doktora tezi - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
NİMET BİNİCİOĞULLARI
İKTİSAT ANABİLİM DALI
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
DOKTORA
TEZİ
YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİNİN
FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE
ETKİLERİNİN ANALİZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
NİMET BİNİCİOĞULLARI
ARALIK 2014
İKTİSAT ANABİLİM DALI
ARALIK 2014
YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE
ETKİLERİNİN ANALİZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Nimet BİNİCİOĞULLARI
DOKTORA TEZİ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ARALIK 2014
iv
YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE
ETKİLERİNİN ANALİZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
(Doktora Tezi)
Nimet BİNİCİOĞULLARI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Aralık 2014
ÖZET
Son yirmi yılda finansal sistemden kaynaklanan yapısal sorunlar dünya ekonomisi için yüksek maliyetli
krizlere neden olmuştur. Ayrıca, ulusal düzeyde uygulanan kriz yönetim politikaları finansal piyasalardaki
problemleri çözmekte yetersiz kalmıştır. Bundan dolayı 1990’ların sonundan itibaren G20 liderleri ve
uluslararası kurumlar krizleri önleme ve krizleri çözme politikaları çerçevesinde finansal sistemin yeniden
yapılanmasına odaklanmakta ve küresel finansal sistemi güçlendirmek için farklı önerileri dile
getirmektedirler. 2000’lerin başından itibaren önerilen Yeni Finansal Mimari (YFM) kavramı bu çabaların bir
ürünüdür. Ancak, birçok ülke YFM arayışları çerçevesinde bir takım finansal düzenlemeleri kademeli olarak
uygulamaya başlamasına rağmen 2008 Küresel Krizi ortaya çıkmış ve YFM üzerine tartışmalar yeniden
şiddetlenmeye başlamıştır. Türkiye örneğinde YFM’nin finansal sistem üzerindeki etkilerini analiz eden bu tez
çalışmasının üç temel amacı bulunmaktadır: (i) YFM’nin önemini ve politika amaçlarını ortaya koymak; (ii)
küresel finansal düzenleme araçlarının Türkiye’de ne ölçüde ve ne şekilde uygulandığını incelemek; (iii)
finansal düzenleme araçlarının, finansal gelişme, kırılganlık ve sağlamlık düzeyleri üzerindeki etkilerini
Türkiye özelinde analiz etmek. Bu amaçla, öncelikle, 1990-2001 ve 2002-2013 alt dönemleri için aylık verilerle
finansal gelişme, kırılganlık ve sağlamlık endeksleri oluşturulmakta ve ardından bu üç farklı endeks
birleştirilerek Türkiye’nin finansal sistemi hakkında geniş bir çerçeveyi açıklayan ve küresel YFM
standartlarıyla ilişkili finansal düzenleme değişkenlerinin etkilerini incelemeye izin veren finansal sistem
bileşik endeksi (FSBE) oluşturulmaktadır. Ayrıca bu çalışmada FSBE ve finansal düzenleme değişkenleri
arasındaki kısa ve uzun dönem ilişkilerin varlığı Johansen Eşbütünleşme Yöntemi ve Vektör Hata Düzeltme
Modeli’ne (VECM) dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Testi kullanılarak analiz edilmektedir. Daha
sonra, her bir finansal düzenleme değişkeninin Türkiye için bir düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği ve
finansal sistemi etkileme dereceleri sırasıyla etki-tepki analizleri ve varyans ayrıştırması kullanılarak
araştırılmaktadır. Ampirik sonuçlar 2002-2013 alt döneminde Türkiye’nin finansal sisteminin diğer alt
dönemden daha sağlam ve finansal gelişme düzeyi artarken kırılganlıktan daha uzak olduğunu göstermektedir.
Bilim Kodu
: 1119.2.043
Anahtar Kelimeler
: Yeni Finansal Mimari, Basel Kriterleri, Finansal Sistem Bileşik
Endeksi, VECM,
Ayrıştırması
Sayfa Adedi
: 287
Tez Danışmanı
: Prof. Dr. Şiir YILMAZ
Etki-Tepki Fonksiyonları ve Varyans
v
THE ANALYSIS OF EFFECTS OF NEW FINANCIAL ARCHITECTURE ON
FINANCIAL SYSTEM: THE CASE OF TURKEY
(Ph. D. Thesis)
Nimet BİNİCİOĞULLARI
GAZİ UNIVERSITY
GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES
December 2014
ABSTRACT
In last two decades, structural problems stemming from the financial system had been caused the high costly
financial crisis for world economy. Furthermore, crisis management policies implemented at the national level
had not been sufficient at solving the problems in financial markets. Hence, the G20 leaders and international
institutions have been focusing on restructuring of the financial system and voicing different suggestions to
strengthen the global financial system within the framework of crisis prevention and resolution policies since
the end of 1990s. The term of new financial architecture (NFA) having been suggested since the early 2000s
is outcome of these efforts. Neverthless, although many countries began to implement gradually the some new
financial regulations at the framework of NFA, 2008 Global Crisis had occured and debates on NFA have
began to blaze. In this thesis study analyzing the effects of NFA on the financial system in case of Turkey have
three basic aims: (i) to demonstrate the importance and policy objectives of the NFA, (ii) to examine what
extent and in what way of implementing the global financial regulation instruments in Turkey, (iii) to analyze
the effects of financial regulation instruments on the levels development, fragility and soundness of financial
system in case of Turkey. For this purpose, firstly a financial development, fragility and soundness indexes are
created for the subperiods of 1990-2001 and 2002-2013 with monthly datas and then financial system
composite index (FSBE) which explains a broad framework about financial system of Turkey and allows to
examine the effects of financial regulation variables relating with the standarts of global NFA on the financial
system is created by combining these three different indixes. Moreover, in this study, the existence of long and
short-term relations between the FSBE and financial regulation variables are analyzed by using Johansen
Cointegration Test and Augmented Granger Causality Test based on Vector Error Correction Model (VECM).
Afterward, the availability of each financial regulation variable as a regulation instrument and the degree of
influence of the financial system are investigated respectively by using impulse-response analyze and variance
decomposition for Turkey. The emprical evidences indicate that in 2002-2013 subperiod financial system of
Turkey is more soundness than the other period and while the level of financial development increases, Turkish
financial system moves away from financial fragility.
Science Code : 1119.2.043
Key Words
: New Financial Architecture, Basel Criteria, Financial System Composite
Index, VECM, Impulse-Response Functions and Variance Decomposition
Page
: 287
Supervisor
: Prof. Dr. Şiir YILMAZ
vi
TEŞEKKÜR
Tez çalışmasının hazırlanmasında sağladığı katkılarından dolayı öncelikle değerli
hocam ve tez danışmanım Prof. Dr. Şiir YILMAZ’a, Tez İzleme Komitesi Üyeleri Prof. Dr.
M. Tuba ONGUN’a ve Prof. Dr. Sinan SÖNMEZ’e, çalışmanın ekonometrik bölümünü
emeği ve değerli katkılarıyla tamamlamamı sağlayan Doç. Dr. Hakkı Ozan ERUYGUR’a ve
Prof. Dr. Hakan BERUMENT’e, görüşleri ve önerileri ile bana yardımcı olan değerli hocam
Doç. Dr. İbrahim TOKATLIOĞLU’na teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Doktora
programına başladığım ilk günden itibaren akademik bilgisiyle, yardımlarıyla ve sağladığı
güvenle her zaman yanımda olan Arş. Gör. Dr. Serdar VARLIK’a şükranlarımı sunarım.
Kendisinin anlayışı ve desteği olmasaydı, bu çalışmanın tamamlanması mümkün olmazdı.
Bunun yanında desteğini sürekli hissettiren ancak adını burada sayamadığım tüm
çalışma arkadaşlarıma ve hayatım boyunca bana her konuda anlayış gösteren, yanımda olan
ve beni bugünlere getiren değerli aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET .................................................................................................................................... iv
ABSTRACT ........................................................................................................................... v
TEŞEKKÜR .......................................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER ....................................................................................................................vii
ÇİZELGELERİN LİSTESİ................................................................................................... xi
ŞEKİLLERİN LİSTESİ ..................................................................................................... xiii
KISALTMALAR ................................................................................................................. xv
1. GİRİŞ............................................................................................................................... 1
2. FİNANSAL PİYASALAR: KURAMSAL ÇERÇEVE ..................................... 9
2.1. Finansal Serbestleşme Yanlısı Yaklaşımlar ................................................................ 9
2.1.1. Finansal baskı kuramı: McKinnon-Shaw ve Kapur modeli ............................... 10
2.1.2. Etkin piyasa kuramı ........................................................................................... 13
2.2. Finansal Serbestleşmeye Eleştirel Yaklaşımlar ....................................................... 15
2.2.1. Keynes ve Post Keynesyen yaklaşım ................................................................. 16
2.2.2. Yeni yapısalcı yaklaşım ..................................................................................... 19
2.2.3. Grabel’in spekülatif gelişme modeli .................................................................. 21
2.3. Finansal Gelişme ...................................................................................................... 23
2.3.1. Kavram ............................................................................................................... 23
2.3.2. Kuramsal çerçeve ............................................................................................... 25
2.3.2.1. Talep-takipli ve arz-öncüllü finansal gelişme hipotezleri ........................... 25
2.3.2.2. Gelişme safhası hipotezi ............................................................................. 28
3. YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİ ............................................................ 31
3.1. Küresel Finansal Sistemin Dönüşümü: Kısa Tarih ................................................... 31
3.2. 1990’lı Yılların Finansal Krizleri: Krizlerin Oluşumu ve Etkileri............................ 37
viii
3.3. İktisat Yazını Araştırması: Kavram ve Amaçlar ....................................................... 44
3.4. Yeni Küresel Finansal Mimari: 1998-2007 Dönemi ................................................ 49
3.4.1. Denetim ve gözetim çerçevesine ilişkin düzenlemeler ...................................... 49
3.4.1.1. Uluslararası kuruluşlar ve üstlendikleri roller............................................. 50
3.4.1.2. Basel Bankacılık Denetim Komitesi ve faaliyetleri .................................... 56
3.4.2. Bankacılık düzenlemeleri................................................................................... 58
3.4.2.1. Kuramsal çerçeve ........................................................................................ 59
3.4.2.2. Sermaye düzenlemeleri: Basel-I ................................................................. 63
3.4.2.3. Basel-I’in revizyonu: Basel-II..................................................................... 67
3.5. 1998-2007 Dönemi Yeni Küresel Finansal Mimariye Eleştiriler ............................. 71
3.6. 2008 Küresel Finansal Krizi ..................................................................................... 77
3.7. 2008 Küresel Finansal Krizin Ardından Yeniden Düzenleme Çabaları ................... 82
3.7.1. Uluslararası zirveler ve alınan kararlar .............................................................. 82
3.7.1.1. Washington Zirvesi- 2008........................................................................... 83
3.7.1.2. Londra Zirvesi- 2009 .................................................................................. 85
3.7.1.3. Pittsburgh Zirvesi- 2009 ............................................................................. 86
3.7.1.4. Toronto Zirvesi- 2010 ................................................................................. 87
3.7.1.5. Seul Zirvesi- 2010 ....................................................................................... 88
3.7.1.6. Cannes Zirvesi- 2011 .................................................................................. 89
3.7.1.7. Los Cabos Zirvesi- 2012 ............................................................................. 90
3.7.1.8. Saint Petersburg Zirvesi-2013..................................................................... 91
3.7.2. Bankacılık sisteminin yeniden düzenlenmesi .................................................... 92
3.7.2.1. Gölge bankacılık sistemi ve düzenleme girişimleri .................................... 92
3.7.2.2. Basel 2,5 ...................................................................................................... 97
3.7.2.3. Asgari sermaye yükümlülüğünün revizyonu .............................................. 98
3.7.2.4. Risk yönetiminin ve denetimin geliştirilmesi ........................................... 100
3.7.2.5. Piyasa disiplininin revizyonu .................................................................... 102
ix
3.7.2.6. Basel-III .................................................................................................... 103
3.7.2.7.Sermayeye ilişkin yeni düzenlemeler ........................................................ 104
3.7.2.7.1. Likidite düzenlemeleri ....................................................................... 105
3.8. Genel Bir Değerlendirme ........................................................................................ 107
4. TÜRKİYE’NİN KÜRESEL FİNANSAL MİMARİYE UYUM SÜRECİ 113
4.1. 1980 Sonrası Yapısal Dönüşüm Politikaları ........................................................... 114
4.1.1. Makroekonomik ve finansal reformlar: 1980-1988 ......................................... 115
4.1.1.1. Makroekonomik reformlar ........................................................................ 115
4.1.1.2. Finansal reformlar ..................................................................................... 117
4.1.2. Sermaye hesabının serbestleştirilmesi: 1989 sonrası ....................................... 120
4.2. 1989-1999 Döneminde Finansal Sistemin Görünümü ve Yapısal Sorunlar ........... 125
4.3. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Finansal Krizleri ......................................................... 131
4.3.1. Kriz öncesi reformlar ve krizlerin oluşumu ..................................................... 131
4.3.2. Krizlerin bankacılık kesimine etkileri ve kriz yönetimi .................................. 136
4.3.3. Bankaların finansal yapılarının güçlendirilmesi .............................................. 142
4.3.3.1. Kamu bankaları ve özel bankalar .............................................................. 143
4.3.3.2. TMSF bünyesindeki bankalar ................................................................... 145
4.4. 2008 Küresel Finansal Krizi’nin Türkiye Finansal Sistemine Etkileri ................... 146
4.5. Türkiye’nin Yeni Küresel Finansal Mimariye Uyum Çabaları: 2001 Sonrası ....... 154
4.5.1. Bankacılık sisteminde yasal ve kurumsal düzenlemeler .................................. 155
4.5.1.1. Denetim ve gözetim sisteminin güçlendirilmesi ....................................... 155
4.5.1.2. Sermaye düzenlemeleri ............................................................................. 159
4.5.1.3. Likidite yapısının güçlendirilmesi ............................................................ 164
4.5.1.4. Mevduat güvence sistemi ve TMSF ......................................................... 168
4.5.1.5. Gölge bankacılık sisteminin düzenlenmesi ............................................... 171
4.5.2. Makro ihtiyati politika çerçevesinin ve araçlarının geliştirilmesi.................... 173
x
5. TÜRKİYE’NİN YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİYE UYUM
SÜRECİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİ......................... 177
5.1. Türkiye İçin Finansal Sistem Bileşik Endeksi ........................................................ 177
5.1.1. Finansal gelişme endeksi ................................................................................. 181
5.1.2. Finansal sağlamlık endeksi .............................................................................. 191
5.1.3. Finansal kırılganlık endeksi ............................................................................. 198
5.1.4. Finansal sistem bileşik endeksi ........................................................................ 206
5.2. Finansal Sistem Bileşik Endeksi ile Finansal Düzenlemeler Arasındaki İlişki ...... 209
5.2.1. Yöntem ............................................................................................................. 209
5.2.1.1. Eşbütünleşme ve vektör hata düzeltme mekanizması ............................... 209
5.2.1.2. Etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması analizleri ...................... 213
5.2.2. Veri setinin tanımlanması: Finansal düzenleme değişkenleri .......................... 217
5.2.3. Tahmin sonuçları: 1990-2001 .......................................................................... 222
5.2.3.1. Johansen eşbütünleşme, vektör hata düzeltme mekanizması ve geliştirilmiş
Granger nedensellik analizlerinin sonuçları ............................................... 222
5.2.3.2. Vektör hata düzeltme modeline dayalı etki-tepki analizi ve varyans
ayrıştırması sonuçları ................................................................................. 227
5.2.4. Tahmin sonuçları: 2002-2013 .......................................................................... 231
5.2.4.1. Johansen eşbütünleşme, vektör hata düzeltme mekanizması ve Granger
nedensellik analizlerinin sonuçları ............................................................. 231
5.2.4.2. Vektör hata düzeltme modeline dayalı etki-tepki analizi ve varyans
ayrıştırması sonuçları ................................................................................. 235
5.2.5. Dönemler arası karşılaştırma ........................................................................... 238
6. SONUÇ ....................................................................................................................... 244
KAYNAKLAR .................................................................................................................. 256
EKLER ............................................................................................................................... 282
EK-1. Finansal Kriz Modelleri: Nedenleri ve Ayırt Edici Özellikleri ........................... 283
EK-2. 1990-2001 Dönemi .............................................................................................. 286
EK-3. 2002-2013 Dönemi .............................................................................................. 287
ÖZGEÇMİŞ ....................................................................................................................... 288
xi
ÇİZELGELERİN LİSTESİ
Çizelge 2.1. Finansal Kesim ile Reel Kesim İlişkisinin Tespitine Yönelik Çalışmalar ...... 27
Çizelge 3.1. Finansal Serbestleşme ve Finansal Krizler ...................................................... 35
Çizelge 3.2. 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri (a) ........................... 39
Çizelge 3.3. 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri (b) .......................... 40
Çizelge 3.4. Makro ve Mikro İhtiyati Göstergeler ............................................................... 41
Çizelge 3.5. Finansal Krizlerin Neden Olduğu Üretim Kayıpları ....................................... 43
Çizelge 3.6. Yeni Finansal Mimarinin Farklı Tanımları...................................................... 45
Çizelge 3.7. Uluslararası Finansal Mimaride Taraflar ve Hedefleri .................................... 48
Çizelge 3.8. Finansal Mimarinin Anahtar Standartları ve Kodları, Aktörleri ve
Üstlendikleri Roller ........................................................................................ 53
Çizelge 3.9 Etkin Bankacılık Denetimi İçin Temel İlkeler: 2006 Yılı ile 2012 Yılı
Karşılaştırması ................................................................................................ 57
Çizelge 3.10. Basel-I: Sermaye Bileşenleri ......................................................................... 64
Çizelge 3.11. Basel-I: Varlıkların Risk Ağırlığı .................................................................. 65
Çizelge 3.12. Basel-II’nin Kapsamı ..................................................................................... 67
Çizelge 3.13. Basel-II: Risk Ölçüm Modelleri .................................................................... 69
Çizelge 3.14. Basel-I ile Basel-II’nin Karşılaştırılması ....................................................... 71
Çizelge 3.15. 1998-2008 Dönemi Küresel Finansal Sistemin Düzenlenme Çerçevesi:
Sınırötesi Sistemik Riskin Kaynakları* ......................................................... 77
Çizelge 3.16. 2008 Washington Zirvesi’nde Belirlenen Çalışma Alanları .......................... 84
Çizelge 3.17. 2009 Londra Zirvesi: Acil Eylem Planı ve Orta Dönem Eylem Planı .......... 85
Çizelge 3.18. Gölge Bankacılık Sistemine İlişkin Düzenleme Girişimleri ......................... 94
Çizelge 4.1. Temel Makroekonomik Göstergeler (1980-1988) ......................................... 116
Çizelge 4.2. Finansal Sisteme İlişkin Göstergeler (1980-1988) ....................................... 120
Çizelge 4. 3. 3 Temel Makroekonomik Göstergeler (1989-1999) ..................................... 123
Çizelge 4. 4. Finansal Göstergeler (1988-1999, %GSYH) ................................................ 126
Çizelge 4. 5. Bankacılık Kesimine İlişkin Göstergeler (1988-1999) ................................. 130
xii
Çizelge 4.6. Kriz Öncesi Yapısal Reformlar ..................................................................... 133
Çizelge 4. 7. Temel Makroekonomik Göstergeler (2000-2002) ........................................ 135
Çizelge 4.8. Türk Bankacılık Sistemi Bilançosu (2000-2001) .......................................... 140
Çizelge 4.9. Kamu Bankalarının Yapılandırılması ............................................................ 143
Çizelge 4.10. Denetim ve Gözetim Çerçevesinin Güçlendirilmesine İlişkin
Yönetmelik ve Tebliğler ............................................................................... 156
Çizelge 5.1. Finansal Gelişme Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür
İncelemesi ..................................................................................................... 183
Çizelge 5.2. Finansal Gelişme Endeksi Bileşenleri ........................................................... 189
Çizelge 5.3. Finansal Sağlamlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür
İncelemesi ..................................................................................................... 193
Çizelge 5.4. Finansal Sağlamlık Endeksi Bileşenleri ........................................................ 196
Çizelge 5. 5. Finansal Kırılganlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür
İncelemesi ..................................................................................................... 200
Çizelge 5. 6. Finansal Kırılganlık Endeksi Bileşenleri ...................................................... 204
Çizelge 5.7. Analizde Kullanılan Değişkenler ................................................................... 218
Çizelge 5.8 Birim Kök Testleri (1990-2001) ..................................................................... 223
Çizelge 5.9Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (1990-2001) ...................................... 224
Çizelge 5. 10. Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörü (1990-2001) ........................... 224
Çizelge 5. 11. Vektör Hata Düzeltme Modeli Tahmin Sonuçları (1990-2001) ................ 225
Çizelge 5. 12 VECM Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Test
Sonuçları (1990-2001) .................................................................................. 226
Çizelge 5.133. Değişkenlerin Varyans Ayrıştırması Sonuçları, % (1990-2001) ............... 229
Çizelge 5.14. Birim Kök Testleri (2002-2013) .................................................................. 231
Çizelge 5.15. Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (2002-2013) .................................. 232
Çizelge 5. 16. Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörü (2002-2013) ........................... 232
Çizelge 5.17.Vektör Hata Düzeltme Modeli Tahmin Sonuçları (2002-2013) ................... 234
Çizelge 5. 18. VECM Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Test
Sonuçları (2002-2013) .................................................................................. 234
Çizelge 5.19. Değişkenlerin Varyans Ayrıştırması Sonuçları, % (2002-2013) ................ 237
xiii
ŞEKİLLERİN LİSTESİ
Şekil 3.1. Dünya Ekonomilerinde Reel Büyüme Oranları ................................................... 34
Şekil 3.2. Doğu Asya Ülkelerinde Reel Büyüme Oranları (%) ........................................... 42
Şekil 3.3. Latin Amerika Ülkelerinde Reel Büyüme Oranları (%) ...................................... 43
Şekil 34. Dünya Ekonomileri, Euro Bölgesi ve ABD Reel Büyüme Oranları (%) ............. 78
Şekil 3.5. Toplam Finansal Varlıkların GSYH Payı (20 Ülke* ve Euro Bölgesi)............... 96
Şekil 3.6. Banka Dışı Finansal Aracıların Toplam Varlıklarının GSYH Payı
(20 Ülke* ve Euro Bölgesi) ............................................................................ 97
Şekil 4.1. Finansal Sistemin Gelişimi (1970-1988) ........................................................... 118
Şekil 4.2. Ne+t Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ............................................................. 122
Şekil 4.3. Sermaye Piyasası Göstergeleri .......................................................................... 127
Şekil 4.4. Parasal Göstergeler (1980-1999, %GSYH) ....................................................... 128
Şekil 4.5. Banka Gruplarının Sektör İçindeki Aktif Payları (%) ....................................... 129
Şekil 4.6. İMKB Ulusal 100 Endeksi................................................................................. 134
Şekil 4.7. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin Bankacılık Kesimine Etkileri ............ 137
Şekil 4.8. Banka Sayısı (1980-2001) ................................................................................. 138
Şekil 4.9. Bankacılık Kesiminde Finansal Göstergelerin Gelişimi (%GSMH) ................. 141
Şekil 4.10. Konut Kredilerinin Gelişimi ............................................................................ 148
Şekil 4.11. Hisse Senedi Piyasası Göstergeleri .................................................................. 149
Şekil 4.12. İMKB Ulusal 100 Endeksi............................................................................... 150
Şekil 4.13. Kriz Döneminde Bankacılık Kesiminin Kredileri ve Kârlılığı ........................ 151
Şekil 4.14. Kredilerin TP/YP Kompozisyonu.................................................................... 152
Şekil 4.15. VIX Endeksi 2000-2012 .................................................................................. 152
Şekil 4.16. Bankacılık Sektöründe Kârlılık ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu
(1993-2001) ..................................................................................................... 162
Şekil 4.17. Bankacılık Sektöründe Kârlılık ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu
(2002-2012) ..................................................................................................... 163
Şekil 4.18. Bankaların Likidite Yapısı (1993-2001) .......................................................... 166
xiv
Şekil 4.19. Bankaların Likidite Yapısı (2002-2012) .......................................................... 167
Şekil 4.20. Mevduatın Krediye Dönüşüm Oranı (%, 1980-2012) ..................................... 170
Şekil 5.1. Finansal Gelişme Endeksi.................................................................................. 190
Şekil 5.2. Finansal Sağlamlk Endeksi ................................................................................ 197
Şekil 5.3. Finansal Kırılganlık Endeksi ............................................................................. 205
Şekil 5. 4. Finansal Sistem Bileşik Endeksi ....................................................................... 208
Şekil 5.5. Değişkenlerin Zaman Seyri ............................................................................... 222
Şekil 5.6. Modeldeki Değişkenlere Verilen Şoklara Finansal Sistem Bileşik
Endeksinin Tepkisi (1990-2001) .................................................................. 228
Şekil 5.7. Modeldeki Değişkenlere Verilen Şoklara Finansal Sistem Bileşik Endeksinin
Tepkisi (2002-2013) ..................................................................................... 235
xv
KISALTMALAR
Bu çalışmada kullanılmış kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur.
Kısaltmalar
Açıklamalar
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
APİ
Açık Piyasa İşlemleri
BDDK
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
BCBS
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
BIS
Uluslararası Ödemeler Bankası
CCL
Koşullu Kredi Kolaylığı
CDO
Teminata Dayalı Borç Senedi
CDS
Temerrüde Düşmüş Kredi Swapları
CPSS
Ödeme ve Denkleştirme Sistemleri Komitesi
DB
Dünya Bankası
DİBS
Devlet İç Borçlanma Senedi
FATF
Finansal Eylem Görev Grubu
FGE
Finansal Gelişme Endeksi
FKE
Finansal Kırılganlık Endeksi
FSAP
Finansal Sektör Değerlendirme Programı
FSB
Finansal İstikrar Kurulu
FSBE
Finansal Sistem Bileşik Endeksi
FSE
Finansal Sağlamlık Endeksi
FSF
Finansal İstikrar Forumu
GEGP
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
GOÜ
Gelişmekte Olan Ülke
GSMH
Gayri Safi Milli Hasıla
GSYH
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
GÜ
Gelişmiş Ülke
G20
20 Grubu
IAIS
Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi
IASC
Uluslararası Denetim Standartları Komitesi
xvi
Kısaltmalar
Açıklamalar
IFAC
Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu
IMF
Uluslararası Para Fonu
IOSCO
Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü
IRC
İlave Risk Sermaye Yükümlülüğü
İDD
İçsel Derecelendirmeye Dayalı Yaklaşım
İMKB
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
KKBG
Kamu Kesimi Borçlanma Gereği
LLR
Son Borç Başvuru Mercii
LCR
Likidite Karşılama Rasyosu
LTV
Kredi/Teminat Rasyosu
NSFR
Net İstikrarlı Fonlama Rasyosu
OECD
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
OTC
Tezgah Üstü Piyasa
PCA
Temel Bileşenler Analizi
ROD
Risk Odaklı Denetim
ROSCs
Standart ve Kodlara Uyum Raporları
SCAV
Kırılganlıkları Değerlendirme Daimi Komitesi
SDDS
Özel Veri Yayınlama Standardı
SPK
Sermaye Piyasası Kurulu
SRF
Destekleyici Rezerv Kolaylığı
SYR
Sermaye Yeterlilik Rasyosu
TCMB
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
TMSF
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
TP
Türk Parası
VAR
Vektör Otoregresyon Modeli
VECM
Vektör Hata Düzeltme Modeli
YFM
Yeni Finansal Mimari
YP
Yabancı Para
YYP
Yeniden Yapılandırma Programı
1
1. GİRİŞ
Faiz oranları üzerindeki kısıtlamaların finansal sistemi baskılayarak ekonomik
gelişmeyi olumsuz yönde etkilediğini ileri süren McKinnon-Shaw hipotezi ve finansal
sistemin dışa açılma yönündeki baskıları, 1970’li yılların başlarında finansal serbestleşmeye
dönük politikalara öncülük etmiştir. Bu doğrultuda, önce gelişmiş ülkelerin, daha sonra
gelişmekte olan ülkelerin yürüttüğü kuralsızlaştırma politikaları çerçevesinde yurtiçi
finansal piyasalar uluslararası finansal piyasalara açılmıştır. 1980’li yıllardan itibaren dalgalı
döviz kuru rejimine geçilmesi ve sermaye hareketliliği önündeki engellerin kaldırılmasıyla,
uluslararası finansal sistem dünyada giderek bütünleşmeye başlamış ve dünya ekonomisinde
yeni bir döneme girilmiştir.
Finansal serbestleşme sürecinin hız kazanması ile birlikte finansal piyasalardaki
oynaklıkların neden olduğu istikrarsızlıklar, 1990’lı yıllarda sıklıkla yaşanan finansal
krizleri de beraberinde getirmiştir. 1990’lı yılların yeni finansal ortamında küresel ekonomik
sistemin küçük bir parçasında meydana gelen bir bozulma, küresel erimeye neden
olmaktadır. Bu nedenle, küresel finansal piyasaların bütünleşmesi önceleri risk paylaşımı
açısından olumlu olarak değerlendirilmiş, sıklıkla yaşanan finansal krizler ise bu olumlu
bakış açısını değiştirmiştir. Krizlerin finansal sistemin gelişimiyle hız kazanması,
uluslararası kuruluşlarca ve akademik çevrede krizlerden korunma ve kriz yönetimi için yeni
düzenleme arayışlarını gündeme getirmiştir.
1994 Meksika Krizi’nin ardından finansal sistemin küresel düzeyde güçlendirilmesine
ve dünya ekonomisinin krizler karşısında korunmasına yönelik başlatılan düzenlemeler,
iktisat yazınında yeni finansal mimari (YFM) olarak adlandırılmıştır. Bu çerçevede, 1995
yılında Halifax Zirvesi’nde toplanan G7 ülkelerinin liderleri, ilk defa finansal mimariye
yönelik olarak küresel alanda ortak kriz yönetimi geliştirmenin ve düzenleme ve denetim
politikaları hususunda uluslararası işbirliğini artırmanın önemini vurgulamışlardır. Halifax
Zirvesi’nin ardından 1997 yılında meydana gelen Doğu Asya Krizi ve bunun Rusya’da
neden olduğu moratoryum, 1998 yılının üçüncü çeyreğinde Brezilya ve Türkiye’nin de dahil
olduğu küresel finansal piyasalarda bozulmaya öncülük etmiştir. Böylece, küresel finansal
sistemden kaynaklanan zayıflıkların yurtiçi finansal piyasalardaki istikrarsızlığı tetiklemesi
ve ulusal düzeyde uygulanan politikaların sorun çözmede yetersiz kalması, küresel finansal
sistemin yeniden mimarisinin önemini ortaya koymaktadır.
2
YFM kavramı, 2000’li yılların başından itibaren uluslararası iktisat yazınında sıklıkla
kullanılmaktadır. Bu tarihten itibaren hız kazanan küresel finansal sistemi yeni finansal
ortam koşullarına uyumlaştırma girişimleri, çok sayıda gelişmiş ve gelişmekte olan ülke
temsilcileri ve uluslararası kuruluşlar tarafından yürütülmektedir. Bu çerçevede 1994
Meksika ve 1997 Doğu Asya Krizi deneyimi neticesinde öne sürülen reformlar, bütünüyle
yeni bir finansal sistem yaratma amacı taşımamakta, temelde mevcut küresel finansal sistemi
güçlendirme, kırılganlıktan uzak bir küresel finansal sistem oluşturma amacını taşımaktadır.
Bunun için öncelikle, bankacılık sisteminin denetimi çerçevesinde Uluslararası Ödemeler
Bankası (Bank for International Settlements; BIS) öncülüğünde Basel Bankacılık Denetim
Komitesi tarafından küresel standartlar geliştirilmiştir. Denetim otoritelerinin denetim gücü
ve işlevleri yanında, bankalar için ihtiyati düzenleme ve yükümlülükleri kapsayan “Etkin
Bankacılık Denetimi İçin Temel İlkeler” başlıklı doküman Basel Komitesi tarafından
hazırlanmıştır. Bankacılık faaliyetleri, sınırötesi bankacılık, risk yönetimi, sermaye
yeterliliği ve piyasa riski gibi unsurları kapsayan doküman, küresel krizin etkisiyle revize
edilmiştir. Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund; IMF) ve Dünya Bankası
(DB) tarafından finansal istikrarın ve finansal gelişmenin değerlendirilmesinde kullanılan
Finansal Sektör Değerlendirme Programı, Basel Komitesi’nin geliştirdiği söz konusu temel
bankacılık ilkelerinden yola çıkmaktadır. Buna göre Değerlendirme Programı kapsamındaki
raporlar, ülkelerin finansal sistemine ilişkin gelişmelerin izlenmesine ve küresel standartlara
yakınlaştırmaya yönelik gelişmelerin gözetimine imkan vermektedir.
Basel Komitesi, küresel sermaye yeterliliği hesaplama yöntemlerini uyumlaştırmak
amacıyla 1988 yılında Basel-I olarak adlandırılan ilk Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı’nı
yayımlamıştır. Basel-I, uluslararası bankacılık sisteminde sermaye yeterliliğine ve risk
değerlendirme standartlarına ilişkin ilk girişim olarak değerlendirilmektedir. Ancak 1999
yılı ikinci çeyreğine kadar yürürlükte kalan Basel-I, bankaları riskli ve faiz oranı yüksek
varlıklara yöneltmiş, 1990’lı yılların sonunda Doğu Asya Krizi örneğinde olduğu gibi, dış
borç krizlerinde önemli rol oynamıştır. Bu nedenle Basel Komitesi, bankaların finansal
konumlarını ve risk düzeylerini ele alan çalışmalarını geliştirerek 2004 yılında Basel-II
Sermaye Uzlaşısı’nı yayımlamıştır. Basel-I’in eksikliklerinin giderilmesi amacıyla
hazırlanan Basel-II reform paketi, üç Yapısal Blok üzerine inşa edilen ve bankacılık sermaye
yapısına ilişkin düzenlemelerin yanında, denetime ve piyasa disiplinine ilişkin unsurların da
dahil edildiği bir çerçeve görünümündedir. Ancak yayımlandığı 2004 tarihinden sonra
ilerleyen dönemde çok sayıda ülkede uygulamaya geçirileceği beklentisiyle oluşturulan
3
Basel-II, 2008 Küresel Krizi’nin başlamasıyla beklenilen düzeyde uygulanma imkanı
bulamamıştır.
2007 yılı Temmuz ayında Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) başlayan finansal
kriz, 2008 yılında tüm dünyayı etkisi altında bırakarak küresel bir krize dönüşmüştür.
Finansal sistemin mimarisine yönelik atılan adımlara rağmen yaşanan küresel kriz, iktisat
yazınında ve akademik çevrede küresel finansal mimariye ilişkin standartların yetersizliğine
işaret etmiş, eksikliklerin giderilmesinin ve yeniden düzenleme girişimlerinin gerekliliğinin
önemini ortaya koymuştur. Bunun üzerine Basel Komitesi, öncelikle küresel krizin ortaya
çıkış nedenlerinden yola çıkarak, bankaların menkul kıymetleştirme pozisyonlarına yönelik
düzenlemelerin yetersiz olduğunu ve banka bilançolarında piyasa riskine ilişkin
hesaplamaların yeniden düzenlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Basel-II’de yer alan ve her
üç Blok için iyileştirmelerin yapıldığı yeni bir reform paketi Basel 2,5 adıyla 2009 yılının
üçüncü çeyreğinde yayımlanmıştır. Yeni reform paketinde, asgari sermaye yükümlülüğüne
ilişkin risk ağırlıkları menkul kıymetleştirme işlemleri için yeniden düzenlenmiş ve böylece
gölge bankacılığa yönelik önlemler alınması hedeflenmiştir. Bunun yanında küresel krizin
derinleşmesi üzerine, bankacılık kesiminin sermaye yükümlülüklerinin aşırı konjonktürel
destekli yapısının giderilmesi, kriz dönemlerinde tampon işlevi görecek bir sermaye
yapısının oluşturulması ve kredi genişlemesine ilişkin risklerin azaltılması amacıyla Basel
Komitesi 2009 yılında yeni bir doküman yayımlamıştır. Bu çerçevede 2010 yılı sonunda,
söz konusu tedbirlere yönelik hazırlanan ve Basel-II’nin devamı niteliğinde olan Basel-III
standartları geliştirilmiştir. Komite, Basel-III standartları için 2013 yılından itibaren
kademeli bir geçiş planı hazırlamış ve standartların uygulanmasına ilişkin gözetim ve
denetime dikkat çekerek, 2019 yılı başına kadar bütünüyle uygulamaya geçirilmesine onay
vermiştir.
Bu süreçte, yalnızca küresel finansal sistemin kırılganlığına yönelik değil, düzenleme
ve denetim eksikliklerinin giderilmesine ilişkin ortak işbirliğine dayalı yeni girişimler de
gündeme gelmiştir. G20 liderlerinin katılımıyla yeni bir forum oluşturulmuş ve temelde
küresel krizlere daha dayanıklı bir küresel finansal sistem oluşturma amacını taşıyan Zirve
toplantıları yapılmıştır. Küresel kriz öncesi düzenleme girişimlerinin konjonktür destekli
olduğuna ve bunun neden olduğu sorunlara dikkat çekilen Zirveler’de, konjonktürü
destekleyen eğilimlerin hafifletilmesi ve kaldıraçlar, bankacılık kesimi sermaye kalitesi,
likidite gibi reformlar üzerinde durulmaktadır. 2008 yılında ilk kez Washington’da başlayan
4
Zirveler, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda ülke temsilcilerinin katılımıyla
belirli aralıklarla halen sürdürülmektedir.
YFM’nin gündeme getirdiği küresel standartlar, 1990’lı yıllarda meydana gelen
finansal krizler neticesinde, küresel çapta halen sürdürülen finansal reform sürecinin temel
unsurlarını kapsamaktadır. Bu çerçevede Türkiye, Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin
ardından söz konusu standartlar doğrultusunda bankacılık kesimine ilişkin uyumlaştırma
çabalarına yönelmiştir. Finansal sistemin küresel standartlara yakınlaştırılması, Türkiye’de
1980 yılında başlayan finansal serbestleşme reformlarının neden olduğu kırılganlıkların
azaltılması ve finansal sistemin krizlere karşı sağlamlığının artırılması amacını taşımaktadır.
Krizlerin ardından ağırlık verilen yeniden yapılandırma çabalarının odak noktasını,
bankacılık kesimi oluşturmaktadır.
2000-2001 Krizleri’nden önce Türkiye’de bankacılık kesimi geleneksel bankacılık
faaliyetlerinden uzak, yüksek faiz ve kur riski taşıyan, özkaynak yetersizliğine sahip, vade
uyumsuzluğu çok yüksek kırılgan bir sektör görünümünde olmuştur. Finansal
serbestleşmenin etkisiyle yükselen finansal gelişme düzeyi, bankacılık kesiminin kırılgan
yapısını ağırlaştırmış, özellikle 2000 yılında banka bilançolarının aktif ve pasif yapısındaki
olumsuz gelişmeler nedeniyle kriz kaçınılmaz olmuştıur. Bunun yanında Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) henüz kurulmamış olması, söz konusu
dönemde denetim ve gözetim mekanizmasının yetersiz kalmasına neden olmuş, dolayısıyla
yasal ve kurumsal yönden uzak olan küresel standartlara uyarlanma çabalarından sonuç
alınamaması, sektörün kırılgan yapısını ağırlaştırmıştır. IMF’den sağlanan Ek Rezerv
Kolaylığı ile kontrol altına alınan krizlerin iyi yönetilememiş olması, iç ve dış şoklara aşırı
duyarlı hale gelen sektörün reformunu zorunlu kılmıştır.
Finansal sisteme yönelik planlı ve kurumsal olarak ilk yapılandırma girişimleri, Mayıs
2001 tarihinde Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı ile başlamıştır. Bununla
yanında, BDDK’nın kurulması ve Bankacılık Kanunu’nda yapılan değişiklikler, ilk
dönemde gerçekleştirilen düzenlemelerin yasal ve kurumsal çerçeveye yönelik olduğunu
göstermektedir. Ardından, uluslararası standartlara ve uygulamalara yaklaşmayı hedef alan
sermaye ve likidite düzenlemeleri Basel Kriterleri çerçevesinde, makro ihtiyati politika
tedbirleri ise 2008 Küresel Krizi’nin ardından toplanan Uluslararası Zirveler doğrultusunda
ele alınmaktadır. 2008 Küresel Krizi’ne kadar olan dönemde uygulamaya konulan
5
standartlar, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ve halen sürdürülmekte olan yapılandırma
çalışmaları, uluslararası alanda olduğu gibi Türkiye’de de finansal piyasalarda risklerin
azaltılması ve krizlerin yönetilmesi yönünde geçici önlemlerden ziyade, yapısal
düzenlemelerin önemine işaret etmektedir.
Kuramsal açıdan değerlendirildiğinde, bankacılık sisteminin düzenlenme ihtiyacının
temelini, asimetrik bilgi sorunu ve negatif dışsalıkların varlığı oluşturmaktadır. Söz konusu
sorunlar, finansal piyasalarda etkinsizliğe neden olmakta ve bu nedenle düzenleme
araçlarının gerekliliği temel tartışma konusunu oluşturmaktadır. Bunun yanında, finansal
kesim ile reel kesim arasıdaki ilişki dikkate alındığında kırılganlıktan uzak, sağlam bir
finansal sistemin yatırımların ve büyümenin devamlılığını sağlayacağı ifade edilmektedir.
Öte yandan, çok sayıda ülkenin finansal piyasalarında uyumlaştırmaya dönük politikaların
uygulamaya geçirilmiş olmasına rağmen ABD mortgage piyasasından kaynaklanan 2008
Küresel Krizi’nin tüm dünya ekonomilerini olumsuz yönde etkilemiş olması, üzerinde
önemle tartışılan bir konu haline gelmiştir. Bu doğrultuda, iktisat yazınında ve akademik
çevrede finansal düzenlemelerin yetersizliğine dikkat çekilmiş, etkin bir düzenleme
yapısının oluşturulması ve düzenlemelere ilişkin eksikliklerin giderilmesi önem kazanmıştır.
Yukarıdaki açıklamalardan hareketle, uluslararası finansal bütünleşmenin hız
kazandığı 1990’lı yıllarda sıklıkla meydana gelen finansal krizlerin ardından ağırlık kazanan
ve iktisat yazınında YFM kavramı ile adlandırılan küresel finansal sistemin
güçlendirilmesine yönelik getirilen düzenleme araçları, Türkiye’de Kasım 2000 ve Şubat
2001 Krizleri’nin ardından bankacılık kesiminin yeniden yapılandırılması ve küresel
bankacılık standartlarına kademeli olarak geçiş sağlayan düzenlemelerin uygulanması
açısından önem taşımaktadır. Dolayısıyla, küresel standartlara uyum sürecinde getirilen
düzenleme araçlarının biçimlendirdiği yeni yapılanmanınfinansal sistem üzerindeki
etkilerinin Türkiye özelinde incelenmesi, bu çalışmanın güncelliğini ve önemini ortaya
koymaktadır. Bu çerçevede tez çalışmasında; (i) YFM’nin önemini ve politika hedeflerini
ortaya koymak, (ii) söz konusu hedeflere yönelik oluşturulan ve küresel alanda uygulanma
beklentisi ile getirilen küresel finansal düzenleme araçlarının Türkiye’de ne ölçüde ve ne
şekilde uygulandığını incelemek, (iii) finansal düzenleme araçlarının finansal sistemin
gelişme, kırılganlık ve sağlamlık düzeyine etkisini Türkiye özelinde analiz etmek
amaçlanmaktadır. YFM’nin finansal sistem üzerine etkilerinin Türkiye özelinde incelendiği
bu tez çalışması giriş ve sonuç bölümleri ile birlikte altı bölümden oluşmaktadır.
6
Küresel düzenlemelere konu olan politika araçlarının finansal sisteme olan etkilerini
anlamak ve değerlendirmek açısından finansal serbestleşme ve finansal gelişme
kuramlarının açıklanması önem taşımaktadır. Bu nedenle birinci bölüm olan giriş
bölümünün ardından çalışmanın ikinci bölümünde, finansal piyasalara ilişkin kuramsal
çerçeveye yer verilmektedir.
YFM, krizlerin öngörülmesine ve çözümüne yönelik kural ve standartları içeriyor
olması nedeniyle, çalışmanın üçüncü bölümünde öncelikle kriz teorileri çerçevesinde
1990’lı yılların finansal krizlerinin oluşum süreci ve etkileri incelenmektedir. Ardından
YFM kavramı ve hedefleri açıklanmakta, 2008 Küresel Krizi ve öncesinde gerçekleştirilen
yeniden yapılanma girişimleri ve küresel standartlara yer verilmektedir. Düzenlemelerin,
küresel kriz öncesi ve sonrası olarak ele alınmasının nedeni, 1990’lı yılların sonlarında
uygulanmaya başlanan yapılandırma girişimlerinin küresel krizin başlamasıyla farklı
platformda genişletilerek yürütülmesidir.
Dördüncü bölüm, Türkiye’nin finansal sisteminin yıllar itibariyle genel görünümünün
açıklanmasıyla başlamaktadır. Türkiye’nin küresel finansal mimariye uyum sürecinin geri
planında, finansal sistemin 1990’lı yıllardaki kırılgan yapısı ve ardından yaşanan Kasım
2000 ve Şubat 2001 Krizleri yer aldığından, krizlerin oluşumu, bankacılık kesimine etkileri
ve kriz yönetimi incelenmektedir. Bölümün temel konusunu, Türkiye’nin yeni küresel
finansal mimariye uyum sürecinde uyguladığı politikalar ile yasal ve kurumsal düzenlemeler
oluşturmaktadır.
Çalışmanın beşinci bölümünde, uluslararası kuruluşların üzerinde ağırlıklı olarak
durdukları finansal düzenleme araçları kullanılarak, Türkiye’nin yeni küresel finansal
mimariye uyum sürecinin finansal sistem üzerine etkileri araştırılmaktadır. Bunun için
öncelikle, finansal sistemin 1990-2013 dönemine ait çok boyutlu yönünü değerlendirmek
önem taşımaktadır. Bu amaçla, finansal sistemin bütününe yönelik yeterli ve sağlıklı bilgiyi
yansıtacak ortak bir göstergenin belirlenmesi mümkün olmadığından, Türkiye için öncelikle
1990-2013 dönemine ait finansal gelişme, finansal sağlamlık ve finansal kırılganlık
endeksleri oluşturulmuştur. Her bir endeks, kuramsal çerçeveye uygun olarak iktisat yazını
çerçevesinde belirlenen değişkenler yardımıyla, 1990-2013 dönemine ait aylık veriler
kullanılarak elde edilmiştir. Ardından, her üç endeks bir araya getirilerek Türkiye özelinde
finansal sistem bileşik endeksi (FSBE) oluşturulmuştur. FSBE, çalışmada sistemin gelişme
7
düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan dönemlerin tespit edilebilmesine ve elde
edilen endeks değeri ile finansal düzenleme araçları arasındaki ilişkinin modellenmesine
olanak sağlamaktadır.
FSBE’nin, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)’nın oluşturduğu finansal
sağlamlık endeksinden, BBDK’nın Finansal Piyasalar Raporları’nda yer alan finansal
sağlamlık göstergelerinden ve iktisat yazınında çalışmalara konu olmuş çeşitli endeks
türlerinden ayırt edici özellikleri bulunmaktadır. FSBE, öncelikle Türkiye finansal sistemini
yalnızca sağlamlık yönünden değil, finansal serbestleşmenin etkisiyle artan finansal gelişme
düzeyi, sağlamlık ve kırılganlık yönünden bir arada değerlendirmektedir. Bunun yanında
sağlamlık endeksine dahil edilen kredi riskinin, kırılganlık endeksine dahil edilen dışsal
kırılganlık ve para ikamesine ilişkin kırılganlık faktörlerinin, sistemin 1990-2013 dönemine
ait görünümünü etkilediği dikkat çekmektedir. Dolayısıyla çalışmada elde edilen FSBE,
sistemi yalnızca bir yönüyle ele alan endeks çalışmalarından, finansal sistemin çok boyutlu
yönüne ışık tutması bakımından farklılaşmakta, kullanılan veri seti Türkiye’nin finansal
sistemini analiz edebilmek adına geniş bir çerçeve sunmaktadır.
Türkiye’de finansal sistemin küresel finansal standartlara paralel biçimde
uyumlaştırılması, ağırlıklı olarak 2002-2013 dönemini kapsamaktadır. Bu nedenle FSBE ile
Türkiye’de uygulamaya konulan finansal düzenleme değişkenleri arasındaki ilişkinin
araştırılabilmesi için, 1990-2013 döneminin ayrıştırılarak analiz edilmesi önem taşımaktadır.
Bu doğrultuda dönem ayrıştırmasının, düzenlemelerin zayıf olduğu 1990-2001 ve sisteme
yönelik düzenlemelerin küresel standartlara yakınlaştırıldığı 2002-2013 dönemi biçiminde
yapılması, finansal düzenleme araçlarının etkilerinin görülebilmesine olanak sağlamaktadır.
Çalışmada kullanılan düzenleme değişkenleri, Türkiye’de Kasım 2000 ve Şubat 2001
Krizleri’nin ardından bankaların küresel standartlar çerçevesinde yasal ve kurumsal düzeyde
ele aldığı sermaye ve likidite yapısının güçlendirilmesine dayalı değişkenlerden, menkul
kıymetlerden, bankacılık rezervlerinden, toplam karşılık ve zorunlu karşılık tutarlarından
oluşmaktadır.
Söz konusu düzenleme değişkenleri ile FSBE arasındaki uzun dönem ilişkinin varlığı
Johansen eşbütünleşme yöntemi, kısa dönem ilişkinin varlığı ise Vektör Hata Düzeltme
Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Testi ile analiz edilmektedir. Vektör
Hata Düzeltme Modeli (VECM) kısa dönem dinamiklerin incelenmesine imkan vermekte,
8
diğer bir ifade ile FSBE’de meydana gelen kısa dönem sapmaların uzun dönem denge
değerine yaklaşıp yaklaşmadığını test etmektedir. Bu doğrultuda çalışmada, finansal
düzenleme değişkenlerinin finansal sistemi uzun ve kısa dönemde etkileyip etkilemediği
belirlenmekte, ardından Vektör Hata Düzeltme Mekanizması’nın çalışıp çalışmadığına
bakılmaktadır. Düzenleme değişkenlerinin birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği ise
etki-tepki fonksiyonları, FSBE’yi etkileme derecesi ise varyans ayrıştırması ile tahmin
edilmektedir. Ardından, 1990-2001 ve 2002-2013 dönemleri karşılaştırılmakta ve tahmin
sonuçlarından elde edilen bulgular, düzenleme öncesi ve sonrası dönemler itibariyle
kuramsal çerçevede değerlendirilmektedir. Son bölüm ise sonuç bölümünden oluşmaktadır.
9
2. FİNANSAL PİYASALAR: KURAMSAL ÇERÇEVE
Finansal sistemin bütününü oluşturan finansal piyasalar, fon fazlasına sahip
bireylerden fon ihtiyacı olan bireylere kaynak transferi sağladıkları için önemli bir ekonomik
işlevi yerine getirmektedirler. Mishkin (2006: 24-27)’in de ifade ettiği üzere, bankalar,
sigorta şirketleri, emeklilik fonları gibi finansal aracıların gerçekleştirdikleri fon aktarım
mekanizması, doğrudan ve dolaylı finansman olmak üzere iki kanaldan gerçekleşmektedir.
Doğrudan finansmanda borçlananlar, finansal piyasalarda borç verenlere hisse senedi, tahvil,
bono gibi menkul kıymet araçları yoluyla doğrudan fon sağlamaktadırlar. Dolaylı finansman
ise finansal aracıların faaliyetleri aracılığı ile yapılmakta, mevduatlar ve krediler de dolaylı
finansmanda kullanılan finansal araçları oluşturmaktadır. Finansal aracılar; likidite hizmeti,
risk paylaşımı gibi unsurların yanında bireylere finansal piyasaların varlığından istifade etme
olanağı sunarak ekonomide önemli rol oynamaktadırlar.1
Finansal piyasalar, 1980’lerdeki serbestleşme politikaları ile finansman ihtiyacının
artması ve yeni finansman araçlarının geliştirilmesi neticesinde uluslararası düzeyde
genişlemiş, bu piyasalarda gerçekleşen finansal işlem hacimleri oldukça büyük boyutlara
ulaşmıştır. Bu durum, finansal piyasaların üstlendikleri işlevlerin genişlemesine, ekonomik
açıdan da öneminin giderek artmasına neden olmaktadır.
Çalışmanın bu bölümünde, finansal piyasa kuramlarından öncelikle finansal
serbestleşme yanlısı olan, ardından serbestleşme yaklaşımlarına eleştirel yaklaşan kuramlar
açıklanmaktadır. Bunun yanında, finansal krizlerin ardından getirilen küresel finansal
mimari standartlarının sistemin gelişme, sağlamlık ve kırılganlık etkilerini anlamak ve
değerlendirmek açısından finansal gelişme kuramlarının açıklanması gerekli görülmektedir.
2.1. Finansal Serbestleşme Yanlısı Yaklaşımlar
Çalışmada, finansal serbestleşme yanlısı yaklaşımlar neoklasik iktisatçıların
geliştirdiği finansal baskı kuramı ve etkin piyasa kuramı çerçevesinde ele alınmaktadır.
Finansal piyasalar, ticarete konu olan menkul kıymetin vadesine göre para ve sermaye piyasaları olarak ikiye
ayrılır. Para piyasaları, genellikle bir yıldan daha kısa vadeli borçlanma araçlarının ticaretinin yapıldığı,
oldukça likit bir finansal piyasadır. Genellikle bir yıl veya daha uzun vadeli borç ve hisse senedi araçlarının
ticaretinin yapıldığı piyasa ise, sermaye piyasaları olarak adlandırılır.
1
10
2.1.1. Finansal baskı kuramı: McKinnon-Shaw ve Kapur modeli
Faiz oranlarına getirilen kısıtlamaların finansal sistemde baskı oluşturarak ekonomik
gelişmeyi olumsuz yönde engelleyeceği görüşü, 1973 yılında yurtiçi finansal piyasaları ele
alan çalışmalarıyla McKinnon ve Shaw tarafından ileri sürülmüş ve finansal baskı kuramının
temel hipotezini oluşturmuştur. Geliştirdikleri modelde yazarlar, faiz oranları ve döviz
kurları gibi finansal fiyatlardaki herhangi bir bozulmanın, reel büyüme oranını
yavaşlatacağını ve bir sonraki aşamada finansal sektörün reel büyüklüğünü daraltacağını
ifade etmişlerdir (McKinnon, 1973; Shaw, 1973).
McKinnon-Shaw modeli; (1) mevduat reel faiz oranını ve reel büyüme oranını olumlu
yönde etkileyen tasarruf fonksiyonu, (2) reel kredi faizlerini olumsuz, reel büyüme oranını
olumlu yönde etkileyen yatırım fonksiyonu, (3) suni bir biçimde denge reel faiz oranının
altında baskılanan nominal faiz oranı üzerinde durmaktadır (Fry, 1997). Yüksek enflasyonun
hakim olduğu bir ekonomik ortamda nominal faiz oranlarına getirilen tavan uygulaması, faiz
oranlarının enflasyonla aynı oranda yükselmesini engellemekte, böylece faizler denge
noktasının altında kalmakta ve hatta reel olarak negatife dönebilmektedir (Williamson ve
Mahar, 2002: 8). Faiz oranlarının denge reel faiz oranının altında olması, sermaye kaçışına
neden olmakta ve yurtiçi yatırımlar için kullanılacak tasarrufları azaltmaktadır. Nitekim
modele göre, 1950’li ve 1960’lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ) uygulanan
“finansal baskı” politikaları, tasarrufların azalmasına, finansal aracılık maliyetlerinin
yükselmesine ve sermaye çıkışlarının hızlanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla kaynaklar,
marjinal verimlilik düzeyi düşük yatırımlarda kullanılmış, tasarruf sahipleri de üretken
olmayan yatırımlara yönelmişlerdir. Düşük faiz oranı ve tercihli krediler gibi finansal baskı
politikaları ayrıcalıklı bir grup yaratırken, bunun dışında kalanları informel piyasalara
yöneltmiştir (Esen, 1998).
Yurtiçi finansal serbestleşmenin2 yatırımın etkinliğini artıracağını savunan yazarlar,
finansal sistem yoluyla daha etkin kullanılabilecek tasarrufların, serbestleşmenin olmadığı
durumda negatif reel faiz oranları nedeniyle etkin biçimde yatırıma yönelemeyeceğini öne
Williamson ve Mahar (2002: 9-10), finansal serbestleşme uygulamalarını iç ve dış finansal serbestleşme
olarak iki başlık altında toplamışlardır. İç finansal serbestleşmede, yurtiçinde finansal daralmaya yol açan
kontrollerin ve sınırlamaların kaldırılması anlamında ilk adım olarak nominal faiz oranlarının hükümet değil,
bankalar tarafından belirlenmesiyle, faiz oranlarının arz ve talebe göre para piyasasında belirlenmesi sağlanır.
Dış finansal serbestleşmede ise, uluslararası finansal piyasalar ile bütünleşmenin sağlanması, döviz kurlarına
yönelik müdahalelerin kaldırılarak, kurların piyasa koşullarında belirlenmesi söz konusudur.
2
11
sürmüşlerdir (Balassa, 1990). Bu sorunların çözümü için yurtiçi finansal piyasaların
doğrudan serbestleştirilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Finansal serbestleşmeyle birlikte
faiz oranları piyasa koşulları tarafından belirleneceği (finansal baskı ortadan kalkacağı) için
faizler yükselecek, böylece tasarruflar üretken olmayan aktiflerden bankacılık sektörüne
yönelecek ve daha verimli alanlarda kullanılması sağlanacaktır (Esen, 1998). Finansal baskı
kuramında ayrıca, finansal serbestleşmeyle birlikte finansal varlık çeşitliliğinin artacağı ve
vade sürelerinin uzayacağı ifade edilmektedir. Parasal ve finansal reformların sermaye
piyasasını genişleteceği ve tasarrufların uzun dönemli sözleşmelere yöneleceği anlamına
gelen böyle bir ortam, tasarruf sahiplerine de portföy seçimi için geniş seçenekler sunacaktır
(Balassa, 1990).
Kapur (1976), Galbis (1977) ve Mathieson (1979), McKinnon ve Shaw’un finansal
baskı kuramını matematiksel olarak incelemişler ve açık ekonomiler için genişletmişlerdir.
Kapur (1976), öncelikle, eksik kapasitede çalışan sabit sermayenin ve işgücü fazlasının
olduğu bir ekonomi çerçevesinde finansal serbestleşmenin etkilerini incelemiştir. Yazara
göre reel kredi arzı, çalışan sermaye için gerekli olan tek finansman kaynağı olduğundan,
sermaye birikimini etkilemektedir.3 Bu çerçevede, finansal serbestleşme mevduat faiz
oranlarını yükselttiği ve rezerv gerekliliklerini ortadan kaldırdığı için sermaye birikiminin
artmasına ve büyümeye yardımcı olmaktadır. Çünkü rezerv gerekliliğindeki bir düşüş,
başlangıç mevduat düzeyinin sabit olduğu varsayımı altında, kredi arzını artırmakta ve
böylece firmaların çalışan sermayedeki yatırımlarını genişletmektedir. Serbestleşmeyle
birlikte yükselen mevduat faiz oranları ise kredi arzını dolaylı yoldan etkilemektedir.
Öncelikle geniş para talebi (ve böylece banka mevduat arzı) artmakta, ardından bankalar
daha fazla kredi arz edebilmektedir (Gibson ve Tsakalatos, 1994).
Kapur (1976) modelinde, GOÜ’lerde uygulanan faiz oranı politikasının enflasyon
üzerindeki etkileri incelenmiş ve enflasyonun, reel para talebi ile nominal para arzının
büyüme oranı arasındaki fark tarafından belirlendiği kabul edilmiştir. Modelde, faiz
oranlarının suni bir biçimde denge değerinin altında tutulması, para talebinin azalmasına ve
para arzının genişlemesine neden olurken, enflasyonu artırdığı ve bu nedenle büyüme
oranlarını gerilettiği öne sürülmüştür. Buna çözüm olarak modelde, parasal genişlemenin
azaltılması ve nominal mevduat faiz oranlarının yükseltilmesi olmak üzere iki iktisat
Kapur’un modelinde reel kredi arzı, enflasyonun ve mevduat faiz oranının bir fonksiyonu olarak geniş para
talebi tarafından belirlenmektedir.
3
12
politikasının
simülasyonu
önerilmiştir.
Öncelikle,
nominal
parasal
genişlemenin
azaltılmasıyla paranın dolanım hızı artarken, beklenen enflasyon oranı düşecek ve böylece
ekonomide reel para stoku artacaktır. Bu süreçte para arzındaki azalma, reel banka kredi
akımlarını ve büyüme oranını düşürecek bir etki yaratacaktır. Ancak, beklenen enflasyon
oranındaki düşüş, paranın dolanım hızındaki artışın büyüme üzerindeki negatif etkisini
dengeleyecek ve uzun dönemde büyüme oranı yükselmeye başlayacaktır. İkinci politika
olarak önerilen nominal mevduat faiz oranlarının yükseltilmesi ise ilk aşamada paranın
dolanım hızını ve beklenen enflasyonu düşürecektir. Mevduat faiz oranındaki yükselme,
gecikme olmadan reel para talebini artıracağından paranın dolanım hızındaki düşüş ile
birlikte başlangıçtaki enflasyon oranı da düşecektir. Faiz oranlarındaki artış, gerçekleşen
enflasyon oranını düşürmekle birlikte iktisadi büyümeyi de olumlu etkileyecektir. Böylece,
faiz oranları üzerindeki tavan uygulamasının kaldırılması ile gerçekleştirilecek olan finansal
serbestleşme, Kapur’un modelinde bankacılık sisteminin reel büyüklüğünü artırarak çalışan
sermayenin finansmanı için gerekli olan reel banka kredilerinin net akışını yükseltecektir
(Kapur, 1976). Finansal serbestleşmenin sağlayacağı bu gelişmeler, yatırım miktarındaki
genişlemenin sonucu olarak iktisadi büyümeyi artıracaktır.
Galbis ise 1977 yılında geliştirdiği modelde, ekonomiyi geleneksel ve modern sektör
olmak
üzere
ikiye
ayırmıştır.
Geleneksel
sektörde
yatırımlar,
otofinansmanla
gerçekleşmekte ve yatırımların getiri oranı oldukça düşük olmaktadır. Mevduat faiz
oranlarında artış olduğu durumda firmalar, gelirlerini yatırımların finansmanında kullanmak
yerine bankaya yatırmayı daha kârlı bulmakta, bu nedenle yatırımlar azalmaktadır. Modern
sektör ise, yatırımların getiri oranlarının daha yüksek olduğu bir sektör biçiminde
tanımlanmakta ve bu sektörde yatırımların finansmanı bankacılık sistemi yoluyla
yapılmaktadır. Finansal baskının olduğu bir ekonomide mevduat faiz oranları düşük
tutulduğundan, geleneksel sektördeki bankaların mevduat arzı düşük olacaktır. Finansal
serbestleşme, faiz oranlarını yükselterek yatırımların kesildiği geleneksel sektördeki
bankacılık kesiminin kredi arzını artıracaktır. Bu artışlar, modern sektöre açılan kredileri de
artıracağından ve bu sektörde yatırımların getiri oranı yüksek olduğundan, ekonomide
yatırımların kalitesi artacak ve böylece büyüme oranları yükselecektir (Gibson ve
Tsakalatos, 1994).
Mathieson (1979) ve Kapur (1983), finansal baskı altındaki ekonomiler için
geliştirdikleri açık ekonomi modelinde politika aracı olarak döviz kurunu kullanmışlardır.
13
Kapur (1983), döviz kurunun hem ithal girdi fiyatlarını hem de sermaye akımlarını
etkilediğini göstermiştir. Buna göre açık bir ekonomide, finansal serbestleşme sürecinde reel
mevduat faiz oranlarının nominal faiz oranları ile beklenen enflasyon arasındaki farka eşit
olacağı yönünde yurtiçi yerleşiklerde bir algı oluşmaktadır. Yabancılar ise, reel mevduat faiz
oranlarının nominal faiz oranı ile döviz kurunda beklenen değer kaybı arasındaki farka eşit
olacağını algılamaktadır. Bu durumda, geçiş sürecinde yeterli düzeyde döviz kuru esnekliği
yoksa, nominal faiz oranları yükselecek ve yurtiçi parasal kontrol mekanizmasını olumsuz
etkileyecek düzeyde spekülatif sermaye girişleri başlayacaktır. Bu nedenle Kapur,
ekonomide uygulanan istikrar programlarının olası büyük çaplı sermaye akımları nedeniyle
zarar görmemesi için döviz kuru politikasının mevduat faiz oranları ile uyumlu olacak
biçimde tasarlanması gerektiğini öne sürmektedir.
McKinnon-Shaw ve Kapur modeli, 1970’li yıllardan itibaren çok sayıda GOÜ’de
uygulanma imkanı bulmuştur. Ancak genel itibariyle finansal serbestleşme, yatırım ve
tasarruf davranışlarını teorik beklentilerin tersine yapısal olarak değiştirmiştir. Finansal
baskı olarak adlandırılan politikaların kaldırılması ile yükselen faizler, tasarruf ve yatırımları
uyarmaktan ziyade, dış borçları (dış tasarrufları) büyük ölçüde artırmıştır. Bu nedenle
1980’lerin ortalarında yeni serbestleşen çok sayıda GOÜ’de hükümetler, finansal
piyasalarda yeniden kısıtlayıcı önlemlere başvurmuşlardır (Esen, 1998). Williamson ve
Mahar (2002: 107), finansal serbestleşmenin etkilerini inceledikleri çok sayıdaki çalışmada,
ortaya çıkan kanıtların, serbestleşmenin finansal gelişme ve yatırım dağılımında etkinliğin
artması açısından olumlu sonuçlar doğurduğunu, ancak McKinnon ve Shaw tarafından öne
sürüldüğü şekliyle tasarruflarda artışa neden olmadığını göstermişlerdir. Bu nedenle finansal
reformların, finansal kriz tehlikesini beraberinde getirmeyecek biçimde tasarlanması
gerektiğini ifade etmişlerdir.
2.1.2. Etkin piyasa kuramı
Neoklasik iktisatçılar tarafından geliştirilen etkin piyasa kuramı, 1951 yılında Maurice
Kendall’ın etkin piyasa hipotezini test eden çalışmasıyla başlamıştır. Kendall, hisse senedi
fiyatları arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmasında, hisse senedi ve mal fiyatlarının “tesadüfi
yürüyüş” (random walk) izlediklerini öne sürmüştür. Buna göre; hisse senetlerinin fiyat
hareketleri düzenli olmaktan öte, tesadüfi bir süreçte ilerlemektedir. Kendall’ın (1951)
çalışmasını daha sonra Samuelson (1965), Mandelbrot (1966) ve Fama (1970) genişletmiştir.
14
Fama’nın (Fama, 1970; Yen ve Lee, 2008) kuramına göre, menkul kıymet fiyatları
ulaşılabilir tüm bilgileri yansıttığı durumda etkin piyasanın varlığından söz edilebilir. Böyle
bir piyasada her türlü bilgi, herhangi bir işlem maliyeti içermeden tüm yatırımcılara aynı
anda ulaşabilmektedir. Fama, hisse senedi fiyatlarına yansıyan bilgi düzeyine göre piyasa
etkinliğini üç ayrı biçimde açıklamaktadır. Buna göre; hisse senedi fiyatlarının geçmişe
dönük tüm bilgileri tam olarak içerdiği etkin piyasa biçimi zayıf piyasalardır. Zayıf
piyasalarda fiyatlar tesadüfi olarak değişmektedir. Varlık fiyatlarında meydana gelen
herhangi bir değişme piyasalara yansıdığından, geçmişteki fiyatlara bakarak bugünü tahmin
etmek imkansızdır. Güçlü piyasa düzeyinde ise hisse senetleri fiyatlarının, geçmişteki fiyat
hareketlerini ve tüm kamusal bilgiyi içerdiği varsayılmaktadır. Buna göre, bilgiler kamuya
açıklandığı zaman tüm rasyonel yatırımcılar bilgi sahibi olacağından ortalamanın üzerinde
getiri elde etmek olanaksızdır. Bu nedenle güçlü piyasa düzeyi, mevcut piyasa fiyatlarının
ulaşılabilir tüm bilgileri içerdiği varsayımından hareketle etkinlik düzeyinin en yüksek
olduğu piyasa türünü yansıtmaktadır.
Etkin piyasa kuramına göre, makroekonomik göstergelerdeki kötümser beklentiler ve
bazı finansal aracıların rasyonel olmayan (irrasyonel) davranışları spekülatif ataklar
doğurarak finansal piyasalarda oynaklığa neden olmaktadır. Etkin piyasa kuramının temeli
ergodik (belirlilik) önermesine dayanmaktadır. Bu, gözlemlenmiş bir veri setinin sağladığı
olanaklarla bugünü tahmin etmenin mümkün olduğunu, geleceğin ise yalnızca istatistiki
olarak geçmişin gölgesinde kaldığını ifade eder ve ekonominin gelecekteki uzun dönem
dengesinin bugünün ekonomik temelleri (fundamentals) ile önceden öngörülebileceğini
garanti eder. Çünkü, reel ekonomik değişkenler fiyat sinyalleri hakkında rasyonel beklentiler
altında gelecekteki getiri oranları ile ilgili yeterli bilgiyi sağlamaktadır (Davidson, 2000).
Yani etkin piyasa kuramına göre piyasa aktörleri, geçmişte ve şimdiki zamanda ortaya çıkan
iktisadi sonuçların objektif olasılık dağılımını kullanarak gelecekteki ekonomik olayları
öngörebilmektedirler.
Etkin piyasa kuramında, finansal piyasalarda gözlemlenen varlık fiyatlarındaki
oynaklıklar ve kısa dönem spekülatif faaliyetler “rasyonel olmayan spekülatörler”in (noise
traders) varlığıyla açıklanmaktadır. Buna göre irrasyonel spekülatörler, hisse senedi
piyasalarının işleyişiyle ilgili yeterli bilgiye sahip olduklarına inandıklarından, ekonomik
temellerin gelecekte olası ekonomik sonuçlara ilişkin sağlayacağı bilgiyi dikkate
almamaktadırlar. Bu spekülatörlerin hatalarından beslenen rasyonel spekülatörler ise,
15
tersine, ekonomik temellere ait değerleri dikkate alarak hareket ettiklerinden finansal
piyasaları uzun dönem dengesine ulaştırmaktadırlar (Stiglitz, 1989). Buna göre etkin piyasa
kuramında irrasyonel spekülatörlerin davranışları finansal piyasalarda kısa dönem
oynaklıklara neden olmakta, ancak uzun dönemde irrasyonel spekülatörlerin varlığı etkin
piyasa tarafından silinmekte, piyasalar uzun dönem dengesine geri dönmektedir (Davidson,
1998b). Bu anlamda Fama’nın etkin piyasa hipotezinden çıkarılacak temel önerme, varlık
fiyatlarındaki düşüşü öngören bir tahmin yöntemi geliştirildiği durumda, rasyonel
beklentiler ile hareket eden iktisadi karar birimleri bu olguyu önceden bildikleri için, fiyatlar
önceden düşme eğilimine girecektir. Yeterli büyüklükte para olduğu durumda da, istisnalar
ve anomaliler ortaya çıksa bile, varlık fiyatlarında önemli bir sapma ortaya çıkmayacaktır.
Politika yapıcıları açısından değerlendirildiğinde ise, etkin piyasa hipotezinde krizlerle
mücadelede, finansal balonları öngörebilecek ya da zamanını belirleyebilecek bir merkez
bankası ya da düzenleyici yararsız görülmektedir (Bocutoğlu, 2012).
Etkin piyasa kuramı, GOÜ’lerde piyasa disiplinini ve etkinliği artıracağı düşüncesiyle
uluslararası spekülatif sermaye akımlarının gerekliliğini savunmakta, sermaye hareketleri
üzerine getirilecek her türlü müdahaleye piyasa etkinliğini bozacağı düşüncesiyle karşı
çıkmaktadır. Söz konusu kuram, sermaye hareketliliğinin, politika tasarımında uluslararası
standartlara bağlı kalmak, makroekonomik performans ve kurumsal yönetişim konusunda
firma ve hükümetler için teşvik edici bir unsur olacağını öne sürmektedir. Örneğin
hükümetler, ülkelerine sermaye çekmek için anti-enflasyonist politikalar uygulayacaklar,
fiyat istikrarına ve şeffaflığa odaklanacaklardır. Uluslararası sermaye akımlarının
serbestleşmesi, sermaye dağılımının hükümetlerden çok piyasalar tarafından yapılacağını
ifade ettiği için, dağılım mekanizmasındaki bu kayma etkinliği artıracak ve sosyal refahı en
üst düzeye çıkaracaktır (Grabel, 2003: 329).
2.2. Finansal Serbestleşmeye Eleştirel Yaklaşımlar
Keynes ve Post Keynesyenler, Yeni Yapısalcılar ve Grabel’in spekülatif gelişme
modeli,
neoklasik
yaklaşmaktadır.
iktisatçıların
finansal
piyasalara
ilişkin
kuramlarına
eleştirel
16
2.2.1. Keynes ve Post Keynesyen yaklaşım
Keynes ve Post Keynesyenler, finansal piyasa davranışlarını açıklarken etkin piyasa
teorisinin dayandığı ergodik önermeyi reddederek belirsizliğe vurgu yaparlar.4 Onlara göre,
belirsiz bir dünyada gelecekteki ekonomik olaylar hakkında güvenilir bilgi sağlanamaz.
Gelecek hakkında güvenilir bilgi sağlamayan ekonomik temellerin olduğu belirsiz (ergodik
olmayan, nonergodik) bir dünya, ani ve sert değişimlere neden olmakta ve gelecekteki piyasa
değerleri konusunda hayal kırıklığı yaratmaktadır. Böyle bir durumda küreselleşme
sürecinde finansal piyasaların istikrarsızlığına dikkat çeken Post Keynesyenler’e göre
finansal istikrarsızlık ve yerel paraya olan spekülatif ataklar, piyasaların etkin olmadığı ve
belirsizliğin olduğu bir sistemde olağan bir durumdur. Çünkü genel bir piyasa yapımcısı gibi
koruyucu bir çerçeve yoktur. Bu nedenle finansal piyasalardaki oynaklıklar, gerçek dünyada
küresel finansal piyasa faaliyetlerinin doğal bir sonucudur (Alves, Ferrari-Filho ve De Paula,
1999; Ferrari-Filho ve De Paula, 2009).
Keynes’e göre belirsizliğin olduğu yerde, geçmiş ile şimdiki verilerden hareketle
gelecek öngörülemez ve dolayısıyla finansal piyasaların etkinliğinden söz edilemez. Diğer
bir ifadeyle eğer ekonomik sistem belirsiz (ergodik olmayan, nonergodic) ise finansal
varlıkların gelecek dönemdeki fiyatları, piyasa aktörleri tarafından koşullu olasılık dağılımı
ile güvenilir biçimde tahmin edilemez (Davidson, 2002: 181). Bu nedenle Keynes’in
belirsizlik kavramından hareket eden Post Keynesyenlere göre, finansal piyasalardaki
oynaklıkların ve spekülasyonların doğuracağı sonuçlar belirsizdir. Oynaklık ve
spekülasyonlar, yıkıcı reel sonuçlara neden olabileceği gibi, spekülatif bir girdap da
yaratabilir (Alves vd., 1999).
Keynes’de paranın hiçbir zaman nötr olmaması olgusundan hareketle Post
Keynesyenler, ekonominin reel sektörü ile finansal sektörünü birbirinden bağımsız ele
almazlar. Davidson’a göre (2000) finansal piyasalarda alınıp satılan likit varlıklar, kısa ve
uzun dönemde reel ekonomik çıktıyı etkileyebilir. Bu çerçevede, ergodik olmayan bir
dünyada, düzenlenmiş finansal piyasaların öncelikli işlevi likidite sağlamaktır. Oysa
piyasaların etkin olduğu varsayımına dayalı ortodoks etkin piyasa kuramına göre, finansal
varlıkların vade uyumu ile bireylerin harcama döngüsü uyuştuğu için bireyler finansal varlık
Keynes, ergodik ya da nonergodik terimlerini kullanmamaktadır. Onun reel ve finansal piyasalar için
kullandığı “belirsizlik” kavramı, nonergodik durumu ifade eder.
4
17
alım satım işlemleri yaparak gelecekte satın alacakları mal ve hizmetleri planlayabilirler.
Yani, etkin piyasa kuramında ekonominin reel sektörü ile finansal piyasalar birbirinden
bağımsız olarak ele alınır. Öngörülemeyen bir gelecekteki sözleşme yükümlülükleri, etkin
piyasa kuramında geçerli değildir.
Post Keynesyenler’de finansal kesim ile reel kesim arasındaki yakın ilişkilerden biri,
spekülatif faaliyetlerin yatırım üzerindeki etkisi ile açıklanmaktadır (Davidson, 2002: 192194). Spekülatörler likiditeyi belirlemekte ve beklentilerini diğerlerinin gelecek ile ilgili
beklentilerine yönelik oluşturmaktadırlar. Finansal piyasalarda beklentileri “ayı ve boğa”
(bull and bears) durumu belirlemektedir. Yani, spekülatörlerin portföy kararları piyasa
duyarlılığındaki değişimlere bağlıdır. Spekülasyonların arttığı durumda çoğunluğa katılma
etkisi (bandwagon effect) yaşanmakta, bu durum varlık fiyatlarını etkilemektedir. Eğer bir
son borç başvuru mercii ya da piyasa yapıcısı gibi bir koruyucu yoksa, piyasa sistemi fiyat
sistemini kendi kendine otomatik olarak eski haline döndüremediği için varlık fiyatlarındaki
düşüş sürmekte ve reel kesim bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. Bu nedenle likidite
tercihindeki değişiklikler firmalar için önemli olmaktadır. Çünkü likidite ihtiyacının
doğduğu durumda firmalar, reel varlıklarını satarak bu ihtiyaçlarını karşılama olanağı
bulamazlar. Dolayısıyla finansal piyasalarda oynaklık olduğu durumda girişimci
spekülasyon girdabına girmekte ve bu durum yatırımları olumsuz yönde etkilemektedir.
Keynesyen ve Post Keynesyen iktisatçılar, serbest piyasaların ve türev araçlar gibi yeni
finansal ürünlerin artışının, küresel finansal piyasalarda spekülatif faaliyetlerin olma
olasılığını artırdığını ifade ederler. Keynes, finansal akımları sınırlayacak düzenlemelerin
topluma büyük maliyetler yükleyeceğini savunan ortodoks kuramdan farklı olarak kısa
vadeli uluslararası spekülatif sermaye akımlarının kısıtlanması gerekliliğini savunmuştur.
Ona göre, finansal piyasalarda ortaya çıkan spekülasyonlar reel ekonomik faaliyetleri
etkileyerek dünya servetini artıran girişim faaliyetlerinin istikrarını bozmaktadır. Çünkü
spekülasyonlar arttığında girişimler, spekülasyon girdabı içinde bir baloncuk haline
gelmektedir (Keynes, 1961: 159). Buna göre dalgalı döviz kuru uygulamaları ve yüksek
sermaye hareketliliği, yükselen piyasa ekonomilerinde istikrarsızlık yaratmakta ve döviz
kurundaki oynaklığı tetikleyen unsurlar olmaktadır. Finansal sermaye hareketliliğindeki
artış istikrardan çok istikrarsızlığa neden olmakta, finansal krizleri artırmakta ve aynı
zamanda ekonomi politikalarının yönetimini güçleştirmektedir. Post Keynesyenlere göre
finansal piyasalar likidite sağlayarak yatırımın finansmanı için fırsat yaratırken, aynı
18
zamanda çıktı ve istihdam gibi reel değişkenleri etkileyerek büyük ekonomik istikrarsızlık
kaynağı olmaktadır (Ferrari-Filho ve De Paula, 2009).
Keynes, likit finansal piyasalarda görülen söz konusu eğilimlerin kaçınılmaz olduğunu
ifade etmektedir. Bu noktada ABD’de girişim üzerindeki spekülasyon hakimiyetini
azaltmaya yönelik getirilen tedbirlere gönderme yaparak borsa işlemleri üzerine bir transfer
vergisi getirmeyi önermiştir (Keynes, 1961: 159-160). Böylece Keynes’e göre piyasalarda
likidite azalsa da yeni yatırım imkanları kolaylaşacaktır. Bu açıdan, para politikasında
esneklik sağlandığı durumda yatırım talebi genişleyeceği için sermaye kontrollerinin
zorunlu olduğunu ifade eder. Dolayısıyla Keynes’e göre belirsiz bir dünyada, düzenlenmiş
finansal piyasalarda piyasaya ve/veya piyasa dışına yapılan nakit sermaye akımlarının
kontrol edilmesiyle piyasa hareketleri sınırlandırılabilecektir.
Post Keynesyen iktisatçılardan Davidson (2000), temeli etkin piyasa kuramına
dayanan neoliberal politikaların getirdiği düzenlemeleri eleştirmektedir. Ona göre finansal
piyasalar öncelikle likidite sağlamak için düzenleniyorsa, gelecekteki belirsizlik nedeniyle
ayı-boğa duygusu finansal piyasaları sardığında, hisse senedi fiyatlarının artışı fon sağlamak
için yatırımcıları cesaretlendirecektir. Ayrıca bu durum yatırımcıların cari gelirlerini
artıracağından ve geleceğe yönelik getiri beklentilerini yükselteceğinden, yeni projeler için
büyük miktarda harcama yapmalarına neden olacaktır. Bu da beraberinde yatırım
patlamasını getirecektir. Bu nedenle Davidson (1998a), spekülatif sermaye akımlarına karşı
uygulanan kontrollerin, piyasa yapıcılarının ayı-boğa duygularındaki ve fiyatlardaki hızlı
değişimleri engelleyeceği
görüşündedir. Sermaye kontrollerinin
tedbirli
biçimde
kullanılması, likidite talebindeki ani değişiklikleri engelleyerek etkinliği artırabilecektir.
Keynes ve Post Keynesyenlerin finansal piyasa faaliyetleri konusundaki önerilerinin,
sermaye akımlarının kontrolü üzerine olduğu görülmektedir. Onlara göre sistemik risklere
neden olan finansal faaliyetler ulusal düzenlemelerin ve sermaye kontrollerinin gerekliliğini
ortaya koymaktadır (Ferrari-Filho ve De Paula, 2009). Tobin ve onu takip eden Yeni
Keynesyenler de bütünleşmiş finansal piyasalarla ilgili olarak aynı temel makroekonomik
soruna odaklanmışlardır.
Tobin’e göre (1978) tercih edilecek uygun bir döviz kuru rejimi olmasa da, istihdam,
çıktı ve enflasyon gibi yurtiçi politikalara odaklanmış ulusal hükümetlerin parasal ve mali
19
politika uygulama alanlarını daraltan büyük çaplı kısa dönem sermaye akımları üzerinde
durulmalıdır. Tobin, esnek döviz kuruna dayalı serbest uluslararası finansal piyasaların
oynaklık yarattığını ve bu oynaklığın belirli endüstrilerde ya da ekonominin tümünde yıkıcı
etkilere neden olabileceğini ifade eder. Bu nedenle hükümetlerin, tüm uluslararası
ödemelerde küçük bir Tobin vergisi yoluyla işlem maliyetlerini artırarak piyasa
oynaklıklarını sınırlayabileceklerini savunur. Tobin, tüm döviz işlemlerini kapsayacak bu
uluslararası verginin döviz kurlarında da istikrar sağlayacağını öne sürmüştür. Ancak işlem
maliyetlerindeki herhangi bir artış piyasa oynaklığını düşürmekten çok artırmış, Tobin
vergisi, Tobin’in varsaydığı gibi kısa dönem spekülatörleri engelleyici bir faktör olmamıştır.
Bu nedenle Davidson’a göre (1998a, 2000) Tobin vergisi, spekülatif uluslararası finansal
piyasaların büyümesini engelleyecek bir çözüm değildir.
2.2.2. Yeni yapısalcı yaklaşım
Finansal serbestleşmeye dönük politikaları eleştiren Yeni yapısalcı yaklaşımın kökeni
1950’li yıllarda GOÜ ekonomileri üzerine çalışma yapan Yapısalcı yaklaşıma
dayanmaktadır. Yapısalcıların hareket noktasını GOÜ ekonomileri ile gelişmiş ülke (GÜ)
ekonomileri arasındaki yapısal farklılık oluşturmaktadır. Yeni yapısalcı yaklaşımın
öncülüğünü 1980’li yıllarda Buffie, Taylor ve Van Wijnbergen yapmıştır. Yazarlar,
1980’lerin başında IMF ve DB’nın yapısal uyum politikalarını incelemişler ve söz konusu
politikalara eleştirel yaklaşmışlardır.
Yapısalcılara göre, GOÜ ekonomileri ile GÜ ekonomileri yapısal olarak farklı
ekonomiler olduğundan finansal sistemleri de farklılaşmakta, dolayısıyla aynı politikalar her
iki farklı ekonomi yapısı için geçerliliğini yitirmektedir. Bu çerçevede Yapısalcılar,
GOÜ’lerdeki finansal piyasaları, örgütlenmiş (formal) bankacılık sektörü ve bunun
haricinde kalan örgütlenmemiş (informal) piyasalar olarak ikiye ayırmaktadırlar. Taylor’a
göre (1983) bu ülkelerde tasarruf sahipleri ve yatırımcılar fon arz ve talep ederken her iki
piyasayı da kullanmakta, dolayısıyla fonların bir kısmı örgütlenmemiş piyasalara
yönelmektedir. Bu açıdan finansal serbestleşmenin büyümeye öncülük edip etmeyeceğini
belirleyen piyasa örgütlenmemiş piyasa olmaktadır (Taylor, 1983: 92-93). Çünkü finansal
serbestleşme ile birlikte kredi ve mevduat faizleri yükseleceğinden, örgütlenmemiş
piyasalardan bankalara fon transferi olacaktır. Ancak örgütlenmiş bankalarda yasal karşılık
tutma zorunluluğu olduğu için finansal aracılık faaliyetlerinde sızıntı vardır. Böylece,
20
örgütlenmemiş piyasadan gelen fon transferi sonucu toplanan kaynakların yatırıma
dönüştürülme miktarı düşecek, yatırımlar azalacak ve büyüme yavaşlayacaktır (Eser, 1993).
Bu durumda yapısalcılara göre, bir taraftan yasal karşılık tutma zorunluluğu bankaların
finansal aracılık faaliyetlerini zayıflatırken, diğer taraftan örgütlenmemiş piyasaların dolaylı
etkisiyle tasarruf yatırım dengesi bozulmaktadır.
Yeni yapısalcılar, GOÜ’lerde firmaların sermaye ihtiyaçlarını büyük oranda borç
finansmanı ile sağladıklarını ifade ederek kredi faiz oranlarının önemine vurgu yapmışlardır.
Buna göre faiz oranlarındaki yükselme, mark-up fiyatlama nedeniyle girdi fiyatlarını
artıracak, bu da firmaların maliyetini yükseltecektir (Van Wijnbergen, 1982). Bununla
birlikte firmaların artan borçlanma maliyeti toplam talebi azaltarak üretimin düşmesine
neden olacaktır. Bu ülke ekonomilerinde arz esnekliği düşük olduğu için yüksek borçlanma
maliyetlerinin neden olduğu arz yönlü enflasyonist etkiler, talep yönlü deflasyonist etkilere
baskın gelerek ekonomide stagflasyonist bir süreci başlatacaktır (Esen, 1998). Neticede,
serbestleşme politikalarının neden olduğu faizlerdeki atış, kredi maliyetlerinin artmasıyla
stagflasyonist etkiye neden olurken büyümeyi de olumsuz etkileyecektir. Taylor (1983: 91)
ise Van Wijnbergen ile benzer görüşler etrafında faiz oranlarındaki artış nedeniyle girdi
maliyetleri yoluyla girdi fiyatlarının yükseleceğini belirtirken, yatırım talebindeki azalma ile
birlikte girdi fiyatlarının da düşeceğini ifade eder. Bu durumda Taylor’a göre faiz
oranlarındaki artış yatırımlardan ziyade tasarruflarda düşüşe neden olacak ve ekonomik
büyümeyi yavaşlatacaktır.
Finansal piyasalardaki rekabetçi davranışlara da değinen Yeni Yapısalcılar,
örgütlenmiş bankacılık kesimindeki zorunlu karşılık uygulamasının aracılık faaliyetlerinde
neden olduğu bozulma dolayısıyla, bankacılık sektöründe rekabet yapısını bozduğunu öne
sürmektedirler (Eschenbach, 2004). Örgütlenmemiş finansal piyasalarda böyle bir
uygulamanın olmaması ise bu piyasaları daha rekabetçi hale getirmektedir (Taylor, 1983:
92). Bununla birlikte klasik etkin piyasa kuramından farklı olarak finansal serbestleşmeyi
eleştiren ve GOÜ’ler için korumacılığı savunan Yeni yapısalcı kuram, sermaye
kontrollerinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Kontrollerin kaldırılması ülkeden sermaye
çıkışına zemin hazırlayacağından, yurtiçi ekonomilerin uluslararası makroekonomik
dalgalanmalara karşı kırılganlığı artacaktır (Aktan, 1993).
21
2.2.3. Grabel’in spekülatif gelişme modeli
1980’li yılların sonunda IMF ve DB’nın GOÜ’ler için sunduğu neoliberal
serbestleşme politikalarından5 yola çıkan Grabel (1995), spekülatif yönlü büyümeye dikkat
çekmiştir. Neoliberal politikalar genel olarak mevduat ve kredi faiz oranlarının serbest
piyasada belirlenmesi, finansal kurumların serbestleştirilmesi, finansal piyasaların,
kurumların ve araçların çeşitliliğinin artırılması ve sermaye hesabının serbestleştirilmesi
etrafında şekillendirilmiştir (Esen, 1998). Grabel’e göre (1995) sözü edilen politikalar riskli
yatırım faaliyetlerine, finansal sistemin zayıflamasına ve son tahlilde reel sektör büyüme
hızının
düşmesine
neden
olmaktadır.
Grabel,
yurtiçi
finansal
piyasaların
serbestleştirilmesinin ekonomide neden olduğu etkileri arz ve talep olmak üzere iki kanaldan
açıklamaktadır.
Talep yönüyle değerlendirildiğinde serbestleşme politikaları ekonomide reel iktisadi
faaliyetlerden spekülatif finansal hareketlere doğru yönelmeyi ifade etmektedir. Çünkü
yüksek faiz oranları ve finansal getiriler, menkul kıymetlerin fiyatlarında spekülatif kaynaklı
değerlenmelere neden olacak, bu da finansal yatırımları cazip kılarak fiziksel yatırımların
kalitesini değiştirecektir. Borç verilebilir fon maliyetleri yükseldiği için düşük getirili ve
düşük riskli yatırım projelerinin yerine yüksek getirili ve yüksek riskli projeler tercih
edilecektir (Grabel, 1995). Bununla birlikte neoklasik kurama göre, serbestleşme politikaları
yeni piyasalar ve araçlar yaratmakta, bu yenilikler de tasarrufları teşvik ederken fonların reel
kesime yönelmesini kolaylaştırmaktadır. Ancak Grabel’e göre sözü edilen yenilikler finansal
varlık fiyatlarındaki değişimler nedeniyle kâr elde etme amaçlı spekülatif kısa vadeli
işlemleri cazip hale getirmektedir. Finansal piyasaların likit ve kısa vadeli, reel kesimin ise
daha az likit ve daha uzun vadeli olduğu dikkate alındığında, finansal piyasalardaki yüksek
likidite sayesinde likiditesi düşük olan reel sektör yatırımlarının çok kısa vadelerle el
değiştirilebilen finansal varlıklara dönüştürülmesi mümkün olmaktadır (Esen, 1998).
Grabel, spekülatif yönlü gelişme modelinde kısa ve uzun vadeli faiz oranı
farklılıklarındaki (interest rate spread) artışa dikkat çekmektedir. Grabel bu artışı iki nedene
bağlayarak açıklamaktadır. Öncelikle, finansal piyasa faaliyetleri genişlediği için finansal
varlık fiyatlarında dalgalanmalar gözlenmektedir. Fiyatlardaki dalgalanmalar finansal
Washington Konsensusu çerçevesinde sunulan serbestleşme politikaları, çalışmanın ilerleyen bölümlerinde
açıklanmaktadır.
5
22
kurumların uzun vadeli kredilerden beklediği risk primini yükseltmekte, uzun vadeli
finansman sağlayan işletmeler de bu risk primini ödemektedirler. Dolayısıyla uzun vadeli
plasmanlarda faiz oranları yüksek olmaktadır. İkincisi, spekülatif bir ortamda bankalar,
çeşitlenen yeni yatırım fırsatlarından yararlanmak istedikleri için kısa vadeli kredileri tercih
etmektedirler. Bu nedenle kısa ve uzun vadeli faiz oranı farkı artmakta ve spekülatif
yatırımlar lehine bir ortam oluşmaktadır. Ayrıca, uzun vadeli finansmanın yüksek faizler
nedeniyle tercih edilmemesi durumunda kredi talepleri daralmakta ve uzun vadeli yatırım
projeleri kısa vadeli fonlarla finanse edilmektedir (Esen, 1998; Onaran, 2006).
Arz yönüyle bakıldığında, finansal serbestleşme ortamının yarattığı yüksek faiz
oranları ve yeni finansal araçlar, piyasa aktörlerinin aşırı iyimser beklentilerine öncülük
etmektedir. Grabel’e göre kredi arz ve talepleri kreditörlerin ve borçluların beklentilerindeki
bu değişimlere göre şekillenmektedir (Weller ve Singleton, 2004). Önceleri asimetrik bilgi
nedeniyle piyasada talep fazlası oluşuyorken, serbestleşme sonrasında artan spekülatif
faaliyetler sonucu kâr beklentileri nedeniyle talep fazlası oluşabilmektedir. Ayrıca, finansal
kurumlar yeni finansal ortamda kısa vadeli yatırım kararlarını rekabet baskısı altında
almaktadırlar. Rekabetçi baskılar nedeniyle kabul etmek istemedikleri projeleri finanse
etmek zorunda kalmakta ve daha önce ihtiyatlı davranışlar sergilerken serbestleşme
sonrasında spekülatif finansmana sürüklenmektedirler (Esen, 1998; Onaran, 2006).
Spekülasyon yönlü gelişme, Grabel’e göre (2009) kendi finansal piyasalarından çok,
yurt dışı finansal piyasalara bağlılığını sürdüren küçük bir rantiye sınıfı yaratmaktadır. IMF
gibi uluslararası kurumlar da sürdürülebilir güçlü ekonomik ve sosyal politikalar adı altında
oluşturdukları reçetelerle bu ortamı belirleyici rol oynamaktadırlar. Düşük enflasyon,
yüksek faiz oranları ve mali kısıtlamalar gibi önerilen söz konusu politikaların yanında
özellikle uluslararası serbest sermaye hareketliliği, ülkelerde otonom politika alanını
daraltmaktadır. Bunun anlamı, oluşturulan ulusal makroekonomik politikaların IMF ve
oluşan rantiye sınıfınca taraflı bir biçimde kısıtlandığıdır. Bununla birlikte spekülasyon
yönlü gelişmenin finansal kırılganlığı büyük ölçüde tetiklediğini ifade eden Grabel,
beraberinde para, bankacılık ve genel olarak finansal krizleri getirdiğini vurgulamaktadır.
23
2.3. Finansal Gelişme
Uluslararası finansal serbestleşmenin etkisiyle yeni finansal araçların nicelik olarak
artışının yanında finansal aracılık faaliyetlerindeki artışlar, iletişim tekonolojisinin gelişmesi
ve finansal sistem ile ilgili kurumsal ve yasal düzenlemeler özellikle 1990’lı yıllardan
itibaren finansal sistemde köklü değişimlere yol açmıştır. Finansal sistemin mimarisinde
önemli rol oynayan hisse senedi piyasasındaki hızlı genişlemeler ile finansal piyasaların
diğer yönlerden gelişimi, birbirini tamamlayan unsurlar olarak görülmüştür (Hermes ve
Lensink, 2000). Oksay’a göre (2000) finansal piyasaların etkinliği yani yaratılan
tasarrufların yatırıma dönüştürülebilmesi için, finansal sistemin yeniden yapılandırılması ve
derinliğinin sağlanması gerekmektedir. Bu doğrultuda finansal sistemin yapılandılmasının,
sistem üzerindeki etkisini değerlendirebilmek için finansal gelişme kavramına ilişkin
açıklamalar önem kazanmaktadır.
2.3.1. Kavram
Finansal gelişme kavramı, finansal sistemin büyüklüğünü ve sistemdeki aracı fonların
ekonomi üzerindeki etkinliğini yansıtan çok boyutlu bir kavramdır (Cuadro, Gallego ve
Herrero, 2003). Ancak genel itibariyle, finansal piyasalarda kullanılan araçların çeşitliliğinin
artması ve bu araçların daha yaygın biçimde kullanılır duruma gelmesi finansal gelişme
olarak tanımlanmaktadır (Erim ve Türk, 2005). İktisat yazınında finansal gelişme ve finansal
derinlik kavramları çoğunlukla birlikte kullanılan kavramlar olsa da finansal açıdan
derinleşmiş piyasalar, likidite ve piyasa büyüklüğü yönüyle değerlendirilmekte, firmalara
yatırım projeleri için gerekli sermayeyi sağlayabilen piyasalar olarak ele alınmaktadır.
Bunun yanında yasal ve düzenleyici çerçevenin yeterli ölçüde gelişmediği çok sayıda
ülkede, finansal derinleşmenin serbestleşmeye öncülük ettiği ve bunun da ülke
ekonomisinde büyümeyi olumsuz yönde etkilediği ileri sürülmektedir (Di Giovanni, 2005).6
Finansal sistemin gelişimine yönelik tartışmaların öncülüğünü yapan Goldsmith
(1969), ilk defa kısa ve uzun dönem zaman serileri kullanarak gelişmiş ülkelerde büyüme ile
finansal gelişme arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Finansal sistemin ne ölçüde genişlediği ve
finansal araçların ne kadar çeşitlendiği, yani yapı itibariyle ne kadar değiştiği ise finansal
Literatürde “finansal derinleşme” ve” finansal gelişme” kavramları aynı anlamı taşıyan kavramlar olarak ele
alındığından, bu çalışmada her iki kavram aynı anlamı karşılayacak şekilde birlikte kullanılacaktır.
6
24
derinleşme kavramı ile açıklanmaktadır. Sistemin büyüklüğünün yanında yapı itibariyle de
değişmesini ifade eden ve öncülüğünü Shaw (1973)’un yaptığı bu görüş, finansal derinleşme
olarak adlandırılmaktadır. Buna göre finansal sistem belirli bir derinliğe ulaştığında finansal
aracılık faaliyetleri sayesinde kredi ve mevduat faizleri birbirine yaklaşacak, piyasalara
ilişkin bilgi toplama sürecinde ölçek ekonomilerinden yararlanılarak ve risk dağılımı
sağlanarak işlem maliyetleri en aza indirilebilecektir (Öcal ve Çolak, 1999: 272).
Finansal derinliğe sahip olmayan ekonomileri “sığ” olarak nitelendiren Shaw (1973:
1-8), faiz oranları ve döviz kurları gibi finansal fiyatlarda meydana gelen bozulmanın,
finansal sistemin gelişimini olumsuz yönde etkilediğini ve beraberinde kişi başına geliri ve
refahı düşürdüğünü ifade etmektedir. Ancak, finansal politikaların serbestleştirilmesi ve
finansal fiyatlardaki bozulmanın giderilmesi ile sistemde rezerv ve likidite artışları
gerçekleşecektir. Bununla birlikte, finansal açıdan sığ ekonomilerde sermaye akımları
sistemin derinliğini gösteren bir kanıt olarak görülmektedir. Finansal sermayeyi büyütecek
olan tasarrufların ağırlıklı olarak kamu maliyesine ve uluslararası sermaye akımlarına bağlı
olduğu ekonomiler finansal olarak derinleşmemiş, sığ kalmış ekonomiler olarak
değerlendirilmektedir.
Finansal açıdan sığ olan ekonomilerin finansal sistemlerine, ağırlıklı olarak bankacılık
kesimi hakimdir. Bu ekonomilerde bankacılık sistemi, yüksek maliyet ve yüksek kârla
çalışan oligopol piyasalardır. Finansal piyasalarda büyük çaplı dış yardımlar, yüksek
maliyetle kredi arz edenler ve yabancı doğrudan yatırımlar baskındır. Finansal işlemler,
yasal baskılar ve borçlananların borçlarını geri ödeyememe riskinin yüksek olması nedeniyle
genellikle kısa dönemlidir. Finansal derinliğin sağlandığı ekonomilerde ise parasal
sistemdeki büyüme, sigorta kuruluşları gibi diğer finansal kurumların kârlılık olanaklarının
artmasına da öncülük etmektedir (Shaw, 1973: 8).
Gertler ve Rose (1994), finansal gelişmeyi iç finansmandan dış finansmana doğru bir
gelişim, aracılık faaliyetlerinin ve doğrudan kredi piyasalarının gelişimi, dünya sermaye
piyasalarına erişimin artması ve son aşamada kredi ve mevduat faizleri arasındaki farkın
daralması biçiminde açıklamaktadırlar. Khan ve Semlali (2000) ise, finansal piyasalar ve
aracılar tarafından sağlanan hizmetlere kolayca ulaşabilen firma ve hanehalkı miktarındaki
artışları finansal sistemin genişlemesi olarak ifade etmektedirler. Buna göre finansal sistemin
genişlemesi ile birlikte etkinliğinin artması, finansal gelişme olarak değerlendirilmektedir.
25
Levine (2005: 869-870), finansal gelişmeyi sağlayacak beş temel unsur üzerinde
durmaktadır. Buna göre olası yatırımlara ilişkin bilginin üretilmesi, yatırımların gözetimi ve
kurumsal yönetişim uygulamaları, risk yönetimi, tasarrufların harekete geçirilmesi, mal ve
hizmet değişimi gibi finansal faaliyetler, finansal gelişmenin sağlanmasıyla tasarruf ve
yatırım kararlarını etkileyerek ekonomide büyümeyi beraberinde getirecektir.
2.3.2. Kuramsal çerçeve
İktisat yazınında finansal gelişmeye ilişkin açıklamalar ekonomik büyüme ile kurulan
ilişki üzerine temellendirilmiştir. Ekonomik büyüme ile finansal gelişme arasındaki ilişki
kuramsal olarak Solow (1956)’un neoklasik büyüme modelleri çerçevesinde incelenmeye
başlanmış, daha sonra Romer (1986) ve Lucas (1988) tarafından içsel büyüme modeli ile
geliştirilmiştir. Sözü edilen çalışmalarda büyüme ile finansal gelişme arasında güçlü bir
ilişkinin varlığı ortaya konulmuş ise de ilişkinin yönüne ilişkin ilk tespitler Patrick (1966)’in
çalışmasıyla iktisat yazınında yerini bulmuştur. Talep takipli (demand-following) ve arz
öncüllü (supply-leading) hipotezler iki unsur arasındaki ilişki yönünü açıklamaya yönelik
olarak geliştirilmiştir.
2.3.2.1. Talep-takipli ve arz-öncüllü finansal gelişme hipotezleri
Talep yönünden hareketle, finansal hizmetlere ilişkin talep takipli finansal gelişme
hipotezini geliştiren Patrick (1966), ekonomik büyümenin yeni ve daha fazla finansal
hizmetlere öncülük ettiğini ifade etmektedir. Finansal sistem, ekonomik ortamın ve
kurumsal çerçevenin oluşturduğu objektif olanaklardaki değişimler ile bireylerin
güdülerinin, alışkanlıklarının ve tercihlerinin oluşturduğu subjektif tepkilerdeki değişimlerle
şekillenmektedir. Buna göre reel sektör büyüdükçe finansal sektörün gelişeceğini ileri süren
Patrick’e göre, modern finansal kurumların sahip olduğu finansal varlık ve yükümlülükler
ve sağladıkları finansal hizmetler, tasarruf sahibi ve yatırımcıların bu hizmetlere olan
talebinin bir sonucudur.
Talep takipli hipoteze göre, milli gelirdeki daha hızlı bir büyüme oranı girişimcilerin
ve ardından finansal aracıların dış fon taleplerini daha fazla artıracaktır. Girişimcilerin
toplam fon kaynakları içindeki dış fon oranı yükselecektir. Bununla birlikte reel büyümeyle
birlikte finansal piyasalar gelişecek ve genişleyecek, risk dağılımı gerçekleşecek ve likidite
26
olanakları artacaktır (Patrick, 1966). Bu hipotezi destekleyen Robinson’un (1952) görüşüne
göre müteşebbisin öncülük ettiği ekonomik gelişmeyi finansal sistemin gelişmesi takip
edecektir. Ekonomik gelişme finansal aracılık faaliyetleri için talep yaratacak ve finansal
sistem bu talebe kendiliğinden cevap verecektir. Reel sektör büyüdükçe ve genişledikçe
finansal derinlik sağlanacaktır (Levine, 1997). Buna göre talep takipli hipotezde ilişkinin
nedensellik yönü ekonomik büyümeden finansal gelişmeye doğru gerçekleşmektedir.
İkinci nedensellik ilişkisi, arz öncüllü finansal gelişme ile tanımlanmaktadır. Bu
hipotez, etkin finansal piyasaların ekonomik büyümenin koşulu olduğunu ileri süren
geleneksel iktisadi düşünce temeline dayanmaktadır. Buna göre, gelişmiş finansal aracılık
faaliyetleri ekonominin genelinde etkinliği artıracak, tasarrufları harekete geçirecek, likidite
artacak ve sermaye birikimi genişleyecektir (Darrat, 1999). Finansal sistemin gelişmesiyle,
özellikle az gelişmiş ekonomilerde kıt kaynaklar küçük tasarruf sahiplerinden büyük
yatırımcılara aktarılacak ve böylece büyümeye öncülük edecektir (Jung, 1986). Gelişmiş
bankacılık sistemine dikkat çeken Schumpeter’e göre (1912) bankalar teknolojik yenilikleri
teşvik ederek yatırımcılar için yeni finansman olanakları yaratacaktır (Levine, 1997).
Arz öncüllü finansal gelişme hipotezi daha sonraları McKinnon (1973), Shaw (1973),
Fry (1978), Diaz-Alejandro (1985) ve Moore (1986) gibi çok sayıda iktisatçı tarafından
desteklenmiş ve hipotezde ilişkinin nedensellik yönü finansal gelişmeden ekonomik
büyümeye doğru kurulmuştur.
Bu çerçevede iktisat yazınında iki kesim arasındaki ilişkinin varlığını destekleyen
çalışmalardan elde edilen bulgular, ilişki yönü ile birlikte Çizelge 2.1’de gösterilmektedir.
27
Çizelge 2.1. Finansal Kesim ile Reel Kesim İlişkisinin Tespitine Yönelik Çalışmalar
İktisat
Yazını
Çalışma
Kapsamındaki
Ülke Sayısı
69 Gelişmekte
olan ülke
Çalışmanın
Dönem
Aralığı
1950-88
De Gregorio
ve Guidotti
(1995)
95 Ülke
1960-85
Andrés,
Domenech ve
Molinas
(1996)
Beck, Levine
ve Loyaza
(2000)
24 OECD ülkesi
1960-90
77 Ülke
1960-95
Harris (1997)
49 Ülke
1980-91
DemirgüçKunt ve
Maksimoviç
(1998)
30 Ülke
1980-85
Fink ve Haiss
(1999)
27 Ülke
1996
Bassanini,
Scarpetta ve
Hemmings
(2001)
21 Ülke
1971-98
Kişi başına
reel
GSYH’de
büyüme
Hahn (2002)
23 Ülke
1970-2000
Yurtiçi
yatırım
Gertler ve
Rose (1994)
Bağımlı
Değişken
Açıklayıcı Finansal
Değişkenler
Araştırılan
İlişki
İlişki
Yönü
Kişi başına
reel GSYH
Finansal olmayan
sektöre verilen banka
kredileri/GSYH; (M2M1)/GSYH
Finansal olmayan
sektöre verilen banka
kredileri
+
Banka
mevduatları/GSYH;
hisse senedi piyasası
işlem hacmi
Banka aracılığı
ile reel ekonomik
gelişme
arasındaki ilişki
Banka aracılığı
ile ekonomik
büyüme
arasındaki ilişki
Finansal gelişme
ile ekonomik
büyüme
arasındaki ilişki
Banka aracılığı,
yasal çerçeve ve
ekonomik
büyüme
arasındaki ilişki
Finansal sektör
ile ekonomik
büyüme
arasındaki ilişki
Finansal sektör
ile firma
büyümesi
arasındaki ilişki
Banka varlıkları; hisse
senedi piyasası
sermayeleşme; bonolar
Finansal sektör
ile reel sektör
arasındaki ilişki
+
Likit
yükümlülükler/GSYH;
mevduat bankalarının
verdiği özel
krediler/GSYH; hisse
senedi piyasası
sermayeleşme/GSYH
Özel sektöre verilen
banka kredileri/GSYH;
likit
yükümlülükler/GSYH;
hisse senedi piyasası
sermayeleşme/GSYH
Finansal derinlik
ve reel
değişkenler
arasındaki ilişki
+
Finansal gelişme
ve ekonomik
büyüme
arasındaki ilişki
Zayıf
ilişki
Kişi başına
reel
GSYH’de
büyüme
Kişi başına
reel
GSYH’de
büyüme
Kişi başına
reel
GSYH’de
büyüme
Kişi başına
reel
GSYH’de
büyüme
Dış ve uzun
vadeli
finansmanın
firmanın
büyümesine
katkısı
GSYH
M1
Özel krediler/GSYH;
likit
yükümlülükler/GSYH;
mevduat bankalarının
verdiği krediler/GSYH
Hisse senedi piyasası
işlem hacmi/GSYH
+
+
+
Sınırl
ı+
+
Kaynak: Blum, Federmair, Fink ve Haiss (2002).
Ekonomik büyüme ile finansal gelişme arasında önemli bir ilişki olmadığını savunan
yazarlar ise bir diğer grubu oluşturmaktadır. Lucas (1988) ve Stern (1989), finansal
piyasaların büyüme üzerindeki önemini abartılı bulmakta ve bu piyasaların ekonomik
gelişme süreci üzerinde çok önemsiz bir etkisi olduğunu ifade etmektedirler. Greenwood ve
Smith (1997) ise, ekonomik büyüme ile finansal gelişme arasındaki nedensellik ilişkisinin
özellikle uzun dönemde karşılıklı olduğunu, dolayısıyla talep takipli ve arz öncüllü
hipotezlerin birlikte geçerli olabileceğini savunmaktadırlar (Darrat, 1999).
28
2.3.2.2. Gelişme safhası hipotezi
Patrick (1966), finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi talep takipli
ve arz öncüllü hipotezlerden sonra gelişme safhası hipotezi (stage of development) ile
açıklamaktadır.
Gelişme safhası hipotezi, finansal varlık ve yükümlülük stoku ile reel sermaye stoku
arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. Buna göre ekonomik büyümenin başlangıç safhalarında
arz öncüllü hipotezle uyumlu olarak finansal gelişme reel sermaye stokunun büyümesini
olumlu yönde etkilerken, finansal sistem geliştikçe arz öncüllü unsurların yerini talep takipli
unsurlar almakta ve reel sermaye stoku ekonomik büyümeyi hızlandırmaktadır (Patrick,
1966). Çünkü yenilikler ve yeni finansal araçların gelişimi tasarruf sahipleri ve yatırımcılar
için yeni olanaklar yaratmakta ve ekonomik büyüme oranı kendi kendine istikrar
kazanmaktadır. Dolayısıyla ekonomik ve finansal gelişme ilerledikçe finansal gelişmenin de
arz öncüllü unsurları aşama aşama gerilemekte ve son tahlilde talep takipli unsurlar baskın
olmaktadır (Calderon ve Liu, 2003). Gelişme safhası hipotezini destekler biçimde
Williamson ve Mahar (2002: 3-4) da başlangıçta ekonomik büyüme geliştikçe finansal
sistemin gelişeceğini ancak büyüme sürdükçe finansal gelişmenin yavaşlayacağını
savunmaktadırlar. Bununla birlikte Patrick’e göre (1966) finansal sistem gelişirken çeşitli
finansal varlık ve yükümlülüklerin yapısı ve bu unsurların gelişme düzeyi ile reel sermaye
stokunun optimal nitelikleri arasında uyum olmalıdır.
Finansal sistem, sermaye stokunu üç farklı yoldan etkileyebilir. Birincisi, finansal
kurumlar çeşitli varlık sahiplerinin bileşimini ve sahipliğini aracılık faaliyetleri yoluyla
değiştirerek daha etkin bir sermaye dağılımı yaratabilirler. İkincisi, finansal kurumlar,
tasarruf sahipleri ve yatırımcılar arasında aracılık yaparak yeni yatırımların görece üretken
kullanımını ve etkin dağılımını sağlayabilirler. Son olarak yine finansal kurumlar, tasarruf
ve yatırım teşvikleri yoluyla sermaye birikim oranının artmasını teşvik edebilirler. Ancak bu
amaçların gerçekleştirilebilmesi için politika yapıcıların, finansal kurumların etkin faaliyet
göstermelerine ve genişlemelerine katkıda bulunmaları gerekmektedir. Bu çerçevede
Patrick’e göre (1966) bir ülkede uygulanan para politikası yeterli esneklikte olmalıdır.
Yeterli düzeyde esneklik, piyasada para talebi ile uyumlu düzeyde genişleyecek para arzı
miktarı için gerekli görülmekte, özellikle nakit ve mevduat arasındaki ani tercih
kaymalarında esneklik önem kazanmaktadır. Aksi takdirde piyasada aşırı derecede likit
29
olmayan koşullar gelişecektir. Ayrıca, ekonomide yaşanacak her bir parasal şok durumunda
yeterli kapasiteye sahip, kişilerin ellerinde tutmak istedikleri çeşitlilikte finansal varlık
yaratmaya istekli ve hazır bir son borç başvuru mercii olmalıdır.
Finansal kurumların ekonomik büyüme üzerindeki etkisine değinen Goldsmith (1969),
McKinnon (1973) ve Shaw (1973), Patrick (1966)’in görüşleri ile uyumlu olarak finansal
kurumların aracılık faaliyetleri yoluyla büyümeye katkı sağladıklarını ifade etmişlerdir.
Buna göre finansal aracılık faaliyetleri; sermaye birikiminin etkinliğini, sermayenin marjinal
verimliliğini, tasarruf oranını ve ardından yatırım oranını artırarak büyümeye birçok
kanaldan etki etmektedir (Khalifa Al-Yousif, 2002).
Sonuç olarak, finansal gelişmeye ilişkin her üç hipotez bir arada değerlendirildiğinde,
finansal sisteme ilişkin gelişmeler ile ekonomik faaliyetlerin ve finansal sistemin kendi
içindeki dinamiklerinin nedensellik ilişkisi içinde olduğu dikkat çekmektedir. Ancak söz
konusu ilişki, ekonomilerin gelişmişlik düzeylerine göre farklılık göstermekte ve uygulanan
politikalar nedensellik ilişkisinin etkilerini belirlemektedir. Bu nedenle özellikle 1990’lı
yıllardan itibaren artan finansal krizler, finansal sisteme yönelik uygulanan politikaların
niteliğinin yeniden değerlendirilmesini ve güçlendirilmesini gerekli kılmıştır. Çalışmada, bu
husus göz önüne alınarak finansal sistemin yeniden yapılandırılmasına ve gelişmesine ilişkin
nedensellik ilişkileri ile bu gelişmelerin sistemin yapısı üzerinde yarattığı kırılganlık ve/veya
sağlamlık etkileri ortaya konulmaktadır.
30
31
3. YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİ
3.1. Küresel Finansal Sistemin Dönüşümü: Kısa Tarih
1944-73 dönemini kapsayan ve sermaye birikiminin “altın çağ”ı olarak adlandırılan
Bretton Woods döneminde, yerel ve kısmı durgunluk yılları dışında küresel nitelikte
tıkanıklıklar görülmemiş, Fordist birikim (yoğun sermaye birikimi) modeli yoluyla sermaye
üretkenliğinde düşme gerçekleşmediği gibi, artı değer oranı da artmıştır. Söz konusu
dönemde, ABD iç pazarının geniş olması, yüksek üretkenliğe sahip bir tarım sektörünün
gelişmesi, büyümeyi destekleyecek yönde işgücü akışkanlığının geliştirilmesi gibi etkenler,
üretim ve tüketim koşullarının yoğun sermaye birikimi modeline tabi tutulmasını olanaklı
kılmıştır. ABD karşısında düşük üretkenliğe sahip Batı Avrupa ve Japon ekonomilerinin
olması ve bu ekonomilerin üretkenliği artırma çabaları, ekonomik büyümenin ivme
kazanmasını sağlamıştır (Sönmez, 2005: 91-94). Ancak, altın çağın iktisadi büyüme
dinamiğinin sınıra ulaşmasının ardından, dünya kapitalizminin öncü ülkelerinin büyüme
hızlarında görülen ciddi düşüşler, sermayenin ulusal sınırlar içindeki birikim temposunun
yetersizliğine işaret etmiştir. Yeni yatırımların gerçekleştirilebilmesi için çok daha yüksek
kârların gerekli olması, ancak sermayenin kârlılığının içinde bulunduğu ulusal piyasaların
büyüklüğü ile sınırlı olması, sermaye birikiminin önünde bir engel olarak görülmüştür
(Yeldan, 2002). ABD’de 1950 yılından 1970’li yılların başlarına kadar %22 düzeyine
yükselen kâr oranları, 1975 yılında %12’ye kadar gerilemiştir. Kâr oranlarındaki düşüşle
birlikte yatırımların kısılması ve artan işsizlik oranları, yüksek enflasyon ve işsizliğin bir
arada görülmesine neden olarak stagflasyonu beraberinde getirmiştir (Moseley, 1997).
Bunun yanında reel ücretlerin reel gelir içindeki payının azalması, ortalama kâr eğiliminin
düşmesine ortam hazırlamış ve Fordist birikim modelinin temelini oluşturan emeğin
verimliliğini düşürmüştür (Lipietz, 1997). Bunalımdan çıkış yolu olarak, yurtiçi efektif
talebin uyarılması ve sermaye birikimine bu yolla ivme kazandırılması bir seçenek olsa da,
söz konusu yöntemin emek lehine bir kazanım olacağı düşüncesi, sermaye kârlılığı açısından
kabul görmemiştir. Bu nedenle, sermayenin hızla finansal yatırım alanlarına çekilmesi,
uluslararasılaşması ve finansal piyasaların serbestleştirilerek sermaye lehine yeni finansal
araçların geliştirilmesi fikri yaygınlaşmaya başlamıştır (Yeldan, 2002).
1973 sonrası dönemde, büyüme ve daha yüksek kârlar için küresel ölçekte daha ucuz
girdi ve yeni pazar arayışları ile başlayan bu süreç, yalnızca finansal piyasaların dünya
32
ölçeğinde bütünleşmesinin değil, aynı zamanda aşırı birikim nedeniyle o tarihe kadar kısmen
üretken alanlarda değerlendirilen para sermayenin de küresel alanda en yüksek kârların
peşinde koşmasının önünü açmıştır (Köne, 2003). Aynı dönemde, mevduat ve krediler
üzerine uygulanan faiz kontrolleri nedeniyle genellikle negatif olan reel faiz oranlarının,
özellikle GOÜ’lerde tasarruf artışını engellediğini ve kaynak dağılımını bozduğunu öne
süren McKinnon ve Shaw’un finansal baskı kuramı, G7 ülkeleri7, IMF, DB, Dünya Ticaret
Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası finansal serbestleşmeyi savunan kesimlerin de desteğiyle
finansal serbestleşme politikalarına öncülük etmiştir. Ancak, 1974 yılında küçük bir Alman
bankasının iflas etmesiyle II. Dünya Savaşı sonrası ilk finansal kriz ortaya çıkmış ve
sınırötesi finansal sistemin risk yarattığı görülmüştür. Bunun üzerine G10 ülkelerinin8
merkez bankası temsilcileri BIS9 bünyesinde Basel Bankacılık Denetim Komitesi (Basel
Committee on Banking Supervision; BCBS) ile bir toplantı düzenlemişlerdir.10 Resmi
düzeyde gerçekleştirilen ilk uluslararası finansal organizasyon olan toplantının amacı,
finansal işbirliği ve koordinasyonu teşvik etmek olmuştur. Toplantıda Uluslararası
Muhasebe Standartları Kurulu (International Accounting Standards Board; IASB), 1983’te
şekil verilen Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü (International Organization
of Securities Commissions; IOSCO) ve 1994’te biçimlendirilen Uluslararası Muhasebe
Standartları Komitesi (International Association of Insurance Supervisors; IAIS)
oluşturulmuştur. Söz konusu düzenlemeler, sınırötesi finansal sorunların çözümü için ortak
çözümler geliştirmek amacıyla yapılmıştır (Arner ve Buckley, 2010).
1989 yılına gelindiğinde John Williamson, Washington Uzlaşısı (Washington
Consensus) adı altında ekonomilerini yeniden yapılandırmak isteyen ülkelere neoliberal
G7 ülke grubu; İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve ABD’dir. G7 grubu 1970’li yılların
ortalarında oluşturulmuştur.
8
G10 ülkeleri; ABD, Belçika, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada, Almanya,
İsveç’tir. İsviçre’nin 1964 yılında gruba dahil olmasıyla sayıları 11’e çıkmış olsa da, G10 grubunun ismi
değişmemiştir.
9
BIS, 1930 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde kurulan, dünyanın en eski uluslararası finansal kuruluşudur.
BIS’in temel faaliyetlerinin merkezinde uluslararası finansal istikrarı gerçekleştirme ve finansal ve parasal
konularda uluslararası işbirliğini destekleme vardır. Başlangıçta faaliyetlerini gelişmiş sanayi ülkelerinde
finansal istikrar üzerine odaklamış, fakat daha sonra kurumun faaliyetleri gelişmekte olan ülkeleri de
kapsayacak biçimde genişletilmiştir. BIS, hem krizleri önleme hem de yönetme konusunda önemli rol
oynamaktadır (Griffith-Jones, 2002).
10
Sözü edilen kriz öncesinde merkez bankası başkanları BIS yoluyla toplantılar düzenlemiş olmalarına rağmen
sınırötesi finans alanında kurumsal bir çerçeve oluşturulamamıştır. Bu toplantılar; G7, G8 ve G10 ülkelerindeki
resmi olmayan gruplar tarafından 1960’lı yılların erken dönemlerinden itibaren yapılmaya başlanmıştır. G7 ve
G8 ülkeleri özellikle finansal ve ekonomik işbirliğine yönelik amaçlar için toplanmışlardır (Arner ve Buckley,
2010).
7
33
ekonomi politikaları hazırlamıştır.11 Klasik iktisat kuramına dayanan Washington
Uzlaşısı’nda, tüm ekonomi sorunlarının çözümü için laissez-faire doktrinin gerekli olduğu
öne sürülmüş, özellikle makroekonomik disiplinin, piyasa ekonomisinin ve dünyaya
açıklığın gerekliliği savunulmuş, böylece optimum kaynak dağılımı ile tam istihdamın
sağlanacağına inanılmıştır (Davidson, 2005). 1973 sonrası dönem, sözü edilen gelişmeler
sonucunda arz yönlü Klasik iktisatçıların savunduğu dalgalı döviz kurunun ve uluslararası
serbest sermaye hareketliliğinin başladığı yıllar olmuştur. Böylece, ekonominin büyük
boyutlarda finansallaşması ve spekülatif faaliyetlerin artışı hızlanmıştır.
1970’lerin ortalarına kadar uluslararası finansal işlemler uluslararası ticaretin büyüme
hızının üç katı kadar artmış, uluslararası finansal akımlar ticaret ödemelerini yönetir duruma
gelirken, döviz kuru hareketleri ticaretin seyrini yansıtmaktan ziyade spekülatif hareketleri
yansıtır duruma gelmiştir (Davidson, 1998). Firmalar yoğun biçimde hedge faaliyetlerine
yönelmiş ve neticede hedge fon işlemleri yapan bir sektör ortaya çıkmıştır. Hedge
faaliyetlerinin genişlemesiyle, reel sektörün faaliyet hacmi ile finansal sektörün faaliyet
hacmi arasındaki tamamlayıcılık ilişkisi kopmuştur (Işık ve Togay, 2002). Bu çerçevede
Yeldan (2002), 1970’li yıllardan itibaren dünya ekonomisinin küresel düzeyde bütünleşme
sürecine yön veren dinamiklerini dört başlık altında toplamıştır. Bunlar; (1) kapitalizmin
altın çağında yüksek birikim temposunun yarattığı aşırı üretime dayalı kriz; (2) söz konusu
dönemde sermaye-emek çelişkisinin altında yatan fordist üretim ilişkilerinin beslediği kâr
sıkışması; (3) uluslararası kapitalist rekabetin artması ve (4) finansal sistemin
serbestleştirilmesi sonucu yükselen finansal sermaye ve spekülatif birikimlerin reel
yatırımların önüne geçmesi olgusudur.
Neoliberal finansal bütünleşmeye yönelik olarak Klasik iktisatçıların savunduğu
sermaye akımlarını serbestleştirme düzenlemeleri, daha fazla istikrar, daha hızlı ekonomik
büyüme ve tam istihdam sağlamak yerine döviz kuru istikrarsızlığı ile birleşince, Şekil
3.1’de görüldüğü üzere, daha düşük küresel ekonomik büyümeye neden olmuştur.
Washington Konsensusu ile yükselen ekonomiler için savunulan neoliberal önerileri Ferrari-Filho ve De
Paula (2009) şu şekilde sıralamaktadırlar; tarife engellerini düşürme ya da ortadan kaldırma, yabancı yatırımlar
ya da konvertibil parasal işlemler için serbest sermaye hareketliliği, mali disiplin, vergi reformu, finansal
deregülasyon ve özelleştirme. Rodrik (2009: 19) ise Williamson’ın orijinal listesinin; mali disiplin, kamu
harcamalarının yeniden yönlendirilmesi, vergi reformu, faiz oranlarının serbest bırakılması, standartlaştırılmış
ve rekabetçi döviz kurları, dış ticaretin serbestleştirilmesi, doğrudan yabancı yatırımlara açılma, özelleştirme,
kuralsızlaştırma ve mülkiyet haklarının korunmasından oluştuğunu ifade eder.
11
34
8
7
6
%
5
4
3
2
1
0
Dünya Ülkeleri
Gelişmiş Ülkeler
Gelişmekte Olan Ülkeler
Şekil 3.1. Dünya Ekonomilerinde Reel Büyüme Oranları
Kaynak: IFS (2013).
Boratav (2009), dünya ekonomisindeki büyüme dengesizliğini sayısal göstergelerle
açıkladığı çalışmasında, metropol (GÜ) ve çevre (GOÜ) ekonomilerin neoliberal düzenleme
biçimince teslim alındığı 1980 sonrası dünya ekonomisini 1989-1997 ve 1998-2007 olmak
üzere iki çevrim (dalgalanma) etrafında sınıflandırmaktadır. Çevrimler, dünya ekonomisinin
ya da metropol ve çevre ülkelerin büyüme oranlarındaki değişimleri ortaya
koymaktadır.12Buna göre ikinci çevrim (1998-2007) döneminde metropol ülkeleri
haricindeki ekonomilerin büyüme oranı, ilk çevrim (1989-1997) dönemindeki büyüme
oranını aşmaktadır. GÜ ekonomilerinin büyüme hızı ise her iki çevrimde bir önceki aşamaya
göre yavaşlamaktadır. Boratav’a göre (2009) çevrimsel GSYH hareketlerine neoliberal
devirde, sermaye hareketlerinin ve uluslararası ticaretin serbest olması öncülük etmektedir.
Çevre ekonomilerin birçoğunda sermaye hesabı 1989 yılında serbestleştirilmiş ve
böylece ilk çevrim başlamıştır. Serbestleşmenin başladığı ilk aşama olan 1989-92 yıllarında
çevre ekonomilerine yönelik sermaye girişlerindeki büyüme her yıl ikiye katlanmış, ancak
bu artışa düşük ve azalan büyüme oranları eşlik etmiştir. 1993-97 yıllarını kapsayan ikinci
aşamada ise çevre ekonomilerinde büyüme oranı artarken sermaye girişleri azalmıştır. İkinci
çevrim yıllarının iniş aşaması olan 1998-2001 yıllarında ise azalan büyüme oranlarına,
Her bir çevrim, iniş ve çıkış aşamalarının olduğu yılları kapsamakta ve inişler (çıkışlar), bir ülke ekonomisi
için bir ya da iki yıllık zaman diliminde GSYH düzeyindeki azalışı (artışı) ve daha düşük (yüksek) büyüme
oranını göstermektedir.
12
35
sermaye girişlerindeki ani durma ve geriye dönmeler eşlik etmiştir. Söz konusu yılların,
çevre ekonomilerde finansal krizlerin yaşandığı döneme rastladığı ve benzer tablonun 2008
Küresel Finansal Krizi’nin13olduğu yıllarda da yaşandığı görülmektedir (Boratav, 2009: 5).
Finansal krizlerin eşlik ettiği bu durum, ekonomiler arasında finansal bütünleşmenin
yoğunluk kazandığı 1980’li yıllardan sonra, finansal sisteme yönelik tehditlerin arttığını
göstermektedir. Nitekim yurtiçi finansal piyasaların uluslararası finansal piyasalara
açılmasını takiben 1990’lı yıllarda finansal krizler artmış, sermaye akımlarındaki ve döviz
kurlarındaki istikrarsızlıklar sisteme yönelik tehdit unsurlarını oluşturmuştur.14
Finansal piyasaların serbestleştirilmesinin ardından ortaya çıkan krizlerden bazıları
Çizelge 3.1’de gösterilmektedir. Serbestleşme sonrası ilk krizlerin genellikle GOÜ’lerde
yaşandığı görülmektedir.
Çizelge 3.1. Finansal Serbestleşme ve Finansal Krizler
Ülke ve Finansal Sıkıntıların
Başlangıcı
Sermaye Girişleri
Kriz Öncesi 5 Yıl İçerisinde
Serbestleşme
Kısa Vadeli
Uzun Vadeli
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Kapalı
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Kapalı
Açık
Var
Var
Var
Var
Yok
Var
Yok
Yok
Var
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Kapalı
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Açık
Yok
Yok
Yok
Var
Var
Var
Var
Var
Var
ŞİDDETLİ KRİZLER
Arjantin (1980)
Arjantin (1995)
Şili (1981)
Meksika (1994)
Malezya (1985)
Tayland (1997)
Güney Afrika (1985)
Türkiye (1985)
Türkiye (1991)
DÜŞÜK ŞİDDETLİ KRİZLER
ABD (1980)
Kanada (1983)
Japonya (1992)
Fransa (1991)
İtalya (1990)
Avustralya (1989)
Yeni Zelanda (1989)
Güney Kore (1980)
Türkiye (1994)
Kaynak: Williamson ve Mahar (2002: 91).
IMF ve DB gibi uluslararası kuruluşlar, küresel ekonominin uzun dönemde geleneksel
iktisat kuramının öngörüleri ile düzene gireceğini öne sürerek krizlerin yarattığı
Çalışmanın bundan sonraki kısımlarında “Küresel Kriz” kavramı kullanılacaktır.
Finansal serbestleşmenin krizlere yolaçacağı korkusu ilk olarak, Carlos Diaz-Alejandro’nun 1985 yılındaki
“Good-Bye Financial Repression, Hello Financial Crash” adlı çalışmasında gündeme gelmiştir (Williamson ve
Mahar, 2002: 90). Çalışmada, McKinnon’ın finansal baskı politikalarına ilişkin eleştirileri karşısında 1970’li
yıllarda Latin Amerika ülkelerinde (Arjantin, Şili, Uruguay) uygulamaya konulan yurtiçi serbestleşme
politikalarının, söz konusu ülkelerde 1983 yılında yaşanan banka iflasları ve makroekonomik istikrarsızlıklar
ile ilişkisi incelenmiştir (Diaz-Alejandro, 1985).
13
14
36
kırılganlıkların boyutunu fark edinceye kadar temel reform önlemleri almamışlardır
(Davidson, 2000). 1990’lı yılların sonlarına gelindiğinde ise, makroekonomik çerçevenin ve
geliştirilmiş ihtiyatlı düzenlemelerin yokluğunda finansal sistemin serbestleştirilmesinin
krizlere neden olduğu uluslararası kuruluşlar tarafından kabul edilmiştir (Rodrik, 2009: 1920). Böylece 1994 Meksika, 1994-95 Latin Amerika ve 1997 Doğu Asya Finansal Krizi15,
beraberinde yeni küresel finansal reform arayışlarını getirmiştir.
1990’larda uluslararası kuruluşların eksiklikleri ve düzenlemelerin gerekliliği, başta
1994 Meksika, Latin Amerika ve daha sonraları 1997 Asya, 1998 Rusya, 1999 Brezilya ve
Ekvator Krizleri, 2001-2002 Türkiye ve Arjantin Krizleri’nin etkisiyle önem kazanmıştır.
1990’ların başında finansal küreselleşmenin hem uluslararası hem de ulusal anlamda
finansal ortamı değiştirmesiyle artan bu krizler, giderek krizlerin ortaya çıkış nedenlerine
odaklanmayı, gelecekteki olası krizlerden korunma yollarını aramayı gündeme getirmiş ve
küresel YFM adı altında tartışılmaya başlanmıştır (Kenen, 2002; Arner ve Buckley, 2010).
Ortodoks ekonomistlerin öne sürdükleri bu yeni reform gereklilikleri, öncelikle birinci nesil
serbestleşme reformlarının tamamlanması, ardından ikinci nesil reformların geliştirilmesi
biçiminde tasarlanmıştır. Buna göre 1990’lı yıllardaki krizlerin ardından başlayan ikinci
nesil reformlar, kurumsal ve finansal reformlar olmak üzere iki ayrı grupta ele alınmıştır
(Arestis, 2004). 2008 Küresel Krizi’nde ise YFM’nin yapısal zayıflıkları görülmüş, küresel
bir sistemik krizde ulusal, bölgesel, kıtasal ve küresel düzeyde iyileştirici eylemleri etkin
biçimde teşvik etmediği öne sürülmüştür. Bu çerçevede, küresel sistemik finansal riskler
belirlenmiş ve bu defa kriz öncesi eylemlere daha fazla odaklanılarak finansal sistemin
mimarisi çalışmalarına devam edilmiştir (Shinasi ve Truman, 2010).16
Finansal sisteme yönelik küresel çapta yeni yapısal düzenleme arayışları, 1990’lı
yılların finansal krizlerinin ardından hız kazanmıştır. Bu nedenle finansal sistemin yeniden
mimarisine yönelik atılan adımların, krizlerin öngörülmesine ve çözümüne yönelik kural ve
standartları içeriyor olması, öncelikle finansal krizlerin açıklanmasını gerekli kılmaktadır.
Çalışmanın bundan sonraki kısımlarında “Asya Krizi” kavramı kullanılacaktır.
Sistemik finansal riskler, öncelikle bir ya da birkaç küçük bankayı etkileyen finansal baskının, daha sonra
finansal sistemin diğer unsurlarını etkileyerek yayılmasına neden olan ve şiddetli boyutlara vardığında bütün
sistemin istikrarını tehlikeye sokan olaylardır (Chant, 2003). G-10 ülkelerinin finansal sektör üzerine yaptıkları
bir çalışmada verdikleri tanımlamaya göre ise sistemik finansal riskler, güven kaybını ve belirsizlikteki artışı
tetikleyen, finansal sistemin reel ekonomi üzerinde olumsuz etkiler yaratma olasılığı olan olaylardır. Finansal
risklerin reel ekonomi üzerinde yarattığı olumsuz etkiler çoğunlukla ödeme sisteminin bozulmasından ve varlık
fiyatlarının zarar görmesinden kaynaklanmaktadır (Shinasi, 2003).
15
16
37
3.2. 1990’lı Yılların Finansal Krizleri: Krizlerin Oluşumu ve Etkileri
Finansal krizler, finansal piyasalarda şiddetli fiyat dalgalanmaları veya bankacılık
kesiminde geri dönmeyen (batık) kredilerin aşırı derecede artması sonucunda yaşanan ciddi
ekonomik sorunlar olarak kabul edilmektedir (Kibritçioğlu, 2001). Finansal krizler,
genellikle para ve bankacılık krizleri olmak üzere iki farklı sınıflandırma altında
açıklanmaktadır.17
IMF’nin (1998: 74-75) yaptığı sınıflandırmaya göre para krizi; dövize yapılan
spekülatif saldırıların devalüsyona ya da paranın değerinde ani düşüşe neden olması, böylece
yetkililerin paranın değerini korumak için uluslararası rezervleri kullanması ya da faiz
oranlarını artırması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bankacılık krizi ise banka panikleri,
bankaların bilanço içi yükümlülüklerinin konvertibilitesindeki başarısızlıklar ya da bundan
korunmak için büyük ölçüde hükümet müdahalesinin zorunlu kılınması nedeniyle
yaşanmaktadır.18 Ancak, her iki krizi de genel olarak; zayıf makroekonomik göstergeler ve
uygulanan hatalı iktisat politikaları, finansal altyapı yetersizliği, ahlaki risk ve asimetrik bilgi
olgusu, kreditörlerin ve uluslararası finansal kurumların hatalı öngörüleri belirlemektedir.
Söz konusu unsurlardan bir ya da birkaçının varlığı, finansal saldırıya neden olmakta ve
hükümetlerin alacağı ilgili politika kararı geciktikçe finansal baskı da giderek büyümekte ve
krize neden olmaktadır (Kibritçioğlu, 2001). Buna göre, krizlerin ülkelere özgü nitelikleri
olmakla birlikte, bazı ortak unsurlara sahip oldukları görülmekte, küresel düzeyde finansal
reform gerekliliğinin temelini de bu unsur oluşturmaktadır.
Mishkin (1999), finansal krizleri, ahlaki risk ve ters seçim sorunları ile açıklamaktadır.
Finansal sisteme yönelik şoklar bilgi akışını engellediği durumda finansal piyasalardaki
fonlar üretken yatırım kanallarına etkin olarak dönüşemez. Bu durumda finansal piyasaların
işlevi çöker ve ortaya çıkan durum finansal kriz olarak kendini gösterir.
Çalışmada, para ve bankacılık krizleri genel olarak finansal krizler olarak ele alınacaktır.
Reinhard ve Rogoff (2010:58-59), bankacılık krizini iki olay üzerinden tanımlamaktadırlar. Birincisi, bir ya
da daha fazla finansal kurumun kapanması, birleşmesi ya da kamu sektörü tarafından devralınmasıyla
sonuçlanan banka hücumları bankacılık krizlerine yol açmaktadır. Bu tanıma örnek krizler; 1993 Venezüela
ve 2001 Arjantin Krizleri’dir. İkincisi, bankaya hücüm olayları, birleşme, devralınma ya da önemli bir finansal
kuruma ya da finansal gruba yeterince hükümet yardımlarının yapılmadığı durumlardır. Bu tanıma örnek kriz
ise; 1996-1997 Tayland bankacılık krizidir. Caprio ve Klingebiel (1996: 9-10) ise 1980 sonrasında artan
bankacılık krizlerinde, bankacılık kesimi sermaye oranının ve bankalara geri dönmeyen kredilerin önemli rol
oynadığını ifade etmektedirler.
17
18
38
Reinhart ve Rogoff (2010: 214), hem tarihsel olarak hem de 1990’larda görüldüğü
üzere yüksek uluslararası sermaye hareketliliğinin yaşandığı dönemlerde finansal krizlerin
arttığını vurgulamaktadırlar. Kaminsky ve Reinhart’ın (1999), 1970-1995 yılları arasında
ortaya çıkan krizlerle finansal serbestleşme arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmalarına
göre, söz konusu dönemde yetmişaltı para krizi ve yirmialtı bankacılık krizi yaşanırken,
bankacılık
krizlerinin onsekizinde
kriz
öncesi
beş
yıl
içinde finansal
sektör
serbestleştirilmiştir (örnekleri Çizelge 3.1’den izlenebilir). Finansal serbestleşmenin
yaygınlaşması ve neoliberal sisteme geçişle birlikte 1990’lı yıllardan önceki finansal krizler
ile 1990’lı yıllardan sonraki finansal krizlerin taşıdığı özellikler de farklılaşmıştır. Bu
çerçevede geleneksel modeller krizleri birinci, ikinci ve üçüncü kuşak kriz modelleri
biçiminde üç farklı sınıflandırma altında ele almışlardır.19 1992-93 Avrupa Para Sistemi
(ERM) ve 1994 Latin Amerika Krizleri’ni açıklayan geleneksel ikinci kuşak kriz
modellerinin, 1997 Asya Krizi’ni açıklayamaması üzerine, üçüncü kuşak kriz modelleri
geliştirilmiştir.
Krugman (1998) ve Mishkin’e göre (2001), 1997 Asya Krizi’ni açıklayan üçüncü
kuşak kriz modellerinde hükümetin sağladığı güvenlik ağı önlemleri/garantiler, finansal
aracı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetimlerin zayıf olduğu durumlarda ahlaki risk
sorununa neden olmaktadır. Şöyle ki, güvenlik ağı önlemleri, finansal aracıların (bankacılık
ve bankacılık dışı özel kesimin) daha yüksek risk alarak yabancı para birimi cinsinden
borçlanmalarına ve yükümlülüklerini daha da artırmalarına neden olmaktadır. Bu geniş çaplı
riskli krediler, enflasyon yaratarak yalnızca mallarda değil varlık fiyatlarında da yükselmeye
öncülük etmektedir. Varlık fiyatlarının yükselmesi aşırı bir finansal şişkinlik yaratırken,
ardından finansal şişkinliğin sönmesi ile süreç bu defa tersine dönmekte ve ekonominin
genelinde finansal varlıkların fiyatı düşmektedir. Böylece finansal olmayan kesimin
bilançoları zarar görmekte ve yatırımların olumsuz etkilendiği bu süreçte finansal kriz genel
bir çöküşe neden olmaktadır.
Finansal sistemdeki istikrarsızlıklar büyük ölçüde yurtiçi kaynaklı olsa da krizlerin
ortaya çıkmasına ve yayılmasına zemin hazırlayan dış kanallar da vardır. Finansal
piyasalardaki ve ekonomideki gelişmeler izlenirken hangi göstergelerden yararlanılacağını
ise, karar alıcılar kendi faaliyetlerine ve ihtiyaçlarına göre belirlemektedirler. Ancak birinci,
Etkin piyasa teorisine dayalı söz konusu kriz modelleri, krizlerin ortaya çıkış nedenleri ve ayırt edici
özellikleri ile birlikte EK-1’de sunulmaktadır.
19
39
ikinci ve üçüncü kuşak finansal kriz modellerini açıklayan değişkenlerden seçilmiş
göstergeler, genel kabul görmüş gösterge ve verilerden oluşmaktadır (BDDK, 2008b).
Burada ülkelerin benzer kırılganlıklara sahip olması önemli bir faktör olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Goldstein, Kaminsky ve Reinhart’ın (2000) yaptıkları çalışmanın sonucuna göre
finansal krizlere karşı kırılganlığı ölçmede yararlı olabilecek öncü göstergeler Çizelge
3.2’den izlenebilir.
Çizelge 3.2. 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri (a)
Finansal Krizler
Bankacılık Krizleri
Para Krizleri
Yüksek Düzeyli Göstergeler
Reel döviz kurunun değerinde artış
Reel döviz kurunun değerinde artış
Bankacılık krizleri
Hisse senedi fiyatlarında düşüş
Hisse senedi fiyatlarında düşüş
M2 çarpanında artış
İhracatta düşüş
Üretimde azalma
M2/Rezervlerde artış
İhracatta düşüş
Üretimde azalma
Banka mevduatları faiz oranında artış
Düşük Düzeyli Göstergeler
Cari işlem dengesi/GSYH
Kısa vadeli sermaye girişi/GSYH
Cari işlem dengesi/yatırımlar
Cari işlemler dengesi/yatırımlar
Kaynak: Goldstein, Kaminsky ve Reinhart (2000:132).
Herrero ve Del Rio (2003) ise 1990’lı yıllarda yaşanan finansal krizlerin öncü
göstergelerini, iktisat yazınındaki araştırmalar çerçevesinde etki yönleri ile birlikte
makroekonomik, finansal ve kurumsal göstergeler olarak sınıflandırmışlardır. Söz konusu
sınıflandırma Çizelge 3.3’te gösterilmektedir.
40
Çizelge 3.3. 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri (b)
Makroekonomik Göstergeler
Reel GSYH’de büyüme
Dış reel faiz oranları
Yurtiçi reel faiz oranları
Büyük çaplı sermaye girişleri
Sermaye çıkışları
Enflasyon
Sabit döviz kuru
Finansal Göstergeler
Özel sektöre yönelik
kredilerinde artış
banka
Bankacılık sistemindeki likidite
Parasal uyumsuzluk
Kurumsal Göstergeler
Hukukun üstünlüğü
Mevduat sigorta planı
Finansal Serbestleşme
Etki Yönü
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+/+/-
İktisat Yazını
Kaminsky (1999)
Frankel ve Rose (1998)
Goldfajn ve Valdes (1995)
Eichengreen ve Rose (1998)
Kaminsky (1999)
Mishkin (1998)
Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998)
McKinnon ve Pill (1994)
Calvo (1997)
Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998)
Kaminsky (1999)
Bordo ve Murshid (2000)
English (1996)
Hardy ve Pazarbaşıoğlu (1999)
Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998)
Eichengreen (1998); + dış şok durumunda,
- içerden istikrar tehdidi durumunda
Domaç ve Martinez Peria (2000)
Eichengreen ve Arteta (2000)
+
+
+
+
+
+/-
Gavin ve Hausmann (1996)
Sachs vd. (1996)
Kaminsky (1999)
Eichengreen ve Arteta (2000)
Calvo (1997)
Bordo vd. (2001)
Eichengreen ve Arteta (2000)
Céspedes vd. (2000)
Arteta (2003)
+
+
+
La Porta vd. (1998)
Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998)
Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998)
Eichengreen ve Arteta (2000)
Kaynak: Herrero ve Rio (2003)
Caprio ve Klingebiel (1996), 1990’lı yıllarda yaşanan finansal krizlerin temel
özelliklerini farklı bir açıdan değerlendirmektedirler. Onlara göre deregülasyonun ve
krizlerin birlikte görülmesi, hızla finansal serbestleşmeye gidilirken gözetim ve düzenleme
mekanizmasının yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır.20 Bu görüşü destekler nitelikte,
1999 yılında IMF ve DB tarafından oluşturulan Finansal Sektör Değerlendirme Programı
(Financial Sector Assessment Program; FSAP) çerçevesinde finansal kesimin gözetim ve
1985-88 yıllarında Malezya’da yaşanan ekonomik durgunluk, varlık fiyatlarının dünya çapında düşmesine
neden olmuş, zayıf ihracat ve yurtiçi talep nedeniyle finansal sektör büyük ölçüde zarar görmüştür. Bu krizde
gözetimin ve düzenleyici çerçevenin yetersiz oluşu önemli rol oynamıştır. 1983-87 Tayland krizinde, 1979/80
petrol şoklarından sonra büyüme yavaşlamış, devalüasyon ve zayıf para politikasını takiben yüksek uluslararası
faiz oranları nedeniyle firmalar borçlarını ödeyemez duruma gelmişlerdir. Bu krizde de, gözetim eksikliğinden
başka, hesap verebilirlik ve düzenleyici çerçevenin yetersiz olması etkili faktörler olmuştur. Finansal
serbestleşme sırasında gözetim ve düzenleyici çerçevenin yetersiz oluşuna ve krizlere zemin hazırlamasına
yönelik örnekler 1980-82 Arjantin, 1994 Brezilya, 1981-83 Şili, 1982-87 Kolombiya, 1981-84 Uruguay, 199495 Venezüela, 1984-91 ABD, 1977-85 İspanya, 1982 Türkiye Bankerler Krizleri ile çoğaltılabilmektedir
(Caprio ve Klingebiel, 1996: 21-32).
20
41
denetiminin sağlanması amacıyla, makro-ihtiyati göstergeler geliştirilmiş ve uygulamaya
konulmuştur.
Makro-ihtiyati göstergeler, finansal kurumların sağlamlığını gösteren mikro-ihtiyati
göstergelerle, finansal sistemin sağlamlılığını gösteren makroekonomik değişkenlerden
oluşmaktadır (Çizelge 3.4). Buna göre bu göstergeler, kırılganlığın arttığına işaret ettiği
durumda finansal krizler ortaya çıkmaktadır (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001: 110).
Çizelge 3.4. Makro ve Mikro İhtiyati Göstergeler
Toplulaştırılmış Mikro-İhtiyati Göstergeler
Sermaye Yeterliliği
- Toplulaştırılmış sermaye oranları
- Sermaye oranlarının sıklık dağılımı
Makroekonomik Göstergeler
Ekonomik Büyüme
- Toplulaştırılmış büyüme oranları
- Sektörel kriz göstergeleri
Aktif Kalitesi
Borç veren kurumun;
- Sektörel kredi yoğunlaşması
- Yabancı para cinsinden krediler
- Takipteki alacaklar
- Kamu kurumlarına açılan krediler
- Aktiflerin risk profili
- Bağlı krediler
- Kaldıraç oranları
Borçlanan Kurumun;
- Borç/sermaye oranı
- Şirket kârlılığı
- Şirketlerin diğer finansal durum göstergeleri
- Hanehalkı borçluluk göstergeleri
Ödemeler Dengesi
- Cari işlemler açığı
- Döviz rezerv yeterliliği
- Dış borçlar (vade yapısı dahil olmak üzere)
- Dış ticaret haddi
- Sermaye akımlarının bileşimi ve vade yapısı
Yönetim Kalitesi
- Gider oranları
- Çalışan başına kâr
- Finansal kurumların sayısında artış
- Döviz kuru garantileri
Gelirler ve Kârlılık
- Aktif getirisi
- Özkaynak getirisi
- Gelir-gider rasyoları
- Yapısal kârlılık göstergeleri
- Varlık fiyatlarındaki hızlı artış
Likidite
- Finansal kurumlara açılan merkez bankası kredileri
- İnterbank faiz oranlarındaki farklılaşma
- Mevduatların parasal büyüklüklere oranı
- Kredi/mevduat oranı
- Likit varlık rasyosu (varlık ve yükümlülüklerin vade yapısı)
- İkincil piyasa likidite göstergeleri
Diğer Faktörler
- Yönlendirilmiş kredi ve yatırımlar
- Kamu kesiminin bankacılık kesimine yönelik baskısı
- Ekonomide ödenmesi gecikmiş borçlar
Piyasa Riskine Duyarlılık
- Kur riski
- Faiz oranı riski
- Hisse senetleri fiyat riski
- Mal fiyatları riski
Piyasaya Dayalı Göstergeler
- Finansal araçların piyasa fiyatları
- Kârlılık göstergeleri
- Kredi dereceleri
- Spreadler
Kaynak: Leone vd. (2000).
Enflasyon
- Enflasyondaki oynaklıklar
Faiz Haddi ve Döviz Kurları
- Faiz haddi ve döviz kurlarındaki oynaklıklar
- Yurtiçi reel faiz oranları
- Döviz kurunun istikrarı
Krediler ve Varlık Fiyatları
- Kredilerdeki hızlı büyüme
Bulaşma Etkileri
- Ticaretin yayılması
- Finansal piyasalar arasındaki ilişki
42
Ocampo ve Griffith-Jones’a göre (2007), finansal aktörlerin yetersiz risk analizleri ve
yurtiçi finansal sistemin zayıf ihtiyatlı düzenlemeleri finansal krizleri tetikleyici unsurlar
olmuştur. Finansal serbestleşmenin ardından piyasaya girişlerin aşırı esnek duruma gelmesi,
özellikle bankacılık denetimlerinin yetersiz olduğu durumda bankacılık kesimini krizlere
açık hale getirmiştir. Reinhart ve Rogoff (2010: 58-59), bankacılık krizlerini bir ya da daha
fazla finansal kurumun kapanması, birleşmesi ya da kamu sektörü tarafından
devralınmasıyla sonuçlanan banka hücumları ile açıklamaktadırlar. 1993 Venezüela ve 2001
Arjantin Krizleri bu duruma örnektir. Mishkin’e göre (1999) bankacılık krizleri, genel olarak
finansal sisteme yönelik şokların, ters seçim ve ahlaki risk sorunu doğurmasıyla ortaya
çıkmaktadır. Bu durumda borç ödeme gücüne sahip olanlarla bu güce sahip olmayanların
ayırt edilmesi güçleşmekte, kredi verme faaliyetleri kesilmektedir. Kredilerdeki kesilme,
bireylerin ve firmaların harcamalarını kesmelerine ve dolayısıyla ekonomik faaliyetlerin
daralmasına neden olmaktadır.
Bu çerçevede yukarıda öncü göstergelerine değinilen finansal krizlerin sistemik bir
riske dönüşme olasılığı yüksektir. Sistemik riskler, finansal kesimde yaşanan olumsuz
gelişmelerin ekonominin geneline etki ederek diğer kesimlere yayılması biçiminde
gelişmektedir. Böylece, bankacılık kesiminin bilançolarından kaynaklanan sorunlar
nedeniyle çıkabileceği gibi banka dışı finansal kesimin ya da finansal olmayan kesimin
bilançolarından da kaynaklanabilen finansal krizler, reel ekonomik faaliyetler üzerinde
olumsuz etkilere neden olmaktadır (IMF, 1998: 75). 1990’lı yıllarda yaşanan bölgesel
finansal krizlere benzer biçimde 2008 Küresel Krizi de, Şekil 3.2 ve 3.3’te görüldüğü üzere
bu olguyu destekler niteliktedir. 1994-95 Latin Amerika, 1997 Asya ve 2008 Küresel
Krizleri’nin ardından reel GSYH’daki ani düşüşler, Şekil 3.2 ve 3.3’ten izlenebilmektedir.
Doğu Asya
Krizi
15
Küresel
Finansal Kriz
Kore
5
Endonezya
0
-10
-15
Şekil 3.2. Doğu Asya Ülkelerinde Reel Büyüme Oranları (%)
Kaynak: IFS, 2012.
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
-5
Malezya
1990
Reel GSYİH (%)
10
Tayland
Filipinler
43
15
Latin
Amerika Krizi
Küresel
Finansal Kriz
Arjantin Krizi
Reel GSYİH (%)
10
5
Meksika
0
1 99 0
-5
Arjantin
1 99 2
1 99 4
1 99 6
1 99 8
2 00 0
2 00 2
2 00 4
2 00 6
2 00 8
2 01 0
Brezilya
-10
-15
Şekil 3.3. Latin Amerika Ülkelerinde Reel Büyüme Oranları (%)
Kaynak: IFS, 2012.
Krizlerin neden olduğu üretim kayıpları ise toplulaştırılmış ülke grupları açısından
Çizelge 3.5’te verilmektedir.
Çizelge 3.5. Finansal Krizlerin Neden Olduğu Üretim Kayıpları
Kriz Sayısı
Para Krizleri
Gelişmiş Ülkeler
Gelişmekte Olan Ülkeler
Bankacılık Krizleri
Gelişmiş Ülkeler
Gelişmekte Olan Ülkeler
Kriz Başına Toplam Üretim Kaybı (%
GSYH)
42
116
3.1
4.8
12
42
10.2
12.1
Kaynak: IMF (1998: 79).
Görüldüğü üzere finansal krizler, Doğu Asya ve Latin Amerika gibi GOÜ’lerin
yanında GÜ ekonomilerinde de üretim kayıplarına neden olmuştur. 1990’lı yılların
sonlarında yaşanan finansal krizlerin neden olduğu söz konusu üretim kayıpları, finansal
sistemin yapısındaki bozuklukların bir yansıması olarak değerlendirilmektedir.
Bu çerçevede sözü edilen 1990’lı yılların finansal krizleri, 1980’lerden sonra başlatılan
finansal reformların küresel düzeyde yeniden ele alınmasını gerekli kılmış ve finansal
sistemin yapılandırılmasına yönelik çalışmalar bu doğrultuda hız kazanmıştır. Finansal
sistemin mimarisine ilişkin çalışmalar, uluslararası finansal sistemin krizlere neden olan
kırılgan yapısının iyileştirilmesine ve sağlamlılığının artırılmasına yönelik getirilen
düzenlemeler çerçevesinde sürdürülmektedir. Düzenlemeler, 1990’lı yılların finansal
krizlerini takiben geliştirilerek ve genişletilerek küresel düzeyde ele alınmakta, her ülkenin
uyum sağlaması gerekliliği üzerine şekillendirilmektedir.
44
3.3. İktisat Yazını Araştırması: Kavram ve Amaçlar
Çeşitli aşamalarda farklı sorunlar üzerine odaklanılarak sürdürülen ve halen devam
eden uluslararası finansal sistemin yeniden yapılandırılmasına/ reformuna yönelik süreç,
1994 Meksika Krizi’nden sonra finansal sisteme ilişkin yapısal sorunlar üzerine
odaklanılarak sürdürülmüştür.
1994 yılında Meksika para birimi pesodan kaçışla başlayan finansal kriz ve ardından
Tayland bahtındaki, Kore wonundaki ve Brezilya realindeki büyük değer kaybı, IMF’nin
rolü ve uluslararası parasal düzenlemelerin yeterli olup olmadığı sorusunu gündeme
getirmiştir (Aliber, 2000). Böylece, 1995 yılında G7 ülkelerinin liderleri Halifax Zirvesi’nde
toplanmışlar, toplantıda krizleri önlemek, ortak kriz yönetimi geliştirmek ve düzenleme ve
denetim politikalarında uluslararası işbirliğini artırmak gerekliliği üzerinde durmuşlardır
(Frankel ve Roubini, 2001).
Halifax zirvesinin ardından 1996 yılında G10 ülkelerinin hükümetleri tarafından Rey
Raporu hazırlanmıştır. Rey Raporu’nda, esas olarak kamu borç sorunlarının çözümüne
yardımcı olacak iki öneri sunulmuştur. İlki, ortak eylem hükümlerinin tahvil sözleşmelerine
dahil edilmesi önerisidir. Buna göre, kamu sektöründe borçların yeniden yapılandırılmasına
tahvil sözleşmelerinin de dahil edilmesi ve buna özel sektörün öncülük etmesi istenmiştir.
Ancak özel sektörün kamu sektörüne olan borç ödemelerinde yaşanacak bir aksaklık, döviz
kontrollerini gerektirebilir düşüncesiyle IMF’nin ödenmemiş borçlara kredi sağlaması da
ikinci öneri olarak sunulmuştur (Frankel ve Roubini, 2001; Kenen, 2002).
Bu gelişmelerle birlikte, 1997 Asya Krizi ve 1998 Rusya’daki borçları geri
ödeyememe sorunu, 1998 yılı sonbaharında finansal piyasaları tümüyle kapsayan bozulmaya
öncülük etmiştir. Finansal piyasalardaki istikrarsızlığın küresel düzeyde ve sistemik olduğu,
ulusal düzeyde uygulanan politikaların sorun çözmede yetersiz olduğu öne sürülmüştür. Bu
nedenle, dünya ekonomisini korumak için uluslararası düzeyde daha iyi bir finansal denetim
mekanizması, daha şeffaf bir finansal sistem, tutarlı makroekonomik politikalar, istikrarlı
kur rejimleri ve makroekonomik performansın gözetimi önerileri getirilmiştir. Başka bir
ifade ile finansal sistemin istikrarının uluslararası düzeyde geliştirilmesine yönelik
45
duyarlılıklar artmış ve YFM’nin oluşturulmasına yönelik adımlar atılmıştır21 (Akyüz, 2000;
Davidson, 2000, Wade, 2007). Böylece, çok sayıda yeni reform önerileri getirilmiştir.
YFM kavramının, 2000’li yılların başından beri sıklıkla kullanılmasına rağmen,
kapsamlı ve genel kabul gören bir tanımı yoktur. İktisat yazınında çeşitli yazarlar tarafından
yapılan farklı tanımlar Çizelge 3.6’da gösterilmektedir.
Çizelge 3.6. Yeni Finansal Mimarinin Farklı Tanımları
İktisat Yazını
Griffith-Jones (1999)
Eichengreen (1999)
Helleiner (2000)
Akyüz (2000)
Bingham (2000)
Fanelli ve Medhora (2001)
Haldane ve Kruger (2001)
Soederberg (2002)
Kenen (2002)
Cartapanis ve Herland (2002)
Davidson (2004)
Rana (2010)
Shinasi ve Truman (2010)
Elson (2010)
Yeni Finansal Mimari Tanımları
Küreselleşen finansal sistemin gelişme sürecini destekleyen, uluslararası
kuruluşların etkin bir biçimde yönetimini sağlamaya yönelik,
kurallı/sistemli bir küresel finansal piyasa yolunu açan bakış açılarının
bütünüdür.
Kurumların, yapıların ve politikaların krizleri öngörme, engelleme ve
ortadan kaldırma şeklinde yapılandırılmasıdır.
Düzenleme, denetim ve bilginin geliştirilmesi, gerektiğinde finans
koşullarının büyük ölçüde artırılması girişimleridir.
Küresel ve sistemik istikrarsızlık, ulusal güçlerin sorun çözme
konusundaki yetersizlikleri ve küresel finansal sistemin yeniden
yapılandırılması konusundaki görüş birliğidir.
Uluslararası finansal sistemin istikrarını ve etkinliğini artırmaya yönelik
düzenlemeler setidir.
Finansal koşullardaki oynaklığı gidermek, ulusal düzeydeki riskleri
dağıtmak, sermaye akımlarının aniden durmasını engellemek ve istikrarlı
büyüme ile uyumlu büyük çaplı sermaye akımlarını desteklemek için
oluşturulan çerçevedir.
1990’lı yıllarda yükselen piyasa ekonomilerinde finansal krizlerin ortaya
çıkış sıklığının artmasıyla, hükümetler ve uluslararası kuruluşların
krizlerin neden olduğu tehlikelerin azaltılması amacıyla yaptıkları
müzakerelerdir.
G-7 ülkelerinin uluslararası finansal sistemin güçlendirilmesine yönelik
kurduğu bir dizi kurum ve iletişim aracı önderliğinde izlenen stratejidir
Krizlerin sık tekrarlanma olasılığını azaltmaya yönelik krizden korunma
politikaları ve krizlerin maliyetini azaltmaya yönelik krize çözüm
politikalarıdır.
Neo-Keynesyen ve Neo-liberal ilkeleri biraraya getiren ancak sistemik
risk sorununa bütünüyle cevap bulamamış uzlaşı çalışmalarıdır.
1970’li yıllardakine benzer şekilde devam eden uluslararası finansal
krizlerin yıkıcı etkilerinden tüm ülkeleri korumak ve para sistemi
üzerindeki kalıcı küresel depresyon baskılarını ortadan kaldırmak,
böylece potansiyel küresel tam istihdamın gerçekleştirilme olasılığına
katkıda bulunmaktır.
Küresel ekonomi yönetiminin kurumsal düzeyde yapılandırılmasıdır.
Uluslararası para sisteminin resmi uzlaşma, anlaşma, toplantı ve
kuruluşlarını kapsayan, bunun yanında özel finansal faaliyetlerle ilgili
resmi ve özel toplantıları, anlaşmaları içeren bir yapıdır.
Parasal ve finansal sistemin uluslararası düzeyde etkin biçimde işleyişini
sağlamaya yönelik ortak düzenlemelerin yönetimini kapsamaktadır.
Kaynak: Atıf yapılan yazarlardan derlenmiştir.
Fischer (1999a), yeni bir finansal mimariye yönelik arayışları iki temel nedene bağlamaktadır. Fischer’e
(1999) göre, uluslararası sermaye akımlarının özellikle yükselen piyasa ekonomilerinde fazla oynaklık
göstermesi bu ülkelerde sık aralıklarla krizlerin yaşanmasına neden olmaktadır. 1997 Doğu Asya krizi ve neden
olduğu ekonomik daralma buna en iyi örnektir. Ayrıca yine Doğu Asya Krizi’nin Rusya’da devalüasyona
neden olması ve daha sonra Latin Amerika’ya yayılması bulaşmanın yoğun olduğunu göstermektedir. Söz
konusu gelişmeler, uluslararası finansal sistemin yeniden yapılandırılmasının önemini ortaya koymaktadır.
21
46
Küresel finansal sistemin mimarisinde yeni finansal ortam koşullarına uygun bir
değişikliğe gidilmesi yönünde yapılan çalışmalar ve girişimler özellikle GÜ ve GOÜ’nün
resmi kurumları (G7, G10, G2022, G2223 ve G33 ülkelerinin ekonomi bakanları ve merkez
bankası başkanları), bankaların ve diğer finansal kurumların, uluslararası yardım
birimlerinin, parlamentoların, ticari birliklerin ve finansal olmayan çok taraflı birimlerin
temsilcileri ile uluslararası finansal kuruluşlar tarafından yürütülmektedir (Griffith-Jones,
2003: 437-442). Söz konusu kurumlar, küresel finansal mimarinin katılımcıları olarak
gösterilmektedir.
Eichengreen’e göre (2009), iktisat yazınında YFM reformuna katkıda bulunanlar,
kendi aralarında iki gruba ayrılmaktadırlar.24 Birinci grup, uluslararası finansal sistemin
bütünüyle yeniden biçimlendirilmesini önermekte, ikinci grup ise yükselen piyasalarda
politika uyumlarının önemine vurgu yapmakta ve uluslararası finansal piyasaların
yönetimindeki ve yapısındaki değişimin sınırlı olması gerektiğini savunmaktadır. Fischer’e
göre (1999a), 1994 Meksika ve 1997 Asya Krizleri’nden sonra ortaya konulan reform
önerileri bütünüyle yeni bir sistem yaratmak amacını taşımamakta, uluslararası sistemin
çeşitli katılımcıları tarafından uygulanmak üzere oluşturulan çok sayıda önlemleri
kapsamakta, mevcut sistemi değiştirmek ve sistemin etkinliğini artırmak amacını
taşımaktadır. Söz konusu önlemler içinde, bankacılık sisteminin denetimi için Basel ilkeleri
çerçevesinde yeni standartların getirilmesi, makroekonomik verilere ulaşmada kolaylık
sağlanabilmesi için IMF’nin Özel Veri Yayınlama Standardı (SDDS) çerçevesinde
uluslararası standartların geliştirilmesi, IMF’ye üye olan ülkelere acil finansman desteğinin
(ek rezerv kolaylığı) sağlanması ve IMF’nin finansman kaynaklarının geliştirilmesi öne
çıkanlar arasındadır.
Asya Krizi’nin ardından 1999 yılına gelindiğinde G7 ülkelerinin liderleri Köln Zirvesi
ile yeni küresel finansal mimarinin hedefleri konusunda uzlaşı sağlamışlardır. Buna göre
Köln Zirvesi’nde daha çok GOÜ’lerin finansal sistemlerini güçlendirmek, bu ülkelerde
uygun kur rejimlerinin benimsenmesini sağlamak, sermaye girişlerinin faydalarını artırmak
ve uluslararası kabul edilen standart ve kodlara uyulmasını sağlamak üzerinde
Avrupa Birliği Komisyonu, ABD, Almanya, Arjantin, Avustralya, İngiltere, Brezilya, Çin, Endonezya,
Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan ve
Türkiye G-20 ülkelerini oluşturur.
23
1997 yılında oluşturulan G-22, uluslararası finansal sistemin ve sermaye piyasalarının istikrarını görüşmek
amacıyla ilk kez 1998 yılında toplanmıştır. 1999 yılında yerini önce G-33’e, ardından G-20’ye bırakmıştır.
24
Birinci grubu akademisyenler, ikinci grubu resmi yetkililer oluşturmaktadır (Eichengreen, 2009a).
22
47
durulmuştur25(Frankel ve Roubini, 2001).
Fischer (1999a), önerilen bu değişimlerin
uluslararası finansal sistemdeki üç önemli aktörün eylemlerini gerektirdiğini ifade etmiştir.
Bunlar, yükselen piyasa ekonomilerindeki özel sektör ve hükümetler, sermaye akımlarının
merkezi olan GÜ’deki özel sektör ve hükümetler, son olarak da uluslararası kurumlardır.
Öncelikle krizden korunmaya yönelik olan bu değişim önerileri, uluslararası sistemde
borçlanma ve borç verme düzenlemelerini iyileştirmeye, krizlerin sıklığını ve büyüklüğünü
azaltmaya yönelik olarak tasarlanmıştır. Kriz meydana geldiğinde daha iyi bir kriz yönetimi
de söz konusu düzenlemelerin ikinci ayağını oluşturmaktadır.
Kenen (2002), YFM politikalarını iki amaç etrafında sınıflandırır. Bunlar, krizlerin sık
tekrarlanma olasılığını azaltmaya yönelik krizden korunma politikaları ve krizlerin
maliyetini azaltmaya yönelik krize çözüm politikalarıdır. Ayrıca, yükselen piyasa
ekonomilerinde finansal sistemin sağlamlığını ölçmeye yönelik girişimler, krizlerin sıklığını
azaltmanın yanında şiddetini azaltacak politikalara da öncülük edebilecektir. Ocampo ve
Griffith-Jones (2007) ise, küresel kriz sonrası YFM’nin temel hedefinin; finansal piyasaların
konjonktürü destekleyen (pro-cyclical) etkilerini azaltmak ve gelişmekte olan dünyada
konjonktür karşıtı makroekonomik politikalar uygulayabilme alanı yaratmak olduğunu ifade
ederler.
Söz konusu politika hedeflerini gerçekleştirme konusunda ise ülke grupları, bankalar
ve diğer finansal kurumlar arasında farklılıklar olduğu dikkat çekmektedir. Bu çerçevede,
finansal sistemin düzenlenmesinde tarafların hedeflerine yönelik sınıflandırma Çizelge
3.7’de verilmektedir.
Uluslararası standartlar ve standartların gelişimi 1990’lardaki finansal krizler karşısında ve yeni bir finansal
mimari ihtiyacına yönelik tartışmalar sonucunda ortaya çıkan uluslararası finansal mimarinin önemli bir
unsurudur. Uluslararası standartlar sistemine destekleyici ve koordine edici hizmet sağlayan kurum öncelikli
olarak Finansal İstikrar Forumu’dur. Bundan başka IMF, DB ve BIS gibi uluslararası kurumların yanında
OECD gibi diğer uluslararası resmi kuruluşlar da belirli alanlarda standartlar setine, uygulamaya ve gözetime
dahil edilmiştir (Arner ve Buckley, 2010). Uluslararası standartlardan beklenen sonuçlar beş grup altında
sınıflandırılmaktadır. Bunlar; finansal kurumların sermaye, likidite ve kaldıraç standartlarının belirlenmesi,
birbirine geçmiş sınırötesi finansal kurumların ayrışması, finansal kurumların eksikliklerinin giderilmesi,
finansal kurumların ya da finansal piyasaların önem derecesinin belirlenmesidir (Schinasi ve Truman, 2010).
25
48
Çizelge 3.7. Uluslararası Finansal Mimaride Taraflar ve Hedefleri
Taraflar
Gelişmiş ülke
hükümetleri
Gelişmekte
olan
ülke
hükümetleri
Bankalar
ve
diğer finansal
kurumlar26
İkincil Hedefler
Ana Hedefler







