Untitled - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
SOSYO-KÜLTÜREL VE EKONOMİK AÇIDAN NESİLLER ARASI
SOSYAL HAREKETLİLİK: ANKARA MAMAK ÖRNEĞİ
MERVE YALÇINKAYA GÜLLE
YÜKSEK LİSANS/
SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
MAYIS 2014
ETİK BEYAN
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Yazım Kurallarına uygun olarak
hazırladığım bu tez çalışmasında;
 Tez içinde sunduğum verileri, bilgileri ve dokümanları akademik ve etik kurallar
çerçevesinde elde ettiğimi,
 Tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak kurallarına
uygun olarak sunduğumu,
 Tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak kaynak
gösterdiğimi,
 Kullanılan verilerde herhangi bir değişiklik yapmadığımı,
 Bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu,
bildirir, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi beyan
ederim.
MERVE YALÇINKAYA GÜLLE
09/06/2014
iv
SOSYO-KÜLTÜREL VE EKONOMİK AÇIDAN NESİLLER ARASI SOSYAL
HAREKETLİLİK: ANKARA MAMAK ÖRNEĞİ
(Yüksek Lisans Tezi)
Merve YALÇINKAYA GÜLLE
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Mayıs 2014
ÖZET
Türkiye gibi hızlı ekonomik, sosyal, kültürel ve politik değişimlerin yaşandığı bir
toplumda birey, aile ya da toplulukların sosyal hareketlilik stratejilerinin incelenmesi
sosyal mekanın yapısını ve dönüşümünü anlamak için büyük bir önem taşımaktadır.
Ankara Mamak İlçesi örneğinden hareketle sosyal ve mekansal hareketliliği hem
geleneksel gecekondu özelliklerini koruyan mahalleler hem de apartmanlaşmanın yoğun
olduğu mahallelerde, üç nesli kapsayan görüşmelerle, saha araştırması yapılmıştır.
Toplumsal dönüşümlerin, ailelerin sosyal hareketliliğini nasıl etkilediği, değişimler
karşısında aile stratejilerinin nasıl şekillendiğinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Apartmanlaşmanın ve formel konutlaşmanın neredeyse tamamlandığı mahalleler
Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap mahallelerinden,
apartmanlaşmaya başlayan fakat hala önemli bir bölümü gecekondu özelliklerini koruyan
Kayaş, Üreğil mahalleleri ve Mamak Belediyesi sınırlarına yakın tarihte dahil edilmiş olan
Kutludüğün mahallesi araştırmanın saha araştırma alanıdır. Ailelerin nesil içi ve nesiller
arası sosyal hareketlilik stratejileri Bourdieu’nun sermayeler kuramı açısından ele
alınmıştır. Ailelerin nesiller arasında sosyal hareketlilik stratejilerinin mekansal, kültürel,
sosyal ve ekonomik unsurlarla etkileşimi sonucunda önemli derecede farklılaştığı, bunun
yanı sıra ailenin dayanışma ve savunma mekanizması olarak önemli rolünün devam ettiği
ileri sürülmektedir.
Bilim Kodu
Anahtar Kelimeler
Sayfa Adedi
Tez Danışmanı
: 1138
: Sosyal hareketlilik, Aile, Sermayeler Kuramı, Ankara, Mamak
: 130
: Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ
v
.INTER GENERATİONAL MOBİLİTY IN TERMS OF SOCIO-CULTURAL AND
ECONOMIC: CASE STUDY OF ANKARA MAMAK DİSTRİCT
(M.SThesis)
Merve YALÇINKAYA GÜLLE
GAZİ UNIVERSITY
GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES
May 2014
ABSTRACT
It is important to investigate the strategies of the social mobility of the individual, family
and community to understand structure and social change of the social house-dwelling in
communities facing rapid economical, social, cultural and political changes like
Turkey. Field research is conducted in Mamak in Ankara, in both disticts
comprising shanties conserving traditional properties and dense housing districts. It is
aimed to investigate the effect of families on social mobility and the strategy of the
families in the presence of social changes. Field research are made in Abidinpaşa, Akdere,
Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap districts, housing and formal housing are almost
completed, Kayaş, Üreğil districts housing is continuing but a major part of the district is
conserving shanty properties and finally Kutludüğün district joined recently to
Mamak. Social mobility strategies of the families both intra generation and inter generation
is considered regarding capital theory of Bourdieu. It is proposed that strategies of
the inter genaration families are affected by social mobility spatial, cultural, social and
economical and changed. Also family role is important redarging solidarity and defence
mechanism.
Bilim Kodu
Anahtar Kelimeler
Sayfa Adedi
Tez Danışmanı
: 1138
: Social mobility, Familiy, Capital Theory, Ankara
: 130
: Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ
vi
TEŞEKKÜR
Bu çalışmanın tamamlanmasında ve karşılaşılan zorlukların aşılmasında katkısı
olan herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Öncelikli olarak hoşgörüsü ve destekleri için
danışman hocam Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ’ye sonsuz teşekkür ederim. Ayrıca saha
çalışması boyunca maddi ve manevi desteklerini eksik etmeyen sevgili arkadaşlarım Emine
ÇAKIR ve Mehmet ÇAKIR’a ve aileme minnet ve şükranlarımı sunarım.
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET .............................................................................................................................
iv
ABSTRACT ..................................................................................................................
v
TEŞEKKÜR ...................................................................................................................
vi
İÇİNDEKİLER .............................................................................................................
vii
ŞEKİLLERİN LİSTESİ .................................................................................................
ix
RESİMLERİN LİSTESİ ................................................................................................
x
HARİTALARIN LİSTESİ ................................................................................................
xi
1. GİRİŞ......................................................................................................13
2. TEORİK ÇERÇEVE VE KAVRAMSAL ALTYAPI..................................... 19
2.1. Sosyal Hareketlilik Çalışmalarının Teorik Temelleri ........................................ 19
2.2.1. Karl Marx’ın Sınıf Teorisi.......................................................................
19
2.2.2. Max Weber’de Sosyal Sınıf ve Statü ....................................................... 22
2.2.3. Post Endüstriyel Toplum Yaklaşımları................................................... 25
2.3. Sosyal Hareketlilik Araştırmalarında Niceliksel Çalışmalar.......................... 30
2.3.1. John Goldthorpe’un Neo-Weberyan Meslek Şeması............................. 30
2.3.2. Eric Wright’ın Neo-Marksist Sınıf Şeması..........................................
35
2.3.3. Uluslararası Ve Ulusal Makro Hareketlilik Çalışmaları......................
38
2.3.4. Hout ve Diprete’in Sosyal Hareketlilik Araştırmalarına Dair Genel
Tespitleri.............................................................................. ..............
39
2.4. Sosyal Hareketlilik Araştırmalarında Niteliksel Çalışmalar ve Yeni
Yaklaşımlar...........................................................................................
43
2.4.1. Sosyal Hareketlilik Çalışmaları Bağlamında Bourdie’nun
Sermayeler Kuramı................................................................................. 45
viii
Sayfa
3. TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE SINIFLAR................... . .. 5 9
3.1. Türkiye’de Sosyal Hareketlilik Çalışmaları Bağlamında
Tabakalaşma ve Sınıf Kavramı....................................................................... 59
3.1.1. Sosyo-Kültürel Statü Çalışmaları..............................................................
62
3.1.2. Kent Bağlamında Sosyo Ekonomik Duruma Odaklanan Çalışmalar......... 64
3.1.3. Aile Temelinde Yapılan Araştırmalar........................................................ 65
4. ALAN ARAŞTIRMASI..........................................................................................
67
4.1. Araştıma Alanının Seçimi.................................................................................... 67
4.2. Veri Toplama Tekniği.......................................................................................... 74
4.3. Araştırmanın Sınırlılıkları.................................................................................... 74
5. ARAŞTIRMA BULGULARI................................................................................... 77
5.1. Kente Uyum ve Sosyal Ağların Dönüşümü........................................................ . 77
5.2. Mesleki Hareketlilik............................................................................................. 84
5.3. Mekansal Hareketlilik ve Farklılaşan Mekanlar.................................................. 86
5.4. Aileler Arasında Dayanışma ve Çatışma Alanları............................................... 90
5.5. Ekonomik Sermaye.............................................................................................. 102
5.6. Kültürel Sermayenin Dönüşümü ve Eğitim Stratejileri....................................... 105
6. SONUÇ........................................................................................................................109
KAYNAKLAR..............................................................................................................
115
EKLER........................................................................................................................... 121
EK-1. Mamak İlçesi Haritaları......................................................................................... 121
EK-2. Saha Araştırmasından Resimler..............................................................................124
EK-3. Görüşme Formu......................................................................................................128
ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................... 130
ix
ŞEKİLLERİN LİSTESİ
Şekil
Sayfa
Şekil 1.1. Weber ve Marx’ın Sınıf Analizinin Temel Göstergeleri................................ 24
Şekil 2.1. Goldthorpe’un Sınıf Şeması............................................................................ 32
Şekil 3.1. Wright’ın Sınıf Şeması (birincil versiyon)..................................................... 36
Şekil 3.2. Wright’ın Sınıf Şeması (ikinci versiyon)..........................................................37
Şekil 4.1. Boratav’ın Türkiye’de Bölüşüm İlişkilerinin Sınıfsal Çerçevesi Şeması..........60
Şekil 3.2. Boratav’ın Türkiye’de Bölüşüm İlişkilerinin Sınıfsal Çerçevesi Şeması..........61
x
RESİMLERİN LİSTESİ
Resim
Sayfa
Resim 1.1. Akdere Mahallesinde Bir Apartman Dairesi.....................................................83
Resim 1.2. Kayaş Mahallesinde Bir Gecekondu.............................................................
83
Resim 1.3. Kutludüğün Mahallesi ................................................................................. 121
Resim 1.4. Akdere Mahallesi .......................................................................................... 121
Resim 1.5. Kayaş Mahallesi..............................................................................................122
Resim 1.6. Kayaş Mahallesinde Gecekondu................................................................... 122
Resim 1.7. Kayaş Mahallesinde Gecekondu................................................................... 123
Resim 1.8. Akdere Mahallesi Apartman Dairesi ............................................................ 123
Resim 1.9. Kutludüğün Mahallesi .................................................................................. 124
Resim 1.10. Kutludüğün Mahallesi ................................................................................ 124
xi
HARİTALARIN LİSTESİ
Harita
Sayfa
Harita 1.1. Ankara Statü Gelir Haritası................................................................................. .71
Harita 1.2. Ankara Kentinde Mahallelerin Sosyo Mekansal Niteliklerine
Göre Kümelenmesi.................................................................................................................... 72
Harita 1.3. Mamak İlçesi Mahalleleri................................................................................118
Harita 1.4. Ankara Yerleşme Nüfus Statü Gelir Haritası............................................,.....119
Harita 1.5. Ankara Köken Gelir Haritası...........................................................................120
12
13
1. GİRİŞ
Sosyal hareketlilik birey, aile ya da grupların sosyal hiyerarşi sistemi içerisindeki
nesil içi ve nesiller arası hareketliliklerine işaret etmektedir. Sosyal hareketlilik süreçleri,
toplumların içsel mekanizmalarına bağlı olarak zaman içerisinde değişmekte, toplumların
en temel yapıları olan sınıf, statü veya mevkiler de bu süreçler vasıtasıyla yeniden
üretilmekte ve dönüşmektedir. Türkiye gibi hızlı ekonomik, sosyal, kültürel ve politik
değişimlerin yaşandığı bir toplumda birey, aile ya da toplulukların sosyal hareketlilik
stratejilerinin incelenmesi sosyal mekanın yapısını ve dönüşümünü anlamak için büyük bir
önem taşımaktadır.
Türkiye’nin 1927’de % 24,22 olan kent nüfusu, 2011’e gelindiğinde 77,3’e, 2013
yılında ise 14 ilde büyükşehir belediyesi kurulması ve büyükşehir statüsündeki 30 ilde,
belde ve köylerin ilçe belediyelerine mahalle olarak katılmasıyla %91,3’e yükselmiştir
(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=15974).1950’lerden sonra kırdan kente
yaşanan ve son on yılda ise kenten kente devam eden hızlı göç, toplumun demografik,
sosyal, ekonomik ve kültürel yapısında çok önemli dönüşümler meydana getirmiştir.
Türkiye, nüfusunun çoğunun tarıma dayalı toplumsal ilişki yapısının çözülmeye başladığı,
“kent kökenli faaliyetlerin ve kararların belirleyici bir rol oynadığı bir ülkeye
dönüşmüştür” (Işık ve Pınarcıoğlu, 2009 : 95). 1980’lere kadar ekonomisi büyük ölçüde
tarıma dayanan Türkiye’nin, kitlesel göçler sonucu istihdam yapısı, hizmet ve imalat
sektörünün ağırlık kazanmasıyla önemli ölçüde değişmiş, kente ilk göç eden nesil
işçileşmiş ve bu nufüs sanayileşmeyle birlikte değişmeye başlayan toplumsal yapının en
çok etkilenen, nitelik ve nicelik olarak gelişen ve değişen tabakasını oluşturmuştur.
Kentleşme sorunlarının üstesinden gelinmesini sağlayan en önemli unsur Işık ve
Pınacıoğlu’na göre, farklı toplumsal kesimlerin kendiliğinden geliştirdiği mekanizmalardır
(2009). Bu enformal mekanizmalardan biri olan gecekondu, kentlere yeni yerleşen
göçmen mülksüz kitleler için kente tutunmaya yarayacak bir tampon mekanizma işlevi
görmüştür.
1980’lerle birlikte gecekonduların işlevinde önemli bir değişiklik görülmektedir.
Işık ve Pınarcıoğlu bu tarihten itibaren sadece iskan amacıyla değil, piyasada satılmak ve
kiralanmak amacıyla üretilen konutların ortaya çıktığını, gecekondu alanlarında birden
fazla konuta sahip bir kesimin oluştuğunu belirtmiş, ayrıca gecekondularda el
değiştirmenin arttığını vurgulamışlardır (2009: 163). Kullanım amacıyla yapılan enformel
14
konut üretiminden, ticarileşmiş konut üretim sürecine geçişin meydana getirdiği toplumsal
farklılaşma, kentlerdeki mekansal ve sosyal tabakalaşma yapısında önemli dönüşümler yol
açmış ve sosyal hareketliliği arttıran bir unsur olmuştur.
Erman, bugün birçok
gecekondu bölgesinin zaman içinde birbirlerinden
farklılaştığını, bazılarının apartmanlara dönüşerek kentin formel konut piyasası içine
katıldığını, bazılarının ise tipik gecekondu mahallesi özelliklerini koruyarak varlığını
sürdürdüğünü, kimisinin ise eskiyerek, bozularak en yoksulların sığınma mekanları haline
geldiğini belirtir (2004:14). Bu süreçte kimi gecekondulu, apartman ya da birkaç
gecekondu sahibi olurken, kimisi ise gecekonduda kirada oturmaktadır. Çoğunlukla
homojen olarak görülen gecekondu halkı kendi içinde hiyerarşik olarak bölünebilmekte,
böylece kentli için ‘öteki’ olan gecekondulu kendi ‘öteki’sini üretebilmektedir (Erman,
2004:14).
Bu bağlamda eski gecekondu bölgeleri, hem kentsel mekan içinde hem de kendi
içerisinde farklılaşmakta, halen gecekonduda oturanlar, apartmanlara yerleşenler, kiracılar,
ev sahipleri ve göçmenlerin ikinci ve üçüncü nesilleri meslek, eğitim, mülkiyet, gelir,
sosyal ağlar yönünden karmaşıklaşan bir görünüm sunmaktadır.
Araştırma bu kapsamda ilk nesli kırdan kente göç ederek, gecekondu bölgesine
yerleşen ailelerde, sosyal, kültürel, ekonomik ve mekansal hareketliliği nesil içi ve nesiller
ararası bağlamda niteliksel yöntemle incelemeyi amaçlamaktadır. Aile, çalışmada çekirdek
aile olarak değil, nesillerarası kan veya evlilik yolu ile akrabalık ağlarını kapsayan, geniş
aile temelinde ele alınmaktadır. Türk aile yapısında akrabalık ağlarının güçlü olması,
çekirdek hane yapısının Türkiye’de baskın hane formu olmasına rağmen güçlü nesiller
arası, haneler arası ilişkilerin mevcut olması sebebiyle geniş aile birimi temel alınmıştır.
Çekirdek aileler çoğunlukla ayrı evlerde yaşamalarına rağmen Türkiye bireyselden çok,
“büyük bir grupla işbirliğinde bulunan veya bağımlı olan aile sistemlerine” girmektedir
(T.C Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998: 69).
Türkiye’de Aile Yapısı
Araştırması’na (2011) göre, çekirdek aile, metropollerdeki sayılı örneklerin dışında,
“yalıtılmış” çekirdek aile tipine uymamaktadır. Araştırmada kullanılan Litwak’ın
“çekirdek aileler konfederasyonu” kavramı yalıtılmış çekirdek aileden farklı olarak, bir
çekirdek ailenin akraba, hısım veya hemşeri diğer çekirdek aileler ile yakın etkileşimlerini
vurgulamaktadır (2011:389). Araştırmada kentsel çekirdek ailelerde kazanç ortaklığından
15
çok, hizmet alışverişi söz konusu olduğu çekirdek aile konfederasyonunun, birbirine
kısmen bağımlı çekirdek ailelerden meydana geldiği belirtilmektedir (2011: 389).
Aile bir transfer sistemi olarak hem ekonomik sermayelerin hem de bireylerin tutum,
beğeni ve eğilimlerini yeniden üreten bir kurumdur. Ailelerin transfer stratejileri onların
ekonomik, sosyal ve ekonomik sermayelerini korumaya ya da geliştirmeye dayalı olarak
benimsedikleri yolları ifade etmektedir. Birçok endütriyel toplumda olduğu gibi aile
Türkiye’de de sosyal refahın, bireysel ihtiyaçların sağlanmasında en önemli role sahip
kurumlardan biridir (Kalaycıoğlu ve Rittersberger-Kılıç, 2000: 6). Araştırma biriminin
geniş aile olarak ele alınmasının, sermayelerin nasıl aktarıldığı ya da dönüştürüldüğünü
incelemek açısından önemli avantajları olduğu düşünülmektedir. Kadın ve erkeğin rolleri,
kardeşlerin birbirine göre toplumsal konumları ya da geniş aile içerisindeki her bir
çekirdek ailenin birbirine göre farklılaşması, beceri ve kaynakların aktarımı, değerler ve
önceliklerle ilgili çizilen sembolik sınırlarla ilgili alanların incelenmesine olanak
sağlayacağı düşünülmektedir. Aile ilişkilerinin içsel dinamikleri, bireylerin sosyal sınıf,
eğitim, konut, göç ve iş piyasasındaki konumlarını belirlemenin yanı sıra kültürel beğeni
ve pratiklerininde şekillenmesinde çok önemli bir etkiye sahiptir. Ailenin yeniden üretim
stratejileri, aile içi pratikler ve sosyal yapının koşullarına göre nasıl şekillenmekte, aileler
sahip oldukları sermaye biçimlerini hangi alanlarda nasıl arttırmakta, korumakta ve
dönüştürmektedir? Nesiller arasında dayanışma ve çatışma alanları nasıl oluşmakta ve
değişim göstermektedir?
Bu soruları etrafında sosyal hareketlilik stratejilerinin
incelenmesi amacıyla araştırmanın ilk bölümünde sosyal hareketlilik araştırmalarının
altyapısını oluşturan teori ve kavramlar çerçevesinde sosyal hareketlilik araştırmalarının
değerlendirilmesi yapılacaktır. Literatürdeki araştırmaları dörde ayırmak mümkündür. İlk
bölünme teorik olarak Marxsist geleneği takip eden çalışmalar ile liberal geleneği takip
eden araştırmalar arasındadır. İkinci bölünme ise nicel metodlara dayanan makro ölçekteki
araştırmalar ile niteliksel metodlara dayanan mikro ölçekteki araştırmalardır.
Makro sosyal hareketlilik çalışmaları, uluslararası karşılaştırmalarla ve ulus
içerisinde farklı zaman aralıklarında nicel veriler toplayarak endüstriyel kapitalist
toplumların sosyal dalgalanma kalıpları ve sosyal düzenliliklerinin benzer özellikler
gösterdiğini ortaya koymuştur (Erikson ve Goldthorpe, 1992; Featherman, Jones ve
Hauser, 1975; Lipset ve Bendix, 1959; Lipset ve Zetterberg, 1956). Bu çalışmalar iki temel
yöntem izlemektedir. İlki, sınıf kökeni (babanın oğlu on dört-on beş yaşındaykenki işi) ile
sınıf istikameti (oğulun şimdiki işi) arasındaki ayrıma dayanan ölçümdür. İkincisi, ilk sınıf
16
pozisyonu (oğulun ilk işi) ile sınıf istikameti arasındaki ayrıma dayanmaktadır. İstatistiki
metodlara dayalı çalışmaların sosyal olguların genellenebilir ampirik verilerini sunmasının
önemi kabul edilmekle birlikte bu tarz çalışmalar birçok teorik tartışmanın yanı sıra
metodolojileri
bakımından
da
eleştirilmiştir.
1980’lerden
itibaren,
tabakalaşma
sosyolojinin merkezinde yer alan sosyal sınıf kavramının, bugünün karmaşık toplumlarını
açıklamakta yetersiz kaldığı eleştirileri (Savage, 2005), sınıf ile meslek arasında doğrudan
ilişki kuran çalışmaların da yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur. Bugün hayat
boyu süren meslekler yerine daha parçalı, güvenliksiz iş ve kariyer süreçlerinin artmaya
başlamasının meslek üzerinden yapılan ayrımları daha az güvenilir hale getirdiği (Grusky,
Weeden 2006) ayrıca mesleksel bir ölçü kullanılarak tanımlanan sosyal pozisyonların
sosyal hareketliliği hanenin reisi sayılan erkeğin işiyle ilişkilendirerek, kadınlar, emekliler,
öğrenciler, işsizler veya tam gün çalışmayanları kapsam dışında bıraktığı ifade
edilmektedir. Bir diğer dikkat çekilen husus, durum yaklaşımının (snapshot approach) sınıf
ve statü pozisyonlarını, bireylerin yaşamlarının belli bir anında dondurarak, yaşamlarının
belli bir noktasından sonra bireylerin kariyerlerinin ilerlemeyeceği ya da gerilemeyeceği
varsayımından hareket etmesidir. Bir diğer eleştiri, katılımcıların herbirinin aynı anket
sorularını cevaplaması ve bu durumun verileri sınırlandırmasıdır. Edilinen verilerin
bireylerin, ailelerin ve grupların öznel farklılıklarını ve sosyal hareketliliğin çok faktörlü
yapısını ortaya koymakta yetersiz kaldığı öne sürülmektedir.
Etnografik araştırma geleneğine dayanan, kültürün hem olgusal hem de yorumsal
bilgisini edinmeyi amaçlayan araştırmalar, sosyal hareketlilik çalışmalarına yeni
yaklaşımlar getirmektedir. Örnek olay incelemesi yöntemine dayanan bu araştırmalarda,
sosyal mekanın yapısının sınıf, statü gibi temel sosyal yapıların yeniden üretilmesi ve
dönüşümü ile etkileşimli olarak hem toplumların yapısal özellikleri hem de bireylerin
kendi deneyimleri ve pratikleriyle şekillendiği öne sürülmektedir. Başka bir deyişle sosyal
yapılar bireyleri şekillendirirken; bireylerin, ailelerin ya da grupların da sosyal yapılar
üzerindeki biçimlendirici etkisinin sosyal hareketlilik çalışmalarında göz önüne alınması
gerektiği ileri sürülmektedir. Sosyal hareketlilik süreçlerinin daha iyi anlaşılması açısından
toplumların karmaşık ve çeşitli yapısının yenilenmiş metodolojik ve teorik perspektiflere
ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Bu çalışmaların ortak noktası, daha çok niteliksel
yöntemlerin kullanılması, böylece bireylerin deneyim ve pratiklerinin önemine dikkat
çekilmesidir (Bertaux ve Thompson, 2009).
Bu yolla mikro kültürel yapı ve yerel
dinamiklerin kompleks gündelik yaşam pratiklerine etkilerinin daha açık bir biçimde
17
ortaya konulabileceği savunulur. Bu yaklaşım bağlamında Bourdieu’nun alan, habitus ve
sermaye kavram setleri, konuya analitik bir görü kazandırmaktadır. Bourdieu kültür ile
sınıf ilişkisini ele alan Distinction (1984) adlı yapıtında bireylerin yeniden üretim
stratejilerini sermaye kavramlarıyla açıklar. Bu kavramların gücü kültür, ekonomi, sosyal
ağlar, değerler gibi faktörlerin analitik bir biçimde incelenmesine olanak sağlamasıdır.
Habitus ve alan kavramları ise sosyal mekanın yapısını ve bireylerin pratiklerini
kavramada yardımcıdır. Bourdieu’a göre bireylerin zihniyet kategorilerini her tabakanın
özgül pratikler kümesi belirlemekte ve bireylerin sembolik sınırlarını oluşturmaktadır.
Bu kapsamda araştırmanın saha çalışması
Ankara Mamak İlçesi olarak
belirlenmiştir. Kentsel bölgelerin yapısında olan değişimlerin (apartmanlaşma, kentsel
dönüşümler, kentlerin yayılması) yanı sıra Türkiye’de eğitim kurumlarının yaygınlaşması
ve eğitim gören bireylerin sayısının artması, iletişim teknolojilerinin gelişmesi, farklı
sektörlerin gelişerek iş imkanlarında çeşitlenmelerin artmasıyla aile yapısında önemli
değişimler meydana gelmektedir. Bu süreçte ailelerin formal ya da enformal ne tür
stratejiler geliştirdiklerini incelemek amacıyla alan araştırması planlanmıştır. Hem
gecekonduların varlıklarını sürdürdüğü hem de apartmanlaşmanın yaşandığı, formal ve
enformal konut sektörünün birarada bulunduğu bir ilçe olan Mamak İlçesi araştırma alanı
olarak belirlenmiştir. Mamak İlçesi Ankara’nın en eski gecekondu alanlarından biridir.
1930’lardan itibaren çevre köylerden ve kentlerden göç almıştır. Hala Ankara’nın en fazla
göç alan bölgelerinden biridir. Mamak Kızılay, Ulus, Cebeci gibi Ankara’nın kent
merkezinde yer alan bölgelerin çevresinde kurulmuş, daha sonra genişleyerek, altmış beş
mahallesiyle Ankara’nın en büyük ilçelerinden biri haline gelmiştir. Zenginlik, yoksulluk,
akrabalık, hemşerilik, etnik köken, ortak değer ve tutumlar, ikamet tercihleri kent içi
sosyo-mekânsal farklılıkların oluşumunda önemli dinamiklerdir. Kuşkusuz bu farklılıkların
oluşumu ve zamanla değişiminde pek çok etmen rol sahibi ise de kent merkezine olan
uzaklık çoğu zaman önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü çeş tl şler,
alışveriş merkezleri, okullar, sağlık tesisleri, yeşil alanlar, spor merkezleri, eğlence
merkezleri gibi çeşitli hizmet ve olanaklara erişim, sosyo-mekânsal farklılaşmanın gizil
dinamikleri arasında yer almaktadır. Bu bağlamda araştırma kent merkezine yakın
mahallelerden başlanarak çevreye doğru genişletilmiştir. Bu şekilde ilçenin kendi
içerisinde nasıl farklılaştığı da gözlenebilmiş, hem gecekonduda halen oturan, hem de
gecekondudan apartmanlara taşınan ailelerle görüşme imkanı bulunmuştur. Bu sayede
gecekondularda oturan aileler ile apartmanlara taşınan ailelerin sosyal ve mekansal
18
ilişkileri karşılaştırılması amaçlanmıştır. Saha araştırmasının yapıldığı mahalleler
Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe, Kutludüğün, Kayaş, Mehtap, Üreğil
Mahalleleridir.
Saha
araştırması
2013
yılı
Temmuz-Ekim
ayları
arasında
gerçekleştirilmiştir. Saha verileri araştırmanın amacıyla ilişkili olarak temel olarak sosyal,
kültürel, ekonomik ilişkiler başlıkları altında incelenmiştir.
