dönemlerini işaret ederler. Buna rağmen Türkçedeki kullanımları bu sözcüklerin asıl anlamlarının ötesinde erkekleri temsil etmek için de kullanıldıklarını göstermektedir. “Çok yakışıklı bir çocukmuş” ya da “Ne efendi bir genç” gibi kullanımlar sözcüklerin asıl anlamlarının çok ötesinde erkekliğe gönderme yapmaktadır (2001 284-306). Yine erkeklikle ilişkilendirebileceğimiz bir başka dil kullanımı ise diğer dillerle benzerlik göstermektedir. İngilizcedeki businessman (işadamı) sözcüğünde yer alan –man sözcüğü doğrudan erkekliğe gönderme yapar. Türkçede de işadamı sözcüğündeki –adamı aynı biçimde doğrudan erkeklikle ilşkilidir. Örneğin, “Adamı çileden çıkarma” dendiğinde çileden çıkan kişi kadın da olabileceği ve adam sözcüğünün yerine insan sözcüğü konulabileceği halde adam sözcüğü kullanılarak erkek temsili pekiştirilmiş olur. Yine İngilizcedeki humanbeing (insanoğlu) sözcüğünün –man sözcüğünü içerip erkekliğe işaret etmesi gibi Türkçede de insanoğlu sözcüğündeki –oğlu eki erkek temsilini sağlamaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak olanaklıdır. Bunun yanı sıra erkeklikle ilgili değerlerin yüceltilmesi, kadınlık yoluyla kadınların aşağılanması da Türkçede ratladığımız durumlardır. Düzgün, doğru anlama ve davranmayla ilgili “Adam gibi anlat”, “Adam gibi davran” gibi kalıplar kullanılırken, onaylanmayan davranışlar için “Karı gibi dönek”, “Karı gibi gülme!” vb. deyişler öne çıkar. Dolayısıyla toplumsal ve kültürel düzlemde toplumsal cinsiyet kalıplarının dile, bağlı olarak sözlü iletişime nasıl yansıdığı görülebilir. Konuşmada Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları Kültürün en önemli aktarıcısı olan dilin toplumu oluşturan bireyler arasında paylaşımının en temel ve basit yolu konuşmadır. Modern dilbilimin öncüsü Ferdinand de Saussure, her türlü sözel iletişimin temelinin öncelikle konuşmaya dayandığını ortaya koymuştur. Doğan herkes, fiziksel ve zihinsel bir engeli olmadığı sürece, konuşmayı öğrenir (Ong, 1995:17). Konuşma toplumsal bir varlık olan insanın doğal yeteneğidir ve insanı tüm diğer canlılardan ayıran temel özelliklerinden biridir. Konuşma kendiliğinden, çok fazla bilincine varılmadan gelişen bir süreçtir. Ancak sözlü iletişimin en temel yolu olan konuşma yalnızca bu boyutla sınırlı kalmaz. Zaman zaman çevremizdeki kimi insanların daha etkili, daha ikna edici, daha akıcı konuştuklarını görür bunun tanrı vergisi bir yetenek olduğunu düşünürüz. Oysa güzel ve etkili konuşma yalnızca kimi insanlara bahşedilmiş bir yetenek değil, çalışılarak geliştirilecek bir beceridir. Güzel ve etkili konuşma yalnızca kimi insanlara bahşedilmiş bir yetenek değil, çalışılarak geliştirilebilecek bir beceridir. Konuşmanın Tanımı Basit olarak ele alınacak olursa konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir biçiminde tanımlanabilir. Konuşma, günlük yaşam içinde olağan olarak gerçekleştirdiğimiz pek çok etkinlik gibi kendiliğinden, doğal olarak yaptığımız bir etkinlik, yaşamımızın bir parçasıdır. Konuşma, aynı zamanda en temel gereksinimlerimizden biridir. Konuşma yoluyla başkalarıyla duygularımızı, düşüncelerimizi ifade eder, etkileşime gireriz. Kişiliğimizi de, düşünsel gelişimimizi de belirleyen ana ölçüt konuşmamızdaki yetkinliğimizdir. Konuşma başkalarını etkileyebileceğimiz bir eylemdir. İyi konuşarak insanlar arasındaki bağı oluşturmak kadar kötü konuşarak köprüleri yıkmak da bir olasılıktır. Konuşmayla insan arasındaki bağ karşılıklıdır. İnsan başkalarıyla konuşarak kendini geliştirir. Ama konuşma eylemi de insanla birlikte gelişir ve ilerler. İnsan konuşma yoluyla yaşamı kavrar, algılar. Yaşam konuşma yoluyla insan için daha anlaşılır bir hale bürünür. Konuşma dinamik, süregiden bir eylemdir. Sürekli gelişme halindedir. Ancak konuşmanın gerçekleşebilmesi için bir diyalog ortamının, başka deyişle, birden fazla kişinin var olması gerekir. Dolayısıyla konuşma eylemi kadar bu ünitede daha sonra da üzerinde durulacağı üzere dinleme eylemi de konuşmanın önemli bir parçasıdır. Karşımızdakini dinlemeden bir konuşmayı sağlıklı bir biçimde ilerletmek olanaklı değildir. 71 Konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir. yaşadıklarımızı Konuşmada Kadın ve Erkeğe İlişkin Farklılıklar Daha önce de üzerinde durulduğu üzere, fiziksel bir engeli olmayan herkes konuşur, dil ve konuşma sözlü iletişimin en temel malzemesidir. Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin toplumsal ve kültürel olarak belli roller, davranışları tekrar etmelerini öngörür. Kadın ve erkekten beklentiler kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu aktarım sırasında içinde yaşanılan dönemin koşullarına göre kimi değişimler de yaşanabilir. Daha önce de vurgulandığı gibi kadından beklenen yumuşak, uysal, uyumlu, şefkatli vb. olmasıyken erkekten beklenen sert, rekabetçi, otoriter, koruyucu, karar verici vb. olmasıdır. Yine kadın ve erkek arasındaki önemli ayrışmalardan biri yaşam alanlarıyla ilgilidir. Pek çok kültürde ve toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da kadının çocukların bakımından, evin idaresinden sorumlu olması beklenir. Dolayısıyla, kadının yaşam alanının ev, başka deyişle özel alan olduğu yargısı yaygındır. Bu yargının izleri, kamusal alanda kadınlar için uygun görülen meslek gruplarında ve kadınların istihdam oranlarında da sürülebilir. Kadınlar daha çok evde yaptıkları işlerle uyumlu ya da evdeki sorumluluklarını aksatmayacak işlere (hemşirelik, hasta bakıcılık, ev temizliği ya da öğretmenlik gibi) yönlendirilir. Erkekler ise evin dışındaki alanla, diğer bir deyişle, kamusal alanla ilişkilendirilir. Ancak şunu da belirtmek gerekir. Kuşkusuz, kadın kamusal alanda varlığını sürdürüken, erkek de özel alanda yer alır. Burada önemli olan bu alanlarda kadın ve erkeğin neler yapıp yapmadıklarıdır. Örneğin, akşam eve gelen erkek artık özel alandadır. Ama kültüre, toplumsal değerlere göre bir erkeğin kadın gibi ev işlerinden sorumlu olması beklenmez. Eve gelip yemeğini yiyen, televizyonun kaşısına geçip, akşamını dinlenerek geçiren erkek de aslında özel alandadır. Benzer biçimde kadın da çalışma yaşamında ya da farklı nedenlerle kamusal alanda var olur. Ancak örneğin, kamyon şoförlüğü yapmak toplumsal ve kültürel olarak çoğu zaman bir kadında görülmek istenmeyen bir eylemdir. Eğer bir benzetme üzerinden açıklayacak olursak, pek çok toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da kadın da erkek de hem özel alanda hem de kamusal alanda varlık göstermelerine karşın, kadın kamusal alanın, erkek de özel alanın adeta misafiridir. İşte bu durum kadın ve erkeğin konuşma gereksinimlerini ve konuşma alışkanlıklarını da belirler. Kamusal alan birincil mekanları olduğu için erkekler çoğunlukla topluluk içinde, profesyonel ortamlarda konuşma konusunda istekli ve beceriklidir. Kendilerini rahat hissederler. Kadınlar ise yakınlık gerektiren, özel konuşmalar yapma konusunda erkeklerden daha becerikli ve yeteneklidirler. Şüphesiz, topluluk önünde konuşma konusunda istekli ve yetenekli kadınlar ve özel konuşmalarda nispeten rahat olan erkekler de vardır. Ancak genel eğilimler bunların aksi yönündedir. Burada evin erkek için ve kadın için ne ifade ettiği üzerinde durmak erkek ve kadınların özel ve kamusal alanda konuşma eğilimlerini anlamak adına yardımcı olacaktır. Ev çoğunlukla bir erkek için, kendini kanıtlamaktan kurtulduğu, sözlü gösterilerle başkalarını etkilemek zorunda kalmadığı güvenli bir limandır. Çoğu erkek için ev, konuşmanın gerekmediği, daha doğru bir söyleyişle uzun ve derinlikli konuşmanın gereksiz olduğu bir ortamdır. Bu güvenli limanda erkek, halk deyişiyle, kafasını dinlemek ister. Çoğu kadın için ise ev, yetiştirilme tarzları nedeniyle yabancısı oldukları, kendilerini çok rahat hissetmedikleri, kamusal alanın rekabetçi ortamından uzaklaştıkları ve konuşmaya en çok gereksinim duydukları mekandır. Evin rahatlığı, sözlerinin nasıl karşılanacağını düşünmeden, yargılanmadan, eleştirilmeden rahatça konuşacakları ve kendilerine en yakın olan insanlarla, başka deyişle, aile fertleriyle dertleşip paylaşım içinde olacakları bir ortamdır. Evin algılanışına ilişkin bu farklılık erkeklerin suskunluğunun kadınlar tarafından yadırganıp eleştirilmesinin, kadınların konuşkanlığının da erkekler tarafından lüzumsuz görülüp eleştirilmesinin kaynağını oluşturur. Dale Spender’a göre pek çok insan bilinçli olmasa bile içgüdüsel olarak kadınların da tıpkı çocuklar gibi yalnızca gözle görülecek, kulakla işitilmeyecek varlıklar olması gerektiğini hissine sahiptir, dolayısıyla kadından gelen her tür konuşma gereğinden fazlaymış gibi gözükür (Aktaran Tannen, 1997:61). Rekabet erkeklik için en önemli vurgu noktalarından biridir. Küçük yaştan itibaren bir erkek kendini sürekli ispat etmek zorundadır. Küçük bir erkek çocuğu yetişkin erkeklerin dünyasına geçene kadar beklemek ve kendini, olgunluğunu ispat etmek zorundadır. Erişkinliğe ulaştıktan sonra da bir erkeğin 72 mücadelesi bitmez. İyi bir iş sahibi olmak, iyi bir eş sahibi olmak, iyi bir ev, iyi bir araba… Her konuda güçlü olması beklenen erkek, kamusal alanda da gücünü kanıtlamak, dolayısıyla rekabet içinde olmak zorunda hisseder. Erkekler çoğunluk, hiyerarşik sosyal bir düzen içindeki bir birey olarak konuşma eylemini gerçekleştiriler. Başka bir deyişle, böyle hiyerarşik bir sistem içinde birey hiyerarşik yapının ya üst ya da alt kademesinde yer alır. Konuşma bir anlamda bir pazarlık aracıdır. Birey elinden geldiğince üstte kalmaya çalışır, kendini diğerlerinden gelebilecek olası saldırılara karşı korur. Bunu yapmak için de diğerlerinin daha alt statüde kalmaları için çaba sarfeder. Bu bir çeşit yarışmadır, rekabet içerir, bağımsızlığı sürdürme ve başarısızlıktan kaçınma savaşımıdır. Kuşkusuz, başarı elde etme, başarı için mücadele etme ve rekabet kadınların da dünyasında var olan durumlardır. Ancak, pek çok kültürde olduğu gibi Türk toplumunda ve kültüründe de kadınlar için öngörülen yaşam tarzı, değerler açısından rekabet ve rekabete eşlik eden yarış, acımasızlık kadının dünyasında birinci sırada değildir. Birinci sırada olduğunda da çoğunluk hoş karşılanmaz. Erkeksi olmakla suçlanır. Kadınlar rekabetten çok yakınlık kurmak, bağlantı içinde olmak ister. Yetiştirilme biçimleri onları bu yöne doğru yöneltir. Yapılan konuşmalar, yakın olmak için bir pazarlıktır; birbirlerini onaylamak, desteklemek, fikir birliği elde etmeye yöneliktir. Başkaları tarafından yalıtılmaktan sakınırlar. Kadınların gözünde çoğunluk hayat bir topluluktur, yakınlığı koruma ve yalnızlıktan kaçınma savaşımıdır. Sözü edilen bu dünyada da hiyerarşi vardır. Ancak bunlar erk ve başarı hiyerarşilerinden çok dostluk hiyerarşileridir. Kuşkusuz erkekler de katılım sağlamak isterler. Yalnız kalmak bir erkeğin de ideali olamaz. Ancak, bağlantı içinde olmak, yandaşlık duygusu kadınların aksine erkeklerin birincil hedefi, odaklandıkları bir mesele değildir. “Yakınlık, bireyin karmaşık dostluk ağlarının pazarlığını yaptığı, farklılıkları en aza indirgemeye çalıştığı, fikir birliği elde etmeye uğraştığı, farklılıkları vurgulayacak üstünlük görünümlerinden kaçındığı, bağlantılardan oluşan bir dünyanın anahtarıdır. Bağımsızlık ise mevki dünyasının anahtarıdır, çünkü mevki sahibi olmanın başlıca yollarından biri, diğer insanlara ne yapacaklarını söylemektir, emir almak ise düşük mevkinin bir göstergesidir. Gerçi her insanın yakınlığa da, bağımsızlığa da ihtiyacı vardır, ama kadınlar daha çok birincisine, erkekler ise ikincisine odaklanma eğilimindedirler.” (Tannen, 1997: 14). Dolayısıyla, bir erkek için konuşma rekabetin, kendini ispat etmenin bir yoludur. Bir erkek kendisine ne yapmasının gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazken bir kadın uyum adına kendinden istenen şeyi yapma eğilimi gösterir. Kamusal alanda kadın ve erkek konuşmaları arasındaki temel farklar ve nedenleri konusunu siz nasıl değerlendirirsiniz? Bir kadın hemen her önemli dönemeçte eşine danışma ihtiyacı duyar, erkekse bunu yapmanın kendi bağımsızlığını zedeleyecek bir tutum olarak algılar. Örneğin, bir kadın evde erkeğin yapması gereken bir işi sık sık hatırlattığında bu, erkek tarafından dır dır olarak algılanır. Çünkü kendisine ne yapması gerektiği söylenmekte ve bu konu üstelenmektedir. Erkek bir şeyi kendi iradesiyle yapmak ister; ona söylendiği için değil. Bazı erkekler başkalarından bilgi almaya karşı direnç gösterirler. Özellikle de bu kişi bir kadınsa özellikle uzak dururlar. Bazı kadınlar da, erkeğin baskınlığını onaylayan, rıza gösteren hegemonik bir ilişkiyi desteklerler ve sahip oldukları bilgiyi, erkekten daha üstün gözükmemek adına kendilerine saklamayı, paylaşmamayı tercih ederler. Burada bilginin ne ifade ettiği açıklayıcı olacaktır. Bir kişi bir diğerine bilgi verdiği zaman, bu asimetrik bir duruma yol açar. Taraflardan biri o bilgiye sahip değilken diğeri o bilginin sahibidir. Bu da dolaylı yoldan üstünlük metamesajını verir. Başka deyişle hiyerarşik olarak taraflardan birinin altta diğerinin üstte olmasını gerektirir. Yol kaybetmek üzerinden verebileceğimiz bir örnek daha açıklayıcı olacaktır. Bir erkek yeni gittiği bir güzergahta eğer ulaşması gereken adresi bulamıyorsa buluncaya kadar kendi başına çabalamayı tercih eder çoğunluk. Bilgi sahibi olmak ve bilgiyi başkasından almak üzerine kurulu yukarıda sözü geçen asimetrik, hiyerarşik durum göz önünde bulundurulduğunda, erkeklerin özsaygısının temelini oluşturan bağımsızlığı sürdürmeleri için yolu kendi başlarına arayıp bulmaları esastır. Çoğu erkek bunu böylesi bir açık bilinçle yapmaz kuşkusuz. Ancak, yetiştirilme tarzlarının neredeyse otomatik bir uzantısı olarak böyle davranma eğilimi gösterirler. Benzer durumda bir kadının tutumu ise bir yerde durup başkasından yardım almaktır. Çünkü bir erkek olabildiğince başkasından yardım almadan, üstün konumunu zayıflatmadan meseleleri halletmekten 73 yanadır. Kadın ise bir başkasından yardım almakta sıkıntı çekmez. Çünkü yaşama bakışı bir erkekteki gibi öncelikli olarak güç ve rekabet üzerine kurulu değildir. Kadın ve erkek konuşmaları açısından bir başka bariz ayrım noktası bir sorun karşısında yaşanır. Günlük yaşam içinde pek çok sorunla karşılaşır ve üstesinden gelmeye çalışırız. Bu süreçte kadın ve erkek arasında kimi belirgin farklılıklar söz konusudur. Bir erkek için, yetiştirilme tarzı ve ondan beklenen davranışlar doğrultusunda bir sorun sadece ivedilikle çözülmesi gereken bir meseledir. Bir erkek çoğunluk sorunun ne olduğunu net biçimde ortaya koymaya ve çözümüne odaklanır. Çünkü bir sorun erkeğin rekabet içinde olduğu hiyerarşik yaşamda onun bulunduğu konumu zayıflatacak bir durumdur. Dolayısıyla bir çok erkek çok zor durumda kalmadıkça sorunu hakkında konuşmamayı, sorunu hakkında konuşacaksa da bütün detayları başkalarına yansıtmamayı tercih eder. Bir kadın söz konusu olduğunda ise çoğunlukla sorunu hakkında konuşmak onu zorlayan bir durum değildir. Başkalarıyla sorunları hakkında konuşmak, kendileri hakkında bilgi vermek yakınlık kurmanın yollarından biridir. Özellikle dostlar arasında yapılan dertleşme toplantılarının alt metni “Yalnız değilsin. Benzer şeyleri biz de yaşıyoruz”dur. Kadınlar dertleşirken hassas bir sistemi dengede tutmaya çaba sarfederler. Bu sistemde dertleşme, duyguları onaylamak ve bir topluluk olunduğu duygusunun yaratmak adına kullanılır. Genelde kadın ve erkek hemcinsleriyle birlikteyken sorunlarla başa çıkma konusunda çatışma yaşamazlar. Ancak bir kadın ve bir erkek bir sorun hakkında konuşmayı seçtiklerinde çatışma yaşanması olasıdır. Örneğin, diyelim ki çalışan bir kadın eve geldiğinde eşine, iş yerinde bir arkadaşıyla yaşadığı işe dair bir sorunu anlatmaya başladı. Çoğunluk erkeğin tutumu sorunun çözümüne odaklı olacaktır ve muhtemelen “O zaman müdüre anlatsaydın durumu” diyecektir. Bu, bir erkek için olağan bir tepkidir. Eşine işiyle ilgili bir sorunda yardımcı olmaktadır. Oysa kadın kendi sorunundan söz ederken yakınlık ilişkisi kurmaya çalışmak ister. İçinde bulunduğu durumun anlaşılmasını ve kendisiyle yandaşlık kurulmasını umut eder. Ona sorunuyla ilgili ne yapması gerektiği söylendiğinde kendisini yalnız hissetmesinin yanı sıra bir de zaten kendisinin de akıl edebileceği bir çözüm önüne konduğu için ikincil duruma düşürüldüğü duygusunu yaşar. Kadın yakınlık kurmak ve anlaşılmak isterken erkek bir anlamda “Senin sorunların var. Benimse çözümlerim” demektedir. Karşılıklı anlayış simetrik bir yapı iken, öğüt vermek asimetrik bir yapıdır. Öğüt vereni daha bilgili, daha mantıklı, daha denetleyici durumda gösterir. Başka deyişle hiyerarşide üst konuma taşır. Bu da kaşısındaki kişide, özellikle de bir kadında uzaklaştırılma duygusuna neden olur. Erkeklerin yaklaşımı, duyguların nedenlerine saldırarak o duyguları yatıştırmak iken, kadınlar duygularının desteklenmesini bekler ve erkeklerin söz konusu yaklaşımı kendilerini saldırıya uğramış gibi hissetmelerine yol açar. Toplumsal cinsiyet açısından konuşma eyleminin nasıl farklılaştığını daha ayrıntılı biçimde ve örnekler eşliğinde incelemek için Deborah Tannen’ın Varlık Yayınları tarafından basılmış “Hiç Anlamıyorsun-Kadın Erkek Konuşmaları” isimli kitabını okuyabilirsiniz. Kadın ve erkek konuşmalarında bir sorun karşısında ortaya çıkan bariz ayrım nedir ve siz nasıl değerlendirirsiniz? Olaylara yaklaşım açısından kadın ve erkeklerin konuşmaları, kültüre, içinde yaşadıkları toplumsal yapıya bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bunun yanı sıra kadın ve erkeklerin içeriğin ötesinde biçimsel olarak da konuşma biçimlerinde kimi farklılıklar bulunmaktadır. Bunları maddeler halinde sıralamak olanaklıdır. 74 Tablo 4.3: Biçimsel olarak kadın erkek konuşma farklılıkları (Glass 1992) ERKEKLER Erkekler konuşurlarken konuşur. KADINLAR yüksek ses tonuyla Kadınlar konuşur. yumuşak ses tonuyla Erkekler konuşurken vurgu yapmak için seslerini yükseltir. Kadınlar konuşurken vurgu yapmak için ses perdesini ve ses değiştirmeyi kullanır. Erkeklerin konuşması daha monotondur. Üç ses tonu kullanırlar. Kadınlar daha duygusal vurgular yaparlar. Beş ses tonu kullanırlar. Erkekler konuşma sırasında başkalarının sözünü kesme eğilimi gösterir. Kadınlar konuşma sırasında erkeklere göre çok daha az söz kesme eğilimi gösterir. Erkekler sözlerinin kesilmesine daha az izin verirler. Kadınlar sözlerinin kesilmesine daha fazla izin verirler. Konuşma sırasında erkekler kendileri hakkında daha az kişisel bilgi verirler. Kadınlar konuşma yaparlarken kendileri hakkında daha çok bilgi verme eğilimi gösterir. Erkekler doğrudan suçlayıcı konuşur. Örneğin, “Aramadın!” Kadınlar dolaylı yoldan suçlayıcı konuşur. Ses tonuyla suçlamayı vurgular. Örneğin, “Aramadın?” Bir konu hakkında doğrudan ifadeler kullanırlar. Bir konu hakkında dolaylı ifadeler kullanırlar. Konuşmaları sırasında daha az kuvvetlendirici sözcüklere başvururlar. Konuşmaları sırasında daha çok kuvvetlendirici sözcüklere başvururlar. Örneğin, çok iyi, gerçekten güzel, en çok bu şekilde gibi. Deklare edici cümle kuruluşlarını Örneğin, “Güzel bir gün!” Denemeli, onay bekleyen cümle kuruluşlarını tercih ederler. Örneğin, “Güzel bir gün değil mi?” yeğlerler. Konu değiştirirken daha çok ünlem, kullanırlar. Örneğin, Aaa bak! Hey! nida Konu değiştirirken daha çok bağlaç kullanırlar. Örneğin, bu arada, öte yandan gibi. Erkekler bir görüşmeyi canlandırmak için daha az soru sorma eğilimi gösterirler. Görüşmeyi canlandırmak için daha çok soru sorarlar. 75 konuşurken Özet İnsan iletişim yoluyla toplumsal bir varlık olma özelliğini korur ve geliştirir. Diğer canlılar, içine doğdukları doğaya uyumlanırken insan iletişim ve yarattığı kültür yoluyla doğayı aşan, zorlayan ve hatta bazen doğaya zarar veren gelişim ve değişime neden olmuştur. İnsan geliştirdiği dil sayesinde duygularını, düşüncelerini, inançlarını diğer insanlarla paylaşmanın yolunu yaratmıştır. Bunun yanı sıra kimi bedensel hareketlerle, mimiklerle de duygu ve düşüncelerini aktarma yollarını bulmuştur. İletişim, insanın geliştirdiği dili, beden dilini ve diğer kültürel öğeleri diğer nesillere aktarmanın en temel yolu olmuştur. erkekliktir. İnsan yavrusu dünyaya dişi ve erkek olarak gelir. Toplumsal beklentiler doğrultusunda da kadın ve erkek olmayı öğrenir. Başka deyişle, biyolojik cinsiyetlerimize içine doğduğumuz kültür anlam yükler. İşte kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik fenomenine toplumsal cinsiyet adını veriyoruz. Dil yalnızca kültürün maddi donanımları hakkında değil, manevi donanımları ile ilgili de bilgi içerir. Kimi sözcükler ve kavramlar o toplumun manevi değerlerini yansıtır. Dil, bireyin ait olduğu toplumsal sınıf, dünya görüşü, sosyoekonomik düzeyini de açığa çıkarır. Seçilen sözcükler, yapılan vurgular bu tür saptamalara olanak tanır. İşte bu noktada dillerin toplumsal cinsiyet açısından yargı içerdiğini gerek dil yoluyla öğretilenlerle gerekse dildeki kimi kullanımlarla kadın ve erkek olmaya dair kültürel değerlerin aktarımı, devamlılığı, değişip gelişmesi sağlandığını vurgulamak gerekmektedir. Kültür bir sistemdir. Bu sistem onu oluşturan maddi ve manevi ögeler ve bunların karşılıklı ilişkilerinden oluşur. Kültürü oluşturan bu somut ilişki ve ögeler, tarih ve kaynaklar, aile ve akrabalık, sağlık ve beslenme, eğitim süreci, yerleşmeler, ekonomi ve teknoloji, bilimler ve sanatlar, din ve devlet, kişilik sistemi ve dil, kültürel çevre ve tarih çevresi şeklinde sıralanabilir. Toplumsal cinsiyetle ilgili değerler dilde yalnızca isimler yoluyla ifade edilmez. Kız ve erkek çocuklarına seslenme biçimimiz de çoğunluk kültürümüzün ve toplumun kadın ve erkekten beklentileriyle uyumludur. Kız çocuklarına seslenirken güzelliğine, narinliğine, şirinliğine göndermede bulunulurken, erkek çocuğun afacanlığı, hareketliliği öne çıkar: Güzel kızım, şirin kızım, aslan oğlum, koçum gibi... Basit bir tanımla konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir. Konuşma, günlük yaşam içinde olağan olarak gerçekleştirdiğimiz pek çok etkinlik gibi kendiliğinden, doğal olarak yaptığımız bir etkinlik, yaşamımızın bir parçasıdır. Konuşma, aynı zamanda en temel gereksinimlerimizden biridir. Konuşma yoluyla başkalarıyla duygularımızı, düşüncelerimizi ifade eder, etkileşime gireriz. Kişiliğimizi de, düşünsel gelişimimizi de belirleyen ana ölçüt konuşmamızdaki yetkinliğimizdir. Konuşma başkalarını etkileyebileceğimiz bir eylemdir. İyi konuşarak insanlar arasındaki bağı oluşturmak kadar kötü konuşarak köprüleri yıkmak da bir olasılıktır. Konuşmayla insan arasındaki bağ karşılıklıdır. İnsan başkalarıyla konuşarak kendini geliştirir. Ama konuşma eylemi de insanla birlikte gelişir ve ilerler. İnsan konuşma yoluyla yaşamı kavrar, algılar. Yaşam konuşma yoluyla insan için daha anlaşılır bir hale bürünür. Konuşma dinamik, süregiden bir eylemdir. Sürekli gelişme halindedir. Ancak konuşmanın gerçekleşebilmesi için bir diyalog ortamının, başka deyişle, birden fazla kişinin var olması gerekir. Toplumsal olarak en oluşturulduğu kimliğimiz Kültürün en önemli aktarıcısı olan dilin toplumu oluşturan bireyler arasında paylaşımının en temel ve basit yolu konuşmadır. Modern dilbilimin öncüsü Ferdinand de Saussure, her türlü sözel iletişimin temelinin öncelikle konuşmaya dayandığını ortaya koymuştur. Doğan herkes, fiziksel ve zihinsel bir engeli olmadığı sürece, konuşmayı öğrenir. Konuşma toplumsal bir varlık olan insanın doğal yeteneğidir ve insanı tüm diğer canlılardan ayıran temel özelliklerinden biridir. Konuşma kendiliğinden, çok fazla bilincine varılmadan gelişen bir süreçtir. Ancak sözlü iletişimin en temel yolu olan konuşma yalnızca bu boyutla sınırlı kalmaz. Zaman zaman çevremizdeki kimi insanların daha etkili, daha ikna edici, daha akıcı konuştuklarını görür bunun tanrı vergisi bir yetenek olduğunu düşünürüz. Oysa güzel ve etkili konuşma yalnızca kimi insanlara bahşedilmiş bir yetenek değil, çalışılarak geliştirilecek bir beceridir. çok beklentinin ise kadınlık ve 76 Çoğu kadın için ise ev, yetiştirilme tarzları nedeniyle yabancısı oldukları, kendilerini çok rahat hissetmedikleri, kamusal alanın rekabetçi ortamından uzaklaştıkları ve konuşmaya en çok gereksinim duydukları mekandır. Fiziksel bir engeli olmayan herkes konuşur ve dil, konuşma sözlü iletişimin en temel malzemesidir. Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin toplumsal ve kültürel olarak belli roller, davranışları tekrar etmelerini öngörür. Kadın ve erkekten beklentiler kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu aktarım sırasında içinde yaşanılan dönemin koşullarına göre kimi değişimler de yaşanabilir. Daha önce de vurgulandığı gibi kadından beklenen yumuşak, uysal, uyumlu, şefkatli vb. olmasıyken erkekten beklenen sert, rekabetçi, otoriter, koruyucu, karar verici vb. olmasıdır. Yine kadın ve erkek arasındaki önemli ayrışmalardan biri yaşam alanlarıyla ilgilidir. Evin rahatlığı, sözlerinin nasıl karşılanacağını düşünmeden, yargılanmadan, eleştirilmeden rahatça konuşacakları ve kendilerine en yakın olan insanlarla, başka deyişle, aile fertleriyle dertleşip paylaşım içinde olacakları bir ortamdır. Evin algılanışına ilişkin bu farklılık erkeklerin suskunluğunun kadınlar tarafından yadırganıp eleştirilmesinin, kadınların konuşkanlığının da erkekler tarafından lüzumsuz görülüp eleştirilmesinin kaynağını oluşturur. Kamusal alan birincil mekanları olduğu için erkekler çoğunlukla topluluk içinde, profesyonel ortamlarda konuşma konusunda istekli ve beceriklidir. Kendilerini rahat hissederler. Kadınlar ise yakınlık gerektiren, özel konuşmalar yapma konusunda erkeklerden daha becerikli ve yeteneklidirler. Şüphesiz, topluluk önünde konuşma konusunda istekli ve yetenekli kadınlar ve özel konuşmalarda nispeten rahat olan erkekler de vardır. Ancak genel eğilimler bunların aksi yönündedir. Burada evin erkek için ve kadın için ne ifade ettiği üzerinde durmak erkek ve kadınların özel ve kamusal alanda konuşma eğilimlerini anlamak adına yardımcı olacaktır. Ev çoğunlukla bir erkek için, kendini kanıtlamaktan kurtulduğu, sözlü gösterilerle başkalarını etkilemek zorunda kalmadığı güvenli bir limandır. Çoğu erkek için ev, konuşmanın gerekmediği, daha doğru bir söyleyişle uzun ve derinlikli konuşmanın gereksiz olduğu bir ortamdır. Bu güvenli limanda erkek, halk deyişiyle, kafasını dinlemek ister. Kadın ve erkek konuşmaları açısından bir başka bariz ayrım noktası bir sorun karşısında yaşanır. Günlük yaşam içinde pek çok sorunla karşılaşır ve üstesinden gelmeye çalışırız. Bu süreçte kadın ve erkek arasında kimi belirgin farklılıklar söz konusudur. Bir erkek için, yetiştirilme tarzı ve ondan beklenen davranışlar doğrultusunda bir sorun sadece ivedilikle çözülmesi gereken bir meseledir. Bir erkek çoğunluk sorunun ne olduğunu net biçimde ortaya koymaya ve çözümüne odaklanır. Çünkü bir sorun erkeğin rekabet içinde olduğu hiyerarşik yaşamda onun bulunduğu konumu zayıflatacak bir durumdur. Dolayısıyla bir çok erkek çok zor durumda kalmadıkça sorunu hakkında konuşmamayı, sorunu hakkında konuşacaksa da bütün detayları başkalarına yansıtmamayı tercih eder. Bir kadın ise çoğunlukla sorunu hakkında konuşmak onu zorlayan bir durum değildir. Başkalarıyla sorunları hakkında konuşmak, kendileri hakkında bilgi vermek yakınlık kurmanın yollarından biridir. 77 Kendimizi Sınayalım 5. Kültürün temel ögesi olarak işlev gören ve toplumun üyelerinin yaşa, cinsiyete, toplumsal statüye, sınıfsal konuma göre değişik gruplardan oluştuğunun ve gruplar içinde yer alan bireylerin kendilerinkine benzeyen ve benzemeyen rolleri, inançları, değerleri, tutum ve davranışları paylaşabileceğini öğrenmesini sağlayan kurum aşağıdakilerden hangisidir? 1. Kültürel değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasını ve bazı kültürlerden diğerlerine kültürel değerlerin aktarılması ve alınmasını sağlama konusunda işlev gören süreç aşağıdakilerden hangisidir? a. Kültürel iletişim b. Kültürel yozlaşma a. İletişim c. Kültürel farklılaşma b. Radyo d. Kültürel unutkanlık c. Sinema e. Kültürel değişim d. Gazete 2. Toplumsal, öğrenilen ve öğretilen, tarihi, sürekliliği olan ama aynı zamanda değişen; teknoloji gibi gözle görülür, elle tutulur maddi ögeler kadar değerler inançlar gibi manevi ögelerden oluşan olgu aşağıdakilerden hangisidir? e. İnternet 6. Sözlü iletişimin hangi yolla (konuşma, yazma, okuma vb.) gerçekleştiğini bilmek hangi sürecin tasarlanmasına yardımcı olur? a. İş arkadaşlığının b. Arkadaşlık ilişkilerinin a. Dil c. Komşuluk ilişkilerinin b. Kültür d. İletişim Sürecinin c. Aile e. Akrabalık ilişkilerinin d. Eğitim 7. Dilin yetkinliği tartışılırken aşağıdakilerden hangisi belirleyici olmaktadır? e. İletişim a. Toplumun karşıladığı gereksinmelerini 3. Aileden başka çocuğun kültürel ortama uyum sağlamasını ve sosyalleşmesini sağlayan diğer bir kurum aşağıdakilerden hangisidir? b. Dildeki sözcük sayısı a. İnternet d. Sözcüklerin fonetiği b. İletişim e. Sözcüklerin belli yoğunlaşması ne denli alandaki anlam c. Sözcüklerin anlamları c. İnternet kafeler bir 8. Dilin yalnızca iletişim kurma aracı olmasının ötesinde dil hangi değerlere ilişkin yargılar içerir? d. Eğitim e. Sosyal medya a. Bakış açısı değerleri 4. Aşağıdakilerden hangisi bir sosyal/kültürel denetim kurumu olarak topluma ve toplumsal kurumlara, bunların işleyişine, değerlendirilmesine, denetim ve gözetlenmesine yönelik örgütlenme ve kültür aktarıcısı kurumdur? b. Giyim tarzı değerleri c. Barınma tarzı değerleri d. Dinlenme tarzı değerleri e. Kültürel değerler a. İnternet c. Devlet 9. Toplumsal bir varlık olan insanın doğal yeteneği olan ve insanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerden birisi aşağıdakilerden hangisidir? d. Nüfus müdürlükleri a. Görme e. Okullar b. Konuşmama b. Televizyon c. Konuşma d. Bakma e. Fırsatçılık 78 10. Kadın ve erkek konuşmaları açısından bir bariz ayrım noktası aşağıdakilerden hangisi karşısında yaşanır? Sıra Sizde Yanıt Anahtarı a. Bir sorun karşısında Kültür, el değmemiş (bakir) doğaya karşı, insan varlığının ve etkinliğinin vazgeçilmez ve ayrılmaz bir parçası ve ürünüdür. Kısacası kültür insanın ortaya koyduğu ve içinde insanın varolduğu tüm gerçeklik biçimidir. Toplumsal varlık olarak insanlar, birer kültür varlığı olarak kabul edilebilir. Bir başka deyişle, toplumsal yaşam içindeki insanları diğer canlı varlıklardan ayıran temel özellik, düşünme yetenekleri sonucunda meydana getirdikleri kültür ve kültürel ortamdır. Sıra Sizde 1 b. Bir bakış karşısında c. Sorun olmadığı durumlarda d. Bir şey isterken karşılaşılan durum karşısında e. Kaderine razı olma durumu karşısında. Sıra Sizde 2 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Kültür bir sistemdir. Bu sistem onu oluşturan maddi ve manevi ögeler ve bunların karşılıklı ilişkilerinden oluşur. Kültürü oluşturan bu somut ilişki ve ögeler, tarih ve kaynaklar, aile ve akrabalık, sağlık ve beslenme, eğitim süreci, yerleşmeler, ekonomi ve teknoloji, bilimler ve sanatlar, din ve devlet, kişilik sistemi ve dil, kültürel çevre ve tarih çevresi şeklinde sıralanabilir. 1. a Yanıtınız yanlış ise “Giriş” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. b Yanıtınız yanlış ise “Kültür Kavramı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. d Yanıtınız yanlış ise “Kültür Aktarıcısı Kurumlar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 4. c Yanıtınız yanlış ise “Kültür Aktarıcısı Kurumlar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Türkçemizde internet, chat, computer, haute couture, supangle, postmodern, expresyonizm gibi yaşamımızın pek çok alanına nüfuz etmiş olan ve içselleştirdiğimiz sözcük ve kavramlar bulunmaktadır. 5. a Yanıtınız yanlış ise “Kültür Aktarıcısı Olarak İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 4 6. d Yanıtınız yanlış ise “Sözlü İletişim ve Toplumsal Cinsiyet” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Önemli dil zenginliklerden biri olan isimler Türk kültüründe kadından ve erkekten beklenen niteliklerle örtüşür. Doğa bu konuda önemli ilham kaynaklarından biridir. Kızlara Damla, Nehir, Yağmur, İnci gibi daha ılımlı, uysal isimler seçilirken erkek çocukları için Tufan, Tayfun, Yıldırım, Kaya gibi daha çok doğanın yıkıcı yanıyla ilişkilendirilebilecek isimler verilir. Çünkü içinde yaşadığımız toplumda kadınların daha uysal, uyumlu, narin, kırılgan olması beklenirken, erkeklerin hırçın, güçlü ve yıkıcı olmaları makul karşılanır; hatta beklenir. Kız çocuklarına daha çok narinliği anımsatan Gül, Filiz, Gonca gibi isimler seçilirken erkek çocukları için, Yiğit, Yağız, Güçlü, Cesur gibi isimler verilir. Dolayısıyla sözlü iletişimin en temel kaynağı olan dildeki toplumsal cinsiyet değerleri isimler aracılığıyla yeniden ve yeniden üretilir. 7. a Yanıtınız yanlış ise “Dilde Toplumsal Cinsiyete Dayalı Farklılıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. e Yanıtınız yanlış ise “Dilde Kadın ve Erkeğe Yönelik Yargılar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9.c Yanıtınız yanlış ise “Konuşmada Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. a Yanıtınız yanlış ise “Konuşmada Kadın ve Erkeğe İlişkin Farklılıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 79 Sıra Sizde 5 kültüründe de kadınlar için öngörülen yaşam tarzı, değerler açısından rekabet ve rekabete eşlik eden yarış, acımasızlık kadının dünyasında birinci sırada değildir. Birinci sırada olduğunda da çoğunluk hoş karşılanmaz. Erkeksi olmakla suçlanır. Kadınlar rekabetten çok yakınlık kurmak, bağlantı içinde olmak ister. Yetiştirilme biçimleri onları bu yöne doğru yöneltir. Yapılan konuşmalar, yakın olmak için bir pazarlıktır; birbirlerini onaylamak, desteklemek, fikir birliği elde etmeye yöneliktir. Başkaları tarafından yalıtılmaktan sakınırlar. Sözlü kültürün ve iletişimin önemli araçlarından biri olan bu atasözleri daha önce üzerinde durduğumuz toplumsal cinsiyete dayalı toplumumuzun ve kültürümüzün beklentilerini yansıtmaktadır. Kadının ikincil, emeğinin, kazancının değersiz olduğu, erkek kadar güçlü olamayacağı ama her zaman erkeğin destekçisi olması gerektiği, namusunun her şeyin önünde olduğu sonuçlarını çıkarmak olanaklıdır. Örneğin, çok sık duyduğumuz, sarf ettiğimiz “Cennet anaların ayakları altındadır” sözü kadınları yücelten bir söz gibi gözükmekle birlikte, alt metin olarak kadının yalnız anne olarak makbul olduğunu, kutsallığı annelik sıfatıyla yakalayabileceği iması yatar. Oysa, çağımızda evlenmemeyi seçen ya da evlenmesine karşın çocuk sahibi olmamayı tercih eden ya da biyolojik nedenlerle çocuk sahibi olamayan pek çok kadın bulunmaktadır. Kadını yalnızca anne kimliği içinde kıymetli görmek geleneksel ve ataerkil yapımızın bir yansımasıdır. Çoğu atasözlerindeyse erkeğin, güç, iktidar içeren konumu rahatlıkla çıkarsanabilmektedir. Sıra Sizde 7 Kadın ve erkek konuşmaları açısından bir başka bariz ayrım noktası bir sorun karşısında yaşanır. Günlük yaşam içinde pek çok sorunla karşılaşır ve üstesinden gelmeye çalışırız. Bu süreçte kadın ve erkek arasında kimi belirgin farklılıklar söz konusudur. Bir erkek için, yetiştirilme tarzı ve ondan beklenen davranışlar doğrultusunda bir sorun sadece ivedilikle çözülmesi gereken bir meseledir. Bir erkek çoğunluk sorunun ne olduğunu net biçimde ortaya koymaya ve çözümüne odaklanır. Çünkü bir sorun erkeğin rekabet içinde olduğu hiyerarşik yaşamda onun bulunduğu konumu zayıflatacak bir durumdur. Dolayısıyla bir çok erkek çok zor durumda kalmadıkça sorunu hakkında konuşmamayı, sorunu hakkında konuşacaksa da bütün detayları başkalarına yansıtmamayı tercih eder. Bir kadın ise çoğunlukla sorunu hakkında konuşmak onu zorlayan bir durum değildir. Başkalarıyla sorunları hakkında konuşmak, kendileri hakkında bilgi vermek yakınlık kurmanın yollarından biridir. Özellikle dostlar arasında yapılan dertleşme toplantılarının alt metni “Yalnız değilsin. Benzer şeyleri biz de yaşıyoruz”dur. Kadınlar dertleşirken hassas bir sistemi dengede tutmaya çaba sarfederler. Bu sistemde dertleşme, duyguları onaylamak ve bir topluluk olunduğu duygusunun yaratmak adına kullanılır. Genelde kadın ve erkek hemcinsleriyle birlikteyken sorunlarla başa çıkma konusunda çatışma yaşamazlar. Ancak bir kadın ve bir erkek bir sorun hakkında konuşmayı seçtiklerinde çatışma yaşanması olasıdır. Sıra Sizde 6 Rekabet erkeklik için en önemli vurgu noktalarından biridir. Küçük yaştan itibaren bir erkek kendini sürekli ispat etmek zorundadır. Küçük bir erkek çocuğu yetişkin erkeklerin dünyasına geçene kadar beklemek ve kendini, olgunluğunu ispat etmek zorundadır. Erişkinliğe ulaştıktan sonra da bir erkeğin mücadelesi bitmez. İyi bir iş sahibi olmak, iyi bir eş sahibi olmak, iyi bir ev, iyi bir araba… Her konuda güçlü olması beklenen erkek, kamusal alanda da gücünü kanıtlamak, dolayısıyla rekabet içinde olmak zorunda hisseder. Erkekler çoğunluk, hiyerarşik sosyal bir düzen içindeki bir birey olarak konuşma eylemini gerçekleştiriler. Başka bir deyişle, böyle hiyerarşik bir sistem içinde birey hiyerarşik yapının ya üst yada alt kademesinde yer alır. Konuşma bir anlamda bir pazarlık aracıdır. Birey elinden geldiğince üstte kalmaya çalışır, kendini diğerlerinden gelebilecek olası saldırılara karşı korur. Bunu yapmak için de diğerlerinin daha alt statüde kalmaları için çaba sarfeder. Bu bir çeşit yarışmadır, rekabet içerir, bağımsızlığı sürdürme ve başarısızlıktan kaçınma savaşımıdır. Kuşkusuz, başarı elde, etme, başarı için mücadele etme ve rekabet kadınların da dünyasında var olan durumlardır. Ancak, pek çok kültürde olduğu gibi Türk toplumunda ve 80 Yararlanılan Kaynaklar Braun F. (2001). “The communication of gender in Turkish”, Gender Across Languages- The Linguistic Representation of Women and Men, Volume I, ed. M. Hellinger, Amsterdam: John Benjamin Publishing. Özdemir, E. (1969). Erdemin Başı Dil, Ankara: TDK Yayınları. MacBride S. ve diğerleri (1993). Birçok Ses-Tek Bir Dünya, Ankara: Unesco Türkiye Milli Komisyonu Yayınları. Erkman F. (1987). Göstergebilim, İstanbul: Alan Yayıncılık. Navaro L. (1996) Tapınağın Öbür YüzüKadınlar ve Erkekler Üzerine, İstanbul:Varlık Yayınları. Georges J. (2002) Yazı İnsanlığın Belleği, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. OngW.J. (1995). Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev. S. Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları. Glass L (1992). He Says, She Says: Closing the Communication Gap Between Sexes, Newyork: Putman. Oskay, Ü. (1992). İletişimin ABC’si, İstanbul: İletişim Yayınları. Gökşen E. N. (1974). “Dilde Devrim mi, Evrim mi?” Dil Yazıları II, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Özdemir E. (1999) Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı, Ankara: Remzi Kitabevi. Gökyay O.Ş. (2006). Dede Korkut Hikayeleri Paksoy M. vd. Örgütsel İletişim, T.C. Anadolu Üni. AÖF Yayınları No: 533, Eskişehir, 2001 Güvenç B. (1976). Sosyal ve Kültürel Değişme, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları. Paz O. (1991) Yay ve Lir / Şiir Nedir? İstanbul: Armoni Yayınları. Güvenç B. (1991). İnsan ve Kültür, İstanbul: Remzi Kitabevi. Tannen D. (1997). Hiç Anlamıyorsun-Kadın Erkek Konuşmaları, İstanbul: Varlık Yayınları. (2009) İletişim Bilgisi, Ed. Doç. Dr. N. Aysun Yüksel, Eskişehir: AÖF Yayınları. Ülgen G. ve Fidan E. (1984). Çocuk Gelişimi, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Jung K.G. (1997). Analitik Psikoloji, Çev. E. Gürol, İstanbul: Payel Yayıncılık. Kirchner B. (1995). Etkileyici Konuşma Sanatı, Çev.