Kendi ekonomilerinde ve diğer büyük ülke
ekonomilerinde büyüme
Kendi finansal sektörlerinin elde edeceği kârlar
Uluslararası finansal istikrar ve piyasa etkinliği
Kendi ekonomilerinde büyüme
Uluslararası finansal istikrar ve piyasa etkinliği
İstikrar ve yeterli ölçüde sermaye akımları
Büyük çaplı kâr elde etme





Gelişmekte olan ülkelerde
büyüme
Uluslararası
finansal
krizleri önleme
Gelişmiş
ülkelerde
büyüme
Uluslararası
finansal
istikrar
Gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde büyüme
Kaynak: Griffith-Jones (2003: 443).
Çizelge 3.7’ye göre, küresel finansal mimaride üç temel alanda asimetrik durum dikkat
çekmektedir. Öncelikle, GOÜ’ye karşı güçlü bir reform baskısı varken, uluslararası alandaki
reformlar yetersizdir. İkincisi, finansal etkinlik sağlamaya yönelik politikalardan çok krizleri
önlemeye ve yönetmeye yönelik politikalar öne çıkmaktadır. Üçüncü asimetrik durum,
GOÜ’den çok GÜ ve özel piyasa aktörleri daha fazla temsil edilmektedir (Griffith-Jones,
2003: 439). Ancak, taraflar temelde iktisadi büyümeye ve finansal sistemin istikrarına
odaklanmakta, politika arayışlarında ortak bir zeminde buluşmaktadırlar.
YFM hedeflerine yönelik oluşturulan politikalarda üzerinde önemle durulan unsurlar,
iktisat yazınında kısmen ortak noktada birleşmekte, kısmen farklılaşmaktadır. Griffith-Jones
(2003: 437-442) finansal sistemin mimarisinin unsurlarını uluslararası kredi ve sermaye
piyasalarının düzenlenmesi ve güçlendirilmesi, şeffaflığın arttırılması, kriz dönemlerinde
yeterli likiditenin sağlanması (son borç başvuru mercii), uluslararası düzeyde borçları
düzenleyecek mekanizmaların geliştirilmesi ve kalkınmanın finansmanı için yeni
mekanizmaların yaratılması biçiminde sıralamaktadır. Fischer ise, krizden korunma ve kriz
yönetimi için özellikle beş anahtar unsur üzerinde durmaktadır. Bunlar; döviz kuru sistemi
tercihini de içeren makroekonomik politikalar, bilginin daha iyi sağlanması, bankacılık
sisteminin (daha geniş bir biçimde finansal sistemin) güçlendirilmesi, banka iflas kanunlarını
da içerecek biçimde kurumsal finansın güçlendirilmesi ve olası geriye dönen sermaye
akımlarına yönelik önlemlerin ele alınmasıdır (Fischer, 1999b). Uluslararası kurumlar ise
genellikle zayıf yurtiçi finansal sistem, ihtiyatsız borç verme ve borçlanma, makroekonomi
Finansal sistemin düzenlenmesinde, bankalar ve diğer finansal kurumlar arasında ayırım yapıldığı
görülmektedir. Çünkü aralarında risk profilleri ve sistemik etkiler açısından farklılıklar bulunmaktadır.
Bankacılık alanındaki düzenlemeler, sistemik riskleri ortadan kaldırmak ya da azaltmak üzerine kurulmuştur.
Sermaye piyasaları ile ilgili düzenlemeler ise, yatırımcıların korunmasına ve piyasa katılımcıları arasında eşit
rekabet koşullarının sağlanmasına yönelik biçimlendirilmiştir (Delice, Doğan ve Uzun, 2004).
26
49
ve döviz kuru politikalarında tutarsızlık ve piyasalarda likidite sıkışıklığı sorunlarına
odaklanmaktadırlar (Summers, 1999).
Akyüz (2000), birbiri ardına yapılan müzakerelerdeki temel unsurları yedi başlık
altında toplamıştır. Buna göre finansal krizlerin önlenmesine ve yönetilmesine yönelik
alınan önlemlerin ana başlıkları; standartlar ve şeffaflık, finansal düzenleme ve denetleme,
sermaye akımlarının yönetilmesi, döviz kuru rejimleri, ulusal politikaların gözetimi,
uluslararası likidite ve borçların düzenli biçimde işlemesinden oluşmaktadır. Akyüz’e göre
söz konusu alanlardaki reformlar, halen devam eden süreçte ve Bretton Woods kurumlarının
(özellikle IMF’nin) yönetiminde büyük ölçüde değişime gidilmesini öngörmektedir.
YFM’ye yönelik unsurların çeşitli ve farklı boyutlarda olduğu görülmektedir. Söz
konusu unsurlar küresel düzeyde bir uyumlaştırmayı hedeflese de ülkelerin bu çerçevede
ulusal düzeyde uygulayacakları düzenlemeler ve bunların kendi finansal sistemlerinde
yaratacağı etkiler, incelenmesi gereken önemli bir araştırma konusu olmaktadır. Küresel
düzeyde bazı standart ve kodlara bağlı olarak 1997 Asya Krizi’nden sonra ağırlık kazanan
YFM çalışmaları, 2008 Küresel Krizi’nin ardından yeniden ele alınmış ve geliştirilerek
sürdürülmeye devam etmiştir.
3.4. Yeni Küresel Finansal Mimari: 1998-2007 Dönemi
YFM çerçevesinde küresel para sistemine yönelik öneriler, gerçekte henüz adım
atılmamış önlemler kapsamında olduğundan, YFM düzenlemelerine ilişkin bu çalışmanın
kısıtını
oluşturmaktadır.
Gerçekleştirilen
somut
düzenlemeler
finansal
sistemin
güçlendirilmesine yönelik olduğundan, çalışmada ağırlıklı olarak bu konuya yer verilecektir.
Reformların
ilk
ayağını
düzenleme
ve
denetleme
kurumlarının
yeniden
yapılandırılması ve güçlendirilmesi oluşturmakta, finansal piyasalardaki oynaklıkların
azaltılması amacıyla finansal sistemin (ağırlıklı olarak bankacılık sisteminin) düzenlenmesi
ise ikinci ve diğer önemli ayağını oluşturmaktadır.
3.4.1. Denetim ve gözetim çerçevesine ilişkin düzenlemeler
Denetim ve gözetim çerçevesinin güçlendirilmesi, uluslararası kuruluşlar tarafından
belirlenen standartlar çerçevesinde yürütülmektedir.
50
3.4.1.1. Uluslararası kuruluşlar ve üstlendikleri roller
1997
Asya
Krizi’nden
sonra,
finansal
kesimin
yönetimindeki
zayıflığın
iyileştirilmesine yönelik olarak uluslararası birliklerin ilk ele aldıkları aşama, uluslararası
standartların ve ilkelerin uygulanması ve geliştirilmesi olmuştur. Uluslararası standartlar,
yeni bir finansal mimari ihtiyacına yönelik tartışmalar sonucunda ortaya çıkan küresel
finansal sistemin yapılandırılmasında yeni bir unsurdur.
Bu çerçevede bankacılık alanında Basel Komitesi tarafından, denetim otoriteleri için
minimum standartlar getiren Etkin Bankacılık Denetim İlkeleri (Core Principles for
Effective Banking Supervision) geliştirilmiştir. IOSCO’nun geliştirdiği standartlar, hisse
senedi piyasalarını düzenlemeye yönelik evrensel ilkeler oluşturmakta ve standartların
kamuoyuna açıklanması konusunu iyileştirmeye çalışmaktadır. Uluslararası Denetim
Standartları Komitesi (IASC), denetim standartlarının küresel düzeyde uyum içinde olmasını
sağlamak amacıyla bir dizi standartlar yayımlamıştır. Yurtiçi banka iflas kanunlarını
uyumlaştırmaya yönelik girişimlerde ise DB öncü rol oynamaktadır (Fischer, 1999a).
Standartların geliştirilmesi, finansal sistemin mimarisinde sürecin kolaylaştırılması ve
uygulanabilirliğinin teşvik edilmesi açısından önem taşımaktadır. Ancak bu durum, uygun
teşvikler ve uluslararası gözetim gerektirmektedir. Uluslararası gözetim, ulusal ve
uluslararası düzenleyici yapıdaki uzmanların da desteği ile büyük ölçüde IMF tarafından
yürütülmektedir. DB ve IMF içindeki finansal sektör uzmanlarının, finansal sektöre yönelik
değerlendirmelerinin sonuçları üye ülkelere finansal sistemlerini güçlendirme konusunda
yardımcı olmaktadır. IMF ayrıca bir şeffaflık raporu hazırlamakta, bu rapor veri ve politika
şeffaflığı için çeşitli standartları hangi ülkelerin ne kadar karşıladığını belirlemektedir
(Fischer, 1999b).
1997 Asya Krizi’nden sonra finansal sistemin istikrarına yönelik oluşturulan
uluslararası finansal standartlar sisteminin nitelikleri şunlardır (Arner ve Buckley, 2010);
 Düzenleyici sistemin anahtar unsurları hakkında uluslararası bir fikir birliği
oluşturmak,
51
 Basel Komitesi, IOSCO, IASC ve IAIS gibi uluslararası kuruluşlarla güvenilir
ilkeler ve uygulamalar geliştirmek,
 Sağlam bir denetim sistemi, daha iyi bir kurumsal yönetim ve güçlü bir finansal
sistem için piyasa disiplinini ve piyasa kanallarını kullanmak,
 Güvenilir ilke ve uygulamaların yerine getirilmesi ve kabul edilmesi için IMF ve
DB gibi çok taraflı kuruluşlarca denetimin sağlanması.
Bu çerçevede küresel finansal sistemin reformu için akademik ve resmi yetkililer
tarafından yeni bir Bretton Woods yapılanmasına gidilmesi27 ve sınırötesi faaliyetleri
düzenleyecek, dünya ölçeğinde bir Finansal Hizmetler Otoritesi oluşturulması önerilmiştir.
Bu öneriler çoğunluğun desteğini alamadığı için yeni kurumlar oluşturmak yerine mevcut
uluslararası finansal kurumların ve gruplaşmaların daha etkin bir biçimde yapılanmaları ve
aralarındaki bağların güçlendirilmesi yönünde ortak kabul oluşmuştur. Denetim otoriteleri
ve onların oluşturduğu Basel Komitesi ve IOSCO gibi uluslararası gruplaşmalar ile merkez
bankaları, IMF, DB, OECD ve BIS’in bir araya geldiği bir Finansal İstikrar Forumu
(Financial Stability Forum; FSF) oluşturulmuştur.28
FSF, 1999 yılında finansal gözetim ve denetim altında uluslararası işbirliği ve bilgi
paylaşımı yoluyla G7 ülkelerinin başkanlarınca toplanmıştır. Uluslararası finansal istikrarı
artırmak, piyasaların işleyişini geliştirmek, finansal piyasalarda gözetim ve denetim altında
Eichengreen (2004), dünya ekonomisinin 1960’lı yıllardan beri oldukça fazla değiştiğini öne sürerek, yeni
bir Bretton Woods düşüncesini eleştirmektedir. Herşeyden önce, Asya ve Avrupa ülkeleri yeni bir çevre (new
periphery) oluşturmuşlardır. 1960’larda Avrupa ülkeleri, Avrupa Birliği’ne giden süreci Avrupa Ekonomik
Topluluğu yoluyla açmışlar, bundan sonra ABD ile ve kendi içlerinde sürekli dayanışma içinde olmuşlardır.
İkincisi, küresel bir rezerv para konusunda 1960’lı yıllara göre daha çeşitli öneriler vardır. Bu çeşitlilik, merkez
bankalarının tuttukları rezerv para dolayısıyla uğradıkları sermaye kayıpları açısından önemlidir. Örneğin,
dolardan sonra ikinci önemli rezerv para olarak İngiliz para birimi öne çıkmış, Fransız frangı da rezerv para
olarak dikkat çekmiştir. Bunlardan farklı olarak bugün öne çıkan rezerv para ise eurodur. Euro cinsinden
menkul kıymetler, merkez bankalarına ABD hazine bonoları karşısında çekici bir seçenek sağlamıştır. Buna
ek olarak Asya merkez bankaları ve hükümetleri bölgesel bono piyasalarının gelişimine yönelik girişimlerde
bulunmuşlardır. Bu çerçevede Asya Bono Fonu’nu, Asya Bono Piyasası Girişimi takip etmiştir. Üçüncüsü,
1960’lı yıllarda ABD, faiz eşitleme vergisi kullanırken, diğer yabancı hükümetler de özel portföy yatırımlarının
yeniden dağılımını sınırlayacak kontroller ve düzenlemeler getirmiştir. Bugün ise tersine, uluslararası finansal
piyasalar ve işlemler daha kontrolsüz ve daha açıktır. Dördüncüsü, bugün yurtiçi finansal piyasalar 1960’lı
yıllara göre daha fazla büyümüştür. 1970’li yıllardan sonra ortaya çıkan finansal deregülasyon ticareti yapılan
mallar sektöründe, gerçekleşen sermayeyi tasarrufa dönüştürme olanağını sınırlamıştır. Bugün daha çeşitli ve
deregüle edilmiş finansal ortam nedeniyle, düşük faiz oranlarıyla elde edilen bol miktardaki krediler ticarete
konu olmayan mal sektörüne ve özellikle emlak piyasasına gitmektedir.
28
FSF; ulusal yetkililer, uluslararası finansal kurumlar, diğer uluslararası kuruluşlar, düzenleyicilerin ve
denetçilerin oluşturduğu uluslararası özel sektör grupları ve merkez bankası uzmanlarının oluşturduğu beş
komitede yer alan beş farklı üye grubunu içermektedir.
27
52
uluslararası işbirliği ve bilgi paylaşımını yaygınlaştırma yoluyla sistemik riski azaltmak
FSF’nin temel önerileri arasında yer almıştır (Liberi, 2003; Arner ve Buckley, 2010). FSF,
2009 yılında yapılan Londra Zirvesi’nden sonra, bazı yeni gelişen ekonomileri de bünyesine
katarak ve daha güçlü bir kurumsal temel üzerine oturtularak Finansal İstikrar Kurulu
(Financial Stability Board; FSB) adını almıştır. FSB’nin daha fazla üyeye sahip olması ile,
uluslararası standartlara daha ilkeli bir biçimde odaklanılacağı, yükselen piyasa
ekonomilerinin seslerini daha iyi duyurabileceği öne sürülmüştür.
FSF ile oluşturulan yeni standartlar; bankacılık denetiminin temelini oluşturan
standartları, bankaların risk yönetim sistemlerini ve finansal muhasebe ve şirket yönetimini
geliştirmek amacıyla getirilmiştir. Bunun yanında IMF’nin rolünün geliştirilmesi
kararlaştırılmış, bu amaçla IMF’ye özel veri dağıtım standartları (special data dissemination
standarts; SDDS), koşullu kredi kolaylığı (contingent credit line; CCL) 29 ve karşılıklı
müzakereleri yürütme görevleri verilmiştir. IMF ve DB, 1999’da standart ve kodların
incelenmesi başlığı altında Standart ve Kodlara Uyum Raporları (ROSCs) yayımlamaya
başlamış ve FSAP’nin yayımlanmasını üstlenmişlerdir. Bu raporlar; standartlara uyum,
finansal sistemin istikrarı ve finansal sektör için gerekli olan reformlar olmak üzere üç
bileşenden oluşmaktadır (Wade, 2007). Bununla birlikte IMF, Destekleyici Rezerv Kolaylığı
(Supplementary Reserve Facility; SRF)’nı da bünyesine dahil etmiş, krizdeki ülkelere cezai
faiz oranlarından büyük çaplı kısa vadeli borç vermeye başlamıştır.
DB, Basel Komitesi ve Finansal Eylem Görev Grubu’nun (Financial Action Task
Force; FATF) ortaya koyduğu ve IMF’nin de onayladığı finansal sistemin anahtar standart
ve kodları, katılımcıları ve hedefleri Çizelge 3.8’de gösterilmektedir.
CCL, her bir ülkenin krizden etkilendiği durumlarda faydalanabilecekleri (koşullu) kredi olanağını
oluşturmaktadır. IMF, CCL’nin yalnızca ekonomisi iyi olan, uluslararası standartlarla uyumlu, dış borcunu iyi
yöneten ülkelere uygun olduğu belirtmiştir (Fischer, 1999).
29
Çizelge 3.8. Finansal Mimarinin Anahtar Standartları ve Kodları, Aktörleri ve Üstlendikleri Roller
KONU ALANI
STANDART VE KODLAR
Makroekonomik Politika ve Veri Şeffaflığı
Parasal
ve
Finansal Parasal ve Finansal Politika Şeffaflığını
Politikalarda Şeffaflık
İyi Uygulama İlkeleri
Maliye
Şeffaflık
Politikasında
Veri Şeffaflığı
İLGİLİ KURULUŞ
IMF
Mali Şeffaflığı İyi Uygulama İlkeleri
IMF
Özel Veri Yayınlama Standardı (SDDS)
IMF
Genel Veri
(GDDS)
Kurumsal Altyapı ve Piyasa Altyapısı
Yayınlama
Standardı
Borç Ödeme Güçlüğü ve
Kreditör Hakları
Etkin Borç Ödeme Güçlüğü Sisteminin
İlkeleri ve Klavuzları
Kurumsal Yönetim
HEDEF
- Parasal ve finansal politikalar konusunda daha fazla bilgi ve
güvenilir veri elde etme, verileri etkin kullanma
- Kriz riskini azaltma
- Makro ekonomik politikalar konusunda daha fazla bilgi ve
güvenilir veri elde etme, verileri etkin kullanma
- Kriz riskini azaltma
- Parasal, finansal ve makro ekonomik politikalar konusunda daha
fazla bilgi ve güvenilir veri elde etme, verileri etkin kullanma
- Kriz riskini azaltma
DB
- Önemli boyuttaki likidite sıkışıklığı karşısında ve kreditör hakları
sistemi konusunda kılavuzluk etme ve ilkeler geliştirme
Kurumsal Yönetimin İlkeleri
OECD
Muhasebe Standartları
Uluslararası Muhasebe Standartları
IASC
Denetim
Uluslararası Denetim Standartları
- Ülke hükümetlerine kurumsal yönetim için oluşturdukları yasal,
kurumsal ve düzenleyici çerçeveyi geliştirme ve değerlendirme
çabalarında destek olma
- Yatırımcılara, kurumlara ve kurumsal yönetimi iyi geliştirme
sürecinde rolü olan diğer yapılara hisse senedi piyasası konusunda
kılavuzluk etme, öneriler sunma
- Finansal durum tablolarında şeffaf ve karşılaştırılabilir bilgiyi
sağlayan, yüksek kalitede anlaşılabilir ve uygulanabilir küresel
muhasebe standartları geliştirme
- Ulusal ve uluslararası muhasebe standartlarını birbirine
yaklaştırma
- Ekonomik ve finansal sistemin etkin işleyişine yönelik önlemler
alma
- Ekonomik faaliyetlerin ulusal düzeyde en iyi biçimde
yürütülmesini sağlama
- Ülkelerin küresel ekonomiyle bütünleşmelerini sağlama
30
IFAC30
53
International Federation of Accountants (Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu).
54
Çizelge 3.8. (devam). Finansal Mimarinin Anahtar Standartları ve Kodları, Aktörleri ve Üstlendikleri Roller
KONU ALANI
STANDART VE KODLAR
İLGİLİ KURULUŞ
Ödemeler Sistemi
Sistematik Açıdan Önemli Olan
Ödemeler Sistemi İçin Temel İlkeler
CPSS31
Kara Para Aklama
Kırk Adet Öneri
FATF
HEDEF
Etkin, açıklanabilir, şeffaf ve sağlam bir hukuksal temele sahip,
kredi ve likidite riski yönetiminin açıkça tanımlandığı, finansal
risklerin farkındalığının sağlandığı, merkez bankasında kayıtlı
varlıkların kullanılabildiği, ekonomik olarak verimli bir ödeme
kanalına sahip ödeme sistemleri oluşturma
- Yurtiçi borç ödeme güçlüğü kanununun tasarımı için öneriler
getirme
Finansal Düzenleme ve Denetim
Bankacılık Denetimi
Etkin Bankacılık Denetiminin Temel
İlkeleri
BCBS
- Modern küresel ekonominin devamını sağlamak için bankalarda
düzenleme ve denetimi artırma
- Risk yönetimini güvence altına alma
- Zorluklar karşısında bankalara yardımcı olacak düzenlemeler
getirme
Menkul
Kıymetlerin
Düzenlenmesi
Menkul Kıymetleri Düzenleme İlkeleri
ve Amaçları
IOSCO
- Modern küresel ekonominin devamını sağlamak için finansal
kurumlarda düzenleme ve denetimi artırma
- Risk yönetimini güvence altına alma
- Zorluklar karşısında kurumlara yardımcı olacak düzenlemeler
getirme
Mevduat Sigorta Denetimi
Mevduat Sigorta Denetim İlkeleri
IAIS
- Modern küresel ekonominin devamını sağlamak için finansal
kurumlarda düzenleme ve denetimi artırma
- Risk yönetimini güvence altına alma
- Zorluklar karşısında kurumlara yardımcı olacak düzenlemeler
getirme
Kaynak: DB (2001:13-15), Bird ve Rajan (2002: 54), Goldstein (2005b: 389), IMF (2002), FSF (2000), OECD (2004: 11)’den derlenmiştir.
31
Committee on Payment and Settlement Systems (Ödeme ve Denkleştirme Sistemleri Komitesi).
55
Çizelge 3.8’de görüldüğü üzere uluslararası finansal kurumların görevi, finansal
sistemin gelişmesini ve bütünleşmesini sağlamaya yardımcı olmaktır. Fischer’e göre (1999a)
söz konusu çalışmalar genel olarak şu amaçlarla yürütülmektedir: i) ülkelerin bankacılık ve
diğer ilgili standartlara uyum konusunda teşvik edilmesi yoluyla finansal sistemlerini ve
ekonomi politikalarını güçlendirmek, ii) piyasalara ve kamuya daha iyi bilgi sağlanması
konusunda ülkeleri teşvik etmek, iii) ekonomik ve finansal gelişmelerin ve politikaların
gözetimini
iyileştirmek,
iv)
uluslararası
finansal
kurumların
likidite
sağlama
yöntemlerindeki değişikliğe dikkat çekmektir. Bu sistemin dört aşaması vardır. İlk aşamada,
G7, G8 ve G10 aracılığıyla bir yapı oluşturulmuştur. 2008 Küresel Krizi’nden önce politik
düzeyde G7 ve G8, sürecin çerçevesini çizmiş ve işleyişi konusuna odaklanmış, G10
detayların incelenmesini başlatmış ve G20 gibi diğer gruplar çeşitli yönlerden sürece dahil
edilmişlerdir. İkinci aşamada, uluslararası standartlar seti yer almaktadır. Bu çerçevede FSF
ve BIS, standartlar setinin belirlenmesi sürecinde öncelikli olarak koordine etme/eşgüdüm
sağlama rolünü üstlenmişlerdir. Üçüncü aşama, standartların uygulanması aşamasıdır.
Standartların uygulanması çok sayıda uluslararası ve bölgesel kaynaklar yoluyla ve teknik
destek ile uygulanmaktadır. Son aşamada, standartların uygulanıp uygulanmadığına yönelik
denetime odaklanılmıştır. Denetimler, DB tarafından ve IMF’nin bünyesindeki FSAP
yoluyla yapılmaktadır (Arner ve Buckley, 2010).32
Crockett (2010), piyasa aktörlerine dayalı bir uluslararası sistemin yalnızca hafif
dokunuş düzenlemeleri (light touch regulation) yoluyla yönetilmesini, istikrarsız finansal
dengesizlikleri önlemek için yeterli olmadığı noktasında eleştirmektedir. Ona göre birden
çok yetkili arasında paylaştırılan, sistemik öngörüden sorumlu kurumsal bir mimarinin daha
etkin bir işbirliğine ihtiyacı vardır. Öte yandan, bazı ülkelerin ya da yapıların karar verme
sürecinin dışında tutulması, sistemin etkinliğine ve meşruluğuna zarar vermektedir. Bu
nedenle küresel finansal mimarinin tasarımında söz konusu yetersizlikler göz önüne
alınmalıdır. Griffith-Jones’a göre (1999) ise en önemli sorun, finansal piyasaların etkin bir
biçimde yönetilmesi için yeni küresel kurumların gerekli olması, ancak bu mekanizmayı
yaratacak küresel bir devletin, ulusal hükümetler için de siyasi bir sürecin mevcut
olmamasıdır. Bu nedenle, gelişme sürecini destekleyecek, kurallı/sistemli bir küresel
Ocampo ve Griffith-Jones’a göre (2007:6), gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında, uluslararası
finansal kurumların öncelikli görevi, finansal piyasaların konjonktür uyumlu etkilerini azaltmak ve konjonktür
karşıtı makroekonomik politikalar için politika alanı yaratmak olmalıdır.
32
56
finansal piyasa yolunu açan uygun bir küresel finansal mimari bakış açısı geliştirmenin
önemini vurgulamaktadır.
3.4.1.2. Basel Bankacılık Denetim Komitesi ve faaliyetleri
Bankacılık düzenleme ve denetimlerinin uluslararası alanda gerçekleştirilmesine
yönelik olarak 1974 yılında BIS çatısı altında G10 ülkelerinin merkez bankası başkanları
tarafından BCBS (Basel Komitesi) oluşturulmuştur. Basel Komitesi, uluslararası finansal
standart belirleyici en eski ve en öne çıkan yapıdır. 1970’li yıllarda Bretton Woods
sisteminden sonra uluslararası finansal piyasaların kontrolsüz biçimde genişlemesi ve bu
sebeple “europiyasalar” olarak adlandırılmasının ardından Herstatt adlı bir Alman
Bankası’nın iflası, Basel Komitesi’nin kurulmasına öncülük etmiştir (Giovanoli, 2009).
Türkiye’nin de içinde bulunduğu, 27 üyesi olan ve yılda üç veya dört defa toplanan
Komite’nin amacı, bankacılık denetimiyle ilgili hususların anlaşılmasının kolaylaştırılması
ve dünya genelinde bankacılık denetiminin kalitesinin iyileştirilmesi yönünde işbirliğinin
sağlanmasıdır. Komite, çalışma hedeflerini, uluslararası denetimi kapsayan iki temel ilke
konusundaki boşlukları kapatmak yönünde belirlemiştir. Bunlar; yabancı bankacılık
kuruluşlarının tamamının denetime tabi olması ve yeterli ölçüde denetim yapılmasıdır. Basel
Komitesi’nin herhangi bir uluslarüstü resmi denetim yetkisi olmamakla birlikte üye ülkelere
karşı da yasal bir yaptırım gücü bulunmamaktadır. Komite, geniş kapsamlı denetim
standartları oluşturmakta ve bunları ülkelere tavsiye ederek uluslararası düzeyde düzenleme
uygulamalarının
uyumlaştırılmasına
çalışmaktadır.
Standartların
uygulanıp
uygulanmayacağı veya ne ölçüde uygulanacağı ise tamamen ülkelerin kendi denetim
otoritelerinin yetkisine bırakılmıştır (BCBS, 2009a).
Komite, 1975 yılında hazırladığı ilk “Concordat” dokümanını genişleterek 1983
yılında yayımlamış, bankaların dış ülkelerdeki şubelerini de kapsayacak biçimde denetim
sorumluluğunun paylaşılmasına ve denetleyici otoriteler arasında ortak girişimin
başlatılmasına yönelik ilkeleri belirlemiştir. Bununla birlikte Komite içerisinde, uluslararası
bankacılık sisteminin istikrarının güçlendirilmesine yönelik çokuluslu bir uzlaşının
gerekliliği ve rekabet eşitsizliğinin kaynağı olduğu gerekçesiyle ülkeler arasındaki sermaye
yeterliliğine ilişkin farklılıkları kaldırma ihtiyacı olduğu kabul görmüştür. Bunun üzerine
1988 yılında G10 ülkelerinin de onay verdiği Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel Capital Accord)
diğer adıyla Basel-I yayımlanmıştır. 1990 yılında, farklı ülkelerdeki banka denetçileri
arasındaki bilgi akışının geliştirilmesi kararı alınmış, 1992 “Concordat” dokümanında ise
Minimum Standartlar adı altında temel ilkeler belirlenmiştir. Komite’nin 1996 yılında
57
düzenlediği Uluslararası Bankacılık Denetçileri Konferansı’nda, uluslararası bankaların
sınır ötesi işlemlerinin etkin denetimi için hazırlanan rapor, katılan tüm ülke denetçileri
tarafından onaylanmıştır.
1997 yılında 25 maddeden oluşan “Etkin Bankacılık Denetimi İçin Temel İlkeler”i
yayımlayan ve uygulamaya koyan Komite, 1990’lı yılların sonlarındaki finansal krizlerden
sonra daha sağlam bankacılık denetim standartlarına odaklanmış ve 1999 yılında Basel-II
adıyla Yeni Sermaye Çerçevesi hazırlayarak 2004 yılında nihai anlaşma metnini
yayımlamıştır. Bu arada etkin bankacılık ilkeleri üzerinde çalışan Komite, kapsamının
genişletilmiş halini yine 25 madde biçiminde 2006 yılında hazırlamıştır. 2008 Küresel
Krizi’nin etkisiyle menkul kıymetleştirme işlemleri ve bilanço dışı araçlar ile ilgili olarak
Basel-II sermaye çerçevesini güçlendirecek dokümanın ise 2009 yılında revize edileceğini
belirterek Basel-III adı altında onaylamıştır (BCBS, 2009b). Komite’nin Aralık 2011’de
revize ettiği etkin bankacılık denetim ilkelerine ilişkin doküman Mart 2012’de
yayımlanmıştır.
Çizelge 3.9 Etkin Bankacılık Denetimi İçin Temel İlkeler:
Karşılaştırması
2006 Yılı ile 2012 Yılı
2006 Yılında Yayımlanan İlkeler
2012 Yılında Revize Edilmiş İlkeler
Denetim Otoritelerinin Denetim Gücü, Sorumlulukları ve İşlevleri
1) Bankacılık düzenleme ve denetim otoritesinin amaçları, 1) Bankacılık düzenleme ve denetim otoritesinin sorumlulukları,
bağımsızlığı, gücü, şeffaflığı ve işbirliği
amaçları ve gücü
2) Bağımsızlığı, hesapverebilirliği, denetçiler için kaynak ve yasal
koruma
3) İşbirliği ve eşgüdüm
2) İzin verilen bankacılık faaliyetleri
4) İzin verilen bankacılık faaliyetleri
3) Bankacılık lisans kriterleri
5) Bankacılık lisans kriterleri
4) Önemli ortaklık paylarının devri
6) Önemli ortaklık paylarının devri
5) Büyük yatırım ve şirket alımı kararları
7) Büyük yatırım ve şirket alımı kararları
19) Denetim yaklaşımı
8) Denetim yaklaşımı
20) Denetim teknikleri
9) Denetim teknikleri ve araçları
21) Denetim raporları
10) Denetim raporları
23) Denetim otoritelerinin düzeltici ve iyileştirici güçleri
11) Denetim otoritelerinin düzeltici ve müeyyide güçleri
24) Konsolide denetim
12) Konsolide denetim
25) Sınırötesi bankacılık
13) Sınırötesi bankacılık
Bankalar İçin İhtiyati Düzenlemeler ve Yükümlülükler
14) Kurumsal yönetişim
7) Risk yönetim süreci
15) Risk yönetim süreci
6) Sermaye yeterliliği
16) Sermaye yeterliliği
8) Kredi riski
17) Kredi riski
9) Sorunlu varlıklar, karşılıklar ve rezervler
18) Sorunlu varlıklar, karşılıklar ve rezervler
10) Kredi limitleri
19) Yoğunlaşma riski ve kredi limitleri
11) Banka hâkim ortakları ve kredi limitleri
20) Banka hâkim ortakları ile ilgili işlemler
12) Ülke ve transfer riskleri
21) Ülke ve transfer riskleri
13) Piyasa riski
22) Piyasa riski
16) Vadeye kadar elde tutulacak portföyün faiz riski
23) Vadeye kadar elde tutulacak portföyün faiz riski
14) Likidite riski
24) Likidite riski
33
15) Operasyonel risk
25) Operasyonel risk
17) Banka içi kontrol ve denetim
26) Banka içi kontrol ve denetim
22) Hesapverebilirlik ve açıklık
27) Finansal raporlama ve dış denetim
28) Açıklık ve şeffaflık
18) Finansal hizmetlerin kötüye kullanılması
29) Finansal hizmetlerin kötüye kullanılması
Kaynak: BCBS, Core Principles for Effective Banking Supervision (2011a).
BDDK’nın 2001 tarihinde yayımlanan “Bankaların İç Denetim ve Risk Yönetimi” hakkındaki
yönetmeliğinde operasyonel risk; “banka içi kontrollerdeki aksamalar sonucu hata ve usulsüzlüklerin gözden
kaçmasından, banka yönetimi ve personeli tarafından zaman ve koşullara uygun hareket edilmemesinden,
banka yönetimindeki hatalardan, bilgi teknolojisi sistemlerindeki hata ve aksamalar ile deprem, yangın, sel gibi
felaketlerden kaynaklanabilecek kayıplara ya da zarara uğrama ihtimali” olarak tanımlanmaktadır.
33
58
Komite’nin, 2008 Küresel Kriz’in etkisiyle en son 2006 yılında hazırladığı temel
ilkeler metninde bazı değişikliklere gittiği görülmektedir. Komite, denetim otoritelerinin
yüklendikleri sorumlulukları genişletmiş, bankalar için kurumsal yönetişim ilkesi
getirmiştir. Önceden sayısı 25 olan temel ilkelerin sayısı 2012 yılında 29’a çıkarılmış,
bankaların ihtiyati yükümlülüklerine ayrı bir yer açılmıştır.
Komite’nin bankacılık sistemi için geliştirdiği temel ilkeler, aynı zamanda 1999
yılından beri IMF ve DB tarafından FSAP yoluyla ülkelerin bankacılık denetim sisteminin
etkinliğinin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. FSAP iki unsuru içermektedir. Bunlar;
IMF’in sorumluluğu altında olan finansal istikrarın değerlendirilmesi ve DB’nın
sorumluluğunda olan finansal gelişmenin değerlendirilmesidir. IMF, FSAP’yi 1990’lı
yılların sonlarında yaşanan finansal krizlerden sonra ülkelerin finansal sektörünün reformu
ve gelişmesi ihtiyacına dikkat çekerek oluşturmuştur. Bu çerçevedeki değerlendirmeler,
finansal sektör denetiminin ve kalitesinin uluslararası standartlara yakınlaştırılması,
sektörün önündeki engeller, bankaların kalitelerinin gözden geçirilmesi ve stres testi gibi
konuları kapsamaktadır (IMF, 2013).
3.4.2. Bankacılık düzenlemeleri
Bankacılık sistemine yönelik düzenlemelerin öncelikli amacı, küçük mevduatçılar,
sigorta poliçesi sahipleri ve emeklilik fon yatırımcıları gibi finansal katılımcıları finansal
kurumların başarısızlıklarından korumaktır. Düzenlemelerin ikinci fonksiyonu ise sistemik
riski ifade eden domino etkisidir (Dewatripont, Rochet ve Tirole, 2010: 48). Domino etkisi,
bir banka başarısızlığının sistemdeki diğer bankaları etkilemesi durumudur.
Finansal sistemin önemli bir ayağını oluşturan bankalar, bir ekonomide; sermaye
yaratma, riskin dağıtılması, bilgi sağlama ve gözetim işlevleri nedenleriyle önemli rol
oynamaktadırlar. Geleneksel bankacılık sisteminde bankalar, kısa dönem yükümlülüklerini
uzun dönem varlıklara dönüştürerek kredi ve fon sağlama işlevi görmüşlerdir. Ancak 1980’li
yıllarda finansal serbestleşmenin etkisiyle bankaların geleneksel finansal aracılık rolü
değişmiştir. Bankalar için önemli bir fon kaynağı olan mevduatların önemi giderek azalmaya
başlamış ve işletme kredileri gibi geleneksel bankacılık faaliyetlerinin getirdiği kârlılık
düşmüştür. Böylece bankalar, finansal aracılık rollerinin devamını sağlayarak geleneksel
olmayan (nontraditional) bankacılık faaliyetlerine yönelmişlerdir (Edwards ve Mishkin,
59
1995). Bu yeni yapılanma ile birlikte sisteme yeni katılan finansal ürünler de bankacılık
kesiminin risk yapısını değiştirmiştir.
3.4.2.1. Kuramsal çerçeve
Bankacılık sisteminin düzenlenme ihtiyacının temelinde asimetrik bilgi sorunu ve bu
sorunun neden olduğu ahlaki risk ve ters seçim problemleri yer almaktadır.34 Asimetrik
bilginin yanında negatif dışsallıkların varlığı da finansal piyasaların etkin çalışmadığının bir
göstergesi olarak ele alınmaktadır. Bu nedenle bankacılık kesiminin düzenlenmesi
gerekliliği konusunda fikir ayrılığı olmamasına rağmen, uygun düzenleme araçlarının neler
olması gerektiği, temel tartışma konusunu oluşturmaktadır.
Finansal serbestleşmenin ardından bankalar, yurt dışından yabancı para birimi ile kısa
dönemde düşük faiz oranları üzerinden borçlanıp yurt içinde yüksek faizle bu fonları borç
verdiklerinden, bankacılık kesimi para ve vade uyumsuzluğu risklerine açık duruma
gelmiştir. Bununla birlikte yerel bankalar yabancı bankalardan ölçüsüz borçlanma nedeniyle
yurt içinde aşırı kredi genişlemeleri yaratmışlardır. Sabit döviz kuru üzerinden yabancı para
birimi ile borçlanıldığı durumda kur riskleri düşük görülmüş, bu durum zımni bir güvenlik
ağı olarak algılanmış ve ahlaki riski artırmıştır. Ters seçim sorununun da artmasıyla,
bankalar üzerindeki takipteki alacak yükü zaman içinde büyümüş, bu da kredi arzının
daraldığı ve dolayısıyla denge faiz oranlarının arttığı durumlarda bankaların maliyetlerini
artırmıştır. 1997 Asya Krizi bu duruma örnek teşkil etmektedir. Bu bölgede takipteki
alacakların büyümesi gibi bazı finansal kırılganlık belirtileri görülmüş olsa da, sermaye
girişlerindeki artış sürmüştür. Krizden hemen önce 1995’in ilk çeyreği ile 1996 yılının
üçüncü çeyreği arasındaki dönemde Doğu Asya bölgesindeki banka kredilerinin ve
tahvillerin ani yükselişi bu durumu açıklamaktadır (Bird ve Rajan, 2001).
Crockett (1997), finansal aracılık faaliyetlerinin istikrarlı olması durumunda sermaye
tahsisinin etkinliğinin gelişeceğini, yatırımların ve büyümenin devamlılığının sağlanacağını
Finansal piyasalarda bir tarafın doğru karar verebilmek için diğer taraf hakkında yeterli bilgiye sahip
olmaması asimetrik bilgi problemi ile açıklanır. Bilgi eksikliği, finansal piyasalarda faaliyetin başlamasından
önce ve sonra olmak üzere iki biçimde sorun yaratır. Ters seçim, işlem gerçekleşmeden önce asimetrik bilginin
neden olduğu bir sorundur. İstenmeyen bir sonuca sebep olabilecek borç alıcılara kredi verilmesi durumunda
gerçekleşir. Krediler yüksek faiz oranlarından verildiği için kredi riski söz konusudur. Ahlaki risk ise, işlem
gerçekleştikten sonra asimetrik bilginin neden olduğu bir sorundur. Ahlaki risk, kredi verenin bakış açısından,
kredi alanın ahlaki olmayan davranışlarda bulunması, yani riski yüksek projelere yatırım yaparak zarar etme
olasılığının olması ve borcunu ödeyememesi durumunu ifade eder (Mishkin, 2006: 37-38).
34
60
ifade etmektedir.35 Olası istikrarsızlık durumlarında ise eksik veya asimetrik bilgi
problemleri nedeniyle bir bankanın veya finansal kurumun içine düştüğü olumsuzluğun
diğer bankalara yansıma olasılığı gündeme gelmektedir. Fiyatların dengeden uzaklaşmasıyla
oluşan finansal balon patladığında ise kaynakların yanlış dağılımı problemi ortaya
çıkmaktadır. Bu durum, bankaların negatif dışsallık yaratan faaliyetlerde bulunduğunu
göstermekte ve dolayısıyla denetimin önemini ortaya koymaktadır. Stiglitz’e göre (1999) ise
düzenleyici çerçeve yeterli düzeyde değilse, finansal serbestleşme sürecinin finansal krizlere
dönüşme riski ortaya çıkmaktadır. 1997 Asya ve 2008 Küresel Krizleri’nde olduğu gibi,
bankalar tarafından riskli bir biçimde yapılan ölçüsüz kredi arzı bu duruma örnek teşkil
etmektedir.36
Bankacılık kesimine devlet müdahalesinin gerekliliğinin gerekçesini oluşturan söz
konusu sorunlar ekseninde hükümetlerin, mevduat sahiplerini ve banka hissedarlarını
korumak amacıyla bir güvenlik ağı oluşturmaları gerekli görülmüştür. Mevduat sigortasını
ve merkez bankalarının son borç başvuru mercii (LLR) rolünü kapsayan uygulamalar,
bankalar için güvenlik ağı olarak adlandırılmaktadır.
Bu çerçevede bankacılık sisteminin düzenlenmesi üç temel amaca hizmet etmektedir
(Von Hagen ve Fender, 1998);
i.
Mudilerin, banka iflasları karşısında doğan risklere karşı korunması amaçlanmıştır.
Bu amaç için bir araç olarak mevduat sigortası önerilmiştir.
Asimetrik bilgi nedeniyle kredi verenler iyi kredi risklerini kötü kredi risklerinden tam olarak ayırabilecek
güçte değildir. Kredi verenler bu kusurdan kaçınmak için borç alanlara ya risk pirimi yüklemekte ya da teminat
talep etmektedirler. Borçlanmanın maliyetindeki bu artış yatırım düzeyini düşürmekte, düşük yatırım düzeyi
ise firmaların gelecekteki nakit akışını düşürerek firmaların net değerini olumsuz yönde etkilemektedir. Net
değerdeki bu düşüş borçlanma maliyetlerini artırırken firmaların gelecekteki yatırımlarını da azaltmaktadır.
Çünkü, firmaların net değerindeki düşüşler ve borçlanma maliyetleri arasındaki geri besleme özelliği,
yatırımların gelecekteki net değeri üzerinde etkilere sahiptir. Bunun sonucunda borçlanma maliyetleri ile
firmaların net değeri arasındaki ters yönlü ilişki, ekonomik şokları büyütmekte ve şokların yayılmasına neden
olmaktadır. Gelecekte yatırımların azalması da borçlananların net değerini yeniden azaltacağından, nihayetinde
ekonomik faaliyetler önemli ölçüde daralmaktadır (Lai, 2003).
36
Bankalar ekonomik genişlemenin başlangıcında, ekonomik faaliyetlerdeki artışı finanse etmek için kredi
hacmini hızla genişletirler. Bu durum, hisse senedi ve konut fiyatlarının hızla artmasına neden olur. Kredi
hacmindeki artışlar ekonomik genişlemeyi ve varlık fiyat artışlarını hızlandırmakta ve ilave spekülasyonları
teşvik etmektedir. Hem kredi verenlerin hem de borçlananların irrasyonel davranışları nedeniyle borçlananların
kaldıraçları yükselir ve kısa dönem borçları hızla artar. Borçlananlar bu borçlarını başlangıçta gelirleri ile
finanse etse de daha sonra borç servisi yeni borçlarla finanse edilmeye başlanır ve ekonomik birimler ponzi
duruma düşerler. Ne var ki bu durum sürdürülemez bir durumdur. Varlık fiyat balonu patladığında ödeme
problemi artar. Neticede, firmaların iflasları, bankaya hücumlar, banka iflasları ve yaygın bir makro ekonomik
çöküntü ortaya çıkar (Kaufman, 1998).
35
61
ii.
Finansal olumsuzlukların yayılma riskinin önlenmesi amaçlanmıştır.37 Bu amaç
için banka paniği nedeniyle mudilerin mevduatlarını bankalardan çekmesi gibi
risklere karşı merkez bankalarının son borç başvuru mercii rolü üstlenmeleri
önerilmiştir.
iii.
Finansal düzenlemelerin ödeme mekanizmasının bütünlüğünü koruyacağına
inanılmıştır. Bunun için banka risklerini kontrol eden nitelikte düzenlemeler
(denetim) ve gözetim uygulamaları önerilmiştir.
LLR kolaylığı; ödeme sisteminin bütünlüğünü korumak, bankalara hücum esnasında
bir bankadan diğer bankalara hücumun yayılmasını ve sistemik riskleri önlemek, likit
varlıkları yetersiz olan bankaları ödeme güçlüğü olan bankalardan ayırmak gibi üç temel
amaca yönelik olarak getirilen düzenlemelerdir. Ülkeler LLR’yi merkez bankası aracılığıyla
reeskont penceresinden veya açık piyasa işlemleri yoluyla karşılamaktadırlar (Lindgren ve
Folkerts-Landau, 1998).38 LLR, finansal piyasalara etkin bir biçimde likidite sağlayabildiği
durumda, bankalar, ödeme gücü olan fakat kısa vadeli likidite ihtiyacı olan kurumlara fon
yaratabileceklerdir.
Ancak LLR kolaylığı, bankaların risk duyarlılığını azaltma ve/veya likidite yapısına
uymayacak ölçüde kredi verme davranışı yaratma gibi olumsuzluluklara neden olduğu öne
sürülerek eleştirilmektedir (Lindgren ve Folkerts-Landau, 1998). Böyle bir durum nedeniyle
ülke ekonomisi olası bir krize sürüklendiğinde hükümetler, söz konusu güvenlik ağını
ortadan kaldırarak risklere karşı koyamayacaklarından, bankaların maruz kalabileceği
riskleri sınırlayarak bankaları düzenleme yoluna gitmelidirler (Oatley, 2001). Bu nedenle
LLR güvenlik ağı uygulamasına etkin bir denetim sisteminin eşlik etmesi önerilmektedir.
LLR uygulamasının gerekliliğine değinen Goodhard (1987), borçlananların
ödemelerini yerine getirmemeleri/ödemeyecekleri yönünde çıkan kuşkuların, bankaların
varlıklarının değerinde belirsizlik yaratacağını belirtmektedir. Bu belirsizlik mevduat
Bu duruma örnek olarak 1980’lerde yaşanan bankacılık krizleri gösterilebilir. 1980’li yıllarda en büyük
dokuz Amerikan ticaret bankası, sermayelerinin %140’ını Meksika, Arjantin ve Brezilya’ya borç vermiştir.
Ancak bunun ardından birçok büyük Amerikan ticaret bankası, Latin Amerika borç krizi nedeniyle tehlikeye
girmiştir. Latin Amerika ülkeleri arka arkaya borçlarını ödeyemez duruma geldiklerinde Amerikan ticaret
bankaları sıkıntıya düşmüştür (Oatley, 2001).
38
Merkez bankaları bu amaçları gerçekleştirmek için üç farklı araca sahiptir. Bunlar; reekont penceresi, açık
piyasa işlemleri ve finansal sistem konusunda kamuoyunu bilgilendirmektir.
37
62
çekebilmenin garanti edildiği bir ekonomide bankalara hücuma neden olarak sistemik boyut
kazanabilir. Bu nedenle LLR uygulanmalıdır. Fischer (1997) de 1990’lı yıllarda yaşanan
finansal krizlerin ardından merkez bankalarının finansal güvenlik ağı önlemleri üzerine
odaklandığına dikkat çekmekte ancak LLR’nin bireysel bankalara sağlandığı durumda
bankalardan teminat alınması gerektiğini öne sürmektedir.
Bankacılık kesiminde likidite çöküşü (crunch), bankaların nakit/aktif oranındaki sert
düşüşle, kredi çöküşü ise krediler/aktifler oranındaki sert düşüşle gerçekleşir. Dolayısıyla
bankacılık
krizleri,
bankaların
mevduatlarında
ve
kredilerinde
düşüşle
kendini
gösterdiğinden, bir bankacılık krizi mevduat/GSYH oranında önemli bir azalma yaratır.
Koordinasyon probleminden kaynaklanan bankalara hücum ise, beklentilerdeki değişimin
sonucu olarak mudilerin güven kaybının bir etkisi olarak tanımlanır. Uzun dönemde ödeme
gücü olan bankalar, mudiler kısa dönemde mevduatlarını çektikleri durumda, başarısızlığa
itilecektir. Çünkü aşırı sermaye çekilmesi, bankalar için likidite problemi yaratmaktadır. Bu
durumda hükümetlerin büyük çoğunluğu bu problemin mevduat sigortası uygulamasıyla
çözülebileceğini belirtir (Lai, 2003). Mevduat sigortası sisteminin birincil amacı, piyasa
etkinliğine zarar veren ahlaki risk sorununa neden olmadan mudilerin varlıklarını
korumaktır. Bu amaçla mudilere, paralarını hemen çekmedikleri takdirde daha fazla getiri
elde edecekleri konusunda taahhütte bulunulur ve paralarının aniden çekilmesi önlenmeye
çalışılır. Böylece, mudilerin korunması hanehalkının güvenini artırarak ödeme sistemine
yardımcı olacak ve sonuçta bankalar için istikrar önlemleri sağlayacaktır (Lindgren ve
Folkerts-Landau, 1998).
1980’li yıllardan sonra serbest bankacılığın temsilcileri, bankacılık kesiminin
düzenlenmesinde LLR gibi devlet müdahalesini gerektiren araçların etkinliğini
eleştirmişlerdir. Buna göre hükümetlerin getirdiği yasal düzenlemeler ahlaki riske yol açarak
aşırı risk almanın önünü açmakta, portföy çeşitliliğini ve kârları düşürerek etkin piyasa
yapısına zarar vermektedir. Bununla birlikte, ülkeler arasındaki farklı yasal bankacılık
düzenlemelerinin maliyet farklılıkları yaratarak rekabeti bozduğu ve bir ülkede yaşanan
finansal sorunların bankacılık kesimi aracılığıyla diğer ülkelere ve kesimlere taşındığı
düşüncesiyle, tüm hükümetlerin ortak bir standart setini kabul ettiği bir uluslararası
düzenlemenin, bu uyumsuzluğu ortadan kaldıracağı ve uluslararası finansal sistemde bir
“oyun alanı” (level playing field) yaratacağı savunulmuştur (Oatley, 2001).
63
Sözü edilen amaçlara yönelik getirilen düzenlemeler; özsermaye yeterliliğine yönelik
kıstaslar, hükümetlerin mevduat sigortası güvencesi yerine riske duyarlı mevduat sigortası
sisteminin getirilmesi, risk değerlendirmesi ve çeşitlendirmesi için standartlar ve bankaların
geri dönüşü aksayan ya da tahsili şaibeli olan kredileri karşılamaları için yeterli kaynak
ayırmalarını zorunlu kılan düzenlemelerdir. Bununla birlikte aktifler ve pasifler arasında
oluşabilecek uyuşmazlıklar (mismatches) nedeniyle bankaların nakit sıkıntısı ve ödeme
güçlüğü ile karşılaşmalarını önlemek amacıyla belirli likidite düzeylerini korumaları için
konulan kıstaslar da getirilen düzenlemeler arasındadır (Akyüz, 2004). Bu düzenleme ve
denetimlerde amaç, tüm bankaların ortak standartlar setiyle düzenlenmesi ve bankacılık
sisteminin güvenliğine zarar vermeden ortak bir oyun alanı yaratılmasıdır.
3.4.2.2. Sermaye düzenlemeleri: Basel-I
1982 yılında Meksika’nın borçlarını ödeyememesi üzerine başlayan uluslararası borç
krizi ve 1987 yılında yaşanan hisse senedi piyasası şoku uluslararası finansal piyasalara
güveni sarsmıştır. Yurtiçi son borç başvuru mercii düzenlemeleri ve finansal kesimde
denetimin yaygınlaştırılması gündeme gelirken, Basel Komitesi bu süreçte önemli rol
oynamaya başlamıştır (Helleiner, 1995). Komite, ulusal sermaye yeterliliği hesaplama
yöntemlerini birbiriyle uyumlu hale getirmek ve bu konuda asgari bir standart oluşturmak
amacıyla Basel-I olarak adlandırılan Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı’nı 1988 yılında
yayımlamıştır (BDDK, 2008a).
Basel-I, uluslararası bankacılık sistemi için sermaye yeterliliği ve risk değerlendirme
standartları geliştiren çok taraflı girişimlerin ilki olmuştur. Standartların temeli, banka
varlıklarının değerlendirileceği uluslararası ortak risk hesaplama yöntemlerine ve
uluslararası düzeyde bankaların tutmaları gereken asgari sermaye yeterliliği esasına
dayanmaktadır. Gelişmiş risk ölçüm teknikleri üzerinde şekillenen asgari sermaye
yeterliliği, finansal kurumların sermayeleri tükenmedikçe başarısız olmayacakları görüşüne
dayanılarak geliştirilmiştir (Poole, 2004).
Sermaye ölçümü ve standartları etrafında şekillenen Basel-I, uluslararası bankalar için
asgari bir sermaye yeterlilik oranı getirmiş olsa da, daha yüksek oranlar belirleyebilmeleri
konusunda ulusal yetkililerin serbest olduğunu belirtmiştir (BCBS, 1988). Basel-I
standartlarını içeren çerçeve; sermayenin bileşenlerinin tanımlandığı, varlıklara (aktiflere)
64
uygulanacak risk ağırlıklarının belirlendiği ve asgari sermaye yeterlilik oranına (hedef
standart sermaye oranı) yönelik hesaplamaların yer aldığı üç kısımdan oluşmaktadır. BaselI, sermaye bileşenlerini üç temel başlık altında ele almıştır (BCBS, 1988).
Çizelge 3.10. Basel-I: Sermaye Bileşenleri
Sermayenin Bileşenleri
Birinci Kuşak Sermaye (Ana Sermaye)
- Banka hissedarlarının tamamı ödenmiş ortaklık
sermayeleri
- Dönem kârları
İkinci Kuşak Sermaye (Katkı Sermaye)
- Gizli rezervler
- Varlıkların yeniden değerlemesi ile elde edilen rezervler
- Genel karşılıklar
- Sermaye ve borç niteliği taşıyan araçlar (sermaye benzeri
krediler)
- Piyasa riski için kullanılabilen sermaye benzeri krediler
Üçüncü Kuşak Sermaye
- Sermayeden düşülmesi gereken araçlar
Kaynak: BCBS (1988: 3-8).
Birinci kuşak ana sermaye, tüm ülkelerin bankacılık sistemlerinde ortak olan tek
bileşendir. Basel-I’e göre, öngörülemeyen kayıpların telafisi için banka sermayesinin en az
%50’si ana sermayeden oluşmalıdır. İkinci kuşak katkı sermayenin payı, ana sermayenin
payını geçmemelidir. Katkı sermaye bileşenlerinden hangilerinin banka bilançosuna dahil
edileceği ise, ulusal düzeyde düzenleme ve denetleme otoritelerinin takdir yetkisine
bırakılmıştır. Üçüncü kuşak sermaye, risk ağırlıklı sermaye oranının hesaplanması amacıyla
sermaye tabanından düşülmesi gerekli araçları tanımlamaktadır. G10 ülkelerinin denetim
otoriteleri, dış yatırımcılardan sermaye çekebilmek için bu araçların sermayeden
düşülmesini uygun bulmaktadır. Komite, bu tür araçların sermayeden düşülmesi kararını
katkı sermayede olduğu gibi ulusal yetkililere bırakmıştır.
Basel-I standardının ikinci kısmını varlıkların risk ağırlığı oluşturmaktadır. Komite,
bankaların karşı karşıya kaldıkları çeşitli risklerden en önemlisinin kredi riski (karşı taraf
riski) olduğunu belirtmiş ve bankaların riske duyarlı sermaye yeterlilik rasyosunun (SYR)
hesaplanmasında ağırlıklandırılmış kredi riskini esas almıştır (BCBS, 1988). Bu çerçevede
Komite, bilanço içi ve bilanço dışı varlıkları39 dört kategoriye ayırmış ve her bir kategori
için farklı bir risk ağırlığı belirlemiştir.
Bankaların bilançosunda yer almayan ancak bankaları riskli faaliyetler ile karşı karşıya bırakan finansal araç
alım ve satımını ifade eden faaliyetlerden doğan varlıklardır. Bilanço dışı varlıklar, kredilerle eşit düzeyde
39
65
Çizelge 3.11. Basel-I: Varlıkların Risk Ağırlığı
Risk Grupları
I
Risk Ağırlıkları
0
Varlık Kategorileri
- Nakit varlıklar
- OECD üyesi ülkelerin merkez bankalarına açılan
krediler
- Merkezi hükümetlere verilen ve ülke transfer
riskinden40 kaçınmak için ulusal para cinsinden açılan
krediler
II
%20
- OECD üyesi ülkelerin bankalarına ve çok taraflı
kalkınma bankalarına açılan krediler
- OECD dışındaki ülke bankalarına vadesi 1 yıla kadar
açılan krediler
III
%50
- Konut kredileri
IV
%100
- Diğer tüm krediler (OECD dışındaki ülke bankalarına
açılan vadesi 1 yıldan uzun krediler, tüketicilere ve
kurumlara açılan krediler).
Kaynak: BCBS (1988).
Çizelge 3.11’de görüldüğü üzere, belirli bir kategori içindeki tüm kredilere aynı risk
ağırlığı verilmiş ve OECD ülke bankalarına yönelik ayrıma gidilmiştir. Bu durum,
bankaların teşviklerini daha riskli ve faiz oranı daha yüksek varlıklara kaydırmaları gibi
öngörülemeyen olumsuzluklara neden olmuştur. Risk sınıflandırması, ayrıca bankaları,
portföyleri arasında sermaye arbitrajı yapmaları konusunda teşvik ettiği için sorunludur.
Örneğin ödeme güçlüğü durumunda bankalar, SYR’leri standartlara uygun değilse,
genellikle portföylerini yeniden yapılandırma yoluna gitmektedirler (Oatley, 2001).
Basel-I standartlarının üçüncü ve son kısmı SYR’nin, diğer bir adıyla hedef standart
oranının hesaplanmasına ayrılmıştır. Burada asgari SYR, riske göre ağırlıklandırılmış
varlıklar için en az %4’ü ana sermaye olacak şekilde %8 olarak belirlenmiştir.41 1992 yılında
çok sayıda ülkenin aşamalı olarak uygulamaya koyduğu asgari SYR, şu şekilde formüle
edilmiştir;
Sermaye Yeterlilik Rasyosu=
Özkaynaklar*
 %8
Kredi Riski (Risk ağırlıklı varlıklar)
değerlendirilerek bilanço içi varlıklara dönüştürülmekte ve uygun risk ağırlıkları verilmektedir (Mishkin, 2006:
284).
40
Transfer riski, uluslararası kredi işlemlerinde kredi alan kişi ya da kurumun kendi ülkesindeki iktisadi ve
politik yapısından kaynaklanan riskler için kullanılır. Hükümetlere ve/veya kamu kurumlarına açılan kredilerde
transfer riski söz konusu olabilmektedir (Yay vd.; 2001: 104).
41
Komite, asgari sermaye yeterlilik oranına aşamalı olarak geçiş için uluslararası bankalara zaman tanımış, bu
oranları 1990 yılı sonuna kadar %7,25, 1992 yılı sonuna kadar ise %8 olarak belirlemiştir (BCBS, 1996).
* Özkaynaklar = Ana Sermaye + Katkı Sermaye + Üçüncü Kuşak Sermaye – Sermayeden İndirilen Değerler
66
Basel-I’in kapsamı, bankacılık kesiminin karşı karşıya bulunduğu risklerin yeniden
değerlendirilmesi sonucunda 1996 yılında piyasa riskini de içerecek biçimde genişletilmiştir.
Basel Komitesi’nin (1996) tanımına göre piyasa riski, piyasa fiyatlarının değişmesi
nedeniyle bankaların bilanço içi ve bilanço dışı pozisyonlarında kayıpların ortaya çıkma
riskidir. Tahvil, hisse senedi gibi sermaye piyasası araçlarına bağlı olan faiz oranı ve kur
riski, bankalar için piyasa risklerini oluşturmaktadır. Bu çerçevede 1997 yılı sonundan
itibaren bankalar, kredi riskleri karşılığı tutmakta oldukları sermayenin yanısıra piyasa
riskleri karşılığında da sermaye tutmakla yükümlü kılınmışlardır. Piyasa riskinin de dahil
edildiği SYR şu şekilde değişmiştir;
Sermaye Yeterlilik Rasyosu=
Özkaynaklar
 %8
Kredi riski + Piyasa Riski
Piyasa riskinin ölçümü için bankalara, kredi riskinin ölçümüne benzer standart
yaklaşımın yanında kendi içsel ölçüm modellerini kullanma olanağı tanınmıştır.
1999 yılının ortalarına kadar yürürlükte kalan Basel-I sermaye yeterlilik standartları
büyük ölçüde uygulanmış, ancak bankalararası (interbank) pasiflere düşük risk ağırlığı
belirlediği için, daha kârlı olduğu gerekçesiyle bankaları uzun dönemden çok kısa dönem
borçlanmaya teşvik etmiş ve kısa vadeli borçlanma hacminin artmasına neden olmuştur
(Fischer, 1999a). 1997 Asya Krizi bu duruma örnek teşkil etmektedir. Borçlanma
hacmindeki hızlı artış, Asya Krizi sırasında bankaların kısa vadeli borç stokunun aşırı
büyümesine neden olmuştur. BIS’e göre 1996 yılı sonunda GÜ bankalarının Doğu Asya
bankacılık sistemine sağladığı bir yıldan kısa vadeli fonlar en yüksek seviyesine ulaşmıştır.
Örneğin Kore’de alınan kredilerin toplam uluslararası rezervlere oranı bu dönemde iki kat
artmış, Endonezya’da ise üçte bir oranını aşmıştır. Edwards’a göre (1999) bu olumsuz
gelişmelerin altında yatan neden, bankacılık kesimine ilişkin yeterli denetim ve uyarı
mekanizmalarının olmamasıdır. Şöyle ki, Endonezya’da bankaların çoğu sorunlu projeleri
finanse ettiği için 1996 Meksika deneyiminde olduğu gibi Endonezya konut piyasasında
şişkinlik ortaya çıkmıştır. Kore’de ise, orta ölçekli firmalar finansal sıkıntı içinde iken
bankacılık kesimi uluslararası bankalardan kısa vadeli fonlar sağlayarak kaynak yaratma
eğilimine girmiş, ancak daha sonra uluslararası bankalar Kore’ye sağladıkları kredileri geri
çağırmışlardır. Sonuçta Kore ekonomisi, bankacılık kesimindeki denetim yetersizliğinden
ötürü uluslararası spekülasyonlara açık hale gelmiştir. Akyüz (2000) bu durumu, sermaye
67
yeterliliğinin hesaplanmasında belirlenen düşük risk ağırlığı ile açıklamaktadır. Buna göre
Basel-I Uzlaşısı’nın, interbank alacakları üzerindeki sermaye yeterliliğinin hesaplanmasında
düşük risk ağırlığı belirlemiş olması, uluslararası bankaların dış borç krizlerinde önemli rol
oynamasına neden olmuştur.
3.4.2.3. Basel-I’in revizyonu: Basel-II
Yalnızca kredi ve sonrasında piyasa riskini dikkate alan, bankaların gerçek finansal
konumlarını ve dolayısıyla risk düzeylerini yansıtmaktan uzak görülen Basel-I
düzenlemelerinin yetersizliği üzerine Basel Komitesi, 1999 yılından itibaren bazı
değişiklikler üzerinde çalışmaya başlamış ve nihai anlaşma metnini Basel-II adı altında 2004
yılında yayımlamıştır.
Basel-II, sermaye yeterliliğine yönelik yeni kurallara uyum sağlama amacının yanında
yeni düzenlemelerin uygulanabilmesi için sağlam bir altyapı oluşturmak ve risk yönetimini,
sermaye yeterliliğini, piyasa disiplinini ve küresel düzeyde finansal istikrarı geliştirmek
amacıyla oluşturulmuş bir çerçevedir. Bu noktada bir ülkede Basel-II’nin başarısını,
Komite’nin önceden oluşturduğu Etkin Denetim İlkelerinin ne ölçüde başarıyla uygulandığı
belirleyecektir (BCBS, 2004). Gelişmiş risk yönetiminin önemine vurgu yapan Komite,
Basel-II Uzlaşısı’nı üç temel blok üzerine inşa etmiştir.
Çizelge 3.12. Basel-II’nin Kapsamı
Yapısal Blok-I
Yapısal Blok-II
Yapısal Blok-III
Asgari Sermaye Yeterliliği