Apartmanlaşmanın ve formel konutlaşmanın neredeyse tamamlandığı mahalleler
Abidinpaşa,
Akdere,
Saime
Kadın,
Şafak
Tepe
ve
Mehtap
mahallelerinden,
apartmanlaşmaya başlayan fakat hala önemli bir bölümü gecekondu özelliklerini koruyan
Kayaş, Üreğil mahalleleri ve Mamak Belediyesi sınırlarına dahil edilmiş Kutludüğün
mahallesinde ailelerle mülakatlar yapılmıştır.
Mülakatlar ailelerin sosyal, ekonomik,
kültürel sermayelerinin nasıl aktarıldığı, dönüştüğünü ve korunduğunu anlayabilmek için
yarı yapılandırılmış bir soru kağıdı geliştirilerek gerçekleştirilmiştir. Sorular, gündelik
hayat pratiklerinden, tasarruf biçimlerine, eğitim, meslek, yaşanılan yer ve aile tercihleri,
değer ve geleneklerin, zevklerin ve eğilimlerin belirlenmesi amacıyla sorulan tüketim
biçimlerini incelemek amacıyla oluşturulmuştur. Nesiller arasında ve nesil içinde
değiştirilen işler, daha ikamet edilen yerlerin yanı sıra nesiller arasında çocukların
cinsiyetlerine göre eğitim açısından bir farklılık yaşanmış mıdır? Yaşanmakta mıdır?
Hangi çocuğunun eğitimine daha fazla destek verilmektedir? Sosyal ağlar iş bulma, konut,
yerleşilen çevre gibi konularda önemini korumakta mıdır? Gibi sorularla ailelerin sosyal
hareketlilik stratejileri incelenmeye çalışılmıştır.
19
2. TEORİK ÇERÇEVE VE KAVRAMSAL ALTYAPI
2.1. Sosyal Hareketlilik Çalışmalarının Teorik Temelleri
“Toplumsal tabakalaşma düzeni bir toplumun yapısal görünümünün en önemli
yönünü oluşturmasına karşılık toplumsal hareketlilik de toplumlardaki en önemli
süreçlerden biridir. Bu göreli yapısal öge ile süreçsel öge arasındaki ilişki çok sıkı ve
birbirini belirleyici özelliktedir. Toplumsal tabakalaşmanın biçimi, yapısı ve öteki
özellikleri toplumsal hareketliliğin sıklığı, yoğunluğu, yaygınlığı ve çapına bağlı olarak
belirlenir.” (Kemerlioğlu, 1996: 143).
Toplumsal tabakalaşma, tüm toplumlarda, değişik çaptaki yapıların içindeki
konumların ve rollerin, ayrıcalıkları, saygınlıkları, otoriteleri ve baskınlıklarına göre az çok
sürekli mertebelenmelerini bir kavramdır olarak tanımlanmaktadır (Kemerlioğlu, 1996:1).
Eşitsizliklerin kurumsallaşması sonucu toplumların sosyal ve ekonomik yönden eşit
olmayan gruplara, katmanlara ve sınıflara bölünmesi ile oluşan toplumsal farklılaşmanın
ve tabakalaşmanın dereceleri, biçimleri, oranları ve sonuçları toplumlara ve çağlara göre
önemli değişikler göstermektedir (Kemerlioğlu, 1996:1). Birçok toplumda toplumsal
tabakalaşma sınıflardan farklı şekilde cinsiyet, etniklik veya ırksal farklılar temelinde
ortaya çıksa da, özellikle endüstri devrimi ve sonuçlarının, Batı toplumlarının yapısında
köklü değişiklikler yaratması üzerine yakın zamanlara kadar bu alanda yapılan çalışmalar,
sınıflar ve gruplar arasındaki ayrımlar, geçişler ve eşitsizlikler üzerine yoğunlaşmıştır.
Toplumsal tabakalaşmanın, birey ve grupların sıralanmaları arkasında belirli tahmin
edilebilir kurallar olan bir sistem ve bu sistemde malların, servislerin ve prestijlerin
topluma eşitsiz dağılımı olduğuna dair genel bir uzlaşma olsa da Karl Marx, Émile
Durkheim ve Max Weber’in sosyal tabakalaşma teorileri toplumsal tabakalaşmaya üç
farklı teorik miras bırakmıştır (Kerbo, 2006: 228).
2.2.1. Karl Marx’ın Sınıf Teorisi
Marx’ın üretim süreci ve ilişkileri temelinde ortaya koyduğu, bireylerin üretim
araçlarına sahip olma ya da olmama durumuyla belirlenen sınıf kavramı ile Max Weber’in
bireylerin mülkiyet, hizmet, bilgi, beceri ve yeteneklerine bağlı olarak piyasada
konumlanmalarını tanımlayan sosyal sınıf ve statü kavramları tabakalaşma ve sosyal
hareketlilik çalışmalarının teorik temellerini oluşturur.
20
Eserlerinde tam olarak ele alınmasa da sınıf kavramı, Marx’ın teorisinde toplumların
nasıl oluştuğu ve değiştiğini açıklamakta merkezi bir önemdedir. Saunders, Marx’ın sınıf
kavramında süreklilik arz eden beş tema bulunduğunu öne sürer (2001:1934). İlk tema,
farklı sınıfların genellikle farklı seviyede gelir düzeyi ve hayat tarzına sahip olmalarının
onları birbirlerinden farklılaştırmasıdır. Bu farklılaşma sınıfın en önemli belirleyeni olan
mülkiyete sahip olma ya da olmamaya bağlıdır. Çünkü sınıf ilişkileri, üretim ilişkilerine,
üretim ilişkilerini tanımlayan mülkiyet ve kontrol kalıplarına dayalıdır. Bu nedenle Marx
kapitalist toplumu iki büyük sınıfa burjuvazi ve proleteryaya ayırır. Burjuvazi, maddi
üretim araçlarına sahip olan ve kontrol eden sınıf, proleterya ise sahip olduğu tek şey olan
emek gücünü burjuvaziye satan ya da satmaya zorlanan sınıfı oluşturur (Saunders,
2001:1934). Fakat Marx ‘ın kapitalizmi daha alt soyutlama düzeyinde bir toplumsal
formasyon olarak incelediği yapıtlarında daha karmaşık, çelişik ve çoğulcu bir sınıf yapısı
anlayışı ortaya koyar (Öngen, 2001 :21). Artı Değer Teorileri’nde orta sınıflara ilişkin
çözümlemelerinde, net bir biçimde çoğulcu bir yapı resmeder. Marx, orta sınıfları, küçük
üreticilerden, küçük burjuvaziden, pazarlama, satınalma, satış işleri ile uğraşanlardan,
aracılardan (toptancılar, dükkan sahipleri, spekülatörler), sermaye adına kumanda edenler
(yöneticiler, denetçiler) ile onların yardımcıları, muhasebeciler, sekreterlerden ve son
olarak hukukçulardan, gazetecilerden, ruhban sınıfı ve ordu ile polis gibi devlet
görevlilerinden oluşan geniş bir yelpaze içinde değerlendirir (Öngen, 2001: 21). Fakat
Marx’a göre kapitalist toplumun en temel ve önemli sınıfları burjuvazi ile
proletaryadırİkinci olarak, Marx’a göre sınıf, bireylerin toplum içinde doldurdukları bir
pozisyon değil, bir grubun başka gruplarla ilişkiselliği içerisinde belirlenen bir konumdur
(Saunders, 2001: 1934). Yani Marx’a göre sermayenin tarihinden bağımsız olarak
sınıfların ilişkiselliği, burjuvazi ya da işçi sınıfı bağımsız bir kendilik içinde homojen
olarak anlaşılamaz (Öğütle; Çeğin, 2009: 50). Marx’ta üçüncü tema, sınıf kavramının
sadece sosyal bilimcilerin dünyayı anlamak için geliştirdikleri bir araç değil, belirli bir
sınıfa mensup olan insanlar bunun farkında olmasa da onların hayatını şekillendiren,
gerçek etkilere sahip bir yapı olarak kavranması gerekliliğidir (Saunders, 2001: 1934). Bir
sınıf, onu oluşturan bireylerden çok daha fazlasını ifade etmektedir. Çünkü bu bireyler
sistemin mantığına göre benzer şekilde davranmaya zorlanmakta ve aynı zamanda benzer
şekilde düşünmeye eğilim göstermektedir. Kapitalistler sermaye birikimlerini arttırmak
için çalışanlara verebilecekleri en düşük ücreti vermek, üretim süreçlerinin verimliliğini
arttırmak ve mallarını satabilecekleri en yüksek fiyata satmak; işçiler ise yaşamak için
işgüçlerini satmak ve kapitalistlerin sermayelerini arttırmak zorundalardırlar (Saunders,
21
1990: 8). Dördüncü tema sınıf mücadelelerinin tarımsal toplumlara geçişten itibaren her
toplumda bulunduğu, tarihin bu sınıf mücadeleleri sonucunda şekillendiğidir. Toplumdaki
farklılaşma, statünün doğumla belirlendiği kast sisteminde olduğu gibi her zaman malların
sahipliğine dayanmıyor olsa bile yine de sosyal ilişkileri şekillendiren faktör sınıflardır
(Saunders, 2001: 1934). Marx farklı sınıfların varlığına işaret etse de ona göre mülkiyetin
sahipliği, sınıf ayrımlarının ana temelidir. Endüstri öncesi toplumlarda birincil ayrım,
toprak sahipleri ile topraksız köylüler /serfler iken kapitalist toplumda ise birincil ayrım
endüstriyel sermayeye sahip olanlar ile işçi sınıfı arasındadır. Marx’ın eserlerinde sınıfla
ilgili son tema, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesinin zamanla toplumda
kutuplaşmayı arttıracağı, işçi sınıfının durumunun kötüleşmesi sonucu proleteryanın
devrimle kapitalist sistemi yıkacağıdır (Saunders, 2001: 1934).
Marx insanların bireysel olarak sosyal hareketlilikleriyle ilgilenmese de sınıflar
arasındaki hareketliliğin sosyal ve politik sonuçlarıyla ilgilenmiştir (Edgell,1998:93).
Marx, sınıflar arasında bireylerin hareketliliğini kutuplaşma tezi çerçevesinde ele alır. Ona
göre orta sınıfın alt tabakasında yer alan ücret karşılığı çalışan beyaz yakalılar, kol gücüne
dayanan işçilere göre çok daha iyi ücret ya da maaş alan bir sınıf konumunda yer alsalar
da, hizmet sektörünün gelişimi ve eğitimin yaygınlaşmasına bağlı olarak beyaz yakalıların
oranı artmakta ve ücretleri düşmektedir. Bu yüzden Marx, zaman içerisinde orta sınıfların
bu alt tabakasının proleteryaya karışacağını ileri sürer (Edgell, 1998:93-94). Benzer şekilde
küçük mal sahipleri, esnaf ve zanaatkarların bir kısmı da sahip oldukları konumdan aşağı
doğru sosyal hareketlilik yaşayarak proleterleşeceklerdir. Enerji, dayanıklılık, yetenek ve iş
zekasına sahip işçi sınıfından bazılarının ise kredi sistemlerinin gelişimiyle birlikte yukarı
doğru
sosyal
hareketlilik
yaşayabileceklerini
hareketliliğin niceliğine ilişkin yorumlarında da
belirtir.
Amerika’daki
toplumsal
sınıfların henüz sabitleşmediğini ve
sürekli bir değişim içerisinde olduğunu öne sürer (Edgell,1998: 93-94).
Marx’ın sınıf teorisinde, bireylerin toplum içinde sadece mülkiyet sahipliği
esasında farklılaştıkları tezi modern toplumlardaki karmaşık ve çeşitlilik arz eden
bölünmeleri yansıtamadığı ileri sürülerek birçok kuramcı tarafından eleştirilmiştir.
Weber’in sosyal sınıfların yanı sıra statü ve prestij gibi başka faktörleri göz önüne alması
birçoklarınca modern toplumları daha iyi açıklama kapasitesine sahip olduğu öne sürülerek
benimsenmiştir. Weber’in toplumsal tabakalaşmaya ilişkin kavramları geliştirilerek sonraki
tabakalaşma görüşlerine yön vermiş, sosyal hareketlilik çalışmalarında çok önemli bir yere
sahip olmuştur. Özellikle mesleğe dayalı makro sosyal hareketlilik çalışmaları ve hayat
22
tarzı ve tüketim biçimlerine dayalı olarak geliştirilen sosyo ekonomik statü
araştırmalarında, Weber’in sınıfların yanı sıra toplum ilişkileri içerisindeki farklılaşmaları
çok boyutlu çözümlemesi, sosyal hareketlilik çalışmalarına önemli kavramsal araçlar
sağlamıştır.
2.2.2. Max Weber’de Sosyal Sınıf ve Statü
Weber’in tabakalaşma sisteminin merkezinde iki ideal tip vardır: sosyal sınıf ve
sosyal
statü
(Turner,
Beehley,Power,
2012:
230).
Marx’ın
sınıfları
üretim
organizasyonundan ortaya çıkan kategoriler olarak kavramasına karşılık, Weber, sınıfları
daha çok dağılımsal kategoriler olarak görür (Saunders, 2001: 1935). Sosyal sınıf ve statü
konumları toplumdaki malların, servislerin ve prestijlerin bireylere dağılımını belirler.
Weber’de sınıf yönelimli davranış ekonomik meselelerle özellikle gelir miktarı ve
kaynağıyla ilişkili olarak kavranmaktayken, statü yönelimli davranış ise değerlerle, kişinin
hayat tarzına atfedilen onur ve prestijle ilgili olarak ortaya çıkar (Saunders, 2001:230). Bu
bağlamda Weber’in sınıf analizi birkaç katmandan oluşur. Ekonomik sınıfları ‘sahipçi
sınıflar’ ve ‘kazanıcı sınıflar’ olarak ayırır. Kazançlar için kullanışlı olan mülkiyet türleri
sahipçi sınıfların mülkiyet piyasasından gelir sağlamasını sağlarken; bilgilerini, becerilerini
ve yeteneklerini emek piyasasına sürenler hizmetlerinden gelir sağlarlar. Weber’in sınıf
analizindeki ikinci ayrım, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanlar ve mülkiyete sahip
olmayanlar arasındadır. Ancak Weber, mülkiyet sahipleri ile ne mülkiyete ne de
pazarlanabilir becerilere sahip olanlar arasında duran çeşitli ‘orta sınıf’ tipleri de tanımlar
(Giddens, 2009: 51). Weber bu orta sınıfları tanımlamakta zorlanmaz. Küçük mülkiyet
sahibi ve görece olarak piyasada zayıf konumda olanlar ile az mülkiyete sahip fakat
eğitimleri ve becerileri sayesinde emek piyasasından olumlu geri dönüş alan sınıflar bu ara
sınıfları oluşturur (Saunders, 2001: 1935). Bu bağlamda Weber, çok farklı ve çeşitli piyasa
durumlarını ayırır. Ticari ve girişimci sınıf: girişimciler, tüccarlar, bankerler gibi
kendilerine ait işyeri olan ve işletenler; rantiye sınıfı-mülk sahibi sınıflar: esas olarak mülk
sahibi olan ve mülksüz kesimlerden tamamen ayrılarak yatırımlarından veya şirket
hisselerinden gelen düzenli gelirle geçinenler; gelir yaratıcı mülk sahibi olmayan sınıflar.
Weber bu sınıfları ayrımlandırırken hizmetlerinin değer ve beceri düzeylerini ele alır.
Kamu görevlileri, politikacılar, doktorlar, avukatlar teknisyenler gibi gruplar eğitim, bilgi
ve becerileri yoluyla piyasada gelir ve güç kazanabilen katmanları oluşturular. Son olarak
23
Weber mülkiyetleri olmayan ve bedensel emek gerektiren işlerde çalışan mavi yakalıları
kategorilendirir (Turner, Beehley, Power, 2012: 231-233).
Sosyal sınıflar ise ekonomik sınıfların kümeleridir. Bu sınıflar hem bireylerin
kariyerlerinde hem de nesiller arasında yaygın sosyal hareketlilik şanslarını kapsamaktadır.
Bir işçi vasıfsız işçilikten yarım ya da tam vasıflı işçiliğe geçebilir ya da vasıfsız işçinin
çocuğu yarı ya da tam vasıflı bir işçi olabilir. Buna karşın Weber el emeğine dayalı
olmayan mesleklerde nesil içi ve nesillerarası hareketlilik şansının çok daha az olduğunu
ileri sürer (Giddens, 1999: 58). Weber’e göre modern kapitalizmin yayılmasıyla Marx’ın
iddia ettiği gibi sınıflar arasında kutuplaşma artmayacaktır. Tam tersine çeşitlenen sınıf
ilişkileri sistemine doğru ilerlenecektir. Bürokratikleşmenin yayılmasıyla, iş pazarında el
emekçisi olmayan, işe alımın çeşitli seviyelerde eğitimsel niteliğe sahip olmakla mümkün
olduğu mesleklerdeki işçilerin oranında giderek artan bir büyüme görülecektir. Bu durum
Weber’e göre gözle görülür farkla büyüyen bir beyaz yakalı gruplaşması oluşturur.
Weber, küçük mülkiyet sahipleri kategorisinin kapitalizmin artan olgunlaşmasıyla
birlikte giderek daralma göstereceği konusunda ise Marx’la aynı fikirdedir. Fakat bu
süreçten çıkan sonuç, bu sınıfın normal olarak ‘proletarya içinde eriyeceği’ değil; vasıflı el
işçisi olsun ya da olmasın, genişleyen ücretli işçilerin, beyaz yakalılar kategorisine dahil
olacağıdır (Edgell, 1998:84).
Weber’de sınıf ve statü arasındaki fark, bireyin sınıf üyeliğinin (piyasadaki
konumunun), salt maddi çıkarlar temelinde nesnel olarak belirlenebilmesi iken, statü ve
onurun, bireylerin birbirinin kökenleri, yetişme tarzları, karakterleri, ahlak ve topluluk
içindeki konumlarına göre yaptıkları değerlendirmelerden oluşmasıdır (Turner, Beehley,
Power, 2012: 230). Bu bağlamda Weber’de
bireyler sahip oldukları gelir, ekonomik
varlık, servet, mülk gibi nesnel ekonomik ölçütler ve sosyal saygınlık, sosyal statü gibi
öznel ölçütler bakımından tabakalar, sınıflar ve statü grupları biçiminde farklılaşırlar.
Bireyler mülkiyet ve mesleksel pozisyonlarına göre farklılaşabilecekleri gibi, değer
sistemiyle içiçe olan onur, statü ya da prestije göre ya da politik ve organizasyonel güce
göre de farklılaşabilirler. Bireylerin toplum içinde farklılaşmalarında politik ve
organizasyonel güce yaptığı vurgu, Weber’in modern endüstriyel toplumlarda politik ve
kurumsal bürokrasilere olan ihtiyacın giderek önem kazanacağını ileri sürmesindendir. Bu
yüzden sınıflar modern toplumlarda gücün en önemli boyutunu oluştursa da devleti kendi
çıkarlarına göre yönlendirebilme gücünden dolayı statü gruplarının sosyal gücü ve
24
partilerin politik gücü de çok önemlidir. Weber’e göre statülerin sosyal gücü ve politik
güç, sınıf eksenini çapraz şekilde kesebilir (Saunders, 2001: 1935).
Weber’e göre, statü grupları içindeki bireyler benzer hayat tarzına sahip olduklarını
düşündükleri insanlarla ilişki kurma eğilimindedirler. Bu yüzden yabancıların gruba
girmesini engellemeye çalışırlar (Turner, Beehley, Power, 2012: 234). Bu eğilim ortak
statü konumundakileri statü ve mesleki yatırımlarını korumaları için toplumsal ve
ekonomik fırsatları yabancılara kapatacak siyasal eylemlerin içine sokar (Turner, Beehley,
Power, 2012: 235). Weber’e göre böylece sınıf ve statü grupları birbirinin içine geçer ve
tabakalaşma sistemi yeniden üretilir.
Marx‘ın toplumun çalkantılı dönemlerinde sınıfsal ayrımların keskinleştiği görüşüne
benzer şekilde Weber’de ekonomik sınıfların çalkantılı dönemlerde öneminin arttığını öne
sürer. Fakat bu dönemler dışında statünün öneminin sınıfsal ayrımlara baskın çıktığını ileri
sürer. İstikrar dönemlerinde statü grupları arasındaki farklılıklar, toplumsal ayrımların
üretilmesinde önem kazanır. Statü gruplarına bu vurgu, statüler ve etnik katmanlaşma başta
olmak üzere sınıf dışındaki değişik katmanlaşma biçimlerine de dikkat çekmesi
bakımından önemlidir (Edgell, 1998:22). Bu bağlamda statü grupları, hayat üslubu, yaşam
tarzı veya hayat stili olarak adlandırılan kavramları içermekte ve sosyal sınıf olgusunun
kültürel unsurlarla birleşmesini sağlamaktadır.
Şekil 1.1. Weber ve Marx’ın Sınıf Analizinin Temel Göstergeleri
25
2.2.3. Post Endüstriyel Toplum Yaklaşımları
Weber’in yaklaşımını takip eden birçok kuramcı kapitalizmin yapısında önemli
değişimler olduğunu ve bu değişimlerin yeni tabakalaşma kalıpları yarattığını ileri
sürmüştür. Birçok farklı görüş olmasına rağmen, post endüstriyel toplumların değişen
yapısına dair görüşler; endüstri sonrası toplumlarda mülkiyetin ve yönetimin birbirinden
ayrılması, refah devletinin yükselişi, sınıfların politik öneminin azalması, eğitimin
yaygınlaşması, politik partilerin değişen işlevleri, ‘yeni orta sınıf’ın ortaya çıkışı ve meslek
yapısının değişimi gibi başlıklar altında ele alınabilir.
Dahrendorf (1959) Marx’ın mülkiyet anlayışına bir dizi eleştiri getirmiştir. Ona göre,
Marx’ın mülkiyeti dar anlamda kullanmaktadır. Dahrendorf, mülkiyeti sahiplenme değil,
nesneye ilişkin haklar anlamında tanımlar. Bu anlamda sınıfı mülkiyet ilişkileri
bakımından değil, otorite sahipliği ve yoksunluğu açısından ele alır. Dahrendorf’a göre
kapitalist kategorisinin, yönetici ve hissedar diye ikiye ayrılmış olduğu bir rol farklılaşması
süreci
yaşanmaktadır.
Yönetici
menfaatlerinin
hissedarlarla
bütünüyle
paralel
olmamasından dolayı bunu anonim şirketlerin gelişiminin fiili sonucu olarak tek kapitalist
sınıfın parçalanışı izler (1959: 11). Marx’ın işçi sınıfının homojenleşeceği tezinin aksine
Dahrendorf, vasıf gerektiren işlerin mekanizasyon sonucu kaybolmadığını hatta bu tür
işlerin
yayıldığını,
işçi
sınıfının
giderek
homojenleşmek
yerine
çeşitlendiğini
belirtmektedir. Mülkiyet sahipliği ve kontrolü arasındaki ayrımın artması, iş konusundaki
tutumlarda ve bunun uzantısı olarak iş ideolojisinde önemli değişikliklerle sonuçlanmış ve
bu anlamda Marx’tan beri kurumsallaşmış endüstriyel toplumlarda rollerin tahsisinde yeni
kalıplar oluşmuştur (1959: 30). Bu bağlamda Dahrendorf kapitalizmin üretim araçlarının
gerçek kontrolünün girişimcilerin elinde olduğu ve bunu sağlayan yasal özel mülkiyet
hakkı ilkesiyle ayırt edilebilecek bir endüstri toplumu biçimi olduğunu ileri sürer (Giddens,
1999: 67-68).
Marx’dan beri toplumsal yapının değişiminde rol oynayan bir başka faktör
organizasyonların etkisidir. Birçok teorisyen güçlü organizasyonlar ve hareketlilik
kapasitesinin özellikle işçi sınıfı için kolektif eylemi arttırdığını vurgulamışlardır
(McCaerth ve Zald, 1977; Smelser, 1962; Olson, 1965; Tilly, 1978). Bu süreçle bağlantılı
bir başka nokta refah devletinin yükselmesi sürecidir. Refah devleti sosyal refah ve
ekonomik düzenleme politikalarıyla sınıf çatışmalarını azalttığı ileri sürülmektedir. Bunun
26
bir nedeni devletin güçlü bir ekonomik aktör olarak ortaya çıkarak kapitalistler, yöneticiler
ve çalışanlar arasında pazarlıkta rol oynamaya başlamasıdır.
Dahrendorf bir başka neden daha öne sürer ona göre endüstri toplumunun temel
özelliklerinden biri olarak sosyal hareketlilik oranlarındaki artış, (nesil içi ve nesiller arası
yaygın hareketlilik oranları) sınıflar arasındaki sınırların kaldırılması yönünde hareket eder
ve böylece aksi halde aralarında büyüyebilecek olan her türlü katı engeli aşındırır. İkinci
olarak Dahrendorf, yüksek oranda sosyal hareketliliğin grup ve sınıf çatışmasını bireysel
çatışmaya taşıma işlevi gördüğünü ileri sürer. Grup ve sınıf çatışması mesleki sistem
içerisinde yüksek mevkiler için bireyler arasında rekabetçi bir çatışma içinde erir. Bu
nedenlere ek olarak, büyük nüfus kitlesi için evrensel oy kullanma ve refah yasamasıyla
somutlaştırılan vatandaşlık haklarının kurumsallaştırılması kapitalist sonrası toplumda
ayrıcalık ve yıpranma biçimlerini dışlayan bir sosyal yapı geliştirmiştir. Bunun nedeni
Dahrendorf’a göre ‘sınıfların kurumsallaşması’dır. Çeşitli haklar yanında grev hakkının da
tanınması sınıf çatışmasının yoğunlaşmasını önleyerek sınıfların sadece endüstri alanında
sınırlı kalmasını sağlamıştır (Giddens, 1999: 70). Bu anlamda refah devletinin ciddi
ekonomik dalgalanmaları stabilize ederek, çalışan haklarını güvence altına aldığı, işçilerin
ve dar gelirli bireylerin ekonomik ve sosyal koşullarını geliştirdiği ileri sürülmektedir
(Bowles ve Gintis,1987; Habermas, 1975). Endüstiyel toplumların tabakalaşma yapısını
değiştirdiği düşünülen en önemli unsurlardan biri de eğitimin yaygınlaşması ve daha kolay
erişilebir hale gelmesidir. Post endüstriyel toplumlar için kazanılan bilgi, beceri ve yaratıcı
yetenekler, sosyal konumları belirlemede önemli ve temel belirleyici olarak kabul
edilmektedir. Bu sayede toplumsal sınıf kökenleri ile ulaşılan eğitim kurumları arasındaki
ilişkinin zayıfladığı ileri sürülmektedir. Eğitimle edinilen bilgiler, beceriler, yetenekler ile
ulaşılacak toplumsal sınıf konumu arasındaki ilişki güçlenmektedir (Becker and
Tomes,1979). Eğitim vasıtasıyla kontrol gücü, daha demokratik biçimde dağılmaktadır. Bu
yaklaşım, fırsat eşitliği ve bireylerin dikey sosyal hareketlilik gerçekleştirme olanaklarını,
endüstriyel gelişmenin fonksiyonel zorunlulukları olarak görmektedir. Bu anlamda,
toplumda bireylerin eğitim yoluyla dikey sosyal hareketlilik gerçekleştirme şansının
artmasının kapalı bir sınıflı toplumdan daha açık olduğu varsayılan meritokratik bir
topluma doğru ilerlemek anlamına geldiği ileri sürülmektedir. Bir birey sosyal sınıfı ne
olursa olsun dikey sosyal hareketlilik gerçekleştirebilmekte ve bireysel yaşam şansları
üzerinde toplumsal sınıfın etkisi görece olarak azalmaktadır (Blau ve Duncan, 1967; Kerr
ve diğerleri, 1960; Kerr, 1983; Treiman, 1970). Bireyin, eğitim ve beceriyle kazanılmış
27
statüsüne göre toplumdaki konumunun belirlenmesinin İkinci Dünya Savaşı sonrası
dönemde yaygınlaştığı ileri sürülmektedir. Aynı nesil içinde değişik sınıflardan bireyleri
aynı hareket içinde bütünleştirdiği için ‘nesil’ kavramının sınıf kavramına göre daha
açıklayıcı olduğu belirtilmektedir. Refah devletinin stabil hale gelmesi ile mesleksel
çeşitliliğin, yüksek dereceli/vasıflı işleri yaratarak Batı toplumlarının daha akışkan hale
gelmesine yol açtığı, bu gelişmelerin sınıf temelinde olmayan politik davranışları
feminizm, çevre, barış, sivil haklar gibi arttırdığı öne sürülmektedir (Clark ve Lipset, 1993;
Gorz, 1989). Bu nesil, sınıf çıkarlarının peşinde değil statü pozisyonları için mücadele
etmektedir. Statü politikaları kavramı, işçi ve burjuva sınıfları arasındaki çatışmaların
yerini statü grupları ve blokları arasındaki çatışmaların alışını tanımlamak için
kullanılmaktadır (Pakulski, 1993).