İstanbul: Altın Kitaplar. Yüksel, A.H. (1987). Atatürkçü Düşünce Sisteminde Kültürel İletişimin Modele Dayalı Boyutları, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Lull, J. (2001). Medya İletişim Kültür, Çev. N. Güngör, Ankara: Vadi Yayınları. Zıllıoğlu, M. (1993). İletişim Nedir? İstanbul: Cem Yayınevi. Myeres, G. E. (1975). Communicating When We Speak, New York: McGraw Hill. 81 5 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; İletişim ve sözsüz iletişim kavramlarını tanımlayabilecek, Sözsüz iletişimin, iletişim sürecindeki önem ve işlevini açıklayabilecek, Sözsüz iletişimde sesin kullanımı ve sessizliği tanımlayabilecek, Sözsüz iletişimde beden dilini anlamlandırabilecek ve etkili olarak kullanabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar İletişim Sessizlik Sözsüz İletişim Yüz İletişimi Beden Dili Göz İletişimi İçindekiler Giriş Sözsüz İletişim Sözsüz İletişim ve Beden Dili Sözsüz İletişimde Sesin Kullanımı ve Sessizlik Sözsüz İletişimde Başarılı Olmak İçin Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar 82 Sözsüz İletişim GİRİŞ Bireyin henüz anne karnındayken önce annesi, ardından dış dünyayla kurduğu iletişim hayatı boyunca yaşamak, öğrenmek, anlamak, anlatmak, kazanmak, değişmek, değiştirmek sürecinde devam etmektedir. Hem bireysel, hem de toplumsal işleve ve bireylerin yaşamında merkezi öneme sahip olan iletişimin, yapılan çok sayıda tanımından biri iletişimin, bir mesajın (bilgi, duygu, düşünce, anlam, tutum, davranış, ideoloji, vb.) göndericiden alıcıya iletilme süreci olduğudur. Şekil 5.1: İletişimin temel öğeleri Kaynak-mesaj-araç-hedef olmak üzere dört temel öğeden oluşan iletişim, sözlü ve sözsüz iletişim olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İnsanların söylediklerinin ön planda olduğu sözlü iletişimin aksine, davranışların öne çıktığı sözsüz iletişim, kimi zaman sözlü iletişimi desteklemek için kullanılırken, kimi zamanda sözlü iletişimin yerini tutmaktadır. Bir annenin misafirliğe gittikleri evde yaramazlık yapan çocuğuna “sinirli bir bakış” ile bakması ve annenin hiç konuşmadan çocuğa yaramazlık yapmaması gerektiği konusunda gönderdiği uyarı karşısında çocuğun sakince oturmaya başlaması sözsüz iletişime örnektir. Doğa karşısındaki yaşadıklarını ve hissettiklerini Aristoteles’in oyunculuğun temeli olarak kabul ettiği taklit yoluyla ifadelendiren ilk insandan günümüze kadar bireylerin birbirleriyle ve hatta diğer canlılarla kurduğu en eski iletişim türü sözsüz iletişimdir. Sözsüz iletişimin önemini ünlü İngiliz yönetmen ve oyuncu Charlie Chaplin (Şarlo), “Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayacak, ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve dünya Amerika’dan ibaret değildir” (Aktaran Wikiquote, 2012) sözleri ile vurgular. Burada oyuncu, sözlü iletişimin ancak ortak bir dil çerçevesinde mümkün olacağına, ancak sözsüz iletişimin, farklı coğrafyalarda yaşayan ve aynı dili konuşmayan insanlar arasında da gerçekleşebileceğine dikkat çekmektedir. Yaptığı sessiz filmlerle dünyanın birçok ülkesinde tanınan Chaplin, sahip olduğu ünü beden dilini etkin kullanımı, diğer bir değişle sözsüz iletişimdeki başarısı sonucunda elde etmiştir. Bunun nedeni, oyuncunun başarısının bedeninin kontrolünü başka zaman, mekân ve hayatlara ilişkin farklı karakterlerin inşasında etkili bir biçimde kullanmasıyla yakından ilişkili olmasıdır. Kıyafetleri, şapkası ve bastonu ile izleyicilerin hafızalarında yer edinen Charlie Chaplin, aynı dili konuşamayan binlerce insanı aynı anda güldürmeyi başarmıştır. 83 Resim 5.1: Charlie Chaplin sahip olduğu ünü beden dilini etkin kullanımı, diğer bir değişle sözsüz iletişimdeki başarısı sonucunda elde etmiştir. Kaynak: http://happyworldforall.blogspot.com/ (Erişim Tarihi: 30.08.2012) SÖZSÜZ İLETİŞİM Sözsüz iletişim bireyler arasında konuşma dışındaki araçlarla gerçekleşen iletişimdir (Mutlu, 2004: 268 ). Sesin rengi, ses tonu, susma/sessizlik, beden dili, jest-mimikler, mekân ve zaman, kılık-kıyafet, sözsüz iletişim sürecine etki eden faktörlerdir. Sözsüz iletişimin yerini vurgulamak için sözlü iletişimden farklarına değinmek yararlı olacaktır. • İlk olarak sözlü iletişim sırasında gönderilen mesajlar dile dayanır. Dilin anlam kodlamaları keyfi olduğundan mesajın içeriğini ancak aynı dili konuşan bireylerin anlaması olanaklıdır. Buna karşın, sözsüz iletişimde kodlanan mesajlar için herhangi bir dile gereksinim duyulmaz. Her ne kadar sözsüz iletişim sırasında kullanılan beden dili, jest-mimikler, kılık kıyafetler kültürlere göre farklılık göstersede sözlü iletişim, sözsüz iletişimden daha az risk taşır. • Sözlü ve sözsüz iletişim arasındaki bir diğer fark devamlılık ayrımıdır. Sözlü mesajlar süreksizdir. Kişi bir kelime söyler, sonra durur, ardından başka bir tane daha söyler. Buna karşın sözsüz iletişimin içerdiği mesajlar süreklidir. Kişi uyuduğu anlarda bile beden diliyle mesaj iletmeye devam eder. • Sözlü ve sözsüz iletişim süreci insan beyni tarafından da farklı algılanır. Amerika’da yapılan araştırmalar sözlü iletişime ilişkin uyaranların beynin sol tarafıyla işlendiği, sözsüz iletişime ilişkin mesajların ise sağ tarafla işlendiğine ilişkin güçlü kanıtlar sağlamıştır. • Sözlü ve sözsüz mesajlara ilişkin çıktılarda birbirinden farklıdır. Sözlü mesajlar bilişsel fonksiyonlara ve içeriğe hizmet ederken, sözsüz mesajların etkilemeye, ilişkiselliğe ve duygusallığa ilişkin işlevleri vardır. Sözlü ve sözsüz mesajların bu işlevleri dikkate alındığında iletişim sırasında mesajların gönderilmesi ve anlamlandırılması sürecinde her ikisininde dikkate alınması iletişimin başarısını arttırır. • Sözlü ve sözsüz mesajlar arasındaki bir diğer fark sözlü mesajların genellikle açık niyet ya da anlamları varken sözsüz iletişimde gönderilen mesajlar çoğunlukla üstü kapalı ya da kesin olmayan anlamlar içerebilir. Sözlü ve sözsüz iletişimin farkları konusunda ayrıntılı bilgiye Alim Kaya’nın editörlüğünü yaptığı Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim kitabında yer alan Hikmet Yazıcı’nın Kişilerarası İlişkilerde Sözsüz İletişim adlı bölümünden ulaşabilirsiniz. 84 Gün içerisinde bireyler genç-yaşlı, çocuk-yetişkin çok sayıda insanla iletişim kurarlar. Bu iletişimin bir kısmı arkadaşlarımızla ya da mahalle bakkalıyla kurduğumuz iletişim gibi bilinçli/istekli iken bir kısmı da otobüste, asansörde ya da yolda hiç tanımadığımız insanlarla kurduğumuz bilinçsiz ya da zorunlu iletişimdir. Bizi biz yapan diğer insanlardan farklı kılan özelliklerimiz olduğu gibi bu iletişim sürecine dahil olan insanlarında birbirinden farklı olduğunu görürüz. Bu bireylerin kişisel özellikleri kalıtımsal, diğer bir deyişle genlerle ilişkili olmakla birlikte, kültür gibi çevresel faktörlerin etkisiyle de şekillenmekte ve iletişim sürecini, özellikle de sözsüz iletişimi etkilemektedir. Sözsüz iletişimin bireyler ve kültürler arasındaki farklılıklarına ilişkin ayrıntılı bilgiye kitabımızda yer alan “Kültür ve Sözsüz İletişim” adlı üniteden ulaşabilirsiniz. Daha öncede değinildiği gibi sözsüz iletişim, iletişim sürecinde hayati öneme sahiptir. Sözsüz iletişimin iletişim sürecindeki işlevlerini şu şekilde sıralamak olanaklıdır: a. Kimlik Tanımlama İşlevi: Kişilerin giyindikleri kıyafetler, kullandıkları araç-gereç ve aksesuarlar, yedikleri yemekler, içtikleri içecekler kişilerin kimliklerine ilişkin bilgi verir. Örneğin, sokakta yaşadığımız herhangi bir sıkıntıya ilişkin şikayetimizi yolun karşısında duran iki kişiden sivil kıyafetli olana değilde, polis üniforması olan kişiye yöneltmemiz buna örnektir. b. Duygusal İşlev: Sözsüz iletişim sürecinde bedensel hareketler, jest-mimikler ve ses tonu hem kişinin içerisinde bulunduğu heyecan, korku, öfke, neşe, şaşkınlık gibi duygu durumunu yansıtır, hem de kişinin, iletişime geçtiği kişi ya da kişilerin duyguları üzerinde etki yaratır. Gözleri şiş ve kızarmış olan birinin ağlamış, dolayısıyla üzgün olduğunu anlamamız ve ona bu duygu durumunu göz önünde bulundurarak yaklaşmamız buna örnektir. c. Güç ve Statü Göstergesi Olma İşlevi: Kişilerarası iletişimde güç göstergeleri sözlü ve sözssüz iletişimde farklılık göstermektedir. Yüz ifadesi, el-kol hareketleri, jest-mimikler ile beden duruşu ve hareketleri, görsel göstergelerle gerçekleşen sözssüz iletişimde güç göstergeleridir. İlk izlenim olarak kişinin fiziksel özellikleri, kılık-kıyafeti, ses tonu, sahip olduğu arabanın markası, kullandığı araç-gereç ve aksesuarlar (rozet, saat, takı, çanta) bireyin sahip olduğu güç türünün/türlerinin ifadesi olabilmektedir. Örneğin, polis üniformaları ya da hâkimlerin cübbesi bu bireylerin sahip olduğu yasal gücün göstergesidir. Bu nedenle bireyler polislerin uymalarını istedikleri kurallara uyma eğilimindedirler. Kişiler, üniformaları olmadan sivil kıyafetleriyle aynı istekte bulunan polisin en azından kimliğini göstermesini isteyebilirler. Sözsüz iletişimde güç ifadesine bir diğer örnek ise iri yapılı ve kendinden emin duruşlu bir birey ile zayıf ve minyon birey arasındaki fiziksel güç ilişkisidir. İri yapılı olan bireyin zayıf ve minyon olan bireyden daha güçlü olacağına ilişkin yaygın bir görüş vardır. Bu nedenle çoğunlukla zayıf olan birey, güçlü karşısında uyma eylemi içerisindedir. Buna ek olarak bireyin, bir iş makinesini veya bir röntgen cihazını kullanması sözsüz iletişim bağlamında onun sahip olduğu bilgi ve uzmanlık gücünün belirtisi iken pahalı bir arabaya biniyor olması sosyo-ekonomik gücünün, bir partinin rozetini ve kimliğini taşıyor olması ise siyasi gücünün göstergesidir. d. Düzenleme İşlevi: Karşılıklı konuşma sırasında onaylama ya da red etme, durdurma ya da devam etme anlamlarına gelen baş, el ve göz hareketleri konuşmanın düzenlenmesine yardım eder. Örneğin, Burcu, Özlem ve Özgür adlarında üç arkadaşın sohbeti sırasında Özlem’in Özgür’e söylememesi gereken bir şeyi anlatmaya başladığı anda Burcu’nun yaptığı bir kaş hareketi Özlem’e bu konuda konuşmaması gerektiğini hatırlatacağından, Özlem konuşmanın seyrini değiştirebilir. Buna benzer olarak aralarında mesafe bulunan iki kişiden birinin karşısındakini duymadığının göstergesi olan bir işaret yapması, konuşan kişinin ses tonunu yükseltmesine bu sayede de iletişimin daha başarılı olmasına neden olur. e. Resmetme İşlevi: Sözlü iletişimi desteklemek için, sözsüz iletişim aracılığıyla anlatılmak istenen vurgulanır, pekiştirilir. Çocuğun, babasına arkadaşına alınan oyuncağı anlatırken büyüklüğünü elle göstermesi buna örnektir. Çocuğun bu anlatım sürecinde kullandığı sözsüz iletişim dili, o oyuncağı ne kadar beğendiğinin de pekiştiricisidir. f. Karşıtlık/ Yadsıma işlevi: Sözsüz iletişim, sözlü iletişim aracılığıyla anlatılanları kasıtlı olarak yadsıma işlevi görür. Örneğin, anne, yaramazlık yaptığı için çocuğuna çok kızdığını gülümseyen bir ifade ile söylediği anda sözel olmayan davranış, sözel olanın dikkate alınmamasına neden olur. 85 g. Dikkat Çekme İşlevi: Sözsüz iletişim, dikkat çekme ve etki sağlamaya yardımcı olur. Dersi dinlemeyen öğrencileri susturmak için hocanın kızgın bakması, sesini yükseltmesi ya da arkadaşına sinirlenmiş birinin kapıyı hızla çarpıp çıkması buna örnektir. h. Uyarma İşlevi: İletişim sırasında sözsüz iletişim aracılığıyla karşıdakine ilişkin bilgi edinmemiz olanaklıdır. Bu uyarıcı bazen esneme, baş kaşıma, saçlarla ya da kalemle oynama olabilir ve sıkılmanın ipuçlarını verir. Bu noktada konunun değiştirilmesi yoluyla iletişim kopukluğu ya da kimi zaman çatışmalar ortadan kaldırılabilir. Üç kişinin dahil olduğu bir sohbet ortamında , iki kişinin üniversite yıllarına ilişkin ortak anılarından bahsettiği anda, üçüncü kişinin sürekli telefonla ya da saçlarıyla oynaması onun sohbetten sıkıldığının uyarıcısıdır. Kişiler bu durumun farkına varıp üçüncü kişinin de dahil olabileceği bir konu açmadıkları taktirde kopukluk yaşanması kaçınılmazdır. i. Seremoni ve Ritüelleri Yerine Getirme İşlevi: Selamlaşma, tokalaşma gibi ritüellerin yerine getirilmesinde sözsüz iletişim kullanılır. Bayramlarda büyüklerin elinin öpülmesi kültürel değerlerin önemsendiğinin ve nesilden nesile aktarıldığının göstergesi olarak buna örnektir. j. Kültürel İşlev: Sözsüz iletişime ilişkin kodlamalar kültürden kültüre farklılık gösterir. Bu nedenle kültüre özgü ortak bir dil aracılığıyla iletişim söz konusudur. Bir Türkün, Avrupa’da gördüğü kişinin selamlaşmasından Türk olduğunu anlaması buna örnektir. Sözsüz iletişim sırasında mesajı oluşturan beden dilinin kullanımının kimi zaman bilinçli, kimi zamansa bilinçsiz olabileceği unutulmamalıdır. Kaçak olarak ülkeye bir şey sokmaya çalışan birinin gümrük memuru karşısında ki gergin duruşu, gözlerini kaçırması kaynak için bilinçsiz yapılmış bir hareket iken alıcı/memur için ip uçu oluşturur. Sözsüz iletişimle ilgili ayrıntılı bilgiye Virginia Peck Richmond, James C. McCroskey ve Mark L. Hickson’un Nonverbal Behavior in Interpersonal Relations adlı kitabından ve İrfan Erdoğan’ın İletişimi Anlamak adlı kitabından erişebilirsiniz. Sizde sözsüz iletişimin işlevlerini kendi hayatınızdan örnekler düşünerek sıralayınız. SÖZSÜZ İLETİŞİM VE BEDEN DİLİ Sözsüz iletişim türlerinden beden dili, etkili iletişim sürecinde önemli yere sahiptir. Vücudun, bütün parçalarını bir enstrüman gibi kullanmayı ifade ettiğinden beden dilini belirleyen birçok faktör bulunmaktadır. Bunların arasında jest-mimikler, oturma ya da yürüme tarzımız gibi değiştirebileceğimiz özelliklerimizin yanı sıra vücut şeklimiz gibi değiştiremeyeceğimiz fiziksel özelliklerimiz de bulunmaktadır. Kişiler arası iletişimde oldukça önemli olan ilk izlenimde, iletişimin başlamasında ve sürdürülmesinde belirleyici olan çoğunlukla vücut tipimiz, diğer bir ifade ile fiziksel görünüşümüzdür. Boy uzunluğundan, göz ve saç rengine ya da kilomuzdan, kıyafetlerimize kadar birçok özelliğin birleşimiyle oluşan fiziksel görünüm kişilerarası sözsüz iletişimde belirleyicidir. Kültürün etkisinden bağımsız düşünülemeyecek olan fiziksel görünüme ilişkin değerlendirme, karşı taraf hakkındaki yargıların oluşmasında ya da ön yargıların ortadan kalkmasında etkilidir. Örneğin, çekici bir kadının başarılı olacağına, masum yüzlü birinin suçlu olamayacağına ya da zayıf birinin fiziksel güce sahip olamayacağına ilişkin değerlendirmeler ile aşırı kilolu bir kişiyle yapılan iş mülakatında o kişinin karşı tarafta hantal, üşengeç biri olarak kodlanma olasılığının yüksek oluşu fiziksel görünüşe atfedilen ön yargılarla ilişkilidir. Bireylerin beden yapılarının, diğer bir değişle fiziksel görünüşlerinin karakterleri, davranışları ve diğer insanlarla ilişkileri üzerinde etkili olduğuna vurgu yapan Amerikan psikolog William Sheldon, beden yapısı ile bireylerin davranışları arasındaki ilişkiyi araştırmış ve insanları beden yapısına göre; ektomorfik, endomorfik ve mezomorfik olmak üzere üçe ayırmıştır. Sheldon’a göre, ektomorfik beden 86 yapısına sahip kişiler; sıska, narin, zayıf kas yapısına sahip olan sakin, ölçülü, hassas ve sanatçı ruhlu kişilerdir. Endomorfik beden yapısına sahip kişiler ise; tombul ya da balık etli ve gelişmiş iç organlara sahip kişilerdir. Bu kişiler, rahatına düşkün, sempatik, güleryüzlü, uysal, gevşek ve ilgi meraklısıdır. Son olarak mezomorfik beden yapısına sahip kişiler; dik duruşlu, adaleli ve kalın derili kişilerdir. Bu kişilerin en belirgin karakteristik özellikleri; güçlü, dominant, hırslı, hareketli ve maceraperest oluşlarıdır. Beden Tipi Karakter Ektomorf Sakin Ölçülü İddiasız Hassas İçine kapanık Sanatçı ruhlu Öz bilinçli Endomorf Mezomorf Biçim Görünüm Sıska Narin Zayıf kaslı Kambur omuzlu Gevşek Sempatik Hoşgörülü Rahatına düşkün Uysal Güler yüzlü İlgi meraklısı Tombul Gelişmiş iç organlara sahip Balık etli Hareketli İddialı Güçlü Maceraperest Dominant Hırslı Adaleli Kalın derili Dik duruşlu Şekil 5.2: William Sheldon, bireylerin beden yapılarının karakterleri, davranışları ve diğer insanlarla ilişkileri üzerinde etkili olduğunu ileri sürmüştür. Kaynak: http://wilderdom.com/personality/L6-1PersonalityTypes.html (Erişim Tarihi: 02.09.2012) William Sheldon’un beden türlerine ilişkin tahlilleri yaygın kabul görmekle birlikte kesinlik içermeyeceğinden genelleme yapılmaması yerinde olacaktır. Beden tiplerinden elde edilecek ipuçlarının yanı sıra, yüz bilimi anlamına gelen “Fizyonomi” de karakter tahlillerinde oldukça belirleyicidir. Reca (2011:57/64-65) bireylerin göz, burun, kulak ve parmak şekillerinin karakterlerine ilişkin bilgi vereceğine değinmektedir. Buna göre: Göz Çeşitleri Yakın Mesafeli Gözler: İletişim esnasında, çatışmadan çok idare etmeyi tercih eden bu bireyler ayrıntılara önem verirler. Kurbağa Gözlüler: Bu tip göz yapısına sahip olan bireyler, çoğunlukla güvenilmez ve dengesiz olarak nitelendirilirler. Herşeyin ve herkesin kendi istedikleri gibi olmasını isteyen bu kişiler, istediklerinin olmaması halinde şiddetli tepki gösterirler. Sivri Gözler: Dert dinlemeyi ve insanlara yardım etmeyi seven bu kişilerin davranışlarına ilişkin tahminde bulunmak olanaklıdır. 87 Kulak Çeşitleri Büyük Kulaklar: Büyük kulaklara sahip bireyler, iyi dinleyici, araştırmacı ve duygusal olan karakter yapısına sahiptir. Küçük Kulaklılar: Küçük kulaklı bireyler, son derece bencil olmakla birlikte, kendilerinin olmayan şeylere ilgi duyar, sahip olmak isterler. Başa Yakın Kulaklılar: İletişim sürecinde çoğunlukla uyumlu ve dengeli olan bu bireylerin, altıncı hisleri kuvvetlidir. Burun Çeşitleri Büyük Burun: Büyük burun, hem idari görevlerde hem de ticarette başarılı olabilecek kişileri temsil eder. Kalkık Burun: Konuşmayı seven ve sır saklayamayan insan karakterini işaret eder. Bu bireyler, iletişim sırasında dinlemenin yanı sıra kendi düşüncelerini belirtmeyi sevdiklerinden, etkileşimli bir iletişim kurarlar. Yuvarlak Burun: Yuvarlak burun yapısına sahip kişiler, dinlemeyi ve paylaşmayı seven duygusal karakterde bireylerdir. Parmak Çeşitleri Başparmak: Onaylama, tasdik etme ve başarı bildiren bu parmak hedef parmağıdır. Başparmağın ince ve uzun olması girişimci ruhun işareti iken, kısa ve bodur olması irade zayıflığının göstergesidir. İşaret Parmağı: İşaret parmağının kısa olması sorumuluk sahibi olmanın ifadesi iken, iri kemikli ve uzun olması sosyal olmanın, uzun ve ince olması ise sosyallik yanında iyi bir hatip olma yeteneğinin göstergesidir. İşaret parmağının orta parmaktan uzun olması bencil, negatif ve otoriter kişiliğin ipuçlarını vermektedir. Orta Parmak: Bu parmak kudretin ve ruhsal gücün ifadesidir. Buna ek olarak orta parmağın uzun olması irade gücü ve yeteneğe sahip olmayı belirtir. Yüzük Parmağı: Zerafet, heyecan ve coşkunluğun ifadesi olan bu parmağın uzun olması kişinin sanatçı ruhlu olduğunu göstermektedir. Serçe Parmak: Serçe parmağın gelişkin olması liderlik ve hitabet yeteneğinin göstergesidir. Dudak Çeşitleri Dolgun Dudaklar: Dolgun dudaklar kadını da erkeği de yumuşak, sıcak ve duyarlı gösterir. İnce Dudaklar: İnce dudaklar daha fazla güçlülük, kararlılık ve soğukkanlılık göstergesidir. İnce dudaklı kişilerin daha az duygusal göründükleri düşüncesi yaygındır. Buna ek olarak dudak hareketleri de kişilerle ilgili bilgi edinmemizi sağlar. Örneğin, çocuklar öfkeyle direnç gösterdiklerinde alt dudaklarını öne çıkartırlar, büyükler ise dudaklarını kıvırarak somurtur, dudaklarını bükerek üstünlük taslarlar. Dudaklar, sinirlenince ısırılır, endişeyle yalanır. Dudak çeşitleriyle ilgili bilgiye şu adresten ulaşabilirsiniz: http://notoku.com/sozsuz-iletisim/#ixzz25gHUpZou (Erişim Tarihi: 02.09.2012) El-Kol Hareketleri Sözlü iletişime eşlik eden ve sözsüz iletişimin belirleyici unsurlarından biri olan el-kol hareketleri kültüre, cinsiyete, iletişim ortamına ve mesajın içeriğine göre farklı anlamlar taşır. Bununla birlikte yaygın kullanımlarda vardır. Bu kullanımlardan ilki avucun açık oluşudur. Yaygın olarak dürüstlük, teslimiyet ve sadakat ile bağdaştırılan bu duruşa örnek mahkemelerde tanıklığın avuç havada yapılması, suçluların avuçları açık teslim olmaları, edilen yeminlerin el kalbin üzerindeyken söylenmesi ve siyasetçilerin halka hitap ederken çoğunlukla avuçlarının açık oluşu verilebilir. Buna karşılık kişilerin ellerini koyacak yer bulamamaları, arkalarına saklamaları veya ceplerine koymaları açık olmadıklarının ya da bir konuda yalan söylediklerinin işaretidir. 88 Resim 5.2: Avuç açık Resim 5.3: Avuç açık Resim 5.4: Avuç yukarıya dönük Resim 5.5: Avuç aşağıya dönük Resim 5.6: Avuç kapalı Yaygın olarak kullanılan üç tür avuç hareketinden bahsetmek olanaklıdır. Bunlardan ilkinde avuç yukarı dönüktür ve dilenen dilencilerin kullandığı bu hareket tehdit içermemektedir. Bu nedenle avuç yukarıya dönükken istenilen şeyler karşı taraf üzerinde baskıdan çok rica duygusu yaratır. Avucun aşağıya dönük olduğu ikinci harekette ise baskı ve otorite duygusu oluşmaktadır. Bu nedenle avuç aşağıya dönük istenilen istekler emir duygusu yarattığından kişinin üzerinede baskı kurar. Avuç kapalı, işaret parmağının ileriye uzatıldığı üçüncü hareket ise, özellikle konuşmanın temposuna göre el ya da parmak hareket halinde ise dinleyicide tehdit hissi yaratmaktadır. Resim 5.7: Avuç aşağıya Resim 5.8: Avuç yukarıya Resim 5.9: Avuçlar dikey Resim 5.10: Eldiven Kaynak: Pease, A. (2003). Beden Dili Tanışmada, anlaşmada, pazarlık etmede, bayramlaşmada ve gündelik hayat içerisinde iletişimin daha birçok anında gerçekleşen el sıkışmanın ise, amaca uygun farklı tavırlar içerisinde gerçekleştiğini söylemek olanaklıdır. Avuç hareketleriyle de ilişkilendirilebilecek bu tavırlardan ilki avucun aşağıya bakacak şekilde tutulduğu hâkimiyettir ve karşı taraf üzerinde baskı kurmak amacıyla kullanılır. Bu el sıkışma türünde karşı taraf zorunlu olarak avuç yukarıya doğru karşılık verir ve edilgen konuma gelir. Avucun hafif yukarıya baktığı el sıkışma şeklinde ise daha çekimser, edilgen bir tavır söz konusudur. El sıkışan her iki avucun da dikey olduğu el sıkışma türü ise bireylerin eşit konumda olduğunun göstergesidir. El sıkışmaya ilişkin bir diğer tür eldiven ya da politikacı el sıkışı olarak adlandırılan ve karşı tarafta güven hissi yaratan el sıkışmadır. Resim 5.11 de görülen el sıkışma türü, karşı taraf üzerinde fiziksel güç uygulama, dolayısıyla şiddet göstergesidir. Parmak ucunu tutma (Resim:5.12) şeklindeki tokalaşma ise iki farklı şekilde yorumlanabilir. Bunlardan ilki, karşı tarafı kendisini rahat hissettirecek bir mesafede tutmadır. Diğeri ise, 89 tokalaşma konusundaki isteksizliğin ya da kişinin kendisine olan güvensizliğinin göstergesidir. Resim:5.13 de görülen gergin kol uzatma şeklindeki tokalaşma saldırgan bir tavır içermekle birlikte karşı tarafı kendi mahrem alanında uzak tutma amacıyla da yapılmaktadır. Bunun aksine Resim:5.14 de görülen tokalaşma, kişinin karşı tarafı kendi mahrem bölgesine çektiğinin göstergesidir. Resim 5.11 Resim 5.12 Resim 5.13 Resim 5.14 Kaynak: Pease, A. (2003). Beden Dili Sözsüz iletişim sırasında tokalaşmayla birlikte omuz ve dirsek tutuşu hem kişiler arasındaki ilişkinin boyutuna, hem de tutan kişinin niyetine ilişkin ipuçları verir. Örneğin, yakın ilişkide olan insanlar, birbirlerinin mahrem alanına girecek şekilde omuz ve üst kol kavrayarak ya da bilek ve dirsek tutarak vücut teması içerisine girerler. Buna karşın, eğer kişiler arasında yakın bir ilişki yoksa bir tarafın bu şekilde davranması karşı taraf üzerinde rahatsızlık hissi yaratabilir ve bunun sonucunda iletişim başarısız olur. Resim 5.15 Resim 5.16 Resim 5.17 Resim 5.18 Sözsüz iletişim sırasında bireyin kişiliğine ilişkin bir diğer gösterge ise, bireyin el ve kollarını kullanım şeklidir. Bu kullanımlardan bir tanesi olan elleri ovuşturmak (Resim: 5.19), işlerin yolunda gittiğinin, heyecanlı bekleyişin ya da çıkarlara ilişkin beklentilerin göstergesidir. Örneğin, yemek masasında sofraya gelen yemeği gördüğü anda ellerini ovuşturan kişinin bu hareketi, ya çok acıktığının ya da ikram edilecek yemeği çok sevdiğinin göstergesi iken, bir araba galerisindeki satış görevlisinin “elimde tam size göre bir araba var” sözlerini ellerini ovuşturarak söylemesi satıcının, satıştan edeceği kara ilişkin beklentilerinin ipuçlarını vermektedir. Ellerin kullanımıyla yapılan bir diğer hareket, ellerin kenetlenmesidir. Bu hareketin üç temel şekli vardır: Eller omuz hizasında ya da yüz hizasında, diğer bir değişle yukarıda kenetli (Resim: 5.20), eller orta konumda masa üzerinde ya da göğüs hizasında kenetli (Resim: 5.21) ve ayakta, eller bel hizasında, aşağıda kenetli (Resim: 5.22). Bu harekete ilişkin yaygın olarak olumsuz bir tavır beklentisi olmamakla birlikte aslında kenetlenmiş eller saldırgan bir tavrı, savunma ya da korku halini gizlemek amacıyla yapılır. Kenetlenmiş ellerin bu işlevlerini bilen bir konuşmacı karşı taraf üzerinde etki yaratabilir. 90 Resim 5.19 Resim 5.20 Resim 5.21 Resim 5.22 Ellerin çatı şeklinde bir araya getirilmesi, bireyin kendine olan güveninin göstergesidir. Çoğunlukla yönetici konumunda ve/veya belli bir bilgi- uzmanlık gücüne sahip olan, kişilerin kullandığı bu hareketten resim:5.23 de görülen yüksek çatı hareketi çoğunlukla konuşmacı tarafından yapılmakta, alçak çatı hareketi (Resim: 5.24) ise dinleyici konumda olan kişi tarafından yapılmaktadır. Çatı hareketi için dikkat edilmesi gereken nokta bu hareketin, aynı zamanda başka hangi beden dili hareketiyle birlikte yapıldığıdır. Dinleyici çatı hareketini gözlerini kaçırarak yapıyorsa, bu onun konuşmaya ilgisinin azaldığını gösterirken başıyla onaylıyorsa olumlu olarak etkilendiğini göstermektedir. Resim 5.23 Resim 5.24 Ellerin arkada kavuşturulması kendini kontrol etme göstergesidir ve hayal kırıklığını işaret eder. Arkada el bileğini tutma hareketi ise, kızgınlık ve kendini kontrol etme amacı taşımaktadır. El arkada daha yukarıyı, bileğin üstünü ya da kolun üst kısmını tutuyorsa, bu o kişinin daha fazla kızgın olduğunu göstermektedir. Resim 5.25 Resim 5.26 Resim 5.27 Beden dilinde başparmak gösterme kendine güven, güç, kimi zamanda saldırganlık göstergesidir. Bu nedenle başparmağın beden dilinde kullanımına ilişkin değerlendirmeler, beden diline ilişkin diğer hareketler dikkate alınarak yapılmalıdır. Örneğin, bir yöneticinin odasına gelen astıyla baskın 91 tokalaşmasının ardından başparmaklarını gösterecek şekilde kollarını kavuşturması güç ve statü gösterisidir. Başparmakların gösterilmesine ilişkin değişik kullanımlar mevcuttur. Bunlardan birtanesi ellerin cepte, başparmakların dışarıda olduğu (Resim: 5.28) kullanımdır. Bu hareket, babanın kendisinden izin isteyen çocuğu karşısındaki duruşunda olduğu gibi otorite göstergesidir. Başparmağın gösterilmesine ilişkin yaygın bir diğer kullanım, kollar kavuşturulmuş durumdayken başparmakların yukarıya (Resim: 5.29) bakmasıdır. Bu hareket kimi zaman haber spikerlerinde görüldüğü üzere kendine güven göstergesiyken, kimi zaman da olumsuz bir tavrın göstergesidir ve yukarıya bakan başparmaklar olumsuzluğa neden olan durum karşısında üstünlük kurmak amacıyla yapılır. Bunlara ek olarak, başparmak, başka bir kişiyi ya da durumu işaret etmek (Resim: 5.30) amacıyla kimi zamanda alaycı bir ifadeyle kullanılmaktadır. Bu kullanım duruma ya da kültüre bağlı olarak hoş karşılanmayabilir. Resim 5.28 Resim 5.29 Resim 5.30 Elin yüze götürülmesiyle yapılan bedensel hareketler kişilerin içerisinde bulundukları bilişsel ve duygusal duruma ilişkin bilgi veren, diğer beden dili göstergeleridir. Bu hareketlerden ilki elin ağıza götürülmesidir. Çoğunlukla bilinçsiz yapılan bu hareket Resim 5.31’de görüldüğü gibi ağzın üzerinin kapatılması yolu ile bireyin söylediği yalanları gizlemek için kullanılmaktadır. Bu hareketi hem konuşan, hem de dinleyen birey (Resim: 5.32) yapabilir. Aradaki fark dinleyen bireyin bu hareketi yapması konuşan kişinin yalan söylediğini düşündüğününün göstergesi olmasıdır. Burada önemli olan bu hareketin parmakları ağza götürme (Resim: 5.33) hareketiyle karıştırılmaması gerektiğidir. Parmakların ağza götürülmesi baskı altında yapılan bir hareketdir. Kişiyi baskı altına alan durum yalan söylüyor olmasıda olabilir ama çoğunlukla güven ihtiyacının göstergesidir. Birçok filmde korku anı ağza götürülmüş titreyen parmaklarla görselleştirilir. Resim 5.31 Resim 5.32 Resim 5.33 Ellerle ya da parmak uçlarıyla burna dokunma (Resim: 5.34) da yine yalan söylemenin ya da olumsuz düşüncelerin işaretidir. Bunlara ek olarak, göz ovuşturmak (Resim: 5.35) da söylenilen yalanları kapatmak ve dinleyiciyle göz göze gelmemek için yapılan bir harekettir. Konuşmacının yalan söylediğine ilişkin bir diğer hareket ise, yaka çekiştirme ya da boyun kaşımadır. Yaka çekiştirme, enseyi ovuşturma ya da tokatlama (Resim: 5.36) aynı zamanda kızgınlık belirten hareketlerdir. Ense ya da alın tokatlama ise (Resim: 5.37), herhangi bir konuda unutkanlık yapmış olmanın yarattığı sıkıntı ve kızgınlığın 92 belirtisidir. Bu kızgınlık kişinin kendisine olduğu kadar unutkanlığını hatırlatan kişiyede kızdığını ifade etmektedir. Bu iki hareket arasındaki fark enselerini ovuşturma alışkanlığına sahip kişiler daha olumsuz tavra sahip kişilerken, alınlarını ovuşturan ya da tokatlayanlar daha olumlu kişilerdir. Resim 5.34 Resim 5.35 Resim 5.36 Resim 5.37 Kişilerarası iletişim sırasında ya da bir gruba hitaben yapılan konuşmalarda dinleyicilerden biri ya da bir kaçının başını desteklemek için elini kullanması konudan uzaklaştığının ve sıkıldığının göstergesidir. Can sıkıntısının derecesini dinleyicinin el ve baş konumundan anlamak olanaklıdır. Resim: 5.38’de aşırı can sıkıntısı ve ilgisizlik söz konusuyken Resim: 5.39’da sıkılma oranı daha düşüktür. Buna ek olarak, parmakların masaya vurması, ayakların sallanması ya da yere vurulmasıda dinleyicilerin sıkılmasına işarettir. Bu durumda konuşmacı dinleyiciyle göz teması kurarak, konuyu toparlayarak veya değiştirerek ya da dinleyiciye sorular sorarak ilgisini tekrar kazanabilir. Resim 5.38 Resim 5.39 Resim 5.40 Resim 5.41 Elin yüze götürülmesine ilişkin bir diğer bedensel hareket ise, elin kapalı yanağa dayalı durduğu anda işaret parmağının yukarıya doğru bakmasıdır. Resim: 5.39’da görüldüğü üzere bu harekette sıkılmanın ve ilgisizliğin göstergesi olarak elin başı desteklemesinin bir diğer yoludur, ancak burada genç bir kişinin kendisinden yaşça büyük birisini ya da astın yöneticiyi dinlerken sıkıldığı anlarda olduğu gibi zorunlu bir saygı ya da nezaket gösterilmesi söz konusudur. Bunlardan farklı olarak, elin kafa desteği olarak kullanılmayıp, yanakta (Resim: 5.40) durduğu durumlar gerçek ilgi göstergesidir. Bu durumda, işaret parmağının dik olarak yanaktan yukarıya bakması ve başparmağın çeneyi desteklemesi dinleyicinin konuyla ilgili olduğunun ancak konuşmacı veya konuyla ilgili olumsuz ya da eleştirel düşüncelerinin olduğunun işaretidir. Elin yüze götürülüp, çene okşama hereketinin gerçekleştirilmesi (Resim: 5.41) ise bir tür karar verme sürecini göstermektedir. Bu noktada iletişim eyleminin içeriği ve bu hareket sonrasında gelen bedensel hareketler kararı bekleyen kişi açısından ipucu oluşturur. Örneğin, herhangi bir konuda karar vermesi beklenen bir kişi çene okşama hareketinin ardından bedensel olarak hazır olduğuna işaret eden davranışlar sergiliyorsa bu o kişinin karşı tarafın istediği yönde olumlu karar verdiğini gösterir. Ancak kişi kalemle oynama, kalemi ya da gözlüğü ağza götürme gibi bir harekette bulunuyorsa bu onun hala karar veremediğinin, çekimser olduğu için de zaman kazanmaya çalıştığının göstergesidir. Bu hareketler sonucunda olumsuz bir karar verme ihtimali daha yüksektir. Bu durumun farkına varan konuşmacı karşısındakini ikna etmek için başka yollar deneyebilir. 93 Beden dilinde el ve kollarla yapılan bir diğer hareket ise kolların kavuşturulmasıdır. Çoğunlukla iletişim sürecinde engel olarak nitelendirilen ve bireylerin çocukluğundan başlayarak kendilerini koruma isteğiyle yaptığı bu hareketin farklı kullanımları ve dolayısıyla farklı anlamları söz konusudur. Resim: 5.42’de görülen standart kol kavuşturma hareketi, bir ya da iki kolun göğüs üzerinde kavuşturulması ile istenmeyen bir durum, tedirginlik, güvensizlik ya da tehdit karşısında kişilerin kendilerini koruma amaçlı yaptığı bir harekettir. Kol kavuşturma hareketi, kişinin kendisini iletişime kapatmasının yaygın olarak bilinen işareti olduğundan bireyler, kimi zaman içerisinde bulundukları tedirginliği çok açığa çıkartmamak için Resim: 5.43’de görülen kısmi kol kavuşturma hareketi ile kendilerini korumaya alırlar. Çoğunlukla ilk kez bulunulan, yabancılık ve güvensizlik hissedilen ortamlarda kullanılan bu hareket kişinin kendisini daha rahat hissetmesine neden olur. Bunlara ek olarak, kişi bazen içinde bulunduğu gergin ve tedirgin ruh durumunu tamamen gizlemek isteyebilir. Kişinin kol düğmesi, bileklik, saat (Resim: 5.45) gibi aksesuarlarla oynaması ya da çanta (Resim: 5.44) veya dosya gibi kol kavuşturma hareketini gizleyecek eşyalar taşıması gizlenen kol kavuşturma hareketine örnektir. Resim 5.42 Resim 5.43 Resim 5.44 Resim 5.45 Resim: 5.46’da görülen güçlendirilmiş kol hareketinde ise kollarını kavuşturmuş olan kişi aynı zamanda yumruklarınıda sıkmaktadır. Bu hareket, kişinin savunmaya geçmekle birlikte, saldırgan bir tavır içerisinde olduğunun göstergesidir. Bu hareketi yapan kişilerde ki gerginlik buna ek olarak çoğunlukla beden diline ilişkin diğer ipuçlarından (sinirle bakan gözler, sıkılan dişler) da anlaşılır. Kolların kavuşturulmasına ilişkin en çok rastlanılan hareketlerden bir diğeri ise, kol kavrama hareketidir (Resim: 5.47). Bu hareket gerginliğin, dizginlenen, istenmeyen bir davranışın göstergesidir ve eller üst kolları sıkıca kavrar. Kol kavrama hareketi, bir iş mülakatı ya da sözlü bir sınav öncesinde kapıda bekleme anında sıklıkla görülebilecek bir harekettir. Resim 5.46 Resim 5.47 Baş Hareketleri Kişi ya da kişilerin, iletişim sürecindeki duygu ve düşüncelerine ilişkin göstergelerden bir diğeri baş hareketleridir. Bu hareketlerden en yaygın olarak kullanılan ve anlamı evrensel olan iki tanesi, onay için baş sallama ve reddetmek için başı yana sallamadır. Bu hareketlerin aynı anlamları içerecek şekilde 94 bebeklerde bile görülmesi, doğuştan geldiklerinin düşünülmesine neden olmuştur. Bu iki harekete ek olarak karşısındaki konuşmacıyı başı yukarıya doğru dik, hareketsiz ya da hafif hareketler yaparak dinleyen bir kişinin hareketi nötr baş pozisyonu (Resim: 5.48) olarak adlandırılmaktadır. Başı bu pozisyonda olan bir kişinin, dinlediklerine ilişkin tepkilerini tam olarak anlamlandırmak için diğer beden dili hareketlerine de dikkat etmek yerinde olacaktır. Konuşma sırasında başın nötr durumdan hafif yana doğru eğilmesi (Resim: 5.49), dinleyicinin konuya ilişkin ilgisinin arttığını göstermektedir. Başın aşağıya doğru eğilmesi (Resim: 5.50) ise konuya ilişkin yaklaşımın olumsuz olduğunun belirtisidir. Başın dik, iki elin baş arkasında ve bir ayağın diğer dizde olduğu (Resim: 5.51) hareket ise, kişinin egosunu gösteren, meydan okuyan bir harekettir. Resim 5.48 Resim 5.49 Resim 5.50 Resim 5.51 Göz Hareketleri Gözler insan davranışını anlamlandırmanın en etkili yollarından bir tanesidir. Daha öncede bahsedildiği üzere farklı göz şekilleri, farklı kişiliklerin ipuçlarını vermektedir. Bunun yanında farklı göz hareketleri de yine kişilerin ruh ve bilişsel durumunu ifade etmektedir. Belli ışık karşısında ve/veya kişilerin ruh durumlarına paralel olarak göz bebekleri büyür ya da küçülür. Gözbebeklerinin büyümesi ilgi, istek, heyecan göstergesiyken, küçülmesi kızgınlık, tahammülsüzlük ve hatta nefret işaretidir. Gülen gözler iyi niyet ya da mutluluğun; gözlerin kızarması ya da sulanması ise kişinin duygusal durumunun ipuçlarını vermektedir. Göz kontağının kurulması kişiler arasında güven, ilgi göstergesi olarak ilişkinin olumlu gelişimin yolu iken, göz kontağından kaçınma, tedirginlik, ilgisizlik ve korku belirtisidir. Gözlerin yere bakması ise, suçluluk ve pişmanlığın göstergesidir. Bu noktada unutulmaması gereken göz kontağı kurmanın kültürlere göre farklılık göstereceği ve göz kontağını çok uzun süre sürdürmenin de kimi zaman rahatsızlığa neden olabileceğidir. Bakış çeşitlerini kendi içerisinde sınıflandırmak olanaklıdır: İş Bakışı: Resim: 5:52’de görüldüğü gibi özellikle iş görüşmeleri ve tartışmalarında kullanılan bu bakış; karşıdaki kişinin alnında bir üçgen olduğu varsayılarak bu bölgeye odaklanan bakıştır. Konuşmanın ciddiyetinin vurgulandığı bu bakış türünde bakışların karşıdakinin göz seviyesinde kalması gerekmektedir. Sosyal Bakış: İş bakışının tersine genellikle daha sosyal ortamlarda kullanılan sosyal bakış, bakışların resim:5.53’de görüldüğü gibi gözler ve ağız arasında var olduğu düşünülen üçgen bölgeye yönlendirilmesiyle gerçekleşir. Mahrem Bakış: Çoğunlukla karşı cinste bireylerin birbirlerine ilgilerinin göstergesi olan bu bakış (Resim: 5.54) gözler ve çenenin altından vücudun diğer bölgelerine doğrudur. Yan Bakış: İlgi veya saldırganlık göstergesi olan bu bakışla birlikte hafif kalkmış kaşlar ve gülümseme ilgi ve hatta flört işaretidir. Yan bakışın aşağıya dönük kaşlar, çatık alın veya aşağıya dönük ağız köşeleriyle birlikte yapılması şüpheli, saldırgan veya eleştirel bir tavrın göstergesidir. Gözle Dışarda Bırakma: Çoğunlukla kafanın hafif geriye atılmasıyla yapılan bu hareket (Resim: 5.55) kişinin karşısındaki kişi ya da konuşulan konuya ilişkin ilgisizliğini, sıkılmışlığını ya da kendisini üstün gördüğünü göstermektedir. 