Kredi riski

Piyasa riski

Operasyonel risk
Denetim Otoritesinin Gözden
Geçirilmesi
Piyasa Disiplini ve Kamuyu
Aydınlatma
Kaynak: BCBS (2004).
Basel Komitesi, bankaların risk yönetimi için asgari sermaye yeterlilik koşulunun tek
başına yeterli olmadığını görmüştür. Bu nedenle Yapısal Blok-II kapsamında denetim
otoritelerinin erken müdahalesine ve Yapısal Blok-III kapsamında piyasa disiplinine yönelik
risk odaklı tamamlayıcı unsurlar getirmiştir (BCBS, 2004). Ayrıca, Komite, Basel-II
Uzlaşısı’nda bankalara yönelik riskler içerisine operasyonel riski dahil etmiştir.
68
Komite, Basel-II’nin uygulanması konusunda ulusal denetim otoritelerini zorunlu
kılmamış, kendi ulusal şartlarına uygun bir uygulamanın Basel-II’nin etkinliğini artıracağını
belirtmiştir. Ancak, Basel-II sermaye düzenlemelerinin başarısı için, her birinin eşit öneme
sahip olması nedeniyle her üç Yapısal Blok’un da uygulanmasını önemli görmüş ve hatta bu
kapsamda çok sayıda ülkenin yasal ve düzenleyici çerçevede değişiklik yapması gerektiğini
ifade etmiştir (BCBS, 2004).
Kane (2006), Komite’nin tüm Yapısal Blokları eşit ağırlıkta görmesini, özellikle
Yapısal Blok-I’in üstünlüğü açısından eleştirmektedir. Ona göre Yapısal Blok-II ve III, lobi
faaliyetleri ile düzenlenmiş ve fazla destek görmemiştir. Dewatripont, Rochet ve Tirole
(2010) ise Yapısal Blok-I ile diğerleri arasındaki dengesizliğe dikkat çekmişlerdir. SYR’ye
ayrılan Yapısal Blok-I, diğerlerine göre çok daha uzun ve ayrıntılı tutulmuş, denetim ve
piyasa disiplini ise bazı belirsizlikler dahilinde anlatılmıştır. Komite’nin en önemli yanlışı
ise, sermaye yeterliliği ile ulusal denetimi ayrı Yapısal Bloklar içerisinde ele almasıdır.
Yapısal Blok-I, asgari SYR’nin hesaplanmasına ilişkin hususları içermektedir. BaselII’de Basel-I’den farklı olarak operasyonel riskler de dahil olmasına rağmen SYR %8 olarak
değişmeden kalmıştır. Her iki Uzlaşı’da da rasyonun hesaplanması; yasal sermaye ve risk
ağırlıklı varlıklar esas alınarak yapılmaktadır.
Operasyonel riskin dahil olduğu SYR, şu şekilde formüle edilmiştir (BCBS, 2006);
Sermaye Yeterlilik Rasyosu=
Özkaynaklar
 %8
Kredi Riski+ Piyasa Riski + Operasyonel Risk
Basel-II, risklerin ve sermaye yeterlilik düzeyinin ölçümü için büyük bankalara kendi
içsel modellerini kullanma yetkisi tanımıştır. Bu noktada denetim otoritelerine, risk ölçüm
modellerinin verdiği sinyaller olumsuz olduğu durumda bankaların faaliyetlerini sınırlama
ve yeniden sermayeleşme gerekliliklerine müdahale etme serbestisi vermiştir (Dewatripont,
Rochet ve Tirole, 2010). Gelişmiş risk ölçüm yöntemlerine vurgu yapan Komite’nin,
bankalara sunduğu risk ölçüm modelleri Çizelge 3.13’te gösterildiği gibidir.
69
Çizelge 3.13. Basel-II: Risk Ölçüm Modelleri
Standart Ölçüm Yaklaşımı
Kredi Riski
İçsel Derecelendirmeye
Yaklaşım (İDD)
Temel Gösterge Yaklaşımı
Standart Yaklaşım
Operasyonel Risk
Kredi derecelendirme kuruluşlarının yaptıkları
değerlendirmelere
göre
risk
ağırlıkları
belirlenmektedir42
Dayalı
Gelişmiş risk ölçüm modelidir. Bankalar kendi risk
modellerini oluşturarak risk düzeylerini ve kredi
riski için gerekli olan sermaye miktarını
belirleyebilmektedir.
Uluslararası alanda faaliyet gösteren ve operasyonel
risk düzeyi yüksek olan bankalara uygun olan
yaklaşımlardan herhangi birini kullanma izni
verilmiştir.
İleri Ölçüm Yaklaşımı (İÖY)
Piyasa Riski
Standart Yaklaşım
Faiz oranı riski, hisse senetlerine ilişkin riskler, kur
riski ve emtia riski için sermaye gerekliliklerinin
hesaplandığı yöntemdir.
İçsel Model Yaklaşımı
Denetim
otiritesinin
iznine
bağlı
olarak
kullanılabilen modeldir. Bankalar, denetim
otoritelerinin belirlediği nitel kriterleri uyguluyorsa,
stres testi yoluyla risk ölçümü yapılabilir.
Kaynak: BCBS (2006).
Görüldüğü üzere Basel-II Uzlaşısı Yapısal Blok-I’de, bankaların sermaye
yeterliliklerini kendilerinin değerlendirmesini istemiş, kredi riski için Standard & Poors,
Fitch ve Moodys gibi bağımsız derecelendirme kuruluşlarının verdiği notların
kullanılmasına izin vermiştir (BDDK, 2005a). Bu haliyle Basel-II’nin önemli bir ayağı
minimum sermaye yeterliliğinin gidişatının denetlenmesi olmuştur.
Yapısal Blok-II, denetim otoritesinin incelemelerini ele almaktadır. Burada denetimin
şeffaflığı ve hesap verebilirliğinin yanında bankacılık risklerine yapılan vurgu da dikkat
çekmektedir. Bu çerçevede Komite, denetim otoritesinin incelemelerine ilişkin dört temel
prensip belirlemiştir. Bankaların risk profillerine göre kendi belirledikleri sermaye yeterlilik
düzeylerini korumaya dönük strateji geliştirebilmelerine yönelik denetim, ilk prensibi
oluşturmaktadır. Bunun yanında denetim otoritesi, bankaların yasal sermaye yeterliliklerini
izleme ve bunu uygulayabilme kabiliyetlerini değerlendirmeli ve gerektiği durumda tedbir
almalıdır. Komite, üçüncü prensipte bankaların asgari sermaye yeterliliğinin üzerinde
faaliyette bulunmalarını ve/veya bu güce sahip olmalarını istemekte, denetim otoritelerini de
bunu temin etmekle yükümlü kılmaktadır. Son prensipte, bankaların asgari sermaye
Basel-I’den farklı olarak ülkelerin OECD ülkesi olup olmama kriteri kaldırılmış, yerine bağımsız kredi
derecelendirme kuruluşlarının verdiği dereceler kullanılmaya başlanmıştır.
42
70
yeterliliğinin altına düşmesine yönelik durum ele alınmıştır. Bu noktada denetim otoritesinin
bunu engellemek için erken müdahalede bulunması ve gerekli tedbirleri alması gerektiği
vurgulanmıştır (BCBS, 2006).
Yapısal Blok-III, bankaların sermaye ve risk yapılarına ilişkin bilgilerinin kamuoyu
ile paylaşılmasını sağlayarak bankaları piyasa disiplinine teşvik etmeyi amaçlamaktadır.
Bilgilerin nasıl açıklanacağı ise denetleme otoritesinin insiyatifine bırakılmıştır. Bununla
birlikte Komite’nin, kamusal bilgilendirmeyi nitel ve nicel bildirimler olmak üzere ikiye
ayırdığı görülmektedir. Nitel bildirimler; bankanın risk yönetimine ilişkin politikaları ve
raporlama sistemine ilişkin bilgileri kapsamaktadır. Nicel bildirimler ise sermayelerin
toplam tutarı, sermayeden indirilen değerler, SYR ve hisse senedi yatırımlarına ilişkin
bilgiler gibi sayısal gelişmeleri gösteren bilgilerdir (BCBS, 2006).
Shinasi (2003), bankalar tarafından kamuya açıklanacak bilgiler aracılığıyla piyasa
disiplininin artırılmasını, modern finansal piyasalarda yaygın sistemik riskler karşısındaki
ilk savunma çizgisi olarak değerlendirmekte, ancak piyasa disiplininin tek başına yeterli
olmadığını vurgulamaktadır. Dewatripont, Rochet ve Tirole (2010) ise, piyasa disiplininin
varlığını kabul etmekle birlikte, yalnızca kötü ekonomik koşulların varlığında devlet
müdahalesini önemli görmekte, finansal krizlerin yaşandığı dönemlerde ise piyasa
disiplininin etkin çalışmadığını ifade etmektedirler. Bütünüyle düzenleyici disiplinin yerine
geçecek ya da onu tamamlayacak bir unsur olamayacağını belirtirken piyasa disiplininin
gelecekte yalnızca iki koşulun garanti edildiği durumda işleyebileceğini öne sürerler. Bu
koşullar; hükümetin müdahale etmeden piyasa disiplininin kendi kendine işlemesinin
sağlanması ve/veya kriz dönemleri dışında piyasanın düzgün işlemesidir.
Temelde Basel-I’in eksikliklerinin giderilmesi amacıyla oluşturulan Basel-II’nin,
yapısal olarak farklı özellikler taşıdığı görülmektedir. Bu nedenle her iki düzenlemenin
karşılaştırılması önem arz etmektedir.
71
Çizelge 3.14. Basel-I ile Basel-II’nin Karşılaştırılması
BASEL-I
Asgari sermaye yükümlülüğünün
belirlenmesinde kredi riski ve piyasa riski
dikkate alınıyor
Sadece asgari sermaye yükümlülüğü esas
alınıyor
BASEL-II
Asgari sermaye yükümlülüğünün belirlenmesinde kredi
riski, piyasa riski ve operasyonel risk dikkate alınıyor
Sermaye yeterlilik rasyosu; yasal sermaye ve
risk ağırlıklı varlıklar esas alınarak
hesaplanıyor
Sermaye yeterlilik rasyosu, yasal sermaye ve risk ağırlıklı
varlıklar esas alınarak hesaplanıyor
Derecelendirme notunu krediyi alan taraf
belirliyor
Bağımsız derecelendirme şirketleri var. Ayrıca bankalara
bazı ileri ölçüm yöntemleri için insiyatif tanınıyor
Risk ağırlıkları OECD ülkesi olup olmama
kriterine göre belirleniyor
Risk ağırlıklarının belirlenmesinde kredi derecelendirme
kuruluşlarının verdiği notlar dikkate alınıyor
Piyasa disiplini ve kamuyu aydınlatma
zorunluluğu yok
Piyasa disiplini ve kamuyu aydınlatma zorunluluğu var
Üç Yapısal Blok kapsamında asgari sermaye yükümlülüğü,
denetim ve piyasa disiplini esas alınıyor
İktisat yazınında bazı yazarlara göre (Crotty, 2009; Oatley, 2001; Stiglitz, 1999;
Akyüz, 2000) düzenleyici kuruluşların büyük bankalara kendi risklerini ölçmeleri ve kendi
sermaye yeterliliklerini belirlemeleri için izin vermesi biçiminde yapılan hatalı teşvikler,
bankaların büyük ölçüde risk almalarına öncülük etmektedir. Özellikle zayıf bilgi sistemine
sahip ülkelerde sermaye yeterlilik standartları, problemlere neden olmakta ve yüksek
düzeyde risklerle karşılaşılmaktadır. Şöyle ki, finansal serbestleşmeden sonra ortaya çıkan
istikrarsızlıklar genellikle teminata bağlı kredilerdeki genişleme ile yaygınlaşmıştır. Kredi
hacmi genişlerken, büyük çaplı teminatların değeri hızla düştüğünde geri ödeme problemleri
hızla artmakta ve açılan kredi hacmi sınırlanmakta, varlık fiyatları ise hızla düşmektedir.
Ancak, uluslararası bankacılık sisteminin sağlamlığının ve istikrarının güçlendirilmesine
yönelik getirilen sermaye yeterlilik standartlarına duyulan aşırı güven nedeniyle sözü edilen
istikrarsızlıklar daha da güçlendirilmiştir. Ayrıca yaşanan deneyimler, özel derecelendirme
kuruluşlarının bir ülkenin risk değerlemesi için güvenilir olmadığını göstermiştir. Bu
nedenle daha iyi bir uluslararası bankacılık anlaşması yapılıncaya kadar sağlam bir yurtiçi
bankacılık düzenlemesi teminat olarak görülmektedir.
3.5. 1998-2007 Dönemi Yeni Küresel Finansal Mimariye Eleştiriler
Bretton Woods uluslararası para sisteminin çöküşünü ve 1997 Asya Krizi’ni takip eden
yıllar içinde finansal piyasa düzeninde belirli değişiklikler yapılmış olmasına rağmen, 2008
Küresel Krizi’nin yaşanması, mevcut düzenlemelerin eleştirilmesine neden olmuştur
(Crotty, 2009; Crotty ve Epstein, 2009; Eichengreen, 2009; Beenstock, 2009).
72
YFM’nin temel kırılganlıklarını Crotty (2009) ve Crotty ve Epstein (2009) şu şekilde
açıklamaktadırlar;

YFM düzenlemeleri oldukça zayıf kuramsal temeller üzerine inşa edilmiştir. Zayıf
düzenlemeler, neoklasik kuramın finansal piyasalara yönelik öne sürdüğü görüşler
çerçevesinde desteklenmiştir. Böylece finansal menkul kıymetlerin alımı ve
satımı konusunda iktisadi karar birimlerinin en doğru kararları alabilecekleri
savunulmuştur. Bu çerçevede Crotty ve Epstein’a göre (2009) YFM’nin kuramsal
temeli, gerçekçi olmayan varsayımlar ve inandırıcılığı olmayan ampirik
dayanaklar üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla YFM’nin “bilimsel” temeli oldukça
zayıf olmuştur.

Mevcut finansal sistem, olumsuz teşviklere sahiptir. Özellikle finansal piyasaların
hareketli olduğu dönemlerde ticaret ve yatırım bankaları, hedge fonlar, özel
menkul kıymetler, sigorta şirketleri gibi neredeyse tüm önemli finansal kuruluşlar
aşırı risk alma konusunda teşvik edilmektedir. Menkul kıymetler büyük ölçüde
değer kaybettiğinde, ödemelerin geri dönüşü olmadığı için kişiler, sistem
aracılığıyla, kredi akışkanlığını artıran teşviklerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu
nedenle Crotty’ye göre, sisteme yayılan olumsuz teşvikler azaltılmadıkça finansal
piyasaların yeniden düzenlenmesi etkinlik sağlamayacaktır.

1980’li yıllardan sonra hızla genişleyen yeni finansal ortam, oldukça karmaşık
olan ve doğru bir biçimde fiyatlandırılmayan finansal ürünler yaratmıştır. Bu
finansal ürünlerin yükselişi sona erdiğinde likidite özellikleri kaybolmaktadır.
Oluşturulan finansal ürünlerin çok karmaşık olması, şeffaf olmaması,
fiyatlamalarının hatalı olması ve likit olmaması piyasa etkinliğine zarar vermiştir.
Bu nedenle prensipte YFM altında oluşturulacak rekabetçi sermaye piyasalarında
bu tür tahvillerin kullanılmaması gerekmektedir.

Geleneksel görüş, bankaların risk taşımadıklarını öne sürmüştür. Çünkü önceleri
elde tutulan krediler şimdi menkul kıymetleştirme yoluyla sermaye piyasalarına
mortgage kredileri olarak satılmaktadır. YFM düzenlemeleri altında bankalar, bu
faaliyetleri ihraç ve dağıtım biçiminde yeni bir bankacılık modeli ile yapmaya
başlamışlardır. Bununla birlikte bankaların geride kalan risklerini temerrüde
73
düşmüş kredi swapları (Credit Default Swap; CDS) yoluyla hedge ettiklerine
inanılmıştır. Ancak 2008 Küresel Krizi’nde bu önermelerin gerçek dışı olduğu
görülmüştür. Çünkü düşünülenin aksine, CDS’ler kredi risklerinin yayılmasına
öncülük etmiştir.

Finansal piyasaların küresel olarak bütünleşmesi risk unsurlarının dünya geneline
yayılmasını sağlamıştır. 1950-60’lı yılların altın çağ finansal sisteminden farklı
olarak mevcut finansal sistem, risklerin dünya genelinde piyasa aktörleri arasında
dağılımına izin verir duruma getirilmiştir. Crotty ve Epstein’a göre eğer piyasalar
riskleri doğru bir biçimde ağırlıklandırırsa, aşırı risk almanın önüne geçilecek ve
böylece sistemik risk asgari düzeye inecektir.

YFM düzenlemeleri ile bankalar, gerekli sermaye desteği sağlanmadan,
bilançolarında özel yatırım araçları içinde riskli menkul kıymet tutabilmeleri
konusunda teşvik edilmiştir. Verilen bu hatalı teşvikler büyük ölçüde risk
almalarına öncülük etmiştir.

BIS, finansal sistemi düzenlemekle görevli kurumların bu görevlerini etkin bir
biçimde yapmadıklarını kabul ederek, bankalara kendi sermaye yeterliliklerini
oluşturmaları yoluyla kendi risklerini değerlendirme yolunu açmıştır. Bu
istatistiksel değerleme yöntemine Value at Risk adı verilmiştir.43 Ancak bu risk
değerleme yöntemi bankalara asgari sermaye yeterlilikleri konusunda doğru
bilgiyi sağlayamamaktadır.
1990’lı yılların sonlarında yaşanan krizlerin ABD ya da Avrupa ülkeleri gibi GÜ’leri
değil, yükselen piyasaları etkilediği öne sürülmüştür. Bu nedenle yükselen piyasa
ekonomilerinin, GÜ’deki finansal düzenlemelere uymaları gerektiği vurgulanmıştır.
Value at Risk analizi, istatistiki olarak belirli bir güven düzeyinde ve belirli bir zaman aralığında, finansal
varlık ve yükümlülüklerden oluşan bir portföyün değerinin mümkün olan en yüksek değer kaybını tahmin etme
işlemidir. Bu risk değerlemesi hatalı bir değerleme yöntemidir. Çünkü mevcut risk konusunda tahmin
üretilebilecek tarihsel veriler içinde güvenilir bir zaman aralığı yoktur. Eğer firmalar 2003 yükselme dönemi
ile 2007 arası döneme ait verileri kullanırlarsa, o dönemde menkul kıymetler üzerindeki sermaye kayıpları ve
temerrütler düşük olduğundan Value at Risk analizinin gösterdiği risk, en düşük düzeyde olacaktır. Dolayısıyla,
değerlemeye alınan gerçek risk, söz konusu analizin son krize göre tahmin ettiği risk düzeyinden çok daha
düşük çıkacaktır. Bu da bankaların, tahmini yapılan risklere karşı güvence olarak çok düşük miktarda sermaye
tutmalarına neden olacaktır. Bununla birlikte, bilançoda yer almayan trilyon dolarlık varlıklar, Value at Risk
analizi hesaplarına girmemektedir. Bu da bu analiz ile yapılan risk değerlemesinin bir başka hatalı yönünü
göstermektedir (Crotty, 2009).
43
74
Eichengreen’e göre (2009) bu varsayım, o yıllarda YFM düzenlemelerinin çıkış noktasını
oluşturmuştur. Buna göre yükselen piyasa ekonomilerinin GÜ’dekine benzer biçimde
sermaye piyasası oluşturmaları yönünde kararlar alınmış, bankalara GÜ tarzında
düzenlenme gereklilikleri getirilmiştir. Ancak bu yaklaşım 2008 Küresel Kriz’inde
geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü temelde, GOÜ ekonomilerinin düzenlenme gerekliliği
düşüncesiyle şekillenen küresel standartların, GOÜ ekonomileri için olduğu kadar GÜ
ekonomileri için de yetersiz olduğu ve yüksek gelirli ülkelerdeki eksiklikleri de kapsayan
küresel düzenlemelerin yeniden ele alınmasının gerekli olduğu görülmüştür. Yüksek gelirli
ülkelerde şeffaflığın, düzenleme ve denetimlerin yetersiz olduğu, makroekonomik ve
düzenleyici politikaların koordinasyonunun hatalı olduğu ve teşviklerin sorunlu olduğu son
küresel krizde görülmüştür. Dolayısıyla 2008 Küresel Krizi, yüksek gelirli ülkelerin finansal
mimarisinin niteliğinin, gelecek için yeterli bir düzenleme çerçevesi sunup sunmadığına
işaret etmiştir.
Beenstock (2009), YFM’nin desteklediği tüm düzenleme girişimlerinin son küresel
krizin yaşanmasıyla tam anlamıyla yıkıldığını ifade etmektedir. Bankaların ve diğer finansal
kurumların bilgi sağlama ve şeffaflık konusunda yetersiz kalması finansal piyasaların
etkinliğine zarar vermiştir. Bu nedenle Basel-II uyarınca bankaların ekonomik sektörlere
göre kredi risklerine dayalı bilgileri yayımlamaları, bankalar ve diğer finansal kurumlar
tarafından bilginin sağlanması ve şeffaflık, teşvik edilmesi gereken unsurlardır. Bununla
birlikte YFM çerçevesinde bilgi yönetiminin iyi bir biçimde sağlanması, yurtiçi LLR
düzenlemelerinin ahlaki risk unsurunu tamamıyla olmasa da büyük ölçüde ortadan
kaldıracaktır. Bunun için yeni bir finansal mimari tasarlanırken bilgi yönetimi üzerine
odaklanılması finansal piyasaların etkinliğine katkıda bulunacaktır.
Crotty ve Epstein’e benzer biçimde Eichengreen (2009) de, Basel-II sermaye
standartlarını kusurlu bulmakta, bankaların kullandığı kredi derecelendirme modellerinin
risk değerlemede yetersiz kaldığını ifade etmektedir. Eichengreen’e göre son krizde
YFM’nin desteklediği düzenlemelerin neden olduğu sorunların ortak özelliği, piyasa
disiplinine büyük ölçüde güven duyulmuş olması, GÜ’de pratikte kabul edilmiş standartların
yükselen piyasa ekonomileri için yetersiz olması ve etkin piyasa kuramı çerçevesinde
piyasaların bilgiyi her zaman etkin biçimde kullanacağına duyulan inançtır.
75
YFM düzenlemelerinin diğer odak noktaları; sermaye akımları ve döviz kurları
olmuştur. Çünkü Asya Krizi’nin yaşandığı ülkelerde zayıf kontroller ve yetersiz sermaye
düzenlemeleri, diğer krizlerde olduğu gibi, olumsuz makroekonomik etkilere neden
olmuştur. Bu çerçevede Asya Krizi sonrası finansal mimaride sermaye hareketliliği
serbestisine karşı önlem olarak, bütçe fazlası ve yabancı döviz rezervi biriktirme önlemleri
alınmıştır. Bu önlemlerin etkisi 2008 Küresel Krizi’nde görülmüştür. Asya ülkeleri dışında
birçok ülke bütçe açığı verirken, 1997 yılı kriz döneminde yaşadıkları durumdan kaçınmak
amacıyla önlem alan Asya ülkeleri bütçe fazlası vermişlerdir. Ayrıca, dış finansmanın düşme
riski karşısında tuttukları büyük çaplı yabancı rezervler sayesinde bankacılık sistemlerinin
istikrarını korumuşlardır.
Asya Krizi sonrasında odaklanılan diğer bir nokta, para ve vade uyumsuzluklarının
sınırlandırılması
olmuştur.
Bu,
bankacılık
sisteminde
düzenleme
ve
denetimin
güçlendirilmesi ve firma ve hanehalklarının hedge faaliyetlerini teşvik etmeye yönelik
olarak daha esnek döviz kuru sisteminin uygulanması ile başarılmıştır. Doğu Avrupa
ülkelerinde ise düzenleyiciler, bankalarını, parasal uyumsuzluklardan korumuşlar ancak
hanehalkı ve firmaları koruyamamışlardır. Örneğin, Macaristan gibi ülkelerde mortgage ve
taşıt kredilerinin büyük çoğunluğu İsviçre frangı ve euro cinsinden verilmiştir. Bu durum,
hanehalkının bir band içinde dalgalanan esnek döviz kuru nedeniyle yabancı para
yükümlülükleri konusunda ihtiyatlı davrandığını göstermektedir (Eichengreen, 2009).
Eichengreen’e göre temel sorun, kullanılacak düzenleme araçlarının eksikliği değil,
onları uygulama konusundaki duyarsızlıktır. Bu nedenle bankacılık kesimindeki sorunlar
giderilse de bankacılık dışı kesimin sorunları devam ettiği sürece daha sağlam düzenlemelere
ihtiyaç duyulacaktır. Aksi takdirde esnek döviz kurunun, firma ve hanehalkının yabancı para
yükümlülüğünü artırma riski olacaktır.
Eichengreen’in (2009) eleştirileri ekseninde finansal mimaride odaklanılan son nokta,
IMF’nin gücünün genişletilmesi ve kriz yönetiminde kurumların ortak katılımının
sağlanması olmuştur. Bu çerçevede risk paylaşımını artırmaya yönelik çabaların bir parçası
olarak ulusal denetim ve küresel finansal sistem, YFM düzenlemeleri ile güçlendirilmiştir.
Söz konusu amaçlara yönelik olarak 1999 yılında IMF ve DB tarafından ulusal düzeyde
FSAP geliştirilmiştir. FSAP ile ulusal finansal sistemlerin durumu değerlendirilmekte,
değerlendirme sonucunda ROSCs raporları yayımlanmaktadır. Uluslararası düzeyde ise
76
IMF, Sermaye Piyasası Birimi ve yılda iki defa toplanmak üzere Küresel Finansal İstikrar
Raporu için bir kurul oluşturmuştur. Aynı zamanda, olası krizler için erken uyarı sistemleri
ve yatırımların inşasında kullanılan öngörü modelleri geliştirilmiştir. Ancak Fon’un söz
konusu faaliyetleri özel kurumların rekabetleri nedeniyle aksamıştır. 2006’da ABD eşikaltı
morgage krizine yönelik bazı risk uyarıları getirilmiş olmasına rağmen tüm çabalar, finansal
piyasalarda ortaya çıkan gecelik olayların yönetimine ilişkin günlük raporlara harcanmıştır.
Bu nedenle, son küresel krizle birlikte IMF’nin erken uyarı sisteminin güçlendirilmesi
tartışmaları başlamıştır.
Arner ve Buckley (2010), Asya Krizi’nden sonra ele alınan düzenlemelerin, küresel
bir sistemik finansal krizden korunmada etkin olmadığı gibi kriz gerçekleştiği durumda da
etkin olmadığı görüşündedirler. 1950’li ve 1960’lı yıllarda dünya ekonomisinin, ulusal
düzeydeki finansal sistemlerle oldukça etkin biçimde işlediğini, ancak finansın
küreselleşmesi ile birlikte küresel bir güce ihtiyaç olduğunu savunmaktadırlar. Çünkü
makroekonomik politikalar çerçevesinde değerlendirildiğinde IMF, şeffaflığı artırma,
araştırma ve denetleme işlevleri gibi yollarla dış gözetim (external monitoring) görevlerini
yerine getirmiş olsa da, finansal sistemin istikrarı konusunda etkinliği çok düşük düzeylerde
kalmıştır.
Buna göre küresel finansal sistemde kriz yönetimi ve krizden korunma amaçlı getirilen
2008 Küresel Kriz öncesi finansal mimari düzenlemelerinin temel zayıflıkları Çizelge
3.15’te gösterildiği şekliyle ifade edilebilir.
77
Çizelge 3.15. 1998-2008 Dönemi Küresel Finansal Sistemin Düzenlenme Çerçevesi:
Sınırötesi Sistemik Riskin Kaynakları*
Oluşturulan Savunma
Hatları
Piyasa Disiplini ve
Şeffaflık
Finansal Düzenleme
Mikro-ihtiyati Denetim
Makro-ihtiyati Denetim
Kriz Yönetimi ve Krize
Çözüm
Küresel Finansal
Kurumlar
Kısmen sağlanması
Uluslararası işbirliği
yoluyla ulusal düzeyde
sermaye gerekliliklerine
uyumun sağlanması
Basel süreci yoluyla en iyi
uygulamalar üzerine
işbirliği ile ulusal uyumun
sağlanması
Sistemik açıdan önemli ise
denetlenecek
Ulusal mevzuat ve uyum
sağlama
Küresel Piyasalar
Öncelikli olarak
sağlanması
Resmi düzenleme
yok
Düzenlenmemiş
Finansal Faaliyetler
Tek başına odak
noktası
Düzenleme yok
Uygulanabilir değil
Denetim yok
Yerel piyasaların
denetimi, IMF’nin
çok taraflı denetimi,
FSF’nin
kırılganlıklarının
tartışılması
Bazı yerel piyasalar
ve finansal kurumlar
yoluyla denetim
Bazı merkez
bankalarının işbirliği
ve koordinasyonu
yoluyla ulusal
düzeyde uyumun
sağlanması
Çerçeve yok
Yapılan Politika Hataları
Komite tarzında yapılanma;
açıklık ve şeffaflıkta zayıflık
Belirgin bir çerçeve yok;
etkinsiz koordinasyon ve
etkinsiz işbirliği var
Uluslararası işbirliği, sistemik
öneme sahip finansal
kurumların denetlenmesinin
yetersiz kaldığını kanıtladı
Ulusal yetkililer ve
uluslararası işbirliği, sistemik
baskıları önleyecek
makroekonomik ve
denetleyici politikaları
önceden ayarlamak
konusunda başarısız oldu
Çerçeve yok; etkinsiz
koordinasyon ve etkinsiz
işbirliği var
Kaynak: Shinasi ve Truman (2010).
*Çizelgenin ikinci sütununda belirtilen küresel finansal kurumlar; küresel yatırım bankalarını ve sigorta
şirketlerini kapsamaktadır. Üçüncü sütunda belirtilen küresel piyasalar; kur piyasalarını, tahvil piyasalarını ve
diğer finansal piyasaları kapsar. Dördüncü sütundaki düzenlenmemiş finansal faaliyetler ise, sigorta
şirketlerinin sermaye piyasası faaliyetlerini ve kurumsal yatırımcıların hedge fonlar gibi finansal faaliyetlerini
kapsamaktadır (Shinasi ve Truman, 2010).
3.6. 2008 Küresel Finansal Krizi
ABD’de ölçüsüz ve ihtiyatsız kredi verme ve borçlanma neticesinde 2007 yılı Temmuz
ayında ABD finansal piyasalarında sorunlar başlamış ve bu sorunlar Eylül 2008’den itibaren
tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Eylül 2008 tarihinde ABD’nin en eski ve en büyük
yatırım bankası olan Lehman Brothers’ın iflas başvurusunda bulunmasıyla ABD menkul
kıymetler borsasındaki aktifler neredeyse değersiz hale gelmiş, bu da servet ve gelir
kayıplarına neden olarak özel tüketim harcamalarını ve yatırımları büyük ölçüde
düşürmüştür. Böylece ABD mortgage piyasasında başlayan yurtiçi kriz, daha sonra diğer
ülkelere bulaşarak küresel bir kriz haline gelmiştir. Şekil 3.4’te görüldüğü üzere, krizin
etkileri tüm dünya ekonomilerinde hissedilmiştir.
78
Küresel
Finansal Kriz
6
Reel GSYİH (%)
4
2
Dünya
0
1 99 0
-2
ABD
1 99 2
1 99 4
1 99 6
1 99 8
2 00 0
2 00 2
2 00 4
2 00 6
2 00 8
2 01 0
Euro Bölgesi
-4
-6
Şekil 34. Dünya Ekonomileri, Euro Bölgesi ve ABD Reel Büyüme Oranları (%)
Kaynak: IFS, 2012.
2000’li yılların başlarından itibaren ABD ekonomisinde uygulanan düşük faiz
politikaları nedeniyle kredilere bağlı tüketim miktarı büyük ölçüde artmış, ABD ekonomisi
hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Amerikan Merkez Bankası FED’in 2001 ile 2004 yılları
arasında neredeyse %1 düzeyine kadar çektiği faiz oranları paralelinde uygulanan gevşek
para politikası, konut talebini hızla artırmıştır. Bu süreçte, çoğunlukla gölge bankacılık
sektörü gibi düzenleme ve denetimin yetersiz olduğu finansal kurumlar, kredi değerliliği
düşük kişilere yüksek riskli krediler (subprime credit) vermiş, çok hızlı kredi genişlemesinin
başlamasıyla konut fiyatları giderek yükselmiştir. 2004 yılına gelindiğinde FED’in gecelik
faiz oranlarını kademeli olarak artırması ve 2006 yılı ortalarında faizlerin krizden önce
ulaştığı en yüksek değer olan %5,25’e yükselmesi, değişken faizli kredi alan kişilerin geri
ödemelerini zorlaştırmış ve konut piyasasına olan talebin düşmesine neden olmuştur.
Beraberinde konut fiyatlarının düşmeye başlaması, satın aldıkları konutu teminat göstererek
ipotekli konut kredisi alanları zor durumda bırakmıştır. Alt gelir gruplarının borçlarını
ödeyememeye başlaması üzerine kredi veren kurumlar tarafından el konulan konutlar daha
düşük fiyatlarla satılmış, konut fiyatları daha da düşme eğilimine girmiştir. Böylece, riskli
gruba açılan kredilerin genişlemesi ve FED’in faiz artırımıyla borçların geri ödenememesi
problemi, krizi tetikleyen unsurlar olmuştur (Özatay, 2009: 103-109).
2008 Küresel Krizi’nin başlangıç noktası, ABD’de uygulanan düşük faiz politikası
gibi görünse de kredilere dayalı olarak yapılan menkul kıymetleştirme işlemleri, krizin
küresel bir krize dönüşmesinin temel nedenini oluşturmuştur. Genişleyen kredi talebini
karşılamak ve daha fazla kredi verebilmek amacıyla başvurulan menkul kıymetleştirme
işlemleri, ihraç ve dağıtım modeli (originate and distribute model) biçiminde bankalar
79
tarafından yapılmıştır (Ackerman, 2008). Yüksek riskli teminata dayalı borç senetlerini
(Collateralized Debt Obligations; CDO) ve yüksek riskli kredilerinden doğan alacaklarını
teminat olarak gösteren bankalar, risklerini hedge fonlar gibi üçüncü bir tarafa devrederek
piyasadaki Lehman Brothers, Bear Stearns, JPMorgan, Goldman Sachs ve Bank of Amerika
gibi risk iştahı yüksek şirketlerin daha fazla risk almalarına neden olmuşlardır. Kredi
derecelendirme kuruluşlarının yetersiz değerlendirmelerinin sonucu olarak CDO’lara
verdikleri AAA gibi yüksek dereceler de, şirketlerin ve finansal kurumların ABD konut
piyasasına duydukları cazibeyi artırmıştır (Reinhart ve Felton, 2008). Derecelendirme
kuruluşlarının yanında düzenleme ve denetleme kuruluşlarının piyasa yapıcılarını yanlış
bilgilendirmeleri, hisse senetlerinin aşırı değerlenmesine ve şirketler tarafından yüksek
kaldıraçlarla finanse edilmesine neden olmuştur. Böylece şirketlere satılan kredi riskleri,
finansal piyasalarda patlamaya hazır bir balona dönüşürken, riski üstlenen finansal
kurumların da bilançolarına büyük zarar vermiştir.
Ackerman (2008), ABD konut piyasasında oluşan balon ve küresel finansal
piyasalarda ortaya çıkan likidite bolluğuna dikkat çekmektedir. 2000’li yıllarda, uluslararası
finansal gelişmenin en belirgin özelliklerinden birisi, küresel likidite koşullarının
genişlemesi olmuştur.44 Browne ve McKiernan (2005), likidite ile finansal piyasaların
gelişimi
arasındaki
yakın
ilişkiden
bahsederken,
likiditenin
finansal
piyasaları
istikrarlandırıcı ve istikrar bozucu etkilerine dikkat çekmektedirler. Buna göre, likidite
bolluğu ekonomide şoklara karşı direnci arttırırken, aşırı likidite nedeniyle varlık
fiyatlarındaki şişkinlikler finansal piyasaları kırılgan hale getirmektedir. Nitekim 2007 yılına
kadar petrol ihraç eden ülkeler ile Asya ülkelerinin dış ticaret fazlaları, finansal sermaye
akımları yoluyla ABD ekonomisinin cari işlemler açığının finansmanında kullanılmıştır.
Bu çerçevede menkul kıymetleştirme işlemleri ile varlık balonlarının oluşmasının
yanında büyük cari işlemler açığı da ABD ekonomisini krize hazırlayan önemli bir etken
olmuştur. 1970’lerin ortalarında ABD’de GSYH’nın ortalama %4’ü civarında olan cari açık,
küresel finansal gelişmenin etkisiyle 2006 yılında GSYH’nın %6,5’ine, 2008 yılında ise
neredeyse %8 düzeyine yükselmiştir. Yani bankacılık ve sigortacılığı da kapsayan ABD
Likidite, hanehalkı ve firmaların tüketim ve yatırım kararlarını finanse etmede kullandıkları nakit ve kredi
cinsinden ifade edilen parasal büyüklüktür (Browne ve McKiernan, 2005).
44
80
finansal sektörünün boyutu 1970’lerden 2000’lerin sonuna doğru iki katına yükselmiştir
(Reinhart ve Rogoff, 2010: 270).
Reinhart ve Rogoff (2010: 274), ABD’ye yönelik gerçekleşen büyük çaplı sermaye
girişlerinin
2000’lerin
sonlarında
küresel
krizin
önemli
bir
nedeni
olduğunu
vurgulamaktadırlar. Geçmişte Menkul Kıymetler ve Takas Komisyonu’nun kararıyla konut
piyasasına yönelik aracılık yüklenimi standartlarının deregülasyonu, yani konut sahibi olma
koşullarının en aza indirilmesi ve 2004 yılında yatırım bankalarının kaldıraç oranlarını üç
katına çıkarmalarına izin veren düzenlemeler de krizin ön habercileri olmuştur.
Bu çerçevede, 1997 Asya ve 2008 Küresel Krizleri’nin ardında yatan temel unsurların
benzer olduğu dikkat çekmektedir. 1997 Asya Krizi’nden farklı olarak ABD’de 2007 yılında
yurtiçi kaynaklı başlayan finansal kriz, 2008 yılına gelindiğinde küresel finansal (ve
ekonomik) krize dönüşmüş olsa da, her iki krizin arkasında yatan aşırı likidite ve ihtiyatsız
kredi genişlemesi dikkat çekmektedir. Asya Krizi öncesinde bölge ülkelere olan sermaye
akımları, banka kredilerinin ve kurumsal borçlanmanın aniden yükselmesine neden
olmuştur. Asya ülkelerinde hızlı büyümenin süreceği beklentisi ve kura duyulan güven
nedeniyle yabancı yatırımcılar, yüksek getirili Asya menkul kıymetlerine ve ABD doları
cinsinden borçlanma araçlarına yönelmişlerdir. Benzer biçimde 2008 Küresel Krizi’nde de
ABD cari açığını finanse eden büyük çaplı sermaye akımları, krize zemin hazırlamıştır. Kriz
öncesinde, büyük sermaye akımlarının sonucu olarak ortaya çıkan aşırı likidite, aracı
finansal kurumlar tarafından tüketici ve mortgage kredilerine dönüştürülerek menkul
kıymetleştirme yoluyla yatırımcılara satılmıştır (Hoe ve Xiong, 2008). Bu şekilde finansal
aktiflere olan aşırı talep neticesinde reel ekonomi dengelerinden kopuk biçimde hisse senedi,
tahvil, bono gibi yanlış fiyatlandırılmış varlıklara dayalı, spekülatif hareketlerle beslenen
menkul kıymetler ortaya çıkmıştır. Aşırı büyüyen finansal aktif fiyatlarının ekonomide
yarattığı balon etkisi, 1997 Asya Krizi’nde yaşanan finansal varlık fiyatlarının aşırı
büyümesi olgusu ile benzerlik göstermektedir (BDDK, 2008b). Bununla birlikte, her iki
krizde de finansal aracıların aşırı risk alma davranışlarıyla birlikte kredilerdeki hızlı
genişleme dikkat çekmektedir. Aşırı risk alma ise risk değerleme ve yönetim sistemlerinin
zayıflığının yanında, finansal düzenleme ve denetimin zayıf olmasına bağlıdır. Ancak, 2008
Küresel Krizi’nin ortaya çıkardığı kredi çöküşü 1997 Asya Krizi’nden farklı olarak, yalnızca
bölgesel değil küresel düzeyde hissedilmiş, özellikle görece büyük ekonomilerde
durgunluğa neden olmuştur.
81
Çizelge 3.9’da verilen finansal sistemin sağlamlığını ölçmeye yönelik geleneksel
göstergelere ek olarak, zaman içerisinde finansal piyasalarda artan ürün çeşitliliği ve işlem
hacmi nedeniyle yeni göstergeler geliştirilmiştir. Yeni nesil göstergeler, özellikle makroihtiyati göstergeler dikkate alınarak tespit edilmiş, dikkate alınan önemli ölçütler özellikle
yatırım kararları ve uluslararası sermaye akımları olmuştur. Kurumsal olarak IMF’nin tespit
ettiği bazı göstergeler ile yatırım kuruluşlarının raporlarından ve iktisat yazınındaki
çalışmalardan elde edilen göstergeler öne çıkanlar arasındadır (BDDK, 2008b).
Buna göre, yukarıda değinilen göstergelere ek olarak, finansal piyasalarda oynaklık
gelişiminin değerlendirilmesine yönelik geliştirilen yeni göstergeler; VIX endeksi, MSCI
endeksleri ve EMBI+ bileşik endeksidir (IMF, 2007a). Hisse senedi piyasası oynaklığı için
temel bir gösterge olarak kabul edilen VIX endeksi, 2006 yılından itibaren yatırımcının risk
iştahını ölçmede kullanılmaktadır. Endeksin yükselmesi oynaklığın arttığına işaret etmekte
ve yatırımcı güveninin azaldığını göstermektedir. IMF dahil birçok kurum ve araştırmacı
tarafından kullanılan bir diğer gösterge, hisse senetlerinin performans ölçümünü sağlayan
MSCI endeksleridir. Uluslararası finansal piyasalarda makro gözetim açısından en sık
kullanılan endeksler, MSCI Dünya ve MSCI Yükselen Piyasalar Endeksidir. JP Morgan
tarafından yayımlanan EMBI+ bileşik endeksi ise, bölgesel ekonomik ve finansal
göstergelerin başında gelmektedir. İkinci kuşak krizlerden sonra makro gözetim açısından
önem kazanan EMBI+ endeksi, yükselen piyasa ekonomileri için piyasa kapitalizasyonu ile
ağırlıklandırılmış bonolar ve kamu borçlanma senetlerinden oluşmaktadır. Zaman içerisinde
özellikle yükselen piyasa ekonomilerinin küresel finansal piyasalardan borçlanma
olanaklarının küresel likiditeye bağlı olması sebebiyle, dolar cinsinden borçlanmada artış
olmuştur. Bu nedenle EMBI+ endekslerinin yanında yüksek getirili kredi spreadlerine ve
tüketici kredisi hacmine yönelik göstergeler önemli hale gelmiştir (BDDK, 2008b; IMF,
2007a).
Buraya kadar yapılan açıklamaların tümü, düzenleyici otoritelerin daha güçlü ve
dayanıklı bir küresel yapı arayışlarının temelini oluşturmaktadır. Finansal krizlerin ardından,
başta finansal krizlerle karşılaşan ülkeler olmak üzere daha birçok ülkede, finansal sistemin
sorunlarının temelinde düzenleme ve denetleme uygulamalarının kötü ve yetersiz olduğu
fikri ön plana çıkmıştır. Bu nedenle sistemin reformuna ilişkin düzenlemeler halen IMF, DB,
FSB, BIS gibi uluslararası kuruluşların geliştirdiği kurallar, politikalar ve standartlar
çerçevesinde geliştirilerek yürütülmeye devam etmektedir (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001).
82
3.7. 2008 Küresel Finansal Krizin Ardından Yeniden Düzenleme Çabaları
İktisat yazınında 2008 Küresel Krizi ile ilgili tartışmalar genel olarak, krizin piyasa
başarısızlıkları ile tetiklendiği ve 1980’li yıllardan sonra getirilen deregülasyonların ABD
mortgage krizini kaçınılmaz hale getirdiği üzerine yoğunlaşmaktadır (Beenstock, 2009).
Kriz sonrası tartışmaların odak noktası olarak, 1990’lı yıllardan sonra YFM çerçevesindeki
düzenleme arayışlarının başarısız olması ve 2008 Küresel Krizi’nin, önceki düzenlemelerin
geliştirilmesi ve kısmen yenilenmesi açısından yeniden bir finansal mimari yolunu açması,
yeniden düzenlemelerin önemini ortaya koymaktadır. Eichengreen’e göre (2009: 1) küresel
finansal mimari tartışmalarının onuncu yılında ortaya çıkan küresel kriz, durum
değerlendirmesi yapmak ve yükselen piyasalarda ortaya çıkan (ya da çıkmayan) gelişmeleri
sorgulamak için bir olanak sunmuştur.
3.7.1. Uluslararası zirveler ve alınan kararlar
2008 Küresel Krizi’nin ardından, finansal ve ekonomik işbirliği G20 liderleri
aracılığıyla yürütülmeye başlanmıştır. G20 rehberliğinde YFM’nin reformu için bir forum
oluşturulmuş, bu forum FSF’nin G20 üyelerini de kapsayacak biçimde genişletilmesine
karar vermiştir.
1990’lı yılların krizlerinden sonra ana akım düzenleyiciler, uluslararası standart ve
kodların kabul edilmesi yoluyla denetimin güçlendirilmesine, düzenlemeye, finansal
şeffaflığa ve kurumsal yönetişime odaklanmışlardı. G20’nin oluşturduğu ve FSF’nin
yürüttüğü BCBS ve IOSCO gibi çeşitli uluslararası standartlar setine yönelik girişimler,
uluslararası düzeyde sistemik bir riske öncülük edebilecek boşluklardan kaçınmak amacıyla
ele alınmış ve bu standart ve kodların en iyi ilkeleri kapsadığı öne sürülmüştü. 2008 Küresel
Krizi ise uluslararası düzeyde yalnızca finansal kesimin değil, aynı zamanda düzenleyici ve
denetleyici kurumların da eksikliklerini ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle krizin ardından;
küresel finansal mimarinin reformunda ve uluslararası finansal piyasaların düzenlenmesi ve
denetlenmesinde tehlike yaratan boşlukların ortadan kaldırılması için mevcut uluslararası
finansal standartları genişletmek yönünde çeşitli girişimler devam etmiştir. Krizleri önleyici
bu uluslararası girişimler temelde yine, uluslararası finansal sistemi krizlere daha dayanıklı
duruma getirme amacını taşımaktadır (Giovanoli, 2009). Bunun için uluslararası finansal
standartların geliştirilmesine yönelik çabaların bütünüyle yeni bir finansal mimari
83
oluşturmaktan ziyade, 1990’lı yıllarda başlatılan YFM’nin reformuna yönelik olduğu
görülmektedir.
Yeniden finansal mimari için düzenleme arayışları, Gordon Brown ve Nicolas Sarkozy
gibi politikacılar ve Stiglitz gibi akademisyenler tarafından “yeni Bretton Woods” ya da
“Bretton Woods II” biçiminde adlandırılmıştır. Yeni Bretton Woods zirveleri, 1944 Bretton
Woods Konferansı’na benzer biçimde uluslararası ekonomik kurumların genişletilmesi ve
küresel ekonomik sistemin güçlendirilmesi amacıyla toplanmaktadır (Rana, 2010).
3.7.1.1. Washington Zirvesi- 2008
Kasım 2008’de G20 ülkeleri tarafından Washington’da yapılan Finansal Piyasalar ve
Dünya Ekonomisi Zirvesi’nde küresel krizin temel nedenlerine odaklanılmıştır. Buna göre
küresel büyümenin güçlü olduğu ve sermaye akımlarının arttığı krizden önceki on yıl içinde,
piyasa katılımcıları yeterli ölçüde risk değerlemesi yapmadan yüksek getiri elde etme
yollarını aramışlardır. Bununla birlikte; getirilen standartların zayıflığı, sağlam olmayan risk
yönetimi uygulamaları, şeffaf olmayan ve karmaşık finansal ürünlerin artışı, yüksek kaldıraç
oranları ile birleşince sistemde kırılganlıklara neden olmuştur. Zirve’de ayrıca,
makroekonomik politikalar arasındaki uyumsuzluk ve koordinasyon yetersizliğine, yapısal
reformların yetersiz oluşuna vurgu yapılmış, bu olumsuzlukların küresel makroekonomik
getirilerin istikrarsızlığına öncülük ettiği öne sürülmüştür (G20, 2008).
G20 ülkelerince toplanan Washington Zirvesi’nde küresel krize tepki olarak
uluslararası alanda gerçekleştirilmek üzere çalışma alanları ve bu amaçla dört çalışma grubu
belirlenmiştir (Giovanoli, 2009). G20 ülke temsilcilerinden ve biri GÜ, diğeri yükselen
piyasa ekonomisinden olmak üzere iki üst düzey yetkilinin eşbaşkanlık ettiği çalışma
grupları ve görevleri Çizelge3.16’da gösterilmektedir.
84
Çizelge 3.16. 2008 Washington Zirvesi’nde Belirlenen Çalışma Alanları
ÇALIŞMA GRUPLARI
GÖREVLERİ
BAŞKANLIK EDEN
ÜLKELER
1. GRUP
Mevcut düzenlemeleri genişletme ve şeffaflığı
güçlendirme
Hindistan
Kanada
2. GRUP
Gözetim ve düzenlemelerde uluslararası işbirliğini
güçlendirme ve finansal piyasa bütünlüğünü
destekleme
Meksika
Almanya
3. GRUP
IMF’nin reformu
4. GRUP
DB ve diğer Çok Taraflı Kalkınma Bankalarının
reformu
Güney Afrika
Uluslararası ekonomi ile ilgili
özel bir elçi
Endonezya
Fransa
Kaynak: Giovanoli (2009: 91-93)’den hareketle düzenlenmiştir.
G20 zirve toplantısında, bir yandan küresel krizin etkilerini gidermeye yönelik
önlemlere vurgu yapılırken, bir yandan da küresel krizin bir daha tekrarlanmaması için
gerekli olan önlemler üzerinde durulmuştur. IMF’nin sağladığı likidite kolaylıklarının
artırılmasına, IMF, DB ve Çok Taraflı Kalkınma Bankalarının kriz yönetimindeki rollerinin
geliştirilmesine ve bu kapsamda kaynaklarının artırılması gerekliliğine karar verilmiştir.
Basel-II kapsamında getirilen piyasa disiplinine Washington Zirvesi’nde de yer
verilmiş, düzenleyicilerin piyasa disiplinine destek olmasına yönelik çağrılar yapılmıştır. Bu
noktada şeffaflık ve hesapverebilirlik kapsamında FSAP raporlarının gerekliliği
vurgulanmıştır. Finansal kurumların bilanço dışı faaliyetleri de dahil olmak üzere tüm
faaliyetlerinin zamanında ve eksiksiz olarak açıklanması, ülkelerin düzenleyici sistemlerinin
değerlendirilebilmesini sağlayacaktır. Bankaların, krediler ve menkul kıymet faaliyetleri için
gerekli asgari sermaye yeterliliklerini belirlemeleri, kredi derecelendirme kuruluşlarının
tarafsız ve doğru bilgi sağlamaları da üzerinde önemle durulan konular arasındadır. Bununla
birlikte, CDS ve tezgah üstü türev işlemleri (Over The Counter; OTC) üzerindeki sistemik
riskleri azaltmak için gerekli önlemlerin alınması ve bunun için finansal kurumların mevcut
altyapılarının genişletilmesi gerektiği vurgulanmıştır (G20, 2008).
Washington Zirvesi’nin en dikkat çeken noktası, finansal mimari reformlarının başarılı
olması için serbest piyasa ilkelerine bağlılığa, hukukun üstünlüğüne, dış ticarette ve
yatırımlarda açıklığa ve rekabetçi piyasaların önemine yapılan vurgudur. Zirve’de, finansal
kesimin etkin bir biçimde düzenlenmesi desteklenirken, finansal sermaye hareketlerinde
daralma yaratacak her türlü düzenlemelerden kaçınılması gerektiği de ayrıcaifade edilmiştir
85
(G20, 2008). Bu çerçevede Zirve’de, korumacılığın tam anlamıyla reddedildiği dikkat
çekmektedir.
3.7.1.2. Londra Zirvesi- 2009
G20 Washington zirvesinin ardından 2009 yılı Nisan ayında krizin derinleştiğini gören
G20 liderleri, dünya ekonomisini durgunluktan çıkarmak ve gelecekte ortaya çıkabilecek
yeni bir krizden korunmak amacıyla Londra Zirvesi’ni toplamışlardır. Küresel bir krizin
küresel çözüm gerektirdiğini vurgulayan liderler, Londra Zirvesi’nde acil eylem planı ve
orta dönem eylem planı biçiminde küresel bir Eylem Planı hazırlamışlardır (G20, 2009a).
Plan’ın temel unsurları Çizelge3.17’de toplulaştırılmıştır.
Çizelge 3.17. 2009 Londra Zirvesi: Acil Eylem Planı ve Orta Dönem Eylem Planı
Acil Eylem Planı
Orta Dönem Eylem Planı

FSF üyelerinin yükselen piyasa ekonomilerinin üyeliği ile
genişletilmesi

Bretton Woods
reforme edilmesi

IMF’nin gözetime, FSF’nin ise uluslararası standart setine
ve IMF ile arasındaki işbirliğine odaklanması

IMF yönetiminin güçlendirilmesi

IMF’nin, FSF ve diğer kurumlarla yakın bir koordinasyon
halinde kriz yönetiminde önderlik rolünü üstlenmesi

Gelişmiş ülkelerin ve IMF’nin, gelişmekte olan ve
yükselen ekonomileri uluslararası standartları
uygulamaları konusunda desteklemeleri amacıyla
yapısal programların sağlanması

IMF, DB ve Çok Taraflı Kalkınma Bankalarının
kaynaklarının artırılması

Yükselen piyasalara ve gelişmekte olan ülkelere
finansman desteğinin artırılması

Çok Taraflı Kalkınma Bankalarının düzenlemelerin içine
dahil edilmesi
kurumlarının
büyük
ölçüde
Kaynak: Arner ve Buckley’den (2010) hareketle düzenlenmiştir.
Finansal kesimde ortaya çıkan bozulmalar ve finansal denetim ve düzenlemelerdeki
eksiklikler 2008 Küresel Krizi’nin en önemli nedenleri olarak görülmüş, denetim
etkinliğinin sağlanması gerektiği vurgulanmıştır. Bu amaçla ilk defa hedge fonların
denetimine ve gölge bankacılığa dikkat çekilmiş, kredi derecelendirme kuruluşlarının
denetim ve gözetiminin genişletilmesi ele alınmıştır. Bankaların bilançolarında yer alan
riskli varlıkların bankacılık kesimini kırılgan hale getirdiği ve gelecek dönemde yüksek
kaldıraçların neden olduğu olumsuzlukların bertaraf edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Bununla birlikte erken uyarı sisteminin oluşturulmasına ilişkin girişimler başlatılmış, bu
noktada sınır ötesi işbirliğinin tesisi kararı alınmıştır. Çözüm arayışlarının küreselleşmeden
86
kesinlikle taviz verilmeden yapılması gerektiği ifade edilmiş, bunun gereği olarak IMF ve
Çok Taraflı Kalkınma Bankaları’nın kaynakları büyük ölçüde artırılmıştır (G20, 2009a).
Zirve’de,
G20
ülkelerinin
Basel-II
sermaye
çerçevesine
aşamalı
olarak
uyumlaştırılması ve 2010 yılına kadar Basel Komitesi ve ulusal yetkililerin de desteği ile
güçlü bir küresel çerçevenin oluşturulması kararı alınmıştır. Washington Zirvesi’nden farklı
olarak Londra Zirvesi’nde liderler, doların egemenliğini tartışmaya açarak küresel para
sisteminin değiştirilmesini ve ortak bir dünya parasının yaratılmasını önermişlerdir.
3.7.1.3. Pittsburgh Zirvesi- 2009
Nisan 2009’da Londra Zirvesi’nde toplanan G20 liderleri, 24-25 Eylül 2009 tarihinde
Pittsburgh Zirvesi’nde biraraya gelmişlerdir. Londra Zirvesi’nden sonraki süreci
değerlendiren liderler, küresel krizin etkilerine dikkat çekerek dünyada 21. yy’ın en büyük
sorunu ile karşı karşıya olduklarını, bu nedenle küresel mimarinin 21. yy’ın ihtiyaçlarına
göre reforma tabi tutulmasının gerekli olduğunu bir kez daha vurgulamışlardır.
Zarar gören düzenleyici sistemin yeniden düzenlenmesi ve finansal genişlemenin
dünya ekonomisinde yeniden yaratabileceği riskleri azaltacak kapsamlı reformların
yapılması, Zirve’nin toplanma amacını oluşturmuştur. Buna yönelik olarak bankaların ve
diğer finansal kurumların sermaye yapılarının inşası ve konjonktür yönlü etkilerinin
azaltılması alınan kararlar arasındadır. Bunun için 2010 yılı sonuna kadar bankacılık
sermayesinin (nitelik ve nicelik olarak) geliştirilmesine ve aşırı kaldıraçların azaltılmasına
yönelik uluslararası standartların genişletilmesi temel hedefler arasına alınmıştır. Bu
kapsamda (G20, 2009b);

Bankaların aşırı risk almalarını önlemeye ve olumsuz şoklara karşı daha sağlam
bir finansal sistem yaratılmasını sağlamaya yönelik olarak, riskli ürünler ve
bilanço dışı işlemler için daha yüksek sermaye gereklilikleri,

Basel-II ile getirilen risk odaklı önlemleri tamamlayacak bir kaldıraç oranının
desteklenmesi,

Tezgah üstü türev ürünlere ilişkin kredi riskinin düzenlenmesi ve bu işlemlerin
yapıldığı piyasaların geliştirilmesi,
87

