yeni tanı almış metabolik sendromlu hastalarda aortun elastik

advertisement
T.C.
Dr. Siyami Ersek
Gögüs Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi
İstanbul
YENİ TANI ALMIŞ METABOLİK
SENDROMLU HASTALARDA AORTUN
ELASTİK ÖZELLİKLERİ
Kardiyoloji Uzmanlık Tezi
TEZ YÖNETİCİSİ : UZ. DR. TUNA TEZEL
DR.ENDER ÖZGÜN ÇAKMAK
İSTANBUL 2009
TEŞEKKÜR
Türkiye’ de Gögüs Kalp ve Damar Cerrahisinin kurulması ve gelismesinde büyük emegi olan,
hastanemizin kurucusu, merhum Prof. Dr. Siyami Ersek hocamızı saygıyla anıyorum.
Sayın Bashekimimiz Prof. Dr.İbrahim Yekeler’e,
Basta tez çalısmamda yönlendirme ve desteklerini benden esirgemeyen Kardiyoloji klinik sefim
Uz.Dr. Tuna Tezel olmak üzere; ihtisas sürem boyunca birlikte çalıstıgım Kardiyoloji Klinik Sefleri
Doç.Dr. Ahmet Narin, Doç.Dr. Nese Çam, Doç.Dr. Kadir Gürkan, Doç.Dr. Kemal Yesilçimen, Doç.Dr.
Mehmet Eren, Doç.Dr. Gülsah Teyyareci, Doç Dr. Osman Bolca, Doç.Dr. Abdurrahman Eksik’e,
Kardiyoloji Sef Muavinlerimiz, Dr.Hasan Refi Sunay, Dr.Mehmet Öner Engin, Dr. Recep
Öztürk, Doç.Dr. İzzet Celal Erdinler, Doç.Dr. Ayşe Emre, Doç.Dr Aydın Yıldırım, Doç.Dr. Şennur Ünal
Dayı, Doç.Dr. Nurten Sayar’a,
Uzmanlık eğitimimde bana hertürlü destek olan Doç.Dr. Aydın Yıldırım, Uz.Dr. Özer
Soylu,Uz.Dr. Mehmet Ergelen ve Doç.Dr. Seden E.Çelik’e,
Kalp Damar Cerrahisi, Gögüs Cerrahisi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Sef ve Sef
Muavinlerine, basasistan, uzman ve asistanlarına,
Tez çalısmamda büyük destek ve yardımlarını gördügüm basasistan ve uzmanlarımıza ve
asistan arkadaslarıma,
Hastane hemsireleri, personeli ve tüm çalısanlarına,
Sevgili eşim Dr.M.Ayşen Çakmak’a ,
Ve Ailem’e,
Tesekkürlerimi sunarım.
Dr. Ender Özgün Çakmak
1
İÇİNDEKİLER
1.GİRİŞ
4
2. GENEL BİLGİLER
5
2.1. Metabolik Sendromda Temel Bilgiler
5
2.1.1. Tanım
5
2.1.2. Epidemiyoloji
5
2.1.3. Tanı Kriterleri
7
2.1.4. Patogenezi ve Risk Faktörleri
10
2.1.5. Metabolik Sendrom ve Kardiyovasküler Hastalıklar
18
2.1.6. Metabolik Sendromun Tedavisi
22
2.1.7. Metabolik Sendrom ve Ekokardiyografi
25
3. MATERYAL VE METOD
30
4.BULGULAR
35
5.TARTIŞMA
39
6.ÖZET
42
7.KAYNAKLAR
43
2
KISALTMALAR
AHA: Amerika kalp cemiyeti
MS: metabolik sendrom
PWV: pulse wave velocity
ATP: yetişkin tedavi paneli
WHO: dünya sağlık örgütü
NCEP: ulusal kolesterol eğitim programı
DM: diyabetes mellitus
HT: hipertansiyon
HDL: yüksek dansiteli lipoprotein
IDF: uluslar arası diyabet federasyonu
KAH: koroner arter hastalığı
BKİ: beden kitle indeksi
EKO: ekokardiyografi
TG: trigliserid
KB: kan basıncı
LDL: düşük dansiteli lipoprotein
PAI-1: plazminojen aktivatör inhibatörü-1
SV: sol ventrikül
EF: ejeksiyon fraksiyonu
AKŞ: açlık kan şekeri
3
1-GİRİŞ
Metabolik sendrom/MS kardiyovasküler risk insidansını yükselten, bozulmuş
glukoz toleransı, hipertansiyon, dislipidemi ve karın tipi yağlanmayı içeren aterosklerotik risk
faktörlerinin birleşiminden oluşur.1-3 Kardiyovasküler risk faktörlerinin damarlar üzerine olan
etkisi birçok çalışmaya konu olmuştur. Bu risk faktörlerinin büyük damarlarda yaptıkları
yapısal değişiklikler sonucu duvarın sertleştiği/stiffness gözlenmiştir. Özellikle büyük
damarlardaki stiffness çalışmalarında bu sürecin direkt olarak kardiyovasküler morbidite ve
mortaliteyi etkilediği bulunmuştur.4
Aorttaki sertliği inceleyen çoğu çalışmalarda, stifnes indeksi olarak invazif ya da
noninvazif yolla ölçülen nabız dalga hızı (PWV=pulse wave velocity) kullanılmıştır.5 PWV
ölçümünde nabız dalgası kaydı Doppler ile yapılsa bile bu dalganın kat ettiği mesafenin
ölçümü büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu mesafenin tayini için önerilen
yüzeysel ölçüm metodu, gerçek mesafeyi vermediği gibi yaşa göre düzeltme gerektirmesi,
aşırı kilo ve göğüs büyüklüğü, omurga ve toraks anormalliklerinde hatalı ölçümlere yol
açabilmesi sorun oluşturmaktadır.6 Bu mesafenin kesin ölçümü için invazif ve anjiyografik
yöntemlerin gerekmesi PWV nin pratik olarak kullanımını zorlaştırmaktadır. Bu hususta
ekokardiyografik aort çapı ve sfigmomanometrik kan basıncı ölçümleri üzerinden hesaplanan
aortik strain ve stiffness değerleri önerilmiştir.7 Noninvazif olarak elde edilen bu
parametrelerin invazif olarak elde edilenlere benzer olduğu gösterilmiştir.8
Bu çalışmada kliniğe ilk defa başvuran ve MS tanısı konulan, koroner arter
hastalığı, hipertansiyon, hiperlipidemi ve diyabet tanısı olmayan ve tedavi almayan kişilerde
aortun elastik özelliklerinde değişiklik olup olmadığını ekokardiyografik yöntemlerle
araştırdık.
4
2. GENEL BİLGİLER
2.1. Metabolik Sendromda Temel Bilgiler
2.1.1. Tanım
Obezite, hiperlipidemi, diyabet ve hipertansiyonun aynı anda görülmesi ilk olarak
1960’lı yılların sonunda tanımlanmıştır. 1970’lerin sonunda ise bu duruma “Metabolik
Sendrom” adı verilmiş ve ateroskleroz ile ilişkili olduğu belirtilmiştir. 1991 yılında Ferrannini
ve arkadaşları kardiyovasküler ve metabolik sendromdaki aynı belirtilerin “insülin direnci” ile
ilgili olduğuna işaret ederek rahatsızlığa “İnsülin Direnci Sendromu” adını vermişlerdir.9
Reaven ise abdominal obeziteyi diğer belirtilere dahil etmeyerek “Sendrom X” terimini
kullanmıştır.10 Metabolik sendrom, insülin direnciyle başlayan abdominal obezite, glukoz
intoleransı veya diabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon ve koroner arter hastalığı gibi
sistemik bozuklukların birbirine eklendiği yüksek morbidite ve mortaliteye sahip bir
endokrinopatidir.11 Metabolik sendrom aynı zamanda protrombotik ve proinflamatuvar bir
süreç olarak ifade edilmiştir.12
2.1.2. Epidemiyoloji
Önemli bir halk sağlığı problemi olan MS’un prevelansı dünyada obezitenin artısı ve
sedanter yasamın katkısı ile giderek artmakta ve bu durum özellikle T2DM, kardiyovasküler
hastalıklar ve birçok hastalığın sıklığını artırmaktadır.13 Dünyanın çesitli yerlerinde yapılan
çalısmalarda MS sıklığı erkeklerde % 7.9-43.6, kadınlarda % 7-56.7 gibi çok değişik oranlarda
bildirilmektedir. Tablo 1’de ATP III kriterlerine göre metabolik sendromun dünya
populasyonundaki prevelansı gösterilmiştir.14 Günümüzde metabolik sendrom, dünyada ve
ülkemizde giderek artan önemli bir sorundur.15 Türkiye’de her 8 yetişkinden 3’ünde
5
metabolik sendrom bulunduğu ve kalp hastalarının %53’ünde metabolik sendrom oluşacağı
tahmin edilmektedir.16 Onat ve arkadaşlarının17 ülkemizde yaptıkları TEKHARF çalışmasına
göre metabolik sendrom son on yıl içerisinde %38 oranında artmıştır. Bu çalışmaya göre
ülkemizdeki yetişkin erkeklerin %31’inde (3.4 milyon), kadınların %43’ünde (5.7 milyon)
olmak üzere tüm yetişkinlerin %37’sinde (9.1 milyon) metabolik sendrom olduğu tahmin
edilmektedir. Bölgelere göre degerlendirildiğinde ise en fazla iç Anadolu Bölgesi’nde % 41,2 ve
Akdeniz Bölgesi’nde %38 bulunmuş, yerleşim yerlerine göre ise istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmamıştır. İllere göre ise en yüksek %49.1 ile Konya’da tespit edilmiştir.
*Tablo 1. ATP III Tanımlamasına Göre Metabolik Sendrom Prevelansı
Ülke
Kaynak
Yaş Grubu
Prevelans (%)
(yıl)
Erkek
Kadın
Hindistan
Gupta ve ark.
> 20
7,9
17,5
İran
Azizi ve ark.
> 20
24
42
Finlandiya
Laaksonen ve ark.
42-60
13.7
---
İskoçya
Sattar ve ark.
45-64
26.2
---
Türkiye
Onat ve ark.
> 31
27,0
38,6
İrlanda
Villegas ve ark.
50-69
21,8
21,5
Fransa
Balkau ve ark.
30-64
10
7
Amerika
Ford ve ark.
> 19
24,2
23,5
Amerika
Meigs ve ark.
30-79
26,9
21,4
Meksika(Amerikalı)
Meigs ve ark.
30-79
29,0
32,8
* Altı numaralı kaynaktan modifiye edilmiştir.
6
2.1.3. Metabolik sendrom tanı kriterleri
Metabolik sendrom tanısı için kullanılan çesitli tanı kriterleri vardır. Dünya sağlık
örgütü (WHO)’nün, MS tanı kriterleri içerisinde insülin direnci yer almasına karşın (Tablo2),
Ulusal Kolesterol Egitim Programı (NCEP) 2001 Yetişkin Tedavi Paneli (ATP) III, insülin
direnci içermeyen ancak daha sıkı metabolik eşik değerleri hedefleyen tanı kriterleri
kullanılmıstır (Tablo 3). Son olarak ise Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) 2005
metabolik sendrom kongresinde MS için tanı kriterleri önerilmistir( Tablo 4).
Tablo 2. WHO ( Dünya saglık örgütü ) MS tanı kriterleri- 1999
Aşağıdakilerden en az biri:
- insülin direnci
- Bozulmus glukoz toleransı
- Asikar DM
ve
Aşağıdakilerden en az ikisi:
- Hipertansiyon (>140/90 mmHg veya ilaç kullanıyor olmak)
- Dislipidemi (TG >150 mg/dL veya HDL E <35 mg/dL,
K <39mg/dl)
- Abdominal obezite (VKİ >30 kg/m² veya bel/kalça oranı
erkekte 0,90, kadında 0,85)
- Mikroalbuminüri (İdrar albumin atılımı >20mcg/dk veya
albumin/kreatinin oranı >30mg)
DM: Diyabetes mellitus, TG: Trigliserid, HDL: Yüksek dansiteli lipoprotein, E: Erkek,K:
Kadın, BKİ: Beden kütle indeksi.