95 Resim 5.52 Resim 5.53 Resim 5.54 Resim 5.55 Kaynak: http://www.egitimkutuphanesi.com/genel-hareketler- (Erişim Tarihi: 01.09.2012) Göz hareketlerine ek olarak kaş ve göz kapaklarının şekilleri de beden diline ilişkin ipuçları içermektedir. Örneğin, konuşma anında kaşların yukarı kalkması ilgi, şaşkınlık, farkındalık ya da korku ifadesiyken, kaşların aşağıya inmesi kızgınlık ve endişe göstergesidir. Buna ek olarak, kalın göz kapakları soğukkanlı, yavaş hareket eden, kontrollü insanları işaret ederken, gözleri tamamen açık insanlarda masumiyet ve merak duygusu uyandırmaktadır. Kaş ve göz kapaklarının şeklinin ifade ettiği anlamlarla ilgili ayrıntılı bilgiye şu adresten ulaşabilirsiniz: http://notoku.com/sozsuz-iletisim/#ixzz25gHgsOF7 Bacak Engelleri Kol kavuşturma hareketine benzer olarak bacak bacak üstüne atma hareketleride çoğunlukla olumsuz bir tavrın göstergesidir. Kadınlarda, erkeklerde ve farklı kültürlerde farklı kullanım ve anlamlar içeren bacak hareketlerinden standart bacak bacak üstüne atma hareketi(Resim: 5.56), genellikle sol bacağın üzerine sağ bacağın atılması şeklinde olur ve diğer bedensel hareketlerle birlikte kızgınlık, çekingenlik ya da savunma güdüsünü ifade eder. Resim: 5.57’de görülen (dört şekli) bacak bacak üstüne atma hareketi ise, bacak kitleme pozisyonudur ve tartışmalı ve rekabet içeren bir durumun göstergesidir. Bacakların dört şeklinde kenetlenmesine ek olarak, ellerinde kenetlenmesi (Resim: 5.58) kişinin konuyla ilgili katı, olumsuz ve/veya inatçı tavrını göstermektedir. Bu hareket aynı zamanda yeni girilen bir ortama adapte olunamadığı anlarda yapılan bir harekettir. Bu haraket dinleyicinin konuya bakışı hakkında bilgi vereceğinden konuşmacı konunun akışını değiştirmek yoluyla karşısındakinin ilgisini tekrar çekebilir. Kol kavuşturma hareketini engellemenin yollarından bir diğeri karşıdakine kalem, konuyla ilgili broşür ya da kitap uzatmak olabilir. Kişilerin kol ve bacaklarındaki açılma, onların ortama alıştıklarının ve rahatladıklarının göstergesidir. Ayakları ve kolları kavuşturma hareketine ek olarak, bilek kitleme hareketi de gerginlik, sinir, endişe, heyecan gibi duyguların göstergesidir. Resim: 5.59 ve Resim: 5.60’da görüldüğü gibi kadın ve erkeklerin bilek kitleme biçimleri birbirinden farklıdır. Resim 5.56 Resim 5.57 Resim 5.58 96 Resim 5.59 Resim 5.60 Beden dili kullanımının iletişimin içeriğine ve bağlamına göre farklılık gösterileceği unutulmamalıdır. Kişi yakın bir arkadaşına kendini ispat etmek için kullandığı beden dilini patronunun ya da hocasının karşısında kendisini ispatlamak için kullanmaz. Sözsüz İletişim’de Beden Dili ile ilgili ayrıntılı bilgiye Allan Pease’in Beden Dili adlı kitabından ulaşabilirsiniz. Sözsüz iletişimin başarılı olmasında kişilerin bedensel duruşları kadar oturma düzeninin önemli olduğuna dikkat çeken Hogan ve Stubbs (2012:158-159) oturma yerinin şeçilmesinde dikkat edilmesi gereken noktaları şu şekilde sıralamaktadırlar: a. Bir arkadaş ya da müşteriyle yapılan görüşmelerde iletişim kurulacak kişinin hangi elini kullandığına dikkat ederek oturmak önemlidir. Kişi sol elini kullanıyorsa soluna, sağ elini kullanıyorsa sağına oturmaya çalışılmalıdır. b. Bir kadınsanız ve iletişim kurmaya çalıştığınız kişi de kadınsa her hangi bir yöne açılı oturmak yerine iletişim kurulacak kişinin tam karşısına oturmak daha doğrudur. Buna karşılık iletişim kurulacak kişi erkekse, erkeğin kendisini daha rahat hissetmesi için sağ tarafına doğru açılı oturulmalıdır. c. Bir erkekseniz ve iletişim kurmaya çalıştığınız kişi bir kadınsa, iletişim nedeniniz çerçevesinde küçük bir masada onun tam karşısına oturmanız daha doğrudur. Eğer iletişim kurmak istediğiniz kişi erkekse karşılıklı veya sağ tarafa hafif açılı oturmak mümkündür. d. Oturduktan sonra özellikle yapılan iş görüşmesiyse ellerin saç ve yüzden uzak tutulması gerekmektedir. Buna ek olarak bir elin, diğer elin parmak uçlarına vurması rahatsızlık, endişe, korku, heyecan göstergesi olduğundan karşı taraf karşısında etkinin azalmasına neden olacaktır. İletişim kurulan kişi yeni tanışılmış ya da iş görüşmesi yapılan biriyse ayakların yerde olması, vücut duruşunun kontrolünü kolaylaştıracaktır. Beden dilinin etkin kullanımı neden önemlidir? Yaşamınızdaki örnekler çerçevesinde düşününüz. SÖZSÜZ İLETİŞİMDE SESİN KULLANIMI VE SUSMA Sesin kullanımı ve sessizlik beden dilinde önemli bir yere sahiptir. Bireylerin ne söyledikleri kadar, nasıl söyledikleri de onlar hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar. Bu nedenle sözsüz iletişim sırasında kullanılan ses tonu, sesin hızı, şiddeti, hangi sözcüklerin vurgulandığı, duraklamalar ve benzeri özellikler bir yandan karşı tarafın cinsiyeti, yaşı, kişilik özellikleri ve duygu durumu ile ilgili bilgi edinmemize olanak tanırken, diğer yandan da söylenen sözün anlamını büyük ölçü de etkilemektedir. Örneğin, bir ölüm haberini soğuk-kayıtsız bir ses tonuyla veren birisinin duygusuz, duyarsız bir insan olduğunu düşünme ihtimalimiz yüksektir. Buna benzer olarak bizden kızgın-sert bir ses tonuyla bir istekte bulunan insanla sıcak-sempatik bir ses tonu kullanarak ricada bulunan insanın karşısında takınacağımız tavır farklılık gösterecektir. Konuşmanın sözel olmayan öğelerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Sesin Perdesi: İnce ve kalın sesleri birbirinden ayıran özelliğe sesin perdesi adı verilmekte, ses telleri daraldıkça sesin perdesi yükselmektedir. Kişilerin duygu ve bilinç durumuna bağlı olarak, mutluluk, kızgınlık ve korku hisleri sesin yükselmesine neden olurken, moral bozukluğu, yorgunluk ve dinginlik ses perdesinin açılmasına neden olmaktadır. Sesin Tınlaması: Tınlama, sesin güçlü ya da zayıf olması anlamına gelmekte ve kişilerin ses tellerinin ve göğsünün şekli tınlamada belirleyici olmaktadır. Örneğin, ince ses telleri ve dar bir göğüs, ince ve yukarıdan gelen bir sese neden olmakla birlikte bu zayıf ses güvensizliği, kararsızlığı ve zayıflığı işaret etmektedir. Buna karşılık, kalın ses telleri ve geniş göğüs kafesi sayesinde derinden ve gür gelen bir ses özgüveni ve gücü göstermektedir. 97 Boğumlama: Boğumlama, telaffuz esnasında hecelere doğru ses değerlerini vererek konuşmakla ilişkilidir. Kimi heceleri atlamak, yuvarlamak, değiştirmek ve/veya gereksiz vurgulamak doğru ve iyi anlaşılmayı zorlaştıracağından iletişimin de başarısız olmasına neden olur. Tempo: Sözcüklerin söylenme temposu kişilerin duygu durumlarının göstergesidir. Kişilerin çok hızlı konuşması heyecanı, güvensizliği işaret ederken; yavaş ve tereddütlü bir tempoyla konuşmak tembellik ya da duyarsızlıkla ilişkilendirilebilmektedir. Ancak burada unutulmaması gereken nokta temponun tek başına, kişilerle ilgili yargıya varmada yeterli olamayacağıdır. Kişilerin kültürleri başta olmak üzere birçok etmen düşük ya da yüksek tempolu konuşmalarına neden olacağından genelleme yapmamak yerinde olacaktır. Yükseklik: Sesin yüksek ya da alçak olmasının hem olumlu, hem de olumsuz yanları bulunmaktadır. Olumlu olarak yüksek ses isteklilik, hâkimiyet, otorite ve güven belirtirken; olumsuz olarak abartmanın, kendine aşırı güvenin ve saldırganlığında ipuçlarını taşımaktadır. Buna benzer olarak yumuşak bir ses, bir yandan anlayış, incelik, ilgi ve güvenin işareti iken, diğer yandan güven eksikliği ve aşağılık duygusunun işareti olabilmektedir. Bu nedenle kişiler hakkında yorum yaparken ya da kişilerin iletileri anlamlandırılırken sesin temposu, diğer bedensel hareketlerle birlikte değerlendirilmelidir. Ritim: Ritim bir cümlede hangi sözcüklerin vurgulanacağını belirlemektedir. Ritim değiştikçe cümlenin anlamıda değişeceğinden kişiler mesajlarını doğru vurgulama ile açık ya da üstü kapalı olarak etkili bir biçimde iletebilirler (McKay, 2012: 70-71). İletişim sürecinde merkezi öneme sahip olan susma/sessizlik kimi zaman sözlü iletişimin yerine geçerken, kimi zaman da başlı başına bir iletişim eylemi olarak daha büyük etki yatır. Sözlü iletişimin gerçekleşme anında bireylerin susup karşıdaki kişiyi dinlemeleri iletişim eylemin gerçekleşmesi için önemli hatta gereklidir. Sözsüz iletişimde ise susmayla ortaya çıkan sessizlik iletişim sırasında bilinçli bir yönlendirici olabilmekte, susmak kimi zaman sosyalleşememenin ya da çekingenliğin göstergesi iken, kimi zamanda etkin dinleme, sorgulama, kaydetme, sinirlenme, tepki gösterme ve daha önceden yaşanmış bir tartışmanın gerginliğini vurgulama işlevi taşımaktadır. İletişim sırasında susmanın çeşitlerini Yüksel (2006: 38-39), şu üç başlıklar altında sıralamaktadır. Psikolinguistik Susma: Konuşma sürecinde konuşmanın amaca uygun olarak istenilen yerlerde durdurulmasıdır. Kısa süreli ya da uzun süreli olabilen psikolinguistik susmada amaç kaynak ve hedefe düşünme fırsatı vermektir. Bu susma türünde kısa süreli susmalar dilin gramatik yapısından kaynaklanırken, uzun süreli susmalar ise zihinsel süreçlerle ilgilidir. Bu nedenle konunun içeriğine, yaşanmışlıklara ve zihinsel karmaşıklığa bağlı olarak susma süresi uzayabilir. Etkileşimsel Susma: Etkileşimsel susma kaynak ve hedef arasındaki etkileşimle üç şekilde ortaya çıkar: Karar verme ile ilgili susma; çoğunlukla birbirini tanımayan ya da aralarında statü farkı olan kişiler arasında konuşmaya kimin başlayacağının ya da ne tür tepkiler verileceğinin belirsiz olduğu durumlarda ortaya çıkan etkileşimsel susma türüdür. Akıl yürütme ile ilgili susma; Kaynağın söylediklerini kendi zihinsel sürecinden geçirip anlamlandırmaya ve yorumlamaya çalışan alıcının sessizliğidir. Denetim kurma amacıyla susma; Susmanın ardından gelecek iletinin önemini vurgulamak için kullanılan bu tip susma, konuya dikkat çekmek ve/veya karşı taraf üzerinde otorite sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Sosyo-Kültürel Susma: Bu tür susma iletişimin gerçekleştiği toplum ve kültürün özellikleriyle ilgilidir. Geleneksel toplumlarda gençlere büyüklerinin yanında susmaları gerektiğinin öğretilmesi buna örnektir. Sözsüz iletişimde susmanın önemini açıklayarak, susma türlerini sıralayınız. 98 Bu ünitede ele alınan başlıkların dışında; dokunma, kişilerarası mesafe, giyim-kuşam, aksesuar kullanımı, renkler, mekan ve zaman sözsüz iletişimin önemli göstergeleridir. Bu konularla ilgili ayrıntılı bilgiyi kitabın “Kişisel İmaj ve Halkla İlişkiler”, “Kültür ve Sözsüz İletişim” ve “Sözsüz İletişimde Göstergeler” başlıklı ünitelerinden edinebilirsiniz. SÖZSÜZ İLETİŞİMDE BAŞARILI OLMAK İÇİN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR Bireylerin sözsüz iletişimde başarılı olmalarını sağlayan birçok etmen vardır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi; bireyin kendisini ve bedenini tanımasıdır. Bu nedenle, kişinin fiziksel özelliklerinin, cinsiyetinin, duygularının, düşüncelerinin, eğitiminin ve içerisinde yetiştiği kültürün şemsiyesi altında şekillenen karakteri çerçevesinde gelişen sözsüz iletişimde başarı, bireyin kendisini tanıması ve kontrol edebilmesiyle olanaklı olmaktadır. Birey bu sayede heyecanını ya da sinirlerini kontrol etmeyi öğrenmekle kalmayıp karşı tarafı daha kolay etkileyebilecektir. Bireyin iletişim esnasında dik kendine güvenen bir duruş sergilemesi, gülümsemesi, göz kontağı kurmaya özen göstermesi, fiziksel özelliklerine ve görüşmenin niteliğine uygun giysiler giymesi karşı taraf üzerinde olumlu etki yaratacak ayrıntılardır. Özellikle içinde yaşadığımız kültürün özelliklerinin kurduğumuz ilişkilerde etkili olduğu gerçeğinden hareketle sözsüz iletişimde, başarılı olmanın bir diğer yolu çevremizi gözlemlemekten geçmektedir. Alışveriş merkezlerinde, lokantalarda, sınıf ya da çalışma ortamlarında yapılan gözlemler doğru ya da yanlış davranışlara ilişkin örnekler içereceğinden bireyin birçok hareketi anlamlandırmasını kolaylaştıracaktır. Sözsüz iletişimde başarılı olmak için neler yapmalıyız düşününüz. 99 Özet özelliklerimiz de mevcuttur. Fiziksel özellikler ve beden dili kullanımına ilişkin yaygın anlamlandırmalar bulunmakla birlikte bu anlamlandırmalar kimi zaman kişiden kişiye, kültürden kültüre farklılık gösterebilmektedir. Bireyin henüz anne karnındayken önce annesi, ardından dış dünyayla kurduğu iletişim hayatı boyunca yaşamak, öğrenmek, anlamak, anlatmak, kazanmak, değişmek, değiştirmek sürecinde devam etmektedir. Hem bireysel, hem de toplumsal işleve sahip olan ve bireylerin yaşamında merkezi öneme sahip olan iletişimin, yapılan çok sayıda tanımından biri iletişimin, bir mesajın (bilgi, duygu, düşünce, anlam, tutum, davranış, ideoloji, vb.) göndericiden alıcıya iletilme süreci olduğudur. Kaynak-mesaj-araçhedef olmak üzere dört temel öğeden oluşan iletişim, sözlü ve sözsüz iletişim olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İnsanların söylediklerinin ön planda olduğu sözlü iletişimin aksine, davranışların öne çıktığı sözsüz iletişim, kimi zaman sözlü iletişimi desteklemek için kullanılırken, kimi zamanda sözlü iletişimin yerini tutmaktadır. İletişim sürecinde merkezi öneme sahip olan susma/sessizlik kimi zaman sözlü iletişimin yerine geçerken, kimi zamanda başlı başına bir iletişim eylemi olarak daha büyük etki yatır. Sözsüz iletişimde susmayla ortaya çıkan sessizlik iletişim esnasında bilinçli bir yönlendirici olabilmekte, susmak kimi zaman sosyalleşememenin ya da çekingenliğin göstergesi iken, kimi zamanda etkin dinleme, sorgulama, kaydetme, sinirlenme, tepki gösterme ve daha önceden yaşanmış bir tartışmanın gerginliğini vurgulama işlevi taşımaktadır. İletişim sırasında susmanın çeşitleri: Psikolinguistik Susma, Etkileşimsel Susma ve Sosyo -Kültürel Susmadır. Sözsüz iletişim bireyler arasında konuşma dışındaki araçlarla gerçekleşen iletişimdir. Sesin rengi, ses tonu, susma/sessizlik, beden dili, jestmimikler, mekân ve zaman, kılık-kıyafet, sözsüz iletişim sürecine etki eden faktörlerdir. Daha öncede değinildiği gibi sözsüz iletişim, iletişim sürecinde hayati öneme sahiptir. Sözsüz iletişimin iletişim sürecindeki işlevlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: a. Kimlik Tanımlama İşlevi b. Duygusal İşlev c. Güç ve Statü Göstergesi Olma İşlevi d. Düzenleme İşlevi e. Resmetme İşlevi f. Karşıtlık/ Yadsıma işlevi g. Dikkat Çekme İşlevi h. Uyarma İşlevi i. Seremoni ve Ritüelleri Yerine Getirme İşlevi j. Kültürel İşlev Bireylerin sözsüz iletişimde başarılı olmaları bireyin kendisini ve bedenini tanıması ve kontrol edebilmesiyle olanaklı olmaktadır. Birey bu sayede heyecanını ya da sinirlerini kontrol etmekle birlikte, karşı tarafı daha kolay etkileyebilmektedir. Buna ek olarak özellikle içinde yaşadığımız kültürün özelliklerinin kurduğumuz ilişkilerde etkili olduğu gerçeğinden hareketle sözsüz iletişimde, başarılı olmanın bir diğer yolu çevremizi gözlemlemekten geçmektedir. Alışveriş merkezlerinde, lokantalarda, sınıf ya da çalışma ortamlarında yapılan gözlemler doğru ya da yanlış davranışlara ilişkin örnekler içereceğinden bireyin birçok hareketi anlamlandırmasını kolaylaştıracaktır. Bireyin karşı tarafla iletişim kurma sürecinde gülümsemesi, göz kontağı kurması, ilişkinin ve görüşmenin türüne göre doğru duruş ve oturuş biçimini seçmesi ve beden dilini doğru kullanması sözsüz iletişimde başarılı olmasını sağlayacaktır. Sözsüz iletişim türlerinden beden dili, etkili iletişim sürecinde önemli yere sahiptir. Vücudun bütün parçalarını bir enstrüman gibi kullanmayı ifade ettiğinden beden dilini belirleyen birçok faktör bulunmaktadır. Bunların arasında jestmimikler, oturma ya da yürüme tarzımız gibi değiştirebileceğimiz özelliklerimizin yanı sıra vücut şeklimiz gibi değiştiremeyeceğimiz fiziksel 100 Kendimizi Sınayalım 1. Aşşağıdakilerden değildir? hangisi sözsüz mesaj 6. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişimin özellikleri arasında yer almaz? a. E-mail a. Sözsüz iletişimin içerdiği mesajlar süreklidir b. Susma c. Elleri kenetleme b. Sözsüz mesajların etkilemeye, ilişkiselliğe ve duygusallığa ilişkin işlevleri vardır d. Ses tonu c. Sözsüz iletişimde mesajlar örtük olabilir e. Jestler d. Sözsüz iletişim kimi zaman bilinçli ya da isteksiz gerçekleşebilir 2. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişimin özellikleri arasında yer almaz? e. Kültürel özellikler sözsüz iletişim sürecinde etkili değildir a. İletişimin bir türüdür b. Sözlü iletişimi destekler 7. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişimin işlevleri arasında yer almaz? c. Sözlü iletişimin yerini tutabilir d. Yalnızca tanıdığımız insanlarla kurulabilen bir iletişim türüdür a. Uyarma İşlevi e. Sözsüz iletişimde davranışlar ön plandadır c. Duygusal İşlev 3. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişimin özellikleri arasında yer alır? d. Güç ve Statü Göstergesi Olma İşlevi a. Sözsüz iletişimde bireylerin konuşmaları gerekmez aynı b. Dağıtma İşlevi e. Resmetme İşlevi dili 8. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişimin kimlik tanımlama işleviyle ilişkili değildir? b. Sözsüz iletişim duyguları iletmez a. Kişilerin Kıyafetleri c. Sözsüz iletişim düşünceleri ifade etmez b. Kişilerin Yedikleri Yemekler d. Sözsüz iletişimde göz teması önemli değildir c. Kişilerin Kullandıkları Aksesuarlar e. Sözsüz iletişim sadece bireyin kendisiyle kurduğu iletişimdir d. Kişilerin Gözlerinin Kızarık Olması 4. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişim sürecine etki eden faktörler arasında yer almaz? e. Kişilerin İçtikleri İçecekler a. Sessizlik 9. Aşağıdakilerden hangisi bir susma çeşidi değildir? b. Ses tonu a. Psikolinguistik Susma, c. Beden dili b. Etkileşimsel Susma, d. Jest-mimikler c. Sosyo -Kültürel Susma e. Dil d. Ekonomik Susma 5. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişimin, sözlü iletişimden farkları arasında yer alır? e. Denetim Kurma Amacıyla Susma a. Sözsüz iletişim mesajları dile dayanır 10. Aşağıdakilerden hangisi konuşmanın sözel olmayan öğeleri arasında yer almaz? b. Duygular aktarılır sadece sözlü iletişim yoluyla a. Sesin Perdesi b. Sesin Tınlaması c. Sözlü iletişimin başarılı olması için bireylerin aynı dili konuşmaları gerekmez c. Sesin Ritmi d. Sözsüz iletişim esnasında kullanılan beden dili kültüre göre farklılık gösterir d. Sesin Temposu e. Şarkı e. Sözlü mesajlar süreklidir 101 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 2. d Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. yönlendirmenin en etkili yollarından birisidir. Bu nedenle beden dilinin etkin kullanımı iletişim sürecinde başarılı olmamıza katkı sağlar. Bu noktada bireylerin unutmaması gereken şey beden dilinin sadece doğuştan kazanılmış davranış kalıplarını içermediği ve kullanımını geliştirmenin mümkün olduğudur. 3. a Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 1. a Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. İletişim sürecinde merkezi öneme sahip olan susma/sessizlik kimi zaman sözlü iletişimin yerine geçerken, kimi zamanda başlı başına bir iletişim eylemi olarak daha büyük etki yatır. Sözsüz iletişimde susmayla ortaya çıkan sessizlik iletişim esnasında bilinçli bir yönlendirici olabilmekte, susmak kimi zaman sosyalleşememenin ya da çekingenliğin göstergesi iken, kimi zamanda etkin dinleme, sorgulama, kaydetme, sinirlenme, tepki gösterme ve daha önceden yaşanmış bir tartışmanın gerginliğini vurgulama işlevi taşımaktadır. İletişim sırasında susmanın çeşitleri: Psikolinguistik Susma, Etkileşimsel Susma ve Sosyo -Kültürel Susmadır. 4. e Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. d Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. e Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. b Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. d Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. d Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişimde Sesin Kullanımı ve Susma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. e Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişimde Sesin Kullanımı ve Susma” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 4 Bireylerin sözsüz iletişimde başarılı olmalarını sağlayan birçok etmen vardır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi; bireyin kendisini ve bedenini tanımasıdır. Bu nedenle, kişinin fiziksel özelliklerinin, cinsiyetinin, duygularının, düşüncelerinin, eğitiminin ve içerisinde yetiştiği kültürün şemsiyesi altında şekillenen karakteri çerçevesinde gelişen sözsüz iletişimde başarı, bireyin kendisini tanıması ve kontrol edebilmesiyle mümkün olmaktadır. Birey bu sayede heyecanını ya da sinirlerini kontrol etmeyi öğrenmekle kalmayıp karşı tarafı daha kolay etkileyebilecektir. Buna ek olarak özellikle içinde yaşadığımız kültürün özelliklerinin kurduğumuz ilişkilerde etkili olduğu gerçeğinden hareketle sözsüz iletişimde, başarılı olmanın bir diğer yolu çevremizi gözlemlemekten geçmektedir. Alışveriş merkezlerinde, lokantalarda, sınıf ya da çalışma ortamlarında yapılan gözlemler doğru ya da yanlış davranışlara ilişkin örnekler içereceğinden bireyin birçok hareketi anlamlandırmasını kolaylaştıracaktır. Bireyin karşı tarafla iletişim kurma sürecinde gülümsemesi, göz kontağı kurması, ilişkinin ve görüşmenin türüne göre doğru duruş ve oturuş biçimini seçmesi ve beden dilini doğru kullanması sözsüz iletişimde başarılı olmasını sağlayacaktır. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 İletişimde sözsüz iletişimin işlevleri: 1. Kimlik Tanımlama 2. Duygusal İşlev 3. Güç ve Statü Göstergesi 4. Düzenleme İşlevi 5. Resmetme İşlevi 6. Karşıtlık/ Yadsıma işlevi 7. Dikkat Çekme İşlevi 8. Uyarma İşlevi 9. Seremoni ve Ritüelleri Yerine Getirme İşlevi 10. Kültürel İşlev Sıra Sizde 2 Beden dili diğer insanlarla kurduğumuz sözlü ve sözsüz iletişimde kendimizi ifade etmenin, insanlar üzerinde etki yaratmanın, kendimizi kontrol etmenin ya da karşımızdaki kişilerin davranışlarını anlamlandırmanın ve hatta 102 Yararlanılan Kaynaklar Yararlanılan İnternet Kaynakları Cüceloğlu, D. (2007). Yeniden İnsan İnsana. İstanbul:Remzi Kitabevi. http://happyworldforall.blogspot.com/ Tarihi: 30.08.2012) Erdoğan, İ. (2005). İletişimi Anlamak. Ankara: Erk Yayınları. http://www.egitimkutuphanesi.com/genelhareketler- (Erişim Tarihi: 01.09.2012) Gökçe, Orhan. (2006). İnsan Bilimi İnsan İlişkilerinin Anatomisi. Ankara: Siyasal Kitabevi. http://wilderdom.com/personality/L61PersonalityTypes.html (Erişim 02.09.2012) Tarihi: Hogan, K ve Stubbs, B. (2012). Etkili İletişimin Önündeki 8 Engel. İstanbul: Yakamoz Kitap. http://notoku.com/sozsuziletisim/#ixzz25gHgsOF7 02.09.2012) (Erişim Tarihi: http://notoku.com/sozsuziletisim/#ixzz25gHUpZou 02.09.2012) (Erişim Tarihi: Kaypakoğlu, S. (2008). Kişilerarası İletişim Cinsiyet Farklılıkları Güç ve Çatışma. İstanbul: Derin Yayınları. McKay, M. ve diğerleri (2012) . İletişim Becerileri (çev: Özgür Gelbal). Ankara:HYB Yayıncılık. http://tr.wikiquote.org/wiki/Charlie_Chaplin (Erişim Tarihi: 02.09.2012) Mutlu, E. (2004). İletişim Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Oskay, Ü. (1992). İletişimin ABC’si. İstanbul: İletişim Yayınları. Pease, A. (2003). Beden Dili (Çev: Yeşim Özben). İstanbul: Rota Yayınları. Pearson, J.C. ve diğerleri (2008). Human Communication. New York: McGraw-Hill Press. Reca, Ö.F. (2011). Başarılı ve Güzel Beden Dili ve Konuşma Sanatı. Ankara: Tutku Yayınevi. Richmond, V.P. ve diğerleri (2008). Nonverbal Behavior in Interpersonal Relations.New York: Pearson Education. Stubbs, R. & Hogan, K. (2003). Etkili İletişimin Önündeki 8 Engel (Çev: Özge Meliha Düzgün). İstanbul: Yakamoz Yayınları. Yazıcı, H. ( 2010). Kişilerarası İlişkilerde Sözsüz İletişim (ed. Âlim Kaya) Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim. Ankara: Pegem Akademi Yayınları. Yüksel, H. (2006). Sözsüz İletişim (edt. Uğur Demiray) Etkili İletişim. Ankara: Pegem Yayıncılık. 103 (Erişim 6 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Göstergenin ne olduğunu tanımlayabilecek, Göstergelerin sözsüz iletişim açısından önemini açıklayabilecek, Sözsüz iletişim içinde yer alan göstergelerin ne anlama geldiğini açıklayabilecek, Sözsüz iletişimde kulanılan göstergeleri günlük yaşam içinde kullanabilecek bilgi ve becerilerine sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Gösterge Mekan Anlam Renkler Sözsüz İletişim Zaman Giyim İçindekiler Giriş Gösterge Nedir? Sözsüz İletişim ve Göstergeler 104 Sözsüz İletişimde Göstergeler GİRİŞ Günlük yaşam içerisinde kendimiz ya da kimliğimiz hakkında karşımızdaki kişilere belki de çok farkında olmadan bilgiler aktarırız. Bunların bir kısmı söz ile gerçekleşirken büyük bir kısmı ise sözsüz olarak adlandırılan iletişim biçimleri ile gerçekleşir. Yapılan araştırmalar sözsüz olarak adlandırılan iletişim biçiminin çok daha önemli olduğunu göstermiştir.Toplum içinde yaşam alanlarımızın hemen hemen her anında karşımızdaki insanlarla iletişim kurmak amacıyla art arda sözcükler sıralayarak tümceler oluştururuz. Böylece sözcükler aracılığı ile düşüncelerimizi karşımızdaki insanlara aktarırız. İletişim çalışmaları içinde buna sözlü iletişim adı verilmektedir. Sözlü iletişimin yanısıra bir de el, yüz, göz gibi kısaca bedenimiz ile yaptığımız eylemlerle gerçekleştirdiğimiz başka bir iletişim biçimi daha vardır: Sözsüz iletişim. Böylece, yaşadığımız dünya üzerine birşeyler söyler ve sözlü iletişimde olduğu gibi duygu ve düşüncelerimizi bu yolla aktarmaya çalışırız. Kuşkusuz her iki iletişim biçiminde de karşımızdaki kişilerin referans çerçevesini göz önüne alarak söylemek istediklerimizi aktarmaya çalışırız. Böylece karşımızdaki insanlar bizim davranışlarımızı anlarlar ve iletişim gerçekleşmiş olur. İzgören (2006:5 )’e göre karşımızdaki insanla iletişim kurarken, bir mesajı iletirken üç kanalı kullanırız. Bunlar, söz, ses ve beden dilidir. Giyimimiz, duruşumuz, kullandığımız aksesuarlar ile konuşmaya başlamadan karşımızdakine kendimiz hakkında bilgi vermiş oluruz ya da benzer bir biçimde aynı yöntemle karşımızdaki kişi hakkında fikir yürütebiliriz. Sözsüz iletişim beden hareketleri, iki kişi arasındaki mesafe, yönelme, görünüş ,baş hareketleri,yüz ifadeleri, jestler,duruş,göz hareketleri, ses gibi ögeleri içine alır. Kısaca sözsüz iletişim jestler, göz hareketleri ya da ses biçimleri gibi kodlar aracılığı ile gerçekleştirilir. Bu kodlar sadece o ana ve o ortama ilişkin iletiler verebilirler. Örneğin, sesin tonu konuya ve dinleyicilere karşı o andaki tutumumuzu gösterir. Daha önceki duygularımız hakkında bilgi vermez ya da bir iletide bulunmaz (Fiske, 1996: 9496). Böylece konuşmacının karşısında yer alan dinleyici onun ses tonundan heyecanlı ya da sakin olduğunu anlayabilir. Ancak sözsüz iletişimin beden dilimizin yanısıra pek çok başka göstergesi vardır. Biz bu göstergeler aracılığı ile karşımızdaki insanlara hem kendimiz hakkında bilgi verirken hem de karşımızdaki insanlar hakkında bilgi ediniriz. Pease (2003: 17)’nin belirttiği gibi tüm diğer diller gibi beden dili de sözcükler, cümleler ve noktalama işaretlerinden oluşur. Her bir hareket tek bir sözcük gibidir ve bir sözcüğün birden fazla anlamı olabilir. Bir sözcüğün tam anlamını ancak onu diğer sözcüklerle birlikte bir cümlede kullandığınızda anlayabilirsiniz. Hareketler de “cümleler” halindedirler ve bu şekilde kaçınılmaz olarak bir kişinin davranış ve duyguları hakkında doğruyu söylerler. Bunlara göstergeler adı da verilmektedir. Bu göstergeler sözsüz iletişimin temel taşlarını oluşturmaktadır. Giysiler, mekan, renkler, zaman gibi kavramlar sözsüz iletişimin göstergeleridir. GÖSTERGE NEDİR? Gösterge denildiği zaman aklımıza Türkçe’de ilk gelen şey araçtır. Sözlükteki karşılığı “Bir aygıtın işlemesiyle ilgili kimi ölçümlerin sonucunu kendiliğinden gösteren “araç”tır. Otomobildeki benzin göstergesi, kumanda tablosuna yerleştirilmiş küçük bir araçtır. Otomobil sürücüsü buna bakarak depoda ne kadar benzin olduğunu anlar. Böylece ikide bir arabayı durdurup, benzin deposuna bakmak yerine benzin göstergesinin ibresine bakılarak durum görülür. O küçük araç, sürücünün iki de bir benzin deposuna bakıp durumunu saptaması gibi zahmetli ve zaman alıcı bir işlemin yerine geçer, sürücüye 105 benzin hakkında gerekli bilgiyi verir. Aynı şekilde ısıölçer de bir göstergedir. Bize ısı hakkında bilgi verir. Bir ısıölçerin ilettiği bilgiyi doğru anlamak için, hangi ısı birimine göre yapılmış olduğunu bilmemiz ve en azından sayıları okumayı öğrenmiş olmamız gerekir. Suyun sıcaklığını ölçmek için bir ısıölçer kullanmak, elimizi kaynar suya sokmaktan daha sağlıklı ve güvenli bir yoldur. Bu durumda gösterge, bizi bir ölçümü doğrudan doğruya yapmaktan kurtaran, bizim ölçme eylemimizin yerine geçen bir araç olarak tanımlanabilir. Burada unutulmaması gereken bir göstergeyi okuyabilmek için, nasıl okunacağını önceden öğrenmiş olmamız gerekir. Kuşkusuz sadece bize bilgi aktaran aracılar, okumayı bildiğimiz küçük araçlar değildir. Başka bir şeyin yerine geçip, kendisi o şey olmadığı halde o şeymiş gibi bize bilgi üreten başka türden aracılar da vardır. Örneğin, trafik işaretleri ya da bir film afişi gibi. Ancak bu bildirileri de anlayabilmek için trafik işaretlerinin dilini öğrenmiş olmak gerekmektedir. Kendisi o şey olmadığı halde, o şeyi çağrıştırarak iletişim sağlayan her aracı bir göstergedir (Erkman,1987:8-11). Göstergede yerine geçme önemlidir. Gösterge kendisi o şey olmadığı halde o şeyin yerine geçip o şeymiş gibi bilgi veren ya da üreten araçtır. Kısaca insanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları doğal diller, davranışlar, görüntüler, trafik belirtkeleri, bir kentin düzenlenişi, bir müzik yapıtı, bir resim, bir tiyatro, bir film, reklam afişleri, moda, yazınsal yapıtlar,bir mimarlık düzenlemesi, yani bildirişim amacı taşısın taşımasın her anlamlı bütün çeşitli birimlerden oluşan bir dizgedir. Gerçekleşme düzlemleri değişik olan bu dizgelerin birimleri de genelde gösterge olarak adlandırılır (Rifat,1990: 83 ). Gösterge Türleri Göstergenin gösteren ve gösterilen olmak üzere iki yanı vardır. Daha önce Sözlü İletişim ve Dil Ünitesi’n de gördüğünüz gibi bu ayrımı Ferdinand de Saussure gerçekleştirmiştir. Gösteren göstergenin algıladığımız imgesidir. Kağıt üzerindeki işaretler, havadaki sesler gibi. Göstergeler algı açısından (yani gösterge açısından ) beş gruba ayrılabilir( Erkman, 1987: 47-48 ): Kulağa yönelik göstergeler: Konuşma dili, müzik, araba sesleri, ıslıkla haberleşme, radyo yayınları gibi kulağa hitap eden her şeydir. Müzik dışında hemen hemen her tüm sesli göstergeler konuşma diliyle önceden uzlaşıma varılan göstergelerdir. Göze yönelik göstergeler: Yazı, resim, trafik işaretleri gibi gözümüzle algıladığımız her şey bu kümeye girer. Ancak, sinema, tiyatro, televizyon gibi iletişim araçlarından aldığımız iletiler hem göze hem de kulağa yöneliktir. Koku göstergeleri: Bir taksiye ya da odaya güzel koku yayan bir nesne asılmışsa, görmesek bile burnumuzla algılarız. Aynı şekilde traş losyonu, parfüm kullanan kişiler hakkında da kokular aracılığı ile fikir edinebiliriz. Tad göstergeleri: Yediğimiz yemeğin tadı, bazen kokusuyla birlikte yemeğin bayat ya da taze olduğu hakkında bilgi verir. Ancak bu yorumlarında kültüre bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Toplumsal alışkanlıklara bağlı olarak gelişmiştir. Dokunmayla iletilen göstergeler: Bir nesneye dokunmak bizde çeşitli olumlu olumsuz çağrışımlar oluşturabilir. O nesne hakkında dokunarak bilgi edinebiliriz. Başka birisinin bize dokunması da çeşitli uyarılar taşır. Örneğin, birisi hırsla yakamıza yapışmışsa onun bize saldıracağını ya da omuzumuza dokunmuşsa onun dostça yaklaştığını düşünebiliriz. Dokunma biçimine göre, hoşlanma, dostluk, düşmanlık gibi içerikler taşıyabilir. Ancak bu sınıflama yeterli değildir. Örneğin, akrabalık ilişkilerini, mimariyi bu ayrıma göre sınıflandırmak oldukça güçtür. Gösterilen ise göstergenin göndermede bulunduğu zihinsel kavramdır. Bu zihinsel kavram aynı dili paylaşan aynı kültürün insanları için ortaktır. Gösterilen kavramın gerçek dünya ile ilişkisini vurgular. Ancak gösterilen hiçbir zaman gerçek dünyadaki nesnelerin birebir benzeri ya da kopyası değildir. Dünya 106 hakkındaki duyumlarımızın, algılarımızın bir soyutlamasıdır. Örneğin, insanlar somut olarak hiç karşılaşmadıkları durum ve nesneleri hayalgücüyle üretip, bunlara adlar yakıştırabilirler. Masallardaki olağanüstü varlıklar, periler, yedi başlı devler gibi. Bu varlıkların somut karşılıkları olmayabilir, ama bunlar insanların bazı somut isteklerini, özlemlerini dışavurma çabalarıdır (Erkman,1987:45). Göstergeler yukarıdaki örnekte olduğu gibi yalnızca dile ait değildir. Değişik alanlarda sınıflandırılabilir. Charles Sanders Pierce, göstergeleri görüntüsel gösterge (ikon), belirti (index) ve simge olmak üzere üçe ayırmıştır. Görüntüsel gösterge (ikon): Görüntüsel gösterge nesnesiyle benzerlik taşıyan göstergedir. İletişim amaçlı üretilmiş bir gösterge türüdür. Fotoğraf görüntüsel göstergenin en belirgin örneğidir. Ayrıca harita ya da planlarda görüntüsel gösterge içinde yer alır. Belirtisel gösterge: Belirtisel gösterge nesnesiyle arasında nedenli bir ilişkisi olan göstergedir. Örneğin, duman ateşin, kara bulutlar yağmurun göstergesidir. Aynı şekilde tanımadığınız bir insana kendinizin fiziksel özelliklerini anlatırken ( bıyıklı, uzun saçlı, esmer v.b. gibi) kullandığınız kavramlar sizin belirtisel göstergelerinizdir. Belirtisel göstergeler iletişim amaçlıdır ve daha önce öğrenilmiş olması gerekir. Simge: Simge, nesnesiyle bağlantısı uzlaşıma ve anlaşmaya dayalı olan göstergedir. Nesnesiyle arasındaki ilişki nedensizdir. Simgelerde iletişim amaçlıdır ve dil simgenin en iyi örneklerinden biridir. Nişan yüzüğü, rakamlar, nazar boncuğu v.b. gibi şeyler de simge örnekleridir. Ancak simgelerin de uzlaşıma dayalı ve kültürel olduğunu unutmamak gerekir. Örneğin, nazar boncuğu doğu kültürlerinde kötülüklerden korunmanın bir simgesidir. Anlamını bilmeyenler için bir şey ifade etmez. Göstergeler ve Anlamlama İletişimin her türü anlam içermektedir. Yaşamımızın hemen hemen her alanında kullandığımız dil anlamı oluşturmada en etkili araçlardan biridir. Ancak iletişimin gerçekleşmesinde anlamın oluşmasını sağlayan tek araç dil değildir. Dil dışında da pek çok gösterge ya da araç ile iletişim süreci gerçekleştirilmiş olur. Göstergebilim iletişim sürecini bir anlam üretme eylemi olarak görür. Dolayısıyla göstergebilim, Sözlü İletişim ve Dil Ünitesi’nde söz edildiği gibi iletişim amaçlı bütün aracıları, göstergeleri inceleyen, birbirleriyle olan ilişkilerini araştıran, türlerini saptamaya çalışan bilimdir. Modadan, yazıdan, matematik formullerinden mimariye, resimden filme dek tüm kültür olgularını kapsayan geniş bir alana sahiptir. Göstergebilim kültür olgularını kapsayan bir bilim dalı olduğuna göre kültür ile yakından ilişkisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü göstergeler kültürel uzlaşımlara dayalıdır. Dil bunun en iyi örneklerinden biridir. Aynı kültürü ve dili paylaşan insanlar nesnelere kendi aralarında uzlaştıkları isimleri yakıştırmışlardır. Toplum içinde uzlaşım bir kez sağlandıktan sonra bunu kırmak oldukça güçtür. Gösterge ve göstergebilim konusunda ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz Fatma Erkman’ın Göstergebilime Giriş adlı kitabına bakabilirsiniz. Anlaşmaya varmanın ilk ve en önemli yolu uzlaşım ve kullanımdır. Bununla yazılı olmayan, ifade edilmeyen , bir kültürün üyelerinin paylaştığı deneyimden türetilen beklentiler anlatılmaktadır. Uzlaşım insanların belirli sınırlar içerisinde giyinmelerine ya da davranmalarına, televizyon programlarına, ev düzenlemelerine, yeme içme kültürüne dek yaşam içerisinde yer alan pek çok şeyi içermektedir. Sözsüz iletişimde kullanılan temel davranışların çoğunun dünya üzerinde aynı anlama gelmesine karşın örneğin, insanların mutlu olduklarında gülmeleri ya da üzgün olduklarında ağlamaları gibi bazı davranışlar kültürden kültüre farklılık gösterebilir. Örneğin, İskoçya’da erkeklerin etek giymesi normal karşılanırken bizim kültürümüzde etek giymiş bir erkek tuhaf karşılanabilir. Aynı şekilde Türk kültürü açısından bakıldığından yemek sunumunun bir düzeni vardır. Bir misafir ağırlayacağımız zaman Türk mutfağına göre misafire önce çorba, arkasından etli bir yemek ve pilav, ardından zeytinyağlı, tatlı ya da meyva ikram ederiz. Bu Türk kültürü açısından başarılı bir sunumdur. Çünkü toplum bu konuda uzlaşmıştır. Ancak iki farklı çorbayı ard arda sunmak konuklar tarafından tuhaf karşılanabilecek bir durumdur. 107 Çünkü bu sunum toplumsal uzlaşımlara ters düşmektedir ve iletişim süreci içinde anlamın oluşmasını engelleyecektir. Aynı şekilde yine Türk kültürü açısından bakıldığında yaşlıların elini öpmek bir saygı göstergesidir. Ancak başka bir toplumda yaşlı bir insanın elini öpmek yanlış anlaşmalara neden olabilir. Bu örnekler sözsüz iletişim göstergelerinin de tıpkı sözlü iletişim de olduğu gibi kültürel uzlaşımlara dayalı olduğunu göstermektedir. Sizde Türk Kültürü açısından kültürel uzlaşımlara dayalı göstergeleri araştırınız. Kodlar ve uzlaşımlar herhangi bir kültürün deneyiminin ortaklaşa paylaşılan merkezini oluşturmaktadırlar. Bunlar, toplumsal varoluşumuzu anlamamızı ve kendimizi kültürümüz içinde konumlandırmamızı olanaklı kılarlar. Kültürümüze üyeliğimizi sadece ortak kodlar aracılığıyla hissedebilir ve ifade edebiliriz. İster izleyici, ister kaynak olalım kodları kullanarak kendimizi kültürümüze dahil ederiz ve kültürün canlılığını ve varoluşunu sürdürürüz. Kültürün etkin, dinamik, canlı bir organizma olmasının nedeni, üyelerinin bu kültürün iletişim kodlarını etkin bir biçimde kullanmalarıdır (Fiske, 1996:112). Bunun yanısıra bu kodları etkin bir biçimde kullanabilmek için anlamlama adı verilen süreci de gözardı etmemek gerekir. Anlamlama süreci iki boyutta gerçekleşir. Düzanlam ve yananlam. Düzanlam Anlamlama sürecinin ilk boyutu düzanlam adı verilen boyuttur. Düzanlam nesneleri ya da görüntüleri gördüğümüzde aklımıza ilk gelen anlamdır. Örneğin, bir televizyon reklamında “kadın” gördüğümüz zaman, bu görüntüsel imge bizde kadın kavramını oluşturur. Eşdeyişle kadın görüntüsü ile kadın kavramı arasında bir bağ kurulur ve görüntüyle kavram eşleştirilir. Böylece anlamlama süreci gerçekleşmiş olur. Önce gerçek dünya vardır. İnsanlar gerçek dünyadaki olguları ve nesneleri şu ya da bu biçimde (içinde yaşadıkları kültüre göre de değişen biçimde) algılarlar, sınflandırırlar ve aralarında ilişkiler kurarlar. Bu sınıflandırmanın bir sonucu olarak (gerçek dünyanın, çevrenin bu sınıflandırmayı yönlendirmesi, kültürle çevre arasındaki bir etki-tepki mekanizmasının varlığı saklı kalmak koşuluyla) zihnimizdeki kavramlar ortaya çıkar (Erkman, 1987: 62). Kısaca kavramlar birinci aşamada gerçek dünyanın zihnimizdeki soyutlanmış karşılıklarıdır. Yukarıda da değinildiği gibi kavramların kültür olgusundan ayrı ya da kopuk olmadıklarını unutmamak gerekir. Bu nedenle, ortak kavramlara gönderme yapan göstergeler (masa, ev, kadın, erkek, koltuk v.b gibi) ilk çözümlemelerinde yani düzanlam boyutunda yanlış anlaşılma tehlikesine uğramazlar. Düzanlam keskinliğini yitirdikçe, aynı gösterene bağlı anlamların sayısı artabilir. Bu aşamada ortaya çıkan ve anlamlamanın ikinci boyutunu oluşturan yananlamlar ortaya çıkar. Yananlam Yananlam, göstergenin, kullanıcıların duygularıyla ya da heyecanlarıyla ve kültürel değerleriyle buluştuğunda ortaya çıkan etkileşimdir (Fiske, 1996: 116). Eşdeyişle anlamlama sürecinin ikinci boyutunu oluşturur ve yananlam boyutunda yorum ve yorumcu önem kazanır. Düzanlamın dışında oluşan yananlamlar da kültürel uzlaşımlardan ayrı düşünülemez. Çünkü nesneleri tanımıyorsak ya da anlamlarını bilmiyorsak yananlamları yorumlamamız olanaksızlaşır. Yananlama yine kadın kavramından örnek verebiliriz. Düzanlam boyutunda bir kadın görüntüsü gördüğümüzde kadın kavramını bildiğimiz için onu algılarız. Ancak bu kadının örneğin, giysileri ve takıları aracılığı ile kadın hakkında başka anlamlar üretmeye başlarız. Kadın etek ceket bir takım giyinmişse onun resmi dairede çalışan bir kadın olduğunu düşünebiliriz. Ya da tişört ve kot pantolon giyinmişse onun öğrenci olduğunu düşünebiliriz. Böylece giysiler aracılığı ile kadın hakkında bir fikir oluşturur ve yananlamları üretmeye başlamış oluruz. Yananlamlar kültüre özgü olarak üretilir. Bu nedenle yukarıdaki ünitelerde gördüğünüz gibi anlamın oluşmasında ve algılanmasında kültürel göstergeler büyük önem taşımaktadır. 