bankacılar - Türkiye Bankalar Birliği

advertisement
SAYI 73
HAZİRAN 2010
BANKACILAR
KONUŞMA
Türkiye Bankalar Birliği 53. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşmaları
MAKALE
Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu - Aykut Ekinci
Küresel Krize Farklı Bir Teorik Çerçeve: Avusturyacı Konjonktür Teorisi
Tahir Cem Berik - Ali Kemal Yıldırım
Üçüncü Tarafa Güven Kavramı
Yrd. Doç. Dr. Uğur Sivri
Esnek Döviz Kuru Rejiminde Satınalma Gücü Paritesinin Testi
Utku Altunöz
Parasal Aktarım Mekanizması
KONFERANS-SEMİNER
Finansal Kurumlar İçin Çevrenin Önemi ve Sürdürülebilirlik Konulu Konferans
Açılış Konuşması
BANKACILIK
Bankacılık Sektörü 2009 Yılı Değerlendirmesi
TÜRKİYE
BANKALAR
BİRLİĞİ
BANKACILAR
Yayın türü
Basım yeri
Yılı
Sayısı
: Yerel süreli
: İstanbul
: 21
: 73 - Haziran 2010
Türkiye Bankalar Birliği adına
İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri
Müdürü:
Doç. Dr. Ekrem Keskin
Genel Yayın Yönetmeni:
Melike Mumcu
Yayın Koordinatörleri:
Emre Alpan İnan
Pelin Ataman Erdönmez
Yayın Danışmanları:
Ali Güngör
Buket Himmetoğlu
Prof. Dr. Ahmet Kırman
Prof. Dr. Seza Reisoğlu
B. Cahit Sabır
Özcan Uludağ
Tuğra Yazar
Dağıtım Sorumlusu:
Hacer Çimen
İdare Merkezi:
Nispetiye Caddesi
Akmerkez B3 Blok Kat:13
34340 Etiler-İSTANBUL
Tel : 212-282 09 73
Faks : 212-282 09 46
Baskı-Yapım
Yazın Basın Yayın Matbaacılık
Trz.Tic.Ltd.Şti
Maltepe Mh. Çiftehavuzlar Cd. Prestij İş
Mrk. No:27/806 K:9 Zeytinburnu / İstanbul
Tel: 0212 565 01 22
Sertifika No:12028
Bankacılar Dergisi 3 ayda bir yayımlanır.
Para ile satılmaz.
Bu yayın TBB internet sitesinde
(www.tbb.org.tr) yer almaktadır.
ISSN 1300-0217 (Basılı)
ISSN 1307-8631 (Elektronik)
Sertifika No: 17188
Bankacılar Dergisi
- Bankacılar dergisi, ekonomi, finans ve
bankacılık konularında yapılan çalışmaları
ilgili çevrelerin bilgisine sunmak amacıyla
yayımlanmaktadır.
- Dergide makale olarak yer verilen yazılar
için konunun uzmanı hakemlerin görüşleri
alınmaktadır.
- Dergiye gönderilecek makalenin daha
önce hiçbir yerde yayımlanmamış olması
gerekmektedir.
- Basılması istenilen yazılar derginin arka
iç kapağında belirtilen yazı ve biçim kurallarına uygun olarak hazırlanmalı ve değerlendirmeye girmek üzere,
Bankacılar Dergisi
Türkiye Bankalar Birliği
Bankacılık ve Araştırma Grubu Başkanlığı
Nispetiye Cad. Akmerkez
B3 Blok Kat.13
Etiler- İSTANBUL
adresine gönderilmelidir.
- Dergide yayımlanan yazılar Türkiye Bankalar Birliği’nin resmi görüşlerini yansıtmaz,
yazar ve görüş sahiplerini bağlar.
- Dergide yer alan çalışmalar kaynak gösterilmek suretiyle izinsiz yayımlanabilir.
- Yayımlanacak yazılarda yazım kurallarına
ve biçime ilişkin değişiklikler yapılabilir veya
bunların yapılması yazardan istenebilir.
- Dergide yayımlanmayan yazılar yazarlara
geri gönderilmez.
- Yazılar yayımlanmak üzere kabul edildiği
takdirde Bankacılar dergisi yazılı ve elektronik ortamda olmak üzere tüm yayın haklarına sahiptir.
Bankacılar Dergisi, Sayı 73, 2010
İçindekiler
KONUŞMA
Türkiye Bankalar Birliği 53. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşmaları 3
MAKALE
Prof. Dr. Ersan Bocutoğlu - Aykut Ekinci
Küresel Krize Farklı Bir Teorik Çerçeve: Avusturyacı Konjonktür Teorisi
20
Tahir Cem Berik - Ali Kemal Yıldırım
Üçüncü Tarafa Güven Kavramı
35
Yrd. Doç. Dr. Uğur Sivri
Esnek Döviz Kuru Rejiminde Satınalma Gücü Paritesinin Testi
Utku Altunöz
Parasal Aktarım Mekanizması
54
KONFERANS-SEMİNER
Finansal Kurumlar İçin Çevrenin Önemi ve Sürdürülebilirlik Konulu Konferans Açılış Konuşması
68
BANKACILIK
Bankacılık Sektörü 2009 Yılı Değerlendirmesi 70
Türkiye Bankalar Birliği
53. Genel Kurul Toplantısı
Türkiye Bankalar Birliği’nin 53. Genel Kurul toplantısı 27 Mayıs 2010 tarihinde İstanbul’da
gerçekleştirildi. Türkiye Bankalar Birliği Statüsüne göre;
Yönetim Kurulu; i) Mevduat bankalarından yıl sonu bilançolarına göre aktif toplamları
en büyük ilk on bankadan oluşan gruptan sekiz üye; aktif toplamları itibariyle yukarıdaki grubu
teşkil eden bankalardan sonra gelen sekiz bankadan oluşan gruptan üç üye; aktif toplamları
itibariyle yukarıdaki iki grubu teşkil eden bankalardan sonra gelen bankalar grubundan bir üye,
ii) Kalkınma ve yatırım bankalarından bir üye,
Denetçiler; Yönetim Kurulu’nu oluşturan mevduat bankaları gruplarından iki üye ile kalkınma ve yatırım bankaları grubundan bir üye olmak üzere Genel Kurul’da teşkil edilir. Yönetim
Kurulu Başkanı, Yönetim Kurulu’nun ilk toplantısında belirlenmektedir.
Yönetim Kurulu ve Denetçilerin Genel Kurul sonrası üye dağılımı aşağıda verilmiştir.
Yönetim Kurulu Üyeleri*
Türkiye İş Bankası A.Ş.
Türk Ekonomi Bankası A.Ş.
H. Ersin Özince Yönetim Kurulu Başkanı
Varol Civil Yönetim Kurulu Başkan V.
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası A.Ş. Türkiye Garanti Bankası A.Ş.
Akbank T.A.Ş.
Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O.
Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.
Türkiye Halk Bankası A.Ş.
Finans Bank A.Ş.
Fortis Bank A.Ş.
Şekerbank T.A.Ş.
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş.
Turkland Bank A.Ş.
Can Akın Çağlar
Sait Ergun Özen
Ziya Akkurt
Süleyman Kalkan
Faik Açıkalın
Hüseyin Aydın
Temel Güzeloğlu
Yvan De Cock
Meriç Uluşahin
Halil Eroğlu
Dinçer Alpman
Denetçi Üyeler**
Denizbank A.Ş.
Türk Eximbank
Eurobank Tekfen A.Ş.
Hakan Ateş
Necati Yeniaras**
Mehmet Sönmez
* Genel Müdür
** Genel Müdür Vekili
3
Ersin ÖZİNCE
Bankalar Birliği’nin 53. Genel Kurulu
Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı
Sayın Ersin Özince’nin Açılış Konuşması*
Giriş
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Sayın Başkanı ve Üyeleri, Sermaye Piyasası Kurulu Sayın Başkanı, Değerli Konuklar, Medyamızın Değerli Temsilcileri, Değerli Meslektaşlarım, Türkiye Bankalar Birliği’nin 53. Genel Kurul Toplantısına hoş geldiniz. Birliğimiz adına
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Aramızda bulunmanızdan dolayı teşekkürlerimizi sunuyorum.
Toplantımızın bu bölümünde ekonomide ve bankacılıkta yakın dönemde yaşanan gelişmeleri değerlendirmek, gündemde önemli gördüğümüz konuları ve Birliğimizin bazı faaliyetlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Küresel ekonomide geçen yılın ikinci yarısından itibaren bir toparlanma yaşanmaktadır. Dünyada ekonomik faaliyetin ve ticaretin hızlı küçülmesinin sınırlandırılması ve finansal
piyasaların çalışır durumda tutulması için hemen her ülkede uygulanan olağan dışı önlemler
etkisini kısmen de olsa göstermiştir. Merkez bankaları tarafından piyasalara likidite desteği
sağlanması, faiz oranlarının tarihsel olarak en düşük düzeylere çekilmesi, hükümetler tarafından finansal piyasalara kamu desteği sağlanması ve kamu harcamaları yoluyla talebin desteklenmesi finansal sektörde muhtemel bir sistemik risk olayının yaşanmasını önlemiştir. Daha da
önemlisi, gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme potansiyeli toparlanmayı kolaylaştırmıştır.
Geçen yıl yaşanan hızlı küçülmenin ardından dünya ekonomisinin 2010 yılında yüzde
4 düzeyinde büyümesi beklenmektedir. Ancak, büyümenin ülkeler arasında farklılıklar göstermesi yanında yavaş olması ve kırılganlık göstermesi de muhtemeldir. Risk algısında iyileşme
ve beklentilerde pozitif yönde bir değişme başlamıştır. Enflasyon baskısının düşük kalmasının
da etkisiyle risklerin büyümeye olan negatif etkisi azalmıştır. Buna karşılık uluslararası kredi
değerlendirmelerinde, ülke notlarındaki düşüş, büyümeyi sınırlandıran önemli bir risk faktörü
haline gelmiştir.
Hükümetlerin artan borçlanma ihtiyaçları ve borç stoku, bazı ülkelerde finansal sektörde
devam eden restorasyon çalışmaları, özel sektörde bilanço uyum sürecinin devam etmesi,
yüksek oranlı işsizlik, enerji ve temel emtia fiyatlarındaki artış eğilimi büyümeyi olumsuz yönde
etkileyen diğer faktörler arasındadır. Gelişmiş ülkelerde kamu borç stokunun gayri safi milli
hasılaya oranı yüzde 100’ü aşmıştır.
Bu nedenle, küresel ekonomide gözlenen toparlanmanın kalıcı olması yanında finansal
piyasalarda istikrarın yeniden tesis edilmesi için uluslararası kuruluşların koordinasyonunda
yoğun bir çaba sarf edilmektedir. Toparlanmaya zarar vermeden ancak uzun dönemli büyümeyi de riske atmadan, merkez bankaları ve kamu kesimleri tarafından sağlanan olağandışı desteklerin ne zaman, hangi ölçüde ve yöntemle geri çekileceği hususu gündemin ilk sıralarında
yer almaktadır.
Gündemdeki ana konulardan bir tanesi de finansal kurumların düzenlenmesine ilişkin
yaklaşımdır. Basel Bankacılık Gözetim Komitesi, Finansal İstikrar Kurulu ve Uluslararası Para
Fonu tarafından geliştirilen öneriler şu başlıklardan oluşmaktadır:
• sermaye yeterliliğinin nicel ve nitel olarak iyileştirilmesi,
• likidite düzenlemelerinin güçlendirilmesi,
• sistemik riskin tanımlanması, ölçülmesi ve daha iyi yönetilmesi, bu çerçevede sistemik risk
yaratabilecek bankalara ilişkin önlemler geliştirilmesi,
* Açılış konuşmaları program akışına göre sıralanmıştır.
4
Bankacılar Dergisi
• finansal kurumların tasfiye süreçlerinin, kamuya olan maliyetinin azaltılacak şekilde yeniden
ele alınması,
• gözetim ve denetimin etkinleştirilmesi,
• finansal kurumlarda kaldıraç oranının düzenlenmesi,
• döngüselliği azaltmaya yönelik olarak karşılık uygulamasının dinamik hale getirilmesi.
Henüz üzerinde mutabakat sağlanamayan taslaklarda ortaya çıkan ana fikir, finansal
kurumların daha sıkı denetlenmesi, üstlenilen risklerin doğru şekilde ölçülmesi, düzenlemelerde arbitraj fırsatlarının yaratılmaması, sermayenin daha güçlü hale getirilmesi, borç/özkaynak oranının sınırlandırılması, daha etkin risk yönetimi, aracılık maliyetinin yükseltilmesi ve en
önemlisi sermayenin daha pahalı hale gelmesidir. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) tarafından yapılan bir çalışmaya göre getirilmek istenen bu düzenlemeler gelişmiş ülkelerin büyümesini yüzde 0,6 oranında düşürecek ve bu ülkelerdeki finansal kurumların sermaye ihtiyaçları
800 milyar dolar artacaktır.
Henüz tartışma aşamasında olan bu düzenlemelerin gelişmekte olan ülkeleri ve sermayenin kıt, aracılık maliyetinin zaten yüksek olduğu ülkemizi de olumsuz yönde etkilemesi muhtemeldir. Düzenlemelerin ihtiyatlı bir yaklaşımla izlenmesi, önerilerin ekonomiye ve bankacılık
sektörüne olan etkilerinin uzun dönemli bir bakışla değerlendirilmesi, mukayeseli üstünlüklerimizin korunması, uluslararası rekabet gücümüzün artırılması, ekonominin ve finansal sektörün
büyümesinin desteklenmesi yönünde ele alınması beklenmektedir.
Esasen küresel krizden ilk aşamada ciddi olarak etkilenen Türkiye ekonomisinde toparlanma kısa sürede başlamış, yetkililerimizin de açıkça ifade ettiği gibi finansal sektör başarılı
bir performans sergilemiştir. Türkiye ekonomisinde küçülme 2009 yılının ikinci yarısından itibaren yavaşlamış, son çeyrekte yeniden başlayan büyüme 2010 yılının ilk çeyreğinden itibaren
hızlanmıştır. Maliye ve para politikaları yanında bankacılık uygulamalarına ilişkin proaktif yaklaşımlar milli gelirdeki küçülmeyi yavaşlatmıştır. Para ve sermaye piyasaları çalışmaya devam
etmiştir. Uluslararası kredi notu iki kademe yükseltilmiştir. Enflasyon ve faiz oranları düşmüş,
dış ticaret açığı ve özel sektör tasarruf fazlasının artmasına bağlı olarak cari işlemler açığı
esnek bir yapı göstermiştir. Sermaye girişi önce yavaşlamış, 2009 yılının son çeyreğinden
itibaren yeniden artmıştır. Özel sektör yurtdışı piyasalara net dış borç ödemesi yapmış buna
rağmen TL’ye olan talep güçlü kalmaya devam etmiştir. Bütçe açığındaki hızlı yükselmeye
rağmen borçlanma maliyetindeki düşüş nedeniyle iç borç stokunun gayri safi yurtiçi hasılaya
oranındaki artış sınırlı kalmıştır. İşsizlik oranı ise yükselmiştir.
Ekonominin beklenenden daha kısa sürede toparlanmasına bankalar da katkı yapmıştır.
Bankacılık sektörü hem kamuya hem de özel sektöre finansman sağlamaya devam etmiştir.
Sağlam bilanço yapısı, risklerin dengeli dağılması, güçlü özkaynaklar ve risk yönetimi sayesinde Türkiye’de bankacılık sistemi 2009 yılını güven içinde geçirmiş, kamuya sorun yaratmamış,
yük olmamıştır. Çok sayıda ülkede mevduata yüzde 100 garanti getirilirken ve finansal kurumlara kamu desteği sağlanırken, Türkiye’de mevduat güvencesinde değişikliğe ve bankalara
kamu desteğine ihtiyaç duyulmamıştır. Bankacılık sektörü, 2009 yılında hem yurt içinde hem
de yurt dışında “Türkiye’nin başarı hikayesi” olarak anlatılmıştır.
Sayın Başkanım, Değerli Konuklar, şimdi, bankacılık sektöründeki gelişmeler hakkında
kısaca bilgi vermek istiyorum.
Bankacılık sektörü büyümeye devam etmiştir. Mevduat, kalkınma ve yatırım bankalarının toplam aktifleri ilk çeyrek itibariyle geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 14 oranında
büyüyerek 826 milyar TL olmuş, gsyh’nın yüzde 85’i düzeyinde gerçekleşmiştir.
Toplam aktiflerin yüzde 48’i kredilerden, yüzde 33’ü menkul kıymetlerden oluşmuştur.
Yılın ilk çeyreğinde yıllık olarak yüzde 13 oranında artarak 397 milyar TL’ye yükselen kredilerin
yüzde 67’sini kurumsal, yüzde 33’ünü bireysel krediler meydana getirmiştir. Kredilerin gsyh’ya
oranı yüzde 41’e yükselmiştir. İlgili kurumlar tarafından 1,6 milyon adet olduğu belirtilen kayıtlı
5
Ersin ÖZİNCE
işletmelerden KOBİ tanımına giren 1,2 milyon işletme 2010 Mart itibariyle 82 milyar TL kredi
kullanmıştır. KOBİ kredileri kurumsal kredilerin üçte birini oluşturmaktadır. Bireysel müşteriler
de dahil edildiğinde kredi müşteri sayısı 40 milyonu aşmıştır.
Kredi riski beklenenden daha düşük kalmıştır. Tahsili gecikmiş alacakların kredilere oranı
2009 yılı sonunda yüzde 5,7’ye yükseldikten sonra, Nisan sonu itibariyle yüzde 5’e düşmüştür.
Bu oran, kurumsal kredilerde, yüzde 4,9, tüketici kredilerinde yüzde 3,7, kredi kartlarında ise
yüzde 10,6’dır. Bankacılık sistemi sorunlu kredilerinin yüzde 85’i oranında karşılık ayırmıştır.
Ayrılan karşılıklardan sonra yeniden yapılandırılan kredi miktarı ise 6 milyar TL’ye yaklaşmıştır. Yapılandırma sadece kurumsal değil bireysel müşteriler için de uygulanmıştır. Aralık
sonunda yaklaşık 500 bin kişinin 1,6 milyar TL tutarındaki kredi kartı borcu yeniden yapılandırılmıştır. Kredi kartında müşteri sayısı bu yılın ilk çeyreğinde 26 milyonu aşmıştır.
Kredi mevduat oranı 2009 yılında yaklaşık 5 puan düşüşle yüzde 75 olmuş, 2010 Nisan
itibariyle ise yüzde 78’e yükselmiştir. Mevduat talebi, özellikle TL’de artmaya devam etmiştir.
2010 Mart itibariyle 507 milyar TL’ye ulaşan toplam mevduat, mevduat bankalarının kaynaklarının yüzde 73’ünü oluşturmuştur. TL mevduatın toplam mevduat içindeki payı yüzde 68’dir.
Mevduat hesap sayısı 91 milyonun üzerindedir. Bankalardan sağlanan yabancı para cinsinden
kaynakların toplam aktiflere oranı yüzde 8 ile düşük bir düzeyde kalmıştır.
Mevduatın kısa vadeli yapısında önemli bir değişiklik olmamıştır. Toplam aktiflerin toplam
pasiflerden daha uzun bir vadeye sahip olması, faiz oranlarının düştüğü bir ortamda 2009 yılında bankacılık sektörünün karını desteklemiştir. Karlılığı etkileyen diğer nedenler risk yönetimi,
özkaynakların yüksek düzeyi, bilançonun büyümeye devam etmesi, operasyon maliyetinin sınırlandırılabilmesi olmuştur.
Özkaynaklar 2010 yılının ilk çeyreğinde 112 milyar TL’ye, serbest özkaynaklar ise 87
milyar TL’ye ulaşmıştır. Sermaye yeterliliği oranı yüzde 20 düzeyinde seyretmiştir.
Ekonomik faaliyetin yeniden toparlanmasında önemli bir rol oynayan bankacılık sektörü
büyümenin sürdürülmesine de katkı sağlayacak güçtedir. Sermaye yeterliliği oranı, kredi hacminin daha da büyümesini destekleyecek düzeydedir. Aynı risk yapısında ve sermaye yeterliliği
yüzde 12 olmak koşuluyla bankacılık sistemi 300 milyar TL’nin üzerinde yeni riskler alabilecek
durumdadır. Yeni risklerin alınmasını sınırlandıran en önemli faktör kredi talebinin kalitesidir.
Mevduatın vade yapısı, yurtdışı finansman imkanlarının belirsizliği, kayıt dışılık, aracılık maliyetini pahalı hale getiren yükler yanında düzenlemelerdeki belirsizliklerin risk yönetimini güçleştirmesi risk hacminin düşük kalmasına neden olmaktadır.
Sektör faaliyet ağını büyütmeye, istihdamını artırmaya devam etmiştir. Bankacılıkta çalışan sayısı 2010 yılı Mart sonunda 174.500 kişi ile rekor kırmıştır. İnternet bankacılığında da
hızlı bir büyüme yaşanmaktadır.
Ülkemizde hala bankacılık ağırlıklı bir yapıya sahip ve küçük ölçekli olan finansal sektörün büyütülmesi ve derinleştirilmesi için tasarrufların özendirilmesine, özkaynakların güçlendirilmesine, istikrarlı bir büyüme ortamının yaratılmasına, sermaye piyasasının büyütülmesine,
düzenlemelerin uluslararası iyi örnekler esas alınarak yapılmasına özel bir önem atfedilmelidir.
Esasen bu konuda yapılacak çalışmalar İstanbul’un uluslararası finansal merkez olması projesi içinde ayrıntılı olarak belirlenmiştir. Birliğimizin talebi Yüksek Planlama Kurulu tarafından
kabul edilen Strateji ve Uygulama Planının kısa sürede uygulamaya geçirilmesidir.
Planda yer alan ve uzunca süredir zaten gündemde yer bulan öneriler uygulandığı takdirde, daha büyük bir finansal sektöre ve ekonomiye sahip olabiliriz. Gelişmekte olan ülkeler
ve AB verileri dikkate alındığında, kişi başına gelirin 20 bin dolar olacağı varsayımı altında,
bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin 2,9 trilyon dolar ile bugünkü seviyenin 5 katına ulaşması mümkün olabilecektir. Bu durumda kredilerin gsyh’nın yüzde 100’üne ulaşacağı tahmin
6
Bankacılar Dergisi
edilebilir. Nüfusa oranla çalışan ve şube sayısının, AB ortalamalarına yakın olması baz alındığında, bankacılık sektöründe istihdamın 450 bin kişi, şube sayısının ise 25 bin adet olması
beklenmelidir. Bu durumda, nüfusa göre, yaklaşık olarak, bir banka çalışanı 150 kişiye, bir
şube ise 3.000 kişiye hizmet verebilecektir. Benzer şekilde sermaye piyasamız da ciddi bir
büyüme potansiyeline sahiptir.
Bu büyüklüklere kısa sürede ulaşmak Türkiye’nin bölgesinde ekonomik güç haline gelmesinin ana koşullarından biridir. Kaynakların daha fazla iç tasarruflara dayalı olarak büyümesi ve uluslararası rekabete dayanıklı sektörlerin finansmanında kullanılmasının daha fazla
önem kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Sektörümüzün büyümesine ve sağlıklı olarak çalışmasına gerekli katkıları yapmaya devam edeceğiz. Bu konuda üyelerimiz ile yakın işbirliğinde
gündemdeki önemli konularda, ilgili kurumlar ve kişiler nezdinde Birlik görüşlerinin iletilmesini
sürdüreceğiz.
Sayın Başkanım, Değerli Konuklar, şimdi Birliğimizin gündemindeki konular ve çalışmalar hakkında bilgi sunmak istiyorum.
Gündemde takip ettiğimiz başlıca konular; uluslararası düzenleme taslakları, Bankacılık
Kanunu, risk merkezinin Birliğimize devri, yabancı sermayeli bankaların ipotek tesisinde karşılaştıkları sorunlar, banka ve kredi kartları uygulamaları, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı, Türk
Ticaret Kanunu Tasarısı, Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanun Tasarısı,
iflas ertelemesi, kayıtdışılık ile mücadele, türev ürünlerin düzenlenmesi ve vergi mevzuatı karşısındaki durumu, yurtiçinde yerleşiklerin yurtdışında yerleşik finansal kurumlar karşısındaki
rekabetini zayıflatan düzenleme ve uygulamaların değiştirilmesidir.
Geçen faaliyet döneminde hayata geçirilen önemli düzenlemeler de olmuştur. Birliğimiz
girişimi ile başlatılan IBAN çalışmaları tamamlanmış ve uygulanmaya başlanmıştır. Banka şubelerinin vergilerinin genel müdürlüğün bulunduğu il vergi dairesinden yatırılabilmesi için gerekli yasal düzenleme tamamlanmıştır. Uygulamanın başlatılması için girişimler sürdürülmektedir. Suç
gelirlerinin aklanması ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusunda MASAK’ın önderliğinde
çalışmalar yapılmıştır. Adres Paylaşım Sistemi’nden bankalarımızın yararlanmaları sağlanmıştır.
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda borsa payı ve tescil ücretlerinde indirim yapılarak Birliğimiz talebi kısmen de olsa karşılanmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü ile işbirliğinde araç sicil kayıtlarına konulan rehin ve fek işlemlerinin elektronik ortamda yapılması ile ilgili proje tamamlanmıştır
ve bu ay sonu itibariyle kullanıma açılması beklenmektedir. Tüketici kredilerine ilişkin bankaların
ilan ve reklamlarında belirtilen faiz oranlarının yeterince bilgilendirici ve maliyetler hakkında açıklayıcı olmasını teminen İlan ve Reklamlarda Uyulması Gereken İlkeler yayımlanmıştır.
Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Kararda Değişiklik talebimiz kısmen de
olsa gerçekleşmiştir. Düzenleme kısa sürede davranışlara yansımıştır. Finansal olmayan kuruluşların yurtdışından kullandıkları yabancı para krediler 10 milyar dolar azalmış, Türkiye’deki
şubelerden kullanılan krediler aynı miktarda artmıştır. Bu sayede dış borç stokumuz düşmüştür.
Teminat imkanı sınırlı olan işletmelerin finansmanında kolaylık sağlamak üzere Kredi
Garanti Fonu A.Ş. (KGF)’ye Hazine desteğinin verilmesine ilişkin gerçekleştirilen yasal düzenlemeler çerçevesinde; Birlik koordinasyonunda, KGF’ye ortak olan 20 bankanın katılımıyla bir
platform oluşturulmuştur.
Diğer faaliyetlerimizden başlıcaları ise şunlardır:
Uluslararası alanda sektörümüzün tanıtılmasına, ikili ve bölgesel ilişkilerin geliştirilmesine özel bir gayret gösterilmektedir. Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları vesilesiyle Birliğimiz tarafından verilen resepsiyona yüksek bir katılım olmuştur.
BDDK ve Merkez Bankamızın da desteği ile Arap ülkeleri, Azerbaycan, Yunanistan, Kosova, Bosna Hersek, Kuzey Kıbrıs Bankalar Birlikleri, Suriye Merkez Bankası ile işbirliğini ge-
7
Ersin ÖZİNCE
liştirmeye yönelik çalışmalar yapılmıştır. Arap Bankalar Birliği Arap Dünyasının IMF toplantıları
olarak nitelendirilen geleneksel toplantısını bu yıl Haziran ayında İstanbul’da yapacaktır.
Suç gelirlerinin aklanması ve terörizmin finansmanı ile mücadele kapsamında MASAK
Başkanlığı ile yakın bir işbirliği yapılmış, bölgesel ve uzaktan eğitim programları düzenlenmiş,
Maliye Bakanı, FATF Başkanı ve MASAK Başkanı’nın da katılımı ile konferans yapılmıştır.
Yargıtay ile Birliğimiz işbirliğinde 1998’den bu yana geleneksel hale gelen güncel hukuki
konular konferansımız, Yargıtay Başkanı ve üyeleri ile ticaret mahkemeleri temsilcilerinin katılımıyla yapılmıştır.
Türkiye ekonomisindeki gelişmelerin bölgelere olan yansımasını ve illerin ekonomik potansiyelini daha iyi değerlendirmek, yöre girişimcilerinin ve müşterilerinin taleplerini yerinde
dinlemek amacıyla Yönetim Kurulunun İstanbul ve Ankara dışındaki illerde yaptığı toplantılar
dizisine İzmir ile devam edilmiştir.
Sosyal sorumluluk projesi “Çok Yaşa Bebek”, 7’nci yılını doldurmuştur. Proje kapsamında 63 ilde 160 hastaneye 780 cihaz bağışı yapılmıştır. Yapılan çalışmalar sayesinde 20 binin
üzerinde çocuğumuzun hayata tutunduğunu bilmekten mutluyuz.
Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile işbirliğinde, “Her Yıl Bir Kitap” projesi çerçevesinde,
“Dünya Mirasında Türkiye” isimli kitabın ingilizcesi hazırlanmış ve dağıtımı yapılmıştır.
Birliğimizin eğitim merkezindeki eğitimlere yılda yaklaşık 7 bin meslektaşımız katılmaktadır. Uzaktan eğitim sitesinden sunulan eğitimlerden yararlananların sayısı 7 yılda 100 bin
kişiyi aşmıştır.
Birliğimiz bünyesinde “Müşteri Şikayetleri Hakem Heyeti” ne 2009 yılında yaklaşık 2 bin
başvuru yapılmıştır. Bankalarımıza yapılan müşteri şikayetleri başvuruları ise yıllık 2,6 milyon
adet civarındadır.
Uluslararası Müteahhitler Birliği’nce düzenlenen “2009 yılı Hizmetleri Başarı Ödülü” çerçevesinde Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından müteahhitlik sektörüyle ilgili
çalışmaları nedeniyle bankacılık sektörüne teşekkür plaketi verilmiştir.
Değerli Konuklar,
Küresel ekonominin karşılaştığı en ciddi test olan yakın dönem gelişmelerin geride bıraktığı en önemli yansıması gelişmiş ülkelerin finansal sektörlerinde yaşanan felç ve kamu
dengelerindeki bozulma olmuştur. Gelişmelerin bundan sonraki seyri az sayıda faktöre bağlı
hale gelmiştir. Bunlar; finansal krizin nihai faturasının büyüklüğü, finansal sektöre ilişkin düzenlemeler, küresel büyüme hızının seyri, faiz oranlarının düzeyi, hükümetlerin bütçe politikaları
ve reform çalışmalarıdır. Hükümetimizin, BDDK’nın, Merkez Bankası’nın ve ilgili diğer kurumların sağduyulu yaklaşımı sayesinde; gerek krizin en ateşli zamanında ki önlemler gerekse
çıkış stratejilerinin açıklanmasıyla, şu ana kadar ülkemiz başarılı bir duruş sergilemiştir. Bu
dönemde bankalarımız ve müşterileri de iyi bir sınav vermiş; güvenin ve istikrarın korunmasına
önemli katkı sağlamışlardır. Basiretli yönetim anlayışının ve ihtiyatlı yaklaşımın bir kez daha
faydasını gördük.
Sözlerime son vermeden önce, çalışmalarımıza destek sağlayan otoritelerimize, diğer
paydaşlarımıza, üyelerimize, çalışma gruplarında görev alan arkadaşlarımıza ve Birliğimiz çalışanlarına huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Desteklerinin bundan sonra da süreceğine olan
inancımla, Yönetim Kurulumuz ve Denetçilerimiz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
8
Bankacılar Dergisi
Türkiye Bankalar Birliği’nin 53. Genel Kurulu
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanı
Sayın Tevfik Bilgin’in
Açılış Konuşması
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun çok değerli başkanı, değerli kurul üyelerimiz, Bankalar Birliğinin değerli başkanı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun başkan yardımcıları, Türkiye Bankalar Birliği’nin değerli üyeleri, bankalarımızın üst düzey yöneticileri ve
değerli basın mensupları, Bankalar Birliği’nin bu yılki genel kurulunda yine beraberiz. Hepinize
saygılar sunuyorum.
Her yıl mayıs ayında yapılan genel kurulda konuşma fırsatı bulduğumuzda, sizlere o yıl
bankacılıkla ilgili gelişmeleri, görüşlerimizi ve beklentilerimizi aktarıyoruz. Sayın Başkan Ersin
Bey, benden önce rakamlara değinerek son bir yıldaki gelişmeleri sizlere aktardı. Müsaade
ederseniz ben biraz daha farklı bir açıdan bankacılığımızda ne gibi değişimler olduğunu ve
global piyasalardaki beklentilerimizi sizlere aktarmak istiyorum.
Geçen yıl yine Mayıs ayı içinde yapılan Genel Kurulda, belki de dış dünyada yaşanan
krizin en şiddetli ve karmaşık ve piyasaların karışık olduğu bir dönemdeydik. Bu yıl nispeten
biraz daha rahatız ancak elbette ki dünyadaki kaygılar bitmedi ve bitmeyecek gibi görünüyor.
Bunun Türkiye’ye yansıması da bir ölçüde devam etmektedir. Belki de dünya ülkeleri hala bizim bulduğumuzu aramakla meşguller.
Esasında dünyanın gelişmiş ülkelerinin üzerinde karar vermeleri gereken bazı temel hususlar var; bunlardan ilki kaldıraç oranı. Sizin de bildiğiniz gibi, şu ana kadar 1’e 40, 1’e 50
oranları gibi o kadar yüksek kaldıraç oranları kullanılmış ki, bu bizim sistemimizde 1’e 8’dir.
Bunu azaltmakta zorluk çekiyorlar. Bu bir anlamda biraz fazla kilo almış bir kişinin kilo vermesine benziyor, diyet yapmanız lazım, acı çekmeniz lazım, kendinizi frenlemeniz lazım. Bu kaldıraç oranını düşürmek için herhalde batılı ülkelerin de biraz acı çekmesi gerekiyor. Bu kaldıraç
oranının ideal seviyesi nedir? Elbette ki bizim kaldıraç oranımız da düşük bir orandır, daha da
büyümeli fakat onların da bu oranı biraz daha aşağı çekmeleri gerekmektedir.
İkinci husus; Sayın Başkan’ın da belirttiği gibi yeni finansal mimari. Bununla ilgili biliyorsunuz Merkez Bankası ve biz BDDK olarak, Finansal İstikrar Kurulu ve Basel’deki toplantılara
katılıyoruz. Arkadaşlarımız Alt Komite toplantılarına katılıyor. Bazı kararlar alınması yönünde
girişimlerde bulunuluyor. Ancak, şu ana kadar gördüğümüz, bu kurumlarda yer alan ülkelerin
tam bir mutabakat içinde olmadığıdır. Her ülkenin farklı yaşam koşulları, bankacılık sistemi,
beklentileri, çıkarları olduğu düşünüldüğünde, bir mutabakata ulaşmakta zorluk çekmeleri normal görülmektedir. Üzerinde durulan hususlar sermaye yeterliliği oranını arttırmak mı, yeni
likidite düzenlemesi getirmek mi, yoksa tüm dünyada ortak bir takas merkezi getirmek mi,
denetim ve gözetimi daha da mı ağırlaştırmak, yoksa ticari bankaların faaliyetlerini kısıtlamak
mı? Bu toplantılarda dikkatimizi çeken en önemli husus, büyük bankalarla ilgili olan yaklaşım.
Biz daha çok bunu büyük bankalar olarak algılıyoruz ama İngilizce’de bunun sistemik olarak
önemli finansal kurumlar olarak isimlendirildiğini görmekteyiz. Bir banka büyük olmayabilir,
orta ölçekte bir banka olabilir ama sistemik olarak öyle entegre olmuştur ki, büyük bankalarla
öyle iç içe ilişkileri vardır ki; bu bankadaki bir rahatsızlık domino etkisi yaratabilir. Söz konusu
kuruluşlarla ilgili olarak, ülkelere kısıtlı bir takdir yaklaşımı verilmesi şeklinde bir mutabakata yaklaşılmış durumda. Yalnız bu kısıtlı takdir yaklaşımı emsal gruptaki ülkeler için birbirine
yakın olacak ve açıklanacak dokümanlar halinde gerçekleşecek. Ayrıca, likidite ve sermaye
yeterliliğinde yeni düzenlemeler olacak.
Son aylarda diğer bir husus da; dünya finansal piyasalarındaki gelişmelerle ilgili olarak
özellikle Amerika ve Almanya’da gördüğümüz kendi başlarına ve hızlı hareket istekleridir. Fi-
9
Tevfik BİLGİN
nansal İstikrar Kurulu, Basel’de tartışmalar devam ederken bir anda bazı kararlar alındığını
görebiliyoruz, bazı ülkeler kararlar alıyor. Bunlardan biri de, bugünlerde tartışılan bankalara ön
vergi getirilmesi konusudur. Biz, kurum olarak bankalarımıza, Türk bankalarına özelikle böyle
bir verginin getirilmesinin gereksiz olduğuna inanıyoruz. Tabii ki, bu konu, ülkenin ve otoritelerin G-20’de karar vereceği bir husustur. Ama unutmayınız ki değerli basın mensupları, bankacılarımız çok zeki insanlardır. Bir yere vergi koyduğunuz zaman bunun maliyetini çok kolay bir
şekilde başka bir yere yansıtabilirler. Dolayısıyla, bunların çözüm olmadığına inanmaktayız.
Diğer bir husus, dünya finansal piyasalarında tekrar söz sahibi bir kurum haline gelen
IMF’nin, söylemlerindeki inanılmaz ve keskin değişiklikler. Bunları sizler de izliyorsunuz. Bu değişiklikleri geçmişte IMF reçetelerini harfiyen uygulayan ülkelerin ve bu konuda belki tehditkâr
diyebileceğimiz açıklamalarının karşısında nasıl değerlendireceğimizi bilemiyorum. Bunlardan
en belirgini IMF baş ekonomisti Blanchard’ın ılımlı enflasyon yaklaşımıdır. Gelişmiş ülkeler için
belirli bir ılımlı enflasyon olabilir, gelişmekte olan ülkeler için ayrı bir ılımlı enflasyon yaklaşımı.
Bu da hayretle izlediğimiz gelişmelerden biri.
Uluslararası arenadaki diğer bir husus ise, denetim ve gözetimin daha da ağırlaşma
ihtimalidir ki, bunu hissetmekteyiz. Burada devamlı bahsediyoruz ve sizlere de aktarıyoruz.
Denetim ve gözetimin tatlı, sert bir ağırlığı olmalı. Eğer bunu çok fazla ağırlaştırırsak bankacılığımızın büyümesini ve yeni ürünler geliştirmesini engelleriz. Sanırım batılı ülkeler bu dengeyi
bulacaklar ama biraz zor gözüküyor. Bu atmosferde bizim onlara önerimiz özellikle yerinde denetime önem vermeleridir. Bankaları sadece merkezden, veriler üzerinden incelememelerini,
yerinde, arada sırada şubelere, genel müdürlüklere giderek birebir konuşmaları ve atmosferi
hissederek denetlemelerini öneririz. Sayılar kadar bankalardaki havayı koklamak da bir denetim için bence çok önemlidir. Bu sistemi uygulayan ülkelerden birisi Kanada’dır, biri de herhalde Türkiye’dir. Kanada, bu konudaki avantajlarını ve deneyimlerini aktarma gayreti içindedir.
Bu noktada değerli bankacılarımız, değerli üst düzey banka yöneticilerimiz, müsaade ederseniz aramızda tartıştığımız bir hususu ilk defa sizlerin huzurunda, sizlerin görüşüne açmak
istiyorum. Kişilerin önemli olduğunu söyledim, bankaları yönetenlerin bu kişiler olduğunu söyledim. Her şey çok iyi işleyebilir; IT sistemleri, iç yönetim vs. ama sonuçta kişiler karar veriyor.
Dolayısıyla bazı ülkelerde uygulanmakta olan, şu an ülkemizde herhangi bir kanuni altyapısı,
yönetmeliği, mevzuatı olmayan, yalnız benim dile getirdiğim şeylerin sizlerce ne kadar önemli
algılandığını bildiğim için dile getirme gereğini duydum. 27 Mayıs 2010’dan itibaren, yani bugünden itibaren atama yapacağımız genel müdür ve genel müdür yardımcılarını bizzat benim
tarafımdan ve gerekli göreceğim bürokratlarım tarafından Ankara’da konuk etmek istiyoruz,
çay ikram etmek istiyoruz. Onlarla biraz konuşmak istiyoruz. Çünkü CV üzerinden değerlendiremiyoruz. Elbette ki siz onların başvurularını bize yolluyorsunuz ama biz sadece başvurudaki bitirilen okulları deneyimleri öğrenmek değil, yüz yüze konuşmayı tatmak istiyoruz. Acaba
Bankacılık Kanununu bir kere okumuş mu veya ilgilendiği alanlardaki hususlara hâkim mi? Bu
konudaki görüşlerimizi daha sonra ilgili genel müdüre ya da yönetim kurulu başkanına iletmeyi
düşünüyoruz. Sanırım siz de bu konudaki hassasiyetimize önem vereceksiniz.
Önemli bir diğer husus ise; finansal sistemi korumak ve savunmakla yükümlü olan ülkelerin kurumları arasında, -bunlar her ülkede farklı farklı kurumlar olabilir, ülkemizde de belli
kurumlar var- resmin bütününü görebilme veya kararlarının etki gücü. Herkes resmin bir bölümünü görüyor. Tablonun veya resmin bütününü görmek çok önemli. Dolayısıyla koordinasyon,
kurumlar arasındaki bilgi akımı herhalde bundan sonraki dönemde had safhada olmalıdır ve
bunun önemini de bütün kurumlar idrak etmelidir. Burada, daha önceki konuşmalarımda da
ifade ettiğim gibi, ülke merkez bankalarının sadece fiyat istikrar amacı ile politika üretmelerinin
biraz daha irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bize göre finansal istikrar esastır, finansal
istikrar olmazsa fiyat istikrarı zaten olmaz. Bu anlamda krizin sebebi olan merkez bankalarının
krizi çözmeye soyunmuş olmaları da ilginç bir diğer gelişmedir. Bu tespitleri inşallah dikkate
alırlar. Yolları açık olsun diyorum.
Son olarak kriz kelimesi üzerinde durmak isterim. Kriz ifadesi hemen hemen her ülkede
benzer kelimelerle ifade edilmekte ve kökeninde eski Yunancadaki “Krisis”’den gelmekte. Son
10
Bankacılar Dergisi
iki aydır yaşananlar krizin tekrar anavatanına sert bir şekilde döndüğünü ve Batı Avrupa’yı
da salladığını göstermektedir. Büyük güçler son iki yıldır kendi iç işleriyle uğraşıyorlar. Kendi bankalarını, kendi bütçe açıklarını, kendi ekonomilerini düzeltmekle meşguller. Dolayısıyla
diyoruz ki bu dönemde kendini göstermeye çalışan, potansiyeli, geçmişi, isteği, kapasitesi ve
birçok alanda kuvvetli yönleri olan ülkeler ki bunlardan biri de Türkiye’dir, acaba niye piramidin
üstüne tırmanmasın? Neden piramidin üstündeki o az sayıdaki grubun en azından yakınlarına
gelmesin? Bu da elbette ki bankacılarımızın ve ekonomideki diğer oyuncuların gayretleriyle
olacaktır.
Değerli konuklar, bankacılık sistemimizle ilgili birkaç tane çarpıcı veri aktarmak istiyorum.