Kredi ve varlık fiyat döngüsünden korunmaya yardımcı olacak düzenleme ve
makro ihtiyati politikaların ele alınması hususlarına yer verilmiştir.
Zirve’de ayrıca IMF’nin yönetimini, görevlerini ve sağladığı finansal kolaylıkları
reforme etme, cari dengeyi güçlendirme konuları ele alınmıştır (G20, 2009b).
3.7.1.4. Toronto Zirvesi- 2010
26-27 Haziran 2010 yılında Toronto’da yapılan küresel kriz sonrası dördüncü zirve
toplantısı, ekonomik işbirliğine yönelik ilk G20 forumu olma özelliğini taşımaktadır.
Zirve’de Washington, Londra ve Pittsburgh G20 Zirveleri’nin ardından küresel ekonominin
beklenenden daha hızlı iyileştiği ifade edilmiş, uluslararası finansal kuruluşların
kaynaklarının büyük ölçüde artırılmasının bu gelişmede önemli etkisi olduğu belirtilmiştir
(G20, 2010a).
Finansal sektörün reformuna ilişkin olarak liderler, ahlaki riski azaltacak, sistemik
riskleri sınırlandıracak, güçlü ve istikrarlı küresel büyümeyi sağlayacak daha esnek bir
finansal sistemin oluşturulmasına odaklanmışlardır. Washington, Londra ve Pittsburgh
Zirveleri’nde alınan reform kararlarının işbirliği içerisinde ve gelişmiş ülke ve yükselen ülke
ekonomileri üzerindeki makroekonomik etkisinin dikkate alınarak yürütülmesi kararı
alınmıştır.
Zirvede, reform gündemi dört Yapısal Blok altında ele alınmıştır. Bunlar; güçlü bir
düzenleyici çerçeve, daha etkin bir denetim, sistemik kurumların sorunlarının belirlenmesine
ve çözümlenmesine yönelik ilkeler, şeffaf bir uluslararası değerlendirme ve karşılıklı kontrol
mekanizmasıdır (G20, 2010a).
Yapısal
Blok-I
kapsamında
liderler,
Basel
Komitesi’nin
çalışmalarını
değerlendirmişlerdir. Buna göre Basel Komitesi, banka sermayesi ve likiditeye ilişkin
çalışmaları ile bankacılık sisteminin esneklik reformlarında önemli ilerlemeler kaydetmiştir.
Bunun üzerine Zirve’de yeni asgari küresel likidite standartlarının belirlenmesi kararı
alınmıştır. Bu yeni reformların tam olarak uygulanması durumunda da sermaye miktarı ve
sermaye kalitesi önemli ölçüde artacaktır. Yeni standartların uygulanması açısından ülkeler
88
arasında başlangıçta farklılıklar olsa da ülkeler yeni küresel standartlara yaklaştıkça bu
farklılıklar azalacaktır (G-20, 2010a).
3.7.1.5. Seul Zirvesi- 2010
Güney Kore’nin Seul kentinde 11-12 Kasım 2010 tarihinde gerçekleştirilen beşinci
G20 Zirvesi’nde liderler, işbirliğini geliştirmek ve her ülkenin politika taahhütleri yoluyla
eylem odaklı bir plan oluşturmak için Seul Eylem Planı hazırlamışlardır.
Seul Eylem Planı’nda para ve döviz politikalarını ele alan liderler, kurların piyasa
koşullarında belirlenmesine daha fazla imkan verilerek kur esnekliğinin artırılması, ülkelerin
rekabetçi devalüasyon uygulamalarından kaçınması ve spekülatif sermaye akımlarındaki
oynaklık riskinin en aza indirilmesi için kurlardaki aşırı oynaklığın önüne geçilmesi
gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bunun için istikrarlı bir uluslararası para sistemini
destekleyecek girişimin başlatılacağını, bu konuda IMF’ye çalışmalarını derinleştirmesi için
çağrıda bulunacaklarını bildirmişlerdir (G20, 2010b).
Zirve’de, bankaların ve diğer finansal kurumların dikkatsizce aldıkları risklerin ve
düzenleme-denetleme uygulamalarındaki eksikliklerin küresel finansal sistemi krize
sürüklediği bir kez daha kabul edilmiştir. Bunun üzerine finansal reformlar üzerinde daha
fazla çalışma kararı alan G20 liderleri, önceki dört zirve sonrasında önemli ilerlemeler
kaydettiklerini de ifade etmişlerdir. Dikkatler, Basel Komitesi’nin hazırladığı yeni
standartlara çekilmiş, ulusal yetkililerin bugüne kadar uygulamaya koydukları küresel
standartların, düzenleme farklılıklarından kaynaklanan arbitrajı önleyecek biçimde
uygulanmasının sağlanacağı taahhüt edilmiştir. Standart ve ilkelerin uygulanması açısından
ülkelerin başlangıç noktalarının farklı olduğu kabul edilmiş ve Basel Komitesi’nin
hazırladığı yeni standartlar ele alınmıştır. Buna göre yeni standartların, bankaların aşırı risk
almalarını azaltacağı ve bankaların son küresel krizdekine benzer biçimde hükümet
desteğine ihtiyaç duymayacakları öne sürülmüştür. Basel-III adıyla getirilen standartların,
ulusal kanun ve düzenlemelere uyarlanarak 2013 yılından itibaren aşamalı olarak
uygulamaya konulmasına ve 2019 yılına kadar tamamen hayata geçirilmesine onay
verilmiştir. Bunların yanında hedge fonlar, tezgah üstü türev ürünler ve kredi derecelendirme
kuruluşları ile ilgili yeterli düzenleme ve denetimlerin, ülkeler arasında uyum sağlanarak
89
güçlendirileceği ve bu konuda IOSCO ve FSB’nin çalışmalarının destekleneceği kararları
alınmıştır (G20, 2010b).
Gelecek dönem çalışmalarının belirlendiği zirvede, ele alınması gerekli konular olarak
şu noktalara odaklanılmıştır (G20, 2010b);
- Makro-ihtiyati politikalar üzerinde FSB, IMF ve BIS yoluyla daha kapsamlı
çalışılması,
- Yükselen piyasa ekonomilerine ilişkin düzenleyici reform konularının ele alınması,
- Gölge bankacılığa yönelik düzenleme ve denetimlerin 2011 yılının ortalarına kadar
güçlendirilmesi,
- Türev piyasalarının düzenleme ve denetimi için çalışmaların genişletilmesi,
- Piyasa bütünlüğünün ve etkinliğinin geliştirilmesi amaçlanmıştır.
3.7.1.6. Cannes Zirvesi- 2011
Altıncı G20 liderler zirvesi 3-4 Kasım 2011 tarihinde Fransa’nın Cannes şehrinde
gerçekleştirilmiştir. Zirvenin toplandığı tarih itibariyle küresel krizin etkilerinin derinleştiği,
özellikle GÜ ekonomilerinin oldukça zayıfladığı, işsizlik oranlarının ciddi boyutlara ulaştığı,
kur oynaklıklarının arttığı ve küresel dengesizliklerin sürdüğü dikkate alındığında, liderlerin
öncelikle krizin yönetilmesine ilişkin politikalara odaklandığı görülmektedir. Bununla
birlikte Cannes Zirvesi’nde finansal sistemin yeni mimarisine yönelik önemli kararlara imza
atıldığı görülmektedir.
Zirve’de üzerinde önemle durulan kararlardan ilki; daha istikrarlı ve güçlü bir
uluslararası para sisteminin inşasıdır. Bu alanda önemli gelişme kaydettiklerini belirten
liderler, finansal bütünleşmeden fayda sağlanması, sermaye akımlarındaki oynaklıklar
karşısında dayanıklılığın artırılması ve SDR sepetinin finansal sistemdeki yerinin korunması
kararlarını almışlardır. Finansal sektör reformlarının derinleştirilmesi ve uygulanması ise bir
başka önemli karara işaret etmektedir. Bu amaçla Seul Zirvesi’nde de sözü edildiği üzere
gölge bankacılığın düzenlenmesi ve denetlenmesi kararı alınmış, CDS piyasalarının
90
işleyişini değerlendirmek üzere IOSCO görevlendirilmiştir. Ayrıca, yine önceki zirvede
alınan kararlar üzerine bankalar ve tezgah üstü piyasalar ile ilgili taahhütlerin uygulanmasına
yönelik denetimlerin geliştirileceği ifade edilmiştir. Bununla birlikte, Basel-II risk odaklı
çerçeveye ilişkin menkul kıymet ek sermaye gerekliliklerinin 2011 yılı sonuna kadar, BaselIII sermaye ve likidite standartlarının ise 2013 yılından itibaren uygulanması kararları
alınmıştır (G20, 2011).
3.7.1.7. Los Cabos Zirvesi- 2012
2012 yılında G20 Zirvesi 18-19 Haziran tarihlerinde Meksika’nın Los Cabos
kasabasında toplanmıştır. G20 liderleri; finansal dengesizliklerin, küresel ekonomideki
mevcut kırılganlıkların ve olumsuz risklerin devam ettiği ortamda daha güçlü bir finansal
istikrarın sağlanması için çalıştıklarını vurgulamışlardır. Bu amaçla yapısal ve düzenleyici
reform programlarının uygulanmaya devam edilmesi gerektiğinin altını çizmişlerdir.
Küresel ekonomik zorlukların üstesinden gelebilmede çoktaraflılığın önemine dikkat
çekmişler, Euro Bölgesi’nin içinde bulunduğu kriz nedeniyle bölge bütünlüğünün ve
istikrarının teminine yönelik gerekli politika tedbirlerini alacaklarını ifade etmişlerdir.
Los Cabos Zirvesi’nde liderlerin, küresel finansal mimarinin güçlendirilmesine ve
finansal sektörün reformuna ayrı bir yer açtıkları görülmektedir. G20’nin bu konuda bugüne
kadar gerçekleştirdiği ilerlemeler Zirve’nin sonuç bildirgesinde dile getirilmiştir. G20,
IMF’nin krizden korunma ve kriz yönetiminde oynadığı rolü genişletmiş, bu amaçla
kaynaklarını büyük ölçüde artırmıştır. Mevcut denetim çerçevesinin küresel düzeyde büyük
ölçüde güçlendirilmesi ve iki taraflı ve çoktaraflı denetimin sağlanması gerektiğine dikkat
çeken liderler, şeffaflık ve gözetimin genişletilmesi amacıyla IMF tarafından bir dış sektör
raporu hazırlanması yönünde çabalarının olduğunu bildirmişlerdir. Böylece, kur politikaları
daha sıkı bir denetim altında olacak, dış istikrar açısından önemli görülen küresel likidite,
sermaye akımları, sermaye kontrolleri, rezervler ve finansal politikalar da gözetim
kapsamında olacaktır. Bununla birlikte, yükselen piyasalara ve GOÜ’lere bölgesel düzeyde
bono piyasalarını genişletmeleri yönünde destek verileceği duyurulmuştur. BIS, IMF ve DB
gibi uluslararası kuruluşlarca hazırlanacak raporlar eşliğinde söz konusu piyasaların işleyişi,
etkinliği ve likiditesi konusunda bilgilendirme yapılacaktır (G20, 2012).
91
Finansal sektörün reformuna ilişkin çalışmalarda, FSB’nin ulusal düzeydeki
uygulamaların gözetimi görevi genişletilmiştir. FSB, tespit edilen öncelikli reform
alanlarında bugüne kadar kaydedilen ilerlemelerin gözetimi ile görevlendirilmiştir. Buna
göre; Basel sermaye ve likidite çerçevesi, küresel sistemik öneme sahip finansal kurumlar
için çerçeve, tezgah üstü türev ürünlerin reformu ve gölge bankacılık öncelikli olarak
üstesinden gelinmesi gerekli olan reform çabalarıdır. Liderler, tezgah üstü türev
sözleşmelerinin borsalarda ya da elektronik platformda yapılmasını, sözleşmelerin
raporlanmasını ve bu sözleşmelerin daha yüksek sermaye yükümlülüğüne tabi olması
gerektiğini ifade etmişlerdir. Zirve’de, Basel-II, Basel 2,5 ve Basel-III uygulamalarında
kaydedilen ilerlemelere vurgu yapılmış, standartların belirlenen süre içerisinde bütünüyle
uygulanacağı kararı alınmıştır. Gölge bankacılık sistemine ilişkin gözetim ve
düzenlemelerin güçlendirilmesi için çalışmaların devam edeceği, bu konuda IAIS’nin 2013
yılı Nisan ayına kadar gerekli politika önlemlerini alacağı taahhüt edilmiştir (G20, 2012).
3.7.1.8. Saint Petersburg Zirvesi-2013
2013 yılının Eylül ayında Rusya’nın Saint Petersburg şehrinde toplanan G20 liderleri,
herşeyden önce tüm ülkelere uygun tek tip bir çözüm unsurunun olmadığını, bu nedenle
ülkelerin risklere karşı önlem alırken ulusal koşulların dikkate alınması gerektiğini
vurgulamışlardır. Zirve’de güçlü, sürdürülebilir ve dengeli büyüme, yatırım için finansman,
çok taraflı ticareti geliştirme, şeffaflık gibi temel unsurların yanında uluslararası finansal
mimarinin reformu adı altında ayrı bir başlığa yer verilmiştir.
İlk kez Saint Petersburg Zirvesi’nde, kamu borcu sorununun uluslararası finansal
mimari reformu kapsamında ele alınması gerektiği gündeme gelmiştir. Çünkü G20
liderlerine göre küresel kriz, hükümetin kötü borç yönetiminin mali dengesizliklere neden
olduğunu, dolayısıyla ekonominin tüm sektörlerinin finansal şoklara karşı kırılganlığını
artırdığını göstermiştir. Çözüm önerisi olarak, ülkelerde kamu maliyesinin ve küresel
ekonominin sürdürülebilirliğini güvence altına almak için kamu borcu yönetim planının G20
liderlerince önemle ele alınması gerektiğine işaret edilmiştir. Bunun yanında finansal mimari
kapsamında ulusal ve küresel düzeyde pek çok düzenleme yapılmış olsa da küresel kriz,
uluslararası finansal sistemin düzenleme ve denetim çerçevesinin, küresel standartların,
bankacılık sektörünün sermaye ve likidite koşullarının güçlendirilmesi gerektiğini
göstermiştir. Bu nedenle iyileştirme kapsamında çalışılacak alanlar, söz konusu unsurlar
92
çerçevesinde belirlenmiştir. Finansal düzenleme ve denetim alanında Basel III sermaye
yeterliliğinin ve likidite koşullarının bağımsız değerlendirilmesi, Zirve’de finansal mimari
reformuna ilişkin alınan bir kararlardan bir tanesidir. Ayrıca, piyasa liberalizasyonuna ve
işgücü piyasasının güçlendirilmesine odaklanan yapısal reformların artırılması da, finansal
mimari kapsamında ele alınan unsurlar arasında yer almaktadır (G20, 2013).
3.7.2. Bankacılık sisteminin yeniden düzenlenmesi
2008 Küresel Krizi’nin ortaya çıkmasıyla G20 öncülüğünde başlatılan zirve
toplantıları, yeniden finansal mimari çalışmalarının ilk aşamasını oluşturmaktadır. Küresel
krizin bankacılık kesimini büyük ölçüde etkilemesi nedeniyle, bankacılık kesimindeki
bozulmalardan ve olası yeni bir krizden korunmak amacıyla bankacılık düzenlemelerinin
Basel Komitesi tarafından yeniden gözden geçirilmesi, yenilenmesi ve genişletilmesi ise
zirveler ekseninde şekillenen ikinci aşama olarak değerlendirilmektedir.
3.7.2.1. Gölge bankacılık sistemi ve düzenleme girişimleri
2008 Küresel Krizi, gölge bankacılık sisteminin büyüyen önemine dikkat çekmiştir.
Bankacılık sistemi dışında yapılandırılmış varlıkların ve faaliyetlerin öneminin artmasıyla
birlikte gölge bankacılık sistemi birçok alanda tartışılmaya başlanmış, buna rağmen genel
kabul görmüş bir tanımı yapılmamıştır.
Son küresel kriz, birçok açıdan gölge bankacılık sisteminin geleneksel bankacılık
sistemi ile ilişkili olduğunu ve küresel finansal sistemin istikrarını etkilediğini göstermiştir.
Çünkü piyasa odaklı bir finansal sistemde bankacılık sisteminin ve sermaye piyasasının
gelişimi, finansman sağlama ve fonlama koşullarının finansal aracıların kaldıraçlarındaki
dalgalanmalara bağlı olması nedeniyle, birbirlerinden ayrı ele alınamamaktadır. Adrian ve
Shin (2009), gölge bankacılığın, bankacılık sisteminin küresel düzeyde bütünleşmesiyle
ortaya çıkan menkul kıymetleştirme işlemlerinin ve sermaye piyasasındaki gelişmelerin
sonucu olduğunu ifade etmişlerdir. Sistem, bankacılık sistemini doğrudan ve dolaylı yoldan
etkileyerek sistemik riske neden olmasının yanında arbitraj imkanı yaratarak bankacılık
düzenlemelerini zayıflatmakta ve ilave kaldıraçlar ve riskler doğurmaktadır. Gölge
bankacılık genel olarak, geleneksel bankacılık sistemi dışında kalan kredi aracılık faaliyetleri
ve kuruluşları olarak tanımlanmaktadır. Bu kuruluş ve faaliyetler; i) para piyasası fonları
93
veya mevduat benzeri diğer ürünler, ii) döviz yatırım fonları ve hedge fonlar dahil olmak
üzere kredi sağlayan fonlar veya kaldıraçlı fonlar, iii) denetime tabi olmadan kredi ya da
kredi koruması sağlayan ve vade-likidite dönüşümü gerçekleştiren finans kurumları ve
menkul değer şirketleri, iv) kredi ürünleri ihraç eden sigorta şirketleri, v) menkul
kıymetleştirme işlemlerinden oluşmaktadır (BDDK, 2011a; 2012a).
Gölge bankacılık kuruluşlarının ve faaliyetlerinin herhangi bir mevduat güvencesine
ya da düzenleme ve denetime tabi olmaması, riskli ve uzun vadeli menkul kıymetlerin risksiz
kısa vadeli menkul kıymetlere dönüştürülmesine ve ortaya büyük bir fon havuzunun
çıkmasına neden olmuştur. 1990’lı yıllardaki geleneksel bankacılık sisteminde olduğu gibi
2000’li yılların gölge bankacılık sisteminde de büyük miktarlardaki vade, kredi ve likidite
dönüşümü sistemi kırılgan hale getirmiştir (Pozsar, Adrian, Ashcraft ve Boesky, 2010).
Sistemdeki işlem hacimlerinin 2000’li yıllardan itibaren çok büyük boyutlara ulaşmasının
ardında yatan temel neden, para piyasası fonları ve yatırım bankaları gibi gölge bankacılık
faaliyetlerinin, bankacılık sisteminin tabi olduğu denetim ve gözetim mekanizması
kapsamına dahil edilmemiş olmasıdır. Teoride, yatırımcıların söz konusu faaliyetlerin riskli
olduğunu, firmaların ise başarısız oldukları durumda varlıklarının değer kaybedeceğini
bildikleri varsayılır. Bu nedenle para piyasası fonlarına ilişkin sermaye ve kaldıraçlar için
herhangi bir düzenlemeye gidilmemiştir (The Financial Crisis Inquiry Report, 2011).
Seul Zirvesi’nde, gölge bankacılığa yönelik düzenleme ve denetimlerin 2011 yılının
ortalarına kadar FSB’nin geliştireceği düzenleme önerileri ile güçlendirilmesi kararı
alınmıştır. G20’nin isteği üzerine FSB, Aralık 2010 tarihinde sistemin gelişimini görüşmek
üzere Londra’da toplanmıştır. FSB başlangıç aşamasında; gölge bankacılık sisteminin
tanımlanması, gözetimine ilişkin yaklaşımların oluşturulması ve sistemik riske neden olan
düzenleyici tedbirlerin ve sistemin yarattığı arbitraj endişelerinin araştırılması kararlarını
almıştır (FSB, 2011a). 2011 yılının Nisan ayında FSB, gölge bankacılığın gelişiminin neden
olduğu sorunları görüşmek üzere bir çalışma grubu oluşturmuş ve sisteme ilişkin düzenleme
ve gözetimin güçlendirilmesine yönelik iki önemli tavsiye üzerine odaklanmıştır. Buna göre
(FSB, 2011a);
i.
Ortaya çıkacak potansiyel yeni risk alanlarının belirlenmesi amacıyla tüm banka
dışı kredi aracılık faaliyetlerini kapsayacak şekilde net bir geniş tanımlamanın
yapılması,
94
ii.
Yetkililerin sistemde sadece vade-likidite dönüşümüne, hatalı kredi risk transferine
ve/veya önemli risklere neden olacak kaldıraçlara odaklanması önemli
görülmektedir.
FSB, Ekim 2011’e gelindiğinde “Gölge Bankacılığın Gözetimi ve Düzenlenmesi” adlı
dokümanda, sistemin gözetimine ve düzenlenmesine ilişkin beş temel çalışma alanı
belirlemiş ve öneriler sunmuştur. Çizelge 3.18, belirlenen çalışma alanlarını ve önerileri özet
halinde sunmaktadır.
Çizelge 3.18. Gölge Bankacılık Sistemine İlişkin Düzenleme Girişimleri
Gölge Bankacılık Çalışma Alanları
I. Bankaların gölge bankacılık
kuruluşları ile olan işlemlerinin
düzenlenmesi
Öneriler
i) İhtiyatlı düzenleme amaçlarını gerçekleştirmek üzere
konsolidasyon kuralları, bankanın gölge bankacılık
varlıklarına olan limit tutarları, bankaların gölge
bankacılık varlıkları nedeniyle oluşturacakları risk
odaklı sermaye gereksinimleri BCBS tarafından
belirlenmeli
İlgili Kuruluş
BCBS
ii) Bir bankanın gölge bankacılık kuruluşuna maruz
kalma boyutuna yönelik sınırlamalar artırılmalı
iii) Bankaların risk ağırlıklı sermaye gerekliliklerinin
gölge bankacılık risklerini karşılama düzeyi gözden
geçirilmeli
iv) Sıkı düzenleme işlemleri uygulanarak daha sıkı
konsolidasyon kurallarının getirilmesiyle, bankaların,
konsolide olmamış herhangi bir kuruluşa destek
vermeleri sınırlandırılmalı
II.
Para
piyasası
fonlarının
düzenlenmesine yönelik reform
v) Para piyasası fonlarının düzenlenmesine yönelik
reformları artırılmalı
IOSCO
III.
Diğer
gölge
bankacılık
kuruluşlarına yönelik düzenlemeler
vi) Diğer gölge bankacılık kuruluşlarına yönelik
düzenlemeler değerlendirilmeli ve sermaye ve likidite
gibi ihtiyati düzenlemeler genişletilmeli
FSB (Çalışma
Grubu)
IV. Menkul kıymetleştirmeye ilişkin
düzenlemeler
vii) Sermaye yükümlülükleri ve şeffaflık gibi menkul
kıymetleştirmeye ilişkin teşvikler yeterli düzeyde ele
alınmalı
IOSCO
BCBS
V. Menkul kıymetleştirme faaliyetleri
ve repoya ilişkin düzenlemeler
viii) Özellikle repo ve menkul kıymet kredileri gibi
teminatlı fon piyasaları ciddi bir biçimde ele alınmalı ve
gerektiğinde ihtiyat yönünden genişletilmeli
FSB (Çalışma
Grubu)
Kaynak: FSB (2011b)’den derlenmiştir.
Belirlenen çalışma alanları ve öneriler doğrultusunda FSB, yıllık gözetim
çalışmalarını, Kırılganlıkları Değerlendirme Daimi Komitesi (Standing Committee on
Assessment of Vulnerabilities; SCAV) yoluyla yürütmektedir. Komite, küresel eğilimleri ve
gölge bankacılık sisteminin risklerini değerlendirmek amacıyla oluşturulmuştur. SCAV’nin
95
gözetim faaliyetlerinden beklenen, ulusal yetkililerin kendi ülkelerindeki gölge bankacılık
risklerini değerlendirme süreçlerini kolaylaştırması ve yükselen gölge bankacılık
eğilimlerine yönelik deneyimlerin ulusal yetkililer arasında paylaşımının sağlanmasıdır
(FSB, 2012a).
SCAV’nin nitel ve nicel bilgiler yoluyla elde ettiği 2012 yılı gölge bankacılık
bilgilerine yönelik temel bulgular şöyledir (FSB, 2012b);
 Makro ölçümlere göre gölge bankacılık sistemi, 2002 yılında 26 trilyon ABD doları
iken, küresel kriz öncesinde hızla büyüyerek 2007 yılında 62 trilyon ABD dolarına
ulaşmıştır. Sistemin toplam büyüklüğü 2008 yılında biraz düşmüş olsa da 2011
yılında yeniden artarak 67 trilyon ABD $’a yükselmiştir. Gözetim kapsamının
genişletilmesine rağmen gölge bankacılık sisteminin boyutunun 2012 yılında bir
önceki yıla göre küresel düzeyde 5 ya da 6 trilyon ABD $ arttığı tahmin
edilmektedir.
 Toplam finansal aracılık faaliyetleri içerisinde gölge bankacılık sisteminin payı
krizin başlangıcından itibaren düşme eğilimi göstermiş ve 2007 yılında %27 iken
2009-2011 döneminde bu pay %25’e gerilemiştir. Ancak genel anlamda, gölge
bankacılık sisteminin toplam büyüklüğü bankacılık sistemi varlıklarının yaklaşık
yarısı büyüklüğündedir. Finansal aracıların toplam varlıkları Şekil 3.5‘te
görülmektedir.
96
60%
% GSYİH
50%
40%
30%
20%
10%
0%
2002
2003
2004
2005
Merkez Bankaları
Sigorta Kuruluşları ve Yatırım Fonları
Diğer Finansal Aracılar
2006
2007
2008
2009
2010
2011
Bankalar
Kamu Finansal Kurumları
Şekil 3.5. Toplam Finansal Varlıkların GSYH Payı (20 Ülke* ve Euro Bölgesi)
Kaynak: FSB, Global Shadow Banking Monitoring Report (2012c)
*Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Şili, Çin, Hong Kong, Hindistan, Endonezya, Japonya, Kore,
Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Singapur, Güney Afrika, İsviçre, Türkiye, İngiltere, ABD.
 ABD, 2011 yılında 23 trilyon $ varlıkla en geniş gölge bankacılık sistemine sahip
ülke olmuştur. ABD’yi 22 trilyon $ ile Euro bölgesi, 9 trilyon $ ile İngiltere takip
etmektedir. Ancak, ABD’de gölge bankacılık sisteminin toplam finansal aracılık
içerisindeki payı 2005’te %44 iken, 2011’de %35’e düşmüştür. ABD’deki düşüş,
sistemin İngiltere ve Euro bölgesinde genişlediğini yansıtmaktadır.
 Ülkeler bireysel olarak incelendiğinde; tüm finansal sistem içinde banka dışı
finansal aracıların payı, gölge bankacılık sisteminin GSYH’ye oranı ve banka dışı
finansal aracıların faaliyetleri açısından ülkeler arasında önemli farklılıklar olduğu
görülmektedir.
 Banka dışı finansal aracılar sektörünün diğer finansal kurumlara göre en geniş
olduğu ülkeler %45 ile Hollanda ve %35 ile ABD’dir. Banka dışı finansal
kurumların payının görece yüksek olduğu ülkeler; yaklaşık %35 ile Hong Kong,
%30 ile Euro bölgesi, yaklaşık %25 ile İsviçre, İngiltere, Singapur ve Kore’dir.
97
140
120
% GSYİH
100
80
%GSYİH
60
40
20
0
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011
Yıllar
Şekil 3.6. Banka Dışı Finansal Aracıların Toplam Varlıklarının GSYH Payı (20 Ülke* ve
Euro Bölgesi)
Kaynak: FSB, Global Shadow Banking Monitoring Report (2012c)
*Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Şili, Çin, Hong Kong, Hindistan, Endonezya, Japonya, Kore,
Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Singapur, Güney Afrika, İsviçre, Türkiye, İngiltere, ABD.
Şekil 3.6’da görüldüğü üzere, banka dışı finansal aracıların toplam varlıklarının GSYH
içindeki payı krize kadar olan dönemde hızla artarken, 2007 yılından itibaren küresel krizin
etkisiyle düşmeye başlamıştır. Varlıkların toplam ağırlığı krizin etkisinin azalmasıyla
birlikte yeniden artmaya başlamış, ancak 2009 yılından itibaren yavaş da olsa düşme
eğilimine girmiştir.
3.7.2.2. Basel 2,5
Basel-II reform paketi, Basel Komitesi tarafından 2004 yılının Haziran ayında,
ilerleyen dönemde birçok ülkede uygulanma beklentisi ile yayımlanmıştır. Ancak 2006 yılı
sonunda küresel krizin başlamasıyla birlikte üye ülkeler Basel-II reform paketini tam olarak
uygulamaya geçirme imkanı bulamamışlardır.
Bankaların menkul kıymetleştirme pozisyonlarına ilişkin Basel-II’de getirilen
düzenlemelerin, küresel krizden edinilen tecrübeyle yetersiz olduğu ve yeniden menkul
kıymetleştirme pozisyonlarının oldukça riskli olduğu görülmüştür. Bununla birlikte, banka
bilançolarında meydana gelen ciddi bozulmalar ve kaldıraç etkisi, piyasa riskine ilişkin
hesaplamaların da yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur. Eksikliklerin giderilmesi
amacıyla Basel Komitesi, Basel 2,5 kapsamında önemli değişikliklere gitmiştir (BDDK,
2012a). Bu çerçevede 2009 yılının üçüncü çeyreğinde, küresel krizden edinilen tecrübeler
doğrultusunda “Basel-II Çerçevesinde İyileştirmeler” dokümanını yayımlamıştır. Burada
98
yer alan reformlar belirli alanlarda kısa vadeli çözüm beklentileri ile oluşturulmuş ve Basel
2,5 olarak adlandırılmıştır (BCBS, 2012). Basel 2,5, Basel-II standartlarının bir takım
değişiklikler ile genişletilmiş halini yansıtmaktadır. Komitenin, her üç Yapısal Blok
kapsamında da değişikliğe gittiği görülmektedir.
Buna göre; Yapısal Blok-I kapsamında menkul kıymetleştirme işlemlerinde sermaye
yükümlülüğünün hesaplanmasına ilişkin değişiklikler, Yapısal Blok-II kapsamında risk
yönetimi ve denetim çerçevesine ilişkin değişiklikler, Yapısal Blok-III kapsamında piyasa
disiplinine ilişkin değişiklikler yapılmıştır. Belirlenen reformların, 2011 yılı sonuna kadar
uygulamaya geçirilmesi kararı alınmıştır.
3.7.2.3. Asgari sermaye yükümlülüğünün revizyonu
Dodd ve Mills (2008), eşikaltı konut piyasasında yaşanan krizin başlangıç noktasını,
açık bir biçimde menkul kıymetleştirme işlemleri ile açıklamaktadırlar. Buna göre krize
giden süreç, zayıf aracılık faaliyetleri ile başlamış, verilen konut kredileri karmaşık bir süreç
içerisinde menkul kıymet haline dönüştürülmüştür. Daha sonra bu menkul kıymetler,
menkul kıymetleştirme işlemi ile teminata dayalı borç senetleri, teminatlandırılmış kredi
tahvilleri ve CDS haline getirilmiş ve kredi riskine göre dilimlere ayrıldıktan sonra kredi
derecelendirme kuruluşları tarafından yatırımcılara satılmıştır. Bu noktada, tezgah üstü
piyasalarda işlem gören menkul kıymetleştirme işlemlerinin riski dağıtmaktan çok, özellikle
bankacılık kesimi üzerinde yoğunlaştırdığı görülmektedir (Adrian ve Shin, 2009). Çünkü
küresel kriz öncesinde düzenleyici otoriteler bu tür işlemlerin güvenli olduğunu öne sürerek
Basel-II standartları ile getirdikleri asgari sermaye yükümlülüğüne ilişkin risk ağırlıklarını
bu tür menkul kıymetleştirme işlemleri için düşük tutmuşlardır. Bu durum, bankaların ve
diğer finansal aracıların kaldıraç oranlarını artırarak bilançolarını genişletmelerine ve
yeniden menkul kıymetleştirmeye giderek tezgah üstü piyasalarda işlem hacimlerini
artırmalarına neden olmuştur.
Basel Komitesi, küresel kriz tecrübesinin ardından Basel 2,5 kapsamında menkul
kıymetleştirme işlemleri için sermaye yükümlülüğünün hesaplanma yönteminde değişikliğe
gitme kararı almıştır. Basel-II standartlarına göre menkul kıymetleştirme kredileri için
sermaye yükümlülüğü, standart yaklaşım ve İDD yaklaşımı olmak üzere iki yöntemle
hesaplanabilmektedir. Standart yaklaşımda riskler, derecelendirilmiş menkul kıymet riskleri
99
ve derecelendirilmemiş menkul kıymet riskleri olarak iki farklı uygulama altında ele
alınmaktadır.
İDD
yaklaşımında
ise
derecelendirilmiş
menkul
kıymet
riskleri
derecelendirmeye dayalı yaklaşım ile, derecelendirilmemiş menkul kıymet riskleri ise (izin
verilen durumlarda) içsel derecelendirme yaklaşımı ile hesaplanmaktadır.
Basel-II’nin Yapısal Blok-I revizyonunda dikkat çeken nokta, yeniden menkul
kıymetleştirme işlemlerinin (resecuritisation), menkul kıymetleştirme işlemlerine göre çok
daha riskli görülmesi ve bu tür işlemlere daha yüksek risk ağırlıklarının belirlenmesidir
(BDDK, 2012a). Basel Komitesi, 2009 tarihli “Basel-II Çerçevesinde İyileştirmeler”
dokümanında yeniden menkul kıymetleştirme işlemlerini; menkul kıymetleştirmeye ilişkin
risk havuzunda kredi risklerinin dilimlere ayrıldığı ve havuzdaki risklerden en az birinin
menkul kıymetlerden oluştuğu işlemler biçiminde tanımlamaktadır (BCBS, 2009b).
Sözü edilen yaklaşımlar çerçevesinde revizyona giden Basel Komitesi, standart
yaklaşımda menkul kıymet işlemlerine uygulanan risk ağırlıklarını değiştirmemiş, yeniden
menkul kıymet işlemlerine uygulanacak risk ağırlığını ise yükseltmiştir. İDD
yaklaşımlarından olan derecelendirmeye dayalı yaklaşımda yeniden menkul kıymet
işlemleri için, menkul kıymet işlemlerinden daha yüksek risk ağırlığı belirlenmiş, denetim
otoritesi formülü ile hesaplamalarda ise menkul kıymet işlemleri için %7 risk ağırlığı
uygulanırken yeniden menkul kıymet işlemleri için bu oran %20’ye yükseltilmiştir (BDDK,
2012a).
Basel 2,5 kapsamında bankaların, menkul kıymetleştirme risklerini, likidite ve kredi
iyileştirmeleri gibi menkul kıymetleştirme işlemlerinin tüm yapısal özelliklerini biliyor
olmaları şartı getirilmiştir. Böylece bankalar, Basel-II’de olduğu gibi sadece kredi
derecelendirme kuruluşlarının derecelendirme notlarına bağlı kalmayacak, kendi kredi
analizlerini yapabileceklerdir (BCBS, 2009b).
Kabul edilebilir likidite kredilerine45 ilişkin menkul kıymetleştirme riskleri, standart
yaklaşım ve İDD yaklaşımı açısından ayrı ayrı ele alınmıştır. Standart yaklaşımı uygulayan
bankalara Basel-II kapsamında vadesi bir yıl veya daha kısa olanlar için %20, bir yıldan
Bankaların, asgari sermaye likidite koşullarına uymak şartıyla bilanço dışı menkul kıymet risklerini kabul
edilebilir likidite kredileri olarak değerlendirip buna yönelik işlem yapmaları belirli koşullara bağlanmıştır. Bu
koşullar, BCBS’nin 2006 yılında yayımladığı “Sermaye Ölçümü ve Sermaye Standartlarının Uluslararası
Düzeyde Uyumlaştırılması” adlı genişletilmiş dokumanında açıklanmaktadır (BCBS, 2006).
45
100
fazla olanlar için ise %50 krediye dönüştürme oranı uygulaması getirilmişti (BCBS, 2006).
Basel 2,5 kapsamında ise, kısa ve uzun vade ayrımından vazgeçilmiş, tüm kabul edilebilir
likidite kredileri için %50 krediye dönüştürme uygulaması kararı alınmıştır. Böylece, kısa
vadeli riskler için daha düşük risk hesaplamasına son verilmiştir. İDD yaklaşımında ise kredi
dönüştürme oranı kapsamında herhangi bir değişikliğe gidilmediği görülmektedir (BCBS,
2009b).
Yapısal Blok-I kapsamında Basel 2,5’ta görülen diğer bir değişiklik, piyasa riski
çerçevesinde yapılan değişikliklerdir. Komite, piyasa riskine ilişkin bazı temel risklerin
yeterli bir biçimde ölçülmesini sağlamaya yönelik olarak; menkul kıymetleştirme
işlemlerine konu olmayan krediler için ilave risk sermaye yükümlülüğü (Incremantal Risk
Charge; IRC) getirmiş ve hisse senetlerine uygulanan risk ağırlıklarında bazı değişikliklere
gitmiştir. IRC, küresel kriz sürecinde alım satım işlemlerindeki ürünlerin kredi risk
ağırlıklarının ölçülmesi gerekliliği üzerine ortaya çıkmıştır. Basel-II’de riske maruz değer
kapsamında sadece temerrüt riski ölçülürken, Basel 2,5’ta getirilen ilave risk sermaye
yükümlülüğü; temerrüt riskini, temerrüde düşmemiş borçlanma araçlarına ilişkin spreadlerin
genişlemesi riskini ve kredi değerliliğinin değişim riskini kapsamaktadır (BDDK, 2012a).
Basel 2,5, alım satım işlemlerine ilişkin menkul kıymetlendirilmiş ürünlere, bankacılık
işlemleri için geçerli olan asgari sermaye yükümlülüğünün aynısının uygulanacağını
belirtmiştir. Böylece Komite, alım satım işlemleri ile bankacılık işlemleri arasındaki olası
düzenleyici sermaye arbitrajı için önlem almış olacaktır (BCBS, 2009b). Bununla birlikte
Basel-II’de spesifik riske46 ilişkin sermaye yükümlülüğü hesaplamasında kullanılacak oran
%4 iken, Basel 2,5 ile bu oran %8’e çıkarılmıştır (BDDK, 2012a).
3.7.2.4. Risk yönetiminin ve denetimin geliştirilmesi
Yapısal Blok-II kapsamında Basel 2,5 ile yapılan değişiklikler, temelde risk
yönetiminin geliştirilmesine yönelik olmuştur. Çünkü küresel kriz, birçok finansal kuruluşun
kendi
kullandığı
yapılandırılmış
kredi
ürünlerine
ilişkin
riskleri
tam
olarak
anlayamadıklarını, ihtiyatlı risk yönetimine ve güçlü finansal karar alma süreçlerine bağlı
hareket etmediklerini göstermiştir. Kredi risk yönetiminin öneminin de anlaşılmasıyla
Spesifik risk ifadesi; günlük alım satım işlemlerinde ve temerrüt riski gibi olay risklerinde, piyasada
oynaklıkların olduğu dönemler de dahil olmak üzere, bir menkul kıymet veya hisse senedi fiyatının piyasanın
genel durumuna kıyasla oldukça hızlı hareket ettiği durumlar için kullanılmaktadır (BCBS, 2006).
46
101
Komite, bankalar için genişletilmiş kredi risk yönetimi programının gerekliliğini
vurgulamıştır. Komite’de, borç alan ve borç veren için getirilmiş kredi standartlarının
gevşekliği, karşı tarafın kredi ödeyebilme gücüne zarar verebilecek ekonomik koşulların
izlenmesindeki eksiklikler ve zayıf portföy riski yönetimi bankacılık kesiminin en büyük
sorunları olarak ele alınmıştır. Kriz bu anlamda etkin sermaye planlamasının ve sermayenin
uzun dönem sürdürülebilirliğinin önemini ortaya koymuştur. Bankaların belirsiz piyasa
koşulları karşısındaki dayanıklılığı, potansiyel olumsuz gelişmeler için tuttuğu güçlü
sermaye pozisyonuna bağlıdır. Etkin bir sermaye planlaması, karşılaşılan risklerin, risk
yönetim süreçlerinin, riskler karşısında tutulan sermaye yeterliliklerinin ve ekonomik
daralma dönemlerindeki sermaye ve getirilerin değerlendirilmesini gerektirir. Bununla
birlikte piyasa likiditesinin, varlık fiyatlarının ve risk iştahının düştüğü dönemlerde ihraç ve
dağıtım modelinin, bilanço dışı araçların ve kredi türevlerinin kullanımı genişlemekte, bu
nedenle bankalar ciddi risk yönetimi ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Son küresel kriz
göstermiştir ki, kredi derecelendirme kuruluşlarının yapılandırılmış ürünler için belirlediği
dereceler, birçok bankanın etkinsiz risk yönetim sürecine sahip olması nedeniyle eşik altı
konut kredilerinin hızla artmasına neden olmuştur. Ayrıca, yapılandırılmış kredi ürünlerinin
karmaşıklığı ve büyük ölçüde likiditeden yoksun oluşu istenmeyen risk artışlarını doğurmuş
ve bu riskleri yeterince yönetemeyen bankaların bilançolarına büyük zararlar vermiştir
(BCBS, 2009b).
Sözü edilen tespitler doğrultusunda Basel Komitesi, Basel 2,5 kapsamında genel ve
spesifik risk yönetiminin genişletilmesine odaklanmıştır. Güçlü bir genel risk yönetimi
temelde şu özelliklere sahip olmalıdır (BCBS, 2009b);
- Aktif bir yönetim kurulu ve üst düzey yönetimin gözetimi,
- Uygun politikalar, süreçler ve sınırlamalar,
- Risklerin kapsamlı bir biçimde ve zamanında tanımlanması, ölçülmesi, kontrolü,
gözetimi ve raporlanması,
- Uygun bir yönetim bilgi sistemi,
- Kapsamlı iç kontrol sistemi.
102
Spesifik risk yönetiminin belirleyicileri ise; risk yoğunlaşması, bilanço dışı riskler ve
menkul kıymetleştirme riski, itibar riski ve tam destek, değerleme uygulamaları, likidite risk
yönetimi ve denetimi, sağlıklı stres testi uygulamaları ve sağlıklı fiyatlama uygulamalarıdır
(BCBS, 2009b).
3.7.2.5. Piyasa disiplininin revizyonu
Kamuyu aydınlatmaya yönelik zayıflıkları gözlemleyen Basel Komitesi, açıklanan
uygulamaların da dikkatlice değerlendirilmesinden sonra Yapısal Blok-III kapsamında bazı
değişikliklere gitmiştir. Basel 2,5 ile getirilen değişiklikler, aynı zamanda FSB’nin de
Yapısal
Blok-III
kapsamındaki
yükümlülüklerin
genişletilmesi
önerileri
üzerine
geliştirilmiştir. Buna göre (BCBS, 2009b);
i. Alım satım işlemlerine ilişkin menkul kıymetleştirme riskleri, niceliksel açıklamaları
kapsayacak şekilde tablolar halinde sunulacaktır,
ii. Bilanço dışı araçlara sponsor olunduğu durumda, menkul kıymetleştirmeye konu
olsun ya da olmasın, alınan tüm risklerin niteliği açıklanacaktır,
iii. Menkul kıymetleştirme riskleri için kullanılan düzenleyici sermaye yaklaşımları ve
içsel derecelendirme yaklaşımına ilişkin nicel bilgiler açıklanacaktır,
iv. Bankanın yeniden menkul kıymetleştirme işlemlerinde aldığı riskler, kredi ve piyasa
risklerinin gözetimine ilişkin süreçler açıklanmalı, menkul kıymetleştirme ve
yeniden menkul kıymetleştirme risklerinin değerlemesine ilişkin açıklamalar ayrı
ayrı yapılmalıdır,
v. Menkul kıymetleştirme risklerine ilişkin değerlemelerin niteliksel olarak nasıl ele
alındığı açıklanmalıdır,
vi. Bankaların gelecekte hangi varlıklarını menkul kıymetleştirmeyi tasarladıklarını
açıklamaları gerekmektedir.
103
3.7.2.6. Basel-III
Küresel krizin derinleşmesi üzerine Kasım 2008 tarihinde Washington Zirvesi’nde
toplanan ve daha sonra çok sayıda zirve toplantısı gerçekleştiren G20 liderleri, finansal
piyasalara yönelik düzenleme ve denetim sisteminin konjonktür destekli olduğuna ve bunun
neden olduğu sorunlara dikkat çekmişlerdir. G20 liderlerinin geliştirdikleri öneriler,
özellikle konjonktürü destekleyen eğilimlerin hafifletilmesine yönelik olmuş ve kaldıraçlar,
sermaye kalitesi, likidite ve koşulluluk ilkeleri gibi reformların önemi vurgulanmıştır. Eylül
2009’da Pittsburgh Zirvesi’nde toplanan liderlerin odaklandığı bu reformlar, Aralık 2009’da
Basel Komitesi’nin yayımladığı dokümanda belirtilen reform önerileri için örnek
oluşturmuştur. Komite, Eylül 2009’da yayımladığı dokümanda; asgari sermaye
yükümlülüğünün aşırı konjonktürel yapısının giderilmesi, daha ileriye dönük koşulluluk
ilkelerinin geliştirilmesi, sıkıntılı dönemlerde tampon oluşturacak bir sermaye yapısının
oluşturulması ve aşırı kredi genişlemelerinin olduğu dönemlerde bankacılık kesiminin
korunmasını sağlayacak tedbirlerin oluşturulması hedeflerini açıklamıştır (Repullo ve
Saurina, 2011).
Temmuz 2010’da konjonktür karşıtı sermaye düzenlemelerine ilişkin bir doküman
yayımlayan Basel Komitesi, Aralık 2010 tarihinde bankacılık kesimi için hazırladığı küresel
düzenleme değişikliklerini Basel-III adı altında yayımlamıştır. Bu düzenleme değişiklikleri
YFM’nin tek parçası olmasa da önemli bir parçası konumundadır. Bununla birlikte BaselIII’ün yayımlanmış olması, kamuoyunda Basel-II’nin yürürlükten kalktığı ve yerine
bütünüyle Basel-III ilkelerinin ikame edildiği izlenimi yaratmıştır (BDDK, 2010a). Ancak
Basel-III, küresel krizde Basel-II ilkelerinin yetersiz kaldığının farkına varılması ve
geliştirilmesi ihtiyacı nedeniyle Basel-II kapsamındaki üç Yapısal Blok üzerine inşa edilmiş
düzenlemelerdir.
Basel Komitesi’nin genişletilmiş bir reform seti halinde yayımladığı Basel-III
düzenleme değişiklikleri genel hatlarıyla şu hususları içermektedir (BCBS, 2010);

Sermaye kalitesinin artırılması,

Karşı taraf kredi riskinin hesaplanma yöntemine ilişkin değişiklik,

Kaldıraç oranının hesaplanma yöntemine ilişkin değişiklik,

Asgari küresel likidite standartlarının düzenlenmesi,
104

Konjonktürü destekleyen sermaye düzenlemeleri,

Sistemik açıdan önemli finansal kurumlar için asgari sermaye yeterliliği
düzenlemeleri.
3.7.2.7.Sermayeye ilişkin yeni düzenlemeler
Bankacılık kesiminin küresel krize yetersiz kalitede sermaye ile girdiğini ifade eden
Komite, banka sermayesinin en yüksek kaliteli bileşeni olarak tanımladığı ana sermayeye
daha fazla odaklanarak yeni sermaye tanımı geliştirmiştir. Buna göre; birinci kuşak sermaye
(ana sermaye) içerisine çekirdek sermaye ve ilave ana sermaye kalemleri eklenmiştir
(BCBS, 2010).
Asgari sermaye yükümlülükleri için kademeli geçiş belirleyen Komite, asgari çekirdek
sermaye oranının 2013 ile 2015 yılları arasında kademeli olarak %2’den %4,5’e, çekirdek
sermaye ve ana sermayeden oluşan birinci kuşak asgari sermaye oranının ise %4’den %6’ya
çıkarılmasına karar vermiştir. Toplam asgari sermaye yükümlülüğü %8 düzeyinde
değişmeden kalmıştır. Bununla birlikte, mortgage servis hizmetlerinin, bankalar ve sigorta
kuruluşları gibi konsolide olmayan finansal kurumlara yapılan önemli büyük çaplı
yatırımların 2018 yılı Ocak ayından itibaren sermayeden düşülmesi kararı alınmıştır (BCBS,
2010).
Basel-III, ekonominin sıkıntılı dönemlerinde bankaların kayıplarını en aza
indirmelerine yardımcı olacak bir önlem olarak sermaye tamponu düzenlemesi getirmiştir.
Sermaye koruma tamponu, bazı olumsuz ekonomik koşullardan dolayı asgari sermaye
yükümlülük koşulunun ihlal edilme olasılığına karşı tasarlanmış basit bir sermaye koruyucu
önlemdir. Buna göre; sermaye koruma tamponu %2,5 olacak ve asgari çekirdek sermaye
oranına eklenecektir. Bu oran belirlenen eşiğin altına düştüğü durumda, bankaların
faaliyetleri devam edecek, ancak kâr dağıtım oranlarına yönelik kısıtlama getirilecektir
(BCBS, 2010). Bununla birlikte 2011 yılına gelindiğinde Basel Komitesi’nin gözetiminde
toplanan merkez bankaları ve denetim otoriteleri başkanları, küresel düzeyde sistemik açıdan
önemli bankalar için ilave sermaye yükümlülüğü ve bazı düzenlemeler getirmişlerdir. Söz
konusu bankaların yarattığı ahlaki riskin azaltılmasına yönelik getirilen bu düzenlemelerde
ilave asgari sermaye yükümlülüğü, bankaların sahip olduğu sistemik öneme bağlı olarak %1
ile
%2,5
arasında
belirlenecektir.
Bankaların
sistemik
önem
derecesinin
105
değerlendirilmesinde ise; bankanın büyüklüğü, bankalararası ilişkileri, şube sayısının
yeterliliği, küresel faaliyetleri ve işlemlerinin karmaşıklığı esas alınacaktır (BCBS, 2011b).
Basel-II kapsamında karşı taraf kredi riski belirlenirken, kredi derecelendirme notunun
değişme riski ve karşı tarafın temerrüt riski dikkate alınmakta iken, Basel-III kapsamında
getirilen düzenleme ile kredi değerlemesi riski için standart ve gelişmiş yöntemlerle sermaye
yükümlülükleri belirlenmeye başlamıştır (BDDK, 2011a).
Küresel kriz sırasında bankacılık kesiminde bilanço içi ve bilanço dışı aşırı kaldıraç
birikimine dikkat çeken Komite, kaldıraç birikimini sınırlamaya ve risk odaklı
yükümlülükleri artırmaya yönelik düzenleme getirmiştir. Bu düzenleme ile Basel-III’te
kaldıraç oranı, 2013 ile 2017 yılları arasında kademeli bir geçiş öngörülerek %3 olarak
belirlenmiştir
(BCBS,
2010).
Kaldıraç
oranının
hesaplanmasında,
ana
sermaye/aktifler+bilanço dışı kalemler yöntemi kullanılmaktadır (BDDK, 2010a).
3.7.2.7.1. Likidite düzenlemeleri
Likidite, finansal sistemde ihtiyaç olduğu durumda yeniden dağıtılan mevcut bir fon
stokunu ifade etmektedir. Likidite daraldığı durumda tüm bilanço kalemleri de daraldığından
borçlanma isteği azalmaktadır (Adrian ve Shin, 2009). Bu nedenle sağlam denetim
standartları ile takviye edilmiş güçlü bir likidite tabanı oluşturmak önemli görülmektedir.
Basel Komitesi, bugüne kadar bu alanda herhangi bir uyumlaştırılmış küresel standart
uygulamasına gitmemiştir. Komite, Basel-III ile asgari likidite yükümlülükleri getirerek,
uluslararası ölçekte yarattığı ortak oyun alanını güçlendirmeyi planlamıştır (BCBS, 2010).
Küresel krizin erken dönemlerinde bazı bankaların likidite risk yönetimi açısından
yaşadıkları zorluklar karşısında Basel Komitesi, 2008 yılında “Sağlam Likidite Risk
Yönetimi İçin İlkeler” dokümanını yayımlamıştır. Dokümanda yer alan ilkelerin bankalar ve
denetmenler tarafından tam olarak uygulanması durumunda daha iyi bir risk yönetiminin
sağlanacağı ifade edilmiştir. Komite daha sonra, likidite ilkelerini tamamlayıcı nitelikte iki
asgari standart bileşeni geliştirmiştir. Bu çerçevede, bankanın yeterli yüksek kalitede likit
varlıklara47 sahip olmasını sağlayacak bir bileşen olarak Likidite Karşılama Rasyosu (LCR)
Yüksek kalitede varlıklar; piyasaların sorunlu olduğu durumlarda kolayca nakde çevrilebilen nakitler,
merkez bankası rezervleri gibi düşük riskli varlıklardan oluşmaktadır (Blundell-Wignall ve Atkinson, 2010).
47
106
getirilmiştir. LCR, bankaların likidite risk profilinin kısa vadeli direncini artırmak amacıyla
geliştirilmiştir. Diğer bileşen Net İstikrarlı Fonlama Rasyosu (NSFR)’dur. Burada, bankaya
ek teşvikler sağlanması yoluyla uzun bir zaman dilimi için bankanın dayanıklılığının
artırılması amaçlanmıştır. NSFR ile varlık ve yükümlülüklerin vade yapısının
sürdürülebilirliğinin sağlanacağı ifade edilmiştir (BCBS, 2010).
LCR önerisi, bankaların her zaman acil 30 günlük net nakit çıkışlarını48 karşılayacak
ölçüde likit varlığa sahip olmaları gerektiği üzerine inşa edilmiştir. Basel-III ile asgari %100
olması planlanan LCR, şu şekilde formüle edilmiştir (Blundell-Wignall ve Atkinson, 2010);
LCR=
Yüksek Kalitede Varlıklar
 %100
30 Günlük Net Nakit Çıkışı
Basel Komite, bankaların varlık ve yükümlülük yapılarına ilişkin likidite özelliklerinin
kontrol edilmesiyle, daha istikrarlı ve güvenilir fonlama yapılmasını öngören NSFR’yi ise
şu şekilde formüle etmiştir (Blundell-Wignall ve Atkinson, 2010);
NSFR=
Mevcut İstikrarlı Fonlama Tutarı
 %100
İhtiyaç Duyulan İstikrarlı Fonlama Tutarı
Komite, mevcut istikrarlı fon tutarının, birinci ve ikinci kuşak sermaye kalemlerinin
ve bir yıldan uzun vadeli yükümlülüklerin esas alınmasıyla; ihtiyaç duyulan istikrarlı
fonlama tutarının ise bankaların vadelerine ve kalitelerine göre değişen bilanço içi ve bilanço
dışı risklerinin dikkate alınmasıyla hesaplanmasını öngörmüştür (BDDK, 2010a). Söz
konusu rasyolar için kademeli geçiş planlayan Komite, rasyoların öncelikle bankacılık
kesimi üzerindeki etkilerinin gözlemlenmesi, ardından 2018 yılı Ocak ayında uygulamaya
geçirilmesi kararı almıştır (BCBS, 2010).
Likidite düzenlemeleri çerçevesinde Basel-III kapsamındaki bir diğer değişiklik,
likidite riski
ölçümünde denetmenlere
kolaylık
sağlayacak
gözetim
araçlarının
önerilmesidir. Komite, 2009 yılından önce denetmenler için makroihtiyati yaklaşım altında
küresel düzeyde geçerli olan 25’ten fazla önlem kategorisi geliştirmiştir. Bu noktada
denetmenlerin, bankacılık kesiminin (ve hatta tüm finansal sistemin) risk profillerini
48
Net nakit çıkışı= 30 gün içerisindeki nakit çıkışları – 30 gün içerisindeki nakit girişleri (BDDK; 2010).
107
izlemede kullandığı sayısal önlemlerin geniş bir çerçevesi olduğu bilinmektedir. Komite,
Basel-III kapsamında, denetmenlerin kullanabileceği asgari türde bilgiler içeren ortak bir
ölçüm seti oluşturmuştur. Buna ek olarak konuyla ilgili çalışmalarını sürdüreceğini belirtmiş
ve denetmenlerin de bazı spesifik riskleri tespit için kendi yetki alanları içinde ilave ölçümler
kullanabileceklerini ifade etmiştir. Basel-III kapsamında geliştirilen gözetime ilişkin
kullanılabilecek araçlar şunlardır (BCBS, 2010);
 Sözleşmeye dayalı vade uyumsuzluğu: Çeşitli zaman dilimlerinde birbirleri ile
örtüşen tüm bilanço içi ve bilanço dışı akımlar arasındaki vade uyumsuzluklarının
tespit edilmesi amaçlanmıştır.
 Farklı zaman ufkundaki fonlama yoğunluğu: Bu ölçüm, kredi alan taraftan, finansal
araçlardan ve diğer parasal değerlerden sağlanan toptan fonlama yoğunluğunu
ölçmektedir.
 Mevcut ipoteksiz varlıklar: Bankanın, güvenli finansman için teminat olarak
kullanabileceği potansiyel ipoteksiz varlıklarının miktarını ölçmektedir.
 LCR’nin parasal birimi: Likidite riskinin önemli bir unsurunun kur riski olduğunu
ifade eden Komite, LCR’nin her bir önemli para cinsinden değerlendirilmesi
gerektiğini belirtmiştir.
 Piyasa ile ilişkili gözetim araçları: Potansiyel likidite sıkışıklığının tespiti için
ölçüm yaparken varlık fiyatları ve likidite, CDS’ler, hisse senedi fiyatları ve
spreadler gibi piyasa çapında verilerin kullanılması gerektiği ifade edilmiştir.
3.8. Genel Bir Değerlendirme
1980’li yıllardan sonra dünya ekonomisinde finansal bütünleşmenin artmasıyla, yurtiçi
finansal piyasalar uluslararası finansal piyasalara açılmış ve 1990’lı yılların sonlarına
gelindiğinde çok sayıda finansal kriz meydana gelmiştir. Krizlerin finansal serbestleşmenin
ardından yoğunlaşması, finansal bütünleşmenin etkisiyleküresel finansal sistemde
bulaşıcılığın ve kırılganlığın arttığına işaret etmiştir. Bu defa IMF ve DB gibi uluslararası
kuruluşlar tarafından krizlerin ardından kriz yaşayan ülkelereönerilen ve serbestleşme
108
politikaları ekseninde şekillenen reçetelerden öte, krizlerin neden olduğu yapısal sorunlar
üzerine odaklanılmış ve finansal sisteme yönelik küresel çapta yeni düzenleme arayışları
gündeme gelmiştir. İktisat yazınında “yeni küresel finansal mimari” olarak adlandırılan ve
her ülkenin finansal sisteminin uluslararası standartlara yönelik düzenlemeler çerçevesinde
uyumlaştırılmasını ifade eden girişimler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke temsilcileri ve
uluslararası finansal kuruluşlar tarafından sürdürülmektedir.
1990’lı yılların sonunda başlayan ilk düzenleme girişimlerinde, krizleri önlemeye ve
yönetmeye yönelik çözüm arayışları üzerinde yoğunlaşılmış, daha çok GOÜ’lerin finansal
sistemlerinin güçlendirilmesine odaklanılmıştır. Bu doğrultuda yeni küresel finansal
mimarinin hedeflerine yönelik başlatılan ilk girişim, 1999 yılında G7 ülkelerinin liderleri
önderliğinde toplanan Köln Zirvesi olmuştur. Zirve’de, uluslararası finansal sistemin
yeniden düzenlenmesine yönelik olarak her ülkenin düzenleme ve denetleme kurumlarının
yeniden yapılandırılmasına, ağırlıklı olarak bankacılık kesiminden oluşan finansal sistemin,
belirlenen küresel standartlar çerçevesinde düzenlenmesine dikkat çekilmiştir. Alınan
kararlar çerçevesinde Basel Komitesi, IOSCO, IASC gibi uluslararası kuruluşlar ve FSF
tarafından ülkelerin finansal sisteminde uygulamaya geçirilmek üzere Etkin Bankacılık
Denetim ilkeleri, hisse senedi piyasalarını düzenlemeye yönelik ilkeler ve denetim
standartları yayımlanmıştır. Finansal mimari sürecinin uygulanabilirliğinin teşviki için
uluslararası gözetimden sorumlu kuruluşun IMF olacağı duyurulmuştur.
Bankacılık düzenleme ve denetimden sorumlu Basel Komitesi, 1988 yılında
yayımladığı Basel-I Uzlaşısı’nda tüm ülkelerin bankacılık sisteminde ortak bir birleşen olan
birinci kuşak sermayeyi tanımlamış, bankacılık aktiflerine uygulanacak risk ağırlıklarını
belirlemiş ve asgari sermaye yeterlilik oranına ilişkin hesaplamalara yer vermiştir. Komite,
bankalar için asgari sermaye yeterlilik oranını, kredi riski de dahil olacak şekilde %8 olarak
belirlemiştir. Bunun yanında, tahvil ve hisse senedi gibi sermaye piyasası araçlarına ilişkin
faiz oranı ve kur riskini içeren piyasa riski, 1996 yılında asgari sermaye yeterlilik oranı
hesaplamalarına dahil edilmiş ve Basel-I’in kapsamı genişletilmiştir. Ancak bankacılık
aktifleri için belirlenen risk ağırlıklarının bankaların finansal konumları ile uyuşmaması,
bankaların aşırı risk almasına neden olmuş ve 1994 Meksika, 1997 Asya Krizleri, söz konusu
hatalı teşviklere örnek teşkil etmiştir. Bunun üzerine Basel Komitesi, 1999 yılından itibaren
yeni düzenlemeler üzerinde çalışmaya başlamış ve 2004 yılında Basel-II adı altında Basel-I
Uzlaşısı’nı revize etmiştir. Basel-II Uzlaşısı, Yapısal Blok I, II ve III olarak üç temel Blok
109
üzerine inşa edilmiştir. Buna göre, asgari sermaye yeterliliğine kredi riski ve piyasa riskinin
yanında operasyonel riskler dahil edilmiş, Yapısal Blok II ve III kapsamında denetim
otoritesine yönelik düzenlemelere ve piyasa disiplinine yer verilmiştir. Bunun yanında
Komite, bankaların sermaye yeterliliklerinin değerlendirilmesini kendi yetkili otoritelerine
bırakmış, kredi riski için Standard&Poors, Fitch ve Moodys gibi bağımsız derecelendirme
kuruluşlarının verdiği notların dikkate alınacağını ifade etmiştir.
İktisat yazınında söz konusu döneme ilişkin yeni finansal düzenlemelere yönelik
eleştiriler, bankalara kendi risklerini ölçmeleri ve kendi sermaye yeterliliklerini
değerlendirmeleri hususunda verilen hatalı teşvikler üzerine yoğunlaşmaktadır. Bunun
yanında, menkul kıymetler yoluyla finansal kurumların aşırı risk almalarının önünün
açılması, bankaların risk taşımadıkları inancıyla hareket edilmesi ve küresel çapta gelişmiş
ülkelerin finansal sistemlerine benzer bir finansal sistem oluşturma çabaları, söz konusu
döneme ilişkin YFM’nin zayıflıkları arasında sayılmaktadır. Düzenleme standartlarının
uygulanmasına yönelik denetimlerin yetkili otoritelerin insiyatifine tabi kılınması ve
uygulanması konusundaki duyarsızlık, yine eleştiriler arasında yer almaktadır. Sözü edilen
eleştiriler, küresel bir finansal krizden korunma ya da kriz gerçekleştiğinde kriz yönetimi
açısından, ilgili dönemde ele alınan düzenlemelerin temel zayıflıklarına işaret etmektedir.
YFM’ye yönelik düzenlemeler devam ederken, 2007 yılında ABD finansal
piyasalarında başlayan sorunların tüm dünyaya yayılarak küresel krize dönüşmesi,
düzenleme girişimlerinin yetersizliğini ortaya koymuş ve finansal mimarinin yeniden ele
alınarak geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede YFM’nin reformu için G20 liderleri
aracılığıyla mevcut küresel finansal standartları geliştirmek yönünde çeşitli Zirve toplantıları
yapılmıştır. Küresel krizin hemen ardından toplanan Zirveler’de genel olarak krizin temel
nedenlerine odaklanılmış ve sistemik riskleri azaltmaya yönelik önlemler ele alınmıştır.
Genel itibariyle Zirveler’de ele alınan konular;
i.
IMF’in sağladığı likidite kolaylıklarının artırılması
ii.
Piyasa disiplininin sağlanması
iii.
Şeffaflık ve hesap verebilirlik kapsamında FSAP raporlarının IMF’ye sunulması
iv.
Kredi ve menkul kıymetlere ilişkin asgari sermaye yeterliliğinin belirlenmesi,
v.
Hedge fonların denetimi ve gölge bankacılığa yönelik gerekli önlemlerin alınması
vi.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının denetim ve gözetiminin genişletilmesi
110
vii.
Yüksek kaldıraçların neden olduğu olumsuzlukların bertaraf edilmesine yönelik
küresel standartların genişletilmesi
viii.
Ülkelerin Basel Kriterleri’ne aşamalı olarak uyumlaştırılması
ix.
Makro ihtiyati politikaların ele alınması
x.
Spekülatif sermaye akımlarındaki oynaklık riskine karşı kurlardaki aşırı oynaklığın
önüne geçilmesi,
xi.
Daha esnek bir finansal sistemin oluşturulması ve
xii.
Küresel finansal mimarinin güçlendirilmesidir.
2008 Küresel Kriz nedeniyle, bankaların menkul kıymetlere ilişkin pozisyonlarının
riskli olması ve banka bilançolarında meydana gelen ciddi bozulmalar, Basel-II’de yer alan
her üç Yapısal Blok kapsamının revize edilmesini gerekli kılmıştır. Bu çerçevede,
Zirveler’de ele alınan unsurlar doğrultusunda 2009 yılının üçüncü çeyreğinde Basel-II
standartları genişletilerek Basel 2,5 olarak adlandırılan yeni bir doküman yayımlanmıştır.
Buna göre, menkul kıymetlere ilişkin sermaye yükümlülüklerinde, risk yönetimi ve denetim
çerçevesinin güçlendirilmesinde ve piyasa disiplininde değişikliklere gidilmiştir. Söz
konusu reformların 2011 yılı sonuna kadar uygulamaya geçirilmesi kararı alınmıştır.
Basel Komitesi, Basel 2,5 dokümanını 2010 tarihinde revize ederek Basel-III adıyla
yayımlamıştır. Küresel kriz döneminde banka sermayesinin yetersiz kalitede olduğunu ifade
eden Komite, Basel-III çerçevesinde ana sermayeye odaklanarak birinci kuşak sermaye
tanımını genişletmiştir. Birinci kuşak asgari sermaye yükümlülüğünü %4’den %6’ya
yükselten Komite, toplam asgari sermaye yükümlülüğünde bir değişikliğe gitmemiştir.
Ekonomik daralma dönemlerinde banka kayıplarını azaltmaya yönelik bir önlem olarak
%2,5 düzeyinde sermaye koruma tamponu getirilmiş ve bu oranın altına düştüğü durumda
bankaların kâr dağıtım oralarına kısıtlama getirileceği ifade edilmiştir. Bunun yanında BaselIII kapsamında asgari likidite düzenlemelerine yer verilmiştir. Bankaların likidite risk
yönetimlerinin zayıflığına dikkat çekilmiş ve yeterli yüksek kalitede likit aktiflere sahip
olmalarını sağlamak amacıyla bankalara yönelik Likide Karşılama Rasyosu getirilmiştir.
Komite, söz konusu düzenlemeler için 2013 yılından itibaren kademeli bir geçiş planı
hazırlamış ve düzenlemelerin etkilerine ilişkin gözetime vurgu yaparak, 2019 yılı başına
kadar bütünüyle uygulamaya geçirileceğine onay vermiştir.
111
G20 önderliğinde toplanan Zirveler halen devam etmekte ve Zirveler’in konusunu
büyük ölçüde küresel standartların uygulanmasında kaydedilen ilerlemeler oluşturmaktadır.
Bu doğrultuda, küresel finansal mimari çalışmaları, güçlü ve istikrarlı bir küresel finansal
sistem oluşturma amacına yönelik olarak ulusal yetkililer ve uluslararası kuruluşlarca halen
sürdürülmektedir.
112
113
4. TÜRKİYE’NİN KÜRESEL FİNANSAL MİMARİYE UYUM SÜRECİ
Türkiye’de 1980 öncesi dönemde finansal piyasalar, uygulanan politikalar gereği
finansal baskı hipotezini destekler bir görünüm arz etmiştir. Mevduat ve kredi faizleri
üzerindeki baskılama nedeniyle görülen reel negatif faiz oranları ve beraberinde
tasarruf/GSYH oranının 1972-1976 döneminde %20,9 iken, 1977-1980 döneminde %17,3’e
gerilemesi, piyasaya yabancı banka girişlerinin engellenmesi ve yabancı varlık tutmaya
yönelik kısıtlamalar finansal sistemin gelişmesini engelleyen unsurlar olmuştur.49 Finansal
sistem içinde en büyük paya sahip olan kamu ve özel ticari bankaların geleneksel bankacılık
faaliyetlerini yürüttüğü 1980 öncesi dönem aynı zamanda sermaye hareketlerinin de kontrol
altında tutulduğu ve sermaye piyasalarının olmadığı dönemdir.
Söz konusu dönemde uygulanan ithal ikameci (içe dönük) büyüme modeline dayalı
sermaye birikiminin 1977 yılından itibaren sürdürülemez hale gelmesi nedeniyle (Yeldan,
2009: 43) Türkiye’de, 1980’den itibaren finansal spekülasyona dayalı yeni bir birikim
modeline yönelik politikalar uygulamaya konulmuştur. Ekonominin uluslararası piyasalara
açıldığı yeni dönemde finansal sistem de dönüşüme uğramış, bankalar geleneksel bankacılık
faaliyetlerinden uzaklaşmaya başlamış ve yeni birikim sürecine uygun görevler
üstlenmişlerdir.
Çalışmanın bu bölümünde, Türkiye ekonomisinin yönetiminde IMF ve DB’nin
belirleyici rol oynadığı, özellikle 1990’lı yılların sonlarından itibaren çeşitli niyet mektupları
ve stand-by anlaşmalarıyla ekonomi yönetiminin IMF’nin denetimi altına girdiği, bölüşüm
ilişkilerinin emek aleyhine, sermaye lehine dönüştüğü gelişmeler (Boratav, 2009: 199) ele
alınmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’de küresel finansal mimariye uyum çabaları
doğrultusunda, finansal sistemin krizlere karşı sağlamlılığını artırmaya ve kırılganlıktan
uzak bir finansal sistemin gelişimini sağlamaya yönelik gerçekleştirilen düzenlemeler ise
bölümün temel konusunu oluşturmaktadır.
1960’lı ve 1970’li yıllarda finansal sektöre ağırlıklı olarak bankacılık sektörü hakim olmuştur. Kamu
tahvilleri, özel bonolar, hisse senetleri gibi diğer finansal varlıkların payı çok düşük düzeylerde kalmıştır. 1979
yılında finansal varlık stokunun %78’ini M2 oluşturmuş ve tüm finansal varlıkların %85’i bankacılık sektörü
tarafından yaratılmıştır (Uygur, 1990).
49
114
4.1. 1980 Sonrası Yapısal Dönüşüm Politikaları
Türkiye’de serbestleşmeye yönelik reform süreci, 1970’lerin sonunda yaşanan
makroekonomik sıkıntıların ardından IMF’nin ve DB’nin borçların yeniden yapılandırılması
ve yeni fon ihtiyacına yönelik önerileri dikkate alınarak başlatılmıştır.50 Ekonomide yapısal
dönüşümü amaçlayan serbestleşme politikalarının neredeyse tamamı finansal piyasaları da
etkileyen/içine alan bir dizi önlemlerden oluşmaktadır.
Türkiye’de 24 Ocak 1980’de kuramsal temeli neoliberal yaklaşıma dayanan istikrar
programı yürürlüğe konulmuş ve alınan kararlarla ihracata dönük büyüme ve Türkiye
ekonomisinin serbestleştirilmesi hedeflenmiştir. 1980’den önce sanayileşmenin birincil
hedef olması nedeniyle bu sektöre kaynak aktarımında çeşitli kolaylıklar sağlanırken, 1980
sonrasında ithal ikameci politikalar terk edilmiş, ihracata çeşitli teşvikler getirilerek dışa
açılma modeli benimsenmiştir (Toprak, 1993). Ekonominin reel kesiminde dışa açık büyüme
modeli benimsenirken, finansal kesimde finansal serbestleşme yoluyla sistemin bir bütün
olarak etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması hedeflenmiştir.
Ekonomide
kamu
müdahalelerinin
azaltılarak
piyasa
ekonomisine
işlerlik
kazandırmaya yönelik politikaları içeren İstikrar Programı, uzun vadeli amaçlardan öte kısa
vadeli amaçları içermektedir. Programın nihai amacı, Türkiye ekonomisinin kapitalist dünya
ekonomisine uyarlanması ve eklemlenmesi, ulusal ekonominin birikim ve kaynak dağılım
mekanizmalarında piyasa fiyatının belirleyici unsur olması ve devlet desteğiyle ekonominin
dışa açılmasıdır. Alınan kararlara ilişkin hedefler; enflasyonun makul bir düzeye indirilmesi,
döviz kuru politikaları ile ihracata dönük büyümenin sağlanması ve ithalatın
serbestleştirilmesi, fiyatlar üzerindeki müdahalelerin kaldırılması, yurtiçi piyasaların
serbestleştirilerek pozitif reel faiz oranlarının sağlanması ve bu yolla tasarruf ve yatırımların
artırılması, sermaye hareketlerinin serbestleştirilerek Türk Lirası’nın konvertibilitesine
geçilmesidir (Uygur, 1993; Krueger, 1995; Şahin, 1997: 175; Sönmez, 2005: 319; Boratav,
2009: 149).
Küresel finansal mimari doğrultusunda Türkiye’de de uygulamaya geçirilen finansal
piyasalara ilişkin reformlar, 1980 yılında Türkiye ekonomisinde başlayan reform sürecinin
Serbestleşmeye yönelik alınan kararlar, IMF’nin 1970’li yıllarda dünya ekonomisinde durgunluk yaşayan
çok sayıda azgelişmiş ülkeye benimsettiği standart istikrar politikası paketi ile DB tarafından geliştirilen
yapısal uyum programının unsurlarını içermektedir (Boratav, 2009: 149).
50
115
tamamlayıcısı durumundadır. Bu nedenle bu süreçte alınan başlıca politika önlemlerini ve
etkilerini incelemek önemli görülmektedir.
4.1.1. Makroekonomik ve finansal reformlar: 1980-1988
1980’lerin başında öncelikle son dönemde yaşanan ekonomik sıkıntıların atlatılmasına
yönelik makroekonomik politikalar ele alınmıştır. 1980-1983 dönemini kapsayan ilk
düzenlemeler, ihracatı artırmaya ve enflasyon oranını kontrol altına almaya yönelik
politikalardan oluşmaktadır. Söz konusu dönem içerisinde finansal piyasaların yeni
ekonomik ortama uyum sağlayabileceği düşünülmüş, bu kesime yönelik düzenlemeler geri
plana itilmiştir. Ancak 1984-1988 döneminde Türkiye finansal sistemini rekabetçi ve
bütüncül bir yapıya kavuşturmak ve güvenliğini sağlamak amacıyla bir takım düzenlemelere
gidilmiştir (Sak, 1995: 60-69).
4.1.1.1. Makroekonomik reformlar
1980’li yıllarda yapılan reformlarda ilk büyük politika aracı döviz kuru olmuştur.
Yurtiçi talebi kısmak ve ekonomide dış rekabeti artırmak amacıyla 1981’de devalüasyon
uygulamasına gidilmiş, ardından esnek kur rejimine geçilmiştir (Sak, 1995: 58). Dış
ekonomik ilişkiler bakımından Türkiye Ekonomisi’nde 1980’li yılların belirleyici
özellikleri; ithalatta serbestleşme, ihracat teşvikleri ve döviz kurunda ılımlı biçimde reel
devalüasyonları hedefleyen esnek kur sistemi olmuştur. Bu dönemde ithalat üzerindeki
kotalar önce aşamalı olarak azaltılmış, 1984 yılında ise tamamen kaldırılmış ve gümrük
tarifeleri indirilmiştir. Faiz oranlarının serbest bırakılması, bankaların ve firmaların yurt
dışında döviz tutmalarına ve borçlanmalarına izin verilmesi, bireylerin yurtiçinde döviz
tutmalarına ve döviz tevdiat hesabı açmalarına izin verilmesi de bu yıllar içerisinde
gerçekleşmiştir (Boratav, 2009: 155).
Alınan kararlar doğrultusunda ihracata dönük sanayileşme politikası ile Türkiye’de
1983-1987 döneminde ortalama büyüme oranı her yıl %6’nın üzerinde gerçekleşmiştir.
Ancak kamu açıklarının finansmanında iç borçlanma giderek artmış, 1985 yılında Hazine,
bankalara belirli aralıklarla tahvil ve bono satmaya başlamıştır. Bu durum faiz ödemelerinin
kamu maliyesini bunalıma sürükleyecek boyutlar kazanmasına neden olmuştur (Boratav,
2009: 154). Bu nedenle 1987’den sonra makroekonomik dengesizlikler yeniden başlamıştır.
116
Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG)/GSYH oranı %10’nun üzerine çıkmış ve
enflasyon artışı hızlanmıştır. Faiz oranlarının deregülasyonu ve merkez bankasından
sağlanan finansmanın doğrudan hisse senetlerine kayması, kamu açığının finansman
maliyetini artırmış, yurtiçi borçları yükseltmiş, faiz ödemelerinin GSYH içindeki payını
artırmıştır (Akyüz ve Boratav, 2003).
1980-1988 arası dönemde özel sektör tarafından gerçekleştirilen yatırımlar serbest
piyasa ekonomisi koşullarında özel girişime dayalı kalkınma stratejisinin beklentilerini
karşılayamamıştır. Sabit sermaye yatırımlarının yıllık ortalama artış hızı 1980 öncesi
döneme göre yarı yarıya gerilemiştir (Yeldan, 2009: 45). Ayrıca ağırlaşan faiz yükü ve
daralan iç talep koşullarında, mevcut sermayenin daha fazla üretim için kullanılarak ihracata
yöneltilmesi, yeni kapasite yaratmayı engellemiş ve sanayi yatırımları gerilemiştir (Boratav,
2009: 162). 1988 yılına gelindiğinde büyüme hızı %2,1’e gerilemiş, enflasyon oranı ise
1980’lerin başındaki düşme eğilimini terk ederek %68,8’e sıçramıştır. Tüketici fiyatlarıyla
karşılaştırıldığında Türk Lirası 1980 yılında başlayan dışa açılma reformlarıyla ilk kez
1988’de aşırı değerlenmeye başlamış ve ihracata yönelik teşviklerde de gerilemeler
görülmüştür (Yeldan, 2009: 49).
Çizelge 4.1. Temel Makroekonomik Göstergeler (1980-1988)
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
-2,8
4,81
3,09
4,21
7,11
4,30
6,76
9,81
2,1
Enflasyon Oranı (TÜFE)
115,59
33,91
21,91
31,39
48,4
45
34,6
38,8
68,8
İhracat/İthalat
38,73
54,90
69,15
66,39
71,52
73,51
71,11
76,17
87,03
Tasarruf/GSYH
16
18,3
17,1
16,5
16,5
18,9
21,9
23,9
27,2
Yatırım/GSYH
21,8
19,8
19,2
20,1
19,3
20,1
22,8
24,6
26,1
76
111
163
225
367
522
674
857
1.422
Cari Açık/GSYH
-5,06
-2,72
-1,47
-3,18
-2,42
-1,51
-1,95
-0,93
1,79
Bütçe Açığı/GSYH
-3,13
-1,55
-1,48
-2,25
-4,42
-2,26
-2,75
-3,46
-2,99
Dış Borç Stoku/GSYH
24,09
23,96
27,29
30,40
34,80
37,87
42,77
46,79
45,74
GSYH (%)
Nominal Döviz Kuru (TL./ABD Doları)
Kaynak: Yentürk (1999), Krueger (1995).
Dışa açılmanın başarısı açısından değerlendirildiğinde, ihracatın ithalatı karşılama
oranı 1980’lerin başlarında oldukça düşük düzeylerde olmasına rağmen, sonraki yıllarda
artış eğilimine girmiştir. Ancak ihracatta meydana gelen bu artışın, ihracata dönük sanayi
117
yatırımlarından elde edilen başarıdan değil, söz konusu dönemde gerçekleştirilen reel
devalüasyonlardan kaynaklandığı görülmektedir. Bunun yanında, enflasyon oranının dokuz
yıllık dönemde ortalama yaklaşık %50 düzeyinde olması ve 1988 yılı sonunda büyüme
oranının %2,1’e düşmesi, dönem itibariyle ekonomideki makroekonomik dengesizliğe işaret
etmektedir.
1988’e ait neredeyse tüm makroekonomik göstergeler ekonominin bir durgunluğa
girdiğini göstermektedir. Bu nedenle söz konusu yıl, yapısal uyum reform sürecinin
tükendiği yıl olarak nitelendirilmektedir (Yeldan, 2009: 49).
4.1.1.2. Finansal reformlar
Finansal reformların öncelikli amacı para politikası araçlarını geliştirmek ve mevcut
olanların etkinliğini artırmak, diğer bir amacı ise para ve sermaye piyasalarının aynı kaynağa
bağlı biçimde dağılım ve faaliyet etkinliğini artırmak olmuştur (Sak, 1995: 69). Finansal
serbestleşme eğilimleri 1980-1988 döneminde iki temel politika etrafında gerçekleşmiştir
(Sönmez, 2006: 322);
i. Mevduat ve kredi faiz oranlarının belirlenmesinde serbestleşme
ii. Finansal piyasaların düzenlenmesi ve geliştirilmesi
1980 yılında vadeli mevduat ve krediler üzerindeki faiz kontrolleri kaldırılarak yurtiçi
finansal piyasalara derinlik kazandırılması hedeflenmiştir (Yeldan, 2009: 39). Banka
mevduat oranlarının serbestleştirilmesi sonucu mevduat sahipleri pozitif reel faiz oranları ile
karşılaşmışlardır. Böylece, geniş para talebi büyük ölçüde artmış, 1980’de M2/GSYH oranı
%15 iken 1982 yılında %23’e yükselmiştir (Rodrik, 1990). Mevduat sertifikalarının da yeni
finansal araçlar olarak düzenleyici çerçeveye dahil edilmesi bu dönemde olmuştur. Ancak,
vadeli mevduat ve kredi faizlerinin serbest bırakılmasıyla küçük bankalar ve gittikçe çoğalan
bankerler faiz rekabetine girmişlerdir. Mevduat sertifikalarını ve holding tahvillerini
pazarlarken Ponzi finansmanı51 kullanan bankerler 1982 yılında çöküntüye uğrarken birçok
bankayı da iflasa sürüklemişlerdir. (Boratav, 2009: 151, Esen, 2010).
Ponzi finansmanı ilk açıklayan iktisatçı Minsky’dir. Minsky’ye göre, iktisadi karar birimleri faiz
ödemelerinin yanında anapara geri ödemeleri için de borçlanmak zorunda kaldıklarında, yani mevcut borçlarını
ödeyebilmek için borç stoklarını sürekli artırmak durumuna geldiklerinde ponzi finansmana tabi olurlar
(Minsky, 1977).
51
118
Ponzi finansmanı nedeniyle 1982 yılında ortaya çıkan finansal kriz, finansal sektörün
yeni ortam koşullarına kendiliğinden uyum sağlayamayacağını göstermiştir. Finansal
piyasalara yönelik reform sürecinin niteliğini de bu kriz sürecinde yaşanan olaylar
belirlemiştir. Her şeyden önce banka dışı finansal aracıların faaliyetlerini düzenleyecek
denetim
mekanizması
olmamakla
birlikte
ihtiyati
kurallar
ve
gereklilikler
de
bulunmamaktadır. Benzer biçimde bankalara yönelik ihtiyati kontroller de zayıf olduğu için
küçük bankalar kriz nedeniyle sistem dışına çıkmıştır. Bankacılık sistemine güven
kazandıracak bir sigorta mekanizmasının ya da banka hücumlarında bankaları koruyacak
herhangi bir sistemin olmaması krizi tetikleyen unsurlar olmuştur. Ayrıca, banka dışı
finansal kuruluşlar için oluşturulmuş muhasebe standartları olmamakla beraber, bankalar
için getirilmiş standartlar, değişen finansal ortam koşullarına yansımamaktadır. Mevduat
sertifikası ve tahviller için bütüncül bir piyasa yapısının mevcut olmaması da krize öncülük
etmiştir (Sak, 1995: 64-65). Bu nedenlerden dolayı 1983’te sistem yeniden düzenlenmiştir.
1983’ten itibaren mevduat faiz oranlarının denetimi ve tavan faiz oranlarının belirlenme
yetkisi TCMB’ye verilmiştir (Şahin, 1997: 175). Bu tarihten itibaren yıllık faiz oranları %50
düzeyinden %40’a çekildikten sonra 1988 yılında faizler tamamen serbest bırakılmıştır
(Sönmez, 2006: 322). Faiz oranlarının serbestleştirilmesi iktisadi karar birimlerine kâr elde
etme ve fonlarını yönetme konusunda yeni olanaklar sunmuş, reform süreci sistem içinde
kendi dinamiklerini oluşturmuştur (Sak, 1995: 69).
Finansal sistemdeki gelişmeler bazı göstergeler çerçevesinde önceki dönemler ile
karşılaştırmalı olarak Şekil 4.1’de gösterilmektedir.
50
40
30
20
10
0
1970-1979
M1/GSYİH
1980-1983
M2Y/GSYİH
1984-1988
Finansal Varlık Stoku/GSYİH
Şekil 4.1. Finansal Sistemin Gelişimi (1970-1988)
Kaynak: Sak (1995: 87).
*M2Y= M2+Yurtiçi Döviz Cinsinden Mevduat (Döviz Tevdiat Hesabı)’dır. Finansal varlık stoku ise
bankaların varlıklarından ve bankalarda bulunan kamu borçlanma araçlarından oluşmaktadır.
119
Şekil 4.1’de, iktisat yazınında finansal gelişme göstergeleri olarak kullanılan M1,
M2Y ve finansal varlık stoku görülmektedir. M1/GSYH oranındaki düşüş finansal kesimin
reform öncesi ve sonrası davranışsal değişime uğradığını göstermektedir. Bankacılık kesimi,
finansal reform öncesi 1970-79 döneminde işlem amaçlı bir ödemeler sistemi görünümünde
iken faiz oranlarının serbestleştirilmesinden sonra sistemde vadesiz mevduatlar
yükselmiştir. M2Y/GSYH oranındaki artış ise döviz cinsinden finansal tasarruflardaki artışa
işaret ederken, finansal varlık stokundaki değişimin finansal reformla ilişkisi belirsizdir.
Nitekim söz konusu oranın finansal reform henüz yokken kriz yıllarındaki düşüşten sonra
neden düzeldiği açık değildir (Sak, 1995: 86).
Reform sürecinde benzer sapmalar döviz kurunda da görülmüştür. 1980 yılına kadar
Türk Lirası aşırı değerli iken, Ocak 1980’de büyük ölçüde devalüe edilmiş ve ardından esnek
kur rejimine geçilmiştir (Sak, 1995: 67). 1984 yılında 30 Sayılı Karar ile ülkede döviz
tutmayı, kullanmayı ve ithal etmeyi engelleyen kısıtlamalar kaldırılmış, yurtiçi ve yurtdışı
yerleşiklerin bankalarda döviz cinsinden mevduat tutması serbest bırakılmıştır. Aynı
Karar’la bankalara, TCMB tarafından belirlenen günlük kurun alt ve üst sınırında kalmak
kaydıyla kendi belirledikleri kurlar üzerinden döviz işlemleri yapabilme olanağı tanınmıştır.
Yabancı bankaların şube açmalarına izin verilmiş, elde ettikleri kârları dışarıya transfer
edebilme hakkı tanınmıştır (Sönmez, 2006: 323-324).
Finansal piyasalara ilişkin ilk kurumsal düzenlemeler Temmuz 1981’de Sermaye
Piyasası Kanunu’nun çıkarılması ve Şubat 1982’de Finansal Kriz’in etkisiyle Sermaye
Piyasası Kurulu’nun (SPK) oluşturulmasıyla başlamıştır. SPK’nın görevi, tahvil/menkul
kıymet piyasalarını düzenlemek, denetlemek ve geliştirmek biçiminde tanımlanmıştır.
1985’te yeni bankacılık yasası tamamlanmıştır. Bu yasayla bankalara faaliyetleri hakkında
merkez bankasına rapor sunma zorunluluğu getirilmiş, ayrıca şube açma koşulları, yabancı
bankaların uyacağı kurallar, banka birleşmesi ve tasfiyesi konusunda kurallar belirlenmiştir.
Bununla birlikte bu yasa, BIS’in sermaye yeterliliği için belirlediği standartları kabul
etmiştir (Demirci, 2005: 160). Ardından 1986’da bankalararası para piyasası oluşturulmuş,
böylece bankacılık kesiminde likiditeye ilişkin göstergelerin daha sağlıklı bir yapıya
kavuşturulması hedeflenmiştir. Aynı yıl bankalara kısa vadeli borç senedi ihraç etme yetkisi
verilmiş ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) kurulmuştur. İMKB’nin
kurulmasıyla birlikte rantiyelerin plasman seçenekleri artmış, tüketici kredilerinin de
120
yaygınlaşması sonucu finansal sistemin denetimi güçleşmiştir (Boratav, 2009: 151-154).
1988 yılı sonuna gelindiğinde finansal araçlardaki çeşitlilik büyük ölçüde artmıştır.
İç kaynakların, ulusal piyasalardaki faiz ve kur farklılıkları nedeniyle arbitraj imkanına
dayalı kısa vadeli sermaye akımları gibi spekülatif alanlara kayması ve doğrudan yabancı
sermaye girişlerinin yetersizliği, bu dönemde büyümenin finansmanını zorlaştırmıştır. Kısa
ve uzun vadeli yatırımlarda finansal kesim önemli olmuş, mal üretiminden kopmuş ve kendi
iç dinamikleriyle hareket eden bir sektör haline gelmiştir (Doğruel ve Doğruel, 2006: 421422). Dönem itibariyle sisteme ilişkin göstergeler Çizelge 4.2’de gösterilmektedir.
Çizelge 4.2. Finansal Sisteme İlişkin Göstergeler (1980-1988)
Sermaye Hesabı/GSYH
1980
1
1981
1,26
1982
0,43
1983
1,46
1984
0,12
1985
1,58
1986
2,83
1987
2,19
1988
-1,08
Doğrudan Yatırımlar/GSYH
0,03
0,13
0,09
0,08
0,19
0,15
0,17
0,12
0,40
Portföy Yatırımları/GSYH
0
0
0
0
0
0
0,19
0,33
1,32
Kısa Vadeli Sermaye Girişi/GSYH
0
0,17
0,15
1,32
-1,10
2,20
1,08
0,06
-2,56
13,36
21,91
23,85
Döviz Cinsinden Mevduat/M2Y
Kredilerde Büyüme/Mevduatta Büyüme
0,73
0,40
1,02
0,46
0,72
1,68
1,59
0,71
Sıcak Paranın Getirisi*
-5,9
12,8
20,7
16,2
-7,9
Tasarruf Mevduatı Yıllık Faiz Oranı
45
55
48
83,9
Kaynak: Yentürk (1999).
*Sıcak Paranın Getirisi=(1+i)/(1+e)-1; i=dönem içindeki en yüksek faiz oranı, e=devalüasyon oranı.
Genel itibariyle 1980 sonrası dönemde, önceki dönemde olduğu gibi spekülatif
hareketlere dayalı ancak bu kez özel sektör yerine finansal kesim elinde sermaye birikimi
hızlanmıştır. Oluşan birikim, 1980 öncesi dönemde ithal ikameci sanayileşmenin
finansmanında kullanılırken bu dönemde dışa açılmanın etkisiyle dışarı çıkmış ya da finansal
faaliyet alanı içinde yeni kârlar elde etmek için kullanılmıştır. Bu dönemde devlet ve özel
sektör sermaye birikiminde tamamlayıcı durumda olmuşlardır (Doğruel ve Doğruel, 2006:
418-419).
4.1.2. Sermaye hesabının serbestleştirilmesi: 1989 sonrası
1988 yılında ekonomideki tüm göstergeler makro çerçevede bir durgunluğa işaret
etmiştir. Büyüme oranı %2,1 düzeyine düşmüş, enflasyon oranı ise %68’lere kadar
121
yükselmiştir. Gerçekleşen bu yeni makroekonomik ortama ilk politika tepkisi 1989 yılında
yabancı sermaye işlemlerinin deregülasyonu (yabancı sermaye işlemleri üzerindeki
kontrollerin kaldırılması) ve TL.’nin yabancı döviz piyasasında büyük ölçüde
konvertibilitesinin sağlanması ile olmuştur (Boratav, Yeldan ve Köse, 2000). Ekonomide
ihracata dayalı büyüme modelinin tıkanması ve yeni uluslararası finansal ortama uyum
çabaları gibi etkenler doğrultusunda, para ve sermaye piyasalarının işleyişine yönelik olarak
11.08.1989 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında
32 Sayılı Karar” çıkarılmıştır. Buna göre52:
 Türkiye’de yerleşik kişilerin, bankalar ve özel finans kurumları aracılığıyla
yurtdışından kredi temin etmelerine, Türk bankalarının ise döviz kredisi açmalarına
izin verilmiş,
 Yabancı ülkede yerleşik kişilerin Türkiye’den, Türkiye’de yerleşik kişilerin ise
yurtdışından, aracı kurumlar yoluyla menkul kıymet, kıymetli maden ve nakit para
alım satımı ve ülke dışına transfer yapmaları serbestleştirilmiş,
 İhracatçılara, ihraç ettikleri mallara ilişkin döviz gelirlerinin %70’ini ihraç
tarihinden itibaren 3 ay içinde yurda getirmeleri hükmü getirilirken, %30’unu
serbestçe kullanabilmeleri hakkı tanınmıştır.
Uluslararası mal ve para piyasaları ile tam bütünleşmeyi hedefleyen söz konusu
serbestleşme politikalarından beklentiler, temelde üç başlık altında toplanmaktadır (Yeldan,
2003);
i.
Yurtiçi ve yurtdışı tasarrufların finansal sisteme aktarılmasıyla kredi hacmi
genişleyecek,
ii.
Yurtiçi finansal piyasalarda faiz hadleri düşecek (sermayenin maliyeti ucuzlayacak)
ve uluslararası faiz hadlerine yakınsayacak,
Resmi Gazete, “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar”, No. 20249, 11.08.1989,
http://www.tcmb.gov.tr/yeni/mevzuat/DISILISKILER/32sayilikarar.htm, Erişim Tarihi: 31.01.2014.
52
122
iii.
Ucuzlayan sermaye maliyeti ve genişleyen kredi hacmi sayesinde sabit sermaye
yatırım harcamaları artacak ve ekonominin büyüme hızı yükselecektir.
Ancak söz konusu yıllarda Türkiye Ekonomisi’nin seyri, bahsedilen neoliberal
beklentilerin
karşılanmadığını
göstermektedir.
Öncelikle,
sermaye
hesabının
serbestleştirilmesi ile merkez bankası para politikası aracı olarak kullandığı döviz kuru ve
faiz oranları üzerindeki bağımsızlığını kaybetmiştir. Sıcak para (hot money) girişi yoluyla
ekonomiye likidite enjekte etmek amacıyla alınan bu kararlar ile Türkiye, yurtiçi finansal
varlıklarını küresel rekabete açmış ve finansal olarak açık ekonomi haline gelmiştir
(Boratav, Yeldan ve Köse, 2000). Sermaye hesabının serbestleştirilmesiyle 1990’ların erken
dönemlerinde Türkiye’de ekonomik büyüme hız kazanmıştır. Ancak bu büyüme tipi
Türkiye’nin yapısal zayıflıklarının üstesinden gelmek yerine yalnızca büyümenin yönünü
değiştirmiştir (Öniş ve Aysan, 2010).
1990’ların erken dönemlerinde öncelikle kısa vadeli sermaye akımları yönünden
Türkiye’ye büyük çaplı sermaye girişi olmuştur.
8000
Milyon $
6000
4000
2000
0
-2000
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
-4000
-6000
Şekil 4.2. Ne+t Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri
Kaynak: IFS (2012).
Sermaye girişinin en yoğun olduğu yıllar 1990’lı yılların başları ve 1995-1996 yılları
olmuştur. 1988, 1991 ve 1994 yıllarında ise Türkiye’den büyük çaplı sermaye çıkışlarının
olduğu görülmektedir. 1997 ve 1999 yıllarında sermaye girişlerinde görülen düşüş ise dış
piyasalardaki durgunluktan kaynaklanmaktadır.
123
Birçok GOÜ’de olduğu gibi, uluslararası sermaye akımlarındaki yükselme ve
alçalmalarla Türkiye Finansal Piyasaları’nda faiz oranları ve döviz kuru 1990’larda yön
değiştirmiştir. Finansal istikrarsızlıktaki artış makroekonomik göstergelere ve dolayısıyla
ekonomik faaliyetlere eşi benzeri görülmemiş biçimde yansımıştır (Akyüz ve Boratav,
2003).
Çizelge 4. 3. 3 Temel Makroekonomik Göstergeler (1989-1999)
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
GSYH (%)
1,2
9,3
0,9
6
8
-5,5
7,2
7
7,5
3,1
-4,7
Enflasyon
Oranı
(TÜFE)
Kamu
TasarrufYatırım Açığı/GSYH
Dış Kaynak/GSYH
70
60,3
66
70,1
66,1
106,3
93,7
82,3
85,7
84,6
64,9
-2,6
-5,2
-6,9
-7,6
-10
-4,7
-3,9
-7,2
-5,5
-8,4
-13,4
0,1
3,1
2,1
2
4,9
-1,5
3,2
4,5
3,8
0,8
3
Bütçe Dengesi/GSYH
-3,3
-3,1
-5,3
-4,3
-6,7
-3,9
-4
-8,3
-7,6
-7
-11,6
Kamu
Net
Dış
Borçlanması/GSYH
İç Borç/GSYH
0,8
0,9
0,4
1,6
1,4
-1,7
-1,1
-0,9
-1,5
-2
0,6
2,2
2,4
2,7
2,8
4,6
6
6,2
9
6,7
10,6
12,6
Dış Borç/GSYH
1,4
1,1
1,1
0,9
1,2
1,7
1,3
1,2
1
1
1,1
KKBG/GSYH
5,3
7,4
10,2
10,6
12,1
7,9
5,2
8,8
7,6
9,2
15,1
DİBS* Stoku/GSYH
6,3
6,1
6,8
11,7
12,8
14
14,6
18,5
20,2
21,9
29,3
Cari Açık/GSYH
0,89
-1,7
0,1
-0,6
-3,6
2,2
-1,5
-1,3
-1,3
1,1
-0,9
Sermaye
(Milyon $)
938
-2625
250
-974
-6433
2631
-2338
-2437
-2638
2000
-925
Hesabı
Kaynak: Akyüz ve Boratav (2003), Yeldan (2009: 115), Esen (2010), IFS (2012).
*Devlet İç Borçlanma Senetleri (Bonolar + Hazine Tahvilleri)
1990’lı yılların makroekonomik göstergeleri incelendiğinde kamu kesimi tasarruf
performansının bu yıllarda oldukça düşük olduğu görülmektedir. Kamu kesiminin toplam
gelirini aşan tüketim harcamaları, özellikle 1992’den sonra artmaya başlamış, 1993 yılına
gelindiğinde tasarruf-yatırım açığının GSYH payı -%10’lara ulaşmıştır. Bu yıllarda
borçlanma araçları yoluyla aktif biçimde finansal piyasalara katılan kamu kesiminin artan iç
borcu hızla menkul kıymetlendirilmeye başlanmış ve hazine bonosu ve tahvil ihraç
edilmiştir. Tahvil ve bono ihracı yoluyla finanse edilen kamu açıkları nedeniyle DİBS stoku
1990’da GSYH’nın %7’si iken 1999’a gelindiğinde %29,3’e yükselmiştir. İç borç stokunun
bu derece hızlı büyümesinin ardındaki neden ise 1991’den itibaren iç borç senetlerinin kısa
vadeye sıkışmış olmasıdır (Yeldan, 2009: 118). Bunun yanında DİBS’lerin neden olduğu
faiz arbitrajı53 uluslararası sermaye hareketleri yoluyla büyük bir spekülatif gelir olanağı
yaratmıştır. Faiz arbitrajı nedeniyle Türkiye’den sermaye çıkışı yoluyla dışarıya net kaynak
aktarımı gerçekleşmiştir (Voyvoda ve Yeldan, 2006: 366-368). Bütçe açığına neden olan bu
Uluslararası serbest sermaye hareketleri altında yurtiçinde TL. cinsinden sunulan faiz ile kurdaki değer kaybı
arasındaki fark, finansal spekülatörlerin arbitraj gelirini oluşturmaktadır (Voyvoda ve Yeldan, 2006: 368).
53
124
gelişmeler KKBG/GSYH oranının da 1990’lar boyunca sürekli yüksek düzeyde kalmasına
yol açmıştır.
1993 yılı Kasım ayında hükümet, iç borçlanma politikasında maliyetleri düşürecek
arayışlara girmiştir. Bu çerçevede 1994 yılı başında DİBS üzerinden elde edilen faiz
gelirlerinden ek vergi alma kararı çıkarmıştır. Türkiye, ilk kez iç borçlanma-kısa vadeli
sermaye hareketleri bağlantısının sonuçlarını bu müdahale ile görmüştür. Türkiye’den
aniden hızlı bir sermaye çıkışı başlamıştır. Yurtdışından gelip TL’ye çevrilen ve yüksek reel
faizlerle iç borçlanma kâğıtlarına yatırılan kısa vadeli sermaye hareketlerinin kaynaklık
ettiği fonlar önce TL. ve daha sonra döviz talebine dönmüştür. Türkiye döviz rezervlerini bu
yüksek miktarlı ani çekişlerle bir anda kaybetmeye başlamıştır. Bunun yanında borçlanma
maliyetleri aniden %1700’ler düzeyine çıkarken bunun 1994 yılı enflasyonu üzerindeki
yansıması %100’lerin üzerinde olmuştur (Ekzen, 2006: 650-651). Bunun yanında Ocak
1994’de uluslararası derecelendirme kuruluşlarından Moodys ve Standart and Poors,
Türkiye’nin kredi notunu düşürmüş ve ardından üç küçük banka kapatılmıştır. TL.’nin çok
fazla değer kaybetmesini önlemek amacıyla bu tarihe kadar bankalararası para piyasasına
müdahale etmeyen MB, 20 Ocak tarihinden itibaren gecelik faiz oranlarını yükseltmek
zorunda kalmıştır. DİBS faiz oranları %50 düzeyinde yükseltilmiş ve bu kağıtlardan alınan
vergiler kaldırılmıştır (Güloğlu ve Altunoğlu, 2002).
Bu süreçte kısa vadeli sermaye girişleri, reel olarak TL.’nin değerlenmesi ve yüksek
reel faizler arasındaki etkileşim, ithalat hacminde artışa neden olurken cari açığın da birinci
nedenini oluşturmuştur. Neticede, kısa vadeli sermayenin öncülük ettiği bu büyüme yolu
bozulunca Türkiye’de 1994 Krizi yaşanmıştır. 1994 yılı Ocak ayında kısa vadeli fonların
aniden tükenmesiyle üretim kapasitesi sınırlanmış, bunu sanayi üretimindeki düşüş takip
etmiştir.54 Devam eden kırılganlık ve yurtiçi piyasaların karşı karşıya kaldığı söz konusu
dengesizlikler 1990’ların sonlarına kadar devam etmiş ve 1994 sonrası kriz yönetimi
1994 krizine giden süreçte devletin finansal piyasalardan büyük ölçüde fon toplaması, yaşanan para ikamesi
(dolarizasyon) süreci ve bankacılık kesiminin büyük miktarda açık pozisyon sorunu ile karşı karşıya kalması
faiz oranlarının çok yüksek düzeylere çıkmasına neden olmuş ve dolayısıyla finansal piyasaları olumsuz
etkilemiştir. Bu olumsuz gelişmeler özel kesimin finansal piyasalardan dışlanması sürecini hızlandırmış ve
özel yatırımlar durma noktasına gelmiştir. Böylece, finansal kesimde başlayan krizin olumsuz etkileri reel
kesimi etkilemiş, üretim, istihdam ve yatırım gibi reel göstergeler üzerinde daraltıcı etki yaratan finansal kriz,
diğer taraftan enflasyonist baskıları artırmıştır (Eser, 1995).
54
125
ekonomik fazlanın reel sektörden finansal sektöre kaymasına neden olmuştur (Boratav,
Yeldan ve Köse, 2000).
1994 yılında Türkiye’de yaşanan kriz ile 1994 Meksika ve 1997 Asya Krizleri’nin bazı
ortak noktalara sahip olduğu görülmektedir. Buna göre, aşırı değerlenmiş döviz kuru, büyük
çaplı sermaye girişleri ve yurtiçi-yurtdışı faiz oranları arasındaki farklılık nedeniyle
bankaların yurtdışından yabancı para ile borçlanıp yurtiçinde ulusal para cinsinden borç
vermeleri ortak noktaları teşkil etmektedir (Güloğlu ve Altunoğlu, 2002). Kuramsal açıdan
değerlendirildiğinde ise McKinnon-Shaw yaklaşımı, finansal serbestleşmenin tasarruf ve
yatırım davranışlarını uyararak kalkınma temposunu hızlandıracağını savunmakta idi. Oysa
Türkiye’de finansal serbestleşme deneyimi bu dönemde söz konusu beklentiyi
gerçekleştirememiş, tersine, bu süreç sonunda ekonomide dışa bağımlılık artmış, reel üretim
yapısı dalgalanmaya bırakılmış ve rantiyer tipi davranışlar beslenerek gelir dağılımının
bozulmasına yol açmıştır. Sanayi kesimindeki işletmelerin, ana faaliyetleri dışında elde
ettikleri gelirler 1990 yılından 1999 yılına kadar yılda ortalama %18,7 düzeyinde reel olarak
artmıştır. Bu durum, söz konusu dönemde şirketlerin giderek reel üretim dışı finansman
kaynaklarına yöneldiklerini göstermektedir (Yeldan, 2009: 129, 156). Bu çerçevede 1990’lı
yıllarda Türkiye’de görülen gelişmeler Yeldan’a göre (2004) Grabel’in spekülatif gelişme
modelini destekler niteliktedir. Söz konusu dönemde uygulanan yüksek reel faiz ve düşük
kur politikaları, finansal yatırımcıların anlık coşkuları ile birlikte menkul kıymetlerin
fiyatlarında spekülatif değerlenmelere, aşırı derecede yüksek faiz hadlerine ve yatırımların
reel sektörden ziyade finansal sektöre yönelmesine neden olmuştur.
4.2. 1989-1999 Döneminde Finansal Sistemin Görünümü ve Yapısal Sorunlar
1989-1999 döneminde Türkiye Finansal Sistemi’nin görünümünü açıklayan üç temel
süreç vardır. Birincisi; finansal reform araçlarının büyük çoğunluğu kamu kesimi açığını
finanse etmek için çıkarılan menkul değerlerden oluşmaktadır. Bu dönemde beklentilerin
aksine kamu kesiminin finansal sektör içindeki payı sürekli yükselmiştir. İkincisi, TL.
yabancı para birimi ile ikame durumuna (dolarizasyon) gelmiştir.55 Üçüncüsü, kısa vadeli
Bu dönemde bankacılık kesiminin mevduata dayalı kaynak yapısı, ülke içindeki makroekonomik
istikrarsızlıktan dolayı dolarizasyondan olumsuz etkilenmiştir. 1990’ların henüz başında yabancı para
mevduatı/toplam mevduat oranı %40’lar düzeyinde iken, 1995 yılında %55’lere kadar yükselmiştir. Bu durum,
yabancı para cinsinden tasarruf sahiplerinin ve yabancı para kredi müşterilerinin bankacılık kesimin dışına
kaymalarına neden olmuştur (BDDK, 2010b).
55
126
spekülatif sermaye hareketleri yurtiçi finansal piyasalarda ve beraberinde reel ekonomide
istikrarsızlığa neden olmuştur (Yeldan, 2009: 130).
Çizelge 4. 4. Finansal Göstergeler (1988-1999, %GSYH)
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
İhraç Edilen
Menkul
Kıymetler
Kamu Kesimi
6,9
7,7
5,5
7,4
15,9
16,8
22,7
19,8
35,3
22,9
29,4
38,7
Devlet Tahvili
3
3,9
3,2
1,8
6,8
7,5
4,8
4,4
8,3
8
2,5
27,3
Hazine Bonosu
4
3,3
2,1
5,4
8,7
9
16,7
15,4
24,8
14,9
26,9
11,3
0,9
1
1
1
1,7
3,8
2,1
2,1
1
1
1
1,1
Hisse Senedi
0,3
0,4
0,5
0,7
0,5
0,5
1
0,5
0,6
0,7
0,8
0,9
TOPLAM
7,8
8,7
6,5
8,5
17,6
20,6
24,8
21,9
36,3
23,9
30,4
39,8
Özel Kesim
Kaynak: Boratav ve Yeldan (2001).
Çizelge 4.4’ten görüldüğü üzere, 1990’lı yıllarda toplam finansal varlıklar içinde kamu
kesimi menkul kıymetlerinin payı artarken özel kesimin payı düşmüştür. Menkul
kıymetlerin GSYH içindeki yükselen payı kamu kesiminin, özellikle hazinenin bono ve
tahvil gibi borçlanma araçlarından oluşmaktadır. Bu durum, devletin 1989 öncesi dönemde
kamu finansman gereğini vergi gelirleri yoluyla karşılarken, bu dönemde finansal piyasalar
aracılığıyla karşıladığını göstermektedir. Dolayısıyla kamu kesimi bu dönemde sermaye
piyasalarında %90’lara yakın hacimsel ağırlığa sahip olmuş ve sermaye piyasalarındaki
fonların çok büyük bir kısmını menkul kıymetler yoluyla çekerek özel kesimi bu piyasadan
dışlamıştır (Alp ve Oğuz, 2011: 297-317).
1986 yılında faaliyete geçen İMKB’de işlem hacmi, işlem gören şirketlerin piyasa
değeri ve İMKB 100 endeksi, yıllar itibariyle gelişme gösterse de bazı yıllardaki
dalgalanmalar dikkat çekmektedir (Şekil 4.3).
127
120000
1800
1600
1400
80000
1200
1000
60000
800
40000
600
İMKB 100
Milyon $
100000
400
20000
200
0
0
1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999
Hisse senedi İşlem Hacmi
Piyasa Değeri
İMKB 100
Şekil 4.3. Sermaye Piyasası Göstergeleri
Kaynak: Thomson Reuters Data Stream
*Hisse senedi işlem hacmi ve İMKB’de işlem gören şirketlerin toplam piyasa değeri, milyon $ cinsinden
birincil dikey eksende gösterilmektedir. İkincil dikey eksen, dolar bazında İMKB Ulusal 100 endeksini
vermektedir.
1988 yılında 15 milyon ABD doları olan İMKB işlem hacmi, 1994 yılında 23 milyon
ABD dolarını aşmıştır. 1994 yılından sonra hızla yükselmeye başlayan hisse senedi işlem
hacmi 1999 yılında 80 milyon ABD dolarına çıkmıştır. Bununla birlikte sermaye piyasasında
işlem gören şirketlerin piyasa değeri 1994 yılında yaşanan ekonomik krizin etkisiyle düşüşe
geçmiş, 1997 ve 1999 yıllarında ise sırasıyla 61 milyon ve 114 milyon ABD dolarına
yükselmiştir.
İşlem hacminin büyümesinin ve bu anlamda olumlu bir görüntü sergilemesinin
kaynağını yine kamu borçlanma araçları oluşturmaktadır. Bu piyasa koşulları, ele alınan
dönemde özel kesimin sermaye piyasası kanalıyla finansmanını neredeyse imkansız kılmış
ve vade yapısını etkilemiştir. Uzun vadeli olması gereken finansman vadeleri büyük ölçüde
kısalmıştır (Alp ve Oğuz, 2011: 297).
İMKB 100 endeksine bakıldığında, Türkiye Sermaye Piyasaları’nda 1997 Asya
Krizi’nin etkileri görülmektedir. 1988 yılında dolar bazında 120 olan endeks değeri 1997’de
1.000’e yaklaşmış, ardından yaklaşık 500 puan değer kaybetmiştir. Hisse senedi
yatırımcılarının büyük çoğunluğu yabancılardan oluşan ve ekonomik gelişmelere aşırı
duyarlı olan İMKB 100 endeksi, 1999 yılına gelindiğinde uluslararası piyasalardaki
iyileşmeye bağlı olarak hızla 1.700 düzeylerine çıkmıştır.
128
Toplulaştırılmış parasal göstergeler olarak M1, M2 ve M2Y son yıllarda finansal
sistemin büyüklüğünü ve gelişme düzeyini göstermekte sıkça kullanılmaktadır. 1984
yılından itibaren görülen döviz mevduatlarındaki artış nedeniyle parasal göstergelere M1 ve
M2’den sonra M2Y de dahil edilmiştir. Şekil 4.4’te finansal sistemin büyüklüğünü gösteren
parasal göstergeler verilmektedir.
60
50
%GSYİH
40
30
20
10
0
M1
M2
M2Y
Şekil 4.4. Parasal Göstergeler (1980-1999, %GSYH)
Kaynak: İstatistiki veriler, Yeldan (2009: 131) ve TCMB verilerinden derlenmiştir.
Şekil 4.4’e göre 1980-1999 döneminde para arzının payı (M1/GSYH) düşmüştür.
1980’lerin başında yaklaşık %14 düzeylerinde olan bu oran, 1999 yılında %6’lara kadar
gerilemiştir. Bu durum ekonomide finansal gelişmişliğin bir göstergesi olarak dolaşımdaki
para miktarının ve vadesiz banka mevduatlarının azaldığına dolayısıyla bu dönem içinde
finansal varlıklara olan talebin arttığına işaret etmektedir. Geniş tanımlı para arzının payı
(M2/GSYH) ise uzun yıllar fazla değişiklik göstermese de 1990’lı yılların sonunda hızla
artmaya başlamıştır. Dolayısıyla hanehalklarının bankacılık kesimini kullanma düzeyi
yükselmiştir. Bununla birlikte ele alınan dönemde para ikamesinin oldukça yüksek olduğu
görülmektedir. Döviz mevduatlarının 1990’lar boyunca sürekli olarak yükselmiş olması
finansal gelişmedeki artışın bir kez daha döviz mevduatlarının yükselmesinden
kaynaklandığına işaret etmektedir.
1990’lı yıllarda finansal sistemde görülen yapısal sorunların en önemlilerinden birini
bankacılık kesiminin sorunları oluşturmaktadır. Öncelikle bu yıllarda yurt dışından
borçlanma gereksiniminin artmasıyla kamu kesiminin finansman açığı için giderek artan
129
miktarda kamu bankalarının kaynakları kullanılmıştır. Kamu bankalarından “görev zararı”
tanımı ile kullanılan bu kaynaklar, Hazine tarafından zamanında geri ödenmemiştir. Bu
nedenle likiditesi zayıflayan bu bankaların kısa vadeli borçlanma gereksinimi artmış,
bankaların rolü ve fonksiyonları hükümetlere son derece bağımlı hale gelmiştir (Özince,
2008). Şekil 4.5’te kamu sermayeli bankaların toplam aktifler içindeki payının giderek
düşmesinin gerisinde yatan neden, kamu bankalarına asli fonksiyonları dışında verilen bu
görevler ve bu görevlerden doğan zararlar ile yönetimdeki zayıflıkların bu bankaların
finansal yapılarını önemli ölçüde bozmuş olmasıdır (BDDK, 2009). Şekil 4.5’te
serbestleşmeyle birlikte sisteme entegre olmaya çalışan yabancı sermayeli bankalar ile diğer
kamu ve özel sermayeli bankaların sektördeki toplam aktifler içindeki payları
gösterilmektedir.
60
Aktif Payı (%)
50
40
30
20
10
0
Yabancı Bankalar
Kamu Sermayeli Bankalar
Özel Sermayeli Bankalar
Şekil 4.5. Banka Gruplarının Sektör İçindeki Aktif Payları (%)
Kaynak:Türkiye Bankalar Birliği İstatistiki Raporları
Bankaların sahip oldukları sermaye stoku veya finansal aracılıktaki payı sektördeki
toplam aktifler içindeki payını göstermektedir. Buna göre ele alınan dönemde yabancı
sermayeli bankaların aktif büyüklük açısından yeterli büyümeyi gösteremediği, sektördeki
toplam aktifler içinde 1990’lı yılların sonunda ancak %5 düzeyinde bir paya sahip olduğu
görülmektedir. Yabancı sermayeli bankaların sektör payının düşük olmasındaki en büyük
etken ise bu dönemde ülkedeki sistemik riskin yüksek düzeyde seyrediyor olması ve risk ve
kurumsal yönetim uygulamalarının yetersiz olması nedeniyle bankacılık kesiminin likidite,
faiz ve kur riskine aşırı duyarlı olmasıdır (BDDK, 2009; Çolak ve Yiğidim, 2001: 20).
130
Dönem itibariyle bankacılık kesimine ilişkin seçilmiş göstergeler Çizelge 4.5’te
verilmektedir.
Çizelge 4. 5. Bankacılık Kesimine İlişkin Göstergeler (1988-1999)
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
Toplam Mevduat
15,7
16,6
15,7
15,9
18,3
19
Vadesiz
3,4
3,4
3,3
2,8
2,5
1
24,6
26
0,9
0,7
29,3
27
27,7
39,5
0,7
0,7
0,5
0,8
7,2
8,8
8,3
8,1
8,1
5,3
7,6
8,1
10,5
9,8
11,2
16,3
4,2
3,8
3,6
4,7
7,3
12,7
16,2
17,3
18
16,5
16
22,4
17,6
16,1
16,5
12,4
12,7
14
13,3
16,5
18,5
21,7
19,4
20,1
Krediler/Aktifler
40,7
42,2
47
43,9
41,8
41,4
39,1
42,5
43,1
45,5
38,2
30,1
Likit Aktifler/Toplam
40,4
37,5
32,8
35,6
38,4
41,4
39,3
36,9
36,4
33,5
32,4
35,9
Mevduat/GSYH
Vadeli
Mevduat/GSYH
Döviz Tevdiat
Hesabı/GSYH
Toplam
Krediler/GSYH
Aktifler
Kaynak: Boratav ve Yeldan (2001), Türkiye Bankalar Birliği İstatistiki Raporları
Bankacılık kesimine ilişkin göstergeler, söz konusu dönemde vadeli mevduatların ve
döviz tevdiat hesabının GSYH içindeki payının yıllar itibariyle sürekli arttığını
göstermektedir. Bunun başlıca nedenini finansman açığının menkul kıymetleştirme yoluyla
kapatılmaya çalışılması nedeniyle reel faiz oranlarının ve dolayısıyla vadeli mevduat
oranlarının yükselmiş olmasıdır. Bunun yanında faiz oranlarının serbestleştirilmesiyle
ekonomide pozitif reel faiz oranlarının görülmesi ve döviz tevdiat hesabına ilişkin yeni
olanaklar, hanehalkları için finansal derinliğin gelişmesine öncülük etmiş ve döviz
mevduatlarını artırmıştır (Boratav ve Yeldan, 2001: 8). Ele alınan dönemde enflasyonist
eğilimler ve belirsizlikler nedeniyle artan para ikamesi de döviz mevduatlarının toplam
mevduatlar içindeki payını artırmış ve sektördeki kur ve likidite riski yükselmiştir (Özince,
2008). Bununla birlikte 1990’lı yıllarda kredilerin toplam aktifler içindeki payı 1988 yılında
%40,7 iken 1999 yılında %30,1’e düşmüştür. Bu nedenle 1990’lı yıllarda finansal
derinleşmenin öncülüğünü kamu kesimi menkul kıymetlerinin ve döviz mevduatlarının
yaptığı görülmektedir Yatırımcı güvenindeki azalma ve yüksek reel faizlerle birlikte görülen
bu olumsuzluklar, aracılık maliyetlerindeki artışların56 da eklenmesiyle sektörde finansal
aracılık fonksiyonunun etkinliğini bozmuştur (BDDK, 2009). Dolayısıyla bu dönemde
Bu dönemde finansal araçlar ve finansal hizmetlere ilişkin aracılık işlemleri üzerinden vergi alındığı için
finansal kurumların aracılık maliyetleri yükselmiştir. Likidite yükümlülüklerine ek olarak getirilen vergi ve
benzeri finansal yükler aracılık maliyetlerini artırmıştır. Bu nedenle finansal araçlara ve hizmetlere olan talep
sınırlanmış, kaynaklar finansal sistem dışına ya da yurt dışına yönelmiştir (Özince, 2008).
56
131
bankacılık sektörü finansal serbestleşme çerçevesinde kendisinden beklenen işlevleri yerine
getirememiş, asli fonksiyonu olan aracılık işlevinden uzaklaşmıştır.
Bu gelişmelerle birlikte söz konusu dönemde bankalar ve finansal kurumların
risklerini sınırlandıracak denetim ve gözetim mekanizmalarının yetersizliği, uluslararası
standartlara uyarlanma çabaları ve bu aşamada karşılaşılan güçlükler, mevduata tam güvence
veren mevduat sigortası uygulaması gibi hususlar bankacılık kesimini daha kırılgan hale
getirmiştir. Hazine Müsteşarlığı, TCMB, SPK, Başbakanlık, Sayıştay gibi kurumların hep
birlikte denetimden sorumlu olması uygulamada çok başlılık yaratmıştır (BDDK, 2009).
Neticede, 1990’lı yılların sonunda bankacılık sektörü genel itibariyle benzer
ekonomilere görece küçük ölçekli ve parçalı yapıda, reel kesimden çok kamu finansmanını
destekleyen, kredilerin milli gelire oranının düşük olduğu, sektöre yeni girişlerin etkisiyle
yoğunlaşmanın az olduğu ve küresel sermayenin az ilgi gösterdiği bir sektör görünümünde
olmuştur (BDDK, 2010b). Bunların yanında özkaynak (sermaye) yetersizliği, zayıf aktif
kalitesi, piyasa risklerine aşırı duyarlılık, yetersiz iç denetim, risk ve kurumsal yönetim
alanında eksiklikler, şeffaflık ve piyasa disiplini gibi yapısal zayıflıklar bankacılık kesimini
krizlere açık hale getirmiştir.
4.3. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Finansal Krizleri
24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte Türkiye’de uygulamaya geçirilen deregülasyon
politikaları,
bankacılık
kesiminin
finansal
sistem
içindeki
yerini
değiştirmiş
/dönüştürmüştür. Bu çerçevede 2000’li yılların başında yaşanan krizlerin ardından ağırlık
verilen finansal sistemin yeniden yapılandırma girişimlerinin odak noktasını bankacılık
sistemi oluşturmaktadır. Krizlerin ortaya çıkış nedenlerinin, bu süreçte gerçekleştirilen
reformların ve bankacılık kesimine etkilerinin incelenmesi, 2001 yılından sonra başlatılan
yeniden yapılandırma girişimlerinin önemini ortaya koymaktadır.
4.3.1. Kriz öncesi reformlar ve krizlerin oluşumu
1999 yılı sonunda IMF ile imzalanan 17. stand by anlaşmasının ardından Aralık ayında
TCMB tarafından “Enflasyonla Mücadele Programı” adı altında üç yıllık süreyi (2000-2002)
kapsayan bir istikrar programı uygulamaya konulmuştur. Hazine Müsteşarlığı ve TCMB
132
tarafından IMF’ye sunulan Niyet Mektubu’nda; kamu kesimine ilişkin politikalara, mal ve
finans piyasasında belirsizliğin azalmasını sağlayacak para ve kur politikalarına ve yapısal
düzenlemelere yer verilmiştir.57
Dezenflasyon hedefinin ön plana çıkarıldığı programda, enflasyon oranının 2000 yılı
sonunda %25’e, 2002 yılı sonunda ise tek haneli rakama düşürülmesi hedeflenmiştir. Bunun
yanında Euro ve ABD dolar paritesi enflasyon hedefine çapalanmış, Temmuz 2001’de ise
kontrollü sürünen pariteden esnek kur sistemine geçme kararı alınmıştır (Akyüz ve Boratav,
2003). Programda, Türkiye’deki enflasyon sürecinin güven eksikliğine ve beklentilere bağlı
yapışkan türden bir enflasyon olduğundan hareketle kamu sektörü temel dengesi kavramı
geliştirilmiştir. Buna göre 1999 yılı itibariyle ulusal gelire oranla %2,8 açık veren kamu
kesimi dengesinin, %3,7 seviyesinde fazlaya yükseltilmesi hedeflenmiştir (Yeldan, 2009:
163). Ancak alınan kararlar kalıcı yapısal reformlardan ziyade geçici olarak kamu kesimi
açıklarını kapatmaya yönelik gelir sağlama politikaları ile sınırlı kalmıştır.
Para politikası alanında ise merkez bankası bilançosunda yer alan para tabanına
yönelik değişikliğe gidilmiştir. Net iç varlıklar ve net dış varlıklardan oluşan para tabanında
net iç varlıklar kalemine üst limit getirilmiş, ayrıca bankacılık kesiminin taleplerinin
karşılanabilmesi için zorunlu karşılık oranları azaltılmıştır. İç varlıklara sınırlama
getirildiğinden, para tabanının genişlemesi yalnızca dış varlıkların artmasına bağlı
kılınmıştır. Bu durumda merkez bankası, bankacılık sistemine borçlanarak ya da IMF kredisi
kullanarak para tabanını genişletemeyecek, ancak bankalardan döviz satın alarak emisyon
hacmini genişletebilecektir. Yani istikrar programı çerçevesinde merkez bankası bir para
kurulu (currency board) gibi işlev görecek, parasal genişleme döviz giriş çıkışlarıyla,
dolayısıyla sermaye girişleriyle sağlanacaktır. Merkez bankasının sterilizasyon yapmayacağı
anlamına gelen bu uygulamanın faiz oranlarını da düşüreceği beklenmiştir (Yeldan, 2009:
168).
Programda son olarak yasal ve kurumsal düzenlemelerden oluşan yapısal reformlar ele
alınmıştır. Yapısal reformlarla, Türkiye’de bankacılık kesiminde yapılan düzenlemelerin
IMF ile stand by anlaşması imzalanmadan önce Haziran ayında, bu anlaşmanın ön koşulu olarak Bankalar
Kanunu’nda değişiklikler öngören tasarı yasalaşmıştır. Buna göre; idari ve finansal açıdan bağımsız bir
bankacılık gözetim ve denetim kurumunun kurulması, kredi tanımının genişletilmesi, dolaylı kredi özkaynak
ilişkisinin daraltılması, konsolide bazda denetimin getirilmesi, risk yönetiminin düzenlenmesi ve sorunlu
bankaların finansal yapılarının güçlendirilmesi, öngörülen değişiklikler arasındadır (Özince, 2008).
57
133
uluslararası standartlara uyumlaştırılması konusunda adımlar atılması hedeflenmiştir. Ele
alınan hedeflerin uygulamaya geçirilmesi ile birlikte Türkiye’nin küresel ekonomiyle
bütünleşmesinin sağlanacağı savunulmuştur (Ongun, 2001, BDDK, 2001a). Gerçekleştirilen
yasal ve düzenleyici reformlar Çizelge 4.6’da gösterilmektedir.
Çizelge 4.6. Kriz Öncesi Yapısal Reformlar
Haziran 1999
4389 Sayılı Bankalar Kanunu
Hedef
Bankacılık sektöründe gözetim ve denetim çerçevesinin uluslararası standartlarla uyumlaştırılması