108 SÖZSÜZ İLETİŞİM VE GÖSTERGELER Yukarıda da belirtildiği gibi sözsüz iletişim yalnızca beden dili ile sınırlanmamaktadır. Sözsüz iletişimde beden dilinin dışında pek çok gösterge yer almaktadır. Bu göstergeler bizim karşımızda bulunan kişiye ya da kişilere toplumsal konumumuz, yaşama bakış açımız gibi kişiliğimiz hakkında bilgi verici göstergelerdir. Örneğin, kullandığımız araba bir yandan ekonomik durumumuz hakkında bilgi verirken bir yandan da yaşama bakış açımızı gösterir. Aynı şekilde oturduğumuz semt, evimiz ve evimizin dekorasyonu toplumsal konumumuzu gösteren göstergelerdir. Bu örnekleri çoğaltmak olanaklıdır. Giysilerimiz, seçtiğimiz renkler, kullandığımız saat, kolye, yüzük gibi takılar, kravat, fular gibi aksesuarlar hep bizim hakkımızda bilgi veren göstergelerdir. Hatta yediğimiz yemekler bile kişiliğimizin ya da yaşam biçimimizin bir göstergesidir. Kısaca, beden dili de içinde olmak üzere sözsüz iletişimin bu göstergeleri bize ilişkin karşımızdaki kişi ya da kişilere şunların bilgisini verir. a. Öncelikle imajımızı oluşturan, imajımıza destek veren ya da imajımızı olumsuz olarak yansıtan şeylerdir. b. Ekonomik durumumuz hakkında bilgi verir. c. Kültür yapımız hakkında bilgi verir. d. Sosyal çevremiz ve sosyal yaşantımız hakkında bilgi verir. e. Duygu dünyamızla ilgili bilgi verir. f. Kendimize güven duyup duymadığımıza ilişkin bilgi verir. g. Yaşam kalitemizle ilgili bilgi verir (Kaşıkçı,2006 :81). Aşağıda bu göstergeler ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Giysiler Sözsüz iletişimin en önemli göstergelerinden biri giysilerdir. İnsanlar giysileri aracılığı ile karşısındaki kişilere kendisi hakkında pek çok bilgi aktarma olanağına sahip olmaktadırlar. Özellikle insanların durmadan kendileriyle ilgilendikleri bir çağda görünüm oldukça fazla önem kazanmıştır. Dolayısıyla kişiler giydikleri giysiler ve taktıkları aksesuarlar ile pek çok şey anlatırlar. Kısaca giysilerin kendine özgü bir dili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bunların yanısıra Davis (1997: 27)’e göre giyim tarzları da aslında hangi grup içinde ne rol taşıdıklarını gösterir. Kişiler içinde bulunulan toplumun giyim tarzınabağlıkalarak bir yandan da kendilerine ait bir tarz geliştirirler. Eş deyişle kişisel giyim biçimleri toplum tarafından da onaylanmak zorundadır. Giysiler insanın ruh halini de yansıtan göstergeler arasında sayılabilir. İnsanın keyfi yerinde değilse, dış görünüşlere artık özen gösterilmez, biçimler artık vurgulanmaz ve giysiler de renklerini yitirir. Yaşama sevincinin ağır bastığı zamanlar ve yaşama sevinciyle dolu insanlar hep çarpıcı renkleri yeğlemişlerdir. Özene bezene hazırlanmış, ağırbaşlı biçimler, tek renkliliğin ağır bastığı bedene sımsıkı oturtulmuş kesimler ciddiyeti, bir ölçüde de yaşama sırt çevirmeyi ifade eder. Giyimle kişi ne olduğunu değil de, ne olmak istediğini dışa vurmak ister (Zielke, 1993: 70- 72). Dolayısıyla insan gövdesi giysiyle bir şeyler anlatır. Bu gövde kendine özgü göstergeler taşıyarak hem toplumsal statü hem de erkek ya da kadın kimliğinin oluşumunda önemli bir yer tutar. Böylece giysiler aracılığıyla kimlik bedende sergilenmiş olur. Giyimimiz, duruşumuz, kullandığımız aksesuarlar ile konuşmaya başlamadan karşımızdakine kendimiz hakkında bilgi vermiş oluruz ya da benzer bir biçimde aynı yöntemle karşımızdaki kişi hakkında fikir yürütebiliriz. İletişimin gerçekleşebilmesinin koşullarından biri anlamın oluşturulmasıdır. Anlamın oluşturulması süreci bireyler arası iletişim açısından bakıldığında cinsel kimliğin tanımlanmasında da önemli bir yer tutmaktadır. Buna göre cinsel kimliğin en önemli göstergelerinden biri olan giysilerin oynadığı rol yadsınamaz. Giysiler statü göstergesi olarak da önemli bir yer tutmaktadır. Kişilerin giyindikleri giysinin kalitesi ya da markası, kullandığı aksesuarlar o kişinin toplumsal konumu hakkında bilgi verirken diğer yandan 109 kişi bu göstergeler aracılığı ile toplumda bir yer edinmeye çalışmaktadır. Örneğin, ayakkabı iyi bir statü göstergesidir. Yeni ve kaliteli ayakkabı giyenlerin üst konumda olduğunu, spor ayakkabıları seçenlerin spor giyinmeyi sevenler olduğunu, yüksek topuklu ayakkabıları seçenlerin ise dikkat çekmekten hoşlananlar olduğu düşünülebilir. Bir yandan statü kazanmak için giyilen giysiler diğer taraftan toplumsal değişmenin de kuşkusuz en önemli göstergelerinden biridirler. Örneğin, Atatürk Devrimleri arasında önemli bir yer tutan “Şapka Kanunu” modernleşmenin bir simgesi olarak toplumsal dönüşüm içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Böylece giysiler bir yandan da içinde bulunulan toplumsal yapının bir taşıyıcısı haline dönüşmektedir. Bunun yanısıra giysilerin değişen toplumsal yapı ve içinde bulunulan toplumun değerlerini de yansıttığını söylemek yanlış olmayacaktır. Giysiler içinde bulunulan toplumun kültürünü yansıtmaktadır. Ancak günümüzde küreselleşme olgusu ile birlikte hemen hemen dünyanın pek çok ülkesinde tek tip giysi biçimi yaygınlaşmaktadır. Örneğin, pek çok ülkede kot pantolan hem erkekler hem de kadınlar için spor giyimin simgesi haline dönüşmüştür. Bu tek tip giyimin oluşmasında kuşkusuz kitle iletişim araçları önemli bir yer oynamaktadır. Giysilerin de bir dili olduğu unutulmamalıdır. Özellikle bireylerarası iletişim de giysilerin önemi çok büyüktür. Bu kadar çok göstergeyi içinde barındıran giysilerin kültürel ve toplumsal özelliklerini Gordon, Tengler ve Infante (1982) şöyle özetlemektedirler: 1. Giysiler gelenekleri ve dinsel inanışları sürdürmenin bir aracıdırlar. 2. Giysiler kişinin kendisini güzelleştirerek bir imaj edinmelerini sağlar. 3. Kültürel değerler ve cinsel kimlikler hakkında bilgi vermeye yararlar. 4. Giysiler aracılığı ile otorite ve roller ayırt edilebilir. 5. Sonuç olarak giysiler statü kazanmanın bir göstergesidirler (Aktaran Malandro, Barker and Barker, 1989 : 67). Öte yandan ilk kez karşılaşılan bir insanın öncelikle giysileri dikkat çeker. Üzerindeki giysilere göre o kişinin toplumsal konumu belirlenebilir. Böylece o kişiyle nasıl bir iletişim kurulacağı da belirlenmiş olur. Bu nedenle giysi seçimi karşımızdaki kişilerle iletişim kurmada önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin, bir öğretmenin sınıfa çamurlu ayakkabılarla gelmesi öğrencilerin onu dinlemelerine engel olabilecek bir göstergedir . Aynı şekilde takım elbise ve kravat saygınlığın göstergesidir. Renkler va anlam bölümünde ayrıntılı olarak göreceğiniz gibi giysilerin oluşturduğu anlamda renk seçimininde büyük önemi vardır. Örneğin, bir iş görüşmesine siyah bir elbise ile gitmek güvenilir ve klasikliğin göstergesi iken kırmızı bir elbise giyinerek gitmek dikkat çekmeyi seven bir kişilik izlenimi yaratabilir. Kuşkusuz giysi ve renk seçiminin de kültürel değer ve normlara bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla etkili bir iletişimin gerçekleştirilebilmesi için özellikle iş ortamında, iş görüşmelerinde, görüşmeye uygun giyinmek önem kazanmaktadır. Aksesuarlar Giysilerin yanısıra aksesuarlarla da çevreye bir çok ileti verilebilir. Aksesuarlarda giysilerde olduğu gibi toplumsal statünün bir göstergesidirler. Ayrıca aksesuarlar kişisel imaj yaratmada önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin, gözü bozuk olmadığı halde numarasız gözlük takanlar, etraflarına bilgili ve entelektüel bir hava verebilirler (İzgören, 2006: 122). Özellikle pek çok politikacı gözlüğü etkin bir iletişim aracı olarak kullanmaktadır. Karşısındaki konuşuyorsa gözlüklerini takar ve koyu gözlükleri sayesinde konuşmacının onun gerçek duygularını öğrenmesini engellemiş olur. Ancak kendisi konuşmaya başladığında gözlüğünü çıkarır ve karşısındakine düşüncelerini etkili bir biçimde anlatır. Yukarıda da değinildiği gibi beden dili aksesuarlar aracılığı ile pekiştirilmektedir. Yine pek çok politikacının ya da televizyon programcılarının konuşurken ellerine bir kalem aldıkları ve program boyunca bunu ellerinde taşıdıkları görülmektedir. Bu eylem entelektüel bir imajı güçlendirmektedir (Salmış,2011: 272). Aynı 110 şekilde sigara, pipo ve puro da ayrı mesajlar verir. Sigara daha günlük ve sıradandır. Pipo içmek ise bir törendir, uzun zaman ister. Pipo entellektüelliği, biraz karamsarlığı, daha çok düşünceyi ve edebiyatı, ince bir müzik zevkini anlatır (İzgören, 2006 :122-123). Bunun yanısıra sigara içme günümüz insanının yüksek stres içeren toplum yaşamı ile ilgilidir. İnsanlar genellikle rahatlamak amacı ile sigara içerler. Ancak sigarada toplumsal statünün bir simgesidir. İçilen sigaranın markası ve dolayısıyla ücreti yaşam düzeyini gösterir. Ancak günümüzde sigara içmek ikinci sınıf vatandaş olmakla yakından ilgilidir. Kuşkusuz bunda sigaraya karşı yürütülen kampanyalarda önemli bir rol oynamaktadır. Tüm göstergelerde olduğu gibi sigara ve toplumsal dönüşüm arasında bir bağ vardır.Örneğin, bir dönem sigara modern olmanın bir göstergesidir.Özellikle kadınların sigara içmesi ve bu sigaraların ince ve kokulu olması gibi. Bunun yanısıra pipo ya da puro içmek erkekliğin bir göstergesidir. Purolar pahalılıkları ve büyüklükleri nedeniyle her zaman bir üstünlük işareti olarak algılanmaktadır (Pease,2003:140).Örneğin, filmlerde olduğu gibi patronlar puro içerler. Puro, sigara, gözlük gibi aksesuarların kullanımı bir yandan da kişinin o andaki ruhsal durumununda bir göstergesidir.Pease (2003 :141)’e göre sigara ve puronun ucunun sürekli kül tablasına vurulması bir iç çelişkinin söz konusu olduğunu ve sigara içeni rahatlatmanız gerektiğini gösterir. Örneğin, çoğu tiryaki sigaralarını kül tablasında söndürmeden önce belli bir noktaya kadar içerler. Tiryaki bir sigara yakar ve aniden normalde söndüreceğinden daha erken söndürürse konuşmayı bitirmeye karar verdiğini gösterir. Bu sonlandırma işareti için tetikte olursanız kontrolü elinize alabilir veya sizin fikrinizmişçesine konuşmayı bitirebilirsiniz. Aynı şekilde sürekli olarak gözlükleri çıkarıp camlarını temizlemek de gözlük takanların karar verirken zaman kazanmak için uyguladıkları başka bir yöntemdir. Birisinden karar vermesi istendikten sonra bu hareketle karşılaşılırsa genellikle sessizlik en iyi taktiktir. Aksesuarlar, kişinin sahip olduğu özellikleri vurgulama ve dikkat çekmek için kullanılabilir. Ancak kullanılacak aksesuarların görünüş ve giysiler ile uyumlu olması gerekmektedir. Örneğin, Sampson’a göre kişisel imaja katkıda bulunan mücevherler özensiz kullanıldığında olumsuz bir izlenim yaratılmasına neden olabilir. Üstünde ad yazılı bilezikler, ince altın zincirler, kalpli kolyeler fazla kişisel olmaları nedeniyle iyi bir imaj yaratmada özellikle iş yaşamında kullanılmamalıdır. Çünkü böyle bir imaj kişinin iş yaşamındaki görünümünde gereksiz yere karışıklık yaratacaktır (Aktaran Gürel, 1998: 435). Bu karışıklığın en iyi örneklerinden biri haber spikerlerinin zincir, bilezik gibi aksesuarlar kullanmasıdır. Haberin sunumu sırasında bu aksesuarların masaya çarpıp ses çıkarması olumsuzluklara neden olabilmektedir (Gürel,1998:435). Sizde çevrenizde olumsuzluklara neden olan aksesuarları araştırınız. Giysilerde olduğu gibi aksesurlar da bir statü göstergesi olarak kullanılmaktadır. Örneğin, güneş gözlüğü, kol düğmesi, baston, şemsiye, yüzük gibi aksesuarlar toplumsal sınıfları en iyi yansıtan göstergelerdir. Böylece kişi kullandığı aksesuarlar aracılığı ile karşısındakilere pek çok şey anlatır. Örneğin, kravatlı, gömleğinin kollarında düğmesi olan, ceketinde bir kurum ya da kuruluşun rozetini taşıyan birisinin hemen bir iş adamı ya da bürokrat olduğu düşünülebilir. Aksesuarlar ayrıca cinsel kimliğin bir göstergesidir. Örneğin, erkeklik iktidarının sembolü hiç kuşkusuz madalyalar ve nişanlardır. Hatta daha dar ölçüde rütbe ve görev işaretleri de bu gruba girer. Kendisinde yeterince kudret bulunmayan kimse böylesi bir işaretle falan partinin ya da filan kuruluşun tüm gücünün ardında bulunduğunu gösterir (Zielke, 1993: 67). Ancak dönemden döneme bu göstergeler değişebilir. Bunların yanısıra göstergelerin de kültürel olduğunu unutmamak gerekir. Örneğin, günümüzden 10 yıl önce küpe yalnızca kadınların kullandığı bir aksesuarken günümüzde erkeklerin de kullandığı bir aksesuar haline dönüşmüştür. Aynı şekilde bıyık ve sakallar da erkeklik göstergeleri arasında yerlerini alırlar. Kol düğmesi, kravat iğnesi, saat, yüzük, bileklik, kolye gibi aksesuarlar dönem dönem erkekler için vazgeçilmez olmuşlardır. Ancak Türk erkeğinin vazgeçemediği belki de yüzyıllardır kullandığı aksesuar olan tesbih önemli bir erkeklik göstergesi olarak varlığını sürdürmektedir. Bu göstergeler aracılığı ile karşımızdaki insanlara kendimiz hakkında bilgi verirken diğer yandan da karşımızdaki kişi hakkında bilgi edinmiş oluruz. Böylece sözsüz iletişim sürecinin bir bölümü gerçekleşmiş olur. 111 Yaşam Alanlarımız Mekanlar Yaşam içinde mekanlar da giysiler, aksesuarlar gibi pek çok şey söylerler. Yaşadığımız mekanlar aracılığı ile aslında kendimiz hakkında farkında olmadan pek çok bilgi aktarırız. Kuşkusuz bu süreç iletişimin bir parçasıdır. Sözsüz iletişimin gerçekleşme sürecine mekanlar aracılığı ile bakıldığında mekanların toplumsal değerler, cinsiyet rolleri, kimlik gibi kavramlar hakkında da bilgiler aktardığını görmek olanaklıdır. Örneğin, bir Türk evi ile İngiliz evi arasında pek çok farklılık vardır. Çünkü her iki evde yaşayan insanlar kendi kültürlerini mutlaka yaşam alanlarına aktarmışlardır. Aynı şekilde bir kadının yaşadığı ev ile bir erkeğin yaşadığı ev arasında da farklılıklar görülebilir. Bir mekana girdiğimizde o mekan içinde yaşayan insanların toplumsal sınıflarını, kimliklerini, cinsiyetlerini anlayabiliriz. Mekanın iç döşemesi, yapıldığı malzemenin kalitesi, bulunduğu semt, apartman ya da tek katlı oluşu, içindeki mobilyalar, dekorasyon biçimi gibi özellikler o evde yaşayan insanlar hakkında bilgi verici niteliktedir. Dahası toplumsal statü ve toplumsal değişim ile de yakından ilgilidir. Dolayısıyla mekan kavramı ve kültürel değerler birbiri ile yakından ilişkilendirilebilir. Örneğin 1950’li li yıllardan önce tek katlı evler kentlerde yaygın olarak varlığını sürdürürken, 1950’li yıllarda köyden kente göçün artması, tarımın sanayileşmesi ile birlikte toplumsal bir dönüşüm yaşanmış ve kentlerde gecekondu adı verilen yaşam alanları oluşmaya başlamıştır. Gecekondulaşmanın yanısıra yine aynı yıllarda apartmanların şehirlerde yoğunlaşması ve insanların apartmanda yaşamak istemeleri toplumsal statünün bir göstergesi olmuştur. Mekanların böylesine değişimi insan ilişkilerinin de farklılaşmasına yol açmış, Türk kültürü açısından çok önemli olan komşuluk ilişkilerinin bu yeni mekanlarda yok olması mekan ve toplumsal değer ilişkisinin bir örneği olarak verilebilir. Mekanlar yukarıda sözü edilenlerin yanısıra özel alanın dışında kamusal alanda da sözsüz iletişimin bir göstergesidir. Kamusal alanda bir odaya girildiği zaman o odanın bir memura mı ya da üst düzey bir yönetciye mi ait olduğu hemen anlaşılır. Örneğin, üst düzey bir yöneticinin odasına girildiğinde masasının ve koltuğunun büyük olduğu görülür. Bu yöneticinin diğer insanlar üzerindeki egemenliğinin bir göstergesidir. Aynı şekilde mekanın geniş olması da gücü göstermektedir. Yapılan araştırmalar geniş mekanlarda insanların algılarının daha açık olduğunu ve iletişimin daha verimli gerçekleştiğini saptamıştır. İnsanlar dar alanlarda daha dar kalıplara sıkışmaktadır. Eğer bir toplantının kısa sürede sona ermesi isteniyorsa dar bir mekan seçilmelidir. İnsanlar böylece egemenlik ve sahiplik duygularını mekan kullanımıyla ortaya koymaktadırlar (Kaşıkçı, 2006: 170- 171). Sözsüz iletişimde mekan kullanımında insanların kişisel olarak koydukları sınırlarda önemli bir yer tutmaktadır. Buna proksemik ( proxemics ) adı verilmektedir. Proksemik (proxemics) İletişim kurarken karşımızdaki insanlarla aramıza koyduğumuz mesafe kullanımını inceleyen bilim dalıdır. Kişilerin mekan kullanımında diğer insanlarla aralarına koydukları bu mesafeyi Hall bu mesafeyi dört ana grupta toplamıştır. 1. Mahrem alan: Kişinin kendine en yakın olan birkaç kişi için ayırdığı fiziksel uzaklık bakımından en yakın alandır. Bu alanda dostluk ve sevgiler paylaşılır. 2. Kişisel alan: Kişilerin yakın arkadaşlarıyla, yakınlarıyla ilişkide bulunduğu alandır. 3. Sosyal alan: Bu insanların sosyal ilişkilerde diğer kişilerle tuttuğu mesafedir. 4. Genel alan: Örneğin, parkta insanlarla tutulan mesafedir (Aktaran Baltaş ve Baltaş: 1992:114116). Mahrem alan samimi kişisel mesafe olarak da adlandırılır. En yakın uzaklık biçimidir. 30-35 cm’lik bir mesafeyi kapsar. Bu alan en çok güvenilen ya da duygusal bakımdan çok yakın hissedilen kişilerin girmesine izin verilen alandır. Örneğin, sevgililerin, anne babanın ve çocuğun girdiği alandır. Ayrıca güreş, basketbol gibi sporlarda da bu alana girilmektedir. Bu alana zorla girmek saldırganlık ve saygısızlık olarak algılanır. 112 Kişisel alan ise yarım metre ile bir metre arasında bulunmaktadır. Birbirini tanıyan insanlar bu mesafede iletişim kurarlar. İyi arkadaşların kullandıkları alandır. Sosyal ilişki mesafesi genellikle seksen santimle iki metre arasında değişmektedir. İşlerin rahatça konuşulduğu, resmi ilişkilerin sürdürüldüğü alan olarak tanımlanabilir. Satıcı ve müşteri arasındaki ya da meslektaşlar arasındaki alan örnek olarak verilebilir. Kamusal mesafe iki metreden başlayarak uzayan, genel topluma açık uzaklıkta, tanımadığımız kişiler için belirlediğimiz alandır (Bilbil, 1993: 400-401). Ancak bu alanlarında mekanların özelliklerine ya da kültürel değerlere göre değişebileceğini unutmamak gerekir. Örneğin, bir asansördeki otuz santimlik uzaklık kişisel yakınlık mesafesine girmektedir. Oysa asansörde tanımadığımız insanlarla birlikte olabiliriz. Dolayısıyla bu mesafe kamusal mesafe olarak tanımlanan mesafenin içinde yer alabilir. Aynı şekilde kültürel değerler çerçevesinde iki sevgili evde kucak kucağa oturabilir ama ev dışı pek çok mekanda bunu yapamaz (Erdoğan, 2012: 6). Tüm bunların yanısıra mekanları yansıtan mobilyalarında anlamı vardır. Örneğin, geleneksel Türk ailesinde yemek masası büyük bir önem taşır. Yemek masaları genellikle salonda yer alır ve akşam yemekleri için kullanılır. Çünkü tüm ailenin birlikte olduğu saatler genellikle akşam yemekleridir ve aile masa etrafında toplanıp bir yandan yemek yerken bir yandan da günün sorunlarını paylaşır. Günlük yaşam içerisinde mekan açısından önemli bir işleve sahip olan masa kamusal alanda da pek çok şeyin göstergesidir. Örneğin, yuvarlak masa rahat ve teklifsiz bir ortam yaratır. Eşit statüdeki insanların toplantılarında önemli bir yer tutar. Masayı kaldırarak daire şeklinde oturmak da aynı sonucu verir. Dikdörtgen masa da ise masanın başında oturan kişinin gücünün bir göstergesidir. Normal olarak çalışma masaları kare şeklindedir. Masa örneğinde olduğu gibi mekan içerisinde koltuklar da önemli bir yer tutmaktadır. Koltukları kullanarak statü ve güç arttırmakla birlikte, koltuğun büyüklüğü ve aksesuarları, koltuğun yerden yüksekliği önemli göstergelerdir. Koltuğun arkalığı ne kadar yüksek olursa oturan kişinin güç ve statüsü de o kadar yüksek olur. Krallar, kraliçeler ve diğer yüksek rütbeli kişilerin taht veya resmi koltuklarını arkalığı oldukça yüksektir. Aynı şekilde üst düzey yöneticiler de genellikle yüksek arkalıklı deri koltukta otururlar. Buna karşın misafir koltuğunun arkalığı alçaktır. Böylece mobilyalar aracılığı ile kişinin gücü ve toplumsal statüsü bir kez daha karşıdaki insana gösterilmiş olur (Pease,2003:178- 183). Böylece mobiyalarında toplumsal ilişkilerin ve iletişim anlaşılmasında önemli bir gösterge olduğu görülmektedir. Yukarıda sözü edilenler işığında mekanların toplumsal yaşam içinde önemli bir yere sahip olduğunu ve sözsüz iletişimin gerçekleşmesinde bir gösterge olduğunu söylemek olanaklıdır. Renkler ve Anlam Bir yaz günü kırda olduğunuzu düşünün. Toprak ıslak; yağmur yeni yağmış ve güneş batı yönünde ufka inerken hala pırıl pırıl. Gökyüzünün açık, berrak, masmavi bir bölümünde olağanüstü güzel bir renk kuşağı –gökkuşağı – görülüyor. Uzaklarda hala yağmur yağıyor. Bildiğiniz gibi yağmur damlalarına güneş geldiği zaman, damlalar milyonlarca cam prizma gibi ışığı gökkuşağının altı rengine ayırır. Renk kuramcısı ve ressam Jose M. Parroman renkleri böyle tanımlıyor (1991:12). Güneş tayfını ( Spektrum) renklere ayırdığımızda kırmızı, sarı, yeşil,mavi,siyah ve beyaz olmak üzere altı renk ile karşılaşmak olanaklıdır. Renkler üç temel gruba ayrılmaktadır. 1. Ana renkler: Kırmızı, sarı ve mavi. 2. Ara renkler: Yeşil, turuncu ve mor. 3. Ana ve ara renklerin karışımından oluşan renkler. Renkler soğuk renkler , sıcak renkler ve nötr renkler olmak üzere de sınıflandırılabilirler. Soğuk renkler: Mavi, beyaz, gümüş, pembe, lila, koyu kırmızı, bordo,vişne,gri gibi renklerdir. Soğuk ve açık renkler yapılan işe temizlik ve ferahlık duygusu katar. Soğuk ve koyu renkler ise genellikle 113 şirketlerin tercih ettikleri renklerdir. Çünkü bu renkler süreklilik ve kalite duygusu yaratmaktadırlar ve fazla dikkat çekmezler. Genellikle halkla ilişkilerciler ya da power point sunum yapacak olan kişiler, arka planda bu renkleri kullanırlar. Soğukluk ve koyuluk, metni ön plana çıkarır. Sunum sırasında bu renkler dikkat çekmediği için izleyiciler sunumun içeriğine yoğunlaşırlar (Çağan, 2005: 47). Sıcak renkler: Toprak ve güneş tonları, kiremit kırmızısı, sütlü kahve, zeytin yeşili, haki yeşil, bej, sarı, gül kurusu gibi renklerdir. Sıcak ve açık renkler sevimli, canlı ve genç bir görünüm sağlarlar. Bu renkler hemen göze çarpar ve dikkat çeker. Sıcak ve koyu renkler ise klasik ve geleneksel bir etki yaratır. Bu renkler aracılığı ile yapılan işe klasik bir hava verilebilir. Güç, otorite ve egemenlik duygusunu en iyi yaratan renklerdir (Çağan, 2005: 47-48). Nötr renkler: Yumuşatmada ve hafifletmede yardımcı olan renklerdir. Kendi başlarına güçlü bir anlamları olmamasından dolayı bu renklere nötr renkler denmektedir (Çağan, 2005: 48). Yaşamımızın heranında karşılaştığımız renkler anlamın oluşmasında önemli bir yer tutan ögeler arasında yer almaktadır. Renkler insanın kendini ifade etmesinin göstergelerinden biridir. Giysi seçiminde olduğu gibi renklerin seçimi ile de karşıdaki kişiye iletiler sunmak olanaklıdır. Renkler de anlamı taşıyan birer göstergedir ve iletişim kurmaya ve imaj yaratmaya yardımcı olurlar. Bunların yanısıra renk bağlamdan bağlama, kültürden kültüre değişik anlamlar içerebilir. Rengin anlamı kuşkusuz kültürel uzlaşımlara dayalıdır ve kültürden ayrı düşünmek olanaklı değildir. Aynı toplumda yaşayan ve aynı kültürü paylaşan insanlar renk konusunda aynı düşüncelere sahiptirler. Örneğin, pek çok toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da siyah matemin, korkunun, karanlığın rengi olarak algılanırken beyaz saflığın, temizliğin, masumiyetin rengi olarak algılanır. Ancak başka bir toplumda bu renklerin anlamları değişebilir. Tarih boyunca insanlar renklere hep bir anlam yüklemişlerdir. Özel günlerde giydikleri giysilerin gücüne inanmışlar, renklere yükledikleri anlamlara göre giyinmişlerdir. Tapınaklarını, inançları doğrultusunda, kutsal olarak gördükleri renklere göre boyamışlardır. Örneğin, eski Mısırlılar tapınaklarının tavanlarını cenneti çağrıştırdığı için maviye, zemini Nil Nehri’nin bereketini simgelediği için yeşile boyarlarmış. Buddha’nın ise ruhsal bilgeliği yüceltici konuşmalar yaparken sarı, insanoğlunun değişken kaderini düşünürken ise kırmızı kıyafetler giydiği söylenmektedir (Sungur, 2011: 2). Sizde farklı kültürlerde renklerin değişen anlamlarını araştırınız. Rengin anlamını kültürler belirler ama bir rengin kültürce belirlenmiş değişik anlamları olabilir. Özellikle çağımızda imaj yaratma önemli bir kavram haline dönüşmüştür. İmaj kimlik oluşumunun ve görünür olmanın yollarından biridir.Kuşkusuz görünürlüğü sağlayan en önemli sözsüz iletişim göstergelerinden biri de renklerdir. Bu nedenle renklerin anlamlarını çok iyi bilmek gerekir. Çünkü evimizde, işyerimizde, giysilerimizde seçtiğimiz renkler ile karşımızdakilere kendinimizi anlatırız.Yanlış bir renk seçimi yanlış anlaşılmamıza neden olabilir. Renklerin anlamlarına bakıldığında ise bu anlamların yaşamımızı nasıl etkilediğini görmek olanaklı olacaktır. Siyah Gücü, tutkuyu ve gizemi simgelemektedir. Karamsarlığı anımsatmasına karşın soyluluğun rengi olarak da kullanılmaktadır. Yukarı da da değinildiği gibi renkler kültürden kültüre farklı algılanabilir. Örneğin Japonya’ da siyah mutluluğun rengi olarak kullanılmaktadır. Konsantrasyonu en çok arttıran renk olarak da bilinmektedir (Sarıhan, 2007:2 ). Renklerin diline baktığımızda siyah sonsuz bir karanlığın simgesidir. İnsanlar üzerinde bilinmezliğin verdiği korkuyu yaratır. Aynı zamanda hem bilinmezliğin hem de gizemin simgesi durumundadır. Tüm bu olumsuzluklara karşın siyah bir tepki rengidir. Çünkü, insan sonsuz karanlıkları dağıtarak bir galibiyete ulaşmak ister. Siyah renk ayrıca kişiliği daha belirli bir 114 kimliğe de sokar (Yılmaz, 1991: 37-38). Bunun yanısıra siyah erkeğe atfedilen bir renktir. Erkek takım elbiselerinin siyah olarak tercih edilmesi bunun bir göstergesidir. Çünkü toplumda tıpkı siyah renge atfedilen anlamlar gibi erkek güç ve kararlılık gibi değerlerle özdeşleştirilmiştir. Beyaz Beyaz renk dengeyi simgeler. Bu bir “susuştur”. Ancak ‘yaşamı canlılığı’ içinde taşıyan, asla ‘ölüm’ gibi olmayan bir susuştur (Atalayer, 1994: 172). Beyaz da daima neşe ve sevinç öncesinin bir sessizliği vardır. Bundan dolayı da insan psikolojisinde beyaz, ferahlık, soğukkanlılık, samimiyet ve aydınlık duyguları uyandırır. Toplumsal değerlerde ise beyaz, “masumiyeti, temizliği ve asaleti” simgeler. Beyaz huzur ve güven verici bir etkiye sahiptir (Yılmaz, 1991: 43-44). Örneğin, gelinliklerin beyaz renk olması masumiyetin bir simgesi haline dönüşmesinin göstergesidir. Toplumsal değerlere açısından bakıldığında ise kadın masumiyeti, temizliği, asaleti, duruluğu ve bakireliği simgeler ve dolayısıyla beyaz kadın ile özdeşleştirilen bir renk olarak karşımıza çıkar. Beyaz siyahın tersine dışa dönüklüğü ifade eder. Ayrıca süt, yoğurt, peynir gibi gıda maddelerinin ve temizlik malzemelerinin ambalajlarının beyaz olması da sağlık ve hijyeni çağrıştırmaktadır (Sarıhan, 2007:2). Böylece tüketicilerde bu renk aracılığı ile ürünlerin satın alınma algısı oluşturulmaktadır. Gri Kuşkulu, kararsız ve tarafsız bir ruh halinin göstergesidir. Enerji yoksunluğu ve kararsızlığı çağrıştırmaktadır. Diplomatik ve ağır bir renk olmasına karşın hareketsizliği de beraberinde getirmektedir (Sarıhan, 2007:2). Gri, beyaz ve siyahın birleşiminden oluşan bir renktir. Tutucu, hüzünlü, sıkıntılı duyguların göstergesidir. Genellikle siyah da olduğu gibi cenazelerde görülen bir renktir (Çağan, 2005: 54). Kırmızı Gücü, yaşam sevincini, iktidarı, erkekliği ve dinamizmi simgelemektedir. Kırmızı heyecan verici bir renktir (Kanat, 2001: 98). Ayrıca renk tayfının ilk rengidir . Motivasyon, teşvik, hareketlilik ve arzuyu anlatır. Yeni bir yaşam, yeni bir başlangıç vaat eder (Sun and Sun, 1998 :50). Kırmızı soğudukça kendini mavinin dinlendirici etkisine bırakır ve aktifliğini kaybeder (Yılmaz, 1991: 20-22). Açık tonları güç, atılganlık, enerji ve neşeyi simgeler. Orta tonda kırmızı etkinliği , gücü ve hareketi çağrıştırır. Koyu kırmızı ise iktidarı simgeler. Kırmızı iştah açıcı bir renk olarak bilinmektedir. Bu yüzden genellikle gıda sektöründe yer alan firmaların logoları kırmızı renktedir (Sarıhan, 2007:3). Ayrıca “dikkat elektrik kaçağı olabilir” ya da “tehlikeli bölge” gibi yasak bölgelerin levhalarındaki işaretler kırmızıdır. Çünkü kırmızı dikkat çekici bir renktir ve bu renge bakan kişiyi uyarır (Çağan, 2005:31). Pembe Pembe romantik bir renk olarak algılanmaktadır. Ayrıca şefkat, saflık ve aşk duygularını çağrıştırmaktadır. Pembe olumlu değerlerle yüklenmiştir. Örneğin, “Çok genç, dünya onun için toz pembe” tümcesi ya da mutlu olunduğunda “Hayat çok güzel her şey toz pembe” denilmesi toplumun pembeye yüklediği olumlu değerleri göstermektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında bakıldığında pembeye yüklenen anlamlar toplumda kadına yüklenen anlamlarla eş değerdir. Dolayısıyla pembe kadınlığın rengi olarak anılmaktadır. Kültürel açıdan bakıldığından pembe takım elbise giyinen bir erkek toplum tarafından yadırganabilir. Aynı şekilde kız bebeklere pembe, erkek bebeklere mavi takımların hazırlanması renk kültür ve cinsiyet açısından önemli göstergeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kahverengi Renkler içinde en realist olanıdır. Sağlıklı yaşam ve gündelik işi simgelemektedir. Koyu tonlara yaklaştıkça siyahın özelliklerini üstlenmektedir. Yapılan araştırmalar kahverenginin hareketi hızlandırdığını göstermektedir. Bu nedenle özellikle fast food restoranlarda kahverengi sandalyeler kullanılmaktadır. Böylece müşterilerin biran önce yemeklerini yiyip kalkmaları sağlanmaktadır (Sarıhan, 2007:3). 115 Bürolarda kahverengi kullanılmamalıdır. Profesyonel toplantılarda, özellikle iş görüşmelerinde kahverengi takım elbise giyilmesi olumsuz bir etki yaratabilir. Çünkü kahverengi toprağın rengidir ve insanın içinde kaybolmasına neden olabilir. Kahverengi aynı zamanda teklifsiz, rahat bir renk olarak kabul edilmektedir. Karşınızdaki kişinin kendini resmiyetten uzak, daha rahat hissetmesini ve açılmasını sağlar (Sarıhan, 2007: 3). Örneğin, pek çok televizyon programcısı karşısındaki konuğunu daha rahat konuşturabilmek için kahverengi kıyafetleri tercih etmektedir. Turuncu En dikkat çekici renktir. Büyük bir enerjiye sahiptir. Eğer bir ürün ya da markada kullanılmış ise “herkes içindir” mesajını yollar. İnsanlar turuncu bir kapıdan rahatlıkla girebileceklerine inanırlar (Sarıhan, 2007: 3). Örneğin, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’n de dersliklerde turuncu renk ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Özellikle öğrencilerin oturacakları sandalyeler turuncu renktedir. Böylece hem enerji yüksek tutulmuş hem de dikkat dağılması önlenmeye çalışılmıştır. Bunların yanısıra turuncu giysiler de etrafa enerji veren giysilerdir. Yeşil Varolan renklerin en sakinidir. Yeşil güven verir. O yüzden bankaların logolarında en çok tercih edilen renklerden biridir. Yaratıcılığı arttıran bir renktir. Bazı büyük oteller aşçıların yaratıcılığının artması için özellikle mutfaklarını yeşile boyamaktadırlar (Sarıhan,2007:3). Yeşilin enerjisi paylaşım, uyum, vericilik ve yardımseverliği yansıtmaktadır. Bir anlamda koruma ve güvenin simgesidir (Sun and Sun,1992: 55). Yeşilin rahatlatıcı gücünden dolayı hastanelerin iç mekanlarında da yeşil yoğun olarak kullanılmaktadır. Doğayı en çok çağrıştıran renktir. Bu nedenle marketlerin sebze reyonların da da yeşil ağırlıklı olarak kullanılmaktadır (Sarıhan,2007:4). Bunların yanısıra yangın çıkışı ve kaçış yerlerinin rengi yeşildir. Çünkü kafası karışık, stres ve gerilimi yükselmiş olan insanların saniyeyle sakin karar vermesi gerekmektedir. Bu nedenle yeşilin sakinleştirici ve gerilimi azaltan etkisinden buralarda yararlanılmaktadır (Çağan,2005: 31). Mavi Mavi renk tayfının soğuk kısmında yer alır. Sorumluluk, güzellik ve incelik ile bağdaştırılmaktadır (Sun and Sun,1992: 58). Yetişkin insanların tercih ettiği bir renktir. Bir yandan olgunluğu simgelerken bir yandan da çocukluk anılarını çağrıştırmaktadır. Arap kültüründe ise mavi taşların kanın akışını yavaşlattığına inanılmaktadır. Bu nedenle nazar boncukları mavi taştan yapılmaktadır. Bunun yanısıra mavi özellikle koyu mavi sonsuzluğu, otoriteyi ve verimliliği çağrıştırır. Devlet başkanlarının lacivert takım elbise seçmelerinin nedeni buna bağlanabilir. Bankaların logolarında ve imaj oluşturma çabalarında en çok kullandıkları iki renk mavi ve yeşildir. Maviyle büyüklüklerini, yeşille güvenilirliklerini vurgularlar (Sarıhan,2007:4). İş yaşamında yapılan düzenleme ve kurallar mavi ile yazılmaktadır. Çünkü mavi renk okuyanı (kural onun istemediği gibiyse) sakinleştirir (Çağan,2005: 32). Sarı Renklerin en ışıklısı ve en göze çarpanıdır. Yaşamı, dışavurumu ve coşkuyu simgeler. Altının ve güneşin rengi olmasından dolayı bereketin simgesi olarak da kullanılır. Sarı olumlu değerler yüklenmiş bir renktir ve dikkat çekicidir. Türk kültüründe yeni doğan bebeklerin yüzlerinin sarı örtü ile örtülmesi sarının iyileştirici özelleğine dayanmaktadır. Sarı dikkat çekiciliğin yanında geçiciliğin rengi olarak da bilinir. Bu nedenle dünyadaki pek çok ülkede dikkat çeksin ve geçici olduğu bilinsin anlamında taksiler sarı renktedir. Geçici olduğu düşünüldüğü için bankaların logolarında çok fazla kullanılmaz. Sarı, bebek gözünün gördüğü ilk renk olmasından dolayı en dikkat çeken renk olarak bilinir. O nedenle karayolları çizgileri, tabelaları ve bir çok alanda kullanılan uyarı işaretlerinin rengi sarıdır (Sarıhan, 2007:4). Ancak bazı kültürlerde sarı ihanetin rengi olarak da anılmaktadır. 116 Mor Mor kendine saygıyı, asaleti itibarı simgeler. Sanatçılık, tolerans ve anlayış bu renk ile özdeşleştirilmiştir. Ancak morun geriletici özellikleri arasında sorumsuzluk, saygısızlık ve tartışmacı yaklaşımlar vardır (Sun and Sun, 1998: 60). Bunun yanısıra mor gizemin rengidir. Bir yandan melankoli ve onuru simgelerken diğer yandan aklın simgesi olarak bilinmektedir. Mor kadınların rengidir. Bu yüzden pek çok kadın derneği ve kuruluşu logolarında ya da isimlerinde moru kullanmaktadır. Kişisel imaj oluşturulurken öncelikle renklerin anlamının bilinmesi gerekmektedir. Giysilerimizde, evimizde ya da işyerimizde seçtiğimiz renkler karşımızdaki insanlara vermek istediğimiz mesajlara uygun olmalıdır. Ayrıca giysilerimizde seçeceğimiz renkler gideceğimiz ortama uygun olarak seçilmelidir. Örneğin, bir cenaze törenine pembe bir kıyafetle gitmek yanlış anlaşılmalara neden olabilir. Kişisel imajın oluşmasının yanısıra kurumsal imajın oluşmasın da da renklerin büyük önemi vardır. Renklerin insan üzerinde etkisinin ne denli önemli olduğu bilinmektedir. Bu nedenle pazarlama ve marka çalışmalarında rengin önemli bir öge olduğu unutulmamalıdır. Kurumun imajı açısından büyük önem taşıyan renklerin bütünlüğü, oluşturduğu anlam, kurumun hedef kitlesi, kurumun içinde bulunduğu kültürel ortam açısından önem taşımaktadır. Örneğin, renklerin toplumsal anlamları göz önüne alındığında erkeklere pembe renkli bir araba pazarlamak doğru bir seçim olmayacaktır. Aynı şekilde restoranlarda yoğun pembe kullanmak yine yanlış bir seçim olacaktır. Çünkü pembe iştah kapatan bir renktir. Kısaca içinde bulunulan mekanlarda canlı renkler mutluluk ve huzur, donuk renkler ise huzursuzluk ve sıkıntı yaratır. Sizde çevrenizde doğru ya da yanlış renk seçen kurum ve kuruluşları araştırınız. Zaman Sözsüz iletişimin göstergelerinden biri de zaman kavramıdır. Çağdaş yaşam içerisinde zaman kavramının önemi ve değeri daha fazla artmıştır. Zamanı iyi değerlendirmek, zamansızlık, boş zaman, zamanı harcamak gibi deyişler artık günlük konuşma dilinin bir parçası haline gelmiştir. Bu nedenle günümüzde zaman kavramı ve zamanı planlama üzerine pek çok bilimsel çalışma ve araştırma yapılmaktadır. Zaman kavramı üzerine şimdiye dek pek çok şair, filozof ve bilim insanları çalışmışlar ve zamanı tanımlamaya çalışmışlardır. Zamanı tanımlamak oldukça güçtür. Çünkü zaman göreceli bir kavramdır ve kişiye göre değişebilen bir şeydir. Örneğin, sıkıcı bir mekanda, çok hoşlanmadığınız insanlarla birlikteyseniz zaman geçmeye bilir. Aynı şekilde çok sevdiğiniz bir işi yaparken ya da, sevdiğiniz insanlarla birlikteyken zamanın nasıl geçtiğini anlamayabilirsiniz. Zaman kişisel olarak algılanan bir olgu olduğuna göre kimi insanlar zamanı düz ve daima ileriye doğru giden bir çizgi olarak görebilirler. Kimileri ise pürüzlü, dalgalı bir çizgi olarak tanımlayabilir. Kimileri bir dizi noktadan ve kesintili çizgilerden oluştuğunu düşünebilir. Kimileri değişik hızlarda hareket eden bir dizi nokta ya da çizgi olarak algılar zamanı. Ya da herşeyi yutup hiçbir şeyi geri vermeyen bir kara delik olarak düşünülebilir (Atkinson, 1997: 31). “Zaman harcamak”, “zaman kazanmak”, zaman kaybetmek” , “zaman öldürmek”, “uçup giden zaman”, ya da “uzayıp giden zaman”, tümceleri günümüzde sıklıkla kulanılan tümcelerdir. Kişi bunaldığında ya da çok işi olduğunda zamanı kendisine bir düşman olarak görebilir. Bu duygularını da bedenine yansıtarak karşısındaki insana duygularını aktarabilir. Örneğin, karşısındaki kişiye kızgın bir ifadeyle bakabilir ya da karşısındakini dinlemeyerek bu duygusunu göstermiş olur. Sözsüz iletişim açısından zaman kavramına bakıldığında ise zamanı iyi değerlediren ve zamanı iyi değerlendiremeyen insanlar davranışları ile bunu dile getirirlerken kendi kişilik tiplerini de ortaya koyarlar. Örneğin, aceleci bir kişiliğe sahip olanlar, zamanın denetimden çıktığı duygusuna kapılırlar ve bunları tüm davranışlarına yansıtırlar. Aceleci kişiliğe sahip olanlar kendilerini devamlı bir faaliyete bulunma zorunda hissederler ve zaman konusunda işleri daha çok çıkmaza sokabilirler (Atkinson, 1997: 117 25). Bunun yanısıra bazı kişilik tipleri ise hiçbir şey dert etmeyen, ağır çalışan, sosyal yaşama önem veren kişilerdir. Bu tür kişiler çevreleri tarafından zamanında hiçbir işi yetiştiremedikleri için zamanı iyi değerlendiremeyen ya da verdiği sözü tutmayan kişiler olarak algılanabilirler. Öte yandan zaman kavramı kişisel özelliklerin yanısıra kültürel özelliklere göre de değişebilen ve algılanabilen bir kavramdır. Örneğin, Akdeniz ülkelerinde zaman çok daha esnek bir kavram olarak algılanırken, Avrupa ülkelerinin pek çoğunda zaman iyi değerlendirilmesi ve boşa harcanmaması gereken bir kavram olarak algılanmaktadır. Bu nedenle özellikle çağımızda hem kişisel hem de kurumsal olarak zaman yönetimi önem kazanmaktadır. Zaman yönetimi, analizlerden ve planlamadan yararlanmayı gerektirir. Zamanı kullanırken ne gibi problemlerle karşılaşılacağının ve bunların nedenlerinin bilinmesi gerekir (Sabuncuoğlu, 2010: 7). Zamanı etkin kullanmaya yönelik olarak yapılan çalışmalar hem yöneticiler hem de çalışanlar açısından sayısız yararlar sağlamak tadır. Ancak yöneticilere zaman kaybettiren, belli başlı zaman tuzakları bulunmaktadır. Bunlar, öz disiplin yokluğu, bireysel hedeflerin belirsizliği, erteleme oyalama, plansızlık, öncelikleri belirleyememe, yetki vermeme, erteleme ve ziyaretçilere hayır diyememe, verimsiz toplantılar, dağınık büro ve masa gibi etkenlerdir (Sabuncuoğlu, 2010: 45- 83). Özellikle işletmelerdeki olumsuzlukların pek çoğu iletişimsizlikten kaynaklanabilir. Çalışanlar arasında doğru bir iletişim kurulamaması zaman kaybına neden olabilir. Ya da verimsiz kurulan bir iletişim zaman alabilir. Bu noktada sözsüz iletişim göstergelerinin önemli bir yeri vardır. Örneğin, dağınık bir masa görüntüsü karşıdaki insana düzensizlik ve zamanı iyi kullanamama gibi iletiler iletebilir. Sözsüz iletişimin doğru gerçekleşebilmesi için zaman kullanımına dikkat edilmesi gerekir. 118 Özet iletişimin gerçekleşmesinde anlamın oluşmasının önemi büyüktür. Günlük yaşam içerisinde kendimiz ya da kimliğimiz hakkında karşımızdaki kişilere belki de çok farkında olmadan bilgiler aktarırız. Bunların bir kısmı söz ile gerçekleşirken büyük bir kısmı ise sözsüz olarak adlandırılan iletişim biçimleri ile gerçekleşir. Bu nedenle sözsüz olarak adlandırılan iletişim biçiminin çok daha önemli olduğu saptanmıştır. İletişim aslında anlam üretme ile gerçekleşen bir süreçtir. Anlamın oluşturulmasında kuşkusuz en etkili araç dildir. Ancak dilin dışında başka pek çok gösterge aracılığı ile anlam üretilir ve iletişim sağlanmış olur. Bu göstergeler sözsüz iletişim olarak adlandırılan ve günlük yaşam içerisinde farkında olmadan kullanılan en etkin iletişim biçiminin içinde yer almaktadır. Eş deyişle sözsüz iletişimi sadece beden ile sınırlamak doğru değildir. Beden dilinin dışında pek çok gösterge sözsüz iletişim içinde yer almaktadır. Bu göstergeler bizim karşımızda bulunan kişiye ya da kişilere toplumsal konumumuz, kişiliğimiz, yaşama bakış açımız gibi kendimiz hakkında bilgi verici göstergelerdir. Örneğin, kullandığımız araba bir yandan ekonomik durumumuz hakkında bilgi verirken bir yandan da yaşama bakış açımızı gösterir. Aynı şekilde oturduğumuz semt, evimiz ve evimizin dekorasyonu toplumsal konumumuzu gösteren göstergelerdir. Bu örnekleri çoğaltmak olanaklıdır. Giysilerimiz, seçtiğimiz renkler, kullandığımız saat, kolye, yüzük gibi takılar, kravat, fular gibi aksesuarlar hep bizim hakkımızda bilgi veren göstergelerdir. Hatta yediğimiz yemekler bile kişiliğimizin ya da yaşam biçimimizin bir göstergesidir. Sözsüz iletişim genel olarak insan bedeninin hareketleri olarak algılanmaktadır. Beden hareketlerinin yanısıra, kişiler arasındaki mesafe, görünüş, yüz ifadeleri yani jestler ve mimikler, göz ve baş hareketleri, ses gibi ögelerde sözsüz iletişimin içinde yer almaktadır. Sözsüz iletişim jestler, göz hareketleri ya da ses biçimleri gibi kodlar aracılığı ile gerçekleştirilir. Bu kodların oluşmasında göstergeler önemli bir yer tutmaktadır. Giysiler, mekan, renkler, zaman gibi kavramlar sözsüz iletişimin göstergeleridir. Bu göstergeler aracılığı ile karşımızdaki insanlarla iletişim kurar ve kimliğimiz hakkında iletiler sunmuş oluruz. Gösterge bizi bir ölçümü doğrudan doğruya yapmaktan kurtaran, bizim ölçme eylemimizin yerine geçen bir araç olarak tanımlanabilir. Ancak bir göstergeyi okuyabilmek için, nasıl okunacağını önceden öğrenmiş olmamız gerekir. Kuşkusuz sadece bize bilgi aktaran aracılar, okumayı bildiğimiz küçük araçlar değildir. Başka bir şeyin yerine geçip, kendisi o şey olmadığı halde o şeymiş gibi bize bilgi üreten başka türden aracılar da vardır. Örneğin, trafik işaretleri ya da giydiğimiz giysiler gibi. Ancak bu bildirileri de anlayabilmek için giysilerin ya da trafik işaretlerinin dilini öğrenmiş olmak gerekmektedir. Kısaca kendisi o şey olmadığı halde, o şeyi çağrıştırarak iletişim sağlayan her aracı bir göstergedir. Bu göstergeler öncelikle bizim kişisel imajımızı oluştururlar. Bunun yanısıra ekonomik durumumuz, kültür yapımız, sosyal çevremiz ve sosyal yaşantımız, duygularımız, kendimize duyduğumuz güven ve yaşam biçimimiz ile ilgili bilgileri verirler. Bu bilgileri aktardığımız en önemli sözsüz iletişim göstergeleri giysiler, aksesuarlar, renkler, mekanlar ve zamandır. Göstergenin gösteren ve gösterilen ve olmak üzere iki yanı vardır. Gösteren, göstergenin algıladığımız yanıdır. Gösterilen ise gösterenin göndermede bulunduğu zihinsel kavramıdır.Bu zihinsel kavram aynı dili, aynı kültürü paylaşan insanlar için ortaktır. Dolayısıyla göstergeler toplum tarafından onaylanan uzlaşımlara dayanmaktadır. O yüzden göstergeleri anlayıp, yorumlayabilmek için o toplumun kültürel özelliklerini de bilmek gerekir. Herhangi bir toplum için anlamlı olan bir davranış başka bir toplum için anlamsız olabilir ve yadırganabilir. Bu nedenle göstergelerin anlaşılmasında ve Sözsüz iletişimin en önemli göstergelerinden biri giysilerdir. İnsanlar giysileri aracılığı ile karşısındaki kişilere kendisi hakkında pek çok bilgi aktarma olanağına sahip olmaktadırlar. Kişiler giydikleri giysiler ve taktıkları aksesuarlar ile pek çok şey anlatırlar. Giysilerin kendine özgü bir dili vardır ve bu dil aracılığı ile toplumsal statü ya da cinsiyet hakkında bilgi verilmiş olur. Giysiler bir yandan da toplumsal dönüşümü yansıtır ve moda kavramından ayrı düşünülemez. 