En dikkat çekici husus, 2009 yılsonundan 14 Mayıs 2010 tarihine kadar kredilerdeki 40 milyar
TL’lik, yaklaşık yüzde 10,2 artış düzeyidir. Menkul değerlerdeki artış ise 13,8 milyar TL, yani
yüzde 5,3 olmuştur. Geçen yılın aynı döneminde krediler 2,9 milyar TL azalmıştır. Menkul
değerler ise 22,6 milyar TL, geçen yılın aynı döneminde artış göstermiştir. Lehman’ın batışı
sonrasında, 15 Eylül 2008’den sonraki krizin şiddeti ve tedirginliği bizim, sizin, tüm toplum ve
tüm dünyanın hissettiği tedirginlik kısmen kaybolmaya başlamıştır. Burada ilginç göstergeler de bulabiliriz, ben ara sıra bu göstergeleri kullanıyorum. Örneğin, 2010’un ilk üç ayında
Türkiye’deki televizyon reklam harcamalarının artış oranı yüzde 22. Ankara-İstanbul arasında
gidip gelenler bilir, kamyon ve tır trafiğindeki artış oranını bilmiyorum ama oldukça yüksek bir
yoğunluk gözlemekteyiz. Göstergeler ekonomide bir canlanmanın olduğunu göstermekte. Bu
dönemde dikkatimizi çeken bir diğer husus, KOBİ kredileri - ki krizde en çok etkilenen (menfi
anlamda) unsur KOBİ kredileridir. KOBİ kredileri 2010 yılının ilk çeyreğinde en yüksek artış
alan kredi türüdür. 2009 yılsonunda yüzde 20,6 olan sermaye yeterlilik rasyomuz, Türk bankacılık sisteminin sermaye yeterlilik rasyosu bu artışa paralel olarak, kredilerdeki artışa paralel
olarak Mart 2010 itibariyle yüzde 19,95 olmuştur. Aslında bu gerileme sağlıklı bir gelişmedir.
Krediler arttığı zaman elbette ki gerileme olacaktır. Bu ekonominin canlandığının göstergesidir.
Mart 2010 itibariyle yüzde 19,95 olduğunu belirttiğim sermaye yeterlilik rasyomuz, yasal sınırın
ve hedef rasyo dediğimiz yüzde 12’nin oldukça üzerindedir. Yaptığımız senaryo analizleri, sektörün bu belirttiğim yüzde 19,95’lik SYR’sinin yüzde 12’ye, hedef rasyoya inmesi için kredilerin
takibe dönüşüm oranının yüzde 19’a çıkması, yüzde 8’e inmesi için ise yüzde 24’e çıkmasının
gerektiğini göstermekte. Dört krediden biri batarsa bankacılık sistemimizin ortalama sermaye
yeterlilik rasyosu yüzde 8’e inmekte ki şu an da biliyorsunuz takibe dönüşüm oranı yüzde 4,7
oranında. 2009 yılında banka karlılıklarına olumlu yansıyan faiz oranlarındaki düşüşün durmasına rağmen bankaların karlılıkları geçen yılın aynı dönemine göre artmaya devam etmiştir.
Mart 2010 itibariyle bankacılık sektörünün net karı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 21
artmış ve 6,3 milyar TL düzeyine ulaşmıştır. Bu yılın ikinci yarısından itibaren karlarda bir miktar
aşınma söz konusu olabilir. Bankacılık sektörü karının yüzde 58’ni özel bankalarımız karşılıyor.
Geri kalanının yüzde 27,6’sını kamu bankalarımız, yüzde 8’ini yabancı bankalarımız, yüzde
3,4’ünü de kalkınma ve yatırım bankaları, yüzde 3’ünü de katılım bankaları karşılamaktadır.
Değerli konuklar, değerli basın mensupları, G-20 ülkeleri arasında bankacılık sistemleri
ile karşılaştırdığımızda Türk bankacılık sisteminin sermaye yeterliliği, aktif ve öz kaynak karlılığı açısından 1. sırada yer aldığı, ayrıca sektörümüzün kaldıraç oranının ise tüm bu ülkeler
arasında en düşük iki ülke arasında yer aldığını görmekteyiz. Elbette ki bu kaldıraç oranı yetersizdir ve büyümesi gerekmektedir. Mevcut durum bankacılık sistemimizin büyüme potansiyelini göstermektedir.
Değerli konuklar, bankacılık sektörümüzle ilgili sağlıklı verileri olabildiğince sizlere aktarmaya çalışıyoruz. Bunun için internet sitemizde son beş senedir oldukça köklü değişikler
yaptık. Bugün üçer aylık periyotlarla oldukça detaylı bilgiler alıyorsunuz. Dünyada günlük veri
açıklayan bazı önemli kalemlerde başka otorite yok. Ayrıca birkaç günlük gecikmeyle internet
sitemizden bankalarımızın bize raporladığı bilgileri konsolide edilmiş şekilde görebilirsiniz ve
şunu biliniz ki bu gördüğünüz rakamlarla bizim inceleyip, günlerce aylarca süren çalışmalar
sonrasında çıkardığımız şeffaf bilançolar arasında hemen hemen hiçbir fark yok. Bu da, bizim
için önemli olan husus. 2000’li yıllar öncesinde 1900’lü yıllarda, 1990’larda bankalarımızın karı
oldukça yüksek rakamlar iken bizim duru bilançolarımızda zarar ettiğini görebilmekteydik. Ama
11
Tevfik BİLGİN
geldiğimiz noktada şuna emin olunuz, bizim sitemizi açınız, herhangi bir bankanın bilançosuna
bakınız, karına bakınız. Sizin bildiğinizle bizim bildiğimiz arasında hemen hemen hiçbir fark
yok. Bu da benim açımdan en önemli hususlardan birisidir. Bu anlamda hem değerli bankacılarımızı hem de kurumumuzda bu konuyla ilgilenen elemanları ayrıca kutlamak istiyorum.
Değerli konuklar, kendi kendime birkaç soru sorup cevap vermek istiyorum müsaade
ederseniz. Finansal sistem olarak Doğu Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu’da en büyük finansal
büyüklüğe sahip ülke bildiğim kadarıyla Türkiye. Bu bölgede krizde kendini biraz daha ispatlamış ve ülkelerin imrenerek baktıkları ülke de Türkiye. En kalabalık ve genç nüfusa sahip olan
ülke de Türkiye. En girişimci ruha sahip, ticareti artık öğrenmiş, krizlerden geçe geçe kriz tecrübesine sahip bankacıları olan ülke de Türkiye. Dolayısıyla değerli bankacılarımızın artık biraz
daha ülke içinden ülke dışına da projeler geliştirmeleri gerektiğini düşünmekteyiz. Beklediğiniz
ve ince hesap yaptığınız her gün bana göre bir kayıptır. Balkanlara, Ortadoğu’ya, Kazakistan’a
gidebilmeliyiz. Biz size emin olunuz ki her türlü desteği sağlamaya hazırız. Gerekirse, eğer
imkânımız varsa bugüne kadar çok yaptık, mevzuatımızda size tatlandırıcı unsurlar da getirebiliriz. Yeter ki siz yüzünüzü biraz o ülkelere dönünüz. Bugün Makedonya’da, Bosna’da,
Suriye’de hala, hemen hemen hiç yokuz. Gidip alabileceğiniz küçücük bir banka, bazen 5-10
şubeli, bizim ölçeğimizde küçük bir banka, size belki 10-20 milyon dolara, ya da 50 milyon
dolara mal olsun. Ama unutmayınız ki bazen Türkiye’de öyle krediler takibe dönüşebiliyor ki
büyüklükleri 100-200 milyon dolar olabiliyor. Sizin orada yapacağınız yatırım, bizim gözümüzde eğer yapacağınız tamamen zarara dönüşse bile sizin için artıdır, bizim algılamamız
anlamında da olumlu bir politika değişikliğidir. Bu konuda özellikle Türk sermayedar ağırlıklı
bankalarımıza görev düştüğünü düşünmekteyiz. Türkiye’nin potansiyeli belli ve bir müddet
sonra arasanız da buralarda oyuncu olamayabilirsiniz. Bugün Makedonya, Kosova Avrupa
Birliği’ne girme aşamasında. Kazakistan, Rusya ve Belarus ile gümrük birliği imzalamış.
Kazakistan’daki ürünler bu ülkelere doğrudan girebiliyor, gümrüksüz. Dolayısıyla buradaki
yatırımlarınız bir anlamda o iki ülkeyi de bağlayabilmekte. Dolayısıyla bu konudaki gelecek
genel kurulda değerli konuklar, inşallah en az iki-üç bankamızın muhtelif aksiyonlar almış olmasını görmek istiyoruz. Kurul üyelerimiz de burada, ben ve kurul üyelerimiz de size sonuna
kadar destek vermeye hazırız.
Konuşmamın sonunda hepinize tekrar nazik davetiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum ve bankalarımızın başarısının devam etmesini diliyoruz. Değerli bankacılar bundan
beş-on yıl sonra, şu anda da deniyor ama bence biraz daha bekleyelim, beş-on yıl sonra ki tarih
yazmak biraz daha sonra oluyor biliyorsunuz. Şöyle desinler “Dünyanın en ağır krizi yaşandığı
günlerde Türk bankacılığı sağlam durdu ve bankacılık sistemi diğer ülkelere açıldı”. Kısaca bu
görevlerden ayrıldığınızda ki hepimiz bırakıp gideceğiz, anlatacağınız bir hikâyeniz olsun.
2000 yılında 104 milyar TL olan bankacılık sistemi aktif büyüklüğü 2010 Mart ayında
860 milyar TL olmuş, 2000 yılında 7,2 milyar TL olan öz kaynaklar 117 milyar TL olmuş, yüzde
9,3 olan SYR -sermaye yeterlilik rasyosu- yüzde 20’ye çıkmış, 32 milyar TL olan krediler 433
milyar TL olmuş, 59 milyar TL olan mevduat 540 milyar TL olmuş, 2001’de takibe dönüşüm
oranı yüzde 25,2 iken kasımda en üst noktaya çıktı yüzde 5,4 ve şu anda yüzde 4,7. Bunu
gerçekleştiren elbette ki Türk halkıdır. Çünkü ödedikleri vergi ile, hala ödediğimiz, devam eden
vergilerle ama ikinci olarak da sizlersiniz, sizin gayretleriniz. Krizdeki duruşunuz, bu sefer dedikodu mekanizmalarının çalışmaması, 2001’den alınan dersler ve devlete tek kuruş yük getirmemeniz ile övgüyü hak ettiğinizi düşünmekteyim. Bundan sonra da önümüzdeki günlerde
özellikle üçer aylık dönemlerde yaptığınız, kısmen de olsa öldürücü rekabet, ayağına basma,
bilanço büyütme hususlarına dikkat edileceğini, gerek ücret ve komisyonlarda, gerekse faiz
oranlarında tüketiciyi de düşünerek fiyatlama yapılacağını ve reel sektörün artık daha da fazla
yanında olarak global krizi hep beraber atlatmamızı temenni ediyorum. Unutmayınız ki değerli
bankacılarımız, bu bizim için de geçerli. Güveni kazanmak zordur ama kaybetmek oldukça
kolaydır. Dolayısıyla bu konuda hep beraber şu ana kadar el ele olduk. Bundan sonra da el
ele bu kriz günlerini aşıp, önümüzdeki günlerde bankacılığımızı gayri safi milli hâsılanın birkaç
katına getirme yolunda emin adımlar atacağımıza inanıyorum ve hepinize beni dinlediğiniz için
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
12
Bankacılar Dergisi
Türkiye Bankalar Birliği’nin 53. Genel Kurulu
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Sayın Ali Babacan’ın
Açılış Konuşması
Türkiye Bankalar Birliği’nin Çok Değerli Başkanı, Çok Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri,
Finans Dünyamızın Çok Değerli Temsilcileri, Çok Değerli Katılımcılar, Basın Mensupları,
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Bankalar Birliğinin 53. Olağan Genel Kurulunun bankacılık sektörümüze ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Geçen sene aşağı-yukarı bugünlerde yine sizlerle beraberdik. Türkiye Bankalar Birliği’nin
Genel Kurulunu yaptık. O günden bugüne yaklaşık bir yıllık süre içerisinde genel anlamda
dünya ekonomisinde bir miktar toparlanma görüyoruz. Krizin o derin, kasvetli havası bir miktar
dağılmış durumda, küresel ekonomi tekrar büyüme trendine girmiş durumda. Öte yandan özellikle kamu borcunun, devletlerin borçlarının daha çok sorun olarak anıldığı ve daha önce belki
üzerinde durulmayan bazı ülkelerdeki finans kuruluşlarının, bankaların üzerinde durulduğu bir
dönemi de yine bugünlerde sizlerle hep beraber yaşıyoruz. Geçen yıldan bugüne şöyle bir
baktığımızda; dünyada toparlanma var ama bu riskleri de içinde barındıran bir toparlama.
Değerli Konuklar, Değerli Katılımcılar,
Türkiye’nin ekonomi tarihi ne yazık ki krizlerle, acı tecrübelerle ve uygulanan acı reçetelerle dolu. Geçmiş krizlerin hemen hemen hepsinde finans sektörümüz hep olumsuz etkilenmiştir, ağır yaralar almıştır, finans sektörü bedeller ödemiştir ve maalesef sonuçlarına da biz
ülke olarak, toplum olarak katlandık. Son 2001 krizinden bugüne şöyle bir bakacak olursak, o
günün krizinin bedelini biz bugün hala ödüyoruz. Bu yıldan ileri doğru hala bizim toplamda 20
milyar liralık yaklaşık bir kamu borcumuz var 2001 krizi sebebiyle, devletin üstlendiği borçlar
sebebiyle. Aradan neredeyse on yıl geçmiş hala bedel ödüyoruz.
Tabi 2001’den bugüne de önemli mesafe kaydettik, önemli adımlar attık. Bankacılıkla ilgili
çok önemli reformları Türkiye’de gerçekleştirdik. Yeni bir Bankacılık Yasası çıkarttık. Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonuyla ilgili düzenlemelerimizi yaptık. Mortgage Yasamızı çıkarttık, Kredi
Kartı Yasamızı çıkarttık. Bankalarımızın denetim ve gözetim çerçevesini çok daha sıhhatli hale
getirdik. Bankalarımıza tek tek stres testleri uyguladık 2004, 2005, 2006 yıllarında. O günleri
de hatırlayacak olursanız, ekonomide toparlanma vardı fakat o iyi günlerde hızlı büyüdüğümüz, kredi hacminin hızlı genişlediği günlerde biz kötü günlerin hesabını yaptık. Bir yandan
Merkez Bankamız, bir yandan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumumuz kanalıyla çok
daha detaylı çalışmalar gerçekleştirdik. Problemli gördüğümüz bankalarımızı uyardık, tedbirler
almalarını sağladık ve stres testleri sonunda kriterlerimizi de bir miktarda değiştirdik. Örneğin
yüzde 8 yasal sermaye yeterlilik rasyomuzu yüzde 12’ye o dönemde çıkarttık. Likidite gereksinimlerini, kriterlerini daha yukarılara çektik hem Türk Lirasında, hem dövizde ve 2006 sonu geldiğinde o stres testlerini tekrar yaptığımızda artık gördük ki bankacılık sistemimizde herhangi
bir sorun, herhangi bir problem yok. Bir de dışarıdan bir göz baksın dedik ve FSAP çalışması,
yani Finansal İstikrar Değerlendirme Programı çalışmasını Türkiye o dönemde gönüllü olarak
yaptırdı. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’ndan gelen karma bir heyet finans sistemimizin bütününü detaylı bir değerlendirmeye aldı ve tertemiz bir rapor çıktı. Yani 2006 sonunda
biz biliyorduk ki artık sistem sağlam.
Tabii bunu bu noktaya getirmek siyasi iradeyle oluyor. Diyeceksiniz ki bunlar bilinmiyor
muydu, problemlerin yeni mi farkına varıldı? Hayır. Hepsi aşağı yukarı ilgili herkesin bildiği so-
13
Ali BABACAN
runlardı. Fakat sorunlarla yaşamak ya da bu problemleri, yanlışlıkları halının altına süpürmek
de bir gelenek haline gelmişti. Herkesin bildiği fakat kimsenin kılını kıpırdatmadığı bir dönem
yaşamıştı Türkiye. Biz bu konuya güçlü bir siyasi irade koyduk. Dedik ki “bu işi biz başaracağız,
Türkiye’nin artık yeni bir bankacılık kriziyle karşı karşıya kalmaması için ne gerekiyorsa yapacağız” ve bu konuda gerçekten toplumdan da, halkımızdan da büyük bir destek bulduk. Çünkü
halkımız o 2001’de ödenen ağır bedelin çok iyi farkındaydı. Düzenlemeyle ilgili, denetimle ilgili
hangi konuyu Meclisimize götürsek çok geniş kabul gördü ve çok hızlı bir şekilde bunu yasalaştırdık. Çünkü bir yandan toplum, bir yandan milletvekillerimiz, Meclisimiz gayet iyi biliyordu
ki tedbir lazım, adım atmak lazım ki yaşananlar, bu acı hatıralar bir daha tekrarlanmasın.
Bütün bunları bir yandan biz devlet olarak yaparken, bir yandan da sektör artık çok daha
farklı bir yönetim anlayışını benimsedi. Daha sorumluluk sahibi, daha dikkatli, daha uluslararası
iyi tecrübelerden örnek alan, daha kurumsallaşmış bir bankacılık sektörünü biz artık Türkiye’de
görüyoruz. Artık bu işin ciddiliğini sektörümüz de anladı ve gerçekten gayet profesyonel, ciddi,
düzgün bankacılık yapılıyor artık Türkiye’de. Ben bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü, biliniyor ki bu işi iyi yapanlar kalacak, rahat edecek, geceleri rahat uyuyacak. 2001 öncesi anlayışla
banka yönetenler ya da o şekilde banka sahibi olanların artık Türkiye’de iş yapması çok çok
zor. Ben bunu, burada tekrar altını çizerek ifade etmek istiyorum. Zaten bizim 2001 krizinden
bu yana yeni bankacılık lisansı vermememizin altında da bu yatar. Epeydir biliyorsunuz yeni
bankaya izin verilmiyor Türkiye’de. Mevcutlar el değiştiriyor, birleşiyor. Çünkü sayı konusunda
da böyle kontrolden çıkacak bir banka sayısını da Türkiye’de pek de görmek istemiyoruz. Bir
yandan oligopole karşıyız, rekabet istiyoruz ama bir yandan da denetim, gözetim kapasitesini
aşacak sayıda bankanın Türkiye’de oluşmasını da istemiyoruz.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumumuzun bir limiti var. Diyor ki “300 milyon
dolar getirmeyen Türkiye’de banka sahibi olamaz”. 300 milyon doları getiren peki olur mu? Hayır, onun da bir sürü şartları var. Öncelikle muteber olacak, geçmişi temiz olacak, uluslararası
kabul edilmiş ve bankacılığı bilen birileri olacak. 300 milyon dolarını cebine koyup gelen herkes
Türkiye’de bir banka sahibi olabilir diye bir şey de yok. Bunu vurgulamak istiyorum. Biz işi sıkı
tutacağız, dikkatli olacağız, ki sektör sıhhatli bir şekilde devam edebilsin.
Ben özellikle bu geçtiğimiz 2008-2009’da yaşadığımız ve belli ölçülerde hala yaşamakta
olduğumuz bu uluslararası finans krizinde aslında Türk bankacılık sisteminin çok önemli bir
sınav verdiğini düşünüyorum. Önemli bir testtir bu, sınavdır. Yani bütün dünya sarsılırken,
gelişmiş ülkelerde, dünyanın en büyük ekonomilerinde en büyük bankalar sallanırken, bazıları batarken, bazıları ancak devlet müdahaleleriyle zar zor ayakta tutulurken; Türk bankacılık
sisteminin sapasağlam ayakta kalması gerçekten büyük bir başarıdır. Bu başarıda evet, düzenleme ve denetleme çerçevemizin sağlam oluşu, zamanında reformlar yapmamız önemlidir.
Ancak bankalarımızın, bankacılarımızın basiretli yönetimi de yine önemli bir faktördür. Ben bu
sebeple bankalarımızı, bankacılarımızı, banka yöneticilerimizi ve sahiplerini bu kriz döneminde gösterdikleri yönetim ve basiret sebebiyle kutlamak istiyorum.
Öte yandan tabi Türkiye’nin kredi hacminin de genişlemediği bir dönem yaşadık. Yani
yaklaşık nereden baksanız bir yıl kadar Türkiye’de kredi hacmi böyle 370 milyar lira civarında
seyretti. Belki reel sektör kuruluşlarımızdan arzu edenler, her kredi isteyen belki alamadı. Onu
da yaşadık. Reel sektörümüzün bankalarımızla soruları oldu. Bunu da yakından takip ettik. Bir
yandan bankalarımızın tabii kendi ihtiyatlı duruşları ama öte yandan da reel sektörün finansman ihtiyacı arasında o doğru dengeyi bulabilmek de gerçekten bu dönemlerde son derece
önemli. Bu noktada dengeyi iyi bulan bankalarımız oldu. Ancak belki aşırı muhafazakar kalan
bankalarımız da oldu. Ama öyle ya da böyle çok şükür o sıkıntı dönemleri artık biz geride bıraktık ve bu dönemi geride bırakmanın ötesinde sadece hasarsız atlatmakla kalmadık, üstelik
bankalarımız önemli bir mali performans sergilediler. Kar ettiler ve bu karların önemli bir kısmını da sermayelerine eklediler. Bazen bu eleştiri konusu oluyor. Diyorlar ki “reel sektör bu kadar
sıkıntı çekerken bankalar bu kadar kar etti. Bu adalet mi?” Belki bu haklı bir soru. Gerçekten
belki derinlemesine ele alınması gereken bir soru. Ancak bunun bir de öbür türlü olduğunu
düşünelim. Yani Allah korusun bankaların kar edemediği, hatta zarar ettiği ve bu zararların
14
Bankacılar Dergisi
devletin, kamunun üstlenmek zorunda kalacağı bir senaryo düşünün. Herhalde onu da hiç
arzu etmezdik.
Dediğim gibi olan oldu, artık biz geleceğe bakacağız ve gelecek de güzel görünüyor.
Bakın, bankaların geçen seneki 20 milyarlık karının önemli bir kısmı sermayeye eklendi ve bizim kaldıracımız aktif-sermaye dengesine bakacak olursak 7-8. Bu, şu demek aslında: bugün
bankalarımızın sermayesine eklenen her 1 milyar, ileriye doğru en az 7-8 milyar, belki 10 milyarlık kredi hacmi demek. Bugün eğer 20 milyarlık bir kar söz konusuysa, nereden baksanız
bu böyle 150-200 milyarlık ilave kredi hacmine imkan vermek demek aynı zamanda. Çünkü
kaldıraç böyle çalışıyor. Bankanın sermayesi ne kadar çoksa o kadar kredi imkanı gelişiyor.
Yani 1 lira sermaye, aktifini 7-8 artırma imkanına ulaşıyor bankalar. Dolayısıyla bunun sonuçlarını da göreceğiz. Aslında görmeye başladık da ve bugün itibarıyla baktığımızda 2009’un
son çeyreğinden bugüne kadar ki şöyle diyeyim Eylül 2009’a kadar kredi hacminde fazla
bir genişleme olmadı, aşağı-yukarı böyle yatay seyretti. Ama son çeyrekle beraber, 2009’un
son çeyreğiyle beraber kredi hacminde genişleme başladı ve o günden bugüne yaklaşık 50
milyarlık bir kredi hacmi artışı var Türkiye’de. Bu küçük bir rakam değil. Yani şu anda toplam
50 milyar lira tüketicilere, şirketlerimize bankalar tarafından ilave kullandırılmış bir kredi söz
konusu. Bunun büyümeye de kuşkusuz etkileri son derece önemli. Bakıyoruz aynı dönemde
Türkiye’nin ekonomik toparlanması da hızlandı. İşte geçen senenin son çeyreğinde yüzde 6
büyüdü Türk ekonomisi. Bu senenin ilk çeyreğinde iki rakamlı, iki haneli bir sonuç bekliyoruz,
yani yüzde 10’un üzerinde bekliyoruz. Dolayısıyla kredi hacmindeki genişleme hemen büyümeyi beraberinde getiriyor. Bakıyoruz bireysel krediler 140 milyarı geçmiş. Üstelik konut ve
ihtiyaç kredisinde artış var. Bu, her ikisi de sıhhatli alanlar. Çünkü konut kredisinde ortada bir
alışveriş var, bir ev var ve üstelik kanun gereği yüzde 25’in peşin ödenmesi gereken bir alışveriş burada söz konusu. Yani bankalar açısından sağlam, konut alacaklar açısından da yine
güzel bir imkan. Burada artış var.
İhtiyaç kredilerinde artış var ve ihtiyaç kredileri artık kredi kartlarını geçti toplam kredi stoku olarak. Bu da yine önemli. Çünkü kredi kartını biz bir borçlanma aracı olarak görmüyoruz,
olmamalı. Dünyanın her ülkesinde kredi kartı faizi en yüksek faizdir. Dünyanın her ülkesinde
böyledir ve kredi kartı bir borçlanma aracı değildir. Bir ödeme kolaylığı sağlayan bir araçtır kredi
kartı. Yani cebinizde para taşımayacaksınız, günlük alışverişinizi yapacaksınız, ay sonlarında
da onu tam kapatacaksınız. Bir sonraki aya bakiye kaldığı zaman yazık, günah. Çok büyük faizler var orada, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her ülkesinde bu böyle. Çünkü kredi kartının
amacı borçlanmak değil, ödeme kolaylığı sağlamak. Asıl sıhhatli sistem ihtiyaç kredisi. Çünkü
ihtiyaç kredisi söz konusu olduğunda gidiyorsunuz bankaya başlangıcı ve bitişi belli olan bir
proje var, somut bir şey var. Evleniyor ya da yeni bir eve taşınıyor, belli bir miktarda ev eşyası
alacak ya da bir projesi var, küçük bir proje, onu halledecek ve bir defalık; başı var, sonu var.
Gidiyor bankadan kredisini kullanıyor, ödeme takvimi belli, günü geldiğinde ödeniyor ve o dosya kapanıyor. Başka bir kredi başka bir ihtiyaç için açılıyor. Dolayısıyla adı üstünde bir ihtiyaç
kredisi sistemi ve şu anda ihtiyaç kredileri dediğim gibi kredi kartını geçti toplam hacimde. Bu
çok çok sevindirici ve üstelik burada geri ödeme oranı da çok çok yüksek. Yani hem bu krediyi
kullananlar daha rahat ödüyor, daha az üzülüyor, hem de bankaların bilançosu açısından da
çok daha sağlam bir alacak türü. Biz bunu Türkiye’de daha fazla görmek istiyoruz.
Değerli Konuklar, Değerli Katılımcılar,
Nereden bakacaksak bakalım, Türkiye gerçekten bu krizle çok iyi bir sınav verdi. Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa bir kriz döneminde faizler düştü. Dikkat edin krizlerde hep faizler
yükselir. En son 2001 krizinde yaşamadık mı? Gecelik yüzde 5 bin, yüzde 8 bin faizli gecelik
faizi bu ülke gördü. Ama bugün bakıyorsunuz çok şükür hem bir yandan küresel kriz, bir yandan dünyada yer yerinden oynuyor, dev kuruluşlar batıyor, Avrupa Birliğine üye, hatta Avroya
geçmiş ülkeler sallanıyor, ülkeler için kurtarma paketleri hazırlanıyor, bu ortamda Türkiye’de
faizler düşüyor. Hem nominal, hem reel faizler düşüyor. Türkiye’nin dış borçlanmasındaki risk
primi yine çok çok düşük noktalara iniyor. Bugün Avrupa Birliği’ne üye kaç tane ülkenin risk
primi Türkiye’yi geçmiş durumda. Türkiye onların şu anda altında. Hem doğru makroekonomik
15
Ali BABACAN
politikalar, hem de sağlam bir finans sistemi bizim bu krizden çok şükür önemli bir sınav vererek çıkmamıza katkıda bulundu.
Yine Türk Lirasının değeri tüm kriz boyunca önemli bir istikrar gösterdi. Dikkat ederseniz
kurda öyle çok büyük çalkalanmalar yaşamadık. 1994’ü bir hatırlayın, doların 3’e, 4’e katladığı günleri. Son bu 2001 krizinde 680 bin lira idi eski parayla kriz öncesi yaklaşık, 1 milyon
600’e, 1 milyon 700’e çıktı. İki, iki buçuk misli artışlar oldu ve bakıyorsunuz bugün II. Dünya
Savaşından sonraki en derin ekonomik daralmayı dünya yaşıyor. 1929 buhranından bu yana
en derin finans krizini dünya yaşıyor ve Türk Liramız göreceli olarak istikrarını koruyor. Bu da
yine doğru politikaların neticesi, zamanında alınan tedbirlerin neticesi. Çünkü, değerli arkadaşlar, kriz dönemlerinde eğer önceden tedbir almadıysanız kriz başladıktan sonra bir şeyler
yapmaya çalışıyorsanız mümkün değil. İş işten geçiyor. Bunun ikisi de önemli, yani hem kriz
öncesi tedbirler, hem de kriz döneminde atılan adımlar. Türkiye bunun ikisini de başardı. Hem
krizden önce kötü günler için hazırlandı, iyi günlerde kötü günler için kendini hazırladı. Kamu
borç stokunu düşürdü, bankalara çeki düzen verdi, bütçe disiplinini sağladı, yapısal reformlarını gerçekleştirdi. Hem de kriz başladıktan sonra doğru zamanda doğru adımlar atarak bu krizi
iyi bir şekilde yönetti ve bunun da olumlu sonuçlarını hep beraber görüyoruz. Bakın, geçen
senenin son çeyreğinden itibaren artık ekonomik büyüme başladı Türkiye’de, pek çok ülkeden
daha erken başladı. O dip noktadan şimdi hızlı çok şükür yukarı doğru çıkıyoruz. Bunun yine
benzer sonuçlarını bankacılıkta görüyoruz, benzer sonuçlarını istihdamda görüyoruz. İşte bakın geçen seneden bu seneye kadar Mayıs 2009’dan bu yana mevsimsel düzeltilmiş rakamlara bakacak olursak Türkiye’de işsizlik oranları düşüyor. En son açıklanan rakamlar geçen
senenin aynı dönemine göre 1,7 puanlık işsizlikte Türkiye’de düşme olduğunu gösteriyor. Hem
de bu ne zaman oluyor? Uluslararası kuruluşlarının hepsinin birden 2010 ve 2011’de işsizlik oranları yükselecek, özellikle gelişmekte olan ülkelerde işsizlik oranları yükselecek dediği
günlerde çok şükür bizim işsizlik oranımızda düşüşler başlamış durumda. Gerçekten bunlar
istisnai durumlar, kıymetini bilmemiz gereken durumlar. Şöyle bir kafamızı kaldırıp etrafa bakacak olursak neler neler yaşıyor insanlar ülkelerde ve biz nispeten problemsiz bir şekilde bu
zorlukları aşıyoruz.
Biz tabii boş durmuyoruz. Bugünlerde de o senaryo analizleri dedim ya 2004, 2005,
2006’daki senaryo analizleri, bunları biz hala yapıyoruz bugünlerde. Sık sık yapıyoruz, bakıyoruz, çok farklı şartlarda neler olabilir. Kurdaki değişmeler, ekonomik büyümeyle ilgili olabilecek sıkıntılar, likiditeyle alakalı sıkıntılar, bu senaryolarda bankalarımızın durumu nasıl diye bakıyoruz
ve o stres testleri bize bugün de çok şükür sonuçların oldukça olumlu olduğunu gösteriyor.
Şu anda bakıyorsunuz G-20 ülkeleri içerisine, sermaye yeterliliği en yüksek olan bankacılık sistemi Türkiye’de, likidite rasyosu en yüksek olan bankacılık sektörü Türkiye’de. Kaldıraç
oranının en düşük olduğu iki ülkeden birisi Türkiye. G-20 demek, en gelişmiş yirmi ekonomi
demek. Türkiye de bunun içinde ve bu ülkeler içerisinde bizim bankacılık sektörümüz böyle
herkesin parmakla gösterdiği bir sektör haline geldi çok şükür. Bunları sizler de bankacılar
olarak gittiğiniz ülkelerde yaşıyorsunuz. Türkiye’nin gördüğü itibar, ilgi, çok şükür hangi uluslararası platformda olursa olsun çok çok farklı bir noktadadır. Allah nazardan korusun diyorum,
ne diyeyim, hem ekonomimizi, hem bankacılık sistemimizi.
Öte yandan bakıyoruz ki etrafta, hemen yanı başımızda Avrupa’da sıkıntılar var ve bu
sıkıntılar belki kriz adını vereceğimiz dönem üç ay, beş ay sürer, bir yıl, iki yıl sürer ama şu
andaki finans sektörünün yemiş olduğu darbe ve ülkelerin kamu borçlarındaki çok hızlı artış,
bu ülkelerin onlarca yıl boyunca başlarına problem olacak, ezilecekler. Büyüme oranları üzerinde sürekli baskı göreceğiz. Artık kriz öncesi Avrupa’sıyla kriz sonrası Avrupa bambaşka
iki yer. Kriz öncesinde o hani medeniyetin belki en uç noktalarına ulaşmış, demokrasi, insan
hakları konusunda tüm dünyaya örnek olmuş, ekonomisiyle yine parlamış bir Avrupa bu kriz
sonrasında pek olamayacak. Avrupa’nın göreceli ağırlığı dünyada artık hızla azalacak, toplam
dünya milli gelirinden aldığı pay hızla azalacak ve Avrupa’ya göre Türkiye’nin ağırlığı, gücü,
etkisi artacak. Yani göreceli olarak bunları inşallah nasip olursa görürüz. On sene, yirmi sene
sonrasına baktığımız zaman bugünün Avrupa Birliği ne, Türkiye ne, o günün Avrupa Birliği ne
16
Bankacılar Dergisi
Türkiye ne; Türkiye çok daha fazla, çok daha iyi bir noktaya gelmiş bir ülke olacak. Tabi bu
arada biz Avrupa Birliği’ne üye oluruz, olmayız o ayrı. Belki de üye oluruz. Avrupa Birliği diye
biraz hani dışından baktığımız bir birliğin belki içinde de oluruz o gün itibarıyla ama dışında da
olsak, içinde de olsak Türkiye artık çok daha ağırlığı olan bir ülke olacak.
Ekonomik güç önemli, ekonomide başarı önemli. Ekonomisi zayıf olan, ekonomisi krizden krize savrulan ülkelerin uluslararası arenada etkinliği çok çok zor olur. “Önce kendi içine
bak” derler adama. “Bir kendi problemlerini çöz de öyle gel” derler. Dolayısıyla bizim ekonomik
başarımız, Türkiye’nin uluslararası itibari için, etkinliği için de olmazsa olmaz bir şart. Dolayısıyla uygulamalarımızda da bunu göreceğiz ve asla taviz vermeyeceğiz. Çok dikkatli olacağız,
çok ihtiyatlı olacağız, dikkatli olacağız ve taviz vermeyeceğiz.
Değerli Konuklar, Değerli Arkadaşlar,
Bankacılık sektörümüzle ilgili birkaç noktaya daha değinmek istiyorum. Çünkü özellikle
bizi diğer ülkelerden ayıran konular bunlar. Mesela bunlardan bir tanesi, tahsildeki alacaklar,
daha doğrusu tahsili gecikmiş alacaklar. Biz kriz öncesi 3,7’deydik, bu 5,4’e kadar çıktı. Bu
mütevazı bir artıştır. Fakat son beş, altı aydır da artık düşüş var ve bugün itibarıyla yüzde 4,8’e
inmiş durumda, gerilemiş durumda. Peki bu 4,8 nasıl bir rakamdır, uluslararası karşılaştırmalara göre nasıldır? Letonya, Litvanya, Romanya gibi ülkelere bakıyoruz, yüzde 15 gibi rakamlar
görüyoruz orada. Yine Yunanistan, İrlanda, İtalya gibi ülkelerde bu oranlar Türkiye’den daha
yüksek. Bakın, bunlar AB üyesi, Avro bölgesindeki ülkeler. Yani olabilecek en sağlam şekilde
kendilerini bir bakıma garantiye almış ülkeler. Şu anda bizden daha yüksek sorunlu alacakları
var bankaların bilançosunda.
Biz de tabi şu da var ki hanehalkının borçluluk oranı nispeten düşük pek çok ülkeye
göre. Yani Türk halkı başka ülkelerin vatandaşlarıyla mukayese edildiğinde daha az borçlu. Bu
da hem sosyal açıdan baktığımızda ülkemizi farklılaştırıyor, hem de bankacılık sektörümüzün
bilançosunu daha sağlam kılıyor. Biz tabi tüketici kredileriyle ilgili önemli tedbirler de aldık.
Örneğin Türkiye’de değişken faizli kredi pek yaygın değildir. Döviz bazında tüketici kredilerinin
önünü tamamen kapattık. Biliyorsunuz, geçen sene bir karar aldık, baktık ki yüzde 4 oranında bir döviz bazında, yabancı para birimi bazında bir tüketici kredisi söz konusu Türkiye’de,
bireysel kredi söz konusu ve dedik ki bu yüzde 4 için değmez. Ha illa bunu isteyenler de artık
yapmasın, yapamasın ve bu kapıyı tamamen kapattık, yasakladık. 32 Sayılı Kararda biliyorsunuz değişiklik yaptık ve bunu yasakladık ve artık böylece Türk halkının, tüketicilerimizin, bir
kur riski problemi yok. Tüketici kredisi artık Türkiye’de Türk Lirası. Türk Lirası bazında borçlanacak. Ev mi alacak Türk Lirası, kredi kartı mı Türk Lirası, ihtiyaç kredisi mi Türk Lirası, başka
paralarla uğraşmaya gerek yok, kumar oynamaya gerek yok. Biz kendi istikrarlı, güvendiğimiz
para birimimizle yapalım ne yapacaksak. Toplum olarak da artık buna daha çok alışalım, daha
çok ısınalım. Tabii ticari krediler apayrı bir alan. Yani ihracatı vardır, ithalatı vardır, dışarıyla işi
vardır. Onlar kendi hesaplarını, kitaplarını zaten yapıyorlar, onunla ilgili düzenlemeler ayrı. Ben
bunu tüketici kredileri için söylüyorum.
Değerli Konuklar, Değerli Katılımcılar,
Bankacılık kesimine ilişkin değerlendirmelerden sonra bizim de üyesi olduğumuz, parçası olduğumuz, ortağı olduğumuz küresel ekonomi ve finans sistemiyle ilgili önümüzdeki dönemde bizi neler bekliyor, bunları da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Biliyorsunuz bankacılık bir risk yönetme sanatı. Ancak bu sanatın icrasında zaman zaman hatalar, yanlışlıklar kuşkusuz oluyor. Kriz döneminde de gerek operasyonel riskin, gerek kredi riskinin, gerekse de piyasa riskinin iyi yönetiliyor gibi görülmesine rağmen, aslında
sistemin teorik altyapısında bazı hatalar, varsayımlarda bazı tutarsızlıklar olduğunu gördük.
Uluslararası finans ve akademi camiası oturup bu sorunları gidermek için şu anda yoğun çaba
harcıyor ve yürütülen bu çalışmaların koordinasyonundan da biliyorsunuz G-20 ülkeleri sorumlu ve Basel Bankacılık Komitesi de yine önemli bir rol üstleniyor bu çalışmalarda.
17
Ali BABACAN
G-20 toplantılarında kriz sonrası dönem ilişkin neler ele alınıyor, neler var gündemimizde
ki biliyorsunuz gelecek hafta Kore’de bir G-20 bakanlar toplantısı olacak benim de katılacağım
ve bu konuları tekrar değerlendireceğiz. Gündemde neler var? Uluslararası düzeyde faaliyette bulunan finansal kuruluşların sınır ötesi faaliyetleri ve bunların denetimine ilişkin hususlar
var gündemde, çıkış stratejileri var. Ulusal mevduat sigorta sistemlerinin uyumlaştırılması var.
Basel Komitesi tarafından geliştirilen stres testi uygulamalarının denetçiler tarafından kullanılması var. Asgari sermaye düzeyinin gözden geçirilmesi, finansal kuruluşlarda likidite rezervleri
oluşturulması, Basel II sermaye çerçevesinin tüm G-20 ülkelerinde benimsenmesi, varlık değerlerinde meydana gelen önemli değişikliklerin ve bunların etkilerinin izlenmesi, kredi sürelerinin standartlaştırılması, ücretlendirme politikalarının risk yönetimi kılavuzlarına işlenmesi,
finansal araçların muhasebeleştirilmesi, standartlarının basitleştirilmesi ve kredi derecelendirme kuruluşlarının gözetime tabii tutulması. Bunların hepsi gündemimizde.
Mevcut düzenlemelerin sıkılaştırılacağı ve ilave birtakım tedbirlerin getirileceği bir döneme giriyoruz. Bunu küresel düzeyde bankacılığın geleceğine ilişkin yürütülen çalışmalara
ve yapılan tartışmalara bakınca da görüyoruz. Tabi yoğun bir tartışma var. Ülkeler bir arada kararlar almaya çalışıyor. Bazen bunlar da çok kolay olmuyor; onu da ben burada ifade
edeyim. Ancak neler bekler bizi? Örneğin sermaye tabanının nitelik, tutarlılık ve şeffaflığının
artırılması. Sermaye yapısının riskleri kapsama gücünün artırılması, Basel II’nin risk bazlı yapısını desteklemek üzere uygun bir gözden geçirme ve kalibrasyona dayalı olarak bir kaldıraç
rasyosunun tanımlanması, stres durumlarında kullanılabilmek üzere iyi dönemlerde sermaye
tamponları oluşturulmasını teşvik edecek bazı tedbirlerin ortaya konması, uluslararası faaliyet
gösteren bankalar için global bir minimum likidite standardının belirlenmesi. Bunlar olası küresel düzenlemeler. Fakat bu düzenlemeler aslında bizim Türk bankacılarımız için, Türkiye’deki
bankacılık sektörümüz için hiç de yabancı düzenlemeler değil. Çünkü bunlar aslında nereden
baksanız bizim vakti zamanında yaptığımız işler pek çoğu. Biz bu kararları, benzer kararları, birebir olmasa da benzer kararları zaten zamanında aldık. 2004, 2005, 2006’da bunların
çoğunu yaptık. Bakacağız, eğer uluslararası bir düzenleme G-20’de, Finansal İstikrar Kurulunda, Basel’de mutabık kalınırsa biz bunları alırız uygularız. O tartışmalara biz zaten katkı
da veriyoruz. Üstelik bizim verdiğimiz katkı çok da dinleniyor, ilgi de gösteriyorlar. Çünkü biz
bunu uyguladık başarılı olduk diyoruz, bakın bize bir şey olmadı, bunları yaptık ve başardık.
Bunları anlatıyoruz, izah ediyoruz. Dolayısıyla uluslararası düzenlemelere Türkiye artık aktif
destek veriyor. Eskiden biz Finansal İstikrar Forumu’nda yoktuk. Forumdu adı, biz yoktuk.
Şimdi adı değişti, Finansal İstikrar Kurulu oldu ve Türkiye de artık o masa etrafında oturuyor,
fiilen çalışmalara katkı veriyor. Yani uluslararası küresel ne kadar düzenleme olacaksa Türkiye hepsinin içinde şu anda, hiçbir şeyin dışında değiliz. Orada da katkı veriyoruz. Oralarda,
bütün ülkeler arasında mutabakat sağlanır, kararlar verilir uygularız. Ha kararlar verilemese
dahi, biz kendi içimizde doğru adımları atmak zorundayız. Çok kritik bir konu mu? Orada bir
türlü karara bağlanamıyor, onu bekleyecek halimiz yok. Ne yapacağız? Bu krizin gelip tekrar
vurmasını mı bekleyeceğiz? Ha başka ülkeler bekleyebilir, biz kendimize bakacağız ve Türkiye için doğru olan ne varsa biz icabında tek taraflı olarak uygulayıp geçeriz, kendi kararlarımızı alıp geçeriz. Bunda da hiç tereddüt etmeyiz. Önce kendimize bakacağız ister istemez.
Tabi ki uluslararası çalışmalara katkı vereceğiz, bunu uluslararası platformlarda oluşturmak
için uğraşacağız ama bir yandan da kendimize bakacağız. Çünkü her ülke dönüyor dolaşıyor
bedel ödüyor bir problem çıktığında ve kendi problemini, kendi bedelini ödüyor özellikle bankacılık alanında.