Banka gözetiminden ve denetiminden sorumlu BDDK kuruldu
Asgari sermaye yeterliliği artırıldı
Sermaye yeterliliğinin ölçülmesine ilişkin esaslar getirildi
Krediler için karşılık ayrılması kararı alındı
Finansal bünyesi bozulan bankalar hakkında alınacak tedbirler belirlendi
Mevduata tam güvence uygulamasına son verilmek üzere karar alındı
Aralık 1999
4491 Sayılı Yasa ile Bankalar Kanunu’nun Revizyonu






BDDK’nın faaliyetlerinde şeffaflığının ve bağımsızlığının artırılmasını amaçlayan değişiklikler yapıldı
Bankaların kullandırabilecekleri kredilere ilişkin hükümler getirildi
Yabancı para pozisyonlarına ilişkin risklere karşı konsolide esasına göre hesaplama yükümlülüğü getirildi
Banka kurmak için aranılan koşullar ağırlaştırıldı
TMSF denetiminde bulunan bankaların yeniden yapılandırılması ve özelleştirilmesi kararı alındı
Özel finans kurumları Bankalar Kanunu’na tabi tutuldu
Kaynak: BDDK (2001a) ve TBB (2001)’den derlenmiştir.
Haziran 1999’da yürürlüğe giren 4389 sayılı Kanun ile uluslararası uygulamalara
paralel biçimde bankacılık sektöründe gözetim ve denetimden sorumlu tüm kamu birimleri
BDDK bünyesinde birleştirilmiş ve Kurum, Ağustos 2000 tarihinden itibaren fiilen
çalışmaya başlamıştır (BDDK, 2009).
Enflasyonla Mücadele Programı’nın açıklanmasının ardından piyasada oluşan iyimser
beklentiler nedeniyle öncelikle 2000 yılı Ocak ve Şubat aylarında İMKB Ulusal 100 endeksi
spekülatif bir canlanma yaşamış ve dolar bazında 1.700 düzeyine yükselmiştir.
134
2000
1800
1600
İMKB 100
1400
1200
1000
800
600
400
200
0
Tem.98
Şub.99
Ağu.99
İMKB 100
Mar.00
Eki.00
Nis.01
Kas.01
May.02
Doğrusal (İMKB 100)
Şekil 4.6. İMKB Ulusal 100 Endeksi
Kaynak: Thomson Reuters Data Stream
Bu arada Hazine, iç borçlanma faiz bandını %32-36 seviyelerine düşürmüştür. Faiz
oranlarındaki gerileme ve gelecekle ilgili olumlu beklentiler sonucunda küçük yerli
yatırımcıların hisse senedi piyasasına yönelmeleri, borsanın 2000 yılına hızlı bir yükselişle
başlamasını sağlamıştır. Yerli yatırımcıların iyimser beklentilerine karşı Türkiye’deki
şirketlerin GOÜ’lerdekine görece pahalı konumda olması piyasadan çıkışlara neden
olmuştur. Mayıs ayından itibaren yeni kaynak girişi olmayan borsa sıkışmaya başlamış ve
enflasyondaki gerilemeye de tepki vermeyince hacimsiz bir biçimde gerilemeye devam
etmiştir (TBB, 2000).
Programın açıklanmasıyla gerileyen iç borçlanma faiz oranlarındaki düşüş, bankacılık
kesimi faiz oranlarına yansımıştır. Faizlerdeki hızlı düşüşle birlikte iç talep genişlemiş ve
bunun etkisiyle büyüme hızı ilk altı ay içinde %8 düzeylerine çıkmıştır. Tüketiciler için
DİBSve mevduat faiz oranları hem beklenen hem gerçekleşen enflasyona göre eksi değerlere
inmiştir. Bu da kredilerin, özellikle tüketici kredilerinin reel olarak %300’ün üzerinde hızla
artmasına neden olmuştur (Ongun, 2001; Uygur, 2001; Çolak, 2001). Bu döneme ait temel
makroekonomik göstergeler Çizelge 4.7’degösterilmektedir.
135
Çizelge 4. 7. Temel Makroekonomik Göstergeler (2000-2002)
2000
2001
2002
GSYMH (%)
6,3
-9,5
7,8
Enflasyon (%)
39
68,5
29,7
Dış Açık (Milyar $)
-26,8
-10
-15,7
Cari Açık (Milyar $)
-9,8
3,4
-1,5
Dış Borç Stoku (Milyar ($)
119
114
131
Dış Borç Stoku/GSMH
59
79
70,6
İç Borç Stoku/GSMH
29
69
54,5
Kamu Açığı/GSMH (%)
-7,7
-11,9
-11,2
KKBG/GSMH (%)
11,6
16,4
12,8
İhracat/GSMH (%)
21,4
23,6
23,8
İthalat/GSMH (%)
22,9
18,3
20,8
Sermaye Hesabı (Milyon $)
9.584
-14.557
1172
Kaynak: Tokgöz (2007: 315-318), www.tuik.gov.tr.
TL.’nin aşırı değerlenmesinin önüne geçilebilmesi ve cari açığın düzelebilmesi için
enflasyon oranının program hedefi düzeyine düşürülmesi gerekirken, enflasyon beklenenin
19 puan üzerinde gerçekleşmiştir. Döviz kurunun çapa olarak kullanılması nedeniyle
enflasyon kur artışına göre yüksek olmuş, TL.’nin aşırı değerlenmesinin önüne
geçilememiştir. TL.’nin reel olarak değerlenmesi ve iç talepteki genişleme ihracatın
yavaşlamasına, bu da döviz gelirlerinin azalmasına neden olmuştur. Bu gelişmelerle birlikte
cari açık, programda 3-4 milyar dolar öngörülürken, 9,8 milyar $ olarak gerçekleşmiştir.
Cari açığın sürdürülebilmesi için gerekli dış kaynak girişi sağlanamayınca borçlanma
yoluyla finansman zorunlu hale gelmiş ve Türkiye’nin kısa vadeli dış borçları yükselmiştir
(Ongun, 2001; Uygur, 2001). Böylece cari işlemler açığında ortaya çıkan büyük sapma,
hükümetin program çerçevesinde taahhüt edilen reformları gerçekleştirmek konusundaki
tavrı ile birleşince yabancıların Türkiye ekonomisi hakkındaki olumlu tavrı olumsuza
dönmüştür. Bu arada yaşanan dış iktisadi koşullarla birlikte finansal piyasalarda yaşanan
sıkışıklık piyasa katılımcılarında güven bunalımına yol açmış ve 21-22 Kasım 2000 tarihinde
finansal kriz çıkmıştır (Aktaş, Pekkaya ve Aydoğan, 2005).
Sönmez (2006: 354)’e göre Kasım 2000 tarihinde bankaların likit olmaması krizi
tetikleyen önemli bir unsur olmuştur. Sorunlu bankalar ancak portföylerindeki DİBS’leri
daha sonra geri almak üzere merkez bankasına satarak likidite sağlayabildiklerinden, çok
yüksek faiz oranları üzerinden repo yapmışlardır. Merkez bankası ise IMF ile yaptığı standby anlaşması gereği bankalara açtığı krediyi ve açık piyasa işlemlerini (APİ)
136
genişletememiştir. Ancak kriz sürecinde merkez bankası, IMF’nin onayıyla bankalara APİ
yoluyla TL. cinsinden likidite sağlamış ve belirli bir süre net iç varlıklarını artırarak
emisyona gidebilmiştir. Ancak APİ sonucunda merkez bankasının rezervleri büyük ölçüde
azalmıştır. Bu nedenle IMF’nin Türkiye’ye Ek Rezerv Kolaylığı kapsamında 9.120 milyon
$ tutarında kredi açması karara bağlanmıştır.
IMF’den sağlanan kaynak ile kontrol altına alınan krizin ardından krizin etkilerinin
giderilmesinde başarılı olamayan ekonomi yönetimi nedeniyle bekleyişler yeniden olumsuza
dönmüştür. Bununla birlikte 19 Şubat 2001 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu toplantısında
yaşanan siyasi gerginlik, hassas olan ekonomide şok etkisi yaratmış ve Hazine’nin o güne
kadar gerçekleştirdiği en büyük borçlanmayla çakışması eklenince Kasım ayında
yaşanandan çok daha ağır bir finansal kriz çıkmıştır. Bankalararası faizler %2.300
düzeylerine yükselmiş, 20 Şubatta TL sıkışıklığına bağlı olarak yaşanan ve bankaların
yükümlülüklerini yerine getirememeleri nedeniyle ortaya çıkan ödemeler sistemi krizi,
finansal krizin daha da ağırlaşmasına ve döviz talebinin artmasına neden olmuştur. Merkez
bankasının döviz rezervlerinin erimesi ve faiz oranlarının yükselmesiyle Hükümet, 22 Şubat
tarihinde döviz kurunun dalgalanmaya bırakıldığını açıklamıştır (Aktaş, Pekkaya ve
Aydoğan, 2005). Kurların dalgalanmaya bırakılmasının ardından merkez bankası, ödemeler
sistemine işlerlik kazandırmak amacıyla piyasaların TL ihtiyacını karşılamaya başlamış ve
bunun sonucunda kısa vadeli faiz oranları %80 düzeyinde gerilemiştir (BDDK, 2009).
Böylece, IMF’nin önerileriyle şekillenen ve uygulamaya geçirilen Enflasyonla Mücadele
Programı, Türkiye’de yaşanan iki ağır finansal krize neden olarak başarısızlıkla
sonuçlanmıştır.
4.3.2. Krizlerin bankacılık kesimine etkileri ve kriz yönetimi
Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nden bankacılık sisteminin olumsuz etkilenmesine
neden olan mekanizma Şekil 4.7’de gösterilmektedir. Buna göre söz konusu krizlerden önce
özel bankaların geleneksel bankacılık faaliyetlerinden uzaklaşarak DİBS ticaretine
yöneldikleri ve dolayısıyla yüksek faiz riskine açık oldukları, özkaynak yetersizliğine sahip
oldukları, kredi riskini ölçme ve değerlendirmede gerçekçi olmadıkları, vade
uyumsuzluğuna ve kısa vadeli dış kredi kullanımının neden olduğu aşırı açık döviz
pozisyonuna ve kur riskine sahip oldukları ölçüde kırılgan bir yapı sergiledikleri
görülmektedir (Sönmez, 2006: 354).
137
Vade uyumsuzluğu
Faiz oranlarında ani artış
TL'de ani değer kaybı
Fonlama zararları
Menkul kıymetler portföyünün değerinde düşüş
Açık pozisyonlar
Kambiyo zararı
Aktif kalitesinde düşüş
Kredi riskinde artış
Ekonomik faaliyetlerde
Daralma
SONUÇ:
ÖZKAYNAK AŞINMASI VE BAZI
BANKALARIN
ÖDEME GÜÇLÜĞÜNE DÜŞMELERİ
Şekil 4.7. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin Bankacılık Kesimine Etkileri
Kaynak: Altıntaş ve Çetin (2006).
Özellikle 2000 yılında bankacılık kesiminin aktif ve pasif yapısındaki olumsuz
gelişmeler ve sektörde bankacılık ilkelerine uygun çalışmayan bankaların sistem dışına
çıkarılmaması, sektörün likidite, faiz ve kur riskine (piyasa riski) karşı duyarlılığını
artırmıştır. Aralık 1999 tarihine kadar Hazine Müsteşarlığı’nın, sonrasında BDDK’nın
sorumlu olduğu sistemin denetimindeki zayıflık ve yavaşlık, daha sonra paniğe dönüşmüş
ve paniğin önlenmesine yönelik alınan önlemler, sistemin yeniden yapılandırma
maliyetlerini
artırmıştır.
TCMB’nin
reeskont
ve
kanuni
karşılıklar
politikasına
başvurmaması ve Şubat 2001 Krizi’nde TC. Ziraat Bankası’nın likidite sıkışıklığını aşmak
için istediği 1,8 katrilyon TL’lik krediyi vermemesi de krizin derinleşmesine neden
olmuştur. Bu olumsuz gelişmelere rağmen TCMB, BDDK ve Hazine Müsteşarlığı’nın
bankacılık kesiminde yaşanan krizin nedenleri ile ilgili olarak ortaya koyduğu tespitler;
banka sayısının fazla olması, kamu bankalarına ait görev zararları, bankaların sermaye
yetersizliği ve kredi politikalarındaki yanlışlıklardan oluşmaktadır (Çolak, 2001).
138
40
35
69
30
25
43
20
69
73
74
71
73
75
78
81
87
84
66
50
15
10
5
0
100
90
80
70
60
50
40
30
20
10
0
1980 1985 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001
Kamu Sermayeli Bankalar
Yabancı Sermayeli Bankalar
Özel Sermayeli Bankalar
Toplam Banka Sayısı
TMSF Bankaları
Şekil 4.8. Banka Sayısı (1980-2001)
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Şekil 4.8’den banka sayıları incelendiğinde, 1985 yılında toplam 50 olan banka
sayısının sektöre banka girişine yönelik engellerin kaldırıldığı Bankacılık Kanunu’nun
ardından 1990 yılında 69’a, 1999’da ise en yüksek değeri olan 87’ye yükseldiği
görülmektedir.58 Ancak 1999’dan sonra krize bağlı olarak tasfiye, devir ve birleşmeler
nedeniyle banka sayısında hızlı bir azalma görülmüştür. Sistemde yerli ve yabancı özel
sermayeli bankaların açılmasıyla birlikte 1980’li ve 1990’lı yıllar süresince kamu sermayeli
bankaların ağırlığı azalmıştır. Bununla birlikte 1980 yılında sektörde yalnızca 4 yabancı
banka bulunmakta iken, serbestleşme reformlarının ardından yabancı banka sayısı
yükselerek 1999’da 18’e ulaşmış, 2000 ve 2001 Krizleri’nin ardından bu sayı 15’e
düşmüştür.
Krizlerin etkisiyle Bankalar Kanunu’nda belirtildiği üzere yükümlülüklerini yerine
getiremeyen bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devri uygulamasıyla
Egebank, Sümerbank, YurtBank, Yaşarbank ve Esbank’a 1999 yılında el konulmuştur. El
1990’lı yıllarda banka sayısının sürekli olarak artış göstermesi, bu dönemde iç borçlanmanın ve reel faiz
oranlarının artışına paralel olarak bankacılık sektöründe yükselen kâr oranları ile açıklanmaktadır. Ancak
banka sayısındaki bu yükselme, üretim ve ticaret hacmindeki gelişmelerden çok, kamu finansmanı için
çıkarılan menkul kıymetlerin ve spekülatif sermayenin hacmindeki genişlemelere dayanmakta ve bu anlamda
sağlıksız bir gelişmeye işaret etmektedir. Nitekim Türk bankacılık sektöründe 1980 sonrasında gerçek yatırım
bankacılığı ciddi bir gerileme içerisine girmiştir (Köne, 2003). Bu dönemde yatırım bankacılığının ciddi bir
gelişme gösterememesinin altında yatan sebep ise sektöre yönelik yapılan dışsal müdahaleler ve
düşürülemeyen enflasyonun yol açtığı belirsizlik ortamıdır. Bu nedenle kalkınma ve yatırım bankacılığının
sistem içindeki payı 2001 yılında ancak %4 düzeyinde gerçekleşebilmiştir (Çolak ve Yiğidim, 2001: 20).
58
139
konuldukları tarihte bilanço zararları mevduatlarından az olmasına rağmen, söz konusu
bankalar mevduatları ödenerek tasfiye edilmek yerine TMSF’ye devredilmiştir. Bunu
takiben Temmuz 2000’de Bank Kapital ve Etibank’a, Kasım 2000 Krizi’nin zor duruma
düşürdüğü Demirbank’a Aralık 2000 tarihinde el konulmuştur. Hangi bankaların TMSF’ye
devredileceği konusundaki ölçütlerin açık olmaması finansal piyasalarda belirsizlik yaratmış
ve bu belirsizlik Şubat 2001 Krizi’nden sonra daha da artmıştır (Esen, 2005). 2001 yılında
da toplam 8 bankanın TMSF’ye devredilmesiyle sektörde banka sayısı 66’ya gerilemiştir.
Kasım 2000 tarihinde yaşanan kriz, bankacılık kesiminin piyasa risklerine
duyarlılığının arttığı bir yapıda ortaya çıkmış ve kriz nedeniyle faiz oranlarının önemli
ölçüde yükselmesi özellikle gecelik borçlanma ihtiyacı olan kamu bankalarıyla TMSF
kapsamındaki bankaların finansal yapılarını daha da bozmuştur. TL’nin dalgalanmaya
bırakıldığı bir ortamda, kriz öncesi likidite ve faiz riski nedeniyle sorunlar yaşayan
bankacılık kesimi, kriz sonrasında kur riskinden kaynaklanan kayıplarla karşı karşıya
kalmıştır. Kriz döneminde faiz oranlarının hızla artması fonlama maliyetlerini yükseltmiş ve
menkul değerler cüzdanının piyasa değerini azaltarak banka bilançolarını olumsuz yönde
etkilemiştir (BDDK, 2001a; BDDK, 2001b). Ortaya çıkan fonlama ve sermaye piyasası
işlem zararları, krizle birlikte bankacılık kesiminin kârlılık performansını bozmuştur
(Çizelge 4.8). 2000 yılı itibariyle net zararların özkaynaklara oranı %90’lara yaklaşırken
2001 yılı Aralık ayında ancak %70’ler düzeyine inebilmiştir.59 Sektörde kârlılığın düşük
olması, bankaların sorunlu krediler nedeniyle ayırdıkları karşılıkların yetersiz kalmasına ve
sermaye tabanının zayıflamasına neden olmuştur.
BDDK 2001 yılı raporuna göre 2001 yılı Haziran ayı itibariyle bankacılık sektörünün zararı 3,9 milyar dolar
olmuştur. Faizlerdeki artış, kısa vadeli fon talebi çok yüksek olan kamu ve TMSF bankalarının ciddi zararlarla
karşılaşmasına neden olurken, likit olan özel ve yabancı bankaların faizlerdeki yükselme nedeniyle
karşılaştıkları fonlama zararları sınırlı kalmıştır.
59
140
Çizelge 4.8. Türk Bankacılık Sistemi Bilançosu (2000-2001)
Rasyolar (%)
2000
2001
(Özkaynak+Toplam Kâr)/Toplam Aktifler
6,9
7,2
(Özkaynak+Toplam Kâr)/(Mevduat+Mevduat Dışı Kaynaklar
8,2
8,3
Net Çalışma Sermayesi/Toplam Aktifler
-1,7
-0,8
(Özkaynak+Toplam Kâr)/(Toplam Aktifler+Gayri Nakdi Krediler
3,4
4,7
Toplam Krediler/Toplam Aktifler
32,9
24,6
Takipteki Krediler/Toplam Krediler
11,6
23,2
Duran Aktifler/Toplam Aktifler
14,8
33,6
YP Aktifler/YP Pasifler
75,9
83,7
Likit Aktifler/Toplam Aktifler
32,2
33,3
Likit Aktifler/(Mevduat+Mevduat Dışı Kaynaklar)
37,9
38,5
YP Likit Aktifler/YP Pasifler
35,9
38,3
Net Kâr (Zarar)/Ortalama Toplam Aktifler
-3,6
-3,8
Net Kâr (Zarar)/Ortalama Özkaynaklar
-89,8
-69,9
Net Kâr (Zarar)/Ortalama Ödenmiş Sermaye
-71,9
-63,4
Sermaye Rasyoları
Aktif Kalitesi
Likidite
Kârlılık
Gelir-Gider Yapısı
Takip. Alacak Sonrası Net Faiz Geliri/Ortalama Toplam Aktif
3,5
4,7
Faiz Gelirleri/Faiz Giderleri
127,7
145,2
Faiz Dışı Gelirler/Faiz Dışı Giderler
19,8
-47,9
Toplam Gelirler/Toplam Giderler
95,8
106,6
Takipteki Alacak Karşılığı/Toplam Krediler
4,3
16,3
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
TL’nin değer kaybı, kredi ve faiz riski nedeniyle ayrılan karşılıklar, Türkiye bankacılık
sisteminde Aralık 2000’de 10,7 milyar $ olan özkaynak tutarının, 2001’de 8,3 milyar $’a
gerilemesine neden olmuştur (TBB, 2002a). 2000 yılı sonuna göre Aralık 2001 itibariyle TL
cinsinden aktifler %28 oranında büyürken yabancı para aktifleri %118 düzeyinde
büyümüştür. Buna karşılık TL cinsinden pasifler %27, yabancı para pasifleri ise %98
düzeyinde artmıştır. Toplam aktifler içinde kredilerin payı 8 puan düşerek yaklaşık %25’e
kadar gerilemiştir. Duran aktiflerin payı ise 19 puan artarak %34’e yükselmiştir. Bu
dönemde duran aktiflerdeki artış, yatırım portföyü de dahil olmak üzere menkul
kıymetlerdeki artıştan ve bunlara yönelik düzenlemelerden kaynaklanmıştır. Likit aktiflerin
toplam aktifler içindeki payında da aynı nedenle artış görülmüştür (TBB, 2002b).
141
2001 yılı sonunda faiz gelirlerinin faiz giderlerine oranı bir önceki yıla göre yaklaşık
%20 oranında büyümüştür. Ancak devalüasyon nedeniyle kambiyo zararlarındaki artışa
bağlı olarak faiz dışı gelirlerin faiz dışı giderler içindeki payı negatife dönmüştür. Kredi
karşılıklarındaki artışın, giderlerin büyümesinde önemli etkisi olmuştur (TBB, 2002b).
Bankacılık kesimine ilişkin bazı seçilmiş finansal göstergelerin GSMH içindeki
payları Şekil 4.9’dan izlenebilmektedir.
90
80
70
60
50
40
30
20
10
0
1980
1990
Toplam Aktif/GSMH (%)
1994
1999
Toplam Krediler/GSMH (%)
2000
2001
Toplam Mevduat/GSMH (%)
Şekil 4.9. Bankacılık Kesiminde Finansal Göstergelerin Gelişimi (%GSMH)
Kaynak: TBB ve TÜİK verilerinden hesaplanmıştır.
*Toplam mevduatlar vadeli, vadesiz mevduatları ve döviz mevduatlarını içermektedir.
1994 yılında ekonomide yaşanan kriz nedeniyle bankacılık kesiminin GSMH içindeki
toplam aktif payı 1990 yılına göre 2 puan azalmıştır. Ancak krizin olumsuz etkileri kısa
sürede atlatılmış ve 1999 yılına kadar aktif payı yeniden artışa geçmiştir. 1999 yılında Asya
ve Rusya Krizleri’nin etkileri Türkiye Ekonomisi’nde hissedilirken bankacılık kesiminde de
durgunluğa neden olmuştur. 2000 yılı başlarında artışa geçen toplam aktifler/GSMH oranı
krizin etkisiyle 2001 yılı sonuna kadar yeniden düşme eğilimine girmiştir.
1980 yılından sonra bankacılık kesiminin ekonomi içindeki payı, dışa açılma,
teknolojik altyapı, banka hizmetlerinin çeşitliliği ile yasal ve kurumsal alanlarda
düzenlemelere gidilse de 1990’lı yıllarda üretim faaliyetlerini destekleme ve kaynakları uzun
vadeli yatırımlara yönlendirme işlevi zayıflamıştır (BDDK, 2001a). Bu nedenle
krediler/GSMH oranı uzun yıllar düşük düzeylerde kalmış, 2001 yılında reel faiz oranlarının
142
önemli ölçüde artması, ekonomik faaliyetlerdeki daralma ve şirket bilançolarındaki bozulma
bankaların kredi portföylerinin daha da gerilemesine yol açmıştır. Bununla birlikte bu
dönemde kamu ve fon bankalarında takibe düşen alacakların önemli oranda yükselmesi de
bankaların kredi portföylerinin daralmasında etkili olmuştur (BDDK, 2001b).
Sektörün temel fon kaynağını oluşturan mevduatların GSMH içindeki payı 1990’lı
yılların başlarında ekonomide yaşanan durgunluk dönemi haricinde 1980 yılından 2000
yılına kadar hızlı biçimde artış göstermiştir. Bu artışta, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren
döviz tevdiat hesaplarında görülen yükselme önemli bir paya sahip olmuştur. 2000 yılından
itibaren krizin etkisiyle özel tasarruf eğiliminin azalması, yabancı para ile borçlanmanın
cazip hale gelmesi nedeniyle mevduat faiz oranlarının hızla düşürülmesi ve para ikamesinin
devam etmesi sonucunda toplam mevduatlar/GSMH oranı önemli ölçüde düşmüştür (TBB,
2000).
Sürece bir bütün olarak bakıldığında dikkati çeken üç nokta bulunmaktadır. İlki,
sürecin iyi planlanmamış ve iyi yönetilmemiş olmasıdır. Örneğin, bankaların fona
devredilmesi hususunda ölçütlerin açık olmaması büyük bir belirsizlik yaratmış ve kriz
yönetimi Aralık 1999-Haziran 2002 aralığını kapsayan çok uzun bir süreye yayılmıştır.
İkincisi, kriz öncesinde (1998), IMF İstikrar Programı’nın uygulandığı dönemde (19992000) ve kriz ortamında (2000-2001) aynı yöntemler kullanılmış, koşullar değişse de sektöre
yönelik politikalar değişmemiştir. Üçüncüsü, gerek aktif büyüklüğü, gerekse piyasa payları
açısından farklı ölçekteki tüm bankalara aynı yöntemle çözüm arayışına gidilmiştir (Esen,
2005: 11). Sistemin genelinde görülen tüm bu gelişmeler, finansal sistemin sağlıklı işleyişi
sağlanmadan ekonominin sağlıklı çalışmadığını göstermiş ve 1990’lı yılların ikinci
yarısından itibaren giderek bozulan sistemin reformunu zorunlu kılmıştır (Aktaş, Pekkaya
ve Aydoğan, 2005).
4.3.3. Bankaların finansal yapılarının güçlendirilmesi
Bankacılık kesiminin programlı biçimde yapılandırılmasına yönelik ilk girişim 1999
yılı sonunda uygulamaya konulan Enflasyonla Mücadele programı ile başlamış, 15 Mayıs
2001 tarihinde açıklanan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı (YYP) ile
genişletilmiştir. İlk dönemde yapılan düzenlemeler, büyük ölçüde uluslararası standartlara
ve uygulamalara yaklaşmayı hedeflemiş, bu doğrultuda öncelikle Bankalar Kanunu’nda
143
değişikliğe gidilerek idari ve finansal özerkliğe sahip BDDK kurulmuştur (Kuzu, 2013).
Krizden yeni çıkışın etkisiyle YYP’nin öncelikli amacı ise, benzer sebeplerle kriz yaşayan
diğer ülkelerde olduğu gibi, finansal yapıları bozulan bankaları finansal sistem içinde
istikrarsızlık unsuru olmaktan çıkarmak olmuştur.
Yeniden yapılandırma çerçevesinde ilk olarak faiz ve likidite şoklarına karşı duyarlı
ve kırılgan hale gelen kamu bankalarının, ardından TMSF bünyesindeki ve bazı özel
bankaların sağlıklı bir yapıya kavuşmalarına yönelik düzenlemeler getirilmiştir.
4.3.3.1. Kamu bankaları ve özel bankalar
Finansal alanda başlatılan kamu bankalarını yeniden yapılandırma faaliyetleri Çizelge
4.9’da özet olarak sunulmaktadır.
Çizelge 4.9. Kamu Bankalarının Yapılandırılması
İstikrarsızlık Unsurları
Görev zararlarının zamanında ödenmemesi
Yapılandırma Faaliyetleri
Görev zararı alacaklarının tasfiyesi
Etkin olmayan müdahaleler
Kısa vadeli yükümlülüklerin azaltılması
Asli görevleri dışında getirilen yükümlülükler
Sermaye desteğinin sağlanması
Yönetimde zayıflık
Etkin kredi portföyü yönetimi
Bozulan finansal yapı
Mevduat faizlerinin piyasa faizleri ile uyumlaştırılması
Kaynak: BDDK (2001a; 2009; 2010b), TBB (2001)’den derlenmiştir.
Buna göre;
 Kamu bankalarının günlük kısa vadeli borçlanmalarının azaltılmasına yönelik
program uygulamaya konulmuştur. Bu programla; Hazine tarafından kamu
bankalarının görev zararlarına karşılık menkul kıymet verilmiş, zararlara tahakkuk
edilen faiz tutarlarının tamamı tasfiye edilmiştir. 2 Mayıs 2001 itibariyle toplam
17,5 milyar $’a ulaşan kamu bankaları görev zararları tümüyle sıfırlanmıştır.
Böylece, kamu bankalarının bilançolarının küçültülmesi ve etkin çalışmaları
yönünde önemli bir adım atılmıştır (TBB, 2001).
 Özel bankalara ve banka dışı kesime olan kısa vadeli yükümlülüklerinin azaltılması
amacıyla, Hazine’den aldıkları tahviller karşılığında merkez bankasından repo ya
da doğrudan satış yoluyla likidite desteği sağlanmıştır. 16 Mart 2001 itibariyle
144
kamu bankalarının 8,5 milyar TL tutarındaki kısa vadeli yükümlülükleri
sıfırlanmıştır (BDDK, 2010b).
 Yasal sermaye yeterliliği rasyosuna uygun yapılandırılmaları amacıyla Ziraat
Bankası, Halkbank ve Emlak Bankalarına 2001 yılı sonu itibariyle toplam 3,5
milyar $ sermaye desteği sağlanmıştır (BDDK, 2009).
 Kamu bankaları, etkin bir kredi portföyü yönetimi için, sorunlu hale gelen
kredilerini takipteki alacaklar hesabına aktarmışlar ve gerekli karşılıkları ayırma
hususunda daha ihtiyatlı davranmışlar, bilançolarını daha şeffaf hale getirmişlerdir
(BDDK, 2003a).
 Kamu bankalarının mevduat faiz oranları, DİBS piyasa faiz oranlarının altında
belirlenmeye başlamış, böylece mevduat faiz oranları ile piyasa faiz oranları
uyumlaştırılmıştır (BDDK, 2003a).
Özel bankaların yapılandırılmasında ise öncelikle faiz ve kur riskinden kaynaklı piyasa
risklerine odaklanılmıştır. Bu kapsamda, Haziran 2001’de Hazine tarafından iç borç takas
işlemi gerçekleştirilmiş ve özel bankaların yabancı para pozisyon açıkları 2001 yılı sonunda
1,5 milyar $’a gerilerken 2003 yılında 150 milyon $ fazlaya dönüşmüştür. Ayrıca, iç
borçlanmada değişken faizli, dövize endeksli ve döviz cinsinden tahvillerin payı artmış,
böylece bankaların kur riskinin yanında faiz riski de azalmıştır.
Sözü edilen gelişmelere rağmen 2001 yılında yaşanan durgunlukla birlikte küresel
belirsizlikteki artışlar, olumsuz koşullar nedeniyle duran varlıkların nakde çevrilmesinde
karşılaşılan güçlükler ve yatırımcıların sektöre olan güven kaybı, özel bankaların sermaye
ihtiyacını artırmıştır. Bu nedenle söz konusu bankalara ilişkin yapılandırma faaliyetleri
genişletilmiş ve bu kapsamda bankaların gerekirse kamu desteği ile güçlendirilmesi ve
bankacılık sektöründeki kötü aktifler sorununun İstanbul Yaklaşımı ve varlık yönetim
şirketlerinin kurulması yoluyla çözümlenmesi kararı alınmıştır.60 Bu çözümlemeye ilişkin
Şubat 2001 Finansal Krizi nedeniyle iç talepte ve üretimde ihracat payının düşmesi, devalüasyon sonucunda
dalgalı kur rejimine geçilmesi, firmaların maliyetleri ve gelirleri hususunda belirsizlik ortamı yaratmıştır. Bu
ortamda çok sayıda firma faaliyetlerini ve yatırımlarını azaltmış, birçoğu da ödeme güçlüğüne düşmüştür. Bu
nedenle bankacılık kesiminde takipteki krediler/toplam krediler oranı, 2000 yılında 11,6 iken 2001 yılında
23,2’ye yükselmiştir. Bunun üzerine Türkiye’de firmaların yeniden yapılandırmalarına yönelik olarak İstanbul
Yaklaşımı olarak bilinen Finansal Yeniden Yapılandırma Programı (FYYP) oluşturulmuştur. FYYP Çerçeve
60
145
yasa, Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, özel bankacılık sisteminin sağlıklı bir
yapıya kavuşturulması kapsamında bankaların devir ve birleşmeleri özendirilmiş, sektörde
iç denetim ve risk yönetim sistemlerinin oluşturulması çalışmaları başlamıştır (BDDK,
2003a).
4.3.3.2. TMSF bünyesindeki bankalar
Kamu bankalarının görev zararlarının yanında özel sermayeli bankaların yeterli
kaynağa sahip olmamaları nedeniyle yükümlülüklerini karşılamak üzere para piyasalarına
yönelik yoğun fon talepleri, kriz öncesinde söz konusu bankaların bilançolarında ciddi bir
likidite riski yaratmış ve para piyasalarında gecelik borçlanma faizlerini artırmıştır (Aktaş,
Pekkaya ve Aydoğan, 2005). Bu çerçevede Aralık 1999’da yapılan Bankalar Kanunu’ndaki
değişiklikle, 1997-2001 yılları arasında finansal bünyesi zayıflayan ve yükümlülüklerini
karşılayamayan toplam 19 sorunlu banka TMSF’ye devredilmiştir. Söz konusu bankaların
çözümleme süreci; banka (hisse) satışı, sigortalı mevduat ve kredi (aktif-pasif) satışı,
satılamayan bankaların devir ve birleşme yöntemlerinden oluşmaktadır (BDDK, 2009).
TMSF bünyesindeki bankaların yapılandırılmasındaki amaç, söz konusu bankaların
bilanço yapılarının düzeltilmesi ve sermaye yapılarının güçlendirilmesidir. Çözüm sürecini
hızlandırmak için bu bankaların mevduatları ve yabancı para yükümlülükleri, ihale yoluyla
ve karşılığında DİBS verilmek suretiyle diğer bankalara devredilmiştir. İhaleler sonucunda
479 milyon liralık TL cinsinden mevduat, 2.587 milyon $’lık yabancı para cinsinden
mevduat özel bankalara; 2,4 milyar $’lık mevduat dışı yabancı para yükümlülükleri kamu
bankalarına devredilmiştir. Bununla birlikte TMSF bankalarının bilanço yapılarının
iyileştirilmesi kapsamında kısa vadeli yükümlülükleri 2001 yılı sonuna kadar sıfırlanmıştır
(BDDK, 2010b).
Anlaşması, 4 Haziran 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma ile, ekonomiye katma değer yaratan
ancak ödeme güçlüğü yaşayan üretici firmalara faaliyetlerinin devamına ve geri ödeme yükümlülüklerini
yerine getirebilmelerine olanak sağlayacak kararlar alınmıştır. Anlaşmada, hem reel hem finansal kesimin
bilançolarına düzen ve şeffaflık kazandırılması amaçlanmıştır. Bu süreçte TBB tarafından bankaların sorunlu
aktiflerini devralmak üzere varlık yönetim şirketi kurulması gündeme gelmiştir. Ancak, Türkiye’de söz konusu
dönemde kamu finansman sıkıntısı nedeniyle kaynak aktarımının mümkün olmaması nedeniyle konunun
beklentiler açısından altı çizilmiştir. Bunun üzerine, sorunlu aktiflerin varlık yönetim şirketine devredilmeden
bankada kalacağı ve sorunun çözümü için FYYP programı çerçevesinde TBB ile BDDK’nın ortak çalışma
yapmalarına karar verilmiştir (Erdönmez, 2002; TBB, 2002c).
146
4.4. 2008 Küresel Finansal Krizi’nin Türkiye Finansal Sistemine Etkileri
ABD başta olmak üzere pek çok ülkede ulusal hükümetlerin 1970’li yıllardan itibaren
finansal piyasalarındaki düzenlemelerin ve denetimlerin yetersizliği, ABD’deki konut
piyasasında başlayan 2008 Küresel Krizi’nin de temel sebeplerinden bir tanesi olarak
görülmektedir. Bununla birlikte 1990’lı yıllardan itibaren finansal sektörde faaliyet gösteren
firmaların yeni finansal araçlar yoluyla aşırı risk üstlenmeleri de küresel krizin ortaya
çıkmasında etkili olmuş bir diğer unsur olarak sayılmaktadır (Kibritçioğlu, 2010).
Türkiye Bankacılık kesimi değerlendirildiğinde 2000 ve 2001 Krizleri döneminde
sektör faaliyetlerinin ve büyüklüğünün azaldığı, krizlerin ardından yeniden yapılandırılmaya
ve düzenlemelere gidilmesiyle sektörde 2008 yılının ikinci yarısına kadar büyük çaplı
büyümenin olduğu görülmüştür. Bu süreçte yabancı bankaların sistem içindeki payları ve
faaliyetleri artmış, küresel krizle birlikte 2008 yılının sonları ve 2009 yılının başlarında
bankacılık sektörünün varlıkları azalmıştır. Ancak, Türkiye’de bankacılık kesimi küresel
kriz döneminde, geçmiş kriz yıllarına ve diğer ülke bankalarına göre daha olumlu bir tablo
çizmiştir (Uygur, 2010). 2001 Krizi’nden bu yana sistemde kalan bankaların sermayelerinin
güçlendirilmesi, denetim ve gözetimlerin sıkılaştırılması gibi nedenlerle diğer birçok
GOÜ’nün bankacılık sistemine göre Türkiye Bankacılık Sistemi’nin şoklar karşısındaki
dayanıklılığı artmış, dünyadaki diğer ülke örneklerinin aksine, küresel kriz döneminde
Türkiye’de bankacılık sistemine yönelik bir nakit önlem paketine ihtiyaç duyulmamıştır
(Yılmaz, 2009).
Küresel krizin Türkiye’de finansal sistemin işleyişini olumsuz etkilememesi için
merkez bankası tarafından alınan önlemler şunlardır (Eroğlu ve Eroğlu, 2011);
i.
Kontrollü fakat hızlı bir faiz indirimine gidilmiştir.
ii.
Merkez bankası 9 Ekim 2008 tarihinde Döviz ve Döviz Mevduat Piyasalarında
aracılık faaliyetlerine yeniden başlamıştır. Bankaların bu piyasalarda işlem yapma
limitleri iki katına çıkarılmış, böylece piyasa güven unsurunun oluşturulması ve
döviz likiditesi akışkanlığında sorunların giderilmesi amaçlanmıştır.
147
iii.
Bankaların döviz likidite durumlarını güçlendirmek amacıyla Ekim 2008 ve Nisan
2009 tarihleri arasında döviz alım satım ihalelerine başlanmış, bu süre içerisinde
18 ihalede toplam 900 milyon ABD Doları satılmıştır.
Kasım 2008’den itibaren bankaların döviz mevduat piyasasında Dolar ve Euro
iv.
cinsinden merkez bankasından alabilecekleri mevduatların vadesi, önce bir
haftadan bir aya, daha sonra üç aya kadar yükseltilmiştir. Borç verme faiz oranı
dolar için %5,5’e, euro için %6,5’e düşürülmüştür.
v.
Yabancı para zorunlu karşılık oranlarında da düzenlemeye gidilmiş, %11 olan
rasyo Aralık 2008 tarihinde %9 düzeyine indirilmiş ve böylece bankacılık
sektörüne dolaylı olarak 2,5 milyar dolar değerinde ek döviz likiditesi
sağlanmıştır.
vi.
Ocak 2009 tarihinde bankalara kullandırılacak Likidite Desteği Kredisi’ne
yönelik koşullarda düzenlemeye gidilmiştir. Buna göre, bankalar merkez
bankasının bankalar arası para piyasasında geçerli borç verme faiz oranından
özkaynaklarının iki katına kadar kredi kullanabileceklerdir. Ancak Türkiye
Bankacılık Sektörü’nde söz konusu önlem paketine başvurulmamıştır.
ABD konut piyasasında başlayan küresel kriz ekseninde değerlendirildiğinde,
Türkiye’de 2007 yılına kadar konut finansmanı alanında fon fazlası kesim ile fon ihtiyacı
olan kesimi bir araya getirecek bir sistem kurulamamıştır. Söz konusu tarihe kadar yürütülen
uygulamalar konut alıcılarını destekleme ve talep yönünden destek verme biçiminde
olmuştur (Coşkun, 2010). Mart 2007 tarihinde yayımlanan “Konut Finansmanı Sistemine
İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile mortgage konut
finansman sistemi yürürlüğe girmiştir. Yapılan bu düzenleme ile, verilen kredi karşılığında
alınan ipoteklerin ikincil piyasalarda değerlendirilerek fon sağlanması61 ve bu fonların tekrar
kullandırılmasıyla finansal bir döngü oluşturulması amaçlanmıştır. Böylece aracı finansal
kurumlar daha kolay fon elde edebilecek ve daha çok konut kredisinin verilmesiyle konut
kredisi faiz oranları düşecektir (Berberoğlu, 2009). Türkiye’de bu şekilde gelişen ipotekli
konut finansman sistemi, bankacılık ve konut sektöründe iyimser beklentilerin artmasına
İpoteklerin ikincil piyasalarda değerlendirilmesi iki şekilde olmaktadır. Birincisi, ipotekler karşılığında
tahvil, bono gibi değerli kağıtlar çıkartılarak bu kağıtlar yatırımcıya satılmakta ve karşılığında fon elde
edilmektedir. İkincisi, ipotekler fon kuruluşuna satılarak fon temin edilmektedir (Berberoğlu, 2009).
61
148
neden olmuştur. Ancak ABD’deki ihraç ve dağıtım modelinde yer alan “ihraç” kısmının
(birincil piyasada verilen konut kredileri) Türkiye’de sınırlı olması ve “dağıtım” (ipotek
kredilerinin menkulleştirilmesi) kısmının ise hiç mevcut olmaması nedeniyle ABD sermaye
piyasalarından kaynaklı risklerin Türkiye’de yaşanmasının önüne geçilmiştir (Coşkun,
2010).
2002-2012 döneminde Türkiye’de toplam krediler içinde konut kredilerinin payı ve
14
10,7
12
%
10
11,4
10,4
11,3
11,6
2009
2010
10,9
10,8
2011
2012
8,4
8
6
4
2
2,7
0,9
1,2
2002
2003
0
2004
2005
2006
Konut Kredileri (Milyon TL)
2007
2008
100000
90000
80000
70000
60000
50000
40000
30000
20000
10000
0
Konut Kredileri/Toplam Krediler (%)
Şekil 4.10. Konut Kredilerinin Gelişimi
Kaynak: BDDK, Finansal Piyasalar Raporları
Konut kredilerinin toplam krediler içindeki payı 2008 yılında bir önceki yıla göre bir
puan azalmış, 2009 yılının başlarında faiz oranlarındaki gerilemenin etkisiyle yeniden 2007
yılındaki düzeyine geri dönmüştür. Kullanılan toplam konut kredisi tutarının artış hızı ise
2008-2009 yıllarında yavaşlamış, 2010 yılına gelindiğinde 45 milyon TL düzeylerinden
yaklaşık 61 milyon TL’ye ulaşmıştır.
Küresel kriz nedeniyle küresel piyasalarda çok sayıda finansal kurumun iflas etmesi
ve finansal kurumlar arasındaki güvenin ortadan kalkması, belirsizliklerin yoğunlaşmasına
neden olmuştur. Böyle bir ortamda uluslararası sermaye akımları büyük ölçüde azalmıştır
(Özatay, 2009: 144). Küresel piyasalarda meydana gelen oynaklık, Türkiye’de de sermaye
akımlarında oynaklığa neden olmuş, sermaye akımlarının durmasından ve geriye
dönmesinden, doğrudan yabancı yatırımlardan ziyade portföy yatırımları ve krediler
Milyon TL
bankaların kullandırdığı toplam konut kredi miktarı Şekil 4.10’da gösterilmektedir.
149
etkilenmiştir (Uygur, 2010). Kriz döneminde Türkiye’de sermaye akımlarındaki oynaklığı
gösteren hisse senedi piyasasına ilişkin göstergeler Şekil 4.11’den izlenebilmektedir.
700
0,5
0,42
0,56
0,45
500
0,6
0,5
0,34
0,4
400
0,3
300
%
Milyar TL
600
0,2
200
0,1
100
0
0
2006
2007
2008
İMKB Toplam Piyasa Kapitalizasyonu (Milyar TL)
Toplam İşlem Hacmi/GSYİH (%)
2009
2010
İMKB Toplam İşlem Hacmi (Milyar TL)
Şekil 4.11. Hisse Senedi Piyasası Göstergeleri
Kaynak: SPK İstatistiksel Veriler
Sermaye piyasalarındaki likidite bolluğu ve GOÜ’lere yoğun sermaye girişleri 2007
yılı boyunca İMKB toplam işlem hacminin ve Şekil 4.12’de görüldüğü üzere İMKB Ulusal
100 endeksinin yüksek seyretmesine neden olmuştur. 2008 yılı başında Amerikan
ekonomisinden kaynaklanan olumsuzlukların küresel piyasalara yayılması sonucunda
Türkiye’de toplam işlem hacmi bir önceki yıla göre 55 milyar TL düşerken, piyasa
kapitalizasyonu 232 milyar TL’den 116 milyar TL’ye gerilemiştir. 2009 yılında ise piyasa
değerinde yaklaşık iki katlık bir artış yaşanmış, toplam işlem hacmi %43 düzeyinde artarak
332 milyardan 474 milyar TL’ye yükselmiştir.
Standard and Poor’s (2008)’un verilerine göre, ABD’deki eşik altı ipotek kredilerinden
kaynaklanan kriz nedeniyle 2008 yılının ilk üç ayında dünya borsaları düşerken, en büyük
kayıp %36,62’lik düşüşle İMKB 100’de yaşanmıştır.
150
Ocak 06
Mart 06
Mayıs 06
Temmuz 06
Eylül 06
Kasım 06
Ocak 07
Mart 07
Mayıs 07
Temmuz 07
Eylül 07
Kasım 07
Ocak 08
Mart 08
Mayıs 08
Temmuz 08
Eylül 08
Kasım 08
Ocak 09
Mart 09
Mayıs 09
Temmuz 09
Eylül 09
Kasım 09
Ocak 10
Mart 10
Mayıs 10
Temmuz 10
Eylül 10
Kasım 10
80000
70000
60000
50000
40000
30000
20000
10000
0
İMKB Ulusal 100 Endeksi
Şekil 4.12. İMKB Ulusal 100 Endeksi
Kaynak: Thomson Reuters Data Stream
2009 yılında küresel piyasalardaki toparlanma ve 2010 yılına dair büyüme
beklentilerinin olumlu yönde gelişmesi, İMKB 100 endeksinin performansını olumlu yönde
etkilemiştir. 2008 yılında 26.800’e kadar düşen endeks değeri, 2009 yılını 52.825 puanla
kapatmıştır. Endeks, 2010 yılında da yükselişini sürdürmüştür.
Türkiye’de sermaye piyasalarında oynaklığın olduğu dönemlerde, bankacılık
kesiminin kredileri büyük ölçüde etkilenmektedir. Bu süreç; Türkiye’de tasarruf oranının
düşük olmasından, yurt içinde kredilerin fonlanma maliyetinin yurtdışına göre yüksek
olmasından ve kısa vadeli tasarruf mevduatı ile uzun vadeli krediler arasındaki
uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Sözü edilen olumsuzluklar, yerel bankaların başta
Avrupa olmak üzere yabancı para ve sermaye piyasalarından borçlanmalarına neden
olmaktadır (Uygur, 2010). Bu çerçevede küresel krizin bankalar üzerindeki diğer olumsuz
etkisi krediler/mevduat oranında görülmektedir (Şekil 4.13).
151
6
90
5
85
4
80
3
75
2
70
1
65
0
60
2006
2007
Haz.08
Ara.08
Mar.09 May.09
Takipteki Alacaklar/Brüt Krediler (%)
Krediler/Mevduat (%)
Eyl.09
Ara.09
2010
Karlılık/Toplam Varlıklar (%)
Şekil 4.13. Kriz Döneminde Bankacılık Kesiminin Kredileri ve Kârlılığı
Kaynak: İlgili yıllara ait Merkez Bankası Finansal İstikrar Raporları; BDDK Finansal Piyasalar Raporları.
*Krediler/Mevduat oranı sağ eksende gösterilmektedir.
Küresel krizin etkilerinin görüldüğü 2008 yılının üçüncü çeyreğinde hanehalklarının
ihtiyati tasarruf eğilimini artırması ve firmaların kredi talebini kısması kredi/mevduat
oranının Eylül 2009’da %76,8’e düşmesine neden olmuştur (Yılmaz, 2009). Bankacılık
kesiminin temel fon kaynağı olan mevduatlar 2009 yılının üçüncü çeyreğinden sonra
yeniden yükselirken, kredi/mevduat oranı Aralık 2009’da %82 olmuştur. 2008 yılının
üçüncü çeyreğinde ekonomideki durgunluğun belirginleşmesi bankacılık kesiminin aktif
kalitesini olumsuz etkilemiş ve takipteki alacakların brüt kredilere oranı yükselerek 2009
yılının üçüncü çeyreğinde %5,3 oranı ile en yüksek değerine ulaşmıştır (BDDK, 2008c).
Bunun yanında, sektörde kârlılığa ilişkin göstergelerin de krizin hissedildiği dönemlerde,
faiz oranlarındaki düşmeye bağlı olarak azaldığı görülmektedir.
Türkiye’de özellikle 2000 ve 2001 Krizleri’nin yaşandığı dönemde para ikamesinin
yüksek olması, kredi ve mevduatların ağırlıklı olarak yabancı para cinsinden olmasına
öncülük etmiştir. Ancak söz konusu dönemde ulusal paranın değer kaybetmesiyle kur
riskiyle karşılaşan bankalar, piyasa koşulları iyileştikçe TL cinsinden varlık ve
yükümlülüklere dönmüşlerdir (Uygur, 2010). 2006 yılına gelindiğinde kredilerde YP
cinsinden varlıklar %25,5 düzeyine inerken, 2008 yılında YP cinsinden varlıkların payı
%35’e yükselmiş, TL cinsinden varlıkların payı ise yaklaşık %65 düzeyine gerilemiştir.
152
100%
25,5
80%
49,4
30,3
35,1
31,9
31,9
33,8
31,1
58,9
60%
40%
50,6
20%
74,5
69,7
64,9
68,1
68,1
66,2
68,9
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
YP %
TP %
41,1
0%
1999
2002
Şekil 4.14. Kredilerin TP/YP Kompozisyonu
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Küresel krizin etkilerinin azalmasıyla 2009 yılında gerilemeye başlayan YP cinsinden
kredilerin payı 2012 yılında %31,1’e düşmesine rağmen, 2006 yılındaki en düşük seviyesini
henüz yakalayamamıştır.
Küresel krizi Türkiye’de yaşanan önceki krizlerden farklı kılan bir özellik, uluslararası
finansal yatırımcıların risk alma iştahında gözlenen keskin azalmadır (Özatay, 2009: 141).
Şekil 4.15’te gösterilen VIX endeksi, küresel risk alma iştahını göstermekte, endeksteki
Endeks
yükseliş risk iştahının azaldığını yansıtmaktadır.
90
80
70
60
50
40
30
20
10
0
VIX Endeksi
Şekil 4.15. VIX Endeksi 2000-2012
Kaynak: Chicago Board Options Exchange
*Artışlar, uluslararası finansal yatırımcıların risk alma iştahlarının azaldığını ifade ermektedir.
153
2000-2001 Krizleri’nin olduğu dönemler incelendiğinde, endekste bir yükseliş (risk
iştahında azalma) gözlenmezken, küresel krizin ağırlaştığı 2008 yılı sonu ve 2009 yılı
başında VIX endeksinin oldukça yüksek değerler aldığı görülmektedir. Söz konusu dönemde
görülen risk iştahındaki azalma, piyasalardaki güven kaybına ve belirsizliğe işaret
etmektedir (Kara, 2012). Küresel krizin etkilerinin azalmaya başladığı 2010 yılından sonra
dış finansal piyasalara bağlı olarak risk iştahında düşüşler görülse de, 2012 yılından itibaren
risk iştahı göreli olarak yükselişe geçmiştir. Küresel piyasalardaki görünümün olumlu yönde
gelişmesi, bunun yanında gelişmiş ülkelerin ekonomilerini canlandırmak amacıyla
uyguladıkları parasal genişleme politikaları küresel boyutta likidite bolluğuna yol açmış ve
piyasalardaki risk iştahını artırmıştır. Dolayısıyla, küresel risk algılamalarındaki düzelme,
Türkiye Ekonomisi’ne yönelik risk iştahının da göreli olarak iyileşmesini sağlamıştır
(TCMB, 2012).
Küresel ölçekte krizin etkilerinin değerlendirilmesinde kullanılan rasyolardan biri olan
sermaye yeterlilik rasyosu, 2008 yılı Aralık ayı itibariyle yasal sınırın oldukça üzerinde bir
değer olan %18’den, krizin en etkili olduğu 2009 yılı başlarında %20 düzeyine yükselmiştir.
Yine aynı dönemde sektördeki banka sayısında bir azalma olmamış, 49 olan banka sayısı
değişmemiştir. Küresel kriz sonrasında kendi ülkelerinde Küresel krizden etkilenen yabancı
bankaların ve diğer finansal kurumların ülkelerinde oluşan sorunlar nedeniyle Türkiye’deki
mevcut şubelerinde yaşadıkları olumsuzluklar sınırlı kalmış, 2001 yılı sonrasında etkin
biçimde yer aldıkları bankacılık ve sigortacılık sektöründe kırılganlığı arttıracak etkiler
yaratmamışlardır (Selçuk, 2010). Yabancı banka girişleri, 2001 yılından itibaren ağırlıklı
olarak Türkiye bankacılık sektöründen yeniden sermayelendirilmiş bankaların satın alınması
yoluyla gerçekleşmiş ve söz konusu banka girişlerinde yüksek kâr elde etme unsuru anahtar
rol oynamıştır (Hawkins ve Klau, 2000). İlerleyen yıllarda sektörün yeniden
yapılandırılmasına yönelik gerçekleştirilen düzenlemelerin ve bu doğrultuda küresel
düzenlemelere uyumun büyük ölçüde sağlanmış olmasının etkisiyle yabancı sermayeli
bankaların toplam aktiflerinin sektör içindeki payları 2002 yılında %3,1 iken, 2012 yılına
gelindiğinde bu oran %13,4’e yükselmiştir (TBB, İstatistiki Raporlar).Sektör içinde aktif
paylarının yükselmiş olmasına karşın, Küresel krizin etkilerinin yaşandığı dönemde söz
konusu bankaların Türkiye Bankacılık Sektörü’nde herhangi bir kırılganlığa neden
olmamaları, sektörün önceki dönemlere göreli olarak güçlenen yapısı ve yabancı bankaların
diğer banka gruplarından farklı olarak daha durağan bir yabancı para pozisyonu izlemeleri
ile açıklanmaktadır (BDDK, 2010b).
154
Genel itibariyle değerlendirildiğinde 2008 Küresel Krizi’nin Türkiye Finansal Sistemi
üzerindeki olumsuz etkilerinin önceki yıllarda yaşanan krizlere görece sınırlı düzeyde
kalmasının nedenleri;
 2001 yılından sonraki süreçte özellikle bankacılık kesimine ilişkin yapılan
düzenleme ve denetlemelerin güçlendirilmesi,
 Bankacılık sektöründe sermaye yeterlilik rasyosunun güçlü olması,
 Finansal sistemde risk düzeyi yüksek olan toksik finansal ürünlerin ve dolayısıyla
sorunlu yabancı menkul kıymetlerin bulunmaması,
 Bankaların yabancı para pozisyonlarının düşük düzeyde olması biçiminde
sıralanabilir.
4.5. Türkiye’nin Yeni Küresel Finansal Mimariye Uyum Çabaları: 2001 Sonrası
1997 yılından sonra Doğu Asya, Rusya ve Latin Amerika ülkelerinde yaşanan kriz
tecrübelerinin ardından uluslararası alanda olduğu gibi Türkiye’de de 2001 yılından sonra
YFM çerçevesinde finansal piyasalarda risklerin azaltılması ve krizlerin yönetilmesi
yönünde geçici önlemlerden ziyade yapısal yeni düzenlemelere gidilmiştir. 2001 sonrası
dönemde başlatılan ve 2005 yılında 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile genişletilen finansal
sistemin yeni mimarisi ile birlikte Türkiye’de finansal sistemin kırılganlıktan uzak bir yapıda
gelişiminin sağlanması ve güçlendirilmesi hedeflenmiştir.
21 Şubat 2001 tarihinde serbest kur rejimine geçilmesi ile birlikte ortaya çıkan güven
bunalımını ve istikrarsızlığı ortadan kaldırmak ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına
olanak sağlayacak altyapıyı oluşturmak amacıyla, 15 Mayıs 2001 tarihinde Güçlü
Ekonomiye Geçiş Programı62 (GEGP) uygulamaya konulmuştur. Programın ana
unsurlarından birisini finansal sistemin yeniden yapılandırılması oluşturmaktadır.
Hükümet, GEGP çerçevesinde dört ana alanda yasal düzenleme öngörmüştür. Bunlar; finansal sistemin
yeniden yapılandırılması, devlette şeffaflığın artırılması ve kamu finansmanının güçlendirilmesi, ekonomide
rekabetin ve etkinliğin artırılması ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesini kapsamaktadır
(http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf). Program, üç yıllık bir süre için hazırlanmış
ve IMF ve DB’nın sağlayacağı kredi ile desteklenmiştir. Temel felsefesi, Türkiye’nin gerekli yapısal reformları
62
155
Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin nedeni olarak görülen bankacılık sektörü,
krizden en çok etkilenen sektörlerden biri olmuştur. Gelişmiş bir finansal sistemin temelini
güçlü bir bankacılık sistemi oluşturduğundan, Türkiye’de de finansal sistemin
güçlendirilmesine ve gelişmesine yönelik düzenlemeler ağırlıklı olarak bankacılık kesimini
kapsamaktadır. Bu çerçevede bankacılık sisteminin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve
etkinliğinin artırılması küresel uyumluluk politikaları ile sağlanmaya çalışılmış ve bu
doğrultuda bankacılık alanında yasal ve kurumsal düzenlemelere gidilmiştir.
4.5.1. Bankacılık sisteminde yasal ve kurumsal düzenlemeler
YYP’de uzun vadede bankacılık sisteminde Basel Komitesi’nin koyduğu esaslara
uyacak bir yapının oluşturulması hedeflenmiştir. Yeniden yapılanma ile, bankacılık
sisteminin
sermaye
ölçümü
ve
sermaye
standartlarının
uluslararası
düzeyde
uyumlaştırılması, denetim, risk ölçümü, risk yönetimi, kredi derecelendirme gibi çeşitli
alanlarda bankacılık uygulama ve esaslarının Basel çerçevesine uygun hale getirilmesi
amaçlanmıştır (Kuzu, 2013). Bu çerçevede düzenleyici çerçevenin iyileştirilmesine yönelik
düzenlemeler kriz sonrasında Bankacılık Kanunu’nda yapılan değişikliklerle uygulamaya
geçirilmiştir.
4.5.1.1. Denetim ve gözetim sisteminin güçlendirilmesi
Ağustos 2000 tarihinden itibaren, bankacılık sektörünün gözetim ve denetiminden
sorumlu birimleri bünyesinde birleştirerek faaliyete geçen BDDK, 4389 sayılı Bankalar
Kanunu’nda belirtilen yetkiler çerçevesinde düzenlemeler yapmak, düzenlemelerin
uygulanmasını sağlamak ve uygulamaları denetlemekle görevlendirilmiştir. Kurum, aynı
zamanda Bankalar Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin yönetmelik ve tebliğler çıkarmakla
yetkili kılınmıştır (BDDK, 2003b).
Yapılan kurumsal düzenlemelerin en önemlisini, Şubat 2001’de yayımlanan “İç
Denetim ve Risk Yönetimi Sistemleri Hakkında Yönetmelik” oluşturmaktadır.
Yönetmelikte, bankaların karşılaştıkları risklerin izlenmesini ve kontrolünü sağlamak üzere,
iç denetim sistemleri ile risk yönetim sistemlerinin kurulmasına ilişkin esas ve usuller
yerine getirerek küreselleşme sürecine daha sağlıklı biçimde uyumunun sağlanması olmuştur. GEGP,
piyasalarda serbestlik anlayışından hareket etmiş, finansal krizlerin sorumlusu olarak müdahaleci politikaları,
şeffaflık eksikliğini ve yanlış yapılanmaları öne sürmüştür (Ongun, 2001).
156
belirlenmiştir. Özellikle bankalarda sağlıklı bir yönetim ve denetim açısından güçler ayrılığı
ilkesinin tesis edilmesi amaçlanmış, bu kapsamda banka bilançolarında şeffaflığın
artırılması, uluslararası muhasebe standartlarına uyum, bankaların finansal yapılarının
güçlendirilmesi, risk tanımı ve yönetimi yapısında uluslararası uygulamalara paralel
düzenlemeler yapılmıştır (Aktaş, Pekkaya ve Aydoğan, 2005).
Kurum’un denetim ve gözetim çerçevesine ilişkin çıkardığı yönetmelik ve tebliğler
Çizelge 4.10’da gösterilmektedir.
Çizelge 4.10. Denetim ve Gözetim Çerçevesinin Güçlendirilmesine İlişkin Yönetmelik ve
Tebliğler63
Düzenlemeler
Kredi ve İştirak Sınırlamaları İle Karşılıklara İlişkin Yönetmelikler
2001
TMSF Yönetmeliği
2001
Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik
2002
Yabancı Para Net Genel Pozisyonu/Özkaynak Standart Oranının Bankalarca Konsolide ve Konsolide
Olmayan Bazda Hesaplanmasına ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik
Bağımsız Denetim İlkelerine İlişkin Yönetmelik
2002
Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programının Uygulama Esasları Hakkında Yönetmelik
2002
Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşmalarının Onaylanması, Kabulü ve Uygulanmasına İlişkin
Yönetmelik
Muhasebe Uygulama Yönetmeliğine İlişkin Tebliğler
2002
2002
2002
Kaynak: BDDK (2010b).
Gerçekleştirilen değişiklikler çerçevesinde (BDDK, 2003a; 2003b; 2009, 2010b);
o
Kredilere ve karşılıklara ilişkin yönetmelik ile kredi riskine odaklanılmış ve
kredilerde risk yoğunlaşmasını önlemek amacıyla risk grubu tanımı yapılmıştır.
Bu düzenleme ile banka hissedarları ve iştirakler aynı risk grubu içine dahil
edilmiş, böylece banka kaynaklarının belirli gruplar üzerinde yoğunlaşmasının
engellenmesi ve bankaların aktif yapısının güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Ayrıca,
tahsili gecikmiş alacakların önemli bir bölümü için karşılık ayırma uygulaması
getirilmiştir.
Söz konusu yönetmelik ve tebliğlerin tamamı, önce 2003 yılında daha sonra takip eden yıllarda yeniden revize
edilmiş ve Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. BDDK’nın yaptığı bu düzenlemeler ulusal alanda gerçekleştirilen
düzenlemeleri kapsamakta, aynı yıllarda uluslararası alanda yapılan düzenlemeler ise BIS’in yetkisi altında
gerçekleştirilmektedir.
63
157
o
TMSF yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle, TMSF’nin kurumsal yapısı
yeniden düzenlenmiş ve günümüz itibariyle bağımsız bir kurum olarak
faaliyetlerine devam etmesi kararı alınmıştır.
o
Sermaye düzenlemeleri kapsamında 2001 yılında “konsolide özkaynak” tanımı
getirilmiş ve konsolide esasına göre uygulanacak kredi sınırları ile standart
oranların hesaplanmasında bu tanımın esas alınması sağlanmıştır. Bankaların
sermaye yeterliliği standart oranının; faiz, kur ve hisse senedi risklerinden oluşan
piyasa risklerinin de dikkate alınarak konsolide olan ve konsolide olmayan bazda
hesaplanmasına ilişkin değişikliğe gidilmiştir.
o
Yabancı Para Net Genel Pozisyonu/Özkaynak Standart Oranının hesaplanmasına
ilişkin yönetmelik ile yabancı para pozisyon risklerinin yakından takibini
sağlamaya yönelik düzenleme yapılmıştır.
o
Bağımsız denetim ilkeleri yönetmeliği ile, bankaların etkin bir iç denetim sistemi
kurmaları ve karşılaşacakları riskleri en iyi şekilde yönetebilmelerini sağlayacak
esaslar belirlenmiştir. Bu yönetmelik çerçevesinde, bankacılık sisteminin
faaliyetler bazında risk odaklı gözetimi hedeflenmiştir. Bankalar, yapmış
oldukları faaliyetleri üçer aylık dönemler itibariyle raporlamakta ve bu raporlar
BDDK tarafından değerlendirilmekte, gelişmeler takip edilmektedir. Risk odaklı
gözetim ve denetim hedefine paralel olarak konsolide bazda denetim ve gözetim
esası getirilmiş ve bankalar Eylül 2001 tarihinden itibaren finansal tablolarını
enflasyon muhasebesine göre hazırlamaya başlamışlardır.
o
2002 tarihinde YYP’nin düzenleme altyapısı büyük ölçüde tamamlanmıştır.
o
Finansal Yeniden Yapılandırma yönetmeliğinde değişikliğe gidilmiş, bu
kapsamda yeniden yapılandırma sözleşmesi çerçevesinde imzalanan krediler için
ayrılacak karşılıklar ve bunların sınıflandırma esasları belirlenmiştir. Ayrıca
bankalar, özel finans kurumları ve diğer finansal kurumların alacakları ile diğer
varlıklarının satın alınmasına yönelik varlık yönetim şirketlerinin kuruluş ve
faaliyet esaslarına ilişkin yönetmelik yayımlanmıştır.
158
o
“Muhasebe Uygulama Yönetmeliği” ile bankaların hesap ve kayıt düzeninde
şeffaflığın sağlanması, işlemlerin kayıtdışı kalmasının önlenmesi, faaliyetlerin
sağlıklı ve güvenilir biçimde muhasebeleştirilmesi, finansal tabloların zamanında
ve doğru şekilde hazırlanması, raporlanması ve yayımlanması hedeflenmiştir.
Bununla birlikte, repo ve ters repo işlemlerinin muhasebeleştirilmesi esaslarının
da uluslararası düzenlemelere uyumlu hale getirilmesi hususu ele alınmıştır.
Bankacılık sistemine yönelik söz konusu düzenlemelere ek olarak, özel finansal
kurumların kurumsal yapılarının güçlendirilmesi amacıyla 4672 sayılı Yasa ile, kuruluş ve
faaliyet esaslarına ilişkin yönetmelik yayımlanmıştır. Türkiye Özel Finans Kurumları
Birliği’ne tasarrufların korunmasını sağlayacak “güvence fonu” kurma yetkisi ve bu fona
ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi verilmiştir. Bununla birlikte, sınırötesi gözetim ve
denetimin etkinleştirilmesi amacıyla diğer ülkelerin gözetim ve denetim organları ile
işbirliği kapsamında mutabakat sözleşmeleri imzalanmıştır.
4389 sayılı Bankalar Kanunu, yurtiçinde ve yurtdışında yaşanan gelişmelere uyum
sağlayabilmek ve düzenlemelerin yasal zeminini güçlendirmek amacıyla 2005 yılına kadar
dokuz defa değişikliğe uğramıştır. Aynı yıllarda dünyada oluşan YFM süreci, güven
ortamının tesis edilmesini, finansal serbestleşmenin tamamlanmasını, finansal piyasalarda
rekabetin sağlanmasını, etkin ve risk odaklı denetime geçilmesini zorunlu kılmıştır. Bu
çerçevede Avrupa Birliği direktifleri ile uluslararası ilkeler ve standartlar ile uyumlu olarak
hazırlanan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu Kasım 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanun
kapsamında (BDDK, 2005a)64;

Piyasaların etkin, düzenli ve şeffaf bir yapıya kavuşturulması

BDDK’nın kurumsal yapısının esnekleştirilmesi

Bankaların yanında finansal holding ve kiralama şirketlerinin, factoring ve
finansman şirketlerinin faaliyetlerinin düzenlenme ve denetiminin BDDK
tarafından gerçekleştirilmesi

Kurumsal yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesi
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun getirdiği yeni düzenlemelere ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. BDDK
(2005a).
64
159

Türkiye Bankacılık Sistemi’nin uluslararası piyasalarla bütünleştirilmesi

Denetim ve gözetim yapısının değişen piyasa koşullarına göre esnekleştirilmesi,
Risk Odaklı Denetim (ROD) yaklaşımının benimsenmesi

İşlem ve aracılık maliyetlerinin azaltılması amaçlanmıştır.
4.5.1.2. Sermaye düzenlemeleri
Finansal sisteme ilişkin düzenlemeler risk yönetimi kavramı ile kurumsallaşmakta ve
sistemde kârlılığın sabit kalması kaydıyla, karşılaşılan risklere yönelik uygulanan strateji ve
politikaların tümü risk yönetimi olarak adlandırılmaktadır.65 Risk yönetimi çerçevesinde
atılan ilk adım ise Basel Komitesi tarafından sermaye yeterlilik rasyosunun bir standart
olarak kabul edilmesi olmuştur (Geçer, 2009).66 1987 yılında asgari sermaye yeterlilik
rasyosu, kredi ve piyasa riskini içeren Basel-I Uzlaşısı ile %8 olarak belirlenmiş ve 2004
yılında nihai şeklini alan Basel-II düzenlemesi ile standart rasyo aynı kalırken kredi ve
piyasa riskine operasyonel riskler de dahil edilmiştir.67
Basel-I Uzlaşısı, Türkiye’de 1989 yılında yayımlanan tebliğ ile uygulamaya
geçirilmiş, standart rasyo yıllar itibariyle kademeli olarak artırılarak 1989 yılı için %5, 1990
yılı için %6, 1991 ve 1992 yılları için ise %7 ve %8 olarak belirlenmiştir (Geçer, 2009).
Risk yönetiminin amacı, bankaların risk almasını önlemek değil, bankanın finansal performansını
iyileştirmek, karşılanması mümkün olmayan zararlara maruz kalmasını önlemektir. Denetim otoritelerinin risk
yönetiminden beklentileri ise, bankanın sermayesi ile orantılı risk almasını sağlamak ve beklenmedik
durumlarda ortaya çıkacak zararların özkaynak ile karşılanmasını sağlamaktır. Bu ise, bankalarda çok iyi bir
risk yönetim sisteminin kurulması ve devamlılığının sağlanması ile mümkün olabilmektedir (Altıntaş, 2006:
2-3).
66
Basel Komitesi, uluslararası ölçekte tüm bankalar için uygulanan eşit asgari sermaye yükümlülüklerinin bir
taraftan finansal sistemin istikrarına hizmet ederken, diğer taraftan bankaların çok düşük ya da farklı sermaye
oranlarıyla çalışmalarından kaynaklanabilecek rekabet eşitsizliklerinin de ortadan kalkacağı görüşündedir
(Altıntaş, 2006: 53).
67
Basel-II Uzlaşısı’na ilişkin nihai metin, konuya ilişkin taslak metinlere yönelik çeşitli kesimlerden görüş
alınması ve düzenlenen sayısal etki çalışmalarının (QIS; Quantitative Impact Study) ardından yayımlanmıştır.
2002 yılından bu yana Uzlaşı’ya yönelik olarak BDDK bünyesinde faaliyetler yürütülmektedir. BDDK, BaselII ile getirilen risk yönetimi, kurumsal yönetişim, muhasebe sistemi gibi unsurların, uluslararası gelişmelere
paralel olarak Türkiye Bankacılık Sektörü’nde de tesis edilmesinin, sektörde faaliyet ve rekabet yapısını
olumlu etkileyeceği görüşündedir. Bu çerçevede Kurum, 2003 yılında aktif büyüklüğü açısından sektörün
95’ini oluşturan 23 bankanın katılımı ile yerel bir QIS çalışması (QIS-TR) başlatmıştır. BDDK (2004)’e göre,
Basel-II’nin temel olarak G-10 ülkelerinin uluslararası aktif bankalarını hedef aldığı ifade edilmiş olsa da
yapılan QIS çalışmaları gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke tarafından uygulandığını (ya da uygulamaya
yönelik düzenlemelerin yapıldığını) göstermektedir. Uzlaşı’ya yönelik olarak gelişmekte olan ülke
ekonomilerine olumsuz etkiler doğurabileceği, konjonktürel hareketleri artırabileceği yönünde çeşitli eleştiriler
olsa da, etkin risk yönetiminin teşvik edilmesi, yasal sermayenin maruz kalınan riske duyarlı hale getirilmesi,
piyasa disiplinini artırıcı hükümlerin var olması gibi hususlar Basel-II’nin uygulanmasından beklenen
muhtemel faydalar olarak görülmektedir (BDDK, 2004).
65
160
Sermaye yeterliliği standart rasyosunda zaman içinde muhtelif değişiklikler yapılmış, en
kapsamlı revizyon ise Şubat 2001 tarihinde yayımlanan “Bankaların Sermaye Yeterliliğinin
Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik” ile olmuş ve düzenlemeye piyasa
riski dahil edilmiştir. BDDK tarafından Şubat 2002’de yeni bir yönetmelik yayımlanmış ve
ikinci bir revizyon yapılmıştır. Yeni yönetmelikle opsiyon işlemlerinden kaynaklanan riskler
de piyasa riski hesaplamasına dahil edilmiştir (Altıntaş, 2006: 57).
Basel-II standart rasyosunda değişiklik olmamakla birlikte Basel Komitesi, yeni
düzenleme ile bankaların kredi verme şartlarına ilişkin ağır yükümlülükler getirmiş, birçok
ülke ihtiyatlılık gereği daha yüksek sermaye yeterliliği oranı benimsemiştir. Türkiye’de de
halen uygulanmakta olan sermaye yeterliliği hedef rasyosu piyasa riski de dahil edilerek
%12 olarak belirlenmiştir (BDDK, 2011b). Kasım 2006 tarihinde Basel-II standartlarına
uyum sağlanması amacıyla 5411 sayılı Kanun’da yer alan ve bankaların maruz kaldıkları
risklere ilişkin konsolide ve konsolide olmayan bazda yeterli özkaynak bulundurmaları
hususunda düzenleme yapılmıştır (BDDK, 2006a).68 Aynı yönetmelikle, bazı bilanço içi
varlıklar ile gayri nakdi krediler ve taahhütlerin risk ağırlıkları değiştirilmiştir. İlk kez
operasyonel risk için sermaye yükümlülüğü getirilmiş ve riske esas tutarın hesaplanmasına
ilişkin yöntem belirlenmiştir. Bunun yanında, yeni finansal araçların %20 risk ağırlığına tabi
tutulması hususu değiştirilerek söz konusu kalemler için %100 risk ağırlığı belirlenmiştir
(BDDK, 2006b:). Türkiye Bankacılık Sektörü’nde Basel-II’ye geçiş sürecinin, önceleri 2008
yılında tamamlanması öngörülmüş olsa da, tamamlanma süreci daha sonra 2009 ve 2012
yıllarına ertelenmiştir. Nihai Basel-II Uzlaşısı Türkiye’de Nisan 2012 tarihinde yayımlanmış
ve yürürlüğe girmiştir. Küresel kriz döneminde Basel Komitesi tarafından krize karşı alınan
ilk önlemler niteliğinde olan Basel 2,5 standartları da Basel-II düzenlemelerinin içine dahil
edilmiştir. Bununla birlikte bu süreçte Basel Komitesi G20 tarafından verilen görevleri
dikkate alarak, Aralık 2009’da Basel-III adıyla kapsamlı bir reform paketi yayımlamıştır
Basel-III standartlarına tam uyumun sağlanması amacıyla BDDK bünyesinde çalışmalara
başlanmıştır. Bu çerçevede (BDDK, 2012b);
i. Bankaların Özkaynaklarına İlişkin Yönetmelik Taslağı
Türkiye Bankacılık Sektörü’nün Basel-II’ye Geçişine İlişkin Yol HaritasıMayıs 2005 tarihinde açıklanmıştır.
Ayrıntılı bilgi için bkz. BDDK (2005b).
68
161
ii. Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Taslağı
iii. Sermaye Koruma ve Döngüsel Sermaye Tamponlarına İlişkin Yönetmelik Taslağı
iv. Bankaların Kaldıraç Düzeyinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin
Yönetmelik Taslağı hazırlanmıştır.
Söz konusu düzenlemelerin tamamı, bankaların portföylerindeki riskleri ihtiyatlı
biçimde yönetebilmelerini ve öngörülemeyen risklerin gerçekleşmesine karşı yeterli
sermayeyi bulundurmalarını sağlamak amacıyla getirilen uluslararası düzenlemelere paralel
çalışmalardan oluşmaktadır (Santomero, 2002). Sözü edilen düzenlemelerden önce ve sonra
Türkiye bankacılık sektöründe görülen kârlılık ve sermaye yeterlilik rasyosunun seyri Şekil
4.16 ve Şekil 4.17’den izlenebilmektedir.
Buna göre 2001 Krizi öncesi dönemde 1990’lı yıllarda, bankacılık sektörünün
genelinde sermaye yeterlilik rasyosu yasal sınır olan %8’in üzerinde gerçekleşmiştir. 1994
yılında yurt içinde yaşanan finansal kriz ve 1999 yılında yurt dışında yaşanan olumsuz
gelişmeler nedeniyle %9,5 ve %8,4 düzeylerine kadar gerileyen sermaye yeterlilik rasyosu
(SYR), 1999 yılından sonra yeniden artışa geçmiştir. Bu gelişmede, finansal sisteme ilişkin
başlatılan denetim ve düzenlemelere paralel olarak alınan önlemlerin etkisi olduğu
düşünülmektedir. Bununla birlikte, 2000 ve 2001 Krizleri yıllarında BDDK’nın sorunlu
bankalara yönelik yeniden yapılandırma girişimleri ve özkaynak yetersizliği nedeniyle
TMSF’ye devredilen bankalara yönelik düzenlemeler, SYR’yi yeniden artırmıştır.
%
162
20
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
17,5
13,7
15,6
13,36
13
12
11,6
9,5
1993
1994
8,24
1995
1996
1997
Sermaye Yeterliliği Standart Rasyosu (%)
1998
1999
2000
Yasal Sınır (%)
80
60
40
20
0
-20
-40
-60
-80
-100
2001
Net Dönem Kârı/Özkaynaklar
Şekil 4.16. Bankacılık Sektöründe Kârlılık ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu (1993-2001)
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Şekil 4.16’ya bakıldığında, sektör genelinde yüksek SYR görülmesine rağmen
sistemik bankacılık krizlerinin yaşanmasının nedeni, 1990’lı yıllarda banka aktifleri içinde
DİBS’lerin büyük yer tutması ve bu kağıtların %0 risk ağırlığı ile ağırlıklandırılmış
olmasıdır. SYR’nin paydasını oluşturan risk ağırlıklı varlıklar, gayri nakdi krediler ve
yükümlülükler toplamının düşük kalmasına neden olmuştur. Bununla birlikte donuk
kredilerin canlı gösterilmesi ve tahsili gecikmiş alacaklara yeterli ve zamanında karşılık
ayrılmaması, 1998 yılına kadar banka kârlılığının yüksek değerler almasına yol açmıştır
(Selçuk, 2006: 246). 2000 ve 2001 yıllarında bankacılık sektörü kârlılık açısından olumsuz
performans göstermiş, her iki yılı zararla kapatmıştır. Bu yıllarda kısa vadeli kaynakların
daha uzun vadeli ve sabit getirili alanlara yatırılması ve yabancı para açık pozisyonlarının
artmış olması bankaların kırılganlığını artırmıştır. TL’nin büyük ölçüde değer kaybetmesi
ve faiz oranlarının yükselmesi özellikle kamu bankalarının kaynak maliyetlerini artırarak
zarar etmelerine neden olmuştur. Aynı zamanda, ekonomik faaliyetlerdeki daralma, sorunlu
kredileri ve takipteki alacakları artırarak kârlılığı olumsuz etkilemiştir (BDDK, 2001b).
163
35
30
%
25
30,09
25
28,8
24,2
20
24,2
22,2
20
18,9
18
20,05
19,2
18,1
15
16,7
15
10
10
5
5
0
0
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Sermaye Yeterliliği Standart Rasyosu (%)
2008
2009
Yasal Sınır (%)
2010
2011
2012
Net Dönem Kârı/Özkaynaklar
Şekil 4.17. Bankacılık Sektöründe Kârlılık ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu(2002-2012)
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Açıklama: Basel Komite’nin belirlediği %8 yasal SYR sınırına ilave olarak BDDK, 2006 yılından itibaren
%12’lik hedef oran belirlemiştir.
Finansal yeniden yapılandırma girişimlerinin hız kazandığı 2001 sonrası dönemde
sektörün genelinde SYR’nin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. İlk yapılandırma yılında
(2001) SYR %17,5 iken 2003 yılında %30 düzeylerine yükselmiştir. Bu gelişmede 2001
yılında Banka Sermayelerinin Güçlendirilmesi Programı kapsamında, bankaların yeniden
sermayelendirmeye tabi tutulmaları, kamu ve TMSF bankalarının finansal yapılarını
iyileştirmeye yönelik kaynak aktarımları ile kârlılık performansındaki artış etkili olmuştur.
2003 yılında faiz oranları ve kurlardaki düşüşün etkisiyle özellikle sermaye piyasası işlem
kârlarının artması ve kambiyo zararlarının azalması sektörün kârlılığını artırmıştır (BDDK,
2003b). 2004 yılında bir önceki yılsonuna göre sektörün SYR’ye esas özkaynakları %31,2
yükselirken risk ağırlıklı varlıkları %41 oranında artmıştır. Bu nedenle sektörde SYR bir
önceki yıla göre gerilemiştir. Risk ağırlıklı varlıkların artış nedeni ise, BDDK’nın kredi
kartlarına ilişkin gerçekleştirdiği düzenleme ile iç talepteki artış sonucu sektörde kredi
hacminin genişlemesidir. Aynı yıl kârlılık düzeyindeki artış ise büyük ölçüde kamu
bankalarından kaynaklanmıştır. Kredi hacmindeki artışın faiz gelirlerini artırması ve
takipteki alacakların gerilemesi sonucu ayrılan karşılıkların azalması kamu bankalarının
kârlılık performansını artırmıştır (BDDK, 2004).
Kasım 2006 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren “Bankaların Sermaye
Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik”te Haziran 2007
tarihinden itibaren operasyonel riskler için de sermaye ayrılması öngörülmüştür. Bu nedenle
2006 yılında SYR’deki artış olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. 2005 yılında
164
krediler nedeniyle ayrılan karşılıkların artması sonucu düşen net kârlılık oranı, 2006 yılında
yeniden yükselmiştir. 2008 yılında sermaye yeterliliğine ilişkin yeniden yönetmelik
değişikliği yapılmış ve operasyonel risk hesaplaması daha açık hale getirilmiştir. SYR,
2008’de sektör genelinin biraz altında kalmış, bu düşüşte artan kredi portföyü ve operasyonel
riskin hesaplamaya dahil edilmesi etkili olmuştur (BDDK, 2007).
2009 yılında sektördeki kârlılık performansına bağlı olarak özkaynaktaki artış
dolayısıyla SYR bir önceki yıla göre artış göstermiştir. Aynı zamanda risk ağırlıklı
varlıkların özkaynaktaki artıştan daha düşük oranda artması, SYR’deki artışın diğer bir
nedenini oluşturmaktadır. 2010 ve 2011 yıllarında sektörün risk iştahına bağlı olarak risk
ağırlıklı varlıkların büyüme hızı özkaynak büyüme hızının üzerinde gerçekleşmiştir. Bu
nedenle sektörün geneli %12 hedef rasyonun üzerinde olsa da, bu yıllarda SYR’de düşüş
gerçekleşmiştir. 2012 yılında bir önceki yıl %16,7 olan rasyo, %18,1’e yükselmiştir. BDDK
(2012b) raporuna göre alınan makro ihtiyati tedbirler, risk ağırlıklı varlıkların özkaynaklara
göre daha yavaş büyümesini sağlamıştır.
4.5.1.3. Likidite yapısının güçlendirilmesi
Likiditeye ilişkin düzenlemeler likidite yönetimi ve likide riski çerçevesinde ele
alınmaktadır.
Likidite yönetiminde bankalar, getiri ile risk arasında bir denge kurmak zorundadırlar.
Bu nedenle kısa vadeli parasal işlemlerin banka faaliyetleri içindeki payının artması likidite
yönetiminin önemini artırmaktadır. Özellikle finansal derinliğin yüksek olduğu
ekonomilerde bankalar, aktiflerinde bulunan tam likit varlıklardan herhangi bir getiri elde
etmemeleri (kâr marjlarının olumsuz etkilenmesi) nedeniyle mümkün olduğunca düşük
oranlı bir likidite düzeyi ile çalışmak istemektedirler. Ancak, bankaların mevduat çekme
talebini karşılayamama ya da kredi taleplerini geri çevirme durumunda olması, likidite
yetersizliğine işaret etmekte ve özellikle küçük ölçekli bankaların sistemden ayrılmalarına
neden olmaktadır (Çolak, 2007: 286). Bunun örnekleri Türkiye’de 1994 ve 2001
Krizleri’nde yaşanmıştır.
Likidite riski, bankanın nakit çıkışlarını karşılayacak düzeyde ve nitelikte nakit
mevcuduna veya nakit girişine sahip olmamasından kaynaklanmakta ve iki temel bileşenden
165
oluşmaktadır. Bunlardan ilki, finansal piyasanın gelişmişlik düzeyi ile ilgili olup, piyasanın
gelişmemiş, sığ olduğu durumda bankanın pozisyonlarını yeterli ve hızlı biçimde
kapatamaması sonucunda ortaya çıkan likidite riskidir. İkincisi, fonlamaya ilişkin likidite
riskidir. Bu durum, bir bankanın nakit giriş ve çıkışlarındaki düzensizlikler ve vadeye bağlı
nakit uyumsuzlukları nedeniyle fonlama yükümlülüğünü etkin biçimde yerine getirememe
ihtimalinde ortaya çıkmaktadır (BDDK, 2006c). Bu çerçevede likidite riskinin temel
bileşenleri banka ve piyasa kaynaklı risklerden oluştuğu için, likidite riski yönetimi de buna
ilişkin politika ve stratejileri içermektedir.
Türkiye’de 2006 yılına kadar BDDK tarafından bankaların likidite riskini yönetmeleri
için genel bir çerçeve ya da standart bir düzenleme getirilememiştir. Bu tarihe kadar likidite
düzenlemesi olarak değerlendirilebilecek tek uygulama, merkez bankasının para politikası
aracı olarak uyguladığı zorunlu karşılıklardır. Bu alanda düzenleme yapılamamasının nedeni
ise, bankacılık sektörünün içinde bulunduğu likidite dengesizliği koşullarının objektif ve
faydalı bir düzenleme yapılmasına engel teşkil etmiş olmasıdır (Altıntaş, 2006: 126). Ancak,
2005 yılında yayımlanan 5411 sayılı Kanun ile ilk defa Basel-II’ye ilişkin yol haritası
çerçevesinde bankaların finansal yapılarının yakından takibi amacıyla bankalar için asgari
sermaye yükümlülüğü getirilmesi hususu ele alınmıştır. Bunu takiben, Kasım 2006 tarihinde
çıkarılan “Bankaların Likidite Yeterliliğinin Ölçülmesine Değerlendirilmesine İlişkin
Yönetmelik” ile, bankaların varlıklarının yükümlülüklerini karşılayabilecek şekilde yeterli
likidite düzeyini sağlamalarına ve sürdürmelerine ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir
(BDDK, 2006a).69 Öncelikle yeniden yapılandırma öncesi dönemi yansıtan göstergeler Şekil
4.18’de gösterilmektedir.
Sözü edilen yönetmelikte likiditeye ilişkin ölçüme yer verilmiştir. Buna göre vade dilimleri itibariyle; Toplam
Likidite Yeterlilik Oranı=TP Varlıklar+YP Varlıklar/TP Yükümlülükler+YP Yükümlülükler; Yabancı Para
Yeterlilik Oranı=YP Varlıklar/YP Yükümlülükler’dir (1 Kasım 2006 tarih, 26333 sayılı yönetmelik).
69
166
60
51,6
51,9
44,8
50
44,6
41
39,5
40
%
40
30
41,4
39,3
36,9
36,4
1995
1996
33,5
32,4
1997
Yıllar
1998
20
35,9
35,9
32,1
32
2000
2001
10
0
1993
1994
Likit Varlıklar/Toplam Aktifler
1999
YP Likit Varlıklar/YP Pasifler
Şekil 4.18. Bankaların Likidite Yapısı (1993-2001)
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
1990’lı yıllarda yüksek enflasyon ve makroekonomik belirsizlikler tasarruf
sahiplerinin kısa vadeye yönelmesine yol açmış, bankaların varlık ve yükümlülükleri
arasındaki vade uyumsuzluğu artmıştır. Bununla birlikte 1990’lı yılların başlarından itibaren
KKBG’nin yüksek olması nedeniyle bankaların toplam aktifler içinde menkul kıymetler
cüzdanının payının artması yüksek likidite ile faaliyette bulunduklarını göstermiştir. Şekil
4.18’dengörüldüğü üzere 1999 yılı sonunda açıklanan Enflasyonla Mücadele Programı’ndan
önce getirisi yüksek olan ve risksiz kabul edilen DİBS portföyü nedeniyle bankacılık
kesiminde likit varlıkların toplam aktifler içindeki payı %30’ların oldukça üzerinde
seyretmiştir. KKBG’nin yüksek olması, bankalara DİBS portföyü yoluyla likit varlıklar
açısından rahatlama sağlasa da, yükselen DİBS faizleri hanehalklarının kısa vadeli mevduata
ve diğer finansal araçlara yönelmelerine neden olmuş, bankacılık kesiminin aktif pasif
yapısını bozmuştur. Bununla birlikte söz konusu yıllarda enflasyonun yarattığı belirsizlik
ortamı, YP cinsinden varlıkların da yüksek düzeylerde olmasına neden olmuştur.
2000 ve 2001 yıllarında yaşanan likidite krizleri nedeniyle sektördeki likidite açıkları
yüksek maliyetlerle fonlanmıştır. 2001 yılının ortalarında başlayan ekonomik faaliyetlerdeki
daralma ve artan belirsizlikler, bankaları yüksek oranda likit varlık tutmaya yöneltmiş, bu
nedenle sektörde likidite riski görece azalmıştır. Bununla birlikte, 1999 yılı sonunda
açıklanan programda merkez bankasının likidite sağlama rolünün dış kaynak girişine
bağlanmasının olumsuz etkileri dikkate alınarak hazırlanan GEGP, bu alanda esneklik
sağlamış ve sektördeki likidite riskini sınırlandıran bir unsur olmuştur (BDDK, 2001b).
167
60
50
42,3
49,3
45,8
48,1
48,7
42,1
33,1
%
40
30
38,8
34,3
37,4
39,9
39,6
37,8
32,2
27,8
30,4
33
32,8
30,9
31,3
2009
2010
2011
2012
37,1
26,6
20
10
0
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Likit Varlıklar/Toplam Aktifler
2008
YP Likit Varlıklar/YP Pasifler
Şekil 4.19. Bankaların Likidite Yapısı (2002-2012)
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
YYP’nin açıklanmasının ardından finansal piyasalarda istikrarın görece sağlanmış
olması, TL’nin yabancı paralar karşısında değer kazanması ve ekonomik faaliyetlerdeki
iyileşmenin etkisiyle sektörde likit varlıkların toplam aktifler içindeki payı 2002-2007
döneminde yükselmiştir. Sektörde likit varlıkların oranı 2007 yılından sonra düşme
eğilimine girmiş, Küresel krizin etkilerinin hissedildiği 2008 yılında %26,6’ya gerilemiştir.
Küresel kriz döneminde GOÜ’ler, net sermaye akımlarındaki azalmanın etkisiyle
görülen likidite daralmasına karşı önlem olarak zorunlu karşılık70 oranlarını düşürmüşlerdir.
Türkiye’de de, krizden çıkış stratejileri kapsamında benzer bir politika izlenmiştir. Krizin
etkisiyle bankacılık sektörünün yurt dışından fonlama imkanlarının daralması nedeniyle,
bankalara döviz likiditesi sağlamak amacıyla Aralık 2008’de yabancı para zorunlu karşılık
oranı 2 puan indirilerek bankacılık kesimine yaklaşık 2,5 milyar $ döviz likiditesi
sağlanmıştır. 2009 yılında artan kredi hacmini desteklemek amacıyla da TP zorunlu karşılık
oranı Ekim 2009’da 1 puan azaltılmış ve 3,3 milyar TL sektöre likidite sağlanmıştır. 2010
yılında küresel piyasalardaki normalleşme belirginleştikçe, likidite koşulları ve kredi
piyasası gelişmelerine bağlı olarak merkez bankası zorunlu karşılık oranlarını kademeli
olarak artırmıştır (TCMB, 2010).
Bu gelişmelerin yanında bankacılık sektöründe kredi ve menkul kıymetler ile
mevduatlar arasında önceki yıllardan beri süregelen vade uyumsuzluğu sorunu artarak
Zorunlu karşılık uygulaması 2005/1 sayılı Merkez Bankası Tebliği ile düzenlenmiştir. Buna göre bankalar,
zorunlu karşılığa tabi TL yükümlülükleri için %6, YP yükümlülükleri için ise %11 oranında Merkez Bankası
nezdinde karşılık tutmakla yükümlüdürler (TCMB, 2010).
70
168
devam etmektedir. 2005 yılı sonrasında TL mevduatının vadesi kademeli biçimde azalarak
44 güne kadar düşmüştür (TCMB, 2010). Bu doğrultuda merkez bankası, makro ihtiyati
tedbirler çerçevesinde zorunlu karşılık uygulamasını vade uzatımını teşvik edecek biçimde
düzenlemeyi uygun görmüştür. Sözü edilen gelişmeler neticesinde küresel kriz sonrası
dönemde bankacılık kesiminin aktif kalitesinin iyileşmesine bağlı olarak 2010 yılında
gerileyen likit varlıklar/toplam aktifler oranı, hem TL hem YP cinsinden artış eğilimine
girmiştir.
4.5.1.4. Mevduat güvence sistemi ve TMSF
Mevduat güvence sistemi genel olarak mevduatın sigortalanması, prim tahsilatı ve
faaliyet yetkisi kaldırılan bankalarda sigortalı mevduatın ödenmesi faaliyetlerini
kapsamaktadır (Altıntaş, 2006: 491). Amacı; bankaların finansal yapıları ve finansal
piyasalar hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan küçük tasarruf sahipleri başta olmak üzere
mudileri korumak ve sistemde banka iflaslarının yayılmasını ve krize dönüşmesini
engelleyerek finansal güvenlik ağı kurmaktır. Ancak, iktisat yazınında tam mevduat
güvencesinin uygulandığı durumda, piyasa disiplininin ortadan kalkması ile sistemin
etkinliğinin bozulacağı ve ahlaki risk sorununa neden olarak risk alma güdüsünün artacağı
yönünde görüşler vardır. Özellikle mevduat sigortası primlerinin risklerle orantılı olmadığı
durumda, prim ödeyen banka sahipleri güvence veren fona ya da başka bir kamu kurumuna
risk transferi yapmaktadır (Er, 2011).71 Bu nedenle ülke ekonomilerinde düzenlemeler
çerçevesinde uygulama biçimi olarak kabul gören sistem, mevduat sigortasının banka
riskleri ile orantılı biçimde uygulanması ve sigorta edilen mevduata sınırlama getirilmesi
biçimindedir.
Türkiye’de mevduat sigortası ilk olarak 1982 yılında yaşanan Bankerler Krizi’nin
ardından 1983 yılında kısmi mevduat sigortası uygulaması biçiminde getirilmiştir. Aynı yıl
Bankalar Hakkında 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile TMSF kurulmuş ve Fon’un
temsil ve idare yetkisi merkez bankasına verilmiştir. 1994 yılında ise Fon’a, tasarruf
Mevduatların sigorta kapsamında devlet güvencesi ile korunması bankacılık sisteminde istikrasızlığa yol
açabilecek banka hücumlarını önlemekte, ancak istikrarsızlığa yol açabilecek bir başka sebep doğurmaktadır.
Şöyle ki; mevduat sigortası, bankaları portföylerinde yoğun olarak riskli aktif taşımaya teşvik edebilmektedir.
Mevduat sigortası uygulanıyorsa eksik bilgiye sahip mevduat sahipleri bankanın risk aldığını düşünmez ve
dolayısıyla mevduat için ödenen faiz oranı üzerinden risk primi talep etmezler. Diğer yandan mevduat sahipleri
sınırlı sorumluluk aldıklarından, bankanın yüksek riskli aktifler üzerinden büyük kazançlar elde etmeleri
durumunda maruz kalınacak zarar riskini dikkate almazlar. Bu nedenle genel kabul gören uygulama, mevduat
sigortası ile bankacılık düzenlemelerinin bir arada uygulanmasıdır (Santomero, 2002).
71
169
mevduatını sigorta etmenin yanı sıra, bankaların finansal yapılarını güçlendirme ve
gereğinde yeniden yapılandırma görevi verilmiştir (TMSF). İdari açıdan temsil ve idaresi
2000 yılında BDDK’ya devredilen TMSF, 2004 yılında bağımsız bir kurum haline gelmiştir
(Altıntaş, 2006: 490).
Türkiye Bankacılık Sistemi’nde mevduat güvence sistemi 1994 Krizi’nin ardından
yeniden düzenlenmiş ve mevduata tam güvence verilmiştir. Ancak bu uygulama tasarruf
sahiplerinin bankacılık sistemine olan güvenini artırarak risk faktörlerine olan
duyarlılıklarını azaltmış, sektörde risk yönetiminde özensiz olan bankalar lehine haksız
rekabete yol açmış ve ödenen primler nedeniyle bankaların maliyetini artırmıştır (Özdemir,
2010).72 Bu nedenle 1 Haziran 2000 tarihinde yapılan değişiklikle bu tarihten itibaren açılan
yeni tasarruf hesapları için mevduat sigortası kapsamı sınırlandırılmıştır. 4389 sayılı
Bankalar Kanunu çerçevesinde mevduata tam güvence uygulamasına son verilmek üzere
“Sigortaya Tabi Tasarruf Mevduatı ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nca Tahsil Olunacak
Primler Hakkında Karar”ın yürürlüğe konulması kararı alınmıştır. 2000 tarihli Karar’a göre
BDDK, TMSF’den bankaya likidite sağlanmasını istemeye ve likidite dengesinin
sağlanması için vadeleri uzatılmak kaydıyla banka borçlarının TMSF tarafından garanti
edilmesini temine yetkili kılınmıştır. Ayrıca banka denetimleri sonrasında alınacak tedbirler
arasında BDDK’ya bankanın mevduat sigortası primlerini yükseltme yetkisi verilmiştir
(TBB, 2003). Söz konusu Karar ile, yürürlük tarihinden önce açılan tasarruf mevduatlarının
tamamının sigorta kapsamında olmaya devam etmesi, bu tarihten sonra açılacak tasarruf
mevduatlarının 100 bin TL’lik, 1 Ocak 2001’den sonra açılacak hesaplar için ise, 50 bin
TL’lik kısmının sigorta kapsamında olması öngörülmüştür. Ancak Aralık 2000 tarihinde bu
uygulamaya son verilmiş, hem tasarruf mevduatı hem de tüm bilanço içi ve dışı
yükümlülüklerin tümü güvence altına alınmıştır. Temmuz 2004 tarihinden itibaren ise
yeniden sınırlı mevduat uygulamasına geçilmiş, mevduatların 50 bin TL’ye kadar olan
kısmının sigorta kapsamında olduğu karara bağlanmıştır (Altıntaş ve Çetin, 2006; BDDK,
2009; BDDK, 2010b).
2005 yılında çıkarılan 5411 sayılı Kanunla mevduat sigorta priminin belirlenme
yetkisi BDDK’dan TMSF’ye geçmiştir. Aynı Kanunla, AB ülkeleri uygulamaları ile uyumlu
1994 finansal krizi nedeniyle hızla küçülen bankacılık sisteminde özkaynakların erimesi, sisteme olan güveni
sarsmıştır. Ancak güvenin yeniden tesis edilmesi amacıyla bir çözüm olarak tasarruf mevduatına getirilen tam
güvence uygulaması neticesinde bankacılık sisteminin denetiminde yaşanan zafiyetler de eklenince sağlıklı bir
yapılanma gerçekleştirilememiş, tersine mali bünye sorunları daha da büyümüştür (TBB, 2002a).
72
170
olarak Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların yurtiçi şubelerinde açılmış olan TL cinsinden
tasarruf mevduatı ile bu niteliğe haiz altın ve döviz tevdiat hesapları ve bunlara ait faiz
reeskontlarının mevduat sigortasına tabi olacağı ve bunların toplamının 50 bin TL’ye kadar
olan kısmının sigorta kapsamında olacağı hükme bağlanmıştır (BDDK, 2005a). Bununla
birlikte Mayıs 2008 tarihinde primler hakkında düzenlemeye gidilmiş ve risk esaslı prim
uygulamasına geçilmiştir.
Sözü edilen gelişmeler çerçevesinde mevduatların kredileri karşılama oranı Şekil
4.20’de gösterilmektedir.
120
100
110
%
80
60
40
20
98,2
84
62
60,3
45,9
62,2
54,1
34,4
35,5
42,6
71,2
80
80,8
82
103
85,2
52
0
Krediler/Mevduat (%)
Şekil 4.20. Mevduatın Krediye Dönüşüm Oranı (%, 1980-2012)
Kaynak: BDDK ve Türkiye Bankalar Birliği İstatistiki Veriler
1980’lere kadar geleneksel finansal aracılık faaliyetlerinin yüksek olduğu bankacılık
kesiminde mevduatın krediye dönüşüm oranı %100’lerin üstünde gerçekleşirken, 1990’ların
sonunda %46’lar düzeyine düşmüştür. Bu yıllarda bankaların kamu finansmanında
oynadıkları etkin rol nedeniyle reel sektörü finanse etmede zayıf kalmaları, mevduatın
krediye dönüşüm oranını büyük oranda düşürmüştür (Çolak, 2001). 2001 Krizi nedeniyle iç
talepte ve üretimde ihracatın payının düşmesi, dalgalı kur rejimine geçilmesi, özellikle 2001
yılı ortalarında yaşanan istikrarsızlığın firmaların maliyetlerini ve gelirlerini tahmin etmeyi
güçleştirmesi yatırımları ciddi oranda düşürmüştür (TBB, 2002b). Bununla birlikte 2001
yılında kamu bankalarının finansal yapılarının güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılmaları
ve görev zararlarının karşılanması amacıyla bu bankalara verilen DİBS’ler nedeniyle kamu
iç borç stoku önemli ölçüde büyümüştür. Kamu borç stokunun yüksek olması kaynaklar
üzerinde baskı yaratmış, bankaların özkaynakları büyük ölçüde erimiştir (TBB, 2002a). Tüm
171
bu gelişmeler neticesinde mevduatların krediye dönüşüm oranı 2001 ve 2002 yıllarında
büyük ölçüde azalarak %35 düzeylerine gerilemiştir.
2002 yılından itibaren ekonomik faaliyetlerde sağlanan istikrar, kamu borç stokundaki
gerileme ve yurtiçi finansal sistemin uluslararası finansal sistemle hızlı bir biçimde
bütünleşmesi Türkiye’de finansal sistemin derinleşmesine öncülük etmiştir. Bu gelişmelerin
bir sonucu olarak kredi hacmi belirgin şekilde artmaya başlamıştır (Yılmaz, 2009). 2002
yılından itibaren bankacılık kesiminde kredi hacminin hızla artmaya başlaması sonucu 2002
yılı Aralık ayında %35,5 olan kredi/mevduat oranı 2012 yılında %103’e yükselmiştir. Kredi
hacmindeki artışta, yurt dışındaki piyasalardan daha uzun vadelerle ve uygun koşullarla
kredi sağlama imkanının artması önemli bir etken olmuştur. Bunun yanında mevduatların
krediye dönüşüm oranının özellikle mevduat güvencesinin sınırlandırıldığı 2004 yılından
itibaren giderek yükseldiği dikkat çekmektedir. Bu durum, finansal kesime ve bankalara
duyulan güven artışının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir (Özince, 2005).
4.5.1.5. Gölge bankacılık sisteminin düzenlenmesi
2009 yılı Nisan ayında G20 liderleri öncülüğünde gerçekleştirilen Londra Zirvesi’nde,
finansal sistemde risk unsuru oluşturabilecek faaliyet ve girişimlere ilişkin düzenleyici
çerçevenin iyileştirilmesi yönünde katılımcı ülkelere tavsiyelerde bulunulmuştur. Buna göre,
düzenleyici çerçevenin yeniden gözden geçirilerek gölge bankacılığa yönelik gözetim
sisteminin güçlendirilmesi, bu çerçevede hedge fonların kayıt altına alınması ve menkul
kıymetleştirmeye ilişkin risk yönetiminin geliştirilmesi kararı alınmıştır.
Londra ve Cannes Zirveleri’nde alınan kararlar paralelinde Türkiye’de Aralık 2012
tarihinde Resmi Gazete’de “Finansal Kiralama, Faktoring ve Diğer Finansal Şirketler”
Kanunu yayımlanmıştır. Bu kanunla düzenleyici çerçeve güçlendirilmiş ve söz konusu
bankacılık dışı finansal sektör için yeni ihtiyati gereklilikler getirilmiştir. Bankacılık dışı
finansal sektör, banka gibi aracı kurumlara benzer biçimde asgari sermaye yeterliliğine tabi
kılınmış, şirketlerin yalnızca borçlanma araçlarına yatırım yapabilmeleri koşulu getirilmiştir.
Bunun yanında, söz konusu şirketlerin porföylerindeki herhangi bir varlığa ilişkin vade
süresinin 180 günden fazla olamayacağı ve ortalama vade uzunluğunun 45 günü
geçemeyeceği hükme bağlanmıştır (FSB, 2013). Bu düzenleme ile uzun vadeli yatırımların
172
kısa vadeli fonlarla finanse edilmesinin önüne geçilerek gölge bankacılık sisteminin denetim
altına alınması hedeflenmiştir.
SPK’nın 2013 yılında yayımladığı “Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar” tebliğinde
yatırım fonlarının kuruluşlarına, faaliyet ilke ve kurallarına, katılım payları ile bunların
ihracına ve kamunun aydınlatılmasına ilişkin esaslar belirlenmiştir (SPK, 2013). Şirketlerin
portföy yönetimi ve yatırım fonları üzerindeki gözetimin genişletilmesi ve risk yönetimi
sistemine yeni önlemler getirilmesi amacıyla çıkarılan tebliğin, Temmuz 2014 tarihinde
yürürlüğe girmesi beklenmektedir.
Londra ve Seul Zirveleri’nde hedge fonların gözetim ve denetiminin güçlendirilmesi,
kayıt altına alınması ve bu alanda uluslararası uyumun sağlanması önerilerine yer verilmiştir.
Türkiye’de hedge fon işlemleri 2006 yılından beri “Yatırım Fonlarına Yönelik İlkeler
Tebliği” çerçevesinde sıkı bir biçimde düzenlemeye tabi tutulmaktadır. Mevcut düzenleme
ile hedge fonlar SPK tarafından kayıt altına alınmakta ve yalnızca SPK’nın lisans verdiği
aracı kurumlar ve bankalar hedge fonların kurucusu olabilmektedir. Ancak FSB’nin 2011
yılı raporunda, Türkiye’deki mevcut düzenleyici ve denetleyici güçlerin bu yönde daha fazla
adım atmaları gerektiği ifade edilmektedir (FSB, 2011b).
Londra Zirvesi’nde, farklı ülkelerdeki hedge fonların etkin gözetimine ilişkin
güvenliği sağlamaya yönelik olarak uluslararası yetkililer arasında işbirliği ve bilgi
paylaşımı mekanizmasının kurulması görevi FSB’ye verilmiştir. Bunun yanında ülkeler için
Basel-III
standartları
çerçevesinde
karşı
taraf
risk
yönetiminin
genişletilmesi
kararlaştırılmış, fonların kaldıraç mekanizmalarının denetimi de kararlara dahil edilmiştir.
2013 yılı FSB raporuna göre Türkiye’de hedge fonların gözetimi SPK tarafından
yürütülmekte ve diğer yetkili kuruluşlarla işbirliği sağlanmaktadır. Karşı taraf risk
yönetimine ilişkin taslak ise BIS’in tavsiye dokümanına uygun biçimde hazırlanmıştır (FSB,
2013).
Londra ve Pittsburgh Zirveleri’nde de ele alındığı üzere FSB (2009a), BCBS ve
IOSCO tarafından menkul kıymetleştirme piyasalarına yönelik getirilen öneri ve önlemlerin
tüm denetleyici ve düzenleyici güçler tarafından 2010 yılı içinde uygulamaya geçirilmesi
gerektiğini ifade etmiştir. Basel Komitesi’nin önerileri menkul kıymetleştirmeye ilişkin
sermaye yeterlilik çerçevesinin güçlendirilmesi ve bu alanda banka yönetimi için açık
173
kurallar geliştirilmesi üzerine şekillenmektedir. Bunun yanında menkul kıymetleştirme
ürünlerine ilişkin açıklamalar Basel 2,5 çerçevesinde genişletilmelidir. IOSCO ise, menkul
kıymetleştirme piyasalarındaki uygulamaların güçlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Türkiye 2012 yılı ortalarından itibaren bu alanda tüm bankaların yeni kurallara uyum
sağlayacağını taahhüt etmiş, bu çerçevede hazırlanan taslağın 2013 yılı sonunda
yayımlanacağı belirtilmiştir. Taslakta, söz konusu türev ürünlerin özelliklerinin açık bir
biçimde tanımlandığı ve iç kontrol sisteminin işleyişinin de ana hatlarıyla açıklandığı ifade
edilmiştir (FSB, 2013). Türkiye’de menkul kıymetleştirilmiş ürün piyasası henüz yeterli
düzeyde gelişmemiş olduğundan, bu alanda kapsamlı bir çalışma ya da düzenleme
yapılmadığı görülmektedir.
4.5.2. Makro ihtiyati politika çerçevesinin ve araçlarının geliştirilmesi
İhtiyatlı politika izlemek anlamına gelen makro ihtiyati politikalar ile makro risklerin
azaltılması amacıyla merkez bankasının çeşitli para politikası araçlarını duruma uygun ve
esnek bir biçimde kullanmasıyla birden çok piyasada istikrarın sağlanması hedeflenmektedir
(Doğru, Çelik ve Doğan, 2012). Küresel kriz sonrasında finansal kurumlara ilişkin
düzenleme, denetim ve gözetim mekanizmasının, merkez bankasının öncü rol oynadığı
makro ihtiyati tedbirler çerçevesinde ele alınması gerektiği ifade edilmiştir. Böylece
düzenleme ve denetimler, bireysel kurumlardan öte tüm finansal kurumları kapsayacak
biçimde genişleyecektir (Borio, 2011). Bu anlamda küresel krizle birlikte makro ihtiyati para
politikasına bakış büyük ölçüde değişmiş, G20 Zirveleri’nde ele alındığı üzere makro
risklerin azaltılması amacıyla merkez bankalarının finansal istikrar, kredi genişlemesi ve
varlık fiyatlarındaki değişimleri de dikkate alacağı yeni politika tedbirleri belirlenmiştir
(Başçı ve Kara, 2011). Söz konusu yeni yaklaşım, merkez bankalarına birden fazla aracın
bir arada kullanılmasına izin veren esnek bir politika anlayışını yansıtmaktadır.
2008 yılı raporunda FSF, merkez bankalarını ve denetimden sorumlu yetkilileri
finansal istikrarı tehdit eden risklerin değerlendirilmesini de içerecek biçimde bilgi
paylaşımını ve işbirliğini geliştirmeye davet etmiştir. 2009 yılı FSB raporunda ise
yetkililerin, denetim amaçlı makro ihtiyati göstergeler olarak hem kurum hem de tüm sistem
düzeyinde kaldıraçlara ilişkin sayısal göstergeleri kullanmaları gerektiği ifade edilmiştir.
Böylece, ana sermaye tutarının toplam risk tutarına bölünmesiyle elde edilen kaldıraç
174
rasyosu bir kırılganlık göstergesi olarak kullanılabileceği gibi, bir denetim aracı olarak da
işlev görecektir (FSB, 2009a).
Londra Zirvesi’nde, sistemik riskleri artıran gölge bankalar ve özel sermaye havuzları
da dahil olmak üzere finansal sistemin karşı karşıya kaldığı makro ihtiyati risklerin
belirlenmesi ve düzenlenmesi gerektiği ele alınmıştır. 2011 yılında Cannes Zirvesi’nde FSB,
BIS ve IMF’nin ortak çalışmaları ile finansal sektördeki risklerin büyümesini engellemek
amacıyla makro ihtiyati politika çerçevesi ve araçlar geliştirilmiş ve tüm katılımcı ülkelere
sunulmuştur (G20, 2011).Bunun yanında Washington Zirvesi’nde G20 liderleri, varlık
fiyatlarındaki büyük çaplı değişimlerin makro ekonomi ve finansal sistem üzerindeki
etkilerinin gözlemlenmesi gerektiğini vurgulamışlardır (G20, 2008).
TCMB, küresel çapta önerilen söz konusu uygulamalar paralelinde, 2010 yılı
ortalarından itibaren finansal istikrara verdiği önemi artırmış ve araç kümesini
çeşitlendirmiştir. Bu doğrultuda, artan makro finansal dengesizlikleri sınırlamak amacıyla
kısa vadeli sermaye girişlerinin azaltılmasına ve kredi genişlemesinin yavaşlamasına
odaklanarak, zorunlu karşılıkları ve faiz koridorunu73 aktif para politikası aracı olarak
kullanmaya başlamıştır. Makro ihtiyati politikalar çerçevesinde zorunlu karşılık oranları,
piyasadaki TL likiditesinin ve kredi arzının kontrol altına alınması amacıyla kademeli olarak
artırılmış ve faiz koridoru genişletilmiştir (Başçı ve Kara, 2001). Ancak zorunlu karşılık
oranlarındaki artış, bankaların en büyük fon kaynağı olan mevduatların maliyetini artırmış
ve bankaların mevduat dışı fonlara yönelmelerine neden olmuştur (Mutlutürk, 2012). Bunun
altında yatan temel neden ise, Türkiye Bankacılık Sistemi’nde mevduatın ortalama vade
süresinin çok kısa olması, dolayısıyla artan zorunlu karşılık oranları nedeniyle merkez
bankasının, bankaların elindeki mevduatları daha da sınırlamış olmasıdır (Özatay, 2012).
Türkiye’de makro ihtiyati politika çerçevesinin genişletilmesi amacıyla Haziran 2011
tarihinde Hazine Müsteşarlığı başkanlığında, TCMB, BDDK, SPK ve TMSF başkanlarından
oluşan Finansal İstikrar Komitesi oluşturulmuştur. Komite’nin görevleri sistemik risklerin
belirlenmesi, izlenmesi ve makro ihtiyati önlemlerin geliştirilmesi biçiminde belirlenmiştir.
Faiz koridoru, merkez bankası tarafından belirlenen gecelik borçlanma ve borç verme faizi arasındaki farkı
göstermektedir. Geçici likidite sıkışıklığı olan bir bankanın merkez bankasından kısa vadeli borçlanmak için
ödemeyi kabul ettiği faiz oranı koridorun üst sınırını (borç verme faiz oranını), geçici likidite fazlası olan bir
bankanın merkez bankasına bu fonu mevduat biçiminde yatırması halinde almayı kabul ettiği faiz oranı ise
koridorun üst sınırını (borç alma faiz oranını) belirlemektedir (Özatay, 2012).
73
175
Bunun yanı sıra FSB 2013 ilerleme raporuna göre Türkiye’de makro ihtiyati çerçeve
paralelinde gerçekleştirilen düzenlemeler şunlardır (FSB, 2013);
 Aralık 2010 tarihinden itibaren tüketiciye yönelik konut kredileri için %75 oranında
kredi/teminat rasyosu (Loan-to-Value; LTV) tavanı uygulanmaya başlanmış,
 Haziran 2011 tarihinden itibaren uzun vadeli tüketici kredileri için olan risk ağırlığı
yükseltilmiş, söz konusu kredilere ilişkin koşullar artırılmış,
 Haziran 2011 tarihinden itibaren kredi kartı ödemeleri için sınırlama getirilmiştir.
Faiz oranı riskine ilişkin Basel-III Uzlaşısı ile getirilen risk bazlı olmayan kaldıraç
uygulaması ise, Ağustos 2011 tarihinden itibaren ele alınmaya başlanmıştır. BDDK, BaselIII standartları ile tamamen uyumlu olarak kaldıraçlara yönelik düzenleme taslağı üzerinde
çalışmakta ve bu taslağa göre 2015 yılından itibaren bankaların solo ve konsolide bazda
asgari %3 oranında belirlenen kaldıraç rasyosunu tutturmaları gerektiğini ifade etmektedir.
Basel-III Uzlaşısı’nın 2013 yılından 2019 yılına kadar sürecek dönem içerisinde
uygulanması öngörülmektedir. Bunun yanında, hızlı kaldıraç büyümesinden kaynaklanan
finansal kırılganlıkların, krizlerin daha da derinleşmesine neden olduğu vurgulanmakta ve
firma kaldıraç oranlarındaki hızlı değişimlerin izlenmesi, makro ihtiyati politikalar ile bu
sorunun önüne geçilmesi gerektiği ifade edilmektedir (TCMB, 2013).
Son olarak, G20 liderlerinin varlık fiyatlarındaki hızlı değişimlerin ve bunun
makroekonomi ve finansal sistem üzerindeki etkilerinin izlenmesi gerekliliğine yönelik
önerileri, BDDK’nın yayımladığı ve 2010-2012 yıllarını kapsayan Stratejik Plan’da ele
alınmıştır. Plan’da, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması için varlık
piyasalarındaki risklerin izlenmesi hedeflenmiştir (BDDK, 2010b).
176
177
5. TÜRKİYE’NİN YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİYE UYUM
SÜRECİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİ
Uluslararası alanda 1994 Meksika Krizi ile gündeme gelen ve 1997 Asya Krizi ile hız
kazanan finansal sistemin küresel düzeyde yeniden düzenlenme girişimlerine yönelik
Türkiye’nin uyum çabaları, 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri’nin etkisiyle önem
kazanmıştır. Türkiye finansal sisteminde, uluslararası finansal kurumlar ve G20 ülkelerinin
liderleri tarafından geliştirilen küresel finansal standartlara uyum sürecinde, aşamalı olarak
birtakım değişikliklere ve düzenlemelere gidilmektedir. Bu çerçevede bankacılık kesimine
ilişkin yasal ve kurumsal çerçevenin genişletilmesinin yanında, finansal piyasalarda gözetim
ve denetim sisteminin geliştirilmesi, bankacılık sermaye ve likidite yapısının güçlendirilmesi
ve makro ihtiyati politika çerçevesinin genişletilmesi ele alınan başlıca unsurlar olmaktadır.
Çalışmanın bu bölümünde, 2001 Krizi sürecinde hız kazanan ve halen devam eden
küresel finansal standartlara uyuma yönelik uygulamaların, Türkiye’de finansal sistemi ne
yönde ve ne düzeyde etkilediğinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda
öncelikle finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını incelemek
amacıyla finansal gelişme, finansal kırılganlık ve finansal sağlamlık endeksleri
oluşturulmakta, ardından her üç endeks bir araya getirilerek Türkiye için finansal sistem
bileşik endeksi elde edilmektedir. Finansal sistemin çok boyutlu yönünü açıklayan bileşik
endeks yardımıyla, küresel finansal mimari standartlarına yakınlaştırılan bir takım finansal
düzenlemeler arasındaki ilişki test edilmektedir. Belirlenen tüm finansal düzenleme
değişkenlerinin finansal sistem bileşik endeksi ile uzun ve kısa dönem ilişkilerinin varlığı
Johansen Eşbütünleşme, Vektör Hata Düzeltme ve Geliştirilmiş Granger Nedensellik testleri
yardımıyla analiz edilmekte, ardından finansal düzenlemeye konu olan açıklayıcı
değişkenlerin, birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği ve finansal gelişme, sağlamlık
ve kırılganlık etkilerinin derecesi Vektör Hata Düzeltme Modeli’ne dayalı Etki-Tepki
Fonksiyonları ve Varyans Ayrıştırması yoluyla açıklanmaktadır.
5.1. Türkiye İçin Finansal Sistem Bileşik Endeksi
Finansal sistemin gelişimine, sağlamlığına ve kırılganlığına ilişkin ortak bir
göstergenin belirlenmesi ve bunun finansal sistemin bütününe yönelik yeterli ve sağlıklı
bilgiyi yansıtması oldukça güçtür. Çalışmanın bu kısmında oluşturulan toplulaştırılmış
178
bileşik endeks ile Türkiye’nin finansal sisteminin tek bir gösterge ile yakalanamayan çok
boyutlu yönünün, tek bir endeks altında derlenen çok sayıda gösterge ve bunların
oluşturduğu temel bileşenler yardımıyla değerlendirilmesi hedeflenmiştir.
Finansal sistem bileşik endeksi finansal gelişme, finansal sağlamlık ve finansal
kırılganlık endekslerinden oluşmakta ve her bir endeksin de kendi içinde temel bileşenleri
bulunmaktadır. Tüm endeksler oluşturulurken aynı yöntem izlenmiş, son aşamada ise
Türkiye için toplulaştırılmış tek bir finansal sistem bileşik endeksi (FSBE) elde edilmiştir.
Söz konusu endeks yardımıyla 1990-2013 yılları arasında sistemin gelişimini, sağlamlığını
ve kırılganlığını yansıtan dönemlerin tespit edilmesi ve elde edilen bileşik endeks değeri ile
finansal sisteme ilişkin düzenlemelerin modellenmesi amaçlanmıştır.
FSBE oluşturulurken şu aşamalar izlenmiştir;
i.
Endeks hesaplanırken ele alınacak dönem aralığı ve frekans belirlenmiştir.
Çalışmada, küresel standartlara uyum çerçevesinde gerçekleştirilen düzenlemelerin
finansal sisteme olan etkisini yorumlayabilmek amacıyla 1990-2013 dönemi ele
alınmıştır. Analizde, aylık veriler kullanılmıştır.74
ii.
İktisat yazını çerçevesinde, Türkiye’nin finansal yapısı da dikkate alınarak, finansal
gelişmeyi, finansal sağlamlığı ve finansal kırılganlığı ölçmeye yönelik üç değişken
seti oluşturulmuştur. Finansal gelişme endeksi için oluşturulan değişken seti 8,
finansal sağlamlık endeksi 13, finansal kırılganlık endeksi ise 7 değişkenden
oluşmaktadır. FSBE için toplam 28 adet değişken kullanılmıştır.
iii.
Endekslerin alt bileşenlerini oluşturan farklı ölçü birimlerindeki değişkenler tek bir
endeks altında bir araya getirilebilir biçimde standardize edilerek dönüştürmeye
tabi tutulmuştur.
Serileri standardize etmek için literatürde birden fazla yöntem kullanılmaktadır. En sık
kullanılan yöntem değişkenleri normalize etme yoluyla dönüştürmektir. Normalizasyon
GSYH serisi için aylık veri bulunmadığından, TCMB-EVDS’den elde edilen çeyrek dönemlik veriler,
interpolasyon yöntemi ile aylık veriler haline dönüştürülmüştür. Bunun için, Litterman (1983)’ın zaman
serilerine ilişkin makalesinde ele aldığı yöntemden faydalanılmış ve dönüştürme işlemi sırasında Excel
programı kullanılmıştır.
74
179
yönteminde, değişkenlerin her dönem için aldıkları değerler zaman serisinin ortalamasından
çıkarılarak standart sapmasına bölünmektedir. Böylece literatürde z-skor olarak adlandırılan
normalize edilmiş söz konusu değerler, ortalaması 0 ve standart sapması 1 olan seriye
dönüştürülmektedir (Dorrucci and Santabarbara; 2009). Yaygın olarak kullanılan diğer bir
dönüştürme yöntemi yeniden ölçeklendirmedir. Yeniden ölçeklendirme, değişkenin
minimum değerine göre yapılan bir dönüştürme tekniğidir. Dönüştürme sonrasında zaman
serisi [0;1] arasında değerler almaktadır(Albulescu ve Goyeau; 2009).75
Bu çalışmada endeks hesaplanırken serileri standardize etme aşamasında, literatürde
sıklıkla kullanılan normalizasyon ve yeniden ölçeklendirme yöntemlerine başvurulmuştur.
Her iki yöntemden aynı sonuçlar elde edildiğinden, normalize edilerek standardize edilmiş
seriler analize dahil edilmiştir. Yani, analizde kullanılan her bir zaman serisi ortalaması sıfır
ve varyansı 1 olan standardize edilmiş yeni bir zaman serisine dönüştürülmüştür. Bu
aşamada kullanılan formül şu şekildedir:
I it n 
I it  