119 Giysilerin yanısıra aksesuarlarla da etrafa bir çok ileti verilebilir ve sözsüz iletişimin önemli bir göstergesi olarak karşımıza çıkar. Aksesuarlar da giysilerde olduğu gibi toplumsal statünün bir göstergesidirler. Ayrıca aksesuarlar kişisel imaj yaratmada önemli bir yer tutmaktadır. Yaşamımızın her anında karşılaştığımız renkler de anlamın oluşmasında önemli bir yer tutan göstergeler arasında yer almaktadır. Renkler, insanların algıları içinde yer alır ve farkında olmadan insanlar renklerden etkilenirler ya da karşılarındaki kişileri renkler aracılığıyla etkilerler. Renkler simgesel anlatımın ya da sözsüz iletişimin önemli bir göstergesi olarak tarih boyunca kullanılmıştır. Yaşam içinde mekanlar da giysiler, aksesuarlar gibi pek çok şey söylerler. Yaşadığımız mekanlar aracılığı ile aslında kendimiz hakkında farkında olmadan pek çok bilgi aktarırız. Kuşkusuz bu süreç iletişimin bir parçasıdır. Sözsüz iletişimin gerçekleşme sürecine mekanlar aracılığı ile bakıldığında mekanların toplumsal değerler, cinsiyet rolleri, kimlik gibi kavramlar hakkında da bilgiler aktardığını görmek olanaklıdır. Örneğin, bir Türk evi ile İngiliz evi arasında pek çok farklılık vardır. Çünkü her iki evde yaşayan insanlar kendi kültürlerini mutlaka yaşam alanlarına aktarmışlardır. Aynı şekilde bir kadının yaşadığı ev ile bir erkeğin yaşadığı ev arasında da farklılıklar görülebilir. Renkler insanın kendini ifade etmesinin göstergelerinden biridir. Giysi seçiminde olduğu gibi renklerin seçimi ile de karşıdaki kişiye iletiler sunmak olanaklıdır. Renkler de anlamı taşıyan birer göstergedir ve iletişim kurmada ve imaj yaratmada yardımcı olurlar. Özellikle çağımızda imaj yaratma önemli bir kavram haline dönüşmüştür. İmaj kimlik oluşumunun ve görünür olmanın yollarından biridir. Kuşkusuz görünürlüğü sağlayan en önemli sözsüz iletişim göstergelerinden biri de renklerdir.Bu nedenle renklerin anlamlarını çok iyi bilmek gerekir. Çünkü evimizde, işyerimizde, giysilerimizde seçtiğimiz renkler ile karşımızdakilere kendinimizi anlatırız.Yanlış bir renk seçimi yanlış anlaşılmamıza neden olabilir. Yaşam içinde mekanlar da giysiler, aksesuarlar gibi pek çok şey söylerler. Yaşadığımız mekanlar aracılığı ile aslında kendimiz hakkında farkında olmadan pek çok bilgi aktarırız. Kuşkusuz bu süreç iletişimin bir parçasıdır. Sözsüz iletişimin gerçekleşme sürecine mekanlar aracılığı ile bakıldığında mekanların toplumsal değerler, cinsiyet rolleri, kimlik gibi kavramlar hakkında da bilgiler aktardığını görmek olanaklıdır. Renkler kültürden kültüre değişik anlamlar içerebilir. Rengin anlamı kuşkusuz kültürel uzlaşımlara dayalıdır ve kültürden ayrı düşünmek olanaklı değildir. Aynı toplumda yaşayan ve aynı kültürü paylaşan insanlar renk konusunda aynı düşüncelere sahiptirler. Örneğin, pek çok toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da siyah matemin, korkunun, karanlığın rengi olarak algılanırken beyaz saflığın, temizliğin, masumiyetin rengi olarak algılanır. Ancak başka bir toplumda bu renklerin anlamları değişebilir. Bir mekana girdiğimizde o mekan içinde yaşayan insanların toplumsal sınıflarını, kimliklerini, cinsiyetlerini anlayabiliriz. Mekanın iç döşemesi, yapıldığı malzemenin kalitesi, bulunduğu semt, apartman ya da tek katlı oluşu, içindeki mobilyalar, dekorasyon biçimi gibi özellikler o evde yaşayan insanlar hakkında bilgi verici niteliktedir. Özel alanda olduğu gibi kamusal alanda da mekanlar pek çok şeyin göstergesidir. Mekanlar aracılığı ile kişinin konumu ve statüsü anlaşılır. İnsanlar egemenlik ve sahiplik duygularını mekan kullanımıyla ortaya koyarlar ve kendi konumları hakkında bilgi verirler. Sözsüz iletişimin göstergelerinden biri de zaman kavramıdır. Çağdaş yaşam içerisnde zaman kavramının önemi ve değeri daha fazla artmıştır. Zamanı iyi değerlendirmek, zamansızlık, boş zaman, zamanı harcamak gibi deyişler artık günlük konuşma dilinin bir parçası haline gelmiştir. Zaman kavramı üzerine şimdiye dek pek çok şair, filozof ve bilim insanları çalışmışlar ve zamanı tanımlamaya çalışmışlardır. Zamanı tanımlamak oldukça güçtür. Çünkü zaman göreceli bir kavramdır ve kişiye göre değişebilen bir şeydir. Sözsüz iletişim açısından zaman kavramına bakıldığında ise zamanı iyi değerlediren ve zamanı iyi değerlendiremeyen insanlar davranışları ile bunu dile getirirlerken kendi kişilik tiplerini de ortaya koyarlar. Bu Sözsüz iletişimde mekan kullanımında insanların kişisel olarak koydukları sınırlarda önemli bir yer tutmaktadır. Buna proksemik ( proxemics ) adı verilmektedir. Böylece kişiler karşısındakilerin kendilerine yakınlıklarına göre mesafe koyarak mekanlar aracılığı ile iletişimi gerçekleştirmiş olurlar. 120 nedenle özellikle çağımızda hem kişisel hem de kurumsal olarak zaman yönetimi önem kazanmaktadır. Zaman yönetimi, analizlereden ve planlamadan yararlanmayı gerektirir. Zamanı kullanırken ne gibi problemlerle karşılaşılacağının ve bunların nedenlerinin bilinmesi gerekir. 121 Kendimizi Sınayalım 1. Türkçe’de gösterge denildiğinde akla ilk gelen kavram aşağıdakilereden hangisidir? 6. Kişinin kendine en yakın olan bir kaç kişi için ayırdığı fiziksel uzaklığa ne ad verilmektedir? a. Araç a. Kamusal alan b. Gösterilen b. Sosyal ilişki mesafesi c. Gösteren c. Mesafe d. Simge d. Resmi olmayan kişisel mesafe e. İkon 2. Göstergenin verilmektedir? algılanan imgesine ne e. Samimi kişisel mesafe ad 7. Eşit statüdeki insanların toplantılarında genellikle hangi tip masa kullanılır? a. Gösterge a. Yuvarlak masa b. Belirti b. Kare masa c. Gösterilen c. Dikdörtgen masa d. İşaret d. Oval masa e. Gösteren e. Masa kullanılmaz 3. Anlamlama sürecinin ilk boyutuna ne ad verilmektedir? 8. Soğuk ve açık renkler hangi duygunun göstergesidir? a. Yananlam a. Süreklilik b. Anlam b. Kalite c. Düzanlam c. Ferahlık d. Gerçek d. Karamsarlık e. Gösterge e. Canlılık 4. Bir politikacının elinde kalemle bir televizyon programına katılması hangi davranışın göstergesidir? 9. Gücü, tutkuyu ve gizemi simgeleyen renk aşağıdakilerden hangisidir? a. Karamsarlık a. Mavi b. İyimserlik b. Sarı c. Cimrilik c. Beyaz d. Entellektüellik d. Pembe e. Görgüsüzlük e. Siyah 5. Mekanlarda büyük masa hangi makamın göstergesidir? 10. Zaman konusunda işleri çıkmaza sokan kişilik tipi aşağıdakilerden hangisidir? a. Sekreter a. Aceleci kişilik b. Memur b. Ağırkanlı kişilik c. Yönetici c. Sosyal kişilik d. İşçi d. Çalışkan kişilik e. Hizmetli e. Tembel kişilik 122 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı uyumlu olması gerekmektedir. Kişisel imaja katkıda bulunan aksesuarlar özensiz kullanıldığında olumsuz bir izlenim yaratılmasına neden olabilmektedirler. Bunun yanısıra özensiz kullanıldıklarında dikkat dağıtıcı da olabilirler. Örneğin, bir öğretmenin çok büyük takılar takarak sınıfa girmesi öğrencilerin dikkatinin dağılmasına neden olabilir. Aksesuarların yapılan işe, giyilen giysiye ve girilen ortama uygun olarak seçilmesi unutulmaması gereken bir konudur. 1. a Yanıtınız yanlış ise “Gösterge Nedir?” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. e Yanıtınız yanlış ise “Gösterge Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. c Yanıtınız yanlış ise “Gösterge ve Anlamlama” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. d Yanıtınız yanlış ise “Aksesuarlar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 Tarih boyunca insanlar renklere farklı anlamlar yüklemişlerdir. Giysilerini, yaşadıkları mekanları bu renklerin simgesel anlamlarına göre seçme ve boyama işlemini gerçekleştirmişlerdir. 5. c Yanıtınız yanlış ise “Yaşam Alanlarımız Mekanlar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. e Yanıtınız yanlış ise “Yaşam Alanlarımız Mekanlar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Renkler kültürden kültüre değişik anlamlar içerebilir. Rengin anlamı kültürel uzlaşımlara dayalıdır ve kültürden ayrı düşünülemez. Aynı toplumda yaşayan ve aynı kültürü paylaşan insanlar renk konusunda aynı düşüncelere sahiptirler. Bir toplumda siyah rengin anlamı matem ise, başka bir toplumda siyah masumiyetin rengi olabilir. 7. a Yanıtınız yanlış ise “Yaşam Alanlarımız Mekanlar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. c Yanıtınız yanlış ise “Renkler” konuyu yeniden gözden geçiriniz. başlıklı 9. e Yanıtınız yanlış ise “Renkler” konuyu yeniden gözden geçiriniz. başlıklı Sıra Sizde 4 Kişisel imajın oluşmasının yanısıra kurumsal imajın oluşmasın da da renklerin büyük önemi vardır. Renklerin insan üzerinde etkisinin ne denli önemli olduğu bilinmektedir. Bu nedenle pazarlama ve marka çalışmalarında rengin önemli bir öge olduğu unutulmamalıdır. Kurumun imajı açısından büyük önem taşıyan renklerin bütünlüğü, oluşturduğu anlam, kurumun hedef kitlesi, kurumun içinde bulunduğu kültürel ortam açısından önem taşımaktadır. 10. a Yanıtınız yanlış ise “Zaman” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Göstergeler kültür ile yakından ilişkilidir ve kültürel uzlaşımlara dayalıdır. Aynı kültürü paylaşan insanlar nesnelere ya da yazılı olmayan, ifade edilmeyen toplumsal değerler konusunda da kendi aralarında ortak deneyimleri sonucunda uzlaşmaya varmışlardır. Örneğin, Türk toplumunda yaşlıların elini öpmek bir saygı göstergesidir. Sizde çevrenizdeki insanları ve olayları gözlemleyerek Türk Kültürü açısından kültürel uzlaşımlara dayalı göstergeleri sıralayabilirsiniz. Kurum kimliği açısından yanlış seçilen bir renk o kurumun hedef kitlesi tarafından yanlış bir biçimde algılanmasına neden olabilir. Örneğin, pembe rengin iştah kapatan bir özelliği olduğu bilinmektedir. Bu nedenle yiyecek işiyle uğraşan kurumlarda bu rengin kullanılması doğru değildir. Sıra Sizde 2 Aksesuarlar, kişinin sahip olduğu özellikleri vurgulama ve dikkat çekmek için kullanılan sözsüz iletişim göstergelerinden biridir. Giysi ve diğer göstergelerde olduğu gibi aksesuarlar kişisel imaj yaratmada da önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle giysi ve aksesuarların 123 Yararlanılan Kaynaklar Atalayer, F. (1994). Temel Sanat Öğeleri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları No:5. Pease, A. (2003 ). Beden Dili, İstanbul: Rota Yayınları. Rifat, M. (1990). Dilbilim ve Göstergebilimin Çağdaş Kuramları, İstanbul: Düzlem Yayınları. Atkinson, Y. (1997). Zamanı Yönetme Sanatı, İstanbul: Nehir Yayınları. Sabuncuoğlu Z. ve Paşa, M ve Kaymaz, K (2010) Zaman Yönetimi, İstanbul: Beta Yayıncılık Bilbil,E.K.(2003) “Etkili İletişimi Gerçekleştirmede Sözsüz İletişimin Gücü”, İletişim Fakültesi Dergisi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları,sayı:16. Salmış, F. (2011). Söz, Renk,Mekan ve İmaj Uyumunda Beden Dili, İstanbul: Türdav. Sun,H. ve Sun, D. (1992 ). Hayatınızı Renklendirin, A.E. Songür- M.Demirci ( çev ), A.Suer (ed), İstanbul: Beyaz Yayınları. Çağan, M . (2005). Sizin Renkleriniz, İstanbul: Birharf Yayıncılık. Davis, F. (1997). Moda Kültür Kimlik, Özden Arıkan.(çev), İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları. Yılmaz, Ü. (1991). Renk Psikolojisi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Erkman, F. ( 1987 ). Göstergebilime Giriş, İstanbul: Alan Yayıncılık. Zielke,W. (1993) . Sözsüz Konuşma, E.Nermi.(çev), İstanbul: Say Yayınları. Fiske, J. ( 1990 ). İletişim Çalışmalarına Giriş, Ankara: Ark Yayınevi. Gürel, E.Ş. (1998 ). “Sözsüz İletişim Ögeleri Açısından Türk haber Spikerlerinin Analizi”, İletişim Fakültesi Dergisi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları,sayı:8 Yararlanılan İnternet Kaynakları Erdoğan, İ. ( 2012 ). “İlişkide Sözsüz İletişim”, http://www.irfanedrdogan.com/intro2com/sozsuz. htm , indirilme tarihi (06.06.2012) İzgören, A.Ş. ( 2006 ). Dikkat Vücudunuz Konuşuyor, İstanbul: Elma Yayınları. Kanat, A. ( 2001 ). Renk ve Duyu Psikolojisi, İzmir:İlya Matbaası . Sarıhan, H. (2007 ). “Renk ve İletişim”, http://hakansarihanepi2.blogspot.com/2007/02/re nk-ve-iletiim.html ,indirilme tarihi (19.03.2012). Kaşıkçı, E. ( 2006 ). İmaj, İletişim & Beden Dili, İstanbul: Hayat Yayınları. Sungur, Y. ( 2011). “Renk Bir Enerjidir”, http://www.gennaration.com.tr/manset1/iletişimve-marka-danismani-, indirilme tarihi (19.03.2012). Malandro A.L,Barker L,Barker D.A .( 1989 ). Nonverbal Communication , U.S.A: Mc Graw Hill. Parroman, J.M. (1991 ). Resimde Renk ve Uygulanışı, İstanbul: Remzi Kitabevi. 124 7 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Kültür olgusunun ne olduğu ve birey ve toplum açısından taşıdığı anlamın ne olduğu tanımlayabilecek, Sözsüz iletişimin insan hayatının her alanında ama özellikle iletişim olgusunda taşıdığı önemi açıklayabilecek, Jestler, mimikler ve bakışlardaki kültürel farklılıkların neler olduğunu tartışabilecek, Kişilerarası mesafede ve dokunmadaki kültürel farklılıkların neler olduğunu ifade edebilecek, Selamlaşmada kültürel farklılıkların neler olduğunu ayırt edebilecek, Beden hareketlerinde ve kişisel alan kullanımında toplumsal cinsiyete dayalı farklılıkların neler olduğunu ayırt edebilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Sözsüz İletişim Dokunma Kültür ve Kültürel Farklılıklar Selamlaşma Jest Beden Hareketleri Mimik Kişisel Alan Bakışlar Toplumsal Cinsiyet Kişilerarası Mesafe İçindekiler Giriş Sözsüz İletişim Sözsüz İletişimde Kültürel Farklılıklar Sözsüz İletişimde Toplumsal Cinsiyete Bağlı Farklılıklar 126 Kültür ve Sözsüz İletişim GİRİŞ Bütün canlılar gibi insan da doğa ile etkileşimde bulunarak varlığını sürdürür. Diğer canlı türlerinden farklı olarak yalnızca insan, doğa ile etkileşimde araya kültürünü koyar. Bu biraz da insanın zaaflarından kaynaklanan bir sonuçtur. Çünkü doğuştan getirdiği nitelikleri nedeniyle doğal koşullar ve düşmanları ile baş etmede güçsüz ve korumasız olan insan ancak yarattığı kültür ile hayatta kalıp, var olabilir. İnsanoğlunun doğal ve toplumsal çevresi ile etkileşim içinde yarattığı “araç, gereçlerden, bu araç ve gereçleri kutsayan değerlerden, bu araç ve gereçlerle iş yaparken başvurulan örgütlenme biçimlerinden, iş görmeden, iş bölümünün yarattığı insanlar arasındaki farklılaşmaları geçerli hale getirmeyi ve kurumsallaştırmayı amaçlayan açıklama ve inançlardan oluşan bu sistemin (kültürün) temelinde ise iletişim yatmaktadır (Oskay, 1992:7). Birey açısından iletişim, biyolojik varlığının toplumsal/kültürel varlığa dönüşmesini, yaşam boyu toplumsallaşmasını sağlayan en temel süreçtir. İnsan yavrusu toplumsal ve kültürel anlamda hazır bir ortama doğar. Hazır bulduğu bu ortamda isteklerini, duygu ve düşüncelerini dile getirmeyi başkalarınınkini anlamayı iletişim yoluyla öğrenir ve geliştirir. İletişimimizin temel bir yönünü sözsüz iletişim oluşturur. Başka deyişle, günlük yaşamda gerçekleştirilen ilişkilerde başvurulan simgesel kodlar içinde sözsüz olanlar, anlam yaratmada ve paylaşmada çoğu kez bilincinde olmaksızın ama kaçınılmaz olarak sürekli kullanılırlar. Bununla birlikte, sözsüz iletişimin bilimsel bir ilginin ve araştırmaların odağı haline gelmesi yeni sayılır. Sözel ve yazılı dillerin iletişimin temel türleri sayıldığı, söz ve yazı sanatının yüceltildiği toplumlarda bu gecikme doğaldır. Bunda, bireylerarası yüz yüze iletişimin konuşma ile başlayan bir olgu olduğu gibi yanlış bir varsayım da etkili olmuştur. Kısaca, iletişimin doğası ile ilgili bu yanılgı, insanın işitme ile birlikte en çok gelişmiş olan görsel kanalları aracılığıyla açımladığı sözsüz iletişim kodlarına uzun süre gerektiği kadar önem verilmemesine yol açmıştır. Oysa, sözsüz iletişimin en önemli bir bölümünü oluşturan görsel kodların kullanımı insanın iletişim tarihi kadar eskidir. Tarih boyunca insanlar, günlük uygulamalar için olduğu kadar, din kökenli törenler ve geleneklere bağlı ritüeller için de son derece yetkin kodlar geliştirmiştir. Kuşkusuz, bu sözünü ettiğimiz törenler, ritüeller her kültürde aynı biçimde gerçekleşemez. Doğal olarak o kültürün doğduğu toplumun, coğrafyanın niteliklerine göre farklılaşmalar söz konusu olur. Bu farklılaşmalar ise farklı kültürlerden gelen bireylerin zaman zaman iletişim sorunu yaşamalarına yol açabilir. “Eğer kültür bizim iletişimimizi etkiliyorsa, bizim ilişkide bulunduğumuz diğer insanların da kültürlerinin onların iletişimini etkilemesi kaçınılmazdır. Değişik kültürlerin üyeleri arasında yanlış anlama olasılığı bu önemli bağlantı unutulduğu zaman olur ve artar” (Yaktıl Oğuz, 2002: 25). Ayrıca, bireylerarası yüz yüze iletişimde doğal olarak yer alan ses tonlaması, mimikler, beden hareketleri, jestler sözlü iletişimin çevresini ve anlamını belirlemede her zaman etkili olagelmiştir. Öte yandan, başkaları hakkındaki izlenimlerin ve kararların oluşmasında görsel kodlar sezgisel değerlendirme aracı olarak önemli bir işlev üstlenirler. Oscar Wilde’ın “Dış görünüme göre karar vermeyenler, olsa olsa sığ insanlardır. Dünyanın gerçek gizemi, görünmeyende değil, görünür olandadır”(Aktaran Beyhan, 2010: 14) şeklindeki saptaması iddialı olmakla birlikte doğruluk payına sahiptir. Zamana karşı yarışın egemen olduğu günümüz toplumlarında atomlaşmış bireyin her zaman bir başkasını tanıma şansı olmamaktadır. Sözcüklere ayrılacak zamanın olmaması kadar yaygınlaşan ilişki kalıpları da buna izin vermemektedir. Oysa sözsüz iletişim, sözcük zenginliğine sahip konuşma dilini aratmayacak bir anlatım gücüne sahiptir. Gerekli olan bu anlatım olanağının ayırdına varmaktır. 127 SÖZSÜZ İLETİŞİM Sözsüz iletişimle ilgili kitabınızda yer alan bölümde konuyu geniş bir biçimde incelediniz. Burada kısaca sözsüz iletişimle ilgili bilgileri anımsayacağız. Sözsüz davranışlar, deneyimler, başka deyişle sözsüz iletişim tüm bir gün boyunca, TV, sinema, radyo, gazete, dergi, topluluk önünde konuşma, özel görüşme, sınıf içinde kısacası hayatın her anında ve alanında vardır ve etkilidir. Belirli sözsüz iletişim davranış ya da kodlarını (iyi kullanıldığı ya da kötü kullanıldığında) tanımlayabilmek insanların iletişim yeteneklerini geliştirmekte yardımcı olur. Kısaca kelime kullanmadan bilgi aktarımı olarak tanımlanabilecek sözsüz iletişim genel iletişimin yaklaşık %93’ünü oluşturur. Bu oranın içinde genel iletişime oranla % 55’in yüz ifadeleri, vücut hareketleri, takılar, mesafe algısı olduğu kabul edilirken, %38’in ise ses tonu yoluyla gerçekleştirildiği ileri sürülmektedir. Dolayısıyla sözsüz iletişim, iletişim süreci içinde ağırlıklı bir etkiye sahiptir. Şekil 7.1: Sözsüz iletişim iletişim sürecinde önemli bir yere sahiptir Sözsüz iletişimde gerçekleştirilen kodlamaların bir kısmı evrensel olarak hemen her insanın verdiği tepkilerdir. Yapılan kimi araştırmalar sonucunda farklı kültürlerden gelseler bile insanların mutluluk, korku, öfke, şaşkınlık, üzüntü ve tiksinme duygularını neredeyse aynı mimiklerle ifade ettikleri saptanmıştır. Bunların yanı sıra içgüdülerimizden hareketle gerçekleştirdiğimiz kimi sözsüz iletişim kodlamaları da bulunmaktadır. Korunma, kendini güvende hissetme gereksinimi insanın en temel gereksinimlerinden biridir. Çağlar önce ilkel toplumlarda insanlar belki de hissettikleri tehditlerden korunmak için mağaraya saklanmaktaydılar. Çevrelerindeki vahşi hayvanlardan, doğa felaketlerinden bu şekilde sakınabileceklerini düşünmekteydiler. Bu içgüdünün uzantısını henüz sosyalleşme sürecinin başında olan küçük çocuklarda görmek olanaklıdır. Bir şeyden korktuklarında masanın altı, koltuğun, kapının arkasına saklanma ya da bir yetişkinin bacaklarının arkasına gizlenme en yaygın davranıştır. Ama modern dünyada artık insan pek de bu tarz tehditlerle karşılaşmıyor. Fiziksel olarak kendimizi doğaya karşı çağlar öncesinde yaşamış olan insanlardan daha iyi koruyabiliyoruz. Ancak modern dünyada da ast üst ilişkileri, sosyal yaşamın dayattığı kurallar zaman zaman bizi tedirgin edebiliyor. Saklanacak bir mağaramız yok ama kendimizi güvende duyma gereksinimimiz kalıcı. İşte bu gereksinimi bedenimizde kapanma hareketi yaparak karşılıyoruz çoğunluk. Pek çok kültürde kendini içinde bulunduğu ortamda huzursuz hisseden kişi kollarını, ellerini önünde kavuşturarak kapanma hareketi sergiler. Bazen buna bacaklar da eşlik eder (Bkz. Fotoğraf 4.1). Kimi zaman ise kolların, ellerin yerini nesneler alır. Bedenin önünde tutulan çanta, iki elle, bedenin önünde tutulan bir kadeh, kucakta taşınan kitaplar kapanma hareketi olarak algılanabilir (Bkz. Fotoğraf 4.2). Bunlar içgüdüsel olarak geliştirdiğimiz sözsüz iletilerdir. 128 Fotoğraf 4.1 Fotoğraf 4.2 Yukarıda anlatılanlara benzer biçimde, yine içgüdüsel olarak neredeyse evrensel anlamda yaptığımız hareketlerden biri de yaklaşma ve uzaklaşma hareketleridir. Küçük çocukları bebekleri gözlemlediğimizde bu içgüdüyü net biçimde görebiliriz. Küçük çocuklar hoşlandıkları bir şey gördüklerinde çoğu zaman kontrolsüzce o şeye yaklaşmak, kavramak, incelemek isterler. Onları rahatsız eden bir şey olduğundaysa o nesneden, kişiden uzaklaşmak isterler. Biz yetişkinler de benzer davranışı gösteririz. Örneğin, bir mağazanın vitrininde gördüğünüz sevdiğimiz renkteki ya da modeldeki bir giysiyi yakından görmek, incelemek isteriz. Bir sohbet sırasında ilgimizi çeken bir konuda konuşan kişiye doğru yöneliriz (Bkz. Fotoğraf 4.3). Oturuyorsak oturuş yönümüz o kişiye yönelir. Ayakta sohbet ediyorsak o kişiyle mesafemizi yakınlaştırırız. 129 Fotoğraf 4.3 Fotoğraf 4.4 Hoşlanmadığımız bir şeyle karşılaştığımızda ise o nesneden ya da kişiden uzaklaşmak isteriz. Örneğin, toplu taşımada kişisel bakımına önem vermeyen ve kötü kokan birinin yanında durmak ya da oturmak zorunda kaldığımızda, gidecek alanımız olmasa bile bedenimizi aksi yöne döndürürüz. Onu da yapamıyorsak başımızı olabildiğince aksi yöne doğru çevirmeye çabalarız. Fotoğraf 4.4’te yer alan erkek tüm bedeniyle olmasa da üste attığı bacağının yönüyle yakınlaşma hareketi gösterir. Fotoğraftaki kadın ise gerek bedeniyle, gerek üste attığı bacağının yönüyle ve gerekse başının duruşuyla tam bir uzaklaşma hareketi sergilemekte ve iletişime izin vermemektedir. Kuşkusuz içinde yaşadığımız sosyal yaşam içinde çocuklar gibi kontrolsüz davranmamız söz konusu olamaz. Bize öğretilmiş olan nezaket kuralları çerçevesinde ve belirlenmiş olan sosyal ilişki ağlarına uygun olacak biçimde davranmaya çabalarız. Birisinden çok hoşlansak bile yaklaşma davranışımızı denetimli olarak gerçekleştiririz. Aksi halde karşımızdaki kişiyi rahatsız etmemiz kaçınılmazdır. Burada sözünü ettiğimiz bu yakınlaşma ve uzaklaşma hareketleri de içgüdüsel olduğu için evrensel olduğunu söyleyebileceğimiz hareketlerdir. Ama her birey bu yakınlaşma ve uzaklaşma davranışını kendi kültürünün normlarıyla uyumlu olarak gerçekleştirir. Bu da göstermektedir ki, kimi evrensel tepkilerimize rağmen sözsüz iletişim içinde yaşadığımız toplumla, kültürle doğrudan ilişkilidir. Siz de günlük yaşam içinde hangi durumlarda kapanma hareketleri yaptığınızı, yaklaşma ve uzaklaşma hareketlerini hangi koşullarda yinelediğinizi düşünün. 130 SÖZSÜZ İLETİŞİMDE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR Sözsüz iletişimde bireyin içgüdüleri ve gereksinimleri davranışlarını, sözsüz iletişim yoluyla çevresine gönderdiği sözsüz iletileri belirlese de sözsüz iletişim yalnızca bununla sınırlı değildir. Kaçınılmaz olarak içinde yaşadığımız toplumla ve kültürle uyumlu olarak sözsüz iletileri öğrenip tekrar ederiz. Böylece sözsüz iletişimde de toplumsal uzlaşım gerçekleşmiş olur. Bu konudaki farklılıkları örnekler üzerinden anlatmak çok daha betimleyici olacaktır. Ancak, şu önemli noktayı da gözden kaçırmamak gerekir; sözsüz iletişimle ilgili verilen örnekler bir toplumun ve kültürün tüm üyelerinin değişmez biçimde yaptığı davranışlar değildir. Kuşkusuz her toplumda istisnalar ve/veya çeşitlilikler söz konusudur. Biz burada genel olarak toplumların ve kültürlerin uygulamakta ve başvurmakta oldukları sözsüz iletişim yollarına değineceğiz. Jestler, Mimikler ve Bakışlarda Kültürel Farklılıklar Günlük yaşam içinde sözlü iletilere eşlik ederlerken tüm sözsüz iletileri algılamak çok da mümkün olmayabilir. Sözsüz iletişimin varlığının tam olarak farkına varmak ve çevremizdeki kişilerin aslında ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sözlü iletilerinden yalıtarak algılayabilmek için kulaklarımızı seslere kapatarak çevremizi gözlemlemek ilginç ama verimli bir deneyim olacaktır. Bu deneyim tıpkı sessiz bir film izlemek gibidir. Bu gerçekten yapılabildiğinde çevremizde ne kadar yoğun bir sessiz ve sözsüz ileti bombardımanıyla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz (Özer, 1995:121). Jestler, mimikler ve bakışlarda kişisel farklılıklar kadar kültürel farklılıklar da belirleyicidir. Örneğin, en basit ve en sık başvurulan jestlerden biri başla yapılan “evet-hayır” işaretidir. Küçük bir bebeğe sevmediği bir yiyecek uzatıldığında uzaklaşma davranışı gösterir ve başını sağa ve sola olmak üzere iki tarafa sallar. Bebek henüz içinde bulunduğu kültürün üzerinde uzlaştığı sözsüz iletileri öğrenmemiştir ve içgüdüsel olarak tepki vermektedir. Ahmet Şerif İzgören, “hayır” hareketini sağa ve sola baş sallayarak değil de başı geriye doğru atarak ve bu harekete kaşları da kaldırarak eşlik eden “hayır” anlamındaki jest ve mimiği üç milletin yaptığını vurgulamaktadır: Türkler, Yunanlılar ve Suriyeliler. Bu üç millet dışında, diğer ülkelerde insanlar “hayır” demek için başlarını sağa ve sola sallanmaktadır (2000:11). Hindistan’da ise eli iki yana sallamak “hayır” ve/veya “git başımdan” anlamına gelmektedir. Buna karşın “evet” işareti dünyanın her yerinde aynıdır: Baş yukarıdan aşağı doğru sallanarak “evet” anlamı yaratılır. Bunun yanısıra kimi el hareketleri de ülkeden ülkeye farklı anlamlar taşıyabilmektedirler. Örneğin, birini göstermek için işaret parmağını kullanmak Türkiye’de kimi zaman kaba karşılansa da yaygındır. Hindistan, Çin ve Japonya’da işaret parmağıyla birini ya da bir şeyi işaret parmağıyla göstermek büyük kabalık olarak algılanır (Bkz. Fotoğraf 4.5). Bunun yerine bir şeyi ya da kimseyi göstermek için bütün ellerini kullanırlar (Hürriyet İK 4 Eylül 2011: 10). Fotoğraf 4.5 131 El işaretleriyle ilgili bir başka farklı uygulama işaret ve baş parmakların bir araya getirilmesiyle yapılandır (Bkz. Fotoğraf 4.6). Dalgıçlıkta bu hareket “her şey yolunda” anlamına gelir. Japonya’da ise para işaretidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde işlerin yolunda gittiğini gösteren “OK/Tamam” anlamındadır. Ancak Türkiye’de bu işareti yaptığınızda karşınızdaki kişi kendisine hakaret ettiğinizi düşünebilir (İzgören, 2000:15-16). Restoranlarda garsonu çağırma hareketi de farklı kültürlerde farklı biçimde yapılabilir. Avrupa’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tıpkı Türkiye’de olduğu gibi işaret parmağı havaya kaldırılarak çağırma hareketi yapılır. Ama örneğin, Latin Amerika’da bizim otostop hareketi olarak bildiğimiz baş parmağın yere paralel olacak biçimde arkaya doğru sallanmasıyla garsonlar çağrılmaktadır (Bkz. Fotoğraf 4.7). Güneydoğu Asya’da yer alan Burma’da çağırma hareketi avuç içi yere bakacak şekilde elin tutulması ve parmakların piyano çalıyormuşçasına hareket ettirilmesiyle yapılmaktadır (Malandro vd. 1989:305). Fotoğraf 4.6 Fotoğraf 4.7 Bakışlarda ise neredeyse hemen her ülkede benzer yaklaşımlar söz konusudur. Bir kişiye uzun süre, kilitlenerek bakmak bakılan kişiyi rahatsız eder. Ancak, kimi kültürlerde bunun yapılmamasına özellikle dikkat edilir. Japon kültüründe sözünü ettiğimiz biçimde kilitlenerek olmasa bile göz teması kurmak saldırganlık ve kabalık olarak algılanır. Aksine göz temasından kaçınmak saygı belirtisidir (Bkz. Fotoğraf 4.8). Çin’de de yürürken doğrudan göz teması kurmak, göz dikmek uygunsuz bir davranıştır Yine Çin’de göz kırpmak saygısızlık olarak değerlendirilir. Örneğin, Türkiye’de de zaman zaman sözel içeriğe eşlik eden göz kırpma eylemiyle karşılaşabiliriz. “Anladın mı?” sorusuna eşlik eden göz kırpma işareti ya da “Olmuş bil!” sözüne eşlik eden göz kırpma hareketi Çin’den gelen iş ortaklarıyla yapılan bir görüşmede son derece uygunsuz kaçacaktır (Hürriyet İK 4 Eylül 2011: 10). Birleşik Arap Emirlikleri’nde elleri göğüste birleştirmek saygı ve alçakgönüllük göstergesidir. Ayak tabanını göstermek ise saygısızlıktır. Dolayısıyla özellikle otururken ayakların duruşuna dikkat etmek gerekir (Bkz. Fotoğraf 4.9). Fotoğraf 4.8 132 Fotoğraf 4.9 Fotoğraf 4.10 Meksika’da ise eller cepte ya da belde durmak büyük kabalıktır, hoş karşılanmaz (Bkz. Fotoğraf 4.10). Görüldüğü üzere her toplum kültürüne ve değerlerine göre farklı sözsüz iletiler geliştirmiş ve geliştirmektedir. Ama daha önce de vurguladığımız gibi bunlar değişmez kurallar değildir. Kişiden kişiye zaman zaman farklılıklar gösterebilir. Bunu bir örnek üzerinde açıklamak yerinde olacaktır. Örneğin, Türkiye’de gençlerin ebeveynlerinin yanında sigara içmeleri, hatta bazı ailelerde yaşça büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmaları saygısızlık olarak algılanır. Ama kimi aileler çocuklarına daha esnek bir ortam sunmak istedikleri için bu genel eğilimin dışına çıkarlar. Sonuçta bu o ailelerin kendi eğilimleridir. Ama hala Türkiye’de yaşça büyüklerin yanında sigara içmek çok hoş karşılanmamaktadır. Bu ünitede kimi milletlerin sözsüz iletişimdeki kimi genel eğilimlerinden söz edilmektedir. Ancak elbette bunlar, o toplumun tüm bireyleri için değişmez kurallar olamaz. Bunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Kişilerarası Mesafede ve Dokunmada Kültürel Farklılıklar Sözsüz iletişimde fiziksel mesafe ve dokunma önemli yer tutar. Kişiler arasındaki ilişkilerin anlaşılmasında, tanımlanmasında mesafe ve dokunma önemli ipuçları verir. Üstelik özellikle özel alana girmek ve dokunmak kişiler arasında ilişkinin tanımlanmasına yardımcı olan bir konu olduğu için oldukça da hassastır. İstemediğimiz ya da ummadığımız bir insanın bize dokunması rahatsız hissetmemize yol açar. Buna karşın sosyal yaşam içinde pek çok kişiyle bir arada olmak zorunda kalırız. İş yaşamı içinde ya da durakta otobüs beklerken, bir kafeteryada otururken, kalabalık sokaklarda yürürken hiç tanımadığımız insanlarla kuşatılırız. Modern dünyada bu ve benzeri ortamlardan kendimizi yalıtmamız neredeyse imkansızdır. Ancak karşılaştığımız kişilerle samimiyetimizle uyumlu olacak biçimde fiziksel mesafemizi oluşturur ve buna eşlik edecek temas biçimlerinin neler olabileceğini kültürümüzden öğrendiklerimize göre uygularız. Bir önceki ünitede de söz edildiği gibi genel olarak 50 cm özel alan, 1.20 m kişisel alan, 3.60 m sosyal alan ve bundan ötesi de ortak bölge olarak tanımlanır ve kabul görür (İzgören, 2000: 29). Tahmin edilebileceği gibi yine farklı kültürlerde farklı yaklaşımlar söz konusudur. Sözsüz iletişimde fiziksel mesafe ve dokunma önemli yer tutar. Genel olarak 50 cm özel alan, 1.20 m kişisel alan, 3.60 m sosyal alan ve bundan ötesi de ortak bölge olarak tanımlanır ve kabul görür. Genellikle batı toplumlarında özel alan ihlali pek görülmez. Örneğin, Almanlar özel alanlarına girilmesinden hiç hoşlanmazlar. O nedenle ne kendileri böyle bir girişimde bulunurlar ne de başkalarının kendilerine bu denli yaklaşmalarına izin verirler. Almanların özel alan mesafesini korumak konusundaki hassasiyetlerinin aksine örneğin, Meksika’da konuşma sırasında birbirine yakın durmak yaygındır. Bundan rahatsız olmuş gibi durmak büyük kabalıktır. Çin’de fiziksel temas rahatsızlık veren bir durumdur. Özellikle yabancıların kendilerine dokunmasından hoşlanmazlar. Buna rağmen Ruslar’ın konuşmalarına fiziksel temas eşlik eder. Konuşurken de yakın durmayı tercih ederler. İngiltere’de ise özel 133 alana girmeyi gerektirecek davranışlar (kucaklaşma, dokunma, öpme) aile fertleriyle gerçekleştirilir. Özel alanın mahremiyetine çok dikkat ederler. Birine çok yakın durmak, eli omzuna atmak uygun değildir. (Hürriyet İK 4 Eylül 2011: 10). Özel alan yalnızca değişik kültürler arasında farklılıklar göstermemekte, aynı toplumda yaşayan kişilerin geldikleri kesimlere bağlı olarak da farklılaşabilmektedir. Ayşegül Horozoğlu, az nüfuslu yerlerde yetişenlerin, büyük kentlerde yetişenlere göre özel alana daha fazla gereksinim duyduklarını ileri sürmektedir. Çünkü özel alan az nüfuslu yerlerde kontrol dışı olarak daha az ihlal edilmekte, dolayısıyla bu konuda bir alışkanlık oluşmamaktadır. Bu veriden yola çıkarak insanların el sıkışırken kollarını uzattıkları mesafeye bağlı olarak kasabada mı büyük kentte mi yetiştikleri anlaşılabilmektedir. Köy, kasabada yaşayanlar el sıkışırken geride durup öne doğru eğilerek mümkün oldukça uzakta el sıkışırken, şehirde yaşayanlar bir adım öne gelerek el sıkışırlar (Bkz. Fotoğraf 4.11). Büyük şehirlerde bilekten bedene kadar olan el sıkışma mesafesi yaklaşık 46 cm iken kasabada büyüyenlerde bu mesafe 100 cm’ ye kadar çıkabilmektedir (Hürriyet İK 4 Eylül 2011: 10). Fotoğraf 4.11 Türkiye’de Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi sıcak samimi ilişkiler yaygındır. Özellikle kadınlar diğer kadınlarla, erkekler diğer erkeklerle yakın ve temas konusunda fazla sakınmadan iletişim kurabilirler. Ancak profesyonel ilişkilerde ve karşı cinsle kurulan iletişimde daha az girişken olunduğu gözlemlenmektedir. Türkiye’de tanımadığımız bir çocuğu bile sevmek çok yaygındır. Batı toplumlarında çocuk istismarı çok hassas bir konu olduğundan dolayı örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde ya da Kuzey Avrupa ülkelerinde tanımadığınız bir çocuğu sevimli bulduğunuz için sevmeye kalkmanız ebeveynleri tarafından yanlış algılanabilir. Sri Lanka, Hindistan ya da Tayland’da ise farklı gerekçelerle dikkatli olmak gerekir. Türkiye’den çok farklı bir yaklaşımın olduğu görülmektedir. Türkiye’de takdir etmek için bir çocuğun başını okşamak çok olağan bir davranıştır. Oysa adı geçen Sri Lanka, Hindistan ve Tayland’da bir çocuğun başını okşamak kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü ruhun başın üstünde olduğuna inanılır ve çocuğun başını okşayarak elinizle o ruhu kirlettiğiniz, zarar verdiğiniz düşünülür (İzgören, 2000:19). Diğer kültürlerde sözsüz iletilerin nasıl farklılıklar gösterdiğini gözlemlemenin en kolay yollarından biri de yabancı dizi ve filmleri izlemektir. Siz de yabancı dizi ve filmlerdeki sözsüz ileti farklılıklarını ayırt etmeye çalışın. Selamlaşma ve Kültürel Farklılıklar Selamlaşma sosyal yaşam içinde en çok gerçekleştirdiğimiz eylemlerden biridir. Özellikle yeni tanıştığımız kişiler üzerinde bırakacağımız izlenim açısından selamlaşma en önemli aşamalardan biridir. Zaten tanımakta ve düzenli olarak görüşmekte olduğumuz kişilerle de iletişimimizi sağlıklı bir biçimde sürdürebilmek açısından selamlaşmak büyük önem taşır. Her kültür selamlaşmada kendi diline göre sözel içeriği oluşturduğu gibi sözsüz iletileri de yaratır. Türkiye’de resmi tanışmalarda el sıkışmak yaygındır. 134 Yakın dostlar tokalaşırken birbirlerini öpebilirler. Hatta bu yanaklardan öpmekten çok yanakları birbirine değdirmek biçimindedir. Yakın arkadaşlar, akrabalar arasında tokalaşmadan hemen sarılmak ya da elle hafifçe karşıdakinin omzu tutulurken yanakları birbirine değdirmek hem kadınlar, hem erkekler ve hem de kadın ve erkekler arasında sık görülen selamlaşma biçimidir (Bkz. Fotoğraf 4.12). Kuşkusuz bunda da sosyal sınıfa, yöreye, o yörenin kendi örf ve adetlerine, kişinin dünya görüşüne uygun olarak farklılaşmalar görülebilmektedir. Türkiye’de bir başka yaygın selamlaşma biçimi ise el öpmektir. Yaşlıların, çok yaşlı olmasa da saygı duyulan kişilerin elleri eğilerek öpülür ve alına koyulur. Türkiye’de en yaygın saygı içeren selamlaşma biçimi budur. Fotoğraf 4.12 Modern, batılı toplumlarda karşılaşmalarda tokalaşmak esastır. Ne var ki tokalaşmada bile kültürden kültüre farklılıklar göze çarpmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde el sıkışarak, gülümseyerek veya ‘merhaba’ denilerek selamlaşılır. El sıkışma kısa ve özdür. Bilindiği üzere el sıkışma sırasında çok bastırarak el sıkmak kadar neredeyse sadece dokunuyormuşçasına el sıkmak da karşı tarafa rahatsızlık veren bir tokalaşma biçimidir. İşte sözü edilen o hafif el sıkışma Amerika Birleşik Devletleri’nde hoşnutsuzluk olarak nitelendirilir. El sıkışırken aşırı baskı uygulamadan, sıkıca tutmak ve göz teması kurmak o kültür için en geçerli olan selamlaşma biçimidir. Fransızlar ise ilk kez tanıştıkları biriyle selamlaşıp el sıkışırlar. Samimi oldukları kişileri ise öperek selamlarlar. Fakat karşı cinsler ve kadınlar birbirlerini öper. Eğer bir erkekle kadın selamlaşma sırasında birbirlerini öpecek kadar yakınlarsa erkekler kadınları öper. Erkekler arası öpüşme yaygın değildir. Bu samimi iletişim biçimi diğer milletlerle karşılaştırıldığında Almanya’da selamlaşmanın daha resmi boyutlarda gerçekleştiği görülür. Özellikle ilk kez karşılaştıkları kişilerle ya da iş toplantılarında sadece tokalaşırlar. Özel alan konusundaki duyarlılıkları hatırlandığında Almanların selamlaşmalarda neden yalnızca tokalaşmayı tercih ettikleri daha anlaşılır bir hal almaktadır. Tokalaşmaya arkadaşların birbirini öpmesi eşlik ettiğinde aslında 50 cm lik özel alana başkalarının girmesine izin verilmiş olmaktadır. Dolayısıyla, Almanların yaşam biçimiyle uyumlu bir durum söz konusudur. Kuşkusuz bu konuda istisnalar da vardır. İngiltere’de de özellikle formal karşılaşmalarda sadece tokalaşmak yeterlidir. Hindistan’da ise “nameste” başka deyişle iki eli birleştirip hafifçe öne eğilerek selamlamak, oldukça yaygındır. Ayrıca el sıkışarak da selamlaşılabilir. Hemcinsler (aynı cinsiyetten kişiler) el sıkışır ama karşı cinsler dini inanıştan dolayı el sıkışmaz. Eğer ortada bir belirsizlik varsa ilk hamleyi karşıdan beklemek en iyisidir. Birleşik Arap Emirlikleri’nde ise selamlaşma ritüelleri biraz karmaşıktır. Arkadaşlar birbirini öperek selamlar. Erkekler arasında yaygındır. Erkekler arasında selamlaşma biçimi el sıkışmadır. Kadınlar da el sıkışır kimi zaman da öpüşür. Erkekler kadın elini uzatmadığı sürece el sıkışmak için hamlede bulunmaz. El sıkışmadan sonra elleri uzun süre tutmak arkadaşlık göstergesidir. İspanya’da selamlaşmak bizim kültürümüzdekine yakınlık gösterir. El sıkışmak ve iki yanaktan birden öpmek yaygındır. Eğer iş görüşmesi sırasında el sıkıştıktan sonra karşıdaki kişi yanağını diğerine uzatıyorsa iki yanağından birden öpmek gerekir. Japonya’da selamlaşma 135 baş eğilerek gerçekleştirilir. Çin’de ise fiziksel temas çok hoş karşılanmaz. O nedenle başla selamlaşmak tercih edilir. Meksika’da tokalaşmak veya hafifçe başla selamlaşmak yaygındır. Rusya’da da selamlaşma ve vedalaşma sırasında el sıkışılır (Hürriyet İK 4 Eylül 2011: 10). Görüldüğü üzere küresel dünyada birbiriyle daha çok etkileşim içinde olan ülkelerin kültürlerinde pek çok benzerlik bulunmaktadır. Ne var ki bu küresel ağın dışında kalan kültürlerde çok farklı sözsüz iletilerle karşılaşmak olanaklıdır. Örneğin, Hindistan’ın Andaman Adaları’nda yaşayan Andamanlar arasındaki selamlaşma oldukça ilginçtir. Bu kültürde selamlaşmak için herkes bir diğerinin kucağına oturur ve her iki kişi de diğerinin boynuna kollarını dolayarak sarılır ve kısa bir süre karşılıklı sızlanırlar. İki kardeş, baba oğul, anne kız, eşler ve bazen arkadaşlar bu şekilde selamlaşırlar. Eşler arasında erkek karısının kucağına oturarak sarılabilir ve selamlaşma bu şekilde gerçekleşebilir (Malandro vd. 1989:305). Yaşadığınız yöreye, bulunduğunuz çevreye, dünya görüşünüze bağlı olarak siz de selamlaşmalarınızda başkalarıyla farklılıklar olup olmadığını, başkalarıyla karşılaştığınızda nasıl selamlaştığınızı gözden geçirin. Diğer Sözsüz İletişim Ögeleri ve Kültürel Farklılıklar Kuşku yok ki sözsüz iletişim yolları yalnızca duruş, bakış, jest ve mimiklerden ibaret değildir. Daha önceki ünitelerde de söz edildiği gibi sözsüz iletişim aynı zamanda sesimizi kullanış biçimimiz, giyim kuşam kodlarımız, bir mekanı nasıl değerlendirdiğimiz, bir mekanda kendimizi nasıl konumlandırdığımız, zamanı kullanış biçimimiz gibi konuları da içerir. Giyim kuşam kodları bizim sosyal sınıfımız, dünya görüşümüz ve zaman zaman da hangi ülkeden geldiğimize dair ipuçları verir. Batı toplumlarının büyük çoğunluğu benzer giyim kuşam kodlarına sahiptir. Ancak o toplumların içinde de alt kültür gruplarının kendilerine göre giyim kuşam kodları bulunmaktadır. Bunun dışında Hindistan gibi kimi ülkelerde hala geleneksel giysiler yaygın olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla farklı bir ülkeye gitmeden önce ya da farklı kültürden gelen biriyle tanıştığımızda o kültür hakkında önceden bilgi sahibi olmak iletişim sürecini kolaylaştıracaktır. Bunun dışında aynı toplum içinde bile paylaşılan ortama göre giyinmek kültürün bize öğrettiği bir şeydir. Bir cenazeye ya da bir davete giderken ne giymemiz gerektiğini bize öğreten içinde yaşadığımız kültürdür. İş yaşamında da yapılan işe göre farklı kültürel kodlara başvurulabilir. Örneğin, bir film setinde çalışan kameramanın işini takım elbise ve kravatla yapması beklenemez. Benzer biçimde herhangi bir bakanlıkta ya da herhangi bir devlet dairesinde çalışan bir memurun da kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı giyinmesi hoş karşılanamaz. Dolayısıyla, giyim kuşam kodlarıyla ilgili olarak tek ve değişmez bir doğru yoktur. Önemli olan içinde yaşadığımız kültürün değerleri doğrultusunda, ortamına uygun giyinmektir. Giyim kuşam kodlarıyla ilgili olarak tek ve değişmez bir doğru yoktur. Önemli olan içinde yaşadığımız kültürün değerleri doğrultusunda, ortamına uygun giyinmektir. İçinde yaşanılan, çalışılan mekanların tasarımı konusunda da kültürler arasında farklılıklar olabilmektedir. Örneğin, son derece modern ve gelişmiş bir ülke olmasına karşın hala pek çok Japon minimalist anlayışla evini döşemeyi tercih etmektedir. Misafirin çok önemli olduğu Türk toplumunda ise hala pek çok evde misafirlerin ağırlanması için özel bir oda ayrı tutulur ve evin en büyük ve konforlu odası olmasına karşın günlük kullanıma açılmaz. Zamanın nasıl kullanılacağı da kültürden kültüre farklılık göstermektedir. Pek çok batı toplumunda dakiklik önemli bir konudur. Amerika Birleşik Devletleri, Almanya’da bu konu çok önemliyken, İtalya, İspanya, Türkiye ya da Meksika gibi ülkelerde zaman çok daha esnek yaklaşılan bir olgudur. Örneğin, katılacağınız bir toplantıda bir Meksikalı varsa ve üstelik bu toplantı çok da resmi bir toplantı değilse onun katılıma geç kalması sizi şaşırtmamalıdır. 