7
Tablo 3. NCEP ATP III Metabolik sendrom tanı kriterleri-2001
Aşağıdakilerden en az üçü:
- Abdominal obezite ( Bel çevresi: E >102 cm, K >88 cm )
- Hipertrigliseridemi ( TG _150 mg/dL )
- Düşük HDL ( E <40 md/dL, K <50 mg/dL )
- Hipertansiyon ( KB ≥130/85mmHg )
- Hiperglisemi (Açlık kan glukozu ≥110 mg/dL )
TG: Trigliserid, HDL: Yüksek dansiteli lipoprotein, E: Erkek,K: Kadın, KB: Kan basıncı.
Tablo 4. IDF Metabolik sendrom tanı kriterleri-2005
Santral obezite (Bel çevresi: E >94 cm, K >80 cm )
İlaveten aşağıdakilerden ikisi
- Hipertrigliseridemi ( TG _150 mg/dL veya TG düşürücü tedavi alıyor olmak)
- Düşük HDL ( E <40 md/dL, K <50 mg/dL veya HDL yükseltici tedavi alıyor olmak)
- Hipertansiyon ( KB ≥130/85 mmHg veya antihipertansif tedavi alıyor olmak)
- Hiperglisemi (Açlık kan glukozu ≥100 mg/dL veya önceden T2DM tanısı almıs olmak)
DM: Diyabetes mellitus, TG: Trigliserid, HDL: Yüksek dansiteli lipoprotein, E: Erkek,K:
Kadın.
İlk Öneri 1998 yılında World Health Organization(WHO)' dan geldi. Bu grup altta
yatan majör risk faktörü olarak insülin direncinin gerekliliği üzerinde durdu. İnsülin
direncinin varlığı ve beraberinde ilave iki risk faktörünün olması WHO kriterlerine göre
8
metabolik sendrom tanısı için yeterlidir. Ayrıca WHO metabolik sendrom tanısı için tip II
diyabet varlığını yeterli bulmuştur.
2001 yılında National Cholesterol Education Program/NCEP Adult Treatment
Panel III/ATP III metabolik sendromu tanımlamak için alternatif bir klinik kriter öne sürdü26
ATP III kriterlerine göre tanı için tek bir faktör değil, abdominal obezite (insülin direnci ile
anlamlı korelasyon var), yüksek trigliserid, azalmıs HDL kolesterol, yüksek kan basıncı ve
yükselmiş açlık kan glikozundan (bozulmus açlık glikozu ve tip II diyabet) ibaret beş
faktörden üçünün varlığı tanı için yeterli bulunmustur. ATP III(WHO kılavuzundaki gibi)
diyabetli hastada aterosklerotik kardiyovasküler hastalık riski yüksek oldugundan tip II
diyabet varlıgında metabolik sendrom tanısı konulabileceğini önermiştir.
2005 yılında International Diyabetes Federation/IDF ATP III tanımlamasını
modifiye eden yeni kriterler yayınladı.30 Abdominal obezitenin insülin direnci ile kuvvetle
korele oldugu için insülin direncini ölçmenin gereksiz oldugunu, abdominal obezite varsa
ATP III tanımlama listesindeki iki ilave faktörün tanı için yeterli olduğunu bildirdiler. Ayrıca
IDF abdominal obezite ile diğer metabolik sendrom risk faktörleri arasındaki korelasyonda
etnik farklılıklara önem verdi. Bel çevresinin her etnik grubun ortalama değerlerine göre
belirlenmesinin uygun olacağını bildirdi. 2005 yılında AHA/NHLBI; IDF' nin aksine minor
modifikasyonlar dısında ATP III kriterlerini idame ettirdi.45 Bu karar ATP III kriterlerinin
klinik kullanımda basit ve tek bir nedeni vurgulamamasına dayanmaktadır. Metabolik
sendromu ATP III kriterlerine göre değerlendiren birçok çalışma yapıldı. Bu raporların çoğu
mevcut ATP III kriterlerini desteklemektedir. Bozulmuş açlık glikozu düzeyi 110 mg/dl'den
100 mg/dl' ye düşürüldü. Bu ayarlama ADA' nın yeni modifiye edilen bozulmuş açlık glikozu
kriterlerine uymaktadır.46 Abdominal obeziteyi tanımlayan erkekte bel çevresi 102 cm,
9
kadında bel çevresi 88 cm gerekliliğine ait mevcut tanı kriterleri de ATP III ile uyumludur.
Bazı topluluklar(Asya ülkeleri) bel çevresi orta derecede artsa bile metabolik sendroma,
insülin direncine ve tip II diyabete eğilimlidir. Bu etnik farklılıklar ATP III tanı kriterlerine
dahil edilmistir. Eğer bu kisiler orta derece bel çevresinde artış ile birlikte en az iki ilave ATP
III metabolik sendrom kriterine sahip ise, metabolik sendrom gibi tedavi edilmelidir.
2.1.4. Metabolik sendrom patogenezi ve risk faktörleri
2.1.4.1. Metabolik sendrom gelişiminde genetik faktörler
Metabolik sendrom; insülin direnci, dislipidemi, abdominal obezite ve
hipertansiyon gibi çesitli bileşenleri içerir. Bu farklı klinik durumlar hastalık oluşumundaki
farklı birkaç metabolik yoldaki bozukluktan kaynaklanır. Bu nedenle çoklu genetik sebepler
metabolik sendromun patogenezi ve progresyonundan sorumlu olabilir. Ancak insan
genomunda geçen on yılda belirgin bir değişiklik olmamasına ragmen MS prevelansındaki
aşırı artış, genetiğin yanı sıra güçlü bir gen-çevre ilişkisini düşündürmektedir. Beslenmenin
MS gelişiminde önemli bir rol oynadığına dair güçlü deliller vardır. Gerçekten de obezite MS
gelişiminde anahtar rol oynayan etyolojik bir faktördür. Hastalığın genetik komponentini
tespit etmek için yapılan çalışmalarda prevelans açısından ırklar arasında oldukça belirgin
farklılıklar bulunmuştur.18
Yapılan bir çalışmada ailesel geçiş ile açlık kan glukokozu,
insülin, TG ve HDL seviyeleri arasında iliski ortaya konulmustur.19 Obezite, glukoz
intoleransı ve HDL düşüklüğü monozigot ikizler arasında dizogot ikizler arasında olandan
daha yüksek bulunmuştur.20 Genetik olarak MS genleri ile donatılmış kişilerde, klinik
bulguların ortaya çıkmasında çevresel etkenler son derece önemlidir.18
10
2.1.4.2. Metabolik sendrom gelişiminde beslenme faktörleri
Obezitenin metabolik sendrom gelişiminde anahtar bir rol oynadığı gösterilmistir.
Adipoz doku glukoz homeostazı ve yağ asitleri üzerinden, insülin direnci ve metabolik
sendrom gelişimine neden olur.21 Aşırı yağ dokusu ve enerji depolanması periferik dokularda
TG depolanmasını artırır, kas ve yağ dokuda glukoz alımını azaltır; insülin direncine neden
olur. Ayrıca yağ dokusu başta glukoz ve yağ metabolizması üzerine etkili insülin sentezini
etkileyen ve insülin direncine neden olan adipositokin olarak da bilinen pek çok hormon ve
tümör nekroz faktörü/TNF-I, interlökin/IL-6, ve plazminojen aktivatör inhibitörü 1/PAI-1 gibi
prokoagülan maddeler salgılar.22
2.1.4.3. Metabolik sendrom gelişiminde obezite ve bel çevresi
Obezite patogenetik olarak aterosklerotik plakların gelişmesine zemin hazırlayan
ve böylece kardiyovasküler hastalıkların oluşmasını tetikleyen en önemli etkenlerden birisidir.
Özellikle abdominal obezite ve sedanter yaşam tarzı kardiyovasküler morbidite ve mortaliteyi
çeşitli mekanizmalar yoluyla arttırmaktadır.
Obezite; kardiyovasküler risk etmenlerinden bağımsız olarak tip II diyabet,
hipertansiyon ve dislipidemi gibi birçok sağlık sorununun oluşmasına yol açarak, risk
etmenlerinin oluşmasını kolaylaştırmakta ve obez bir hastada teknolojik gelişmeler yoluyla
saptanabilen ve belirti göstermeyen bazı sorunları (insülin direnci, kardiyak hipertrofi, artmış
vasküler kalınlık, endotel disfonksiyonu gibi) tetikleyebilmektedir.23
MS'un tanısında bel çevresi bir faktör olarak kullanılmaktadır.11-12 Üst obezite
olan kişilerde genellikle insülin direnci vardır. Abdominal veya üst obezite ile insülin direnci
11
ve MS arasında alt obeziteye kıyasla, daha fazla bir korelasyon vardır.24 Deri altı yağ
dokusundan dolayı kalınlaşmış bel ile viseral yağ toplanmasından dolayı olan bel kalınlaşması
farklıdır.25 Bu farklılık bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans ile tespit edilir.
Abdominal yağ dokusunun artması durumunda yağ dokusundan çıkan serbest yağ asitleri
portal sirkülasyonla karaciğere gelir. Abdominal deri altı yağ dokusu lipoliz ürünleri sistemik
sirkülasyona geçer. Böylece hepatik metabolizmaya direkt etkisi olmaz (glikoz yapımı, lipid
sentezi, fibrinojen gibi protrombotik proteinlerin sekresyonu). Deri altı yağ dokusu ile
abdominal yağ dokusu mekanizmaları arasında belirgin fark olmasına rağmen metabolik
sendromun klinik tanısında viseral yağ ile deri altındaki yağın farkı göz önüne alınmaz. IDF
yakın zamanda abdominal obezite ile metabolik sendromun diğer risk faktörleri arasındaki
korelasyonda etnik farklılıkların göz önünde bulundurulmasının uygun olacağına dikkat çekti.
Avrupa orijinli kişiler için bel çevresinin erkeklerde 94 cm' den büyük, kadınlarda 80 cm' den
büyük, Japonya hariç Asya toplumları için bel çevresinin erkeklerde 90 cm' den büyük,
kadınlarda 80 cm' den, Japonlarda ise bel çevresinin erkeklerde 85 cm'den büyük kadınlarda
90 cm' den büyük olarak kabul edilmesi önerilmistir.26
Obezite, kardiyovasküler hastalık yanında metabolik sendromda insülin direncinin
oluşmasında ve diğer metabolik sorunların kökeninde önemli bir rol oynamaktadır. Adipoz
dokuda meydana gelen anormallikler, genetik miras, bel çevresi gibi antropometrik ölçümler
obezite ve komplikasyonlarının ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır. En azından bel
çevresindeki küçük bir azalma bile metabolik sendrom riskini de azaltmaktadır.27-30
12
2.1.4.4. Metabolik sendrom gelişiminde aterojenik dislipidemi
Metabolik sendromla ilişkili olan aterojenik lipid profili; artmış lipoprotein B,
plazma TG ve orta yoğunluklu lipoprotein/IDL düzeyi, azalmış HDL-K konsantrasyonu ve
küçük, yoğun LDL-K partikülleri gibi parametrelerle yakından ilgilidir.31-32
Abdominal bölgede viseral yağlanmanın bulunması insülin direncindeki
dislipidemiyi açıklamaktadır. Çünkü insülin direncinde viseral adipozitler, glukokortikoid ve
katekolaminlerin metabolik etkilerine daha duyarlıdır. Bu hormonal lipolitik aktivite serbest
yağ asitlerinin dolaşıma salınmasına neden olarak karaciğerde TG ve TG’den zengin çok
düşük yoğunluklu lipoproteinlerin/VLDL-K oluşmasına neden olmaktadır. TG’den zengin
VLDL-K partikülleri hepatik lipaz tarafından TG’den zengin LDL-K partiküllerine ayrılır.