Değerli Konuklar, Değerli Katılımcılar,
Biliyorsunuz, bankacılık son derece dinamik bir sektör. Durup dünün başarılarıyla
övünmeye de fazla vakit yok. Sürekli ileriye bakmalıyız, yenilikçi olmalıyız ve güçlü kalmalıyız. Dünya krizin yaralarını sarmakla uğraşırken, biz bankacılık sektörümüzün kriz sonrası
süreçte doğru bir rota izlemesini sağlamak zorundayız. Yani biz nasıl olsa iyiyiz diye oturmak
doğru değil. Hep daha önde olacağız. Onlar bizi takip etsin. Biz daha önden gidelim. Tabi
bunu yaparken de durup dururken bankalarımızı zora sokacak, sıkıntı verecek bir adımı da
atmayız. Biz bunu özellikle söylüyoruz. Ne yaparız? Ufuk veririz, hedef veririz, vizyon veririz
18
Bankacılar Dergisi
ve o hedefe, o vizyona doğru da hep beraber yönelelim deriz ve bunu yine ülkemiz için yaparız, kendi insanımız için yaparız.
Bankalarımız yurt içinde, yurt dışında karşılarına çıkan fırsatları iyi değerlendirmeliler
bu arada. Özellikle bankalarımızın etkinliğini artıracak stratejiler izlemeleri önemli, bizim yakın
coğrafyamızda varlıklarını artırmaları önemli ve Türk bankacılık sektörünün sadece Türkiye
içerisinde değil, biz bölgede varlığının, etkinliğinin artmasını istiyoruz. Diyoruz ya İstanbul sadece Türkiye’nin değil, bu bölgenin finans merkezi olmalı. Hatta ileride küresel finans merkezlerinden bir tanesi olmalı diyoruz. Bu kendi kendine olmayacak. Bu çabada bankalarımızı da
biz görmek istiyoruz ve bununla ilgili de ne tür destek, katkı varsa biz de Hükümet olarak devlet
olarak vermeye hazırız. Bunu da ben daha önce sizlerle paylaşmıştım.
İstanbul’un finans merkezi olması; bu gerçekten bizim en önemli vizyon projelerimizden
bir tanesi. İstanbul’un bunun için kapasitesi var, potansiyeli var. Yeter ki biz doğru adımları atalım ve bugünden çok çalışalım. Bununla ilgili yapılanmamızı tamamladık. Yüksek Konseyimizi
kurduk, İstanbul Finans Merkezi Yüksek Konseyi. Ulusal Danışma Kurulumuzu oluşturduk.
Alt çalışma komitelerini oluşturduk ve bütün bu yapının tümünü topluca ilk defa 9 Haziran tarihinde İstanbul’da, burada toplayacağız ve bundan sonraki çalışmalara bu toplantımızın yeni
bir ivme vereceğini ben düşünüyorum. Zaten çok sayıda komite var ve o komitelerin her birinin bir görevi olacak, bir eylem planı olacak ve İstanbul’un şimdiden ilgi çekmeye başladığını
görüyoruz. Bakın geçtiğimiz haftalarda sanırım 1-7 Mayıs haftasıydı ve Yunanistan, Portekiz,
İspanya, hatta Londra’nın tartışıldığı bir haftaydı ve o haftada Avrupa’nın, hatta dünyanın en
etkin sayılı gazetelerinden birisi olan Financial Times özel bir eki çıktı: İstanbul Finans Merkezi
eki. İçinde olumlu şeyler yazıyor, belki biraz tereddütler var şunlar var bunlar var. Çok önemli
değil. Eğer o ek hazırlandıysa, demek ki şimdiden insanların aklında bu iş yavaş yavaş yer
etmeye başlıyor. Dünyanın her yerinde insanlar onu aldı okudu. Bir izdir bu, bir ilk izdir. Hele
hele bu ortamda, bu karambolde, bu kaosta İstanbul’un böyle ön plana çıkması ve bir uluslararası finans merkezi olarak ön plana çıkıyor olması, konuşulmaya başlanması şimdiden önemli
bir kazanımdır. Bu konuda biz Hükümet olarak tabi çok çalıştık, emek verdik, uğraştık. Türkiye
Bankalar Birliği’nin de bu konuda gerçekten çok emeği oldu. Ben onun için sizlere özellikle
teşekkür etmek istiyorum. Bu konuda güzel bir çalışma, bir taslak proje oluştu ve bizim kendi
strateji belgemizin oluşmasına da Bankalar Birliği çok kıymetli katkı verdi.
Değerli Konuklar, Değerli Katılımcılar,
Hem makroekonomik göstergelerimizdeki iyileşmeler, hem de güçlü finans sistemimiz,
bizi aslında bu krizden çıkışta gerçekten diğer ülkelerden ayrıştırıyor, bir ivme veriyor, güç veriyor bize ve şu anda bakıyorsunuz, uluslararası bütün kuruluşlar artık diyor ki, tüm Avrupa’da
en hızlı büyüyecek ekonomi Türkiye ekonomisi. 2010’da kim? Türkiye. 2011’de kim? Bunun da
şimdi cevabı artık Türkiye olmaya başladı. Avrupa Birliği Komisyonunun kendi hazırladığı en
son raporda 2010 ve 2011 beklentileri var ve hem 2010’da, hem 2011’de en hızlı büyüyecek
ekonomi Türkiye ekonomisi diye kayıt düşüyorlar ve geçen hafta Salı günü Brüksel’de katıldığım Avrupa Birliği Ekonomi ve Maliye Bakanları Toplantısında da bunu gerçekten hissettik.
Yani orada Türkiye’ye gösterilen ilgili, teveccüh, diğer bakanların salona girer girmez etrafımızı sarması, gösterdikleri ilgi, takdir ifadeleri ve toplantı sonunda resmen yayınlanan Avrupa
Birliği’nin Türkiye ekonomisini değerlendirme raporu son derece olumlu.
Ben tekrar söylüyorum; gelişmeler son derece olumlu, ileriye çok daha güvenli bakmamızı sağlayacak gelişmeler. Türkiye ekonomisiyle ilgili gerçekten güzel şeyler oluyor. Ancak
dışarıda da riskli bir ortam var. İşte bir yandan dışarıyı izleyerek, gözleyerek ve dışarıda işlerin
daha düzgün gitmesini elimizden geldiğince sağlayabilecek önerileri, katkıları sağlamamız, bir
yandan da kendi işimize bakıp hızla Türkiye’yi o hak ettiği günlere ulaştırmak bizim en önemli
amacımız, emelimiz.
Ben bu duygu ve düşüncelerle tekrar hepinizi selamlıyorum. Genel Kurul çalışmalarınızın başarılı olmasını diliyorum.
19
Prof. Dr. Ersan BOCUTOĞLU - Aykut EKİNCİ
Küresel Krize Farklı Bir Teorik Çerçeve:
Avusturyacı Konjonktür Teorisi*
Prof. Dr. Ersan BOCUTOĞLU**
Aykut EKİNCİ***
Özet
Avusturyacı Konjonktür Teorisi (AKT), yaşanılan küresel krizi önceden tahmin etmesi,
küresel krizin ortaya çıkış ve yayılışını bütüncül bir teorik çerçeve içinde sunması ve çözüm
önerilerinin farklılığı ile ön plana çıkmaktadır. Bu çalışma, AKT’nin küresel krize yaklaşımını ve
çözüm önerilerini incelemektedir. Çalışmadan elde edilen temel sonuçlar şöyle özetlenebilir:
(i) Küresel krizin temel nedeni Fed’in düşük faiz oranı politikasıdır. (ii) Türev araçlar, krizin yayılmasında önemli bir taşıyıcı rol oynamıştır. (iii) Agresif para ve maliye politikaları belirsizliği
artırmakta, iyileşme süresini uzatmakta ve iyileşmenin kalitesini düşürmektedir. (iv) Krizden
düşük faiz oranları ile çıkılmaya çalışılması, yeni bir istikrarsız genişleme ve ardından çöküş
dönemi yaratabilme riskine sahiptir. (v) Makroekonomik riski temsil eden uyarıcı bir gösterge
olarak genel fiyat seviyelerinin değil; üst düzey malların fiyat değişimlerinin, nispi fiyat hareketlerinin ve getiri farklarının alınması ve risk modellerinde iktisadi dalgalanmaların risk yaratan
yapısının da göz önünde tutulması önem arz etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Küresel kriz, Avusturyacı konjonktür teorisi, para ve maliye politikası,
makroekonomik risk.
1. Giriş
Avusturya iktisat okulu, üç Avusturyalı iktisatçının öncülüğünde gelişen, Walrascı olmayan iktisat okullarının en önemlilerinden biridir. Carl Menger (1840–1921), Avusturya okulunun kurucusu olarak görülmektedir. Menger’in subjektif değer teorisi ve marjinal analizi Eugen
Böhm-Bawerk (1851–1914) ve Friedrich Wieser (1851–1926) tarafından yaygınlaştırılmıştır.
Bu üç iktisatçı Avusturya okulunun birinci kuşağı olarak kabul edilir. Avusturya okulunun ikinci
kuşağı olarak, 1920’li yıllardan sonra yetişen Ludwig Edler von Mises, Frederich August von
Hayek, Fritz Machlup, Gottfried von Haberler, Paul N. Rosenstein-Rodan ve Joseph A. Schumpeter gösterilebilir.
Avusturya Okulu’nun konjonktürle ilgili teorisi ilk olarak Mises tarafından inşa edilmiştir.
Mises’in çalışmaları ise Hayek tarafından geliştirilmiştir. Hayek, özellikle parasal müdahalelerin,
fiyatlarda yol açtığı bozulma yoluyla, ekonomide kaynakların yanlış dağılımına ve koordinasyon problemine yol açtığını göstermiştir. Hayek ve Keynes’in konjonktür teorileri, 1929 Büyük
Bunalımı döneminde krizi açıklamaya yönelik birbirine rakip iki temel yaklaşımı oluşturmuştur.
Fakat Keynes’in yaklaşımının 1930’ların sonlarına doğru akademik ve politik çevrede genel
kabul görmesinin ardından; Hayek’in iktisadi dalgalanmalarla ilgili fikirleri neredeyse bütünüyle
unutulmaya yüz tutmuştur.
Dünya ekonomileri 1970’lerde “Stagflasyon Krizi” olarak adlandırılan ve Büyük
Bunalım’dan sonraki en etkili krizini yaşamıştır. Kriz karşısında Keynesçi açıklamalar geçerliliğini yitirirken; daha 1930’larda işsizlikle enflasyonun bir arada bulunabileceği bir ekonomik
daralma dönemi öngören Hayek’in konjonktür teorisine olan ilgi artmıştır. Ayrıca Hayek’in 1974
* Bu çalışma, 4-5 Aralık 2009’da, İzmir Ekonomi Üniversitesinin düzenlemiş olduğu Küresel kriz ve Risk Yönetimi:
Yanılgılar ve Gerçekler Konferansında “Avusturyacı Konjonktür Teorisi ve Küresel kriz” başlığıyla sunulan ve sonrasında 5 Şubat 2010’da, Ludwig von Mises Institute, Mises Daily’de yayınlanan “Austrian Business Cycle Theory
and Global Crisis” başlıklı çalışmaların genişletilmiş ve yeniden gözden geçirilmiş halidir.
** Karadeniz Teknik Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü.
*** Ekonomist, Türkiye Kalkınma Bankası, Risk İzleme Müdürlüğü
20
Bankacılar Dergisi
yılında para ve konjonktür teorisindeki öncü çalışmaları nedeniyle Nobel Ödülü alması da bu
eğilime katkıda bulunmuştur. Ancak Hayek’in teorisine olan ilgi çalışmalarının oldukça felsefi
ve kompleks olması nedeniyle sınırlı kalmıştır. Son dönem Avusturya okulu iktisatçılarından
Roger W. Garrison (1994, 2001), Hayek’in “zamanlararası üretim yapısındaki değişme” fikri
üzerine inşa ettiği konjonktür teorisini geliştirmiş ve Hayek’in analizini daha anlaşılır ve bütüncül bir yapıya kavuşturarak, genel bir Avusturyacı Konjonktür Teorisi (AKT) inşa etmiştir.
AKT, yaşanılan küresel krizi önceden tahmin etmesi, küresel krizin ortaya çıkış ve yayılışını bütüncül bir teorik çerçeve içinde sunması ve çözüm önerilerinin farklılığı ile ön plana çıkmaktadır. Nitekim günümüzün önde gelen Avusturya Okulu iktisatçılarından Ebeling (2008:4),
Keynesçi ve paracı iktisatçıların yaşanılan küresel kriz karşısında şaşırdığını ifade etmektedir.
Keynesçi iktisatçılar, ABD ve dünyada hammadde ve tüketim mallarına olan talepteki uzun
süreli artış karşısında bir toplam talep yetersizliği iddiasında bulunamamaktadırlar. Diğer taraftan, paracı iktisatçılar para politikasının aşırı biçimde kullanılmadığına inanmaktadırlar. Kriz
öncesi dönemde fiyat enflasyonu çoğunlukla kontrol altında tutulmuş; tüketici fiyatları ise uzun
bir süre yılda sadece yüzde 2-3 oranında artmıştır. Ayrıca, merkez bankalarının şeffaf bir para
politikası izlediği ve dikkate değer bir “zamanlararası politika tutarsızlığı” yapmadığı düşünüldüğünde iktisadi dalgalanmaların ana kaynağı olarak yalnızca toplam talepteki beklenmeyen
dalgalanmaları gösteren yeni klasik iktisatçıların ve analizlerinin temeline toplam faktör verimliliğindeki değişmeleri oturtan reel konjonktür teorisi iktisatçılarının da küresel krizi açıklama
gücü zayıflamaktadır. Peki, bu durumda, küresel krizin nedeni neydi? Ebeling’e göre, bu sorunun cevabı Avusturya okulu içerisinde verilebilir.
Ayrıca, Avusturya okulunun piyasa faiz oranına, doğal faiz oranına ve nispi fiyatlara
önem veren, buna karşın genel fiyat seviyesini bir uyarıcı gösterge olarak almayan yaklaşımı, ABD’de başlayan küresel krizi oldukça erken öngörebilmesine imkân sağlamıştır. Nitekim Avusturya Okulu iktisatçılarından Thornton (2004), Karlsson (2004) Shostak (2005);
Fed’in düşük faiz oranlarıyla desteklenen ABD konut piyasasındaki genişlemenin devam
ettirilemeyeceği ve sonunda birçok bankanın batacağı ciddi ve geniş ölçekli bir krizin oluşacağı konusunda uyarıcı çalışmalara imza atmışlardır. Avusturya Okulu iktisatçıları, küresel
krizin temel sorumlusu olarak, Fed’in 2002–2004 döneminde uyguladığı düşük faiz oranı
politikasını göstermektedirler.
Bu çalışmanın amacı, AKT’nin küresel krize yaklaşımını ve çözüm önerilerini akademiya
ve politika yapıcıları ile paylaşmaktır. Çalışmada esas alınan AKT, Roger Garrison’un katkıları
çerçevesinde gelişen Hayekçi konjonktür teorisidir. Çalışmanın ikinci bölümünde, AKT’ye göre
küresel krizin ortaya çıkış ve yayılış mekanizması ele alınmıştır. Üçüncü bölüm, küresel kriz
karşısında Avusturya okulunun çözüm önerilerine yer vermektedir. Son bölümde ise çalışmadan elde edilen sonuçlar değerlendirilmektedir.
2. Küresel Krizin Ortaya Çıkışı ve Yayılışı
AKT, gerçek ekonomik büyüme ile sahte genişleme dönemini birbirinden tamamen ayrı
iki olgu olarak görmektedir. AKT’de istikrarlı büyüme, yatırımlar aşınmayı (yenileme yatırımlarını) aştığında ve bütün yatırımlar mevcut tasarruflarla finanse edildiğinde gerçekleşmektedir.
Mevcut tasarruflarla finanse edilen büyümenin istikrarlı olması, mevcut kaynaklar, zevk ve
tercihlerle uyumlu olmasından kaynaklanmaktadır.
AKT’de istikrarlı büyüme durumunda dahi ekonomilerde birbirini takip eden genişleme ve
daralma dönemlerinin var olduğunu belirtmek gerekir. Bunun nedeni, ekonomideki doğal faiz
oranının sabit kalmaması, zaman içerisinde değişmesidir. Doğal faiz oranı ile piyasa faiz oranı
arasındaki dönemsel uyumsuzluklar, iktisadi dalgalanmaları oluşturmaktadır. O halde yukarıda
bahsedilen, istikrarlı büyüme durumlarında dahi ekonomiler doğal bir genişleme ve daralma
süreci içindedirler. Günümüzde yaşanılan küresel kriz gibi etkili bir daralma süreci ise, doğal
faiz oranı ile piyasa faiz oranı arasındaki dönemsel uyumsuzluğun süre ve miktar bakımından
ciddi boyutlara ulaşmasının bir sonucu olmaktadır. Bu derece ciddi bir uyumsuzluğu ise, ancak
21
Prof. Dr. Ersan BOCUTOĞLU - Aykut EKİNCİ
para politikasını yönlendiren Merkez Bankaları yaratabilmektedirler. Bu durumda hem genişleme hem de daralma dönemi potansiyel büyümenin etrafındaki normal sapmasının dışına
çıkmakta, suni ve şiddetli genişleme ve daralma dönemleri yaşanmaktadır.
AKT’ye göre iktisadi dalgalanmayı başlatan temel neden piyasaya giren yeni paranın, piyasa faiz oranını doğal faiz oranının altına düşürmesidir. Garrison’un (2004) belirttiği
üzere, merkez bankasının para politikası aracılığıyla para arzını artırarak kredi genişlemesi yaratması; tasarruflar üzerinde, artırıcı ve azaltıcı yönde olmak üzere iki zıt etki ortaya
çıkarmaktadır. Ekonomik birimlerin zaman tercihlerinin değişmediği varsayımı altında, piyasaya giren yeni paranın doğal faiz oranını değiştirmesi için herhangi bir sebep yokken;
yeni para, piyasa faiz oranını doğal oranın altına düşürmektedir. Bu durum ödünç verilebilir
fon arzının artması sonucu yapay bir düşük faiz oranı oluşturmakta ve tasarruf sahiplerini
daha az tasarruf etmeye, buna karşın yatırımcıları daha fazla yatırım yapmaya yöneltmektedir. Diğer bir deyişle, piyasa faiz oranının doğal faiz oranının altına düşmesinin en önemli
sonucu, piyasada geçerli olan faiz oranında tasarrufların azalmasına karşın, yatırımların
artmasıdır.
Bu noktada doğal faiz oranı kavramına biraz daha yakından bakmakta fayda vardır.
Knut Wicksell (1898) doğal faiz oranını; paranın kullanılmadığı bir ekonomide, reel sermaye
mallarının birbiriyle doğrudan değiştirilmesi durumunda, vade sonunda ortaya çıkacak sermaye malı fazlalığı olarak nitelendirmektedir. Bu oran, faizin uzun dönem denge seviyesi olarak
görülebilir ve bireylerin gelecekteki tüketimleri için bugünkü tüketimlerinden vazgeçmelerini,
bir başka ifadeyle bugünkü tüketimlerini gelecekteki tüketimleri ile değiştirmelerini ifade eder
(Zijp, 1993, s. 18). Piyasa faizi, ödünç alınan fonlar için ödenen bir fiyattır. Dengede bulunan
bir ekonomide; piyasa faiz oranı, doğal faiz oranına eşittir. Bununla birlikte, ekonomide doğal
oran sabit kalmamakta, zamanla dalgalanmaktadır. Bankalar ise piyasa faiz oranını, doğal faiz
oranına eşitleme konusunda ister istemez doğru karar verememe sorunuyla karşı karşıyadır.
Dışsal etkiler, tahmin hataları ve özellikle parasal otoritelerin para arzını artırmaları sonucu,
piyasa faiz oranının doğal oranın altına düşmesi iktisadi dalgalanmaların ana nedenidir. Böyle
bir durumda, borç alma maliyetinin yatırımın marjinal verimliliğinin altına düşmesi nedeniyle,
girişimcilerin ödünç verilebilir fonlara olan talebi artacak, ekonomide bir kredi genişlemesi yaşanacaktır (Zijp, 1993, s. 18-19; Formaini, 2006, s.3).
Ayrıca AKT, doğal faiz oranı (natural rate) ile nötr faiz oranı (neutral rate) kavramlarını da farklı görmektedir. Garrison (2006:58) literatürde bu iki kavramın yer yer birbiri yerine
kullanılsa bile, aralarında önemli kavramsal farklılıklarının bulunduğunu belirtmektedir. Doğal faiz oranı, borç alma ve borç verme faaliyetleri sonucu piyasada ortaya çıkan bir orandır ve ekonomideki kaynakların dağılımını yönetir. Nötr faiz oranı ise, seçilen para politikası
aracılığı ile piyasaya empoze edilen bir orandır ve bütün ekonomik faaliyetleri yönetme niyetindedir. Merkez bankaları, hedefledikleri faiz oranı ile ekonomideki nötr faiz oranını oluşturmayı ve bu şekilde tam istihdam ile fiyat istikrarını sağlamayı hedeflerler. Üretim ve enflasyona odaklanarak Merkez bankasının hedeflemesi gereken faiz oranına ulaşan Taylor kuralı
bunun tipik bir örneğidir. Avusturyacı iktisatçılar, nötr faiz oranını elde etmeye çalışan bu tarz
yaklaşımlara kullandıkları üretim, enflasyon gibi toplulaştırılmış göstergeler nedeni ile karşı
çıkmaktadırlar.
AKT’de doğal faiz oranını net olarak ifade etmek mümkün görülmemektedir. Bununla
birlikte Avusturyacı literatürde piyasa faiz oranı için kısa dönemli, doğal faiz oranı için ise uzun
dönemli faiz oranının kullanıldığı görülmektedir. AKT’nin ampirik bir incelemesini yapan Keeler (2001) çalışmasında piyasa faizi için ABD 3 aylık hazine bonosu, Federal fon ve 4-6 aylık
ticari kağıt faiz oranlarını; doğal faiz oranı için ise ABD 10 yıllık hazine tahvili, AAA reytingli
uzun dönemli şirket tahvil faiz oranlarını kullanmıştır. Yazar, elde ettiği getiri eğrisinin eğiminin Wicksell’ci anlamda faiz oranları arasındaki ayrışmayı temsil edebileceğini belirtmektedir.
Parasal bir şok tarafından yaratılan dengesizlik, kısa dönem faiz oranını uzun dönem faiz oranından risk ve likidite priminin gerektirdiğinden daha fazla ayrıştıracak ve getiri eğrisinin genel
dengede olduğundan daha dik bir eğime sahip olmasını sağlayacaktır. Bu durum, iktisadi dal-
22
Bankacılar Dergisi
galanmanın ilk aşamalarında gerçekleşecek, daha sonra getiri eğrisi yatıklaşacak ve resesyon
aşamasında tersine dönmüş negatif bir getiri eğrisi halini alacaktır.
Faiz oranı getiri farkının (interest rate spread) reel ekonomik faaliyetler için önemli bir
öncü tahmin edici olduğu yönünde geniş bir literatür bulunmaktadır. Stock ve Watson (1989)
getiri eğrisinin eğiminin (10 yıllık hazine tahvili ile 6 aylık hazine bonosu arasındaki fark) iktisadi
dalgalanmalar için güçlü bir öncü tahmin edici olduğunu bulmuşlardır. Plosser ve Rouwenhorst (1994), bu bulguyu Kanada, Almanya, ABD ve İngiltere için genişletmişlerdir. Alles (1995)
Avustralya ekonomisi için benzer bulgulara ulaşmıştır.
Çalışmada5 , ABD 10 yıllık Hazine Tahvili faizinin doğal faiz oranını (10YR), Federal fonların faiz oranının (FF) ise piyasa faiz oranını temsil ettiği varsayılmıştır (bkz. Şekil 1). Şekil
1’deki koyu renkli sütunlar NBER tarafından belirlenmiş olan ABD daralma dönemlerini vermektedir. Şekil incelendiğinde, daralma dönemleri karşısında Fed’in faiz oranlarında indirime
gittiği, diğer bir deyişle genişleyici para politikası uyguladığı açıkça görülmektedir. Fed küresel
kriz öncesi tarihsel olarak en düşük FF faiz oranına ise, 2001 daralma döneminden sonraki süreçte ulaşmıştır. Bu süreçte FF faiz oranları neredeyse bir sene gibi kısa bir sürede % 6.51’den
(2000 Kasım), % 2’lerin altına (2001 Aralık) gerilemiştir. FF faiz oranları 2003 Aralık’ta % 0.98
ile en düşük oranına ulaşmıştır. 2004 Aralık’ta tekrardan %2’nin üstüne çıkan FF faiz oranları,
2006 Temmuz–2007 Temmuz döneminde % 5.24–5.26 bandında hareket etmiştir.
Şekil 1. ABD 10 Yıllık Hazine Tahvili ve Federal Fonların Faiz Oranları
Şekil 2. 10 Yıllık Hazine Tahvili ile Federal Fon Faiz Oranları Arasındaki Getiri Farkı
(FARK)
23
Prof. Dr. Ersan BOCUTOĞLU - Aykut EKİNCİ
Şekil 2, 10 yıllık Hazine Tahvil faizi ile Federal fonların faiz oranı arasındaki getiri farkını
göstermektedir. Şekil’deki pozitif bölgeler piyasa faizinin doğal faiz oranının altında seyrettiği
dönemleri göstermektedir. İki faiz oranı arasındaki getiri farkı, ilgili dönemdeki getiri eğrisinin
eğimini vermektedir ve aşağıdaki şekilde hesaplanmıştır:
Getiri eğrisinin eğimi= ln[(1+(10YR/100))/(1+(FF/100))].
Şekil 2’den görüleceği üzere daralma dönemleri genellikle FF faizlerinin, 10YR faizlerinin
üzerinde seyrettiği dönemlerin ardından gelmektedir; genişleme dönemleri ise FF faizlerinin
10YR faizlerinin altında seyrettiği dönemler ile uyumludur. Kısa dönemli faiz oranlarının uzun
dönemli faizlere göre azalması, getiri eğrisinin eğimini daha da dikleştirmekte ve “carry trade”
(faiz arbitrajı) için uygun bir alan yaratmaktadır. Bu durumda, piyasa oyuncuları için kısa dönemli parayı düşük faiz oranından borçlanarak; yüksek getiri beklenen uzun dönemli yatırım
projelerine ve menkul kıymetlere yatırmak rasyonel olmaktadır. Şekil 2, AKT’nin doğal faiz
oranın altında seyreden yapay düşük faiz oranlarının önce bir genişleme dönemi ardından da
bir daralma dönemi yaratacağı yaklaşımı ile tutarlıdır. Görüleceği üzere, küresel kriz de FF
faiz oranlarının 10YR faiz oranlarının önemli derecede altına düştüğü bir dönemin ardından
gelmiştir.
Para arzındaki artışla, piyasa faizlerinin doğal faiz oranlarının altına düşmesi hem
tüketicilere hem yatırımcılara yanlış sinyaller göndermekte ve üretim faktörlerinin hepsini
etkileyecek bir yanlış yönlendirmeye neden olmaktadır. Çünkü enformasyon taşıyan
fiyatlarla oynandığında, mikro karar birimleri yanlış enformasyona dayanarak yanlış kararlar
almaktadır. Nitekim kredi genişlemesi sonrasında, daha önce karlı olmayan yatırım projeleri
karlı hale geleceğinden, AKT’de “yanlış yönlendirilmiş yatırım” olarak isimlendirilen durum
ortaya çıkacaktır. Julián (2009) bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Yeni krediler tüketiciler ve
üreticiler aracılığıyla sisteme şırınga edildi. Tüketiciler, faiz oranları düşmeden önce almaya
güç yetiremedikleri konutları satın almak amacıyla, büyük ölçekte konut kredileri almaya karar
verdiler. Faizler düşmeseydi, bu tüketiciler örneğin, kiralık evde otururlardı veya muhtemelen
daha ilerde konut satın almak üzere tasarruf etmeye devam ederlerdi. Üreticiler genellikle
yönetimin kontrolünü değiştirmek veya sermaye maliyetlerini düşürmek amacıyla, hisse
senetlerini satın alarak kaldıraçlı satın almaya karar verdiler. Konut kredileri örneğinde olduğu
gibi faiz oranları düşmemiş olsaydı, borçlanarak kaldıraçlı satın alma işlemlerine girmek karlı
olmazdı.”
Şekil 3. Case-Schiller Konut Fiyat Endeksi ve Federal Fonların Faiz Oranı
24
Bankacılar Dergisi
Şekil 3, Standard&Poor’s tarafından hazırlanan Case-Schiller Konut Fiyat Endeksi
(CS) ile Federal fonların faiz oranını birlikte göstermektedir. Avusturya Okulu iktisatçılarından
Murphy’ye göre (2008), “İki seri arasındaki ilişki, konut piyasasındaki şişme ve sonrasındaki
çöküşü neredeyse mükemmel biçimde açıklamaktadır”. Konut fiyatları, 1997 yılı başlarından
itibaren yükselmeye başlamıştır. 1997 yılı başından 2001 daralma döneminin bittiği 2001
Kasım ayına kadar konut fiyatları yaklaşık % 59 oranında yükselmiştir. 2001 Aralık ayından,
konut fiyatlarının zirve yaptığı 2006 Haziran ayına kadar ki süreçte ise konut fiyatlarındaki
artış % 83’dür. Murphy (2008), konut fiyatlarındaki artışın faiz indirim sürecinden önce
başladığını kabul etmekte ve bunun nedenini o dönemdeki ABD Başkanı Clinton’ın mal
sahibinin oturduğu dairenin ilk 500.000 $’lık kısmının sermaye kazançları vergisinden
müstesna tutması uygulamasını başlatmasına bağlamaktadır. Bununla birlikte, Şekil 3’den
FF faiz oranlarındaki düşüş ile konut fiyatlarındaki yükseliş arasındaki güçlü ilişki açıkça
görülmektedir.
Kredi genişlemesi ile başlayan süreç, sadece konut fiyatlarında artışa neden olmamış;
üretimde kullanılan sermaye malları ve hisse senedi piyasalarında da ciddi fiyat yükselişlerini
beraberinde getirmiştir. Şekil 4, çeşitli emtia fiyat endekslerini ve ABD tüketici fiyat endeksini
(TUFE) vermektedir. Şekilde karşılaştırma kolaylığını sağlamak açısından bütün endeksler
2001 daralma dönemi baz yılı oluşturacak şekilde (2001=100) değiştirilmiştir. 2007 sonu itibari
ile 2001 yılına göre (6 yılda) tüketici fiyatları yaklaşık % 19, sanayi girdileri fiyatları % 113,
enerji fiyatları % 117 ve metal fiyatları % 226 artış göstermiştir. Aynı dönemde dünya çapında
önde gelen 150 şirketin hisse senedi değerlerine göre oluşturulmuş olan Global Dow Jones
endeksi % 250’den fazla yükselmiştir.
Şekil 4. Çeşitli Emtia Fiyatları ve TÜFE Endeksi
AKT’ye göre fiyatlar genel seviyesindeki artışlar, genişleme döneminin olmazsa olmaz
bir özelliği değildir. Çünkü Avusturyacı teoriye göre fiyatlar istikrarlı olduğunda dahi zamanlararası koordinasyon bozukluğu ortaya çıkabilir. Nitekim 1929 Büyük Bunalım’ı bu durumun
tipik bir örneğidir. Kredi genişlemesiyle yaratılan genişleme döneminde, para arzındaki artış,
üretimdeki artışla karşılanabilir ve böylece fiyatlar sabit kalabilir. Bu nedenle AKT, nihai mal
ve hizmetlerin fiyat seviyesindeki değişime odaklanmamaktadır. Nitekim 1981–2001 dönemi
ortalama ABD TÜFE enflasyonu % 3.5 iken, 2002–2007 genişleme döneminde ortalama TÜFE
endeksi % 3’tür. Tüketici fiyat endeksinin bir uyarıcı gösterge olacak biçimde değişmediği Şekil
4’teki endeks takip edilerek de anlaşılabilir. Buna karşın, AKT üretimin yapısı gereği, sadece
alt düzey malları oluşturan nihai tüketim mallarının fiyatlarındaki değişimin değil; bundan daha
25
Prof. Dr. Ersan BOCUTOĞLU - Aykut EKİNCİ
önemli olarak, nihai tüketim mallarının üretiminde kullanılan üst düzey malların fiyat değişimlerinin de dikkate alınması gerektiğini vurgular. Bu nedenle AKT’de ekonomik yapıyı analiz
etmek için, nispi fiyat hareketleri daha önemli olmaktadır. Şekil 3 ve 4’te açıklandığı üzere üst
düzey malların üretiminde kullanılan birçok emtia fiyatı, genel fiyat endeksinden tarihsel sapmalarından çok daha yüksek oranlarda sapmışlardır. Bu açıdan makroekonomik riski temsil
eden uyarıcı bir gösterge olarak emtia ve emlak fiyatları gibi göstergelerin alınması ve nispi
fiyat hareketlerinin analiz edilmesi uygun olacaktır.
AKT’de piyasa faiz oranlarındaki yapay düşüşün, tüketici ve yatırımcı davranışlarını değiştirmesinin iki türlü etkisi vardır. Birincisi, girişimciler düşük faiz oranlarıyla kredi maliyetinin
düşmesinin ardından daha uzun süren yatırım projelerine girişecektir. Böylece üretimin orta ve
son aşamalarındaki üretim faktörlerinin bir kısmı, üretimin ilk aşamalarına doğru kayacaktır.
Bu durum üretim sürecini uzatacak ve Hayek üçgeninin eğiminin azalmasına neden olacaktır.
Üretim sürecinin uzamasıyla eş zamanlı olarak, kazanç sahipleri piyasa faiz oranında daha az
tasarruf etmekte ve daha fazla tüketim harcaması yapmaktadırlar.
Şekil 5. ABD Emlak, Tüketici ve Ticari Kredilerinin Gelişimi (Milyar dolar)
Bu ikinci etki ise, üretim faktörlerinin bir kısmının üretimin son aşamalarına doğru kaymasına ve dolayısıyla üretim sürecinin kısalarak Hayek üçgeninin daha dik eğime sahip olmasına
neden olacaktır. Nitekim Mises “yanlış yönlendirilmiş yatırım” ve “fazla tüketim”in genişleme
döneminin ana özelliği olduğunu belirterek bu noktaya dikkat çekmiştir.
Şekil 5, ABD’de ticari bankalar tarafından verilen emlak, tüketici ve ticari kredilerin
gelişimini göstermektedir. Ekonomide genişleme dönemi ile uyumlu bir ticari ve tüketici kredisi
artışı bulunmaktadır. Bununla birlikte, emlak kredilerindeki artışın tarihsel eğilimi olan 1980–
2001 dönemine uygun hareket etmediği açıkça görülmektedir. 2001 sonu itibariyle yaklaşık
1,7 trilyon dolar olan emlak piyasası kredi hacmi, 2007 sonunda yaklaşık 3,6 trilyon dolara
ulaşarak, kısa sürede iki kat artmıştır. Yapay düşük faizin tetiklediği kredi genişlemesi ile
yaratılmış sürdürülemez büyüme inşaat sektöründe olduğu gibi devamlı artan talep ve fiyatlar
ile bağlantılı olarak, enerji sektörü, madencilik sektörü, gemi inşa sanayi gibi üretimin ilk
aşamalarındaki diğer sektörlerde de yeni yatırımlara gidilmesini hızlandırmıştır. Bu ortamda
şirketler normal büyüme şartlarına göre çok da karlı olmayan projeleri de yatırım planlarına
dâhil etmişlerdir.
Garrison (2001: 67–76; 2004: 323–349) AKT’de genişleme döneminden daralma
dönemine geçiş sürecini anlatmaktadır. AKT’de genişleme dönemi sürdürülemez niteliktedir. Zira
zamanlararası üretim yapısındaki değişme, genişleme döneminin de sonunu hazırlamaktadır.
26
Bankacılar Dergisi
Nitekim girişimciler bir süre sonra faktör maliyetleri ve faiz oranlarının kısıtlayıcı etkisiyle
karşılaşırlar. Üretimin orta ve son aşamalarından kendi üretimleri için çekebilecekleri üretim
faktörlerine, yüksek tüketim harcamaları nedeniyle de talep olması; üretim faktörlerinden
kaynaklanan maliyetleri yükseltecektir. İlerleyen üretim aşamalarında tamamlayıcı kaynaklara
olan ihtiyaç ise, sermayeye olan talebi artıracak ve reel faizlerin yükselmesine neden olacaktır.
Bağlantılı olarak, bazı üretim projelerinin süresi kısaltılacak veya bu projelerden vazgeçilecektir.
İflaslar, yarım kalan projeler ve yeniden yapılanmalar arasında üretim faktörleri, üretimin
ilk aşamalarından son aşamalarına doğru yeniden tahsis edilmeye çalışılırken; üretimin ilk
safhalarında kullanılan üretim faktörlerinin değeri düşecek, bir kısmı ise atıl kalacaktır. Sonuçta,
emek ve diğer üretim faktörlerinin istihdam dışı kalması, gelir ve harcamaların düşmesine
neden olacaktır.
Ekonomik daralmanın yaşandığı bu süreçte tüketim ve yatırımın her ikisi de azalmakta
ve ekonomi negatif büyüme oranlarıyla karşılaşmaktadır. Tasarruf sahiplerinin tasarruflarını
likit tutmaya başlaması ve yatırımcıların ekonomiye olan güven kaybı, ödünç verilebilir fon
piyasasında arz ve talebin sola doğru kayması sonucunu doğuracaktır. Sermaye yapısındaki
bu kendiliğinden geri dönen hareket, gelir ve harcamaların her ikisinin de kendiliğinden şiddeti artan bir sarmalda azalmasının yolunu açacaktır. Likidite tercihindeki artış, insanoğlunun
bazı köklü psikolojik özellikleriyle ilgili olmaktan çok, önemli bir ekonomik krizle karşı karşıya
kalan bireyin riskten kaçınmasıyla ilgilidir. Keynesçi iktisatta önemli bir yer tutan bu “spiral azalma”, Hayek tarafından “ikincil deflasyon” veya “ikincil daralma” olarak tanımlanmıştır. Buradaki
birincil problem, kaynakların zamanlararası yanlış dağılımıdır, yani Mises’in terimiyle “yanlış
yönlendirilmiş yatırım”dır.
ABD finansal krizinin ortaya çıkış ve yayılışının AKT çerçevesinde değerlendirilmesi tutarlı bir yaklaşım olarak görünmektedir. Bununla birlikte bu krizin, diğer ABD kaynaklı krizlerin
aksine, neden gerek ABD gerekse dünya ekonomisini bu derece etkilediği açıklanması gereken bir olgudur. Nitekim 10 yıllık Hazine Tahvil faizi ile Federal fonların faiz oranı arasındaki
farkı gösteren Şekil 2 incelendiğinde, daha önce de FF faizlerinin 10YR faizlerinin altında
seyrettiği benzer dönemler bulunduğu; fakat sonrasındaki daralma dönemlerinin şu andaki
kriz kadar etkili olmadığı görülmektedir. Ayrıca Case-Schiller Konut Fiyat Endeksi ile Federal
fonların faiz oranlarını birlikte gösteren Şekil 3’e bakıldığında da 1993–1994 döneminde de
benzer bir faiz indirim sürecinin yaşandığı, buna karşın emlak fiyatlarının tepkisinin oldukça
sınırlı kaldığı görülmektedir. Yine çeşitli emtia fiyatlarını gösteren Şekil 4’de de hiç bir dönemde
enerji, metal ve sanayi girdileri fiyatlarının bu derece artmadığı görülmektedir. Benzer biçimde
emlak kredilerindeki yükseliş de tarihsel trendinden ciddi bir sapma içerisindedir.
AKT, krizin ortaya çıkış ve yayılış mekanizmasını açıklamakla birlikte; krizin şiddetini ve
etki alanını açıklayan ek bir mekanizmaya daha ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sorunun yanıtını iktisatçı Taylor’ın (2009) açıklamalarında bulmak mümkündür: “Genişleme ve daralmanın etkileri,
aşırı risk almaya yol açan sub-prime ve değişken faizli ipotekli konut kredisi kullanımı dâhil çok
sayıda karmaşık etkenler tarafından arttırılmıştır. Son derece düşük faiz oranlarının aşırı risk
almayı teşvik ettiğine dair deliller de mevcuttur. Temerrüt faizleri ve cebri icra faizleri konut fiyat
enflasyonu ile ters yönlü bir ilişkiye sahiptir. Bu faiz oranları, konut fiyatlarının hızla yükseldiği
yıllarda, hızlı bir şekilde düştü, muhtemelen konut kredisi destek programlarını yolundan çıkarıp halkı yanlış yönlendirdi. Değişken faizli ipotekli konut kredileri, sub-prime ve diğer tür konut
kredileri harmanlanarak son derece karmaşık bir konut kredisi destekli menkul değerler paketi
yaratıldı. Kredi derecelendirme kuruluşları; hem rekabetin yetersizliği ve hesap verilebilirliğin
zayıflığı hem de muhtemelen paketin karmaşıklığının sebep olduğu risk değerlendirme güçlükleri nedeniyle bu borç senedi paketinin riskini olduğundan düşük tahmin ettiler.”
Şekil 6, FARK (sol eksen) ve VIX endeksini (sağ eksen) birlikte göstermektedir. VIX
endeksi, Chicago Opsiyon Borsası (CBOE) tarafından piyasaların 30 günlük volatilite beklentisini ölçmek amacıyla yayınlanmaya başlamıştır. VIX, S&P 500 hisse opsiyon fiyatlarını kullanmakta ve opsiyon fiyatlarının piyasa volatilitesi ile ilişkisinden yola çıkarak zımni (implied)
volatiliteyi hesaplamaktadır. VIX endeksindeki artış, risk algılamasının yükseldiğini göstermek-
27
Prof. Dr. Ersan BOCUTOĞLU - Aykut EKİNCİ
Şekil 6. FARK ve VIX Endeksi
tedir. Şekil 6’dan VIX endeksinin genellikle FARK’ın arttığı dönemlerde düştüğü, buna karşın
FARK’ın azaldığı dönemlerde ve daralma dönemlerinde yükseldiği görülmektedir. FARK ile risk
arasındaki bu negatif ilişki, doğal faiz oranının altına düşen piyasa faizinin yarattığı kredi genişlemesinin, yapay bir biçimde piyasadaki risklerin olduğundan daha düşük hesaplanmasına
yardımcı olduğu şeklindeki Avusturyacı öngörü ile tutarlıdır. Nitekim 2002–2004 dönemindeki
artan FARK, VIX endeksini tarihsel olarak en düşük seviyelerine taşımıştır.
Şekil 7. Toplam Türev (TT) Piyasası (Trilyon Dolar)
Şekil 7, toplam türev piyasasının hacmini (TT) göstermektedir. Şekilden de açık biçimde
görüldüğü üzere, türev piyasası hacmi 2001 yılı ile birlikte ciddi bir yükseliş trendine girmiştir.
Haziran 2008’de toplam türev piyasası hacmi 683 trilyon dolara çıkmıştır. Dünya GSYİH’sının
yaklaşık olarak 2000 yılında 31,9 ve 2008 yılında 60,7 trilyon dolar olduğu düşünüldüğünde;
türev araçların toplam piyasa değeri dünya GSYİH’nın 2000’de 2,98, 2008 yılında 11,25 katına
çıkmıştır. Geçmiş dönemlerde yaşanan kredi genişlemesi olgusunun, bu krizde ilk defa küreselleşen finans piyasalarında yaratılan türev araçlarla da bu derece desteklenmesi; Avusturya
okulunun kastettiği yapay düşük faiz oranının piyasa üzerindeki bozucu etkisini de kat be kat
artırmış gözükmektedir.