Post endüstriyel toplumlardaki toplumsal tabakalaşma yapısına etki eden bir diğer
husus politik partilerin değişen işlevleridir. Git gide sağ ve sol partilerin aralarındaki
ideolojik ayrımların azalmakta olduğu ileri sürülmektedir. Sol partiler merkeze
yaklaşırken, aynı zamanda yeni partiler çevre, barış gibi politik programlarla ortaya
çıkabilmektedir. Bu partiler genç, yüksek derecede eğitimli ve kozmopolit bireylere
seslenmektedir (Kuelchler ve Dalton, 1990). Bu eleştirilerin ve tabakalaşmaya ilişkin yeni
yaklaşımların bağlantılı olan yeni orta sınıf tartışmaları da Marksist teoriye getirilen bir
başka eleştiridir.
Orta sınıfların varlığı birçok teorisyen tarafından kabul edilmiş olsa da kavrama dair
birçok farklı görüş vardır. İlk olarak orta sınıfın içindeki çeşitliliğin nasıl formüle edileceği
ve bu farklılıklara nasıl geçerlilik kazandırılacağı tartışılmıştır. Bell (1973) post endüstriyel
toplumun gelişi tartışmasını ilk kez ortaya atmış ve bu bağlamda yeni orta sınıfların
varlığını ilan etmiştir. Post endüstriyel toplumların bilgi temelli hizmetlere dayandığını ve
bu durumun artan oranda sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, araştırma ve sanatta yaşam
kalitesi talebini yarattığını ileri sürmüştür. Bu yeni ortaya çıkan toplumdaki en büyük
sınıfın profesyonel sınıf olduğunu belirtir. Bu sınıf mülkiyetten çok bilgi temelli bir sınıftır
(Bell, 1973: 374). Aslında profesyonel sınıfların eski zamanlardan beri varlıklarını devam
ettirdiklerini fakat sosyal trendler ve üretim biçimlerinin değişimi ile post endüstriyel
toplumlarda bu mesleklerin yeni sınıf çıkarları ve belirli hareketlilik kalıpları ortaya
çıkarttığını öne sürer. Bell’i takip eden teorisyenler, bilgi kriterini temel olarak kabul
etmeye devam etmişlerdir. Brint (1984) yeni ve eski orta sınıfların liberal davranışlarını
karşılaştırdığı çalışmasında eğitimsel farklılıkların önemini ileri sürerken, Lamont (1987)
28
kültürel sermaye çalışanlarını yeni orta sınıf olarak ilan etmiştir. Diğer orta sınıf
teorisyenleri
istihdam
ilişkilerinin
doğasına
yoğunlaşmışlardır
(Andersen,
1993;
Goldthorpe, 2000). Mesleksel yapının çeşitlenmesi ile fordist üretim biçiminden daha
esnek görev yapısına, daha çok hizmet ve enformasyon endüstrilerine dayanan bir üretim
formasyonuna geçiş ile daha çok orta düzey yönetici ve yüksek beceri gerektiren pozisyon
ortaya çıkmıştır. Bu durum daha az hiyerarşik yapıda olan otorite ilişkilerini ortaya
çıkarmıştır (Bell, 1973; Lipset, 1981).
Neo-Marxsist kuramcılara göre ise endüstri ve kent toplumunda işgücü dağılımında
ortaya çıkan değişimler, yüzeysel biçimde araştırılmakta ve kapitalizmin işleyiş tarzında
köklü bir değişim tezi için ileri sürülen olgusal bulgular zayıf kalmaktadır. Küreselleşme
ve neo-liberal politikalar sonucu, esnek çalışma ve esnek iş örgütlenmesi artmaktadır. Ağır
imalat sanayinin ve kitlesel üretimin, 1970’lerden itibaren Batı ülkeleri ve Amerika’dan,
Doğu ve Güney’ye kayması işçi sınıfının etkinliğinin azalmasına neden olmuş ve sınıfsal
yapılar dönüşüme uğramıştır. Bölgesel eşitsizliklerin yaratılmasında, ABD, Batı Avrupa
ve Japonya’nın “iktisadi liberalizasyon” politikaları sonucu “yeni yoksulluk” kavramıyla
(Baulch, 1996) nitelenen, sinai üretimin gerilemesi, yüksek ücretlerin yüksek kalifikasyon
gerektiren işlere ödenmesi, ara işlerinse iş güvencesinden dışlanıp esnekleştirildiği bir
döneme geçilmiştir. Sonuç olarak ücret uçurumu genişlemiş, istihdam alanı daralan mavi
yakalılar “artık nüfusa” dönüşerek yoksullaşma sürecinin geri dönüşsüz olduğu bir durum
ortaya çıkmıştır.
Küreselleşme ve neo liberal politikalar sonucu, küçük ölçekli firmaların çoğalmaya
başladığı fakat bu küçük firmaların esnek ekonomideki dalgalanmalardan daha çok
etkilendiği dolayısıyla bu sistemin çalışanları işten çıkarmalara karşı daha kırılgan kıldığı
ileri sürülmektedir. Çevrede hazırda bekleyen yedek işgücü işverenleri pazarlıkta daha
güçlü kılmakta ve bu da yeni yoksulluk biçimleri yaratmaktadır. Yoksulluk ve eşitsizlik,
sömürünün derinleşmesi ve yerelleştirilmesi anlamına gelebilecek yeni taşeronluk ilişkileri
ile merkeze yeni zenginlik akışını kolaylaştırıcı bir içerik kazanırken, çevre giderek
yoksullaşmakta ve bağımlı kılınmaktadır. (Wallerstein,1979) Ülkelerin başta tarım
destekleri, sübvansiyonlar, sosyal politika tedbirleri, ücret zamları, vergiler olmak üzere
kendi politik karar alma şans ve yetkileri, bunları uygulama özgürlüğü ortadan kalkmaya
başlamıştır (Wallerstein, 1979).
29
Scott’a göre iş örgütlerinin yapısındaki değişimler, kapitalist sınıfı, sermayenin
kişisel mülkiyete dayalı bir sınıfına dönüştürmektedir. Kapitalist sınıf, bir yandan özel
mülkiyet ve denetiminin doğrudan bir sonucu, bir yandan da kökü aile ve eğitim vasıtasıyla
edinilen sosyal ağlarının dolaylı bir sonucu olarak varlığını sürdürmektedir (Edgell, 1993,
59). Scott, ekonomik egemen sınıfın aynı zamanda politik egemen sınıf olduğunu ileri
sürer. Devlet, kapitalist sınıf yararına işlemekte,
devlet etkinlikleri var olan sosyal
ilişkileri, kapitalist sınıfın kazançlarını yıkmaktan çok desteklemektedir. Devlet, kapitalist
sınıfın ekonomik ve politik üstünlüğü yararına, tarihsel ve yapısal olarak taraf tutmaktadır
(Scott, 1991:151).
Braverman,
özellikle
çalışan
sınıfı
etkileyen
iş
konumunun
düşüşüyle
ilgilenmektedir. Birçok liberal kuramcının vurguladığı gibi one göre de işçilerin ekonomik
ve sosyal konumu gerilemektedir. Fakat Braverman, işçileri sadece mavi yakalılar olarak
ele almamaktadır. Beyaz yakalı çalışan olarak tanımlanan bireylerin çalışma koşulları da
mavi yakalılar gibi kötüleşmekte, maaşları azalmakta ve statüleri, kol işçilerinin statülerine
yaklaşmaktadır (1974: 26). Bu anlamda toplumda proleter grubuna giren bireyler, sürekli
artmakta ve genişlemektedir. Braverman’a göre iş kontrolü üzerindeki sorunlar
kapitalizmde işin bir parçası haline gelmekte ve aynı zamanda birçok işçinin iş konumunda
düşüşler görülmektedir. Bu durum, iş bölümünün önemli özelliklerinden birisi olmaktadır.
Kapitalizm, gücünü belirli bir teknik zorunluluktan değil, birim maliyet değerlerini sürekli
azaltmak ve buna bağlı olarak emeği ucuzlatmak yoluyla sürekli kâr ve kazanç sağlamayı
amaçlayan ilke ve istekten almaktadır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yarattığı
gereksinimlerin bir sonucu olarak iş düzeyinde yükselmeler olmakla birlikte kapitalizm
koşulları altında iş, üretim verimliliğini arttırmak ve işçilerin ekonomik sömürüsünü ve
sosyal kontrolünü sağlamak için örgütlenmektedir. Bu nedenle işverenler, ücret karşılığı
çalışan kitlelerden ve işveren temsilcilerinin ellerinde yoğunlaşan işçilerden beceriyi ,
özerkliği ve kişisel karar verebilme yetkisini yok etmek amacıyla sürekli yeni teknolojiyi
ve yönetim yöntemlerini kullanmaktadır (1974: 109).
Geiger ve Mills gibi diğer kuramcılara göre ise orta sınıf, proleteryanın tam bir
uzantısı değil, kapitalist ya da yönetsel konumda olsa da işçi sınıfına daha yakın bir
konumda yer almaktadır. Beyaz yakalılar olarak tanımlanan kitlelerin yapısal durumu,
ücretli işçilerin nesnel koşullarına benzemektedir. Maaşlı olarak çalışan beyaz yakalı
kitleler ve ücretli olarak çalışan işçiler, mülkiyete sahip değildir ve gelirleri giderek
birbirlerine yaklaşmaktadır. Beyaz yakalıların kendilerini ücretli işçilerden ayırmasına
30
olanak veren statü konumlarıyla ilişkili faktörler, belirgin biçimde düşmektedir (Mills,
1951: 297). Mills’e göre ofislere makinelerin ve satış aygıtlarının yerleştirilmesi, ofisi ve
satış yerlerini mekanize etmektedir. Bu durum beyaz-yakalı işbölümünü arttırmakta ve
daha düşük beceri düzeylerini ve bu düzeylerde yer alan bireyleri ortaya çıkarmaktadır.
Yöneticilik ve uzmanlık kademelerinde bile rasyonel olarak tanımlanan bürokrasinin
gelişimi, işi daha çok fabrika üretimine dönüştürmektedir. Yöneticilik politikası, sürekli
olarak makine, bilgisayar vb. aygıtlarını kullanmak yoluyla mekanizasyona ve
otomasyona, daha ayrıntılı işbölümüne, farklı eğitim düzeylerine sahip, ucuz ücretle
çalışan işçilerin yer aldığı işbölümüne yol açmaktadır (Mills 1951: 298).
2.3. Sosyal Hareketlilik Araştırmalarında Niceliksel Çalışmalar
2.3.1. John Goldthorpe’un Neo-Weberyan Meslek Şeması
1960’lardan bu yana İngiliz sınıf yapısını inceleyen Goldthorpe,
ilk ampirik
çalışmalarını kol işçisi sınıflar ile kafa işçisi orta sınıflar arasındaki farklılıkları bulmak
üzerine mesleki statü ölçeğini kullanarak gerçekleştirmiştir. Goldthorpe sınıfları, hem gelir
kaynakları, iş koşulları, ekonom k güvenl k düzeyler ve ekonom k gel şme şansları
bakımından, hem de ç nde bulundukları üret m süreçler n yöneten otor te ve kontrol
sistemleri içindeki yerleri bakımından karşılaştırır (Goldthorpe, 1980; 40). Goldthorpe,
mesleki işlevi ve istihdam statüsünü birleşik istihdam statüsü olarak tanımlar. “Sonuçta
birleşik istihdam statüsü bir meslek tanımının bir parçası gibi muamele görmektedir”
demektedir (Goldthorpe, 1980: 56). Statü ve meslek arasında kurduğu bu ilişki
Goldthorpe’un kategorilerini, Weber’in sosyal sınıf ile statü kavramlarının bir birleşimi
olarak tanımladığını göstermektedir. Goldthrope bu sınıf kategorilerinin hem mesleki işlev
hem de istihdam statüsü açısından nispeten yüksek derecede bir ayrım sağlamaları
bakımından büyük ölçüde niteleyici olduklarını belirtir.
Goldthorpe, hem teknik üretim ilişkilerini hem de toplumsal üretim ilişkilerini
kapsayan bir sınıf şeması oluşturmasının nedeni olarak ayrıştırılan sınıflar içerisindeki
görevlilerin büyük ölçüde aynı piyasayı ve iş koşullarını paylaşacakları meslekleri bir
araya getirmesi olduğunu ifade eder. Goldthorpe’a göre sınıf, emek piyasası ve üretim
birimlerinin içerisindeki sosyal ilişkilerle tanımlanmalı, içsel ayrımlar iş verenler, kendi
hesabına çalışanlar ve ondan sonra işçiler arasında yapılmalıdır (Erikson ve Goldthorpe,
31
1992). Daha sonraki ayrımlar işçilerin işverenlerle ilişki biçimlerinde göre iş kontratları
bağlamında ele alınmalıdır. Goldthorpe örnek olarak önemli bir ayrımın maaşlı işçiler ve
ücretli işçiler arasında olduğunu belirtmekte ve bu kategorilendirmenin ampirik çalışmalar
için operasyonel olduğunu belirtmektedir.
32
Şekil 2.1. Goldthorpe’un sınıf şeması
33
Toplumsal sınıf konumlarını üçe ayırmaktadır. İşveren konumundak b reyler, d ğer
bireyler n şgücünü satın almakta ve böylece çalışanları kontrol etmekte ve otor te sah b
olduğu kabul edilmektedir. Ücretli İşçi Çalıştırmadan, kend şyer nde çalışan b reyler,
başka b reyler n
şgücünü satın almamakta ve kend
sah p oldukları
şgücünü
satmamaktadır. Çalışan konumdak b reyler şgüçler n şverenlere satmakta ve bu nedenle
kend ler şverenler n kontrolü ve otor tes altında bulunmaktadırlar.
Goldthorpe ekonomik eşitsizlikleri anlamak için sınıf kavramını kullanmanın gelire,
özellikle o andaki gelire bakmaktan daha kapsamlı bir bakış açısı sağlayacağını öne sürer.
Farklı sınıf pozisyonlarındaki bireyler sadece gelire göre değil üç farklı şekilde daha
ayrılır. Bunlar gelir güvencesi, kısa dönem gelir istikrarı, üçüncü olarak uzun dönem gelir
beklentisidir. Yönetimsel ve profesyonel mesleklere sahip olan bireyler ücretli işlerde
çalışanlardan daha düşük gelir kaybı riski taşımaktadır. Gelirleri ücretlerdeki değişken
oranlara daha az bağlıdır. Bu sınıfın uzun dönemde gelir artışı ve kariyer fırsatlarının daha
çok olduğunu belirtilir.
Goldthorpe Weber’in görüşlerine paralel biçimde statü düzeni ya da hiyerarşinin
sosyal ilişkilerde üstünlük tarafından biçimlendiğini belirtir. Erken toplumlarda statü,
doğum ya da atalar gibi tipik olarak atfedilmiş bir karaktere sahipken, bugün ise daha çok
özellikle mesleklere göre konumlanan sosyal pozisyonlarla bağlantılı olduğunu öne sürer.
Fakat yine de atfedilmiş özelliklerin ırk ya da etniklik gibi hala etkili olduğunu ekler. Ona
göre statü düzeninin en açık görülebildiği alanlar yakın arkadaşlık ve evlilik gibi yakın
ilişki kalıplarıdır. Diğer bir deyişle Goldthorpe’a göre sınıf ve statü sosyal tabakalaşmanın
iki farklı biçimi olarak görülebilir.
Goldthorpe, sosyal tabakalaşma ve sınıf düzen
le l şk l olarak post endüstr
toplumlarında sab t ve değ şmez sosyal akıcılık olarak tanımlanan görece sosyal
hareketl l ğ n, eğ t msel reformlar g b yasal g r ş mlere karşın fırsat eş tl ğ n ve daha
büyük sosyal “açıklığı” henüz sağlayamadığı ler sürmekted r. Mutlak sosyal hareketl l k
artmasına karşın bireylerin sınıf değiştirmesine yol açan görece dikey sosyal hareketlilik,
sabit ve değişmez kalmaktadır. Goldthorpe ve meslektaşları, yeni mesleklerin ortaya
çıkmasıyla birlikte meslek yapısındak değ ş mlerden çok, farklı sınıf üyeler n görece
şanslarının değişmediğini vurgulamaktadır (Scott ve Morris, 1996).
Goldthorpe, görece sosyal hareketlilik ve mutlak sosyal hareketlilik durumlarını
ayırt etmektedir. Görece sosyal hareketlilik, bir toplumsal sınıfın üyeler n n görece şansları
34
olarak, d ğer sınıfların üyeler le karşılaştırma yoluyla bel rlenmekted r. Goldthorpe’a göre
daha avantajlı toplumsal sınıflardaki çocuklar, işçi sınıfında yer alan ailelerin çocukları ile
karşılaştırıldığında daha yüksek b r şansa sah p olmaktadır. Ayrıca bu avantajlar zaman
içinde değişmemektedir.
Goldthorpe sosyal hareketliliğe ilişkin olarak 1972 yılında yaptığı araştırmasında
vasıflı el emeği ile çalışan işçi sınıfı (sınıf VI) kökenli ya da vasıfsız el emeğ le çalışan
şç sınıfı (sınıf VII) kökenl büyük malmülk sah b b reyler n ve yüksek derecel
profesyoneller, yöneticiler sınıfı (sınıf I) üyesi bireylerin % 28.5 oranında olduğunu
göstermektedir (Goldthorpe 1980, 45). Sosyal hareketlilik, orta ve üst sınıfların
gen şlemes ne yol açan meslek yapısındak değ ş mlerle açıklanmaktadır. Yukarı doğru
hareketl l k, aşağı doğru hareketl l ğe göre daha az oluşmaktadır. Daha yüksek-düzeyde
mesleklere hareket eden ve geçiş yapan farklı sosyal kökene sahip bireylerin görece
şanslarında farklılıklar ve d renmeler görülmekted r. H zmet sınıfından, orta sınıftan ve
çalışan şç sınıfından gelen b reyler n, toplumda büyük mal-mülk sah b sınıflara ya da
yüksek derecel profesyoneller ve yönet c ler konumuna (sınıf I) ve orta dereceli
profesyoneller, yöneticiler konumuna (sınıf II’ye) geçiş şansları, eşit değildir. Sınıfsal
eşitsizlikleri ve farklılıkları vardır (Goldthorpe,1980, 50). Goldthorpe sosyal hareketlilik ile
ilgili şu sonuçlara varır. “Görece sosyal hareketl l k şansları .... sınıf yapısıyla lşk l d r...
Kend n
gösteren
eş ts zl kler,
oldukça
çarpıcı
ve
bel rg n
b ç mde
varlığını
sürdürmekted r. Özell kle babaları daha yüksek düzeyl h zmet sınıfı konumlarına sah p
olan
bireylerin
şansları,
babaları
şç
sınıfı
konumunda
bulunan
b reylerle
karşılaştırıldığında bel rg n eş ts zl kler ve farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Sınıf
şanslarındak
eş ts zl kler, toplumsal düzende yer almaktadır. Katı düzeyde fırsat
eşitsizlikleri, sınıf yapısından kaynaklanmaktadır (Goldthorpe,1980, 328).
35
2.3.2. Eric Wright’ın Neo-Marksist Sınıf Şeması
Wright’ın hareket noktası ampirik araştırmalarda kullanılabilecek Marksizm
çizgisinde bir sınıf tipleri sınıflandırması geliştirmektir. Wright, neo Marksist
yaklaşımlarda yeri sıkça tartışılan orta sınıfları Marksist sınıf anlayışına entegre etmeyi
amaçlamaktadır. Wright, sınıfları birbirinden ayırırken hegemonya ve sömürü kavramlarını
merkeze alır. Özellikle ilk çalışmalarında hegemonyayı, sınıflar arasındaki ilişkileri
belirlemede temel unsur olarak teorisinin merkezine koymuştur. Sonraki çalışmalarında ise
sömürü kavramını merkeze alır ve kendi toplumsal tabakalaşma teorisini geliştirir
(Bergman ve Joye, 2000: 19). Marksist teorideki iki kutuplu ortodoks sınıf analizi
anlayışına karşı çıkar ve sadece burjuvazi ve proleteryadan oluşan bir sınıf haritasının post
endüstriyel toplumları açıklayamadığını savunur (Şengönül, 2007: 108). Orta sınıfları
kavramsal olarak tanımlamak için yeni bir yaklaşım önerir. “Konumları belirli bir sınıfla
ya da tutarlı bir sınıf niteliği ile tanımlamak yerine, bazı konumların çoklu bir sınıf
niteliğine sahip olduğunu görmek gerekmektedir. Bazı konumlar, aynı anda birden çok
sınıfta olabilmektedir. Bu konumlar, “sınıf ilişkileri içindeki çelişkili yerler” olarak
kavramlaştırılmaktadır (Şengönül, 2007: 112). Ona göre, tüm sınıfsal ilişkiler temelde
mücadele içinde var olduklarına göre tüm sınıfsal konumlar çelişkili mevkilerdir. Ancak
sınıfsal yapıdaki bazı konumlar, kapitalist toplumun temel çelişik sınıfsal ilişkileri arasında
ayrılmış konumları temsil ettikleri için iki kat çelişkili durumdadır. Wright çelişkili
mevkiler yerine çelişkili sınıflar terimini kullanmayı tercih eder. Bu şekilde sorunlu orta
sınıfları kuramsallaştırma ve Marx’ın geliştirdiği ikili temel sınıf modelini yöneticileri,
küçük işverenleri ve yarı bağımsız ücretlileri kapsayacak şekilde genişletme olanağı bulur.
Ona göre yöneticiler burjuvazi ile proletarya arasında çelişkili bir mevkidedirler: yarı
bağımsız işçiler küçük burjuvazi ile proletarya arasında, küçük işverenler ise burjuvazi ile
küçük burjuvazi arasında çelişkili mevkidedirler. Bu sınıfsal çelişkili mevki anlayışının
temelinde kontrol kavramı vardır. Yatırım ve birikim süreci üzerindeki kontrol, üretim
araçları üzerindeki kontrol ve emek gücü üzerinde kontrol. Gelişmiş kapitalist toplumda
burjuvazi bu üç kontrol biçimine de sahipken proletarya hiç birine sahip değildir. Küçük
burjuvazi, burjuvaziye benzemekte ancak başkalarına ait emek gücünü kontrol
etmemektedir. Yöneticiler, küçük işverenler ve yarı bağımsız işçiler, işçilerden fazla ancak
burjuvaziden az olmak üzere değişen oranlarda kontrole sahiptirler. Dolayısıyla çelişkili
sınıflar karışık bir kontrol örüntüsü sergileyen sınıflardır.
36
Wright’ın sınıf şemasına dayanan Amerika’nın sınıf yapısı araştırmasına (1982) göre
endüstrileşme olgusunun toplumda bireylerin dikey sosyal hareketliliğine yol açtığını ileri
süren görüşlerin doğrulanamamıştır. Wright’ın yeni sınıf kategorilerinin kullanıldığı “The
American Class Structure” amprik verilere dayalı araştırmada bazı ilginç sonuçlara
ulaşılmıştır. Çalışma aktif nüfusta olan insanlardan oluşan ulusal bir örneklem üzerine
uygulanmıştır. Bu çalışmaya göre liberal kuramcıların ileri sürdüklerinin aksine,
yöneticiler ile mülk sahiplerinin, sınıfsal kökenleri, eğitim ve tecrübeleri bakımından
benzer bir geçmişe sahip oldukları öne sürülmektedir. Yüksek gelire sahip kapitalist sınıfın
özellikle büyük kapitalistlerin eğitim, mesleksel beceri gibi diğer faktörlerden bağımsız
olarak daha çok gelir elde etmektedirler. Eğitim ise ortalama bir çalışana göre yönetimsel
sınıfa daha çok para getirmektedir. Geçmişte, kişisel egemenlik tarzında işletme gücünün
dorudan miras alınmasına ek olarak, şimdi buna ayrıcalıklı eğitimin satın alınmasını
kapsayan dolaylı toplumsal mekanizmaların eklendiği bir yönetici ve mülk sahibi sınıfın
varlığı öne sürülmektedir. Çalışmada elde edilen genel sonuçlardan en önemlileri şöyle
sıralanmaktadır. Amerika’da işçi sınıfı açık ara en büyük toplumsal sınıfı oluşturmaktadır.
İkinci olarak bir sınıf yapısı içindeki konumların yarısı çelişkili bir karaktere sahiptir, bir
sınıfın içeriği bir basit sınıftan daha çoğu tarafından belirlenmektedir. Bu yüzden
Amerikan sınıf yapısı herhangi bir basit sınıf kutuplaşması şemasıyla temsil edilemez.
Üçüncü olarak düşük statülü beyaz yakalı meslekler, manuel meslekler kadar
proleterleşmiştir. Bu nedenle bu tarz meslekleri orta sınıf içerisinde değerlendirmemek
gerekir. Son olarak kadınlar ve siyahiler beyaz erkeklere göre daha fazla proleterleşmiştir.
Amerika’nın işçi sınfının büyük çoğunluğunu kadınlar ve azınlıklar oluşturmaktadır
(Wright, Hachen, Costello, Sprague,1982:725).
Şekil 3.1. Wright’ın sınıf şeması (birincil versiyon)
37
Şekil 3.2. Wright’ın sınıf şeması (ikinci versiyon)
1) BURJUVAZİ: KAPİTALİSTLER
2) Çelişkili yerler: şirket üst yöneticileri
3) Çelişkili yerler: üst yöneticileri
4) Çelişkili yerler: orta düzeyde yöneticileri
5) Çelişkili yerler: teknokratlar
6) Çelişkili yerler: ustabaşı/ denetçiler
7) PROLETERYA
8) Çelişkili yerler: yarı- özerk çalışanlar
9) KÜÇÜK BURJUVAZİ
10) KÜÇÜK İŞVEREN
38
2.3.3. Uluslararası Ve Ulusal Makro Hareketlilik Çalışmaları
Morgan, sosyal hareketlilik araştırmacılarının temel sorusunun “nelerin arasında
hareketlilik” olduğunu ve sosyolojinin bu soruya iki temel yaklaşım çerçevesinde yanıt
verdiğini belirtir (Morgan, 2006: 4). İlk yaklaşımda, mesleksel unvanlarına göre
kümelenmiş grupların hareketliliği hesaplanarak sosyal hareketlilik modellenir. Genellikle
bu gruplar sosyal sınıflar olarak tanımlanır. Buna bağlı olarak nesillerarası hareketlilik
ebeveynlerin ve çocuklarının meslekleri çapraz sınıflamayla incelenerek analiz edilir
(Morgan, 2006:4). Bu tarzın ilk örnekleri Sorokin (1927) ve Lipset ve Bendix (1959)’in
araştırmalarında görülebilir. Sorokin ilk modern sosyal hareketlilik araştırmasında
hareketliliğe ilişkin geniş çaplı araştırmaların yokluğu yüzünden Mineapolis’teki değişik
gruplara dair verileri kendi verileriyle destekleyerek yeniden incelemiştir (Edgell, 1998:
95). Benzer şekilde erken araştırmaların çoğu bir toplum içerisindeki farklı toplulukların
veya alt grupların verileri kullanılarak incelenmiştir. Daha sonraki çalışmalar bu tarz
temsillerden uzaklaşarak ulusal ve uluslararası çapta daha ayrıntılı veriler elde ederek
hareketliliğin yapısını incelemiştir (Erikson ve Goldthorpe, 1992). İkinci yaklaşım statü
temelli yaklaşımdır. İlk örneklerinden biri Blau ve Duncan’ın American Occupational
structure (1967) çalışmasıdır. Bu gelenekte genellikle mesleksel unvan, eğitim durumu ve
gelir temelli olan puanlama sistemiyle ifade edilen farklı sosyo-ekonomik statü gruplarının
arasındaki ayrımların neden ve sonuçlarının belirlenmesi odak noktasıdır (Morgan: 2006:
4). Bu gruplar arasındaki ölçüm sınıf temelli olanlara benzer şekilde nesiller arasındaki
sosyo ekonomik statüleri temel alarak sosyal hareketliliği inceler.