136 İş yerinde giyim kuşamla ilgili şu ilgi çekici yazı okunabilir: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=19695340 SÖZSÜZ İLETİŞİMDE TOPLUMSAL CİNSİYETE BAĞLI FARKLILIKLAR Farklı sözsüz iletişim kodlarının oluşmasında belirleyici olan unsurlardan biri de toplumsal cinsiyet kavramıdır. Dördüncü ünitede toplumsal cinsiyet kavramı üzerinde durmuştuk. Ancak kavramın tanımını bir kez daha yapmak yararlı olacaktır. Toplumsal cinsiyet kısaca, kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik olgusudur. Başka deyişle, doğuştan getirdiğimiz cinsiyetlerimize içinde yaşadığımız toplum ve kültür belli değerler yükler. Önceki ünitede daha önce değinildiği üzere, toplumsal cinsiyet toplumun görmek istediği kadınlık ve erkeklik kalıplarını içermektedir. Bu normlar arasında, kadın ve erkeğin kendini sunum şekli; davranış kalıpları, beden hareketleri, jestleri, mimikleri, konuşma biçimleri, giyim kuşam kodları da yer almaktadır. Giyim kuşam kodlarında toplumsal cinsiyete dayalı ayrışma üzerine verilecek bir örnek konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Ortalama biçim ve görüntü olarak aslında bedensel farklılıkları çok fazla olmayan kadın ve erkek, giysilerle farklılaştırılır. Kadınlar etekle, erkekler pantolonla sınıflandırılır (Connell, 1998:109). Giysi, bireyin kişisel tercihlerini hemen dışa vuran en temel toplumsal cinsiyet göstergesidir. Kadınlığın etekle, erkekliğin pantolonla kodlanmasının yanı sıra, bireyin tarzı (seçtiği renkler, modeller, takip ettiği moda akımları), cinsel eğilimi (erkeğin hangi kulağına küpe taktığı), meslek ve uğraşıya özgü kostümler (hemşire üniforması, mutfak önlüğü, iş tulumu gibi)ile yapılan kodlamalar da toplumsal cinsiyete uygunluk konusunda ip ucu verir (Bullough-Bullough, 1993:312). Yakın dönemden bu yana erkekler de renkli giyinmeye başlamış olsalar da hala çingene pembesi kadınlarda görülmeye daha alışkın olunduğu için pek çok erkeğin gözünde iddialı bir seçimdir. Yine erkeklerde simli, payetli giysileri günlük yaşam içinde görmek neredeyse olanaksızdır. Hemşire üniforması ya da asker üniforması dediğimizde aklımıza belli cinsiyetler gelmektedir. Dolayısıyla yalnızca pantolon ve etekle değil, tarz, meslek ve uğraşıya uygun giysiler de içinde yaşadığımız topluma ve kültüre göre toplumsal cinsiyetteki ayrışmayı pekiştirmektedir. Beden Hareketlerinde, Kişisel Alan Kullanımında Toplumsal Cinsiyete Dayalı Farklılıklar Kadın ve erkekler toplumun kendilerinden beklediği kadınlık ve erkeklik değerleriyle uyumlu olan sözsüz iletişim biçimlerini öğrenir ve uygularlar. Elbette her kadın ve her erkek aynı biçimde davranamaz. Burada değinilecek olan sözsüz iletişim biçimleri genellemeler içermektedir. Toplumsal Cinsiyete Dayalı Beden Hareketleri Araştırmalar küçük çocukların okul öncesi dönemde kendi biyolojik cinsiyetlerine uygun, toplumun ve kültürün arzu ettiği toplumsal cinsiyete dayalı beden hareketlerini ve jestleri öğrenip uyguladıklarını kanıtlamaktadır. Örneğin, okul öncesi dönemde kız çocuklarının diğer kız çocuklarıyla birlikteyken rahat ve dışa dönük olmalarına karşın, kendi akranları olan erkek çocuklarla bir araya geldiklerinde utangaç davrandıkları ve daha içe dönük hareketler sergilemedikleri bulgulanmıştır (Richmond ve McCroskey, 2000:242). Kuşkusuz bu durum rastlantısal değildir. Kadınlık ve erkeklik kalıpları çocukların çevrelerindeki yetişkinleri model almalarıyla, kendilerine aktarılan değerlerle kısa zamanda çocuklar tarafından kavranmaktadır. Yetişkin erkekler kadınlarla iletişim halindeyken daha dominant (baskın) ve daha buyurgan jestlere başvurmaktadır. Kadınlar ise erkeklerle iletişim içindeyken aksi bir yol izlemektedirler. Pek çok araştırma göstermektedir ki, kadınlar erkeklerle iletişime girdiklerinde daha az alan kaplama, bedenlerini olabildiğinde küçültme, dinlerken ya da konuşurken daha fazla baş sallama, saçlarıyla erkeklere nazaran daha fazla oynama ya da düzeltme, ellerini kucaklarında tutma, bacaklar ve dirsekler yoluyla kapanma hareketleri yapma, otururken bacakları ve ayakları birbirine bitişik tutma, daha fazla göz kırpma ve daha fazla aşağıya yönelik bakışlara sahip olma eğilimi gösterdikleri saptanmıştır. Erkeklerin ise daha fazla ve doğrudan baktıkları, daha fazla alan kapladıkları, başlarını dik tuttukları, ayaktayken, otururken bacaklarını açtıkları, çenelerini daha çok sıvazladıkları, daha büyük ve geniş jestler 137 yaptıkları, bacak ve ayaklarını daha fazla hareket ettirdikleri ve kollarını bedenlerinden daha uzakta hareket ettirdikleri bulgulanmıştır (Bkz. Fotoğraf 4.13) (a.g.k., 2000:242-243). Fotoğraf 4.13 Kadınlık ve erkeklik kalıpları çocukların çevrelerindeki yetişkinleri model almalarıyla, kendilerine aktarılan değerlerle kısa zamanda çocuklar tarafından kavranmaktadır. Leathers, kadınlık ve erkekliğe ilişkin oluşturulmuş olan kalıp yargıların kadın ve erkeklerin beden dillerine, sözsüz iletişim kodlarına da yansıdığını ileri sürer. Bu kalıp yargılara göre kadınlar, uysal, itaatkar, bağımlı, alıngan/aşırı hassas, kaprisli, çabuk parlayan, çabuk telaşlanan, havai, çenesi düşük, çekingen, sevecen, düşünceli, saygılı, işbirliğini seven, destekleyici ve duyarlıdır. Genel olarak erkeklere ilişkin var olan kalıp yargılarda ise erkekler, görev bilinci olan, rasyonel, aktif, mantıklı, gayretli, keskin zekalı, kurnaz, kendinden emin, güçlü, baskın, palavracı, inatçı, kibirli, söz dinlemez ve fırsatçı olarak öne çıkar (1997: 308). Bu kalıp yargılardan yola çıkılarak, örneğin, kız çocuklarına çoğunluk hanım hanımcık olması, oyun oynarken dikkatli olması, bir yerini incitmemesi öğütlenirken, erkek çocuklarına ürkek olmamaları, kafalarına koydukları şey için uğraşmaları ya da ağlamamaları öğütlenir. Dolayısıyla, sürekli dikkatli olması gerektiği konusunda uyarı alan bir kız çocuğu kendini korumak adına daha kararsız, daha kapalı beden hareketleri geliştirir. Dışa dönük olmak konusunda yüreklendirilen erkek çocuk ise daha açık beden hareketleri geliştirir. Benzer biçimde gerek yetiştiğimiz toplumda gerekse televizyonda, sinemada izlediğimiz diziler ve filmler aracılığıyla kadının hep tehdit altında olduğu, evinin dışındaki dünyada onu pek çok tehlikenin beklediği mesajları yinelenir. Toplumumuzda “Sana güveniyorum ama çevreye güvenmiyorum sözü” pek çok kadının yetişme çağında işittiği bir sözdür. Bu ve benzer iletilerle dünyayı algılayan kadının toplum içinde kendine çok güvenen, dışa açık tavırlar sergilemesi sık karşılaşılacak bir durum değildir. Bunun dışında uyumlu, destekleyici, aşırı hassas, duygusal, müşfik olduğu düşünülen kadın özellikleri, saldırgan tavırlarla örtüşmez. Bir kadın, örneğin iş yaşamında beklenilenden daha fazla açık beden dili kullanıyorsa, beden dili keskin kodlamalar içeriyorsa erkeksi olduğu düşünülür. Çünkü bu dışa dönük, hatta kimi noktalarda agresif olabilen beden dili kadınlara ilişkin kalıp yargılarla uyumlu değildir. Benzer durum erkekler için de geçerlidir. Beklenildiğinin aksine dışa dönük tavırlar sergilemeyen, beden dili yeterince keskin ve net olmayan bir erkeğin çevresi tarafından kendine güvensiz olduğu hatta pısırık olduğu düşünülebilir. Ancak burada toplumsal değerler açısından adaletsiz bir durum vardır. Erkeksi beden diline sahip bir kadın, erkeksi 138 bulunsa bile, erkeksi referanslara sahip olduğu için karşısındaki kişilere güven verebilir. Ama bir erkeğin yeterince erkeksi beden diline sahip olmaması çoğu zaman güvensizliğe yol açar, o erkek özgüvensiz algılanır ve hatta cinsel yönelimiyle ilgili şüpheler bile söz konusu olabilir. Bu da ataerkil toplumlarda erkek olmanın ve erkek değerlerinin, kadın olmaktan ve kadın değerlerinden daha üstün görülmesinden kaynaklanmaktadır. Kadınsı beden diline sahip olmak bir erkek için sorun oluştururken, kadının erkeksi beden diline sahip olması o kadının “mert bir kadın” olarak kabul görmesine yol açar. Kişisel Alan Kullanımında ve Dokunmada Toplumsal Cinsiyete Dayalı Farklılıklar Beden hareketlerinde toplumsal cinsiyet farklılıklarının öğrenilmesinde olduğu gibi kişisel alanın nasıl kullanılacağı da yine kültürle ve o kültürün kadından ve erkekten beklentileriyle uyumlu olarak erken yaşta çocuklara aktarılır. Araştırmalar sonucunda küçük oğlanların küçük kızlara göre daha fazla yer kapladıkları gözlemlenmiştir. Bunda erkek çocuklarının daha hızlı büyümeleri bir neden olarak gösterilebilir. Ancak bu tek başına yeterli bir gerekçe değildir. Yetişkinlerin kız ve erkek çocukları oynamaları için özendirdiği oyuncaklar da bu alan kaplama, kişisel mekanı oluşturma konusunda etkili olmaktadır. Örneğin, toplumsal cinsiyet kalıplarıyla uyumlu olarak kız çocuklarına bebekle, oyuncak mutfak setleriyle oynamaları özendirilirken, erkek çocukları otomobil, kamyon, tren, kılıç vb. oyuncaklarla oynamaya heveslendirilir. Daha bu aşamada bile erkek çocuğunun kullandığı kişisel alanla kız çocuğunun kullandığı kişisel alan farklılıkları, yetişkin kadın ve erkeklerin kişisel alan kullanımlarındaki farklılıklarla uyum gösterir. Kız çocuğu daha dar bir alanda anne rolüne bürünüp bebeğini besleyip büyütürken, erkek çocuğu kılıcını savururken ya da kamyonunu hareket ettirmek için çok daha geniş bir alana gereksinim duyar. Çocuklukta öğrenilen, alışkanlık haline getirilen bu farklılıklar yetişkinlik çağında da pekişir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, örneğin, erkekler gerek otururken gerekse ayaktayken bacakları açık durmaya, eş deyişle, daha geniş yer kaplamaya eğilimlidirler. Yine otururken çoğunluk kollarını sandalye, koltuk arkasına dayayarak, bacak bacak üstüne atarken bileği diğer bacağın üstüne koyacak biçimde oturarak daha fazla alanı baskın biçimde kaplamaktadırlar. Kadınlar ise çoğunluk kapanma hareketleri göstermekte, otururken de çoğunlukla elleri kucaklarında, bacaklar ve ayaklar birbirine bitişik duracak biçimde bir duruş sergilemektedirler. Dirsekleri bedenlerine yakın dururlar. Bu şekilde durarak erkeklerin aksine, herhangi bir alanı kendi bölgesi olarak belirleme, o bölgeyi bir nevi işaretleme eğiliminden kaçınmış olurlar (Bkz. Fotoğraf 4.14). Karşı cinse dokunma konusunda ise erkeklerden çok daha az girişkendirler. Özetle, kadınlar kişisel alanlarını erkeklere nazaran daha dar tutmaktadırlar (Richmond ve McCroskey, 2000:248-249). Buna karşın, yapılan bir araştırmaya göre kadınların %56’sı erkeklere göre daha fazla yer kapladıklarına ilişkin bir algıya sahiptirler. Oysa konunun uzmanları erkeklerin kadınlardan daha fazla yer kapladıkları konusunda hemfikirdirler. Benzer biçimde kadınlar özellikle erkeklerle birlikteyken daha az jest kullanıyor olmalarına karşın, kendilerine yönelik algıları aksi doğrultuda çıkmıştır. Kadınların %74.5’i erkeklerden daha fazla jest yaptığını belirtmiştir (Griffin ve diğerleri 2003). Kadınların algılarıyla, gerçekteki durum arasındaki bu ayrımın, erkek egemenliği karşısında ikincilleştirilmesinden ve buna bağlı olarak da kadınların kapladıkları alanın hakları olmadığını hissetmelerinden kaynaklandığı söylenebilir. 139 Fotoğraf 4.14 Dokunmak ise kültürden kültüre farklılık göstermektedir. Pek çok batı toplumunda erkeklerin birbirlerine sarılması, kucaklaşması hoş karşılanmaz. Latin, Akdeniz ve Arap ülkelerinde ise erkekler hemcinslerine batı toplumlarına göre daha rahat dokunabilmektedirler. Kadınların hemcinslerine dokunmaları ise neredeyse hemen her toplumda daha hoşgörüyle karşılanır. Bu tür kültürel farklılıklara karşın söz konusu kadınlar ve erkekler olduğunda durumun çok fazla değişmediği görülmektedir. Araştırmalar kız bebeklerin erkek bebeklere göre daha fazla temasla karşılaştıklarını göstermektedir. Kuşkusuz bu erkek bebeklerin sevilmemesinden değil, erkek olmanın daha az teması neredeyse zorunlu kıldığına ilişkin genel yargıdan kaynaklanmaktadır. Söz konusu kadınlar ve erkekler olduğunda erkeklerin kadınlara dokunma eğilimi kadınların erkeklere dokunma eğiliminden daha fazladır. Özellikle kadınların erkeklere yönlendirici temaslarda bulunmaması gerektiği erken yaşlardan itibaren öğretilir. Örneğin bir kapıdan geçerken, erkeğin birlikte yürüdüğü kadının geçmesine izin verip arkadan onu takip ederken sırtına dokunması ve gidilecek yöne doğru gitmesini sağlaması yönlendirici bir dokunmadır. Aynı davranışın bir çiftte kadın tarafından erkeğe yapılması çoğu toplumda kabul edilebilir bir dokunma biçimi değildir (Richmond ve McCroskey, 2000:250-251). Buna karşın yapılan bir çalışmada katılımcı kadınların %57.8’i erkeklerden daha fazla dokunduklarını düşündüklerini ifade etmişlerdir. Oysa ikili ilişkilerde erkeklerin kadınlara dokunma eğilimlerinin daha fazla olduğu pek çok çalışmayla kanıtlanmıştır (Griffin ve diğerleri 2003). Ancak, özellikle evlilik sonrası kadınların eşlerine dokunma sıklıklarının arttığı saptanmıştır. Örneğin, toplum içinde bir kadının eşinin yakasında sanki toz varmış gibi silkelemesi, kravatını düzeltmesi vb. davranışlar sahiplenme hareketleri olarak tanımlanabilir. Bakışlar ve Mimiklerde Toplumsal Cinsiyete Dayalı Farklılıklar Üzerinde durduğumuz diğer sözsüz iletişim biçimlerinde olduğu gibi bakışlar ve mimiklerde de toplumsal cinsiyet açısından farklılıklar bulunmaktadır. Aslında iletişim halindeyken gerek kadınlar gerekse erkekler göz temasını gerçekleştirirler. Ne var ki bakışlarının nitelikleri birbirinden oldukça farklıdır. Kadınlar bir erkekle birlikteyken konuşma sırasında dikkatle dinlediklerini belli etmek için göz temasına dikkat ederler. Ancak bunu karşıdakine kilitlenerek değil, belli aralıklarla bakışı kesintiye uğratarak devam ettirirler. Oysa, erkeklerin bakışları çoğunlukla egemenlik kurma eğilimleriyle uyumlu olarak dik dik ve/veya kilitlenerek gerçekleşir. Özellikle kadınla erkek arasındaki iletişim flörtif bir boyuttaysa erkek kilitlenerek bakmayı çoğunluk kendine verilmiş bir hak olarak görür. Buna karşın erkekler, bir kadınla iletişim halindeyken, bazı koşullarda ast üst ilişkilerini anımsatacak biçimde tam aksi bir eğilim de gösterebilirler. Kadının statüsünü ikincil gören egemen erkek bakış açısıyla uyumlu olarak, kadın konuşurken onu önemsemiyormuş gibi göz temasını en aza indirgerler. Kadınlarsa daha fazla gözlemcidirler. Çevrelerine inceleyerek bakar, gözlem yaparlar. Kuşkusuz bunda toplumsal düzenin ve kültürün önemli etkisi vardır. Türkiye gibi geleneksel özelliklerini büyük oranda korumakta olan ve 140 ataerkil nitelikler barındıran toplumlarda erkeğin öfkesinden kaçınmak için kadının daha fazla gözlemci olması olağandır. Toplumumuzda “Onun nefes alışından ne düşündüğünü bilirim” sözü çoğunluk kadın becerisiyle ilişkilidir. Örneğin, akşam için hazırlanan yemeği beğenmeyen bir erkeğin hoşnutsuzluğunu kadın, daha o dillendirmeden, gözlemciliği sayesinde fark eder ve olası bir sözel, psikolojik ve belki fiziksel bir şiddete uğramadan durumu düzeltmeye çaba gösterir. Bu örnekte, kadının kendini olası bir şiddetten koruyabilmesi için gözlem yeteneğini geliştirmiş olması yardımcı olur. Kuşkusuz toplumumuzda tüm kadın ve erkek ilişkilerinin bu seviyede olduğu söylenemez. Fakat ne yazık ki medyada sık sık gündeme gelen haberler verilmiş olan örneğin sıra dışı olmadığını da kanıtlamaktadır. Özetle, yoğunluk açısından bakıldığında kadınların erkeklerden daha fazla baktıkları, göz teması kurdukları saptanmıştır. Ancak nitelik olarak değerlendirildiğinde erkekler kadınlardan çok daha fazla dik dik bakma ve kilitlenerek bakma eğilimi göstermektedirler. Kadın ve erkeklerin bakma eğilimleri ise farklı amaçlara dayanmaktadır. Erkekler çoğunluk egemenlik kurmalarına yardımcı olacak göz temasına eğilim gösterirken, kadınlar gözlem yapma ve gerekli koşullarda kendi stratejisini geliştirme amaçlı bakma eylemini gerçekleştirir (Bkz. Fotoğraf 4.15). Fotoğraf 4.15 Mimiklerde de yine kadınlar ve erkekler arasında farklılıklar bulunmaktadır. Yapılan çalışmalara göre erkekler duygularını gizlemek adına kadınlardan daha az mimik yapmaktadır. Bir deney sonunda elde edilen veri oldukça ilgi çekicidir. Kadın ve erkeklerden oluşan bir gruba farklı duygusal ifadeler içeren kimi fotoğraflar gösterilmiştir. Katılımcılardan fotoğraflara baktıktan sonra fotoğraftaki kişinin duygusunu söylemeleri istenmiştir. Sonuçta ise kadınlarla ilişkili fotoğraflarda duygular hem erkek katılımcılar hem de kadın katılımcılar tarafından daha rahat ve doğru tespit edilmiştir. Çalışmanın sonunda yapılan değerlendirmede kadınların duygularını dışa vurmada mimiklerini kullanma özgürlüklerinin erkeklere göre daha fazla olduğu öne sürülmüştür (Richmond ve McCroskey, 2000:243). Bunun yanı sıra kadınların erkeklerden daha fazla gülümseyip kahkaha attıkları pek çok araştırmayla saptanmıştır. Kültürümüzde bir erkeği aşağılayarak “Kadın gibi gülme!” denmesi tesadüfi değildir. Benzer biçimde “Erkekler ağlamaz!” yargısının pek çok toplumda yaygın olması da erkeklerin duygularını dışa vurma konusunda daha kontrollü olmaları gerektiğinin bir göstergesidir. Ancak burada ilgi çekici bir nokta bulunmaktadır. Erkekler duygularını gizlemek için mimik yapmamayı, donuk bir ifade takınmayı tercih ederken, kadınlar da duygularını gizlemek için gülümsemeyi kullanmaktadırlar. Dolayısıyla, bir kadınla iletişim halindeyken güler yüzlü olması, söylediklerinizi gülümseyerek karşılaması her zaman halinden memnun olduğu anlamına gelmemektedir. Pek çok toplumda ve kültürde kadınlara ilişkin beklentilerle uyumlu olarak, kadının hoş görülü, yumuşak başlı ve uyumlu olması beklenmektedir. Kadınların büyük çoğunluğu da bu beklentiyi karşılamak adına gülümsemeyi bir araç ve bazen de maske olarak kullanmaktadırlar. Kabul etmeli ki pek çok toplumda yüzü çok fazla gülmeyen bir kadın, haksız bir biçimde sevimsiz ve/veya suratsız olarak nitelendirilir. Oysa bir erkeğin sık gülümsüyor 141 olmaması çoğunluk onun gizemli, karizmatik kişiliğinin bir yansıması olarak algılanır. Kuşkusuz tüm bunlar toplumun kadından ve erkekten beklentileriyle uyumlu olarak öğrenilmiş ve geliştirilmiş sözsüz iletişim biçimleridir. Tablo 7.1: Kadın-erkek iletişiminde sözsüz iletişim davranışları (Richmond ve McCroskey, 2000:251) KADINLARIN SÖZSÜZ İLETİŞİM PERFORMANSLARI ERKEKLERİN SÖZSÜZ İLETİŞİM PERFORMANSLARI Karşı cinsle iletişim halindeyken aşağı doğru bakışlara eğilimlidir. Karşı cinsle iletişim halindeyken gözlerini dikerek bakma eğilimindedir. Daha fazla gülümser. Genellikle sert bakışlara sahiptir. Karşı cinsle iletişim halindeyken baş eğik durur. Karşı cinsle iletişim halindeyken başı çoğunluk dik tutar. Yönlendirici değildir. Yönlendiricidir. Daha olumlu jestlere sahiptir. Daha az olumlu jestlere sahiptir. Daha az alan kaplar. Daha geniş alan kaplar. Erkeğin alanının dışında durur. Kadının alanının içine girer. Teması kabullenir. Temastan kaçınır. Bedeni küçültme eğilimi gösterir. Bedeni dikleştirme, olduğundan büyük gösterme eğilimi gösterir. Bacaklar bitişik oturur ve durur. Bacaklar ayrık oturur ve durur. Elleri yanda ya da kucakta tutar. Elleri kalçalarda tutma eğilimi gösterir. Daha yumuşak konuşur. Daha gürültüyle konuşur. Daha az söz keser. Daha çok söz keser. 142 Özet tam olarak farkına varmak ve çevremizdeki kişilerin aslında ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sözlü iletilerinden yalıtarak algılayabilmek için kulaklarımızı seslere kapatarak çevremizi gözlemlemek ilginç ama verimli bir deneyim olacaktır. Bu deneyim tıpkı sessiz bir film izlemek gibidir. Bu gerçekten yapılabildiğinde çevremizde ne kadar yoğun bir sessiz ve sözsüz ileti bombardımanıyla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz . İletişimimizin temel bir yönünü sözsüz iletişim oluşturur. Başka deyişle, günlük yaşamda gerçekleştirilen ilişkilerde başvurulan simgesel kodlar içinde sözsüz olanlar, anlam yaratmada ve paylaşmada çoğu kez bilincinde olmaksızın ama kaçınılmaz olarak sürekli kullanılırlar. Bununla birlikte, sözsüz iletişimin bilimsel bir ilginin ve araştırmaların odağı haline gelmesi yeni sayılır. Bireylerarası yüz yüze iletişimde doğal olarak yer alan ses tonlaması, mimikler, beden hareketleri, jestler sözlü iletişimin çevresini ve anlamını belirlemede her zaman etkili olagelmiştir. Öte yandan, başkaları hakkındaki izlenimlerin ve kararların oluşmasında görsel kodlar sezgisel değerlendirme aracı olarak önemli bir işlev üstlenirler. Jestler, mimikler ve bakışlarda kişisel farklılıklar kadar kültürel farklılıklar da belirleyicidir. Bunun yanısıra kimi el hareketleri de ülkeden ülkeye farklı anlamlar taşıyabilmektedirler. Bakışlarda ise neredeyse hemen her ülkede benzer yaklaşımlar söz konusudur. Bir kişiye uzun süre, kilitlenerek bakmak bakılan kişiyi rahatsız eder. Ancak, kimi kültürlerde bunun yapılmamasına özellikle dikkat edilir. Sözsüz iletişimle ilgili kitabınızda yer alan bölümde konuyu geniş bir biçimde incelediniz. Burada kısaca sözsüz iletişimle ilgili bilgileri anımsayacağız. Sözsüz davranışlar, deneyimler, başka deyişle sözsüz iletişim tüm bir gün boyunca, TV, sinema, radyo, gazete, dergi, topluluk önünde konuşma, özel görüşme, sınıf içinde kısacası hayatın her anında ve alanında vardır ve etkilidir. Belirli sözsüz iletişim davranış ya da kodlarını (iyi kullanıldığı ya da kötü kullanıldığında) tanımlayabilmek insanların iletişim yeteneklerini geliştirmekte yardımcı olur. Sözsüz iletişimde fiziksel mesafe ve dokunma önemli yer tutar. Kişiler arasındaki ilişkilerin anlaşılmasında, tanımlanmasında mesafe ve dokunma önemli ipuçları verir. Üstelik özellikle özel alana girmek ve dokunmak kişiler arasında ilişkinin tanımlanmasına yardımcı olan bir konu olduğu için oldukça da hassastır. İstemediğimiz ya da ummadığımız bir insanın bize dokunması rahatsız hissetmemize yol açar. Buna karşın sosyal yaşam içinde pek çok kişiyle bir arada olmak zorunda kalırız. İş yaşamı içinde ya da durakta otobüs beklerken, bir kafeteryada otururken, kalabalık sokaklarda yürürken hiç tanımadığımız insanlarla kuşatılırız. Modern dünyada bu ve benzeri ortamlardan kendimizi yalıtmamız neredeyse imkansızdır. Ancak karşılaştığımız kişilerle samimiyetimizle uyumlu olacak biçimde fiziksel mesafemizi oluşturur ve buna eşlik edecek temas biçimlerinin neler olabileceğini kültürümüzden öğrendiklerimize göre uygularız. Genel olarak 50 cm özel alan, 1.20 m kişisel alan, 3.60 m sosyal alan ve bundan ötesi de ortak bölge olarak tanımlanır ve kabul görür . Tahmin edilebileceği gibi yine farklı kültürlerde farklı yaklaşımlar söz konusudur. Sözsüz iletişimde bireyin içgüdüleri ve gereksinimleri davranışlarını, sözsüz iletişim yoluyla çevresine gönderdiği sözsüz iletileri belirlese de sözsüz iletişim yalnızca bununla sınırlı değildir. Kaçınılmaz olarak içinde yaşadığımız toplumla ve kültürle uyumlu olarak sözsüz iletileri öğrenip tekrar ederiz. Böylece sözsüz iletişimde de toplumsal uzlaşım gerçekleşmiş olur. Bu konudaki farklılıkları örnekler üzerinden anlatmak çok daha betimleyici olacaktır. Ancak, şu önemli noktayı da gözden kaçırmamak gerekir; sözsüz iletişimle ilgili verilen örnekler bir toplumun ve kültürün tüm üyelerinin değişmez biçimde yaptığı davranışlar değildir. Kuşkusuz her toplumda istisnalar ve/veya çeşitlilikler söz konusudur. Biz burada genel olarak toplumların ve kültürlerin uygulamakta ve başvurmakta oldukları sözsüz iletişim yollarına değinilmektedir. Özel alan yalnızca değişik kültürler arasında farklılıklar göstermemekte, aynı toplumda yaşayan kişilerin geldikleri kesimlere bağlı olarak da farklılaşabilmektedir. Günlük yaşam içinde sözlü iletilere eşlik ederlerken tüm sözsüz iletileri algılamak çok da mümkün olmayabilir. Sözsüz iletişimin varlığının Selamlaşma sosyal yaşam içinde en çok gerçekleştirdiğimiz eylemlerden biridir. Özellikle 143 yeni tanıştığımız kişiler üzerinde bırakacağımız izlenim açısından selamlaşma en önemli aşamalardan biridir. Zaten tanımakta ve düzenli olarak görüşmekte olduğumuz kişilerle de iletişimimizi sağlıklı bir biçimde sürdürebilmek açısından selamlaşmak büyük önem taşır. Her kültür selamlaşmada kendi diline göre sözel içeriği oluşturduğu gibi sözsüz iletileri de yaratır. konuyu daha anlaşılır kılacaktır. Ortalama biçim ve görüntü olarak aslında bedensel farklılıkları çok fazla olmayan kadın ve erkek, giysilerle farklılaştırılır. Kadın ve erkekler toplumun kendilerinden beklediği kadınlık ve erkeklik değerleriyle uyumlu olan sözsüz iletişim biçimlerini öğrenir ve uygularlar. Elbette her kadın ve her erkek aynı biçimde davranamaz. Burada değinilecek olan sözsüz iletişim biçimleri genellemeler içermektedir. Kuşku yok ki sözsüz iletişim yolları yalnızca duruş, bakış, jest ve mimiklerden ibaret değildir. Sözsüz iletişim aynı zamanda sesimizi kullanış biçimimiz, giyim kuşa kodlarımız, bir mekanı nasıl değerlendirdiğimiz, bir mekanda kendimizi nasıl konumlandırdığımız, zamanı kullanış biçimimiz gibi konuları da içerir. Araştırmalar küçük çocukların okul öncesi dönemde kendi biyolojik cinsiyetlerine uygun, toplumun ve kültürün arzu ettiği toplumsal cinsiyete dayalı beden hareketlerini ve jestleri öğrenip uyguladıklarını kanıtlamaktadır. Örneğin okul öncesi dönemde kız çocuklarının diğer kız çocuklarıyla birlikteyken rahat ve dışa dönük olmalarına karşın, kendi akranları olan erkek çocuklarla bir araya geldiklerinde utangaç davrandıkları ve daha içe dönük hareketler sergilemedikleri bulgulanmıştır. Kuşkusuz bu durum rastlantısal değildir. Kadınlık ve erkeklik kalıpları çocukların çevrelerindeki yetişkinleri model almalarıyla, kendilerine aktarılan değerlerle kısa zamanda çocuklar tarafından kavranmaktadır. Yetişkin erkekler kadınlarla iletişim halindeyken daha dominant (baskın) ve daha buyurgan jestlere başvurmaktadır. Kadınlar ise erkeklerle iletişim içindeyken aksi bir yol izlemektedirler. Pek çok araştırma göstermektedir ki, kadınlar erkeklerle iletişime girdiklerinde daha az alan kaplama, bedenlerini olabildiğinde küçültme, dinlerken ya da konuşurken daha fazla baş sallama, saçlarıyla erkeklere nazaran daha fazla oynama ya da düzeltme, ellerini kucaklarında tutma, bacaklar ve dirsekler yoluyla kapanma hareketleri yapma, otururken bacakları ve ayakları birbirine bitişik tutma, daha fazla göz kırpma ve daha fazla aşağıya yönelik bakışlara sahip olma eğilimi gösterdikleri saptanmıştır. Erkeklerin ise daha fazla ve doğrudan baktıkları, daha fazla alan kapladıkları, başlarını dik tuttukları, ayaktayken, otururken bacaklarını açtıkları, çenelerini daha çok sıvazladıkları, daha büyük ve geniş jestler yaptıkları, bacak ve ayaklarını daha fazla hareket ettirdikleri ve kollarını bedenlerinden daha uzakta hareket ettirdikleri bulgulanmıştır. Giyim kuşam kodları bizim sosyal sınıfımız, dünya görüşümüz ve zaman zaman da hangi ülkeden geldiğimize dair ipuçları verir. Batı toplumlarının büyük çoğunluğu benzer giyim kuşam kodlarına sahiptir. Ancak o toplumların içinde de alt kültür gruplarının kendilerine göre giyim kuşam kodları bulunmaktadır. Bunun dışında Hindistan gibi kimi ülkelerde hala geleneksel giysiler yaygın olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla farklı bir ülkeye gitmeden önce ya da farklı kültürden gelen biriyle tanıştığımızda o kültür hakkında önceden bilgi sahibi olmak iletişim sürecini kolaylaştıracaktır. Bunun dışında aynı toplum içinde bile paylaşılan ortama göre giyinmek kültürün bize öğrettiği bir şeydir. Bir cenazeye ya da bir davete giderken ne giymemiz gerektiğini bize öğreten içinde yaşadığımız kültürdür. İş yaşamında da yapılan işe göre farklı kültürel kodlara başvurulabilir. Farklı sözsüz iletişim kodlarının oluşmasında belirleyici olan unsurlardan biri de toplumsal cinsiyet kavramıdır. Dördüncü ünitede toplumsal cinsiyet kavramı üzerinde durmuştuk. Ancak kavramın tanımını bir kez daha yapmak yararlı olacaktır. Toplumsal cinsiyet kısaca, kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik olgusudur. Başka deyişle, doğuştan getirdiğimiz cinsiyetlerimize içinde yaşadığımız toplum ve kültür belli değerler yükler. Önceki ünitede daha önce değinildiği üzere, toplumsal cinsiyet toplumun görmek istediği kadınlık ve erkeklik kalıplarını içermektedir. Bu normlar arasında, kadın ve erkeğin kendini sunum şekli; davranış kalıpları, beden hareketleri, jestleri, mimikleri, konuşma biçimleri, giyim kuşam kodları da yer almaktadır. Giyim kuşam kodlarında toplumsal cinsiyete dayalı ayrışma üzerine verilecek bir örnek Üzerinde durduğumuz biçimlerinde olduğu gibi de toplumsal cinsiyet bulunmaktadır. Aslında 144 diğer sözsüz iletişim bakışlar ve mimiklerde açısından farklılıklar iletişim halindeyken gerek kadınlar gerekse erkekler göz temasını gerçekleştirirler. Ne var ki bakışlarının nitelikleri birbirinden oldukça farklıdır. Kadınlar bir erkekle birlikteyken konuşma sırasında dikkatle dinlediklerini belli etmek için göz temasına dikkat ederler. Ancak bunu karşıdakine kilitlenerek değil, belli aralıklarla bakışı kesintiye uğratarak devam ettirirler. Oysa, erkeklerin bakışları çoğunlukla egemenlik kurma eğilimleriyle uyumlu olarak dik dik ve/veya kilitlenerek gerçekleşir. 145 Kendimizi Sınayalım 1. İletişim aşağıdakilerden hangisini sağlayan en temel süreçtir? 6. Jestler, mimikler ve bakışlarda farklılıklar kadar belirleyici olan aşağıdakilerden hangisidir? a. Toplumsallaşma kişisel unsur a. Dil farkları b. Büyüme b. Giysi farkları c. Yaşlanma c. İdeolojik farklar d. Ergenliğe ulaşma d. Mimari farklar e. Ölüm e. Kültürel farklar 2. Günlük yaşamda çoğu kez bilincinde olmaksızın ama kaçınılmaz olarak kullanılan simgesel kodlar aşağıdakilerden hangisidir? 7. Sözsüz iletişimin hangi türünde neredeyse hemen her ülkede benzer yaklaşımlar söz konusudur? a. Yazı a. Giysilerde b. Grafik b. Bakışlarda c. Sözsüz iletisim c. Mimiklerde d. Notalar d. Jestlerde e. Mimari e. Dilde 3. Sözsüz iletişimin insanın iletisim tarihi kadar eski olan en önemli boyutunu aşağıdakilerden hangisi oluşturur? 8. Yalnızca değişik kültürler arasında farklılıklar göstermeyen, aynı toplumda yaşayan kişilerin geldikleri kesimlere bağlı olarak da farklılaşabilen sözsüz iletişim türü aşağıdakilerden hangisidir? a. Konuşma b. Görsel kodlar a. Genel alan c. Dinleme b. Yazı d. Okuma c. Resim e. Matbaa d. Grafik 4. Sözsüz iletişimin bir kısmı her insanın verdiği ne tür tepkilerdir? e. Özel alan a. Evrensel 9. Birleşik Arap Emirliklerinde el sıkışmadan elleri uzun süre tutmak neyin göstergesidir? b. Kişisel a. Soğukluğun c. Kırsal b. Düşmanlığın d. Kentsel c. Arkadaşlığın e. Mahalli d. İlgisizliğin 5. Hoşlanmadığımız bir şeyle karşılaştığımızda o nesne ya da kişiye karşı ne tür bir tepki veririz? e. Kızgınlığın 10. Giyim-kuşam kodları bizim sosyal sınıfımız, dünya görüşümüz ve zaman zaman aşağıdakilerden hangisi konusunda ipuçları verir? a. Yakınlaşırız b. Kucaklarız a. Hangi ülkeye gittiğimiz c. Konuşuruz b. Hangi ülkeye gitmediğimiz d. Uzaklaşırız c. Hangi ülkeye gitmeyi planladığımız e. Kavga ederiz d. Hangi ülkeden geldiğimiz e. Hangi ülkede bulunmadığımız 146 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı uzantısını henüz sosyalleşme sürecinin başında olan küçük çocuklarda görmek olanaklıdır. Bir şeyden korktuklarında masanın altı, koltuğun, kapının arkasına saklanma ya da bir yetişkinin bacaklarının arkasına gizlenme en yaygın davranıştır. Ama modern dünyada artık insan pek de bu tarz tehditlerle karşılaşmıyor. Fiziksel olarak kendimizi doğaya karşı çağlar öncesinde yaşamış olan insanlardan daha iyi koruyabiliyoruz. Ancak modern dünyada da ast üst ilişkileri, sosyal yaşamın dayattığı kurallar zaman zaman bizi tedirgin edebiliyor. Saklanacak bir mağaramız yok ama kendimizi güvende duyma ihtiyacımız kalıcı. İşte bu ihtiyacı bedenimizde kapanma hareketi yaparak karşılıyoruz çoğunluk. Pek çok kültürde kendini içinde bulunduğu ortamda huzursuz hisseden kişi kollarını, ellerini önünde kavuşturarak kapanma hareketi sergiler. 1. a Yanıtınız yanlış ise “Giriş” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. c Yanıtınız yanlış ise “Giriş” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. b Yanıtınız yanlış ise “Giriş” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. a Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. d Yanıtınız yanlış ise “Sözsüz İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. e Yanıtınız yanlış ise “Jestler, Mimikler ve Bakışlarda Kültürel Farklılıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. b Yanıtınız yanlış ise “Jestler, Mimikler ve Bakışlarda Kültürel Farklılıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 2 Sözsüz iletişimde fiziksel mesafe ve dokunma önemli yer tutar. Kişiler arasındaki ilişkilerin anlaşılmasında, tanımlanmasında mesafe ve dokunma önemli ipuçları verir. Üstelik özellikle özel alana girmek ve dokunmak kişiler arasında ilişkinin tanımlanmasına yardımcı olan bir konu olduğu için oldukça da hassastır. İstemediğimiz ya da ummadığımız bir insanın bize dokunması rahatsız hissetmemize yol açar. Buna karşın sosyal yaşam içinde pek çok kişiyle bir arada olmak zorunda kalırız. İş yaşamı içinde ya da durakta otobüs beklerken, bir kafeteryada otururken, kalabalık sokaklarda yürürken hiç tanımadığımız insanlarla kuşatılırız. Modern dünyada bu ve benzeri ortamlardan kendimizi yalıtmamız neredeyse imkansızdır. Ancak karşılaştığımız kişilerle samimiyetimizle uyumlu olacak biçimde fiziksel mesafemizi oluşturur ve buna eşlik edecek temas biçimlerinin neler olabileceğini kültürümüzden öğrendiklerimize göre uygularız. Genel olarak 50 cm özel alan, 1.20 m kişisel alan, 3.60 m sosyal alan ve bundan ötesi de ortak bölge olarak tanımlanır ve kabul görür (İzgören, 2000: 29). Tahmin edilebileceği gibi yine farklı kültürlerde farklı yaklaşımlar söz konusudur. 