28
Bankacılar Dergisi
3. Küresel Krize Karşı Çözüm Önerileri
Avusturya okulunun analiz ettiği dünya; eksik bilgiye sahip, koordinasyon hatalarının
olduğu, değerin herkese göre değiştiği, girişimcilerle ekonomi arasında devamlı dinamik bir
etkileşimin bulunduğu, dışsal şoklara açık heterojen bir yapıya sahiptir. Bu bakış açısından
çıkarılabilecek en temel sonuç, doğal faiz oranının sabit kalmadığı bir ortamda, piyasa faiz
oranlarıyla doğal faiz oranı arasındaki tutarsızlığın normal olmasıdır. O halde iktisadi dalgalanmalar kaçınılması gereken zararlı bir unsur değildir. Aksine daralma dönemleri, ekonomik
sistemin normal işleyişi içerisinde ortaya çıkan yanlış yönlendirilmiş yatırımların daha verimli
olacak şekilde yeniden tahsisini sağlamaktadır. Büyük ölçekli savaş, kuraklık ve salgın hastalık
gibi dışsal şoklardan kaynaklanmadığı sürece, bu tarz bir iktisadi dalgalanmanın ekonomide
önemli ve kalıcı refah kayıplarına neden olması beklenmez (Ekinci, 2006, s.49).
Ekonomideki birimlerin karar mekanizmalarına zarar vererek, doğal faiz oranı ve piyasa
faiz oranlarının birbiri çevresinde spiral biçimde dalgalanmasını bozan ve ekonomiyi büyük bir
daralma dönemine sokabilecek olan unsur daha önce de belirtildiği gibi “parasal genişleme”dir.
Bu nedenle, öncelikle ekonomideki para arzıyla oynanmamalıdır. Ekonomide parasal gelir hacmi sabit olmalıdır. Hayek’e göre hiç şüphesiz, parasal genişleme ile kısa zamanda istihdam
artırılarak tam istihdama varılabilir. Fakat bu yolla yaratılan tam istihdam doğal olarak istikrarsızdır ve sonuçta daha büyük dalgalanmalara yol açar. Depresyonun en sağlıklı giderilme yolu,
ortaya çıkan işsizliğin piyasa mekanizması aracılığıyla diğer sektörlere dağıtılmasını ve bu
yolla tasarruf yatırım dengesinin, bir başka deyişle sanayi yapısı ile tüketim yapısının yeniden
şekillenmesini beklemektir. Bu anlamda işsizlik geçicidir (Yay, 1993:154).
AKT’nin daralma dönemlerine bakış açısı genel olarak yukarıdaki gibi olmakla birlikte,
küresel kriz karşısındaki çözüm önerilerine yakından bakmakta fayda vardır. Belirtmek gerekir
ki, Avusturya okulu mensuplarının hepsinin onayladığı tekil bir çözüm kümesi bulunmamaktadır.
Kimi Avusturya Okulu iktisatçıları Altın Para Sistemine geri dönüş, Merkez Bankacılığının kaldırılması gibi uygulanabilirliliği oldukça düşük olan çözüm önerilerinde bulunmaktadırlar. Bununla
birlikte, çalışmanın bütününde olduğu gibi burada da Avusturya okulunun küresel kriz karşısındaki genel yaklaşımı üzerinde durulmuştur. Bu açıdan çalışmanın “Ortodoks Avusturyacı” bir
yaklaşımı tanıttığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Mises’i izleyen iktisatçılardan Murphy (2009), küresel krize karşı ABD’nin uyguladığı
“canlandırma” projelerinin gerçek anlamının vergi ödeyenlerin kendi paraları ile satın almak istemeyecekleri projeleri finanse etmek için zorlanması anlamına geldiğini belirtmektedir. Tüketici tercihlerine dayanmayan politik anlaşmaların konusu olan trilyon dolarlık harcamalar ancak
gelecekteki koşullar ile ilgili belirsizliği artırmaktadırlar. Murphy’ye göre “Eğer hükümet ekonomiyi mümkün olduğunca çabuk biçimde iyileştirmek istiyorsa, çözüm basittir: harcamaları kıs,
vergileri kıs, para arzı artışını durdur ve her üç günde bir kuralları değiştirmekten vazgeç. Fakat bu çözüm, politikacıların cömert kurtarıcı olarak görünmelerine izin vermediğinden dolayı
benimsenmeyecektir.”
Shostak (2008), popüler inancın aksine, daha fazla hükümet harcamasının
ekonominin sağlığını daha da bozacağını ve sonuçta ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyeceğini belirtmektedir. Ritenour (2009) benzer biçimde, ekonomileri kurtarmak amacıyla
uygulanan kurtarma paketlerinin finansmanının negatif etkilerine dikkat çekmektedir. Vergi
artışları, tasarruf etme kabiliyetini düşürmektedir. Ayrıca vergilendirme gelecekte yatırımdan elde edilecek getiriyi düşürdüğünden, yatırım yapma dürtüsünü de olumsuz etkilemektedir. Tasarruf ve yatırımdaki azalma, sermayenin tüketilmesi demektir. Bu durum ise,
daha verimsiz emek, düşük gelir ve refah seviyesi anlamına gelir. Kurtarma paketlerinin
finansmanının bir diğer yolu borçlanmadır. Ritenour, bunun uzun dönemli büyümeye vergilemeden daha büyük zarar vereceğini belirtmektedir. Vergilendirme hem tüketim hem
yatırım harcamalarını azaltırken, kamu borçlanması doğrudan ulusal tasarrufları azaltmaktadır. Hazine kâğıtları satın alınarak hükümete borç verilen para tasarruf edilmiş ve yatırım
için hazır olan paradır. Ayrıca hükümetin ödünç verilebilir fon piyasasında önemli bir talep
29
Ersan BOCUTOĞLU - Aykut EKİNCİ
edici konumunda olması, faizleri yükseltecektir. Verimli kuruluşlar için var olan sermaye
azalacak, sonuçta ekonomi daha verimsiz ve daha düşük refahlı bir konuma gelecektir.
Kamu finansmanının üçüncü yolu ise borcun parasallaşmasıdır. Bu durumda ise, genel
fiyat seviyesi yükselecek ve doların satın alma gücü gerileyecektir. Ayrıca bu durum yapay
bir kredi genişlemesi yaratarak, bugünkü krize benzer bir genişleme ve ardından çökme
sürecine katkıda bulunabilecektir.
Thornton (2008) hükümetin ekonomiyi üç şeyi yaparak canlandırabileceğini belirtmektedir. Birincisi, harcamaların kısılarak, denk bütçenin sağlanmasıdır. Bu tarz bir yaklaşım
önemli bir mesaj niteliği taşıyacak ve serbest kalan reel kaynaklar, verimli ekonomideki yerlerini alacaklardır. İkincisi, vergilerin azaltılmasıdır. Özellikle tasarruf ve üretim üzerindeki
vergilerin kaldırılması veya azaltılması üretimi daha karlı hale getirecektir. Üçüncüsü, ekonomide sermaye ve emeğe üretim alternatiflerinin açılması için gerekli tedbirlerin alınmasıdır.
Kamunun elindeki arsa, doğal kaynaklar, emlak gibi kaynakların özel sektöre devredilmesi
ve minimum ücretler gibi kimi emek piyasası düzenlemelerinden vazgeçilmesi yeni iş yaratımını hızlandıracaktır.
Reisman (2009) ise, deflasyon korkusuna dikkatleri çekmektedir. Reisman, iktisatçılardaki genel kanının fiyatlardaki düşüş ile ortaya çıkan deflasyonun önlenmesi gerektiği yönünde
olduğunu belirtmektedir. Reisman’a göre deflasyon fiyatlardaki düşüş anlamına gelmemektedir. Deflasyon, para miktarındaki ve/veya ekonomik sistemdeki harcama seviyesindeki bir düşüşü ifade etmektedir. Diğer bir deyişle, deflasyon talepteki genel düşüştür. Düşen fiyatlar, deflasyonun bir sonucudur, olgunun kendisi değildir. Deflasyondan tamamen farklı olarak, düşen
fiyatlar üretimdeki ve ürün arzındaki artışın bir sonucu da olabilir. Deflasyon nedeniyle düşen
fiyatlar, aynı zamanda deflasyonun da çaresi durumundadır. Her nasılsa insanlar problemin
çözümü ile çözülmesi gereken problemi birbirine karıştırmaktadırlar.
Reisman’a göre bu karışıklık, merkez bankalarının fiyatların düşmesini önlemek amacı
ile sisteme müdahalesi sonucunu doğurmaktadır. Emlak fiyatları, tarım ve diğer emtia fiyatları, diğer tüm fiyatlar ve ücretlerin düşmesini engellemek için gösterilen çaba, ekonomik
iyileşmenin de engelleyicisi konumundadır. Bu durum, deflasyonun etkisi ile düşen harcama
seviyesine uygun biçimde tüketim mallarının ve üretim faktörlerinin fiyatlarının düşmesini ve
böylece ekonomik iyileşmeyi engellemektedir. Örneğin, petrol fiyatlarındaki düşme insanların harcama kapasitelerinin artmasına yardımcı olmuştur. Ekonomik iyileşmenin bir an önce
gerçekleşmesi, ancak fiyat ve ücretlerin herhangi bir müdahaleye maruz kalmadan düşmelerine izin verilerek gerçekleştirilebilir. İşte bu durumda düşen fiyatların deflasyonun çaresi
olduğu da anlaşılacaktır.
4. Genel Değerlendirme ve Sonuçlar
Çalışmada dikkati çeken iki unsur bulunmaktadır. Birincisi, AKT’nin doğal faiz oranı ile
piyasa faiz oranı arasındaki dönemsel uyumsuzlukların, istikrarlı büyüyen bir ekonomide dahi
doğal bir genişleme ve daralma süreci yarattığını vurgulamasıdır. Bu bakış açısında iktisadi
dalgalanmalar, kaçınılması gereken zararlı bir unsur değildir. Aksine daralma dönemleri, ekonomik sistemin normal işleyişi içerisinde ortaya çıkan yanlış yönlendirilmiş yatırımların daha
verimli olacak şekilde yeniden tahsisini sağlamaktadır.
Günümüzde yaşanılan küresel kriz gibi etkili bir daralma süreci ise, doğal faiz oranı ile piyasa faiz oranı arasındaki dönemsel uyumsuzluğun süre ve miktar bakımından ciddi boyutlara
ulaşmasının bir sonucudur. Bu durumda Federal fonların faiz oranının 2002-2004 döneminde
tarihsel geçmişindeki en düşük seviyelere gerilemesini sağlayan Fed, küresel krizin temel sorumlusu konumundadır. 2001 daralma döneminden kaçınmak isteyen Fed’in aşırı düşük faiz
oranı politikası ekonominin istikrarsız bir genişleme dönemine girmesini sağlamıştır.
İkinci nokta, küresel krizin yayılma mekanizması ile ilgilidir. Çalışmada, 10 yıllık Hazine
tahvil faizinin doğal faiz oranını ve federal fonların faiz oranının ise piyasa faizini temsil ettiği
30
Bankacılar Dergisi
varsayılmıştır. Bu iki faiz oranı arasındaki farkın, AKT’nin belirttiği biçimde genişleme ve daralma dönemlerinin oluşumu ile uyumlu olduğu görülmüştür. Bununla birlikte geçmişte de FF
faizlerinin 10YR faizlerinin altında seyrettiği benzer dönemler bulunduğu; fakat sonrasındaki
daralma dönemlerinin şu andaki kriz kadar etkili olmadığı dikkati çekmektedir. Ayrıca yine geçmişteki hiç bir dönemde emlak, enerji, metal ve sanayi girdileri fiyatlarının bu derece artmadığı
görülmektedir. Öyleyse krizin şiddetini ve etki alanını açıklayan ek bir mekanizmaya daha ihtiyaç duyulmaktadır. Geçmiş dönemlerde yaşanan kredi genişlemesi olgusunun, bu krizde ilk
defa küreselleşen finans piyasalarında yaratılan türev araçlarla da bu derece desteklenmesi;
yapay düşük faiz oranının piyasalar üzerindeki bozucu etkisini daha da artırarak, bu dengesizliğin kısa sürede bir küresel kriz niteliğine kavuşması sonucunu doğurmuştur.
Çalışmanın vurguladığı bir diğer nokta, uyarıcı göstergeler ile ilgilidir. AKT, üretimin zaman alan bir süreç olduğunu vurgulamaktadır. Piyasadaki fiyat değişimleri, üretim yapısındaki değişme için bir sinyal konumundadır. Bu bakımdan, genel fiyat endeksine değil, nispi fiyat
hareketlerinin davranışları üzerine yoğunlaşmak gerekir. Çalışmada da gösterildiği üzere,
küresel krizde genel fiyat enflasyonu geçmişle benzer biçimde hareket ederken; enerji, metal, sanayi girdileri, hisse senetleri fiyatları geçmiş trendlerinden önemli ölçüde sapmışlardır.
Ayrıca AKT için, faizler ile reel üretimin yönlendirilmesi arasında sıkı bir bağ vardır. Bir bütün
olarak düşünüldüğünde, yaratılan risk modellerinde üst düzey malların fiyat değişimlerinin,
nispi fiyat hareketlerinin ve getiri farklarının önemli göstergeler olarak ele alınması ve modellerde iktisadi dalgalanmaların risk yaratan yapısının da göz önünde tutulması önem arz
etmektedir.
Avusturyacı iktisatçılar, küresel krizden çıkış yolu konusunda da ana akım iktisatçılarından ayrılmaktadır. Avusturyacı iktisatçılara göre, maliye politikasının ekonomik krizden
çıkış için agresif biçimde kullanılması; özel sektör için yarattığı finansman sorunu nedeni
ile büyümeyi; gelecekle ilgili belirsizliği artırarak, piyasaların istikrarını olumsuz etkilemektedir. Bu tip derin kriz dönemlerinde uygulanması gereken maliye politikası, gereksiz harcamaların kısılması ve vergilerin düşürülmesi şeklinde olmalıdır. Avusturyacı iktisatçılar,
uygulanan para politikasını da eleştirmektedirler. Genişletici para politikası, fiyat ve ücretlerin serbestçe düşmesinin önünde engel oluşturarak, ekonominin iyileşme süresini de
uzatmaktadır.
Buna karşın dünyada şu anda genişletici para ve maliye politikalarının agresif bir biçimde uygulandığı görülmektedir. Avusturyacı iktisatçılara göre, bu durum belirsizliği artırmakta,
iyileşme süresini uzatmakta ve iyileşmenin kalitesini düşürmektedir. Ayrıca Fed ve dünya merkez bankaları tarafından faizlerin oldukça düşük seviyelere çekilerek ekonomik canlanmanın
sağlanmaya çalışılması, çalışmada vurgulanan istikrarsız büyüme dönemlerinden birini daha
yaratabilme riskine sahiptir. Nitekim, çalışmada Şekil 6’da gösterilen FARK’ın tekrardan ciddi oranlarda yükseldiği, buna karşın risk algısının azaldığı görülmektedir. Ayrıca, üst düzey
malların fiyatlarında da artış söz konusudur. Bununla birlikte, AKT’nin öngördüğü şekilde bir
daralmanın yaşanmasının ilk şartı ekonominin tekrardan büyümeye geçerek, yanlış yönlendirilmiş yatırımların oluşmasıdır. Hâlihazırda özellikle gelişmiş ülkeler için yüksek büyüme beklentilerinden daha ziyade; gelecekle ilgili enflasyon ve borç sorunu endişelerinin bulunduğu
görülmektedir.
Global krize karşı geliştirilen para ve maliye politikalarının performansının değerlendirilmesi, Avusturyacı-Keynesçi tartışma için önemli bir araştırma gündemi olmaya aday görünmektedir. Klasik yaklaşımdan kök alan teorilerin küresel krizin açıklanmasındaki göreceli
suskunluğu, alternatif yaklaşımları ve özellikle Avusturyacı ve Keynesçi fikirleri ön plana çıkarmaktadır. 1929 Büyük Bunalım’ının anlaşılması ve önlenmesi konusunda Hayek ile Keynes
arasında birincinin sahneden çekilmesi ile sonuçlanan teorik tartışmanın rövanşını, küresel
krizde, yeni kuşak Avusturyacıların yeni kuşak Keynesçilerden alıp alamayacaklarını zaman
gösterecektir.
31
Ersan BOCUTOĞLU - Aykut EKİNCİ
Kaynakça
ALLES, L. (1995), “The Australian Term Structure as a Predictor of Real Economic Activity.”, Australian Economic
Review, No:112, 71-85.
BARRO, R. J. (1974), “Are Government Bonds Net Wealth?”, Journal of Political Economy, 59(2), 93–116.
BOCUTOĞLU, E. ve EKİNCİ, A. (2009), “Avusturyacı Konjonktür Teorisini Anlamak”, Ekonomik Yaklaşım Dergisi,
Cilt 20, Sayı 71.
CHRISTIANSEN, L. (2008), Fiscal Multipliers-A Review of the Literature, IMF Staff Position Note, 08/01.
EBELING, R. M. (2008), “The Current Economic Crisis and the Austrian Theory of the Business Cycle”, The Freeman: Ideas on Liberty, Vol:58, Issue: 5, http://www.thefreemanonline.org EKİNCİ, A. (2006), “İktisadi Dalgalanmaların Kavramsal ve Teorik Analizi”, KTÜ SBE, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
FORMAINI, R. L. (2006), “Knut Wicksell: The Birth of Modern Monetary Policy”, Economic Insights, C. 9, S. 1,
http://www.dallasfed.org/research/ei/ei0401.html.
FRANK, S. (2005), “Is There a Glut of Saving?”, Ludwig von Mises Institute, Mises Daily Article, http://mises.org.
FREEDMAN C., KUMHOF M., LAXTON D. ve LEE J. (2009), “The Case for Global Fiscal Stimulus”, IMF Staff
Position Note, March 6, 2009.
GARRISON, R. W. (1994), Hayekian Triangles and Beyond, Hayek, Coordination and Evolution: His Legacy in
Philosophy, Politics, Economics and the History of Ideas içinde, (Ed. Jack Birner and Rudy van Zijp), Routledge,
London, ss. 109-125.
GARRISON, R. W. (2001), Time and Money: The Macroeconomics of Capital Structure, Routledge, London.
GARRISON, R. W. (2004), “Overconsumption and Forced Saving in the Mises-Hayek Theory of Business Cycle”,
History of Political Economy, C.36, S.2, ss. 323-349.
GARRISON, R. W. (2005), “The Austrian School: Capital-Based Macroeconomics”, Modern Macroeconomics:
Its Origins, Development and Current State, (Ed. Brian Snowdon and Howard R. Vane), Aldershot, Edward Elgar,
England.
HAYEK, F. A. (1941), The Pure Theory of Capital, Routledge and Kegan Paul, London and Henley.
JULIAN, J. R. R. (2009), “Economic Crisis and Paradigm Shift”, Ludwig von Mises Institute, Mises Daily Article,
http://mises.org/story/3251.
KARLSSON, S. (2004), “America’s Unsustainable Boom”, Ludwig von Mises Institute, Mises Daily Article,
http://mises.org/story/1670 (Erişim Tarihi: 12.04.2009).
KYDLAND, F. E ve PRESCOTT, E. C. (1977), “Rules Rather Than Discretion: The Inconsistency of Optimal Plans,”
Journal of Political Economy, University of Chicago Press, Vol. 85(3), 473–91.
MURPHY, R. P. (2008), “Did the Fed, or Asian Saving, Cause the Housing Bubble?”, Ludwig von Mises Institute,
Mises Daily Article, http://mises.org/story/3203
MURPHY, R. P. (2009), “Does “Depression Economics” Change the Rules?”, Mises Daily Article, http://mises.org/
story/3290.
PEROTTI, R. (2005), “Estimating the Effects of Fiscal Policy in OECD Countries,” CEPR Discussion Paper, No.
4842.
PLOSSER, C. I. ve ROUWENHORST, G. K. (1994), “International Term Structures and Real Economic Growth.”,
Journal of Monetary Economics, 33, March, 133-155.
REISMAN, G. (2009), “Falling Prices Are the Antidote to Deflation”, Ludwig von Mises Institute, Mises Daily Article, http://mises.org/story/3296.
RITENOUR, S. (2009), “When Stimulus Does Not Stimulate”, Ludwig von Mises Institute, Mises Daily Article,
http://mises.org/story/3535.
SHOSTAK, F. (2008), “Do We Need More of Keynes Now?”, Mises Daily Article, http://mises.org/story/3169.
STOCK, J. H. ve WATSON M. W. (1989), “New Indexes of Coincident and Leading Economic Indicators.”, NBER
Macroeconomic Annual, Ed. Olivier Jean Blanchard ve Stanley Fischer, Cambridge, MIT Press.
TAYLOR, J, B. (2009), “How Government Created the Financial Crisis”, The Wall Street Journal, Fabruary 9,
http://online.wsj.com.
TAYLOR, J, B., (2009b), “The Financial Crisis and the Policy Responses: An Empirical Analysis of What Went
Wrong”, NBER Working Paper Series, No: 14631.
THORNTON, M. (2004), “Housing: Too Good to be True”, Ludwig von Mises Institute, Mises Daily Article,
http://mises.org/story/1533.
THORNTON, M. (2008), “Slash and Burn”, Ludwig von Mises Institute, Mises Daily Article, http://mises.org.
WICKSELL, K. [19836], Interest and Prices, Çeviren R.F. Kahn, Royal Economic Society, London,
http://mises.org/books/interestprices.pdf.
YAY, Turan, (1993), F.A. Hayek’te İktisadi Düşünce: Hayek ve Keynes/Keynesciler Tartışması, Ezgi Kitabevi
Yayınları, Bursa.
ZIJP, R. V. (1993), Austrian and New Classical Business Cycle Theories: A Comparative Study Through the
Method of Rational Reconstruction, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge.
32
Bankacılar Dergisi
Ek 1. Veri
FF : Federal funds effective rate, Overnight, Monthly, Board of Governors of the Federal Reserve System. CPF3M:
3-Month AA Financial Commercial Paper Rate, Monthly, Board of Governors of the Federal Reserve System.
TB3MS : 3-Month Treasury Bill: Secondary Market Rate, Monthly, Board of Governors of the Federal Reserve
System. AAA : Moody’s Seasoned Aaa Corporate Bond Yield, Monthly, Board of Governors of the Federal Reserve System 10YR : U.S. government securities/Treasury constant maturities/Nominal, 10-year, Monthly, Board of
Governors of the Federal Reserve System 20YR : 20-Year Treasury Constant Maturity Rate, Monthly, Board of
Governors of the Federal Reserve System 30YR : 30-Year Treasury Constant Maturity Rate, Monthly, Board of
Governors of the Federal Reserve System. 5YR : 5-Year Treasury Constant Maturity Rate, Board of Governors of
the Federal Reserve System, 7YR : 7-Year Treasury Constant Maturity Rate, Board of Governors of the Federal Reserve System MORTG : 30-Year Conventional Mortgage Rate, Board of Governors of the Federal Reserve System
CS : Case-Schiller Home Price Index, Composite-10, Standard & Poor’s. ENERJİ : Commodity Fuel (energy) Index
includes Crude oil (petroleum), Natural Gas, and Coal Price Indices, IMF, World Economic Outlook Database, April
2009. SANAYİ GİRDİLERİ: Commodity Industrial Inputs Price Index includes Agricultural Raw Materials and Metals
Price Indices, IMF, World Economic Outlook Database, April 2009. METAL: Commodity Metals Price Index includes Copper, Aluminum, Iron Ore, Tin, Nickel, Zinc, Lead, and Uranium Price Indices, IMF, World Economic Outlook
Database, April 2009. TÜFE: United States Inflation, end of period consumer prices, International Monetary Fund,
World Economic Outlook Database, April 2009. EMLAK: Real Estate Loans at All Commercial Banks, Seasonally
Adjusted, Monthly, Board of Governors of the Federal Reserve System. TÜKETİCİ: Consumer (Individual) Loans at
All Commercial Banks, Seasonally Adjusted, Monthly, Board of Governors of the Federal Reserve System. TİCARİ:
Commercial and Industrial Loans at All Commercial Banks, Seasonally Adjusted, Monthly, Board of Governors of
the Federal Reserve System. VIX: CBOE Volatility Index, Daily, http://finance.yahoo.com. TT: Amounts outstanding
of over-the-counter (OTC) derivatives, Total contracts (Foreign exchange contracts, Interest rate contracts, Equitylinked contracts, Commodity contracts, Credit default swaps and Unallocated), BIS Quarterly Review, June 2009.
Ek 2. ABD Kısa ve Uzun Dönemli Faiz Oranları
Şekil 8. ABD Seçilmiş Kısa Dönem Faiz Oranları
Şekil 9. ABD Seçilmiş Orta-Uzun Dönem Faiz Oranları
33
Ersan BOCUTOĞLU - Aykut EKİNCİ
Dipnotlar
Bocutoğlu ve Ekinci (2009), Garrison’ın katkıları çerçevesinde, Hayek’in konjonktür teorisini tanıtmaktadır.
Yeni paradan kastedilen, piyasa faiz oranını doğal faiz oranının altına düşürecek şekilde uygulanan genişletici para
politikasıdır.
3
Her ne kadar Garrison nötr ve doğal faiz oranının farklı olduğunu vurgulasa da, Taylor (2009b) FF faizlerinin Taylor
kuralına göre olması gereken seviyenin oldukça altında uzun süre tutulmasını küresel krizin temel nedeni olarak
göstererek; Avusturyacı teori ile aynı noktaya varmaktadır.
4
Bu ve buna benzer çalışmalar getiri eğrisinin eğimini, iktisadi dalgalanmaların tahmin edilmesinde bir öncü gösterge olarak kullansa da; getiri eğrisinin neden bu şekilde davrandığını açıklamamaktadır. Getiri eğrisi ile iktisadi
faaliyetler arasındaki ilişkinin yapısına odaklanan temelde iki model bulunmaktadır: Tüketim-temelli sermaye varlık
fiyatlama modeli (Consumption-based capital asset pricing model) ve Estrella modeli. Cwik (2004) bu iki modele
karşı, Avusturyacı bir model önermektedir.
5
Çalışmada kullanılan verilerle ilgili ayrıntılı bilgiler Ek 1’de verilmiştir.
6
Merkez bankalarının, FF faiz oranları aracılığıyla kısa dönemli faiz oranlarını yönlendirdiği ve Ek 2, Şekil 8 aracılığıyla FF ile diğer kısa dönemli faiz oranları arasındaki yakın ilişki göz önüne alındığında, FF’nin kısa dönemli faiz
oranları için uygun bir açıklayıcı değişken olduğu görülmektedir. Ayrıca, ABD 10 yıllık Hazine Tahvili faizinin yaratılan yeni sermayenin getirisini yansıtma anlamında uygun bir zaman periyoduna sahip olduğu söylenebilir. Benzer
biçimde, Ek 2, Şekil 9 aracılığıyla 10YR ile diğer uzun dönemli faiz oranları arasındaki sıkı ilişki görülebilir. FF ve
10YR’in seçilmesinin bir diğer nedeni her iki serinin de sahip olduğu uzun ve ortak zaman periyodu olarak gösterilebilir. Faiz oranları getiri farkının, diğer kısa ve uzun dönemli faiz oranları aracılığıyla elde edilmesi sonucunda da
çalışmada kullanılan FARK serisinden (amacı değiştirecek yönde) bir farklılaşma olmayacağı açıktır.
7
http://www.nber.org/cycles/cyclesmain.html.
8
Doğal logaritma.
9
Hayek (1941: 114), üretim sürecini zaman boyutuna sahip bir girdi fonksiyonu olarak düşünmektedir. Bu durumda
üretimdeki “nokta girdi-nokta çıktı” anlayışına karşın, üretimin doğal kaynaklarla başlayan ve diğer üretim bileşenlerinin zaman içinde bu sürece eklendiği bir üçgen ortaya çıkmaktadır. Üçgenin yatay kenarı üretim zamanını
simgelemektedir. Dikey kenarın uzunluğu ise, üretim sürecinin sonunda elde edilen tüketim mallarının değerini
göstermektedir. Girişimciler, sermaye mallarını mükemmel olmamakla birlikte kendileri için en uygun biçimde birleştirerek üretimde bulunmaktadırlar. Girişimcilerin elindeki sermayenin yapısı, yani üretim sürecinin her bir kademesinde kullanılan heterojen sermayenin bileşimi değişebilmekte fakat bu değişim anında ve maliyetsiz bir süreç
olmamaktadır. Heterojen sermayenin bileşiminin değişmesinin belli bir zamana ve maliyete ihtiyaç duyması, iktisadi
daralmanın süresinin de temel belirleyicisi olmaktadır. Hayek Üçgeni ile ilgili bilgi için bkz. Hayek (1941), Garrison
(2005), Yay (1993), Bocutoğlu ve Ekinci (2009).
10
Üretimin son aşamaları, satış, pazarlama, hizmetler sektörü gibi nihai tüketim mallarına yakın çalışma alanları
iken; üretimin ilk aşamaları madencilik, enerji, imalat gibi üretimin başlangıcına yakın sektörlerdir.
11
Toplam türev piyasası, G 10 ülkelerindeki tezgah üstü (over-the-counter) türev piyasalarından oluşmaktadır.
12
Çünkü bu tarz çözüm önerileri ancak sistemin kendisinin değişmesi durumunda geçerlidir.
13
Bu noktada, ana akım iktisadın gelişim sürecinde maliye politikasının krizlere karşı etkili bir iktisat politikası olduğuna dair inancın, teorik ve ampirik olarak oldukça zayıflatılmış olduğunu belirtmekte fayda vardır. Barro (1974),
Ricardocu denklik prensibi nedeniyle, genişleyici maliye politikalarının herhangi bir istikrarlaştırıcı rolünün olmayabileceğini göstermiştir. Kydland ve Prescott (1977) ise, dinamik zaman tutarsızlığı nedeniyle iradi politikaların
çok ciddi kısıtlara sahip olduğunu göstermişlerdir. Ampirik uygulamalarda da, maliye politikasının etkinliği oldukça
tartışmalı bir konudur. Örneğin Perotti (2005) Avrupa ekonomileri için yaptığı çalışmada hükümet harcamalarının
ve vergi indirimlerinin, GSYİH üzerinde çok zayıf bir etki yaptığını, özellikle özel sektör üzerinde çoğunlukla negatif
bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Buna karşın Freedman ve Diğ. (2009), para politikası ile desteklenmiş
küresel bir mali genişleme durumunda, kamu yatırımı şeklinde harcanan her bir doların GSYİH’da yaklaşık 3 $’lık
bir artışa neden olacağını belirtmektedirler. Bu konudaki literatür için bkz. Christiansen (2008).
1
2
34
Bankacılar Dergisi
Üçüncü Tarafa Güven Kavramı
Tahir Cem BERİK*
Ali Kemal YILDIRIM**
I.Giriş
Suç gelirlerinin aklanmasının ve terörün finansmanının önlenmesi (SGA / TFÖ) konusunda Türkiye’nin son 15 yıllık süre içerisinde yoğun bir şekilde çalıştığı, bunun sonucunda da Kanun, Yönetmelik ve Tebliğlerden oluşan geniş kapsamlı mevzuat oluşturduğu
söylenebilir.1
Yapılan düzenlemeler ile SGA / TFÖ kapsamında müşterinin tanınması, kayıtların saklanması, şüpheli işlem bildirimi, nakit işlem bildirimi,2 iç kontrol, uyum ve denetim gibi konularda düzenlemeler yapılmıştır.
Kısaca, “kimlik tespiti, iş ilişkisinin veya işlemin amacı hakkında bilgi edinme konularında bir başka kuruluşun aldığı tedbirlere güvenme” şeklinde tanımlanabilecek olan üçüncü tarafa güven kavramı da ilgili mevzuat kapsamında düzenleme yapılan unsurlardan biridir. Bu
sayede, bir finansal kuruluş müşterisinin kimliğini tespit etmeden, iş ilişkisinin veya işlemin
amacı hakkında doğrudan bilgi edinmeden iş ilişkisi kurabilir veya işlemi gerçekleştirebilir.
Mevzuatımızda “Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair
Tedbirler Hakkında Yönetmelik” ile düzenlenen üçüncü tarafa güvenin kapsam ve içeriğine
ilişkin 02.01.2010 tarihinde değişiklik yapılmıştır. Üçüncü tarafa güven kavramı hem önceki
düzenlemedeki biçimi hem de mevcut haliyle, farklı uygulayıcılar tarafından farklı yorumlanabilecek niteliktedir.
Suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanı konularında yürürlüğe giren ilgili Kanun, Yönetmelik ve Tebliğler, Türkiye’deki mevzuatı uluslararası standartlara yükseltmek
amacıyla yürürlüğe konmuştur. Yapılan düzenlemelerdeki temel amacın uluslararası standartlara uyumun sağlanması olduğu ilgili kamu birimlerince de belirtilmiştir. Uluslararası
standardı BM (özellikle BM Güvenlik Konseyi), Avrupa Birliği, FATF, FATF Benzeri Bölgesel
Kuruluşlar, Wolfsberg, v.b. oluşturmaktadır. Bu konuda görev yapan en önemli kuruluş ise
FATF’tır. Türkiye’deki mevzuat değişikliklerinde bu kuruluşun düzenlemeleri temel alınmaktadır.
İleride ele alınacağı üzere farklı ülkelerde farklı şekillerde düzenlenmiş olan ve ülkemizde de uygulamasının nasıl olacağı konusunda tereddütler yaşanan üçüncü tarafa güven
konusu, uluslararası standardın oluşumunda en etkili kuruluş olan FATF düzenlemeleri çerçevesinde incelenecektir.
II. SGA/TFÖ Kapsamında FATF ve Türkiye
FATF (Financial Action Task Force: Mali Eylem Görev Gücü), 1989’da Paris’te toplanan G-73zirvesinde alınan kararla kurulmuştur. Suç gelirlerinin finansal sistem içerisinde
aklanmasının önlenmesine ilişkin uluslararası tedbirler alınması için oluşturulmuş bir organ olup, bu konuda politika ve standartlar üretmektedir. Sekretaryası Paris’te bulunan bu
yapı 11 Eylül 2001 tarihinden sonra terörün finansmanı ile mücadeleyi de faaliyet alanına
eklemiştir.4
* T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Uyum Müdürlüğü, Uyum Görevlisi.
** T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Uyum Müdürlüğü, Risk Analiz ve Değerlendirme Yönetmeni.
35
Tahir Cem BERİK - Ali Kemal YILDIRIM
FATF tarafından suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine ilişkin 1990 yılında çıkarılan,
1996 yılında gözden geçirilerek yayımlanan ve 2003 yılında tekrar yenilenen 40 Tavsiye ile terörün finansmanının engellenmesi hususunda 9 Özel Tavsiye Kararı, suç gelirlerinin aklanması ve
terörün finansmanı ile mücadele için yasal, finansal, operasyonel ve uluslararası işbirliği konularında üye ülkelerce uyulması gereken standartları oluşturmaktadır.
FATF ve FATF Benzeri Bölgesel Kuruluşların tecrübeleri ile IMF ve Dünya Bankası’nın
Mali Sektör Değerlendirme Programı (FSAP) çerçevesinde edinilen bilgileri temel alan kriterlerden oluşan bir metodoloji belgesi 2004’te hazırlanmıştır. 40+9 tavsiye ile birlikte metodoloji, aklama ve terörün finansmanı ile mücadele konusunda temel değerlendirme aracı
olmuştur.5
Oluşturulan mevzuat etkili bir takip sistemi ile desteklenmektedir. FATF ve FATF benzeri kuruluş üyesi ülkeler düzenli aralıklarla değerlendirmeye tabi tutulmakta olup, değerlendirme sonucunda karşılıklı değerlendirme raporları hazırlanmaktadır. Dünya Bankası ve IMF
finansal ve yapısal yardım programlarından yararlanan ülkelerden suç gelirleriyle mücadelede etkin bir rol üstlenmelerini talep etmektedirler. FATF’ın etkinliği de bu kurumlar vasıtasıyla
artmaktadır.
FATF’a üye ülkeler arasında yer almamakla birlikte suç gelirlerinin aklanmasının ve
terörün finansmanının önlenmesi konusunda yayınlanmış olan standartlara uygun hareket
etmeyen ülkeler veya bölgelerlerle ilgili tedbir alınmasını sağlayacak bir mekanizma kurulmuştur. Bu yapı dayanağını 21 nolu tavsiyeden almaktadır: “…Bir ülke, FATF tavsiyelerine
uymamaya ya da yeterince uyum göstermemeye devam ederse, ülkeler buna karşı uygun
tedbirleri almalıdırlar”.6
FATF bu tavsiye kapsamında yapmış olduğu çalışmaları 2000 yılının Haziran ayında
hayata geçirmiştir. Haziran 2000 ile Ekim 2006 arası devam eden ve aralarında Endonezya,
Filipinler, İsrail, Lübnan, Macaristan, Mısır, Nijerya, Rusya Federasyonu ve Ukrayna’nın da
bulunduğu 20’den fazla ülke FATF tarafından İşbirliği Yapmayan Ülke veya Bölgeler (NonCooperative Countries or Territories: NCCT) listesinde açıklanmıştır. Mevcut ekonomik ve
finansal yapıda ülkelere karşı tedbir uygulanması o ülkeler için hem maddi hem de itibari risk
anlamına gelmektedir. Bu sebeple İşbirliği Yapmayan Ülke veya Bölgeler listesinde yer alan
ülkeler listeden çıkabilmek için yasal ve kurumsal yapı oluşturmaya, kurdukları bu yapının
etkinliğini artırmaya çalışmışlardır.
Yukarıda da ifade edildiği üzere Ekim 2006’dan itibaren söz konusu listede herhangi
bir ülke kalmamıştır. Bununla birlikte, bu tarihten sonra suç gelirlerinin aklanması ve terörün
finansmanı konusunda ek bir gözetim sistemi de benimsendiği görülmektedir. 2006 yılı Ekim
ayında FATF Genel Kurulunda alınan karar uyarınca FATF’in çalışma grupları arasında yer
alan Uluslararası İşbirliği İzleme Grubunun (International Cooperation Review Group) toplantısı Ocak 2007’de Roma’da gerçekleştirilmiş, toplantıda 30 ülke ele alınmış ve bunlardan
da 11’inin incelenmesine karar verilmiştir.7
III.FATF ve Üçüncü Tarafa Güven Kavramı
Türkiye 2007 yılında FATF tarafından oluşturulan bir komisyon aracılığıyla incelemeye tabi tutulmuş bunun sonucunda karşılıklı değerlendirme raporu düzenlenmiştir. FATF’ın
aracılar ile üçüncü tarafa ilişkin 9. tavsiyesine Türkiye’nin uyum derecesi “uyumsuz” olarak
kayıtlara geçirilmiştir. Bu sebeple “Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının
Önlenmesine Dair Tedbirler Hakkında Yönetmelik”te üçüncü tarafa güven konusu düzenlenmiştir.
FATF’in 9. tavsiyesi şu şekildedir:
Ülkeler, finansal kuruluşların müşterini tanı ilkesi kapsamındaki (a) ila (c) unsurlarının
36
Bankacılar Dergisi
yerine getirilmesini, aracı kurumlara veya diğer üçüncü kişilere bırakmasına izin verebilirler.8
Bu durumda, müşteri kimliğinin tespiti ve teyit edilmesi ile ilgili tüm sorumluluk üçüncü kişiye
güvenen finansal kuruluşa aittir. Buna göre yerine getirilmesi gereken kriterler şunlardır: a) ilgili finansal kurum, müşterini tanı ilkesi kapsamındaki (a) ila (c) unsurlarıyla ilgili
olarak gerekli bilgiyi derhal elde etmelidir. Finansal kuruluşlar, kimlik bilgilerinin ve finansal yükümlülüklere ilişkin ilgili diğer dokümanların fotokopilerinin istek üzerine gecikmeksizin
üçüncü kişiler tarafından hazır edilmesi konusunda gerekli tedbirleri almalıdırlar.
b) finansal kuruluşlar, üçüncü kişilerin, düzenleme ve denetlemelere tabi olduğundan
ve kimlik tespiti ve kayıtların tutulmasına yönelik tavsiyeler kapsamında müşterini tanı ilkesinin gereklerini sağlayacak tedbirleri aldığından emin olmalıdırlar.
FATF tavsiyelerine hiç veya yeterince uymayan ülkelerle ilgili mevcut bilgileri dikkate
alarak, kriterleri yerine getiren üçüncü tarafın hangi ülkelerde esas alınacağının tespiti, her
ülkenin kendisine aittir.
FATF’in 9. tavsiye ile ilgili Açıklayıcı Notunda şunlar belirtilmektedir.
• Bu tavsiye taşeron (outsourcing) ve acente ilişkilerini kapsamaz.
• Bu tavsiye aynı zamanda finansal kuruluşların kendi aralarında müşterileri adına gerçekletirdikleri işlemleri, hesapları, ilişkileri kapsamaz.
Görüleceği üzere FATF 9. tavsiyesi ile ülkelerin “finansal kuruluşların müşterini tanı
ilkesi kapsamındaki (a) ila (c) unsurlarının yerine getirilmesini, aracı kurumlara veya diğer
üçüncü kişilere bırakması”na izin verebilecekleri belirtilmiş, bu maddenin uygulanması için
bazı kriterler konmuştur.
IV.Diğer Ülke Uygulamalarında Üçüncü Tarafa Güven
Daha önce de belirtildiği üzere, FATF ve FATF benzeri kuruluşlar üyelerini düzenli
değerlendirmeye tabi tutmakta, inceleme yapılan ülkedeki mevzuat ve uygulamaların 40+9
tavsiyeye uygunluğunu raporlamaktadırlar. Raporlama ülke değerlendirmelerinde kullanılan
Metodoloji Belgesinin “Uyum Derecelendirmeleri” başlıklı 11. maddesine göre yapılmaktadır:
“11. Her bir tavsiye için dört olası uyum derecelendirmesi mevcuttur: uyumlu, büyük
ölçüde uyumlu, kısmen uyumlu ve uyumsuz. Bir tavsiye istisnai durumlarda uygulanamaz
olarak da değerlendirilebilir. Bu derecelendirmeler sadece temel kriterlere dayandırılmakta
ve aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır:”
Uyumlu (C – Compliant)
Tavsiyenin tüm temel kriterleriyle uyumlu olunması
Büyük Ölçüde Uyumlu (LC – Largely Compliant)
Temel kriterlerin büyük ölçüde yerine getirilmesinde,
sadece bazı küçük eksikliklerin bulunması
Kısmen Uyumlu (PC – Partially Compliant)
Ülkenin bazı önlemler almış ve bazı temel kriterlere
uyum göstermiş olması
Uyumsuz (NC – Non-Compliant)
Temel kriterlerin gereğinin yerine getirilmemiş olması, önemli eksikliklerin bulunması.
Uygulanamaz (NA – Not Applicable)
Bir ülkenin yapısal, hukuki ve kurumsal özellikleri
gereği yükümlülüğün tamamı yada bir kısmının
uygulanabilir olmaması (örneğin o ülkede finansal
kuruluşun belirli bir türünün olmaması gibi)
37
Tahir Cem BERİK - Ali Kemal YILDIRIM
Aşağıda yer alan tabloda FATF’ın ülke değerlendirmeleri kapsamında Avustralya, İtalya,
Japonya, Kanada, Norveç, Portekiz, İspanya, Birleşik Krallık, Yunanistan ve Türkiye’nin 9.
tavsiyeye ilişkin durumları yer almaktadır. Bu şekilde bir analiz konunun daha net bir şekilde
ortaya konulmasında faydalı olacaktır.
Ülke
Derecelendirme
Açıklama
Avustralya
NC – Uyumsuz
Avustralya kanunlarına göre kimlik tespit ve teyit işlemlerine
güvenilerek işlem yapılacak kişi ve kurumlar “hakem” adı altında
listelenmiştir. FATF çok geniş olan bu hakemler listesinde SGA/
TFÖ konusunda yasal düzenlemelerin dışında kalan kuruluşlar
bulunduğunu tespit etmiştir.
Güvenilen üçüncü tarafın SGA/TFÖ konusunda denetleniyor
olması kuralına uyulmamaktadır.