1991’de Ganzeboom, Treiman, and Ultee tabakalaşma araştırmalarının üç nesli
hakkında yorumlarını yayınladılar. Onların görüşüne göre, ilk nesil sosyal hareketlilik
araştırmalarının ilgisi toplumların sosyal hareketliliğe açıklıklarının seviyesiydi. İkinci
nesil çalışmalar, nesillerarası statü aktarımının nasıl yaşandığıyla ilgiliydiler. Üçüncü nesil,
gelişmiş istatistiksel modeller kullanarak toplumların hareketlilik yapısının farklı olup
olmadığı sorusuna geri dönmüş, dördüncü nesil ise bireylerin toplumsal tabakalaşmadaki
konumlarının sosyal çevrelerinden ne ölçüde etkilendiği sorusuna odaklanmıştır (Treiman
& Ganzeboom, 1998).
39
2.3.4.
Hout ve Diprete’in
Sosyal Hareketlilik Araştırmalarına Dair Genel
Tespitleri
“What we have learned: RC28's contributions to knowledge about social
stratification” (2005) adlı makalede Hout ve Diprete sosyal hareketlilik çalışmalarından
elde edilen
on dokuz ampirik genellemeyi paylaşır. Bu genellemeler bireysel hayat
şansları, sınıflar, sosyal pozisyon puanlamaları, eğitim, devlet ve işgücü piyasası ve aile
yapısını kapsayan alanların bir değerlendirmesini kapsamaktadır.
Meslek ve Eğitim
Meslekler çoğu toplumda ve zaman içinde benzer düzene göre sıralanırlar.
Uluslararası karşılaştırmalı sosyal hareketlilik çalışmalarında kavram ve ölçüm
problemlerine karşı mesleki prestij skalası geliştiren Treiman (1977) 60 ülkeden 85 prestij
çalışmasını analiz ettikten sonra meslek prestij hiyerarşilerinin çoğu ülkede ve zaman
içinde aynı düzeni izlediğidiği sonucuna ulaşmıştır. Daha sonra Ganzeboom ve Treiman
(1996). bulgularını genişleterek belirli meslek prestij listesini bütün meslekleri kapsayacak
şekilde şemalaştırmıştır. Cinsiyetler arası mesleksel ayrım evrenseldir fakat spesifik
kalıpları çeşitlenmektedir. Kadınlar ve erkekler, farklı mesleklere, farklı işlere ve
işyerlerine göre ayrılma eğilimdedirler (Reskin,1991; Jacob,1993). Aynı zamanda ölçüm
hassasiyeti arttıkça cinsiyet ayrımının oranı artmaktadır (Bielby & Baron, 1984;
Tomaskovic-Devey, 1996).
. Batı toplumlarında sosyal hareketlilik ortak örüntüler göstermektedir. Fakat şiddeti,
ülkeler arasında ve zamana göre çeşitlenmektedir. 1950’lerde ülkelerarası yapılan ilk
sosyal hareketlilik çalışmalarında araştırmacıların amacı, ülkelerarası hareketliliğin
farklılıklarını ortaya koymaktı. Glass, Svalasyoga ve diğerleri, tarihsel, ekonomik, politik
ve demografik olarak her ülkenin önemli farklılıklar gösterdiği izlenimindeydiler. Fakat ilk
sistematik verilerin sonuçları onların beklentileriyle çelişmekteydi. Lipset and Zetterberg
(1956) üçüncü dünya kongresinde, dokuz ülkeden on iki çalışmada, beyaz yakalı ile mavi
yakalı mesleklerin arasındaki hareketlilik oranlarının benzer olduğunu ortaya koymuşlardır
(Lipset & Bendix, 1959: 13). Lipset ve Zetterberg gibi birçok araştırmacı aristokratik
geleneğin eksikliğinden dolayı Amerika’da diğer Batı toplumlarına kıyasla daha fazla
sosyal hareketlilik yaşandığını ileri sürmüşlerdir. Daha sonraki analizler bu çalışmaların
bulgularıyla çelişmiştir (Grusky & Hauser, 1984; Hazelrigg & Garnier, 1976).
1970’lerdeki sosyal hareketlilik çalışmaları daha önceki analizlerin tersine
tamamen
40
uluslararası sosyal hareketliliğe odaklanmıştır. Featherman, Jones ve Hauser (1975)
Avusturya ve Amerika’yı karşılaştırdıkları araştırmalarında iki ülkenin çifçilik, üretim ve
hizmet sektörlerini karşılaştırmışlardır. Bu karşılaştırmada farklı kalıplara dayanan sosyal
hareketlilikliğin yaşandığını fakat iki ülkenin göreceli olarak ortak hareketlilik oranları
gösterdiğini bulgulamışlardır. Log linear modellemesinde köken ve ulaşılan mevki iki
ülkede de benzer özellikler göstermektedir. Başka bir deyişle piyasa ekonomisine ve
çekirdek aile yapısına sahip uluslarda hareketlilik oranları farklı olsa da hareketliliğin
kalıpları aynıdır (Featherman vd; 1975: 340). Erikson, Goldthorpe ve Portacarero (1979)
İngiltere, Fransa ve İsveç’de yaptıkları araştırmada İngiltere ve Fransa’da köken ve
ulaşılan mevkinin benzer olduğunu fakat İsveç’in bu ülkelerden farklı olduğu sonucuna
ulaşmışlardır. Daha sonraki yıllarda yenilenen araştırmalarda da Erikson ve Goldthorpe
(1987) ve Erikson vd. (1982), Hauser (1984), İngiltere ve Fransa’nın neredeyse özdeş,
İsveç’in ise daha açık bir toplum olduğu sonucuna ulaştılar. Almanya’nın (Müller, 1986)
hareketlilik kalıplarının ise İrlanda gibi (Hout ve Jackson, 1986) daha kapalı olduğu ve
Macaristan’ın ise önemli ölçüde açıklık sergilediği görülmüştür. Erikson and Goldthorpe,
CASMİN Project’de (1987) bu data setlerini İskoçya, Kuzey İrlanda ve Polonya’yı da
ekleyerek biraraya getirmiş ve uluslararası çeşitliliklerde bir çekirdek model önermişlerdir.
Buldukları ana sonuç ulusların açık ya da kapalılık durumlarının değişiklik göstermekle
birlikte köken ve varılan mevki olarak benzer kalıplar sergiledikleridir. Bu tarihlerden
beri birçok ülkede İspanya (Rodriguez Menes, 1993 ve Salido Cortes, 1999), Avusturya
(Haller, Colossi ve Peter, 1990), Norveç (Ringdal, 1994 and Ringdal, 2001), İsrail
(Goldthorpe, Yaish, ve Kraus, 1997), Çin (Cheng ve Dai, 1995; Wu ve Treiman, 2001),
Rusya (Gerber ve Hout, 2004; Marshall, Svetlana, ve Stephen, 1995), Slovakya
(Ganzeboom, Kramberger, ve Nieuwbeerta, 2000), Brazilya (Costa Ribiero ve Scalon,
2001; Wong, 1992), and Şile (Torche, 2005) benzer sonuçlara ulaşılmıştır.
Eğitim, yukarı doğru sosyal hareketlilik ve nesilden nesile aktarılan statülerin
yeniden üretiminde ana faktördür. Blau ve Duncan’ın
The American Occupational
Structure (1967) ve Featherman ve Hauser’ın Opportunity and Change (1978)
çalışmalarında bu bulgu tekrarlanmıştır. Bu çalışmalarda mesleksel başarıyı tetikleyen en
önemli unsur olarak eğitimin yukarı doğru hareketlilikte ve statülerin yeniden üretiminde
oynadığı rol ortaya konulmuştur. Blau ve Duncan’ın çalışmasında eğitimin değişkenleri iki
taraflı incelenmiştir. Sosyal kökene bağlı olan eğitim değişkenleri statünün yeniden
41
üretimine katkıda bulunurken, sosyal kökene bağlı olmayan eğitim değişkenleri
hareketliliğe katkıda bulunmaktadır.
Eğitimsel tabakalaşmanın eğilimleri kadınları desteklemektedir. Buna göre, özellikle
eğitimin ülkeler bazında genelleşmesi ile kadınlar ile erkekler arasındaki eğitim farkı
görece azalmaktadır. 1930’dan önce doğan erkekler bu zamanda doğan kadınlardan çok
daha eğitimliydiler. Erkeklerin bu eğitim avantajı II Dünya Savaşı sonrasında 1930’dan
sonra doğan kadınların eğitim açığını kapatmaya başlamalarıyla çokça tartışılmıştır.
1940’lardan sonra doğan kadınlar kendi ağabeylerinden ve diğer erkeklerden çok daha
hızlı ilerlemişlerdir. Bu bulgular ilk defa Shavit ve Blossfeld (1993) tarafından
paylaşılmıştır.
Modernleşme teorisinin yanlışlanmasıdır. Modernleşme teorisine göre, endüstileşme
ile birlikte evrensel olarak, her alanda uzmanlaşmanın artmasıyla başarı ile kazanılan
statüler artacak ve toplumsal eşitsizlikler azalacaktır. Hout (1988), DiPrete ve Grusky
(1990) yaptıkları araştırmada başarı ile kazanılan statülerin atfedilen statülere nazaran
arttığını tespit etmekle birlikte İskandinav ülkeleri ve Hollanda’da yapılan araştırmalar
sonucunda bu toplumların daha modernleşmiş İngiltere, Amerika ve Almanya gibi
ülkelerden daha eşit ve daha açık toplumlar olduğu sonucuna varmışlardır. Bu anlamda
uzmanlaşmanın artmasıyla toplumsal eşitsizliklerin azalmadığı öne sürülmektedir
(Firebaugh, 2003).
Sınıflar eğitimsel aktarımı farklı şekillerde etkilemektedir. Mary (1980), sosyal
köken ile eğitim arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmasında yerel faktörlerin, sosyal
kökenin, statünün, eğitimin devam edip etmeyeceği ya da nerede son bulacağı konusunda
etkili olduklarını ortaya koymuştur. Shavit and Blossfeld (1993) projesinde kadınlar ve
erkekler arasında, göçmenler ve yerli halk arasında, çoğunluk ve azınlıklar arasında
karşılaştırmalı olarak elde edilen veriler sonucunda statü ve sınıf farklılıklarının alınan
eğitimin derecesini etkilediğini sonucuna ulaşmışlardır.
Raftery ve Hout (1993), İrlanda’da yaptıkları araştırmada eğitim olanaklarının elli
yılda çok artmasına rağmen sınıf bariyerlerinin de aynı oranda arttığını öne sürmektedirler.
Ülkeden ülkeye eğitim olanakları değişmekle birlikte, öncelikle daha üstte yer alan sınıfın
o seviyede eğitim olanağına kuvuşması ve bu sınıfın doygunluğa ulaşmasıyla birlikte
eğitim olanaklarının daha alt sınıftakilere açıldığını nesiller arası eğitimsel eşitsizliğin
sadece İrlanda’da değil Almanya, İngiltere, İsviçre, Polonya, İtalya, Bulgaristan, Çek
42
Cumhuriyeti, İsrail, Avustralya’da da benzer örüntülere sahip oldukları ortaya konulmuştur
(Shavit and Blossfeld, 1993). Çocukların eğitimini takip etmenin ve okul sisteminin eğitim
sonrası hayat şanslarını çeşitlendirmesinin sosyal hareketlilik şanslarını arttırdığı
görülmektedir.Okul sistemi içerisinde ne kadar farklılaşma yaşanırsa eğitimsel başarı,
kariyer hedefleri ve iş piyasasında bireylerin durumu o kadar farklılaşmaktadır. Kolejler,
devlet okulları gibi okul sistemi içerisindeki farklılaşmalar, piyasa veya eğitim sisteminin
gereklilikleri konusunda bireyleri farklı şekillerde donatmaktadır. Burada aynı zamanda
sosyal köken işin içine girmektedir.
Sınıf ve piyasadaki konumları yüksek olan
ebeveynlerin çocukları iş piyasasına daha avantajlı girmektedir.
Sosyal Hareketlilikte Devlet ve İş Gücü Piyasaları
Bir başka önemli sosyal bağlam, emek piyasası ve devlet politikalarının (vergi,
sosyal refah programları ve sosyal hizmetlere ya da devletin sahip olduğu ya da devletin
kontrolünde olan şirketlerde personel alımı, iş piyasasının sosyal hareketliliğe açıklığı, iş
güvenliğinin sağlanması, ücretlerin belirlenmesi) devletin kontrolü altında olan alanların
nasıl işlediğidir. Bu anlamda devletin faydaların nasıl dağılacağını belirleme prensipleri
sosyal hareketlilik çalışmaları açısından önem kazanmaktadır (Esping-Andersen, 1990).
Güçlü refah devleti politikaları ve kurumsallaşmış iş piyasasalarının
yoksulluğu
azaltmakta ve ücretlerin eşitsizliğini yavaşlatmaktadır. Yoksulluk oranları genel olarak
güçlü refah devletlerinde daha azdır (Brady, 2003 ve Brady, 2005; Headey, Krause, ve
Muffels, 1999; Jesuit, Rainwater ve Smeeding, 2001; Jznitti, Kangas ve Ritakallio, 1994;
Lewin ve Stier, 2000; Rainwater, 1991; Stier ve Lewin, 2001; Whelan, Layte, Maître, ve
Nolan, 2001).
Kadınların iş ve annelik durumlarını gözeten sosyal refah politikaları, kadınların iş
kariyerlerini daha sürekli hale getirmektedir. Sosyal refah politikaları ile kadınların
kariyerleri arasındaki bağlantı 1990’lardan itibaren çokça çalışılmıştır. Çalışan anneleri
destekleyen ülkelerde kadınların kariyerleri en çok süreklilik gösteren ülkeler olmuştur
(Allmendinger, Brückner ve Brückner, 1991; Blossfeld ve Hakim, 1996; Blossfeld ve
Wittig, 1994; DiPrete ve McManus, 2000; DiPrete vd, 2003; Henz, 2002; Shea, 1996;
Stier, 1993; Stier ve Lewin-Epstein, 1996 ve Stier and Lewin-Epstein, 1997; Stier, LewinEpstein ve Braun, 2001; Trappe ve Rosenfeld, 1998).
43
Refah devleti politikaları iş yaratımı ve dağılımı dinamiklerini etkileyerek, farklı iş
statü ve meslekler arasındaki sosyal hareketlilik süreçlerinde farklılıklar üretmektedir.
Esnek iş piyasası ayrıca düşük vasıflı düzeyde işler de sosyal hareketliliğin artmasını
kolaylaştırmaktadır. İşçiler iş piyasasından çıkıp kolayca yeniden girebilirler. İş
yaratımının yapısındaki tarihsel değişimleri belirlemek, politik, ekonomik, askeri,
devrimsel
hangi
sosyal
değişimlerden
kaynaklanırsa
kaynaklansın
hareketlilik
çalışmalarının en büyük amaçlarından biri olmuştur. Hareketlilik süreçlerine devlet
müdahaleleri tarihsel periyotlar yaratmaktadır. Bu periyotlarda bazı gruplar ya da sınıflar
meslekleriyle, mesleki statüleriyle ya da parti üyelikleriyle tanımlanırlar. Bu müdahaleler
sonraki yaşam şanslarında süreklilik gösteren farklılıklar yaratmaktadır. Toplumlar
arasındaki kurumsallaşma farklılıkları hareketlilik tablolarının marjlarını üretmektedir. Bu
durum tabakalaşmanın iş piyasasıyla olan alakasını da göstermektedir. Refah devletleri
hareketlilik oranlarını, cinsiyet farklılıklarını ve rol ayrımlarını etkilemektedir. Ayrıca
refah devleti ve emek piyasasının yapısı serbest meslek sektörünün büyüklüğünü
etkileyerek sosyal hareketliliği etkilemektedir.
Sosyal Hareketlilikte Aile Faktörü
Aile dağılmaları, aşağı doğru toplumsal hareketliliği hem yaşam boyu hem de
nesilden nesile yeniden üretmektedir. Aile dağılmalarının önemli ölçüde artması. hem
nesiller arası hem de yaşam boyu hayat şansları araştırmalarını tetiklemiştir. Aşağı doğru
sosyal hareketlilik hem kadınlar hem de erkekler için ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye,
eşe bağımlılığa, doğum oranlarına hem de kişinin kendi sermayesine bağlı olarak
değişmektedir (DiPrete ve McManus, 2000; Henz ve Jonsson, 2000; McManus ve DiPrete,
2001; Poortman, 1998).
2.4.
Sosyal Hareketlilik Araştırmalarında Niteliksel Çalışmalar ve Yeni
Yaklaşımlar
Tabakalaşma ve sosyal hareketliliğe farklı yaklaşımlar aynı zamanda hareketlilik
çalışmalarının yöntemleri konusunda da farklılaşmalar yaratmıştır. (örn; Mayer, 1986;
Mayer ve Hillmert, 2003; Abbott ve Hrycak, 1990). Bertaux ve Thompson’ın öncülüğünde
gelişen sosyal hareketlilik çalışmaları
yaşam seyri yaklaşımına dayanır. Pathways to
Social Class (2006) adlı kitapta örnek olay yaklaşımının kullanıldığı bir dizi çalışmaya yer
44
verilmiştir. Yerel topluluklar, göçmen hareketlilikleri ve nesiller arası aile araştırmaları
gibi farklı ölçüdeki gruplara odaklanılmıştır. Örnek olay incelemesi yaklaşımıyla sosyal
hareketliliğin altında yatan süreçleri araştırmak amaçlanmaktadır. Niteliksel metodlar
kullanılan bu tarz çalışmalarda özellikle sınıf şemalarına ve istatistiksel yöntemlere bir dizi
eleştiri getirilmiştir. Bu eleştirilere göre istatistikler üzerinden elde edilen veriler, çok
büyük sayıda bireyin hareketliliğini ulus sınırlarını da aşan biçimde analiz etmeyi
sağlamaktadır. Fakat sosyal hareketlilik üzerinde metodolojik uzmanlaşma arttıkça,
çalışmaların ilgisi anket üzerinden sınanabilecek hipotezlerle sınırlanmaktadır. İstatistik
ölçütlere odaklanan çalışmalar, sosyal hareketliliğin tarihsel ve sosyolojik boyutlarını göz
ardı etmekte, sadece esas tercihleri dikte ederek hareketliliği sadece gözlemlenebilir
olgulara indirgemekte, eşitsizliğin sosyal organizasyonlarını yakalayamamaktadır (Bertaux
ve Thompson, 2006:8). Katılımcıların aralarındaki farklar dikkate alınmadan aynı anket
sorularına yanıt vermesi beklenmektedir. Genel olarak çalışan erkeklerin meslekleri
üzerine odaklanmaktadır (Wong,2011). Nesil içi nesiller arası hareketlilik çalışmaları genel
olarak hane reisi olan erkekler üzerine yapılmaktadır. Kadınların sosyal hareketlilikteki
etkisini yok sayılmakta, kadının erkeğin statüsüne sahip olduğu varsayımından hareket
edilmektedir. Geniş ölçekteki hareketlilik çalışmaları, yerele ilişkin yapıların, kurumların,
ilişkilerin dönüşümünü saptamakta yetersiz kalmaktadır. Bireylerin kendi anlatılarından
elde edilebilecek öznel deneyimlerin analiz edilmesi yerine sayıların ifade edilmesi ve
tesadüfî bir biçimde seçilmiş bireysel örneklerin bireylerin içine gömülü oldukları sosyal
ağları yakalamayı zorlaştırdığı ifade edilmektedir (Bertaux, Thompson 1997: 5-11). Aynı
zamanda bugün hayat boyu süren meslekler yerine daha parçalı, güvenliksiz iş hayatının
yaygınlaşması meslek üzerinden yapılan ayrımların temelini tartışmaya açtığı ileri
sürülmektedir (Grusky, Weeden 2006). Edgell (1998), sınıf kavramının çoğunlukla
mesleksel bir ölçü kullanılarak sınıf ölçümünün aile temelinde ve genel olarak hanenin
reisi olan erkeğin mesleği ile belirlendiğini, bu örneklemde kadınlar, emekliler, öğrenciler,
işsizler ve tam gün çalışmayanların kapsam dışında tuttulduğunu belirtmektedir.
Geleneksel sınıf şemaları toplumsal yapının karmaşıklığı karşısında yetersiz kalmaktadır.
Sonuç olarak hareketliliğe dair yeni yaklaşımlar daha ayrıntılı ve uzmanlaşmış
olarak, refah devletinin, iş piyasasının geçirdiği dönüşümler çerçevesinde cinsiyetin, etnik
ve ırksal özelliklerin, aile ve mahalle geçmişinin, vatandaşlığın, göçün ve eğitimin sosyal
hareketlilik üzerindeki etkilerini kapsamlı olarak araştırmaktadır. Bu araştırmalar
göstermektedir ki hareketlilik modelleri açısından kadın-erkek, beyaz-siyah arasındaki
45
farklılıklar da göz önüne alınmalıdır. Son dönem araştırmalar, sınıf, sosyal hareketlilik ve
tabakalaşma olgularının etnik ve cinsiyetçi açıdan eşitsizliğe meyilli olduğunu
göstermektedir.
2.4.1. Sosyal Hareketlilik Çalışmaları Bağlamında Bourdie’nun Sermayeler
Kuramı
Bu noktada çalışmanın ana çerçevesini oluşturan kavramları anlamak bakımından
Bourdieu’nun teorisinin ana hatları ortaya konulmalıdır. Pierre Bourdieu, AtlantikPirene’lerde Denguin şehrinin, Bearn taşrasında 1930’da doğmuştur. Bourdieu, eğitimini
sırasıyla Pau Lisesi, Le Grand Lisesi ve sonra da Yüksek Öğretmen Okulu’nda (Ecole
Normale Supérieure) kendisini onlardan biri olarak tanımlamadığı seçkinlerle birlikte
sürdürdü. Askerlik görevini yaptığı ve 1958-1960 yılları arasında asistan olarak çalıştığı
Cezayir ona ayrıcalıklı bir çalışma sahası sundu. Cezayir’in Kabil bölgesi köylüleri üzerine
yaptığı antropolojik çalışması ona sosyolojik kuramının temellerini atma imkanı vermiştir.
Pratik Teorisinin Anahatları (1972) eserinde Bourdieu’nün eserlerinin tümünü yöneten
çizgiyi oluşturacak olan kavramlar rahatlıkla görülebilir. Bourdieu kavramları farklı
çalışmalarında kendisinin de belirttiği gibi bir “araç” olarak ortaya koymaktadır.
Kavramları incelenen konuyu derinlemesine kavramak üzere oluşturmuştur. Bourdieu’nun
kavramlarla ilişkisi pragmatik bir ilişkidir. Kavramları sorunları çözmeye yardım eden bir
“alet kutusu” olarak görnektedir (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 35).
Bourdieu’nün geliştirdiği kavramların anlaşılmasını kolaylaştırmak için verdiği en
yaygın örneklerden birisi oyun örneğidir. Bourdieu’ye göre, sosyal hayat, ödüllerin daha
büyük olması dışında, bir oyuna benzer. Sosyal hayat sadece bir mücadele alanı değildir,
sürekli doğaçlamayı gerektirir. Hiçbir oyun basitçe onu tanımlayan kurallar kavranarak
anlaşılamaz. Oyun sadece kurallara uymayı değil, bir oyun ‘anlayış’ına, oyunun nasıl
oynanması gerektiği anlayışına da sahip olmayı gerektirir. Oyunlar bu anlamda stratejiktir.
Her mücadeleye ve her mücadele anına özel muhtemel farklı yaklaşımlar vardır. Iyi bir
stratejiyi neyin oluşturduğunu, şüphesiz, oyunun kuralları kadar, kişinin rakibinin güçlü ve
zayıf yanlarını değerlendirebilmesini de belirler. Özgünlük veya ilham gücü sonucun
belirlenmesinde etkili birçok faktörden sadece biridir. Burada Bourdieu’nun oyun ve alan
kavramları arasındaki ilişkiye örnek olarak bilim alanı gösterilebilir.
Bilim de Bourdieu’a göre bir oyundur. Bilim stratejiktir. Onun da kazananları ve
kaybedenleri vardır. Bilim de özel kaynak türlerine ve oyun kurallarına tabidir. Bilimin, en
46
belirgini hakikat olan kendine ait ödülleri vardır. Bilim insanları basit bir özgeci hakikat
arayışı içinde değillerdir. O bir çıkardır, çıkarsızlık değil. Gerçeğe ve özellikle bilimsel
olarak hakikat arayışına (örneğin, kutsal bir ilham beklemek yerine ampirik araştırmaya)
bağlılık bilim alanının tanımlayıcı bir özelliğidir. Ancak, bilimsel alanın katılımcıları
gerçeği basitçe barışçı bir biçimde paylaşmaz, onun için mücadele ederler. Bu katılımcılar,
örneğin, üniversiteler ve araştırma kurumlarında kimlerin çalışabileceğini, ulusal bilim
kuruluşlarının hangi projeleri destekleyeceğini, en ünlü dergilerde hangi çalışmaların
yayınlanacağını kontrol altına alarak gerçeği yönlendirmeye çalışırlar. Aynı zamanda rakip
teoriler geliştirir, rakip kariyerler geliştirmeye çalışırlar. Bilim gerçeğe adanmış bir alan
olarak işler, zira bilim oyunculara gerçek bilgiyi ortaya çıkartmaya ve aktarmaya
güdüleyecek ödüller –zaferler– vaat eden örgütlü teşvikler sağlar. O, iyi araştırma
yöntemlerini kullanmama veya bulguları aktarmayı reddetme durumunda örgütlü engeller
sunar. Her oyunun kuralları, oyuncuları ve onların davranış biçimlerini kısıtlar. Oyuncular
genellikle bu kuralları sabit ve değişmez olarak görürler, gerçekte kurallar tarihsel olarak
üretilmişlerdir. Bu, kuralların sürekli değişime uğradığı, hatta alanların mevcut
organizasyonuna birçok yatırım yapıldığı anlamına gelir (Calhoun ve Ritzer, 2000: 705706).
Buna göre oyunun oynandığı yer alandır ve oyuncular oyuna dahil olmak için o
oyundan elde edilebilecek bazı çıkarlara sahip olmalıdırlar. Her oyuncu oyunda
kullanılmak üzere elinde bazı kozlar bulundurur ve bu kozları da Bourdieu’nün sermaye
kavramı karşılar. Ekonomik (maddi kaynaklar), kültürel (özellikle eğitim yoluyla edinilmiş
olan kültürel kodlar), sosyal (ilişkiler ağı) olmak üzere üç temel sermaye tipi vardır ve bu
sermayeler içinde bulundukları şartlara göre farklı önemlere sahip olabilirler. Bu önem
durumuna
göre
sermaye
tiplerinin
pratikteki
yansıması
veya
toplamı
olarak
adlandırılabilecek simgesel sermaye oluşur ve bu sermayeler bütünü oyuncuların
ellerindeki kozlar olarak işlev görürler. Her koz farklı oyunlarda farklı işlevlere sahiptir,
yani her sermaye tipi farklı alanlarda farklı işlevler görebilir. Böyle Bourdieu’da dört
temel sermaye türü ile karşılaşılır. Özetlemek gerekirse; alan oyunun (ya da sosyolojik
anlamda mücadelenin) sürdüğü yerdir. Bireyler ellerinde bulundurdukları sermaye,
sorgulamadan kabul ettikleri kurallar (doxa) ve oyunun sonunda elde edeceklerine
inandıkları çıkarlar (illusio) doğrultusunda kendilerini sonuca götürecek bazı yollara
zaman içerisinde aşina olmaya başlarlar. Nasıl sonuca gidileceğine dair sahip olunan bu
davranış kalıpları, karşılaşılan durumlar neticesinde bireylerin ortak bir yatkınlıklar bütünü
47
oluşturmasına yol açar. Bourdieu, bu yatkınlıklar bütününe habitus adını verir. Bourdieu,
habitus ve alan arasındaki ilişkiyi ontolojik bir suç ortaklığı olarak tanımlar. Çünkü
aralarında iki yönlü bir ilişki olduğunu varsayar. Alan habitusu yapılandırma
eğilimindeyken, habitus da alana dair algıyı yapılandırma eğilimindedir (Görgün Baran ve
Özsöz, 2011: 6).