Sonuçta oluşan bu LDL-K partikülleri, daha küçük ve protein/lipid oranı yönünden daha
yüksektir. Yapılan çalışmalar küçük, yoğun LDL-K partikül yüksekliğinin kardiyovasküler
hastalıklarla yakından ilişkisi olduğunu göstermektedir. Bu moleküllerin proaterojenik
özellikleri oldukça fazladır.33-37 Ayrıca plazma TG’lerinin yüksek olması, TG’lerin LDL-K
ve HDL-K gibi lipoproteinlerdeki kolesterol esterlerine olan dönüşümünü hızlandırmaktadır.
Bu işlem kolesterol ester transfer proteinleri/CETP aracılığıyla gerçekleşir. Sonuçta; TG
birikimi ile birlikte LDL-K ve HDL-K’deki azalmış kolesterol esterleri oluşur. Bu
değişiklikler düşük HDL-K ve artmış küçük, yoğun LDL-K partikül düzeylerini açıklar.
HDL-K plazmadaki düşük seviyesi ayrıca insülin direnciyle ilişkili olan hepatik lipoprotein
lipaz aktivasyonu ile de ilişkilidir. Apolipoprotein A1’in karaciğerde yapımının azalması ve
karaciğerden olgunlaşmamış HDL-K salınımının azalması insülin direnci ile ilgili olan düşük
HDL-K patogenezinde önemli bir rol oynamaktadır.24
13
Framingham Kalp Çalışması’nda, düşük HDL-K düzeylerinin; yüksek LDL-K
düzeyi ve artmış kardiyovasküler hastalık riski ile yakından ilişkili olduğu belirtilmiştir.
Düşük HDL-K her 10 mg/dL’lik artışın kardiyovasküler hastalık riskini %50 oranında
azalttığı gözlenmiştir. Düşük HDL-K, küçük, yoğun LDL-K partiküllerine sahip olan
bireylerde, morfolojik olarak normal LDL-K düzeylerine sahip olanlara göre kardiyovasküler
hastalık riskinin 3,6 kat daha fazla olduğu belirtilmektedir.34 ATP III tarafından belirlenen
dislipidemik kriterler insülin dirençli/hiperinsülinemik metabolik sendromlu bireylerde
kardiyovasküler hastalık riski açısından oldukça önemlidir ve uygun tedavi yöntemleri ile bu
risk azaltılabilmektedir.38 Ancak Liao ve arkadaşlarının39 yaptıkları bir araştırmaya göre;
ATP III kriterlerine uymayan, fakat lipoprotein profili yönünden (artmış büyük VLDL-K,
yüksek düzeydeki küçük partiküllü LDL-K ve azalmış büyük partiküllü HDL-K
konsantrasyonları) metabolik sendrom ve kardiyovasküler risk taşıyan hastaların bulunduğu
gösterilmiştir. Tüm bu bileşenlerin metabolik sendromun kökeni olduğu düşünülüp ATP III
kriterlerinin daha duyarlı olarak tanımlanması gerektiği sonucuna varılmıştır.39
Hipertrigliseridemi; insülin direnci ve hiperinsülinemi ile ilgili olan lipid
metabolizması bozukluklarının başında gelmekte ve insülin dirençli bireylerde plazma TG
konsantrasyonlarının artması insülin direnci, hiperinsülinemi ve farklı doku insülin duyarlılığı
arasındaki kompleks ilişkiyi açıklayan iyi bir örnektir ve bu bireylerde kardiyovasküler riski
arttıran lipoprotein metabolizması değişikliklerinden birisini oluşturmaktadır. Ancak
kardiyovasküler riskin sadece düşük HDL-K düzeyleri, daha küçük ve yoğun LDL-K
partikülleri veya postprandiyal lipoproteinlerin birikimi ile değil, aynı zamanda endotel
disfonksiyonu, prokoagulant durum ve damar duvarındaki inflamatuar değişikliklerle de
yakından ilgili olduğu belirtilmektedir.38,40,41
14
Koagulasyon ve fibrinolitik sistemlerdeki değişiklikler ve defektler metabolik risk
etmenleriyle ilişkilidir. PAI-1, fibrinojen, faktör VII ve pıhtılaşma anomalileri gibi bu
defektler protrombotik durum olarak adlandırılıp kardiyovasküler hastalık riskini de ortaya
çıkarmaktadır. Bazı protrombotik etmenler kendi başına aterojenik fonksiyon ile ilgilidir ve
damarlarda plak oluşumunu hızlandırabilmektedir.23,32,42-44 Proinflamatuar durum ise
aterosklerozda inflamatuar etkiyi açıklamaktadır. Aterosklerozun gelişimindeki tüm adımların
inflamatuar etkisi bulunmaktadır. Doku hasarı ve hasara cevap bu durumun başlıca iki temel
bileşenidir. Lipid anomalileri, hipertansiyon, hiperglisemi ve trombotik etmenlerin hepsi
potansiyel olarak doğrudan arter duvarını hasara uğratmaktadır. Arteriyel hasarın cevabı
infiltrasyon-damardan sızma- ve lipidlerin hücresel alımı, makrofajlar tarafından salınan
biyoaktif moleküller ve düz kas hücreleri tarafından kollojenin toplanmasıdır. Bu cevaplar
karaciğerden akut faz reaktanlarının sentezinin artması gibi ikinci bir inflamatuar cevabı da
beraberinde getirmektedir. CRP ve fibrinojen arteriyel hasarı ve inflamatuar cevabı da
beraberinde getirir. Serum CRP düzeylerinin yükselmesi kardiyovasküler hastalık ve tip II
diyabet riskini de arttırmaktadır. Metabolik sendromlu bireylerde genellikle CRP düzeyleri de
oldukça yüksektir.23,32,43 Bir Alman çalışmasına göre; CRP düzeylerinin kardiyovasküler
mortalite ve morbiditeyi belirleyen en büyük risk etmeni olduğu belirtilmiştir.33 Metabolik
sendromun kardiyovasküler hastalıklarla olan ilişkisine Şekil 2’de yer verilmiştir.23
15
• Obezite
• Fiziksel inaktivite
↓
İnsülin direnci
↓
Belirti vermeyen
Klinik belirtiler
• Endotel disfonksiyon
• Dislipidemi
• Prokoagulant durum
• Tip II Diyabet
•Proinflamatuar
• Hipertansiyon
durum
• Düz kas hücre
proliferasyonu
↓
KARDİYOVASKÜLER
HASTALIK
Şekil 2. Metabolik Sendrom ve Kardiyovasküler Hastalık İlişkisi
Sonuç olarak; metabolik sendrom bileşenlerinin erken aşamalarda belirlenmesi ve
tedavi edilmesi kardiyovasküler morbidite ve mortalite oranını da oldukça azaltmaktadır.33
16
2.1.4.5. Metabolik sendrom gelişiminde insülin direnci
İnsülin; besin öğelerinin kullanılmasını, metabolizması ve depolanmasını kontrol
eden en önemli hormonlardan birisidir. İnsülinin anabolik etkisi; glikoz, amino asitler ve yağ
asitlerinin hücre içinde metabolize edilmesi ve depolanması olup, glikojen, yağ ve proteinin
yıkılması gibi katabolik işlemleri inhibe etmesidir.32,34 İnsülin direnci ise; hücreler, dokular
(özellikle iskelet kasları ve adipoz doku), karaciğer veya tüm vücuttaki ekzojen veya endojen
insülinin normal düzeylerine olan cevabın bozulmasıdır.34 Süregelen biyolojik cevabı
karşılayabilmek için daha fazla insülinin salgılanması gerektiği bir durumdur. Bu direnç
neredeyse tüm tip II diyabet hastalarında görülmesine rağmen, henüz hiperglisemi
geliştirmemiş metabolik sendromlu hastalarda da oluşmaktadır.33 İnsülin direnci, metabolik
sendromun patogenezini içine alan çok ciddi bir sorundur.34 Klinik uygulamada, insülin
direnci genellikle abdominal obezitenin varlığı ile kendini gösterebilir. Bu direncin en önemli
nedenlerinden birisi dokulardaki aşırı yağ birikimidir.18,34 İnsülin direnci vücut yağı arttıkça
yükselmektedir.45 Özellikle üst vücut şişmanlığı, fiziksel aktivitenin yetersiz olması, yağ
depolama defektleri, erkeklik hormonları, yaşlanma ve genetik etmenler insülinin hareketini
olumsuz etkileyip bazı anomalilere yol açabilmektedir.34 BKİ 30 kg/m2 ve üzerinde olan
bireylerde postprandiyal hiperinsülinemi ve düşük insülin duyarlılıkları görülmektedir. Ancak
BKİ 25-29 kg/m2 arasında olan fazla kilolu kişilerde de insülin direnci gelişebilmektedir.
Bazı populasyonlarda (Güney Asya gibi) BKİ 25 kg/m2’nin altında olan bireylerde insülin
direnci oluşmakta ve bu populasyonlarda da tip II diyabet ve kardiyovasküler hastalık
prevelansı artmaktadır.45 Her obez olan bireyde insülin direnci olmadığı veya insülin direnci
olanlarda da metabolik sendromun değişik fenotiplerinin bulunduğu görülünce genetik
mirasın etkisi bu nedenle araştırılmaya başlanmış ve önem kazanmıştır. Obezite ve insülin
direncinin sıklıkla görüldüğü Pima yerlilerinde tip II diyabet sıklığı yüksek oranda olup
17
hiperlipidemi veya hipertansiyon prevelansında herhangi bir artış görülmemiştir.46 Reaven’e
göre38; adipozite ve fiziksel aktivitenin insülin direncindeki rolü %25 oranında iken; genetiğin
rolü yaklaşık %50 oranındadır.
İnsülin direnci bulunan bir bireyde aşağıdaki özellikler
tanımlanabilir 34:
• Bozulmuş açlık glikozu (açlık glikozunun 111-125 mg/dL olması)
• Bozulmuş glikoz toleransı veya tip II diyabet (iki saatlik glikoz veya oral
glikoz tolerans testinden çıkan sonucun 199 mg/dL; açlık plazma glikozunun
≥ 126 mg/dL olması)
• Hipertrigliseridemi (açlık plazma TG’lerinin ≥ 175 mg/dL olması)
• Düşük HDL-K (açlık plazma HDL-K < 45 mg/dL)
• Hiperürisemi veya gut
• Ailede diyabet ya da koroner arter hastalık öyküsünün bulunması
Framingham Kalp Çalışması’na göre; glikoz intoleransı bulunan erkek ve
kadınlarda, glikoz toleransı olmayanlara göre kardiyak hastalık riskinin daha yüksek olduğu
saptanmıştır. 34
2.1.5. Metabolik sendrom ve Kardiyovasküler Hastalıklar
Bir çok araştırmada metabolik sendrom tanısı almış hastalarda kardiyovasküler
hastalık riskinin arttığı tespit edilmistir. Metabolik sendrom hastaları 3-3.5 kat artmış
kardiyovasküler riske sahiptirler. Klasik MS kriterleri içine dahil olmasa bile C-reaktif
protein/CRP yüksekliği de metabolik sendrom hastalarında artmış kardiyovasküler riskin bir
göstergesidir.47 Obezite kardiyak yapı ve fonksiyon anomalilerine neden olur. Bu anomaliler
obezitenin süresi ve derecesi ile ilişkilidir. Obez hastalarda total kan volümü artar ve periferik
18
vasküler direnç düşer. Ventrikül doluş basıncı artar ve duvar stresini artırır, sonuçta sol
ventrikül hipertrofisi ve diyastolik disfonksiyon gelişir.