Üçüncü tarafa güvenen tarafların, kimlik bilgilerini üçüncü taraftan derhal almaları, kimlik tespitine ilişkin belgeleri ise üçüncü
taraftan istendiği zaman temin edebileceklerinden ve üçüncü
tarafın yasal düzenleme ve denetlemeye tabi olduğundan emin
olmaları zorunluluğu bulunmamaktadır.
İtalya
PC – Kısmen
Uyumlu
Finansal kuruluşların üçüncü taraftan kimlik tespit ve teyidine
ilişkin belgeleri gerektiğinde süratle alabileceklerinden emin
olmalarına ilişkin zorlayıcı özel bir hüküm bulunmamaktadır.
Üçüncü tarafın yabancı bir ülkede bulunması halinde, üçüncü
tarafın metodolojinin 5.4 ve 5.5[i] kriterlerine uyumlu oldukları
ve ayrıca FATF tavsiyeleri doğrultusunda düzenleme ve
denetlemeye tabi oldukları konusunda emin olunmasına yönelik zorlayıcı bir hüküm bulunmamaktadır.
Japonya
NA – Uygulanamaz Japonya’da finansal kuruluşların müşterinin tanınması
prosedürlerinin herhangi bir aşamasında üçüncü tarafa veya
aracılara güvenmeleri yasaktır.
Kanada
NC – Uyumsuz
Bir sözleşme olmadan üçüncü tarafa güvenilmesi hususu
sadece özel iki durumda yasal kabul edilmiştir. Bu iki özel
durum için yapılan hukuki düzenleme FATF koşullarını
sağlamamaktadır.
Bu iki özel durum dışında, finansal kuruluşlar üçüncü tarafa
güven mekanizmasını kullanmaktadırlar. Ancak, 9. Tavsiyede
aranan koşulların yerine getirilmesi konusunda herhangi bir
düzenleme bulunmamaktadır.
Norveç
NA – Uygulanamaz Norveç yasalarına göre bir finansal kuruluşun başka bir finansal kuruluşun yaptığı kimlik tespit ve teyidine istinaden işlem
yapması mümkün değildir.
Portekiz
NA – Uygulanamaz Portekiz yasalarına göre bir finansal kuruluşun başka bir finansal kuruluşun yaptığı kimlik tespit ve teyidine istinaden işlem
yapması mümkün değildir.
İspanya
NA – Uygulanamaz İspanya’da üçüncü tarafın yaptığı kimlik tespit ve teyidine
dayanarak işlem yapmak sadece taşeronluk sözleşmesiyle
mümkündür ve bu da 9. Tavsiyenin kapsamı dışındadır.
38
Bankacılar Dergisi
Birleşik Krallık PC – Kısmen
Uyumlu
Müşterinin tanınması sürecinde alınan bilgiler ile ilgili olarak nihai faydalanıcıya yeteri kadar yer verilmemiştir.
Finansal kuruluşların üçüncü taraftan kimlik tespit ve teyidine
ilişkin belgeleri gerektiğinde süratle alabileceklerinden emin
olmalarına ilişkin zorlayıcı özel bir hüküm bulunmamaktadır.
Finansal kuruluşların, üçüncü tarafın FATF tavsiyeleri
doğrultusunda düzenleme ve denetlemeye tabi oldukları
konusunda emin olunmalarına yönelik zorlayıcı bir hüküm
bulunmamaktadır.
Hangi ülkelerde bulunan üçüncü tarafların tavsiye kararındaki
koşulları taşıdığının kararlaştırılmasında, yetkili otorite o ülkelerin FATF tavsiyelerine uyumluluk derecesini kısmen dikkate
almıştır.
Yunanistan
PC – Kısmen
Uyumlu
Üçüncü tarafa güven ile ilgili olarak bir takım düzenlemeler
yapılmıştır, ancak bunlar kısmen tutarsızdır ve 9. Tavsiyede
aranılan koşulları tam olarak sağlamamaktadır.
Aklama ve terörün finansmanı ile ilgili genel yasada, üçüncü
tarafa güven ile ilgili bir hüküm bulunmamaktır.
Sigorta acentelerine aklama ve terörün finansmanı ile ilgili genel
yasada yer verilmemiştir.[ii]
Türkiye
NC – Uyumsuz
Menkul değerler sektörü dışında üçüncü tarafa güven ile ilgili her hangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Üçüncü tarafa
güveni yasaklayan bir hukuki düzenleme olmadığından, finansal
kuruluşların pratikte bu yöntemi kullandıkları düşünülmektedir.
FATF’ın üçüncü tarafa güvenerek kimlik tespit ve teyidi yapılmasını düzenleyen 9. tavsiyesi 40 tavsiye içinde ülkelerin tercihine bırakılmış olan tek tavsiyedir. Ülkeler, ya üçüncü tarafa
güvenerek işlem yapılmasını yasaklamalı ya da bu tavsiye kararına uygun bir hukuki düzenleme yapmalıdırlar. Karşılaştırma tablosunda görüldüğü üzere, Japonya, Norveç, Portekiz ve
İspanya gibi ülkeler mevzuatlarında üçüncü tarafa güveni yasaklamışlardır. Mevzuatlarında
üçüncü tarafa güvenerek işlem yapılmasını yasaklamamış olan ülkelerin ise 9. tavsiyeye tam
uyumlu düzenleme yapmak konusunda zorluk yaşadığı görülmektedir. Türkiye ile ilgili 2007
yılında yapılan değerlendirmede, ülke mevzuatında üçüncü tarafa güvenerek işlem yapılması
konusunda herhangi bir yasak bulunmadığı, diğer taraftan sadece menkul değerler sektöründe
bir düzenleme yapıldığından bahsedilmektedir.
V.Mevzuatta Üçüncü Tarafa Güven Kavramı
Mevzuatta “Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair
Tedbirler Hakkında Yönetmelik” ile düzenlenen üçüncü tarafa güven kavramına ilişkin maddenin bazı hükümlerinde 02.01.2010 tarihinde değişiklik yapılmıştır. 11
Üçüncü tarafa güvene ilişkin maddenin son hali aşağıdaki gibidir.
Madde 21- (1) Finansal kuruluşlar; müşterinin, müşteri adına hareket eden kişinin
ve gerçek faydalanıcının kimliğinin tespiti ve iş ilişkisinin veya işlemin amacı hakkında bilgi
elde etme konularında, müşteriyle ilgili olarak başka bir finansal kuruluşun aldığı tedbirlere
güvenerek iş ilişkisi tesis edebilir veya işlem yapabilir. Bu durumda Kanun ve Kanuna ilişkin
düzenlemeler kapsamında nihai sorumluluk üçüncü tarafa güvenerek işlem gerçekleştiren
finansal kuruluşa aittir.
39
Tahir Cem BERİK - Ali Kemal YILDIRIM
(2) Üçüncü tarafa güvenilebilmesi; a) Üçüncü tarafın, kimlik tespiti, kayıtların saklanması
ve müşterinin tanınması kuralının gereklerini sağlayacak diğer tedbirleri aldığından, yurt
dışında yerleşik olması durumunda ise ayrıca aklama ve terörün finansmanıyla mücadele
alanındaki uluslararası standartlara uygun düzenleme ve denetlemelere tabi olduğundan, b)
Kimlik tespitine ilişkin belgelerin onaylı örneklerinin, talep edildiğinde üçüncü taraftan derhal
temin edileceğinden, emin olunması şartıyla mümkündür.
(3) Üçüncü tarafa güvenerek iş ilişkisi tesis eden veya işlem yapan finansal kuruluş
müşterinin kimlik bilgilerini üçüncü taraftan derhal alır.
(4) Finansal kuruluşların kendi aralarında müşterileri adına yaptıkları işlemler ile finansal
kuruluşların acente ve benzeri birimleriyle ana hizmet birimlerinin uzantısı veya tamamlayıcısı
niteliğindeki hizmetleri yaptırdıkları kişilerle olan ilişkileri, üçüncü tarafa güven ilkesi kapsamında
değildir.
(5) Üçüncü tarafa güven ilkesi, üçüncü tarafın riskli ülkelerde yerleşik olması durumunda
uygulanmaz.
FATF’ın 9. tavsiyesinde ülkelerin, müşterini tanı ilkesi kapsamındaki “kimlik tespiti yapmak
ve kimlik bilgilerini güvenilir, geçerli belge, veri ya da bilgiler kullanarak teyit etmek” ve “tesis
edilmek istenilen işlemin türü ve gerçekleştirme amacı hakkında bilgi edinmek” maddelerinin
yerine getirilmesini aracı kurumlara veya diğer üçüncü kişilere bırakmasına izin verebilecekleri
belirtilmektedir. FATF’ın 9. tavsiyesinde kullandığı “aracı kurum veya diğer üçüncü kişiler” ifadesinin Türkiye mevzuatına “başka bir finansal kuruluş” ifadesi olarak yer aldığı görülmektedir.
Kapsam yönünden bakıldığında finansal kuruluş, aracı kurum veya diğer üçüncü kişiye göre
daha dar bir kavramdır. Üçüncü tarafa güvenin Yönetmelik maddesi olarak yer almasına rağmen madde kapsamına finansal kuruluş dışındaki kuruluşların dahil edilmemesi, hem yapılan
düzenlemenin ve hem de FATF’ın 9. tavsiyesinin amacına aykırı olduğu değerlendirilmektedir.
Diğer taraftan, Yönetmeliğin 21. maddesinin devamında üçüncü taraf kavramının kullanıldığı
görülmektedir.12
Yönetmelik maddesinin 2. fıkrasının (a) bendiyle ilişkili olarak FATF’ın getirdiği koşul:
“Finansal kuruluşlar, üçüncü kişilerin, düzenleme ve denetlemelere tabi olduğundan ve
kimlik tespiti ve kayıtların tutulmasına yönelik tavsiyeler kapsamında müşterini tanı ilkesinin
gereklerini sağlayacak tedbirleri aldığından emin olmalıdırlar.”
şeklindedir. FATF üçüncü tarafın düzenleme ve denetlemelere tabi olması şartında yurtiçi yurtdışı ayrımı yapmamıştır. Yönetmeliğin ilgili bölümünde ise, üçüncü tarafın sadece yurt dışında
yerleşik olması halinde düzenleme ve denetlemeye tabi olma şartı aranmaktadır. Yurt içindeki
üçüncü tarafın düzenleme ve denetlemeye tabi olduğu dikkate alınarak düzenlemenin yapıldığı düşünülmektedir. Bu maddeye ilişkin düzenleme yapmamaları nedeniyle Avustralya, İtalya,
Birleşik Krallık (İngiltere) gibi ülkelerin durumları FATF’ın ülke değerlendirmeleri kapsamındaki
raporlarlarında yer almıştır. Bu ülkelere ilişkin eleştirilerde yurtiçi – yurtdışı finansal kuruluş
ayrımının yapılmadığı görülmektedir.
FATF 9. tavsiyesinde, kimlik tespiti, tesis edilmek istenilen işlemin türü ve gerçekleştirme
amacı hakkındaki bilginin derhal elde edilmesini şart koşmuştur. Yönetmelik maddesinin 3. fıkrasında ise konu “üçüncü tarafa güvenerek iş ilişkisi tesis eden veya işlem yapan finansal kuruluş
müşterinin kimlik bilgilerini üçüncü taraftan derhal alır” şeklinde düzenlenmiştir. İlgili fıkrada istenilen işlemin türü ve gerçekleştirme amacı hakkında herhangi bir bilgi yer almamıştır.
FATF 9. tavsiyesine ilişkin yayımladığı Açıklayıcı Notta bu tavsiyenin taşeron (outsourcing) ve acente ilişkileri ile finansal kuruluşların kendi aralarında müşterileri adına gerçekleştirdikleri işlemleri, hesapları, ilişkileri kapsamadığı belirtilmektedir. Yönetmelik maddesinin
4. fıkrasında ise bu konu “Finansal kuruluşların kendi aralarında müşterileri adına yaptıkları
40
Bankacılar Dergisi
işlemler ile finansal kuruluşların acente ve benzeri birimleriyle ana hizmet birimlerinin uzantısı
veya tamamlayıcısı niteliğindeki hizmetleri yaptırdıkları kişilerle olan ilişkileri, üçüncü tarafa
güven ilkesi kapsamında değildir” şeklinde düzenlenmiştir.
İlgili fıkradan, finansal kuruluşların kendi aralarında müşterileri adına yaptıkları işlemlerde karşı finansal kuruluşa ve finansal kuruluşların acente ve benzeri birimleriyle ana hizmet
birimlerinin uzantısı veya tamamlayıcısı niteliğindeki hizmetleri yaptırdıkları kişilerin yaptıkları
kimlik tespitine dayanarak işlem yapılamayacağı anlamı çıkmaktadır.
Ülke değerlendirmesinde kullanılan Metodoloji Belgesinde ise bu konunun şu şekilde
düzenlendiği görülmektedir.
“Aşağıda yer alan temel kriter ve ek unsurlar Tavsiye 9 metniyle ve Açıklayıcı Notla birlikte
okunmalıdır. Bu tavsiye aşağıdaki halleri kapsamaz.
a) acentenin – taşeron şirketin ana finansal kuruluşla belli bir sözleşme altında müşterini
tanı prosedürlerini uyguladığı acente ve taşeron ilişkileri
b) finansal kuruluşların kendi aralarında müşterileri adına yürüttükleri hesap, işlem ve iş
ilişkilerinde (bu ilişkiler 5 ve 7. tavsiyede ele alınmıştır)”
(A) fıkrasının sonunda çok önemli bir dipnot yer almaktadır. Bu dipnotta, müşterini tanı
prosedürlerinin bir sözleşme ile taşeron şirkete verildiği hallerde taşeron ya da acente finansal kuruluşun kendisiyle özdeş kabul edildiğinden 9 nolu tavsiyenin uygulanmayacağı belirtilmektedir. O takdirde bu madde kapsamında olmayan acente ve diğer birimlere uygulanacak
kuralların farklı olduğu anlamı çıkarılmalıdır. Mevzuatımızda, yanlış anaşılmalara sebebiyet
verilmemesi için taşeron ya da acentelerin durumlarına ilişkin açık bir düzenleme yapılması
gerektiği düşünülmektedir.
Yönetmelik maddesinin 5. fıkrasında yer alan konu FATF 9. tavsiyesine ilişkin yayımladığı “FATF tavsiyelerine hiç veya yeterince uymayan ülkelerle ilgili mevcut bilgileri dikkate alarak,
kriterleri yerine getiren üçüncü tarafın hangi ülkelerde esas alınacağının tespiti, her ülkenin
kendisine aittir” maddesiyle uyumludur. İlgili Yönetmeliğin 3. maddesinde yer alan riskli ülke
tanımı şu şekildedir:
“Riskli ülkeler: Aklama ve terörün finansmanının önlenmesi konusunda yeterli düzenlemelere sahip olmayan, bu suçlarla mücadele konusunda işbirliği yapmayan veya yetkili uluslararası kuruluşlarca riskli kabul edilen ülkelerden Bakanlıkça duyurulanları ifade eder.”
Maliye Bakanlığınca belirtilen kapsamda herhangi bir duyuru şimdiye kadar yapılmamıştır. Herhangi bir ülke hakkında böyle bir karar alınması da olası görülmemektedir. Dolayısıyla
bu fıkrada yer alan hükmün, finans sektöründe üçüncü tarafa güven ilkesinin uygulanmasında
sınırlayıcı olmadığı anlaşılmaktadır.
VI. Sonuç
Yapılan çalışmada üçüncü tarafa güven ilkesinin FATF tarafından çok iyi ifade edilmediği, ülkelerce iyi anlaşılmadığı, konunun yerel yasalarla FATF’in ve finans sektörünün beklentilerini karşılayacak biçimde düzenlenmesinde güçlükler yaşandığı gözlemlenmiştir. Üçüncü
tarafa güveni düzenleyen FATF’ın 9 numaralı tavsiye kararının, ülkelerin seçimine bırakılan tek
tavsiye kararı olması, ülkelerin bu konuda düzenleme yaparken güçlüklerle karşılaşmasında
rol oynayan önemli bir unsurdur. Üçüncü tarafa güvenerek işlem yapmayı yasaklayan Japonya, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerin, tavsiye kararına uymayı seçen ülkelere göre bu konuda
daha az sıkıntı yaşadıkları tespit edilmiştir.
41
Tahir Cem BERİK - Ali Kemal YILDIRIM
Kaynakça
1. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ, (2005), “Resolution 1617 - Threats to International Peace and
Security Caused by Terrorist Acts”, http://daccess-ods.un.org/access.nsf.
2. FATF, (2010), “Üçüncü Tur Karşılıklı Değerlendirme Raporları”, www.fat-gafi.org.
3. ---------,(2004), “FATF IX Special Recommendations”, www.fatf-gafi.org.
4. ---------,(2010) “FATF Public Statement”, www.fatf-gafi.com..
5. ---------, 2004, “Forty Recommendations”, www.fatf-gafi.org.
6. ---------, 2010, “Improving Global AML/CFT Compliance: On-going Process”, www.fatf-gafi.org.
7. ---------,2004, “Methodology for Assessing Compliance with the FATF 40 Recommendations and FATF 9 Special
Recommendations”, www.fatf-gafi.org.
8. SHIN, A. ve SHEAR, M. (2009), “Reflecting New Global Economic Order, More Expansive G-20 to Replace
G-8”, Washington Post, 25 Eylül 2009.
Dipnotlar
Uluslararası alanda Türkiye 1990’ların ortalarına kadar suç gelirlerinin aklanması konusunda yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. 19.11.1996 tarih ve 22822 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve tam adı “Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine, 2313 Sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunda, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda ve 178 Sayılı Maliye Bakancığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun” ile bu konuda düzenlemede yapılmıştır. FATF’ın 18 Şubat 2010 tarihli açıklamasında olduğu
gibi eleştiriler devam etmekle birlikte, içinde bulunduğumuz tarih itibariyle suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanının önlenmesi kapsamında önemli sayılabilecek ilerleme sağlandığı söylenebilir.
Bu konuda temel olarak şu düzenlemeler karşımıza çıkmaktadır:
• 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun (18.10.2006 tarih ve 26323 sayılı RG) ile
ilgili diğer kanunlar (5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 5326 sayılı Kabahatler
Kanunu, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu gibi)
• Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Tedbirler Hakkında Yönetmelik
(09.01.2008 tarih ve 26751 sayılı RG)
• Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine İlişkin Yükümlülüklere Uyum Programı
Hakkında Yönetmelik (16.09.2008 tarih ve 26999 sayılı RG)
• Aklama Suçu İncelemesi Hakkında Yönetmelik (04.08.2007 tarih ve 26603 sayılı RG)
• Mali Suçlar Araştırma Kurulu Genel Tebliğleri (5, 6, 7, 8 ve 9 Sıra Numaralı).
2
Nakit işlem bildirimine ilişkin Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Tedbirler
Hakkında Yönetmelik ile düzenleme yapılmasına rağmen Maliye Bakanlığı herhangi bir limit belirlemediği için uygulama alanı bulunmamaktadır.
3
Bu şekilde bir yapı oluşturulması 1973 yılındaki petrol krizi ve sonrasındaki küresel durgunluk nedeniyle gündeme
gelmiştir. 1970’lerde daha önce ikisi de maliye bakanı olan Fransız Valery Giscard d’Estaing ile Alman Helmut Schmidt
arasında yapılan görüşmelerin de bu yapının oluşmasında etkili olduğu söylenebilir. 1975 yılında Fransa, Almanya,
İtalya, Japonya, Birleşik Krallık ve Amerika hükümet başkanları G-6’yı kurmuşlardır. 1976’da Kanada da gruba katılmış, böylelikle G-7 ortaya çıkmıştır. 1998’de Rusya’nın katılmasıyla oluşan yapı G-8 olarak anılmaya başlanmıştır.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu G-20’nin 25 Eylül 2009 tarihli Pittsburgh zirvesinde, üye ülkelerin liderleri G20’nin
G8’in yerini alacağını vurgulamışlardır.
4
FATF’ın halen 33 ülke ve 2 bölgesel kuruluş olmak üzere toplam 35 üyesi bulunmaktadır. Ülkemiz, 24 Eylül 1991
tarihinde FATF’a üye olmuştur. Diğer üyeler: Arjantin, Avusturya, Avustralya, Belçika, Brezilya, Kanada, Danimarka,
Avrupa Komisyonu, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Körfez İşbirliği Konseyi, Hong Kong, Güney Kore, İzlanda, İrlanda, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Meksika, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Çin, Portekiz, Rusya, Singapur,
Güney Afrika, İspanya, İsveç, İsviçre, Birleşik Krallık, ABD. FATF daha fazla üye kabul etmek yerine FATF benzeri
bölgesel organların oluşturulmasını teşvik etmektedir. FATF benzeri bölgesel organlara Ortadoğu Kuzey Afrika Mali
Eylem Görev Gücü (Middle East & North Africa Financial Action Task Force - MENAFATF) örnek olarak verilebilir.
5
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 29 Temmuz 2005 tarih ve 1617 sayılı Kararı ile bu standardın tüm üye ülkeler
tarafından uygulanmasını teşvik etmiştir. Belirtilen kararın 7. maddesi bu konuya ayrılmıştır.
6
21. Tavsiye şu şekildedir: “Finansal kuruluşlar, FATF Tavsiyelerini uygulamayan yada eksik uygulayan ülkelerin vatandaşları, şirketleri ve finansal kuruluşları ile girecekleri iş ilişkilerine ve işlemlere özel dikkat göstermelidirler. Bu
işlemlerin görünürde hukuki ve ekonomik amacı yoksa, işlemlerin esası ve amacı araştırılmalı ve bulgular yetkili makamlara yardımcı olabilecek şekilde yazılı kayda geçirilmelidir. Bir ülke, FATF tavsiyelerine uymamaya ya da yeterince
uyum göstermemeye devam ederse, ülkeler buna karşı uygun tedbirleri almalıdırlar”.
7
Bu ülkeler: İran, Angola, Komoros, Libya, Sao Tome ve Principe, Sudan, Bahreyn, Kuzey Kore, Türkmenistan, Belarus ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. KKTC, 23-27 Şubat 2009 tarihinde yeni oluşturulan bu gözetim sisteminden
çıkarılmakla birlikte, gelişmelerin AB Komisyonu aracılığıyla izlenmeye devam edilmesi kararlaştırılmıştır. FATF’ın 18
Şubat 2010 tarihli bildirisinde bu kapsamdaki ülke sayısının 8 olduğu görülmektedir: İran, Angola, Kuzey Kore, Ekvator, Etiyopya, Türkmenistan, Pakistan ve Sao Tome ve Principe. Bildiriye göre uluslararası ekonomik ve siyasal düzen
1
42
Bankacılar Dergisi
için en ciddi tehdit İran’dır.
8
FATF’ın 5. Tavsiyesi müşterinin tanınmasına ilişkindir: Finansal kuruluşların, işlem tesis ederken, belirli bir miktarın üzerindeki elektronik fon transferleri gibi işlemleri gerçekleştirirken, aklama veya terörün finansmanı konusunda şüphe duyduklarında, daha önce elde edilen müşteri kimlik verilerinin yeterliliği veya doğruluğu hakkında şüphe
duyduklarında, müşterilerinin kimliklerini tespit ve teyit etmeleri ve üzere müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği tedbirleri
uygulamaları gerekmektedir.
Müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği tedbirler şunlardır: a) Kimlik tespiti yapmak ve kimlik bilgilerini güvenilir, geçerli belge, veri ya da bilgiler kullanarak teyit etmek
b) Finansal işlemlerden nihai yararlanıcı konumunda olan kimselerin (lehtarın) kim olduğunu belirlemek ve lehtarın
kimliğinin doğru olup olmadığı konusunda herhangi bir şüpheye yer vermemek. Tüzel kişiler ve ortaklıklarda mülkiyetin kime ait olduğunu ve bunların kontrolünün kimlerin elinde olduğunu belirlemek. c) Tesis edilmek istenilen işlemin türü ve gerçekleştirme amacı hakkında bilgi edinmek.
d) Yapılan işlemin, finansal kuruluşun müşterisine, işine, risk profiline ve gerektiğinde fon kaynaklarına dair bilgiler
ile uyumlu olmasını sağlamak bakımından müşteri konusundaki takip ve incelemeyi iş ilişkisi ve işlem süresince
sürdürmek.
9
5.4 - Mali kuruluşlar tüzel kişi olan müşterileri ve kuruluşlar için (a) İşlemi yapanın buna yetkili olduğunu ve kişinin
kimliğini tespit edip teyit etmelidir. (b) Tüzel kişi veya kuruluşun tüzel statüsünü teyit etmeli ve müşterinin isim, adres,
yasal konumu, yöneticileri ve tabi olduğu düzenlemeleri hakkında bilgi temin etmelidir.
5.5 - Mali kuruluşlar, lehtarın kim olduğunu belirlemek ve lehtarın kimliğinin doğru olup olmadığı konusunda herhangi
bir şüpheye yer vermemek için gerekli tedbirleri almalıdır.
10
FATF’ın 9. Tavsiyesinin Açıklayıcı Notunda, bu tavsiyenin taşeron ve acente ilişkilerini kapsamayacağı net bir şekilde
ifade edilmesine rağmen Yunanistan’a ait değerlendirme raporunun bu tavsiyeye ilişkin bölümünde sigorta acentelerine yer verilmesi FATF standardına aykırılık oluşturmaktadır. Bu durumun farklı üye ülke temsilcilerini içeren FATF
değerlendirme ekibinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
11
Mevzuatımızda Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Tedbirler Hakkında Yönetmelik ile düzenlenen üçüncü tarafa güvenin kavramı 09.01.2008 tarihli yönetmelikte şu şekilde düzenlenmiştir.
Üçüncü tarafa güven
MADDE 21- (1) Finansal kuruluşlar; müşterinin, müşteri adına hareket eden kişinin ve gerçek faydalanıcının kimliğinin
tespiti ve iş ilişkisinin veya işlemin amacı hakkında bilgi elde etme konularında, müşteriyle ilgili olarak başka bir finansal kuruluşun aldığı tedbirlere güvenerek iş ilişkisi tesis edebilir veya işlem yapabilir. Bu durumda Kanun ve Kanuna
ilişkin düzenlemeler kapsamında nihai sorumluluk üçüncü tarafa güvenerek işlem gerçekleştiren finansal kuruluşa
aittir.
2) Üçüncü tarafa güvenilebilmesi;
a) Üçüncü tarafın, kimlik tespiti, kayıtların saklanması ve müşterinin tanınması kuralının gereklerini sağlayacak diğer
tedbirleri aldığından, yurt dışında yerleşik olması durumunda ise ayrıca aklama ve terörün finansmanıyla mücadelede
etkin düzenleme ve denetlemelere tabi olduğundan,b) Kimlik tespitine ilişkin belgelerin onaylı örneklerinin, talep edildiğinde üçüncü taraftan derhal temin edileceğinden,emin olunması şartıyla mümkündür.
(3) Üçüncü tarafa güvenerek iş ilişkisi tesis eden veya işlem yapan finansal kuruluş müşterinin kimlik bilgilerini üçüncü
taraftan derhal alır.
(4) Üçüncü tarafa güven ilkesi;a) Üçüncü tarafın riskli ülkelerde yerleşik olması durumunda,b) Finansal kuruluşların
kendi aralarında müşterileri adına yaptıkları işlemlerde,c) Finansal kuruluşların acente ve benzeri birimleri ile ana
hizmet birimlerinin uzantısı veya tamamlayıcısı niteliğindeki hizmetleri yaptırdıkları kişilerle olan ilişkilerinde, uygulanmaz.
Yönetmeliğin 21 inci maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi ile dördüncü fıkrası 02.10.2010 tarihinde aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş ve maddeye 5. fıkra eklenmiştir.
“(2) a) Üçüncü tarafın, kimlik tespiti, kayıtların saklanması ve müşterinin tanınması kuralının gereklerini sağlayacak
diğer tedbirleri aldığından, yurt dışında yerleşik olması durumunda ise ayrıca aklama ve terörün finansmanıyla mücadele alanındaki uluslararası standartlara uygun düzenleme ve denetlemelere tabi olduğundan,”
“(4) Finansal kuruluşların kendi aralarında müşterileri adına yaptıkları işlemler ile finansal kuruluşların acente ve benzeri birimleriyle ana hizmet birimlerinin uzantısı veya tamamlayıcısı niteliğindeki hizmetleri yaptırdıkları kişilerle olan
ilişkileri, üçüncü tarafa güven ilkesi kapsamında değildir.”
“(5) Üçüncü tarafa güven ilkesi, üçüncü tarafın riskli ülkelerde yerleşik olması durumunda uygulanmaz.”
12
Yönetmeliğin 21. maddesi finansal kuruluşların müşterinin, müşteri adına hareket eden kişinin ve gerçek faydalanıcının kimliğinin tespiti ve iş ilişkisinin veya işlemin amacı hakkında bilgi elde etme konularında, müşteriyle ilgili
olarak başka bir finansal kuruluşun aldığı tedbirlere güvenerek iş ilişkisi tesis edebilecekleri veya işlem yapabilecekleri
belirtilmektedir. Görüldüğü üzere, Yönetmeliğin 21. maddesi FATF’ın 9. Tavsiyesinin b fıkrasında yer alan gerçek faydalanıcıya ilişkin hükümleri de içerecek şekilde genişletilerek düzenlenmiştir.
43
Yrd. Doç. Dr. Uğur SİVRİ
Esnek Döviz Kuru Rejiminde
Satınalma Gücü Paritesinin Testi
Yrd. Doç. Dr. Uğur SİVRİ*
Özet
Bu çalışmada satınalma gücü paritesinin esnek döviz kuru rejiminde testi amaçlanmaktadır. Bu amaçla 9 ülke baz alınarak hesaplanan, 9 ayrı reel döviz kuru serisinin durağanlığı
incelenmiştir. Durağanlık testleri, ADF ve PP gibi yaygın olarak kullanılan birim kök testleri
yanında, bu testlere nazaran daha iyi güç ve hacim özelliklerine sahip “M Testleri” kullanılarak
da gerçekleştirilmiştir. Test sonuçları reel döviz kurunun sabit bir ortalama etrafında durağan
olduğu hipotezini ret etmiş, buna karşılık serilerin önemli bir kısmının trend durağan olduğuna ilişkin güçlü kanıtlar sunmuştur. Reel döviz kurunun trend durağan olarak bulunmasını
Balassa-Samuelson etkisi ile açıklayan çalışmalar Papell ve Prodan (2003), Lopez, Murray ve
Papell (2005) olmasına karşın, Türkiye ekonomisi için sektörler arası verimlilik farkları analizi
bu etkiyi destekleme konusunda oldukça kırılgan bulgular vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Esnek kur rejimi, reel döviz kuru, satınalma gücü paritesi, BalassaSamuelson etkisi, birim kök testleri, M testleri.
1. Giriş
Döviz kurlarının izlediği seyrin değerlendirilmesine ve ülkeler arası gelir düzeyi karşılaştırmalarına olanak tanıması yanında pek çok döviz kuru modelinin teorik altyapısını oluşturması gibi nedenlerle satınalma gücü paritesi (PPP), uluslararası iktisat literatüründe üzerinde en
çok durulan hipotezlerden biridir. Hipotezi inceleyen ve bu amaçla zaman serileri verilerinden
yararlanan çalışmaların önemli bir kısmında ya reel döviz kurunun durağanlığının araştırıldığı
ya da nominal döviz kuru ile nispi fiyatlar arasındaki denge ilişkisinin incelendiği görülmektedir.
Bu çalışmalarda elde edilen sonuçların incelenen döneme, kullanılan yönteme ve seçilen döviz kuruna karşı hassas olduğunu söylemek mümkündür.
Yukarıda ifade edildiği gibi, PPP hipotezini test etmek için sıkça kullanılan yöntemlerden bir tanesi, reel döviz kurunun durağan olup olmadığının (birim kök içerip içermediğinin)
incelenmesidir. Ancak birim kök testleriyle PPP hipotezi incelenirken, hangi testin kullanılacağına karar vermek oldukça önemlidir. Reel döviz kurunun ortalamasına dönme eğiliminde
olmadığını ifade eden hipotezin ret edilememesi, kullanılan testin gücünün düşük olmasından kaynaklanabilir (Cheung ve Lai, 1998, s.604). Bu husus uluslararası literatürde PPP’yi
destekleyici kanıtlar bulunamamasının nedenlerinden biri olarak gösterilmiştir (Taylor, 2006,
s.6).
Bu çalışmada PPP’nin esnek döviz kuru rejiminde Türkiye ekonomisi için geçerli olup
olmadığının test edilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaçla ADF (Genişletilmiş Dickey-Fuller) ve
PP (Phillips ve Perron (1988)) gibi yaygın olarak kullanılan durağanlık testleri yanında, Ng ve
Perron (2001) tarafından geliştirilen ve geleneksel birim kök testlerine nazaran daha yüksek bir
güce ve daha az hacim çarpıklığına sahip M Testleri de kullanılacaktır.
Bu noktada, neden sadece esnek döviz kuru rejiminin hüküm sürdüğü bir dönem için
analizin yapıldığı sorusuna cevap verilmelidir. Şüphesiz PPP’nin teorik düzeyde geçerliliği döviz kuru rejiminden bağımsızdır. Fakat bazı uygulamalı çalışmalar bu düşüncenin aksi yönünde bulgular rapor etmişlerdir. Örneğin, Bissoondeeal (2008), PPP testinin döviz kuru rejimine
karşı hassas olduğunu ve mutlak PPP’yi destekleyen bulguların, esnek döviz kuru rejiminden
uzaklaşıldıkça azaldığını tespit etmiştir. Ayrıca farklı döviz kuru rejimlerinin hüküm sürdüğü dö* TC Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonometri Bölümü.
44
Bankacılar Dergisi
nemlere ilişkin datanın bir arada analize katılmasına şüpheyle yaklaşanlar da mevcuttur. Bunlardan Rogoff (1996, s.656) reel döviz kurunun, sabit döviz kuru rejimine kıyasla esnek döviz
kuru rejiminde daha fazla değişken olduğu tespitine atıfta bulunarak farklı rejimlere ait datanın
bir arada kullanılmasının ekonometrik analiz üzerindeki etkilerine dikkat çekmiştir. Ayrıca, Taylor (2006, s.7) esnek döviz kuru rejiminde PPP’nin geçerli olup olmadığına ilişkin tatminkar bir
fikir edinebilmek için sadece bu döneme ait data kullanılarak bir analiz yapılmasının gerekli olduğunu belirtmiştir. Bu tespit ve görüşlere bağlı olarak bu çalışmada yalnızca esnek döviz kuru
rejiminin hüküm sürdüğü bir dönem için PPP’nin geçerliliği araştırılacaktır. Bu amaçla 9 ülke
parasına göre hesaplanan, 9 ayrı reel döviz kuru serisinin durağanlığı incelenecektir. Çalışmanın geri kalan bölümü şu şekilde düzenlenmiştir: ikinci bölümde analizin temelini oluşturan
model tanıtılacak, üçüncü bölümde ise konu ile ilgili literatür taranacaktır. Dördüncü bölümde
M testleri ve bu testlerle ilgili istatistikler ile veri seti hakkında ayrıntılı bilgi verilecektir.1 Beşinci
bölümde bulgular sunulacak, altıncı bölümde ise sonuç kısmı yer alacaktır.
2. Model
Tek Fiyat Kanunu, ulaşım maliyetlerinin ve dış ticaret engellerinin olmadığı varsayımları
ile farklı ülkelerde satılan aynı malın, aynı para birimi cinsinden hesaplanan fiyatlarının birbirine eşit olacağını ifade etmektedir. Tek Fiyat Kanunu üzerine kurulu Mutlak Satınalma Gücü
Paritesi, aynı varsayımlar altında, tek bir malın değil bir sepette yer alan ve dış ticarete konu
olan tüm malların, farklı ülkelerde aynı para birimi cinsinden hesaplanan fiyatlarının birbirine
eşit olacağını ifade etmektedir:
(1)
P = NER × P * t
t
t
Burada Pt ve Pt * sırasıyla yurt içi ve yurt dışı fiyatları, NERt ise nominal döviz kurunu
(bir birim yabancı para karşılığında alınabilecek ulusal para miktarı) göstermektedir. (1) numaralı eşitlikte NERt yalnız bırakılırsa aşağıdaki ifadeye ulaşılır.
NERt =
Pt Pt*
(2)
Buna göre NERt yurt içi fiyatların, yurt dışı fiyatlara oranına eşittir. Bu eşitliğe bağlı olarak nominal döviz kurunun seviye değeri ve bu değerdeki değişimin öngörülebilmesi, PPP’ye
uluslararası iktisat literatüründe verilen önemin başta gelen nedenlerinden biridir. Örneğin, belirli bir dönemde, Türkiye’deki enflasyon oranının yüzde 8, Euro alanındaki enflasyon oranının
yüzde 3 olması halinde, (2) numaralı eşitlik TL’nin Euro karşısında yüzde 5 değer yitireceğini
öngörmektedir.
PPP’nin uzun dönemli bir ilişki olarak testi için aşağıdaki gibi tanımlanan reel döviz kurunun ( RERt ) zaman serisi özellikleri incelenebilir.
Pt*
RERt = NERt
Pt
(3)
RERt ortalamasına dönme eğiliminde ise PPP uzun dönemli bir ilişki olarak geçerli olacak, aksi halde ret edilecektir. Diğer taraftan, bir seride birim kök olması halinde, herhangi bir
şokun seri üzerindeki etkisinin sürekli olacağı ve serinin ortalamasına dönme eğiliminde olmayacağı bilinmektedir. Dolayısıyla RERt serisinde birim kök olup olmadığı incelenerek PPP’nin
uzun dönemli bir ilişki olarak geçerliliği test edilebilir.
45
Yrd. Doç. Dr. Uğur SİVRİ
3. Literatür Taraması
Uluslararası literatürde, Bretton-Woods sisteminden yıkılmasından bu yana PPP’nin geçerliliğini ve reel döviz kurunun istikrarlı olup olmadığını inceleyen zengin bir çalışma alanı
mevcuttur. Bu çalışmalar ile 1970’li yılların başında PPP’nin geçerliliğine duyulan güvenin,
1980’li yılların sonlarına doğru tamamen ortadan kalktığı, 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında ise en azından bir uzun dönem ilişkisi olarak bu güvenin tekrar kazanıldığı görülmektedir. Bu manada, reel döviz kurunun ortalamasına dönme eğiliminde olup olmadığının
incelendiği çalışmalar gibi, bu husustaki düşüncenin bizzat kendisinin, ortalamasına dönme
eğiliminde olduğu söylenebilir (Taylor, 2006, s.1).
PPP’yi Türkiye ekonomisi için de test eden pek çok çalışma mevcuttur. Bunlardan, Telatar ve Kazdağlı (1998), nominal döviz kurları ve nispi fiyatlar arasındaki ilişkiyi 1980:101993:10 dönemi için Engle-Granger (EG) koentegrasyon yöntemiyle incelemiş ve PPP’yi açık
bir biçimde ret etmişlerdir. Doğanlar (1999), EG ve Johansen-Juselius (JJ) koentegrasyon testleri ile nominal döviz kuru ve nispi fiyatlar arasındaki denge ilişkisini, ADF testiyle de reel döviz
kurunun durağanlığını 1980:Q1-1995:Q4 dönemi için araştırmışlardır. Sadece JJ koentegrasyon yönteminin kullanıldığı durumda PPP hipotezi desteklenmiştir. Sarno (2000), hesapladığı
4 ayrı reel döviz kuru serisinin hiç birinin durağan olmadığını DF testleriyle göstermiştir. Buna
karşılık ESTAR yönteminin uygulanmasıyla gerçekleştirilen doğrusal olmayan modelleme uzun
dönem PPP’nin geçerliliğine ilişkin güçlü kanıtlar sunmuştur. Esas olarak 2001 krizi öncesinde
TL’nin aşırı değerli olup olmadığını araştıran Civcir (2003), bundan önce PPP’nin geçerliliğini
birim kök testleri, Yarı Ömür (Half-Lives) Hesapları ve JJ koentegrasyon analiziyle incelemiştir.
1987:1-2000:12 dönemi için birim kök testleri ile ret edilen hipoteze koentegrasyon analizi ile
destekleyici kanıtların bulunması PPP’nin sadece zayıf versiyonunun desteklendiği şeklinde
yorumlanmıştır. Yazgan (2003), 1982:Q1-2001:Q4 dönemini kapsadığı ve JJ koentegrasyon
yöntemini kullandığı çalışmasında PPP’yi destekleyici güçlü kanıtlar sunmuştur. Erlat (2003),
1984:1-2000:9 dönemi için reel döviz kurlarının durağanlığını, aykırı gözlemlerin varlığını ve
deterministik terimlerdeki muhtemel kırılmaları dikkate alarak incelemiş ve ayrıca reel döviz
kuru serileri için ARFIMA modellemesi de yapmıştır. Test sonuçları incelenen serilerin genel
olarak ortalamalarına dönme eğiliminde olduğunu göstermiştir. Özmen ve Gökcan (2004),
1986:Q1-1999:Q4 dönemi için PPP ve UIP (Açık Faiz Paritesi) hipotezlerini JJ koentegrasyon
yöntemiyle araştırmışlardır. Ayrı ayrı ele alındığında ret edilen hipotezler birlikte test edildiğinde desteklenmiştir. Taştan (2005), farklı dönemler için farklı ülkeleri baz alarak hesapladığı reel
döviz kurlarının durağanlığını incelemiş ve test sonuçlarının kısmen de olsa, uzun dönem PPP
hipotezine güçlü destek verdiğini rapor etmiştir. Reel döviz kurlarının durağanlığının araştırıldığı bir başka çalışmada Kalyoncu (2009), 1980:Q1-2005:Q4 dönemi için kullanılan birim kök
testlerine bağlı olarak test sonuçlarının da farklılık gösterdiğini belirtmiştir.
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi PPP’nin geçerliliğini birim kök testleriyle inceleyen çok sayıda çalışma mevcuttur. Ancak reel döviz kurunda birim kök olup olmadığı incelenirken kullanılan testin istatistiksel gücü kritik bir öneme sahiptir. Bir seride birim kök olup
olmadığını test edecek pek çok yöntem olmasına karşın, bu testlerin iki önemli zayıflığa sahip
olduğu bilinmektedir. Öncelikle otoregresif polinomdaki bir kökün 1’e yakın fakat 1’den küçük
olması halinde pek çok testin gücü oldukça düşüktür. İkinci olarak, farkı alınmış serinin hareketli ortalama polinomunda negatif ve mutlak değer olarak büyük bir kökün olması halinde testlerin büyük bir kısmı ciddi hacim çarpıklığı (size distortion) ile karşı karşıyadır (Ng ve Perron,
2001, s.1519). Perron ve Ng (1996), öncelikle Phillips (1987) ve Phillips ve Perron (1988) testlerindeki hacim çarpıklığının nedenini araştırmışlar ve sıfır frekansta hata terimleri spektrum
(residual spectrum at frequency zero) tahmini için Kernel tabanlı tahminciler kullanılmasını söz
konusu bozukluğun nedeni olarak göstermişlerdir. Perron ve Ng (1996) ayrıca, PP Z a ve Z t
ve Bhargava (1986) R1 istatistiklerinde bazı değişiklikler yaparak 3 ayrı test önermişlerdir. Bu
testler “M Testleri” olarak isimlendirilmiştir. Perron ve Ng (1996), M testlerinin sıfır frekansta
hata terimleri spektrum tahmini için Kernel tabanlı tahminciler yerine otoregresif spektral (autoregressive spectral) tahmincilerle birlikte kullanılması halinde birim kök analizinin çok daha
sağlıklı bir biçimde yapılabileceğini ifade etmişlerdir. Örneğin hata terimlerinde negatif MA bile-
46
Bankacılar Dergisi
şeni olması halinde M testlerinin ADF testinden daha güçlü ve daha iyi hacim özelliğine sahip
olduğu simülasyonla gösterilmiştir.