Bourdieu sosyolojisi, toplumsal aktörlerin sürekli olarak rasyonel ve ekonomik
çıkarlara göre hareket ettiklerini savunan rasyonel eylem kuramına karşı aktörlerin içkin
bir pratik mantığa, sezgiye ve de bedensel yatkınlığa göre hareket ettiklerini savunan, bu
bakımdan da toplumsal dünyada beden ile pratiklerin mantığına önem veren bir sosyoloji
olarak bilinmektedir. Pratik ve kuram arasındaki bu dönüşümlü süreç Bourdieu
sosyolojisinin
“düşünümsel”
(reflexive)
özelliğini
temsil
eder.
Söz
konusu
düşünümselliğin temellerini Bourdieu’nün yaşam öyküsünde görmek mümkündür. Aldığı
felsefe eğitiminin üzerine yaşadığı Cezayir deneyimi ve bu deneyim sırasında yaptığı
görüşmeler, aldığı notlar ve çektiği fotograflar
kendi metodolojik çerçevesinin de
oluşmasını sağlamıştır. Bu çerçeve o kadar iç içe geçmiş bir haldedir ki, tek tek
tanımlanmaya
başlandığında
düşünümsel
sosyolojinin
kavramlarından
hiçbirinin
diğerinden bağımsız ele alınamayacağı görülür. İçlerinden birisi tek başına ele alınmaya
çalışıldığında, diğer kavramlar olmadan çok da işlevsel olmadığı rahatlıkla görülebilecektir
(Görgün Baran ve Özsöz, 2011: 5). Bu yüzden Bourdieu her zaman alan, habitus, doxa,
illusio, sermaye gibi kavramları hep bir arada ele alarak tanımlama yoluna gitmektedir.
Bourdieu’nun düşünümsel sosyolojisinin en önemli özelliklerinden birisi yapı ve birey
arasındaki diyalektik sürece odaklanması ve bu odaklanma sürecinde araştırmacının
kendisine de incelenen olayın/olgunun bir parçasıymış gibi bakmasını öğütlemesidir.
Araştırmacı bu sayede incelediği olgunun hangi tarihsel şartlar altında ve hangi karşılıklı
etkilerle içinde bulunduğu duruma ulaştığını ve kendisinin de hangi noktadan olaya
yaklaştığını kendi tarihsel kültürel ve toplumsal arka planını hesaba katarak rahatlıkla
görebilecektir. Yapılan araştırmanın sağlıklı sonuçlar vermesi için bu geri dönüşlü süreç
metodik anlamda önemli bir katkı sağlamaktadır (Görgün Baran ve Özsöz, 2011: 6).
Bourdieu, makro düzeyde toplumun çözümlemesini
yapmakla ve deneysel ve
niceliksel verilerden geniş ölçüde faydalanmakla birlikte, kendisini bilimsel bir modele
dayalı, güya tarafsız ve tamamen tanımlayıcı olarak sunan bir toplumbilimine karşı çok
eleştiricidir .Ancak bütün kurumları halen üretilmekte olan bilimin sorgulanması sahte
radikalciliği…bir metin statüsüne indirgenmiş olan dünya ile ilgili bilimsel görüşleri
48
Retorik (güzel söz söyleme) stratejilerine indirgemek dediği – yalnızca kişisel bir
görünümün ürünü olarak görenlerede çok karşıdır (Bourdieu ve Wacquant, 2006: 249).
Bunun yerine, nesnellik ve öznellik arasında sahte olarak gördüğü ayırımı reddeder
ve toplum bilimcileri her zaman araştırmalarını, kendi durumlarının etkileri konusunda ve
özellikle de kendi içselleştirilmiş yapıları ile ilgili bilinçli dikatle yapmaları demek olan
dönüşlü toplum bilimini önemi üzerinde ısrarlıdır. Bourdieu’a göre, insanların çoğu, çoğu
zaman, kendi toplumsal dünyalarını ve onun eşyayı değerlendirme tarzını olağan sayarlar.
Toplumbilimcilerde bundan kurtulmuş değilerdir- onların da algıları ve eylemleri habitus
(Alışılmışlık/Yatkınlık) ile şekillenmektedir- ve bunun farkında olmaları gerekir. Buna
karşılık, dönüşlü/düşünümsel toplumbilimi onları, her zaman, en önemli yanlılığı...bilim
adamının bakışındaki, kendi zihinsel durumu içindeki kişisel niyetleri (kasıtlaı, tayin edici
hususları) araştırmalarını gerektirir. Bourdieu, insan eyleminin ve uygulamasının, bu
şekilde alışılmışlıklar dolayısıyla ortaya çıkan durumlar ile bireylerin içinde çalışıp hareket
ettikleri alanda karşılaştıkları nesnel şartlar arasında bir diyalektik süreç olarak anlaşılması
gereğinde ısrarlıdır. Çalışmalarının bu kısmında Bourdieu’nün Marxçı düşünceye borçlu
olduğu görünür onun pratik (uygulama) kavramı praxis (uygulama) kavramına paraleldir.
Ancak etnometodologların günlük deneyimin problematik yapısı konusundaki düşünceleri
ile Bourdieu kendi görüşleri arasındaki benzerliği de ele alır. Bourdieu, Garfinkel ve diğer
etnometodologların çalışmalarını ilginç bulur, ama, kendisi ile onlar arasındaki esas farkı
vurgular. Ona göre, onlar evrensel ilkelerle ilgilidirler; ama Bourdieu’nün kuramına göre,
eşyanın kanıksanmasının belirli yolları, belirli eylem alanının bir işlevidir. Her birinin
gerisinde, etnometodogların görüşlerinden kaçan kurumlar ve yapılanmış güç ilişkileri
vardır (Bourdieu ve Wacquant, 2006: 69).
Alanlar ve Sermaye
Bourdieu ‘oyunlar’ benzetmesini sosyal etkinliklerin organize edildiği farklı alanları
betimlemek için kullanır. Her alan, örneğin hukuk veya edebiyat, kendine özel oyun
kuralları ve ödüllere sahiptir. Birindeki başarılar bir başkasında doğrudan aynı prestij veya
ödüllerle değerlendirilmez. Nitekim romancı genellikle yargıç değildir ve yasa yazımı
nadiren edebiyat olarak alınır. Aslında alanlar farklı oyunları içerseler de, onlar arasında
dönüstürmeler yapmak mümkündür. Bourdieu bunu açıklamak için sermaye kavramını
kullanır. Sermaye biçimlerindeki farklılıklar ve onların dönüstürülme dinamikleri analizi
Bourdieu’nün teorisinin en özgün ve önemli özelliklerinden biridir. Terim, hem farklı
49
alanlardaki mücadeleleri kazananların biriktirdikleri özel kaynak türlerini, hem de bu
kaynakları birbirine dönüştürmeyi sağlayan –para ve prestij gibi– daha genel sermaye
biçimlerini anlatır. “Bir sermaye bir alanla ilişkisi dışında varolmaz ve işlemez” (Calhoun
ve Ritzer, 2000: 716).
Ancak hem başarılı hukukçular hem de başarılı yazarlar, başarılarını hayat
standartlarını yükseltmeye ve çocukları için fırsatlara dönüştürmeye çalışırlar. Onların
bunu yapabilmek için kendi girişim alanlarına özgü sermayeyi başka sermaye biçimlerine
dönüştürmeleri gerekir. Aileler, maddi sahipliğin (ekonomik sermaye) yanı sıra,
çocuklarını yetistirme ve evliliklerini planlama biçimleriyle bağlantı ağlarının (sosyal
sermaye) genişletebilir ve prestijlerini (kültürel sermaye) artırabilirler. Her bir örnekte,
birikim her nesilde yeniden üretilmek zorundadır, aksi takdirde yok olur. Kısaca, bir
sermaye biçiminin bir başkasına dönüştürülebilmesi iki anlama sahiptir. Ilk olarak, bu
dönüştürme süreci sermayenin nesiller arası yeniden-üretiminin bir parçasıdır. Zengin
insanlar kendi çocuklarının iyi okullara gerçekte, çogu kez pahalı özel okullara
göndermeye çalışırlar. Bu, parayı kültürel sermayeye (eğitsel yeterliliklere) dönüştürmenin
yollarından biridir. Sermaye bu yolla aktarılabilir ve potansiyel olarak yeni, ekonomik bir
biçim kazanabilir. Ikinci olarak sermayenin dönüştürülmesi daha dolaysız bir anlama
sahiptir. Ünlü bir atletin başarısı ve bu alana özgü sermayesi, müşterileri cezbedecek belirli
ürünlerin arkasına imza atılarak veya araba satıcılığı yahut sigorta şirketi gibi iş alanlarına
açılarak paraya dönüştürülebilir. Bourdieu’nün sermaye açıklaması çoğu Marksist
yaklaşımdakinden farklıdır. O özel bir toplumsal formasyon olarak sermaye teorisine
dayanmaz. Ne de sermaye ekonomik determinizmin temelidir. Bourdieu, insanların her
zaman çabalarını genişletme ve kıt kaynaklara ulaşma stratejileriyle ilgili kararlar
vermeleri gereken islerlikte ‘bir pratikler ekonomisi’ görür. Ancak Bourdieu, özellikle
ekonomik malların her zaman eylemin ana veya temel güdüleyicileri yahut genel sistemin
temeli olduğuna inanmaz (Calhoun ve Ritzer, 2000: 717).
Sermayeyi her biri farklı bir eylem alanıyla ilişki içinde farklı biçimler kazanabilen
bir şey olarak gören Bourdieu: (a) insanların elde etmeye çalışacakları birçok farklı mal ve
biriktirebilecekleri birçok fark kaynak olduğunu, (b) bunların, anlamlarını (basitçe kendi
içinde ve kendi başına değerli bazı maddi şeylerden ziyade) farklı alanları meydana getiren
toplumsal ilişkilerden aldıkları için, kaçınılmaz olarak toplumsal olduklarını ve (c)
sermaye birikimi mücadelesinin nadiren hikayenin tamamı olduğunu vurgular –sermayenin
50
yeniden- üretimi mücadelesi aynı ölçüde önemli ve farklı sermaye dönüştürme biçimlerine
bağlıdır.
Ayrıca Bourdieu, ekonomik çıkarları önemsemez veya onlara kayıtsız görünen
alanların (örneğin, sanat, edebiyat ve bilimin) bile sermaye birikimi ve sermayenin yeniden
üretimi mantığına göre işlediğini gösterir. Din, sanat ve bilimin ekonomik hesaplılığa ve
sermaye birikimine özünde ters düştüğü düşüncesi yaygındır. Hukuk gibi alanlar bile (her
ne kadar avukatlar kazançlarını yükseğe çıkarabilseler bile) basitçe ekonomik sermayeye
referansla değil, aksine hüküm vermede adalet ve teknik uzmanlığa referansla inşa edilir.
Bu faktör, başka nedenlerin yanı sıra, her alanın belirli bir özerklik iddiasının
temellerinden birini oluşturması bakımından önemlidir. Bu, Bourdieu’ye göre (1992: 47 ve
devamı), bir alanın ortaya çıkışında ‘kritik evre’dir. Özerklik, alanın kendine özel bir oyun
alanı içinde yer alabilmesi, kendine özel bir sermaye yaratabilmesi ve bir başka alana
doğrudan bağımlılığa indirgenememesi anlamına gelir (Calhoun & Ritzer, 2000: 718).
Habitus
Toplumsal oyunlara katılmak salt bilinçli bir seçim degildir. O, üzerinde
düsünmeden yaptığımız bir seydir. Biz bir anlamda zaten sürekli onun içindeyizdir.
Çocuklukta yetişkin rollerine hazırlanırız. Büyürken bizden bir meslege sahip olmamız
gerektigini ögrenmemiz istenir. Düzgün oturmamız ve soruldugunda cevap vermemiz
istenir. Ailelerimizin para veya şöhrete– saygı duyduklarını görürüz. Neyin onaylanıp
onaylanmadıgına, neyin işe yarayıp yaramadığına bakarak, kendimize özgü yeni eylem
biçimleri, yaşantılarımızdaki oyunlarla ilgili karakteristik bir davranış biçimi geliştiririz.
Kendine güveni veya utangaçlığı ögreniriz. Her iki örnekte de, sosyalleşme sürecinin gücü,
büyük ölçüde bedensel olarak, basitçe kim olduğumuzun, dünyada nasıl var olduğumuzun
bir parçası olarak yaşanır. Bu duygu habitustur. Bir karara varmak çok zor olsa da,
‘habitus’ terimi esasen yapılasmış doğaçlamayı mümkün kılan somut duyarlılık anlamına
gelir. Bourdieu’nün benzetmesiyle, bir oyunu etkin biçimde oynamak sadece kuralların
bilgisini değil, oyunla ilgili pratik bir duyguyu (sense) gerektirir. Bu, yapısalcılıgın statik
bilişselciliğine oldugu kadar varoluşçu öznellik anlayışına da bir itirazdır. Habitus bir
anlamda bireyin karakteristik eylem eğilimleri seti olarak ortaya çıkar. Bu eğilimleri
toplumsal düzen içindeki konumlara uygun kılan bir sosyal süreç vardır. Ancak habitus
bundan daha fazlasıdır. O kurumlar ve bedenler arasındaki buluşma noktasıdır. Yani o,
biyolojik bir varlık olarak her bireyi sosyo-kültürel düzene –farklı hayat oyunları
51
anlamlarını koruyacak, oyunu sürdürebilecek biçimlerde– bağlayan temel formdur.
“Kolektif tarihin ürünleri olan nesnel yapılara uygun ve gerekli seylerin aşılanması ve
içsellestirilmesiyle üretilen, bu nesnel yapıların isleyiş koşulunu oluşturan– uzun ömürlü,
adapte eğilimler biçiminde yeniden-üretilen, aktörler kurumlar içinde nesnelleşmis tarihi
paylaşırlarken inşa edilen habitus, kurumların yaşamasını, onları pratik olarak
içsellestirmeyi ve –böylece ölü sözcükler durumundan çıkartarak, içlerinde tortulaşmış
anlamı yeniden canlandırarak, ancak aynı zamanda bu yeniden canlandırmanın gerektirdiği
revizyonlar ve dönüşümleri empoze ederek– onları aktif halde tutmayı mümkün kılan
şeydir”. Kurum ve kişi arasındaki bağlantı noktası üyelerin kendi eylemlerini üretme
biçimidir. “Her aktör, bilinçli veya bilinçsiz, ister istemez nesnel anlamın bir üreticisi ve
yeniden-üreticisidir. Onun eylemleri ve çalışmaları aslında kendi üretmediği ve bilinçli
olarak farkında olmadığı özel çalışmanın ürünleri oldugu için, bu eylemler ve çalışmalar,
Skolâstiklerin ifadesiyle her zaman onun bilinçli niyetlerini aşan bir ‘nesnel niyet’
içerirler”. Bourdieu habitusun sadece bireysel bir kapasite olmayıp, aynı zamanda
kollektivitenin bir basarışı olduğunu vurgular. O her yerde karsımıza çıkan ‘kolektif
aşılama girişimi’nin sonucudur. ‘Stratejiler’in bilinçli stratejik varlıklar olan bireyler
olmadan da işleyebilmesinin nedeni, bir yanda bireylerin oldukları kişiler haline gelmeleri
ve öte yandan, toplumsal kurumların bu eylem, değerlendirme ve anlama yönelimlerini
aşılama gücünde olmasıdır. En temel toplumsal değisimler sadece formel yapılardaki degil,
aynı zamanda alışılagelmiş eylem yönelimleri içindeki değişimler olarak da ortaya çıkarlar.
Bourdieu böylece, günümüzdeki çoğu sosyolojiyi karakterize eden kültür, toplumsal
organizasyon ve somut birey ayrımını aşmaya çalısır (Calhoun & Ritzer, 2000: 715-716).
Habitus kavramı, Marx‟ın Feuerbach Üzerine Tezler‟inde önerdiği programı izleyerek,
ister naif ister akademik olsun her tür bilginin bir inşa faaliyeti gerektirdiği düşüncesini
idealizme bırakmayan bir materyalist bilgi teorisini mümkün kılmayı hedefler: Ayrıca
habitus, bu faaliyetin, katıksız anlamda zihinsel bir faaliyetle hiç ilgisi olmadığına işaret
eder. Düşüncenin, bilincin, bilginin sıradan kavramların tam olarak görmemizi engellediği
bir inşa, hatta pratik düşünümsellik etkinliğinin söz konusu olduğunu gösterir.
Bourdieu’nun kendi sosyolojik perspektifini oluştururken ilk amacı, nesnelci
yaklaşımların ileri sürmüş olduğu “kuralların ve modellerin belirleyiciliği”ni reddetmek
yolunda, toplumsal hayatın düzenleyici veya önceden tahmin edilebilir olduğu yönündeki
kalıplaşmış ikilemle sahici bir yüzleşmeye girişmektir. Bir davranış, kurallara itaatin ürünü
olmaksızın nasıl düzenlenmiş olabilir? Bu noktada Bourdieu’nun bu soruyu çözmek için
52
geliştirdiği habitus kavramı, muhtemelen onun geliştirdiği kavramsal repertuarın en kilit
kavramıdır. Habitus kavramının ilk eleştiri ayağını sosyal bilimlerdeki nesnelcilik anlayışı
oluşturmaktadır. Bourdieu’ya göre nesnelci bir tez, gözlemcinin toplumsalı kuramsal
olarak temsil etmek için inşa ettiği model ile toplumsalın kendisini özdeş kılar. Nesnelci
bakış açısından bu kuramsal müdahalenin sonucu, “modelin gerçekliği ile gerçekliğin
modelinin” yer değiştirmesidir. Bu hamleyle toplumsalın damgasını taşıyan özerk evrenler
(yapı, kültür, üretim tarzı gibi yapısalcı metaforlar) şeyleşir. Oysa eyleyici, kurulmuş bir
doğaya sahiptir ve yapıca belirlenmiştir. Bourdieu’ya göre habitus ilk çocukluk döneminde
bilincinde olmadan edinilen ve bu yüzden süreklilik sergileyen “üretken eğilimler
şeması”dır. Bu eğilimler insanların pratikleri, doğaçlamaları, tutumları veya bedensel
hareketlerini üretir. Habitus bir oyun duygusu veya (insanların sonsuz sayıda durumlarla
başa çıkmak için sonsuz sayıda strateji geliştirmelerini sağlayan) bir pratik anlayış sağlar.
Eğilimler içinde ortaya çıktıkları toplumsal çevrenin kısıtlamalarına adapte olurken,
habitus toplumsal kökene göre farklılaşır. Konuşma biçimleri, bedensel hareketler, güzellik
anlayışları veya bireysel kimlik, tüm bunlar, gerçekte sınıfsal kökene göre farklılaşır.
Örneğin, işçi sınıfı üyelerle karşılaştırıldığında, orta sınıf, kamu önünde konuşma veya
resmi durumlar konusunda kendisini daha emin hisseder ve bu ekonomik alanda önemli bir
değer olabilir. Bu yüzden, Bourdieu’nun habitus kavramı onun toplumsal eşitsizliğin farklı
yeniden-üretim biçimleri analizinde merkezi bir yere sahiptir. Habitus: Belirli bir çevre
tipinin kurucusu yapılar (yani, bir sınıfsal konumun varoluşsal karakteristiğinin maddi
koşulları), süreklileşmiş, aktarılabilir eğilim sistemleri olarak işlev görmeye yatkın
yapılaştırıcı yapılar olarak habitusu üretir; yani hiçbir şekilde kurallara tabi olmanın
sonucu olmadan nesnel olarak düzenlenmiş ve düzenli olabilen, amaçlara bilinçli bir
yönelimi veya amaçlara ulaşmak için zorunlu işlemlere hakim olma ifadesini önceden
varsaymadan nesnel olarak amaçlarına uyarlanmış olabilen pratiklerin ve temsillerin
üretilme ve yapılaştırılma ilkeleri olarak fonksiyon görmeye meyilli yapılaşmış yapı üretir.
Ya da: Aynı grubun/sınıfın tüm üyelerinde müşterek olan ve tüm nesneleştirme ve
kavrayışlar için önkoşul oluşturan içselleşmiş yapılarının, algı, kavram ve eylem
şemalarının öznel fakat ferdi olmayan bir dizgesi olarak tanımlanabilir. Habitus
süreklileşmiş ve bireyde içselleştirilmiş yapısal öğelerin kuramlaştırılmasına olanak tanır.
Bu yapılaşmış yatkınlıklar bireylerin kendi saptadıkları eylem aracılığıyla yapının yenidenüretimini sağlar. Burada sosyal olarak inşa edilmiş bireyin toplumsal olarak indirgenemez
bir parçasının mevcut olduğu iddia edilir. “Pratik vasıtasıyla sahip olunan ve açık bir
temsile varmadan pratik durumlarda uygulanan algılama, anlama ve eylem şemaları” olan
53
yapılaşmış yatkınlıklar, stratejiler üretebilmek için habitusun dışında kalan ve ona
indirgenemez olan belli bir bireyselliği göz ardı etmemektedir (Meder ve Çeğin, 2011:
247-250). Habitus, ne tam anlamıyla bireyseldir, ne de davranışları tek başına belirler;
eyleyicilerin içinde işleyen yapılandırıcı bir mekanizmadır. Çok çeşitli durumlarla başa
çıkmayı sağlayan bir strateji üretme ilkesidir. Başka bir deyişle habitus; toplumsal
eyleyicilerin, tam anlamıyla akılcı olmadan, yani davranışlarını sahip oldukları araçların
verimliliğini azamiye çıkartacak şekilde düzenlemeden ya da daha basiti, hesap yapmadan,
hedeflerini açıkça ortaya koymadan ve bunlara ulaşmak için sahip oldukları araçları açıkça
birleştirmeden, kısacası planlar, tasarılar yapmadan, makul olduklarını, deli olmadıklarını,
çılgınlıklar yapmadıklarını açıklamak için varsaymak gereken şeydir. Bu anlamda habitus
bir eyleyici için kader değil, karşılaşılan yeni deneyimlerle sürekli gelişen/değişen bir
yatkınlıklar bütünüdür. Habitus, hem bireyi şekillendiren hem de bireyce şekillendirilen
karşılıklı bir durumdur. Birey habitusu sayesinde farklı ihtimaller karşısında çözüm üretme
yeteneği kazanır. Böylelikle habitusu da yeniden üretmiş olur. Başka bir deyişle habitus;
eylemi yapan kişinin çok da hesaplamadan yaptığı ve özünde toplum tarafından kabul
görmek için pratiğe döktüğü bir gerçekliktir. Hesaplamamaktan kasıt, bireyin toplumca
kendisinden beklenenin dışında bir şey yapmama eğiliminde olmasıdır. Habitus bu
anlamda bireye “kim olsa aynı şeyi yapardı” mantığıyla hareket etme imkanı veren, küçük
dönüşümler yaşasa da genel yapısını koruyan bir “yatkınlıklar bütünüdür” (Özsöz, 2007:
18).
İktidar alanı
Bourdieu’ya göre İktidar alanı farklı sermaye türleri arasındaki güç ilişkilerinin
alanıdır.” (Bourdieu, 1995: 34). Dolayısıyla iktidar alanı Bourdieu’nün kavramsal evreni
içinde birbirlerine karşı üstün gelmek, hâkim olmak isteyen farklı sermaye türlerine sahip
grupların mücadele alanı olarak değerlendirilmektedir. Bu mücadele süreci ve gündelik
hayatın dokuları içinde “sembolik olanın belirleyiciliğine dayalı” bir iktidar ve şiddet
mantığı su yüzüne çıkmaktadır. Pierre Bourdieu’ya göre, sembolik iktidar “gerçekliği
kurma/yapılandırma iktidarı”dır. Üstelik bu iktidar dünya algısını, sözcük ve ifadeleri,
inancı kuran bir pratik olarak “neredeyse sihirli bir güçtür.” Bu sihirli gücün başarı
kazanması, Gramscici hegemonya kavramını anımsatan bir biçimde, tâbi olanların bu güce
ve onun meşruiyetine ve onu icra edenlerin meşruiyetine inanması gerekmektedir.
Sembolik iktidar bir “dünya kurma/oluşturma” gücüdür. Sembolik iktidar sosyal dünyanın
meşru bir versiyonunu empoze etmeye çalışır. David Swartz’a göre sembolik iktidar,
54
varolan ekonomik ve siyasal ilişkileri meşrulaştırmaktadır, ancak bunlara indirgenemez.
“Bu husus, ortodoks Marxist üstyapı yorumu ile Bourdieu’nun kültür nosyonunu
birbirinden ayırmaktadır.” Sembolik iktidarın, bir çıkar sorunu üzerinden geliştiği ve tâbi
gruplara bunun dayatılmasıyla ilgili olduğu söylenebilir. Bu da akla ister istemez yine
Bourdieu’nün keskin bir eleştirisine giriştiği yanlış temsil sorunu ile ilgili tartışmaları
getirmektedir. Böylesi bir sorunsalı anımsatan sembolik iktidar kendisini sürekli kılmak ve
meşrulaştırmak için bütün iktidarlar gibi şiddete başvurur. Sembolik şiddet tam da burada
karşımıza çıkmaktadır. Bourdieu’nün kavramsal dünyasında sembolik şiddet, şiddetin
“görünmez ve kibar bir formu”dur. Bourdieu, sembolik şiddetin bir nevi “sihir teorisi” gibi
işlediğini iddia ederek, sembolik şiddet teorisinin bir inanç üretimi teorisine dayandığının
altını çizmektedir. Sembolik şiddetin etkilerinden birisi de, iktidarın karizmaya, bir sihre,
bir cazibeye dönüştürülmesidir (Bourdieu, 1995, 102-103). Bu dönüşüm süreci içerisinde,
farklı alanlar birörnekleştirilir ve egemenin kodları hâkim kılınır. Devletin gelişimi de bu
alanların bir önekleştirilmesi sürecinden bağımsız değildir. Şüphesiz burada söz konusu
olan “zor” unsurundan farkı olarak, iktidarın “rıza” unsurunu ön plana çıkarmasıdır. Zira
“sembolik tahakküm, yanlış tanımaya (misrecognition) dayanır.” Bu yanlış tanıma hali,
egemenin farklı alan, sınıf ve gruplardan topladığı farklı sermaye türleriyle de el ele
ilerlemektedir (Bourdieu, 1995: 40-42).Sembolik sermaye, bilişsel tabanlı bir sermaye türü
olarak, tanıma ve yeniden tanımaya dayalıdır ve değer üretme sürecine, nitelendirmelere
(yüksek/alçak, kadınsı/erkeksi vb.), sosyal ve algısal kategorilere içkindir (Bourdieu, 1995:
85;103).
Simgesel Şiddet
Pierre Bourdieu’nün simgesel şiddet kavramı, fiziksel olmayan şiddetin pratikte bir
karşılık bulabilmesi anlamında önemli bir kavramdır. Bourdieu teorisine göre, uygulama
alanı olan bu kavramın eğitimdeki karşılığı, bireylerin kişiliklerinin şekillendirilmesi
yoluyla eşitsizliklerin yeniden üretilmesi olarak özetlenebilir. Buna göre; simgesel şiddet
kavramı özelinde Bourdieu metodolojisi reklamcılık için işlevsel bir metodolojidir.