2.1.5.1. Metabolik Sendrom ve Hipertansiyon
Kan basıncındaki artma (hipertansiyon), metabolik sendrom bileşenlerinden biri
olup kardiyovasküler hastalık açısından da risk etmenidir.32 Metabolik sendromlu bireylerin
üçte birinde hipertansiyon gelişebilmektedir.33 Hipertansiyonlu hastalarda glikoz, insülin ve
lipoprotein
metabolizması
bozuklukları
oldukça
yaygındır.
Hiperinsülineminin
de
hipertansiyon, obezite ve bozulmuş glikoz toleransı ile ilişkili olduğu anlaşılmıştır.40
Hiperinsülinemi
doğrudan
vazokonstrüksiyon
ve
sempatik
renal
sinir
sodyum
sistemi
tutumuna
aktivitesini
neden
etkileyerek
olarak
ya
da
hipertansiyonu
tetikleyebilmektedir.31,41 Ayrıca vasküler rahatlama için önemli olan durumları azaltarak da
kan basıncını yükseltebilir. Ayrıca renin-anjiyotensin sistemi de iskelet ve yağ dokusunda
insülinin kullanılmasını bozarak vazodilatör etkiyi olumsuz yöne çevirebilmektedir.41
İnsülinin doğrudan bir vazodilatör etkisi bulunmaktadır.23,41 Bu etki; Nitrik Oksit/NO üretimi
tarafından gerçekleştirilir. Obezite ve diyabet gibi insülin direnci ile ilgili olan durumlarda
azalmış NO üretiminin bulunduğu gözlenmiştir. Ayrıca plazma serbest yağ asitlerinin yüksek
konsantrasyonları da NO üretimi üzerinde insülin direnci etkisi oluşturmaktadır.23 Normal
bireylerde, plazma insülindeki akut artışlar sonucunda arteriyal basınç artmadan sempatik
nöral akımda fazlalaşma gerçekleşmektedir. Ancak aşırı sükrozlu beslenme, obezite veya
hipertansiyon gibi durumlar altında insülinin bu vazodilatör etkisi sempatik sinir sistemi
tarafından geçersiz olarak algılanmaktadır. Hatta zayıf olan hipertansiyonlu bireylerin
%50’sinde insülin direnci ve hiperinsülinemi görülebilmektedir.
34,40
İnsülin direnci aynı
zamanda renal sodyum geri emilimini uyarmaktadır. Sodyum tutulumu kardiyak verimin
artmasından sorumludur. Normal kan basıncı düzeylerinin sağlanabilmesi için periferal
19
vazodilatasyonla bu sorun dengelenir. Ancak insülin direncinin olduğu durumlarda periferal
vazodilatasyon bozulmakta ve sempatik adrenarjik aktivite artmaktadır. Sonuçta bozulan
vazodilatasyon ile sodyum tutulumu gerçekleşerek kan basıncı yükselmektedir.23
2.1.5.2. Metabolik Sendrom ve Koroner Arter Hastalığı
Metabolik sendromun koroner arter hastalığı ile ilişkisi daha önce yapılan birçok
çalışmada gösterilmiş olup, koroner arter hastası olan kişilerin yarısından fazlası aynı
zamanda metabolik sendrom tanısı almaktadır. Botnia çalışmasında metabolik sendromlu
hastalarda, koroner arter hastalığı riski 3 kat, kardiyovasküler ölüm riski ise 5 kat artmıstır.48
Kuopio kalp çalışmasında ise metabolik sendromlu orta yaşlı erkeklerde, koroner,
kardiyovasküler ve toplam mortalite, normal populasyona oranla anlamlı olarak artmıştır. Bu
çalışmada NCEP ATP III kriterleri temel alındığında koroner nedenlerle ölüm riski 2.9-4.2
kez artmıstır.48 Hipertansiyon, bozulmuş glukoz toleransı, TG yükseklği, HDL düşüklüğü ve
obezite’nin koroner arter hastalığı ile ilişkisi, artmış koroner arter kalsiyum miktarı ve
istirahat EKG değişiklikleri ile de gösterilmiştir. Yapılan bazı çalışmalarda diyabetik olmayan
metabolik sendrom hastaları da koroner arter hastalığı eşdeğeri sayılmış ve bu nedenle MS
hastalarında da hedef LDL kolesterol 100mg/dL olarak belirlenmiştir. Alexander ve
arkadaşlarının yaptıkları çalışmada, metabolik sendrom hastalarında KAH prevelansı % 5060 oranında bulunmuştur. Aynı çalışmada metabolik sendromun farklı parametrelerinin KAH
riskine katkısının benzer olmayıp bazı farklılıklar taşıdığı gösterilmiştir. Hipertansiyon, düşük
HDL ve DM koroner arter hastalığı prevelansını artırırken, TG yüksekliği, bel çevresi ve
bozulmuş açlık glukozu KAH prevelansını etkilememistir.49,50
Sonuç olarak metabolik sendrom multifaktöryel bir hastalık olup bu hastalarda
koroner arter hastalığı riskini minimal düzeye indirmek için yaşam şekli değişiklikleri ve bazı
20
farmakolojik ajanlarla tedavi uygun bir yaklaşım olabilir. Statinlerin metabolik sendromdaki
yararlı etkileri retrospektif çalışmalarda gösterilmiştir. Lipid profili üzerine olan etkilerinin
yanı sıra, oksidatif stresi azaltması, antiinflamatuvar ve trombojenik cevaba etkisi metabolik
sendrom hastalarında potansiyel kullanım alanı oluşturmaktadır. Bütün bunlara ragmen MS
hastalarında koroner arter hastalığını önlemek için statin kullanımı, ilave çalışmalar
gerektirmektedir.48
2.1.5.3. Metabolik Sendrom ve Kalp Yetmezliği
Obezite, T2DM ve metabolik sendromdaki en önemli mortalite ve morbidite
sebebi kardiyovasküler hastalıklardır.51 Metabolik sendrom, kalp yetmezliği gelişimi için
önemli bir risk faktörü olup, İngelsson ve arkadaşları orta yaşlı metabolik sendromlu
erkeklerde kalp yetmezliği riskinin artmış olduğunu göstermişlerdir.52 Yapılan başka bir
çalışmada da abdominal obezitenin yaşlı hastalarda kronik kalp yetmezliği riskini artırdığı
gösterilmiştir.53 Morbid obez 74 hasta üzerinde yapılan bir çalışmada, hastaların üçte birinin
kalp yetmezliği bulguları gösterdiği ve kalp yetersizliği olasılığının obezite süresi ile arttığı
gösterilmiştir. Yirmi ve 25 yıllık obezite süresi sonunda kalp yetersizliği olasılığı sırasıyla %
66 ve % 93 olarak gösterilmiştir. Tip 2 diyabet ve obezite gibi durumlarda olusan insülin
rezistansının kardiyak yapı ve fonksiyonlarda potansiyel etkileri olabilir. Yapılan bazı hayvan
ve insan çalısmalarında bu durum gösterilmistir.51 İnsülin direncinin hangi mekanizmalarla
kalp yetmezliğine neden olduğu tartışmalıdır. Glikosilasyon ve glikosilasyon ürünlerindeki
aşırı artış, sodyum retansiyonu, sempatik sistemin aşırı aktivasyonu ve artmış anjiyotensin II
cevabı, bozulmuş kardiyak fonksiyonlardan sorumlu olabilir. Ayrıca, TNF-I, IL-6 ve düşük
adiponektin düzeyi gibi hormonal nedenler de insülin direncinde, kardiyak disfonksiyona
sebep olabilir.54
21
Metabolik Sendromun Tedavisi
Metabolik sendromun iki majör klinik sonucu KAH ve tip II diyabettir. Kural
olarak metabolik sendrom majör kardiyovasküler olay gelişme riskini iki, tip II diyabet
gelişme riskini ise beş kat artırmıstır.11 Hastaların risk durumundan bağımsız olarak metabolik
sendromun risk faktörlerine yönelik tedaviye hemen başlanmalıdır.
Tablo 5. Metabolik Sendromda Tedavi Yaklaşımları
• Diyet (Sağlıklı zayıflama diyeti)
• Egzersiz Modifikasyonu
• Ağırlık Kaybı
• Dislipidemiye Yönelik Tedavi
• Hiperglisemi Tedavisi
• Hipertansiyon Tedavisi
Aterojenik ve diyabetojenik diyet: Doymus ve trans yağların, kolesterolün
alınması azaltılmalıdır. Doymuş yağ total kalorinin <%7 sinden az olmalı diyetle, kolesterol
alımı <200 mg/dl olmalıdır. Yağlardan alınan kalori total kalorinin %25–35' i civarında
olmalıdır. Diyetle alınan yağ büyük oranda doymamış yağ olmalıdır. Glikoz şeklinde şeker
alımı azaltılmalı, meyve, sebze ve tahıl alımı arttırılmalıdır. Yağ tekli doymamış yağ şeklinde
olursa postprandial glisemi azalır, trigliserit düşer ve HDL-kolesterol yükselir.55
Fiziksel inaktivite: Muntazam, orta derece şiddette en az 30 dakika devamlı veya
aralıklı olarak haftada 5 gün fizik aktivite yapılmalıdır. Kardiyovasküler hastalık olanlarda
22
risk, detaylı fizik aktivite anamnezi ile veya egzersiz testi ile belirlenmeli buna göre öneriler
yapılmalıdır. Hastaya 30-60 dakika orta şiddette aerobik aktivite önerisinde bulunulmalıdır.
Yeni akut koroner sendrom geçirmiş, revaskülarizarson yapılmış, konjestif kalp yetersizliği
olan hastalara medikal kontrolden sonra, durumuna uyan fizik aktivite önerilebilir.55
Abdominal obezite: Öncelikle hastaya sigaranın zararları anlatılarak sigara içmesi
önlenmelidir. Zayıflama en iyi enerji alımını azaltmak, enerji harcamasını arttırmakla olur.
Amaç ilk bir yıl içinde hastanın kilosunun %7-%10 civarında azalmasıdır. Zayıflamak arzu
edilen kiloya düşene kadar devam etmelidir(BKI<25). Hastaya zayıflaması için yaşam tarzını
değiştirmesi; fizik aktiviteyi arttırması, düzenli egzersiz yapması ve besinlerle alınan kalorinin
azaltılması yönünde telkinde bulunulmalıdır. Bel çevresi kadında<88cm, erkekte <102cm
olmalıdır.55
Aterojenik dislipidemi: Metabolik sendromlu yüksek riskli hastalarda statinler
bütün apo B içeren lipoproteinleri azaltarak majör kardiyovasküler hastalıkla ilgili olayları
azaltır. Fibratlarda aterojenik dislipidemiyi azaltır. Bazı durumlarda statinlerin fibratlarla
birlikte kullanılması yüksek düzeydeki aterojenik dislipideminin düşürülmesinde basarılı olur.
Bu iki ilacın birlikte kullanılması miyopati riskini arttırır. Son zamanlarda statinle fenofibrat
kombinasyonunda miyopati riskinin çok az olduğu ileri sürülmektedir.56 Statin ve nikotinik
asit kombinasyonu da bir alternatiftir. Uzun süre alımı tolere edilememektedir. Ayrıca bu
kombinasyon diyabetik hastalarda kan glikozunun az da olsa yükselmesine neden olmaktadır.