I it : t döneminde i değişkeninin değeri
 : zaman serisinin aritmetik ortalaması
 : zaman serisinin standart sapması
I it n : değişkenin normalizasyon yöntemi ile standardize edilmiş değeri
Normalizasyon sonrasında, seride yer alan her bir değerin ortalamadan kaç sapma
uzaklıkta olduğunu gösteren bir zaman serisi elde edilmiştir.
iv.
Dördüncü aşamada, faktör analizi ile temel bileşenler (faktörler) belirlenmiş ve
birbirleri ile ilişkisiz söz konusu faktörler kuramsal çerçeveye uygun olarak
adlandırılmıştır.
Yeniden ölçeklendirme sürecinde kullanılan formül şu şekildedir;
I it  Min( I i )
I it n 
Max( I i )  Min( I i )
75
I it : t döneminde i değişkeninin değeri
Min( I i ) ve Max( Ii ) : analiz döneminde i değişkeninin minimum ve maksimum değerleri
I it n : göstergenin yeniden ölçeklendirme ile standardize edilmiş değeri
180
Pearson (1901) ve Hotelling (1933) tarafından geliştirilen ve faktör analizi yardımı ile
yapılan temel bileşenler analizi (principal component analysis; PCA), çok değişkenli bir
analiz tekniğidir. PCA, gösterge setinde bulunan ve birbirleriyle ilişkili çok sayıda
değişkenin varyans yapısının korunarak çok boyutlu yönünün indirgenmesinde
kullanılmaktadır. İndirgeme süreci, temel bileşenler olarak adlandırılan ve birbirleriyle
ilişkisiz olan yeni bir veri setinin elde edilmesini sağlamaktadır (Jolliffe, 2005: 9). Yani PCA
yardımıyla, ilişkili değişkenlerin oluşturduğu veri setinden, ilişkisiz değişkenlerin
oluşturduğu ve her bir ilişkisiz değişken setinin birer temel bileşen olduğu yeni bir veri seti
elde edilmektedir. Böylece, herhangi bir bilgi kaybına neden olmadan tüm değişkenleri
temsil eden daha az sayıda değişken ile analiz yapılabilmektedir.
Faktör çıkartma işlemi gerektiren söz konusu süreç, faktör analizi ile elde
edilmektedir. Faktör analizi için ilk adım, değişken setindeki tüm oranların standardize
edildikten sonra faktör analizine uygunluk testlerinin yapılmasıdır. Bunun için öncelikle
korelasyon matrisi yardımı ile korelasyon katsayıları incelenmekte, ardından Barlett ve
Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) test istatistiklerine bakılmaktadır. Barlett testi ile korelasyon
matrisinin birim matris olduğuna dair H 0 hipotezi test edilirken, KMO ile örneklem
yeterliliği ölçülmektedir. KMO testi sonucunda elde edilen oranın 0,50’den yüksek olması
veri setinin faktör analizine uygun olduğunu göstermektedir (Krzanowski, 2000: 65-66).76
Diğer aşamada, analize dahil edilen tüm değişkenler arasından en yüksek (maksimum)
varyansı açıklayan ve özdeğerleri (eigenvalues) 1’den büyük olan faktörler çıkartılmaktadır
(Gnanadesikan, 2011: 11).77 Özdeğerleri 1’den büyük olan faktörlerin altındaki değişkenler
dikkate alınarak, her bir faktör isimlendirilmektedir.
v. Son aşama, veri setindeki aynı ölçü birimiyle ifade edilen standardize edilmiş serileri
toplulaştırma, yani ağırlıklandırma aşamasıdır.
Literatürde PCA, veri zarflama analizi, gözlemlenmemiş bileşenler modeli, eşit
ağırlıklandırma gibi çok sayıda ağırlıklandırma teknikleri bulunmaktadır (OECD, 2008: 32).
KMO testi sonucunda elde edilen oran 0,5’den ne kadar yüksekse, veri setinde yer alan değişkenlerin faktör
analizine uygunluğu o ölçüde artmaktadır.
77
Faktörün faktör yüklerinin karelerinin toplamını ifade eden özdeğer, faktör tarafından açıklanan varyansı
göstermekte ve özdeğer katsayısı yükseldikçe faktörün açıkladığı varyans da yükselmektedir (Tabachnick ve
Fidell, 2001: 26).
76
181
Sıklıkla kullanılan ağırlıklandırma yöntemi ise endekste yer alan tüm değişkenlere aynı
ağırlığın verildiği eşit ağırlıklandırma yöntemidir. Bu şekilde yapılan ağırlıklandırma ile
ortalaması 0 ve varyansı 1 olan bileşenlerden herhangi birinin endeksteki ağırlığının fazla
(ya da az) olması önlenmiş olmaktadır (Kibritçioğlu, 2003).
Bu çalışmada Türkiye için FSBE ve onun alt endeksleri olan finansal gelişme, finansal
sağlamlık ve finansal kırılganlık endeksleri oluşturulmuştur. Bunun için, 2005 yılından
itibaren TCMB Finansal İstikrar Raporları’nda bankacılık sağlamlık endeksinde kullanılan
hesaplama yöntemi izlenmiştir. Her değişken gurubunu oluşturan alt bileşenler için eşit
ağırlıklandırma yöntemi uygulanmış ve oran (rasyo) olarak kullanılan her bir değişkenin
standardize edilmiş değerleri, eşit ağırlıklar ile çarpılarak yatay olarak toplanmıştır.
Endekste yer alan bankacılık kesimine ilişkin rasyolar, TCMB Elektronik Veri Dağıtım
Sistemi, TBB İstatistiki Raporları, TBB Veri Sorgulama Sistemi, Thomson Data Stream ve
BDDK Raporları’ndan elde edilen aylık verilerden oluşturulmuştur. Bunun için sözü edilen
kurumların bankacılık kesiminin istikrarına yönelik dikkate aldıkları ve bankacılık sektörü
yıllık bilançolarında yer alan rasyoların kullanılmasına dikkat edilmiştir. Finansal gelişme
ölçütleri için ise iktisat yazınında sıklıkla kullanılan rasyolar analize dahil edilmiştir.
Son tahlilde FSBE yardımıyla, 1990-2013 dönemi için finansal sistemin çok boyutlu
yönünü açıklayan bir zaman serisi elde edilmiştir. Türkiye’de küresel standartlara uyuma
yönelik finansal düzenlemelerin zayıf olduğu 1990-2001 ve düzenlemelerin uluslararası
standartlara yakınlaştırıldığı 2002-2013 dönemlerinin analizinde FSBE değeri kullanılmıştır.
5.1.1. Finansal gelişme endeksi
Finansal sistemin gelişmesi, ekonomilerin serbestleştirilmesi yoluyla gerçekleşmesi
mümkün olan ve finansal araç çeşitliliği arttıkça tanımı da genişleyen çok boyutlu bir
süreçtir. Bu nedenle iktisat yazınında incelenen ampirik çalışmalarda, finansal gelişmenin
ölçülmesinde çok sayıda farklı göstergeler kullanılmaktadır. Bununla birlikte ampirik
çalışmaların büyük çoğunluğu finansal gelişmenin ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin
incelendiği çalışmalardan oluşmaktadır. Çalışmaların bir kısmı yalnızca bankacılık
çerçevesinde finansal sistemin büyüklüğüne odaklanırken, daha geniş kapsamlı ölçümlerde
sermaye piyasası da çalışmalara dahil edilmektedir.
182
İktisat yazınında finansal gelişme/derinleşme78 üzerine yapılan çalışmalarda büyük
ölçüde para ve kredi büyüklüklerine ilişkin miktar ölçütlerinin esas alındığı dikkat
çekmektedir. Ancak Lynch (1996) ve Outreville (1999), finansal gelişmenin ölçülmesinde
kullanılan para ve kredi büyüklüklerine ilişkin miktar ölçütlerinin, sağlıklı ekonomi
politikalarının oluşturulabilmesi hususunda yetersiz kalacağını öne sürmektedirler. Bir
ekonomiye ilişkin finansal gelişme ölçümü, ülkenin parasal durumunu, kredi akışını, likidite
ve risk yönetimini kapsamalı, fiyat belirleme ve fiyat esnekliği yönlerini de içerecek biçimde
finansal fiyatlama mekanizmasını içermelidir (Ağır, 2010: 90). Bu nedenle ampirik
çalışmalar incelendiğinde, ölçüt olarak kullanılan her değişkenin finansal gelişme düzeyini
farklı yönlerden ölçtüğü görülmektedir. Ölçümlerde genel olarak finansal piyasaların
hareketliliğini ve sistemin yapısını ve büyüklüğünü inceleyen toplulaştırılmış finansal
gelişme ölçütleri kullanılmaktadır.
Finansal gelişme göstergeleri, göstergelerin endekse etki yönü ve ilgili yazın Çizelge
5.1’de gösterilmektedir.
Literatürde finansal gelişme ve finansal derinleşme kavramları birlikte kullanılmaktadır. Ampirik
çalışmalardaki ölçümlerde, finansal gelişme göstergeleri ile finansal derinleşme göstergeleri aynı olduğundan,
bu çalışmada finansal gelişme kavramı kullanılacaktır.
78
Çizelge 5.1. Finansal Gelişme Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi
Finansal Gelişme
Göstergeleri
Dolaşımdaki Para(M0)/M1
M2/GSYH
Göstergelerin Tanımı
Dolaşımdaki para miktarı (ekonomideki parasallaşma miktarı) arttıkça finansal
varlık talebi ve banka mevduat işlemleri azalacak, finansal gelişme düzeyi
düşecektir.
Orandaki artış, finansal sektörde aracılık faaliyetlerinin, ekonominin diğer
sektörlerindeki faaliyetlere göre daha hızlı olduğunu göstermektedir.
Endekse Etki
Yönü
(-)
Jung (1986); Murinde ve Eng (1994); Outreville (1999); Darrat
(1999); Khan vd. (2005)
Finansal aracılık oranı olarak tanımlanmaktadır. Bankacılık kesimi aracılığıyla
borç verilebilecek fonları temsil ettiği varsayımıyla bankacılık faaliyetlerinin
gelişimine ve dolayısıyla ülkenin finansal yapısına ilişkin bilgi vermektedir.
(+)
(M3-M1)/GSYH
Dolaşımdaki para ve mevduat işlemlerini ele almakta ve mevduat sağlayan
finansal kurumların aracılık faaliyetlerinin gelişimini yansıtmaktadır.
Bir ülkenin finansal gelişmişlik düzeyiyle pozitif yönde ilişkili orandır. Finansal
sistem geliştikçe tasarruf mevduatları, nakit işlemlerden daha hızlı artacaktır.
Bankacılık kesimi aracılığıyla Türk lirası ve yabancı para cinsinden yapılan
finansal faaliyetleri göstermektedir.
Göstergedeki artış, finansal yenilik ve finansal varlık çeşitliliğindeki artışa işaret
etmektedir.
Kamu sektörüne açılan kredileri kapsamadığı için finansal aracılık faaliyetleri
yoluyla piyasa katılımcılarına yönelen fonların gerçek büyüklüğünü
yansıtmaktadır. Bu nedenle finansal aracılığın ölçümünde doğrudan bilgi
sağlamaktadır. Orandaki artış, ayrıca, ekonomide yatırımların ve büyümenin de
artacağına işaret etmektedir.
(+)
(+)
Lynch (1996); Outreville (1999)
(+)
Arestis ve Demetriades (1995); Kar ve Pentecost (2000); Chinn
ve Ito (2002); Kar vd. (2008)
Boulila ve Trabelsi (2003); Ergeç (2004)
Ekonomide, faiz oranları gibi fiyat sinyallerine karşı tepki vermesi beklenen
orandır. Finansal sektörün konsolide bilançosunda finansal varlıklar yönünden en
fazla bilgi sağlayan göstergedir.
Bankacılık sektörünün fonlama düzeyini göstermekte ve sektörün etkinliği
hakkında bilgi vermektedir.
(+)
M2Y
M3Y
Özel
Sektöre
Krediler/GSYH
Açılan
Yurtiçi Krediler/GSYH
Bankacılık Sektörü Toplam
Aktifler/GSYH
(+)
(+)
(+)
King ve Levine (1993); De Gregorio ve Guidotti (1995);
Demetriades ve Hussein (1996); Von Furstenberg ve Fratianni
(1996); Scholtens (2000); Thiel (2001); Chinn ve Ito (2002);
Cuadro vd. (2003); Ergeç (2004); Ndikumana (2005); Gouider ve
Trabelsi (2005); Khan vd. (2005); Law ve Demetriades (2005);
Cull vd. (2005); Ito (2006); Loayza ve Ranciere (2006); Girma ve
Shortland (2008); Klein ve Olivei (2008); Ben Naceur vd. (2008);
Federici ve Caprioli (2009); Ağır (2010); Bittencourt (2011);
Özcan ve Arı (2011); Reinhardt vd. (2013);
Arestis ve Demetriades (1997); De Gregorio ve Guidotti (1995);
Kar ve Pentecost (2000); Berglof ve Bolton (2002); Law ve
Demetriades (2005); Ndikumana (2005); Ağır (2010)
Berglof ve Bolton (2002); Aghion vd. (2004); Khan vd. (2005);
Huang (2006)
183
M3/GSYH
(Likit
Yükümlülükler/GSYH)
McKinnon (1973); Shaw (1973); Jung (1986); Arestis ve
Demetriades (1997); Darrat (1999); Kar ve Pentecost (2000);
Khalifa Al-Yousif (2002); Calderon ve Liu (2002); Köse vd.
(2003); Rousseau ve Sylla (2003); Khan vd. (2005); Ağır (2010);
Bittencourt (2011)
Goldsmith (1975), King ve Levine (1993); Von Furstenberg ve
Fratianni (1996); Chinn ve Ito (2002); Cuadro vd. (2003); Lane
ve Milesi-Ferretti (2003); Aghion vd. (2004); Law ve
Demetriades (2005); Gouider ve Trabelsi (2006); Ndikumana
(2005); Cull vd. (2005); Huang (2006); Klein ve Olivei (2008);
Federici ve Caprioli (2009); Bittencourt (2011);Öztürk vd. (2011)
Rousseau ve Wachtel (2001), Khan vd. (2005)
M2/M1
(+)
İktisat Yazını
Finansal Gelişme
Göstergeleri
Mevduat
Bankalarının
Aktifleri/GSYH
Göstergelerin Tanımı
Mevduat bankalarının fonlama düzeyini göstermekte ve söz konusu bankaların
etkinliği hakkında bilgi vermektedir.
Endekse Etki
Yönü
(+)
Bankacılık sektörünün gelişimini, varlıkların kompozisyonu arasındaki
farklılıkları dikkate almadan yalnızca likidite yönüyle değerlendirir. Bir yönüyle,
ekonominin parasallaşma düzeyini ölçer.
Ekonomideki finansal aracılık düzeyini tümüyle yansıtmaktadır.
(+)
Bankacılık Sektörü Toplam
Aktif/Merkez
Bankası
Varlıkları+Bankacılık
Sektörü Aktifler
Merkez
Bankası
Varlıkları/GSYH
Bankacılık
Kesimi
Yoğunlaşma
Borsa
Kapitalizasyon/GSYH
Ticari bankaların (mevduat bankalarının) finansal hizmetlere ve dolayısıyla
finansal gelişme düzeyine etkisini göstermektedir.
(+)
Finansal sektörde merkez bankasının gerçekleştirdiği finansal hizmetlerin GSYH
içindeki göreli büyüklüğünü göstermektedir.
Finansal piyasalara giriş-çıkış serbestliği ve finansal faaliyetler ile ilgili bilgi
vermekte, söz konusu piyasaların rekabet düzeyini yansıtmaktadır.
Hisse senetlerinin değerini ölçmektedir. Sermaye piyasasının, GSYH içindeki
göreli büyüklüğünü ve varlık fiyatlarındaki değişime bağlı olarak gelişen
sermaye piyasasında büyümeyi göstermektedir.
(+)
Hisse
Senetleri
Hacmi/GSYH
Belirli bir dönemde işlem gören hisse senetlerinin GSYH içindeki değerini
göstermektedir. Sermaye piyasasının faaliyet ve likidite düzeyini ölçmektedir.
(+)
Kişi başına düşen halka açık firma sayısını ölçmektedir.
(+)
Sermaye piyasasının etkinliğini göstermektedir.
(+)
Mevduat/GSYH
Kredi/GSYH
İşlem
Borsada
İşlem
Gören
Toplam
Firma
Sayısı/Toplam Nüfus
Borsa Turnover Oranı
(İşlem Görme Oranı)
Kaynak: Atıf yapılan yazarlardan derlenmiştir.
(+)
(+)/(-)
(+)
184
Çizelge 5.1. (devam). Finansal Gelişme Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi
İktisat Yazını
Von Furstenberg ve Fratianni (1996); Beck ve Levine (1999);
Scholtens (2000)
Demetriades ve Hussein (1996); Beck ve Levine (1999); Kar ve
Pentecost (2000); Rajan ve Zingales (2003); Christopoulos ve
Tsionas (2004); Khan vd. (2005)
Rousseau ve Wachtel (2001); Ndikumana (2005); Yang ve Yi
(2008)
King ve Levine (1993); Federici ve Caprioli (2009); Ndikumana
(2005)
Beck ve Levine (1999)
Beck ve Levine (1999); Berglof ve Bolton (2002), Cull vd.
(2005); Davis (2007)
Goldsmith (1969); Rajan ve Zingales (1996); Von Furstenberg ve
Fratianni (1996); Arestis ve Demetriades (1997); Beck ve Levine
(1999); Scholtens (2000); Thiel (2001); Di Giovanni (2005);
Chinn ve Ito (2002); Rajan ve Zingales (2003); Cuadro vd.
(2003); Lane ve Milesi-Ferretti (2003); Law ve Demetriades
(2005); Ito (2006); Huang (2006); Girma ve Shortland (2008);
Ben Naceur vd. (2008); Federici ve Caprioli (2009)
Beck ve Levine (1999); Chinn ve Ito (2002); Law ve Demetriades
(2005); Huang (2006); Ito (2006); Girma ve Shortland (2007);
Ben Naceur vd. (2008); Yang ve Yi (2008)
Cuadro vd. (2003); Rajan ve Zingales (2003); Law ve
Demetriades (2005); Federici ve Caprioli (2009)
Beck ve Levine (1999); Chinn ve Ito (2002); Cuadro vd. (2003);
Ito (2006); Huang (2006); Federici ve Caprioli (2009)
185
Finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini 19’u gelişmiş
olmak üzere toplam 56 ülke için yıllık veriler kullanarak inceleyen Jung (1986), finansal
gelişme göstergesi olarak M0/M1 ve M2/GSYH oranlarını kullanmıştır. Jung, çalışmasında
söz konusu ilişkiyi test etmek amacıyla Granger nedensellik testi uygulamış ve nedensellik
yönünün finansal gelişmeden ekonomik gelişmeye doğru olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Lynch (1996), finansal gelişme ölçütlerini miktar ölçütleri, yapısal ölçütler, finansal
fiyatlama, ürün çeşitliliği ve işlem maliyetleri olmak üzere beş kategori altında ele almıştır.
Miktar ölçütlerini parasal büyüklükler ve kredilere ilişkin büyüklükler olarak tanımlamıştır.
Lynch, Asya-Pasifik ülkelerine ilişkin 1980-1990 yıllarını kapsayan çalışmasında miktar
ölçütleri olarak, iktisat yazınında geleneksel finansal gelişme ölçütleri olarak sıklıkla
kullanılan M1/GSYH ve özel sektöre açılan krediler/GSYH oranlarını kullanmıştır. İkinci
kategorideki yapısal ölçütleri, finansal sistemin yapısını incelemek ve çeşitli unsurların
önemini tanımlamak için tasarlamış ve öncelikle M2/M1 oranını kullanmıştır. Buna göre,
finansal sistem genişledikçe, vadeli mevduatların işlem amaçlı para miktarına göre daha hızlı
artacağını belirtmiştir. Bir başka yapısal ölçüt olarak kullandığı ihraç edilen menkul
kıymetler/GSYH oranı, finansal sistemde hisse senedi piyasası ile finansal aracılar
arasındaki dengeye işaret etmektedir. Türev ürünler işlem hacmi/toplam işlem hacmi oranı
ise, bilanço dışı risk yönetimi ürünlerinin nakit (veya fiziksel) ürünlere dayalı türevlere
göreceli önemini ölçmekte, orandaki artış finansal gelişmenin arttığını göstermektedir.
Üçüncü kategoride yer alan finansal fiyatlama ölçütü, faiz oranı düzeyini ve esnekliğini
yansıtmaktadır. Finansal fiyatlama ölçütü olarak faiz oranı düzeyinin reel mevduat faiz
oranları ile ölçülebileceğini ve finansal gelişmenin en önemli şartının bu oranın pozitif
olması gerektiğini vurgulamıştır. Çünkü Mc-Kinnon ve Shaw hipotezinde olduğu gibi faizler
piyasada belirlenmekte ve pozitif reel faiz oranları ekonomik beklentileri yansıtmaktadır.
Faiz oranı esnekliği ise, faiz oranının ekonomik koşullara tepki verebilmesi olarak
tanımlanmaktadır. Ürün çeşitliliğinin dördüncü kategoride finansal gelişme ölçütü olarak
alınmasının nedeni, ekonomide finansal sistem geliştikçe finansal risklerin daha etkin
biçimde değerlendirilebilmesi ve asimetrik bilgi kısmen azaldığı için finansal ürün
çeşitliliğinin artmasıdır. Lynch’in ele aldığı son ölçüt işlem maliyetleridir. Burada finansal
gelişmeyi artıracak önemli bir faktörün düşük finansal aracılık işlemleri olacağı ifade
edilmiştir.
186
Von Furstenberg ve Fratianni (1996), finansal gelişme göstergeleri ya da ölçütü için
ortak bir fikir birliğinin olmadığını belirtirken, ülkelerin finansal gelişme düzeylerinin
ölçümünde fiyat ve miktar ölçütleri ayrımına gitmişlerdir. Finansal gelişme ölçümü için
fiyata ilişkin göstergeleri miktara ilişkin göstergelere tercih eden yazarlar, finansal aracılık
faaliyetlerinin etkinliği ile doğrudan ilişkili olan göstergenin yurtiçi faiz oranı olduğunu
ifade etmişlerdir. Bunun yanında çalışmada M3/GSYH, özel sektöre açılan krediler/GSYH
ve banka aktifleri/GSYH gibi göstergelerle birlikte borsa kapitalizayonu/GSYH oranı da
kullanılmıştır. 1994 Meksika Krizi’nde yaşandığı üzere, hızlı sermaye girişlerinin
kesilmesiyle bankacılık kesiminin sermayesizleşmesine, ardından uluslararası ödemeler
sisteminin tıkanmasına ve sonunda yurtiçi finansal gelişmenin zayıflamasına vurgu
yapılmıştır.
Arestis ve Demetriades (1997), finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki
ilişkiyi inceledikleri çalışmalarında, finansal gelişmenin ölçümünde bankacılık kesimi ile
birlikte sermaye piyasasını da analize dahil etmişlerdir. Borsanın artan önemine dikkat
çeken yazarlar, dünya borsa kapitalizasyonunun 1980-1990 döneminde 4,7 trilyon dolardan
15,2 trilyon dolara yükseldiğini ve bu artışın ekonomide sermaye hareketliliğini ve risk
çeşitliliğini geliştirdiğini ifade etmişlerdir. Finansal gelişme göstergeleri olarak M2/GSYH
ve yurtiçi krediler/GSYH oranlarının yanında borsa kapitalizasyonu/GSYH oranını da
kullanan Arestis ve Demetriades, zaman serileri analizi ile VAR (Vector Autoregressive
Model) ve eşbütünleşme modellerini uygulamışlardır.
Suudi Arabistan, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde bankacılık sektörünün
gelişme düzeyi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi Granger nedensellik ve vektör hata
düzeltme modeli ile inceleyen Darrat (1999), söz konusu ülkelerin kısıtlı kaynaklar
nedeniyle az gelişmiş finansal piyasalara sahip olduğunu vurgulamıştır. Ancak bu ülkelerde
finansal piyasaları geliştirmeye yönelik düzenleme girişimlerinin olduğuna da işaret etmiş
ve finansal gelişme yönünün arz öncüllü finansal gelişme olup olmadığını test etmiştir.
Finansal gelişme göstergeleri olarak M0/M1 ve M2/GSYH oranlarını kullanmış ve arz
öncüllü hipotezi destekleyen tek ülkenin Türkiye olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Beck ve Levine (1999), ekonomik büyüme için finansal gelişmenin önemine dikkat
çektikleri çalışmalarında, bankacılık sektörünün büyüklüğünün ve hisse senedi piyasası
likidite düzeyinin kişi başına GSYH ile yüksek düzeyde ilişkili olduğunu ortaya
187
koymuşlardır. İyi işleyen bir finansal sistemin önemini vurgularken Doğu Asya ve Latin
Amerika Finansal Krizleri’ni örnek göstermişler ve finansal gelişme ölçütleri olarak geniş
bir veri seti oluşturmuşlardır (Çizelge 5.1). Finansal gelişme ölçütlerine ilişkin bu veri seti,
bankacılık kesiminin hisse senedi piyasasına görece etkinliğini, büyüklüğünü ve
faaliyetlerini kapsamaktadır.
1990-1996 dönemi için Merkez Avrupa ülkelerinde finansal sistemin gelişimini analiz
eden Scholtens (2000), finansal piyasaları, finansal kurumları ve finansal düzenlemeleri ele
almıştır. Finansal reformların en önemli belirleyicileri arasında yer alan banka kredilerine
ve hisse senedi piyasasına ilişkin göstergeler, çalışmada 12 Batı’lı ülkenin finansal sistemine
ilişkin temel göstergeleri oluşturmaktadır. Çalışmanın yapıldığı yıllarda söz konusu
ülkelerin çoğunda bankacılık sisteminin zayıf ve olumsuz şoklara karşı kırılgan yapıda
olduğu görülmüş ve bunun iyi işlemesi gereken bir finansal sistem için tehdit unsuru olduğu
ifade edilmiştir. Henüz gelişme düzeyinde olan hisse senedi piyasasının ise ekonomik
performansı artırmada yetersiz kaldığı ulaşılan sonuçlar arasındadır.
Cuadro vd. (2003), 134 ülke için çok değişkenli analiz yoluyla çeşitli finansal
büyüklük ve etkinlik göstergeleri oluşturmuşlardır. Ampirik olarak finansal gelişme ölçümü
yaparken
bankacılık
düzenleme
ve
denetleme
ile
merkez
bankasının
rolüne
odaklanmışlardır. Merkez bankasının son borç başvuru mercii işlevine değinen Cuadro vd.,
bu işlevin hangi düzeyde olması gerektiğini bankacılık sisteminin istikrarı, özellikle finansal
gelişme ile artan ahlaki risk arasındaki trade-off ilişkisi ile açıklamışlardır. Kapsamlı bir son
borç başvuru mercii işlevinin finansal gelişme için faydalı olacağını belirtmişlerdir. Bununla
birlikte iyi tasarlanmış bir bankacılık düzenleme ve denetleme girişimleri, ahlaki riski
azaltacak ve bankaların kaynaklarını etkin biçimde dağıtmalarını sağlayacaktır. Çalışmada,
bankacılık kesimine ilişkin göstergelerin yanında borsa kapitalizasyonu, turnover ve borsada
işlem gören firma sayısını da içeren finansal gelişme ölçümü, OLS (ordinary least squares)
regresyon analizi ile test edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, finansal gelişmede merkez
bankası ve bankacılık kesimindeki düzenlemeler önemli rol oynamakta ancak yükselen
ekonomiler ile gelişmiş ekonomiler arasında farklılıklar dikkat çekmektedir. Gelişmiş
ülkelerde merkez bankasının son borç başvuru mercii rolü ve bankacılık düzenlemeleri
finansal gelişmeyi olumlu yönde etkilerken, yükselen ekonomilerde böyle bir olumlu etkiye
rastlanmamıştır. Çalışmada, düzenleyici ve denetleyici yetkililerin güçlü bir finansal sistem
için yasal ve kurumsal çerçeveye ihtiyaçları olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
188
Cull vd. (2005), 37 ülkenin mevduat güvence sistemi ile finansal gelişme arasındaki
ilişkiyi Tobit model ile analiz etmişlerdir. Açıklayıcı değişken olarak kullandıkları mevduat
güvence sistemini, her ülkenin mevduata tam güvence uyguladığı ve uygulamadığı yıllar
için ele almışlar ve finansal gelişme ölçümü için özel sektöre açılan krediler/GSYH,
bankacılık yoğunlaşma, likit yükümlülükler/GSYH ve kredi oynaklığı göstergelerini
kullanmışlardır. Elde ettikleri bulgulara göre, bankacılık düzenlemeleri ve buna ilişkin yasal
çerçeve zayıf ise, mevduat güvence sisteminin uygulandığı ekonomilerde söz konusu
uygulamalar, finansal sistemin istikrarını ve gelişimini engellemektedir.
Law ve Demetriades (2005), dinamik panel veri analizi ile 43 GOÜ’nün 1980-1990
yılları arasını kapsayan dönemde finansal gelişme düzeyini ölçmüşlerdir. Finansal gelişme
ölçümünde, bankacılık kesimine sermaye piyasasını da dahil etmişler, likit yükümlülükler,
özel sektöre açılan krediler ve yurtiçi kredilerin yanında borsa kapitalizasyonu, toplam işlem
hacmi ve işlem gören toplam firma sayısı göstergelerini GSYH’ya oranları biçiminde
kullanmışlardır. İncelenen ülkelerde serbest sermaye hareketliliğinin ve ticarete açıklığın
finansal gelişmeyi artırdığı, sağlıklı bir kurumsal çerçevenin de finansal gelişmenin
belirleyicileri arasında olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
Ang, 2008 yılı çalışmasında 1959-2005 dönemi için, Malezya’da finansal sektöre
yönelik uygulanan politikaların finansal gelişme üzerindeki etkilerini Vektör Hata Düzeltme
Modeli (VECM) ile incelemiştir. Malezya’da uygulanan kısıtlayıcı politikalar için temel
bileşenler analizi yardımı ile belirlediği göstergeler ekonomik gelişme, faiz oranı kontrolleri,
yasal sermaye gerekliliği, kredi programları ve ticari açıklıktır. Ulaştığı bulgulara göre
ekonomik gelişme düzeyi, faiz oranı kontrolleri ve sermaye likidite gerekliliği Malezya’da
finansal gelişme düzeyini olumlu yönde etkilemektedir. Buna karşılık ticari açıklık
düzeyinin artması, daha yüksek bir yasal sermaye oranı ve doğrudan kredi programlarının
varlığı Malezya finansal sisteminin gelişimini engelleyen unsurlar olmaktadır (Ang, 2008).
Bittencourt (2011), Brezilya’da 1985-2004 yılları arasında enflasyonun finansal
gelişme üzerindeki etkilerini zaman serisi analizi ile incelemiştir. Finansal gelişme
göstergeleri olarak M2/GSYH, M3/GSYH ve kredi/GSYH oranlarını kullanmış ve daha
düşük ve istikrarlı faiz oranları için GOÜ’lerde daha gelişmiş ve faaliyetleri daha etkin bir
finansal sistemin gerekli olduğunu, bunun için de bağımsız bir merkez bankası gibi güçlü
ekonomik kurumların önemini vurgulamıştır.
189
Bu doğrultuda Türkiye’de finansal sistemin yapısı da dikkate alınarak iktisat yazını
kapsamında finansal gelişmeyi etkileyen değişkenler belirlenmiştir. Finansal gelişme
endeksi (FGE) oluşturabilmek için faktör analizinde kullanılan 8 adet finansal gelişme
değişkenlerine ait aylık veriler, 1990-2013 dönemini kapsamaktadır. FGE endeksi
oluşturabilmek için, değişken setindeki tüm oranlar standardize edildikten sonra faktör
analizine uygunluk testleri yapılmış, finansal gelişmeye ilişkin veri setinin faktör analizine
uygunluğu doğrulanmıştır.79
Faktör analizi sonuçlarına göre finansal sistem, bankacılık sistemi (BS) ve sermaye
piyasası (SP) olmak üzere iki bileşene ayrılmıştır.80 Buna göre FGE, Çizelge 5.2’de
görüldüğü üzere, iki temel bileşenden oluşmaktadır.
Çizelge 5.2. Finansal Gelişme Endeksi Bileşenleri
Faktörler
Değişkenler
Bankacılık Sistemi
Sermaye Piyasası
Endekse Etki Yönü
Ağırlık
M1/GSYH
M2/GSYH
(+)
(+)
0,17
0,17
M3/GSYH
(+)
0,17
Bankacılık Toplam Aktif/GSYH
(+)
0,17
Özel Sektöre Açılan Krediler /GSYH
(+)
0,17
Toplam Mevduatlar/GSYH
(+)
0,17
Borsa Kapitalizasyonu/GSYH
(+)
0,50
Borsa Turnover Oranı (İşlem Görme Oranı)
(+)
0,50
Açıklama: Çizelgede gösterilen etki yönü, değişkenlerin/oranların yükselmesi sonucu finansal gelişme
endeksinin etkilenme yönünü ifade etmektedir. Pozitif (+) yön, değişkenlerin/oranların artmasıyla endeksin
yükseleceğini, negatif (-) yön ise endeksin düşeceğini göstermektedir.
Çizelge 5.2’de gösterilen bankacılık sistemine ilişkin değişkenler, bankaların aracılık
faaliyetlerinin gelişimini, sektörün fonlama düzeyini ve sistemin GSYH içindeki göreli
büyüklüğünü
yansıtmaktadır.
Sermaye
piyasası
değişkenlerinden
borsa
kapitalizasyonu/GSYH oranı hisse senetlerinin değerini ölçmekte, finansal varlık
fiyatlarındaki
değişime
bağlı
olarak
sermaye
piyasasının
gelişmişlik
düzeyini
Faktör analizi için SPSS (10.0) paket programı kullanılmıştır.
Faktör analizi sonuçlarından, özdeğeri 1’den büyük iki temel bileşen elde edilmiştir. Bileşenlerden biri
bankacılık sistemi gelişmişlik düzeyine ilişkin değişkenleri kapsarken, bir diğeri sermaye piyasasına ilişkin
değişkenleri kapsamaktadır. Bu nedenle FGE, BS ve SP olmak üzere iki temel bileşen yardımıyla
oluşturulmuştur.
79
80
190
yansıtmaktadır.
Borsa
işlem
görme
oranı
ise, sermaye
piyasasının etkinliğini
göstermektedir.81
Standardize edilmiş finansal gelişme endeksi, ortalaması sıfır ve varyansı bir olan bir
zaman serisidir. Dolayısıyla endeks değerinin pozitif olduğu dönemler, finansal gelişme
düzeyinin ortalamanın üzerinde olduğu dönemleri, negatif değerler ise ortalamanın altında
bir finansal gelişme dönemini yansıtmaktadır.
2,5
2
1,5
1
0,5
-1
Haz.90
Ara.90
Haz.91
Ara.91
Haz.92
Ara.92
Haz.93
Ara.93
Haz.94
Ara.94
Haz.95
Ara.95
Haz.96
Ara.96
Haz.97
Ara.97
Haz.98
Ara.98
Haz.99
Ara.99
Haz.00
Ara.00
Haz.01
Ara.01
Haz.02
Ara.02
Haz.03
Ara.03
Haz.04
Ara.04
Haz.05
Ara.05
Haz.06
Ara.06
Haz.07
Ara.07
Haz.08
Ara.08
Haz.09
Ara.09
Haz.10
Ara.10
Haz.11
Ara.11
Haz.12
Ara.12
Haz.13
Ara.13
0
-0,5
-1,5
-2
-2,5
Şekil 5.1. Finansal Gelişme Endeksi
Kaynak: TCMB, TBB ve Data Stream aylık verilerinden hareketle hesaplanmıştır.
Şekil 5.1’de, Türkiye’de sermaye hesabının henüz serbestleştirildiği 1990’lı yılların
başlarında finansal gelişme endeks değerinin negatif değerler aldığı ve 1995 yılının ikinci
çeyreğine kadar ortalamanın altında kaldığı görülmektedir. Ancak, 1990 yılı başında -2
düzeyinde olan endeks değeri 2013 yılı sonunda 2 puanı aşmış, dolayısıyla finansal gelişme
düzeyi 23 yıllık dönemde 4 puandan fazla yükselmiştir. 1994 ve 2001 Krizleri öncesinde
endeksin yükselişte olması, söz konusu dönemde yaşanan finansal krizlerin, bankacılık
sistemi ve sermaye piyasası gelişmişlik düzeyi ile yakından ilişkili olduğunu yansıtmaktadır.
Bununla birlikte Türkiye’de ekonomik daralma dönemleri olan 1998-1999, 2001-2002 ve
BSt   BS
81
FGE’de kullanılan formül şu şekildedir; FGEt 
 BS

SPt  SP
 SP
2
FGEt : t döneminde finansal gelişme endeksi
BSt   BS : bankacılık sistemine ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
 BS
SPt   SP
: sermaye piyasasına ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
 SP
191
2008 üçüncü çeyrekte, endeks değerinin ortalamanın altına düştüğü gözlemlenmektedir.
2008 Küresel Krizi’nin Türkiye ekonomisini etkilemeye başladığı dönemde endeks değeri
kısa süreli negatif değerler alırken, krizden çıkışın başladığı 2009 yılından itibaren yeniden
yükselişe geçmiştir. Bu doğrultuda, ekonominin daralma dönemleri haricindeki yıllarda
finansal gelişmişlik düzeyinin yüksek olması, endeksin çevrimsel bir nitelik gösterdiğini
ortaya koymaktadır. 2005 yılı sonundan itibaren endeks değerinin yükselişe geçmesi ve 2008
yılından itibaren istikrarlı bir seyir izlemesi ise, küresel standartlara uyuma yönelik finansal
düzenlemelerin finansal gelişme düzeyi üzerindeki olumlu etkilerini yansıtmaktadır.
5.1.2. Finansal sağlamlık endeksi
1990’lı yıllarda sıklıkla yaşanan finansal krizlerin ardından, sağlam bir uluslararası
finansal sistemin oluşturulması önem kazanmış, düzenlemeleri takiben krizlere veya olası
şoklara karşı sistemin sağlamlığının ölçülebilmesi için çeşitli göstergeler ve analizler
geliştirilmiştir. Finansal sağlamlık göstergelerinin büyük çoğunluğu, çok sayıda ülkede
halen banka merkezli finansal sistemin ağırlıkta olması nedeniyle bankacılık sisteminin
istikrarına odaklı göstergelerden oluşmaktadır.
1990’lı yılların ağır finansal krizlerinin ardından IMF, finansal sistemin kırılgan ve
güçlü yönlerinin değerlendirilmesinde daha iyi araçların kullanılmasının gerekliliği üzerine
finansal sağlamlık göstergeleri geliştirmiştir. IMF’nin 2000 yılında başlattığı ve 2007 yılına
kadar genişlettiği finansal sağlamlık ölçütleri, temel ve önerilen göstergeler olmak üzere iki
farklı gösterge setinden oluşmaktadır. Temel set yalnızca bankacılık kesimini kapsamakta
ve sermaye yeterliliği, varlık kalitesi, kârlılık, likidite ve piyasa riskine duyarlılık
bileşenlerinden oluşmaktadır. Önerilen gösterge setinde ise, bankacılık kesiminin yanında
banka dışı finansal kurumlar, hanehalkları, piyasa likiditesi ve konut piyasası yer almaktadır
(IMF, 2006). IMF, finansal piyasalarda gözetimin önemini vurgulayarak, tüm üye ülkelerin
ulusal yetkililerine piyasa disiplininin güçlendirilmesi ve şeffaflığın artırılması amacıyla söz
konusu göstergelerin derlenmesini ve izlenmesini önermiştir.
Türkiye’de finansal sistem, ağırlıklı olarak bankalardan oluştuğu için TCMB’nin
geliştirdiği bankacılık sağlamlık endeksinde ve BDDK’nin geliştirdiği perfomans
endekslerinde yer alan göstergeler bankacılık sektörüne ilişkindir. TCMB, 2005 yılında
sektörün finansal yapısının sağlamlığının ne yönde hareket ettiğine ilişkin bir bileşik
192
gösterge oluşturmak amacıyla finansal sağlamlık endeksi geliştirmiştir. Endeks aktif kalitesi,
likidite, kur riski, kârlılık ve sermaye yeterliliği bileşenlerinden oluşmaktadır. Söz konusu
bileşenler altında yer alan göstergeler, Türkiye’de yaşanan krizleri yansıtacak rasyolardan
oluşmaktadır (TCMB, 2005). TCMB, 2007 yılından itibaren alt bileşenlere faiz riskini de
dahil etmiş, 2011 yılında finansal istikrar makro gözetim değişken seti geliştirmiştir. Makro
gözetim değişken seti küresel ekonomi, küresel piyasalar, yurtiçi ekonomi, yurtiçi piyasalar,
ödemeler dengesi, firmalar, hanehalkları ve bankacılık kesiminden oluşmaktadır. Söz
konusu alt bileşenlerin yer aldığı endeksteki her bir değişken dönüştürmeye tabi tutularak
kendi alt bileşenleri kapsamında eşit ağırlıklandırma ile bir araya getirilmiştir. Böylece, her
bir sektörü finansal istikrar bakımından temsil eden tarihsel bir zaman serisi elde edilmiştir
(TCMB, 2011).
Bankacılık sektörünün performansını izlemek amacıyla 2003 yılından itibaren
açıklanan BDDK performans endeksi, IMF’nin önerdiği finansal sağlamlık göstergeleri
paralelinde geliştirilmiştir. TCMB’den farklı olarak faiz riskini içermeyen performans
endeksi, likidite, özkaynak, kur riski, kârlılık ve aktif kalitesini kapsamaktadır.82
Sözü edilen endekslerin yanında, uluslararası yetkililer, düzenlemeler çerçevesinde
finansal
sağlamlık
göstergelerine
ilişkin
stres
testi
uygulanması
önerisinde
bulunmaktadırlar. Bu çerçevede BDDK tarafından yapılan stres testi analizlerinde, çeşitli
risk faktörlerinin aynı anda değişiminin bankacılık sektörü üzerindeki etkileri tahmin
edilmektedir. VECM modeli ile yapılan tahminlerde, belirlenen senaryo çerçevesinde risk
faktörlerinin bir veya birkaçına verilen şokların diğer risk faktörleri üzerindeki etkisi tahmin
edilmektedir (BDDK, 2012b).
Finansal sağlamlık göstergeleri, göstergelerin endekse etki yönü ve ilgili yazın
toplulaştırılmış biçimi ile Çizelge 5.3’te gösterilmektedir.
82
Ayrıntılı bilgi için bkz. BDDK, Finansal Piyasalar Raporları
Çizelge 5.3. Finansal Sağlamlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi
Finansal Sağlamlık
Göstergelerin Tanımı
Göstergeleri
Bankaların Finansal Aracılık (Etkinlik) Göstergeleri
Krediler/Mevduatlar
Mevduatların krediye dönüşüm oranıdır. Mevduat dışı kaynak kullanımı ile ilgili bilgi vermekle birlikte
kredi iştahını göstermektedir.
Mevduatlar/Toplam Aktifler
Mevduatların toplam aktifler içerisindeki payı, bankacılık sisteminin temel finansal aracılık
fonksiyonunun bir göstergesidir.
Krediler/Toplam Aktifler
Kredilerin toplam aktifler içerisindeki payı, bankacılık sisteminin temel finansal aracılık fonksiyonunun
bir göstergesidir.
Endekse Etki Yönü
İktisat Yazını
(+)
Gençay (2007); BDDK (2012b); Tiryaki ve
Yılmaz (2012); Artar ve Sarıdoğan (2012)
Tiryaki ve Yılmaz (2012)
(+)
Yıllık kredi genişlemesinin ölçütüdür. Kredi artış hızının risk arz edebilecek düzeyde genişlemeye işaret
edip etmediğini göstermektedir.
(-)
Demirgüç-Kunt vd. (2008); BDDK (2012b);
Poyraz (2012); Tiryaki ve Yılmaz (2012);
Artar ve Sarıdoğan (2012)
Worrel vd. (2001); BDDK (2012b)
Bankacılık sektörünün toplam aktifleri içinde ihraç edilen menkul kıymetlerin payını göstermektedir.
(+)
BDDK (2012b); Artar ve Sarıdoğan (2012)
Bankacılık sektörünün sermaye yapısı ile ilgili bilgi sağlamaktadır. Özkaynakların toplam aktifler
içerisindeki payını göstermektedir.
Aktif kalitesine ilişkin en temel göstergedir. Kredilerin takibe dönüşüm oranı olarak adlandırılmakta ve
bankacılık sektörünün kredi kalitesine ilişkin bilgi sağlamaktadır.
(+)
BDDK (2012b)
(-)
Gençay (2007); BDDK (2012b); Tiryaki ve
Yılmaz (2012), Artar ve Sarıdoğan (2012)
Duran Aktifler/Toplam Aktifler
İştirakler, bağlı ortaklık, elden çıkarılacak kıymetler, sabit kıymetler ve net takipteki alacaklardan oluşan
duran aktiflerin, toplam aktifler içerisindeki payını göstermektedir.
(-)
TCMB (2005); Gençay (2007); Tiryaki ve
Yılmaz (2012)
Net
Takipteki
Alacaklar/Özkaynaklar
Gelir-Gider ve Kârlılık
Net Kâr/Toplam Aktif (ROA)
Bankacılık sektörünün kredi kalitesine ilişkin bilgi sağlamaktadır.
(-)
TCMB (2005); Gençay (2007); Tiryaki ve
Yılmaz (2012)
Bankacılık sektörünün aktif büyüklüğünü de dikkate alarak sektörün karlılığı konusunda bilgi sağlayan
göstergedir. Aktif karlılık oranı olarak adlandırılmaktadır.
(+)
Net Kâr/Özkaynaklar (ROE)
Bankacılık kesiminde sermayenin ne düzeyde karlılıkla değerlendirildiğini gösteren temel bir karlılık
göstergesidir. Özkaynak karlılık oranı olarak adlandırılmaktadır.
(+)
Faiz Gelirleri/Faiz Giderleri
Bankacılık sektörünün bilançosunda faize duyarlı aktif ve pasif kalemlerinin ortalama getiri ve
maliyetleri konusunda bilgi sağlamaktadır.
Bankacılık sektörünün faiz dışı gelirlerinin faiz dışı giderlerini karşılama oranıdır.
(+)
Worrel vd. (2001); TCMB (2005); IMF
(2007b); Gençay (2007); Maliszewski
(2009); Tiryaki ve Yılmaz (2012); Poyraz
(2012)
TCMB (2005); IMF (2007b); Gençay (2007);
Demirgüç-Kunt vd. (2008); Maliszewski
(2009); Tiryaki ve Yılmaz (2012); Poyraz
(2012)
Tiryaki ve Yılmaz (2012)
(+)
Tiryaki ve Yılmaz (2012)
Bankaların aracılık maliyetlerini göstermektedir.
(+)
Maliszewski (2009)
Kredi
Büyüme
(Krediler/GSYH)
Oranı
Menkul Kıymetler/Toplam Aktif
Aktif Kalitesi
Özkaynaklar/Toplam Aktifler
Brüt Takipteki Alacaklar/Toplam
Krediler
Faiz Dışı
Giderler
Gelirler/Faiz
Dışı
Faiz Marjı/Bankacılık Sektörü
Brüt Gelir
(+)
193
Finansal Sağlamlık
Göstergeleri
Kur Riski
YP Aktif/YP Pasif
Bilanço İçi Yabancı
Pozisyonu/Özkaynaklar*
Yabancı Para Net
Pozisyonu/Özkaynaklar
Göstergelerin Tanımı
Endekse Etki Yönü
İktisat Yazını
Yabancı para aktiflerin yabancı para pasifleri karşılama oranıdır.
(+)
Gençay (2007)
Para
Bilanço içi yabancı para pozisyon açığını ölçen ve ilave sermaye gereksinimi olup olmadığını gösteren
orandır.
(-)
TCMB (2005)
Genel
Bilanço içi ve bilanço dışı hesaplarda yer alan, yabancı para kalemler ile dövize endeksli kalemlerin Türk
parası karşılıkları dikkate alınarak varlık ve yükümlülük farkı olarak hesaplanmaktadır. Kur şoklarının
bankacılık sektörüne etkilerini yansıtan orandır.
(-)
TCMB (2005), IMF (2007b); Maliszewski
(2009); Artar ve Sarıdoğan (2012)
Özkaynakların, faiz şokları karşısında kısa vadelerde TP cinsi faize açık tutarları (faize duyarlı aktiffaize duyarlı pasif) karşılayabilme gücünü göstermektedir.
(-)
TCMB (2010)
Özkaynakların, faiz şokları karşısında kısa vadelerde YP cinsi faize açık tutarları (faize duyarlı aktiffaize duyarlı pasif) karşılayabilme gücünü göstermektedir.
(-)
TCMB (2010)
Kredilerin takibe dönüşüm oranıdır. Kredi kalitesini göstermektedir.
(-)
Sundararajan vd. (2001); Worrel vd. (2001);
Albulescu ve Goyeau (2009); BDDK (2012b)
Kredi riskinin yanında etkinliğinin de ölçümünde kullanılan bir göstergedir. Kredi kalitesi ve bankacılık
sektörünün kırılganlığı hakkında bilgi sağlamaktadır.
(+)
BDDK (2011c), Artar ve Sarıdoğan (2012)
Faiz Riski
(1 Aya Kadar Faize Duyarlı TP
Cinsi Aktifler – 1 Aya Kadar
Faize
Duyarlı
TP
Cinsi
Pasifler)/Özkaynaklar
(1 Aya Kadar Faize Duyarlı YP
Cinsi Aktifler – 1 Aya Kadar
Faize
Duyarlı
YP
Cinsi
Pasifler)/Özkaynaklar
Kredi Riski
Takipteki
Krediler
194
Çizelge 5.3. (devam). Finansal Sağlamlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi
Alacaklar/Toplam
Özel
Karşılıklar/Tahsili
Gecikmiş Alacaklar
Kaynak: Atıf yapılan yazarlardan derlenmiştir.
195
Çizelge 5.3’te IMF’nin geliştirdiği finansal sağlamlık göstergeleri, TCMB finansal
sağlamlık endeksi, BDDK finansal sağlamlık göstergeleri ve bankacılık sektörü bilançosu
dikkate alınarak hesaplanan finansal sağlamlık endeksi bileşenleri yer almaktadır. Ancak bu
çizelgede söz konusu kurumların oluşturduğu gösterge setinden farklı olarak kredi riskinin
de dahil edildiği, sermaye ve likiditeye ilişkin göstergelerin ise analiz dışı bırakıldığı finansal
sağlamlık endeksi bileşenleri de gösterilmektedir. Kredi riskinin analizlere dahil edilmesinin
nedeni, Basel Komitesi’nin yayımladığı Etkin Bankacılık Denetim İlkeleri’nde yer alması
ve bankaların karşı karşıya kaldığı risklerden en önemlisi olarak görülmesidir. Likidite ve
sermayeye ilişkin rasyolar ise, Basel-II ve ardından Basel-III’de birer düzenleme aracı olarak
yer aldığından, düzenlemelerin finansal sisteme olan etkileri değerlendirilirken ele
alınacaktır.
Finansal sağlamlık endeksi (FSE) hesaplanırken kullanılan 13 adet finansal sağlamlık
değişkenlerine ait aylık veriler, 1990-2013 dönemini kapsamaktadır. FSE oluşturabilmek
için, değişken setindeki tüm oranlar standardize edildikten sonra faktör analizine uygunluk
testleri yapılmış, finansal sağlamlığa ilişkin veri setinin faktör analizine uygunluğu
doğrulanmıştır. Buna göre FSE, aracılık fonksiyonu (AF), gelir ve gider (GG), kârlılık (KA),
kredi riskine duyarlılık ve aktif kalitesi (KRAK), kur riski (KUR) olmak üzere 5 temel
bileşenden oluşmaktadır.
196
Çizelge 5.4. Finansal Sağlamlık Endeksi Bileşenleri
Faktörler
Değişkenler
Aracılık Fonksiyonu
Gelir ve Gider
Kârlılık
Kredi Riskine Duyarlılık ve Aktif
Kalitesi
Kur Riski
Ağırlık
Mevduat/Toplam Aktif
Endekse
Etki Yönü
(+)
Krediler/Toplam Aktif
(+)
0,33
Kredi/Mevduat
(+)
0,33
Faiz Dışı Gelir/Faiz Dışı Gider
(+)
0,50
Faiz Gelirleri/Faiz Giderleri
(+)
0,50
Net Kâr/Özkaynaklar (ROE)
(+)
0,50
Net Kâr/Toplam Aktif (ROA)
(+)
0,50
Duran Aktif/Toplam Aktif
(-)
0,25
Net Takipteki Alacaklar /Özkaynaklar
(-)
0,25
Takipteki Krediler/Toplam Aktifler
(-)
0,25
Takipteki Alacaklar/Toplam Krediler
(-)
0,25
YP Aktif/YP Pasif
(+)
0,50
Net Döviz Pozisyon Açığı/Sermaye
(-)
0,50
0,33
Açıklamalar: 1) Özkaynaklar, bilanço pasifinde yer alan özkaynak tanımından farklı olarak yasal özkaynak
tanımıdır. Ancak yasal özkaynak ile bilançoda yer alan özkaynak tutarları birbirine çok yakın değerler aldıkları
için, ampirik çalışmalarda genellikle bilanço pasifinde yer alan özkaynak tanımı tercih edilmektedir 2)
Çizelgede gösterilen etki yönü, göstergelerin/oranların artmasıyla finansal sağlamlık endeksinin etkilenme
yönünü ifade etmektedir. Pozitif (+) yön, göstergelerin/oranların artmasıyla endeksin yükseleceğini, negatif () yön ise endeksin düşeceğini göstermektedir.
2) ROA: Return on Assets (Aktif Getiri Oranı)
3) ROE: Return on Equity (Özkaynağa Göre Getiri)
4) Net Döviz Pozisyon Açığı=Bilanço İçi Yabancı Para Pozisyonu+Bilanço Dışı Kalemler
Çizelge 5.4’te gösterilen finansal sağlamlık bileşenlerinden aracılık fonksiyonu, reel
sektörün kaynak ihtiyacının finansmanı açısından önem taşımakta, düşük maliyetli etkin bir
aracılık fonksiyonu sağlam bankacılık sisteminin temel şartlarından birini oluşturmaktadır.
Gelir gider ve kârlılık göstergeleri bankaların yeni kaynak yaratabilme, ürün yelpazesini
genişletebilme ve nakit akımları üzerindeki risk unsurlarından doğan zararları
karşılayabilme gücünü göstermektedir. Bununla birlikte, aktif kalitesini gösteren oranların
büyüklüğü bankaların kredilendirme düzeyini göstermekte, kredi riskine duyarlılık ve riskgetiri dengesi arasındaki ilişkiyi yansıtmaktadır (Poyraz, 2012). Kur riski bileşeni ise,
bankacılık sektöründe aktif pasif uyumunu göstermektedir. Kur riski, bankaların geri
ödemeleri ulusal para cinsinden yapacak olmalarına rağmen dövize endeksli alacakları
nedeniyle finansal piyasalardaki dalgalanma ve şokların etkisiyle karşı karşıya kaldıkları
riski tanımlamaktadır (BDDK, 2005b).
197
Bu çerçevede oluşturulan ve standardize edilmiş finansal sağlamlık endeksi,
ortalaması sıfır ve varyansı bir olan bir zaman serisini göstermektedir.83 Dolayısıyla endeks
değerinin pozitif olduğu dönemler, sektörün sağlamlık düzeyinin ortalamanın üzerinde
olduğu dönemleri, negatif değerler ise sağlamlık düzeyinin ortalamanın altına düştüğü
dönemleri yansıtmaktadır.
3
2
1
Haz.90
Ara.90
Haz.91
Ara.91
Haz.92
Ara.92
Haz.93
Ara.93
Haz.94
Ara.94
Haz.95
Ara.95
Haz.96
Ara.96
Haz.97
Ara.97
Haz.98
Ara.98
Haz.99
Ara.99
Haz.00
Ara.00
Haz.01
Ara.01
Haz.02
Ara.02
Haz.03
Ara.03
Haz.04
Ara.04
Haz.05
Ara.05
Haz.06
Ara.06
Haz.07
Ara.07
Haz.08
Ara.08
Haz.09
Ara.09
Haz.10
Ara.10
Haz.11
Ara.11
Haz.12
Ara.12
Haz.13
Ara.13
0
-1
-2
-3
-4
-5
Şekil 5.2. Finansal Sağlamlk Endeksi
Kaynak: TCMB ve TBB aylık verilerinden hareketle hesaplanmıştır.
Şekil 5.2’de görüldüğü üzere, endeksin ortalamanın altına en fazla düştüğü, dolayısıyla
finansal sağlamlık düzeyinin en zayıf olduğu dönemler 1994 ve 2000-2001 Krizleri’nin
83
FSE’de
AFt   AF
 AF
kullanılan

KAt   KA
 KA

GGt  GG
 GG
formül

KRAKt   KRAK
 KRAK
şu

KURt   KUR
şekildedir;
 KUR
5
FSEt : t döneminde finansal sağlamlık endeksi
AFt   AF
: aracılık fonksiyonuna ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
 AF
KAt   KA
: kârlılığa ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
 KA
GGt  GG
: gelir gidere ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
 GG
KRAKt   KRAK
: kredi riski ve aktif kalitesine ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş
 KRAK
değeri
KURt   KUR
 KUR
: kur riskine ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
198
olduğu yıllardır. Bu durum, ekonomik ve finansal krizlerin finansal sistem üzerindeki
olumsuz etkisini açık biçimde yansıtmaktadır. Ancak yurtdışı kaynaklı 2008 Küresel
Krizi’nin, bankacılık kesimindeki yasal ve kurumsal düzenlemelerin etkisiyle endeks
üzerinde önemli bir olumsuzluğa neden olmadığı, endeksin yalnızca yarım puanlık düşüşler
gösterdiği dikkat çekmektedir. 1994 yılından 1999 yılına kadar olan dönemde (1997-1998
yılları haricinde) endeks değerinin negatif değer almaması, sektörün kredi ve mevduatlara
bağlı
aracılık
fonksiyonundaki
iyileşme
ve
faiz
gelirlerinin
yükselmesiyle
açıklanabilmektedir. Ancak bu artışın temel sebebi, söz konusu dönemde bankaların
yurtdışından gelen spekülatif sermaye yoluyla yapay biçimde büyümesidir. Hemen ardından
gelen 2000 ve 2001 Krizleri nedeniyle endeks değerinde -4,5 puana kadar görülen düşüş, bu
durumu destekler niteliktedir. 2002 yılından bugüne, endekste görülen dalgalanmalar, büyük
ölçüde endekse dahil edilen kredi riskine duyarlılık bileşeninden kaynaklanmaktadır.
Özellikle 2003 yılının sonuna kadar takipteki kredilerin toplam krediler içindeki payı %8
düzeyine kadar yükselmiştir. Sonraki dönemlerde kredilerdeki artışın takipteki kredileri
baskılaması, endeks değerini olumlu yönde etkilemiştir. Uluslararası düzenlemelere paralel
iyileştirmeler, finansal sisteme olan güveni artırmış ve küresel kriz dönemi haricinde endeks
değeri yaklaşık son beş yıllık dönemde ortalamanın üzerinde seyretmiştir.
5.1.3. Finansal kırılganlık endeksi
İstikrarlı bir finansal sistem, iç ve dış şokların ardından kendiliğinden dengeye gelen,
refahı ve ekonomik büyümeyi beraberinde getiren sistem olarak tanımlanmaktadır. Finansal
gelişmenin zayıf olduğu sistemlerde yurtiçi ve yurtdışı koşulların ya da şokların etkisiyle
meydana gelen dengesizlik durumlarında ise finansal kırılganlıktan söz edilmektedir
(Albulescu ve Goyeau, 2009).
Finansal kırılganlığı ilk açıklayan yazarlardan Irving Fisher (1933), kırılganlığın
makroekonomik çevrimlerle yakından ilişkili olduğunu, ancak finansal kırılganlıkta en
önemli unsurun borç ödeyememe sorunu olduğunu ifade etmektedir. Fisher’e göre aşırı
borcun tetiklediği daralma dönemleri reel ekonomik krizleri de tetiklemekte, borcun
ödenmesiyle ekonomi dengeye geri dönmektedir. Söz konusu dönemde meydana gelen
parasal yükümlülüklerdeki daralma ve paranın dolanım hızındaki yavaşlama, fiyatları,
ekonomik çıktıyı ve piyasaya olan güveni azaltmakta, banka batışlarını tetiklemektedir.
Finansal kırılganlığın neden olduğu bu gelişmeler, ekonomik temellere büyük ölçüde zarar
199
vermektedir (Leone vd., 2000). Finansal kırılganlık büyük ölçüde likidite, borcun özkaynak
içindeki payı ve kısa dönem borçların toplam borçlar içindeki payı gibi faktörlerden
kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda yükselen faiz oranları ve yatırımların yüksek olduğu
dönemlerde iyimser beklentilerin yüksek olması kırılganlığı artıran faktörler arasında
sayılmaktadır. Ekonomik şoklara karşı duyarlılık olarak da adlandırılan finansal kırılganlık,
iş çevrimlerinin genişlediği dönemlerde artmaktadır (Sundararajan ve Balino, 1991).
Literatürde, 1990’lı yılların finansal krizleri ile uzantılı olarak, krizlerin nedenlerine
ya da öngörülebilmesine yönelik yapılan ve finansal kırılganlık ile olan ilişkisini inceleyen
çok sayıda ampirik çalışma mevcuttur. Finansal kırılganlık göstergeleri, göstergelerin
endekse etki yönü ve ilgili yazın Çizelge 5.5’de gösterilmektedir.
Finansal Kırılganlık
Göstergeleri
Banka Mevduatları
Göstergelerin Tanımı
Bankacılık sektörünün en büyük fon kaynağıdır. Bankacılık kaynakları içerisinde mevduatın
ağırlığını koruması finansal kırılganlık için önemli bir göstergedir.
Özel Sektöre Açılan Yurtiçi
Krediler
Özel Sektöre Açılan Yurtiçi
Krediler/GSYH
Bankaların
Yükümlülükleri
Bankaların
Yükümlülükleri/GSYH
Varlık Fiyat Oynaklığı
Dış
Dış
Bankacılık Temerrütleri
YP
Mevduatı/Toplam
Mevduat (Dolarizasyon)
Merkez
Bankası
Dış
Varlıkları+
Bankacılık
Sektörü
Dış
Varlıkları/Toplam
Dış
Yükümlülükler
Bankaların
Dış
Yükümlülükleri/TP
Yükümlülükler
Merkez
Bankası
Döviz
Rezervleri/M2
Toplam Mevduat/GSYH
M2/GSYH
200
Çizelge 5. 5. Finansal Kırılganlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi
Endekse
Etki Yönü
(-)
İktisat Yazını
Velasco (1987); Goldstein vd. (2000); Chang ve
Velasco (2000); Kibritçioğlu (2003); Kamulainen
(2004)
Kibritçioğlu (2003)
Finansal aracılık faaliyetleri yoluyla yurtiçi piyasa katılımcılarına yönelen fonların büyüklüğünü
yansıtmaktadır. Faiz oranları gibi fiyat sinyallerine karşı tepki verdiğinden, söz konusu göstergedeki
oynaklık finansal kırılganlığı olumsuz etkileyebilmektedir.
Özel sektöre açılan yurtiçi kredilerin yıllık büyüme oranını göstermektedir.
(+)
(-)
Bilanço pasifinde yer alan döviz cinsinden yükümlülükleri göstermektedir. Göstergedeki artış, dış
şoklara karşı sistemin kırılganlığını yansıtmaktadır.
Bankaların döviz cinsinden yükümlülüklerinin yıllık büyüme oranını göstermektedir.
(+)
Sachs vd. (1996); Rossi (1999); Goldstein vd. (2000);
Hawkins ve Klau (2000); Corsetti vd. (2001);
Kamulainen (2004); Demirgüç-Kunt ve Detragiache
(2005)
Kibritçioğlu (2003); Shin (2010)
(+)
Chang ve Velasco (2000); Kamulainen (2004)
Varlık fiyat hareketleri, bankaların ödeyebilme gücünü etkilemekte, banka bilançolarını
baskılamaktadır.
Takibe dönüşüm oranları ve teminatlandırma düzeyleri aracılığıyla ölçülen bankacılık
temerrütlerindeki artışlar, banka karlılığını azaltarak likidite krizlerine neden olabilmektedir.
Orandaki artış, likidite riskine karşı finansal sistemin kırılganlığını artırmaktadır.
(+)
Allen ve Gale (2004); Gropp vd. (2006)
(+)
Tsomocos (2003); Allen ve Gale (2004)
(+)
Ertuğrul ve Yeldan (2003); Yeldan (2004)
Merkez Bankası’nın ve bankacılık kesiminin dış yükümlülükleri karşılayabilmeleri için oranın
yüksek olması tercih edilmektedir.
(-)
Ural (2003)
Orandaki yükseliş, kur riski nedeniyle kırılganlığa neden olmaktadır.
(+)
Ertuğrul ve Yeldan (2003)
Orandaki yükseliş, olası dış şoklara karşı ihtiyati tedbir olarak değerlendirilmekte ve finansal
sistemin kırılganlığına ilişkin duyarlılığını azaltmaktadır.
(-)
Orandaki artış, piyasalarda güven ortamının sağlandığına işaret etmektedir. Temel fon kaynağı olan
mevduatların ani mevduat çekişlerine karşı yeterli miktarda olması bankacılık krizlerini
önlemektedir.
Orandaki yükseliş, finansal aracılık faaliyetlerindeki artışa işaret ediyor olsa da, para arzındaki
büyük çaplı genişlemeler ulusal paranın değerini düşürerek fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine
neden olabilmekte, krize öncülük edebilmektedir.
(-)
Calvo (1995); Sachs vd. (1996); Rossi (1999);
Goldstein vd. (2000); Burkart ve Coudert (2002);
Corsetti vd. (2001); Ural (2003); Demirgüç-Kunt ve
Detragiache (2005); Frankel ve Saravelos (2010)
Ural (2003)
(+)
Burkart ve Coudert (2002); Ural (2003)
(+)
Çizelge 5. 5. (devam). Finansal Kırılganlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi
Finansal Kırılganlık
Göstergeleri
Mevduat Reel Faiz Oranı
Yurtiçi Krediler/GSYH
Toplam
Yükümlülükler/M2
Göstergelerin Tanımı
Dış
Dış Yükümlülükler/Aktifler
Borsa Kapitalizasyonu
Bankacılık
Rezervleri/Toplam Aktifler
Mevduat
Bankalarının
Açtıkları Krediler/GSYH
Takipteki Krediler/Toplam
Aktifler
Kredi Faiz Oranı/Mevduat
Faiz Oranı
Göstergedeki artış, kredi maliyetlerinde yükselişe neden olmakta, dolarizasyonu teşvik etmektedir.
Yıllık yurtiçi kredi hacmindeki genişlemeler, finansal krizlerin öncü göstergelerinden birini temsil
etmektedir.
Ekonomide kur garantisinin ve bir finansal güvenlik ağının olması, büyük miktarda kısa vadeli
yabancı sermayeye ilişkin aracılık faaliyetlerine neden olmakta, dış yükümlülükleri büyük ölçüde
artırmaktadır.
Finansal sektörün toplam varlıkları içerisindeki dış yükümlülüklerin payını göstermektedir.
Orandaki artış, sistemde kur riski nedeniyle kırılganlığa neden olmaktadır.
Hisse senetlerinin değerini ölçmektedir. Söz konusu fonların spekülatif amaçlarla hareket etmesi ve
ekonomik istikrarlık dönemlerinde ülkeyi terk etmesi finansal sistemde kırılganlığa neden
olmaktadır.
Bankacılık kesiminde likit rezervlerin toplam varlıklar içindeki payının yüksek düzeyde olması,
finansal krizler karşısında koruyucu önlem olmaktadır. Sistemi, olası kırılganlıklara karşı
korumaktadır.
Mevduat bankalarının yıllık kredi iştahındaki gelişmeleri göstermektedir. Orandaki artış, bankaların
kredi iştahının arttığına işaret etmektedir.
Sorunlu hale geldikleri için takibe alınan kredilerin toplam aktifler içindeki payını göstermektedir.
Oranın yüksek düzeyde olması, bankacılık kesiminin yüksek düzeyde karlılıkla çalıştığına işaret
etmektedir. Bununla birlikte, ekonominin durgunluk döneminde bankaların kredi faiz oranlarını
yükseltmelerinin dolaylı etkisi, finansal kırılganlığı olumsuz etkilemektedir.
Endekse
Etki Yönü
(+)
(+)
İktisat Yazını
Ural (2003)
Ural (2003)
(+)
Eichengreen ve Hausmann (1999)
(+)
Eichengreen ve Hausmann (1999)
(+)
Gropp vd. (2006)
(-)
Rossi (1999); Wyplosz (2001); Kamulainen ve
Jukkarila (2004)
(+)
Rossi (1999)
(+)
Corsetti vd. (2001)
(+)
(-)
Goldstein vd. (2000); Kamulainen (2004)
Kaynak: Atıf yapılan yazarlardan derlenmiştir.
201
202
Çizelge 5.5’te verilen finansal kırılganlık göstergeleri, iktisat yazınında finansal kriz
göstergeleri olarak ele alınmakta ve kırılganlık analizlerinde kullanılmaktadır. Kibritçioğlu
(2003), bu amaçla az gelişmiş 22 ülke için bankacılık sistemi kırılganlık endeksi oluşturmuş
ve ayılık veriler kullanmıştır. Endeks, finansal krizlerin öncü göstergeleri arasında sayılan
ve likidite, kredi ve kur risklerini yansıtan banka mevduatları, özel sektöre açılan yurtiçi
krediler ve bankaların dış yükümlülükleri değişkenlerini kapsamaktadır. Serilerin eşit
ağırlıklandırılmasıyla oluşturulan bankacılık kırılganlık endeksi, belli kriz yıllarındaki
alçalma ve yükselmeleri göstermekte, aynı zamanda bir bankacılık sorununun tüm gelişim
sürecini büyük ölçüde açıklamaktadır.
Hawkins ve Klau (2000), çalışmalarında finansal piyasaları baskı altında olan yükselen
piyasa ekonomileri hakkında sistematik ve objektif bir bilgi sağlayacak bankacılık sistemi
kırılganlık endeksi oluşturmuşlardır. Endeks, 1996-98 yıllarına ilişkin 24 yükselen piyasa
ekonomisini kapsamakta ve bankacılık krizlerinin öncü göstergelerinden oluşmaktadır.
Endekste, yurtiçi kredi büyüme oranı, yabancı bankalardan borçlanma düzeyi, bankaların
dış borçları/yurtiçi krediler, reel faiz oranı ve öncü bankaların kredi derecelerinden oluşan
göstergeleri kullanmışlardır. Buna göre, bir para krizinin ne zaman çıkacağını gösteren kesin
bir zamanlama tahmininin öngörülemeyeceği, bunun kura yönelik olarak yetkililerin
verecekleri tepkilere, piyasaya ilişkin duyarlılığa ve finansal bulaşmanın gücüne göre
değişeceği sonucuna ulaşılmıştır.
Türkiye’de 1999 yılında başlatılan Enflasyonla Mücadele Programı’nın ardından
yaşanan çeşitli finansal krizlerin arkasında döviz kurunun yapısal zayıflığı olduğunu
vurgulayan Ertuğrul ve Yeldan (2003), uygulanan kur politikasının finansal kırılganlığa
neden olduğunu ifade etmişlerdir. Bu doğrultuda yaptıkları çalışmada, Türkiye bankacılık
sistemi için finansal kırılganlık göstergesi olarak kullandıkları YP mevduatı/toplam mevduat
rasyosundan yola çıkarak, Enflayonla Mücadele Porgramı’nın 2000-2001 yılları boyunca
bankacılık sistemi kırılganlığındaki artışa öncülük ettiğini ifade etmişlerdir.
Rossi (1999), 1990-97 yıllarını kapsayan 15 GOÜ ekonomisi için sermaye kontrolleri,
ihtiyati düzenleme, denetim ve mevduat güvencesi ölçütleri geliştirmiş ve aralarındaki
ilişkiyi panel veri analizi ile ampirik olarak incelemiştir. Söz konusu ülkelerdeki finansal
kırılganlık hakkında önemli bilgiler elde etmeyi amaçlayan Rossi, finansal kırılganlık
203
göstergeleri olarak bankacılık rezervlerine ve kredilere ilişkin göstergeler kullanmıştır. Elde
ettiği bulgulara göre basit ihtiyati düzenlemeler, yüksek bir mevduat güvence sistemi ve
sermaye çıkışı üzerindeki kontrollerin artması finansal kırılganlığı kötüleştirmektedir.
Bununla birlikte, ekonomik gelişmişlik düzeyi görece yüksek olan gelişmekte olan ülke
ekonomilerinde, bankacılık sisteminin büyüklüğü belirli bir sınıra ulaştıktan sonra
sistemdeki risk düzeyi arttığından, daha güçlü düzenleme ve denetim çerçevesini gerekli
kılmaktadır.
Ural (2003), 23 adet kriz göstergesi kullanarak faktör analizi yardımıyla Türkiye’de
finansal krizlere etki eden faktörlerin saptanmasına ve bunların finansal kırılganlık ile olan
ilişkisine yönelik çalışma yapmıştır. Finansal sektöre ilişkin kullandığı değişkenler
bankacılık kesimi dış varlık ve yükümlülükleri, rezervler, faiz oranları ve kredilerden
oluşmaktadır. Analiz sonucunda finansal kriz olgusunun çok boyutluluk özelliği ön plana
çıkmış ve ulaştığı sonuçlar, finansal sistemin temelini oluşturan bankacılık sektörünün yasal
ve kurumsal düzenlemelerle güçlü bir yapıya kavuşturulmasının önemini ortaya koymuştur.
Çalışmanın bu kısmında, yukarıda açıklanan iktisat yazını kapsamında Türkiye’de
yaşanan finansal krizler de dikkate alınarak finansal kırılganlığı etkileyen değişkenler
belirlenmiş ve faktör analizi yardımı ile finansal kırılganlık endeksi (FKE) oluşturulmuştur.
Faktör analizinde kullanılan 7 adet finansal kırılganlık değişkenlerine ait aylık veriler, 19902013 dönemini kapsamaktadır. Değişken setindeki tüm oranlar standardize edildikten sonra
faktör analizine uygunluk testleri yapılmış, finansal kırılganlığa ilişkin veri setinin analize
uygunluğu doğrulanmıştır.
Analiz sonuçlarına göre endekste yer alan 3 alt bileşen, dışsal kırılganlık (DK),
likiditeye ilişkin kırılganlık (LK) ve para ikamesine ilişkin kırılganlık (PİK) olarak
adlandırılmıştır.
204
Çizelge 5. 6. Finansal Kırılganlık Endeksi Bileşenleri
Faktörler
Değişkenler
Endekse
Etki Yönü
(+)
Ağırlık
Dışsal Kırılganlık
Bankaların Dış Yükümlülükleri/Toplam Aktifler
(+)
0,33
MB Brüt Döviz Rezervleri/M2
(-)
0,33
Sermaye ve Rezervler/Toplam Aktifler
(-)
0,50
Toplam Mevduatlar
(-)
0,50
Toplam Dış Yükümlülükler/M2
(+)
0,50
YP Mevduatı/Toplam Mevduat
(+)
0,50
Bankaların
Yükümlülükler
Likiditeye İlişkin Kırılganlık
Para
İkamesine
Kırılganlık
İlişkin
Dış
Yükümlülükleri/TP
0,33
Açıklama: Çizelgede gösterilen etki yönü, göstergelerin/oranların artmasıyla finansal kırılganlık endeksinin
etkilenme yönünü ifade etmektedir. Pozitif (+) yön, göstergelerin/oranların artmasıyla finansal kırılganlığın
yükseleceğini, negatif (-) yön ise azalacağını göstermektedir.
Banka bilançolarının pasifinde yer alan döviz cinsinden yükümlülükler, dışsal şoklara
karşı sistemin kırılganlığını artırmaktadır. Bunun yanında döviz rezervleri kısa vadeli dış
borçlara ya da yurtiçi likit varlıklara görece düşük olduğu durumda, ülke krizlere duyarlı
hale gelmektedir (Corsetti vd., 2001: 21). Bu nedenle ilk bileşen, dışsal kırılganlık bileşeni
olarak adlandırılmıştır. Bankaların sermaye ve rezervlerinin toplam aktifleri içindeki payının
yüksek olması, sektör için olası krizlere karşı koruyucu önlem olmaktadır. Mevduatlar da
bankaların en önemli fon kaynağını oluşturduğundan, her iki gösterge, likiditeye ilişkin
kırılganlık bileşeni olarak ele alınmıştır. Dolarizasyon olarak da adlandırılan para ikamesi
ise, finansal gelişmenin zayıf olduğu ekonomilerde sermaye hareketlerine karşı kırılganlık
yaratmaktadır. Bu nedenle, son bileşen para ikamesine duyarlı kırılganlık rasyolarından
oluşmaktadır.
Bu çerçevede elde edilen ve Şekil 5.3’te gösterilen finansal kırılganlık endeksi,
ortalaması sıfır ve varyansı bir olan bir zaman serisini göstermektedir.84
84
FKE’de kullanılan formül şu şekildedir;
DKt   DK
FKEt 
DKt   DK
 DK
 DK

LKt   LK
 LK

PİKt   PİK
 PİK
3
: dışsal kırılganlığa ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
205
6
5
4
3
2
1
-2
Haz.90
Ara.90
Haz.91
Ara.91
Haz.92
Ara.92
Haz.93
Ara.93
Haz.94
Ara.94
Haz.95
Ara.95
Haz.96
Ara.96
Haz.97
Ara.97
Haz.98
Ara.98
Haz.99
Ara.99
Haz.00
Ara.00
Haz.01
Ara.01
Haz.02
Ara.02
Haz.03
Ara.03
Haz.04
Ara.04
Haz.05
Ara.05
Haz.06
Ara.06
Haz.07
Ara.07
Haz.08
Ara.08
Haz.09
Ara.09
Haz.10
Ara.10
Haz.11
Ara.11
Haz.12
Ara.12
Haz.13
Ara.13
0
-1
-3
Şekil 5.3. Finansal Kırılganlık Endeksi
Kaynak: TCMB ve TBB aylık verilerinden hareketle hesaplanmıştır.
Açıklama: Diğer endekslerden farklı olarak finansal kırılganlık endeksinde, endeks değerinin ortalamanın
altında olduğu dönemler kırılganlığın azaldığını, ortalamanın üstünde olduğu dönemler ise kırılganlık
düzeyinin yükseldiğini yansıtmaktadır.
1994 ve 2000-2001 yıllarında kriz sürecinin neden olduğu kırılganlık, Şekil 5.3’te
ortalamanın oldukça üzerinde seyreden endeks değeriyle etkisini göstermektedir. 1990-93
döneminde ekonomide yaşanan hızlı ekonomik büyüme ile paralellik gösteren negatif
endeks değeri, 1994 yılında kırılganlığın artmasıyla 1 puana yaklaşmıştır. 1990-2013
döneminde Türkiye finansal sisteminde en yüksek kırılganlık düzeyi yaklaşık 5,5 puanla
2001 yılı Aralık ayında görülmüştür. 2000 yılına kadar ortalamaya yakın seyreden endeks
değeri, makroekonomik dengelerin bozulması ve krize giden sürecin başlamasıyla etkisini
göstermiştir. Krizin etkilerinin geçmeye başlamasıyla kademeli olarak düşüş gösteren
endeks, 2004 yılı sonuna kadar pozitif değerler almayı sürdürmüştür. Bunun yanında 2008
Küresel Krizi’nin endeks değerini oldukça belirsiz bir düzeyde etkilemesi dikkat
çekmektedir. Şekil 5.3’te ekonominin daralma dönemlerinde finansal kırılganlık düzeyinin
yüksek olması, endeksin çevrimsel bir nitelikte hareket ettiğini göstermektedir. Genel
itibariyle, 1990 yılı başında 0 değeri ile ortalama düzeyinde olan endeks değerinin 2013 yılı
sonunda -2 düzeyine inmesi 23 yıllık dönemde kırılganlıktaki 2 puanlık iyileşmeyi
yansıtmaktadır. Finansal sağlamlık endeksinde olduğu gibi kırılganlık endeksinde de 2005
LKt   LK
 LK
: likiditeye ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
PİKt   PİK
 PİK
: para ikamesine ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri
206
yılından itibaren görülen dalgalı ve olumlu, 2009 yılından itibaren ise istikrarlı gelişmeler
dikkat çekmektedir.
5.1.4. Finansal sistem bileşik endeksi
Literatürde, sistemin yalnızca bir yönünü değil, çok boyutlu yönünü ele alabilmek
amacıyla oluşturulmuş bileşik endeks çalışmaları mevcuttur. Albulescu ve Goyeau (2009),
Romanya finansal sisteminin istikrarını değerlendirmek amacıyla 1999-2007 dönemi için
çeyrek dönemlik verilerle toplulaştırılmış bir finansal istikrar endeksi oluşturmuştur.
Endeks, finansal sistemin gelişimini, kırılganlığını, bankacılık kesiminin sağlamlığını ve
uluslararası ekonomik ortamı ölçen toplam 28 adet değişkenden oluşmaktadır.
Toplulaştırılmış endeks oluşturulurken tüm bireysel göstergeler alt bileşik endeksler altında
bir araya getirilebilir biçimde dönüştürülmüş ve eşit ağırlıklandırmaya tabi tutulmuştur.
Romanya finansal sistemine ilişkin kriz dönemlerini yakalayan endeks değerinin çeşitli
makroekonomik değişkenlerle olan ilişkisi, stokastik simülasyon modeli ile tahmin
edilmiştir.
Hollo vd. (2012), 15 bireysel finansal stres değişkeni kullanarak Euro bölgesi için
sistemik stres bileşik endeksi oluşturmuşlardır. Endeks bankacılık sektörü, banka dışı
finansal kurumlar, para piyasaları, sermaye piyasaları ve döviz piyasaları olmak üzere
finansal sistemin beş önemli alt bileşeninden oluşmaktadır. Endeksin alt bileşenlerinden bir
kısmı stres dönemlerinde daha yüksek değerler almakta ve bunun tüm finansal sisteme
yayılması halinde istikrarsızlık meydana gelmektedir. Bu nedenle çalışmada, farklı stres
bileşenleri arasında zamanla değişen ilişki ele alınmıştır. Diğer çalışmalardan farklı olarak
Holl vd., ekonomik faaliyetleri yavaşlatması nedeniyle endeksteki finansal kriz yıllarını
yansıtan stres dönemlerini VAR modeli ile incelemişlerdir. Louzis ve Vouldis (2011), Hollo
vd.’nin kullandığı benzer metodoloji ve benzer alt bileşenler yardımıyla Yunanistan için
finansal stres bileşik endeksi oluşturmuşlardır. Endeks, 1998-2000 dönemini kapsamakta ve
Yunanistan finansal sistemine ilişkin sistemik stres düzeylerini ve kriz dönemlerini
yakalamaktadır.
Bu çalışmada, finansal sistem bileşik endeksi formüle edilirken 1990-2013 dönemini
kapsayan 8 adet finansal gelişme, 13 adet finansal sağlamlık ve 7 adet finansal kırılganlık
olmak üzere toplam 28 adet değişken kullanılmıştır. Bu yönüyle FSBE, TCMB’nin
207
oluşturduğu endekslerden farklılaşmaktadır. TCMB’nin Finansal İstikrar Raporları’nda yer
alan finansal sağlamlık endeksi, sistemi yalnızca sağlamlık bileşenleri ile ölçmekte,
sistemdeki finansal gelişme düzeyi ile kırılganlığa ilişkin bileşenleri içermemektedir. FSBE,
finansal sağlamlık bileşenlerinin yanında, sistemdeki gelişme düzeyini ölçen bileşenleri,
dışsal kırılganlığı, para ikamesine ilişkin kırılganlığı ve kredi riskini de kapsamaktadır. Zira
söz konusu unsurların 1990-2013 döneminde Türkiye finansal sistemini önemli ölçüde
etkilediği düşünülmektedir. Sözü edilen unsurların FSBE’de neden olduğu dalgalanmalar
Şekil 5.4’ten izlenebilmektedir.
Finansal sistem içinde en önemli sektör bankacılık olduğu için, endekste kullanılan
değişkenlerin büyük çoğunluğu bankacılık kesimi ile ilgilidir. Her bir değişken, kendi grubu
içinde standardize edilerek bir araya getirilebilir biçimde dönüştürülmüş ve eşit olarak
ağırlıklandırılmıştır. Toplulaştırılmış bileşik endeks formüle edilirken, finansal sistemin
gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan endekslerden herhangi birinin bir
diğerine görece yüksek ağırlığa sahip olmaması, dolayısıyla sistemin bütünüyle ele alınarak
finansal düzenleme değişkenlerine yönelik doğru ve tutarlı bir analiz yapılabilmesi amacıyla
diğer endeks yöntemlerinde olduğu gibi burada da eşit ağırlıklandırma yöntemine
başvurulmuştur.
FSBE ise şu şekilde formüle edilmiştir;
FSBE 
8I FG 13I FS 7 I FK