Simgesel şiddetin dayandığı temel kaynak olarak egemenlik altındakilerin habitusunu
oluşturan yapılarla egemenlik ilişkilerinin yapısı arasındaki uyum gösterilebilir. Yani
egemenlik altında olan birey, egemen olanı egemenlik ilişkisinin ürettiği ve bundan dolayı
da egemen olanın çıkarına uygun olan kategoriler aracılığıyla algılar (Bourdieu, 2006:
198). Ayrıca simgesel şiddetin ne kadar derin ve anlaşılmaz noktalarda ortaya çıkabildiğine
dair şu örneği vermek yerinde olacaktır. Birey için piyano veya akordeondan birisini tercih
55
etmek dahi toplumsal alanda bir seçkinlik (ya da kabalık) göstergesi haline
gelebilmektedir. Bu durum simgesel şiddet mantığının, hayat tarzı tercihlerinde dahi
gözlemlenebileceği anlamına gelir (Bourdieu, 2006: 23).
Bourdieu burada simgesel
şiddete maruz kalanın da önemli bir rolü olduğunu savunur. O’na göre bu yumuşak sömürü
ilişkileri egemenlik altında olanın, sömürüde bulunana duyduğu sevgi ya da hayranlıkla
yaptığı katkıları da içinde barındırmaktadır (Bourdieu, 2006: 186). Bourdieu; simgesel
şiddet'i bazı durumlarda fiziksel şiddetten daha etkili bir şiddet türü olarak
değerlendirmektedir. Simgesel şiddet çok daha görünmez incelikte ve günlük hayatta
düşünce kalıplarımızın içine sinmektedir. Derin ve yaygın psikolojik süreçleri kapsıyor.
Yargılarımızı belirleyen içsel bir işleyişe sahiptir. Bu şiddeti içselleştirmemizde
hayatımızdaki bütün pedagojik kurumların büyük rolü var. Sosyal gerçekliğimizi görmek
için 'Sembolik şiddet' kavram olarak bizi mahalleden çıkartıp çok daha geniş mekanlardaki
şiddeti anlamayı olanaklı kılıyor (Bourdieu, 1997: 27). Simgesel şiddetin dayandığı temel
kaynak olarak egemenlik altındakilerin habitusunu oluşturan yapılarla egemenlik
ilişkilerinin yapısı arasındaki uyum gösterilebilir. Yani egemenlik altında olan birey,
egemen olanı egemenlik ilişkisinin ürettiği ve bundan dolayı da egemen olanın çıkarına
uygun olan kategoriler aracılığıyla algılar. Bourdieu’ya göre başta devlet olmak üzere
bütün modern kurumlar, kapasitelerinden fazlasını vaat ederek ve toplumsal fayda için
çalışıyor gibi görünerek eşitsizlikleri yeniden üretirler. Daha zengin ve özgür bir yaşantı
isteyenlere ümit verir ancak sınırlılıkları dayatarak sebep oldukları simgesel şiddetle
toplumu hayal kırıklığına uğratırlar. Devletin simgesel şiddeti tekeline almasıyla ilgili
olarak Bourdieu’nün Pratik Nedenler eserinde sözünü ettiği ilan etmenin tekelde tutulması
konusu da simgesel şiddetle ilgili önemli bir örnektir. Burada Bourdieu’nün ifade ettiğine
göre “ilan etme” pratiği kamunun bilgisine sunmak anlamında devlete özgü bir haktır ve
bu hakkın gasp edilme potansiyelinden dolayı devlet kitap basım-yayımı, tiyatro, halka
yönelik konuşma, karikatür vb. tüm ilan etme biçimlerini yasalar çerçevesinde kurallara
bağlar.Simgesel şiddetin en önemli dinamiklerinden birisi de televizyondur. Bourdieu için
de çok önemli bir konu olan televizyon, seçkinlerin, yönetenlerin veya hakim sınıfın kendi
lehlerinde kamuoyu oluşturmaları açısından önemli bir şiddet aracıdır. Bourdieu bu şekilde
oluşmuş olan kamuoyunun ne derece gerçek olduğunu da ayrıca tartışır. Televizyon
kanallarının kimlerin elinde olduğu ve kanalları elinde bulunduran kişilerin iktidarla olan
ilişkileri Bourdieu’nün üzerinde önemle durduğu konulardandır. Simgesel şiddet
uygulamaya aracılık eden televizyon kanallarına konuk olan sözde aydınları ve kendi
deyimiyle fast-thinker’ları, ne yaptıklarını sorgulamaları konusunda uyarır. Çünkü
56
Bourdieu, kültür endüstrisinden kurtulmanın yolunun kendisini her türlü bağlılıktan
kurtarmış bir sosyolojiyle mümkün olacağını söyler. Kendisi de bu konudaki görüşlerini
profesörlük yaptığı üniversitenin kanalında, kendi belirlediği bir formatta sunar. Bu
derslerini daha sonra Televizyon Üzerine ismiyle bir kitap haline getirir (Özsöz, 2010: 3335).
Sınıflar ve Sosyal Hareketlilik
Bourdieu, Marx ve Weber’in görüşlerini bir noktada birleştirerek sınıf ile statüyü
birbirine bağlayacak temel bir ilke ortaya koyar. Statü kültürü, sınıf çıkarını çıkarsızlık
kisvesi altında sunmak suretiyle meşrulaştıran bir tür cila görevi görür. Ona göre statü
grupları ve statü ayrımları kılık değiştirmiş sınıflar ve sınıf ayrımlarıdır. (Swartz, 2011: 69)
Bourdieu sınıfsal yeniden üretim ve yeniden dönüştürme stratejileri ifadelerini kendi
yaklaşımının ana akım sosyal hareketlilik araştırmalarından ayırmak üzere kullanır. Sosyal
hareketlilikte olanaklı üç toplumsal yörüngeden bahseder. Yukarı doğru sınıfsal
hareketlilik, aşağı doğru sınıfsal hareketlilik ya da durgunluk. Ona göre de toplumsal
mekandaki konum babanın mesleki prestiji ya da ailenin geliri ile kavranamaz Bourdieu
bireysel köken etkenlerinin daha geniş bir yelpazede incelenmesi gerektiğini savunur.
Özellikle kültürel sermaye kavramı, ebeveynlerin geliri mesleği eğitimi gibi ölçütlerde tam
olarak yer verilmeyen eşitsiz avantaj boyutlarını ortaya çıkarır. (Swartz, 2011:227).
Bourdieu’nun sosyal hareketliliği sermaye yatırımı ve dönüştürme stratejileri bağlamında
ele alması dikey hareketlilik ile çapraz hareketliliği birbirinden ayırır. Dikey hareketlilik
aynı alan içerisinde yukarı ya da aşağı hareketi ifade eder, çapraz hareketlilik ise alanlar
arasındaki hareketi ifade etmektedir. Alanlar içindeki dikey hareketliliğe şöyle örnek
vermektedir. İlkokul öğretmenliğinden, üniversite öğretim üyeliğine geçmek aynı tip
sermayenin biriktirilmesine dayanır. Alanlar arası hareketlerse, sermayenin yeniden
dönüştürülmesini gerektirir. Bir küçük esnafın aile işini çocuğa devretmek yerine yüksek
öğretimine yatırım yapmasında olduğu gibi. Bourdieu’nun eselerinde tabakalaşmayla ilgili
tekrarlanan izleklerden biri sınıf durumundaki değişimlere karşılık sınıf konumunun
hiyerarşi içerisindeki sürekliliğini korumasıdır. Mesleki hareketlilik beraberinde mutlaka
sınıfsal hareketliliği getirmez (Swartz, 2011: 253). Bir sınıfın bireylerinin durumu ile o
sınıfın toplumsal hiyerarşi içerisindeki konumu arasında ayrım yapar ve sınıfların genel
hayat durumlarında (sınıf durumu) değişimler gerçekleştiğini ama hiyerarşi düzeni (sınıf
konumu) bakımından gerçek bir yükselme olmadığını savunur. Her grup hayat standartları
bakımından yükselmiş, ama hiyerarşi düzeni sınıf konumu bakımından değişmeden
57
kalmıştır. (Weininger, 2002:120). Bourdieunın sosyolojisinin odak noktalarından biri,
bireylerin ve grupların toplumsal düzen içindeki konumlarını korumak ve yükseltmek için
sermaye biriktirme yatırımda bulunma ve çeşitli sermaye biçimlerini birbirine dönüştürme
stratejielrini nasıl ve hangi koşullarda kullandıkları sorusudur.Kültürel sermaye, fiziksel ve
sosyal gerçekliği yaratmak ya da pekiştirmek için kullanılan sembollerin kapasitesidir
(Allan, 2006: 176). Bourdieu kültürel sermaye dağılımının yapısını ailelerin stratejileriyle
okul kurumunun özgül mantığı arasındaki bağıntı aracılığıyla yeniden üretiminin
gerçekleştiğini savunur. Okul sistemi bir dizi ayıklama işlemi aracılığıyla miras yoluyla
kültürel sermayeye sahip olanları bu sermayeden yoksul olanlardan ayırır. Yetenek
farklılıkları ise miras edinilen kültürel sermayeye göre oluşan toplumsal farklılıklardan
ayrılamayacağından eskiden var olan toplumsal farklılıkları böylece ayakta tutar. Okul
sisteminin bir başka önemli noktası üst düzey soyluları daha alt sınıf soylulardan ve onları
da soylu olmayanlardan ayıracak toplumsal sınıfları kurmasıdır (Bourdieu, 2005: 37).
58
59
3. TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE SINIFLAR
3.1. Türkiye’de Sosyal Hareketlilik Çalışmaları Bağlamında Tabakalaşma ve
Sınıf Kavramı
Batı toplumlarında ve Amerika’daki uzun sosyal hareketlilik çalışmaları geleneği
gözönüne alındığında Türkiye’de sosyal hareketliliği konu edinen ampirik araştırmalar bir
hayli yetersizdir. Türkiye’de tabakalaşma ve sosyal hareketlilik araştırmaları makro
analizler ve mikro analizler olarak iki şekilde incelenebilir. Makro analizler, Osmanlı
İmparatorluğu’ndan, Türkiye Cumhuriyeti’ne tarihsel olarak tabakalaşma ve sınıf
analizlerini konu eder. Bu analizlerde sosyal tabakalardaki değişim özellikle devlet ile
soyal sınıflar arasındaki ilişkiye vurgu yaparak incelenir. Atılgan’a göre Türkiye’de
toplumsal sınıfların öyküsü, azgelişmiş bir kapitalizmin yüzyıllık gelişim süreçleri içinde
anlaşılabilir (2012: 270). Atılgan Türkiye’de sosyal sınıfları dört ana dönemde ele alır.
1923-1945, 1945-1961, 1961-1980 ve 1980-2010 dönemlerini kendi içlerinde alt
dönemlere ayırarak devlet, sermaye, köylü ve ücretli kesimlerinin değişimini inceler.
Tarihsel yaklaşımla sınıf ilişkilerini ele alan bir başka analizi Keyder yapar. Türkiye’de
Devlet ve Sınıflar (2011) kitabında kapitalizmin gelişim evrelerini devlet ve sınıflar
arasındaki ilişkileri tarihsel bir yaklaşımla değerlendirir. Benzer şekilde Gülalp’de (1993)
kapitalizmin gelişimi içinde sermaye birikim biçimlerini ve devlet toplum ilişkilerini ele
alır. Karpat (2012), Türk demokrasi tarihinin sosyal, kültürel ve ekonomik temellerini
incelediği kitabında Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye ideolojik dönüşümlerle
birlikte devlet ve toplumsal tabakaların değişimini inceler.
Sosyal sınıflar, sosyo ekonomik gruplar ve ara tabakalara ilişkin kavramları Türkiye
bağlamında tanımlayan en önemli çalışmalardan biri de Korkut Boratav (2005)’ındır.
Boratav tarihsel maddecilik yaklaşımı çerçevesinde yaptığı sınıf çözümlemesinde
toplumsal grup ve tabakaları belirlemeyi amaçlar. Toplumların temel bölüşüm ilişkileri
içinde el konan artığın piyasa içi ve piyasa dışı mekanizmalarla yeniden paylaştırıldığını
savunur. Bu bölüşümü ikincil bölüşüm ilişkileri olarak adlandırır. İkincil bölüşüm
ilişkilerine birbirinden ayırt edilebilen düzenli biçimler içinde katıları belirli toplumsal
grup ve tabakalar olarak tanımlar. İki ana kategori saptar. Ekonomiye egemen olan
sınıfların alt grupları ile ara tabakalarını birbirinden ayırır. Kapitalist bir ekonomide birinci
kategori, sınai, mali, ticari sermaye ve rantiyeler arasında artı değerin paylaştırılması
60
biçiminde ortaya çıkarken, ikinci kategoriye giren ara tabakaların başlıcalarını bürokrasi,
serbest meslek sahipleri ve marjinal gruplar oluşturur (2005: 12).
Boratav temel sınıf yapılarını ise kapitalist yarı feodal üretim ilişkileri ile basit meta
üretimi ilişki ağından türeyen işçi sınıf ve burjuvazi, yarıcı ortakçı köylü ile toprak ağası ve
piyasaya dönük küçük üretici (köylü) ile tüccar,tefeci olarak tanımlar. Bu temel sınıf yapısı
dışında ona bağlı bir biçimde yer alan tabakalar ve gruplar bulunur. Burjuvazinin dört alt
grubu; sınai/tarımsal sermaye, mali sermaye, ticari sermaye ve rantiyeler, üç ara tabakasını
serbest meslek sahipleri, bürokrasi ve kentsel majinaller olarak tanımlar (2005: 15). Bu
ikincil bölüşüm ilişkilerinin oluşumundaki devletin denetimi ve egemenliği altındaki mali
finansal değişkenlerin önemli rol oynadığını saptar (2005: 33). Bu kavramsal çerçeveden
hareketle 1980’li yıllarda temel ve ikincil bölüşüm ilişkilerinde gözlemlenen değişimleri
çözümler.
Şekil 4.1. Boratav’ın Türkiye’de bölüşüm ilişkilerinin sınıfsal çerçevesi şeması Temel
bölüşüm ilişkileri
Üretim
Toplumsal
ilişkileri
Sınıflar
ar
İşçi sınıfı ve
Kapitalist
Göstergeler
Mekanizmal
Saptamalar
İşgücü
Ücret/k,
piyasası,;
burjuvazi
Ek
bu değer
oranı;
Özel/kamusal
reel sektör;
kapitalist
piyasanın kurumsal ücretler/emek verimi çiftçi ayrımları
düzenlenmesi
Basit
Köylü
meta
üretimi
ve
Tarımsal
ürün
tüccar
ilişkisi
ve
İç
girdi hadleri;
piyasaları;
destek marjlar
ticaret
Tefecilik
ve
ticari mali sermaye; kamu
kredi destekleri
politikaları
Ortakçı/kiracı
Yarı-feodal
köylü
ağası
ve
Toprak
toprak kiralama
Toprak
süreçleri; kirası/tarımsal
piyasa
bağımlılıklar
Yarı-feodal
k. olmayan
dışı değer; dönüm başına türleri hariç
reel kira
kiracılık
61
Şekil 4.2. Boratav’ın Türkiye’de bölüşüm ilişkilerinin sınıfsal çerçevesi şeması İkincil
bölüşüm ilişkileri
İkincil Bölüşüme İlişkin Mekanizmalar ve
Sosyal Grup/Tabakalar
Kategorileri
Nihai ürün ile maliyet öğeleri arasındaki göreli
Sanayi sermayesi, kapitalist çiftçilik
fiyatlar,
bunları
etkileyen
politikalar;
fiyat-dışı
sübvansiyon/teşvikler; dolaysız vergiler; kredi faizleri
Ticari
Ticari sermaye
marjlar/bu
marjları
yansıtan
göreli
fiyatlar ve ilgili politikalar; dolaysız vergiler; teşvikler;
kredi faizleri; dış ticaret teşvik ve sübvansiyonlar;
döviz kuru
Finansal
Mali sermaye
aktif
ve
pasiflerin
getiri/maliyet
oranları arasındaki göreli marjlar (çeşitli faiz oranları);
mali
sistemin
kurumsal
parametreleri;
dolaysız
vergiler; mali işlemlerle ilgili vergiler
Rantiyeler (tarım dışı)
G. menkul fiyatları ve kiraları; mevduat, döviz,
altın ve menkul sermaye üzerindeki nominal ve reel
getiri hadleri; rant-türü gelirler üzerindeki vergiler
Profesyonel gruplar
Uzmanlaşmış/nitelikli hizmet piyasaları giriş
güçlüklerine bağlı kıtlık rantları
Bürokrasi
Memur maaşları; maaş-dışı reel gelir türleri
‘’Esnaf/zanaatkar’’
Küçük meta üretimi ve ticari sermayeyi
etkileyen değişkenler ve süreçler (belli farklarla)
‘’Marjinal’’ nüfus
Belirsiz; yer yer ‘’esnaf/zanaatkar’’la benzerlik
62
3.1.1. Sosyo-Kültürel Statü Çalışmaları
Sosyo-ekonomik statü bir bireyin kolektif olarak arzulanan maddi mallar, para, güç,
sosyal ağlar, sağlık hizmeti, boş zaman etkinlikleri, eğitim fırsatları kaynaklarını yansıtan
inşalardır (Oakes and Rossi 2003). Sosyo ekonomik statü çalışmaları ise meslek, gelir,
eğitim ve tüketim davranışları gibi
farklı tabakalara ait özelliklerin belirlenmesi
çalışmalarıdır. Türkiye’de öncü çalışmalardan biri Kıray tarafından 1946-1947 yılları
arasında yapılan statü skalası geliştirme çalışmasıdır. Kıray tüketim normlarının farklı
tabakalar arasındaki farklılaşmasını incelemiştir. Sonuçta birbirinden farklı beş tabaka
tanımlamıştır.
2006 yılında yapılan Türkiye sosyo-ekonomik statü (SES) projesi 26 il ve ilçeyi
kapsayan, altı bin yüz elli beş kentsel alan ve iki bin dört yüz kırk hane kırsal alandan
olmak üzere toplam sekiz bin beş yüz doksan beş hanede gerçekleştirilen büyük çaplı
araştırmalardandır (Çağlı, 2006). Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de sosyo ekonomik
statü grupları aşağıdaki gibi ayrımlanmaktadır.
A grubu; kullandığı yatırım aracı büyük oranda hisse senedi ve yatırım fonudur, A
grubu bütün gruplar arasında yatırım için altın alma oranı en düsük olan gruptur, eğitim
düzeyleri iki nesil boyunca çok yüksektir, masa üstü ve diz üstü bilgisayar kullanım
oranları diğer gruplara göre çok yüksektir, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları
diğer gruplara göre çok yüksektir.
B grubu; yatırım aracı olarak hisse senedi, yatırım fonu, devlet tahvili ve hazine
bonosu kullanmaktadır, B grubu da yatırım aracı olarak altın ürünlerini fazla tercih
etmemektedir, eğitim seviyeleri tek nesil boyunca yüksektir, A grubunun masa üstü ve diz
üstü bilgisayar kullanım oranları B grubunun ortalama olarak bir nokta yedi katı olmasına
rağmen, B grubunun bilgisayar kullanım oranları geriye kalan gruplara göre oldukça
yüksektir, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları A grubuna oranla daha az olsa da,
geriye kalan gruplara göre yüksektir.
C1 grubu yatırım aracı olarak devlet tahvili, hazine bonosu, döviz ve altını tercih
etmektedirler, eğitim seviyeleri B grubuna göre oldukça düsüktür, bilgisayar kullanım
oranları B grubuna oranla ortalama olarak dört bir kadardır, , kafe-bar, sinema ve tiyatroya
gitme oranları A ve B gruplarına göre oldukça düşüktür. C2 grubu yatırım aracı olarak en
fazla altın ürünlerini tercih etmektedir, eğitim seviyeleri ortaokul ve altı düzeyindedir,
63
bilgisayar kullanım oranları oldukça düsüktür, genellikle hafta sonlarında genellikle olağan
düzenlerini değistirmezler, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları oldukça seyrektir.
D grubu yatırım aracı olarak en fazla altın ürünlerini tercih etmektedir, eğitim seviyeleri
ilkokul ve altıdır, bilgisayar kullanım oranları çok düsüktür, büyük oranda hafta sonlarında
olağan düzenlerini değistirmezler, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitmeyi genellikle tercih
etmezler. E grubu yatırım aracı olarak en fazla altın ürünlerini tercih etmektedir, eğitimleri
yoktur, bilgisayar kullanım oranları yok denecek kadar azdır, hafta sonlarında düzenlerini
değistirmezler, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları yok denecek kadar azdır
(Çağlı, 2006).
İkinci bir sosyo-ekonomik statü çalışması Sibel Kalaycıoğlu, Kezban Çelik, Ümit
Çelen, Sinan Türkyılmaz (2010) tarafından yapılan, Ankara kent merkezini oluşturan 8
merkez ilçede 1769 haneyi kapsayan, hanelerin eğitim, iş, gelir, mülkiyet ve mülk edinme
yolları ve tüketimi temel alan çalışmalarıdır. Bu çalışmada hem Ankara için sosyoekonomik statü ölçeği geliştirmek hem de üç nesil hareketliliği gözlemlemek
amaçlanmıştır.Bu çalışmanın sonuçlarına göre SES puanına göre A’da yer alan hanelerin
ortalama hanede yaşayan kişi sayısı 2 iken C2 ve D statü puanlı hanelerde ortalama rakam
4 ve üzeri olmaktadır. SES puanına göre bağımlı üye olupolmamasına baktığımız vakit,
bağımlı üye olmasının SES puanına göre değiştiğini, düşen puanla birlikte bağımlı üye
olma durumunun arttığını görüyoruz. Bunu tersten bir okuma ile bağımlı üyesi olan
hanelerin SES puanı düşmektedir diye görmek ve/veya bağımlı üye olması ile SES puanı
arasında bir ilişki olabilir diye yorumlamak da mümkün gözükmektedir.
En yüksek ev sahipliği A grubunda (%70,7) iken en yüksek kiracılık oranı da D
grubundadır (%53,7). A, B, C1, ve C2 SES puanlarındaki hanelerin büyük çoğunluğun
apartman dairesinde yaşamakta olduğu görülmektedir. Gecekonduda yaşamanın en yüksek
oranda olduğu grup D grubudur (%23,6). SES düştükçe yaşanan konut küçülmekte, diğer
yandan küçülen konuta düşen kişi sayısı artmaktadır. Eğitim düzeyi SES ile yakından ilişki
içindedir. SES yükseldikçe ortalama eğitim yılı artmaktadır. SES arttıkça iş statü puanı
artmaktadır. İş statü puanı bütün SES grupları için dededen babaya artmakta ancak
babadan bireye artış aynı yönde olmamaktadır.
A, B, C1 statü gruplarında babadan bireye artan iş statü puanı C2 ve D gruplarında
azalmaktadır. Cinsiyet değişkeni ile bakıldığında C1 grubu kadınları da iş statü puanı
düşen gruplara dahil olmaktadır. Erkekler açısından bakıldığında ise iş statü puanları
64
sadece D grubunda aynı kalmakta diğer gruplar için artmaktadır. Bilgisayar ve internet
sahipliği dağılımının SES ile ilişkisi incelendiğinde en yaygın sahip olunma oranının A
grubunda olduğu, B ve C grubu hanelerin de yarısından çoğunda bulunduğu görülmektedir.
Benzer şekilde SES düştükçe bilgisayar ve internet sahipliği düşmektedir (2010:208-210).
3.1.3. Kent Bağlamında Sosyo Ekonomik Duruma Odaklanan Çalışmalar
Altındağ İlçesinin sosyo kültürel incelemesinin yapıldığı Altındağ’ın SosyoKültürel Dokusu (2011) araştırmasında büyük ölçüde gecekondu mahallerinden oluşan
ilçenin gelir, eğitim, meslek, sosyal hizmetler, konut ve göç gibi farklı farklı etkenler
değerlendirilmiş ve yoksulluk, düşük eğitim düzeyi, suç gibi farklı problemlerinin tespiti
ve önlemenin çeşitli yolları da araştırmanın sonuç bölümünde tartışılmıştır.
Daha spesifik bir bölge çalışması Ankara Kaleiçi’nde yaşayan ailelerin sosyal,
demografik ve ekonomik durumunu belirlemek amacıyla yapılan “Kaleiçi’nde Yaşayan
Ailelerin Sosyal, Demografik ve Ekonomik Durumu” (2008) araştırmasıdır. Bu araştırma
10 mahallede 1735 hane halkını kapsamaktadır. Kaleiçi’nde yaşama süresi, geldiği yer,
tercih nedeni, çocuk sayısı, çocukların eğitim durumu, anne ve babanın yaş ve eğitim
durumu incelenmiştir. Araştırmanın bulgularına göre Kaleiçi’nde en fazla 1-10 sene önce
diğer illerden gelen, orta yaş grubunda ve çoğunluğu da çekirdek olan aileler yaşamakta ve
ailelerin yaşama yeri olarak bu bölgeyi tercih etme nedenlerinin başında ise iş yerlerinin
olması gelmektedir.
Aileler arasında 2 çocuklu olanlar ilk sırada yer almakta, ailelerin yarıya ailelerin
yarıya yakının çocukları okul çağında değildir ve aile büyüklüğü ortalama 4.4’dür.
Çocukların okula gitmeme veya okulu bırakma nedenlerinin başında ailenin maddi
durumunun yetersizliği gelirken, bu oran da kızlarda erkeklere göre daha yüksektir. Eşlerin
yarıdan fazlası ilk okul mezunu iken, okur yazar olmayan kadınların oranı erkeklerden
yüksek, lise ve dengi okulla yüksek okul veya fakülte mezunu olanların oranı da
erkeklerden düşüktür. Ailelerin çoğunluğunda bir kişi çalışırken, çalışan kişilerin
çoğunluğu da eşlerden erkektir. Aileye gelir getirmek amacıyla çalışanların çoğunluğu
Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı ise de, hiçbir sosyal güvencesi olmayıp, mevsimlik
veya geçici işlerde çalışanlar da bulunmaktadır. Ailelerde Yeşil Kart sahibi olanların yanı
sıra çeşitli kişi ve kuruluşlardan yardım alanlar az da olsa bulunmakta ve alınan
yardımların başında yiyecek gelirken, çocukların eğitimi için alınan yardım ise düşük
orandadır.
Ailelerin çoğunluğu gelir getirmek amacıyla evde hiçbir faaliyet
65
yapmamaktadır. Ailelerin yarıdan fazlası oturma, yemek ve oturma takımlarından hiç
birine sahip değilken, tamamına yakınında T.V. ve buzdolabı, yarısından fazlasında da tam
otomatik çamaşır makinesi ve elektrik süpürgesi bulunmaktadır (Terzioğlu; Yertutan;
Aydıner Boylu: 2008).
3.1.4. Aile Temelinde Yapılan Araştırmalar
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü
tarafından gerçekleştirilen Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması (2011) aile kurumunun temel
işlevleri çerçevesinde hane halkının/aile bireylerinin değer, tutum ve davranışlarını tespit
ederek, Türkiye’de aile yapısı ve sorunlarının betimlenmesi ve incelenmesi amacıyla
gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma ile Türkiye’de ailelerin güncel demografik profili
çizilmiştir. Evlilik, aile içi ilişkiler, akrabalık ilişkileri, ailenin çocuk, genç, yaşlı
bireylerine ilişkin değer, tutum ve davranışlar belirlenmiş; toplum hayatında nirengi
noktaları olan diğer değerlerin aile yapısındaki yeri ve önemi tespit edilmiş ve aile
sorunları hakkında bilgiler toplanmıştır. Bu projenin amacı, “Türkiye’de aile yapısındaki
değişimin belirlenmesini sağlayacak verilerin elde edilmesi” olarak belirlenmiştir.
Ankara örneğinde Metropolde Kariyer Meslekleri Ve Aile Yapısı Temelinde Yaşama
Tarzları Araştırması (1998) kariyer meslekleri temsilen seçilen üç kariyer mesleğinin
(doktorluk, mimarlık ve akademisyenlik) sahip oldukları yaşama tarzları ile bu tarzlar
açısından gösterdikleri benzerlikler ve farklılıkları inceleme çalışmasıdır.