Nikotinik asit düşük dozda olursa uzun süre kullanımı tolere edilebilir.57
İnsülin direnci ve hiperglisemi: Yaşam tarzı değişikliği, bozulmuş açlık glikozu
ve bozulmuş glikoz toleransının tip 2 diyabete dönüsünü engelleyebilir.57,58 Metformin veya
23
thiazonidinedionen de bozulmuş açlık glikozu ve bozulmuş glikoz toleransı olanlarda tip 2
diyabet riskini azaltmaktadır.57 Yalnız bu ilaçların metabolik sendromlu kişilerde
kardiyovasküler hastalıklarla ilgili olayları azalttığına dair bir bilgi yoktur. Tip 2 diyabeti olan
bir hasta aynı zamanda metabolik sendromun diğer faktörlerini de taşıyorsa öncelikle
dislipidemi ve hipertansiyonu tedavi edilmelidir. Ayrıca hemoglobin A1c<%7 civarında
tutulursa mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyon riski azalır.59 Antilipemik,
antihipertansif ve hipoglisemik ilaçlar insulin duyarlılığını ve kiloyu değiştirebilir. Metformin
ve thiazonidinedionen insulin duyarlılığını düzeltebilir. Ancak metformin zayıflatır,
thiazonidinedionen kilo aldırır. Nikotinik asit hariç antilipemik ilaçlar insulin duyarlılıgını ve
kiloyu etkilemezler. Halbuki antihipertansif ilaçlar daha komplekstir. Beta adrenerjik
blokerler ve thiazid diüretikleri insulin duyarlılığını azaltırlar. Düşük dozlarda bu etkileri
ihmal edilecek kadar azdır. Anjiyotensin enzim inhibitörleri, anjiyotensin reseptör blokerleri
tip 2 diyabetin insidansını azaltırlar.59
Kan basıncı: Kan basıncı yükselmesi yaşam tarzı değişikliği ile kontrol edilebilir,
eğer düşmezse antihipertansif ilaç gerekir. Metabolik sendromu olan kişilerde özellikle tip 2
diyabeti olanlara anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri, anjiyotensin reseptör blokerleri
etkili olmaktadır.58
Proinfalamatuvar
durum:
Diğer
risk
faktörlerinden
bağımsız
olarak
proinflamatuvar durumu azaltmak için spesifik bir ilaç önerilmemektedir.
Protrombotik durum: Protrombotik durumda yapacağımız tek klinik yaklaşım
diyabetik hastalarda arteryel tromboz riskini azaltmak için düşük doz aspirin veya diğer
antitrombotik ilaçları vermektir. Ayrıca kardiyovasküler hastalıkla ilgili olay geçirme riski
24
yüksek
olan
metabolik
sendromlu
hastalarda
aspirin
profilaksisi
yapmak
uygun
bulunmaktadır.60
2.1.7. Metabolik sendrom ve Ekokardiyografi
2.1.7.1. Sol ventrikül sistolik fonksiyonlarının değerlendirilmesi
Sol ventrikül/SV sistolik fonksiyonlarının değerlendirilmesinde en yaygın
kullanılan parametrelerden birisi Ejeksiyon Fraksiyonu/EF ölçmektir. EF ölçmek için birkaç
ekokardiyografik parametre kullanılabilir.
M-mod ekokardiyografi
Sol ventrikül bosluğunun boyutları ve duvar kalınlıklarının ölçümü M-mod
kayıtlarda elde edilebilir. Amerikan Ekokardiyografi Derneğinin önerileri doğrultusunda
ölçümler, diyastol sonunda QRS kompleksinin baslangıcında ve sistol sonunda sol ventrikül
arka duvar endokardının yukarı yöndeki hareketinin en fazla olduğu noktada yapılır. Ayrıca
M-mod ölçülen ventrikül boyutları ventrikülün tamamını yansıtmayabilir. Fraksiyonel
kısalma da hesaplanabilir. Bu değer SV fonksiyonunun değerlendirilmsinde yardımcıdır.
Ancak, sol ventrikülün yalnızca izlenen düzlemdeki fonksiyonunu yansıtır. Kalp
kasılmalarının eş zamanlı olmadığı durumlarda ya da segmental dissinerji durumunda yanlış
yorumlara neden olabilir.61
İki boyutlu ekokardiyografi
İki
boyutlu/2D
ekokardiyografi
SV
ve
çevresini
bir
çok
düzlemde
görüntüleyebildiğinden odacık hacimlerinin ve EF’nin hesaplanması konusunda M-mode
EKO’dan belirgin olarak daha üstündür. Ekokardiyografi ile SV hacimlerini hesaplamak için
25
değisik algoritmalar önerilmektedir. Bu algoritmaların çoğu sol ventrikülün elips seklinde bir
küre olduğunu varsayıp hacim hesaplamasında çap-uzunluk veya alan-uzunluk ölçümleri
kullanılır. Sol ventrikül hacmini hesaplamada en çok kullanılan yöntem, Simpson kuralı’na
dayanır. Burada SV birçok düzlemde kesitlenerek ortaya çıkan dilimlerin alanları toplanır ve
hacim buna göre hesaplanır. Bu yöntemin en önemli avantajı, SV geometrisi konusunda
herhangi bir varsayıma gerek olmamasıdır. SV hacmini ve EF’yi hesaplamak için kuralın
değişik modifikasyonları kullanılmaktadır. Bunlardan en iyisi, apeks hacmini elipsoid olarak
varsayan bir modifikasyonudur.61 SV EF ölçümlerinde, modifiye Simpson’s yönteminin
kullanımı önerilmekte ancak SV sekli ileri derecede bozulmuş hastalarda hatalı sonuçlara
mahal vermemek için apikalden göz kararıyla bakılıp ölçümün uygunlugunun teyit edilmesi
önerilmistir.62
2.1.7.2. Sol ventrikül diyastolik fonksiyonlarının değerlendirilmesi
Organik kalp hastalıklarının tüm formlarının sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu
ile ilişkili olduğu ortaya konulmustur. Hipertansif kalp hastalığı, hipertrofik kardiyomiyopati,
koroner arter hastalığı, dilate kardiyomiyopati ve kalp kapak hastalıklarının bütün sekilleri bu
gurubun içine girer.63
a) M-mod ekokardiyografi
M mod kayıtlarda mitral kapak ön liflet M harfi, arka liflet W harfi görünümünde
ve ön liflet açılma amplitüdü normal şartlarda daima daha büyüktür. Her iki kapak
amplitüdlerinin esitliğe gidişi ön liflet açılımını kısıtlayan bir etken olmadıkça diyastolik
fonksiyonlardaki bozulmayı gösterir.61
26
b) Transmitral akımın PW Doppler analizi
Sol ventrikül volümü sabit kalmak kaydı ile aort kapağının kapanmasından mitral
kapağın açılmasına kadar geçen süre izovolümetrik gevşeme zamanı/İVGZ dır. İzovolümetrik
gevşeme zamanı, PW Doppler ile aort ileri akımının bittiği noktadan mitral diyastolik akımın
basladığı nokta arası olarak belirlenir. Sol ventrikül basıncındaki azalma, İVGZ’yi belirleyen
en önemli faktördür. Düşük aort diyastolik basıncı veya yüksek SA basıncı gevşeme hızından
bağımsız olarak İVGZ’yi kısaltır. İzovolümetrik gevşeme zamanı, SA doluş basıncı artmadan,
E/A oranı değişmeden gözlenen ilk bozulma işaretidir. Elli yaş altında 65-90 msn, 50 yaş
üstünde 70-110 msn normal değerler olarak kabul edilir. E dalgası, mitral kapağın açılması ve
kanın basınç farkı ile SV’e hızlı doluşunu gösterir. Deselerasyon zamanı/DZ; transmitral
diyastolik basınç farkının, E akım hızının pik değere ulaşmasından sonraki sıfırlanma
noktasına kadar geçen süre olarak bilinir.64 Erken diyastolde, SV içerisindeki basınç düşük
olduğundan E dalgası hızı artar. Diyastol ortasında SV ile SA arasındaki basıncın
eşitlenmesine bağlı transmitral akım hızı yavaşlar. Geç diyastolde, SA kontraksiyonu küçük
bir gradyent yapıp transmitral akımı hızlandırarak E dalgasından daha az büyüklükteki ikinci
bir zirveye (A dalgası) neden olur. 64
1. Normal Patern
Genç ve sağlıklı kişilerde görülen normal paternde; E/A >1, DZ :200±40 msn
olarak verilmiştir. Elli yaş üstünde E/A oranı küçülmeye baslar. 64
2. Uzamıs Gevseme Patterni (Tip I Diyastolik Disfonksiyon)
E akım hızında azalma, A akım hızında artma, E/A 1’den küçük, DZ ve İVGZ’de
uzama (DZ >240 msn, İVGZ >90 msn) ile belirlenir. Sol ventrikül iskemisi, hipertrofisi ve
artan yaşla birlikte gözlenir. 64
27
3. Yalancı (Pseudo) Normal Pattern (Tip II Diyastolik Disfonksiyon)
İkinci ile 4. ve 5. patern arasındaki geçişi gösterir. Doluş basıncının normalin üst
sınırını aşmaya başladığı dönemdir. Doluş basıncı genellikle 15 mmHg’dan fazladır. Normal
PW Doppler akım örneğini taklit eder (E/A 1- 2, DZ :160-240 msn, İVGZ <90 msn). Ön yükü
azaltan Valsalva manevrası ile E/A <1 olması önemli bir bulgudur. 64
4. Restriktif Pattern (Tip III Diyastolik Disfonksiyon)
Gevşeme ve esneyebilme özelliğinin kaybolduğu bu safhada miyokardın duvar
katılığı artmıştır. Doluş basıncı genellikle 25 mmHg’nın üzerindedir. E/A >2, DZ <160 msn,
İVGZ <70 msn’dir. Ön yükü azaltan Valsalva manevrası ile E/A oranı azalır. 64
5. İleri Restriktif Pattern (Tip IV Diyastolik Disfonksiyon)
Yüksek SV basıncının SA basıncını aşması nedeni ile transmitral A dalga akım
hızı yok denecek kadar azdır. DZ <150 msn, İVGZ <70’tür. Valsalva manevrası ile değisim
göstermez. 64
c) Pulmoner Ven PW Akımının Doppler Analizi
Normal sağlıklı kişilerde 40 yaşın altında pulmoner ven sistolik akım hızı (Ps),
pulmoner ven diyastolik akım hızı (Pd)’ye eşit veya daha küçük olup yaşla birlikte Ps’de
artma, Pd’de azalma ve a ters akımında (Ra) artma olur. Bu, yaşla birlikte SV dolumunda
meydana gelen olumsuz değişimlerin mitral akım Doppler paternine yansıdığı gibi pulmoner
ven Doppler paternine de yansıdığını gösterir. Ps ve Pd dalgaları genç erişkinlerde normalde
28
eşit olup uzamıs gevşeme paterninde Ps/Pd oranı artarken, pseudonormal ve restriktif
paternde Ps/Pd oranı azalır. Pulmoner ven Ra süresi mitral A dalgasından normalde daha
küçüktür. Bu süre A dalgası süresini 30 msn geçerse SV diyastol sonu basıncı 20 mm Hg’nın
üzerindedir. 64,65
d) Doku Doppler Görüntüleme
Mitral kapak uçlarından konvansiyonel pulsed wave Doppler metoduyla yapılan
incelemede yüksek frekanslı düşük amplitüdlü kan akım hızları değerlendirilirken, mitral
annuler doku Doppler metodunda düşük frekanslı yüksek amplitüdlü miyokardiyal hareket
hızları değerlendirilir. Tipik bir doku Doppler görüntüsü/DDG incelendiğinde sistol sırasında
ventrikül merkezine yönelen bir sinyal (Sm) ve erken-geç diyastol de merkezden uzaklaşan
iki farklı sinyal alınır/Em ve Am. Normal kişilerde miyokardın diyastol de hareketi
transmitral akım örneğinin ayna hayalidir. Anüler akım segmentlerinden elde edilen veriler
daha çok global diyastolik disfonksiyonu gösterir. Yaşla birlikte Em azalır, E/Em artar. E/Em,
pulmoner kapiller wedge/PCW basıncı ile koreledir ve sol ventrikül dolum basıncını
hesaplamada yardımcı olur. E/Em >10 ise sol ventrikül dolum basıncı artmış demektir ve
diyastolik disfonksiyonu gösterir. Normal durumda Em hızı >8cm/sn iken, diyastolik
fonksiyonların bozulması ile Em<8cm/sn olur. Normal olgularda Em/Am >1’dir. Em/Am <1
varlıgında diyastolik disfonksiyon tanısı konulur. 64,65
29
3. MATERYAL METOD
Çalışma metabolik sendrom tanısı yeni konmuş normal sinüs ritminde 100 hasta,
(49 erkek; ortalama yaş 46±9 yıl) ve yaşa göre eşleştirilmiş metabolik sendrom bulunmayan
55 olgu ile yapılmıştır (29 erkek; ortalama yaş 45±9 yıl). Koroner arter hastalığı, kalp kapak
hastalığı, sol ventrikül disfonksiyonu, diyabetes mellitus olanlar, kontrolsüz hipertansiyonu
bulunanlar veya hipertansiyon tedavisi görenler, hiperlipidemi nedeniyle tedavi görenler ve
hikayesinde akut miyokard enfarktüsü bulunan olgular çalışma kapsamına alınmamışlardır.