İlk kez Elliott, Rothenberg ve Stock (1996) (bundan sonra ERS) tarafından önerilen ve
birim kök testinin gücünü önemli ölçüde artıran GLS trendden arındırma işlemi Ng ve Perron
(2001) tarafından M testleri için de önerilmiştir. Ng ve Perron (2001), bu şekilde hesaplanan M
testlerinin, gecikme uzunluğunun uygun bir biçimde seçildiği otoregresif spektral tahmincilerle
birlikte kullanılması halinde testin gücü ve hacminde ihmal edilemeyecek iyileştirmeler sağladığını göstermişlerdir. Bunun ardından gecikme uzunluğunun uygun bir biçimde nasıl seçilebileceği konusu ele alınmış ve AIC ve BIC gibi standart bilgi kriterlerinde bazı değişiklikler önerilmiştir. Söz konusu değişikliklere bağlı olarak önerilen kriterler Modifiye Edilmiş Bilgi Kriterleri
(MIC) olarak isimlendirilmiştir. MIC, standart bilgi kriterlerinden iki temel noktada ayrılmaktadır.
Öncelikle MIC serinin durağan olmadığını varsaymakta ve buna bağlı olarak durağan olmayan
otoregresif bir seride optimal gecikme uzunluğunun nasıl bulunabileceği sorusuna yanıt aramaktadır. İkinci olarak MIC’de ceza fonksiyonu stokastiktir. Diğer bir ifadeyle ceza fonksiyonu
serideki deterministik bileşene ve trendden arındırma işlemine bağlı olarak değişmektedir. Ng
ve Perron (2001), iki adımı bir araya getirerek optimal gecikme uzunluğu hesabında MIC’in
kullanılmasını ve M testlerinin GLS trendden arındırılmış seriler için yapılmasını önermişlerdir.
Ayrıca Ng ve Perron (2001), otoregresif spektral tahminci ile serinin uzun dönemli varyansı
hesaplanırken yine GLS trendden arındırılmış serilerin kullanılmasını önermişlerdir. Son olarak Ng ve Perron (2001), ERS “Point Optimal” testinde de bir düzeltme yaparak M testlerinin
sayısını dörde çıkarmışlardır.
4. Ekonometrik Yöntem ve Veri Seti
Ng ve Perron (2001) testlerinde kullanılan GLS trendden arındırma işlemi sadece sabitli
ve hem sabitli hem de trendli olmak üzere iki ayrı durumda ele alınır ve şu şekilde gerçekleştirilir:
y td = y t − bˆ0 − bˆ1t (4)
(4) numaralı denklemde yer alan t doğrusal zaman trendini, y td GLS trendden arındırılmış seriyi, b̂ 0 ve b̂1 ise aşağıdaki şekilde tanımlanan y serisinin, z serisi üzerine standart
EKK yöntemiyle koşulması neticesinde elde edilen katsayıları göstermektedir.
y = [y1 , (1 − a L) y 2 ,..., (1 − a L) y T ]
(5)
z = [z1 , (1 − a L) z 2 ,..., (1 − a L) z T ]
(6)
c
(7)
z t = (1, t ) ′ , a = 1 + T
(5) ve (6) numaralı eşitliklerdeki L gecikme işlemcisini ( Lyt = yt -1 ) , (7) numaralı eşitlikteki T ise gözlem sayısını göstermektedir. (5) ve (6) numaralı eşitliklerde görüldüğü gibi y
ve z vektörünün ilk gözlem değerleri değişmezken, diğer gözlem değerleri bir dönüşüme tabi
tutulmaktadır. Ayrıca trendin olmadığı durumda, hem (4) numaralı denklemde hem de z t vektöründe t değişkeninin olmadığını not etmek gerekir. ERS, c katsayısının sabitli denklemde
-7, sabitli ve trendli denklemde ise -13,5 olarak kullanılmasını önermişlerdir.
Seri GLS yöntemiyle trendden arındırıldıktan sonra, Ng ve Perron (2001) testlerini hesaplamak amacıyla öncelikle bir katsayı tanımlanır:
T
k=
∑(y
t =2
d
2
t −1
)
T 2 -1 d 2
d
MZa = (T ( yT ) - f 0 ) / (2k )
(8)
47
Yrd. Doç. Dr. Uğur SİVRİ
Söz konusu katsayıya bağlı olarak M testleri şu şekilde hesaplanabilir:
MZ td = MZad * MSB d
(9)
MSB d
= (k / f 0 )1/ 2
(10)
 (c 2 k − c T −1 ( y d ) 2 ) / f ,
z = (1)′ ise
(11)
PM
M
P
d
T
T
0
t
= 2
−1
d 2
(c k + (1 − c )T ( yT ) ) / f 0 , z t = (1, t )′ ise
(12
Yukarıdaki istatistiklerde yer alan yTd GLS trendden arındırılmış serinin son gözlem değerini, f 0 ise uzun dönemli varyans olarak da ifade edilen sıfır frekansta hata terimleri spektrum tahminidir. Bu tahmin için Ng ve Perron (2001)’in önerisi doğrultusunda aşağıdaki otoregresif spektral tahminciden yararlanılmıştır:
k
∆y td = b1 y td−1 + ∑ l i ∆y td−i + u t (13)
i =1
f0 =
s u2
k
(1 − ∑
lˆ ) 2
i =1
(14)
i
(14) numaralı eşitliğin sağ tarafındaki kesrin payı s
2
u
T
= ∑uˆt2 / T şeklinde hesaplanmışt =1
tır. (13) numaralı denklemdeki k, Ng ve Perron (2001)’un önerisi doğrultusunda modifiye edilmiş AIC (MAIC) vasıtasıyla şu şekilde hesaplanmıştır:
MAIC = −2(l / T ) + 2(q + t ) / T (15)
Burada l olabilirlik fonksiyonunun logaritmik değeri, q ise denklemde tahmin edilen
katsayı sayısıdır. (15) numaralı istatistiği, standart AIC kriterinden farklı kılan düzeltme faktörü
t şu şekilde hesaplanmaktadır:
bˆ12
t = 2
sˆ u
T
∑(y
t = k max +1
d
2
t −1
) (16)
(16) numaralı denklemdeki k max optimal gecikme uzunluğu hesabında kullanılan en uzun
gecikmeyi göstermektedir. (9)-(12) numaralar ile ifade edilen M testleri için kritik değerler Ng ve
Perron (2001, s.1524) Tablo 1’de rapor edilmiştir. Söz konusu testlerin tümü için, hesaplanacak
test istatistiğinin tablo değerinden küçük olması halinde birim kök hipotezi ret edilecektir.
Çalışmada aylık verilerle 2001 Mart-2009 Mayıs dönemi kapsanmış ve farklı ülkeler baz
yıl alınarak hesaplanan reel döviz kurunun durağanlığı incelenmiştir. Belirtilen döneme ilişkin
TL/ABD Doları, TL/Euro, TL/Danimarka Kronu, TL/İngiliz Sterlini, TL/İsveç Kronu, TL/İsviçre
Frangı, TL/Kanada Doları, TL/Norveç Kronu ve TL/Japon Yeninden oluşan nominal döviz kurları TCMB’den alınmıştır. Döviz kurları ilgili ayın ortalamasıdır. Aynı dönemi kapsayan ve tüketici fiyat indeksiyle ölçülen yurt içi ve yurt dışı fiyatlar ise OECD. Stat’dan temin edilmiştir. Reel
döviz kurları (3) numaralı eşitlik yardımıyla hesaplanmış ve logaritması alınmıştır. Bundan önce
2001 yılı Mart ayı baz dönem olacak şekilde tüm seriler ölçeklendirilmiştir.2
5. Bulgular
Aşağıdaki Tablo 1’de çalışmada kullanılan tüm reel döviz kurlarına ilişkin tanımlayıcı istatistikler, Şekil 1’de ise TL/ABD Doları ve TL/Euro reel döviz kurlarının grafiği verilmiştir. Diğer
serilerin grafikleri de benzer bir eğilim göstermektedir.3
48
Bankacılar Dergisi
Tablo 1: Reel Döviz Kurları İçin Tanımlayıcı İstatistikler
CAD
CHF
DKK
EURO
GBP
JPY
NOK
SEK
USD
Ortalama
0.829
0.838
0.876
0.884
0.798
0.672
0.872
0.848
0.696
S. Sapma
0.116
0.145
0.113
0.107
0.153
0.190
0.134
0.129
0.184
Skewness
1.268
0.587
0.643
0.681
0.549
0.819
0.838
0.356
0.979
Kurtosis
4.360
2.564
2.754
2.869
2.808
3.052
2.687
2.083
3.090
JB
34.2 a
6.48 b
7.08 b
7.73 b
5.12 c
11.0 a
12.0 a
5.56 c
15.8 a
N
99
99
99
99
99
99
99
99
99
Not: Tabloda yer alan CAD TL/Kanada Doları, CHF TL/İsviçre Frangı, DKK TL/Danimarka Kronu, EURO TL/Euro, GBP TL/İngiliz Sterlini, JPY TL/Japon Yeni, NOK TL/Norveç Kronu,
SEK TL/İsveç Kronu ve USD TL/ABD Doları reel döviz kurunu göstermektedir. JB serinin normal dağılıp dağılmadığını ölçen Jargue-Bera test istatistiğini, N ise gözlem sayısını göstermektedir. a b ve c ilgili istatistiğin sırasıyla yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 düzeyinde anlamlı olduğunu
göstermektedir.
Tablo 1’de görüldüğü gibi tüm serilerinin ortalaması ilk gözlem değeri olan 1’den küçük
olup 0.67-0.88 aralığında değişmektedir. Skewness istatistiği tüm serilerin sağa çarpık olduğunu, JB istatistiği ise, hiç bir serinin normal dağılmadığını göstermektedir. Ayrıca Şekil 1,
incelenen dönemde TL’nin, EURO ve USD karşısında reel olarak değer kazandığını göstermektedir.
ADF ve PP testleri yanında Ng ve Perron (2001) tarafından geliştirilen birim kök testlerinin sabitli durum için hesaplanan test istatistikleri Tablo 2’de verilmiştir:
49
Yrd. Doç. Dr. Uğur SİVRİ
Tablo 2: Birim Kök Test İstatistikleri (Sabitli)
Reel Döviz Kuru
Gecikme
ADF
PP
CAD
5
-0.719
-0.401
0.558
19.104
-2.941 b (1)
-1.846 (0)
CHF
5
-1.113
-0.620
0.557
17.367
-2.444 (1)
-1.820 (1)
DKK
5
-1.931
-0.877
0.454
11.515
-2.968 b (1)
-2.199 (1)
EURO
5
-2.215
-0.946
0.427
10.269
-3.116 b (1)
-2.321 (1)
GBP
5
0.664
0.439
0.660
32.356
-1.102 (2)
-1.008 (0)
JPY
5
-0.234
-0.190
0.810
36.980
-2.333 (1)
-1.675 (1)
NOK
5
-1.387
-0.636
0.459
13.201
-1.891 (2)
-1.932 (2)
SEK
2
-2.378
-0.845
0.355
8.957
-1.469 (2)
-1.563 (3)
USD
4
-0.340
-0.227
0.668
26.707
-1.457 (2)
-1.494 (1)
MZad
MZ td
MSB d
MPTd
Not: M Testleri için yüzde1, yüzde 5 ve yüzde 10 düzeyinde asimptotik kritik değerler
sırasıyla Mad için -13.8, -8.10 ve -5.70, MZ
M
Z td için -2.58, -1.98 ve -1.62, MSB d için 0.174, 0.233
M
P Td için ise 1.78, 3.17 ve 4.45’dir. M testlerinde kullanılan ve MAIC ile tespit edilen
ve 0.275, MP
gecikme uzunluğu, Gecikme başlıklı sütunda rapor edilmiştir. ADF testinde parantez içerisinde
verilen değerler Schwarz kriteri ile tespit edilen gecikme uzunluğudur. PP testinde parantez
içerisinde verilen değerler Newey-West (1994) yöntemi kullanılarak seçilen bant genişliğidir ve
otokovaryansların ağırlıklı toplamı Bartlett kernel fonksiyonu ile hesaplanmıştır. a b ve c ilgili istatistiğin sırasıyla yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 düzeyinde anlamlı olduğunu göstermektedir.
Tablo 2’de yer alan M test istatistikleri incelendiğinde birim kökü ifade eden boş hipotezin
hiç bir seri için ret edilemediği görülmektedir. PP test istatistikleri de bu sonucu desteklemektedir. Buna karşılık ADF testi CAD, DKK ve EURO serilerinin yüzde 5 anlamlılık düzeyinde durağan olduğunu göstermektedir. Aşağıdaki Tablo 3’de sabitli ve trendli durum için hesaplanan
birim kök test istatistikleri verilmiştir.
Tablo 3: Birim Kök Test İstatistikleri (Sabitli ve Trendli)
Reel Döviz
Kuru
Gecikme
ADF
PP
CAD
6
-25.831 a
-3.571 a
0.138 a
3.662 a
-4.078 a (1)
-3.321 c (2)
CHF
0
-13.641
-2.537
0.186
7.108
-3.862 b (1)
-3.134 (1)
DKK
0
-16.415 c
-2.820 c
0.171 c
5.824 c
-4.418 a (1)
-3.488 b (1)
EURO
0
-17.389 b
-2.914 b
0.167 b
5.450 b
-4.571 a (1)
-3.606 b (1)
GBP
2
-30.843 a
-3.925 a
0.127 a
2.963 a
-4.131 a (1)
-3.584 b(2)
JPY
5
-7.781
-1.789
0.230
12.177
-3.077 (1)
-2.186 (2)
MZad
MZ td
MSB d
MPTd
NOK
0
-16.318 c
-2.849 c
0.174 c
5.629 c
-4.777 a (1)
-3.276 c (0)
SEK
0
-17.821 b
-2.984 b
0.167 b
5.114 b
-4.601 a (1)
-3.804 b(1)
USD
2
-14.864 c
-2.619
0.176 c
6.764
-2.742 (3)
-2.179 (2)
50
Bankacılar Dergisi
Not: M Testleri için yüzde1, yüzde 5 ve yüzde 10 düzeyinde asimptotik kritik değerler sırasıyla için -23.8, -17.3 ve -14.2, için -3.42, -2.91 ve -2.62, için 0.143, 0.168 ve 0.185, için
ise 4.03, 5.48 ve 6.67’dir. Diğer hususlar Tablo 2’nin dipnotunda belirtildiği gibidir.
Tablo 3’de verilen M test istatistiklerinin Tablo 2 ile uyumlu olduğu durum sayısı pek
azdır. CHF, JPY ve kısmen USD için serilerinin birim kök içerdiği şeklindeki hipotez ret edilememiştir. CHF ve özellikle USD için boş hipotezin ret edilemediği durumlarda test istatistiklerinin asimptotik kritik değerlere çok yakın olduğunu not etmek gerekir. Diğer seriler için
hesaplanan M test istatistikleri ise Tablo 2’den tamamen farklı bir görünüm sergilemektedir.
Birim kök hipotezi CAD ve GBP için yüzde 1, EURO ve SEK için yüzde 5, DKK ve NOK
serileri için de yüzde 10 anlamlılık düzeyinde ret edilmiştir. Diğer bir ifadeyle söz konusu
serilerin trend durağan olduğu tespit edilmiştir. PP test istatistikleri tam olarak M testleriyle
elde edilen sonucu desteklerken, ADF testi diğer testlerden farklı olarak CHF serisinin de
yüzde 5 anlamlılık düzeyinde trend durağan olduğunu göstermektedir. Bu sonuçlar PPP
hipotezinin incelenen dönemde geçerli olduğuna ilişkin yeni kanıtlar sunmaktadır.
Reel döviz kurunun ortalama etrafında değil de trend etrafında durağan olması literatürde zaman zaman Balassa-Samuelson (BS) etkisi ile ilişkilendirilmektedir (Papell ve Prodan
(2003, s.4), Lopez, Murray ve Papell (2005)). BS etkisi dış ticarete konu olan sektörlerdeki
verimlilik artışının, dış ticarete konu olmayan sektörlerden daha yüksek olduğu düşüncesi üzerine kuruludur. Buna göre nispi olarak yüksek verimlilik artışı dış ticarete konu olan sektörlerde bir reel ücret artışını beraberinde getirecektir. Fakat söz konusu reel ücret artışlarının dış
ticarete konu olmayan sektörlere yansıması, bu sektörlerde ve dolayısıyla ekonomi genelinde
fiyatları artıracak, bu da reel döviz kurunun değerlenmesine neden olacaktır. Bu hususun Türkiye ekonomisinde reel döviz kurunun değerlenmesine neden olduğunu belirten çalışmalar
(TCMB (2006, s.35) ve Özçiçek (2006)) olduğu gibi bu açıklamayı ret eden çalışmalar (Yıldırım
(2007)) da mevcuttur. Söz konusu açıklamanın Türkiye örneğine ne kadar uyduğunu görmek
amacıyla imalat sanayi alt sektörlerinden Radyo, TV, Haberleşme cihazları imalatı (O1) ile taşıt
araçları ve karoseri imalatı (O2) açık sektörler; basım ve yayım imalatı (C1) ile gıda ürünleri
ve içecek imalatı (C2) ise kapalı sektörler olarak seçilmiştir.4 2001:Q2-2008:Q3 dönemi için
hem çalışan sayısı hem de çalışılan saat için verimlilik serileri hesaplanmıştır. Aşağıda çalışan
sayısı için her bir açık sektör verimliliğinin her bir kapalı sektör verimliliğine oranlanarak elde
edilen serilerin grafikleri verilmiştir.5
51
Yrd. Doç. Dr. Uğur SİVRİ
Şekil 2’de görüldüğü üzere basım ve yayım imalatı kapalı sektör olarak alındığında, hangi sektör açık sektör olarak alınırsa alınsın, açık sektördeki verimlilik artışı kapalı
sektörden daha yüksek değildir ve hatta daha düşüktür. Buna karşılık gıda ürünleri ve içecek imalatı kapalı sektör olarak alındığında açık sektörün seçimi önemli hale gelmektedir.
Radyo, TV, Haberleşme cihazları imalatı açık sektör olarak alındığında her iki sektörde
de verimliliğin yaklaşık olarak aynı oranda arttığı söylenebilir. Buna karşılık taşıt araçları
imalatı açık sektör olarak alındığında açık sektördeki verimlilik artışının kapalı sektörden
daha yüksek olduğu görülmektedir. Elde edilen sonuçların sektörlerin açık ve kapalı olarak
sınıflandırılmasına karşı hassas olduğu görülse de, verimlilik artışının dışa açık sektörlerde nispeten daha yüksek olduğu görüşünü destekleyecek güçlü kanıtlar bulunamadığı
söylenebilir.
6. Sonuç
PPP’nin esnek döviz kuru rejiminde geçerli olup olmadığının araştırıldığı bu çalışmada 9 ülke baz alınarak hesaplanan, 9 ayrı reel döviz kuru serisinin durağanlığı incelenmiştir. Durağanlık testleri ADF ve PP gibi yaygın olarak kullanılan birim kök testleri yanında, bu
testlere nazaran daha yüksek bir güce ve daha az hacim çarpıklığına sahip M Testleri kullanılarak da gerçekleştirilmiştir. Test denklemlerinde sadece sabit terimin olduğu durumda,
PP ve M testleri reel döviz kurlarının durağan olduğu hipotezini açık bir biçimde ret etmiş,
buna karşılık ADF testi yüzde 5 anlamlılık düzeyinde incelenen serilerden 3’ünün durağan
olduğunu göstermiştir. Test denklemlerinde hem sabit hem de trendin olduğu durumda ise
kullanılan tüm testler serilerin trend durağan olduğuna ilişkin önemli kanıtlar sunmuştur.
Reel döviz kurunun trend durağan olarak bulunmasının BS etkisi ile açıklanıp açıklanamayacağını görmek amacıyla imalat sanayi alt sektörleri dışa açıklıkları itibariyle incelenerek dışa açık ve kapalı olduğu düşünülen 2’şer alt sektör seçilmiştir. Her bir sektör için
hesaplanan çalışan başına verimlilik serileri ile açık sektördeki verimlilik artışının kapalı
sektörden daha yüksek olup olmadığı araştırılmıştır. Sonuçların sektörlerin açık ve kapalı
olarak sınıflandırılmasına karşı hassas olduğu görülse de, grafiksel analiz açık sektörlerdeki verimlilik artışının nispeten daha yüksek olduğu görüşünü destekleyecek güçlü kanıtlar sunmaktan oldukça uzak kalmıştır.
Kaynakça
 BHARGAVA, A. (1986), “On the Theory of Testing for Unit Roots in Observed Time Series”, Review of
Economic Studies, 53, s.369-384.
 BISSOONDEEAL, R.K. (2008), “Post-Bretton Woods Evidence on PPP under Different Exchange Rate
Regimes”, Applied Financial Economics, 18, s.1481-1488.
 CHEUNG, Y.W. ve LAİ, K.S. (1998), “Parity Reversion in Real Exchange Rates during the Post-Bretton
Woods Period”, Journal of International Money and Finance, 17, s.597-614.
 CİVCİR, İ. (2003), “Before The Fall, Was the Turkish Lira Overvalued?”, Eastern European Economics,
41, 2, s.69-99.
 DOĞANLAR, M. (1999), “Testing Long-Run Validity of Purchasing Power Parity for Asian Countries”, Applied Economics Letters, 6, s.147-151.
 ELLIOTT, G., ROTHENBERG, T.J. ve STOCK, J.H. (1996), “Efficient Tests for an Autoregressive Unit Root”,
Econometrica, 64, 4, s.813-836.
 ERLAT, H. (2003), “The Nature of Persistence in Turkish Real Exchange Rates”, Emerging Markets Finance And Trade, 39, 2, s.70-97.
 KALYONCU, H. (2009), “New Evidence of the Validity of Purchasing Power Parity from Turkey”, Applied
Economics Letters, 16, s.63-67.
 LOPEZ, C., MURRAY, J.C. ve PAPELL, H.D. (2005), “State of the Art Unit Root Tests and Purchasing Power
Parity”, Journal of Money, Credit, and Banking, 37, 2, s.361-369.
 NEWEY, W. ve WEST, K. (1994). “Automatic Lag Selection in Covariance Matrix Estimation,” Review of
Economic Studies, 61, s.631-653.
 NG, S. ve PERRON, P. (2001), “Lag Length Selection and the Construction of Unit Root Tests with Good
Size and Power”, Econometrica, 69, 6, s.1519-1554.
 ÖZÇİÇEK, Ö. (2006), “Türkiye’de Sektörler Arası Verimlilik Farkının Enflasyon ve Reel Kur Üzerindeki Et-
52
Bankacılar Dergisi
kisi”, Sosyal Bilimler Dergisi, 1, s.145-158.
 ÖZMEN, E. ve GÖKCAN, A. (2004), “Deviations from PPP and UIP in a Financially Open Economy: the
Turkish Evidence”, Applied Financial Economics, 14, s.779-784.
 PAPELL, D.H. ve PRODAN, R. (2003), “Long Run Purchasing Power Parity: Cassel or Balassa-Samuelson?”,
University of Houston Working Paper.
 PERRON, P. ve NG, S. (1996), “Useful Modifications to Some Unit Root Tests with Dependent Errors and
Their Local Asymptotic Properties”, Review of Economic Studies, 63, s.435-463.
 PERRON, P. ve NG, S. (1998), “An Autoregressive Spectral Density Estimator at Frequency Zero for Nonstationary Tests”, Econometric Theory, 14, s.560-603.
 PHILLIPS, P.C.B. (1987), “Time Series Regression with a Unit Root”, Econometrica, 55, 2, s.277-301.
 PHILLIPS, P.C.B. ve PERRON, P. (1988), “Testing for a Unit Root in Time Series Regression”, Biometrica,
75, 2, s.335-346.
 ROGOFF, K. (1996), “The Purchasing Power Parity Puzzle”, Journal of Economic Literature, 34, 2,
s.647-668.
 SARNO, L. (2000), “Real Exchange Rate Behaviour in High Inflation Countries: Empirical Evidence from
Turkey, 1980-1997”, Applied Economics Letters, 7, s.285-291.
 TAŞTAN, H. (2005), “Do Real Exchange Rates Contain a Unit Root? Evidence from Turkish Data”, Applied
Economics, 37, s.2037-2053.
 TAYLOR, M.P. (2006), “Real Exchange Rates and Purchasing Power Parity: Mean Reversion in Economic
Thought”, Applied Financial Economics, 16, s.1-17.
 TCMB (2006), Enflasyon Raporu 2006-II, Ankara.
 TELATAR, E. ve KAZDAĞLI, H. (1998), “Re-Examine the Long Run Purchasing Power Parity Hypothesis
for a High Inflation Country: The Case of Turkey 1980-93”, Applied Economics Letters, 5, s.51-53.
 TÜSİAD (2008), Türkiye Sanayiine Sektörel Bakış, Yayın no: TÜSİAD-T/2008–05/466, İstanbul.
 YAZGAN, M.E. (2003), “The Purchasing Power Parity Hypothesis for a High Inflation Country: a ReExamination of the Case of Turkey”, Applied Economics Letters, 10, s.143-147.
 YILDIRIM, A. (2007), “Samuelson-Balassa Hipotezi ve Reel Döviz Kuru: Türkiye, ABD, İngiltere, Fransa ve
Almanya için Sınanması”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, 44, 509, s.9-20.
Dipnotlar
ADF ve PP testlerinin yaygın bir biçimde kullanılıyor olması nedeniyle, bu çalışmada söz konusu testleri
tanıtıcı bilgi verilmeyecektir.
2
Ekonometrik analiz EViews 5.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır.
3
Veri seti yazardan istenebilir.
4
Alt sektörlerin dışa açık ve kapalı olarak sınıflandırılmasında iki orana bakılmıştır: sektör ihracatı/sektör
üretimi ve (sektör ihracatı+sektör ithalatı)/sektör üretimi. 2004 yılına ilişkin bu oranlar TÜSİAD (2008)’den
alınmıştır. Bu oranlar, sırasıyla, Radyo, TV, Haberleşme cihazları imalatı (O1) için yüzde 57 ve yüzde 146,
taşıt araçları ve karoseri imalatı (O2) için yüzde 44 ve yüzde 103; basım ve yayım imalatı (C1) için yüzde 2
ve yüzde 11 ve gıda ürünleri ve içecek imalatı (C2) için yüzde 11 ve yüzde 17’dir.
5
Hesaplanan saat başına verimlilik serisi de, çalışan başına verimlilik serisine benzer bir eğilim
göstermektedir.
1
53
Utku ALTUNÖZ
Parasal Aktarım Mekanizması
Utku ALTUNÖZ*
Giriş
1. Parasal Aktarım Mekanizması ve Aktarım Yolları
Para arz ve talebindeki değişmelerin toplam talebi etkilemesine yol açan mekanizmaya
parasal aktarım mekanizması denmektedir (Samuelson,1992,s.539). Diğer bir değişle, aktarım mekanizması parasal kesimi kredi, faiz, döviz kuru ve servet etkisi yoluyla reel kesime
bağlayan mekanizmadır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tanımına göre: “Para politikası
araçlarına yönelik alınan kararların çeşitli kanallarla toplam talebi ve bu şekilde üretim, tüketim
ve istihdam gibi reel ekonomik aktiviteleri etkilemesini sağlayan mekanizmadır. Kısa vadeli faiz
oranlarını para politikası aracı olarak kullanan merkez bankalarının faiz kararları ekonomiyi temel olarak dört kanal aracılığıyla etkilemektedir. Kısa vadeli faiz oranına ilişkin alınan kararlar;
beklentiler, faiz, varlık fiyatları ve döviz kuru yoluyla tüketici ve üreticilerin harcama, tasarruf ve
yatırım kararlarını şekillendirmekte ve bu süreç toplam talebi, dolayısıyla da ekonomik aktiviteyi ve enflasyonu etkilemektedir (TCMB Terimler Sözlüğü).
Özellikle son yıllarda ulusal ve uluslar arası iktisat literatüründe parasal aktarım mekanizmasına yönelik çalışmalarda artış olması dikkat çekmektedir. Federal Reserve Başkanı Bernanke, Gertler ile ortak çalışmalarında para politikasının ekonominin tamamına yönelik etkisinin net
olarak belirlenemediği belirtmektedir. Bernanke ve Gertler’e göre parasal aktarım mekanizması
kara kutu (black box) olarak nitelendirilmektedir (Bernanke/Gertler,1995, s.27-48). Para ile reel
değişkenler arasındaki aktarım, belli başlı üç yoldan gerçekleşmektedir (Şekil 1).
Şekil 1. Parasal Aktarım Mekanizması
İkame Etkisi
1-Menkul kıymetlerin piyasa değerindeki değişme yoluyla
2-Mal fiyatında değişme yoluyla
3-Fiyat-dışı kredi tayınlaması
Para piyasasında
dengesizlik
Nisbi fiyat
ve/veya servet
değerindeki
değişme
Harcamalar
Servet etkisi
1-Reel ankesdeki değişme yoluyla
2-Menkul kıymet değerindeki değişme yoluyla
Kaynak: Keyder, 2005.
* Finans Bank A.Ş. Yetkili.
54
Bankacılar Dergisi
Parasal aktarım mekanizmasının incelenmesinde iki adım tanımlanabilmelidir. İlk adım
para politikasındaki değişmelerin finansal piyasa koşullarına (Para piyasası faiz oranı, varlık
fiyatları, döviz kuru gibi) aktarımı ile ilgilidir. İkinci adım ise, finansal piyasa koşullarında değişmelerin gayri safi yurtiçi hasılayı ve enflasyonu nasıl değiştirdiğini tanımlar (Mishkin,1995,s.310).
Şekil 2: Parasal Aktarım Mekanizmasının İşleyiş Şeması
Rezervler
MB Faiz oranı
Temel para
Para arzı
Ödünç
verilen para
Göreli mal fiyatı
Piyasa faiz oranı
Mal fiyat düzeyi
Kur oranları
monetarist kanal
döviz kanalı
faiz oranı kanalı
servet kanalı
geniş kredi kanalı
sınırlı kredi kanalı
Maddi
teminatlar
Reel
kur
Toplam talep
Kaynak: Mishkin, 1995.
55
Utku ALTUNÖZ
Para arz ve talebini kontrol altında tutan kurumlar enflasyonu etkileyebilir mi? Klasik
iktisatçılara göre para politikası kararları faiz oranlarını ve likidite kararlarını etkiler. Bunlardaki
değişimler yurt içi reel sektör ekonomisine geçer ve böylece toplam talebi ve enflasyonu etkiler
(Christiano vd,1996,s.16-34).
Faiz oranı kanalı geleneksel Keynesyen IS-LM modellerine bağlıdır (Hubbard, Glenn,
1995, s.63). Ekonomilerde genişletici bir para politikasıyla para arzı arttırılırsa faizler düşer ve
bunun sonucu yatırımlar artar. Bu durumu aşağıda şekil yardımıyla açıklamaya çalışalım.
Şekil 3: Para Azı Artışı ve Yeni Denge
Yukarıda belirtildiği gibi para arzındaki değişmelerin faiz oranı yoluyla toplam talebi etkilediği süreçte iki aşama önem taşımaktadır. İlk olarak reel balanslardaki bir artış portföy dengesizliği yaratmakta; yani mevcut faiz oranı ve gelir düzeyinde insanlar arzu ettiklerinden daha
fazla para tutmaktadırlar. Bu, portföy sahiplerini diğer varlıkları alarak para tutumlarını düşürmeye yöneltir ve böylelikle varlık fiyatları ve getirileri değişir. Yani para arzındaki bir değişme
faiz oranlarını değiştirir. Firmaların ve hane halklarının istediklerinden fazla para tuttukları bu
durumda; tek bir hane halkı ya da firma fazla parası ile tahvil alarak, tuttuğu parayı azaltmak ve
tahvillerini arttırmak suretiyle parasal dengeye ulaşabilir. Ama, tek bir firma ya da hane halkının
yaptığını herkes birden yapamaz. Belli bir andaki toplam tahvil miktarı sabittir ve bu nedenle
herkes birden tahvil miktarını artıramaz. Herkes tahvil piyasasına girer ve istemediği paralarıyla tahvil almaya çalışırsa mevcut tahvillerin fiyatı yükselir ve faiz oranı düşer. Faiz oranının
bu belirleniş sürecine genellikle faizin likidite tercihi teorisi ya da bazen portföy miktarı teorisi
denir (Lipsey, s.s.228).
Ekonomilerde faiz, döviz ve servet kanallarının etkileri farklılık gösterebilirler. Örneğin, döviz kuru kanalı genellikle küçük-açık ekonomiler için daha önemli olurken, faiz oranı
kanalı kapalı bir ekonomi için muhtemelen anahtar kanaldır. Parasal aktarım mekanizmasını anlamanın yurt içi finansal piyasaların gelişmişlik derecesi ve derinliğinin değerlendirilmesine de gerek gösterdiği anlamına gelir. Sözünü ettiğimiz bu kanalları ayrıntılı olarak
inceleyelim.
I. Parasal Aktarım Mekanizması Kanalları
1.1. Faiz Kanalı
1.1.1.Faiz Hadlerindeki Değişimin Toplam Harcamalara Etkisi
Diğer şartlar aynı kaldığı sürece faiz oranlarındaki bir düşüş kredi alma maliyetlerini azaltacağı için yatırım harcamalarını arttıracaktır. Yatırım harcamaları ile faiz oranları arasındaki bu
ilişkiye yatırımın marjinal etkinliği denilmektedir.
56
Bankacılar Dergisi
Para arzındaki artış faiz oranlarının düşmesine ve yatırım harcamalarının artmasına neden olur. Para arzının azalması ise faiz oranlarının yükselmesine ve yatırım harcamalarının
azalmasına neden olur (Tunca, 2005, s.200-201).
Şekil 4: Aktarım Mekanizması’nın Denge Geliri Üzerindeki Etkisi
Üçlü grafikte para arzındaki bir değişiklik sonrasında denge reel GSMH düzeyini nasıl
etkileneceğini zincirleme olarak göstermektedir. Şeklin birinci bölümünde para arzındaki artış
faiz oranını düşürmekte ve ikinci bölümünde, düşen faiz oranı denge yatırım miktarının artmasına yol açmaktadır. Yatırım miktarındaki artışın toplam harcamaları arttırması ve sonuçta
denge reel GSMH düzeyinin artması ise Şekil 3’de görülmektedir.
1.1.2. Fiyatlardaki Değişmenin Milli Gelire Etkisi
Fiyatlarda meydana gelen bir artış kişilerin işlem amaçlı para taleplerini arttıracaktır. Eğer
bu durumda para arzı arttırılmazsa para talebi para arzını aşacak ve aktarım mekanizması devreye girecektir. Daha öncede belirttiğimiz gibi (Bkz. Şekil 5) para talebindeki bir artış sonucunda
kişiler ellerindeki tahvilleri satıp paraya çevireceklerdir. Artan tahvil arzı sonucu tahvil fiyatları
düşecek, buna bağlı olarak faiz oranları artacaktır. Faiz oranları kredi maliyetlerini arttıracağı için
yatırımlar azalacak ve toplam talep aşağı kayacak, bunun sonucunda milli gelir azalacaktır.
Şekil 5: Fiyatlardaki Değişme ve Yatırımlara Etkisi
1.1.3. Faiz Hadleri ile Döviz Kurları Arasında İlişki
Diğer şartlar aynı kaldığı sürece bir ülkede faiz oranları yükselirse, ülke parasının değeri artar, döviz kurları düşer. Yerli paranın değerlenmesi, yurt içinde üretilen yerli malları,
yabancı mallarına oranla daha pahalı hale getirmektedir (Mishkin, 1995, s.3-10). Bunun net
57
Utku ALTUNÖZ
ihracat üzerinde etkisi negatiftir ve azalan net ihracat sonuçta çıktının da azalmasına sebep
olmaktadır. Eğer faiz oranları düşerse bu kez ülke parasının değeri düşer, döviz kurları artar
(Tunca,1995,s. 208).
Likidite Tuzağı ve Aktarım Mekanizmasının Engellenmesi Durumu
Şekil 6: Likidite Tuzağı
Ekonomide faiz oranlarının düşebileceği en düşük düzeye inmiş olduğu ve para arzını
arttırarak faiz oranlarını daha fazla düşürmenin mümkün olmadığı durumdur. Keynes bu durumu spekülatif para talebi ile açıklamaktadır. Keynes’in yaklaşımında para talebinin ağırlıklı
noktası beklentilerdir. (Paya, 1998,s. 49) Keynes’e göre tahvil üzerinde yazılı faiz oranı sabit
olduğuna göre, tahvil fiyatları arttığında faiz haddi fiilen düşüyor demektir. Tahvil fiyatları ne
kadar yüksekse (faiz haddi ne kadar düşükse) halk spekülasyon güdüsü ile o kadar çok para
tutmak isteyecektir. Ancak faiz oranının düşeceği minimum bir sınır vardır. Faiz oranının belli
bir sınırın altına düşmesi beklenemez.
Kişiler faiz oranının tekrar yükseleceği beklentisi içinde olacaklarından aktif depolar dışındaki tüm varlıklarını nakit olarak tutarlar. Yani spekülatif para talebi tam esnek olacaktır. Ro
en düşük faiz oranıdır. Bu noktadan sonra para arzını arttırarak faiz oranı daha fazla düşürülemez. Bu durumda para politikasının milli gelir ve istihdamın yükseltilmesinde etkinliği sıfırdır
(Koç, 2001,s. 404).
1.2. Servet Etkisi Yolu İle Aktarım Mekanizması
Servet miktarındaki –bunun bir kısmı paradan oluşur- bir değişim, doğrudan kişilerin
harcamalarını, böylece de faiz oranlarında bir değişme gerekmeden ekonomik faaliyeti etkileyebilmektedir. Servet miktarı para arzındaki dalgalanmalar sonucu iki şekilde etkilenmektedir.
Fiyat düzeyindeki dalgalanmalar, kişilerin servetinin reel nakit bölümünü etkilemektedir.
Para arzındaki dalgalanmalar sonucu meydana gelen faiz oranı oynamaları, ikincil piyasadaki menkul kıymetlerin piyasa değerlerini ve böylece de, elde bulunan servetin piyasa
değerini etkileyebilmektedir. Bu durum literatürde tahvil servet etkisi olarak bilinmektedir (Keyder, 2005, s.393).
Toplam para arzı arttırıldığında, toplum kendini daha iyi hissederse, bazı birimler para
arzındaki artışın bir kısmını gömüleyerek daha yüksek bir likidite düzeyinde kalmaya karar
verebilir. Böylece para piyasasındaki servet etkisi dolaşımdaki artan para, aylak nakit rezervler
şeklinde emildiğinden mal, hizmet, ve aktiflerin dağılımına hiçbir şekilde müdahalede bulunmaz. Böylece para nihai harcama birimlerine ulaşmaz. Aşırı bir davranış şekli olarak toplum
dolaşımdaki ek nakdin tümünü gömülemeye karar verirse sonuçta ekonomide hiçbir etki hasıl
olmayacaktır. Bu durumda servet etkisinin para piyasasında varlığına karşın servet ve toplam
harcamalar arasındaki ilişki sıfır olabilir (Parasız, 1988, s.107).
58
Bankacılar Dergisi
1.3. Kredi Yolu İle Aktarım Mekanizması
Aktarım mekanizmasında kredinin rolü olup olmadığı uzun yıllardır tartışılan bir konudur. Kredi görüşü kredi piyasasındaki bilgi asimetrisinin önemi üzerinde durmakta ve bankalara aktarımda özel bir önem taşımaktadır. Kredi piyasalarında bilgi asimetrisi fon talep eden
borçlanıcının yatırım projesi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasından kaynaklanmaktadır.
Bilgi asimetrisi “ex-ante” ve “ex-post” olarak ortaya çıkabilir. Ex-ante bilgi asimetrisi ödünç veren kişi veya kuruluşun yüksek riskli ve düşük riskli borçlanıcılar arasında ayırım yapamadığı
zaman ortaya çıkar. Ex-post bilgi asimetrisi ise proje tamamlandıktan sonra projenin getirisi ile
ilgili bilgiye sadece borçlanıcının sahip olması durumunu ifade eder (Claus,Smith,1999, s.9).
Kredi yoluyla aktarım mekanizması bilançolar yolu ile ve banka kredileri yoluyla
işlemektedir.
Bilanço Kanalı:
Bilanço yoluyla aktarım kanalı, firmalara arz edilen kredi koşullarındaki eksik bilgilenme
(imperfect information) varsayımına dayanmaktadır. Finansal piyasalardaki eksik bilgilenme
sorunu ödünç verenlerin izleme maliyetlerini (monitoring cost) karşılamak için borç alıcılara
bir dış finansman primi ödetmesine neden olmaktadır. Buradan yola çıkarak bir firmanın daha
düşük bir finansman gereği yani yüksek iç finansman oranı dış finansman primini azaltmaktadır.
Bu noktada firmaların nakit akışı ve sahip oldukları varlıkların değeri borçlanma koşullarının
belirlenmesinde önemlidir (Arestis ve Sawyer, 2002).
Mesela faiz oranlarındaki bir yükselmenin hisse senetlerinin değerini düşürdüğünü
varsayalım. Bu, hem firmanın net değerini, hem de aldığı kredi karşılığı hisse senedi teminat
göstermiş ise, teminatlarının değerini düşürecektir. Böylece alabileceği kredi miktarı azalacaktır
Buradan yola çıkarak, borç alan firmaların bilanço değeri karşılaştığı dış finansman primini ve
aldığı kredinin koşullarını etkilediğinden, firmaların bilanço değerindeki dalgalanmalar yatırım
kararını etkileyecektir (Bernanke ,Getler, 1995,s.14). Parasal aktarım mekanizması içerisinde
düşük faiz oranlarına tepki olarak yatırım harcamaları bir artış göstermelidir. Yatırım harcamalarını arttırmayı planlayan firmalar bunu finanse etmek için genellikle bankalardan borç alırlar.
Ancak, düşük faiz oranlarında bankalar kredilerini arttırmada isteksiz davranabilirler. Hazine
bonosu alıp hükümete borç vermek isteyebilirler (Dornbush, Fisher,1994, s.128). Bu durumda
faiz oranlarındaki düşüş toplam talebi arttırarak çıktı üzerinde etkili olamaz.
Banka Kredi Kanalı:
Para iktisadı aktarım mekanizmasında para kanalından başka kredi kanalına da vurgu yapar. Kredi kanalında açık piyasa işlemleri veya karşılıklar direkt olarak bankaların kredi
arzlarını etkiler (Ramirez, 2004,s.363-369). Merkez bankası kredi hacmini ve kaydi para arzını
kontrol etmek için açık piyasa işlemlerine başvurabilir. Açık piyasa işleminden kasıt tahvil ve
hisse senedi alım-satımıdır. Özellikle de sermaye piyasası bakımından güçlü ülkelerde açık
piyasa işlemi oldukça gelişmiştir. Merkez bankası kredi hacmini kısmak isterse portföyünde
tuttuğu hisse senedi ve tahvillerin bir kısmını piyasada satışa çıkarır. Bu tahvil ve hisse senedini alanlar bedeli nakit olarak öderlerse bu nakitler bankalardaki mevduattan karşılanacaktır.
Eğer bedeli çekle öderlerse merkez bankası bu çekleri ilgili bankanın kendisine tuttuğu karşılık
hesaplarından indirecektir. Sonuçta piyasadan para çekilecek ve bankaların kredi açma
gücü azalacaktır. Merkez bankası tahvil ve hisse senedi satın alırsa piyasada para oranı artacak insanlar paralarını mevduat olarak tutacak ve bankaların kredi açma gücü artacaktır
(Şahin,1994,s.360-361). Merkez bankası doğrudan bankaların açabilecekleri kredilere tavan
koyabilir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde en etkili araçlardan biridir. Bankalarda nakit olsa
dahi bu sınırı aşamazlar. Kredi kanalı iki ana mekanizma üzerinden işler. Bu mekanizmalardan biri banka kredisi kanalı, diğeri ise bilanço kanalıdır. Banka kredisi kanalı; genişletici/
daraltıcı bir para politikası sonucu bankacılık sisteminin firmalar kesimine toplam kredi verme
yeteneğinin artması veya azalması şeklinde işler.