Ankara örnekleminde bir diğer çalışma göçmen ailelerde nesiller arası dayanışma
ağlarını inceleyen “Intergenerational solidarity networks of instrumental and cultural
transfers within migrant families in Turkey” (2000)’ dir. Araştırma 15 aile ile
derinlemesine mülakatlarla gerçekleştirilmiştir. Köyden kente göç eden ailelerde ortak
birikim, paylaşım pratikleri, normlar, değerler ve geleneklerin genç üyelere aktarımı
incelenmiştir. Göç eden ailelerde ailenin refah sağlama rolünün belirleyiciliği
vurgulanmıştır. Aile büyüklerinin genç nesile göre birikim ve paylaşım havuzuna katkı
yapmakta daha büyük bir rol oynadığı belirlenmiştir. Maddi kaynakların ve manevi
yardımın ise nesiller arasında çift yönlü olduğu, dayanışma ağlarının karakteristiğinin, aile
üyelerine bireysel karar alma ve yeterlilik konusunda az bir alan tanıdığı öne sürülmektedir
(2000: 540-541).
66
67
4. ALAN ARAŞTIRMASI
4.1. Araştırma Alanının Seçimi
Kente göç eden kitlelerin kente uyumu, bütünleşmesi ve kentsel problemlerin
ortaya konulması kent sosyolojisinin en önemli çalışma alanlarından olmuştur. Bugün ise
kente göç edenlerin ikinci ve üçüncü nesilleri kentte doğmuş, göç edilen kırsal mekanla
ilişkiler önemli ölçüde değişime uğramıştır. Kentsel bölgelerin yapısında olan değişimlerin
(apartmanlaşma, kentsel dönüşümler, kentlerin yayılması) yanı sıra Türkiye’de eğitim
kurumlarının yaygınlaşması ve eğitim gören bireylerin sayısının artması, iletişim
teknolojilerinin gelişmesi, farklı sektörlerin gelişerek iş imkanlarında çeşitlenmelerin
artmasıyla aile yapısında önemli değişimler meydana gelmektedir. Bu süreçte ailelerin
formal ya da enformal ne tür stratejiler geliştirdiklerini incelemek amacıyla alan
araştırması planlanmıştır. Hem gecekonduların varlıklarını sürdürdüğü hem de
apartmanlaşmanın yaşandığı, formal ve enformal konut sektörünün birarada bulunduğu bir
ilçe olan Mamak araştırma alanı olarak belirlenmiştir. Ankara’nın Mamak ilçesi en eski
gecekondu alanlarından biridir. 1930’lardan itibaren çevre köylerden ve kentlerden göç
almıştır. Hala Ankara’nın en fazla göç alan bölgelerinden biridir. Mamak kuruluşunun
başlangıcında Kızılay, Ulus, Cebeci gibi Ankara’nın kent merkezinde yer alan bölgelerin
çevresinde kurulmuş, daha sonra genişleyerek, altmış beş mahallesiyle Ankara’nın en
büyük ilçelerinden biri haline gelmiştir. kent toplumlarının, zenginliği ya da yoksulluğu,
akrabalıkları, hemşeriliklerı, etnik kökenleri, ortak değer ve tutumları, ikamet tercihleri
kent içi sosyo-mekânsal farklılıkların oluşumunda öneml d nam klerd r. Kuşkusuz bu
farklılıkların oluşumu ve zamanla değ ş m nde pek çok etmen rol sah b
se de kent
merkez ne olan uzaklık çoğu zaman öneml b r husus olarak karşımıza çıkmaktadır. .ünkü
çeşitli işler, alışveriş merkezleri, okullar, sağlık tesisleri, yeşil alanlar, spor merkezleri,
eğlence merkezleri gibi çeşitli hizmet ve olanaklara erişim, sosyo-mekânsal farklılaşmanın
gizil dinamikleri arasında yer almaktadır. Çalışma kent merkezine yakın mahallelerden
başlanarak çevreye doğru genişletilmiştir. Bu şekilde ilçenin kendi içerisinde nasıl
farklılaştığı da gözlenebilmiştir. Hem gecekonduda halen oturan, hem de gecekondudan
apartmanlara taşınan ailelerle görüşme imkanı bulunmuştur. Bu sayede gecekondularda
oturan ailelerin sosyal ve mekansal ilişkileri ile apartmanlara taşınan ailelerin
karşılaştırılması amaçlanmıştır. Görüşme yapılacak aileler, mahalleler muhtarlarla
görüşülerek belirlenmiştir. Aileler muhtarlarlık vasıtasıyla belirlendikten sonra diğer aile
üyeleriyle mülakat yapılabilmesi için kartopu yöntemi kullanılmıştır. Toplamda 12 aileden
68
55 kişiyle derinlemesine mülakat yapılmıştır. Mülakat süreleri 40 dakikadan 6 saate kadar
değişmektedir. Bazı ailelerde, aile bireyleriyle tek tek değil toplu görüşmeler yapılmıştır.
Saha araştırmasının yapıdığı mahalleler Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafaktepe,
Kutludüğün, Kayaş, Mehtap, Üreğil mahalleleridir. Saha araştırması 2013 yılı TemmuzEkim ayları arasında gerçekleştirilmiştir. Saha verileri araştırmanın amacıyla ilişkili olarak
temel olarak sosyal, kültürel, ekonomik ilişkiler başlıkları altında incelenmiştir.
Apartmanlaşmanın ve formal konutlaşmanın neredeyse tamamlandığı mahalleler
Abidinpaşa,
Akdere,
Saime
Kadın,
Şafak
Tepe
ve
Mehtap
mahallelerinden,
apartmanlaşmaya başlayan fakat hala önemli bir bölümü gecekondu özelliklerini koruyan
Kayaş, Üreğil mahalleleri ve Mamak belediyesi sınırlarına dahil edilmiş Kutludüğün
mahallesinde ailelerle mülakatlar yapılmıştır.
Mülakatlar ailelerin sosyal, ekonomik,
kültürel sermayelerinin nasıl aktarıldığı, dönüştüğünü ve korunduğunu anlayabilmek için
yarı yapılandırılmış bir soru kağıdı geliştirilerek yapılmıştır. Sorular, gündelik hayat
pratiklerinden, tasarruf biçimlerine, eğitim, meslek, yaşanılan yer ve aile tercihleri, değer
ve geleneklerin, ayrıca zevklerin ve eğilimlerin belirlenmesi amacıyla sorulan tüketim
biçimlerini incelemek amacıyla oluşturulmuştur. Nesiller arasında ve nesil içinde
değiştirilen işler, daha önce oturulan yerler araştırma için oldukça önemli görülmektedir.
Bunlara ilave olarak nesillerarasında çocukların cinsiyetlerine göre eğitim açısından bir
farklılık yaşanmış mıdır? yaşanmakta mıdır? ya da hanenin hangi çocuğunun eğitimine
daha fazla destek verilmektedir, sosyal
ağlar iş bulma, konut, yerleşilen çevre gibi
konularda önemini korumakta mıdır? gibi sorularla yaşam stratejileri ve yörüngeleri
incelenmeye çalışılmıştır. Görüşmeler mümkün olduğunca kesilmemeye çalışılarak
bireylerin kendilerini mümkün olduğunca kendi açılarından ifade etmeleri sağlanmaya
çalışılmıştır. Mamak İlçesi bütünü hakkında genel olarak meslek ve gelir verilerine
ulaşılmış fakat daha ayrıntılı çalışma bulunamamıştır. Bu durum çalışmasının verilerinin,
kategorileştirme açısından çok önemli hale gelmesine yol açmıştır.
Görüşme yapılan ailelerde, göçle gecekondulara yerleşen ilk neslin hemen hepsinin
tarımla uğraşan küçük toprak sahibi/ yarıcılardan oluşması, kente geldiklerinde ise düşük
vasıflı fabrika veya kamu işçisi/ özel sektörde düşük vasıflı işlerde çalışan olmaları
araştırmanın verilerinin göçmen işçi ailesi temelinde incelenmesini sağlamıştır. Bu veri
araştırmanın sınırlanması açısından oldukça önemlidir. İlk neslin kırsal alanlardan ve başka
küçük kentlerden gecekondu yaparak yerleşen ve düşük vasıflı çalışanlardan oluşması
araştırmanın işçi ailesi üzerine odaklanmasını sağlamıştır. Bir diğer husus geniş ailenin
69
bütün üyelerinin Mamak’ta yaşamıyor olmasıdır. Fakat Ankara’nın başka bölgelerinde ve
başka illerde yaşayan aile bireylerinin hayat izlekleri araştırmaya mekansal ve sosyal
hareketliliklerinin izlenmesine olanak sağlaması bakımından önemli bulunmuş ve bu
üyelerin bilgileri görüşülen aile üyelerinden edinilmiştir. Araştırmada elde edilen
bulguların genellenemeyeceği öngörülmekle birlikte Türkiye’de pek çok ilde benzer
kalıplarla gerçekleşen göç, gecekondulaşma, apartmanlaşma, eğitim ve meslek yapısındaki
değişimlerin nesil içi ve nesiller arasındaki hayat stratejileri ve deneyimlerini
örtüştürebileceği düşünülmektedir. Araştırmanın tasarlanması sürecinde karşılaşılan en
önemli sorunlardan biri de araştırmanın birçok alanla bağlantılı olmasıdır. Kentleşme, göç,
meslek, politika ve tabakalaşma alanlarının yapısında yaşanan dönüşümler, sosyal
hareketlilik alanının kendisinin sınırlandırılmasını çok zorlaştırmaktadır. Hem yapısal hem
de öznel birçok dinamiğin düşünülmesi ve hesaba katılması gerekmektedir. Fakat bu
konuların her biri kendi içerisinde çok geniş bir içerik sunmaktadır.
Şenyapılı, 1940-50 yılları arasında Ankara’da üç ana eksende gecekonduların
yerleştiğini belirtir. Birinci ekseni Kalenin kuzeyindeki, Altındağ ve çevresi, ikincisini Asri
mezarlığın doğusundan demiryolu ile Mamak Caddesi arasında gelişen Gülveren ve
çevresi, üçüncüsünü Cebeci ve Yenişehir arasında Seyran Bağları-Balkehriz mahalleleri
olarak tasnifler (1996: 3). 1950 yıllarında merkez çevresinde yerleşimler yoğunlaşır ve
Çinçin bağları gibi yeni mahalleler ortaya çıkarken, sonradan doyan merkeze en yakın ve
yoğun konut bölgesi Cebeci’nin çevresi ve tren yolu boyu yerleşmeye açılır. Bu eksende
Mamak, İncesu, Kayaş, Köstence, Topraklık, Saime Kadın, Şehit Cengiz Topel, Abidin
Paşa, Şafaktepe, Kartal Tepe, Telsizler ve Akdere mahalleleri ortaya çıkar (Şenyapılı,
1996: 4).
1950-60 yılları arasında Şenyapılı, Ankara kenti gecekondu mahalleleri arasında
yatay bir hareketlilik başladığını bunun sonucu olarak gecekondu mahalleleri arasında
yoğunluk, konut niteliği, sahipliği ve yaşayan nüfusun niceliksel ve niteliksel özellikleri
açısından farklılaşmaların başladığını belirtir.
1953-1960 arasında ilk açılan ve hızlı
yapılaşan düzensiz bölgelerde kiracılık oranları artarken yapım süreci ve yapı malzemeleri
üzerinde tekelleşme başlamış ve bazı kişiler toprak çevirme olanağını, konut yapıp satmak
ve parselleyip satmak gibi yollarla kar kaynağına dönüştürmüşlerdir (1996: 6).
1955-60 yılları arasında gecekondu nüfusunun artan ekonomik ve politik rolünün
kavranmaya başlanmasıyla gecekondu yapım sürecinin arazinin işgalinden yapı
70
malzemeleri ve emeğin sağlanmasına dek enformal şekilde örgütlenilmesine engel
olunmamıştır (Şenyapılı, 1996: 14). 1960 ve 70’lerde gecekondu nüfusunun ekonomik ve
siyasal boyutlar içinde sağlamlaşan yeri, gelirlerin artması, çocuk ve kadınların da çalışma
hayatına geçmesi ile aileler çok gelirli bir hal almıştır. Bu gelişmeler sonucunda
gecekondular genişletilmiş, bölünmüştür. 1970-80 arasında ise gecekondu aileleri küçük
çaplı toprak spekülasyonuna geçtikleri dönem olarak adlandırılır (Şenyapılı, 1996: 14).
Hızlı enflasyon sonucu arazi fiyatları çok yükselmiş, ulaşım artmış, yolları ve altyapısı
tamamlanan gecekondu bölgelerinin önemi artmış ve özellikle yüksek gelir gruplarının
yerleştiği eksendeki gecekondu mahallelerini müteahhitlerin ele almasına neden olmuş,
gecekondu sahiplerinin konut ve arsasını paraya ya da apartmana dönüştürebilmesi
mümkün olmuştur (Şenyapılı, 1996: 14). 1980 sonrasında gecekondu alanlarını kentsel
arasa pazarına katılabilmesi için bir dizi yasal karar getirilerek büyük projelerin yapılması
amaçlanmış ve gecekondu yapımı yavaşlamıştır. Bu yıllarda 1970’lerde başlayan kent içi
merkez ve ana yollar çevresindeki gecekondu mahallelerine büyük inşaat firmalarının
girerek apartmanlaştırılması, alanların genelinin tükenmesi sonucu yavaşlamıştır. Yüksek
gelir grupları, orta gelir grupları ve düşük gelir grupları kentlerin çeperlerine doğru
yayılma stratejileri oluşturmaktadır. Kentlerin çeperinde üzerinde tarım yapılan ya da kent
planında kamu kullanımı için ayrılan araziyi satın alan yapsatçılar araziyi noterler aracılığı
ile spekülatörlere kente yeni gelenlere ya da kiracılara satıtılıyordu fakat inşaat yasal
olmadığı için tapuları yoktu (Şenyapılı, 1996: 16). Üçüncü bir yol ise gecekondu sahibinin
küçük bir yapsatçıyla anlaşarak arazisini daire karşılığı devretmesidir. Şenyapılı 1995
yılında Mamak İlçesinde 24 mahallede 120 apartmanda yapılan çalışmanın verilerinde 23 komşunun parsellerini birleştirerek bir müteahhide verildiğini ve genellikle müteahhid
yararına 40/60 paylaşım oranın eğer mevki iyiyse 50/50 bölüşüldüğünü belirtir. Genelde
gecekondu sahibinin birinde kendisi diğerinde ise evli çocuklarının oturduğu iki en fazla üç
daireye sahip olduğu bulunmuştur. Ancak ana cadde, merkezler gibi çok elverişli
noktalarda gecekondu sahipleri rant elde edebilmektedir (Şenyapılı, 1996: 18). Apartmana
dönüşen eski gecekondular çevre sağlık koşullarına uygun olmayan yoğun ve artan
yoğunlukta altyapısı yetersiz kalan bir doku oluşturmaktadır. Apartmanlaşmanın
yaşanmadığı eski gecekondu alanları ise yeni gelen kiracılara açılmakta ve geçiş alanlarına
dönüşmektedir (Şenyapılı, 1996: 21).
71
Harita 1.1. Ankara statü gelir haritası
Kaynak: Güvenç, M. (1998). Ankara’da Statü/Köken Temelinde Mekansal Farklılaşma: 1990
Sayım Örneklemleri Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler
Güvenç, Ankara’da 1990 sayımı mahalle kodlarını içeren
örneklemler
üzerinden
statü-gelir/
köken-gelir
farklılaşmalarını
incelediği çalışmasında, Mamak İlçesinin çalışmada ele alınan
mahallelerini mülksüz ücretli + ücretliler + mülksüzler başlayarak,
sahip sakin ücretli ve sahip sakin ve mülksüz kendi hesabına çalışanların yoğunluklu
olduğu bölgeler olarak tanımlamıştır. Güvenç’in çalışmasına göre Abidinpaşa, Akdere,
Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap mahallelerinde uzmanlaşma alanları sanayi -gıda,
agaç, ambalaj, mobilya, taş-toprak, demir-çelik, ana metal, makina, elektirikli makina,
cihaz ve aletler, elektrik, gaz, su dağıtımı, konut dışı inşaat, yakacak madde
perakendeciliği, toplu taşımacılık, şehir içi ve şehir dışı taksi, gezi otobüsleri, okul
servisleri, haberleşme (PTT), kişisel hizmetler ve diğer tamir hizmetleri yoğunlaşmıştır
(Güvenç, 1998: 28).
72
Harita 1.2. Ankara kentinde mahallelerin sosyo mekansal niteliklerine göre kümelenmesi
Kaynak: Yüceşahin, M. M., Tuysuz, S. (2011). Ankara Kentinde Sosyo-Mekansal Farklılaşmanın Örüntüleri:Ampirik Bir
Analiz
Yüceşahin ve Tuysuz’un daha yakın tarihli Ankara Kentinde Sosyo-mekânsal
Farklılaşmanın Örüntüler : Amp r k B r Anal z başlıklı çalışmalarında (2011) Mamak
bölgesi’nin 4. 5. ve 6. bölgelerin birarada bulunduğunu göstermektedir.
“4. Kümede hizmet işler nde st hdam ed len nüfus oranına a t maks mum ortalama
le karşılaşılan bu küme 5 ve 6 nolu kümeler arasında geç ş bölges olarak n teleneb l r.
Ancak kümede, 20-24 yaş arası nüfus, İç Anadolu Bölges ller nde doğmuş nüfus, dört ve
beş kişilik hanelerde yaşayan hanehalkları, kamet ett ğ ev n k racısı durumunda olan
nüfus, malat sanay nde çalışan nüfus ve ısıtma s stem olarak soba kullanan b na sayısı
oranları bakımından yüksek ortalamalara rastlanmaktadır. Buna karşın kümede, 60 yaş ve
üzer nüfus ortalamasının oldukça düşük olduğu bel rlenmekted r. 5 nolu küme: 2 nolu
küme le 4 nolu küme arasında b r geç ş zonu olarak n telend r leb lecek bu kümede, 3’er
değişkene ait maksimum ve minimum ortalamalar dikkat çekmektedir. Bu değişkenlerden
maks mum değerlere sah p olanlar, dört k ş l k hanelerde yaşayan hanehalkları, kamet
73
ett ğ ev n sah b durumunda olan nüfus ve dört odalı konutta yaşayan hanehalkları
oranlarına ait ortalamalardır.
Minimum değerlere sah p olanlar se k ve üç odalı
konutlarda yaşayan hanehalkları le 1959 önces nde yapımı tamamlanmış b na sayısı
oranlarına a t ortalamalardır. Ancak bu kümede Güneydoğu Anadolu Bölges
ller nde
doğmuş nüfus, üç kişilik hanelerde yaşayan hanehalkları, beş odalı konutta yaşayan
hanehalkları, dar personel ve t caret ve satış personel olarak st hdam ed len nüfus le y
tanımlanmamış faal yetlerde
st hdam ed len nüfus oranları g b
parametrelere a t
ortalamalar n sp b r yüksekl ğe sah pt r. Buna karşılık kümede kadın nüfus daha fazla,
h zmet şler nde st hdam ed len nüfus oranı ortalaması d ğer kümelere göre y ne n sp
olarak daha düşüktür. 6 nolu küme: Bu küme, tüm değ şkenler çer s nde 3 parametreye
ilişkin maksimum ve 6 parametreye ilişkin olarak da minimum ortalamaların yer aldığı b r
sınıflamayı göstermekted r. Buna göre küme, İç Anadolu Bölges
ller nde doğmuş
nüfusun, beş k ş l k hanelerde yaşayan hanehalklarının, ve malat sanay nde st hdam
ed len nüfus oranları ortalamalarının kent ç nde en fazla olduğu bölgeye şaret etmekted r.
Ancak kümede, 60 yaş ve üzer nüfus, Güneydoğu Anadolu Bölges
ller nde doğmuş
nüfus, tek ve k k ş l k hanelerde yaşayan hanehalkları, t caret ve satış personel ve h zmet
şler nde st hdam ed len nüfus oranlarına a t ortalamalar m n mum düzeyded r. D ğer
yandan, pek çok değ şken n sah p olduğu küme ortalamaları bakımından, 6 nolu kümen n
n speten 3 nolu kümeye benzed ğ bel rlenmekted r. 6 nolu kümede çocuk-kadın oranı ile
okuma-yazma bilmeyen ve ilkokul mezunu nüfus, altı ve yed k ş l k hanelerde yaşayan
hanehalkları, kamet ett ğ ev n sah b ya da k racısı durumunda olan hanehalkları, k ve üç
odalı konutta yaşayan hanehalkları ve ısıtma sistemi olarak soba kullanan bina sayısı
oranlarında nispeten yüksek ortalamalarla karşılaşılmaktadır. Buna karşın kümede, l se ve
yüksek.ğret m mezunu nüfus, üç k ş l k hanelerde yaşayan hanehalkları, dört ve beş odalı
konutlarda yaşayan hanehalkları, ilmi ve teknik elemanlar, serbest meslek sahipleri vb. ile
müteşebb sler, d rektörler, üst kademe yönet c ler olarak st hdam ed len nüfus, dar
personel olarak st hdam ed len nüfus ve 1959 yılı önces nde yapımı tamamlanmış b na
sayısı oranlarına a t küme ortalamalarının n speten düşük olduğu gözlemlenmektedir”
(Yüceşahin ve Tuysuz: 174-175).
74
4.2. Veri Toplama Tekniği
Alan çalısmasının ilk kısmı 2006 yılının Mayıs ayından Ekim ayı sonuna kadar
sürmüstür. Alan arastırmasının ikinci asaması ise 2007 yılının Haziran ve Temmuz
aylarında gerçeklestirilmistir. Çalısmaya ailelerle tanısma ve örneklem grubunu tespit etme
ile baslanmıstır. Bunun için kartopu teknigi çerçevesinde birden fazla aracı kisi ya da aile
ile çalısılmıstır. Bu aracılar çogunlukla mahallede oturan ya da daha önce orada oturmus
olan, arastırmacının tanıdıkları vasıtasıyla ulasabildigi kisilerdir. Onlar aracılıgıyla
görüsmeyi kabul eden ailelere yapılan ilk ziyarete yine bu aracılar katılmıslardır.
Çalısmada derinlemesine görüsme ve gözlem tekniklerinden yararlanılmış ve yarı
yapılandırılmış görüşme formu uygulanmıştır. Bu görüsmelerde öncelikle görüsmecilere
bireysel hayat hikayeleri anlattırılmıstır. Bu hikayeler, kisisel geçmislerinin yanında, göç,
gecekondunun yapım süreci ve yasantısı, kentsel dönüsüm ve tapu alma süreci ve daireye
geçis sürecini olusturan genis bir dönemi kapsamaktadır. Bunların yanında, derinlemesine
görüsmelerde, görüsülen kisilerin çevre ile olan (aile, komsuluk, akrabalık) iliskileriyle
ilgili sorular sorulmustur. Bu görüsmeler görüsülen kisinin ilgi durumuna, zamanına ve
görüsmenin derinligine göre bazen 40-50 dakika, bazen de yarım gün sürmüstür.
Derinlemesine görüsmelerde bazı durumlarda soru sormak bırakılmıs ve karsılıklı sohbet
ederek görüsme tamamlanmıstır. Çogunlukla uzun süren görüsmeler bu tür görüsmeler
arasında yer almıstır. Evin hanımıyla genellikle birden fazla, hane reisleriyle ise sadece bir
kez birkaç saat süren derinlemesine görüsme yapılmıs; evin diger fertleriyle de sohbet
ortamı
yaratılmaya
çalısılarak
yapılandırılmamıs
görüsmeler
ve
gözlemler
gerçeklestirilmistir.Görüşmeler ses kayıt cihazı ile kayıt altına alınmıştır. Alan
çalısmasının yapıldıgı mekanlar zaman zaman fotograflanmıs, alan arastırmasının
sonlarına dogru izinleri dahilinde bazı görüsmecilerin de fotografı çekilmistir.
4.3. Araştırmanın Sınırlılıkları
Alan arastırmasında karsılasılan en önemli sorun, görüsme yapılacak kisilerin tespit
edilmesi ve arastırmacının bu gruplar tarafından kabul edilme süreci idi. Görüsme yapılan
ailelerin aracılıgıyla tanısılan yeni ailelerin birçogu, aracı olmasına ragmen görüsmede
tereddüt edilmiştir. Aslında alan arastırmalarında karsılasılan benzer sorunlar gibi
arastırmacı mahalleli içinbir ‘yabancı’ idi. Bir yabancının geniş ailenin hayat hikayelerinin
yanı sıra ayrıntılı demografik özelliklerinin kayıt altına alınmak istenmesi sorun
yaratmıştır. Bu yüzden bazı görüşmeciler görüşmeyi kısa kesmek istediği ya da doğru
olduğuna emin olunamayan cevaplar verdikleri düşünülmektedir. Görüşülen kişilerden
75
bazıları fotograf çektirmeye, bazıları ise ses kayıt cihazıyla seslarinin kayıt edilmesini
istememişlerdir. Arastırmadaki diger bir sorun, görüsülen ailelerde erkek hane reislerinin
çoğunun emekli olması ve dolayısıyla evde daha çok zaman geçiriyor olmalarıdır. Bu
durum hane reisleriyle görüsmede kolaylık olarak karsımıza çıkmaktadır. Ancak evin
hanımı ile görüsmelerde hane reislerinin varlıgı bazen görüşmeyi olumsuz etkilemiştir.
76
77
5. ARAŞTIRMANIN BULGULARI
Araştırmanın bulgularının ortaya konulacağı bu bölümde öncelikle göç eden ailelerin
demografik özellikleri ortaya konulacak daha sonra kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda
nesil içi ve nesiller arası dayanışma ve çatışma alanları ele alınarak, ailelerin sosyal
hareketlilikleri incelenecektir.
5.1. Kente Uyum ve Sosyal Ağların Dönüşümü
Kente uyum gecekonudu bölgelerinde yapılan çalışmaların en çok üzerinde durduğu
konulardan
biridir.
Kentsel
uyum,
kente
özgü
olduğu
düşünülen
pratiklerin
benimsenmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Saha araştırmasında, Şenyapılı’nın (1996)
kente gelen göçmenlerin, kırla arasındaki ilişkinin bir süre açık kaldığı, kırla aktarım
ilişkisinin kentte güvence elde edilinceye kadar sürdüğü savı bugün, göç eden aileler için
büyük oranda tamamlanmış görünmektedir. İkinci ve üçüncü nesillerin kentte tutunması,
kentsel faaliyetlerin ve pratiklerin daha baskın hale gelmesi ile birlikte kırla ilişki büyük
oranda azalmıştır. Kıra ait olduğu öne sürülebilecek pratiklerin kendi yaşam tarzlarına hiç
uymadığı birçok görüşmeci tarafından ifade edilmektedir. İlk nesil ile ikinci ve üçüncü
nesiller arasında, göç edilen yerle ilgili düşüncelerde önemli farklılıklar görülmektedir. İlk
göçen nesil halen kırsal yaşam tarzını özlemekte, kentsel mekan ve ilişki tarzlarını daha az
benimsemektedir.
1993 yılında Aile Bakanlığının yürüttüğü Gecekondularda Aileler Arası Geleneksel
Dayanışmanın Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü çalışmasındaki bulgulara benzer
bulgulara çalışmada da ulaşılmıştır. Göç eden nüfus kendini kentli olarak görmekte, kentle
bütünleşmeye çalışmakta ve kıra dönmeyi istememektedir (1993: 376). Göç eden ilk neslin
uyum sağlama ve bütünleşme sorunlarının büyük bir kısmının ikinci ve üçüncü nesillerde
yaşanmadığının altı çizilmektedir.. Yine bu çalışmanın bulgularına paralel olarak,
görüşülen ailelerde, birinci kuşağın kırla bağlantısının ilk göç edilen zamanlarda çok yoğun
olduğu fakat ikinci ve üçüncü kuşakların bugün kırla ilişkisinin farklılaştığı görülmektedir.