Tüm hastalara ve kontrol grubuna koroner arter hastalığı şüphesi nedeniyle efor testi yapılmış
ve testi tamamen normal çıkanlar çalışmaya alınmıştır. Tüm hastalardan çalışma için yazılı
onam alınmıştır.
Metabolik Sendromda Diagnostik Kriterler
Metabolik sendrom tanısı IDF bu konuda koymuş olduğu klinik tanım esas
alınarak konulmustur.26 Buna göre tanıda abdominal obezite (bel çevresi erkeklerde >94cm,
kadınlarda >80cm) ile birlikte aşağıda belirtilmiş olan kriterlerin en az ikisinin bulunması
zorunluluğu vardır.
1.Yüksek Trigliserd seviyesi (150mg/dl)
2.Düşük HDL Kolestrol düzeyi (erkekte < 40mg/dl;kadında<50mg/dl)
3.Yüksek kan basıncı (Sistolik 130mmHg veya Diyastolik 85mmHg yada Antihipertansif
ajan kulanımı mevcudiyeti)
4.Artmış AKS düzeyi (100mg/dl)
30
Çalısmamıza ait kontrol grubu hastalarda bu kriterlerin 2 ve altı bulunmaktaydı.
Biokimyasal Analiz
Kan örnekleri alınmadan önce hastalardan 12 saat öncesinden aç kalmaları
istenmiştir. Serum Total Kolestrol ve trigliserid düzeylerinde ölçümünde komplet enzimatik
teknik kullanılmıştır. HDL-kolestrol düzeyi ise Apo-B eki bulunan lipoproteinlerin klorür
ihtiva etmeyen dextran sulfat ile çöktürme işlemini takiben degerlendirilmiştir. LDL-Kolestrol
düzeyini değerlendirmek için ise Friedewald ve ark. tanımladığı teknik kullanılmıştır. Plazma
glukoz düzeyi glucose oksidaz tekniği ile ölçülmüştür.67
Anthropometric Ölçümler
Boy, kilo ve bel çevresi standardize edilmiş protokol esas alınarak ölçülmüştür.
Beden kitle indeksi kilogram cinsinden ağırlığın, metre cinsinden boy uzunluğunun karesine
bölümünden elde edilmiştir (kg/m2). Bel çevresi ise karın rahat durumda iken belin en dar
noktasından ölçülmüştür.
3.2. Ekokardiyografi
Tüm ekokardiyografik incelemeler hastanın çalışmaya dahil edildiği gün iki
boyutlu, M-mode, PW Doppler ve doku Doppler donanımı olan Vivid 3 ekokardiyografi
cihazı ile 2,5 MHz fazlı transduser kullanılarak gerçekleştirildi. Ekokardiyografik inceleme
tüm gruplara aynı kişi tarafından uygulandı. Ölçümler, hastalar sol lateral dekübitis
pozisyonunda iken, parasternal pencereden uzun aks ve apikal pencereden 4 ve 5 boşluk
görüntülerinden alındı. Tüm ölçümler ekspiryumda eş zamanlı elektrokardiyografik kayıt
eşliğinde 25 cm/sn hızda, 3 ardısık ölçümün ortalaması hesaplanarak elde edildi.
31
Konvansiyonel ekokardiyografi
Apikal 4 boşluk görüntülemede pulsed wave Doppler sample volümü mitral
kapakçık uç noktalarına yerleştirilerek transmitral akım örneği kaydedildi. Erken diyastolik
zirve akım E, geç diyastolik zirve akım A ölçüldü. E dalga deselerasyon zamanı EDZ ve
E/A oranları hesaplandı (şekil 3).
Sekil 3. Mitral akım hızları
Ekokardiyografik inceleme sırasında sağ koldan standart manşon kullanılarak
sfigmomanometre ile kan basıncı kaydedildi. Ekokardiyografik kayıtlar ardışık üç siklusta
alındı ve bunların ortalamaları kaydedildi. M-mode ölçümleri Amerikan Ekokardiyografi
Derneği’nin önerilerine göre yapıldı.68 Parasternal uzun eksende, sağ koroner ve non-koroner
kapak hareketlerinin birlikte izlendiği pozisyonda proksimal aort görüntüsü net olarak elde
32
edildi. M-mode çubuğu aort kapağının koaptasyon hattının 3 cm üzerinden çıkan aort
bölgesinden geçecek şekilde yerleştirildikten sonra, alınan traseden çıkan aortun sistolik ve
diyastolik çapları ölçüldü. Aort trasesinin öne doğru olan maksimum hareketinin olduğu
kesimden sistolik, EKG’nin R pikine uyan bölgeden de diyastolik çap ölçümleri yapıldı (Şekil
4).
Şekil 4. Transtorasik ekokardiyografik yaklaşımla aort sertliğinin ölçülmesi. D-diastolik çap, S-sistolik çap.
Aort sertliği ölçümleri için aşağıdaki formüller kullanıldı61:
Aort kompliansı = (Sistolik çap – Diyastolik çap) / (Sistolik basınç – Diyastolik basınç)
Aortik strain % = (Sistolik çap – Diyastolik çap) / Diyastolik çap
Beta indeks
= ln (Sistolik basınç/Diyastolik basınç) / Aortik strain
33
İstatistiksel Analiz
Numerik veriler ortalama ± standart deviasyon, kategorik değişkenler ise yüzde
şeklinde ifade edilmiştir. Numierik verilerde unpaired t testi kullanılmış, kategorik veriler ise
kikare testi ile incelenmiştir.
Aortik stiffness ile metabolik sendrom alt komponentleri
arasında daha kapsamlı ilişkinin tesbiti amacıyla multiple regresyon analizinden
yararlanılmıştır.
34
4.BULGULAR
Her iki gruba ait genel klinik biyokimyasal ve antropometrik bilgiler tablo 6’da
gösterilmiştir. Gruplar arsında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak fark yoktu.
Metabolik sendrom bulunan grupta beklendiği üzere diğer gruba göre BKİ daha yüksek, bel
çevresi daha geniş, trigliserid düzeyleri, AKS’leri yüksek ve HDL-kolesterol değerleri daha
düşüktür. Sistolik ve diyastolik kan basınçları, metabolik sendrom grubunda kontrol
grubundan anlamlı olarak daha yüksek bulundu.
TABLO 6: Hastaların temel klinik, biyokimyasal ve antropometrik bulguları
P degeri
Metabolik Sendrom
Kontrol Grubu
Grubu (n=100)
(n=55)
Yas(ort±yıl)
46,29 ±9,07
45,54 ±9,08
0,62
Erkek (%)
49(49)
29(52)
0,65
Boy(cm)
165±0,11
164±0,09
0,83
Kilo(kg)
86,32±11,23
75,82±14,68
<0,001
BKI(kg/m2)
31,78±4,44
27,81±4,60
<0,001
Bel çevresi (cm)
102,61±8,51
92,43±13,37
<0,001
Glukoz(mg/dl)
103,88±15,71
92,61±6,57
<0,001
HDL kolesterol(mg/dl)
43,01±11,61
54,32±10,26
<0,001
Trigliserid (mg/dl)
200,58±87,26
128,01±36,65
<0,001
kan
139,16±12,91
127,20±11,57
<0,001
kan
83,51±9,22
78,41±8,61
<0,001
Sistolik
basıncı(mmHg)
Diyastolik
basıncı(mmHg)
35
Konvansiyonel
ekokardiyografi
parametreleri
açısından
gruplar
karşılaştırıldığında; sol ventrikül çaplarında gruplar arasında anlamlı fark bulunamazken,
septum kalınlığı kontrol grubunda MS grubuna göre daha düşüktü (p<0.001). Posteriyor duvar
kalınlığı açısından gruplar arasında istatistiki fark gözlenemedi. Sol ventrikül kütlesi beklenildiği
üzere MS grubunda kontrol grubuna göre daha yüksek saptandı(Tablo 7).
TABLO
7:
Grupların
konvansiyonel
ekokardiyografik
parametrelerinin
karsılastırılması
Metabolik Sendrom Kontrol Grubu
P degeri
Grubu (n=100)
(n=55)
SVDSÇ (cm)
4,52±0,23
4,43±0,25
0,71
SVSSÇ (cm)
2,68±0,18
2,66±0,21
0,80
IVS (cm)
0,93±0,13
0,76±0,06
<0,001
PW (cm)
0,90±0,11
0,86±0,04
0,67
E dalgası(cm/sn)
63,66±5,35
76,88±4,54
<0,001
A dalgası (cm/sn)
78,81±9,32
56,34±4,6
<0,001
E/A<1( %)
85(85)
3(1,5)
<0,001
SVDSÇ: Sol ventrikül diyastol sonu çapı, SVSSÇ: Sol ventrikül sistol sonu çapı, IVS:
interventriküler septum kalınlığı, PW: Arka duvar kalınlığı
36
Metabolik sendrom komponentlerinin görülme oranları tablo 8’de verilmiştir.
TABLO 8: Metabolik Sendrom Grubunda Komponentlerin Görülme Sıklığı
n(%)
100(100)
Bel çevresi
>94cm (erkek)
>80cm (kadın)
75(75)
Kan basıncı
Sistolik 130mmHg
Diyastolik 85mmHg
Açlık Kan Şekeri 100mg/dl
56(56)
Yüksek trigliserid düzeyi 150mg/dl
82(82)
Düşük HDL kolesterol düzeyi
73(73)
<40mg/dl(erkek)
<50mg/dl(kadın)
İki gruba ait Aortik Strain (MS 5,32±1,56, Kontrol: 9,34±2,34, p<0.001), Aortik
Komplians (MS: 0,0028±0,001, Kontrol: 0,0055±0,0014, p<0.001) ve Aortik Stiffness (MS:
10,65±4,52, Kontrol: 5,7±2,42) değerlerine bakıldığında metabolik sendrom bulunan grupta
aortik stiffness yaş ile eşlestirilmiş kontrol grubuna kıyasla anlamlı derecede yüksek olduğu
görülmektedir(tablo 9).
37
TABLO 9: Çalışma Grubunun Aortik Strain, Komplians ve Stiffness Değerleri
Metabolik Sendrom
Kontrol Grubu
Grubu (n=100)
(n=55)
Aort Çap Değişikliği 0,14±0,04
P degeri
0,25±0,1
<0,001
Aortik Strain
5,32±1,56
9,34±2,34
<0,001
Aortik Komplians
0,0028±0,001
0,0055±0,0014
<0,001
Aortik Stiffness
10,65±4,52
5,7±2,42
<0,001
Multiple regresyon analizi Aortik Stiffness ile yaş, BKİ, HDL ve sistolik kan
basıncının her biri ile ayrı ayrı bağımsız ilişkinin olduğunu göstermektedir (tablo 10). HDL
değeri ile aortik stiffness negatif beta değerine sahiptir.