59
Utku ALTUNÖZ
1.4. Beklentiler Kanalı
Piyasa aktörlerinin gelecek dönemlere ait başta enflasyon olmak üzere ekonomik
şartlardaki değişim beklentileri aracılığıyla çalışan aktarım kanalıdır. Faiz oranlarının ekonomideki tüm bireyler tarafından bilinmesi/tahmin edilmesi bireylerin iktisadi davranışlarında etkili
olur. Mesela merkez bankalarının faiz indirimleri, bireyler için bir güven unsurudur. Bu güven
unsuru içinde kişiler çok daha rahat harcama yaparlar. İndirilen faizler bankaların kredi verme
maliyetlerini azaltır.
Toplam talebin artışı ekonomide kısmen fiyatlarda, kısmen de iktisadi faaliyette artış
yaratır. Bu artışın ne kadarının fiyatlara (yani enflasyona) yansıyıp ne kadarının miktara (yani
milli gelire) yansıyacağını arz koşulları belirler. Sonuç olarak beklentiler kanalı ülkenin risk primini belirleyen önemli bir faktördür.
Şekil 7: Risk Primi Göstergeleri
Kaynak:TCMB
Şekil 7’de görüldüğü gibi geçmiş yıllarda risk primi oldukça artan ülkemiz, 2008
global krizinde olumlu bir seyir izlemiştir. Buradan, beklentiler ile hedeflerin birbiriyle uyuştuğu
sonucu çıkarılabilir (Şekil 8).
Şekil 8: Enflasyona Dayalı Beklentiler
Kaynak:TCMB
60
Bankacılar Dergisi
Tablo 1: Aktarım Mekanizmasının İdeal İşleyiş Süreci
Kaynak:TCMB
II. Farklı İktisadi Akımların Parasal Aktarım Mekanizması Yaklaşımları
Parasal büyüklüklerle ilgili çalışmalar -özellikle 2008 sonbaharında daha da derinleşen
global kriz ile birlikte- faiz oranlarının gelişmiş ülkelerde teknik olarak ulaşabilecekleri en alt
düzeye ulaşmış olmaları ve bunun sonucunda geleneksel olmayan bir takım para politikası
araçlarına başvurulması sonucunda daha da önem kazanmıştır (Özdemir 2009,s.3).
Son yıllarda Parasalcı Okul ile Keynesyen Okul arasında aktarım mekanizması tartışmaları ciddi boyutlara ulaşmıştır. Paracı okula göre para stokunu belirleyen para çoğaltanı
hesaplanır ve hesaplanan para stoku ekonomide diğer değişkenleri belirleyebilir. Keynesyen
ve Post-Keynesyen görüşe göre ise bu düşünce yanlıştır. Çünkü para olgusu söylendiği gibi
61
Utku ALTUNÖZ
dışsal değil içseldir. dolayısıyla kontrol edilemez. Çünkü paranın banka sistemi tarafından para
otoritelerinin davranışlarından bağımsız olarak yaratıldığını iddia ederler.
Tüm bu tartışmaların yanında gerek Keynesyen Ekonomistler, gerekse Parasalcı Ekonomistler enflasyonun uzun vade için para politikası ile belirlendiğini kabul etmektedirler. Burada
para politikası geniş bir çerçeve olarak düşünülmelidir. Diğer bir uzlaştıkları nokta ise beklentilerle ilgilidir. Artık tüm ekonomistler enflasyon beklentilerinin, enflasyon dinamiklerini belirleyen değişken olduğu konusunda fikir birliği içindedir. Diğer bir uzlaştıkları konu ise para politikası kararlarının ekonomi üzerinde tam etkisini görebilmenin söz konusu varlık fiyatlarındaki
değişimi özetleyen ve böylelikle de bu değişimlerin toplam talep üzerindeki etkisini yansıtan
bir gösterge değişkene ihtiyaç olduğudur. Aynı zamanda paranın makroekonomik modellere
entegre etmenin zor olduğu konusunda da fikir birliği içindedirler (Özdemir, 2009, s.5).
2.1. Keynesyen Yaklaşımda Aktarım Mekanizması
Keynesyen likidite tercih teorisine göre likidite tuzağı bölgesi dışında faiz oranı para arzındaki değişmeye duyarlılık gösterir. Bu durum yatırımları etkileyerek çoğaltan yoluyla gelir
seviyesinin yükselmesine sebep olacaktır. Portföy yaklaşımına göre ise alternatif yatırım araçlarının nispi getirilerine portföy seçimini etkileyen tek faktör olarak bakılmaktadır.
Keynesyen yaklaşıma göre parasal aktarım mekanizması şu şekildedir. Para politikası
araçları sırası ile parasal tabanı, para arzını etkilemekte daha sonra da para arzındaki değişmeler faiz oranlarını, faiz oranlarındaki değişme önce yatırımları daha sonra hasılayı etkilemektedir. Kısacası Keynes’e göre para politikasının başarısı para talebinin faiz esnekliğinin
düşük, yatırım talebinin faiz esnekliğinin ise yüksek olmasına bağlıdır. Tersi durumda para politikasının reel sektör üzerindeki etkisi sınırlanır. Keynes para-faiz oranı yatırım ilişkisine önem
vermektedir. Nakit tuzağı bölgesi dışındaki faiz oranının para arzındaki değişikliğe duyarlılık
göstereceğini savunur.
2.2. Post-Keynesyen Yaklaşımda Aktarım Mekanizması
Post-Keynesyen okul; para arzının, dışsal değil içsel bir değişken olduğunu, bunun para
otoritesinin kontrolünde oluşturulmayıp sistemin içinde, fon talep edenler ve arz edenlerin etkileşimi sonucunda bankacılık ve finans sektörü kanalı ile meydana getirildiğini iddia ederek
Keynesyen Okulun bu konudaki görüşlerine katkıda bulunmuştur.
Bu anlayışa göre para söylenildiği gibi sadece rezervleri artırmak yolu ile yaratılmakta
aksine para yaratımı rezervlerin oluşmasına neden olmaktadır. Teoriye göre banka sistemi
kendisine gelen fon talebini karşılamak ve kendisine arz edilen fonları kullandırmak için rezervleri arttırmakta ve azaltmaktadır. Banka sisteminde belirleyici olan rezerv limitli değil, aksine
belirlenen rezerv miktarıdır. Banka kredisinde eğer kredi talebi varsa önce onun karlılığını
gözden geçirdikten sonra krediyi kullandırmaya karar verir. Ancak ondan sonra bu krediyi karşılamak için rezerv aramaya koyulur. Böylece, banka sistemi para otoritesinden rezerv temin
ederek para arzını belirler. Bu anlamda temel fark paranın içsel mi yoksa dışsal mı oluşundan
kaynaklanmaktadır (Seyrek, 2004, s.4). Özetle, Post Keynesyenlere göre parasal büyümenin
asıl kaynağı banka kredi sistemi olup bu durum makroekonomik aktivite tarafından belirlenmekte ve aktarım mekanizması şu şekilde işlemektedir. Önce ekonomik bireyler herhangi bir
ekonomik aktivite için özellikle yatırım aktivitesi için karar verirler. Sonra bütçelemeye göre
fon gereklerinin karşılanması yoluna giderler. Bunun için öz kaynaklara, veya ortaklığa yada
banka kredisine başvururlar. Bu yolla finansal varlık yaratılır. Finansal varlık nihayetinde banka
sistemine yada finansal sisteme ulaşır. Bu modern anlamda para ve benzerleri olarak ifade
edilen içsel paradır.
Bunun için yasal gereklerin yerine getirilmesi için banka sistemi para otoritelerinden rezerv sağlar ve böylece para yaratılmış olur. Bu anlamdaki para makroekonomik aktivitenin bir
fonksiyonudur. Tobin’in yeni görüş diye tanımladığı Keynesyen anlayışta para arzı fon sahip-
62
Bankacılar Dergisi
lerinin fon arz etme yatırımcıların fon talep etme davranışları sonucunda içsel olarak belirlenir
(Seyrek, 2004, s.5).
2.3. Parasalcı Aktarım Mekanizması
2.3.1. Fisher ve Wicksell
Aktarım konusunda Fisher ve Wicksell kısa dönemde aktarımın fiyatlar, uzun dönemde ise reel para stokundaki dalgalanmalar aracılığı ile olacağını iddia etmektedirler.
(Sargent,1973,s.159) Fisher kısa dönemli konjonktür hareketlerine neden olarak faiz oranlarının katı oluşunu savunmaktadır. Fakat uzun dönemde Fisher üretimin tam istihdam düzeyinde
gerçekleşeceğini ve para -harcama aktarım mekanizmasında önemli rolün reel nakit fonlar
tarafından üstlenileceğini savunur (Patkin,1965, s.128).
Wicksell de konjonktür hareketlerini dalgalanmaya bağlamıştır. Gerek Fisher gerekse
Wicksell aktarım mekanizmasının kısa dönem dinamik analizini göreli bir fiyat analizi üzerine
kurmuşlardır. Uzun dönem denge analizinde ise faiz oranı ve yatırım dalgalanmaları yerlerini
reel para depolarındaki dalgalanmaya bırakmıştır. Sonuçta Fisher ve Wicksell’e göre uzun
dönemde denge sağlanmasını reel ankesteki değişmelere bağlamıştır. Ancak iki teorisyen de
servet ve ikame etkisini etraflı bir biçimde açıklamamıştır (Keyder, 2005,s.398).
2.3.2.Friedman
Friedman’a göre para arzındaki hızlanma kısa dönemde faiz oranını düşürür. Bu likidite
etkisi kısa bir süre devam eder. Orta dönemde nominal gelirin artışını hızlandırır. Bu durum
ödünç verilebilir fon tutarını arttırır. Böylece faiz oranının yükselmesiyle başlangıçtaki likidite
etkisi gelir etkisiyle nötr hale gelir. Uzun dönemde ise fiyat ve fiyatlar üzerinde bekleyişler etkisi
oluşur. Para arzı artışı fiyatları yükseltir. Enflasyon artar ve kredi verenlerin daha yüksek nominal faiz talep etmelerine neden olurlar.
III. Türkiye’de 2008 Küresel Krizi Sonrasında Parasal Aktarım Mekanizması
3.1. Parasal Aktarım Mekanizması ile İlgili Literatür Taraması
Parasal aktarım mekanizması farklı ülkelerde farklı özellik gösterirler. Bunun en temel
nedeni ekonomik yapılardaki farklılıklardır. Bugüne kadar parasal aktarım mekanizması konusuyla ilgili dünyada ve Türkiye’de çeşitli çalışmalar yapışmıştır. Türkiye’de yapılan çalışmaların
sayıca az oluşu dikkat çekmektedir. Dünya genelinde yapılan banka kredi kanalı ile ilgili çalışmaların başlıcaları şu şekilde sıralanabilir:
İlki 1990 yılında Romer ve Romer tarafından yapılmıştır. (Romer, Romer, 1991,s.211213) Bernanke ve Blinder ABD için bilimsel bir çalışma yapmışlardır. Söz konusu çalışmada,
para politikası değişkeni olarak bankalar arası faiz oranı baz alınmıştır. Ayrıca, çalışma zenginleştirilmek için işsizlik oranı, tüketici fiyat endeksi ve bankaların bilançolarından seçilen üç değişken olan mevduatlar, menkul değerler ve kredilerden oluşan bir veri seti kullanmışlardır. Çalışmada elde edilen sonuçlar banka kredileri kanalı ile tutarlı olarak yorumlanmıştır. Avrupa’da
yapılan çalışmalara baktığımızda De Bondt Hollanda, İngiltere, Almanya, Belçika, Fransa ve
İtalya’ da çeşitli verilerle yaptığı çalışma sonucunda İngiltere ve Belçika dışındaki ülkeler için
banka kanalının varlığı sonucuna ulaşmıştır. Söz konusu çalışmada, De Bondt finansal liberizasyonun, tüketimin faiz oranı hassaslığını arttırdığı sonucuna da ulaşmıştır (De Bondt,1999).
Bu çalışma dışında Almanya’da banka kredi kanalını inceleyen Hulsewing, O., Winker, P. ve
Worms böyle bir kanalın varlığı sonucuna ulaşamamıştır (Winker, Worms, 2001).
Arcangelis ve Giorgio (Arcangelis, Giorgio,1999) İtalya için, Garretsen ve Swank
(GarretseniSwank,1998) de Hollanda için, Iturriaga (Iturrriaga, 2000) yirmi OECD ülkesi için
banka kredileri kanalının varlığını destekleyen sonuçlar ortaya koymuşlardır. Bunun yanında
Türkiye’de de istatistiksel çalışmalar yapılmıştır. Örnek (2009) parasal aktarım mekanizması
63
Utku ALTUNÖZ
kanallarının işleyişi ile ilgili çalışmasında Türkiye’de parasal aktarım mekanizmalarından banka
kredi kanalının ve hisse senedi kanalının çalışmadığı, faiz kanalı ile döviz kuru kanalının etkin
bir şekilde çalıştığı sonucuna varmıştır (Örnek,2009). Türkiye’de yapılan diğer bir çalışmada
Yülek banka kredi kanalının kısmen çalıştığı sonucuna ulaşmıştır (Yülek,1998). Gündüz’ de
yaptığı istatistiksel çalışmada Yülek ile aynı sonuçlara ulaşmıştır (Gündüz, 2001). Kasapoğlu,
merkez bankası uzmanlık tezinde Türkiye’de faiz artışlarının reel ekonomi üzerinde pek etkisi
olmadığı sonucuna varmıştır (Kasapoğlu, 2007). Daha güncel çalışmalara verilebilecek bir
örnek ise Öztürkler’e ait doktora tezidir (Öztürkler, 2002). Makro ekonomik verilere dayalı bu
çalışma sonucunda zayıf bir banka kredi kanalı olduğu sonucuna varılmıştır.
3.2. Türkiye’de Parasal Aktarım Mekanizması
Merkez bankalarının çoğu için en önemli görev fiyat istikrarını korumaktır. Türkiye’de de
2001 yılında yaşanan krizin ardından merkez bankası amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğunu açıklamıştır. Bunu başarabilmek için TCMB örtük enflasyon hedeflemesinin benimsenmesine karar vermiştir. Sonuç olarak enflasyonda hızlı bir düşüş süreci başlamıştır. Böylece,
para politikasının etkinliğini sınırlayan ve aktarım mekanizmasının işlemesi için engel teşkil
eden unsurların ortadan kalkması sağlanmıştır. Grafik 1 de 2001’den 2005 yılına kadar ki dönemde enflasyondaki düşüş gözlemlenebilmektedir.
Enflasyonun hızlı bir şekilde düşmesi, TCMB nin prestijini arttırmış, ülke risk priminin
düşmesi ile nominal ve reel faizler düşmüş ve ülkemizde yatırımlar artmıştır. 2006 yılından
itibaren örtük enflasyon hedeflemesinin yerini açık enflasyon hedeflemesi almıştır.
Türkiye’nin risk priminin istikrarsızlık dönemlerinde, Türk varlıklarından daha yüksek getiriler beklenmiştir. Diğer taraftan, faiz farkındaki bir artış, Türk varlıklarına olan talebi arttırmış
ve sermaye girişleri sonucu Türk lirasının reel olarak değer kazanmasına neden olmuştur.
Grafik 1 : Risk Primi, Reel Faiz ve Enflasyon Gelişmeleri
Kaynak:TCMB
Yaşanan finansal krizden sonra, Türkiye ekonomisi genelinde yaşanan yapısal gelişim
periyodunun parasal aktarım mekanizması üzerindeki etkilerine ilişkin belirsizliklerin devam
ediyor olması, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası açısından, bu konunun araştırılmasına
yönelik önemli bir gerekliliği ortaya koymaktadır. Para politikalarının ülke ekonomilerini etkileyebilmeleri için öncelikle faiz oranlarının mali sektörü harekete geçirecek güçte olması gerekmektedir. Türkiye politika faiz değişiklikleri özellikle tahvil ve bono piyasalarında etkili olmaktadır. Bu etki şekil 9’da daha açık görülmektedir.
64
Bankacılar Dergisi
“2009 yılının şubat ayından itibaren faizlerdeki düşüşün etkisiyle TL mevduatlarının yıllık
artış oranlarının yavaşlaması kurların etkisini dengelemiş ve bu aydan itibaren grafikten de
görüleceği üzeri M2Y artışı belirgin bir şekilde yavaşlamıştır. M2Y artışının, kamudan alacaklar, özel sektörden alacaklar, net dış varlıklar ve daha çok bankacılık sektörünün sermayesini
içeren diğer kaleminden oluşan bilanço karşılıklarına bakıldığında, küresel krizle birlikte özel
sektöre açılan kredilerin yavaşladığı, buna karşın kamudan alacakların M2Y genişlemesindeki
payının arttığı görülmektedi.” (Aktaş v.d.,2008).
Merkez Bankası’nın reel ekonomi üzerinde bir etkisi olabilmesi için, para politikası kararlarının öncelikle ekonomik birimlerin kararlarında rol oynayan piyasa faizlerini ve diğer finansal
değişkenleri etkileyebilmesi gerekmektedir. (Aktaş v.d.,2008) Bu da para stokunun büyüklüğüne bağlıdır. Küresel kriz sonrasında geniş para stokundaki gelişmelere Grafik 2 yardımı ile
bakabiliriz.
Grafik 2:Geniş Para Stoku ve Karşılık Kalemleri
Kaynak: Özdemir, 2009.
Türkiye’de diğer bir aktarım kanalı ise döviz kuru kanalıdır. Şekil 10’da döviz kuru kanalının işleyişi açıkça görülebilmektedir.
Şekil 9: Faiz Kanalı Şekil 10:Döviz Kuru Kanalı
Kaynak: Orak, 2005.
Döviz kurunda meydana gelen bir değişme, hem hasıla, hem de fiyat seviyesini değiştirmek suretiyle fiyat istikrarına etki yapabilmektedir. Özellikle ülkemizde bu kanalın işleyişi faiz
65
Utku ALTUNÖZ
oranlarının yükselmesi ile yerli varlıklara olan talebin artması şeklindedir. Yerli varlıklara artan
talep, sermaye girişlerini arttırmakta, bu durum Türk lirasını daha değerli hale getirmektedir.
Bu durum ihracatı ve buna paralel olarak toplam iç talebi azaltmaktadır. Buna paralel olarak
üretim azalmaktadır.
IV. Sonuç
Bu çalışma parasal kesimin faiz, servet ve kredi yolu ile reel kesime bağlandığını göstermiştir. Fakat faiz kesiminde likidite tuzağı durumu, servet kanalında toplumda dolaşması
gereken ek paranın tümüyle gömülenmesi, kredi kanalında ise krediler ile diğer borçlanma
enstrümanlarının, bankaların ve firmaları bilançolarında birbirlerinin tam ikameleri olması durumunda aktarım mekanizması çalışmayacaktır.
Türkiye’de parasal aktarım mekanizması kredi kanalının çalışmasına engel olan şartlar
gelişmemiştir. Özellikle finans piyasasının sığ oluşu, gelişmiş ülkelerdeki kadar çeşitli finansal enstrümanların var olmaması, parasal aktarım mekanizmasının kredi kanalının daha iyi
çalışmasına zemin hazırlamaktadır. Bu zamana kadar yapılan ekonometrik çalışmalardan da
anlaşılacağı üzere Türkiye’de faiz kanalı, beklentiler kanalı ve kredi kanalı etkin bir şekilde
işlemektedir.
Kaynakça
 ARCANGELIS, D. G. ve GIORGIO, D. G. (1999), “Monetary Policy Shocks and Transmission in Italy: A VAR
Analysis”, http://www.econ.upf.edu.
 ARESTIS, P. ve SAWYER, M. (2002), “Can Monetary Policy Affect the Real Economy?”www. econwpa.wustl.edu.
 BERNANKE B. ve GERTLER, M. (1995) “Inside the Black Box: The Credit Chanel of Monetary Policy Transmission”, Jounal of Economic Perspectives, Vol.9., No:4, s.27-48.
 BERNANKE, S.B. ve GERTTLER M.(1995), “Inside The Black Box:The Credit Channel of Monetary Policy
Transmission”,s.14, www.nber.org/papers.
 BLINDER, A.S. ve BERNANKE B.S. (1992) “The Federal Funds Rate and the Channels of Monetary Transmissio”,
The American Economic Review, 992, Vol:82,no.4.s.901-921, No:4, pp.901-921.
 CHRISTIANO L.J., EICHENBAUM, M. ve EVANS, C.L. (1996), “The Effects of Monetary Policy Shocks: Evidence
From the Flow of Funds”, Review of Economics and Statistics, 78, 16-34.
 CLAUS, I. ve SMITH, C. (1999), “Financial Intermediation and The Monetary Transmission Mechanism” Reserve
Bank Of New Zealand Bulletin, Vol:62, No:4.,s.9
 DORNBUSCH, R. ve FISHER, S. (1994), Macro Economics, Turkey: Mc Graw Hill, s.128.
 HUBBARD, R. G. (1995), “Is There a Credit Channel for Monetary Policy?”, Federal Reserve Bank St. Louis
Review, Vol. 77, No. 3, May/ June, 63.
 BONDT, G. (1999), “Credit Channels and Consumption in Europe: Empirical Evidence, BIS Working Papers,
No. 69.
 GARRETSEN, H. ve SWANK, J. (1998), “The Transmission of Interest Rate Changes and the Role of Bank
Balance Sheets:A VAR-Analysis for the Netherlands”, Journal of Macroeconomics, Vol 20, No:2.
 GÜNDÜZ, L. (2001), “Turkiye’de Parasal Aktarım Mekanizması ve Banka Kredi Kanalı”, İMKB Dergisi, Cilt:5,
Sayı;18.
 HULSEWING, O., WINKER, P. ve WORMS, A. (2001), “Bank Lending in the Transmission of Monetary Policy:A
VECM Analysis for Germany”, International University, School of Business Administration, Working Paper,
 KASAPOĞLU, Ö. (2007), “Parasal Aktarım Mekanizmaları: Türkiye İçin Uygulama” TCMB Uzmanlık Tezi, Ankara.
 KEYDER, N. (2005) Para, Teori ve Uygulama, 10.b., Ankara: Seçkin Yayınları, s.393-398
 KARACA, O. (2007), “Ekonomi Üzerine Yazılar, http//orhankaraca.blogspot.com .
 KOÇ, S. A. (2001), Müfettişlik Kılavuzu, İstanbul, Alfa Yayınları, s.404.
 ITURRIAGA, F. J. L. (2000), “More On The Credit Channel Of Monetary Policy Transmission: An İnternational
Comparison”, Applied Financial Economics, Vol 10.
 LIPSEY, R.G. vd, İktisat, İstanbul, Bilim Teknik Kitapevi,s.s.228.
 MISHKIN, F.S. (1995), “Symposium on the Monetary Transmission Mechanism”, Journal of Economic Perpectives, Volume 9, Number 4, s. 3-10.
 ORAK, M (2005) “Türkiye’de Para Politikasının Genel Çerçevesi ve Enflasyon Hedeflemesi Rejimi, TCMB, İzmir
Ekonomi Üniversitesi 25 Aralık 2005 Sunumu, s.49.
 ÖRNEK, İ. (2009) “Türkiye’de Parasal Aktarım Mekanizması Kanallarının İşleyişi”, Maliye Dergisi, Sayı 156.
66
Bankacılar Dergisi
 ÖZDEMIR, K.A. (2009) “Para Politikası, Parasal Büyüklükler ve Küresel Mali Kriz Sonrası Gelişmeler”, TCMB
Araştırma ve Para Politikası Genel Müdürlüğü Çalışma Tebliğ No:09/5, s.3-5.
 OZTÜRKLER, H. (2002), “The Monetary Transmission Mechanisms: The Empirical Application To The Turkish
Economy”, Doktora Tezi, Faculty of the College of Arts and Sciences of the American University.
 PARASIZ, İ. (1988), Para Politikası, Bursa,s.107.
 PATKIN, D. (1965), Money, İnterest and Prices, New York, Harper&Row Publisher,s.s.128.
 PAYA, M. (1998), Para Teorisi ve Para Politikası, İstanbul, Filiz Kitabevi. s.49.
 RAMIREZ, C.D. (2004) “Monetary Policy and Credit Channel in An Open Economy”, International Review of
Economics and Finance, Sayı:13,s.363-369.
 ROMER, C.D., ROMER, D. H. (1991), “New Evidence on the Monetary Transmission Mechanism” NBER
Brookings Papers on Economic Activity, Vol. 1, s. 149-198 ve 211-213.
 SAMUELSON, P.A. ve NORDHAUS, W.D. (1992), Economics, Singapore, Mc Graw Hill.ss.539
 SARGENT, T. (1973), Rational Expectation, the Rate of İnterest and Naturel Rate of Unemployment,
s.159.
 SEYREK, İ.(2004) Parasal Aktarım Mekanizması ve Para Politikası Aracı, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 1.s.s.3-5
 ŞAHIN, H. (1994), İktisada Giriş, Bursa, Ezgi Yayınları,ss.360-361.
 TUNCA, Z., Makroiktisat, İstanbul, Filiz Kitabevi,s.s.200-201.
 Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Terimler Sözlüğü http://www.tcmb.gov.tr.
 YULEK, A.M. (1998), Financial Liberalization and The Real Economy: The Turkish Experience, Capital Market
Board of Turkey, Publication No:110.
 AKTAŞ, Z. vd (2008), “Türkiye’de Para Politikasının Aktarımı:Para Politikasının Mali Piyasalara Etkisi,TCMB,
s. 2.
67
Orhan BEŞKÖK
“Finansal Kurumlar İçin Çevrenin Önemi ve Sürdürülebilirlik”
Konulu Konferans Açılış Konuşması
Orhan BEŞKÖK *
Birleşmiş Milletler Çevre Teşkilatının değerli mensupları, değerli Çevre Bakanlığı temsilcisi, yabancı ve yerli bankaların kıymetli temsilcileri, şahsım ve Türkiye Bankalar Birliği (TBB)
adına hepinize hoş geldiniz diyor ve saygılarımı sunuyorum.
Bugün burada TBB tarafından düzenlenen bu toplantıda bankalar ve finansal kurumlar için
“çevre” konusunu da gelişmiş haliyle finansal kurumların çevreyi ve içinde bulunulan toplumu da
dikkate alarak sürdürülebilir kalkınma modelindeki önemli rol ve sorumluluklarını konuşacağız.
Sayın katılımcılar iklim değişikliğinin ekonomiyi şekillendirdiği, tükenebilir kaynakların
hızla yok olduğu ve sürdürülebilir bir yaşamın devamlılığının ancak sistematik ve çoğulcu bir
kararlılıkla korunabileceği bir dönüm noktasında bulunuyoruz. Atmosferde insanoğlundan kaynaklı karbondioksit ve diğer sera gazları son 100 yıldır hızla artmaktadır ve eğer bu artış önlenemez ise bir dizi olumsuz iklim değişikliğinin oluşacağı ekonomiyi şekillendiren tüm paydaşlar
tarafından bilinmektedir. Sorunun yanıtı sürdürülebilir kalkınma modelinde yatmaktadır.
Sürdürülebilirliği kısaca “Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama gücünden ve yetkinliklerinden ödün vermeksizin karşılayan gelişme” olarak tanımlamak
mümkündür. Dolayısıyla sürdürülebilirlik büyürken, kalkınırken doğal ve kıt kaynakları, çevreyi, her türlü bitki ve canlıları gözetme ve koruma nosyonlarını içermektedir.
Günümüzde sürdürülebilirlik ve çevre konusu sadece bilim adamları veya kanun yapıcılar tarafından değil ekonominin tüm paydaşları tarafından dikkat edilmesi gereken özel önem
ve önceliğe sahiptir. Artan hızlı sanayileşme ve bunun getirdiği aşırı çevresel kirlilikler, doğal
kaynakların hızlı tükenişi her kesimin bu konuya duyarlı olmasını ve iş stratejilerinde bu konuları dikkate almasını zorunlu hale getirmektedir.
TBB sürdürülebilirlik ve temiz çevre konusunda çeşitli etkinliklerde bulunmaktadır. Bu
çerçevede, 2008 yılında, “Finansal Kurumlar İçin Çevre Bilincinin Oluşturulması Projesi” başlatılmış ve yıl içinde tüm bankalara yapılan katılım daveti ile bir Çevre Çalışma Grubu oluşturulmuştur. Bu Çalışma Grubu bankalar için önemli olan çevresel konuları inceleyerek ve
raporlayarak bu konuda duyarlılığın artması konularında çalışmaktadır. Yine bu çerçevede,
2009 yılında TBB’nin periyodik yayını “Bankacılar” Dergisinde “Finansal Kurumlar için Çevre
ve Sürdürülebilir Bankacılık” konulu bir makale yayınlanmıştır.
Değerli katılımcılar “hizmet sunucusu” olan bankacılık sektörü, fiziki mevcudiyetinden
dolayı kayda değer miktarda atık su, tehlikeli gaz emisyonları veya toksik üretmemektedir.
Dolayısıyla sadece iç faaliyetlerimize bakınca ve kendimize sınai faaliyetlerle karşılaştırınca çevreye olan etkilerin düşük seviyelerde olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, bankacılık sektörü kredilendirme faaliyetleri sırasında oluşan çevresel etkilerden dolaylı çevresel
etkilere sebep olmaktadır. Dolayısıyla finans sektörünün bu aşamada duyarlı davranması bekleniyor.
Bankacılık sektörünün sürdürülebilir kalkınmaya katkısı söz konusu olduğunda;
• Proje finansmanında çevresel ve sosyal riskin ele alınması, kredi karar verme sürecinde çevresel konuların gözetildiği sistematik bir yapının oluşturulması; çevreye
* Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı.
Konferansta yapılan sunumlara Türkiye Bankalar Birliği internet sitesinden (www.tbb.org.tr) ulaşılabilmektedir.
68
Bankacılar Dergisi
olumsuz etki yapacak yatırımların gerekli önlemler ve eylem planları alınmadan finanse edilmemesi yanında
• Kurumların çevre ve sosyal konuları dikkate alarak bu konularda olumlu atkı sağlayacak ürün ve servisler oluşturması; çevre, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği
yatırımlarının finansmanı; çevreye duyarlı fonlar, konut ve tüketici kredilerine çevre
temalı farklılıklar yaratılması gibi önlem, politika ve unsurlar sürdürülebilirliğe katkıda
bulunmaktadır.
Esas itibariyle finans sektörü geliştirdiği ve geliştireceği ürün ve hizmetler ile ülkelerin
sürdürülebilir kalkınma modelinde ve dünümüzün en önemli konusu olan düşük karbon ekonomisinin yaratılmasında çok özel ve önemli bir role sahiptir.
Gerçekleştireceğimiz bu Konferans da, Birleşmiş Milletler Çevre Teşkilatı Finans İnisiyatifi Başkanı Sayın Paul Clements-Hunt, Dünya Bankası, AFD, Çevre Bakanlığı, Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. yetkililerinin vereceği değerli bilgilerle global anlamda ve Türkiye’de bu konunun bankalar tarafından nasıl irdelendiğini öğrenme
şansına sahip olacağız. Bize yapacakları olumlu katkılar için değerli konuşmacılara şimdiden
çok teşekkür ediyorum.
69
Türkiye Bankalar Birliği
, **
2009 Yılında Türkiye’de Bankacılık Sektörü*
1. Genel Değerlendirme
Bankacılık sektörü 2009 yılında iyi bir performans göstermiş, ekonomik faaliyetin
finansmanına katkı sağlamıştır.
Küresel kriz Türkiye’de de finansal sektörü önemli ölçüde etkilemiştir. Mevduat, yatırım
ve kalkınma bankaları açısından bakıldığında, özellikle 2008 yılının son çeyreği ile 2009
yılının ilk çeyreğinde bilanço riskleri hızla artmış, yurtdışı kaynak imkanları daralmış, likidite
ihtiyacı yükselmiştir. Ancak, bankaların bilançolarının sağlam olması ve risklerin dengeli dağılması yanında, ilgili kurumlar tarafından alınan önlemler, etkin kamusal denetim ve başarılı
risk yönetimi sayesinde Türkiye’de bankacılık sistemi 2009 yılını güven içinde geçirmiş, kamuya sorun yaratmamış, yük olmamıştır. Aksine, ekonomik faaliyetin finansmanına destek
olmaya devam etmiştir.
Çok sayıda ülkede mevduata yüzde 100 garanti getirilirken, finansal kurumlara kamu
desteği sağlanırken, Türkiye’de mevduat güvencesinde değişikliğe ve bankalara kamu desteğine ihtiyaç duyulmamıştır. Öte yandan, ekonomik faaliyetin hızla daralması, işsizliğin artması
ve dış talebin azalması nedeniyle kredi riski artmış, kredi talebi özellikle yılın ilk yarısında ciddi
ölçüde daralmıştır. Buna karşılık, bütçe açığı nedeniyle büyüyen kamu kesiminin borçlanma
ihtiyacı çok büyük ölçüde bankalar tarafından karşılanmıştır.
Bankacılık 2009 yılında Türkiye’nin “en iyi hikayesi” olmuştur.
Bankacılık sektörü, 2009 yılında hem yurt içinde hem de yurt dışında anlatılan “Türkiye’nin iyi
hikayesi” olmuştur. Bankalar açısından bu durumu sağlayan ana neden sağlam ve sağlıklı bilanço
yapısı, güçlü özkaynaklar ve TL’ye duyulan yüksek güvendir. Bankaların kaynaklarının çok önemli
bölümü Türkiye’deki yerleşiklere ait mevduattır. Mevduatın üçte ikisini TL mevduat oluşturmuştur.
Yurtdışından sağlanan kredilerin bilanço içindeki payı yüzde 9 düzeyindedir. Özkaynaklar büyümeye devam etmiştir. Bankaların aktiflewri ürün ve müşteri açısından geniş yelpazede
bir dağılım göstermektedir. Toplam aktiflerin yüzde 48’ini krediler, yüzde 35’ini menkul kıymetler oluşturmuştur. Kredilerin yüzde 67’si kurumsal, yüzde 33’ü bireysel kredilerdir. Krediler ve
menkul değerler cüzdanı geleneksel bankacılık ürünlerini içermektedir, “zehirli varlık” yok denecek düzeydedir. Bankaların risklerinin tamamına yakını Türkiye’nin risklerinden oluşmuştur.
Büyüyen özkaynaklar, sağlıklı aktif dağılımı, yüksek likidite, düşen faiz oranı ile daha etkin risk
yönetimi, bankaların performansını olumlu yönde etkilemiştir.
Aktiflerin pasiflere göre daha uzun vadeli olmaları nedeniyle, faiz oranlarının düşmesi,
2009 yılında bankacılık sektörünün karını olumlu etkilemiştir. Kar hacmindeki artış özkaynaklardaki büyümeyi desteklemiştir. Yıllık bazda özkaynak karlılığı yükselmiştir.
Toplam aktifler, cari fiyatlarla yüzde 13 oranında büyüyerek 799 milyar TL (537 milyar
dolar) olmuştur. Toplam aktiflerin gsyih’ya oranı yüzde 84 düzeyindedir. Bilanço içinde, yabancı
para cinsinden aktiflerin payı 4 puan düşerek yüzde 27, yabancı para cinsinden pasiflerin payı
ise 3 puan düşerek yüzde 32 olmuştur.
Ekonomideki küçülme nedeniyle, kredi stokunun kalitesi azalmış; takipteki krediler artmıştır. Takipteki krediler için ayrılan karşılıklar karlılığı sınırlandırmıştır. Sorunlu kredilerin top* Mevduat bankaları ile kalkınma ve yatırım bankalarının verilerini içermektedir.
** TBB Bankacılık ve Araştırma Grubu tarafından hazırlanmıştır.
70
Bankacılar Dergisi
lam krediler içindeki payı yüzde 5,4’e yükselmiş, bunların yüzde 85’i için özel karşılık ayrılmıştır. Kredilerin toplam aktifler içindeki payı 2008 yılı sonuna göre 4 puan azalarak yüzde 48’e
gerilemiştir. Bireysel kredilerin toplam krediler içindeki payı yüzde 33 düzeyine yükselmiştir.
Menkul kıymetlerin toplam aktiflerdeki payı 6 puan artarak yüzde 35’e yükselmiştir. Duran aktiflerin toplam aktifler içindeki payı yüzde 3 düzeyindedir.
Toplam mevduat yüzde 12 oranında artarak 507 milyar TL olmuştur. Toplam mevduatın
toplam aktiflere oranı yüzde 64’tür. TL mevduatın ortalama vadesi 2,2 ay, yabancı para mevduatın ortalama vadesi ise 2,7 ay düzeyindedir. Yurtdışı bankalardan sağlanan kaynaklar 70
milyar TL (53 milyar dolar) ile toplam aktiflerin yüzde 9’u düzeyindedir: Bu kaynakların büyük
bölümü yabancı para cinsindendir.
Özkaynaklarda ve serbest sermayede büyüme devam etmiştir. Özkaynaklar 106 milyar
TL (72 milyar dolar), serbest özkaynaklar ise 79 milyar TL (53 milyar dolar) olmuştur. Özkaynakların toplam aktiflere oranı yüzde 13, sermaye yeterliliği standart rasyosu ise yüzde 20,9
düzeyindedir. Özkaynak karlılığı 2,8 puan artarak yüzde 18,3 düzeyinde gerçekleşmiştir.
Net dönem karı yüzde 52 oranında artarak, 19,5 milyar TL’ye yükselmiştir. Faiz gelirleri
yüzde 1, faiz giderleri ise yüzde 22 oranında daralmıştır.
Toplam nazım hesaplardaki artış yüzde 28 olmuştur.
Bankacılık sektöründe 2009 yılında dikkati çeken önemli gelişme, sermaye sahipliğine göre
oluşturulan banka gruplarının sektör paylarındaki değişme olmuştur. Kamu sermayeli bankaların
toplam kredilerdeki payı 3 puan, mevduat payı ise 1 puan, aktif payı ise 2 puan artmıştır.
Finansal kurumların piyasa değeri Aralık 2009 itibariyle, 2008 yılı sonuna göre yüzde
113 artarak 96 milyar dolar düzeyine yükselmiştir. Bankacılık sektörünün mali yapısının güçlü
olması ve karlılığının artmasının yanında, Türkiye’nin kredi notunun yükselmesi finansal kurumların piyasa değerinin artmasını sağlamıştır. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem
gören finansal kurumların piyasa değeri, hisseleri işlem gören tüm şirketlerin piyasa değerinin
yüzde 41’ini oluşturmuştur.
Mali Kurumların Piyasa Değeri (Milyar dolar)
Kredi kartı işlem hacmi yüzde 10 oranında artarak 205 milyar TL, banka kartı işlem hacmi
ise yüzde 21 oranında artarak 188 milyar TL düzeyinde gerçekleşmiştir.
İnternet bankacılığı müşteri sayısı 2009 yılında bir önceki yıl sonuna göre yüzde 15 artarak, 5,9 milyon kişiye yükselmiştir.
71
Türkiye Bankalar Birliği
2009 yılında, 32’si mevduat, 13’ü kalkınma ve yatırım, 4’ü katılım olmak üzere 49 banka
faaliyet göstermiştir. Sermayesinin yüzde 51’i veya daha fazlası yurtdışında yerleşik yatırımcılara ait olan mevduat bankalarının sayısı 17, kalkınma ve yatırım bankalarının sayısı ise 4
olmuştur. Yurtdışı yerleşik yatırımcılarla stratejik ortaklık anlaşması yapan dört banka dahil
edildiğinde, bu sayı 24’e yükselmektedir. Bankaların 13 tanesi Avrupa, 5 tanesi Ortadoğu, 4
tanesi ABD ve 1’er tanesi de Asya ve Afrika bölgesi kaynaklıdır.
Şube sayısında ve istihdamda 2003 yılında başlayan artış eğilimi 2009 yılında da, küresel krize rağmen sürmüştür.
AB ve Türkiye Bankacılık Sektörleri* (2008)
Kişi başına aktif (Euro)
Toplam aktifler/gsyih (yüzde)
Nüfus/personel sayısı
Nüfus/şube sayısı
Nüfus/ banka sayısı
AB27
Türkiye
84.711
337
149
2.092
58.550
5.453
77
389
7.640
1.459.531
* Mevduat, kalkınma ve yatırım bankaları ile katılım bankalarını içermektedir.
AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında, 2008 yılı verilerine göre Türkiye bankacılık sektörü aktif
büyüklüğü, AB27 içindeki on beşinci sıradadır. Kişi başına aktif, AB ortalamasında, Türkiye’den
16 kat daha büyüktür.
2002-2008 döneminde yaşanan istikrarlı büyümeye ve kredi arzındaki artışa rağmen,
Türkiye’de bankacılık sistemi, Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında oldukça küçük bir ölçeğe sahiptir.
2. Seçilmiş Göstergelerde Sektörün Görünümü
2.1. Büyüme
Mevduat bankaları bilanço büyüklüğü 2009 yılında ortalama yüzde 13 artış kaydetmiştir.
Yıllık Büyüme* (yüzde)
*Grafik ölçeği gösterim açısından sınırlandırılmıştır.
72
Bankacılar Dergisi
Sektörde faaliyet gösteren 32 mevduat bankasının 10 tanesi sektör ortalamasının üzerinde büyümüştür. Dokuz mevduat bankasının bilanço büyüklüğü yüzde 13’ün altında artarken, 13 mevduat bankasının bilançosu da küçülmüştür.
2.2. Karlılık
Mevduat bankalarının özkaynak karlılığı Aralık 2009 itibariyle ortalama yüzde 19,7 olmuştur. Altı banka ortalamanın üzerinde özkaynak karlılığı sağlamış, iki banka ise zarar etmiştir.
Özkaynak Karlılığı* (yüzde)
*Grafik ölçeği gösterim açısından sınırlandırılmıştır.
2.3. Sermaye Yeterliliği
Mevduat bankalarının sermaye yeterliliği ortalama yüzde 19,3 olarak gerçekleşmiştir. On
yedi bankanın sermaye yeterliliği oranı, ortalamanın üzerinde olmuştur.
Sermaye Yeterliliği* (yüzde)
* Grafik ölçeği gösterim açısından sınırlandırılmıştır.
2.4 Takipteki Alacaklar
Takipteki alacaklardaki artış eğilimi, yılın son aylarında duraklamıştır. Mevduat bankalarının takipteki alacaklarının yüzde 85’i için karşılık ayrılmıştır.
73
Türkiye Bankalar Birliği
Takipteki Krediler/Toplam Krediler* (yüzde, net)
* Grafik ölçeği gösterim açısından sınırlandırılmıştır.
Karşılık sonrası takipteki alacakların toplam kredilere oranı ortalama yüzde 0,9 olarak
gerçekleşmiştir. On yedi bankada bu oran, ortalamanın üzerinde gerçekleşirken; yedi bankada
sıfır olmuştur.
2.5. 2009 Yılında Bankacılık Sektörünü İlgilendiren Önemli Düzenlemeler
2009 yılında gerçekleştirilen ve bankacılık sektörünü ilgilendiren başlıca düzenlemeler
şunlardır:
1. 5941 Sayılı Çek Kanunu, Resmi Gazete’nin 20 Aralık 2009 tarih ve 27438 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. Kanun ile genel olarak, çek kullanım esasları zorlaştırılmış ve çek kullanımı
konusunda bankaların yükümlülükleri ağırlaştırılmıştır.
Kanun değişikliği sonrasında TCMB tarafından hazırlanan “Çek Defterlerinin Baskı Şekline, Bankaların Hamile Ödemekle Yükümlü Olduğu Miktar ile Çek Düzenleme ve Çek Hesabı
Açma Yasağı Kararlarının Bildirilmesine ve Duyurulmasına İlişkin 2010/2 Sayılı Tebliğ” Resmi
Gazete’nin 20 Ocak 2010 tarih ve 27468 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.