8. e Yanıtınız yanlış ise “Kişilerarası Mesafede ve Dokunmada Kültürel Farklılıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. c Yanıtınız yanlış ise “Selamlaşma ve Kültürel Farklılıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. d Yanıtınız yanlış ise “Diğer Sözsüz İletişim Ögeleri ve Kültürel Farklılıklar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sözsüz iletişimde gerçekleştirilen kodlamaların bir kısmı evrensel olarak hemen her insanın verdiği tepkilerdir. Yapılan kimi araştırmalar sonucunda farklı kültürlerden gelseler bile insanların mutluluk, korku, öfke, şaşkınlık, üzüntü ve tiksinme duygularını neredeyse aynı mimiklerle ifade ettikleri saptanmıştır. Bunların yanı sıra içgüdülerimizden hareketle gerçekleştirdiğimiz kimi sözsüz iletişim kodlamaları da bulunmaktadır. Korunma, kendini güvende hissetme gereksinimi insanın en temel gereksinimlerinden biridir. Çağlar önce ilkel toplumlarda insanlar belki de hissettikleri tehditlerden korunmak için belki de mağaraya saklanmaktaydı. Çevrelerindeki vahşi hayvanlardan, doğa felaketlerinden bu şekilde sakınabileceklerini düşünmekteydiler. Bu içgüdünün Genellikle batı toplumlarında özel alan ihlali pek görülmez. Örneğin, Almanlar özel alanlarına girilmesinden hiç hoşlanmazlar. O nedenle ne kendileri böyle bir girişimde bulunurlar ne de başkalarının kendilerine bu denli yaklaşmalarına izin verirler. Almanların özel alan mesafesini 147 korumak konusundaki hassasiyetlerinin aksine örneğin Meksika’da konuşma sırasında birbirine yakın durmak yaygındır. Bundan rahatsız olmuş gibi durmak büyük kabalıktır. Çin’de fiziksel temas rahatsızlık veren bir durumdur. Özellikle yabancıların kendilerine dokunmasından hoşlanmazlar. Buna rağmen Ruslar’ın konuşmalarına fiziksel temas eşlik eder. Konuşurken de yakın durmayı tercih ederler. İngiltere’de ise özel alana girmeyi gerektirecek davranışlar (kucaklaşma, dokunma, öpme) aile fertleriyle gerçekleştirilir. Özel alanın mahremiyetine çok dikkat ederler. Birine çok yakın durmak, eli omzuna atmak uygun değildir. el sıkmak kadar neredeyse sadece dokunuyormuşçasına el sıkmak da karşı tarafa rahatsızlık veren bir tokalaşma biçimidir. İşte sözü edilen o hafif el sıkışma Amerika Birleşik Devletleri’nde hoşnutsuzluk olarak nitelendirilir. El sıkışırken aşırı baskı uygulamadan, sıkıca tutmak ve göz teması kurmak o kültür için en geçerli olan selamlaşma biçimidir. Fransızlar ise ilk kez tanıştıkları biriyle selamlaşıp el sıkışırlar. Samimi oldukları kişileri ise öperek selamlarlar. Fakat karşı cinsler ve kadınlar birbirlerini öper. Eğer bir erkekle kadın selamlaşma sırasında birbirlerini öpecek kadar yakınlarsa erkekler kadınları öper. Erkekler arası öpüşme yaygın değildir. Bu samimi iletişime karşılaştırıldığında Almanya’da selamlaşmanın daha resmi boyutlarda gerçekleştiği görülür. Özellikle ilk kez karşılaştıkları kişilerle ya da iş toplantılarında sadece tokalaşırlar. Özel alan konusundaki duyarlılıkları hatırlandığında Almanların selamlaşmalarda neden yalnızca tokalaşmayı tercih ettikleri daha anlaşılır bir hal almaktadır. Tokalaşmaya arkadaşların birbirini öpmesi eşlik ettiğinde aslında 50 cm lik özel alana başkalarının girmesine izin verilmiş olmaktadır. Dolayısıyla, Almanların yaşam biçimiyle uyumlu bir durum söz konusudur. Kuşkusuz bu konuda istisnalar da vardır. İngiltere’de de özellikle formal karşılaşmalarda sadece tokalaşmak yeterlidir. Hindistan’da ise “nameste” başka deyişle iki eli birleştirip hafifçe öne eğilerek selamlamak, oldukça yaygındır. Ayrıca el sıkışarak da selamlaşılabilir. Hemcinsler (aynı cinsiyetten kişiler) el sıkışır ama karşı cinsler dini inanıştan dolayı el sıkışmaz. Eğer ortada bir belirsizlik varsa ilk hamleyi karşıdan beklemek en iyisidir. Birleşik Arap Emirlikleri’nde ise selamlaşma ritüelleri biraz karmaşıktır. Arkadaşlar birbirini öperek selamlar. Erkekler arasında yaygındır. Erkekler arasında selamlaşma biçimi el sıkışmadır. Kadınlar da el sıkışır kimi zaman da öpüşür. Erkekler kadın elini uzatmadığı sürece el sıkışmak için hamlede bulunmaz. El sıkışmadan sonra elleri uzun süre tutmak arkadaşlık göstergesidir. İspanya’da selamlaşmak bizim kültürümüzdekine yakınlık gösterir. El sıkışmak ve iki yanaktan birden öpmek yaygındır. Eğer iş görüşmesi sırasında el sıkıştıktan sonra karşıdaki kişi yanağını diğerine uzatıyorsa iki yanağından birden öpmek gerekir. Japonya’da selamlaşma baş eğilerek gerçekleştirilir. Çin’de ise fiziksel temas çok hoş karşılanmaz. O nedenle başka selamlaşmak tercih edilir. Meksika’da Sıra Sizde 3 Selamlaşma sosyal yaşam içinde en çok gerçekleştirdiğimiz eylemlerden biridir. Özellikle yeni tanıştığımız kişiler üzerinde bırakacağımız izlenim açısından selamlaşma en önemli aşamalardan biridir. Zaten tanımakta ve düzenli olarak görüşmekte olduğumuz kişilerle de iletişimimizi sağlıklı bir biçimde sürdürebilmek açısından selamlaşmak büyük önem taşır. Her kültür selamlaşmada kendi diline göre sözel içeriği oluşturduğu gibi sözsüz iletileri de yaratır. Türkiye’de resmi tanışmalarda el sıkışmak yaygındır. Yakın dostlar tokalaşırken birbirlerini öpebilirler. Hatta bu yanaklardan öpmekten çok yanakları birbirine değdirmek biçimindedir. Yakın arkadaşlar, akrabalar arasında tokalaşmadan hemen sarılmak ya da elle hafifçe karşıdakinin omzu tutulurken yanakları birbirine değdirmek hem kadınlar, hem erkekler ve hem de kadın ve erkekler arasında sık görülen selamlaşma biçimidir (Bkz. Fotoğraf 4.12). Kuşkusuz bunda da sosyal sınıfa, yöreye, o yörenin kendi örf ve adetlerine, kişinin dünya görüşüne uygun olarak farklılaşmalar görülebilmektedir. Türkiye’de bir başka yaygın selamlaşma biçimi ise el öpmektir. Yaşlıların, çok yaşlı olmasa da saygı duyulan kişilerin elleri eğilerek öpülür ve alına koyulur. Türkiye’de en yaygın saygı içeren selamlaşma biçimi budur. Modern, batılı toplumlarda karşılaşmalarda tokalaşmak esastır. Ne var ki tokalaşmada bile kültürden kültüre farklılıklar göze çarpmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde el sıkışarak, gülümseyerek veya ‘merhaba’ denilerek selamlaşılır. El sıkışma kısa ve özdür. Bilindiği üzere el sıkışma sırasında çok bastırarak 148 Yararlanılan İnternet Kaynakları tokalaşmak veya hafifçe başla selamlaşmak yaygındır. Rusya’da da selamlaşma ve vedalaşma sırasında el sıkışılır (Hürriyet İK 4 Eylül 2011: 10). Görüldüğü üzere küresel dünyada birbiriyle daha çok etkileşim içinde olan ülkelerin kültürlerinde pek çok benzerlik bulunmaktadır. Ne var ki bu küresel ağın dışında kalan kültürlerde çok farklı sözsüz iletilerle karşılaşmak olanaklıdır. Örneğin, Hindistan’ın Andaman Adaları’nda yaşayan Andamanlar arasındaki selamlaşma oldukça ilginçtir. Bu kültürde selamlaşmak için herkes bir diğerinin kucağına oturur ve her iki kişi de diğerinin boynuna kollarını dolayarak sarılır ve kısa bir süre karşılıklı sızlanırlar. İki kardeş, baba oğul, anne kız, eşler ve bazen arkadaşlar bu şekilde selamlaşırlar. Eşler arasında erkek karısının kucağına oturarak sarılabilir ve selamlaşma bu şekilde gerçekleşebilir. Griffin A.M., McGahee, D., Slate, J. (2003). http://www.bvte.ecu.edu./ACBMEC/p1999/Griffi n.htm Yararlanılan Kaynaklar Beyhan, E. ( 2010). İnsan, Moda ve Kentsel Mekan İlişkilerinin İncelenmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Bullough V.L.-Bullough B. (1993). Cross Dressing, Sex and Gender, Pennsylvania: University of Pennsylvania Press. Connell, R.W. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. İzgören, A.Ş. (2000). Dikkat Vücudunuz Konuşuyor, Ankara: Academyplus Yayınları. Leathers, D. (1997). Successful Nonverbal Communication-Principles and Applications, New York: Allyn and Bacon Press. Malandro L.A. ve diğerleri (1989). Nonverbal Communication, New York: McGraw-Hill Press. Oskay, Ü. (1992). İletişimin ABC’si, İstanbul: İletişim Yayınları. Özer, A.K. (1995). İletişimsizlik Becerisi, İstanbul: Varlık Yayınları. Richmond V.P.-McCroskey, J.C. (2000). Nonverbal Behavior in Interpersonal Relations, New York:Allyn and Bacon Press. Yaktıl Oğuz, G. (2002) “Kültürlerarası iletişimde Engeller-Bir Örnek Çözümleme: Savulun Battal Gazi Geliyor”, Kurgu, Sayı 19, s. 25-34, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi İBF Yayınları. “Yabancılarla İş Yaparken Bunlara Dikkat Edin” Hürriyet İK, 4 Eylül 2011, s.10. 149 8 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; İmaj kavramını ve imajın çeşitlerin tanımlayabilecek, İkna kavramını ve iknanın unsurlarını açıklayabilecek, Kişisel imaj yönetiminin aşamalarını ayırd edebilecek, Kişisel imajın halkla ilişkiler açısından önemini değerlendirebilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar İmaj İlk İzlenim İmaj Çeşitleri Kişisel İmaj Yönetimi İkna Görüntü Yönetimi Kişisel İmaj Giyim İçindekiler Giriş İmaj İkna Kişisel İmaj Kişisel İmaj Yönetimi Kişisel İmajın Halkla İlişkiler Açısından Önemi 150 Kişisel İmaj ve Halkla İlişkiler GİRİŞ Günlük özel veya iş yaşantımızda sürekli iletişim halindeyiz. Bu iletişim süreci içerisinde yazılı, sözlü, sözsüz iletişim ile insanları belirli konular üzerinde ikna etmeye çalışıyoruz ya da başkaları tarafından ikna ediliyoruz. Bu süreç içerisinde kurduğumuz iletişimlerde başkaları üzerinde bir takım etkiler bırakıyoruz. İnsanlar üzerinde yarattığımız bu etkiler sonucunda imajımıza ilişkin olumlu ya da olumsuz algılar oluşuyor. İmaj, elle tutulup gözle görülmediği için değerlendirmesi, açıklaması zor bir kavram. Ancak kişisel imaja ilişkin algıyı yönetebiliriz. Halkla ilişkiler uzmanlarının sahip olması gereken birçok özellik var. Bu özelliklerin içerisinde kişisel imaja ilişkin olan durum ön plandadır. Çünkü imaj görünümü ve izlenimi kapsayan bir kavramdır. Halkla ilişkiler uzmanları da görünürlüğü, insan ilişkileri oldukça fazla olan alanlardan birisidir. Bu nedenle ünitede imajın yanısıra ikna kavramıda incelenecektir. Ardından kişisel imajın önemi ve kişisel imajın ögeleri ayrıntılarıyla ele alınacaktır. Kişisel imajda sözlü ve sözsüz iletişim son derece önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu ünitede sözlü, sözsüz iletişim konularına daha önceki ünitelerde söz edildiği için değinilmeyecektir. Her bireyin bir kimliği, kişiliği, kültürü, imajı, itibarı vardır. Bireylerin sahip olduğu bu kavramlar kurumlar ve markalar için de geçerlidir. Biz bu ünitede, literatürde yer alan kurum imajı, kimliği kavramlarını bireylerle ilişkilendirecek şekilde açıklamaya çalışacağız. İMAJ İmaj, reklam ve halkla ilişkilerin etkili bir jargonu olarak tanımlanır. İmaj, gerçeğin ‘yaklaşık’ olarak görsel sunumudur. Bu sunum, fotoğraf ve resimdeki gibi fiziksel ya da edebiyat ve müzikteki gibi imgesel de olabilir. Bu tanımları biraz daha netleştirirsek, çeşitli kanallardan, reklamlardan doğal ilişkilere, içinde yaşanılan kültürel iklimden, sahip bulunulan önyargılara kadar elde edilen bilgi ve verilerin bir değerlendirmesi diyebiliriz. Günümüzde iletişim teknolojisinin ilerlemesi sonucunda karşılaştığımız pek çok mesajın her biri bilgilenme sürecimizin yalnızca küçük bir parçasını oluşturur. Bu açıdan imaj, bir kez sahip olunan ve ömür boyu sürdürülen kavram olarak tanımlanamaz. Bireylerin zihinlerinde yavaş yavaş oluşan imgelerin bütünüdür denebilir. Kuşkusuz, başarılı bir imaj, hem tutarlı hem de belirgin olmalı ve özellikler uyumlu hale getirilmelidir. Bireyler ve kurumlar kimlikleri doğrultusunda kişiliklerini yansıtır. Kurum imajı, kuruluş hakkındaki görüş ve düşünceleri, diğer bir anlatımla, kurumun algılanış biçimini yansıtır. İmaj, insanlar üzerinde inandırıcılık ve güven yaratmak ile sürdürmek gibi önemli bir işlevi yerine getirir. Bireyler ve kurumlar açısından oluşturulacak imajın tek ve inandırıcı olabilmesi, gerçekle uyum içinde olmasına bağlıdır. Kurum imajı, kurum kimliği sunumlarının ilgili gruplar üzerinde bıraktığı bütünsel algı olarak tanımlanabilir. Kurum imajı alıcının gözündedir. Şüphesiz bireysel imaj da alıcının gözündedir. Bireyler çevrelerinde karşılaştıkları insanlara (arkadaşlarına, yöneticilerine veya çalışanlarına, müşterilerine, izleyicilerine vb) diğer bir deyişle alıcılarına gönderdiği iletilerle kendi lehinde bir imaj uyandırmak ister. Burada önemli olan işlev, iletinin alınışıdır. Kısaca kişisel veya kurum imajı, alınan tüm iletiler doğrultusunda, kişi veya kurum hakkında alıcıda oluşan resimdir. Doğru imajı yaratmak hiç bitmeyen bir görevdir. 151 Bireyler gibi kurumların da bir kişiliği vardır. Bu kişilik, kamuoyunda iyi-kötü, olumlu-olumsuz olarak değerlendirilebilir. İmaj, çalışanların, tüketicilerin ve diğer hedef kitleler tarafından kuruluşun farklı yönlerinin algılanması sonucunda benimsenen görüşlerin toplamından oluşur. Kimlikler, kurum ve marka imajı yaratır. Günümüzde medyada, çevremizde sürekli imaj ile ilgili birşeyler duyuyoruz. Acaba hangi imajlar var? Gelin şimdi bu imajları görelim: İmaj Çeşitleri Kişi ya da kurum ile ilgili istendik görüş ve düşüncelerin oluşturulması çabası imaj yaratmadır. Medya kurallarına uygun görüntü oluşturulması ile başlayan bu süreç, davranış ve düşünce biçimi ile tamamlanır. Kurum imajı dışında başka imajlar da vardır. Bristol bu imajları şöyle ifade etmektedir (Aktaran Peltekoğlu, 2001: 361-362). Ürün İmajı; Tüketicilerin belli bir ürün türüne yönelik algılamalarıdır. Ürün imajı, özellikle pazara yeni bir ürünün tanıtılmasında etkilidir. Ülkemiz pazarına ilk kez sunulduğunda buzlu çay ürünlerine nasıl yaklaştığımızı, onları nasıl algıladığımızı bir düşünün. Kamuoyu tarafından pek tanınmayan bir kurumun yeni ürettiği ürün kurumun kendi faaliyet alanında oldukça iyi bir imaj edinmesine katkı sağlar. Marka İmajı; En yaygın imaj türlerinden birisi olan marka imajı, markanın kişiye çağrıştırdığı duygu ve düşüncelerin bütünüdür. Her markanın iyi ya da kötü bir imajı vardır ve bu imaj tüketici tercihlerinde de önemli bir belirleyici olur. Marka imajı, doyuma ulaşmış bir pazarda, ürün veya hizmetin diğerlerinden ayrılarak ön plana çıkmasında oldukça önem taşır. Kurum imajı ile marka imajı arasındaki ilişkiyi tartışınız. Kuruluşun Kendi Algıladığı İmaj; Bu imaj türü, kurumların kendilerini nasıl gördüğüyle ve değerlendirdiğiyle ilgilidir. Bu imaj, bir tasarımcının kendi yaptıklarına bakışı veya bir anne-babanın kendi çocuklarını değerlendirmesi ile benzeşir. Yabancı İmaj; Kuruluşun kendi algıladığı imajın tersidir. Diğer kişilerin zihnindeki görüş ve düşüncelerdir. Ürün ve hizmetlerin gerçekleştirilmesiyle doğrudan ilişkisi bulunmayanların sahip olduğu bir imaj türüdür. Güçlü ve başarılı markalarda kuruluşun kendini algılayış biçimiyle yabancı imaj büyük ölçüde örtüşmektedir. Transfer İmaj; Transfer imaj, genellikle lüks tüketim ürünlerinde bilinen bir ürün markasının ve dolayısıyla imajının başka bir ürün kategorisine transferidir. Örneğin, Bir araba markasının ve imajının güneş gözlüklerine ya da bir tekstil markasının saat kategorisine transferidir. Mevcut İmaj; Bu imaj bugünkü görüntüyü oluşturur. İmajların dinamik ve değişken olduğu, aynı zamanda zamana uyma zorunluluğu gözönünde bulundurularak yapılacak bilimsel araştırmalarla mevcut imajın ortaya çıkartılması gerekir. İstenen İmaj; Araştırma sonuçlarına göre, kurumun ulaşmayı hedeflediği imajdır. Kurumların ilgili kitlelerce nasıl algılanmak istediğine karşılık gelir. Pozitif (Olumlu) İmaj; Pozitif imaj, iyi ve güçlü özelliklere sahip markaların, çevreye yansıyan ve sempati uyandıran imajıdır. Doğal olarak tüm markalar ve kurumlar pozitif yani olumlu bir imaj oluşturmak isterler. Negatif (Olumsuz) İmaj; Kurumların agresif, olumsuz davranışları sonucunda oluşur. Örneğin, mağazaya gelen bir müşteriye tezgahtarların kötü hizmet sunması, kurumun çevreye verdiği zarar vb. genellikle insanların zihninde kuruma karşı negatif yani olumsuz bir imajın oluşmasına neden olur. Ayna İmaj; Kuruluşun her çalışanının özellikle de lider ve yöneticinin kurum dışındaki kişiler üzerinde yarattığı imaja ayna imaj denir. Bu imaj türünde, her kurum üyesinin tek tek kurum imajını bilmesi ve ona uygun davranması gerekir. 152 Şimdiki İmaj; Kurum dışındaki kişilerin kuruma ilişkin kendi yaşadıkları deneyimlerin yanısıra edindikleri bilgiye dayanan imaj türüne şimdiki imaj denmektedir.Edinilen bilgiler yetersizse ve yaşanılan deneyimler olumsuz ise bu imaj da olumsuz olacaktır. Şemsiye İmaj; Tüm imajları bir şemsiye altında toplayan, tüm alanları kapsayan bir üst imajdır. Et, süt, beyaz eşya, gibi markaların aynı holding bünyesinde olduğunu ifade eden ve bu markaların tek bir ağaç üzerinde toplandığını gösteren reklamları şemsiye imajına örnek olarak gösterebiliriz (Göksel, Yurdakul, 2002: 2002). Mağaza İmajı; Tüketicilerin mağazanın tüm özellikleri hakkındaki algılamalarına mağaza imajı denir. Mağaza imajı, mağazanın psikolojik ve fiziksel yapısının müşteriler tarafından algılanma biçimidir ve mağazaya olan bağlılığın önemli bir belirleyicisidir. Mağaza imajı pek çok ögenin biraraya gelmesiyle oluşmaktadır (Berman, Evans, 1998:549). 1. Genel özellikler 2. Ürün özellikleri 3. Fiyat özellikleri 4. Fiziksel özellikler 5. Müşteri hizmetleri ve personel 6. Topluma hizmet 7. Tutundurma çabaları Kişisel İmaj; Kişisel tasarlansın veya tasarlanmasın, her insanın mutlaka bir imajı vardır. İnsanların bir bireye ilişkin akıllarına gelen her şey, o bireyin imajını oluşturmaktadır (Bakan, 2005: 29). Kişisel imaj çeşitlerini Kaşıkçı şöyle belirtmektedir (2006:18): • İnsanın Kendi Algıladığı İmaj: Bu imaj türüne “bendeki imaj” veya “kafamdaki ben” de diyebiliriz. Başkalarına karşı ve kendimize karşı “ben aslında söyle bir insanım, böyle bir insanım” dediğimiz kendimizi kafamızda konumlandırdığımız imajdır. • Yansıyan / Algılanan İmaj: Bu imaj türüne de “başkalarının kafasındaki sen” veya “senin karşıya yansıyan imajın” diyebiliriz. İletişim sırasında karşımızdaki her zaman sizin imajınıza, sizin kendinizi gördüğünüz gibi değil, onlara yansıyan haliyle bakar. • Arzu Edilen /İdealize Edilen İmaj: Karşımızdaki insanlara yansımasını arzuladığımız, hedeflediğimiz, olmayı düşündüğümüz imajdır. Sizde olan ve ön plana çıkmasını arzu ettiğiniz yönlerinizin dikkat çekici hale getirilmesidir. Olmayan birşeyi veya size uymayan birşeyi karşınızdakine varmış ve sizin bir parçanızmış gibi göstermek doğru bir yaklaşım değildir. Sizde varolan iddialı yönünüzü bulup sunma şeklidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi imaj, insanlar üzerinde inandırıcılık ve güven yaratmak ile sürdürmek gibi önemli bir işlevi yerine getirir. Bu işlevi yerine getirmek için ikna gibi önemli bir kavram ön plana çıkmaktadır. İKNA Kurduğumuz her iletişimin amacı iknadır. İkna, herhangi bir konuda birilerinin inanmasını sağlama, inandırmadır. Başka bir deyişle ikna, bir kişinin ya da grubun düşüncelerini ve davranışlarını değiştirme ya da onlara güç kazandırma sürecidir. İnsanlar her zaman anlaşılmak için çaba sarfetmektedirler ama bunu istedikleri gibi başarmada hala bir çok sorun yaşamaktadırlar. İkna açısından arzu edilen sonuca ulaşmak için ikna unsurlarını iyi bilmek gerekmektedir. 153 İknanın Unsurları İkna hazırlık ve planlama gerektirir. Günlük yaşantımızda ikna etmeyi gerektiren çeşitli olaylar, etkinliklerle karşılaşmamıza rağmen, bu durum nadiren düşündüğümüz bir şeydir. İknanın içerisinde dört unsur vardır: 1. İnanılırlık 2. Hedef kitleyi anlama 3. Sağlam bir sav 4. Etkili iletişim İnanılır Olmak İnanılır olmak iknanın en önemli köşe taşıdır. İnanılır olmaksızın hedef kitlenizi ikna etmeniz olanaklı olmaz. Kendi inanılırlığınız iki düzeyde ortaya çıkmaktadır. Düşünceleriniz: İnanılır olmanız için düşünceleriniz göründüğü gibi algılanmalıdır. Kişiliğiniz: Başka insanlar, hedef kitleniz sizi inanılır, güvenilir ve aynı zamanda samimi buluyor olmalı. Genel olarak inanılırlığı basit bir formülle daha rahat ifade etmek olanaklıdır. İnanırlık= Güven+ Uzmanlık Güven İnsanlar size güvendiklerinde sizi inanılır, bilgili ve samimi görme eğilimindedirler. Sizin onların çıkarlarına saygı gösterdiğinizi ve aynı zamanda sizi güçlü bir duygusallık ve doğruluk taşıyan bir karakter olarak görürler. İnsanların güvenini kazanmanın bazı yolları vardır. • Hikayenin iki tarafını da anlatın. • Sözlerinizi yerine getirin. • Sır tutun. • Değerlerinizde tutarlı olun. • Düşüncelerin keşfedilmesini ya da açığa çıkmasını teşvik edin. • Başkalarının çıkarlarına öncelik tanıyın. Uzmanlık Uzmanlık da güven gibi inanılır olmanıza yardımcı olur. Eğer doğru yargılarda bulunuyorsanız ve başarıya sahipseniz insanlar sizin bir uzmanlığınız olduğunu algılayacaklardır. Uzmanlık oluşturmak veya uzmanlığınızı güçlendirmek için bazı konulara dikkat edilmelidir. • Düşüncelerinizi araştırın. • Birinci elden deneyim kazanın. • Güvenilir kaynakları örnek alın. • Söylediğinizi kanıtlayın. • Konunuzun dilini iyi öğrenin. • Artılarınızı saklamayın. • İnanılır müttefiklerle ekip kurun. • Onay toplayın. 154 Hedef Kitleyi Anlamak İnsanlar size ve düşüncelerinizi ne kadar inanılır bulursa bulsun, siz hedef kitlenizi anlamak zorundasınız. Etki Merkezlerini Belirleme: Hedef kitlenizin, kararlı olanlar, kararsız olanlar ve etkileme gücü olanlar olmak üzere hangi gruba girdiğini belirleyin. Destekçi ya da muhalif olup olmadıklarını belirleyin. Hedef kitlenizin alma eğilimini analiz etme: Hedef kitlenin kim olduğunu belirledikten sonra onları analiz etmek gerekir. Bu kitlenin alma eğilimini analiz etmek için aşağıdaki uyarıları dikkate alınmalıdır. • Tepkileri izleyin. • Beden dilini değerlendirin. • Bilgili insanlarla konuşun. Alma Eğilimi Kategoirilerini Değerlendirme: Alma eğilimleri açısından hedef kitle beş kategoriye ayrılır. Düşmanca, tarafsız, ilgisiz, bilgisiz ve destekleyici. Sağlam Bir Düşünce Önerilerinizi kabul veya reddetme gücüne sahip insanları ikna etme olasılıklarınızı güçlendirin ve savlarınızı diğer bir deyişle düşüncelerinizi oların karar verme tarzlarına uygun hale getirin. İnsan doğasının direncine rağmen, sağlam kanıtları biraraya getirerek öneride bulunmak ikanın en etkili temelidir. Sağlam kanıtlarla hazırlanan bir önerinin sahip olması gereken bazı özellikler vardır: • Gerçekler ve deneyimler tutarlı ve mantıklı olmalıdır. • İkna etmeye çalıştığınız insanların çıkarlarına hitap etmelidir. • Kendisiyle rekabet eden alternatifleri tarafsızlaştırmalı veya yok etmelidir. • Varolan durumun politik havasına uygun olmalıdır. • Otorite sahibi ve objektif üçüncü şahıslardan onay almalıdır (Luecke, 2007: 69-88). Etkili İletişim İletişim sürecinde kaynak (halkla ilişkiler yazarı), hedef kitlesine ulaşabilmek için öncelikle mesajının (iletinin) taşıyacağı bilgi, duygu, düşünceleri bir iletişim kanalı aracılığıyla gönderilebilecek biçimde kodlar. Başka bir deyişle, karşımızdaki kitleye, onun duygularını, düşüncelerini, davranışlarını, kendi algıladığımız veya onun algılamasını istediğimiz biçimde etkilemek, ikna etmek için kodlamalıyız. Bu kodlama sözcükleri, resimleri, simgeleri, tabloları vb. seçerek gerçekleştirilir. Kuşkusuz bu mesajların iletişim süreci uygulamaya geçirildiğinde özünü ve biçimini koruyabilecek şekilde kodlanması gerekir. Aksi taktirde, iletilmek istenen duygu ya da bilgi yerine çok farklı şeylerin algılandığı görülecektir. Ayrıca mesajın kodlanması, çok kısa, çarpıcı, akılda kalıcı, dikkat çekici olmalıdır. Bu şekilde kodlanmayan mesaj hedef kitleye ulaşsa bile, onun tarafından algılanmayacak, hedef kitlenin yaşam ortamında “gürültü” öğesi olarak kalacaktır. Bu durumda da mesajın anlamsal içeriği tam olarak iletilemediği için, bizim kodlama yaparken amaçladığımız mesaj çarpıtılarak algılanmış olacaktır. Gördüğünüz gibi, halkla ilişkiler amacıyla iletilecek yazılı veya sözel mesajda inandırıcı ve ikna edici olabilmek için hazırladığınız mesaj etkili olmalıdır. Aynı zamanda da uzun bir dönemde kazanılan ve geliştirilen saygınlık, güvenilirlik ve olumlu imaj ile yakından ilgili bir kavramdır. Halkla ilişkilerde etkili mesaj oluşturmak istendiğinde aşağıdaki konulara dikkat edilmelidir. • Doğruluk ve dürüstlük gibi değerler daima her şeyin üstünde tutulmalıdır • Edebi bir dil kullanmaktan mümkün olduğunca kaçınılmalıdır • Dili kötü kullanmaktan sakınılmalıdır • Daima hedef kitlenin anlama kapasitesi dikkate alınmalıdır 155 • Hedef kitlenin zevklerine ilgi alanlarına hitap edilmelidir • Mesajları açık ve net biçimde ifade edilmelidir • Gramer kurallarına uyulmamalıdır • Yazım hataları yapılmamalıdır • Noktalama kurallarına uyulmalıdır • İletişim araçlarının yayın standartlarına uyulmalıdır (Oktay, 1996: 116). Sözlü, sözsüz iletişimin özelliklerini, iknanın unsurlarını doğru olarak uygulama özelliğine sahip insanlar çevrelerindekilerle kurdukları ilişkilerinde başarılıdır. Halkla ilişkiler uzmanları da bu özelliklere uygun kişisel imajlarını doğru yönettikleri sürece başarılı olurlar. KİŞİSEL İMAJ Kişisel imaj, “başkalarının zihnindeki biziz.” veya kişisel imaj, “kişilerin zihninde başkalarıyla ilgili olumlu veya olumsuz algılar ve düşüncelerdir”. Bu algılar yönetilir. İnsanlar genellikle kişisel imajı ünlü kişilerin, sanatçıların yeni albüm oluşturduklarında , yeni bir dizi veya film yaptıklarında kendi görüntüleri (saç rengi, kesimi, giyimleri, makyajları vb) üzerinde gerçekleştirdikleri değişiklikler olarak biliyor. Ancak kişisel imaj bunların çok ötesinde bir kavram. Bu görüntülerdeki değişiklerin yanısıra etkili konuşma, yaşam amacı, iletişim becerileri gibi pek çok konuyu da kapsayan bütünsel bir yaklaşımla değerlendirilmektedir. Çevremizde gördüğümüz insanlar hakkında bilinçaltımızda yer eden bazı kalıplaşmış düşünceler sonucunda iyi veya kötü yargılarda bulunuruz. Karşımızdakinin giysileri, davranışları, konuşma biçimi, beden dili, yaşam tarzı gibi konular, görüntüler bilinçaltımızdaki bilgileri tetikleyerek otomatik olarak bir yargıya yönlendirir. Çok kısa bir sürede ilk izlenimlerimiz oluşur ve o kişi hakkında yargıya varırırz. Kişisel imajın oluşum sürecini biraz daha ayrıntılı ele almakta fayda vardır. Kişisel İmajın Oluşma Süreci İnsanlar gibi kurumlar da iletişimde etkili olmak için insanların güven duyması, duygusal bir bağ kurmak istemesi imaj oluşturma sürecinde temel amaçlardandır. Kişisel imajın oluşma süreci içerisinde öncelikle karşımıza ilk izlenim çıkar. İlk İzlenim İzlenim; başkalarının üzerinde bıraktığımız ilk izdir. Sosyal hayatımızda ve iş yaşantımızda her gün birçok kişiyle tanışır ya da önceden tanıdıklarımızla iletişim halinde oluruz. Çok kısa sürede yeni tanıştığımız kişiler üzerinde olumlu ya da olumsuz izlenimler bırakabiliriz. Burada önemli olan nokta ilk izlenimi tekrarlamak için ikinci bir şansımızın olmaması dolayısıyla olumsuz ilk izlenimleri ortadan kaldıramamamızdır. Ama şu da unutulmamalıdır ki ilk izlenimi oluşturmak büyük ölçüde bize bağlıdır. Leary (1996) izlenim yönetiminin bireyler için üç temel görevinden söz eder. Bunlar; bireyler arası etkileşimi geliştirme, bireysel kimliği oluşturma, kendisine saygısını sürdürme ve olumlu duyguları aktarma ya da artırmadır. İnsanlar özellikle hem toplumsal yaşamda, hem de iş yaşamındaki etkileşimlerinde başarılı olmayı isterler. Aynı zamanda diğer insanlarca onaylanma ve kabullenilmeyi arzulayan birey, bu amaçlara yönelik izlenimleri oluşturmak için bilinçli ve bilinçsiz bir takım çabalara girer. Bu çabalara girdiği anda birey, izlenimlerini yönetmeye başlamış olmaktadır (Aktaran Ersoy, 2009). Herkesin, bilinçlice seçilmiş ya da kendiliğinden oluşmuş bir imajı vardır. İmajın nasıl tarif edildiği ve amaca uygun olup olmadığı önemlidir. Samimi, doğal, özgün ve zeki olan, örnek gösterilen ve tutarlı olan imaj en iyi imajdır diyebiliriz. Kişinin kendine güveninin fazla olması algılanan imaj, öz imaj ve istenilen imajın ne kadar birbirine yakın olduğuna bağlıdır. Profesyonel yaşamda da sosyal yaşamda da 156 başkalarıyla olan ilişkilerin başarı düzeyi ve başkalarının bize karşı olan tutumları nasıl algılandığımızla doğrudan ilgilidir. İnsanlar sevilen, sayılan, güven duyulan ve aranan bir kişi olarak algılanabildiği gibi tam tersi de algılanabilir. Statümüz, ustalığımız, profesyonel etkileme gücümüz nasıl algılandığımızla doğrudan ilişkilidir. İnsanlar karşısındaki kişinin nasıl biri olduğuna ve ona nasıl davranmaları gerektiğine izlenimlerine göre karar verir. Ne giydiği, nasıl konuştuğu, beden dilini nasıl kullandığı, karakterin hareketlerine nasıl yansıdığı ve daha pek çok nokta kişi hakkında diğer insanlara fikir verir ve bir izlenim oluşturur.Kurumlar açısından imaj oluşturma sürecinde dört unsur gerekir (Özer, 2009: 193). • Alt yapı kurmak • Dış imaj oluşturma • İç imaj oluşturma • Soyut imaj oluşturma Kişisel imaj açısından da imaj oluşturmak için bazı unsurlar gerekir. Kişisel imaj insanların kafasında nasıl oluşur? Kişisel imajı oluşturan birçok öğe vardır. Bunları da şöyle ifade edebiliriz (Çakır, 2005: 27); • Görüntü, • Sözlü iletişim (Konuşma ve ses kullanımı), • Sözsüz iletişim (Beden dili, mekân ve zaman kullanımı, giysiler, genel görüntü, renkler, çevre ve aksesuarlar), • Diğer iletişim özellikleri (Yazma, sunum, dinleme), • Karakter: Karizma, özgüven, özsaygı, • Yeterlilikler: Birikim, potansiyel, kişisel gelişim, deneyim, göze çarparlık, • Davranış ve tavırlardır. Görüldüğü gibi görüntümüzle bulunduğumuz ortama, pozisyonumuza, yaptığımız işe, yaşımıza uygun giyinmiş olmak; temiz, düzenli ve tertipli gözükmek, kısa, öz, enerjik, olumlu ve etkili konuşmak; dilimizi iyi kullanmak, beden dilimizle olumlu mesajlar vermek kişisel imajımızı etkili ve tutarlı kullanabildiğimizin göstergesidir. Etkili kullandığımız kişisel imajımızla; ilk izlenimden başlamak üzere çevremizdeki herkese daima olumlu mesajlar veririz. Çevremiz bizi güvenilir, başarılı ve sorumluluk sahibi bir kişi olarak görür. Bu da gerek özel hayatımızda gerekse iş hayatımızda önümüzün açık olmasını sağlar. Kişisel imaj ayrımının alt başlıklarını kısaca şöyle ifade edebiliriz. 1. Kendi gözümüzdeki kişisel imajımız; Şu anda bulunduğumuz durumumuza dair kişisel imajımız. Geçmişimize dair kişisel imajımız. Geleceğimize dair kişisel imajımız. Kendimize dönük üç imaj içerisinde en önemli olan gelecekteki halimize dair kişisel imajımızdır. Gelecekte kendimizi nasıl hayal ediyorsak, zaman içinde ona dönüşme olasılığımız çok yüksektir. Bu da hayal gücünün yaratıcı olmasına bağlıdır. Beş yıl sonra yaşantımızı nerde nasıl yürüteceğinizle ilgili zihninizdeki imajınız beş yıl sonraki yaşantınızı şekillendirir. 2. Başkalarının gözündeki kişisel imajımız; Geçmişteki halimize dair kişisel imajımız. Şu andaki halimize dair kişisel imajımız. Gelecekteki muhtemel halimize dair kişisel imajımız. 157 Özellikle hızlı yükselen bir insan için, geçmişteki imaj kişiyi sınırlayabilir, o nedenle sizi tanıyan insanlara sık sık görünmeli, ne yaptığınızı, ne olduğunuzu anlatmalısınız. Eğer uzun süre sizi görmedilerse sizi eski halinizle bilecek ve ona göre davranacaklardır. Şu andaki halinize ilişkin kişisel imajınız, başkalarının hakkınızdaki duygu, düşünce ve kararlarını en fazla belirleyen imajdır. İnsanlar için geçmişte ne olduğumuz ya da gelecekte ne olacağımızdan çok şu anda ne olduğumuz, nelere sahip olduğumuz önemlidir. Bu nedenle kişisel imaja özen gösterilmeli ve bu konuda sürekli yeni şeyler öğrenilmelidir. Özellikle işletmesine iyi bir yönetici arayan patronlar, yatırımcılar veya uzun vadeli düşünen insanlar, sizin ne olduğunuzdan çok ne olacağınız veya ne olabileceğinizle ilgilenirler. Bu tip kişiler sizin gelecekte çok iyi bir performans göstereceğinize ve nasıl bir yere geleceğinize inandıkları zaman, sizi güvenilir ve sadık bulurlarsa, size yatırım yapacaklardır ve kredi açacaklardır. Bir kişi için “geleceği parlak” diyebilmek için geleceğe yönelik imajının iyi olmasını bekleriz. Zaten bilindiği gibi “parlak” kelimesi görseldir ve bir imajın netliğini ve çarpıcılığını gösterir (Çakır, 2005: 27). Kişisel imaj bireyler açısından neden önemlidir? İlk izlenimlerin veya ön yargı fonksiyonunun, çoğu kez insanları yanıltabileceğini de unutmamak gerekir. O halde başkalarının kafasındaki kişisel imajımızı kontrol etmenin, yönetmenin yollarını öğrenmeliyiz. KİŞİSEL İMAJ YÖNETİMİ İmaj yönetimine önem veren kişi ve kurumlar, kendi güçlü ve zayıf yönlerini bilir ve davranışlarını da bu yönde iyi izlenim yaratacak biçimde ayarlarlar. Ancak iyi izlenimi önemsemeyen insanlar da vardır. Bunlar çevrenin ne düşündüğünü önemsemezler. Başkalarının ne düşündüğüne ilişkin “beni ilgilendirmez”, “onlara ne” gibi düşüncelere sahiptirler. Biz insanlar birarada yaşıyorsak, kurduğumuz iletişimlerde, kendi görüntümüzde, davranışlarımızda özenli olmalıyız. İmaj yönetiminde ilk izlenim kadar son izlenim de önemlidir. Çükü insanların hatırladığı izlenim kişinin bıraktığı ilk izlenimin yanısıra son izlenimdir. İlk izlenimlerin önemi, sonradan gelen izlenimleri etkilemesidir. Son izlenimlerde, son görüşün, son sözlerin, son fikirlerin, son hareketlerin ve yapılan son işlerin toplamıdır. İmaj yönetiminde, ilk ve son izlenime bütüncül bakış açısıyla yaklaşmak özellikle son izlenim üzerine daha fazla önem vermek, karşı tarafın algısını kontrol altına almaya çalışmaktır. Kişisel imaj, kişinin kendisini gerçekte olmadığı kadar mükemmel göstermesi demek değildir. Kendisini iletişimin tüm olanaklarını kullanarak olabildiğince doğru ve etkileyici ifade edebilmektir. Kişiler yaşamlarında çeşitli özelliklere, özel becerilere, bilgilere sahiptirler. Bu sahip olunan özellikler insanları bir diğerinden farklılaştıran durumlardan birisidir. İş yaşantısında insanlar sahip oldukları bu farklı özelliklerini başkalarını etkileyecek şekilde sunabilecekleri iyi bir pazarlama aracına ihtiyaç duyarlar. Bu etkili pazarlama aracı kişisel imajdır (Özer, 2009: 191-195). Kişisel imaj; kişinin kendisini nasıl gördüğünü gösteren öz imaj, başkalarının kişiyi nasıl gördüğünü içeren algılanan imaj ve kişinin kendisini nasıl görmek ve başkalarına nasıl göstermek istediğini ortaya koyan istenen yani ideal imajdan oluşur. İnsanlar kendilerini niyetlerine gore değerledirir. Ancak başkalarını ise görünüşlerine, sözlerine, hareketlerine, davranışlarına gore değerlendirirler. İrfan Erdoğan, profesyonelce oluşturulan kişisel imajın neler kazandırdığını şöyle ifade etmektedir (Aktaran Özer, 2009: 196). • Yeteneğe sahip olanların, görünümle kaybedilmesinin önüne geçilir. • Kişiyi en etkili biçimde sunar. İş görüşmelerinde ve hak ettiğini almasını sağlar. 158 • Etkili bir imaja sahip olduğunu düşünen kişi, özgüvenini güçlendirir. • Kişi iyi görünerek kendini daha iyi ve mutlu hisseder. • Kişi imaj yönetimi ile insanlar üzerinde yoğun ve güçlü bir etki bırakabilir. Başkalarının sizi sevmeleri, saymaları ve güven duymaları kolaylaştırılabilir. Kişisel imaj yönetimi iki ana başlık altında toplanabilir. İlki İletişim yönetimi (Sözlü, sözsüz iletişim, dinleme), ikincisi de görüntü yönetimi (Çakır, 2005: 31). Sözlü, sözsüz iletişimi içeren bu ilk aşama diğer ünitelerde ayrıntılı bir şekilde görüldüğü için bu ünitede söz edilmeyecektir. Gelin şimdi görüntü yönetimi ile ilgili konuyu inceleyelim. Görüntü Yönetimi Uzmanlara göre iş yaşamında başarıyı sade, düz ve koyu renk giysiler getiriyor. Altın kural ise kıyafetin mesajın önüne geçmemesi olarak belirtiliyor. Kişisel imajı yönetme açısından görüntü yönetiminde giyim açısından önemli olan unsurları ve imaj kırıcıları inceleyeceğiz. Farklı Sektörlerde Giyim Sosyal yaşantımızda da iş hayatımızda da her zaman bakımlı, temiz ve düzenli olmalıyız. Görüntümüzle çalıştığımız kurum, yaptığımız iş, pozisyonumuz ve hedefimiz tutarlılık göstermeli. Kendisine saygısı olan, temiz ve düzenli kişilerin, işlerinde de özenli olacakları aynı zamanda da bu kişilerin sorumlu ve başarılı kişiler olduğunu düşünür ve onlara güveniriz. Ayrıca böyle kişiler daha ilk izlenimde başkalarıyla olan ilişkilerine “artı puanla” başlarlar. Doğru giyinmek; işimize, kişiliğimize uygun giyinmeyi ve giydiklerimizin birbiriyle uyumlu olması demektir. Doğru giyinmek insanda huzur ve emin olma duygusu yaratır. Giyim konusunda sektörleri üç guruba ayırarak incelemek doğru olacaktır; 1. Genel ve konservatif sektörler: Diğer sektörlere göre daha ciddi ve kurallara bağlıdır. Bu sektördeki kişiler yaptıkları işler dolayısıyla mali ve hukuksal konularla daha ilişkili olduğu için onlara daha çok güvenmek isteriz. Bu sektördekiler görüntüleri ile “Bana güvenebilirsiniz. Ben ciddi ve işini bilen biriyim” demelidir. Bankacılık, mali müşavirlik, sigortacılık, kamu kuruluşları, politika bu gruba en iyi örneklerdir (Çakır, 2005: 53). Bankacılıkta sektöründeki çalışanlara yönelik hemen hepsinin kılık kıyafet ve genel görünümle ilgili detaylı kitapçıkları, DVD'li eğitim setleri bulunmaktadır. İmaj danışmanlarına hazırlatılan kişisel bakım setlerinde günlük bakımdan deodorant kullanımına, renk ve kravat seçimine kadar detaylı bilgilere yer verilmektedir. Haftanın beş günü resmi giyimin zorunlu olduğu bankalarda erkek çalışanların daima takım elbiseli olmaları ve kravat takmaları, kadın çalışanların ise etek-ceket veya pantolon-ceket giymeleri istenmektedir(Capital). 2. Hizmet sektörü: Bu sektörde, genel sektörlerde olduğu gibi belirli bir stilden bahsedilmese de hizmet sektöründe çalışanlardan kaliteli, derli toplu, temiz ve profesyonel görüntü sergilemeleri beklenir. Turizm ve otelcilik, sağlık hizmetleri, insan kaynakları yönetimi, eğitim, sosyal hizmetler, danışmanlık, halkla ilişkiler, teknoloji, araştırma, bilim bu gruba verilebilecek örneklerdendir. 3. Yaratıcı sektör: Bu sektörde görüntü ve giyimle ilgili beklentiler genellikle yaratıcı olma yönündedir. O nedenle bu sektörde belirli giyim kalıpları vardır diyemeyiz. Sektör çalışanları farklı giyimleriyle karşısındaki kişiye “benim görüntüm yaptığım işle tutarlılık içinde” mesajı da verirler. Reklamcılık, moda, dekoratörlük, mimarlık, müzik, resim, heykel ve her türlü sanat kolları, yayıncılık, tiyatro, sinema bu gruba güzel örneklerdir (Çakır, 2005: 53). Tüm bu sektörlere göre giyim kurallarının yanısıra, şirketlerde giyim kuşam ile ilgili uygulanan yasakların en ağırı kadın çalışanlara uygulanmaktadır. Şirketlerde kadın personelin cinselliğini öne çıkaran, abartılı, dekolte ve göbeği açıkta bırakan kıyafetler giymesi istenmemektedir Bu yasaklar sadece Türkiye'de değil, yurtdışında da kadın çalışanların bu tarz kıyafetler giymesi yasaktır. Bu tür kıyafetler her yerde sorun yaratmaktadır (Capital). 159 Hizmet Sektöründe Giyim Hizmet sektöründe çalışanların iş bilgilerinin ve deneyimlerinin yanında çok etkili ve başarılı kişisel imaj sahibi olmaları gerekir. Kişisel imaj sahibi olmak için de stil ve renkler önemli unsurlar arasındadır. Bu noktada da aşağıdaki konulara dikkat etmek gerekir; • Kurumumuza uygunluğu • Pozisyonumuza uygunluğu • Hedeflerimize uygunluğu (bugün için değil hedeflediğimiz yer için giyinmeliyiz) • Yaşımıza, vücut yapımıza ve tonlamamıza (saç, göz, cilt rengine) uygunluğu Yukarıda ifade edilen konuların yanı sıra önemli olan diğer noktalar da aşağıdadır; • Renkler: Çalıştığımız sektöre ve yaptığımız işe uygun renklerin, kıyafetlerin yanısıra aksesuarlarda da seçilmeli. • Stil: Klasik stil uzun yıllar modası geçmeden kullanabilir. • Kumaş: Dayanıklı, kullanışlı, kaliteli görünümü olan bir kumaş kullanılmalı. • Vücudumuza uygunluk: Kıyafetin vücudumuza göre olması gerekir. Aşırı dar ya da bol olmamalı. • Aksesuarlarla güncelleştirebilme: Ayakkabımızdan kravatımıza, saçımızdan gözlüğümüze kadar kullandığımız aksesuarlar güncel çizgide olmalı. Demode olmamasına özen göstermeli (Çakır, 2005: 54-56). Şirketler giyim kodlarıyla ilgili kuralları, çalışanlar ilk işe başladığı dönemde düzenledikleri oryantasyon eğitimleriyle gerçekleştirmektedirler. Hatta bazen giyim ve genel görünümle ilgili eğitimlerin süresi bir gün bile sürebilmektedir. Bazı yöneticiler, yeni işe alımlarda 3 günlük genel oryantasyon süresinin 24 saatinin giyim ve stil derslerinden oluştuğunu söylemektedirler. İşe yeni başlayan çalışan, bu konuda profesyonel bir uzmandan giyim ve stil dersleri almaktadır. İşe ve kuruma alışmayı sağlayan oryantasyon dönemi bittikten sonra da giyimle ilgili kurallar, belli aralıklarla düzenlenmeye devam etmektedir. Giyim ile ilgili en çok talep gören eğitimler ise çalışanları sıkmadan yapılanlar olmaktadır. Daha çok görsel unsurların kullanıldığı eğitimlerde, şirketin giyim kodları defileli sunumlarla da anlatılmaya çalışılmaktadır. Bu eğitimlerde profesyonel yaşamda giyim nasıl olmalı, hangi renkler tercih edilmeli, iş ortamının dışında sosyal yaşamda nasıl giyinilmesi gerektiği ile ilgili konularda çeşitli faydalı bilgiler verilmektedir (Capital). Aksesuar Kullanımı Aksesuarlar klasik sitilin vazgeçilmez parçalarıdır. Klasik takımları aksesuarlarla günümüze uygun bir hale getirebiliriz. Takımlardan, kıyafetlerden daha az yatırım gerektirdiği için iki senede bir modaya uygun olarak yenilenen aksesuarlar “demode” görüntüden uzak olmamızı sağlar. Müşterilerle görüşen çalışanların kadın erkek fark etmeksizin şirketi en iyi şekilde temsil etmesi ve iyi bir imaj yaratması gerekmektedir. İnsan Kaynakları ve Eğitim Müdürü Ebru Sunal, "Bakımlı ve dış görünüşüne özen gösteren çalışan istiyoruz" demektedir. Sunal'ın dediği gibi müşteri karşısında bakımlı, şık ve zengin duruş sergilemek başarıyı da getirimektedir. Stil danışmanı Markiewicz, takı ve aksesuarla yaratılacak zengin görünümün müşteriyi etkilemekte en önemli kural olduğunu söylemektedir. Markiewicz, iş toplantılarında kendine güvenmeyenlere kırmızı aksesuar kullanmalarını önermektedir (Capital). Erkekler için aksesuarlar: Saç, gözlük, kravat, gömlek, mendil, kol düğmesi, kravat iğnesi, saat, askı, ayakkabı, evrak çantası, cüzdan, kemer, çakmak, atkı, eldiven, yelek, çorap, şapka, cep telefonları. 