Tablo 10: Multiple regression modelleri kullanılarak Asendan aort stiffness ile ilgili
bagımsız degiskenlerin degerlendirilmesi
Standard beta değerleri
P değeri
Yaş
0,199
0,002
Bel Çevresi
0,315
<0,001
HDL
-0,203
0,001
Sistolik KB
0,581
<0,001
38
5.TARTIŞMA
Bu çalışmanın sonucunda kliniğe ilk kez başvuran metabolik sendrom tanısı
konulan ve metabolik sendrom komponentlerinin herhangi biri için ilaç tedavisi almayan
kişilerde bile aortik stiffness ın artabileceği bulunmuştur.
Metabolik
sendrom;
aterosklerotik
risk
faktörler
kümesidir
ve
artmış
kardiyovasküler hadise3 insidansı ile yakın iliskişi bulunmaktadır. Metabolik sendromu
oluşturan kriterlerin sayısı ile mortalite arasında lineer ilişki mevcuttur72. Metabolik
sendromun büyük arterlerdeki damar sertliği ile olan yakın ilişkisi, bu durumun
kardiyovasküler sistem üzerindeki olumsuz etkisini açıklayabilecek mekanizma olabileceğini
düşündürmektedir. Gerçekte de hipertansiyon73, hiperglisemi74, visseral yağ dokusu75 gibi
metabolik sendromun bazı komponentleri ile aortik damar sertliği arasında ilişki
bulunmaktadır.
Günümüzde major arterlerdeki elastite kaybı ile kardiyovasküler olumsuz
hadiseler arasında bağ olabileceği kanaati giderek kuvvet kazanmaktadır76. Framingham
Kardiyoloji çalısmasında 20 yılın üzerinde olan izleme sürecinde artmış nabız basıncı, ki bu
büyük arter duvar sertliğinin bir göstergesidir, ile öncesinde klinik olarak koroner arter
rahatsızlığı bulunmayan orta ve ileri yaş grubunda koroner arter hastalığı riskinin artmış
olduğu gösterilmiştir77.
Bugüne kadar metabolik sendromun bütünü ile arteryel duvar sertliği arasındaki
ilikşiyi araştıran çalışma fazla bulunmamaktadır. Diyabet şikayeti olmayan 180 sağlıklı orta
39
yaş kadından oluşan grup üzerinde karotid arter distansibilitesi ile kimi metabolik sendrom
komponentleri ve alt gruplarının bazıları arasında ilişki olduğu gösterilmiştir76. Yakın
zamanda yapılan çalışmalarda da metabolik sendrom ile aortik nabız dalgası arasındaki ilişki
orta yaş japon erkekler üzerinde yapılan çalışmada77, ayrıca karotid arter sertliği ile olan
iliskişide yaşlanma üzerine yapılan uzun süreçli Baltimore çalışmasında gösterilmiştir78. Bu
çalışmalarda aortik stiffness ekokardiyografik olarak ölçülmemiştir ve bu yöntemlerin rutin
pratikte kullanımı kısıtlıdır fakat çalışmamızda noninvazif yöntemlerle aortik stiffness
hesaplanabilmiştir.
Noninvazif olarak elde edilen bu parametrelerin invazif olarak elde
edilenlerle benzer olduğu daha önce gösterilmiştir8.
Gözlemlemiş olduğumuz aortik damar sertliği ile metabolik sendrom arasındaki
ilişki için birtakım mekanizmalar düşünülebilir. Hipertansiyon ve diyabetin aortik stiffness i
artırıcı etkilerinin mekanizmaları tam olarak bilinmemesine rağmen, hipertansiyonda yüksek
basıncın damar duvarında yaptığı stresten dolayı gelişen yapısal değişiklikler ve
ateroskleroz79, glukoz metabolizmasının bozulmuş olmasının damar matrix proteinlerinin
glikasyonuna ve olusan bu maddelerin damar duvarında kollagen ve elastin lifleri üzerinde
birikmesi ise damar elastitesinde kayba sebep olabilir80,81. Çalışmamızda hasta grubunun
%43’ünün KB evre I veya daha yüksek ve sadece %4’ünün AKŞ’i 126 mg/dl üzerinde olması
tek başlarına aort duvar stresinin ve biriken glikozillenmiş maddelerin stiffness artışından
sorumlu olamayacağını düşündürmektedir.
Çalısmamızda yapmış olduğumuz multiple regresyon analizinde AKŞ ile aortik
stiffness arasında bağımsız ilişki bulunmaması muhtemelen hasta grubunun düşük AKŞ
değerleri nedeniyledir. Aynı analizde sistolik KB ile stiffness arasında bağımsız ilişki tespit
edildi.
40
Bunların yanında viseral yağlanma, leptin ve benzeri peptidlerin salınımına neden
olarak arteryel duvar hareketinde değişikliğe neden olmuş olabilir82,83. Çalısmamızda bel
çevresi ölçümü ile belirlenmiş olan visseral yağlanma ile aortik stiffness arasında ciddi
bağımsız ilişki bulundu. Bu da bize göstermektedir ki aort damar sertliği üzerinde total vücut
yağlanmasının değil visseral yağlanmanın önemi vardır. Çalışma sonuçlarımız Schillaci ve
ark. yapmış oldugu çalısma ile bu yönden uyumludur84.
Bu çalışma için görebildiğimiz en önemli kısıtlılık aortik elastikiyetin çıkan
aortaya ait oluşu, bu bölgenin de koroner kan akımından etkilenmesi ve koroner arter
hastalığını dışlamada sadece hikaye ve efor testinin kullanılmasıdır.
Sonuç olarak metabolik sendrom tanısı yeni konulan ve koroner arter hastalığı
olmayan hastalarda bile aortik stiffness da artış görülebilmektedir. Metabolik sendrom’lu
hastalarda aşikar koroner arter hastalığı, diyabetes mellitus, hipertansiyon veya dislipidemi
gelişmeden önce bile vasküler sistem etkilenebilmektedir.
41
ÖZET
Amaç: Metabolik sendromun kardiyovasküler hastalıklar için risk faktörü olduğu bilinmektedir.
Ancak belirgin ateroskleroz oluşmadan önce erken dönemde MS’un aortun elastik özelliklerinde
değişiklik yapıp yapmadığı bilinmemektedir.
Metod:
Çalısma metabolik sendromu tanısı yeni konmuş normal sinüs ritminde 100 hasta, (49
erkek; ortalama yas 46±9 yıl) ve yaşa göre eşleştirilmiş metabolik sendrom bulunmayan 55 olgu ile
yapılmıştır (29 erkek; ortalama yas 45±9 yıl). Koroner arter hastalığı, kalp kapak hastalığı, sol
ventrikül disfonksiyonu, diyabetes mellitus olanlar, kontrolsüz hipertansiyonu bulunanlar veya
hipertansiyon tedavisi görenler, hiperlipidemi nedeniyle tedavi görenler ve hikayesinde akut miyokard
enfarktüsü bulunan olgular çalışma kapsamına alınmamışlardır.
Bulgular: Aort çap değişikliği MS olanlarda kontrol grubuna göre anlamlı derecede az ( 0,014±0,04
ve 0,25±0,1, p<0,01), aortik Stiffness (MS: 10,65±4,52, Kontrol: 5,7±2,42) metabolik sendrom
bulunan grupta yaş ile eşleştirilmiş kontrol grubuna kıyasla anlamlı derecede yüksek olduğu bulundu.
Multipl regresyon analizi, yaş, BKİ, HDL ve sistolik kan basıncının her biri ile ayrı ayrı bağımsız
ilişkinin olduğunu göstermektedir.
Sonuçlar: Metabolik sendrom tanısı yeni konulan ve koroner arter hastalığı olmayan hastalarda bile
aortik stiffness da artış görülebilmektedir. Metabolik sendrom’lu hastalarda aşikar koroner arter
hastalığı, diyabetes mellitus, hipertansiyon veya dislipidemi gelişmeden önce bile vasküler sistem
etkilenebilmektedir.
42
KAYNAKLAR
1. Wilson PWF, Kannel WB, Silbershatz H, et al. Clustering of metabolic factors and coronary heart disease.
Arch Intern Med 1999;159:1104-1109.
2. Grundy SM. Hypertriglyceridemia, insulin resistance, and the metabolic syndrome. Am J Cardiol 1999;83:2529.
3. Lakka HM, Laaksonen DE, Lakka TA, et al. The metabolic syndrome and total and cardiovascular disease
mortality in middle-aged men. JAMA 2002;288: 2709-2716.
4. Arnett DK, Evans GW, Riley WA. Arterial Stiffness a new cardiovascular risk factor. Am J Epidemiol 1994;
140: 669-82.
5. Asmar R, Benetos A, Topouchian J, et al. Assessment of arterial distensibility by automatic pulse wave
velocity measurement. Validation and clinical application studies. Hypertension 1995;26:485-90.
6. Hallock P. Arterial elasticity in man in relation to age as evaluated by the pulse wave velocity metod. Arch Int
Med 1934;54:770.
7. Lacombe F, Dart A, Dewar E, Jennings G, Cameron J, Laufer E. Arterial elastic properties in man: a
comparison of echo-Doppler indices of aortic stifnes.European Heart Journal 1992;13:1040-5.
8.Stefanadis C, Stratos C, Boudoulas H, Kourouklis C, Toutouzas P. Distensibility of the ascending aorta:
comparison of invasive and non-invasive techniques in healthy men and in men with coronary artery disease. Eur
Heart J 1990; 11: 990-6.
9.Ele Ferrannini, Beverley Balkau, Simon W. Coppack 1991: Insulin Resistance, Insulin Response, and Obesity
as Indicators of Metabolic Risk. Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism, doi:10.1210/jc.2007-0334.
10. Reaven GM. Banting lecture 1988: Role of insulin resistance in human disease. Diyabetes1988; 37: 15951607.
11. National Cholesterol Education Program (NCEP) Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of
High Blood Cholesterol in Adults (Adult Treatment Panel III). Third Report of the National Cholesterol
Education Program (NCEP) Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Cholesterol in
Adults (Adult Treatment Panel III) final report. Circulation 2002;106:3143-421.
12. Yudkin JS: Abnormalities of coagulation and fibrinolysis in insulin resistance. Evidence for a common
antecedent? (Review) Diabetes Care 22 (Suppl. 3):C25–C30, 1999.
13. Carr MC, Brunzell JD. Abdominal obesity and dyslipidemia in the metabolic syndrome: importance of type 2
diabetes and familial combined hyperlipidemia in coronary artery disease risk. J Clin Endocrinol Metab 2004
;89:2601-7.
14. Cameron, A.J., Shaw, J.E., Zimmet, P.Z. The Metabolic Syndrome: prevalence in worldwide populations,
Endocrinol. Metab. Clin. N. Am., 33: 351-375, 2004.
15. Samur, G. Metabolik sendrom ve sağlıklı zayıflama diyeti, Sendrom, 17 (10):78-86, 2005.
16. Ersanlı, M. İnsülin Direnci ve Sonuçları, Lipid Gündemi, Ocak-2003.
17. Onat, A., Ceyhan, K. ve ark. Erişkinlerimizin Yarısında Bulunan Dislipidemi ve Metabolik Sendromun
Özellikleri ve Kombine Hiperlipidemi ile İlişkisi, Türk Kardioloji Derneği Araştırmaları, 29: 274-285, 2001.
18. Roche HM, Phillips C, Gibney MJ. The metabolic syndrome: the crossroads of diet and genetics. Proc Nutr
Soc 2005 ;64:371-7.
43
19. Freeman MS, Mansfield MW, Barrett JH, Grant PJ. Heritability of features of the insulin resistance
syndrome in a community-based study of healthy families. Diabet Med 2002 ;19:994-9.