28
28
28
Elde edilen FSBE, ortalaması sıfır ve standart sapması bir olan tarihsel bir zaman
serisine dönüştürülmüştür. 1990-2013 dönemine ait FSBE, Şekil 5.4’te gösterilmektedir.
208
3
2
1
-1
Ara.90
Haz.91
Ara.91
Haz.92
Ara.92
Haz.93
Ara.93
Haz.94
Ara.94
Haz.95
Ara.95
Haz.96
Ara.96
Haz.97
Ara.97
Haz.98
Ara.98
Haz.99
Ara.99
Haz.00
Ara.00
Haz.01
Ara.01
Haz.02
Ara.02
Haz.03
Ara.03
Haz.04
Ara.04
Haz.05
Ara.05
Haz.06
Ara.06
Haz.07
Ara.07
Haz.08
Ara.08
Haz.09
Ara.09
Haz.10
Ara.10
Haz.11
Ara.11
Haz.12
Ara.12
Haz.13
Ara.13
0
-2
-3
-4
Şekil 5. 4. Finansal Sistem Bileşik Endeksi
Kaynak: TCMB, TBB, BDDK ve Thomson Data Stream verilerinden hareketle hazırlanmıştır.
Finansal gelişme düzeyindeki ve finansal sağlamlıktaki artış, endeks değerini
yükseltirken, finansal kırılganlıktaki artış endeks değerini düşürmektedir. Yani finansal
gelişme ve finansal sağlamlık, FSBE’yi etkileme yönü açısından aynı yönde hareket
ederken, finansal kırılganlık ters yönde hareket etmektedir. 1995 yılından önce endeksin
sıfırın altında değerler alması, Türkiye’de finansal gelişme ve sağlamlık düzeyinin söz
konusu dönemde düşük, finansal kırılganlık düzeyinin ise yüksek olduğunu göstermektedir.
1994, 2000 ve 2001 Krizleri’nin etkilerini yakalayan FSBE’de, yurt dışı kaynaklı 2008
Küresel Krizi’nde görülen hafif kırılmaların da yansımaları görülmektedir. 2002-2007 yılları
arasında endeksin zaman zaman negatif değerler alması ve dalgalı bir seyir izlemesi,
bankaların dış yükümlülüklere bağlı dışsal kırılganlığının söz konusu dönemde oldukça
yüksek değerler almasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında, 1990-2001 döneminde
finansal sistemde görülen keskin dalgalanmaların, 2002 yılını takip eden yıllarda hafiflediği
gözlemlenmektedir. Söz konusu dönem, Türkiye’nin finansal sistemin mimarisine ilişkin
küresel standartlara uyuma yönelik düzenlemeleri yasal ve kurumsal çerçevede hayata
geçirmeye başladığı dönem olması bakımından dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, 2008
yılı dördüncü çeyrekten bugüne FSBE’nin hiç negatif değer almaması, söz konusu dönemde
finansal sistemde gelişme ve sağlamlık düzeyinin dönem ortalamasının üzerine çıktığını ve
kırılganlığın dönem ortalamasının altına indiğini yansıtmaktadır. Endeks, krizleri ve
krizlerin etkilerinin sürdüğü yıllarda ekonomik daralmaların etkilerini net olarak
açıklamaktadır. Bu anlamda bileşik endeks, reel ekonomik konjonktürü açıklaması
bakımından finansal piyasalarda meydana gelen hareketlerin çevrimsel olduğunu
göstermektedir.
209
Toplulaştırılmış bileşik endeks, Türkiye’de gözetim ve denetim çerçevesinin
güçlendirilerek sermaye ve likiditeye, menkul kıymetler piyasasına, zorunlu karşılıklara ve
bankacılık rezervlerine ilişkin gerçekleştirilen finansal düzenlemelerin etkilerini analiz
etmek amacıyla oluşturulmuştur.
5.2. Finansal Sistem Bileşik Endeksi ile Finansal Düzenlemeler Arasındaki İlişki
Bu kısımda, uluslararası finansal düzenlemeye konu olan değişkenlerin FSBE’ye olan
etkisi Türkiye özelinde ampirik olarak incelenmektedir. Bu amaçla, öncelikle eş bütünleşme
yöntemi ve vektör hata düzeltme modeline dayalı genelleştirilmiş Granger nedensellik testi
yoluyla uzun ve kısa dönem ilişkiler ortaya konulmakta, ardından etki-tepki analizi ve
varyans ayrıştırması yoluyla FSBE’yi etkileyen değişkenler, değişkenlerin finansal sisteme
olan etki derecesi ve birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği ortaya konulmaktadır.
5.2.1. Yöntem
Çalışmada ele alınan modele ilişkin Johansen eşbütünleşme, Vektör Hata Düzeltme
Mekanizması (VECM) ve buna dayalı genelleştirilmiş Granger nedensellik testi, etki-tepki
analizi ve varyans ayrıştırması, aşağıda kuramsal olarak ele alınmaktadır.
5.2.1.1. Eşbütünleşme ve vektör hata düzeltme mekanizması
Zaman serisi analizlerinde, değişkenler arasında anlamlı ilişkiler elde edilebilmesi için
serilerin durağan olup olmadıklarının sınanması gerekmektedir. Değişkenlerin durağanlığı,
ortalama ve varyansın zaman içinde değişmemesi ve t ile t-1 dönemleri arasındaki ortak
varyansın, bu ortak varyansın iki zaman değeri arasındaki farka bağlı olması biçiminde ifade
edilmektedir (Enders, 2003: 212). Serilerin durağanlıklarının araştırılmasında çeşitli
yöntemler geliştirilmiş olmakla birlikte, literatürde sıklıkla Dickey ve Fuller (1979) ve
Phillips Perron (1988) tarafından geliştirilen Genişletilmiş Dickey Fuller (ADF) ve Phillips
Perron (PP) birim kök analizi olarak adlandırılan yöntemler kullanılmaktadır.
Serilerin durağan olmamaları durumunda, durağanlıklarının sağlanması için fark alma
işlemi gerçekleştirilmekte ve serinin içerdiği kalıcı şokun yok edilmesi, dolayısıyla serinin
durağan hale gelmesi sağlanmaktadır (Tarı, 2012: 389).
210
Teoride, düzeyde durağan olmayan seriler arasında uzun dönem denge ilişkisinin
varlığı önce Engle ve Granger (1987), ardından Johansen (1988) ve Johansen ve Juselius
(1990) tarafından geliştirilen eşbütünleşme analizi ile ortaya konulmuştur. Johansen
eşbütünleşme analizine göre, modelde kullanılacak tüm serilerin durağan olmamaları, fakat
farkları alındığında aynı dereceden durağan hale gelmeleri gerekmektedir. Yani, her bir
serinin bütünleşme derecesinin aynı olması gerekmektedir. Buna göre, durağan olmayan iki
zaman serisi aynı dereceden entegre iseler, iki seri arasında bir eşbütünleşme olabilmekte ve
aralarındaki regresyon yanıltıcı olmamaktadır (Tarı, 2012: 415). Çalışmada, tüm serilerin
durağan olup olmadıkları ve durağan iseler, hangi düzeyde durağan oldukları ADF ve PP
birim kök testleri ile sınanmıştır. ADF ve PP testlerinin sonuçlarına göre, tüm serilerin düzey
değerlerinde durağan olmadıkları, ancak birinci farkları alındığında I(1) dereceden %1
anlamlılık düzeyinde durağan oldukları gözlemlenmiştir. Buna göre tüm seriler aynı düzeyde
durağan olduklarından, aralarındaki eşbütünleşme ilişkisi Johansen eşbütünleşme yöntemi
ile sınanmıştır.
Johansen eşbütünleşme yöntemi, durağan olmayan serilerin düzeyleri ile farklarını
içeren VAR modeli tahmininden oluşmaktadır (Johansen ve Juselius, 1990);
H1 : X t  1 X t 1   2 X t 2 .....   k X t k     t
(1)
Denklemde yer alan X ; değişkenler vektörünü,  ; değişkenlerin katsayı matrisini ve
uzun dönem ilişkisini,  ; sabit terimler vektörünü,  t ise modelde yer alan hata terimini
göstermektedir.
Johansen eşbütünleşme analizinde  katsayılar matrisinin rankından faydalanılarak
değişkenler arasındaki uzun dönem ilişkisi araştırılmaktadır. Buna göre, rank=n durumunda
X vektörünü
oluşturan
değişkenler
arasında
eşbütünleşme
ilişkisinin
olmadığı,
değişkenlerin düzeyde durağan oldukları kabul edilir ve eşbütünleşme denklemi yazılamaz.
Rank=0 durumunda değişkenler arasında en az 1 adet eşbütünleşme ilişkisinin olduğu, diğer
bir ifade ile tüm değişkenlerin uzun dönemde birlikte hareket ettikleri ve dolayısıyla durağan
halleri ile eşbütünleşme denkleminin oluşturulabileceği kabul edilir. Rank<n olması
durumunda ise X vektörünü oluşturan değişkenler arasında birden fazla eşbütünleşme
ilişkisi vardır. Eşbütünleşme ilişkisi olduğu durumda, değişkenler durağan olma özelliklerini
kaybettiklerinden, hata düzeltme mekanizması çalışmaktadır.
211
Eşbütünleşik vektör sayısını gösteren katsayılar matrisinin rankı belirlenirken,
maksimum olabilirlik istatistiklerine dayanan trace ve maksimum özdeğer (maximum
eigenvalue) testleri uygulanmakta, böylece  matrisinin karakteristik köklerinin sayısı (  j
; özdeğer) tespit edilmektedir (Enders, 2003).  matrisinin rankını belirleyen trace ve
maksimum test istatistikleri aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir. Denklemlerde yer alan T
; gözlem sayısını,  ise elde edilen özdeğerleri ifade etmektedir.
iz  T
n
 ln(1   )
j  r 1
j
(2)
Trace istatistiği, eşbütünleşme vektör sayısının (r) sıfıra eşit ya da sıfırdan küçük olma
durumunu sıfıra eşit olma hipotezine karşı sınamaktadır.
max  T ln(1  r 1 )
(3)
Maksimum özdeğer istatistiği, r sayıda eşbütünleşme vektörünün varlığını sınayan H0
boş hipotezini, r+1 sayıda eşbütünleşme vektörünün bulunduğunu ifade eden H1 alternatif
hipotezine karşı test etmektedir. Bu doğrultuda elde edilen özdeğer istatistik değeri, kritik
değerden büyük olduğu durumda H0 boş hipotezi reddedilmekte, H1 alternatif hipotezi kabul
edilmektedir. Çalışmada, her iki istatistik testinden elde edilen sonuçlar, her iki dönem için
tüm değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır.
Engle ve Granger (1987), Johansen yöntemi ile eşbütünleşme ilişkisinin varlığı
kanıtlandıktan sonraki aşamanın, dinamik ilişkileri modelleyen hata düzeltme mekanizması
olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü durağan olmayan serilerle bulunan uzun dönemli
eşbütünleşme ilişkisi, değişkenler arasında en azından tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin
varlığını ortaya koymaktadır. Bu durumda nedensellik ilişkisine yönelik tahminin standart
VAR modeli yoluyla yapılmasının güvenilir olmayacağı, bunun yerine serilerin bir dönem
farkları alınarak ve hata teriminin gecikmeli değeri kullanılarak yapılacak tahminin daha
güvenilir olacağı ortaya konulmuştur.
Johansen eşbütünleşme analizinde durağan olmayan ekonomik zaman serisi
süreçlerini gösteren (1) no’lu denklem ile ifade edilen modeller, serilerin birinci farkı
212
alınarak yeniden formüle edilmektedir. Serilerin birinci farklarının alınması yoluyla
oluşturulan vektör hata düzeltme modeline ait denklem şu şekildedir:
X t  1X t 1  2X t 2 .....  k 1X t k 1  X t k     t
(4)
i  (  1  .....  i ) , (i  1,.....k  1)
(5)
Katsayılar matrisi olan  ,    ' biçiminde ifade edilmekte ve bu eşitlikte  ve 
parametreleri, p  r boyutunda katsayılar matrisini göstermektedir.  , uzun dönemli ilişkiyi
yansıtan vektörü,  ise hata düzeltme modelinde yer alan eşbütünleşik vektörlerin
ayarlanma gücünü ölçen katsayıyı ifade etmektedir. Vektör hata düzeltme modelinde
(VECM) amaç, değişkenlerin kısa dönem denge değerinde meydana gelen sapmaların uzun
dönem dengesine uyarlanma hızının ortaya konulmasıdır. Hata düzeltme katsayısı
büyüdükçe, modelde meydana gelen kısa dönem sapmaların uzun dönem denge değerine o
derece hızlı uyarlanacağı kabul edilir (Chimobi ve Igve, 2010). Buna göre, serilerin farkları
ile birlikte gecikme değerlerinin eklendiği VECM modeli şu şekilde gösterilmektedir:
X t    1X t 1  2X t 2 .....  k 1X t k 1   ECTt 1 (6)
ECT hata düzeltme terimini,  parametresi ise uyarlanma hızını ifade etmektedir. Bu
şekilde kurulan VECM’de, değişkenlerin düzey değerleri yerine birinci dereceden farkları
alındığı için, stokastik trendlerin neden olduğu sorunlar önlenmiş olmakta, ortaya çıkan
nedensellik ilişkisi durağan bir yapıya sahip olmaktadır (Stock ve Watson, 2011: 666). Bu
doğrultuda, kısa dönem nedensellik ilişkisinin elde edilebilmesi için denklemde yer alan
X1 , X 2 ..... X k değişkenlerinin her birinin gecikmeli değerlerine ait katsayıların bir bütün
olarak sıfıra eşit olma olasılığı ayrı ayrı test edilmektedir. Böylece, istatistiki olarak anlamlı
bulgu elde edildiğinde X 1 bağımsız değişkeni, X t bağımlı değişkeninin kısa dönemde
Granger nedeni ya da X 2 bağımsız değişkeni, X t bağımlı değişkeninin kısa dönemde
Granger nedeni olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
213
5.2.1.2. Etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması analizleri
VAR modellerine dayalı analizlerde, denklemde yer alan değişkenlere ilişkin
katsayıların doğrudan
yorumlanması
kuramsal
açıdan
genellikle anlamlı
kabul
edilmemektedir. Bu nedenle etki-tepki fonksiyonları (impulse-response functions) ve
varyans ayrıştırması (variance decomposition) analizleri yoluyla elde edilen bulgular
yorumlanmaktadır (Tarı, 2012: 453).
Etki-tepki fonksiyonlarında VAR modelinden elde edilen katsayılar yardımıyla,
asimptotik olarak normal dağılan, değişkenler arasındaki dinamik ilişkilerin incelenmesine
ve geleceğe ilişkin yorum yapılmasına imkan sağlayan katsayılar elde edilmektedir (Killian,
1990; Chang vd., 2001). Bu çerçevede, modelde yer alan herhangi bir değişkende yapısal
şok meydana geldiğinde, bu şokun diğer değişkenlere olan etkisini göstermek amacıyla etkitepki fonksiyonlarından elde edilen katsayılar kullanılmaktadır. Şokların etkileri geçici
olduğundan, sistemde herhangi bir şok meydana geldiğinde şokun etkisi bir süre sonra
kaybolmakta ve seriler denge değerine doğru yakınsamaktadır. Diğer bir ifadeyle, etki-tepki
analizi yoluyla, meydana gelen geçici şokların etkisi ortaya konulmaktadır.
Standart bir VAR modelinden yola çıkıldığında etki-tepki analizi şu şekilde ifade
edilmektedir (Enders, 1995: 295-306);
yt  a10  a11 yt 1  a12 zt 1  e1t
(7)
zt  a20  a21 yt 1  a22 zt 1  e2t
(8)
Model, matris biçiminde yazıldığında;
 yt   a10   a11 a12   yt 1  e1t 
 z    a    a a   z   e 
 t   20   21 22   t 1   2t 
(9)
Denklem (9) elde edilir. Denklemde yer alan e1t ve e2t hata terimleri,  yt ve  zt gibi
iki şoktan oluşmaktadır. et  B 1 t olduğundan, e1t ve e2t şu şekilde yazılmaktadır;
214
e1t  ( yt  b12 zt ) /(1  b12b21 )
(10)
e2t  ( zt  b21 yt ) /(1  b12b21 )
(11)
Buna göre hata vektörü;
e1t 
1  b12   yt 
e   1/(1  b12b21 )  b 1   
 12   zt 
 2t 
(12)
Denklem (12)’deki biçimde elde edilir.
Serilerin durağan olduğu varsayıldığında;

xt     A1i et 1
(13)
i 0
(13) no’lu denklemden;
i
 yt   y    a11 a12  e1t i 
 z        a a  e 
 t   z  i 0  21 22   2t i 
(14)
(14) no’lu denklem elde edilmektedir. (12) ve (14) no’lu denklemlerin bileşiminden 2
1  b12 
x 2 boyunda basit bir i matrisi yazılabilir; i   A1i /(1  b12b21 )  
 (15)

b
1
 21 
i matrisi,  jk (i) faktörleri biçiminde tanımlanacak olursa;
 yt   y   11 (i) 12 (i)   yt i 

 z        (i)  (i )  
22
  zt i 
 t   z  i 0  21
(16)
Ya da;

xt     i t i
i 0
(17)
215
Biçiminde (17) no’lu eşitlik elde edilir. 11 (i) , 12 (i) , 21 (i ) ve 22 (i) katsayıları, etkitepki fonksiyonu olarak adlandırılmaktadır. Bunun yanında, denklemlerde yer alan i
katsayısı,  yt ve  zt şoklarının yt ve zt
sağlamaktadır (Enders, 1995: 306).
üzerindeki etkilerinin yorumlanmasını
Bu çerçevede çalışmada, finansal düzenleme
değişkenlerinin her birinde bir şok meydana geldiğinde, FSBE’nin tepkisi, VECM’e dayalı
etki-tepki analizi ile incelenmektedir.
Varyans ayrıştırması ise, sistemdeki herhangi bir değişkende meydana gelen şokun
diğer değişkenin ileriye yönelik hata terimi varyansında neden olduğu yüzde değişimi
ölçmektedir (Chang vd., 2001: 1049). Buna göre bir değişkendeki değişimin % kaçının
kendisinden, % kaçının diğer değişkenlerden kaynaklandığı açıklanmaktadır (Tarı, 2012:
469).
Denklem (18)’de gösterildiği gibi, standart bir VAR modelinin bir dönem gecikmeli
değeri ele alınsın (Enders, 1995: 310-312);
xt 1  A0  A1 xt 1  et
(18)
t+1 dönemi için koşullu beklenen değeri;
Et xt 1  A0  A1 xt
(19)
(19)’daki gibi elde edilir. Bir dönem sonraki tahmin hatası xt 1  Et xt 1  et 1
olduğunda, iki dönem gecikmeli değeri şu şekildedir;
xt 2  A0  A1 xt 1  et 2
 A0  A1 ( A0  A1 xt  et 1 )  et 2
(20)
Koşullu beklenen değer ele alındığında xt  2 ’nin iki dönem sonraki tahmini;
Et xt 2  ( I  A1 ) A0  A12 xt
(21)
216
Tahmini hatası ise et 2  At et 1 biçimindedir.
n dönem sonrası ve tahmin hatası;
Et xt n  ( I  A1  A12  ...  A1n1 ) A0  A1n xt
(22)
et n  A1et n1  A12et n2  ...  A1n1et 1
(23)
Etki-tepki analizinde kullanılan (17) no’lu denklemde, koşullu tahmin xt 1 ve bir
dönem gecikmeli hata tahmini 0 t 1 biçiminde ele alındığında;