2. Kredi kartı borçlarının yeniden yapılandırılmasına imkan tanımak üzere 5915 Sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Resmi
Gazete’nin 7 Temmuz 2009 tarih ve 27281 sayılı nüshasında yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
3. Resmi Gazete’nin 16 Haziran 2009 tarih ve 27260 sayılı nüshasında yayımlanan 2009/15082
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Kararın
17’nci maddesinin b) bendinde yapılan değişiklikle, Türkiye’de yerleşik kişilere ortalama vadenin bir yıldan uzun ve kredi tutarının 5 milyon ABD doları ve üzerinde olması kaydıyla döviz
kredisi kullandırılması mümkün hale gelmiştir. Konuyla ilgili olarak uygulamaya ilişkin açıklamalara TCMB tarafından yayımlanan, 22 Haziran 2009 tarihli, 2009/YB-22 sayılı ve 8 Eylül 2009 tarihli,
2009/YB-28 sayılı Genelgeler’de yer verilmiştir.
Diğer taraftan, 32 sayılı Kararın 17’nci maddesinin b) ii) bendinde yapılan değişiklikle, bankalarca ihracatın, ihracat sayılan satış ve teslimler ile döviz kazandırıcı faaliyetlerin finansmanı için Türkiye’de yerleşik kişilere açılacak döviz kredilerindeki vade sınırı kaldırılmıştır.
Buna bağlı olarak, Resmi Gazete’nin 11 Temmuz 2009 tarih ve 27285 sayılı nüshasında yayımlanan 32 sayılı Karara İlişkin 2009-32/37 sayılı Tebliğ ile 2008-32/34 sayılı Tebliğ’in “Peşin
Döviz” başlıklı 8’inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklikle de peşin döviz, kredi
kapsamından çıkarılarak havale hükmü kazanmıştır.
74
Bankacılar Dergisi
Bunun dışında, Resmi Gazete’nin 24 Temmuz 2009 tarih ve 27298 sayılı nüshasında
yayımlanan, 32 Sayılı Karara İlişkin 2009/32-38 sayılı Tebliğ ile 2008-32/35 sayılı Tebliğin
8’inci maddesinde değişiklik yapılarak, altın, gümüş ve platin kredilerinde, Türkiye’de yerleşik müşteriye Türk lirası, yurtdışında yerleşik müşteriye ise Türk Lirası veya döviz ödenebilmesi mümkün hale gelmiştir.
4. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilen Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
bankaların kuruluş ve faaliyet izin belgelerinden alınan harçlar yükseltilmiş, ayrıca şubenin
bulunduğu yerleşim yeri nüfusu ile ilişkilendirilerek, şubeler için her yıl ödenecek yeni harçlar
getirilmiştir.
5. Resmi Gazete’nin; 16 Ekim 2009 tarih ve 27378 sayılı nüshasında yayımlanan Zorunlu
Karşılıklar Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair 2009/7 sayılı Tebliğ ile Türk
parası zorunlu karşılık oranı yüzde 6’dan yüzde 5’e düşürülmüş ve Resmi Gazete’nin 15 Aralık 2009 tarih ve 27433 sayılı nüshasında yayımlanan 2009/8 sayılı Tebliğ değişikliği ile bir
tesis döneminde tutulması gereken Türk parası zorunlu karşılıkların yüzde 10’unu aşmamak
koşuluyla eksik tutulan kısmının bir sonraki dönemde tutulmasına, fazla tutulan kısmın ise
bir sonraki dönem yükümlülüklerine sayılmasına imkan tanınmıştır.
Diğer taraftan, Resmi Gazete’nin 8 Ocak 2010 tarih ve 27456 sayılı nüshasında yayımlanan 2010/1 sayılı Tebliğ değişikliği ile de, bankalarca kullanılan kredilerden yurtdışı şubeler
nezdinde izlenenler de zorunlu karşılığa tabi hale gelmiştir.
6. İMKB tahvil ve bono piyasası işlemleri ile İMKB dışında gerçekleştirilen sabit getirili menkul kıymet alım satım işlemlerinin İMKB’ye bildirimleri ile ilgili olarak farklı bazlarda alınan
borsa payı ve tescil ücretlerinde indirim yapılmasına imkan veren 25 Aralık 2009 tarih ve
314 sayılı Genelge yayımlanmıştır.
7. Menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılmasında ve elde tutulması sürecinde elde edilen gelirler üzerinden yapılmakta olan tevkifat oranının dar mükellef gerçek kişi ve kurumlar için yüzde 0 olarak uygulanmasına olanak sağlayan Kanun
hükmü, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
3. 2009 Yılında Bankacılık Sektörü Gelişmeleri
3.1. Banka ve Şube Sayısı
1
Türkiye’de faaliyet gösteren banka sayısı 49’dur. Bunlardan 4 tanesi katılım bankalarıdır.***
Mevduat bankaları ile kalkınma ve yatırım bankalarının sayısı 2008 sonuna göre değişmemiş
ve 45 olmuştur.
Bankaların 32 tanesi mevduat bankası, 13 tanesi ise kalkınma ve yatırım bankasıdır.
Mevduat bankalarından 3’ü kamusal sermayeli, 11’i ise özel sermayeli bankadır. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesinde 1 banka bulunmaktadır. Yurtdışı yerleşiklerin yüzde
51 ve daha fazla oranda paya sahip oldukları yabancı sermayeli mevduat bankalarının sayısı
17 olmuştur. Kalkınma ve yatırım bankalarının 3’ü kamu sermayeli, 6’sı özel sermayeli ve 4’ü
yabancı sermayeli bankadır.
Küresel dalgalanmaların olumsuz etkisine rağmen, sektörün güçlü sermayesi, sağlıklı
bilanço yapısı ve artan karlılık sonucu, şube sayısı 2009 yılında kalkınma ve yatırım bankaları
hariç bütün banka gruplarında artmıştır. Toplam şube sayısı 246 adet artarak 9.036’ya yükselmiştir.
1
Katılım bankaları hakkında detaylı bilgiye www.bddk.org.tr ve www.tkbb.org.tr adreslerinden ulaşabilirsiniz.
75
Türkiye Bankalar Birliği
Banka ve Şube Sayısı*
2002
2008
2009
Banka
Şube
Banka
Şube
Banka
Şube
40
3
20
2
15
14
3
8
3
54
6.087
2.019
3.659
203
206
19
4
12
3
6.106
32
3
11
1
17
13
3
6
4
45
8.741
2.416
4.290
1
2.034
49
23
12
14
8.790
32
3
11
1
17
13
3
6
4
45
8.991
2.530
4.390
1
2.070
45
23
15
7
9.036
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fondaki bankalar
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Yabancı bankalar
Toplam
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği (TBB)
* K.K.T.C ve yabancı ülkelerdeki şubeler dahil.
Şube sayısı mevduat bankaları grubunda 250 adet artarken, kalkınma ve yatırım bankaları grubunda 4 adet azalmıştır. Şube sayısı, özel sermayeli mevduat bankalarında 100 adet,
kamu sermayeli mevduat bankalarında 114 adet ve yabancı sermayeli mevduat bankalarında
36 adet artmıştır.
3.2. Personel Sayısı
Şube sayısına benzer şekilde, çalışan sayısı da 2009 yılında artmaya devam etmiştir.
Çalışan sayısı, kamu sermayeli mevduat bankalarında 1.523, özel bankalarda 113 kişi artarken,
yabancı bankalarda 891 kişi, Fon bankasında ise 6 kişi azalmıştır.
Çalışan sayısı, kalkınma ve yatırım bankalarında 66 kişi artmıştır.
Bankacılık Sisteminde İstihdam
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fondaki bankalar
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Yabancı bankalar
Toplam
2002
2008
2009
118.329
40.159
66.869
5.886
5.416
4.942
4.174
691
77
123.271
166.325
43.333
82.158
267
40.567
5.273
4.146
794
333
171.598
167.064
44.856
82.271
261
39.676
5.339
4.165
842
332
172.403
Kaynak: TBB
Banka çalışanlarının yüzde 97’si mevduat bankaları, yüzde 3’ü kalkınma ve yatırım
bankaları tarafından istihdam edilmiştir.
Bankacılık sektöründe personelin yüzde 26’sı kamu sermayeli mevduat bankalarında,
yüzde 48’i özel sermayeli mevduat bankalarında ve yüzde 23’ü yabancı sermayeli bankalarda
çalışmaktadır.
76
Bankacılar Dergisi
Banka Başına Şube ve Çalışan Sayısı
Şube
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fondaki bankalar
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Yabancı bankalar
Toplam
Çalışan
2002
2008
2009
2002
2008
2009
152
673
183
102
14
1
1
2
1
113
273
806
90
1
120
4
8
2
4
195
281
843
399
1
122
3
8
3
2
201
2.958
13.386
3.343
2.943
361
353
1.391
86
26
2.283
5.198
14.444
7.469
267
2.386
406
1.382
132
83
3.813
5.221
14.952
7.479
261
2.334
411
1.388
140
83
3.831
Kaynak: TBB
2009 yılında şube sayısında, serinin izlenmeye başladığı 1961 yılından bu yana en yüksek
düzeye ulaşılmış; personel sayısında ise 1999’dan sonraki en yüksek istihdam gerçekleşmiştir.
Şube ve Personel Sayısı (2002-2009)
3.3. Bilanço büyüklüğü
Toplam aktifler, 2009 sonu itibariyle, bir önceki yıla göre yüzde 13 artarak 799 milyar
TL’ye (537 milyar dolar) yükselmiştir. Dolar bazında artış yüzde 16 oranında gerçekleşmiştir.
Toplam aktiflerin gsyih’ya oranı 10 puan artarak yüzde 84 olmuştur.
Toplam Aktifler (Milyar dolar) ve Gsyih’ya Oranı (yüzde)
77
Türkiye Bankalar Birliği
Toplam aktiflerde büyüme mevduat bankaları grubunda, kamu sermayeli bankalarda
yüzde 20, özel sermayeli bankalarda yüzde 12 ve yabancı sermayeli bankalarda ise yüzde 3
düzeyinde gerçekleşmiştir. Kalkınma ve yatırım bankalarının bilançolarındaki artış hızı yüzde
18 olmuştur.
Toplam Aktifler, Aralık 2009
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fondaki bankalar
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bankaları
Toplam
Milyon
TL
Milyon
dolar
Yüzde değ.
TL
Yüzde değ.
dolar
771.512
249.976
413.241
807
107.488
27.021
798.533
518.733
168.074
277.846
542
72.270
18.168
536.901
13
20
12
-3
3
18
13
16
23
14
-1
5
21
16
Kaynak: TBB
Toplam aktiflerin TL bazında yıllık büyüme hızı yılın tamamında yavaşlamış ve yüzde
26’dan yüzde 13’e gerilemiştir. Bu gelişmeyi etkileyen ana faktörler, özellikle 2009 yılının ilk
yarısında, ekonomik faaliyetin yavaşlaması nedeniyle çalışma ve yatım amaçlı nitelikli kredi
talebinin daralması, kamunun borçlanma ihtiyacının artması, kredi riskinin yükselmesi nedeniyle bankaların daha ihtiyatlı davranmaları, ve yurtdışından kaynak kullanımının azalması
etkili olmuştur. Öte yandan, BDDK ve Merkez Bankası tarafından alınan önlemler sayesinde
bankaların likidite kaygıları azalmış, kredi kalitesi yüksek müşterilere tek haneli faiz oranı ve
uzun vadeli kredi arzının arttırılmasında ciddi bir rekabet yaşanmıştır.
Mevduat, en önemli kaynak olma niteliğini sürdürmüştür. Yurtdışı borçlanmanın daha
sınırlı hale gelmesi ve maliyetinin görece yüksek olması nedeniyle, bankalar yurtdışından kaynak teminini azaltmışlardır.
Başlıca Bilanço Kalemlerinde Değişme (Milyon TL)
Varlıklar
Aralık 08-Aralık 09
Likit aktifler
Menkul değerler cüzdanı
Krediler
Diğer aktifler
Toplam
-TL
-YP
1.681
73.123
14.112
3.746
92.662
94.036
-1.374
Kaynaklar
Aralık 08-Aralık 09
Mevduat
Mevduat dışı kaynaklar
Özkaynaklar
Diğer pasifler
Toplam
-TL
-YP
Kaynak: TBB
78
53.774
12.454
23.772
2.662
92.662
85.448
7.213
Bankacılar Dergisi
Bankacılık sektörünün toplam bilanço büyüklüğü, 2009 yılında 93 milyar TL artmıştır. Bu
artışın yüzde 58’i (53,8 milyar TL) mevduattan; yüzde 13’ü (12,5 milyar TL) mevduat dışı kaynaklardan, yüzde 26’sı (23,8 milyar TL) özkaynaklardan ve yüzde 3’ü (2,7 milyar TL) diğer pasiflerden gelmiştir. Sağlanan kaynakların yüzde 79’u (73,1 milyar TL) menkul değerler cüzdanına, yüzde 15’i (14,1 milyar TL) kredilere, yüzde 2’si (1,7 milyar TL) likit aktiflere ayrılmıştır.
3.4. Sektör Payları
Mevduat bankalarının toplam aktiflerinin sektör içindeki payı yüzde 97, kalkınma ve
yatırım bankalarının payı ise yüzde 3 olmuştur. Mevduat bankaları grubunda yer alan kamu
sermayeli bankaların toplam aktifler içindeki payı 2 puan artarken, yabancı bankaların payı 2
puan azalmıştır.
Grupların Sektör Payları (yüzde)
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fondaki bankalar
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bankaları
Toplam
Toplam aktifler
02
08
09
96
97
97
36
29
31
56
52
52
0
0
3
15
13
4
3
3
100
100
100
Toplam mevduat
02
08
09
100
100
100
39
36
37
58
51
50
0
0
2
13
13
100
100
100
Toplam krediler
02
08
09
89
96
96
20
24
27
65
54
52
0
0
4
18
17
11
4
4
100
100
100
Kaynak: TBB
Toplam mevduat içinde özel sermayeli bankaların payı 1 puan azalarak yüzde 50’ye
gerilerken, kamu sermayeli bankaların payı 1 puan artarak yüzde 37’ye yükselmiştir. Toplam
krediler içinde kamu bankalarının toplam payı yüzde 24’ten yüzde 27’ye yükselirken; özel
bankaların payı 2 puan azalarak yüzde 52’ye, yabancı bankaların payı 1 puan azalarak yüzde
17’ye gerilemiştir.
3.5. Yoğunlaşma
Sektördeki ilk beş bankanın toplam aktifler ve mevduat içindeki payı 1’er puan artmış;
kredilerdeki payı ise 3 puan düşmüştür. İlk on bankanın toplam aktifler ve mevduat içindeki
payı, benzer şekilde 1’er puan artmış; kredilerdeki payı ise 1 puan düşmüştür.
Bankacılık Sisteminde Yoğunlaşma (Yüzde)
2002
2007
İlk beş banka*
T. aktif
58
62
T. mevduat
61
64
T. krediler
55
57
İlk on banka*
T. aktif
81
85
T. mevduat
86
89
T. krediler
74
83
2008 2009
62
65
58
63
66
55
86
90
84
87
91
85
Kaynak: TBB
* Toplam aktiflere göre,
İlk beş banka içinde 2009 sonunda, 2 kamu bankası ve 3 özel banka yer alırken, ilk on
banka arasında 3 kamu bankası, 4 özel banka ve 3 yabancı sermayeli banka bulunmaktadır.
79
Türkiye Bankalar Birliği
Banka Büyüklükleri (2009)
Milyar USD
+0-2
02
2-5
09
02
5-10
09
02
10-20
09
02
20-40
09
02
40+
09
09
Sayı
Mevd. b.
26
14
7
4
Kamu
3
1
Özel
11
3
Yabancı
10
10
5
1
2
Kal.Yat. b.
13
10
Toplam
39
24
Fon
1
5
4
1
2
1
2
2
1
2
1
8
6
1
5
4
4
1
0
7
1
0
3
1
4
3
5
4
1
0
7
Aktif büyüklüğü 40 milyar doların üzerinde 7 banka ve 10 milyar dolar ile 20 milyar dolar
arasında 4 banka vardır. Bununla birlikte, bankaların yarısından fazlasının aktif büyüklüğü 2
milyar doların altındadır.
3.6. Bilanço TL-YP yapısı ve “YP aktifler-YP pasifler”
Aralık 2009 itibariyle, yıllık bazda TL aktifler yüzde 19 artarken, YP aktifler ise yüzde 1
oranında azalmıştır. Pasif tarafta, TL pasifler yüzde 19, yabancı para pasifler ise yüzde 3 oranında artmıştır.
TL Kalemlerin Bilanço İçindeki Payı (2002-2009, yüzde)
TL’ye olan talebin güçlü kalması, dış kaynak kullanımının azalması, TL’nin yabancı paralar
karşısında değerinin önemli bir değişme göstermemesi, özkaynaklar ve menkul değerler cüzdanındaki büyüme bilanço içinde TL ağırlığının korunmasını sağlamıştır. Bilanço içinde TL aktiflerin
payı yüzde 69’dan yüzde 73’e, TL pasiflerin payı ise yüzde 65’ten yüzde 68’e yükselmiştir.
80
Bankacılar Dergisi
Gruplar itibariyle, TL kalemlerin bilanço içindeki ağırlığı önemli farklılıklar göstermektedir.
Kamu sermayeli bankaların bilançosu TL ağırlıklı bir yapıya sahiptir. Bu bankalarda, TL aktiflerin toplam aktifler içindeki payı yüzde 79, özel sermayeli bankalarda ise yüzde 68 düzeyindedir.
Benzer farklılıklar kaynakların dağılımında da vardır. Nitekim kamu sermayeli bankalarda, TL kaynakların toplam kaynaklar içindeki payı yüzde 78 iken, bu oran özel sermayeli
bankalarda yüzde 65’tir.
Bilanço İçinde Yabancı Para ve “YP Aktifler-YP Pasifler”(*)
YP aktifler
Yüzde pay
2008
2009
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fondaki bankalar
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bankaları
Sektör
31
23
37
13
24
27
31
27
21
32
13
20
30
27
YP pasifler
Yüzde pay
2008
2009
35
24
39
13
43
34
35
32
22
36
13
38
34
32
YP aktifler-YP pasifler
Milyar dolar
2008
2009
17,036
-1,4
-2,9
0,0
-12,8
-1,0
-18,0
-23,5
-1,5
-9,3
0,0
-12,7
-0,8
-24,2
(*)
Tabloda kullanılan “Yabancı Para Aktifler-Yabancı Para Pasifler” tanımı sadece bilanço içi döviz varlıkları ve döviz yükümlülüklerini içermektedir. Bu nedenle, bu tanım “Net Genel Pozisyon/Sermaye Tabanı Standart Rasyosu”nda yer alan “Net Genel
Pozisyon” tanımından farklıdır. Dolayısıyla raporda yer alan tanım dövize endeksli krediler ile bilanço dışı döviz varlık ve yükümlülüklerini içermemektedir. Yapılacak değerlendirmelerde bu husus dikkate alınmalıdır.
Bankacılık sektöründe bilanço içi döviz pozisyonunu gösteren döviz aktifleri ile döviz pasifleri arasındaki fark 2009 yılında 24,2 milyar dolar olmuştur. Buna karşılık, yabancı para net
genel pozisyonu 46 milyon dolar fazla vermiştir.
Bilanço içi net döviz pozisyonunun toplam 12,7 milyar doları yabancı bankalara aittir. Net
döviz pozisyonunun özkaynaklara oranı yüzde 0,06 düzeyindedir.
Yabancı Para Net Genel Pozisyonu (Milyon dolar)
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bankaları
Sektör
2007
2008
2009
-298*
156
-219
-235
2
-296
-129*
-191
44
18
38
16
107*
93
98
-84
-111
46
Kaynak: BDDK
* Fon bankaları hariç
3.7. Aktiflerin Yapısı
2009 yılının özellikle ilk üç çeyreğinde, aktif yapısında önemli değişiklikler olmuştur.
Kamunun borçlanma ihtiyacının büyümesine bağlı olarak menkul değerler cüzdanı artmıştır.
Aynı zamanda, ekonomik faaliyetin daralmasına bağlı olarak kredi talebinin yavaşlaması
ve kredi riskinin artmasına bağlı olarak bankaların kredi verme standartlarını yükseltmeleri
nedeniyle kredilerdeki artış hızı yavaşlamıştır. Yılın ilk yarısında artan risk algısı nedeniyle,
yüksek düzeyde tutulmaya çalışılan likit aktifler, yılın ikinci çeyreğinden itibaren gerilemeye
başlamıştır.
81
Türkiye Bankalar Birliği
Aktiflerin Gelişimi ve Yapısı
Likit Aktifler
Finansal Varlıklar
Gerçeğe Uygun D.Farkı K/Z FV
Satılmaya Hazır FV
Vad. kadar elde tut yatırım.119.468
Riskten korunma amaçlı türev FV
Krediler ve alacaklar
Takip. Krediler
Özel karşılıklar
Duran aktifler
İştirakler Bağlı ortaklıklar
Birlikte kontrol edilen ortaklıklar
Maddi duran varlıklar
Maddi olmayan duran varlıklar
Satış amaçlı duran varlıklar
Diğer aktifler
Toplam aktifler
Milyon
TL
Milyon
dolar
102.567
280.930
10.355
150.759
80.325
348
381.013
20.671
17.464
24.612
1.469
10.943
28
10.025
1.792
355
9.411
798.533
68.962
188.886
6.962
101.364
0
234
256.177
13.898
11.742
16.548
987
7.358
19
6.741
1.205
239
6.328
536.901
Yüzde değ.
TL
2
35
40
89
17
-60
4
56
62
12
10
25
10
4
-3
-12
13
13
Yüzde pay
2008
2009
14
29
1
11
17
0
52
2
2
3
0
1
0
1
0
0
1
100
13
35
1
19
15
0
48
3
2
3
0
1
0
1
0
0
1
100
Kaynak: TBB
Yıllık bazda, kredilerdeki artış hızı ilk yarıda yüzde 7, yıl sonunda ise yüzde 4 olmuştur.
Menkul değerler cüzdanı ise yıllık bazda yüzde 35 oranında büyümüştür. Toplam aktifler içinde
kredilerin payı ise 4 puan azalarak yüzde 48’e gerilemiş, menkul değerler cüzdanının payı ise
6 puan artarak yüzde 35’e yükselmiştir.
Krediler ve Menkul Değerler Cüzdanı (Yıllık büyüme hızı, yüzde)
Kredilerin yüzde 72’si TL, yüzde 28’i ise yabancı para kredilerden oluşmuştur. 2009 sonu
itibariyle, krediler içinde kurumsal kredilerin payı yüzde 67, hanehalkının kullandığı kredilerin
payı ise yüzde 33 olmuştur.
82
Bankacılar Dergisi
Kredilerin Toplam Aktiflere ve Gsyih’ya Oranı (Yüzde)
Toplam krediler içinde bireysel kredilerin payı 2 puan artarak yüzde 33’e ulaşmıştır. Bireysel krediler içinde, konut kredilerinin payı yüzde 33, kredi kartlarının payı yüzde 28, taşıt
kredilerinin payı yüzde 6 ve diğer bireysel kredilerin payı ise yüzde 34 olmuştu
Kredilerin Dağılımı* (Milyon TL)
2009
Kurumsal
Bireysel
Kredi kartları
Tüketici kredileri
Konut
Otomobil
Diğer
Toplam
266.757
130.951
37.612
93.339
44.888
4.423
44.028
397.708
Yüzde değişme
(09/08)
9
7
1
10
14
-24
10
8
2002
86
14
9
5
1
1
3
100
Yüzde
2008
69
31
9
22
10
2
10
100
2009
67
33
9
23
11
1
11
100
Kaynak: BDDK
* Katılım bankaları dahildir.
BDDK’nın verilerine göre, 2009 yılında KOBİ’lere kullandırılan nakit krediler yüzde 1 daralırken, gayrinakdi krediler yüzde 4 artmıştır. Takipteki KOBİ kredileri yüzde 62 artarak, 6,9
milyar TL’ye yükselmiş ve toplam takipteki kredilerin yüzde 32’ini oluşturmuştur. KOBİ’lere kullandırılan kredilerin toplam kredi stoku içindeki payı ise yüzde 21’dir. KOBİ niteliğindeki müşteri
sayısı ise, 2009 yılında yüzde 5 artarak, 1,7 milyona yükselmiştir.
Mevduat, kalkınma ve yatırım bankalarında özel karşılık öncesi takipteki krediler 2009
yılında yüzde 56 artarak 20,7 milyar TL’ye yükselmiştir. Takipteki kredilerin yüzde 85’i için
karşılık ayrılmıştır. Bu oran, kamu sermayeli bankalarda yüzde 87, özel sermayeli bankalarda
yüzde 88 ve yabancı sermayeli bankalarda yüzde 75 düzeyindedir. Karşılık sonrası takipteki
kredilerin toplam kredilere oranı yüzde 0,7’den yüzde 0,8’e yükselmiştir.
83
Türkiye Bankalar Birliği
Takipteki Krediler* ve Özel Karşılık Oranı (Yüzde)
Takipteki krediler/
Toplam kredi
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Yabancı bankalar
Fon bankaları
Kalkınma ve yatırım bankaları
Sektör
Özel karşılıklar/
Takipteki kredi
2002
2008
2009
2008
2009
20
24
9
119
5
3
19
3,7
3,8
3,5
478
4,1
1,4
3,6
5,6
4,5
5,4
520
7,8
2,0
5,4
81,2
87,5
80,3
85,1
75,5
91,7
81,4
84,6
86,7
88,2
82,1
75,3
75,1
84,5
Kaynak: BDDK
* Karşılık öncesi
Katılım bankaları da dahil edildiğinde, takipteki krediler toplam olarak yüzde 57, bireysel
kredilerde yüzde 87, kurumsal kredilerde ise yüzde 43 oranında büyümüştür. Artış oranı kredi
kartlarında yüzde 79, tüketici kredilerinde ise yüzde 97 oranında gerçekleşmiştir.
Takipteki Kredilerin* (TK) Dağılımı (2009, Milyon TL)
Kurumsal
Bireysel
Kredi kartları
Tüketici kredileri
Konut
Otomobil
Diğer
Toplam
Toplam Krediler
TK (Karşılık Öncesi)
Oran (yüzde)
266.757
130.951
37.612
93.339
44.888
4.423
44.028
397.708
13.475
8.375
4.335
4.040
962
508
2.570
21.853
4,8
6,0
10,3
4,1
2,1
10,3
5,5
5,2
Kaynak: BDDK
* Katılım bankaları dahildir.
Kurumsal nakit kredilerde takipteki kredilerin artış oranı tarım ve hayvancılık, ulaştırma
ve taşıma ile metal ana sanayii sektörlerinde yüzde 100’ün üzerine çıkmıştır.
3.8. Pasiflerin Yapısı
Toplam mevduat yüzde 12 oranında büyürken, pasifler içindeki payı değişmemiş ve yüzde 64 düzeyinde gerçekleşmiştir. YP mevduatın TL karşılığı yüzde 7, dolar karşılığı ise yüzde
10 oranında artmıştır.
YP mevduatın toplam pasifler içindeki payı 1 puan azalarak yüzde 22’ye gerilemiştir.
Buna karşılık, yüzde 14 oranında artan TL mevduatın toplam pasifler içindeki payı 1 puan yükselerek yüzde 42 düzeyinde gerçekleşmiştir.
Böylece 507 milyar TL’ye ulaşan toplam mevduatın yüzde 66’sını TL mevduat, yüzde
34’ünü ise YP mevduat oluşturmuştur. TL mevduatın toplam mevduat içindeki oranı kamu
bankalarında yüzde 75, özel bankalarda yüzde 60 ve yabancı bankalarda yüzde 61 düzeyindedir.
84
Bankacılar Dergisi
Pasiflerin Gelişimi ve Yapısı
Milyon
TL
Mevduat
TL
YP
Mevduat dışı
Özkaynaklar
Ödenmiş serm.
Sermaye yedekleri
Kar yedekleri
Toplam Kar/Zarar
Geçmiş Yıl K/Z
Dönem K/Z
Diğer pasifler
Toplam
507.258
333.090
174.168
137.680
106.467
39.803
18.411
46.275
1.977
-17.500
19.477
47.127
798.533
Milyon
dolar
341.060
223.956
117.104
92.570
71.584
26.762
12.379
31.114
1.330
-11.766
13.096
31.686
536.901
Yüzde değ.
(TL)
Yüzde pay
2008
2009
12
14
7
10
29
8
39
24
-141
-1
52
6
13
64
42
22
17
13
5
2
6
0
-2
2
6
100
64
41
23
18
12
5
2
5
-1
-2
2
6
100
Kaynak: TBB
Toplam kaynakların yüzde 17’sini oluşturan mevduat dışı kaynaklar 2009 yılında yüzde
10 oranında artarak 138 milyar TL’ye ulaşmıştır. Yurtdışından yapılan borçlanmanın azalması
sonucu, alınan krediler kaleminin toplam kaynaklar içindeki payı yüzde 11’den yüzde 9’a
gerilemiştir.
Öte yandan repo işlemlerinden sağlanan fonlar yüzde 49 oranında büyümüş ve toplam
kaynakların yüzde 8’ini oluşturmuştur.
Toplam Mevduat (Milyon TL, 2009)
Mevduatın dağılımı
(yüzde)
TL
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fon bankaları
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bank.
Sektör
333.090
140.676
152.459
11
39.944
333.090
YP
174.168
46.455
102.271
17
25.425
174.168
Toplam
507.258
187.131
254.730
28
65.369
507.258
TL
YP
66
75
60
41
61
66
34
25
40
59
39
34
Toplam
100
100
100
100
100
100
Kaynak: TBB
Toplam mevduatın ortalama vadesi 2,4 ay düzeyinde gerçekleşmiştir. YP mevduatın
ortalama vadesi Aralık 2008’de 2,8 ay iken, Aralık 2009 itibariyle 2,7 aya gerilemiş; TL mevduatın
2,2 ay olan ortalama vadesi ise değişmemiştir.
3.9. Özkaynaklar
Özkaynaklar TL bazında yüzde 29 oranında artarak 106 milyar TL’ye, dolar bazında
ise yüzde 32 oranında artarak 72 milyar dolara ulaşmıştır. Serbest özkaynaklar (özkaynaklarduran varlıklar-karşılık sonrası tahsili gecikmiş alacaklar) 58 milyar TL’den (38 milyar dolar) 79
milyar TL’ye (53 milyar dolar) yükselmiştir. Özkaynaklardaki artışın nedenleri, BDDK’nun 2009
yılı için kar payı dağıtımını izne bağlaması ve kar hacminin artmasıdır.
85
Türkiye Bankalar Birliği
Özkaynaklar
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fon bankaları
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bank.
Sektör
Milyon
TL
Milyon
dolar
93.833
23.495
53.895
633
15.810
12.635
106.467
63.089
15.797
36.237
426
10.630
8.495
71.584
Yüzde değ.
(TL)
Yüzde değ. T. aktiflere oran
(dolar)
(yüzde)
30
36
32
-4
20
19
29
33
39
35
-2
23
22
32
12,2
9,4
13,0
78,4
14,7
46,8
13,3
Kaynak: TBB
Özkaynakların toplam aktiflere oranı, Aralık 2008 itibariyle, yüzde 10,4 iken Aralık 2009
itibariyle yüzde 13,3’e yükselmiştir. Serbest özkaynakların toplam aktiflere oranı 1,5 puan artarak yüzde 9,8 olmuştur.
Serbest Özkaynaklar*
Milyon TL
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fon bankaları
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bank.
Sektör
T. aktiflere oranı (yüzde)
2002
2008
2009
2002
2008
2009
3.053
700
1.262
-2.537
1.091
2.550
5.602
48.252
12.477
25.524
588
9.664
10.034
58.286
66.772
17.952
36.495
567
11.757
11.877
78.649
1,5
0,9
1,1
-27,2
16,5
27,0
2,6
7,1
6,0
6,9
70,5
9,2
43,8
8,3
8,7
7,2
8,8
70,3
10,9
44,0
9,8
Kaynak: TBB
*Özkaynaklar-duran varlıklar-karşılık sonrası takipteki alacaklar.
Sermaye yeterliliği standart rasyosu, 2008 sonuna göre 2,8 puan yükselerek, 2009 sonunda yüzde 20,9 düzeyinde gerçekleşmiştir. Kredi hacmindeki artışın yavaşlaması yanında
takipteki kredilere yüksek oranda karşılık ayrılmasına imkan veren kar hacmindeki büyüme,
sermaye yeterliliğindeki artışa olumlu katkı sağlamıştır.
Özkaynaklar ve Serbest Özkaynaklar (milyon dolar), Sermaye yeterliliği (yüzde)
86
Bankacılar Dergisi
Sektörün net karı yüzde 52 oranında artarak 19.477 milyon TL olmuştur. Net kar, kamu
bankalarında yüzde 64, yabancı bankalarda yüzde 49 ve özel sermayeli mevduat bankalarında yüzde 54 oranında büyürken, kalkınma ve yatırım bankalarında ise yüzde 7 oranında
büyümüştür.
Net Dönem Kar - Zararı, 2009
Net Dönem Kar/Zararı
Milyon TL Milyon dolar
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fon bankaları
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bank.
Toplam sektör
18.490
6.393
9.975
55
2.067
988
19.477
Yüzde değişme
TL
dolar
12.432
4.299
6.707
37
1.390
664
13.096
56
64
54
-32
49
7
52
60
67
57
-31
53
10
56
Kaynak: TBB
Kar hacmindeki artışın temel nedeni, aktiflerin daha uzun buna karşılık kaynakların
daha kısa vadeli olmasının da etkisiyle faiz oranlarındaki hızlı gerileme, ücret ve komisyon
gelirlerindeki artış ve faaliyet giderlerinin sınırlandırılması olmuştur.
Aktif Karlılığı ve Özkaynak Karlılığı, 2009
Aktif karlılığı
(yüzde)
Mevduat bankaları
Kamu bankaları
Özel bankalar
Fon bankaları
Yabancı bankalar
Kalkınma ve yatırım bank
Toplam sektör
2,4
2,6
2,4
6,8
1,9
3,7
2,4
Özkaynak karlılığı
(yüzde)
19,7
27,2
18,5
8,6
13,1
7,8
18,3
Kaynak: TBB
Sektörün net aktif karlılığı yüzde 1,8’den yüzde 2,4’e, özkaynak karlılığı ise yüzde 15,4’ten
yüzde 18,3’e yükselmiştir. Aktif karlılığı ve özkaynak karlılığı, kalkınma ve yatırım bankaları
hariç, tüm banka gruplarında yükselmiştir.
Özkaynak Karlılığı ve DİBS Getirisi Farkı (2004-2009, yüzde)
87
Türkiye Bankalar Birliği
3.10. Gelir-Gider Durumu
Bankacılık sisteminin faiz gelirleri yüzde 1; faiz giderleri ise yüzde 22 oranında daralmıştır. Buna bağlı olarak net faiz geliri yüzde 36 oranında büyümüştür. Net ücret ve komisyon
gelirleri yüzde 10 artarken; net ticari kar/zarar artı bakiye vermiştir. Diğer faaliyet giderlerindeki
artış sınırlı kalmıştır.Net faaliyet karı yüzde 52 ve vergi karşılığı yüzde 56 oranında büyümüştür. Bu gelişmelere bağlı olarak net dönem karı da yüzde 52 oranında artarak, 19,5 milyar
TL’ye yükselmiştir.
Gelir-Gider Tablosu, Aralık 2009
Milyon
TL
83.610
41.792
41.818
9.283
771
1.663
2.647
677
4.049
57.585
12.086
21.432
24.067
-4.730
141
19.477
Faiz gelirleri
Faiz giderleri
Net faiz geliri
Net ücret ve komisyon gelirleri
Temettü gelirleri
Ticari kar/zarar (Net)
Sermaye piyasası işl. kar/zarar
Kambiyo işlemleri kar/zarar
Diğer faaliyet gelirleri
Faaliyet gelirleri toplamı
Krediler değer düşüş karşılığı(-)
Diğer faaliyet giderleri (-)
Net faaliyet karı/zararı
Sürdürülen faal. vergi karşılığı
Durd. faal. dönem net kar/zararı
Net dönem kar/zararı
Milyon
dolar
56.216
28.099
28.117
6.241
518
1.118
1.780
455
2.723
38.718
8.126
14.410
16.181
-3.181
95
13.096
Yüzde değ.
(TL)
-1
-22
36
10
-13
-909
79
-140
-3
30
59
3
52
56
-2.080
52
Yüzde değ.
(dolar)
2
-20
39
12
-11
-928
83
-141
-1
33
63
6
56
59
-2.126
56
Kaynak: TBB
Faiz oranlarının gerilemesi paralelinde, hem faiz gelirleri, hem faiz giderleri gerilemiştir.
Aktif ve pasif kalemler arasındaki vade uyuşmazlığı nedeniyle, toplam faiz gelirlerindeki gerileme yüzde 1 ile sınırlı kalırken, toplam faiz giderleri yüzde 22 oranında daralmıştır. Böylece
yüzde 36 yükselen net faiz geliri, kardaki artışın temel faktörü olmuştur. Ayrıca, operasyonel
giderlerdeki artışın sınırlandırılarak net faiz dışı giderlerin daraltılması karlılığı olumlu, takipteki
krediler için ayrılan karşılıklardaki artış ise olumsuz etkilemiştir.
3.11. Nazım Hesaplar
2009 yılında nazım hesaplar yüzde 28, emanet ve rehin kıymetler kalemi yüzde 29
oranında artmıştır. Emanet ve rehin kıymetler dışındaki nazım hesap kalemlerindeki artış ise
yüzde 22 olmuştur.
Nazım Hesaplar, Aralık 2009
Garanti ve kefaletler
Taahhütler
Türev finansal araçlar
Toplam
Emanet ve reh. kıymetler
Genel toplam
Kaynak: TBB
88
Milyon
TL
Milyon
dolar
114.382
187.300
246.195
547.877
8.229.271
8.777.147
76.906
125.933
165.531
370.187
5.533.027
5.901.397
Yüzde değişme
TL
dolar
8
25
28
22
29
28
10
28
31
25
32
31
Bankacılar Dergisi
Nazım hesapların alt kalemleri incelendiğinde, özellikle kur riskine dönük dengeleme
(hedge) amaçlı işlemlerin de yer aldığı türev finansal araçlar kalemi, yıl bazında yüzde 28,
taahhütler kalemi ise yüzde 25 artış göstermiştir. Garanti ve kefaletlerdeki artış oranı yüzde 8
olmuştur.
3.12. ATM, POS ve Kredi Kartı Sayısı
Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) verilerine göre, Aralık 2009 itibariyle, toplam kredi
kartı sayısı 2008 yıl sonuna göre yüzde 2 oranında artarak 44,4 milyona ulaşmıştır. Aynı dönem
itibariyle toplam banka kartı sayısı da yüzde 7 artışla 64,7 milyon düzeyinde gerçekleşmiştir.
2009 yılında, POS cihazı ve ATM sayıları da sırasıyla yüzde 6 ve yüzde 8 artarak, 1.738.728
ve 23.800 düzeyine yükselmiştir.
ATM, POS ve Kart Sayıları
Toplam kredi kartı (Bin adet)
Toplam banka kartı (Bin adet)
POS cihazı (Bin adet)
ATM
Kredi kartı işlem hacmi (milyar TL)*
Banka kartı işlem hacmi (milyar TL)*
Aralık 2008
Aralık 2009
43.394
60.551
1.633
21.970
187
156
44.393
64.662
1.739
23.800
205
188
Yıllık değişme
(yüzde)
2
7
6
8
10
21
Kaynak: BKM
* Yerli ve yabancı kartların yurtiçi kullanımı
Kredi kartı işlem hacmi, 2009 yılında, bir önceki yıla göre yüzde 10 oranında artarak 205
milyar TL, banka kartı işlem hacmi ise yüzde 21 oranında artarak 188 milyar TL düzeyinde
gerçekleşmiştir. Banka kartı ve kredi kartı ile yapılan işlem hacminin gsyih’ya oranı sırasıyla
yüzde 16 ve yüzde 20 olmuştur.
3.13. İnternet Bankacılığı İstatistikleri
İnternet bankacılığı müşteri sayısı 2009 yılında bir önceki yılsonuna göre yüzde 15 artarak, 5,9 milyon kişiye yükselmiştir. Müşterilerin yüzde 90’ı bireysel, yüzde 10’u kurumsaldır.
İnternet Bankacılığı Seçilmiş Göstergeler
Aralık 2008
Aralık 2009
Yıllık değişme
(yüzde)
Aktif müşteri sayısı (Bin kişi)
Finansal işlemler (milyar TL)
Yatırım işlemleri (milyar TL)
Kredi kartı işlemleri (milyar TL)
Diğer finansal İşlemler (milyar TL)
5.169
492,8
213,5
16,3
60,8
5.949
550,7
263,3
18,3
51,6
15
12
23
12
-15
Toplam (milyar TL)
783,4
883,9
13
Kaynak: TBB
İnternet bankacılığından yapılan işlemler Aralık 2008’e oranla yüzde 13 artarak, 884
milyar TL’ye ulaşmıştır. Ağırlıklı olarak havale işlemlerinden oluşan finansal işlemler yüzde 12
oranında, kredi kartı işlemleri yine yüzde 12 oranında ve yatırım işlemleri yüzde 23 oranında
artış gösterirken, diğer finansal işlemler yüzde 15 azalmıştır.
89
Yazarlara Duyuru
1. Bankacılar dergisinde yayımlanmak üzere gönderilecek makaleler, word formatında arial yazı karakterinde, 11 punto ile tek aralıklı ve paragraflar arasında bir satır boşluk bırakılmak üzere Türkçe olarak
yazılmalıdır.
2. Yazının kapak sayfasında şu bilgiler yer almalıdır; a) yazının başlığı, b) yazar(lar)ın bağlı bulundukları
kuruluşlar ve ünvanları, c) varsa yazar(lar)ın yardımlarını gördüğü kişi ve/veya kurumlara teşekkür, d)
iletişim kurulacak yazarın adı, adresi varsa telefon ve faks numaraları.
3. Yazı içinde yer alan tablo ve şekiller arial yazı karakterinde 10 punto ile hazırlanmalı, başlık ve sıra
numarası verilmeli, kaynakları ise alta yazılmalıdır. Denklemlere sıra numarası verilmelidir. (Denklemlerin
türetilişi kısa olarak gösteriliyorsa, hakemlere verilmek üzere türetme işlemi tüm basamaklarıyla ek bir
sayfada gösterilmelidir).
4. Dipnotların numaralandırılması ve ayrı bir sayfada “Dipnotlar” başlığı altında toplanması gerekmektedir.
5. Kaynaklara göndermeler dipnotlarla değil, metin içinde açılacak ayraçlarla yapılmalıdır. Ayraç içindeki
sıra; yazar(lar)ın soyadı, kaynağın yılı, sayfa numaraları şeklinde olmalıdır.
6. Metinde gönderme yapılan veya yapılmayan tüm kaynaklar, kaynaklar listesinde yer almalıdır. Kaynaklar ayrı bir sayfada alfabetik sırayla yazılmalıdır. Kaynakçada aşağıda örneklenen biçim kuralına uyulmalıdır.
Kitaplar
GIOVANNINI, A. (1990), European Financial Integration, Cambridge, Cambridge University Press.
Dergiler
EKINCI, N.K. (1991), “Para Politikası, Faiz ve Döviz Kuru”, Muhasebe, İşletme ve Finans, Sayı 58, s.5357.
Derlemeler
GORAN, M. (1965), “The Roots of Scientific Method”, E.Wayne Courtney (eds), in Applied Research in
Education, New Jersey: Littlefield, s.75-80.
Internet adresleri
TUNA, K. (2005), “Bankacılık Kanununda Kurumsal Yönetim”, http://bsy.marmara.edu.tr/TR/konferanslar
/2005/2005tebligleri/9.doc (20.05.2006)
TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ
Nispetiye Caddesi
Akmerkez B3 Blok Kat:13
Etiler 34340-İstanbul
Tel: 0212 282 09 73
Fax: 0212 282 09 46
E-posta: [email protected]
www.tbb.org.tr
Download