20. Poulsen P, Vaag A, Kyvik K, Beck-Nielsen H. Genetic versus environmental aetiology of the metabolic
syndrome among male and female twins. Diabetologia 2001;44:537-43.
21. Kahn BB, Flier JS. Obesity and insulin resistance. J Clin Invest 2000 ;106:473-81.
22. Trayhurn P, Wood IS. Adipokines: inflammation and the pleiotropic role of white adipose tissue. Br J Nutr
2004 ;92:347-55.
23. Abate N. Obesity and Cardiovascular Disease, Pathogenetic Role of the Metabolic Syndrome and
Therapeutic Implications, Journal of Diabetes and Its Complications, 14: 154-174, 2000.
24. Jensen MD, Haymond MW et al. Influence of body fat distribition on free fatty acid metabolism in obesity. J
Clin Invest 1989; 83: 1168-1173.
25. Lee S, Jansen I et al. Intel-individual variation in abdominal subcutaneous and visceral adipose tissue:
Influence of measurement site J Appi Physiol 2004; 97: 948-954.
26.
International Diyabetes Federation worldwide definition of the metabolic syndrome. Available
at:http://www.idf.org/webdata/docs/IDF_Metasyndrom_Definition.pdf. Accessed August 24 2005.
27. Palaniappan, L. Carnethon, M.R., ve ark., Predictors of the Incident Metabolic Syndrome in Adults, Diabetes
Care, 27: 788-793, 2004.
28. Bloomgarden, Z. T. Highlights From the First World Congress on the Insulin Resistance Syndrome,
Medscape Diabetes & Endocrinology, 6(1), 2004.
29. Shulman, G.I. Cellular Mechanisms of Insulin Resistance, The Journal of Clinical Investigation, 106(2): 171176, 2000.
30. ACE Position Statement, Endocrine Practice, 9(3): 240-252, 2003.
31. Scott, L. C. Diagnosis, Prevention and Intervention for the Metabolic Syndrome, Am. J. Cardiol., 92 (suppl):
S35i-42i, 2003.
32. Grundy, S. M. What is the Contribution of Obesity to the Metabolic Syndrome?, Endocrinol. Metab. Clin. N.
Am., 33: 267-282, 2004.
33. www.medscape.com. Harmel, A.P., Berger, D.N., Clinical Implications of the Metabolic Syndrome, 2004.
34. Bakris G.L., Optimal Management of Hypertension and Obesity in the Metabolic Syndrome. Version 1.0,
ACCESS Medical Group Department of Continuing Medical Education Arlington Heights, Illinois, 2001.
35. Scott, L. C. Diagnosis, Prevention and Intervention for the Metabolic Syndrome, Am. J. Cardiol., 92 (suppl):
S35i-42i, 2003.
36. Grundy, S. M. What is the Contribution of Obesity to the Metabolic Syndrome?, Endocrinol. Metab. Clin. N.
Am., 33: 267-282, 2004.
37. Carr, D.B. Utzschneider, K.M., ve ark., Intra-Abdominal Fat is a Major Determinant of the National
Cholesterol Education Program Adult Treatment Panel III Criteria for the Metabolic Syndrome, Diabetes, 53:
2087-2094, 2004.
38. Reaven, G. The Metabolic Syndrome or the Insulin Resistance Syndrome? Different names, different
concepts and different goals, Endocrinol. Metab. Clin. N. Am., 33: 283-303, 2004.
44
39. Lıao, Y. Kwon, S. ve ark. Critical Evaluation of Adult Treatment Panel III Criteria in Identifying Insulin
Resistance with Dyslipidemia, Diabetes Care, 27: 978-983, 2004.
40. Haffner, S. Taegtmeyer, H. Epidemic Obesity and the Metabolic Syndrome, Circulation, 108: 1541-1545,
2003.
41. Sowers, J.R. Frohlich, E.D. Insulin and Insulin Resistance: Impact on Blood Pressure and Cardiovascular
Disease, Med. Clin. N. Am., 88: 63-82, 2004.
42. Nesto, R.W. The Relation of Insulin Resistance Syndromes to Risk of Cardiovascular Disease, Rev.
Cardiovasc. Med., 4(suppl 6): 11-18, 2003.
43. Das, U.N. Is Metabolic Syndrome X an Inflammatory Condition?, Exp. Biol. Med., 227: 989-997, 2002.
44. Kohler, H. Insulin Resistance Syndrome: interaction with coagulation and fibrinolysis, Swiss Med. Wkly.,
132: 241-252, 2002.
45. Grundy, S.M. Brewer, H.B., ve ark., Definition of Metabolic Syndrome, Definition of the National Heart,
Lung and Blood Institute/American Heart Association Conference on Scientific Issues Related to Definition,
Circulation, 109, 433-438, 2004.
46. Işıldak, M. Güven, G.S., Gürlek A. Metabolik Sendrom ve İnsülin Direnci, Hacettepe Tıp Dergisi, 35, 96-99,
2004.
47. Çömlekçi A. Metabolik sendromda kardiyovasküler risk degerlendirmesi ve koroner arter hastalıgı. Türkiye
Klinikleri J Int Med Sci 2006 ;2: 55-59.
48. Sarti C, Gallagher J. The metabolic syndrome: prevalence, CHD risk, and treatment. J Diabetes
Complications 2006 ;20:121-32.
49. Bhatheja R, Bhatt DL. Clinical outcomes in metabolic syndrome. J Cardiovasc Nurs 2006 ;21:298-305.
50. Cassells HB, Haffner SM. The metabolic syndrome: risk factors and management. J Cardiovasc Nurs 2006
;21:306-13.
51. Abel ED. Myocardial insulin resistance and cardiac complications of diabetes. Curr Drug Targets Immune
Endocr Metabol Disord 2005 ;5:219-26.
52. Ingelsson E, Arnlov J, Lind L, Sundstrom J. Metabolic syndrome and risk for heart failure in middle-aged
men. Heart 2006 ;92:1409-13.
53. Nicklas BJ, Cesari M, Penninx BW et al. Abdominal obesity is an independent risk factor for chronic heart
failure in older people. J Am Geriatr Soc 2006;54:413-20.
54. Stefan N, Fritsche A, Haring HU. Insulin resistance and congestive heart failure. JAMA 2005 ;294:2578.
55. Einhom D, Reaven GM et al. American College of Endocrinology position statement on the insulin
resistance syndrome. Endocr Pract 2003; 9: 237-252.
56. VanPuijenbroek EP, Du Buf-VereijkenPW et al. Possible increased risk of rhabdomyolisis during
concomittant use of simvastatin and gemfibrozil. J Intern Med 1996; 240: 403-404.
57. Knowler WC, Barret-Connor E et al. Reduction in the incidence of type 2 diyabetes with lifestyle
intervention or metformin. N Engi I Med 2002; 346: 393-403.
58. Zimmet P, Shaw J et al. Preventing type 2 diyabetes and the dysmetabolic syndrome in the real world: A
realistic view. Diyabet Med 2003; 20: 693-702.
59. Standarts of medical care in diyabetes. Diyabetes Care 2004; 27: (Suppi I): S15-S35
45
60. Colwell JA. Antiplatelet agents for the prevention of cardiovascular disease in diyabetes mellitus. AM J
Cardiovasc Drug 2004; 4: 87-106.
61. Tezel T. Sol Ventrikül Diyastolik Fonksiyonlarının Belirlenmesinde Ekokardiyografi. Kardiyoloji
Derlemeleri1/Diyastolik Fonksiyonların Degerlendirilmesi. Arset Matbaacılık San. ve Tic. A.S.2000. s 31-51.
62. Cheitilin, et al. ACC/AHA/ASE Guidline Update for the Clinical Application of Echocardiography 2003.
63. Feingenbaum H. Evaluation of Systolic and Diastolic Function of the Left Ventricule. Sixth edition.
Echocardiyography. Williams-Wilkin 2005 p:138-180.
64. Tezel T. Diyastolik Fonksiyonların Değerlendirilmesi. Nobel Tıp Yayınları 2007 s.33-58.
65. Küçükoglu SM, Ökçün B. Diyastolik kalp yetersizligi. Erol Ç, Kozan Ö, Sansoy V. Klinik kardiyoloji
Ankara, MN medikal&Nobel Ltd, 2004 ; pp.333-346.
66. Alberti KG, Zimmet P, Shaw J, the IDF Epidemiology Task Force Consensus Group: The metabolic
syndrome: a new worldwide definition. Lancet 2005;366 :1059 –1062.
67. Friedewald WT, Levy RI, Fredrickson DS. Estimation of the concentration of low density
lipoprotein in plasma, without use of the preparative ultracentrifuge. Clin Chem 1972;18:499-502.
68. Sahn DJ, DeMaria A, Kisslo J, Weyman A. Recommendations regarding quantitation in M-mode
echocardiography: results of a survey of echocardiographic measurements. Circulation 1978;58:1072-83.
69. Mackenzie IS, Wilkinson IB, Cockcroft JR. Assessment of arterial stiffness in clinical practice. QJM
2002;95:67-74.
70. Ford ES. The metabolic syndrome and mortality from cardiovascular disease and allcauses: findings from the
National Health and Nutrition Examination Survey II Mortality Study. Atherosclerosis 2004; 173:309-314.
71. Benetos A, Laurent S, Asmar RG, Lacolley P. Large artery stiffness in hypertension. J Hypertens
1997;15(suppl):S89-S97.
72. Brooks BA, Mdyneaux LM, Yue DK. Augmentation of central arterial pressure in Type 2 diyabetes. Diyabet
Med 2001;18:374-380.
73. Sutton–Tyrrell K, Newman A, Simonsick EM, et al. Aortic stiffness is associated with visceral adiposity in
older adults enrolled in the study of health, aging and body composition. Hypertension 2001;38:429-433.
74. Laurent S, Boutouyrie P, Asmar R, et al. Aortic stiffness is an independent predictor of all-cause and
cardiovascular mortality in hypertensive patients. Hypertension 2001;37:1236-1241.
75. Franklin SS, Khan SA, Wong ND, Larson MG, Levy D. Is pulse pressure useful in predicting risk for
coronary heart disease? The Framingham Heart Study. Circulation 1999; 100:354-360.
76. van Popele NM, Westendorp IC, Bots ML, et al. Variables of the insulin resistance syndrome are associated
with reduced arterial distensibility in healthy non-diyabetic middle-aged women. Diyabetologia 2000;43:665672.
77. Nakanishi N, Suzuki K, Tatara K. Clustered features of the metabolic syndrome and the risk for increased
aortic pulse wave velocity in middle-aged Japanese men. Angiology 2003;54:551-559.
78. Scuteri A, Najjar SS, Muller DC. Metabolic syndrome amplifies the age-associated increases in vascular
thickness and stiffness. J Am Coll Cardiol 2004;43:1388-1395.
46
79. Blacher J, Asmar R, Djane S, London GM, Safar ME: Aortic pulse wave velocity as a marker of
cardiovascular risk in hypertensive patients. Hypertension 1999;33:1111-7.
80. Lee AT, Cerami A. Role of glycation in aging. Ann NY Acad Sci 1992;663:63-70.
81. Airaksinen KE, Salmela PI, Linnaluoto MK, et al. Diminished arterial elasticity in diabetes: Association with
fluorescent advanced glycosylation end products in collagen. Cardiovasc Res 1993;27:942:942-945.
82. Ciccone M, Vettor R, Pannacciullli N, et al. Plasma leptin is independently associated with intima-media
thickness of the common carotid artery. Int J Obes Relat Metab Disord 2001;25:805-810.
83. Singhal A, Farooqi IS, Cole TJ, et al. Influence of leptin on arterial distensibility: a novel link between
obesity and cardovascular disease? Circulation 2002;106:1919-1924.
84. Schillaci G, Pirro M, Vaudo G, et al. Metabolic syndrome is associated with aortic stiffness in untreated
essential hypertension. Hypertension 2005;45:1078-1086.
47
Download