xt  n     i t  n i
(24)
i 0
Böylece, n dönem tahmin hatası modele eklendiğinde;
n 1
xt  n  Et xt  n   i t  ni
(25)
i 0
n dönem sonrası için yt serisine ait tahmin hatası şu şekilde ifade edilir;
yt n  Et yt n  11 (0) yt n  11 (1) yt n1  ...  11 (n  1) yt 1
12 (0) zt n  12 (1) zt n1  ...  12 (n  1) zt 1
(26)
yt  n ’nin n dönem sonraki tahmin hatası varyansı  y (n)2 ise;
 y (n)2   y2 11 (0)2  11 (1)2  ...  11 (n  1)2 
 z2 12 (0)2  12 (1)2  ...  12 (n  1)2 
(27)
(27) no’lu eşitlikte,  jk (i)2 ’nin hiçbir değeri negatif olmadığından, n arttıkça tahmin
hatasının varyansı da artmaktadır. Her bir şok nedeniyle değişen n dönem sonraki tahmin
217
hatasının varyansını ayrıştırmak mümkündür. Buna göre,  yt ve  zt ’de meydana gelen
şoklar nedeniyle her bir tahmini hata varyansı şu şekilde ifade edilir;
 y2 11 (0)2  11 (1)2  ...  11 (n  1)2 
(28)
 z2 12 (0)2  12 (1)2  ...  12 (n  1)2 
(29)
 y ( n) 2
 y ( n) 2
Tahmini hata varyansı ayrıştırması, bir değişkenin kendisinden kaynaklı şoklar
karşısında diğer değişkenin şokları ile olan oransal hareketlerini göstermektedir. Dolayısıyla
varyans ayrıştırması yoluyla, şok süresince FSBE’nin varyansında meydana gelen
değişmeye, her bir finansal düzenleme değişkeninin katkısını ölçmek mümkündür.
Çalışmada, finansal sistem bileşik endeksi ile finansal düzenlemeler arasındaki ilişkiyi
test etmek amacıyla vektör hata düzeltme modeli oluşturulduğundan, etki-tepki
fonksiyonları ve varyans ayrıştırması analizleri için de aynı modelden yararlanılmaktadır.
Çalışmanın amacına uygun olarak, düzenleme değişkenlerinde ilgili dönemde meydana
gelen bir standart sapma şok karşısında FSBE’nin verdiği tepki ve FSBE’deki % değişimin
kaynağı her bir düzenleme değişkeni için yorumlanmaktadır.
5.2.2. Veri setinin tanımlanması: Finansal düzenleme değişkenleri
Küresel finansal standartlara ilişkin unsurların çeşitli ve farklı boyutları olsa da,
temelde, aracı finansal kurumların risk alma davranışlarının önlenmesine ve krizlerin sık
tekrarlanma olasılığını ve maliyetini, küresel sistemde domino etkisi yaratmadan
engellemeye yönelik olduğu görülmektedir. Bu nedenle söz konusu standartlar finansal
sistemin gelişme düzeyi, sağlamlığı ve kırılganlığı ile yakından ilişkilidir. Bu doğrultuda
çalışmada, ağırlıklı olarak Basel ilkeleri çerçevesinde yürütülen küresel finansal mimariye
ilişkin finansal düzenleme araçlarının Türkiye Finansal Sistemi’ne olan etkileri, FSBE
yardımıyla 1990-2001 ve 2002-2013 dönem ayrıştırması yapılarak aylık verilerle tahmin
edilmektedir. Çalışmaya konu olan 1990-2013 döneminin iki döneme ayrıştırılmasındaki
amaç, Türkiye’de Basel Kriterleri’ne uyum sürecinin Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin
ardından yasal ve kurumsal çerçevede yürütülmeye başlanmasından kaynaklanmaktadır.
218
Dolayısıyla, finansal düzenleme araçlarının etkilerinin görülebilmesi ancak, finansal sisteme
yönelik gerçekleştirilen düzenlemelerin zayıf ve güçlü olduğu dönemlerin ayrıştırılmasıyla
değerlendirilebilmektedir.
FSBE’ye etkileri bakımından çalışmada ele alınacak düzenleme değişkenleri,
Türkiye’de küresel standartlarla uyumlaştırılan sermaye ve likidite rasyolarından, menkul
kıymetlerden, bankacılık rezervlerinden ve karşılık politikalarından oluşmaktadır.
Çizelge 5.7. Analizde Kullanılan Değişkenler
Değişkenler
Açıklama
Simge
Kaynak
Özkaynak/Toplam Aktif
Özkaynak, Basel-I sermaye bileşenlerinden ana
sermayeyi oluşturan ödenmiş sermaye, dönem
kârı, geçmiş yıl kârları ve kâr yedeklerinden
oluşmaktadır.
ÖTA
BDDK
TCMB (EVDS)
Likit Aktif/Toplam Aktif
Likit aktifler, birinci derece likit aktifleri oluşturan
nakit değerler, merkez bankası, bankalar ve para
piyasasından alacaklar ile ters repo işlemlerinden
alacakları kapsamaktadır.
LATA
TBB
TCMB (EVDS)
Menkul
Aktif
Menkul Kıymetler, tüm bankacılık sektöründe
elde tutulan tahviller, bonolar, hisse senetleri,
varlığa dayalı menkul kıymetler ve kıymetli
madenler toplamından oluşmaktadır.
MKTA
TCMB (EVDS)
Rezervler/Mevduat
Bankacılık rezervleri ve banka mevduatlarından
oluşmaktadır.
RZM
TCMB (EVDS)
TBB
Toplam
Karşılıklar/Özkaynaklar
Toplam karşılıklar, genel ve özel karşılık
kalemlerinden oluşmaktadır.
TKÖ
TCMB (EVDS)
Zorunlu
Aktif
Zorunlu karşılıklar, tüm bankacılık sektörünün
toplulaştırılmış bilançosunda yer alan zorunlu
karşılık kaleminden oluşmaktadır.
ZKTA
TCMB (EVDS)
Kıymetler/Toplam
Karşılıklar/Toplam
Analizde kullanılan veri seti, krizden korunma ve krize çözüm arayışları çerçevesinde
uluslararası kuruluşların vurgu yaptığı finansal düzenleme araçlarından oluşmaktadır. Ancak
bu araçların finansal sisteme olan etkilerinin değerlendirilebilmesi için, teoriye uygun olarak
en temel düzenleme araçlarının ve sayısallaştırmaya uygun değişkenlerin seçilmesine önem
verilmiştir.
İlk düzenleme değişkeni olan Özkaynak/Toplam Aktif oranı, Basel Komitesi’nin 1997
Asya Krizi’nden sonra olduğu gibi, 2008 Küresel Krizi’nden sonra da üzerinde en fazla
durduğu düzenleme aracı olan banka sermayesini ölçmektedir. Basel-I’de Birinci Kuşak
Sermaye olarak adlandırılan ve banka sermayesinin en nitelikli bileşeni biçiminde
219
tanımlanan ana sermaye, banka bilançosunun pasifinde yer almakta ve özkaynaklardan
oluşmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’de ilk olarak 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’nda
sermaye yeterliliğinin ölçülmesine ilişkin esaslar getirilmiştir. 5411 Sayılı Kanun’da ise
bankaların maruz kaldıkları riskler nedeniyle oluşabilecek zararlara karşı yeterli özkaynak
bulundurmaları, sermaye yeterliliği olarak tanımlanmıştır. Getirilen son düzenleme, BaselIII standartlarına tam uyumun sağlanması yönünde 2009 yılında özkaynaklara ilişkin
çıkarılan yönetmeliktir. Bu doğrultuda, banka bilançosunda yer alan ve bankaların toplam
varlıkları içinde özkaynakların payını ölçen Özkaynak/Toplam Aktif oranı, sermaye
yeterliliğine ilişkin düzenleme aracı olarak analize dahil edilmiştir.
Finansal kriz dönemlerinde bankaların likidite yetersizliği nedeniyle kırılgan
olmalarının
ya
da
sistemden
ayrılmalarının
önüne
geçilebilmesi,
varlıklarının
yükümlülüklerini karşılayabilecek yeterli likidite düzeyini sağlamalarına ve sürdürmelerine
bağlıdır. Bu nedenle, uluslararası Zirveler’de ve Basel-III’de bankaların likidite yapısının
güçlendirilmesine yönelik ele alınan bir diğer düzenleme aracı asgari likidite yükümlülükleri
olmuştur. Küresel krizin likidite risk yönetiminin önemini ortaya koymasıyla, 2008 yılında
Basel Komitesi, bankaların yeterli düzeyde likit aktiflere sahip olmasını sağlayacak bir
bileşen olarak Likidite Karşılama Rasyosu getirmiştir. 2006 yılına kadar Türkiye’de likidite
riskine karşı herhangi bir düzenlemeye gidilmemiş olsa da, söz konusu tarihten itibaren
geçerli olacak usul ve esasların belirlendiği yönetmelik yayımlanmıştır. Bu nedenle, banka
bilançosunda yer alan ve likidite yeterliliği ölçüsü olarak kullanılan Likit Aktif/Toplam Aktif
oranı ikinci düzenleme aracı olarak alınmıştır.
Üçüncü düzenleme aracı olarak ele alınan menkul kıymetler, spekülatif hareketlerle
beslenen türev finansal varlıklar olarak, 1997 Asya Krizi’nde olduğu gibi 2008 Küresel
Krizi’nde de finansal aracıların aşırı risk alma davranışları neticesinde ikincil sermaye
piyasalarının aşırı genişlemesine neden olmuştur. Bu doğrultuda, gölge bankacılık sistemine
ilişkin düzenleme girişimlerine konu olan menkul kıymetler, FSB, IOSCO ve BCBS gibi
uluslararası kuruluşlarca Basel-II ve Basel 2,5’da Yapısal Blok-I kapsamında ele alınmış ve
menkul kıymetlere ilişkin ek sermaye gerekliliğine vurgu yapılmıştır. Türkiye’de SPK’nın
türev ürünlere yönelik portföy yönetimi ve yatırım fonları üzerindeki gözetimin
genişletilmesine ilişkin yayımladığı tebliğ, düzenleme araçları arasında menkul kıymetler
kaleminin de yer aldığını göstermektedir. Bu alanda henüz yeterli düzenlemelere geçiş
olmasa da, Türkiye bankacılık sektöründe ilk defa 2012 yılı sonunda %20’nin altına düşen
220
menkul kıymetlerin toplam aktifler içindeki payı (Menkul Kıymetler/Toplam Aktif), 2014
yılı ilk çeyreğinde %16,5 düzeyine gerilemiştir (BDDK, 2014). Sözü edilen düzenleme
unsurları çerçevesinde, banka bilanço kalemlerinden biri olan ve sistemin kırılganlık
düzeyini yakından ilgilendiren menkul kıymetlerin bankacılık aktifleri içindeki payı, üçüncü
düzenleme aracını oluşturmaktadır.
Ekonomik konjonktürün istikrarlı dönemlerinde makro ihtiyati politika tedbirleri
olarak sermaye ve likidite yapısının güçlü olması kadar, bankacılık rezervlerinin de
artırılması finansal kriz dönemleri için koruyucu önlem olarak görülmektedir. Piyasa faiz
oranlarının düşük olduğu dönemlerde bankaların yükselen serbest rezervleri, ekonomik
konjonktürün zayıf olduğu dönemlerde finansal sistemde meydana gelen mevduat çıkışları
nedeniyle uğranılacak zarar karşısında sigorta görevi görmektedir. Bu nedenle banka
bilançolarının aktifinde yer alan ve serbest ve zorunlu rezervler toplamından oluşan
bankacılık rezervleri, BCBS’nin Etkin Bankacılık İlkeleri çerçevesinde gözetime tabi
tutulmuştur. Bankacılık rezervlerinin mevduatları karşılama düzeyi (Rezervler/Mevduat),
aynı zamanda finansal sistemde kırılganlık göstergesi olarak da değerlendirildiğinden
finansal düzenleme araçlarına dahil edilmiştir. Aynı şekilde toplam karşılıklar, Basel
Komitesi tarafından bankacılık etkin gözetim ve denetim işlevinin temel amaçları arasında
görülmüş ve her ülkenin finansal istikrarının sağlanmasında kritik rol oynayan düzenleme
aracı olarak ele alınmıştır. Türkiye’de 2001 yılında karşılıklara ilişkin çıkarılan
yönetmelikle, kredi riskine odaklanılmış ve kredi riskinin de dahil olduğu piyasa riskine
karşı bankaların aktif yapısının güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Banka bilançosu açısından
kârlılık düzeyini olumsuz yönde etkileyen bir kalem olsa da, Türkiye bankacılık sektörünün
zayıf ve kırılgan olduğu 1990’lı yılların başında %4 ile %7 arasında olan Toplam
Karşılık/Özkaynak oranı, 2002 yılından sonra %20 düzeylerine yükselmiştir. 2008 Küresel
Krizi’nin ardından toplanan G20 Zirveleri’nde de ele alınan unsurlardan biri olması ve banka
bilançoları açısından önemli bir gösterge olarak görülmesi nedeniyle toplam karşılıkların
özkaynaklar içindeki payı, çalışmada analize dahil edilmiştir.
Zorunlu karşılıklar ise, merkez bankası tarafından piyasadaki likidite düzeyini
düzenlemeye yönelik kullanılan bir para politikası aracıdır. Merkez bankasının 2012 yılı
sonunda açıkladığı Para Politikası Raporu’nda, Basel-III Kriterleri’nde yer alan kaldıraca
dayalı zorunlu karşılık uygulamasına kademeli olarak geçileceği hususunda henüz bir adım
atılmamış olsa da, zorunlu karşılıklar kalemine ilişkin yükümlülükler 5411 sayılı Bankacılık
221
Kanunu’nda açıkça belirtilmiştir. Bununla birlikte ayrılan zorunlu karşılıkların banka
bilançolarının yapısını etkilediği ve söz konusu yükümlülüğe uyma zorunluluğunun olduğu
bilinmektedir. Bu çerçevede, ekonomik konjonktüre göre vadeli ve vadesiz mevduatlara
uygulanan zorunlu karşılık oranları farklılık gösterdiğinden, çalışmada merkez bankasının
belirlediği zorunlu karşılık oranı yerine, düzenleme aracı olarak bankaların bilançolarında
yer alan toplam zorunlu karşılık tutarı ve bunun bankacılık aktifleri içindeki payı (Zorunlu
Karşılıklar/Toplam Aktif) kullanılmıştır.
Analizde kullanılan düzenleme değişkenlerinin 1990-2013 dönemine ait zaman seyri
Şekil 5.5’te gösterilmektedir. Mevsimsellik içeren Özkaynak/Toplam Aktif, Likit
Aktif/Toplam Aktif ve Zorunlu Karşılıklar/Toplam Aktif serileri, mevsimsel etkilerinden
arındırılmıştır. Ancak şekilde de görüldüğü üzere 1994 Krizi, Kasım 2000 ve Şubat 2001
krizlerinin etkilerinin belirgin olduğu gözlemlendiğinden, analizde kullanılan modelde her
üç kriz dönemi için dummy (kukla) değişken kullanılmıştır. Kukla değişkenler, 1994 Krizi
için 1994 yılı 1. aydan 1995 yılı 1. aya kadar, Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri için ise
2000 yılı 11. aydan 2001 yılı 12. aya kadar olan dönem için kullanılmıştır. Bunun yanında,
dış kaynaklı olsa da küresel krize ilişkin 2008 yılı 9. ay ve 2010 yılı 3. ay arası aylar için
kukla değişken analize dahil edilmiştir.
222
Özkaynak/Toplam Aktif
Likit Aktif/Toplam Aktif
16
25
14
20
12
10
15
8
6
10
4
2
5
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
10
12
90
92
94
96
Menkul Kıym etler/Toplam Aktif
98
00
02
04
06
08
10
12
08
10
12
10
12
Rezervler/Mevduat
50
120
40
100
30
80
20
60
10
40
0
20
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
10
12
90
92
Toplam Karş ılıklar/Özkaynaklar
94
96
98
00
02
04
06
Zorunlu Karş ılıklar/Toplam Aktif
70
10
60
8
50
40
6
30
4
20
2
10
0
0
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
10
12
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
Şekil 5.5. Değişkenlerin Zaman Seyri
5.2.3. Tahmin sonuçları: 1990-2001
Çalışmanın bu kısmında, 1990-2001 dönemi için finansal sistem bileşik endeksi ile
küresel finansal mimari standartlarına yönelik uygulamaya geçirilen düzenleme değişkenleri
arasındaki ilişki incelenmektedir. Söz konusu dönem, küresel düzenlemelerin henüz
uygulanmadığı dönemi kapsamaktadır. Ancak, düzenlemelerin büyük ölçüde uygulamaya
geçirildiği 2002-2013 dönemi ile karşılaştırma yapılabilmesi açısından, 1990-2001
dönemine ilişkin analiz gerekli görülmektedir.
5.2.3.1. Johansen eşbütünleşme, vektör hata düzeltme mekanizması ve geliştirilmiş
Granger nedensellik analizlerinin sonuçları
Analizde bağımlı değişken olarak kullanılan ve finansal sistemin gelişme düzeyini,
kırılganlığını ve sağlamlığını gösteren FSBE ile bu endeksi etkilediği düşünülen değişkenler
223
arasındaki ilişkinin araştırılabilmesi için öncelikle tüm serilerin durağanlıklarına bakılmıştır.
Bunun için ilgili zaman serilerinin ADF ve PP birim kök testleri yapılmıştır.
Çizelge 5.8 Birim Kök Testleri (1990-2001)
ADF BİRİM KÖK TESTİ
Değişkenler
Düzey
Olasılık
Birinci Fark
Olasılık
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
-1,689
-0,444
-1,451
-0,458
-1,957
-1,586
-2,930
0,434
0,520
0,555
0,984
0,305
0,105
0,156
-6,200*
-9,612*
-14,238*
-10,423*
-16,345*
-16,900*
-13,553*
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
PP BİRİM KÖK TESTİ
Değişkenler
Düzey
Olasılık
Birinci Fark
Olasılık
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
-2,028
0,014
-1,451
0,937
-2,021
-1,782***
-2,969
0,274
0,685
0,555
0,995
0,277
0,071
0,144
-14,259*
-16,838*
-14,226*
-10,188*
-16,876*
-30,208*
-13,447*
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
Açıklama: Birim kök testinde kullanılan gecikme uzunluğu Schwarz Bilgi Kriteri’ne göre otomatik olarak
belirlenmiştir. *%1 Mc Kinnon kritik değerinde anlamlıdır. ***%10 Mc Kinnon kritik değerinde anlamlıdır.
Çizelge 5.8’de gösterilen ADF ve PP birim kök testleri sonuçlarına göre, her bir zaman
serisinin düzeyde durağan olmadıkları, fakat birinci dereceden farkları alındığında
durağanlıklarının sağlandığı görülmektedir. Her bir zaman serisinin aynı dereceden I(1)
durağan olması, serilerin bütünleşik olduğunu göstermektedir. Bu durumda bütünleşik olan
serilerin aralarındaki uzun dönem denge ilişkisinin, yani eşbütünleşme ilişkisinin varlığı
Johansen eşbütünleşme yöntemi ile araştırılabilmektedir.
Johansen eşbütünleşme yöntemi, VAR analizinde seçilen gecikme uzunluğuna
oldukça duyarlı olduğundan, öncelikle modele eklenecek gecikme uzunluklarının
belirlenmesi gerekmektedir. Birinci farkları alınmış bütünleşik serilerden oluşan modelde
kullanılacak gecikme uzunluğunun belirlenmesi için LR test istatistiğine, FPE son öngörü
hatasına, AIC akaike bilgi kriterine, SC Schwarz bilgi kriterine ve HQ Hannan Quinn
kriterine başvurulmuştur. Gecikme uzunlukları LR, FPE ve AIC kriterlerine göre 3, SC ve
HQ’ye göre ise 1 olarak tahmin edilmiştir. Optimum gecikme uzunluğuna karar kılmak için
LM otokorelasyon testine bakılmış ve uygun gecikme sayısı 3 olarak belirlenmiştir (EK-2).
224
Belirlenen optimal gecikme uzunluğu çerçevesinde trace ve maksimum özdeğer
(maximum eigenvalue) istatistiklerine göre yapılan Johansen eşbütünleşme testi sonuçları
Çizelge 5.9’da yer almaktadır.
Çizelge 5.9Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (1990-2001)
H0
Hipotezi
Trace
İstatistiği
0,05
Kritik Değer
Olasılık
Max.
Özdeğer
İstatistiği
0,05
Kritik Değer
Olasılık
r=0
175,81*
125,61
0,00
48,98**
46,23
0,02
r≤1
126,82*
95,75
0,00
48,39*
40,07
0,00
r≤2
78,43*
69,81
0,00
35,16**
33,87
0,03
r≤3
43,26
47,85
0,12
24,91
27,58
0,10
r≤4
18,35
29,79
0,54
13,09
21,13
0,44
r≤5
5,26
15,49
0,78
3,97
14,26
0,86
r≤6
1,28
3,84
0,25
1,28
3,84
0,25
*H0 hipotezi %1 düzeyinde reddedilmektedir. **H0 hipotezi %5 düzeyinde reddedilmektedir.
Trace istatistiğine göre %1 anlamlılık düzeyinde 3 tane, maksimum özdeğer
istatistiğine göre ise %1 anlamlılık düzeyinde 1 tane, %5 anlamlılık düzeyinde 2 tane olmak
üzere toplam 3 tane eşbütünleşme vektörü olduğu görülmektedir. Buna göre, FSBE ile diğer
değişkenler arasında eşbütünleşmenin olmadığını sınayan H0: r=0, H0: r=1 ve H0: r=2
hipotezleri reddedilmektedir. Bu çerçevede, analizde kullanılan tüm değişkenler arasında
uzun dönem denge ilişkisi bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Normalize edilmiş 3 adet
eşbütünleşme vektörüne ilişkin sonuçlar EK-2’de verilmektedir.
Bağımlı değişken olan FSBE’nin katsayısına göre normalize edilmiş eşbütünleşme
vektörü ise şu şekildedir:
Çizelge 5. 10. Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörü (1990-2001)
katsayı
std. Hata
t-istatistik
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
1,000
-2,362*
-0,190
0,020
-0,280*
-0,507*
-0,766
(0,438)
[-5,390]
(0,145)
[-1,311]
(0,124)
[0,161]
(0,071)
[-3,905]
(0,090)
[-5,624]
(0,558)
[-1,371]
*parametreleri istatistiki olarak anlamlı katsayıları göstermektedir.
225
Çizelge 5.10’a göre değişkenler arasındaki ilişkiyi yansıtan denklem aşağıdaki gibi
ifade edilmektedir:
FSBE  2,362ÖTA  0,190LATA  0, 020MKTA  0, 280 RZM  0,507TKÖ  0, 767 ZKTA
Değişkenlerin önünde yer alan parametrelerin işaretleri uzun dönem esneklikleri
göstermektedir. Buna göre, 1990-2001 dönemi için FSBE’nin sermaye (ÖTA) ve likidite
(LATA) değişkenlerine, bankacılık rezervlerine (RZM), toplam karşılıklara (TKÖ) ve
zorunlu karşılıklara (ZKTA) olan uzun dönem esneklikleri pozitif, menkul kıymetlere
(MKTA) ilişkin uzun dönem esnekliği ise negatif çıkmıştır. Çizelge 5.10’da gösterildiği
üzere, ÖTA, RZM ve TKÖ değişkenlerinin parametreleri istatistiksel olarak anlamlı
bulunduğundan,1990-2001 döneminde söz konusu değişkenlerdeki artışın FSBE’nin
yükselmesine, diğer bir ifadeyle finansal sistemin gelişmesine ve sağlamlığının artmasına,
kırılganlığının ise azalmasına yol açtığı bulgusu elde edilmiştir.
FSBE ile diğer değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkinin varlığı belirlendikten
sonra, kısa dönem dinamiklerin incelenebilmesi için hata düzeltme mekanizmasının çalışıp
çalışmadığına bakılmaktadır. Bu amaçla kullanılan vektör hata düzeltme mekanizması, kısa
dönem dengesizlikleri ortadan kaldıran, diğer bir ifadeyle dengeden uzaklaşan değişkenleri
uzun dönem denge değerine yaklaştıran bir eşbütünleşme vektörünün varlığını
araştırmaktadır.
Hata düzeltme mekanizmasına ilişkin sonuçlar Çizelge 5.11’de gösterilmektedir.
Çizelge 5. 11. Vektör Hata Düzeltme Modeli Tahmin Sonuçları (1990-2001)
Değişken
Katsayı
t-değeri
Sabit
ECTt-1
0,029
-0,035
0,965
-2,135
ΔFSBE(-1)
ΔÖTA(-1)
ΔLATA(-1)
ΔMKTA(-1)
ΔRZM(-1)
ΔTKÖ(-1)
ΔZKTA(-1)
-0,193
0,066
-0,036
-0,028
-7,25E
0,001
-0,110
-1,750
0,909
-0,925
-0,971
-0,005
0,105
-0,756
R2=0,387
F istatistik=3,036
DW istatistiği=1,962
226
Çizelge 5.11’de görüldüğü üzere VECM modelinde, değişkenlerin farkları ve
eşbütünleşme denkleminin hata teriminin bir dönem gecikmeli değeri (ECTt-1) modele dahil
edilerek tahmin yapılmaktadır. Değişkenler arasında uzun dönem denge ilişkisi varken
modelin tahmin sonucu şu şekilde ifade edilmektedir:
FSBE  0, 029  0,193FSBEt 1  0, 066ÖTAt 1  0, 036LATAt 1  0, 028MKTAt 1
7, 250RZM t 1  0, 001TKÖt 1  0,110ZKTAt 1  0, 035ECTt 1
Tahmin sonucunda uyarlama hızı parametresi olan hata düzeltme teriminin
gecikmesinin (ECTt-1) beklendiği gibi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkması, hata
düzeltme mekanizmasının çalıştığını ve FSBE’de meydana gelen kısa dönem sapmaların
uzun dönem denge değerine yaklaşacağını göstermektedir. ECTt-1 nin katsayısına göre
endeksin gerçek gözlem değerleri ile uzun dönem (ya da denge değeri) arasındaki fark her
dönem %3,5 azalmaktadır. Dolayısıyla sistemdeki dengesizliğe neden olan sapmalar
1/0,035= 28,5 ay sonra dengeye gelmektedir.85
Standart Granger nedensellik testi yapılabilmesi için serilerin düzeyde durağan
olmaları, yani serilerin eşbütünleşik olmamaları gerekmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada
seriler eşbütünleşik olduğundan Hata Düzeltme Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger
nedensellik testi uygulanmıştır. Kısa ve uzun dönem ayarlanma sürecini gösteren hata
düzeltme mekanizması, kısa dönem nedensellik ilişkisinin geçerliliğini sınamaktadır. Eğer
D(ÖTA(-1)), D(LATA(-1)), D(MKTA(-1)), D(RZM(-1)), D(TKÖ(-1)) ve D(ZKTA(-1))
değişkenlerinin aynı anda sıfıra eşit olma temel hipotezi reddediliyorsa, kısa dönemde ÖTA,
LATA, MKTA, RZM, TKÖ ve ZKTA değişkenlerinden FSBE’ye doğru kısa dönemde
nedensellik ilişkisinin varlığı kabul edilmektedir.
Çizelge 5. 12 VECM Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Test Sonuçları
(1990-2001)
Bağımlı
Değişken
Bağımsız Değişkenler
ΔÖTA(-1)
ΔFSBE
X
2
(0,011)**
12,18
ΔLATA(-1)
(0,263)
5,24
ΔMKTA(-1)
(0,085)***
8,17
ΔRZM(-1)
ΔTKÖ(-1)
(0,224)
5,67
(0,115)
7,41
ΔZKTA(-1)
(0,000)*
22,3
Not: parantez içindeki değerler, (p) olasılık değerlerini göstermektedir.
85
Aylık serilerle çalışıldığı için dengeden sapmalara ilişkin yorumlar, aylık ölçekler üzerinden yapılmaktadır.
227
* %1 anlamlılık, **%5 anlamlılık, ***%10 anlamlılık düzeyini göstermektedir.
Çizelgeden görüldüğü üzere ÖTA, MKTA ve ZKTA değişkenleri sırasıyla %5, %10
ve %1 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Buna göre özkaynakların, toplam aktiflerin
ve zorunlu karşılıkların toplam aktifler içindeki payının büyüklüğü FSBE’yi kısa dönemde
etkilemektedir. Diğer bir ifade ile söz konusu değişkenler, FSBE’nin Granger nedeni olup,
finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını kısa dönemde
etkilemektedir.
5.2.3.2. Vektör hata düzeltme modeline dayalı etki-tepki analizi ve varyans
ayrıştırması sonuçları
Önceki kısımda,finansal düzenleme değişkenlerinin finansal sistemi etkileyip
etkilemediği, uzun ve kısa dönemli ilişkilerin varlığını sınayan analizlerle ortaya
konulmuştur. Bu kısımda, küresel finansal düzenlemeye konu olan ve kısa ve uzun dönemde
finansal sistemi etkileyen söz konusu değişkenlerin birer düzenleme aracı olarak
kullanılabilirliği etki tepki fonksiyonları ile, etki derecesi ise varyans ayrıştırması ile tahmin
edilmektedir. Etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması, değişkenler arasındaki
dinamik ilişkileri ortaya koymak için geliştirilmiştir.
Etki-tepki fonksiyonları, bir değişkenin modelde yer alan diğer bir değişkende
meydana gelen bir standart sapmalık şoka nasıl tepki verdiğini ortaya koymaktadır. Bu
çerçevede, 1990-2001 döneminde küresel finansal düzenleme değişkenlerine verilen bir
standart sapmalık şokun FSBE’ye etkisini gösteren ve VECM’e dayalı analiz ile tahmin
edilen etki-tepki fonksiyonları Şekil 5.6’da gösterilmektedir.86
Etki-tepki fonksiyonları, değişkenlerin modeldeki sıralamalarına karşı duyarlıdır. Yani, değişkenlerin
sıralaması (ordering) değiştikçe, etki-tepki fonksiyonları da değişmektedir. Bunun için değişkenlerin, iktisadi
ön bilgiye dayalı olarak ya da dışsaldan içsele doğru sıralanması önerilmektedir. Koop vd. (1996) ise söz
konusu sorunun giderilebilmesi için “genelleştirilmiş etki-tepki” fonksiyonlarını geliştirerek, modelin varyans
kovaryans matrisinden elde edilen standart hatalar ile katsayı matrisinin çarpılmasını önermişlerdir. Söz konusu
yöntemde etki ve tepkilerin sıralamaya duyarlı olmaması nedeniyle, bu çalışmada Eviews 8.0 paket programı
ile “generalized impulses” yöntemi uygulanmıştır.
86
228
FSBE' NİN LATA' YA TEPKİSİ
FSBE' NİN ÖTA' YA TEPKİSİ
FSBE' NİN MKTA' YA TEPKİSİ
.5
.5
.5
.4
.4
.4
.3
.3
.3
.2
.2
.2
.1
.1
.1
.0
.0
.0
-.1
-.1
-.1
-.2
-.2
5
10
15
20
25
5
30
FSBE'NİN RZM' YE TEPKİSİ
-.2
10
15
20
25
30
FSBE' NİN TKÖ' YE TEPKİSİ
.5
.4
.1
.0
-.1
.0
-.1
-.2
10
15
20
25
30
30
.2
.1
.0
25
.3
.2
.1
20
.4
.3
.2
15
.5
.4
.3
10
FSBE' NİN ZKTA' YA TEPKİSİ
.5
5
5
-.1
-.2
5
10
15
20
25
30
-.2
5
10
15
20
25
30
Şekil 5.6. Modeldeki Değişkenlere Verilen Şoklara Finansal Sistem Bileşik Endeksinin
Tepkisi (1990-2001)
Açıklama: Grafiklerde dikey eksen, ilgili düzenleme değişkenine verilen bir standart sapmalık şoka, FSBE’nin
verdiği tepkinin yönünü ve büyüklüğünü yansıtmaktadır. Yatay eksen ise, şokun meydana gelmesinden sonra
geçen 30 aylık süreyi göstermektedir.
FSBE, Özkaynak/Toplam Aktif (ÖTA) oranındaki bir standart sapmalık şoka ilk sekiz
aypozitif yönde tepki vermektedir. Ancaksekizinci aydan itibaren özkaynaklarda meydana
gelen şokun FSBE üzerindeki etkisi kaybolmaktadır. Buna göre, sermayeye ilişkin bir
standart sapmalık şok karşısında finansal sistemde gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyi
pozitif yönde etkilense de, bu etki sermaye düzenlemelerinin henüz çok zayıf olduğu 19902001 döneminde düşük düzeylerde kalmaktadır. FSBE’nin likidite oranındaki (LATA) bir
standart sapmalık şoka ilk on ay artarak negatif yönde tepki verdiği görülmektedir. Bu bulgu,
likidite düzeyindeki bir standart sapmalık şokun 1990-2001 döneminde finansal sistemi
olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Menkul kıymetlerin toplam aktif içindeki
payında (MKTA) meydana gelen bir standart sapmalık şok ise, FSBE’yi ilk beş ay pozitif
fakat azalış yönünde etkilerken, beşinci aydan onuncu aya kadar pozitif ve artış yönünde
etkilemektedir. Bir standart sapmalık şok karşısında menkul kıymetlerin finansal sisteme
olan pozitif etkisi onuncu aydan sonra kaybolmaktadır.
Endeksin, bankacılık rezervlerinde (RZM) meydana gelen bir standart sapmalık şoka
tepkisi ilk üç ay negatif yönde iken, takip eden aylarda pozitif yönde olmaktadır. Şokun
FSBE üzerindeki etkisi on beşinci aydan itibaren ortadan kalkmaktadır. Toplam karşılıklarda
(TKÖ) meydana gelen bir standart sapmalık şok ise, endeksi sekiz ay süre ile negatif yönde
229
etkilemektedir. Sekizinci aydan sonra endeks, toplam karşılıklardaki şoka tepki
vermemektedir. Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif (ZKTA) oranında meydana gelen bir
standart sapmalık şok, FSBE’yi ilk üç ay negatif yönde etkilemektedir. Üçüncü ayın
sonundan itibaren endeks değerini artıran şokun pozitif yönlü etkisi, yedinci aydan sonra
ortadan kalkmaktadır. Buna göre zorunlu karşılıklarda meydana gelen çok küçük değişimler,
finansal sistemin gelişimini, sağlamlığını ve kırılganlığını çok kısa bir süre için olumsuz
yönde etkilese de, sistemin zorunlu karşılıklara yönelik duyarlılığı 1990-2001 döneminde
pozitif yöndedir.
Genel itibariyle değerlendirildiğinde, 1990-2001 döneminde finansal düzenleme
değişkenlerindeki bir standart sapmalık şoka FSBE, ilk aylarda çok düşük düzeylerde tepki
vermektedir. İlerleyen aylarda ise şokların FSBE üzerindeki etkisi kaybolmaktadır.
Etki-tepki fonksiyonlarından elde edilen sonuçlar, finansal sistemin gelişme düzeyini,
sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan FSBE’nin, finansal düzenleme değişkenlerindeki kısa
dönemli sapmaların etkisine karşı duyarlı olduğunu göstermektedir. Kısa dönemli sapmalar
gösteren endeks, uzun dönemde denge değerine çok yavaş bir hızda hareket etmektedir. Bu
bulgular, önceki kısımda hata düzeltme mekanizmasının çalıştığını ve kısa dönemli
sapmaların oldukça yavaş bir hızda (ECT=0,035t-1) hareket ederek FSBE’nin denge değerine
yaklaşacağını gösteren vektör hata düzeltme mekanizmasının sonuçları ile uyuşmaktadır.
Finansal sistemin gelişimini, sağlamlığını ve kırılganlığını en çok hangi finansal
düzenleme değişkeninin ya da değişkenlerinin etkilediği, varyans ayrıştırması yoluyla
incelenmektedir. Varyans ayrıştırması, değişkenlerde meydana gelen değişimlerin kaynağını
ortaya koymakta ve değişimin kendisinden ve diğer değişkenlerden kaynaklanan yüzdesini
açıklamaktadır. Bu çerçevede Çizelge 5.13, finansal düzenlemeye konu olan değişkenlerin
FSBE’de meydana gelen dalgalanmaların ne kadarını açıkladığını göstermektedir.
Çizelge 5.133. Değişkenlerin Varyans Ayrıştırması Sonuçları, % (1990-2001)
Dönem
1
2
3
4
5
6
7
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
100.00
95.40
91.05
85.79
83.50
80.31
77.11
0.00
0.61
0.34
1.00
0.83
1.16
1.03
0.00
0.59
1.03
1.99
2.05
2.55
2.91
0.00
0.16
1.58
2.53
2.42
2.46
2.60
0.00
0.45
0.59
1.79
2.08
3.34
4.26
0.00
2.61
3.03
3.16
4.40
4.86
5.90
0.00
0.15
2.35
3.71
4.68
5.29
6.15
230
8
9
10
11
12
15
20
25
30
75.35
73.35
72.16
70.75
69.72
67.25
64.66
63.16
62.20
0.92
0.86
0.76
0.72
0.65
0.53
0.41
0.34
0.29
3.24
3.58
3.77
4.03
4.19
4.62
5.06
5.31
5.46
2.44
2.38
2.23
2.14
2.04
1.81
1.56
1.40
1.30
5.22
6.11
6.81
7.59
8.17
9.71
11.39
12.41
13.08
6.36
6.93
7.24
7.56
7.81
8.27
8.74
8.99
9.15
6.43
6.75
6.98
7.19
7.38
7.77
8.15
8.36
8.48
FSBE’nin varyans ayrıştırmalarından görüldüğü üzere, FSBE’nin öngörü hatasında
meydana gelen değişimin %100’ü ilk ayda kendi iç dinamikleri tarafından açıklanırken, 12
aylık bir süre sonrasında endeksteki değişimlerin%8,1’i RZM, %7,8’i TKÖ ve %7,4’ü
ZKTA değişkenleri tarafından açıklanmaktadır. 12 aylık süre sonunda FSBE’yi açıklama
oranı en düşük olan değişken Birinci Kuşak Sermaye oranı (ÖTA)’dır. 30 aylık gecikme
sonrasında ise endeksin öngörü hatasında meydana gelen değişimin kendi iç dinamikleri
tarafından açıklanan oranı %62’ye gerilerken, %13,3’ünün RZM, %9,1’inin TKÖ,
%8,4’ünün ZKTA, %5,4’ünün LATA, geriye kalanının ise düşük düzeylerde ÖTA ve
MKTA değişkenleri tarafından açıklandığı görülmektedir. Buna göre söz konusu dönemde
finansal sistemdeki gelişmeler kendisinden kaynaklı etkilerden başka, büyük ölçüde
bankacılık rezervleri, toplam karşılıklar ve zorunlu karşılıklar tarafından açıklanmaktadır.
Sonuç olarak varyans ayrıştırması bulgularından, 1990-2001 döneminde finansal
sistemdeki gelişmeleri açıklama gücü bakımından RZM değişkeninin en yüksek yüzde
değere sahip olduğu sonucuna varılmaktadır. Diğer bir ifade ile, RZM değişkeninin finansal
sistemde meydana gelen değişmelerde, uzun dönemde diğer değişkenlere göre en etkili
değişken olduğu yönünde bir bulgu elde edilmektedir. Buna göre 1990-2001 dönemi için,
finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyinde meydana gelen değişimlerde bankaların
rezervlerine ve karşılık ayırma politikalarına ilişkin RZM, TKÖ ve ZKTA değişkenlerinin
diğer düzenleme değişkenlerine göre daha önemli değişkenler olduğu dikkat çekmektedir.
LATA değişkeni ise finansal sistemdeki değişimleri açıklamak açısından söz konusu
değişkenleri takip etmektedir. Elde edilen bulgular, 1990-2001 döneminde finansal
sistemdeki değişimleri en düşük düzeyde açıklayan değişkenlerin ÖTA ve MKTA
değişkenleri olduğunu göstermektedir.
231
5.2.4. Tahmin sonuçları: 2002-2013
Türkiye’de küresel finansal mimariye uyum sürecinin ağırlık kazandığı 2002-2013
dönemine ait, FSBE ile finansal düzenleme değişkenleri arasındaki ilişkiyi test eden tahmin
sonuçları aşağıda yer almaktadır.
5.2.4.1. Johansen eşbütünleşme, vektör hata düzeltme mekanizması ve Granger
nedensellik analizlerinin sonuçları
Bir önceki dönem analizinde olduğu gibi, 2002-2013 döneminde de bağımlı değişken
olarak kullanılan ve finansal sistemin gelişme düzeyini, kırılganlığını ve sağlamlığını
gösteren FSBE ile bu endeksi etkilediği düşünülen değişkenlerin durağanlık testleri ADF ve
PP birim kök testleri ile yapılmıştır.
Çizelge 5.14. Birim Kök Testleri (2002-2013)
Değişkenler
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
Değişkenler
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
ADF BİRİM KÖK TESTİ
Düzey
Olasılık
-3,152
0,098***
-0,023
0,673
-1,361
0,599
-0,193
0,935
-0,747
0,830
-0,741
0,393
1,332
0,998
PP BİRİM KÖK TESTİ
Düzey
Olasılık
-3,133
0,102
-0,169
0,623
-1,434
0,563
0,792
0,993
-1,083
0,721
-0,516
0,491
1,322
0,998
Birinci Fark
-9,869*
-5,744*
-5,921*
-3,129*
-15,395*
-16,084*
-12,048*
Olasılık
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
Birinci Fark
-10,019*
-12,108*
-12,726*
-13,569*
-15,249*
-18,344*
-12,185*
Olasılık
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
Açıklama: Birim kök testinde kullanılan gecikme uzunluğu Schwarz Bilgi Kriteri’ne göre otomatik olarak
belirlenmiştir. *%1 Mc Kinnon kritik değerinde anlamlıdır. ***%10 Mc Kinnon kritik değerinde anlamlıdır.
ADF ve PP birim kök testleri sonuçlarına göre, her bir zaman serisinin bu dönemde de
düzeyde durağan olmadıkları, fakat birinci dereceden farkları alındığında durağanlıklarının
sağlandığı görülmektedir. Buna göre, her bir zaman serisi aynı dereceden I(1) durağan
olduğundan, söz konusu bütünleşik olan serilerin aralarındaki uzun dönem denge ilişkisi,
yani eşbütünleşme ilişkisinin varlığı Johansen eşbütünleşme yöntemi ile araştırılmıştır.
Birinci farkları alınmış bütünleşik serilerden oluşan modelde kullanılacak gecikme
uzunluğu LR test istatistiğine ve AIC’ye göre 12, FPE’ye göre 2, SC ve HQ’ye göre ise 1
232
olarak tahmin edilmiştir (EK-3). Ancak, optimum gecikme uzunluğuna karar kılmak için
LM otokorelasyon testine bakıldığında erken gecikme dönemlerinde seride otokorelasyon
olduğu görülmüştür. 12 gecikme uzunluğunda ise yine çok düşük düzeyde otokorelasyon
sorunu olduğundan, 2002-2013 dönemine ilişkin tüm tahminlerde 11 gecikme uzunluğu
kullanılmıştır.
Bu çerçevede trace ve maksimum özdeğer (maximum eigenvalue) istatistiklerine göre
yapılan Johansen eşbütünleşme testi sonuçları Çizelge 5.15’de gösterilmektedir.
Çizelge 5.15. Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (2002-2013)
H0 Hipotezi Trace İstatistiği
0,05
Kritik Değer
Olasılık
Max.
Özdeğer
İstatistiği
0,05
Kritik Değer
Olasılık
125,61
0,00
110,95*
46,23
0,00
r=0
315,10*
r≤1
204,15*
95,75
0,00
70,91*
40,07
0,00
r≤2
133,23*
69,81
0,00
54,38*
33,87
0,00
r≤3
78,84*
0,00
41,54*
27,58
0,00
r≤4
37,30*
29,79
0,00
28,39*
21,13
0,00
r≤5
8,91
15,49
0,37
8,79
14,26
0,30
r≤6
0,12
3,84
0,72
0,12
3,84
0,72
47,85
*H0 hipotezi %1 düzeyinde reddedilmektedir.
Trace ve maksimum özdeğer istatistiğine göre %1 anlamlılık düzeyinde 5 tane
eşbütünleşme vektörü olduğu görülmektedir. Buna göre, FSBE ile düzenleme değişkenleri
arasında eşbütünleşmenin olmadığını sınayan H0: r=0, H0: r=1, H0: r=2, H0: r=3 ve H0: r=4
hipotezleri reddedilmektedir. Johansen eşbütünleşme analizi, söz konusu dönemde tüm
değişkenler arasında uzun dönem denge ilişkisi bulunduğu göstermektedir. Normalize
edilmiş 5 adet eşbütünleşme vektörüne ilişkin sonuçlar EK-3’te yer almaktadır.
FSBE katsayısına göre normalize edilmiş eşbütünleşme vektörü ise Çizelge 5.16’da
verilmektedir.
Çizelge 5. 16. Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörü (2002-2013)
katsayı
std. Hata
t-istatistik
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
1,000
-0,790*
-0,405*
0,053
0,059*
-0,172*
-0,267*
(0,227)
[-3,467]
(0,126)
[-3,197]
(0,038)
[1,393]
(0,018)
[3,140]
(0,093)
[-1,850]
(0,150)
[-1,769]
233
*parametreleri istatistiki olarak anlamlı katsayıları göstermektedir.
Çizelge 5.16’ya göre değişkenler arasındaki ilişkiyi yansıtan denklem şu şekilde ifade
edilmektedir:
FSBE  0,790ÖTA  0, 405LATA  0,053MKTA  0,059 RZM  0,172TKÖ  0, 267 ZKTA
Uzun dönem esneklikleri yansıtan parametrelerin işaret yönüne göre, 2002-2013 döneminde
FSBE’nin sermaye (ÖTA) ve likidite (LATA) değişkenleri, toplam karşılıklar (TKÖ) ve
zorunlu karşılıklar (ZKTA) ile olan uzun dönem ilişkisi pozitif yöndedir. Buna karşılık,
bankacılık rezervlerine (RZM) ve menkul kıymetlere (MKTA) ilişkin uzun dönem esnekliği
negatif yöndedir. Buna göre uzun dönem esneklikleri pozitif ve istatistiksel olarak anlamlı
olan ÖTA, LATA, TKÖ ve ZKTA değişkenlerindeki artış, 2002-2013 yılları arasında, uzun
dönemde FSBE’nin yükselmesine diğer bir ifadeyle finansal sistemin gelişmesine ve
sağlamlığının artmasına, kırılganlığının ise azalmasına yol açmaktadır. Esnekliği negatif ve
istatistiksel olarak anlamlı olan RZM değişkeni ise, endeksi uzun dönemde negatif yönde
etkilemektedir.
FSBE ile düzenleme değişkenleri arasındaki uzun dönemli ilişkinin varlığı
belirlendikten sonra, kısa dönem dinamiklerin incelenebilmesi için hata düzeltme
mekanizmasının çalışıp çalışmadığına bakılmıştır. Bunun için değişkenlerin farkları ve
eşbütünleşme denkleminin hata teriminin bir dönem gecikmeli değeri (ECTt-1) modele dahil
edilmiştir.
Hata
düzeltme
gösterilmektedir.
mekanizmasına
ilişkin
tahmin
sonuçları
Çizelge
5.17’de
234
Çizelge 5.17.Vektör Hata Düzeltme Modeli Tahmin Sonuçları (2002-2013)
Değişken
Katsayı
t-değeri
Sabit
ECTt-1
0,002
-0,051
0,106
-2,489
ΔFSBE(-1)
ΔÖTA(-1)
ΔLATA(-1)
ΔMKTA(-1)
ΔRZM(-1)
ΔTKÖ(-1)
ΔZKTA(-1)
-0,134
-0,005
0,007
0,014
-0,002
-0,034
0,071
-0,848
-0,160
0,375
0,624
-0,875
-1,521
1,770
R2=0,673
F istatistik=1,359
DW istatistiği=1,958
Buna göre, değişkenler arasında uzun dönem denge ilişkisi varken modelin tahmin
sonucu şu şekilde ifade edilmektedir:
FSBE  0, 002  0,134FSBEt 1  0, 005ÖTAt 1  0, 007LATAt 1  0, 014MKTAt 1
0, 002RZM t 1  0, 034TKÖt 1  0, 071ZKTA  0, 051ECTt 1
Uyarlama hızı parametresi olan hata düzeltme teriminin gecikmesinin (ECTt-1)
beklendiği gibi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkması, 2002-2013 döneminde de hata
düzeltme mekanizmasının çalıştığını ve endeks serisindeki kısa dönem sapmaların uzun
dönem denge değerine yaklaştığını göstermektedir. Buna göre endeksin gerçek gözlem
değerleri ile uzun dönem denge değeri arasındaki fark her dönem %5,1 azalmaktadır. Diğer
bir ifade ile, sistemde kısa dönemde dengesizliğe neden olan sapmalar 1/0,051= 19,6 ay
sonra dengeye yaklaşmaktadır.
Serilerin eşbütünleşik olması nedeniyle, FSBE ile finansal düzenleme değişkenleri
arasındaki 2002-2013 dönemine ait kısa dönem nedensellik ilişkisinin varlığı, Hata
Düzeltme Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger nedensellik testi ile sınanmıştır.
Çizelge 5. 18. VECM Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Test Sonuçları
(2002-2013)
Bağımlı
Değişken
ΔFSBE
X2
Bağımsız Değişkenler
ΔÖTA(-1)
(0,656)
9,536
ΔLATA(-1)
(0,243)
14,963
ΔMKTA(-1)
(0,474)
11,650
ΔRZM(-1)
(0,022)**
26,485
ΔTKÖ(-1)
(0,333)
16,760
ΔZKTA(-1)
(0,122)
21,484
235
Not: parantez içindeki değerler, (p) olasılık değerlerini göstermektedir.
** %5 anlamlılık düzeyini göstermektedir.
Kısa dönem nedensellik analizi, istatistiksel olarak anlamlı olan değişkenin RZM
olduğunu göstermektedir. Buna göre, söz konusu dönemde bankacılık rezervlerinin mevduat
içindeki payı, FSBE’nin Granger nedenidir. Diğer bir ifade ile RZM, kısa dönemde finansal
sistemin gelişme düzeyine, sağlamlığına ve kırılganlığına etki etmektedir.
5.2.4.2. Vektör hata düzeltme modeline dayalı etki-tepki analizi ve varyans
ayrıştırması sonuçları
Çalışmanın bu kısmında, küresel finansal düzenlemeye konu olan ve kısa ve uzun
dönemde finansal sistemi etkilediği önceki kısımda test edilen finansal düzenleme
değişkenlerinin birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği etki tepki fonksiyonları, etki
derecesi ise varyans ayrıştırması ile tahmin edilmektedir.
2002-2013 döneminde küresel finansal düzenleme değişkenlerine verilen bir standart
sapmalık şokun FSBE’ye etkisini gösteren ve VECM’e dayalı analiz ile tahmin edilen etkitepki fonksiyonları Şekil 5.7’de gösterilmektedir.
FSBE'NİN LATA'YA TEPKSİ
FSBE'NİN ÖTA'YA TEPKİSİ
.08
.04
.00
-.04
FSBE'NİN MKTA'YA TEPKİSİ
.08
.08
.04
.04
.00
.00
-.04
-.04
-.08
-.08
2
4
6
8
10
12
14
16
18
20
22
-.08
2
24
4
FSBE'NİN RZM'YE TEPKİSİ
6
8
10
12
14
16
18
20
22
24
2
.08
.08
.04
.04
.04
.00
.00
.00
-.04
-.04
-.04
-.08
6
8
10
12
14
16
18
20
22
24
8
10
12
14
16
18
20
22
24
22
24
-.08
-.08
4
6
FSBE'NİN ZKTA'YA TEPKİSİ
FSBE'NİN TKÖ'YE TEPKİSİ
.08
2
4
2
4
6
8
10
12
14
16
18
20
22
24
2
4
6
8
10
12
14
16
18
20
Şekil 5.7. Modeldeki Değişkenlere Verilen Şoklara Finansal Sistem Bileşik Endeksinin
Tepkisi (2002-2013)
Açıklama: Grafiklerde dikey eksen, ilgili düzenleme değişkenine verilen bir standart sapmalık şoka, FSBE’nin
verdiği tepkinin yönünü ve büyüklüğünü yansıtmaktadır. Yatay eksen ise, şokun meydana gelmesinden sonra
geçen 24 aylık süreyi göstermektedir.
236
Birinci Kuşak Sermaye oranındaki (ÖTA) bir standart sapmalık şoka 2002-2013
döneminde endeks pozitif yönde tepki göstermektedir. Endeks, on dördüncü ayda şoktan
önceki seviyesine yaklaşmakta ve bundan sonra Birinci Kuşak Sermaye oranında meydana
gelen bir standart sapmalık şok, FSBE üzerindeki etkisini yitirmektedir. Buna göre, finansal
düzenlemeye konu olan sermayeye ilişkin bir standart sapmalık şok, finansal sistemde
gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyiniilk aylarda pozitif yönde etkilemekte, şokun
etkisinin azalmaya başladığı ilerleyen aylarda ise endeks, şoktan önceki değerine
yaklaşmaktadır. Likidite oranındaki (LATA) bir standart sapmalık şoka FSBE’nin tepkisi,
yirmi dört ay boyunca dalgalanmalarla beraber negatif yönde seyretmektedir. Ancak, şokun
etkisinin azalmaya başladığı yirminci aydan itibaren endeks, şoktan önceki değerine geri
dönmektedir. Bu bulgu, likidite düzeyindeki bir standart sapmalık şokun 2002-2013
döneminde finansal sistemi negatif yönde etkilediğini göstermektedir. Menkul kıymetlerin
toplam aktif içindeki payında (MKTA) meydana gelen bir standart sapmalık şoka ise, FSBE
artış yönünde tepki vermektedir. Yirmi dört ay sonunda şokun etkisinin azaldığı ve
FSBE’nin önceki değerine geri döndüğü görülmektedir.
Endeksin, bankacılık rezervlerinde (RZM) meydana gelen bir standart sapmalık şoka
oldukça duyarlı olduğu dikkat çekmektedir. Bankacılık rezervlerindeki bir standart sapmalık
şok FSBE’yi ilk beş ay düşürmekte, beşinci aydan sonra yön değiştirip artırmakta, ancak
endeksi ciddi düzeyde tekrar negatif yönde etkiledikten sonra yirmi dördüncü ayın sonunda
etkisini kaybettiği görülmektedir. Toplam karşılıklardaki (TKÖ) bir standart sapmalık şok,
endeksi on ay süre ile olumsuz yönde etkilemekte, bu süre sonunda endeksin toplam
karşılıklara tepkisianlamsız hale gelmektedir. Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif (ZKTA)
oranında meydana gelen bir standart sapmalık şok, FSBE’yi ilk aylarda pozitif yönde, ancak
önemsiz düzeyde etkilemektedir. Diğer düzenleme değişkenlerinden farklı olarak endeksin
zorunlu karşılıklardaki şoka verdiği tepki ilerleyen aylarda yükselmektedir. Buna göre
zorunlu karşılıklarda meydana gelen çok küçük değişimler finansal sistemin gelişimini,
sağlamlığını ve kırılganlığını çok kısa bir süre için düşük düzeyde etkilese de, ilerleyen
dönemde sistemin zorunlu karşılıklara yönelik duyarlılığı artmaktadır.
2002-2013 döneminde, finansal düzenleme değişkenlerindeki bir standart sapmalık
şoka FSBE’nin ilk aylarda pozitif yönde en fazla tepki verdiği değişkenin Birinci Kuşak
Sermaye Oranı (ÖTA) olduğu görülmektedir. Bunun yanında endeksin, ilgili dönemde
237
MKTA ve ZKTA değişkenlerindeki bir standart sapmalık şoka da olumlu yönde tepki
verdiği dikkat çekmektedir.
2002-2013 dönemine ilişkin etki-tepki fonksiyonlarından elde edilen bulgular, finansal
sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan FSBE’nin, finansal
düzenleme değişkenlerindeki kısa dönemli sapmaların etkisine karşı duyarlı olduğunu
göstermektedir. Kısa dönemli sapmalar gösteren endeks, uzun dönemde denge değerine çok
yavaş bir hızda hareket etmektedir. Bu bulgular, söz konusu dönemde hata düzeltme
mekanizmasının çalıştığını göstermekte ve kısa dönemli sapmaların oldukça yavaş bir hızda
(ECT=0,051t-1) hareket ederek denge değerine yaklaşacağını gösteren vektör hata düzeltme
mekanizmasının sonuçları ile uyuşmaktadır.
Finansal sisteme ilişkin gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyinin en çok hangi
finansal düzenleme değişkeni ya da değişkenlerinden etkilendiği, varyans ayrıştırması
yoluyla incelenmiştir. Bu çerçevede Çizelge 5.19, 2002-2013 döneminde finansal
düzenleme
değişkenlerinin
FSBE’deki
dalgalanmaların
ne
kadarını
açıkladığını
göstermektedir.
Çizelge 5.19. Değişkenlerin Varyans Ayrıştırması Sonuçları, % (2002-2013)
Dönem
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
15
20
25
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
100.00
94.64
85.91
79.74
76.04
69.99
68.15
65.99
63.35
59.89
56.05
51.71
39.52
29.02
25.40
0.00
0.00
2.21
4.56
6.36
7.93
7.22
7.42
7.21
7.03
6.86
7.10
10.09
15.10
16.07
0.00
0.21
0.14
1.01
1.63
1.44
1.30
1.16
1.12
1.21
1.65
2.04
3.75
7.84
7.99
0.00
0.43
0.55
1.31
3.02
5.88
7.35
7.49
7.31
7.34
7.34
7.08
7.07
7.71
8.44
0.00
1.46
3.28
3.63
3.97
3.72
3.34
3.04
2.72
2.99
3.29
4.29
7.60
9.89
8.84
0.00
0.48
0.64
1.24
1.03
0.83
0.80
0.72
0.65
0.92
1.50
2.05
3.04
3.55
3.82
0.00
2.73
7.24
8.48
7.91
10.18
11.81
14.15
17.62
20.58
23.28
25.69
28.89
26.85
29.40
Varyans ayrıştırmasından elde edilen bulgular, FSBE’nin öngörü hatasında meydana
gelen değişimin ilk ayda %100’ünün kendi iç dinamikleri tarafından açıklandığını
göstermektedir. Yirmi beş aylık bir süre sonrasında ise endeksteki değişimlerin %29,4’ü ve
%16’sı sırasıyla ZKTA ve ÖTA değişkenleri tarafından açıklanmaktadır. Aynı süre
238
içerisinde FSBE’yi açıklama oranı en düşük olan değişkenin TKÖ olduğu görülmektedir. 25
aylık gecikme süresince, endeksin kendi iç dinamikleri tarafından açıklanan yüzdesi sürekli
azalırken, sırasıyla ZKTA, ÖTA, MKTA, RZM, LATA ve TKÖ değişkenleri tarafından
açıklanan yüzdesi artmaktadır. Buna göre, 2002-2013 döneminde finansal sistemde
meydana gelen değişimler, kendisinden kaynaklı etkilerin yanında büyük ölçüde zorunlu
karşılık politikaları, sermaye ve likidite değişimleri, menkul kıymetlerin büyüklüğü ve
bankacılık rezervleri tarafından açıklanmaktadır.
Sonuç olarak 2002-2013 dönemine ait varyans ayrıştırması bulgularından, finansal
sistemdeki gelişmeleri açıklama gücü bakımından ZKTA değişkeninin en yüksek yüzde
değere sahip olduğu, söz konusu değişkeni ÖTA değişkeninin takip ettiği görülmektedir.
Diğer bir ifade ile, ZKTA ve ÖTA değişkenlerinin finansal sistemde meydana gelen
değişmelerde, uzun dönemde diğer değişkenlere göre en etkili değişkenler olduğu yönünde
bir bulgu elde edilmektedir. Buna göre söz konusu dönem için, finansal gelişme, sağlamlık
ve kırılganlık düzeyinde meydana gelen değişimlerde bankalar için uygulanan zorunlu
karşılık politikalarının ve sermayeye ilişkin düzenlemelerin, diğer düzenleme değişkenlerine
göre daha önemli bir yere sahip olduğu dikkat çekmektedir. Likiditeye yönelik düzenleme
değişkeninin de finansal sistemi açıklama gücünün yüksek olduğu, ancak menkul kıymetlere
ilişkin tedbirlerin gerisinde kaldığı gözlemlenmektedir.
5.2.5. Dönemler arası karşılaştırma
Çalışmanın son bölümünde, Türkiye’nin finansal sisteminde 1990-2013 döneminde
meydana gelen farklı boyutlardaki gelişmelerin analize bütünüyle dahil edilebilmesi için üç
tür endeks geliştirilmiştir. Türkiye’de 1989 yılından itibaren sermaye hesabının
serbestleştirilmesiyle finansal araç çeşitliliğinin artması, sermaye piyasalarında işlem
hacminin genişlemesi, bankaların aracılık fonksiyonlarının yön değiştirmesi ve ardından
yüksek maliyetli finansal krizlerin ortaya çıkması nedeniyle finansal sistemin gelişme düzeyi
ile finansal kırılganlık ve finansal sağlamlık beraber hareket eden olgular haline gelmiştir.
Bu çerçevede, finansal sistemin tek tek gelişme, kırılganlık ya da sağlamlık bağlamında ele
alınmasının, yeterli düzeyde açıklayıcı olmayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle çalışmada
Türkiye finansal sistemini bütünüyle yansıtacağı düşünülen finansal gelişme, finansal
sağlamlık ve finansal kırılganlık endeksleri oluşturulmuş ve her üç endeks bir araya
getirilerek Türkiye özelinde finansal sistem bileşik endeksi oluşturulmuştur. Bileşik endeks
239
formüle edilirken, finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan
endekslerden herhangi birinin bir diğerine göre yüksek ağırlığa sahip olmaması ve
dolayısıyla endeks değerini baskılamaması amacıyla, literatürde sıklıkla kullanılan ve
TCMB (2005)’nin finansal sağlamlık endeksinde kullandığı yönteme benzer biçimde eşit
ağırlıklandırma yöntemi uygulanmıştır. Elde edilen FSBE, 1990-2013 dönemine ait
gelişmelerle birlikte, kriz öncesi dönemleri ve kriz dönemlerini yakalamaktadır. Çalışma,
finansal sisteme ilişkin gelişmelerde finansal düzenlemelerin etkilerini ortaya koyabilme
amacını taşımaktadır. Bu doğrultuda, 2002 yılından itibaren Türkiye’de finansal sistemin
küresel finansal standartlara paralel biçimde uyumlaştırılması, söz konusu yirmi üç yıllık
analiz döneminin, çalışmada 1990-2001 ve 2002-2013 dönemleri biçiminde ayrıştırılmasını
gerekli kılmaktadır. Finansal düzenlemelerin etkisi, her iki döneme ait bileşik endeks
yardımıyla, Vektör Hata Düzeltme modeline dayalı analizler ile test edilmekte, bu çerçevede
aralarındaki kısa ve uzun dönemli ilişkiler ve etki dereceleri ortaya konulmaktadır.
Çalışmada analize dahil edilen her bir düzenleme değişkeninin finansal sisteme olan
etkisi için dönem karşılaştırması yapıldığında, öncelikle her bir değişkenin FSBE ile uzun
dönemde ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. 1990-2001 dönemi itibariyle uzun
dönemde istatistiksel olarak anlamlı olan ve finansal sisteme olumlu yönde katkı sağlayan
değişkenler; Birinci Kuşak Sermaye oranı, Rezerv/Mevduat oranı ve toplam karşılıkların
toplam aktifler içindeki payıdır. Buna karşılık 2002-2013 döneminde özkaynaklara ilişkin
Birinci Kuşak Sermaye oranı ve toplam karşılık tutarlarının yanında likit aktiflerin payı ve
zorunlu karşılık tutarları da finansal sistem bileşik endeksini uzun dönemde olumlu yönde
etkilemektedir. Bu bulgu, G20 liderlerinin ulusal yetkililerce uygulanmasına yönelik
üzerinde durdukları düzenleme araçlarının önemini ortaya koymaktadır. Çünkü uluslararası
düzenleyici kuruluşların ağırlıklı olarak dikkat çektiği ve Basel Kriterleri’nde yer alan
düzenleme araçları, söz konusu değişkenlerin yansıttığı düzenleme araçlarından
oluşmaktadır. Bunun yanı sıra Granger nedenselliği çerçevesinde birinci dönemde sermaye
yapısına ilişkin Özkaynak/Toplam Aktif oranı, menkul kıymetlerin büyüklüğü ve zorunlu
karşılık tutarları ile endeks arasında kısa dönemli ilişkinin varlığı istatistiksel olarak anlamlı
iken, ikinci dönemde, endeks ile istatistiksel olarak kısa vadede anlamlı olan tek değişkenin
Rezerv/Mevduat oranı olduğu saptanmaktadır.87 Buna göre, birinci dönemde bankacılık
kesimi sermaye yapısının zayıf olduğu dikkate alındığında, söz konusu dönemde sermaye
87
1990-2001 dönemi içinbirinci dönem, 2002-2013 dönemi için ise ikinci dönem ifadesi kullanılacaktır.
240
yapısına ilişkin kısa vadeli iyileşmelerin ve likidite yönetiminde kırılganlıklara karşı tampon
görevi gören zorunlu karşılık politikalarındaki kısa vadeli düzelmelerin finansal sistemi
olumlu yönde etkilemesi dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, çalışmanın dördüncü
bölümünde ele alındığı üzere, söz konusu dönemde kamu kesimi tarafından çıkarılan yüksek
faizli ve düşük riskli menkul kıymetlerin finansal piyasalardaki ağırlığı, Granger nedensellik
sonuçlarından da görülmektedir. İkinci dönemde, kısa dönem nedensellik ilişkisi açısından
Rezerv/Mevduat oranının anlamlı olması, buna karşılık uzun dönemli ilişki açısından
istatistiksel olarak anlamlı sonuç vermemesi, Rezerv/Mevduat oranının ikinci döneme ilişkin
uzun vadede finansal sistem üzerinde önemli bir etkiye sahip olmadığını göstermektedir.
Birinci dönemde, finansal sistemin Rezerv/Mevduat, Toplam Karşılıklar/Özkaynaklar,
Zorunlu Karşılıklar/Toplam Aktif ve Likit Aktif/Toplam Aktif oranlarındaki bir standart
sapmalık şoka olumsuz tepki verdiği saptanmaktadır. Buna göre, 1990-2001 yılları arasında
bankaların özkaynak yetersizliği ile çalışmaları, söz konusu bankacılık rezervleri, toplam
karşılıklar ve zorunlu karşılık değişkenlerindeki bir standart sapmalık şok karşısında aşırı
duyarlı oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bunun yanında, ilgili dönemde kredi/mevduat
oranının yüksek olması, bankacılık kesiminin likidite düzeyini önemli ölçüde
düşürmektedir. Dolayısıyla, likidite oranındaki bir standart sapmalık şok karşısında banka
kredilerinin
genişlemesi,
finansal
sistemin kırılganlık
düzeyini
olumsuz
yönde
etkilemektedir. Aynı dönemde, Birinci Kuşak Sermaye oranındaki ve Menkul
Kıymetler/Toplam Aktif oranındaki bir standart sapmalık şoka, FSBE’nin olumlu yönde
tepki verdiği anlaşılmaktadır. Bankacılık kesiminde sermaye yetersizliğinin yüksek düzeyde
olduğu ilgili dönemde, özkaynaklardaki bir standart sapmalık artışa bileşik endeksin olumlu
yönde tepki vermesi kuramsal çerçeveyle örtüşmektedir. Yine, Türkiye’de finansal
serbestleşmenin etkisiyle yükselen finansal gelişme düzeyi ve henüz uluslararası
standartların uygulamaya geçirilmemesi dikkate alındığında, finansal sistemin menkul
kıymet artışlarına karşı duyarlılığının yüksek düzeyde olması ilgili dönem için beklenen bir
sonuçtur.
İkinci dönemde finansal sistem; Rezerv/Mevduat, Toplam Karşılıklar/Özkaynaklar ve
Likit Aktif/Toplam Aktif rasyolarında meydana gelen bir standart sapmalık şoka çok düşük
düzeylerde olumsuz tepki vermektedir. Birinci dönemin aksine, zorunlu karşılık
politikalarına finansal sistem bileşik endeksinin ikinci dönemde verdiği tepki olumlu
yöndedir. Bankacılık rezervleri, mudilerin mevduat çekme taleplerini karşılamak ve
241
bankaların ödeyememe riskini azaltmak için bir likidite kaynağı olduğundan ve herhangi bir
faiz geliri sağlamadığından sistemin kârlılık yapısını olumsuz yönde etkilediği ifade
edilmektedir. Bu nedenle, söz konusu değişkenlerdeki bir standart sapmalık şoka, istikrarın
görece sağlandığı ilgili dönemde finansal sistemin olumsuz tepki vermesi anlamlı
görülmektedir. Zorunlu karşılıklar ise, süreklilik gösteren bir likidite kaynağı olmayıp,
dalgalanmalarla beraber 2010 yılına kadar bilanço içerisindeki ağırlığı sürekli olarak
gerileyen bir kalemdir. Bu doğrultuda 2010 yılından itibaren merkez bankasının uyguladığı
daraltıcı para politikası nedeniyle yükselen zorunlu karşılık tutarlarındaki bir standart
sapmalık şoka, ikinci dönemde FSBE’nin olumlu yönde tepki vermesi beklenen yönde bir
sonuçtur.
Finansal sistemin 1990’lı yıllardaki kırılgan yapısı göz önüne alındığında, küresel
düzenleme standartları içerisinde birinci kuşak sermaye oranı önemli bir düzenleme aracı
olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, Özkaynak/Toplam Aktif oranındaki bir standart
sapmalık şokun, önceki dönemde olduğu gibi ikinci dönemde de FSBE’yi olumlu yönde
etkilediği görülmektedir. İkinci dönemde, finansal gelişme düzeyindeki artışla birlikte
birinci döneme görece finansal sağlamlık düzeyinin yükselmesi ve kırılganlığın azalması,
bankacılık kesiminde sermaye yapısının güçlendirilmesi ile yakından ilişkilidir. 2000 ve
2001 finansal krizlerinin ardından öncelikle bankacılık kesiminin sermaye yapısının
güçlendirilmesine yönelik girişimler, ikinci dönemde finansal sistemdeki iyileşmelere
önemli düzeyde katkı sağlamıştır.
Likit aktifler ile finansal sistemdeki olumlu gelişmelerin ters yönde hareket etmesi,
ikinci döneme yönelik yorumlar açısından anlamlı bulunmaktadır. Şöyle ki; finansal gelişme
düzeyi ve sağlamlığın olumlu bir seyir izlediği ve kırılganlığın azaldığı dönemlerde
bankacılık kesimi, bilançosunda daha az likit aktife yer vermektedir. Bu nedenle, finansal
sistemin görece istikrar kazandığı ikinci dönemde, Likit Aktif/Toplam Aktif oranındaki bir
birim standart sapmalık şok karşısında FSBE’nin azalış yönünde tepki vermesi, finansal
sistemin ilgili döneme ait yapısına uygun düşmektedir.
Varyans ayrıştırması sonuçlarına göre, 1990-2001 döneminde finansal sistemi
açıklama derecesi bakımından en yüksek öneme sahip değişkenler rezervler, toplam
karşılıklar ve zorunlu karşılıklardır. Likidite düzeyindeki değişmelere de duyarlı olduğu
görülen FSBE’nin, bankaların sermaye yapısının çok zayıf olması ve herhangi bir
242
düzenlemeye henüz gidilmemiş olması nedeniyle Birinci Kuşak Sermaye oranı açısından
önemli düzeyde bir açıklayıcılığa sahip olmadığı dikkat çekmektedir. Türkiye’de bankaların
yeniden yapılandırılmaya tabi tutulduğu ve yetkili otoriteler tarafından finansal sistemin
uluslararası finansal standartlara uyumlaştırılma çabalarının yoğunlaştığı 2002-2013
döneminde ise, finansal sistemdeki değişimleri en yüksek düzeyde açıklayan değişkenler
zorunlu karşılıklar ve Birinci Kuşak Sermaye oranıdır. Üçüncü sırada ise menkul kıymetler
yer almaktadır.
Bu çerçevede, BDDK ve TCMB gibi kamu kesiminin desteğiyle
gerçekleştirilen uyumlaştırma çabalarının ikinci dönemde olumlu sonuçlar vermeye
başladığı gözlemlenmektedir. Özellikle 2008 yılından itibaren Türkiye finansal sisteminde
finansal gelişme düzeyindeki artışın yanında sistemin sağlamlığındaki artış ve kırılganlık
düzeyindeki azalma dikkat çekmektedir. Çünkü birinci dönemde yaşanan finansal krizlerden
önce,finansal sistemin gelişme düzeyinde artış olması, sistemin sağlamlık ve kırılganlık
yapısının gelişme düzeyiyle ters yönde hareket ettiğini göstermektedir. Ancak, 2002 sonrası
dönemde finansal sistemdeki gelişme düzeyi yükselişini sürdürürken, sistemin sağlamlık
yapısının düzelmesi ve kırılganlığının azalması çarpıcı bir bulgu olarak ortaya çıkmaktadır.
243
244
6. SONUÇ
Finansal piyasalar, finansal sistemin bütününü oluşturmakta ve fon fazlasına sahip
olan bireylerden fon ihtiyacı olan bireylere dolaylı ve dolaysız finansman yoluyla fon
aktarımı sağlamaktadır. Finansal piyasalarda fon aktarımı, bankacılık kesimi ve banka dışı
finansal kesim aracılığıyla yapılmakta ancak sistemde en büyük ağırlığı çoğunlukla
bankacılık kesimi oluşturmaktadır.
1980’lerdeki serbestleşme politikaları paralelinde uluslararası alanda yeni finansman
araçlarının geliştirilmesi ve finansal işlem hacminin çok geniş boyutlara ulaşması, finansal
aracılık faaliyetlerinin genişlemesine ve bu piyasaların makro ekonomik politikalar
açısından da öneminin giderek artmasına neden olmaktadır. Bunun yanında, teoride reel
ekonomik büyüme ile finansal gelişmişlik düzeyinin birbirini takip eden olgular olarak ele
alınması, finansal piyasaların etkin aracılık işlevlerinin önemine işaret etmektedir. Ancak,
bir ekonomide önemli bir fon kaynağı olan, riskin dağıtılmasını sağlayan ve finansal sistemin
en önemli ayağını oluşturan bankacılık kesimi, özellikle 1980’li yıllardan sonra geleneksel
aracılık fonksiyonundan uzaklaşarak geleneksel olmayan bankacılık faaliyetlerine
yönelmiştir. Bu süreçte, sisteme yeni katılan türev finansal ürünlerin etkisiyle bankacılık
kesiminin risk yapısı değişmiş ve finansal aracılık faaliyetlerinin istikrarı bozulmuştur.
1990’lı yıllarda ağırlaşan ve finansal krizlere öncülük eden söz konusu gelişmeler, sistemden
kaynaklanan yapısal bozuklukların ve olumsuzlukların yayılma riskine karşı bankacılık
sisteminin düzenlenme ihtiyacının önemini ortaya koymuştur. Bu çerçevede bankacılık
kesimine ilişkin küresel düzeyde yeterli bir düzenleyici çerçevenin oluşturulmamış olmasına
1994 Meksika ve 1997 Doğu Asya Krizleri örnek teşkil etmiş ve iktisat yazınında, finansal
krizleri önleme ya da yönetme hususunda ulusal politikaların yetersizliğine yönelik
tartışmalar başlamıştır. Tartışma ve öneriler, 1990’lı yılların sonlarından itibaren G20
liderleri ve uluslararası kuruluşlar tarafından getirilen küresel standartlar çerçevesinde YFM
düşüncesi etrafında şekillendirilmiştir.
Küresel düzeyde finansal sistemin istikrarlı bir yapıya kavuşturulması amacıyla,
kurallı ve sistemli bir küresel finansal piyasa yolunu açmayı hedefleyen girişimler, 2000’li
245
yılların erken dönemlerinde YFM çerçevesinde başlayan yeniden yapılandırma faaliyetlerini
kapsamaktadır. Bu çerçevede, yasal ve kurumsal düzenlemeler ekseninde hükümetler ve
uluslararası kuruluşlar aracılığıyla sürdürülen ve 2008 Küresel Krizi nedeniyle yoğunlaşan
düzenleme girişimleri, çalışmanın üçüncü bölümünde ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
Düzenlemelerin küresel finansal sisteme yönelik olarak getirilmesi, ancak tüm
ülkelerin uygulayacağı beklentisi ile yürütülmesi, yurtiçi finansal sisteme olan etkisinin
irdelenmesini gerekli kılmaktadır. Bu doğrultuda çalışmada, Türkiye’de Kasım 2000 ve
Şubat 2001 Krizleri’nin ardından uygulamaya geçirilen birtakım küresel düzenleme
standartlarının, Türkiye’nin finansal sistemine olan etkisini ortaya koymak amaçlanmıştır.
Diğer bir ifadeyle, finansal mimariye yönelik getirilen küresel standartlara uyum çabalarının,
Türkiye özelinde incelenmesi, çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Çalışmada ulaşılmak
istenen hedef doğrultusunda, finansal sistemin çok boyutlu yönünün tek bir göstergeye
indirgenerek incelenmesi mümkün olmadığından, sistemin çok boyutlu yönünü incelemeye
olanak sağlayacak finansal gelişme, finansal sağlamlık ve finansal kırılganlık endeksleri
oluşturulmuştur. Endekslerin hesaplanmasında, faktör analizine dayalı temel bileşenler
yöntemi kullanılmış ve her endeksin alt bileşenleri ilgili analiz yoluyla belirlenmiştir.
Endeksler, teori ve iktisat yazını çerçevesinde belirlenen ve Türkiye’nin 1990-2013 yılları
arası finansal sistemine ışık tutacak değişkenler yoluyla elde edilmiş ve ortalaması sıfır olan
tarihsel bir zaman serisine dönüştürülmüştür. Bu şekilde düzenlenen her üç endeksin bir
araya getirilmesi ile Türkiye özelinde elde edilen FSBE ise, Türkiye’de uygulamaya konulan
finansal düzenleme araçlarının etkisini sağlıklı bir biçimde analiz edebilmek için önem
taşımaktadır. FSBE, sistemin gelişme, sağlamlık ve kırılganlık yönünü bir arada
değerlendirme imkanı sağladığından, iktisat yazınında finansal sisteme ilişkin oluşturulan
finansal istikrar endekslerinden ve TCMB (2005) finansal sağlamlık endeksinden
farklılaşmaktadır.
FSBE’nin elde edilmesine imkan veren finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık
endekslerinin her birinin, Türkiye’nin 1990-2013 dönemi finansal sistemine ilişkin seyrini
büyük ölçüde yansıttığı görülmüştür. Buna göre;
Finansal gelişme endeksi, bankacılık sistemi ve sermaye piyasası gelişmişlik düzeyini
yansıtacak değişkenler yoluyla oluşturulmuş ve1990’lı yılların başlarından 2013 yılı sonuna
kadar endeks değerinin(finansal gelişme düzeyinin) dört puandan fazla yükseldiği
246
görülmüştür. Körfez Krizi’nin etkisiyle 1991 yılının ilk yarısındaki ve ekonomik kriz
nedeniyle 1994 yılındaki büyük çaplı sermaye çıkışları ve finansal serbestleşmenin ilk yılları
olması nedeniyle, ilgili dönemde finansal gelişme endeksi ortalamanın altında seyretmiştir.
Bunun yanında 1999 yılı sonuna kadar Türkiye ekonomisinin dış koşullardan sermaye ve dış
ticaret kanalıyla olumsuz yönde etkilenmesi ve küresel sermaye akımlarına bağımlı yapısı,
endeks değeri üzerinde etkisini hissettirmiştir. Ancak 1999 yılı sonunda IMF ile imzalanan
stand-by anlaşması ve TCMB’nin uygulamaya koyduğu Enflasyonu Düşürme Programı,
yarattığı güven ortamı nedeniyle finansal gelişme endeksinin kısa süreli olarak yükselmesini
sağlamıştır.Yine 2000 yılı başında, faiz oranlarındaki istikrarsızlığa rağmen nominal kur
düzeyinin çapalanması, kurlara ilişkin gelişmeleri öngörülebilir kıldığından, finansal
gelişme endeksindeki yükseklik kısa süreli olarak devam etmiştir. 2000 Kasım ve 2001
Şubat Krizleri’nin etkisiyle düşüşe geçen finansal gelişme endeksi, ancak 2005 yılı sonunda
ortalama düzeyini yakalayabilmiştir. Söz konusu tarihten 2013 yılı sonuna kadar sürekli
olarak yükselme eğiliminde olan endeks, yalnızca 2008 yılı üçüncü çeyrek ile 2009 yılı
ikinci çeyrek arasında çok düşük düzeyde ortalamanın altına inmiştir. Bunun yanında her
kriz yılı öncesinde finansal gelişme endeksinin yükselişte olması dikkat çekmektedir.
Temel bileşenler analizi sonucunda finansal sağlamlık endeksi için; aracılık
fonksiyonu, gelir ve gider, kârlılık, kredi riskine duyarlılık ve aktif kalitesi, kur riski olmak
üzere toplam beş temel bileşen belirlenmiştir. Finansal sağlamlık bileşenleri, küresel finansal
mimariye yönelik düzenlemeler çerçevesinde krizlere ve olası şoklara karşı izlenen ve
çoğunluğu BDDK ve TCMB tarafından sağlamlık göstergesi olarak kullanılan oranlardan
oluşmaktadır. Kredi riskine duyarlılığın ve kur riskinin aynı endekste kullanılmış olması ise,
çalışmada elde edilen finansal sağlamlık endeksinin diğer çalışmalarda kullanılan
endekslerden ayırt edici özelliğini ortaya koymaktadır. Endeks, Türkiye’de finansal
sağlamlık düzeyinin finansal gelişme düzeyinde olduğu gibi, 1994 yılına kadar ortalamanın
altında kaldığını göstermektedir. Çünkü söz konusu yıllardaki istikrarsız büyüme, yüksek ve
oynak enflasyon oranları, iç borcun çok yüksek düzeylerde olması gibi makroekonomik
belirsizlikler,
bankacılık
kesiminin
aracılık
fonksiyonunun
bozulmasına
neden
olmuştur.1999 yılında faiz dışı gelirlerin ve kârlılığın çok yüksek düzeylere sıçraması ise,
finansal sağlamlık endeksini yapay biçimde 1990-2013 dönemindeki en yüksek seviyesine
çıkarmıştır. Ancak, 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri’nin etkisiyle, bankacılık kesiminin
bilançolarında meydana gelen büyük bozulma nedeniyle finansal sağlamlık endeksi çok sert
bir biçimde düşmüştür. Endeks, 2004 yılına kadar kârlılığın azalmasına ve kredi ve kur
247
riskine bağlı olarak -2 düzeylerine kadar gerilemiştir. Bunun yanında 2008 Küresel Krizi’nin
hafif negatif yönlü etkilerinin görüldüğü dönemler haricinde finansal sağlamlık endeksi,
2007 yılı başından 2013 yılı sonuna kadar ortalamanın üzerindeki seyrini sürdürmektedir.
Avrupa Borç Krizi’nin etkisiyle, finansal gelişme endeksinde olduğu gibi finansal sağlamlık
endeksinde de 2011 yılı sonunda kısa süreli düşüş olsa da, endekslerdeki yükseliş eğilimi
devamlılığını halen korumaktadır. 2005 yılı sonuna doğru uygulamaya geçirilen 5411 Sayılı
Bankacılık Kanunu paralelinde genişletilen yasal çerçevenin, finansal düzenlemelerin
etkisini yansıtması açısından finansal sağlamlık endeksine pozitif yönlü katkı yaptığını
göstermektedir.
Finansal kırılganlık endeksi dışsal kırılganlık, likiditeye ilişkin kırılganlık ve para
ikamesine ilişkin kırılganlık olmak üzere üç temel bileşenden oluşmaktadır. Finansal
sistemin olası krizlere karşı duyarlılığını ölçen değişkenler setinden oluşan üç temel bileşen,
Türkiye’de yaşanan finansal krizlerin nedenleri dikkate alınarak belirlenmiştir. Finansal
gelişme ve sağlamlık endeksleri ile ters yönde hareket eden finansal kırılganlık endeksinin,
1994 yılına kadar ortalamaya yakın düzeylerde seyrettiği, 1994 Krizi’nin etkisiyle
ortalamanın üzerine çıktığı ve 1990’lı yıllarda sürekli olarak ortalamanın üzerinde değerler
aldığı, yani finansal kırılganlık düzeyinin yüksek olduğu görülmektedir. 1990-2001
döneminde Türkiye Ekonomisi’ndeki makroekonomik istikrarsızlık, geleceğe yönelik
beklentilerin olumsuz olmasına ve vadelerin tasarruf sahibi ve yatırımcı aleyhine dönmesine
neden olurken para ikamesini artırmış, dolayısıyla söz konusu dönemde finansal kırılganlık
düzeyi yüksek olmuştur. Bunun yanında, finansal gelişme düzeyinin dalgalanmalar eşliğinde
olsa da artış eğiliminde olması, yapısal sorunların mevcut olduğu bir ekonomide finansal
kırılganlık düzeyini artırmıştır. 2000 ve 2001 krizlerinde bankaların dış yükümlülüklerinin
bilanço içindeki payının çok yüksek düzeylere ulaşması ve banka hücumları nedeniyle ani
mevduat çekişleri sektörün dışsal kırılganlığını artırmış ve likiditeye ilişkin kırılganlığı
tetiklemiştir. Dolayısıyla söz konusu dönemde para ikamesine, likiditeye ve dış şoklara
ilişkin kırılganlık endeksi 5,5 puana kadar yükselmiştir. Krizlerin etkisinin azalmaya
başladığı ve finansal sisteme yönelik küresel düzenlemelerin artırıldığı 2001 yılı sonundan
itibaren ise, finansal kırılganlık endeksi düşüşe geçmiş ve 2005 yılından itibaren ortalamanın
altına gerilemiştir. Finansal sağlamlık endeksinde olduğu gibi, finansal kırılganlık
endeksinde de 2005 yılından itibaren dikkat çeken iyileşme, sistemin görece istikrarlı bir
zemine doğru yön değiştirdiğini göstermektedir. Bununla birlikte, yine 2005 yılından
itibaren finansal gelişme düzeyinin arttığı dönemlerde finansal kırılganlık düzeyinin azaldığı
248
dikkat çekmektedir. Yani, sistemdeki mevcut yapısal bozuklukların iyileşmeye başladığı
ikinci dönemde finansal gelişmenin artması, finansal kırılganlığı negatif yönde
etkilememeye başlamıştır. Ancak bu durum, kriz öncesi dönemlerden bağımsızdır. Çünkü
her kriz öncesi dönemde finansal gelişme endeksi yükselirken finansal kırılganlık endeksinin
de yükselişe geçtiği görülmektedir.
Yurkarıda açıklanan her üç endeksin bir araya getirilmesiyle oluşturulan FSBE,
Türkiye’de yaşanan krizleri, krizlerin etkilerinin sürdüğü yıllarda ekonomik daralmanın
etkilerini, bunun yanında dış piyasalardaki ekonomik ve finansal daralmaların Türkiye
Ekonomisi’ne yansımalarını açıklamaktadır. Ayrıca, reel ekonomik konjonktüre ilişkin
gelişmelerin de FSBE’ye yansıması, finansal piyasalarda meydana gelen hareketlerin
çevrimsel olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda FSBE’nin, Türkiye’nin 1990-2013
dönemine ait finansal görünümü hakkında yeterli bilgiyi sağladığı ve küresel finansal
düzenleme değişkenlerinin etkilerini analiz etmek için önemli bir gösterge niteliğinde
olduğu görülmektedir.
Çalışmada, Türkiye’nin küresel finansal mimariye
yönelik gerçekleştirdiği
düzenlemelerin FSBE üzerindeki etkileri analiz edilirken, düzenlemelerin zayıf olduğu
1990-2001 ve düzenlemelerin yasal ve kurumsal düzeyde yoğunlaştığı 2002-2013 dönemi
biçiminde dönem ayrıştırmasına gidilmiştir. Amaç, her iki dönemin analiz edilerek, iki
dönem arası karşılaştırma imkanının sağlanmasıdır.
Küresel finansal mimariye ilişkin unsurların çok çeşitli ve farklı boyutlarda olması,
analizde kullanılacak finansal düzenleme araçlarının krizden korunma ve krize çözüm
arayışları çerçevesinde uluslararası kuruluşların vurgu yaptığı en temel düzenleme
araçlarından ve sayısallaştırmaya uygun değişkenlerden seçilmesini gerekli kılmıştır. Bu
bağlamda çalışmada kullanılan düzenleme değişkenleri Özkaynak/Toplam Aktif, Likit
Aktif/Toplam Aktif, Menkul Kıymetler/Toplam Aktif, Rezervler/Mevduat, Toplam
Karşılıklar/Özkaynaklar ve Zorunlu Karşılıklar/Toplam Aktif oranlarından oluşmaktadır.
Basel Komitesi’nin 1997 Doğu Asya Krizi’nde olduğu gibi, 2008 Küresel Krizi’nin de
ardından üzerinde önemle durduğu unsurlardan ilki Birinci Kuşak Sermaye oranıdır. BaselI Uzlaşısı’nda ana sermaye olarak adlandırılan ve banka sermayesinin en nitelikli bileşeni
olarak tanımlanan birinci kuşak sermaye oranı, banka bilançosunun pasifinde yer alan
249
özkaynaklardan oluşmaktadır. Bankaların tutmaları gereken asgari sermaye yeterliliği
hesaplama yöntemleriniuluslararası düzeyde birbiriyle uyumlu hale getirmek ve bu konuda
asgari bir standart oluşturmak amacıyla getirilen söz konusu düzenlemeye uyum
çerçevesinde, Türkiye’de ilk olarak 4389 Sayılı Bankacılık Kanunu’nda sermaye
yeterliliğinin ölçülmesine ilişkin esaslar getirilmiştir. Mayıs 2005 tarihinde çıkarılan 5411
sayılı Kanun’da ise bankaların maruz kaldıkları riskler nedeniyle banka bilançolarında
oluşabilecekzararlara karşı yeterli özkaynak bulundurmaları, sermaye yeterliliği olarak
tanımlanmıştır. Basel-III standartlarına tam uyumsağlanması hedefiyle 2009 yılında
çıkarılan yönetmelik de dikkate alındığında, banka bilançosunda yer alan ve bankaların
toplam varlıkları içinde özkaynakların payını gösteren Özkaynak/Toplam Aktif oranı,
bankaların sermaye yapısına ilişkin bir düzenleme aracını temsil etmektedir.
Finansal kriz dönemlerinde bankaların likidite yetersizliği nedeniyle varlıklarının
yükümlülüklerini karşılayacak düzeyde olmaması, kırılganlık göstergesi olarak kabul
edilmektedir. Bu nedenle sağlam denetim standartları çerçevesinde güçlü bir likidite
tabanının oluşturulması amacıyla asgari likidite yükümlülüklerinin gerekliliği, Uluslararası
Zirveler’de ve Basel-III’de ele alınan düzenlemeler arasındadır. Küresel krizin ardından
likidite risk yönetiminin önemini vurgulayan düzenleyici kuruluşlar, bu çerçevede
bankaların yeterli düzeyde likit aktiflere sahip olmasını sağlayacak bir bileşen olarak
Likidite Karşılama Rasyosu getirmişlerdir. Türkiye’de likiditeye ilişkin yasal düzenlemeler
2006 yılında yayımlanan yönetmelik ile başlamış, bu doğrultuda çalışmada, banka
bilançosunda yer alan ve likidite yeterlilik ölçütü olarak değerlendirilen Likit Aktif/Toplam
Aktif oranı, düzenleme değişkeni olarak kullanılmıştır.
Menkul kıymetlerin, 1997 Doğu Asya Krizi’nde olduğu gibi 2008 Küresel Krizi’nde
de finansal aracıların risk alma davranışlarını tetiklemesi ve banka bilançolarında yer alan
kalemlerden biri olması nedeniyle finansal sistemin kırılganlık düzeyini etkilediği
görülmüştür. Bu doğrultuda FSB, IOSCO ve Basel Komitesi gibi uluslararası kuruluşlar
tarafından gölge bankacılığın önemine dikkat çekilen uluslararası girişimlerde, ikincil
sermaye piyasasının aşırı genişlemesine neden olan menkul kıymetler için ek sermaye
yükümlülüğünün gerekliliği üzerinde durulmuştur. Türkiye’de türev ürünlere yönelik
portföy yönetiminin ve yatırım fonlarına ilişkin gözetimin genişletilmesi hususunda SPK
tarafından yayımlanan tebliğ, menkul kıymetlerin Türkiye’de de düzenlemeye konu
250
olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, bir diğer düzenleme değişkeni olarak Menkul
Kıymetler/Toplam Aktif oranı çalışmada analize dahil edilmiştir.
Finansal kriz dönemlerinde, sistemde meydana gelen mevduat çıkışları nedeniyle
sigorta işlevi gören bankacılık rezervleri ve karşılıklar, Basel Komitesi’nin makro ihtiyati
politika tedbirleri çerçevesinde Etkin Gözetim ve Denetim İlkeleri arasına alınmıştır.
Zorunlu karşılıkların ise, finansal piyasalarda likidite düzeyinin istikrarını sağlamak
amacıyla merkez bankalarında para politikası aracı olarak kullanılmasına ilişkin öneriler,
Basel-III Kriterleri’nde yer alan düzenleme unsurları arasındadır. Bu çerçevede, Türkiye’de
bankaların aktif yapısının güçlendirilmesine yönelik 2001 yılında çıkarılan yönetmelik ve
2005 yılında 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’nda yer verilen zorunlu karşılık kalemine
ilişkin yükümlülükler, bankaların karşılık ayırma politikasına ilişkin düzenlemeleri
içermektedir.
Yukarıda açıklanan ve Türkiye’de küresel
finansal mimari standartlarına
yakınlaştırılan finansal düzenleme değişkenleri ile FSBE arasındaki ilişkinin incelenmesi
için çalışmada öncelikle kısa ve uzun dönem ilişkilerin varlığı test edilmiştir. Uzun
dönemilişkiler için Johansen eşbütünleşme yöntemi, kısa dönem için ise VECM kullanılmış,
birinci dönemi temsil eden 1990-2001 ve ikinci dönemi temsil eden 2002-2013 dönemleri
için ayrı tahminler yapılmıştır. Buna göre Johansen eşbütünleşme tahmin sonuçlarından
birinci dönemde FSBE’yi uzun dönemde pozitif yönde etkileyen değişkenlerin
Özkaynak/Toplam Aktif, Rezerv/Mevduat ve Toplam Karşılık/Özkaynak oranları olduğu
bulgusu elde edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, söz konusu değişkenler uzun dönemde finansal
sistemin gelişmesine, finansal sağlamlık düzeyinin artmasına ve finansal kırılganlığın
azalmasına olumlu yönde katkı sağlamaktadır.İlgili dönemde bankacılık kesiminin sermaye
ve likidite yapısının zayıflığı dikkate alındığında, elde edilen bulguların kuramsal çerçeveye
uygun olduğu görülmektedir.
FSBE ile değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkinin varlığı belirlendikten sonra,
kısa dönem dinamiklerin incelenmesi için öncelikle vektör hata düzeltme mekanizmasının
çalışıp çalışmadığına bakılmıştır. Böylece, FSBE’de meydana gelen kısa dönem sapmaların
uzun dönem denge değerine yaklaşmasını sağlayacak bir eşbütünleşme vektörünün varlığı
araştırılmıştır. Tahmin sonucuna göre, hata düzeltme mekanizmasının çalıştığı ve finansal
sistemde dengesizliğe neden olan sapmaların her dönem %035 uyarlanma hızıyla dengeye
251
yaklaştığı sonucuna ulaşılmıştır. Buna göre FSBE ile finansal düzenleme değişkenleri
arasındaki kısa dönemli ilişkinin tespitine dayalı tahminde, VECM’e dayalı geliştirilmiş
Granger nedensellik testi uygulanmıştır. Birinci dönemde FSBE’yi kısa vadede etkileyen
değişkenlerin Özkaynak/Toplam Aktif, Menkul Kıymet/Toplam Aktif ve Zorunlu
Karşılık/Toplam Aktif oranları olduğu bulgusu elde edilmiştir. Menkul kıymetler ile FSBE
arasındaki kısa dönemli ilişkinin pozitif olması, söz konusu dönemde sistemde ağırlığı fazla
olan vekamu kesimi tarafından çıkarılan yüksek faizli menkul kıymetlerin FSBE’ye olan
etkisini yansıtmaktadır.
2002-2013 dönemine ait Johansen eşbütünleşme sonucuna göre, Özkaynak/Toplam
Aktif,
Likit
Aktif/Toplam
Aktif,
Toplam
Karşılıklar/Özkaynaklar
ve
Zorunlu
Karşılık/Toplam Aktif oranları FSBE’yi uzun dönemde pozitif yönde etkilerken,
Rezerv/Mevduat oranı negatif yönde etkilemektedir. Elde edilen bu bulgular, Birinci Kuşak
Sermaye Oranı’na, likiditeye ve karşılık politikalarına ilişkin düzenlemelerin ikinci
dönemde finansal sistemi uzun vadede olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Yani söz
konusu değişkenler sistemin gelişme düzeyini ve sağlamlığını artırırken, kırılganlığını
azaltmaktadır. Rezervlerin mevduat içindeki payının ikinci dönemde FSBE’yi negatif yönde
etkilemesi ise, ilgili dönemde sistemde likidite riskinin azaldığına, dolayısıyla mevduat
karşılığı fazla rezerv bulundurmanın uzun dönemde banka bilançolarını olumsuz yönde
etkilediğine işaret etmektedir.
Bunun yanında, ikinci dönemde de hata düzeltme mekanizmasının çalıştığına ve
finansal sistemde dengesizliğe neden olan sapmaların her dönem %051 uyarlanma hızıyla
dengeye yaklaştığı sonucuna ulaşılmıştır. FSBE ile finansal düzenleme değişkenleri
arasındaki kısa dönemli ilişkinin tespiti için VECM’e dayalı geliştirilmiş Granger
nedenselliktesti uygulanmış ve Rezerv/Mevduat oranının ikinci dönemde kısa vadede
finansal sistemi etkilediği, diğer bir ifadeyle FSBE’nin Granger nedeni olduğu bulgusu elde
edilmiştir.
Finansal düzenleme değişkenlerinin kısa ve uzun dönemde finansal sistemi etkileyip
etkilemediği, sözü edilen tahmin yöntemleri yoluyla ortaya konulduktan sonra, söz konusu
değişkenlerin küresel standartlara uygun biçimde birer düzenleme aracı olarak
kullanılabilirliği etki-tepki fonksiyonları, FSBE’ye etki derecesi ise varyans ayrıştırması ile
tahmin edilmiştir.
252
Etki-tepki fonksiyonlarının bulgularına göre 1990-2001 döneminde FSBE,
Özkaynak/Toplam Aktif oranındaki bir standart sapmalık şoka ilk sekiz ay pozitif yönde
tepki vermekte, ancak sekizinci aydan sonra şokun FSBE üzerindeki etkisi kaybolmaktadır.
Buna göre, Birinci Kuşak Sermaye Oranı’ndaki bir standart sapmalık şok devam ettiği
sürece, finansal sistemde gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyi pozitif yönde
etkilenmektedir. İlgili dönemde bankacılık kesiminin sermaye yapısına ilişkin zayıflık
dikkate alındığında, krizlere karşı tampon işlevi gören sermaye artışının finansal sistemi
pozitif yönde etkilemesi anlamlı görülmektedir. FSBE, birinci dönemde Likit Aktif/Toplam
Aktif oranındaki bir standart sapmalık şoka ilk on ay artarak negatif yönde tepki vermekte,
yani finansal sistemi olumsuz yönde etkilemektedir. Düzenlemelerin zayıf ve vade
uyumsuzluğunun yüksek olduğu birinci dönemde bankaların likit aktiflerinin bilanço
içerisindeki payının yüksek olması, likidite riskinin de yüksek olduğuna işaret etmekte,
dolayısıyla söz konusu orandaki bir standart sapmalık şokun sistemi olumsuz yönde
etkilemesi anlamlı bir bulgu olmaktadır. Menkul kıymetlerin toplam aktif içindeki payında
meydana gelen bir standart sapmalık şok ise, FSBE’yi pozitif yönde etkilemektedir.
Türkiye’de ilgili dönemde finansal serbestleşmenin etkisiyle artan spekülatif sermaye
girişleri ve borçlanma araçları yoluyla finansal sisteme katılan kamu kesiminin artan iç
borcu, menkul kıymet hacminin artmasına yol açmıştır. Yapay bir biçimde ekonomik
büyümeyi teşvik eden söz konusu gelişmelerin, FSBE’yi de yapay bir biçimde olumlu yönde
etkilediği dikkat çekmektedir. Bunun yanında endeksin, bankacılık rezervlerinde meydana
gelen bir standart sapmalık şoka tepkisi ilk üç ay negatif yönde iken, dürdüncü aydan onuncu
aya kadar pozitife dönmektedir. Toplam karşılıklarda meydana gelen bir standart sapmalık
şok ise, şokun etkisinin sürdüğü sekiz ay süre ile endeksi negatif yönde etkilemektedir.
Rezerv ve karşılıklara ilişkin bulgular, finansal sistemin ilgili dönemde söz konusu
değişkenlere karşı duyarlı olduğunu, sistemdeki yapısal zayıflıklar nedeniyle karşılık
tutarlarından olumsuz yönde etkilendiğini ortaya koymaktadır. Zorunlu karşılıkların toplam
aktif içindeki payında meydana gelen bir standart sapmalık şokun, FSBE’yi ilk üç ay negatif
yönde etkilerken üçüncü ayın sonundan itibaren kısa süreli olarak olumlu yönde etkilemesi,
ekonomik konjonktüre göre vadeli ve vadesiz mevduatlar karşılığında tutulan zorunlu
karşılık tutarlarının ilgili dönemde banka bilançolarında dönem dönem dalgalanmalara
neden olduğuna işaret etmektedir. Etki-tepki fonksiyonlarından 1990-2001 dönemine ilişkin
elde edilen bulgular, finansal düzenleme değişkenlerindeki kısa dönemli sapmaların etkisine
karşı, finansal sistemin gelişme düzeyinin, sağlamlığının ve kırılganlığının duyarlı olduğunu
göstermektedir.
253
Çalışmada, finansal sistemin gelişimini, sağlamlığını ve kırılganlığını en çok hangi
finansal düzenleme değişkeninin ya da değişkenlerinin etkilediği, varyans ayrıştırması
yoluyla incelenmiştir. Buna göre birinci dönemde, FSBE’de meydana gelen değişimlerin
büyük çoğunluğunun rezervler ve ayrılan karşılık tutarları tarafından açıklandığı bulgusu
elde edilmiştir. Başka bir ifadeyle, Rezerv/Mevduat, Toplam Karşılık/Özkaynaklar ve
Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif oranlarının, ilgili dönemde sistemin gelişme düzeyini,
sağlamlığını ve kırılganlığını en fazla etkileyen değişkenler olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Likit aktiflerin bankacılık toplam aktifleri içindeki payının da FSBE’deki değişimleri çok
düşük düzeyde açıkladığı görülürken, bankaların sermaye yapısının çok zayıf olması
nedeniyle Birinci Kuşak Sermaye Oranı’nın dikkate değer bir açıklayıcılığa sahip olmaması
dikkat çekmektedir. Bu çerçevede, küresel standartlara yönelik herhangi bir düzenlemeye
henüz gidilmediği 1990-2001 dönemi için, etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması
analizlerinden elde edilen bulguların, kuramsal çerçeveye uygun olduğu görülmektedir.
2002-2013 dönemine ait etki-tepki fonksiyonlarının sonucuna göre, Birinci Kuşak
Sermaye Oranı’ndaki bir standart sapmalık şoka FSBE, pozitif yönde tepki göstermektedir.
Buna göre, Basel Kriterleri’nde en temel düzenleme değişkeni olarak ele alınan sermayeye
ilişkin bir standart sapmalık şok, ilgili dönemde finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık
düzeyleriniolumlu yönde etkilemektedir. Likit aktiflerin toplam aktifler içindeki payında
meydana gelen bir standart sapmalık şoka FSBE’nin tepkisi, ilgili dönem boyunca
dalgalanmalarla beraber negatif yönde seyretmektedir. Ekonomik ortamın iyileşmesine
paralel olarak finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlığın olumlu bir seyir izlediği söz
konusu dönemde, bankacılık kesiminin daha az likit aktif bulundurması ve artan likit aktif
düzeyinin banka bilançolarını olumsuz yönde etkilemesi kuramsal açıdan anlamlı
görülmektedir. İkinci dönemde menkul kıymetlerin toplam aktif içindeki payında meydana
gelen bir standart sapmalık şoka FSBE, artış yönünde tepki vermektedir. Kırılganlığın
görece azaldığı ikinci dönemde, artan finansal gelişme düzeyinin menkul kıymet artışından
olumlu yönde etkilenmesi beklenen bir bulgudur. Bunun yanında FSBE’nin, ikinci dönemde
bankacılık rezervlerinde meydana gelen bir standart sapmalık şoka oldukça duyarlı olduğu
dikkat çekmektedir. İlk aylarda rezervlerdeki bir standart sapmalık şoka negatif yönde tepki
veren FSBE’nin, sonraki aylarda yükseliş ve azalış yönünde dalgalanmalar gösterdiği
görülmektedir. Yine toplam karşılıklardaki bir standart sapmalık şok karşısında endeksin
254
olumsuz yönde etkilenmesi, ikinci dönemde de rezerv ve karşılık ayırma tutarlarının, sisteme
olumlu bir katkısının olmadığına işaret etmektedir.
Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif oranında meydana gelen bir standart sapmalık şok ise,
diğer düzenleme değişkenlerinden farklı olarak endeksi, ilerleyen aylarda artan oranda
pozitif yönde etkilemektedir. İkinci dönemde, makroihtiyati politikalar çerçevesinde
Finansal İstikrar Kurulu’nun ve G20 liderlerinin merkez bankalarını ve denetimden sorumlu
yetkilileri, finansal sistemi tehdit eden risklerin azaltılması amacıyla politika tedbirleri
belirleme yönünde teşvik etmeleri, Türkiye’de zorunlu karşılıkların bir politika aracı olarak
kullanılmasını gerekli kılmıştır. Bu doğrultuda, küresel alanda gerçekleştirilen uygulamalar
paralelinde TCMB, makro finansal dengesizlikleri sınırlamak, kredi genişlemesinin ve
spekülatif sermaye girişlerinin önüne geçebilmek amacıyla, zorunlu karşılıkları aktif bir para
politikası aracı olarak kullanmaktadır.
2002-2013 dönemine ilişkin etki-tepki fonksiyonlarından elde edilen bulgular, finansal
düzenleme değişkenlerindeki kısa dönemli sapmaların etkisine karşı, finansal sistemin
gelişme düzeyinin, sağlamlığının ve kırılganlığının en fazla duyarlı olduğu değişkenlerin
Birinci Kuşak Sermaye oranı, menkul kıymetler ve zorunlu karşılık tutarları olduğunu ortaya
koymaktadır.
Varyans ayrıştırmasından elde edilen bulgulara göre, ikinci dönemde finansal
sistemdeki değişimleri en fazla açıklayan düzenleme değişkenleri, Zorunlu Karşılık/Toplam
Aktif ve Birinci Kuşak Sermaye oranıdır. Söz konusu değişkenleri sırasıyla, Menkul
Kıymetler/Toplam Aktif, Rezerv/Mevduat, Likit Aktif/Toplam Aktif ve Toplam
Karşılıklar/Özkaynak oranları takip etmektedir. Buna göre, küresel standartlara yönelik
düzenlemelerin Türkiye’de uygulanmaya başlandığı 2002-2013 döneminde, finansal
gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyinde meydana gelen değişimlerde bankalar için
uygulanan zorunlu karşılık politikalarının ve sermayeye ilişkin düzenlemelerin, diğer
düzenleme değişkenlerine göre daha önemli bir yere sahip olduğu önemli bir bulgu olarak
dikkat çekmektedir.
Sonuçta, bu tez çalışmasında Türkiye’nin finansal sisteminin bir bütün olarak genel
seyrini yansıtması amacıyla oluşturulan FSBE’nin, ikinci dönemde yasal ve kurumsal
düzeyde gerçekleştirilen düzenlemelerin olumlu etkisine ışık tuttuğu düşünülmektedir.
255
Çünkü 1990-2013 dönemini kapsayan analizlerden elde edilen bulgular, Türkiye’de 2002
yılından sonra küresel finansal mimariye paralel biçimde yakınlaştırılan temel düzenleme
araçlarının, yurtiçi finansal sistemin güçlendirilmesine katkı sağladığını ortaya koymaktadır.
Bu çerçevede yurtiçi finansal sisteme olumlu katkısı dikkate alındığında, başta Basel
Komitesi olmak üzere diğer uluslararası kuruluşların ve G20 liderlerinin ele adıkları Birinci
Kuşak Sermaye oranı, likidite, bankacılık rezervleri, karşılıklar ve zorunlu karşılık
politikaları gibi temel düzenleme standartlarının küresel finansal piyasaların istikrarı için
önem taşıdığı sonucuna varılmaktadır.
256
KAYNAKLAR
Ackermann, J. (2008). The Subprime Crisis and Its Consequences. Journal of Financial
Stability, 4(4), 329-337.
Adrian, T. and Shin, H. S. (2009). The Shadow Banking System: Implications for Financial
Regulation (No. 382). Staff Report, Federal Reserve Bank of New York.
Aghion, P., Howitt, P. and Mayer-Foulkes, D. (2004). The Effect of Financial Development
on Convergence: Theory and Evidence, Working Paper (10358). National Bureau of
Economic Research.
Ağır, H. (2010). Türkiye'de Finansal Liberalizasyon ve Finansal Gelişme İlişkisinin
Ekonometrik Analizi. BDDK Kitapları, (8).
Akdağ, Ç. (2011). Sistemik Önemi Haiz Finansal Kuruluşların Çözümlenmesinde “Bail-In”
Uygulamaları. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Bilimsel Yayın Organı, 6(27), 19-22.
Aktan, O. (1993). Uluslararası Finansman: Gelişmekte Olan Ülkeler Açısından Geçmişi ve
Geleceği. İktisat İşletme ve Finans, 8(87), 1993, 44-57.
Aktaş, R., Pekkaya, S., ve Aydoğan, E. (2005). 2001 Krizi Sonrası Dönemde
Makroekonomik Gelişmeler Işığında Türk Bankacılık Sisteminin Yeniden
Yapılandırılmasına İlişkin Bir Değerlendirme. İktisat İsletme ve Finans, 20(237), 1748.
Akyüz, Y. (2000). The Debate on the International Financial Architecture: Reforming the
Reformers. UNCTAD/OSG/DP, (148).
Akyüz, Y. (2004). Finansal İstikrarsızlığın ve Şokların Yönetimi. İktisat İşletme ve Finans,
19(221), 5-20.
Akyüz, Y. ve Boratav, K. (2003). The Making of the Turkish Financial Crisis. World
Development, 31(9), 1549-1566.
Albulescu, C. T. and Goyeau, D. (2009). Assessing and Forecasting Romanian Financial
System’s Stability Using an Aggregate Index. Analele Universitaţii Poitiers, 1-32.
Aliber, R. Z. (2000). Capital Flows, Exchange Rates, and the New International Financial
Architecture: Six Financial Crises in Search of a Generic Explanation. In The New
Architecture of the International Monetary System, 11(S1), 43-61.
Allen, F. and Gale, D. (2004). Financial Fragility, Liquidity, and Asset Prices. Journal of the
European Economic Association, 2(6), 1015-1048.
Alp, A. ve Oğuz, F. (2011). Yeni Finansal Düzen, Krizlerin Sonu Mu?. Doğan Yayıncılık.
Altıntaş, H. ve Çetin, R. (2006). Şeffaflık Artışı Bankacılık Sektöründe İstikrar İçin Yeterli
Bir Araç Mıdır? Türkiye’de Bankacılık Krizlerinin Şeffaflık Çerçevesinde
Değerlendirilmesi. İktisat İşletme ve Finans, 21(245), 138-159.
257
Altıntaş, M. A. (2006). Bankacılıkta Risk Yönetimi ve Sermaye Yeterliliği. Turhan Kitabevi.
Alves Jr, A. J., Ferrari Jr, F., & De Paula, L. F. (1999). The Post Keynesian Critique of
Conventional Currency Crisis Models and Davidson's Proposal to Reform the
International Monetary System. Journal of Post Keynesian Economics, 207-225.
Ang, J. B. (2008). Are Financial Sector Policies Effective in Deepening the Malaysian
Financial System?. Contemporary Economic Policy, 26(4), 623-635.
Arestis, P. (2004). Washington Consensus and Financial Liberalization. Journal of Post
Keynesian Economics, 27(2), 251-271.
Arestis, P. and Demetriades, P. (1995). Finance and Growth: Is Schumpeter 'Right'?. Analise
Economica, 16(30).
Arestis, P. and Demetriades, P. (1997). Financial Development and Economic Growth:
Assessing the Evidence. The Economic Journal, 107(442), 783-799.
Arner, D. W. ve Buckley, R. P. (2010). Redesigning the Architecture of the Global Financial
System. Melbourne Journal of International Law, 11, 185.
Artar, O. K. ve Sarıdoğan, A. A. (2012). Küresel Finansal Krizin Türkiye’de Bankacılık
Sektörü Mali Yapısına Etkileri. Marmara Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 2.
Balassa, B. (1990). Financial Liberalization in Developing Countries. Studies in
Comparative International Development, 25(4), 56-70.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2001a, Mayıs). İnternet: Bankacılık
Sektörü
Yeniden
Yapılandırma
Programı.
https://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Diger_Raporlar/15279C8914BD.
pdf adresinden 25.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2001b, Ekim). İnternet: Bankacılık
Sektörü
Değerlendirme
Raporu.
Ekonomik
Değerlendirmeler
İdaresi,
http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/1486
Bankacilik_Sektoru_Degerlendirme_Raporu_Haziran_2001.pdf.pdf
adresinden
25.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2003b, Mayıs). İnternet: Yıllık
Rapor.http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Kurum_Bilgileri/Yillik_Raporlar/47
87bddk_yillik_rapor_2003.pdf adresinden 27.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2004). İnternet: Yıllık Rapor.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Kurum_Bilgileri/Yillik_Raporlar/4788bddk
_yillik_rapor_2004.pdf adresinden 27.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2005a). İnternet: Yıllık Rapor.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Kurum_Bilgileri/Yillik_Raporlar/4789bddk
_yillik_rapor_2005.pdf adresinden 28.09.2013 tarihinde alınmıştır.
258
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2006a). İnternet: Yıllık Faaliyet
Raporu,http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/kurum_bilgileri/yillik_raporlar/4790
bddk_yillik_rapor_2006.pdf adresinden 30.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2006b, Aralık). İnternet:
Bankacılıkta
Yapısal
Gelişmeler.
Sayı:
1.
https://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Bankacilikta_Yapisal_Gelismele
r/3428BYG_09_07_2007.pdf adresinden 30.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2003a, Nisan). İnternet: Bankacılık
Sektörü
Yeniden
Yapılandırma
Programı
Gelişme
Raporu-(VI).
http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/raporlar/diger_raporlar/1524bsyyp_gelisme_
042003.pdf adresinden 27.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2005b, Ekim). İnternet: Basel-II
Ulusal İnisiyatif Alanlarının Anlaşılmasına Yönelik Açıklayıcı Rehber. ARD Çalışma
Raporları 2005/8. https://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Basel/12622005-8.pdf
adresinden 02.04.2014 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2006c, Aralık). İnternet: Finansal
Piyasalar
Raporu.
Sayı:
4.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/165
1BDDK_FPR_Aralik2006_27042007.pdf adresinden 02.10.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2007, Aralık). İnternet: Finansal
Piyasalar
Raporu.
Sayı:
8.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/481
6FPR-Aralik2007.pdf adresinden 02.10.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2008a, Ocak). İnternet: CRD/Basel
II
Ülke
Uygulamaları.
Çalışma
Tebliği,
Sayı
1.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/4225CRD_Ba
sel%20II%20Ulke%20Uygulamalari.pdf adresinden 04.10.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2008b, Nisan). İnternet: Küresel
Finansal Yapı ve 2007 Yılı Dalgalanmaları. Çalışma Tebliği, Sayı: 2.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/4726K%C3%
BCresel%20Finansal%20Yap%C4%B1%20ve%202007%20Y%C4%B1l%C4%B1%
20Dalgalanmalar%C4%B1.pdf adresinden 04.10.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2008c, Aralık). İnternet: Finansal
Piyasalar
Raporu.
Sayı:
12.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/632
0Finansal_Piyasalar_Raporu_Aralik_2008.pdf adresinden 10.10.2013 tarihinde
alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2009, Aralık). İnternet: Krizden
İstikrara
Türkiye
Tecrübesi.
Çalışma
Tebliği.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/7378Krizden
%20%C4%B0stikrara%20T%C3%BCrkiye%20Tecr%C3%BCbesi.pdf adresinden
10.10.2013 tarihinde alınmıştır.
259
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2010a, Aralık). İnternet: Sorularla
Basel
III.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Basel/8742sorularla_basel_iii_29_11_2010
_.pdf adresinden 11.10.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2010b, Eylül). İnternet: Krizden
İstikrara
Türkiye
Tecrübesi.
Çalışma
Tebliği.
http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/8676krizden_is
tikraraturkiyetecrubesi_3uncu_baski.pdf adresinden 11.10.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2011a, Temmuz). İnternet: Risk
Bülteni.http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/raporlar/risk_bultenleri/9789riskbult
enisayi11.pdf adresinden 12.11.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2011b, Aralık). İnternet: Finansal
Piyasalar
Raporu.
Sayı:
24.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/107
982012_fpr_aralik_11_nisan.pdf adresinden 12.11.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2011c, Aralık). İnternet:
Bankacılıkta
Yapısal
Gelişmeler.
Sayı:
6.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Bankacilikta_Yapisal_Gelismeler/
11085bygr_2011.pdf adresinden 02.04.2014 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2012a, Nisan). İnternet: Sorularla
Basel
2.5.
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Basel/10800sorularla_basel_ii5.pdf
adresinden 09.03.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2012b, Aralık). İnternet: Finansal
Piyasalar
Raporu.
Sayı:
28.
https://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/119
02fpr_aralik2012_29032013bb.pdf adresinden 09.03.2013 tarihinde alınmıştır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2014, Mart). İnternet: Türk
Bankacılık
Sektörü
Genel
Görünümü.
Sayı
2014/2.
https://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/TBSGG/13131tbs_genel_gorunu
mu_2014.pdf adresinden 18.05.2013 tarihinde alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS (2009a, August). İnternet: History of the
Basel Committe and its Membership. http://www.bis.org/bcbs/history adresinden
01.03.2013 tarihinde alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS (2012, October). İnternet: Report to G20
Finance Ministers and Central Bank Governors on Basel III Implementation.
http://www.bis.org/publ/bcbs234.pdf adresinden 15.10.2013 tarihinde alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (1988, July). İnternet: International
Convergence of Capital Measurement and Capital Standards. 1-30.
http://www.bis.org/publ/bcbs04a.pdf adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır.
260
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (1996, January). İnternet: Amendment
to
the
Capital
Accord
to
Incorporate
Market
Risks.
1-56.
http://www.bis.org/publ/bcbs24.pdf adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2004, June). İnternet: Implementation
of Basel-II: Practical Consideration. 1-36. http://www.bis.org/publ/bcbs107.pdf
adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2006, June). İnternet: International
Convergence of Capital Measurement and Capital Standards: A Revised Framework
Comprehensive Version. 1-333. http://www.bis.org/publ/bcbs128.pdf adresinden
20.06.2013 tarihinde alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2009b, July). İnternet: Enhancements to
the
Basel
II
Framework.
1-41.
http://www.lw.com/upload/pubcontent/_pdf/pub3945_1.pdf adresinden 20.06.2013
tarihinde alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2010, December). İnternet: Basel III: A
Global Regulatory Framework For More Resilient Banks and Banking Systems. 1-77.
http://www.bis.org/publ/bcbs189_dec2010.pdf adresinden 21.06.2013 tarihinde
alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2011a, December). İnternet: Core
Principles for Effective Banking Supervision: Consultative Document. 1-78.
http://www.bis.org/publ/bcbs213.pdf adresinden 01.03.2013 tarihinde alınmıştır.
Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2011b). İnternet: Measures for Global
Systemically Important Banks Agreed By The Group of Governors and Heads of
Supervision. http://www.bis.org/press/p110625.htm adresinden 01.03.2013 tarihinde
alınmıştır.
Başçı, E. ve Kara, H. (2011, Mayıs). Finansal İstikrar ve Para Politikası. TCMB Çalışma
Tebliği, No. 11/08.
Beck, T. and Levine, R. (1999). A New Database on Financial Development and Structure
(Vol. 2146). World Bank Publications.
Beenstock, M. (2009). Market Foundations for the New Financial Architecture. Verdict on
the Crash: Causes and Policy Implications, P. Booth (Editor), 59-72.
Ben Naceur, S., Ghazouani, S. and Omran, M. (2008). Does stock market liberalization spur
financial and economic development in the MENA region?. Journal of Comparative
Economics, 36(4), 673-693.
Berberoğlu, M. (2009). Mortgage-İpotekli Konut Finansman-Sistemi ve Bu Sistemin
Türkiye’de Uygulanabilirliği. International Journal of Economic and Administrative
Studies, 1(2), 119-146.
Berglof, E. and Bolton, P. (2002). The Great Divide and Beyond: Financial Architecture in
Transition. The Journal of Economic Perspectives, 16(1), 77-100.
261
Bingham, G. (2000). International Financial Architecture: Foundations and Framework.
Financial Globalization and the Emerging Economies, 63.
Bird, G. and Rajan, R. S. (2001). Banks, Financial Liberalisation and Financial Crises in
Emerging Markets. The World Economy, 24(7), 889-910.
Bird, G. and Rajan, R. S. (2002). The Evolving Asian Financial Architecture. International
Economics Section, Department of Economics, Princeton University.
Bittencourt, M. (2011). Inflation and Financial Development: Evidence from Brazil.
Economic Modelling, 28(1), 91-99.
Blum, D., Federmair, K., Fink, G., & Haiss, P. (2002). The Financial-Real Sector Nexus:
Theory and Empirical Evidence. IEF Working Paper, (43).
Blundell-Wignall, A. and Atkinson, P. (2010). Thinking Beyond Basel III: Necessary
Solutions For Capital and Liquidity. OECD Journal: Financial Market Trends,
2010(1), 1-23.
Bocutoğlu, E. (2012). Krizin Makro İktisadından Makro İktisadın Krizine: Eleştirel Bir
Değerlendirme (No. 2012/106). Discussion Paper, Turkish Economic Association.
Boratav, K. (2009). Türkiye İktisat Tarihi 1908-2007, İmge Kitabevi, 5-162.
Boratav, K. and Yeldan, E. (2001). Turkey, 1980-2000: Financial Liberalization,
Macroeconomic (in)-stability, and Patterns of Distribution, Mimeo, Bilkent
University.
Boratav, K., Yeldan, E., & Köse, A. (2000). Globalization, Distribution and Social Policy:
Turkey, 1980-1998. CEPA and The New School for Social Research, Working Paper
Series, (20), 1-53.
Borio, C. (2011). Central Banking Post-Crisis: What Compass for Unchartered Waters?. In
Keynote Address at the SUERF-National Bank of Poland Conference “Monetary
Policy After the Crisis”, Warsaw (Vol. 4).
Boulila, G. and Trabelsi, M. (2003). The Causality Issue in the Finance and Growth Nexus:
Empirical Evidence From Middle East and North African Countries. Review of Middle
East Economics and Finance, 2(2), 123-138.
Browne, F. and McKiernan, A. M.(2005). The Role of Liquidity in Financial Stability. IMF’s
Global Financial Stability Report.
Burkart, O. and Coudert, V. (2002). Leading Indicators of Currency Crises For Emerging
Countries. Emerging Markets Review, 3(2), 107-133.
Calderon, C. and Liu, L. (2003). The Direction of Causality Between Financial Development
and Economic Growth. Journal of Development Economics, 72(1), 321-334.
Calvo, G. A. (1995). Varieties of Capital-Market Crises, Working Paper, Inter-American
Development Bank, Office of the Chief Economist, No. 306.
262
Caprio, G. and Klingebiel, D. (1996). Bank Insolvency: Bad Luck, Bad Policy, or Bad
Banking?. In Annual World Bank conference on development economics (Vol. 79).
Washington: The World Bank.
Cartapanis, A. and Herland, M. (2002). The Reconstruction of the International Financial
Architecture: Keynes' Revenge?. Review of International Political Economy, 9(2),
271-297.
Chang, R., & Velasco, A. (2000). Financial Fragility and the Exchange Rate Regime.
Journal of economic theory, 92(1), 1-34.
Chang, T., Fang, W. and Wen, L. F. (2001). Energy Consumption, Employment, Output,
and Temporal Causality: Evidence From Taiwan Based on Cointegration and ErrorCorrection Modelling Techniques. Applied Economics, 33(8), 1045-1056.
Chant, J. (2003). Financial Stability as a Policy Goal. Essays on financial stability, (95).
Chimobi, O. P. and Igwe, O. L. (2010). Financial Innovations and the Stability of Money
Demand in Nigeria. Banking and Finance Letters, 2(1), 249-257.
Chinn, M. D. and Ito, H. (2002). Capital account liberalization, institutions and financial
development: cross country evidence. Working Paper (8967). National Bureau of
Economic Research.
Christopoulos, D. K. and Tsionas, E. G. (2004). Financial Development and Economic
Growth: Evidence From Panel Unit Root and Cointegration Tests. Journal of
Development Economics, 73(1), 55-74.
Corsetti, G., Pesenti, P. and Roubini, N. (2001). Fundamental Determinants of the Asian
Crisis: The Role of Financial Fragility and External Imbalances. In Regional and
Global Capital Flows: Macroeconomic Causes and Consequences, NBER-EASE
Volume 10, University of Chicago Press, 11-41.
Coşkun, Y. (2010). Küresel Finansal Kriz ve Kredilendirme ve Değerleme Sorunları: ABD
ve Türk İpotekli Konut Finansman Sistemleri Hakkında Bir Değerlendirme. Taşınmaz
Değerleme Günleri, 2009, 1-26.
Crockett, A. (1997). The Theory and Practice of Financial Stability. GEI Newsletter Issue,
(6), 1-37.
Crockett, A. (2010). İnternet: What Have We Learned in the Past 50 Years about the
International
Financial
Architecture.
Web:
http://wwwho.rba.gov.au/publications/confs/2010/conf-vol-2010.pdf#page=82,
01.09.2012
tarihinde alınmıştır.
Crotty, J. (2009). Structural Causes of the Global Financial Crisis: A Critical Assessment of
the ‘New Financial Architecture’. Cambridge Journal of Economics, 33(4), 563-580.
Crotty, J. and Epstein, G. (2009). Avoiding Another Meltdown. Challenge, 52(1), 5-26.
263
Cuadro, L., Gallego, S., and Herrero, A. G. (2003). Why Do Countries Develop More
Financially Than Others? The Role of the Central Bank and Banking Supervision.
Moneda y Credito, 216, 1-80.
Cull, R., Senbet, L. W. and Sorge, M. (2005). Deposit Insurance and Financial Development.
Journal of Money, Credit and Banking, 43-82.
Çolak, Ö. F. (2001). Finansal Kriz ve Bankacılık Sektöründe Yeniden Yapılandırma
Programı Üzerine Bir Eleştiri. G.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, 2, 15-30.
Çolak, Ö. F. (2007). Finansal Piyasalar ve Para Politikası, Gazi Kitabevi, Ankara.
Çolak, Ö. F. ve Yiğidim, A. (2001). Türk Bankacılık Sektöründe Kriz, Nobel Yayın Dağıtım.
Darrat, A. F. (1999). Are Financial Deepening and Economic Growth Causally Related?
Another Look at the Evidence. International Economic Journal, 13(3), 19-35.
Davidson, P. (1998a). The Case For Regulating International Capital Flows. Paper presented
at the Social Market Foundation Seminar on Regulation of Capital Movements
London, 1-16.
Davidson, P. (1998b). Volatile Financial Markets and the Speculator. Economic Issues-Stock
On Trent, 3, 1-18.
Davidson, P. (2000). Is a Plumber or a New Financial Architect Needed to End Global
International Liquidity Problems?. World Development, (28:6), 1117-11131.
Davidson, P. (2002). Financial Markets, Money and the Real World, Edward Elgar
Publishing, USA.
Davidson, P. (2004). The Future of the International Financial System. Journal of Post
Keynesian Economics. 26(4), 591-605.
Davidson, P. (2005). A Post Keynesian View of the Washington Consensus and How to
Improve It. Journal of Post Keynesian Economics. 27(2), 208-230.
Davis, K. (2007). Banking Concentration, Financial Stability and Public Policy. The
Structure and Resilience of the Financial System, ed. by C. Kent and J. Lawson.
De Gregorio, J. and Guidotti, P. E. (1995). Financial Development and Economic Growth.
World Development, 23(3), 433-448.
Delice, G., Doğan, A., ve Uzun, A. M. (2004). Finansal Regülasyon ve Piyasa Disiplini.
Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(1), 101-130.
Demetriades, P. O. and Hussein, K. A. (1996). Does Financial Development Cause
Economic Growth? Time-Series Evidence From 16 Countries. Journal of
Development Economics, 51(2), 387-411.
Demirci, N. (2005). Finansal Krizlerin Anatomisi, Modern Kriz Teorileri Işığında
Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye. Sermaye Piyasası Kurulu, Yayın No: 186.
264
Demirgüç-Kunt, A. and Detragiache, E. (2005). Cross-Country Empirical Studies of
Systemic Bank Distress: A Survey. National Institute Economic Review, 192(1).
Demirgüç-Kunt, A., Detragiache, E. and Tressel, T. (2008). Banking on the Principles:
Compliance with Basel Core Principles and Bank Soundness. Journal of Financial
Intermediation, 17(4), 511-542.
Dewatripont, M., Rochet, J. C., and Tirole, J. (2010). Balancing the Banks: Global lessons
from the financial crisis. Princeton University Press.
Di Giovanni, J. (2005). What Drives Capital Flows? The Case of Cross-Border M&A
Activity and Financial Deepening. Journal of International Economics, 65(1), 127149.
Diamond, D. W., and Dybvig, P. H. (1983). Bank Runs, Deposit Insurance, and Liquidity.
The Journal of Political Economy, 401-419.
Diaz-Alejandro, C. (1985). Good-Bye Financial Repression, Hello Financial Crash. Journal
of Development Economics, 19(1), 1-24.
Dodd, R., Mills, P. (2008). Outbreak: U.S. Subprime Contagion. Finance and Development,
14-18.
Doğru, B., Çelik, O. ve Doğan, K. C. (2012). Fiyat İstikrarından Finansal İstikrara: Merkez
Bankası Macroprudential Politika Çerçevesi. 16. Finans Sempozyumu, 10-13 Ekim,
Erzurum, 379-398.
Doğruel, F., Doğruel, S. (2006). Türkiye’de Büyüme ve Makroekonomik İstikrar, İktisadi
Kalkınma Kriz ve İstikrar-Oktar Türel’e Armağan içinde, İletişim Yayınları.
Dorrucci, E., Meyer-Cirkel, A. and Santabarbara, D. (2009). Domestic Financial
Development in Emerging Economies: Evidence and Implications. ECB Occasional
Paper, (102), 1-61.
Dünya Bankası (2001). İnternet: International Financial Architecture: An Update on World
Bank Group Activities. A Public Information Note by World Bank Staff.
http://www.worldbank.org/ifa/images/IFARPT4_01.pdf adresinden 20.02.2012
tarihnde alınmıştır.
Edwards, F. R., and Mishkin, F. S. (1995). The Decline of Traditional Banking: Implications
for Financial Stabilityand Regulatory Policy. Working Paper Series 4993. National
Bureau of Economic Research.
Edwards, S. (1999). How Effective are Capital Controls. Journal of Economic Perspectives,
13:4.
Eichengreen, B. (1999). Toward a New International Financial Architecture: A Practical
Post-Asia Agenda, Institute for International Economics.
Eichengreen, B. (2004). Global Imbalances and the Lessons of Bretton Woods. NBER
Working Paper Series, (10497).
265
Eichengreen, B. (2009). Reforming The International Financial Architecture: After Ten
Years, The View from Emerging Markets. Macro Economy Proceedings, Tokyo Club
Foundation for Global Studies içinde, (4).
Eichengreen, B. and Hausmann, R. (1999). Exchange Rates and Financial Fragility. National
Bureau of Economic Research, Working Paper Series, 7418.
Ekzen, N. (2006). Cumhuriyet’in Ortaçağı: Kamu Ekonomisinde Finansman Politikası Aracı
Olarak İç Borçlanma (1984-1999). İktisadi Kalkınma Kriz ve İstikrar-Oktar Türel’e
Armağan içinde, İletişim Yayınları.
Elson, A. (2010). The Current Financial Crisis and Reform of the Global Financial
Architecture. The International Spectator: Italian Journal of International Affairs,
(45: 1), 17-36.
Enders, W. (1995). Applied Econometrics Time Series. John Wiley and Sons, Inc.
Enders, W. (2003). Applied Econometrics Time Series. John Wiley and Sons, Inc.
Engle, R. F. and Granger, C. W. (1987). Co-Integration and Error Correction:
Representation, Estimation, and Testing. Econometrica 55(2), Journal of the
Econometric Society, 251-276.
Er, S. (2011). Finansal Krizleri Önleme Aracı Olarak Finansal Sektörün Regülasyonu,
Mortgage Krizi ve Türkiye. Maliye Dergisi, (160), 307-327.
Erdönmez, P. A. (2003). Türkiye’de 2001 Yılındaki Mali Kriz Sonrasında Kurumsal
Sektörde Yeniden Yapılanma. Bankacılar Dergisi, (14: 47), 38-55.
Ergeç, E. H. (2004). Finansal Gelişme ile Ekonomik Büyüme Arasındaki Nedensellik İlişkisi
ve Türkiye Örneği: 1988-2001. Sosyal Bilimler Dergisi, 5(2).
Erim, N. ve Türk, A. (2005). Finansal Gelişme ve İktisadi Büyüme. Kocaeli Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(2), 21-45.
Eroğlu, N. ve Eroğlu, İ. (2011). The 2008 Global Financial Crisis and the Liquidity
Management of the Central Bank of the Republic of Turkey. International Journal of
Economics and Finance, (3: 2), 186-193.
Ertuğrul, A. and Yeldan, E. (2003). On the Structural Weaknesses of the post-1999 Turkish
Disinflation Program. Turkish Studies, 4(2).
Eschenbach, F. (2004). Finance and Growth: A Survey of the Theoretical and Empirical
Literature”, Tinbergen Institute Discussion Paper, 039/2, 1-48.
Esen, O. (1998). Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanan Finansal Serbestleşme
Programlarına Eleştirisel Bir Yaklaşım. İktisat İşletme ve Finans, (13:145), 23-30.
Esen, O. (2005). Bankacılık Krizleri, Yeniden Yapılandırma Programları ve Türk Bankacılık
Sektörü. Siyasal Dergisi, (1:1), 1-21.
266
Esen, O. (2010). Bankacılık Krizleri, Yeniden Yapılandırma Programları: Financial
Openness in Turkey. International Review of Applied Economics, 14:1, 5-23.
Eser, K. (1993). Mali Baskı Altındaki Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanan Finansal
Liberalizasyon Politikalarının Etkinliği. Ekonomik Yaklaşım Dergisi, (4:10), 82-100.
Eser, K. (1995). 1994 Finans Krizi ve Finans Kesiminde Reform Arayışları. İktisat İşletme
ve Finans, 10 (114), 48-56.
Fama, E. F. (1970). Efficient Capital Markets: A Review of Theory and Empirical Work.
The Journal of Finance, 25 (2), 383-417.
Fanelli, J. M. and Medhora, R. (2001). The Emerging International Financial Architecture
and Its Implications for Domestic Financial Architecture. In Conference on "Domestic
Finance & Global Capital in Latin America". Organized by the Latin America
Research Group, Research Department. Federal Reserve Bank of Atlanta. Miami,
Florida, 1-2.
Federici, D. and Caprioli, F. (2009). Financial Development and Growth: An Empirical
Analysis. Economic Modelling, 26(2), 285-294.
Ferrari-Filho, F. and De Paula, F. L. (2009). Exchange Rate Regime Proposal for Emerging
Countries: A Keynesian Perspective. Journal of Post Keynesian Economics, 31 (2),
227-248.
Financial Stability Board (2009a, September). İnternet: Improving Financial Regulation,
Report
of
the
Financial
Stability
Board
to
G20
Leaders.
http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_090925b.pdf
adresinden
02.03.2013 tarihinde alınmıştır.
Financial Stability Board (2009b). İnternet: Guidance to Assess the Systemic Importance of
Financial Institutions, Markets and Instruments: Initial Considerations. Report to the
G20
Finance
Ministers
and
Central
Bank
Governors.
http://www.imf.org/external/np/g20/pdf/100109.pdf adresinden 20.12.2013 tarihinde
alınmıştır.
Financial Stability Board (2011a, April). İnternet: Shadow Banking: Scoping The Issues: A
Background
Note
of
the
Financial
Stability
Board.
http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_110412a.pdf
adresinden
02.03.2013 tarihinde alınmıştır.
Financial Stability Board (2011b, October). İnternet: Shadow Banking: Strengthening
Oversight and Regulation: Recommendations of the Financial Stability Board.
http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_111027a.pdf
adresinden
02.03.2012 tarihinde alınmıştır.
Financial Stability Board (2012a). İnternet: Strengthening the Oversight and Regulation of
Shadow Banking: Progress Report to G20 Ministers and Governors.
http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_120420c.pdf
adresinden
02.03.2012 tarihinde alınmıştır.
267
Financial Stability Board (2012b). İnternet: Global Shadow Banking Monitoring Report
2012. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_121118c.pdf adresinden
02.03.2012 tarihinde alınmıştır.
Financial Stability Board (2012c). İnternet: Global Shadow Banking Monitoring Report
2012:
Exhibits
2-1,
2-2
and
2-3.
http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_121128.pdf
adresinden
02.03.2012 tarihinde alınmıştır.
Financial Stability Board (2013). İnternet: IMN Survey of National Progress in the
Implementation
of
G20/FSB
Recommendations,
Turkey.
http://www.financialstabilityboard.org/implementation_monitoring/turkey_2013.pdf,
adresinden 10.11.2013 tarihinde alınmıştır.
Financial Stability Forum (2000). İnternet: Report of the Follow-up Group on Incentives to
Foster the Implementation of Standards. Prepared for the Meeting of the Financial
Stability Forum. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_0009.pdf,
adresinden 20.10.212 tarihinde alınmıştır.
Financial Stability Forum (FSF). (2008, April). İnternet: Report of the Financial Stability
Forum
on
Enhancing
Market
and
Institutional
Resilience.
http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_0804.pdf
adresinden
20.12.2013 tarihinde alınmıştır.
Fischer, S. (1997). Financial System Soundness. Finance and Development, 34, 14-16.
Fischer, S. (1999a). Reforming the International Financial System. The Economic Journal,
109(459), F557-F576.
Fischer, S. (1999b). On the Need for an International Lender of Last Resort. The Journal of
Economic Perspectives, 85-104.
Flood, R. P. and Garber, P. M. (1981). A Systematic Banking Collapse In a Perfect Foresight
World. NBER Working Paper, 691.
Frankel, J. A. and Saravelos, G. (2010). Are Leading Indicators of Financial Crises Useful
for Assessing Country Vulnerability? Evidence From the 2008-09 Global Crisis.
National Bureau of Economic Research, Working Paper 16047.
Frankel, J. A. ve Roubini, N. (2001). The Role of Industrial Country Policies in Emerging
Market Crisis. NBER Working Paper Series, 8634.
Fry, M. J. (1978). Money and Capital or Financial Deepening in Economic Development?.
Journal of Money, Credit and Banking, 464-475.
Fry, M. J. (1997). In favour of financial liberalisation. The Economic Journal, 107(442),
754-770.
G20 (2008, November). Declaration: Summit on Financial Markets and the World
Economy.https://www.g20.org/sites/default/files/g20_resources/library/Washington_
Declaration.pdf, adresinden 16.06. 2013 tarihinde alınmıştır.
268
G20
(2009b,
September).
Leaders’
Statement
the
Pittsburgh
Summit.
http://ec.europa.eu/commission_20102014/president/pdf/statement_20090826_en_2.
pdf, adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır.
G20
(2010a,
January).
Toronto
Summit
Declaration.
http://www.g20.utoronto.ca/2010/g20_declaration_en.pdf, adresinden 16.06.2013
tarihinde alınmıştır.
G20
(2010b).
The
Seoul
Summit
Document.
https://www.g20.org/sites/default/files/g20_resources/library/Seoul_Summit_Docum
ent.pdf, adresinden 17.06.2013 tarihinde alınmıştır
G20 (2011, November). Cannes Summit Final Declaration, Building Our Common Future:
Renewed
Collective
Action
for
the
Benefit
of
All.
http://www.g20.utoronto.ca/2011/2011-cannes-declaration-111104-en.html,
adresinden 17.06.2013 tarihinde alınmıştır.
G20
(2012).
Leaders
Declaration,
Los
Cabos
Mexico.
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_Data/docs/pressdata/en/ec/131069.pdf,
adresinden 17.06.2013 tarihinde alınmıştır.
G20 (2013). B20-G20 Partnership For Growth and Jobs, Recommendation from Business.
https://www.g20.org/sites/default/files/g20_resources/library/B20_WhiteBook_1608
13_3.pdf, adresinden 21.01.2014 tarihinde alınmıştır.
G20
London
SummitLeaders’
Statement.
(2009a,
April).
https://www.imf.org/external/np/sec/pr/2009/pdf/g20_040209.pdf,
adresinden
16.06.2013 tarihinde alınmıştır.
Geçer, T. (2009). Basel, Sermaye Yeterliliği Standart Rasyosu ve Türkiye Uygulaması.
Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3(1), 83-109.
Gençay, O. (2007). Finansal Dolarizasyon ve Finansal İstikrar Arasındaki İlişki: Türkiye
Değerlendirmesi. TCMB Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ankara.
Gertler, M. ve Rose, A. (1994). Finance, Public Policy and Growth. Gerard Caprio Jr. vd.,
13-48.
Gibson, H. D. and Tsakalotos, E. (1994). The Scope and Limits of Financial Liberalisation
in Developing Countries: A Critical Survey. The Journal of Development Studies,
30(3), 578-628.
Giovanoli, M. (2009). The Reform of the International Financial Architecture After the
Global Crisis. International Law and Politics, 42(81).
Girma, S. and Shortland, A. (2008). The Political Economy of Financial Development.
Oxford Economic Papers, 60(4), 567-596.
Gnanadesikan, R. (2011). Methods For Statistical Data Analysis of Multivariate
Observations, Second Edition, A Wiley-Interscience Publication.
269
Goldsmith, R. W. (1969). Financial Structure and Economic Development. New Haven: Yale
University Press.
Goldsmith, R. W. (1975). The Quantitative International Comparison of Financial Structure
and Development. The Journal of Economic History, 35(01), 216-237.
Goldstein, I. (2005a). Strategic Complementarities and the Twin Crises. The Economic
Journal, 115, 368-390.
Goldstein, M. (2005b). The International Financial Architecture. The United States and the
World Economy: Foreign Economic Policy for the Next Decade, 373-407.
Goldstein, M., Kaminsky, G. L. and Reinhart, C. M. (2000). Assessing Financial
Vulnerability: An Early Warning System For Emerging Markets. Institute for
International Economics, Washington D.C.
Goodhart, C. A. (1987). Why Do Banks Need A Central Bank?. Oxford Economic Papers,
39(1), 75-89.
Gouider, A. L. and Trabelsi, M. (2006). Does Financial Market Development Matter in
Explaining Growth Fluctuations?. Savings and Development, 469-495.
Grabel, I. (1995). Speculation-Led Economic Development: A Post-Keynesian
Interpretation of Financial Liberalization Programmes in The Third World.
International Review of Applied Economics, 9(2), 127-249.
Grabel, I. (2003). International Private Capital Flows and Developing Countries. Rethinking
Development Economics içinde, Edit. Ha-Joon Chang, New York.
Grabel, I. (2009). Financial Systems and Economic Development in the 21st Century: Are
We All Keynesians Yet?. International Conference on Developments in Economic
Theory and Policy, Spain.
Griffith-Jones, S. (1999). A New Financial Architecture for Reducing Risks and Severity of
Crisis. Institute of Development Studies, University of Sussex.
Griffith-Jones, S. (2002). İnternet: New Financial Architecture as a Global Public Good.
Web: http://www.ids.ac.uk/files/griffithj4.pdf, 24.10.2012 tarihinde alınmıştır.
Griffith-Jones, S. (2003). International Financial Stability and Market Efficiency As A
Global Public Goods. Providing Global Public Goods içinde, Ed. Kaul vd., Oxford
University Press, New York, 435-454.
Gropp, R., Vesala, J. and Vulpes, G. (2006). Equity and Bond Market Signals as Leading
Indicators of Bank Fragility. Journal of Money, Credit and Banking, 399-428.
Güloğlu, B. ve Altunoğlu, E. (2002). Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler:
Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri. İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, 27, 107-134.
Haldane, A., & Kruger, M. (2001). The Resolution of International Financial Crises: Private
Finance and Public Funds. Bank of Canada Review, 2001(Winter), 3-13.
270
Hawkins, J. and Klau, M. (2000). Measuring Potential Vulnerabilities in Emerging Market
Economies.BIS Working Papers, 91.
Helleiner, E. (1995). Explaining the Globalization of Financial Markets: Bringing States
Back In. Review of International Political Economy, 2(2), 315-341.
Helleiner, G. (2000). Small Countries and the New World Financial Architecture. Crisis, 56.
Hermes, N. ve Lensink, R. (2000). Financial System Development in Transition Economies.
Journal of Banking & Finance, 24:4, 507-524.
Herrero, A. G., & Del Rio, P. (2003). Financial Stability And The Design of Monetary
Policy. Communications, 33(40.62), 07-29.
Hoe, E. K. ve Xiong, K. R. (2008). Asia: A Perspective on the Subprime Crisis. Finance and
Development, 19-23.
Hollo, D., Kremer, M. and Lo Duca, M. (2012). CISS-a Composite Indicator of Systemic
Stress in the Financial System. European Central Bank Working Paper Series, No.
1426.
Huang, W. (2006). Emerging Markets Financial Openness and Financial Development.
University of Bristol Discussion Paper, 588.
International Monetary Fund, IMF. (1998). World Economic Outlook. Washington D.C.
International Monetary Fund, IMF. (2002). İnternet: List of Standards, Codes and Principles
Useful for Bank and Fund Operational Work and for which Reports on the Observance
of
Standards
and
Codes
Are
Produced.
https://www.imf.org/external/standards/scnew.htm adresinden 25.06.2012 tarihinde
alınmıştır.
International Monetary Fund, IMF. (2006). İnternet: Financial Soundness Indicators,
Compilation Guide. http://www.imf.org/external/pubs/ft/fsi/guide/2006/index.htm,
adresinden 25.03.2014 tahinde alınmıştır.
International Monetary Fund, IMF. (2007a); “World Economic Outlook”, Washington D.C.
International Monetary Fund, IMF. (2007b, October). İnternet: Financial Soundness
Indicators: Experience with the Coordinated Compilation Exercise and Next Steps.
Web: http://www.imf.org/external/np/pp/2007/eng/101807a.pdf, 16.02.2014 tarihinde
alınmıştır.
International Monetary Fund, IMF. (2012). International Financial Statistic CD-ROM.
International Monetary Fund, IMF. (2013). İnternet: Financial Sector Assessment Program
(FSAP). http://www.imf.org/external/NP/fsap/fssa.aspx, 01.09.2013 tarihinde
alınmıştır.
Işık, S. ve Togay, S. (2002). Para Krizi Modellerinin Eleştirisi ve Uluslararası Para
Sisteminin Düzenlenmesine Yönelik Keynesyen Öneriler. İktisat İşletme ve Finans,
17(191), 31-53.
271
Ito, H. (2006). Financial Development and Financial Liberalization in Asia: Thresholds,
Institutions and the Sequence of Liberalization. The North American Journal of
Economics and Finance, 17(3), 303-327.
İnternet: Sermaye Piyasası Kurulu, SPK İstatistiksel Veriler. Web: http://www.spk.gov.tr/.
İnternet: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, http://www.tmsf.org.tr/tarihce.tr.
İnternet: Türkiye Bankalar Birliği, Veri Sorgulama Sistemi, Web: http://www.tbb.org.tr/.
İnternet: Türkiye İstatistik Kurumu, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr.
Johansen, S. and Juselius, K. (1990). Maximum Likelihood Estimation and Inference on
Cointegration—With Applications to the Demand for Money. Oxford Bulletin of
Economics and Statistics, 52(2), 169-210.
Jolliffe, I. (2005). Principal Component Analysis. John Wiley and Sons, Ltd.
Jung, W. S. (1986). Financial Development and Economic Growth: International Evidence.
Economic Development and Cultural Change, 34:2, 333-346.
Kaminsky, G. L. ve Reinhart, C. M. (1999). The Twin Crises: The Causes of Banking and
Balance-of-Payments Problems. American Economic Review, (89:3), 473-500.
Kane, E. J. (2006). Basel II: A Contracting Perspective. NBER Working Paper Series,
WP/12705, 1-32.
Kapur, B. K. (1976). Alternative Stabilization Policies for Less-Developed Economies. The
Journal of Political Economy, 777-795.
Kapur, B. K. (1983). Optimal Financial and Foreign-Exchange Liberalization of Less
Developed Economies. The Quarterly Journal of Economics, 41-62.
Kar, M. and Pentecost, E. J. (2000). Financial Development and Economic Growth in
Turkey: Further Evidence on the Causality Issue. Economic Research Paper, 27.
Kar, M., Peker, O. and Kaplan, M. (2008). Trade Liberalization, Financial Development and
Economic Growth in the Long Term: The Case of Turkey. South East European
Journal of Economics and Business, 3(2), 25-38.
Kara, H. (2012). Küresel Kriz Sonrası Para Politikası. İktisat İşletme ve Finans, 27(315), 936.
Kaufman, G. G. (1998). Central Banks, Asset Bubbles and Financial Stability. FED Bank of
Chicago Working Paper, (12).
Kendall, D. G. (1951). Some Problems in the Theory of Queues. Journal of the Royal
Statistical Society, Series B., 13 (2), 151-185.
Kenen, P. B. (2002). The International Financial Architecture: Old Issues and New
Inıtiatives. International Finance:5:1, 23-45.
272
Keynes, J. M. (1961). The General Theory of Employment, Interest and Money, Macmillan
Ltd., London.
Khalifa Al-Yousif, Y. (2002). Financial Development and Economic Growth: Another Look
at the Evidence From Developing Countries. Review of Financial Economics, 11(2),
131-150.
Khan, M. A., Qayyum, A., Sheikh, S. A. and Siddique, O. (2005). Financial Development
and Economic Growth: The Case of Pakistan [with Comments]. The Pakistan
Development Review, 819-837.
Khan, M. S. ve Semlali, A. S. (2000). Financial Development and Economic Growth: An
Overview. IMF Working Paper, 00/209.
Kibritçioglu, A. (2003). Monitoring Banking Sector Fragility. The Arab Bank Review, 5(2),
51-66.
Kibritçioğlu, A. (2001). Türkiyerde Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001. Yeni
Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, 1(7), Sayı 41, 174-182.
Kibritçioğlu, A. (2010). Küresel Finansal Krizinin Türkiye’ye Etkileri. Konrad Adenauer
Stiftung, 2010.
Kilian, L. (1999). Finite-Sample Properties of Percentile and Percentile Bootstrap
Confidence Intervals For Impulse Responses. Review of Economics and Statistics,
81(4), 652-660.
King, R. G. and Levine, R. (1993). Finance, Entrepreneurship and Growth. Journal of
Monetary Economics, 32(3), 513-542.
Klein, M. W. and Olivei, G. P. (2008). Capital Account Liberalization, Financial Depth, and
Economic Growth. Journal of International Money and Finance, 27(6), 861-875.
Komulainen, T. (2004). Essays on Financial Crises in Emerging Markets. No. E: 29/2004,
Bank of Finland Studies.
Koop, G., Pesaran, M. H. and Potter, S. M. (1996). Impulse Response Analysis in Nonlinear
Multivariate Models. Journal of Econometrics, 74(1), 119-147.
Köne, A. Ç. (2003). Para-Sermayenin Yeniden Yapılandırılması: Türk Özel Bankacılık
Sektörü Örneği. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 4(2), 233-246.
Köse, M. A., Prasad, E. S. and Terrones, M. E. (2003). Financial Integration and
Macroeconomic Volatility. IMF Staff papers, 119-142.
Krueger, A. O. (1995). Partial Adjustment and Growth in the 1980s in Turkey. NBER
Working Paper, 7662, 343-368.
Krugman, P. (1979). A Model of Balance-of-Payments Crises. Journal of Money, Credit and
Banking, 11(3), 311-325.
273
Krugman, P. (1998). İnternet: What Happened to Asia. Web: http://attac-typo.heinleinsupport.de/extern/finanzmarktcd/texte_abc/k/krugman_asia.pdf, 16.09.2012 tarihinde
alınmıştır.
Krugman, P. (1999). Balance Sheets, The Transfer Problem, and Financial Crises. In
International Finance and Financial Crises, Springer Netherlands, 31-55.
Krzanowski, W. J. (2000). Principles of Multivariate Analysis. Revised Edition, Oxford
University Press.
Kuzu, Ö. H. (2013). Türk Bankacılık Sektöründeki Yeniden Yapılanmaların Tarihsel
Gelişim İçerisinde Analitik Olarak İncelenmesi. Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 2 (4), 27-38.
Lai, A. (2003). Financial Fragility: A Survey of The Theoretical Literature. Essays on
Financial Stability by John Chant, Alexandra Lai, Mark Illing, Fred Daniel, Bank of
Canada Technical Report, 95.
Lane, P. R. and Milesi-Ferretti, G. M. (2003). International Financial Integration. IMF Staff
Papers, 82-113.
Law, S. H. and Demetriades, P. (2005). Openness, Institutions and Financial Development.
University of Leicester, Department of Economics, Working Paper, 05/08.
Leone, A. M., Gill, M., Hilbers, P., Blaschke, W., Krueger, R., Moretti, M. and Berge, J. T.
(2000). Macroprudential Indicators of Financial System Soundness (Vol. 192).
International Monetary Fund.
Levine, R. (1997). Financial Development and Economic Growth: Views and Agenda.
Journal of Economic Literature, 35:2, 688-726.
Levine, R. (2005). Finance and Growth: Theory and Evidence. Handbook of Economic
Growth, (1), 865-934.
Liberi, J. (2003). The Financial Stability Forum: A Step in the Right Direction…Not Far
Enough. Journal of Economic Law, (24).
Lindgren, M. C. J. and Folkerts-Landau, M. D. (1998). Toward a Framework for Financial
Stability (EPub). International Monetary Fund.
Lipietz, A. (1997). The Post-Fordist World: Labour Relations, International Hierarchy and
Global Ecology. Review of International Political Economy, 4(1), 1-41.
Litterman, R. B. (1983). A Random Walk, Markov Model For The Distribution of Time
Series. Journal of Business & Economic Statistics, 1(2), 169-173.
Loayza, N. V. and Ranciere, R. (2006). Financial Development, Financial Fragility, and
Growth. Journal of Money, Credit and Banking, 1051-1076.
Louzis, D. P. and Vouldis, A. T. (2011). A Financial Systemic Stress Index for Greece. In
First Conference of the Macro-Prudential Research Network of the European System
of Central Banks in Frankfurt, No. 155.
274
Lynch, D. (1996). Measuring Financial Sector Development: A Study of Selected Asia‐
Pacific Countries. The Developing Economies, 34(1), 1-27.
Maliszewski, K. (2009). Measuring Stability of the Polish Financial System by Means of a
Synthetic Index. Warsaw School of Economics, Poland.
Mandelbrot, B. (1966). Forecasts of Future Prices, Unbiased Markets, and" Martingale"
Models. Journal of Business, 242-255.
McKinnon, R. I. (1973). Money and Capital in Economic Development. Brookings
Institution Press.
Minsky, H. P. (1977). The Financial Instability Hypothesis: An Interpretation of Keynes and
An Alternative To "Standard" Theory. Challenge, 20-27.
Mishkin, F. S. (1999). Global Financial Instability: Framework, Events, Issues. The Journal
of Economic Perspectives, 13 (4), 3-20.
Mishkin, F. S. (2001). Financial Policies and The Prevention of Financial Crises in Emerging
Market Countries. NBER Working Paper, No. 8087.
Mishkin, F. S. (2006). Para, Bankacılık ve Finansal Piyasalar İktisadı. Çev. Edit. Prof. Dr.
Nazım Engin, Akademi Yayıncılık.
Moore, B. J. (1986). Inflation and Financial Deepening. Journal of Development Economics,
20(1), 125-133.
Moseley, F. (1997). The Rate of Profit and The Future of Capitalism. Review of Radical
Political Economics, 29(4), 23-41.
Murinde, V. and Eng, F. S. (1994). Financial Development and Economic Growth in
Singapore: Demand-Following or Supply-Leading?. Applied Financial Economics,
4(6), 391-404.
Mutlutürk, Ş. (2012). Makroihtiyati Politika Aracı Olarak Zorunlu Karşılıkların
Kullanılması: Türkiye Örneği ve Bankacılık Sektörü Üzerine Etkisi. Bankacılar
Dergisi, Sayı 81, Yıl 23, 102-120.
Ndikumana, L. (2005). Financial Development, Financial Structure, and Domestic
Investment: International Evidence. Journal of International Money and Finance,
24(4), 651-673.
Oatley, T. (2001). The Dilemmas of International Financial Regulation. Regulation, 23 (4),
36-39.
Obstfeld, M. (1986). Rational and Self-Fulfilling Balance-of-Payments Crisis. The American
Economic Review, 76(1), 72-81.
Ocampo, J. A. ve Griffith-Jones, S. (2007). A Counter-Cyclical Framework For A
Development-Friendly International Financial Architecture. DESA Working Paper,
(39), 1-21.
275
Oksay, S. (2000). Finansal Piyasalarda Yeni Yasal Düzenlemeler (Reregulation) İhtiyacı ve
Türk Finans Sistemi. Öneri Dergisi, 75(10).
Onaran, Ö. (2006). Speculation-Led Growth and Fragility in Turkey: Does EU Make A
Difference or Can It Happen Again?. Vienna University Department of Economics
Working Paper Series, (93), 1-32.
Ongun, M. T. (2001). İstikrar Arayışından Krize: Bir Değerlendirme. G.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi,
(2), 1-14.
Organisation for Economic Co-Operation and Development, OECD. (2004). İnternet:
OECD Principles of Corporate Governance. Organization for Economic Co-operation
and
Development,
http://www.oecd.org/corporate/ca/corporategovernanceprinciples/31557724.pdf
adresinden 16.09.2012 tarihinde alınmıştır.
Organization for Economic Co-Operation and Development, OECD. (2008). Handbook on
Constructing Composite Indicators, Methodology and User Guide. JRC European
Commission, OECD publication.
Outreville, J. F. (1999, October). Financial Development, Human Capital and Political
Stability. United Nations Conference on Trade and Development.
Öçal, T. ve Çolak, Ö. F. (1999). Finansal Sistem ve Bankalar, Nobel Yayınları.
Öniş, Z. ve AYSAN, A. F. (2010). Neoliberal Globalization, the Nation-State and Financial
Crisis in the Semi-Periphery: A Comparative Analysis. Third World Quarterly, 21(1),
119-139.
Özatay, F. (2009). Finansal Krizler ve Türkiye, Doğan Yayıncılık.
Özatay, F. (2012). Para Politikasında Yeni Arayışlar ve TCMB. Türkiye Ekonomi
Politikaları Araştırma Vakfı, Rapor, R201202.
Özatay, F., Sak, G., Garber, P. ve Ghosh, A. (2002). Banking Sector Fragility and Turkey's
2000-01 Financial Crisis [with Comments and Discussion]. In Brookings Trade
Forum, Brookings Institution Press, 121-172.
Özcan, B. ve Arı, A. (2011). Finansal Gelişme ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişkinin
Ampirik Bir Analizi: Türkiye Örneği.
Özdemir, Z. (2010). Bilanço Yapısı İtibarıyla Türk Bankacılık Sistemi. Sosyal Siyaset
Konferansları Dergisi, 50.
Özince, E. (2005). Türkiye Bankalar Birliği 48. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşması,
Bankacılar Dergisi, 53.
Özince, E. (2008). İnternet: Finansal Sektör- Uluslararası Gelişmeler ve Türkiye Deneyimi.
http://journal.mufad.org.tr/attachments/article/273/3.pdf adresinden 12.10.2013
tarihinde alınmıştır.
276
Öztürk, N., Darıcı, H. K. and Kesikoğlu, F. (2011). Ekonomik Büyüme ve Finansal Gelişme
İlişkisi: Gelişmekte Olan Piyasalar İçin Bir Panel Nedensellik Analizi. Marmara
Üniversitesi İİBF Dergisi, 30(1), 53-69.
Patrick, H. T. (1966). Financial Development and Economic Growth in Underdeveloped
Countries. Economic Development and Cultural Change, 14:2, 174-189.
Poole, W. (2004). Maintaining Financial Stability: A Central Banker’s Perspective. Czech
Economic Association Conference, (11).
Poyraz, E. (2012). Türk Bankacılık Sektöründe Optimal Kredi Düzeyinin Belirlenmesi.
Business and Economics Research Journal, 3(2), 41-49.
Pozsar, Z., Adrian, T., Ashcraft, A. and Boesky, H. (2010). Shadow Banking. Staff Report,
Federal Reserve Bank of New York, 458, 1-82.
Rajan, R. G. and Zingales, L. (2003). The Great Reversals: The Politics of Financial
Development in the Twentieth Century. Journal of Financial Economics, 69(1), 5-50.
Rana, P. B. (2010). Evolving Global Economic Architecture: Will We Have a New Bretton
Woods. RSIS Working Paper, 215.
Reinhardt, D., Ricci, L. A. and Tressel, T. (2013). International Capital Flows and
Development: Financial Openness Matters. Journal of International Economics,
91(2), 235-251.
Reinhart, C. M. and Felton, A. (2008). The First Global Financial Crisis of the 21st Century.
MPRA Paper, No. 11862, 1-206.
Reinhart, C. M. and Rogoff, K. S. (2010). Bu Defa Farklı: Finansal Çılgınlığın 800 Yıllık
Tarihi, NTV Yayınları.
Repullo, R. and Saurina, J. (2011). The Countercyclical Capital Buffer of Basel III: A
Critical Assessment. CEMFI Working Paper, 1102, Mart, 1-31.
Rodrik, D. (1990). Premature Liberalization, Incomplete Stabilization: The Özal Decade in
Turkey. NBER Working Paper, 3300, 1-47.
Rodrik, D. (2009). Tek Ekonomi Çok Reçete: Küreselleşme, Kurumlar ve Ekonomik Büyüme,
Çev. Neşenur Domaniç, Eflatun Yayınevi.
Rossi, M. (1999). Financial Fragility and Economic Performance in Developing EconomiesDo Capital Controls, Prudential Regulation and Supervision Matter?. International
Monetary Fund Working Paper, WP/99/66.
Rousseau, P. L. and Sylla, R. (2003). Financial Systems, Economic Growth, and
Globalization. In Globalization in Historical Perspective, University of Chicago Press,
373-416.
Rousseau, P. L. and Wachtel, P. (2001). Inflation, Financial Development and Growth. In
Economic Theory, Dynamics and Markets, Springer US, 309-324.
277
Sachs, J., Tornell, A. and Velasco, A. (1996). Financial Crises in Emerging Markets: the
Lessons From 1995. Working Paper 5576, National Bureau of Economic Research.
Sak, G. (1995). Public Policies Towards Financial Liberalization: A General Framework
and An Evaluation of the Turkish Experience in the 1980’S. Yayın No: 22, Sermaye
Piyasası Kurulu, Ankara.
Samuelson, P. A. (1965). Proof That Properly Anticipated Prices Fluctuate Randomly.
Industrial Management Review, 6(2), 41-49.
Santomero, A. M. (2002). Bankacılık Düzenlemeleri Banka Müşterilerine Nasıl Yansır?.
Bankacılar Dergisi, 43.
Schinasi, G. J. (2003). Responsibility of Central Banks for Stability in Financial Markets.
IMF Working Paper, WP/03/121.
Schinasi, G. J., Truman, E. M. (2010). Reform of the Global Financial Architecture.
Peterson Institute for International Economics, Working Paper Series, 2010/05.
Scholtens, B. (2000). Financial Regulation and Financial System Architecture in Central
Europe. Journal of Banking and Finance, 24(4), 525-553.
Selçuk, B. (2006). Yükselen Ekonomilerde Kriz Dönemlerinde Bankacılık Sistemlerinin
Yeniden Yapılandırılması ve Türkiye Örneği. Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi
Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü, İstanbul.
Selçuk, B. (2010). Küresel Krizin Türk Finans Sektörü Üzerindeki Etkileri. Ekonomi
Bilimleri Dergisi, 2(2), 21-27.
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) (2013, Temmuz). İnternet: Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar
Tebliği.
Web:
http://www.spk.gov.tr/apps/teblig/displayteblig.aspx?id=442&ct=f&action=displayfil
e&submenuheader=null&ext=.pdf, 12.12.2013 tarihinde alınmıştır.
Shaw, E. S. (1973). Financial Deepening in Economic Development, New York: Oxford
University Press.
Shin, H. S. (2010). Macroprudential Policies Beyond Basel III. Policy Memo, Princeton
University.
Soederberg, S. (2002). On the Contradictions of the New International Financial
Architecture: Another Procrustean Bed for Emerging Markets?. Third World
Quarterly, 23(4), 607-620.
Sönmez, S. (2005). Dünya Ekonomisinde Dönüşüm. İmge Kitabevi.
Sönmez, S. (2006). Türk İktisat Politikalarındaki ‘Çıpa’: Dış Borçlanma. İktisadi Kalkınma
Kriz ve İstikrar-Oktar Türel’e Armağan içinde, İletişim Yayınları.
Standard and Poor’s (2008). İnternet: Monthly Report World By Number.
Web:http://www2.standardandpoors.com/spf/pdf/index/040808_WorldbyNumbersReport.pdf, 12.05.2013 tarihinde alınmıştır.
278
Stiglitz, E. J. (1989). Using Tax Policy to Curb Speculative Short-Term Trading. Journal of
Financial Services Research, Volume 3, Issue 2-3, 3-17.
Stiglitz, J. E. (1999). Reforming the Global Economic Architecture: Lessons From Recent
Crises. The Journal of Finance, 54(4), 1508-1522.
Stock, J. H. and Watson, M. W. (2011). Ekonometriye Giriş. Çev. Bedriye Saraçoğlu, Efil
Yayınevi, Yayın No. 126.
Summers, H. L. (1999). Building An International Financial Architecture For The 21st
Century. Cato Journal, 18(3), 322-329.
Sundararajan, V. and Balino, T. J. (1991). Banking Crises: Cases and Issues. International
Monetary Fund.
Sundararajan, V., Marston, D. and Basu, R. (2001). Financial System Standards and
Financial Stability: The Case of Basel Core Principles. IMF Working Papers, 1-33.
Şahin, H. (1997). Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişimi-Bugünkü Durumu, Ezgi Kitabevi
Yayınları.
Şahin, İ. (2013). Küresel Finansal Kriz Esnasında Geliştirilen Bankacılık
Düzenlemelerinden Basel III Kriterlerinin Kapsamı ve Uygulama Süreci. Muhasebe
ve Finansman Dergisi, 149-166.
Tabachnick, B. G. and Fidell, L. S. (2001). Using Multivariate Statistics. Fifth edition, Chp.
2, Pearson.
Tarı, R. (2012). Ekonometri. Gözden Geçirilmiş 8. Baskı, Umuttepe Yayınları.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, TMSF. http://www.tmsf.org.tr/tarihce.tr adresinden
28.11.2013 tarihinde alınmıştır.
Taylor, L. (1983). Structuralist Macroeconomics: Applicable Models fort he Third World,
Basic Books, New York.
The Financial Crisis Inquiry Report, Final Report of the National Commission on the Causes
of the Financial and Economic Crisis in the United States. Official Government
Edition (2011, January). http://www.gpo.gov/fdsys/pkg/GPO-FCIC/pdf/GPOFCIC.pdf, adresinden 17.07.2013 tarihinde alınmıştır.
Thiel, M. (2001). Finance and Economic Growth-A Review of Theory and The Available
Evidence (No. 158). Directorate General Economic and Monetary Affairs, European
Commission.
Tiryaki, G. ve Yılmaz, A. (2012). Bankacılık Düzenlemeleri ile Finansal İstikrar İlişkisi:
1990-2010 Türkiye Deneyimi. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 32(1), 69-94.
Tobin, J. (1978). A Proposal For International Monetary Reform. Eastern Economic
Journal, 4(3/4), 153-159.
279
Tokgöz, E. (2007). Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2007). İmaj Yayınevi, 8.
Baskı.
Toprak, M. (1993). 1980 Sonrası Ekonomide Yapısal Değişim ve Finansla Derinleşme.
İktisat İşletme ve Finans, 8(83), 18-32.
Tsomocos, D. P. (2003). Equilibrium Analysis, Banking, Contagion and Financial Fragility.
The Bank of England’s Working Paper Series, 175.
Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (2000). İnternet: 2000 Yılında Türkiye Ekonomisi ve Türk
Bankacılık
Sistemi.
Sayı:
31.
http://www.tbb.org.tr/tr/arastirma-veyayinlar/arastirma-ve-sunumlar/2001---2000/277 adresinden 20.09.2012 tarihinde
alınmıştır.
Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Aralık, 2001). Son Dönemde Bankacılık Alanında
Gerçekleştirilen Yasal ve Düzenleyici Değişiklikler- 1999-2001. Bankacılar Dergisi,
12(39).
Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Aralık, 2002a). İnternet: Bankacılar Dergisi. Yıl: 13, Sayı:
43. http://www.tbb.org.tr/dosyalar/dergiler/dokumanlar/43.pdf adresinden 23.10.2012
tarihinde alınmıştır.
Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Eylül, 2002b). İnternet: Bankacılar Dergisi. Yıl: 13, Sayı:
42.
http://kontrol.bumko.gov.tr/Eklenti/6852,yavuz-st-ic-kontrol-fonksiyonunbilesenleri.pdf?0 adresinden 23.10. 2012 tarihinde alınmıştır.
Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Haziran, 2002c). İnternet: Bankacılar Dergisi, Yıl: 13, Sayı:
41. http://en.tbb.org.tr/Dosyalar/Dergiler/Dokumanlar/41.pdf adresinden 23.10.2012
tarihinde alınmıştır.
Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Haziran, 2003). İnternet: Bankacılar Dergisi, Yıl: 14, Sayı:
45.
http://www.tbb.org.tr/Dosyalar/Dergiler/Dokumanlar/45.pdf
adresinden
23.10.2012 tarihinde alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, EVDS.
http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (2005, Ağustos). İnternet: Finansal İstikrar
Raporu. Sayı 1. http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin.pdf,
adresinden 16.02.2014 tarihinde alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (2011, Mayıs). İnternet: Finansal İstikrar
Raporu. Sayı 12.http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin12.pdf,
adresinden 16.02.2014 tarihinde alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (2012, Kasım). İnternet: Finansal İstikrar
Raporu. Sayı 15.http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin15.pdf,
adresinden 16.02.2014 tarihinde alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (2013, Kasım). İnternet: Finansal İstikrar
Raporu. Sayı 17.http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin17.pdf,
adresinden 21.02.2014 tarihinde alınmıştır.
280
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (Aralık, 2010). İnternet: Finansal İstikrar
Raporu, Sayı: 11. http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin11.pdf
adresinden 16.11.2013 tarihinde alınmıştır.
Türkiye İstatistik Kurumu, Temel İstatistikler, Ulusal Hesaplar, www.tuik.gov.tr.
Ural, M. (2003). Finansal Krizler ve Türkiye. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 18(1). 11-27.
Uygur E. (2001). Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri. Türkiye
Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 1.
Uygur, E. (1990). Financial Liberalization and the Real Sector in Turkey. The Central Bank
of the Republic of Turkey Research Department, Discussion Papers No: 9010.
Uygur, E. (1993). Financial Liberalization and Economic Performance in Turkey. Central
Bank of the Republic of Turkey.
Uygur, E. (2010). The Global Crisis and Turkish Economy. Third World Network.
Van Vijnbergen, S. (1982). Stagflationary Effects on Monetary Stabilization Policies: A
Quantitative Analysis of South Korea. Journal of Development Economics, 10(2), 133169.
Velasco, A. (1987). Financial Crises and Balance of Payments Crises: A Simple Model of
the Southern Cone Experience. Journal of Development Economics, 27(1), 263-283.
Von Furstenberg, G. M. and Fratianni, M. (1996). Indicators of Financial Development. The
North American Journal of Economics and Finance, 7(1), 19-29.
Von Hagen, J., & Fender, I. (1998). Central Bank Policy in a More Perfect Financial System.
Open economies review, 9(1), 493-532.
Voyvoda, E. ve Yeldan, E. (2006). Eğitim Yönlü Bir Endojen Büyüme Modelinde Türkiye
Ekonomisi İçin Borç İdaresi Alternatiflerinin Analizi. İktisadi Kalkınma Kriz ve
İstikrar-Oktar Türel’e Armağan içinde, İletişim Yayınları.
Wade, R. (2007). A New Global Financial Architecture. New Left Review, 46.
Weller, C. E. and Singleton, L. (2004). Political Freedom, External Liberalization and
Financial Stability. International Review of Applied Economics, 18:1, 43-61.
Williamson, J. and Mahar, M. (2002). Finansal Liberalizasyon Üzerine Bir İnceleme. Çev.
Güven Delice, Liberte Yayınları: 66.
Worrell, D., Cherebin, D. and Polius, T. (2001). Financial System Soundness in the
Caribbean: An Initial Assessment (No. 2001-2123). International Monetary Fund.
Wyplosz, C. (2001). How Risky is Financial Liberalization in the Developing Countries?.
G-24 Discussion Paper Series, No. 14, United Nations Publication.
281
Yang, Y. Y. and Yi, M. H. (2008). Does Financial Development Cause Economic Growth?
Implication for Policy in Korea. Journal of Policy Modeling, 30(5), 827-840.
Yay, T., Yay, G. G. ve Yılmaz, E. (2001). Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve
Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası, Yayın No: 2001-47.
Yeldan, E. (2002). Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine
Değerlendirmeler, Praksis, 1-14.
Yeldan, E. (2003). Küreselleşmenin Neresindeyiz? Türkiye Ekonomisinde Borç Sorunu ve
IMF Politikaları. Retrieved August, 17, 2005.
Yeldan, E. (2004). Türkiye Ekonomisinde Dış Borç Sorunu ve Kalkınma Stratejileri
Açısından Analizi. Çalışma ve Toplum Dergisi, 1.
Yeldan, E. (2009). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi-Bölüşüm, Birikim ve
Büyüme. İletişim Yayınları.
Yen, G. and Lee, C. F. (2008). Efficient Market Hypothesis (EMH): Past, Present and Future.
Review of Pacific Basin Financial Markets and Policies, 11(02), 305-329.
Yentürk, N. (1999). Short-Term Capital Inflows and Their Impact on Macroeconomic
Structure: Turkey in the 1990s. The Developing Economies. XXXVII-1, 89-113.
Yılmaz, D. (Nisan, 2009). İnternet: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 77. Olağan Genel
Kurul
Toplantısı
Açılış
Konuşması.
Web:
http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/2009/Baskan_GK77.pdf, 20.06.2013 tarihinde
alınmıştır.
282
EKLER
EK-1. Finansal Kriz Modelleri: Nedenleri ve Ayırt Edici Özellikleri
Birinci Kuşak Para Krizi Modelleri
Meksika (1973-1982)
Arjantin (1978-81)
İkinci Kuşak Para Krizi Modelleri
Avrupa Para Sistemi (ERM) (1992-93)
Latin Amerika (1994-95)
Üçüncü Kuşak Para Krizi Modelleri
Asya (1997)












Sabit döviz kuru rejimi
Para, maliye ve kur politikaları arasındaki uyumsuzluk
Maliye politikalarının zayıflığı, ödemeler bilançosu dengesizliklerinin göz ardı edilerek bütçe açıklarının
parasallaştırılması
Etkin piyasa varsayımı altında finansal piyasaların kurumsal ve düzenleyici yapısının göz ardı edilmesi
Döviz talebindeki ani artışların devalüasyona neden olması
Yurtiçi kredi hacminin artması88, uluslararası rezervlerin azalması, faiz oranlarının yükselmesi
Spekülatif saldırıların öngörülebilir nitelikte olması
Hükümetin uyguladığı politika nedeniyle makroekonomik politikaların sürdürülemez duruma gelmesi ve kriz


Krizlerin kendi kendini besleyen özellikte olması (self fulfillment)
Kriz çıkabileceğine yönelik kötümser beklentiler
Sabit döviz kuru rejimi
Döviz kuru rejimi ile makroekonomi politikaları arasındaki uyumsuzluğa hükümetin devalüasyon maliyetini de göz önüne
alarak aktif biçimde müdahalede bulunması, döviz kuru rejimini terk etmesi
Etkin piyasa varsayımı altında finansal piyasaların kurumsal ve düzenleyici yapısının göz ardı edilmesi
Spekülatif saldırıların öngörülebilir nitelikte olmaması ve kriz







Hükümetin uyguladığı politikaların ahlaki riske yol açması
Sabit döviz kuru rejimi
Makroekonomik politikalar ile döviz kuru rejimi arasındaki uyumsuzluk
Para ve bankacılık krizlerinin birbirini besleyerek birlikte yayılması (İkiz krizler) 89
Ülkenin kurumsal ve düzenleyici yapısının zayıf olması
Bankacılık kesimi ve bankacılık kesimi dışındaki özel kesimin bilançolarının riskli olması
Hızlı sermaye çıkışlarının döviz kurunu yükseltmesi, firmaların bilançolarını riskli hale getirmesi ve kriz
Kredi piyasalarındaki hareketlilik genellikle hisse senedi ve gayrimenkul piyasaları ile ilgilidir. Kredi hacminde hızlı yükselişlerin gözlendiği dönemlerde geri ödemeler
aksamakta, tahsil edilemeyen alacaklar hızla artmakta ve mevduat sahiplerinin taleplerinin karşılanmasında sorunlar yaşanmaktadır (Akyüz, 2004: 6).
89
Para ve bankacılık krizleri birbirlerini karşılıklı olarak etkileyebilmektedirler. Para krizinin bankacılık krizine ya da bankacılık krizinin para krizine neden olması ikiz kriz
olarak adlandırılmaktadır. Goldstein (2005a: 384), ikiz krizlerin en önemli sebebinin finansal serbestleşme olduğunu belirtir. Kaminsky ve Reinhard’ın (1999: 15) yaptıkları
çalışmaya göre ikiz krizi kurtarma maliyeti GSYİH’nın %13.3’ü iken, yalnız bankacılık krizini kurtarma maliyeti GSYİH’nin %5.1’i gibi çok daha düşük bir orandır. Yine aynı
şekilde ikiz krizlerde rezerv kaybı toplam rezervlerin %25.4’ü iken yalnız para krizinde bu oran %8.3 olmaktadır.
88
283
284
EK-1. (devam). Finansal Kriz Modelleri: Nedenleri ve Ayırt Edici Özellikleri
Birinci Kuşak Bankacılık Krizleri
İkinci Kuşak Bankacılık Krizleri
Meksika (1994)
Doğu Asya (1997)




Hükümetin uyguladığı hatalı faiz politikaları
Vade uyumsuzluğu90
Mükemmel öngörü
Banka aktiflerinin değerlerinin yanlış politkalar nedeniyle olumsuz
etkilenmesi ve kriz






Kendi kendini besleyen krizler
Hükümetin uyguladığı hatalı makroekonomik politikalar
Kriz çıkacağına yönelik kötümser beklentiler 91
Finansal Serbestleşme
Sabit kur rejimi altında bankaların yaşadığı likidite sıkıntısı
Sabit kur rejimi altında bankacılık kesiminin yabancı yükümlülüklerine açık
ya da örtük garanti sağlaması
Uluslararası rezervlerin bankacılık kesiminin yükümlülüklerinden daha yavaş
artması
Bankaların yurt içinde kredi hacmini genişletmesi
Bankalara hücum ve kriz



Vade ve para birimi uyumsuzluğu nedeniyle kriz dönemlerinde genellikle likiditede ani düşüşler, yurtiçi faiz oranında artış ve döviz kurunda düşüş yaşanmaktadır. Finansal
aktörlerin yetersiz risk analizleri ve yurt içi finansal sistemin zayıf ihtiyatlı düzenlemeleri ise bu olumsuz durumu tetiklemektedir. Ancak, gelişmiş ülkelerin iyi düzenlenmiş
sistemlerinde dahi risklerin öngörülemediği dönemlerde de aynı olumsuzluklar yaşanmaktadır. Nitekim önemli sorunlardan bir tanesi, mikroekonomik riskler üzerine
odaklanılan ihtiyatlı düzenlemelerin, kökeni makroekonomik olan riskleri öngörememesidir. Bu çerçevede, yükselme dönemlerinde bireysel finansal aracıların kolektif riskleri
benimseme yeteneğinin olmaması önemli bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir (Ocampo ve Griffith-Jones, 2007: 3-7).
91
Doğu Asya krizinde, özel yatırımcıların ve borçluların kötümser beklentileri sermaye hesabında dalgalanmalar yaratmış, bu da cari işlemler hesabının bozulmasına ve kamu
sektöründe bütçe açığına neden olmuştur. Uluslararası kuruluşların uygunsuz yapısal düzenleme önerileri de, ülkelerin IMF gibi uluslararası kuruluşlara başvurmayı
geciktirmesine neden olmuştur (Griffith-Jones, 1999:265).
90
284
EK-1. (devam). Finansal Kriz Modelleri: Nedenleri ve Ayırt Edici Özellikleri
Para ve Bankacılık Krizleri (İkiz Krizler)
Arjantin 1981 ve 1986
Brezilya 1986
Şili 1982
Kolombiya 1985
Finlandiya 1981
İsrail 1983
Malezya 1997
Meksika 1982 ve 1984
Norveç 1986
Filipinler 1983 ve 1997
İspanya 1977
İsveç 1992
Tayland 1978 ve 1997
Uruguay 1971 ve 1982
Venezüela 1994

Ulusal paranın değer kaybetmesiyle bankaların döviz cinsinden
yükümlülüklerinin artması, ya da ulusal paranın değer kazanmasıyla
bankaların aşırı risk almaları, geri ödeme sorunlarının ortaya çıkması ve para
krizinin bankacılık krizine neden olması

Para tabanındaki ve dolayısıyla kredi arzındaki hızlı düşüş sonucunda yurtiçi
kredi hacminin daralması, geri dönmeyen kredilerin artması ve para krizinin
bankacılık krizine neden olması

Bankacılık krizi sonucunda son borç başvuru merciinin kurtarma görevini
yerine getirmesiyle faizler düşerken sabit kur rejiminin sürdürülemez
olduğuna yönelik beklentilerin oluşması, spekülatif saldırıların gerçekleşmesi
ve bankacılık krizinin para krizine neden olması

Bankacılık krizi sonucunda son borç başvuru merciinin kurtarma görevini
yerine getirmesiyle enflasyon ve devalüasyon beklentilerinin oluşması ve
bankacılık krizinin para krizine neden olması
Kaynak: Krugman (1979); Işık ve Togay (2002); Özatay vd. (2002); Obstfeld (1986); Krugman (1999); Flood ve Garber (1981); Diamond ve Dybvig (1983); Kaminsky ve
Reinhart (1999: 10-23); Goldstein (2005a); Goldstein, Kaminsky ve Reinhart (2000: 31-32)’den derlenmiştir.
285
286
EK-2. 1990-2001 Dönemi
Gecikme Uzunlukları (1990-2001 Dönemi)
Lag
LogL
LR
FPE
AIC
SC
HQ
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
-2263.552
-1120.242
-1044.446
-987.4289
-945.8742
-902.8787
-872.5113
-832.4490
-783.6038
-729.8965
-676.8759
-643.0251
-557.5726
NA
2130.713
133.2183
94.16431*
64.22084
61.88744
40.48993
49.16736
54.76581
54.52103
48.20054
27.18321
59.55781
2288106.
0.144317
0.096825
0.087200*
0.100726
0.116135
0.166420
0.212882
0.248667
0.284642
0.352390
0.636755
0.590909
34.50836
17.92792
17.52191
17.40044*
17.51325
17.60422
17.88653
18.02195
18.02430
17.95298
17.89206
18.12159
17.56928
34.81411
19.30380*
19.96792
20.91658
22.09952
23.26063
24.61307
25.81862
26.89110
27.88991
28.89912
30.19879
30.71661
34.63260
18.48701*
18.51585
18.82924
19.37690
19.90273
20.61989
21.19016
21.62736
21.99089
22.36482
23.02921
22.91175
LM Otokorelasyon Testi Sonuçları (1990-2001 Dönemi)
Gecikme
Uzunluğu
LM-ist.
Olasılık
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
58.04499
47.04096
51.32952
56.66335
63.00217
36.59499
46.74624
48.75044
41.03441
35.98002
50.48945
59.16172
0.1764
0.5529
0.3825
0.2108
0.0862
0.9047
0.5650
0.4832
0.7836
0.9170
0.4144
0.1517
Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörleri (1990-2001 Dönemi)
katsayı
Std. hata
t-istatistik
katsayı
Std. hata
t-istatistik
katsayı
Std. hata
t-istatistik
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKO
ZKTA
1,000
0,000
0,000
0,000
1,000
0,000
0,000
0,000
1,000
-0,285
(0,044)
[-6,477]
-0,366
(0,055)
[-6,654]
2,935
(0,394)
[7,449]
0,071
(0,022)
[3,227]
0,170
(0,028)
[6,071]
-0,265
(0,200)
[-1,325]
0,002
(0,028)
[0,071]
0,320
(0,035)
[9,142]
-1,302
(0,253)
[-5,146]
-0,611
(0,231)
[-2,645]
0,175
(0,290)
[0,603]
-1,359
(2,065)
[-0,658]
287
EK-3. 2002-2013 Dönemi
Gecikme Uzunlukları (2002-2013 Dönemi)
Lag
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
LogL
-2164.966
-663.8215
-613.6438
-580.0447
-537.9126
-492.6461
-448.8069
-394.6075
-339.1008
-277.9572
-194.6552
-136.3470
-35.31078
LR
NA
2820.332
88.95140
55.99844
65.75161
65.84224
59.11649
67.33866
63.07579
62.99638
76.99125
47.70671
71.95004*
FPE
462053.6
0.000129
0.000127*
0.000163
0.000186
0.000207
0.000241
0.000247
0.000259
0.000263
0.000204
0.000250
0.000180
AIC
32.90857
10.90639
10.88854
11.12189
11.22595
11.28252
11.36071
11.28193
11.18334
10.99935
10.47962
10.33859
9.550163*
SC
33.06145
12.12939*
13.18168
14.48516
15.65935
16.78605
17.93437
18.92572
19.89727
20.78341
21.33381
22.26291
22.54461
HQ
32.97070
11.40336*
11.82037
12.48857
13.02748
13.51890
14.03194
14.38802
14.72428
14.97514
14.89027
15.18409
14.83051
LM Otokorelasyon Testi Sonuçları (2002-2013 Dönemi)
Gecikme
Uzunluğu
LM-ist.
Olasılık
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
34.36146
57.13281
66.28262
49.59646
54.43210
33.58345
36.39935
43.63699
35.06285
58.66230
53.57598
46.94545
0.9440
0.1986
0.0505
0.4493
0.2754
0.9545
0.9087
0.6896
0.9332
0.1624
0.3031
0.5568
Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörleri (2002-2013 Dönemi)
katsayı
std.hata
t-istatistik
katsayı
std.hata
t-istatistik
katsayı
std.hata
t-istatistik
katsayı
std.hata
t-istatistik
katsayı
std.hata
t-istatistik
FSBE
ÖTA
LATA
MKTA
RZM
TKÖ
ZKTA
1,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
1,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
1,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
1,000
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
1,000
0,040
(0,020)
[2,000]
0,796
(0,083)
[9,590]
-1,130
(0,145)
[-7,793]
4,441
(0,594)
[7,476]
-4,705
(0,867)
[-5,426]
-0,058
(0,024)
[-2,416]
-0,474
(0,100)
[-4,740]
1,314
(0,175)
[7,508]
-2,257
(0,714)
[-3,161]
1,188
(1,043)
[1,139]
288
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Soyadı, adı
Uyruğu
Doğum tarihi ve yeri
Medeni hali
Telefon
e-mail
: BİNİCİOĞULLARI, Nimet
: T.C.
: 1978/İZMİR
: Bekar
: 0312 216 11 40
: [email protected]
Eğitim
Derece
Yüksek Lisans
Eğitim Birimi
Kırıkkale Üniversitesi
Mezuniyet Tarihi
2008
Lisans
Gazi Üniversitesi
2001
Lise
İzmir Buca Anadolu Lisesi
1996
İş Deneyimi
Yıl
2004-2008
2008-2014
Yabancı Dil
İngilizce-İyi
Fransızca-Orta
Yer
Kırıkkale Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü
Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü
Görev
Araştırma Görevlisi
Araştırma Görevlisi
289
GAZİ GELECEKTİR...
NİMET BİNİCİOĞULLARI
İKTİSAT ANABİLİM DALI
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
DOKTORA
TEZİ
YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİNİN
FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE
ETKİLERİNİN ANALİZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
NİMET BİNİCİOĞULLARI
ARALIK 2014
İKTİSAT ANABİLİM DALI
ARALIK 2014
Download