160 Kadınlar için aksesuarlar: Saç, gözlük, gömlek, bluz, triko, ikili setler, ayakkabı, çanta, evrak çantası, saat, yüzük, küpe, bilezik, kolye, toka, kemer, atkı, eldiven, kalem, çakmak, çorap, şal, fular, makyaj, cep telefonları, telefon defterleri, cüzdan. Bu aksesuarlarla ilgili bazı önemli noktalar aşağıdaki gibidir; • Saçlar; erkeklerde, kısa ve düzgün kesilmiş olmalı, favoriler uzun bırakılmamalı eğer yaratıcı sektörlerde çalışılmıyorsa saçlar enseyi geçmemeli; abartılı modeller ve abartılı jöle kullanımından kaçınmalı ve her gün mutlaka sakal tıraşı olunmalıdır. Saçların temiz olmasına dikkat edilmelidir. Kadınlarda ise; sade abartısız saçlar tercih edilmeli profesyonellikten uzak görüntü yaratan kıvırcık ya da dalgalı saçları olan kadınlar toplu saçı tercih etmeli ya da fön çektirmeye özen göstermelidir. Saçlar saç rengine yakın tokalarla toplanmalı ve saçların boya zamanı kaçırılmamalıdır. Ayrıca saçların temiz olmasına dikkat edilmelidir. • Gözlük; hem kadınlarda hem erkeklerde sade, klasik renklerde, abartıdan uzak, açık renk camlı, yüz şekli ile uyumlu olmalıdır. • Kravat; çok parlak renklerden ve abartılı desenlerden kaçınılmalıdır. Kravat gevşek bağlanmamalıdır. • Gömlek; erkeklerde, beyaz ve mavi renkler tercih edilmeli. Mümkünse düz ve desensiz gömlekler giyilmeli, takım elbiseden koyu renkte gömlek kullanılmamalı, kısa kollu ve spor tip gömlekler giyilmemeli. Gömlek kumaşı pamuklu olmalı ve yakaları düz durmalı içe kıvrılmamalı. Kadınlarda ise; şeffaf ve düğmelerin açılmasına neden olacak kadar dar olmamalıdır. Canlı ve fosforlu rengi olan gömlekler olumlu izlenim yaratmayacağı için kullanılmaması daha uygundur. • Çorap; erkekler siyah ayakkabı giyiyorsa düz siyah çorap, kahve ve taba tonlarında giyilen ayakkabılar için de bej ve sütlü kahve tonlarda çorap giyilebilir. Çorap ince yün pamuk ya da karışım olabilir. Sentetik kumaşlar terleme ve kokuya neden olabileceği göz önüne alınarak kullanılmamalıdır. Kadınlarda ise; mus, dantel, file, desenli, çizgili, canlı renkli çoraplar geleneksel sektörlere uygun olmadığı için kesinlikle tercih edilmemelidir. • Ayakkabı; erkeklerde her zaman bakımlı ve boyalı olmalıdır. Ayakkabılar mutlaka deri olmalı tabanları kösele olmalıdır. Kadınlarda ise; orta topuklu ayakkabılar tercih edilmeli, yaz aylarında burnu kapalı topuğu açık ayakkabılar seçilmeli ama burada da dikkat edilmesi gereken konu topukların bakımlı olmasıdır. • Çanta; sade bir model olmalı mümkünse ayakkabıyla takım olmalı değilse de yakın renklerde olmasına özen gösterilmelidir. • Saat ve takı; metal ya da deri kayışlı saatler tercih edilmeli. Kadınlar sallanan ses çıkaran abartılı takılar kullanmamalı. • Makyaj; profesyonel yaşam da elbette ki bakımlı olmak gerekir. Ancak bakımlı olmak demek abartılı makyajlar yapmak demek değildir. Doğal bir makyaj yapılmaya çalışılmalıdır. • Hijyen; herkesin kendisiyle ilgili konularda en çok dikkat etmesi gereken konu budur. Çalışan bir kişi mutlaka her gün duş almalı deodorant ve parfüm kullanımına, saç, sakal, tırnak bakımına ve kıyafetlerinin temizliğine, düzenine dikkat etmelidir. • El ve tırnak bakımı; tırnaklar her zaman temiz ve düzgün kesilmiş olmalı; kadınlarda ise abartılı uzun tırnaktan kaçınmalı ayrıca desenli ve canlı renkteki ojeleri tercih etmemeli. Bunun yanısıra ojelerinin her zaman düzgün olmasına da dikkat etmelidir. • Koku; tüm insanlar gerek iş gerekse günlük hayatlarında koku konusunda çok hassas davranmalıdır. Hem hijyenik açıdan hem de sosyal yaşantı ve kişisel imaj açısından. Ter kokusunun oluşmasını engellemek için her gün duş alınmalı ve deodorant kullanımına önem verilmelidir. Ama ter kokusunu maskelemek adına da abartılı şekilde parfüm veya deodorant kullanımı da aynı şekilde hatalıdır. • Cep telefonları; yerinde ve zamanında kullanılmalı, toplantılarda, önemli iş görüşmelerinde telefonun sesi kısılmalı. 161 Kısacası doğru bir imaj için kişisel bakımımıza dikkat etmeli ve giyimimize önem vermeliyiz. Hem kadınların hem de erkeklerin gardrobunda klasik olarak adlandırılabilecek bazı giysilere yer vermek gerekir. Her kadının dolabında mutlaka bulunması gereken parçalar vardır. Bunlar klasik kesim siyah pantolon, etek ceket takım, ceket pantolon takım (siyah, kahverengi ya da lacivert renklerde) beyaz, bej, tozpembe ve mavi renklerde klasik kesimli gömlek, bej renkli bir pardösü…) Her erkeğin dolabında da mutlaka bulunması gereken parçalar vardır. Bunlar klasik kesim lacivert siyah ve gri takım elbise, tek ceket, tek kumaş pantolon, pardösü, palto, beyaz mavi tonlu mümkünse desensiz gömlekler, düz veya az deseni olan kravat,… (Çakır, 2005: 49-73). Pek çok meslekde olduğu gibi Halkla ilişkiler alanında da önemli bir yeri olan Kişisel İmaj kavramını daha iyi anlayabilmek için “Özlem Çakır (2005). Profesyonel Yaşamda Kişisel İmaj ve Sosyal Yaşam Etiketi. İstanbul: Üç-Er Ofset” kitabını gözden geçirmenizde yarar vardır. Her iş kadının dolabında bulunması gereken klasik giysiler Resim 8.1 Resim 8.2 Kaynak: www.e-kobi.net Kaynak: http://blog.trendyol.com/ Giyimde Renkler Renk en önemli görsel iletişim ve sunum unsurlarından biridir. Yapılan araştırmalar her rengin insanlar üzerinde ayrı bir psikolojik etki yaratığını göstermektedir. Renklerin insanlar üzerinde biyolojik ve duygusal değişikliklere neden olduğu bilinir. Örneğin, kırmızı ışık altında oturursanız kan basıncınız artar, mavinin altında düşer. Renkler, insanlar üzerinde korku, acı, sıkıntı, neşe ve sakinlik verici özelliklere sahiptir. Her temel renk insanlar için belirli duygu ve kavramlar ifade eder. Bu her insanın aynı rengi aynı şekilde gördüğü anlamına gelmez. Ama birçok insanın benzer reaksiyonlar gösterdiği anlamına gelir. (Meyer, Kohns, vd. 1988:373). Giysilerde seçilen rengin doğal renk tonlamasının önüne geçememesi ve onun görüntüsünü bloke etmemesi gerekir. Giydiğimiz giysilerin rengi doğal tonlamamızla bütünleşmelidir (Çakır, 2005:74). Renk ile ilgili ayrıntlı bilgiler 6. ünitede yer aldığı için bu ünitede çok fazla değinilmeyecektir. İş Yaşantısındaki Giyimin Yeni Kodu ile ilgili yazıyı http://www.capital.com.tr/giyimin-yeni-kodu-haberler/22750.aspx?0.Page okuyabilirsiniz. 162 Profesyonel Yaşamda İmaj Kırıcılar Dünyanın en büyük yatırım bankalarından birisi, geçtiğimiz yıllarda 44 sayfalık bir kıyafet yönetmeliği yayınladı. Bu yönetmelik saç boyasından parfüme, etekten kravat seçimine kadar çalışanların genel görünümüyle ilgili her türlü detayı titizlikle düzenliyor. Çalışanların bu yönetmeliğe uymaları isteniyor. Türkiye'de ise büyük holdinglerin yönetmeliklerinde de giyim kodları var. Rahmi Koç bir gazetedeki röportajında "Sakallı, bıyıklı adam katiyen almam. Kirli sakal da sevmem. Her gün tıraş olacak bir kere. İşe Cote D'Azur'e gider gibi gelinmez. Blue jean de giyilmez. Kadınlar da mini giyemez. Buranın da kendine göre bir ciddiyeti var." şeklinde iş yaşantısındaki giyim ile ilgili görüşlerini açıklamıştı. Türkiye'nin en şık giyinen patronu olarak gösterilen Koç'un, işte hiç hoşlanmadığı kıyafetlerin başında ise “parmak arası terlikler, kahverengi takımlar, tişört, kısa çorap ve sandaletler” olduğunu belirtiyor. "İş aleminde çalışma saatleri içinde kahverengi elbise giyilmez. İşte gri tonları ve lacivert giyilir" diye bu konudaki görüşlerini aktarımaktadır (Capital). Bu belirtilen özellikler iş yaşantısında imaj kırıcı faktörlerdir. İmaj kırıcılar; insanlar üzerinde oluşturmak istediğimiz izlenimi sabote eden ya da olumsuz algılanmamıza neden olan faktörlerdir. Hem sosyal hayatta hem iş hayatında kariyerimizi, kişiliğimizi ve başarılarımızı sabote edebilir niteliktedirler. Aşağıdaki imaj kırıcı hareketlerden kesinlikle uzak durulması gerekir. Resim 8.3: Erkekler için kısa çoraplar kadar beyaz çoraplar da önemli bir imaj kırıcıdır. Kaynak: www.on5yirmi5.com Erkekler için imaj kırıcılar • Kirli sakal • Bakımsız dişler ve ağız kokusu • Bakımsız tırnaklar • Kirli ve dağınık saçlar • Yırtık, sökük, rengi atmış ve kirli giysiler • Ter kokusu • Ağır parfüm ve deodorant kullanmak • Kısa çorap • İş ayakkabılarıyla giyilen beyaz çoraplar • Evlilik yüzüğü dışında takılan yüzükler • Kolye, küpe gibi aksesuarlar • Kravat kullanılmadığında gömlek yakasının aşırı açık kullanılması ve göğüs kıllarının gözükmesi • İş giysisiyle kullanılan uyumsuz aksesuar, ayakkabı ve çeşitleri 163 • Dar giysiler • Plastik saatler • Boyasız, bakımsız ayakkabılar • Temalı kravatlar • Üzeri yazılı sloganlı tişörtler • Ceket omuzlarına dökülmüş kepek • Ceketin dış cebinde bir dizi kalem • Sloganlı rozetler • Kemere takılı taşınan cep telefonları Resim 8.4: Bakımsız dişler ve kokulu yiyecekler ağız kokusu yapar. Kaynak : www.dizigun.com Kadınlar için imaj kırıcılar; • Kirli, dağınık saçlar • Abartılı saç modelleri ve saç aksesuarları • Abartılı makyajlı ya da makyajsız olmak • Uzun ve aşırı süslü, alışılmamış renklerde boyanmış tırnaklar, ojesi yarısına kadar çıkmış tırnaklar • Bakımsız dişler ve ağız kokusu • Ter kokusu • Ağır parfüm ve deodorant kullanmak • Kaçık çorap • Yırtık, sökük, rengi atmış ve kirli giysiler • Yüzük parmağı dışında kullanılan yüzükler • Abartılı sallanan, ses çıkartan yüzük, kolye, bilezik ve küpeler • Görünen yerde dövme • Hızma, halhal gbi aksesuarlar 164 • Mini etekler, dekolte elbise ve bluzlar, şeffaf giysiler, derin yırtmaçlar • İş giysisiyle kullanılan uyumsuz aksesuar, ayakkabı ve çeşitleri • Hayvan desenli giysiler • Plastik saatler • Boyasız ve bakımsız ayakkabılar • Üzeri yazılı sloganlı tişörtler • Açık renk giysiler içinde koyu renk sutyen giymek • İç çamaşırlarının veya izlerinin giysilerden gözükmesi (Çakır, 2005: 96). Resim 8.5: Her gün duş almamak, sentetik giysiler giymek ve deodorant kullanmamak ter kokusuna neden olur. Kaynak: www.healthonline.blogcu.com İş Görüşmesinde Giyim Daha önce de vurguladığımız gibi giyim, iletişimde önemlidir. Çünkü insanlar görünümlerine göre karşılanır, kişiliğine göre uğurlanır. Kuşkusuz uğurlanmak için, karşılanmak gerektiğini de unutmamak gerekir. Doğru olan, kişinin kendi kişiliğine yakıştırdığını giymesidir. Ancak güzel, temiz, sade giyinmek, bakımlı görünmek önemlidir. Bulunulan yere ve ortama göre giyilecek giysi değişir. Konukların her davetin niteliğine ve saatine göre, alt ve üst sınırları zorlamayan uygun giyimde olmaları önemlidir (Karakütük, s. 11). Huzurlu bir hayat için kişinin yaptığı işi sevmesi ve başarması çok önemlidir. Günümüz şartlarında isteğimize uygun bir iş bulmak zor olsa da iş görüşmelerinizde kendinizi iyi ifade etmeniz gerektiğini unutmamalısınız. Bu bakımdan profesyonel tavsiyeleri dikkate almalı ve uygulamalısınız (Protokol ve Görgü Kuralları, 2011: 72). İş görüşmelerine katılan herkes kendisini en etkili şekilde sunmak ve iyi izlenimler bırakmak ister. Bir iş görüşmesinde başvurduğunuz pozisyonla ilgili eğitiminiz, birikimleriniz ve deneyimleriniz kadar kendimizi ve giysilerimizi beğenmiş olmamızda çok önemlidir. Çünkü kendisini seven ve beğenen kişiler kendine güven duyar bu durumun sonucunda da kendimize odaklanmak yerine işimize ve çevremize odaklanabiliriz. İş görüşmesine giderken içten dışa bir hazırlık yapmak ve görüşmeye öyle gitmek bize avantaj sağlayacaktır. Yapmamız gereken hazırlıkların ana başlıkları da aşağıdaki gibidir (Çakır, 2005: 98-100); • İş görüşmesi öncesi uykunuzu almış olmak. • Kahvaltı ya da öğle yemeğinizi yemiş olmak. • İş görüşmesine hem bedenen hem zihnen hazır olmak. • Korku ve endişelerden kurtulmak için çeşitli yollar denemek. 165 • İş görüşmesine gideceğiniz gün ya da hafta sizi destekleyen kişilerle zaman geçirmek. • İş görüşmesine gideceğiniz şirketle ilgili yeterli bilgiye sahip olmak (şirket içi ve dışı bilgiler). • Görüşme yapacağınız firmada tanıdıklarınız varsa onlardan hem firmayla ilgili hem de görüşme yapacağınız kişiyle ilgili bilgiler almak. • 30 saniyelik basamak konuşmanızı hazırlamış olmak Resim 8.6: İş görüşmesinde temiz, güzel, sade giyinmek bakımlı görünmek önemlidir. Kaynak: http://www.on5yirmi5.com • Kendinize güvenmek. • İş görüşmesine gideceğiniz firmaya göre giyinmeye çalışmak. Eğer geleneksel ya da hizmet sektöründe bir firmaysa ya da serbest giyim uygulaması olmayan bir firmaysa koyu renk takımlar ya da nötr renklerde etek ceket takımları; serbest giyim uygulaması olan bir firmaysa “işini bilir” bir imaj çizmek için en azından tek ceket giymiş olmak. • Giysilerin temiz, tertipli; ayakkabıların bakımlı ve boyalı olmasına dikkat edilmelidir. • Saçların düzgün taranmış ve temiz olmasına, makyajın abartılı olmamasına vb. dikkat edilmelidir. Satış ve Pazarlamada Giyim Ne satıyor olursak olalım unutmamamız gereken önemli nokta önce kendimizi tanıtıyor ve pazarlıyor olduğumuzdur. Çünkü satış duygusal bir iştir. “Müşteri sizi severse sizden alır” sözü bu durumu en iyi özetleyen sözdür. Konuşma tarzınız, beden diliniz, giyiminiz ne kadar müşterinizle yakınsa satmaya çalıştığınız ürünü müşteriye aldırma potansiyeliniz de o denli yüksektir. Ayrıca sattığımız ürün ve hitap ettiğimiz kesimle fiziksel özelliklerimiz, konuşmamız, tavrımız ne kadar örtüşürse o kadar avantajlıdır. Televizyon Programları İçin Giyim Televizyon herkesin önemsediği bir kitle iletişim aracıdır. Televizyon hem kulağa hem de göze hitap eden bir araç olduğu için televizyon programlarına çıkarken bazı konulara dikkat etmek gerekir. Kişisel imajın televizyon gibi bir araçla çok daha büyük kitlelere ulaşacağını hatta internet aracılığı ile bunların tekrar izleneceğini düşündüğümüzde bu araç için hazırlıklarımızda çok daha titiz olmamız gerekir. Televizyon sayesinde çok kısa bir sürede geniş kitlelere hitap edebilirsiniz. Bu olanağı en iyi şekilde değerlendirmek, kamera önünde iyi bir etki yaratmak için üzerinde konuşulan konu hakkında bilgiye sahip olmak ve konuya hakim olmak gerekir. Kamera önünde doğal ve samimi olmak, yapmacık konuşmalardan, abartılı hareketlerden kaçınmalı; karşımızda soru yönelten kişi varsa onun sorularına açık ve anlaşılır bir Türkçeyle cevap vermelisiniz. 166 Bir televizyon programına çıkmanın bir diğer adı da “kamera önü” dür. Kamera önünde dikkat edilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır. Öncelikle katılacağınız programdaki oturma düzenini öğrenmeniz seçeceğiniz kıyafetten hareketlerinize kadar pek çok şeyi önceden kafanızda hazırlamanıza olanak sağlayacaktır. Program anında anlattıklarınızı destekleyecek el kol hareketleri yapmanız anlattığınız konuyu monotonluktan çıkarır ve söylediklerinizi pekiştirir. Buradaki en önemli nokta ise hareketlerinizin abartılı olmamasıdır. Elimizdeki kalemle, yüzüğünüzle vb. oynamak, stresinizi geçirmeye çalışmak profesyonel bir görüntüden uzak kalacaktır buna dikkat edilmelidir. Kameraya direkt bakmak yerine sunucuya bakarak konuşmak daha doğru olacaktır. Oturma şekli ve pozisyonu da çok önemlidir. Dik bir biçimde oturmak kendinize güveninizi arttıracak ve bu durum sizi izleyenlere de yansıyacaktır. Karşınızda konuşan kişiyi dinlemeye geçtiğiniz de hafifçe öne eğilerek ve başınızla onaylayarak karşınızdakini dinlediğinizi belli edin. Kişisel imajın televizyon gibi bir araçla çok daha büyük kitlelere ulaşacağını hatta internet aracılığı ile bunların tekrar izleneceğini düşündüğümüzde bu araç için hazırlıklarımızda çok daha titiz olmamız gerekir. Televizyon programına katılırken ne giymek, nasıl bir makyaj yapmak gerekir? Televizyon programına ilk kez katılacak kişilerde her zaman için bir panik söz konusu olur ve yaşadığı panikle mantıklı ve sağlıklı düşünemez, bu nedenle aşağıdaki ipuçlarına dikkat etmek gerekir. • Program saati, içeriği, sunucusu, programın izleyici kitlesi göz önüne alınarak giyinilmeli. • Siyah, beyaz ve kırmızı renkler; pötikareli, çizgili ve büyük desenli kıyafetler seçilmemeli çünkü bu renkler kamerada hiçbir zaman iyi gözükmez. • Lacivert, gri tonları, mavi ve yeşilin bazı tonları, bej gibi ışığı tutan renkler tercih edilmelidir. • Saten, ipek gibi parlak kumaşlar ekranda parlayacağı için iyi görüntü vermez. Onun yerine ince yünlü kumaşlar tercih edilmelidir. • Stüdyoda bulunan kamera, ışık fazlalığı nedeniyle eğer iyi bir havalandırma sistemi yoksa daha çekim başlamadan terlemeye başlayacağınızı göz önüne alarak kaşmir, tüvit gibi kalın kumaşlar tercih edilmemelidir. • Aksesuarlarda mümkün olduğunca parlak olmayan tercihler yapılmalıdır. Çünkü parlaklık ışığı alır ve izleyenlerin ilgisini dağıtabilir. • Yan yana takılmış bilezik, yüzük ve sıra sıra kolyeler çok hassas olan mikrofonlardan seslerin duyulmasına neden olacaktır. Bu durumda dikkatin sizin sözünüzden çok çıkan seslere odaklanılmasına neden olacağı için sadelik tercih edilmelidir. • Yaka mikrofonları ceket, gömlek gibi yakası olan giysilerde daha iyi durur. Kıyafet seçiminde bunu da göz önünde bulundurmakta yarar vardır. • Fular kullanıyorsanız kaymayan bir kumaştan olmasına ve fuların iğne ya da broşla yakanıza yerleştirmeniz görüntü açısından iyi olacaktır. • Televizyon programına çıkmadan önce terlemeyi, parlamayı engellemesi ve yüzdeki pürüzleri kapatması açısından kalın bir fondöten ve pudra hem erkeklere hem de kadınlara mutlaka uygulanır. • Kadınlar makyaj uzmanını kendilerine yakışan ve yakışmayan renkler, alerjilerinin olup olmadığı ve lens kullanıp kullanmadıklarına dair bilgilendirmelilerdir. Aksi halde istenmeyen ve kendisine yakışmayan bir makyajla programa çıkmak zorunda kalabilir. • Ayrıca unutulmaması gereken bir diğer nokta da televizyon makyajı oldukça ağır bir makyajdır. Makyaj odasında fazla gelen makyaj stüdyo da ışıkların altında gayet normal gözükecektir. 167 Tüm bu hatırlatmaların yanısıra çekim mekanları ile ilgili de bazı konulara önem vermek gerekir; • Programa katılmadan önce stüdyonun fon rengini, oturacağınız koltuğun rengini biliyor olmanız seçeceğiniz kıyafet rengini belirlemenizde yardımcı olacaktır. • Program sırasında sunucuya bakacak olsanız da hangi kameranın sizi çektiğini sormalı ve size dönük olduğu zamanları gözlemleyebilmelisiniz. • Söyleyeceklerinizi önceden planlamalı ve anlaşılır ve hızlı bir şekilde söyleceklerinizi söylemelisiniz. Program esnasında esas söylemek ve vurgulamak isteyeceğiniz konuyla ilgili her zaman soru gelmeyebilir bu durumu ortadan kaldırmak için en uygun yol planlı bir konuşma hazırlamış olmaktır. • Dürüst olun, yapmacık tavırlardan kaçının ve size yöneltilebilecek kışkırtıcı, tuzaklı soruların kurbanı olmayın. Yöneltilen sorunun cevabını alamazlarsa değişik şekillerde tekrar benzer konuyla ilgili sorular yöneltebilirler sinirlenmeyin ve sesinizi yükseltmeyin. Söylemek istediğinizi söyleyin gerekirse aynı cevabı yineleyin. • Programda sizden başka konuklar varsa onların sözünü kesmeyin, söyleyeceklerinizi unutmamak için not alın sıra size geldiğinde yorumlarınızı yapın. • Program canlı olmayabilir bu nedenle çekimler program formatına göre sizin ofisinizde yada dışarıda bir yerde yapılabilir. Sizin ofisinizde yapılan çekimler bildiğiniz bir ortamda olmanız nedeniyle sizi rahatlatacaktır. • Rahat ve dik bir sandalye ya da koltuk tercih edin. Eğer masa görüntüsü olacaksa masanın derli toplu olmasına özen gösterin. Sizin kadar ofisinizin görüntüsü de önemlidir. Çünkü ofisiniz her anlamda sizi, eğitiminizi, kültürünüzü yansıtır. • Çekimden önce telefonlarınızı kapatın ve çalışanlarınızı size telefon bağlamamaları konusunda uyarın. • Eğer ofis dışı bir ortamda çekim yapılacaksa dikkatinizi dağıtacak pek çok unsur olabilir. Bu nedenle çevreye fazla bakmamalı ve dikkatinizi dağıtmamaya özen göstermelisiniz (Çakır, 2005: 103-107). Halkla ilişkiler uzmanları görünümlerine neden dikkat etmek zorundadır? Sosyal Yaşamda Giyim Etkili ve tutarlı imaj sahipleri hem sosyal yaşamlarında hem iş yaşamlarında güvenilen, sevilen, örnek gösterilen ve sayılan kişilerdir. Ayrıca mükemmel iletişim özelliklerinin dışında bu kişiler her zaman şık, bakımlı ve özenlidirler. Bulundukları ortama göre giyinmeyi ve hareket etmeyi bilirler. Farklı davetlerde ve toplantılarda giyinirken dikkat edilmesi gereken bazı bilgiler şöyledir; Kokteyllerde giyim: 17.30-18.00 gibi başlayıp 20.00 civarında biten bu tip etkinlikler hafta içine rastlıyorsa işten çıkıp iş kıyafetiyle gidilebilir. Bunda hiçbir sakınca yoktur. Yemek davetlerinde giyim: Davet evdeyse ve daveti veren kişi giyimle ilgili herhangi bir bilgi vermediyse sorabilirsiniz. Bazı ev yemek davetleri smokin ya da koyu renk takım elbiseli olabilir, hanımlarda uzun tuvalet giyebilirler. Yakın görüştüğünüz kişilerle ve özel bir kutlama yapılmayacaksa rahat edebileceğiniz kıyafetlerle gidebilirsiniz. Önemli olan seçtiğiniz kıyafetin bakımlı ve temiz olmasıdır. Bahçede bir yemek davetiyse; yemek davetindeki gibi düşünülerek giyinilmeli. Çünkü bazı bahçede ki yemekler şık bir düzende oturmalı ve smokinli olabilir. Eğer böyle bir durum bildirilmemişse şık ve spor kıyafetler tercih edebilirsiniz. 168 Restoranda bir yemek daveti ise; restoran davet sahibi tarafından tamamen kapatıldıysa giyimle ilgili bilgi alabilirsiniz. Restoranın bir bölümünde yapılan yemeklerde ise restoranın tarzını ve 1.sınıf mı 2.sınıf mı olduğunu bilmek kıyafet seçimlerimiz için önemli bir ayrımdır. Özel davet ve balolarda giyim; Özel davetlerde belirli bir tema olabilir. Böyle durumlarda davet verenin isteğine uymak gerekir. Balolar ise çok özel davetlerdir genellikle 21.00 gibi başlar ve 02.00 gibi biter ve erkeklerin smokin, kadınların ise tuvalet giymeleri beklenir. Danslı ve eğlenceli bir davettir. Resmi davetler; Önemli bir kişinin şerefine verilen davetler olduğu gibi, devletin özel günleri kutlama amaçlı verdikleri davetler de olabilir. Davetiyeler 3. kişilerin ağzıyla yazılır. Bu tarz davetlerin davetiyeleri en az 15 gün önceden gönderilir ve bu davete hemen cevap vermek gerekir. Davetin verildiği, yer, saat ve resmiyet derecesine uygun giyinilmeli. Resmi giysiler; Kimi zaman erkeklerde koyu renk takım elbise, kadınlarda abartısız ve koyu renk bir elbise giyilebilir ama kimi davetlerde ise erkekler smokin ya da frak kadınlar ise uzun koyu renk tuvalet giymelidir. Frak ve smokin farkı: Smokin sadece gece kıyafeti olarak giyilebilirken frak hem gündüz hem gece giyilebilir. Smokinde mutlaka siyah papyon kullanılmalıdır. Smokinde ceket siyahtır ve bir kısmı satenle kaplıdır (bazı modellerde ceketin bir kısmı beyaz olabilir) ve pantolonu mutlaka siyahtır. Frak da ise ceket siyah kumaştandır arkaya uzayan yırtmaçlı kuyruğu vardır ve yakası saten kaplıdır pantolonu ise yine siyah kumaştan olup yanlarında ipekli bir şerit bulunur ayrıca frakla beyaz renk papyon kullanılmalıdır. Smokin de gömlek; ister normal yakalı isterseniz de yakaları kıvrık uçlu beyaz gömlektir. Gömlek düğmeleri ile kol düğmelerinin birbirini tamamlaması gerekir. Frak gömleği ise, yumuşak ve dökümlü durmalıdır. Bu nedenle yaka ve kol ağızları kolalanmalıdır. Her ikisini de siyah rugan bağcıklı ya da mokasen ayakkabı ile tamamlamak gerekir. Hafta sonu giyimi; hafta içi resmi kıyafetlerle çalışan kişiler hafta sonu rahat edebilecekleri spor giysiler kullanırlar. Hatta bazen bu kişilerin aşırı spor ve özensiz halleri itibarlarını zedeleyebilir o nedenle hafta içi kadar hafta sonunda da giydiklerimize dikkat etmeliyiz. KİŞİSEL İMAJIN HALKLA İLİŞKİLER AÇISINDAN ÖNEMİ Halkla ilişkiler; bir işletme ile hedef kitle arasında karşılıklı iletişimi, anlayışı, oluşturmaya ve sürdürmeye yardımcı bir yönetim fonksiyonudur. Bu tanımdan da görüleceği gibi halkla ilişkiler bir süreçtir. Bu süreç Araştırma (Research), Eylem (Action), İletişim (Communication), Değerleme (Evaluation) aşamalarından oluşmaktadır.Halkla ilişkiler kendi tutumunuzun doğru olduğuna başkalarını inandırabilme işidir. Başka bir deyişle kamuoyunu etkileme ve ondan etkilenme sürecidir. Bu süreçte kapsama, dış alemin sempati ve iyi niyetini sağlamak amacı ile yönetici ve girişimcilerin uyguladığı yöntemlerin tümü yer alır (Özer, 2009: 2). Halkla ilişkiler çalışmaları açısından hedef kitle, kuruluşun dikkate alması gereken, ortak beklentileri olan, kuruluşla doğrudan ya da dolaylı bağı olan insan topluluklarıdır. İşletmeler, kendisinden etkilenebilecek ve kurumu etkileyebilecek tüm grupları, halkı oluşturan tüm kesimleri bilmek, onları tanımak zorundadır. Çünkü halkla ilişkilerin temelinde, ilgili çevrelerin görüşleri, inanışları ve tutumlarına karşı işletmelerin uygun tutumlar geliştirip uygulamalarda bulunarak, kurum ile halk arasında uyum ve bütünleşmenin sağlanması anlayışı yatmaktadır. Halkla ilişkileri oluşturan ögeleri şöyle özetleyebiliriz. Danışmanlık, araştırma, medya ilişkileri, duyurum, çalışanlarla iletişim, yakın çevre ilişkileri, kamu yararına faaliyetler, hükümet ilişkileri, kamu yönetimi, finansal ilişkiler, sanayi ilişkileri, bağış toplama, çoklu kültürlerle ilişkiler, özel olaylar, pazarlama iletişimi. Kısacası iletişimi oluşturan bir çok unsuru içermektedir. Halkla ilişkilerin temelinde iletişim olgusu vardır. Bu olgu kitle iletişim araçlarıyla veya yüz yüze de gerçekleştirebilmektedir. Halkla ilişkiler uygulamaları her şeyden önce bir iletişim çalışmasını içerir. Halkla ilişkiler uzmanları hedef kitlelerine, medyaya kendisinin temsil ettiği kurumun güvenilirliğini, inanılırlığını ve saygınlığını kanıtlamak zorundadır. Bu zorunluluğu yerine getirirken yaptığı işe 169 hakimiyeti, bilgisi, etkili iletişim becerisi, fiziksel ve davranışsal görünümü gibi konularla gerçekleştirir. Bunların içerisinde de kişisel imajı doğru yönetebilmek ön plandadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bizlerin görüntümüzle bulunduğumuz ortama, pozisyonumuza, yaptığımız işe, yaşımıza uygun giyinmiş olmak; temiz, düzenli ve tertipli gözükmek, kısa, öz, enerjik, olumlu ve etkili konuşmak; dilimizi iyi kullanmak, beden dilimizle olumlu mesajlar vermek kişisel imajımızı etkili ve tutarlı kullanabildiğimizin göstergesidir. Kişisel imajımızı etkili kullandığımızda ilk izlenimden başlamak üzere çevremizdeki herkese daima olumlu mesajlar veririz. Çevremiz bizi güvenilir, başarılı ve sorumluluk sahibi bir kişi olarak görür. Bu da gerek özel hayatımızda gerekse iş hayatımızda önümüzün açık olmasını sağlar. İş hayatında yetenek ve becerilerimizi etkili şekilde taşıyıp sunabileceğimiz iyi bir pazarlama aracına ihtiyaç duyarız. Bu araç da tabii ki kişisel imajımız olacaktır. ”prezantabl olmak” iş ilanlarında, en çok istenen vasıfların başında gelmektedir. Etkili bir prezantasyon iyi bir kişisel imaja dayanmaktadır. Kişisel imaj yaşantımızda son derece etkili bir kavram. Çünkü hepimiz dünyayı genellikle görsel olarak algılıyoruz. Bunun nedeni ise beyin ve gözler arasındaki sinirler, kulak ve beyin arasındaki sinirlerden 20 kat daha fazla. Bunun için görsellik işitsellikten daha etkilidir. Gördüğümüz olayları, tanıştığımız kişileri, duyduğumuz olaylara ya da tanıştığımız kişilerin isimlerine oranla daha fazla hatırlarız. Gördüklerimiz, işittiklerimize gore bizi daha fazla etkiler ve inandırıcı gelir. Beden dili, tanınmışlık, iletişim şekilleri gibi birçok faktor imajı etkiler. Ancak bu faktörlerin içinde konuşma şekli, dinleme şekli, yazım sanatı, sunum sanatı bulunan iletişim faktörleri çoğunlukla ikinci adımda dikkat çeker. Örneğin, beden dilimiz, giydiğimiz kıyafet, cinsiyetimiz, ırkımız konuşmadan daha önce ve daha etkin bir izlenim bırakır (Kaşıkçı, 2006: 17-18). Kişisel imaj, yokluğumuzda hakkımızda nasıl düşünüleceğini ve nasıl hissedileceğini belirler. Kişi ya da kitlelerin, bizim hakkımızda, kafalarında oluşturdukları yanlış imajlar negatif düşünceleri, duyguları, tavır ve davranışları yaratmaktadır. Bu anlamda başımıza gelen şeylere bizim de katkımızın olduğu açıktır. İlk izlenimlerin veya ön yargı fonksiyonunun, çoğu kez insanları yanıltabileceğini de unutmamak gerekir.O halde başkalarının kafasındaki kişisel imajımızı kontrol etmenin yollarını öğrenmeliyiz. Kısacası iyi görünümlü insanların sosyal iletişimde daha avantajlı olduğu kabul edilen bir gerçektir. Iyi görünümlü kişilere otomatik olarak yetenek, zarafet, dürüstlük ve zeka gibi özellikler de yüklenmektedir. Diğer yandan çekici kişilerin ihtiyaç duyduklarında daha kolay yardım aldıklarını ve insanların fikirlerini değiştirme konusunda daha ikna edici olduğunu göstermektedir (Cialdini, 2008: 218220). Dolayısıyla sözlü, sözsüz iletişimin özelliklerini, iknanın unurlarını doğru bir şekilde uygulayan kişisel imajını iyi yöneten kişiler halkla ilişkiler alanında son derece başarılı olurlar. 170 Özet İmaj, reklam ve halkla ilişkilerin etkili bir jargonu olarak tanımlanır. İmaj, gerçeğin ‘yaklaşık’ olarak görsel sunumudur. İnsanlar üzerinde inandırıcılık ve güven yaratmak ile sürdürmek gibi önemli bir işlevi yerine getirir. Bireyler ve kurumlar açısından oluşturulacak imajın tek ve inandırıcı olabilmesi, gerçekle uyum içinde olmasına bağlıdır. Halkla ilişkiler; bir işletme ile hedef kitle arasında karşılıklı iletişimi, anlayışı, oluşturmaya ve sürdürmeye yardımcı bir yönetim fonksiyonudur. temelinde iletişim olgusu Halkla ilişkilerin vardır. Bu olgu kitle iletişim araçlarıyla veya yüz yüze de gerçekleştirebilmektedir. Halkla ilişkiler uygulamaları her şeyden önce bir iletişim çalışmasını içerir. Halkla ilişkiler uzmanları hedef kitlelerine, medyaya kendisinin temsil ettiği kurumun güvenilirliğini, inanılırlığını ve saygınlığını kanıtlamak zorundadır. Bu zorunluluğu yerine getirirken yaptığı işe hakimiyeti, bilgisi, etkili iletişim becerisi, fiziksel ve davranışsal görünümü gibi konularla gerçekleştirir. Bunların içerisinde de kişisel imajı doğru yönetebilmek ön plandadır. Kurum imajı dışında başka imajlar da vardır. Ürün İmajı, Marka İmajı, Kuruluşun Kendi Algıladığı İmaj, Yabancı İmaj, Transfer İmaj, Mevcut İmaj, İstenen İmaj, Pozitif (Olumlu) İmaj, Negatif (Olumsuz) İmaj, Ayna İmaj, Şimdiki İmaj, Şemsiye İmaj, Kişisel İmaj. Kurduğumuz her iletişimin amacı iknadır. İkna, herhangi bir konuda birilerinin inanmasını sağlama, inandırmadır. İnsanlar her zaman anlaşılmak için çaba sarfediyor ama bunu istedikleri gibi başarmada hala bir çok sorun yaşıyorlar. İkna açısından arzu edilen sonuca ulaşmak için ikna unsurlarını iyi bilmek gerekiyor. Kişisel imaj yaşantımızda son derece etkili bir kavram. Çünkü hepimiz dünyayı genellikle görsel olarak algılıyoruz. Bunun nedeni ise beyin ve gözler arasındaki sinirler, kulak ve beyin arasındaki sinirlerden 20 kat daha fazla. Bunun için görsellik işitsellikten daha etkilidir. Gördüğümüz olayları, tanıştığımız kişileri, duyduğumuz olaylara ya da tanıştığımız kişilerin isimlerine oranla daha fazla hatırlarız. Gördüklerimiz, işittiklerimize göre bizi daha fazla etkiler ve inandırıcı gelir. Sözlü, sözsüz iletişimin özelliklerini, iknanın unurlarını doğru bir şekilde uygulayan kişisel imajını iyi yöneten kişiler halkla ilişkiler alanında son derece başarılı olurlar. İkna hazırlık ve planlama gerektirir. Günlük yaşantımızda ikna etmeyi gerektiren çeşitli olaylar, etkinliklerle karşılaşmamıza rağmen, bu durum nadiren düşündüğümüz bir şeydir. İknanın içerisinde dört unsur vardır: İnanılırlık, hedef kitleyi anlama, sağlam bir düşünce, etkili iletişim. Biz insanlar birarada yaşıyorsak, kurduğumuz iletişimlerde, kendi görüntümüzde, davranışlarımızda özenli olmalıyız. Yani kişisel imajı bilinçli oluşturmalıyız. Kişisel imaj, “başkalarının zihnindeki biziz.” Kişisel imajın oluşma süreci içerisinde öncelikle karşımıza ilk izlenim çıkar. İmaj yönetiminde ilk izlenim kadar son izlenim de önemlidir. Sosyal yaşantımızda da iş hayatımızda da her zaman bakımlı, temiz ve düzenli olmalıyız. Görüntümüzle çalıştığımız kurum, yaptığımız iş, pozisyonumuz ve hedefimiz tutarlılık göstermeli. Giyinmek, insanları aşırı sıcak ve aşırı soğuktan korur. Temiz, özenli giyim, pek çok kişi tarafından takdir görür. Giyim sadece gereksinim değil, zevk işidir. İş yerlerinde; sade giyinmeye özen göstermek, aşırıya kaçmadan kendine yakışanı bulup giymek, kişisel bir tarz oluşturmak daha kişilikli bir giyim biçimidir. Resmi toplantılarda koyu renk elbiseleri tercih etmek, toplantının yerini, zamanını ve özelliğini dikkate almak gerekir. 171 Kendimizi Sınayalım 6. Başkaları üzerinde bırakılan ilk ize ne ad verilir? 1. Genellikle lüks tüketim ürünlerinde bilinen bir ürün markasının ve imajının başka bir ürün kategorisine transferi hangi imaj çeşididir? a. Kültür a. Yabancı imaj b. İzlenim b. İstenen imaj c. Reklam c. Transfer imaj d. Transfer d. Algılanan imaj e. Pazarlama e. Pozitif imaj 7. Aşağıdakilerden hangisi kurumlar açısından imaj oluşturma sürecindeki unsurlardan biri değildir? 2. Aşağıdakilerden hangisi kişisel imajı oluşturan unsurlardan birisi değildir? a. Görüntü a. Alt yapı kurmak b. Sözlü iletişim b. Dış imaj oluşturma c. Sözsüz iletişim c. İç imaj oluşturma d. Karakter: Karizma, özgüven, özsaygı d. Soyut imaj oluşturma e. Ayna imaj 3. Aşağıdakilerden hangisi çeşitlerinden biri değildir? e. Kapalı imaj oluşturma kurum imajı 8. Aşağıdakilerden hangisi giyim konusunda yaratıcı sektöre örnek verilebilir? a. Marka imajı a. Bankacılık b. Yabancı imaj b. Mali müşavirlik c Ürün imajı c. Sigortacılık d. Alıcı imajı d. Reklamcılık e İstenen imaj e. Sağlık hizmetleri 4. Bir kişinin ya da grubun düşüncelerini ve davranışlarını değiştirme ya da onlara güç kazandırma sürecine ne denir? 9. Aşağıdakilerden hangisi özelliklerden birisi değildir? a. İkna a. Kirli, dağınık saçlar kırıcı b. Ter kokusu b. İmaj c. Boyalı ayakkabılar c. Kimlik d. Kaçık çorap d. Kültür e Ağız kokusu e. İtibar 10. Tüketicilerin belli bir ürün türüne yönelik algılamalarına ne denir? 5. Aşağıdakilerden hangisi inanılırlığı ifade eder? a. Kimlik+İmaj a. Ürün imajı b. Güven+Uzmanlık b. Yabancı imaj c. İkna+İmaj c. Mevcut imaj d. İmaj+Kültür d. Transfer imaj e. Hedef kitle+Mesaj e. İstenen imaj 172 imaj Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Kişisel imaj yaşantımızda son derece etkili bir kavram. Çünkü hepimiz dünyayı genellikle görsel olarak algılıyoruz. Bunun nedeni ise beyin ve gözler arasındaki sinirler, kulak ve beyin arasındaki sinirlerden 20 kat daha fazla. Bunun için görsellik işitsellikten daha etkilidir. Gördüğümüz olayları, tanıştığımız kişileri, duyduğumuz olaylara ya da tanıştığımız kişilerin isimlerine oranla daha fazla hatırlarız. Gördüklerimiz, işittiklerimize gore bizi daha fazla etkiler ve inandırıcı gelir. 1. c Yanıtınız yanlış ise “İmaj Çeşitleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. e Yanıtınız yanlış ise “İlk İzlenim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. d Yanıtınız yanlış ise “İmaj Çeşitleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. a Yanıtınız yanlış ise “İkna” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. b Yanıtınız yanlış ise “İnanılır Olmak” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 Kişisel imaj yaşantımızda son derece etkili bir kavram. Çünkü hepimiz dünyayı genellikle görsel olarak algılıyoruz. Bunun nedeni ise beyin ve gözler arasındaki sinirler, kulak ve beyin arasındaki sinirlerden 20 kat daha fazla. Bunun için görsellik işitsellikten daha etkilidir. Gördüğümüz olayları, tanıştığımız kişileri, duyduğumuz olaylara ya da tanıştığımız kişilerin isimlerine oranla daha fazla hatırlarız. Gördüklerimiz, işittiklerimize gore bizi daha fazla etkiler ve inandırıcı gelir. Sözlü, sözsüz iletişimin özelliklerini, iknanın unurlarını doğru bir şekilde uygulayan kişisel imajını iyi yöneten kişiler halkla ilişkiler alanında son derece başarılı olurlar. 6. b Yanıtınız yanlış ise “İlk İzlenim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. e Yanıtınız yanlış ise “İlk İzlenim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. d Yanıtınız yanlış ise “Farklı Sektörlerde Giyim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. c Yanıtınız yanlış ise “Profesyonel Yaşamda İmaj Kırıcılar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. a Yanıtınız yanlış ise “İmaj Tasarımı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Kurum imajı kurumla ilgili kitlelerin kuruma ilişkin izlenimlerini yansıtır. Kurumun reklamlarından ürünlerine, yaptıklarından yapmadıklarına değin birçok unsur kurumlar konusundaki algıları şekillendirir. Marka imajı ise bir markaya yönelik algıları temsil eder. Yararlanılan Kaynaklar Bakan, Ö. (2005). Kurumsal İmaj Oluşumu ve Etkili Faktörler. Konya: Tablet Kitabevi. Berman, B. and Evans, J. (1998). Retail Management: A Strategic Approach. New Jersey: Prentice Hall. Sıra Sizde 2 Cialdini, R.B.. (2008). İknanın Psikolojisi Teori ve Pratik Bir Arada. Çev. Yasemin Fletcher. İstanbul: MediaCat Yayınları. Kişisel imaj, yokluğumuzda hakkımızda nasıl düşünüleceğini ve nasıl hissedileceğini belirler. Kişi ya da kitlelerin, bizim hakkımızda, kafalarında oluşturdukları yanlış imajlar negatif düşünceleri, duyguları, tavır ve davranışları yaratmaktadır. Bu anlamda başımıza gelen şeylere bizim de katkımızın olduğu açıktır. O halde başkalarının kafasındaki kişisel imajımızı kontrol etmenin yollarını öğrenmeliyiz. Çakır, Ö. (2005). Profesyonel Yaşamda Kişsel İmaj ve Sosyal Yaşam Etiketi. İstanbul: Üç-Er Ofset Göksel A., Yurdakul N., (2002). Temel Halkla İlişkiler Bilgileri. İzmir: Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları. İlk izlenimlerin veya ön yargı fonksiyonunun, çoğu kez insanları yanıltabileceğini de unutmamak gerekir. Kaşıkçı, E. (2006). İmaj – İletişim & Beden Dili. İstanbul: Hayat Yayınları. 173 Luecke, R. (2007). Güç, Etki ve İkna. Çev: Turan Parlak. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 3YwjUhZdhr0uM&imgurl=http://blog.trendyol.c om/wpcontent/gallery/cache/963__x_slide1.jpg&w=960 &h=720&ei=IGoqUImFK86whAfgzIDwDg&zo om=1&biw=1507&bih=780 Meyer, Warren G. vd (1988). Retail Marketing for Employees, Managers and Enteprenuers, 8. Ed, New York: Grog Division. Mc Graw-Hıll. Resim3 http://www.google.com/imgres?q=beyaz+%C3% A7orap&hl=tr&tbm=isch&tbnid=BsGTG7M_Vu hxDM:&imgrefurl=http://www.on5yirmi5.com/g enc/etiket/beyazcorap.html&docid=NxkDoywG6E3x8M&imgurl =http://i.onbesyirmibes.org/image/2009/10/10/17 673.jpg&w=500&h=280&ei=jGwqUJmQNcKGh QfCjICQCQ&zoom=1&biw=1507&bih=780 Oktay, M. (1996). Halkla İlişkiler Mesleğinin İletişim Yöntem ve Araçları. İstanbul: Der Yayınları. Özer, M.A. (2009). Halkla İlişkiler Dersleri. Ankara: Adalet Yayınları. Peltekoğlu, Filiz. (2001). Halkla İlişkiler Nedir? 2. Baskı. İstanbul: Beta Yayınları. Resim4 http://www.google.com/imgres?q=a%C4%9F%C 4%B1z+kokusu&hl=tr&tbm=isch&tbnid=GRpB Zg9rqXX_YM:&imgrefurl=http://dizigun.com/ag iz-kokusunu-gidermek-icin-10tavsiye.html&docid=Fen4ZyCHDbbBvM&imgur l=http://dizigun.com/wpcontent/uploads/2012/08/a%2525C4%25259F%2 525C4%2525B1zkokusu.jpg&w=380&h=380&ei=dW0qUP_NIcq GhQey6IC4Cw&zoom=1&iact=hc&vpx=714&v py=175&dur=2790&hovh=225&hovw=225&tx= 93&ty=145&sig=108862307086099471211&pag e=1&tbnh=133&tbnw=134&start=0&ndsp=28& ved=1t:429,r:24,s:0,i:148&biw=1507&bih=780 Yararlanılan İnternet Kaynakları Ersoy, H.T. (2009). “Kişilerarası İlişkilerde Benlik Sunumu: Sosyal Yaşamda ve İş Yaşamında İyi İzlenim Bırakmak: İmaj Yönetimi”http://www.tavsiyeediyorum.com/mak ale_3798.htm Karakütük K. “Protokol ve Görgü Kuralları: AstÜst İlişkileri” www.personeldb.ankara.edu.tr “Giyimin Yeni Kodu” http://www.capital.com.tr/giyimin-yeni-koduhaberler/22750.aspx?0.Page Resim5 http://www.google.com/imgres?q=ter+kokusu&h l=tr&tbm=isch&tbnid=Qh2Nj9j07Hz6GM:&img refurl=http://healthonline.blogcu.com/etiket/ter% 2520kokusu&docid=L3jEuhPjqG5RTM&imgurl =http://img03.blogcu.com/v2/images/editor/h/e/a/ healthonline/42705958083133_1261759399.jpg &w=250&h=191&ei=_GwqUMWkF5O2hAe2jo HwAQ&zoom=1&biw=1507&bih=780 “Protokol ve Görgü Kuralları”. http://megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/mo dul_pdf/347CH0014.pdf 2011. http://www.coksesli.net/imajmaker/1266-kisiselimaj-nedir.html#ixzz23ca91LV4 Yararlanılan Resim Kaynakları Resim6 http://www.google.com.tr/imgres?q=i%C5%9F+ g%C3%B6r%C3%BC%C5%9Fmesinde+giyim& hl=tr&sa=X&tbs=isz:m&tbm=isch&prmd=imvns &tbnid=F_BKz0ZqiRSTQM:&imgrefurl=http:// www.on5yirmi5.com/genc/haber.18672/isgorusmesinde-gorgu-kurallarina-uyuyormusunuz.html&docid=RuaupncCfkbgBM&imgu rl=http://i.onbesyirmibes.org/image/2010/05/21/5 4580.jpg&w=500&h=280&ei=mq4sUNnJGoe2h AfpyIDwDQ&zoom=1&biw=1338&bih=694 Resim1 http://www.google.com/imgres?q=klasik+i%C5 %9F+k%C4%B1yafetleri&start=202&hl=tr&tbm =isch&tbnid=IgANlD8cEEgBwM:&imgrefurl=ht tp://www.e-kobi.net/etiket/is-gorusmesi-kiyafetsecimi&docid=oHJs65ZqUOgLGM&imgurl=htt p://www.e-kobi.net/wp-content/uploads/isgorusmesinde-negiyilir.jpg&w=600&h=400&ei=12oqUNa6O4K1 hAeT94DIDw&zoom=1&biw=1507&bih=780 Resim2 http://www.google.com/imgres?q=klasik+i%C5 %9F+k%C4%B1yafetleri&hl=tr&tbm=isch&tbni d=egxJY_B8mK0bM:&imgrefurl=http://blog.trendy ol.com/calisan-kadinlara-kombin-onerileri2.html&docid=174