Daha çok bu ilişki evlilik, ölüm gibi törenler sebebiyle devam etmektedir. İlişki
biçimlerinin değişmesinin bir sebebi de kırsal alanda kalan çevrenin azalması, akraba ve
yakınların kentlere göç etmesidir. Aynı zamanda kente özgü sosyal ilişki tarzlarının,
ailelerin sosyal sermayelerini arttırmakta daha fazla öneme sahip olmaya başlaması,
akrabalarla sosyal ilişkilerde de değişimlere neden olmaktadır. İkinci ve üçüncü nesillerde
kırsal yaşama ait hayat tarzları deneyimlenmemiş, akraba ve yakınların yanına gitmek ya
78
da onların ziyaretleri gibi dolaylı yollarla kırla ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Bu durum kente
ait pratiklerinde daha kolay benimsenmeye başlamasına yol açmıştır. İlk göç eden nesilden
Hatice Hanım ile ikinci nesilden Ümran ve Ayşe Hanımın söylemleri arasında büyük
farklılıklar gözlenmektedir.
Hatice, 60, evhanımı;
“Şimdiki çocuklar tarımla uğraşamaz, nerde… Biz çok cahil büyümüşüz. İyi ki
geldim demiyorum buraya geldim başıma çocuklar çöktü hastalık çöktü köyde akşama
kadar çalışıyordum sabaha kadar uyuyordum. Dert yoktu tasa yoktu. Şehre taşınmaktan
memnun değilim. Köyde akşama kadar çalışır, sabaha kadar rahat uyku uyurdum. Şehre
geldim bu uykular kalmadı.”
Ümran, 32, temizlik görevlisi;
“Ben Ankarada doğdum büyüdüm. Dört ay köyde kaldık dört ay gibi demeyimde
sanki bir ömür gibi geldi. Her gün ağladım. Ev farklı, yiyecekler farklı, herkes aynı
tabaktan yemek yiyor çok farklıydı. Ama şimdi köylerde de kalmadı herşeyi satın alıyorlar.
Süt, tavuk bile yok satın alıp yiyorlar, yumurtayı satın alıp yiyorlar. İnsanlar
tembelleşmişler. Basitleşmişler. Sonra kente geliyorlar. Asgari ücretle nasıl geçinilirse,
yavan ekmeği yiyip oturuyorlar. Ordaki kızları bile şehirli değince, işi gücü olmayan biri
bile olsa veriyorlar.”
Ayşe Hanım, 31, ev hanımı;
“Ne işim var köyde inek minek. Ben burada bile, bazıları kent dışında oturmaya
gidiyor ya onu bile sevmiyorum. Her şey elimin altında olacak.”
Göç edilen yerlerle olan sosyal ve ekonomik ilişkilerin azalmasının önemli
nedenlerinden biri de ilk nesil göçmenler için ailelerin ekonomik sermayelerini geliştiren
maddi yardımların öneminin azalmasıdır. Kırsal alanda kalan aile bireyleri ile kente göç
eden aileler arasında kentte tutunmaya çalışan ailelere destek olmak amacıyla özellikle
yiyecek maddelelerinin gönderilmesi gibi aile içi aktarımlar oldukça azalmıştır. Bir
anlamda kırsal alanda kalan aile ve akrabalarla, kente göç eden ailelerin arasındaki stratejik
simbiyotik ilişki büyük oranda azalmıştır. Göç edilen yer, ikinci ve üçüncü nesiller için
artık çoğunlukla ebeveynler ve aile büyükleri istediği ya da tatil yapmak, “kentten biraz
uzaklaşmak” için gidilen bir yer olarak algılanmaya başlamıştır. Kırdaki geleneksel
79
davranışların kentte hemşerilik ve akrabalık ağlarını sürdürmek üzerine devam ettirilmesi
zorunluluğunun giderek daha az hissedilmesine yol açmaktadır. Kentte iş bulma, evlilik
gibi akrabalık ve hemşehrilik ağlarının en çok etkili olduğu alanların kısmen kentsel ilişki
biçimleri tarafından dönüşüme uğramaya başlaması kentsel tutum ve normların
benimsenmeye başlamasına yol açmaktadır. “Gecekondularda Aileler Arası Geleneksel
Dayanışmanın Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü” araştırması bulguları arasında yer
alan, kentte edinilen yeni ilişkilerin çok önemli bir boyutunun ekonomik olduğu, göç eden
ailelerin kentle bütünleşmesinin çoğunlukla maddi kültür yoluyla gerçekleştiği, sosyal ve
davranışsal bütünleşmenin ise maddi kültüre göre daha yavaş gerçekleştiği, özellikle
kadınlara ilişkin davranış normları ve geleneklerdeki değişmenin ailenin bütününe göre
daha yavaş olduğu (1993: 377) çalışmada da gözlemlenen bulgular olmuştur. Ancak
burada halen akrabalık kümelenmesinin yoğun olduğu gecekondularda oturan aileler ile
gecekondularından apartmanlara taşınan aileler arasında farklılaşmalar görülmektedir.
Gecekonduda oturan ailelerde akrabalık ve hemşehrilik ilişkilerinin sıklığı apartmanlarda
oturan ailelere göre daha yoğundur. Bu çevre apartmanlarda oturan çevreye göre etnik
yapı, dini gruplar ve sosyo-ekonomik imkanlar bakımından daha homojendir. Bu durum
sosyal kontrol ve aile içi hiyerarşik yapının tekrar üretilmesini kolaylaştırmaktadır.
Apartmanlarda oturan ailelerde ise akrabalık ilişkileri yoğun olsa da özellikle çekirdek
ailelerin belli derecelerde özerkliklerinin nesiller arasında ve nesil içi sosyal ve kültürel
pratiklerin farklılaşmasında rol oynadıkları ifade edilebilir. Ayrıca mekansal hareketliliğin
daha yoğun olarak yaşandığı apartmanlaşmanın yoğun olduğu mahallelerde, farklı sosyal
ve ekonomik arka plana sahip birey ailelerin aynı mekanı paylaşması heterojenliği
arttırmaktadır.
Kadınların aile içi dayanışma ve birincil ilişkilerin yeniden üretilmesindeki rolü her
iki kesim içinde benzer özellikler göstermekle beraber kadınların davranış normları ve
geleneklerindeki değişme en fazla üçüncü nesil kadınlarda görülmektedir.
Ebru, 23, universite mezunu, işsiz;
“Ben her yerde rahat olabilecek biriyim. Mahallede bile çok açık giyinebiliyorum.
Topuklu ayakkabı hastasıyım. Eve çok geç geleceksem giymiyorum ya da yanıma pantolon
alıyorum ve eve gelirken değiştiriyorum. Kapalı insanların yanına girince artık rahatsız
olmuyorum. İnsanlar şunu demeye başladı. Keşke günah olmasa da ben de yapabilsem.
80
Kayınvalidem düğünden önce pantolon takımı denedi. Şöyle diyordu ben pantalon giyenler
hakkında çok konuştum şimdi ben giyersem ne derler. ”
Emeklilik, sağlık güvenceleri, mülkiyet sahipliği, yeni nesillerin eğitim fırsatlarına
erişmesi, bankalardan, mahkeme, karakol gibi göçmenlerin erişebildikleri yeni sosyal
mekanizmalarla kentte güvenceye sahip olmaya başlayan ailelerde enformal ilişki ağları
halen önemli bir yere sahiptir. Ancak kentte yeni formal ve enformel ilişki ağlarının
kurulmaya başlanması, kente eklemlenmeyi kolaylaştırıcı mekanizmaları destekleyen
birincil ilişki biçimlerini ikincil ilişki biçimleriyle eklemlemektedir. İçiçe geçen bu ilişki
ağları ailelerin gereksinim duyulan yerde birine, gereksinim duyulan yerde diğerine
başvurduğu kaynaklar haline gelmektedir.
Hem gecekondularda hem de apartmanlarda yaşayan ailelerle yapılan görüşmeler
sonucunda formal meslek ağlarına katılımın hem ebeveynler hem de çocukları için giderek
daha önemli olmaya başladığı görülmektedir. Güvenceli, uzun sürekli ve statüsü yüksek
mesleklere ulaşmak için aileler ekonomik ve sosyal kaynaklarını ellerinden geldiğince
seferber edebilmektedir. Bu durumun bir nedeni artan oranda okullaşmanın yaşanması ve
eğitimin yukarı doğru sosyal hareketliliği destekleyecek bir sistem olduğuna inancın
artmasında aranabilir. Bu anlamda görüşülen ailelerin “umma düzeylerinin” oldukça
yüksek olduğu söylenebilir. Göçmenlerin referans topluluğu kişinin veya ailenin sosyo
ekonomik statü ve durumunu karşılaştırdığı ölçüt olarak tanımlanmaktadır. Birey, aile ya
da topluluk, referans topluluğun yaşam biçimine, tüketim normlarına, toplumsal prestijine
özenmektedir (Şenyapılı, 1996:33) Eskiden bir gecekondu edinmek ve minumum yaşam
koşullarına sahip olmak umuduyla kente gelen ailelerin bugün daha farklı beklentileri
olduğu görülmektedir. Türkiye’de uygulan alt sınıfların orta sınıflara katılarak, orta sınıf
yaratma ve boyutlarını geliştirme politikası sonucu görüşülen ailelerin maddi koşullarında
belirgin ve ölçülebilir ilerlemeler olduğu görülmektedir. Türkiye’nin ekonomik yapısındaki
gelişmelerin yanı sıra Türkiye’deki meslek yapısının değişimi, ailelerin ikinci ve üçüncü
nesillerde belirginleşen ekonomik sermaye kaynakları yaratmaktadır.
Olanakların gelişmesi için geliştirilen kampanya ve sunulan olanaklar ve empoze
edilen değer yargılarına açıklık özellikle kentle ilk gelen nesilden daha farklı sosyal
çevrelere girişleri kolaylaşan üçüncü nesilde farklı pratiklerin gelişmesine olanak
sağmaktadır. Mamak ilçesinin gelişen bir ilçe olması, yeni tüketim merkezlerinin açılması
81
yeni davranış pratiklerinin ve beğeni eğilimlerinin benimsenmesinde önemli etkileri
olmuştur.
İlçedeki tüketim merkezlerinin, AVM’ler gibi mağazaların ve büyük süper
marketlerin özellikle ilçenin merkeze yakın mevkilerinden başlayarak yayılması tüketim
mekanlarının eski gecekondu alanları ile ilişkisini değişmiştir. İkinci. ve üçüncü nesil
çekirdek ailelerin hemen hepsi aile olarak hafta sonları oturdukları muhite en yakın
AVM’ye gittiklerini belirtmişlerdir. Bu anlamda göçmenlerin özellikle ikinci. ve üçüncü
nesilleri, yaşam pratikleri bakımından orta sınıf referans topluluklarına yaklaşmaktadır.
Ekonomik kaynakların tassarrufu ve boş zaman değerlendirme biçimleri beğenilerin/
eğilimlerin değişimi nesiller arasında çok belirgindir. İlk nesil maddi tasarrufa çok önem
vermekte, kıt yaşam koşullarına bağlı yaşam pratikleri halen baskın bir rol oynamaktadır.
Ayşe, 55, sekreter;
“Hayatım boyunca hiç dışarıda yemek yemedim. Çocuklar da sadece özel günlerde
dışarıda yemek yiyorlar. Benden saklıyorlar laf söyleyeceğim diye… Ben diyorum ki
marketten et alın ben size en alasını yapayım. Fuzili yere alışverişe, fuzili yere bir şeyler
yapılmasına karşı çıkıyorum masraf hep. Ben burada karın tokluğuna çalışıyorum günlük
15 TL alıyorum anca günü kurtarıyor dışarıda yemek yemek neyimize ama şimdiki gençler
gezmeye gitmek istiyor. Bir çorap almak için dışarı çıkabiliyor bizim gelin.”
Adile, 60, ev hanımı;
“Hayatımda bir kere yemeğe gittim parasına hala acırım. Alışkın değiliz biz. 45 sene
önce iki lahmacuna iki buçuk lira verdik ben o parayla bir hafta geçinirdim.”
Mehmet, 26, tekniker;
“Babam bana dersi ki on lira paran varsa beşini harca beşini kenara at biz
anlamadık. Sabaha bayram var zannettik bulduk yedik bulduk aldık. Şimdi arkasından
itemiyoruz. 2500 liraya gittik yeni televizyon aldık eskisi de çalışıyordu bunu niye aldık.
Bunları komşuda birşey var neden bende yok komşum onu almış ben niye alamayım
mantığıyla yapıyoruz. Merak var çünkü. Mesela arkadaş tablet almış, şimdi ben de
istiyorum araştırıyorum şimdi.”
Nesiller arasındaki
tüketim
eğilimlerinin farklılaşmasının
yanı
sıra halen
gecekondularda oturanlar ile apartmanlara taşınan haneler arasında da farklılaşmalar
82
gözlenmiştir. Apartman dairesinde yaşayan ailelerin hane içi mekansal organizasyonu,
sofra düzeni, giyim ve teknolojik cihaz kullanımına kadar orta sınıf referans topluluklarına
gecekondularda yaşayan ailelerden daha çok yaklaştıkları görülmektedir.
Buna karşın gecekonduda ya da Mamak’ın çevresine doğru konumlanmış kırsal
alanlarda oturanların geleneksel mekan kullanımı, mobilyalar, sofra düzeni gibi
pratiklerinde daha yavaş bir dönüşüm göstermektedir.
83
Resim 1.1. Akdere Mahallesinde bir apartman dairesi
Resim 1.2. Kayaş Mahallesinde bir gecekondu
84
5.2. Mesleki Hareketlilik
Mesleki hareketlilik, kırsal alanlardan kentlere ve küçük kentlerden büyük kentlere
yaşanan göç ile çok çeşitli biçimler almıştır (Sönmez, 2007: 187). Fakat Sönmez’e göre
kitlesel olarak yaşanan göçler çok büyük oranda meslekler hareketliliğe neden olmuş
olsalarda çok küçük ölçekte yukarı doğru sosyal hareketlilik yaratabilmiştir (2007:187).
Ekonominin her sektöründe mesleki hareketlilik şansı bütün göç eden aileler için eşit
görünmemektedir. Yaş, cinsiyet, kişisel varlık, eğitim, teknik beceriler, ekonomik
kaynakların yanı sıra sosyal beceriler, hareketlilik destekleri ve dayanışmada mesleki
hareketliliği etkilemektedir. Özellikle kamuda bürokratik kurumlarda ve özel sektörün
eğitim ve vasıf gerektiren birçok kolunda bu özelliklere sahip olmamak göçmenleri inşaat
sektörü ya da düşük vasıf gerektiren hizmet sektörüne itmektedir. Örneğin ilk nesil
göçmenlerden kamu sınavını geçerek işçi statüsünde bir işe sahip olacak kadar eğitim ve
bilgiye sahip olanlar güvenceli bir iş ve emeklilik olanaklarına sahip olabilirlerken, okuma
yazma bilmeyen ya da farklı iş kollarına girebilmek için sosyal destek mekanizamalarına
sahip olmayan göçmenler marjinal işlerde çalışmak durumunda kalmışladır. İşçi olarak
kamu sektöründe çalışan göçmenlerin birçoğunun eğitim seviyesinin orta okul ya da daha
az oranda lise olduğu, marjinal işlerde çalışan ilk göçmenlerin ise ya okur yazarlığının
olmasığı ya da ilk okul mezunu oldukları görülmüştür. Bu durum iş piyasasına girişte
eğitim olanaklarına sahip olmanın önemini göstermektedir. Aynı zamanda ailelerin kente
göç ederken ki ekonomik varlıkları ailenin sosyal hareketliliğini belirleyici bir rol
oynamaktadır. Ekonomik olarak daha güvence sahibi olan ailelerin borçlanma, eğitim,
tüketim gibi alanlarda daha kolay hareket edebildikleri ve nesiller arasında yukarı doğru
sosyal hareketlilik yaşama şanslarının daha yüksek olduğu ifade edilebilir.
İkinci ve üçüncü nesillerde iş değiştirmenin sıklığı, işlere kolay giriş çıkış, geçicilik,
esneklik, emek yoğun çalışma, güvenlik ve süreklilik eksiklikleri gibi özelliklerle çalışan
bireyler halen oldukça fazladır. Türkiye’deki istihdam olanaklarının yapısına bağlı olarak
güvencesiz ve esnek olarak çalışmak, çok sık iş değiştirmek zorunda kalınması mesleki
hareketliliğin yukarı doğru gerçekleşme olasılığını azaltmaktadır.Görüşülen ailelerin
birçoğunda ilk ve ikinci nesiller yoğun olarak hizmet sektörü ve kamuda düşük vasıflı
işlerde çalışmaktadır. Meslek ve statü açısından ailelerin çoğu nesil içi ve nesiller arasında
yatay hareketliliği daha yoğun yaşamaktadır. Örneğin 40 yaşındaki Ali Bey, gece bekçiliği,
inşaat işçiliği, hastabakıcılık, röntgen çekim ve elektrik teknisyeni olarak çalışmıştır.
Benzer şekilde Sinan, 26 çok sık iş değiştirmek zorunda kalanlardandır.
85
“Asansörde çalıştım biraz meslek edinmek istedim. Çok işte çalıştım. Temizlik
şirketlerinde, Kızılayda dersanede, çöp toplayıcılığında, inşaatlarda 6 tane iş değiştirdim.
Sigortan yatarsa paranı vermiyorlar, paranı verirlerse sigortan yatmıyor. Ostim'de
çalışıyorum şimdi.”
Şenyapılı, ilk göçmenlerin genellikle kente giriş ve kişisel koşullarına en uygun olan
marjinal kesimde iş edindiğini, biraz para biriktirebildiğinde ya da sosyal ilişkilerini belirli
bir birikim ya da biçim düzeyine getirdiğinde, sosyal sermayesini geliştirebildiğinde,
ekonomik mekan içinde belli bir eğri çizmeye başladığını ifade eder (1993: 45). Göçmen
kendi başına ufak bir iş kurabilir, bu iş yürümezse bir süre sonra bir hizmet sektöründe
işçilik ya da kentte bir apartman dairesinde kapıcılık yapabilir. Bu durumda, marjinal
işlerden, küçük esnaf, ticaret gibi küçük imalat hizmet kesimine oradan fabrika işçiliği
arasında bir gidiş geliş yapabilir.. Ekonomik mekandaki bu tür bir yatay hareketliliği
Şenyapılı deneme yöntemi olarak tanımlamakta ve göçmenin umutsuzluğa düşmesini
engellediğini ifade etmektedir Bu açıdan ekonomik mekanda çizilen bu devinimler
eğrisini, sistemin emniyet kapağı olarak tanımlamaktadır (1993:46). Saha araştırmasında
benzer bulgulara ulaşılmıştır. Genellikle kente gelmeden önce kurulmuş olan sosyal ağlar
vasıtasıyla küçük işler yapılmakta, bu işler yürümediğinde farklı işlere girilebilmektedir.
Ayrıca işler geniş aile içerisinde bir nesilden diğerine aktarılabilmektedir. İş kurma ve işin
devamlılığı böylece garanti altına alınmaya çalışılmaktadır. Daha önceden bir işte çalışan
aile bireyi, o işten başka bir işe geçmeye karar verdiğinde ise yerine kendi ailesinden birini
önerebilmekte, kendi yerini almasını ayarlayabilmektedir. Bu tür bir ilişki genellikle küçük
yaşta girilmesi ve zaman içerisinde ustalaşılması gereken matbaacılık, tamirat ve boyacılık
gibi işlerde öne çıkmaktadır.
Hasan, 49, matbaa işçisi;
“Amcam matbaacıda çalışıyordu. Ben 13 yaşındayken gel sen dedi. Gittik. Orada işi
öğrendim. Askerden gelince işçi bulma kurumuna başvurdum. Tarih kurumuna başladım.
Benim yeğeni yerime koydum.”
Her ne kadar görüşülen ailelerde, hayat standartlarında ve yaşama biçimlerinde
nesiller arasında yukarı doğru sosyal hareketliliğin özellikleri görülse de, Türkiye’nin
sosyal, ekonomik ve politik yapısındaki değişimler ailelerin sermaye artırma stratejileri
açısından hayati önemdedir. Genel olarak görüşülen ailelerde mesleki açıdan yatay
hareketliliğin daha yaygın olduğu görülmektedir.
86
5.3. Mekansal Hareketlilik ve Farklılaşan Mekanlar
Görüşme yapılan ailelerin köyden kente göç ettikleri tarih genel olarak 1960’ların
sonları ile 1970’lere rastlamaktadır. Bu dönem,
Türk ye’de tarım
alanlarında
makineleşmenin yogun olarak yasandığı ve tarım sektöründe şgücü fazlasının ortaya
çıktığı bir zaman dilimidir. Aynı zamanda bu dönemde uygulanan sanayileşme
politikalarıyla kentlerde belli iş imkanları artmıştır. Mamak ilçesinde görüşme yapılan
ailelerin hemen hepsi İç Anadolu’nun Ankara’ya yakın illerinden köy ve kazalarından
gelmişlerdir. Bu anlamda hem kentle bir tanışıklığa hem de sosyal ağlara sahip oldukları
söylenebilir. Ailelerin ilk yerleştikleri mahalleler, genellikle akrabalarının olduğu yerlerdir.
Akraba ve hemşehrilerinin yanına gecekondu yapılarak yerleşilmiştir. Görüşülen ailelerin
birçoğunda kent içi hareketlilik yoğundur. İlk göç edilen kentsel alan ailenin sermayesi
arttığı takdirde genellikle değişmiştir. Gecekonduları apartmana dönüşen ailelerde,
genellikle daha fazla kent içi hareketlilik gözlenmiştir. Gecekondularının apartmana
dönüşmesiyle bir ya da daha fazla kata sahip olanlar, dairelerini kiraya vermekte, satmakta
ya da çocuklarını evlendirerek bu dairelere yerleştirmektedir. Aileler gelirleri arttığında
genellikle öncelikle Mamak ilçesi içerisindeki mahalleler arasında yer değiştirmektedir.
Daha sonradan geniş aileden ayrılan çekirdek aile ya da bireyler ise Keçiören, Demetevler
gibi başka semtlere taşınmaktadırlar. Gelir ve fırsatlar arttıkça, mekansal hareketliliğin
kent merkezlerine ve semtin daha gelişmiş yerlerine doğru yaşanmakta olduğu
görülmektedir. Halen gecekondularda oturan aileler (Kayaş), Mamak İlçesine yeni
bağlanan, merkeze uzak olan mahallelerde (Kutludüğün) ve kentsel dönüşümün,
apartmanlaşmanın daha başlamadığı mahallelerde mekansal hareketliliğin çok daha sınırlı
olduğu gözlenmiştir.
Mamak İlçesinin bazı mahallelerinin giderek değer kazanması bazı aileler için
önemli bir gelir kaynağı haline gelmiştir. Gecekonduları apartmana dönüşen aileler
ekonomik kaynaklarını değişik biçimlerde değerlendirmektedir. Ekonomik açıdan sıkıntıya
düşüldüğünde apartmanlardaki dairelerini kiraya veren aileler kendileri daha ucuz olan
semtlere taşınabilmekte ve artı bir gelir kaynağına sahip olmaktadırlar. Eğer aileler birden
fazla apartman dairesine sahip oldularsa, çocuklarını evlendirdiklerinde bu konutlara
yerleştirmektedirler.
Merkeze uzak olan gecekondularda oturan ve apartmanlara geçmek için yeterli
sermayeye sahip olamayan ailelerde evlenme, çocuk sahibi olma gibi sebeplerle konutun iç
87
yapısında dönüşümler yapıldığı ya da yapılmak istendiği görülmektedir. Bu durum
apartmanlarda oturan aileler için farklı bir biçimde yaşanmaktadır. Çoğunlukla yeni
evlendirilen aile bireyleri, bir süre anne babanın yanında kalmakta daha sonra “ayrı ev
açılarak”
çift yerleştirilmektedir. Ayrı ev genellikle, öncelikle küçük ve ailenin
yakınlarında tutulmakta daha sonra evli çiftin kendi sermayeleri ya da ebeveynlerinin
yardımlarıyla ev sahibi olmaya çalışılmaktadır.
Mehtap mahallesinde görüşülen Artır ailesinin ilk nesli Ankara Çukueren Köyü’nden
önce Kızılcahamam’a taşınmış ardından ikinci nesil Kızılcahamam’dan Mamak ilçesine
gelerek burada gecekondu sahibi olmuştur. İkinci nesil evlendiğinde önce Şafak Tepe
mahallesine ardından Mamak’ın farklı mahallelerine dağılmıştır. Abidinpaşa’da oturan
Baskın ailesi ise aslen Çorumludur. Aile Çorum’dan Ankara Keçiören’de bir gecekonduya,
çocuklarını evlendirdikten sonra Mamak İlçesinde Abidinpaşa mahallesinde gecekonduya
taşınmıştır. Taşındıkları gecekondular apartmana dönüşmüş ve aile buradaki daireyi kiraya
vererek, Abidinpaşa mahallesi içerisinde başka daha ucuz bir konuta taşınmıştır. Tatmaz ve
Ağaz aileleri ise üç nesildir Kutludüğün’de yaşamaktadır. Tarımcılıkla uğraşan aile
bireylerinin yanı sıra kentin farklı yerlerinde çalışan aile bireyleri, Kutludüğün’den işe
gidip gelmektedir. Ailelerin üçüncü nesil üyelerine neden başka bir yere taşınmadıkları
sorulduğunda, çalıştıkları iş yerlerine ya da kent merkezlerine daha yakın olan konut
kiralarının çok pahalı olduğu, bu konutlara aldıkları maaşların yetmediği yanıtı alınmıştır.
Sinan, 28, kaynak ustası,
“Geçim çok zorlaştı. Çalıştığım yerde verilen maaş olsun avans olsun yemek olsun
hemen hemen karşılanmıyor. Yolumuzu karşılıyorlar ama hergün değil benim 800 lira
maaşım var 200 lira yola gidiyor. Ama şimdi daha yakın yere taşınsan en azından 450 lira
kira vereceksin elektirik, su, apartman gideri 600 TL nasıl vericeksin.”
Benzer şekilde Kayaş Mahallesinde oturan Sönmez ailesi Yozgat’dan Ankara Kayaş
mahallesinde gelmiş, burada gecekondu sahibi olmuştur. Ailenin oğulu Ali Bey
evlendiğinde ilk kurulan gecekonduda yaşamaya devam etmiş. Kızları Esra’da
evlendiğinde aynı mahallede başka bir konuta yerleşmiştir.
Esra, 23, ev hanımı;
“Buradan taşınamadık çünkü babam çok farklı işlerde çalıştı ama bazı işleri battı.
Paramızı kaptırdık. Ben eğer taşınabilseydim, Batıkent ya da Keçiören’e taşınmak
88
isterdim. Çünkü gelişim olarak buradan daha iyi. Oturulacak yerler var. Parklar var.
Oradaki okullar da daha iyi kardeşlerimi düşününce. Batıkent’de olabilir. Mamak’da
Mamak caddesi orada oturabilirim orası da buradan biraz daha iyi.”
Aileler tarafından iyi bir yaşamın en önemli göstergesi bir ev sahibi olmak ve ekmek
getirmek olarak ifade edilmektedir. Bu durum nesiller arasında çoğunlukla farklılık
göstermemekte, yanlızca merkeze en yakın konumdaki Abidin Paşa ve Şafaktepe
mahallelerinde çocukların eğitiminin mülkiyetten daha önemli görüldüğü, ailenin çocukları
için miras olarak mülk bırakmaktansa çocukların eğitimine yatırım yapmasının gerekliliği
ifade edilmiştir. Çocukların kendi sermayelerni kendilerinin oluşturması gerekliliğine
yapılan vurgu geleneksel göçmen pratiklerinden farklılaşan bir düşünce yapısının
oluşmaya başladığını göstermektedir.
Güneş, 32, tekniker;
“Yatırım ya da birikim yapamıyoruz yapmam da zaten. Ama şimdi benim kızı
jimlastiğe gönderiyorum. Şimdi de yüzmeye de göndermek istiyorum. Yastık altı falan
yapmam. Hiç gerek duymuyorum. Annemlerin evinde oturuyoruz tek isteğim onlara kira
verebilirsem vereyim. Çocuğuma da daire, arsa falan bırakmak istemiyorum. Ben onu bir
yerlere getireyim kendi yapsın. Hiç kimseye yük olmayayım da. Şimdi annemlerin evi 500600 TL kira ama onlar da diyor ki biz kira almışız sen başka yerde sıkıntı çekiyorsun.”
Çocukların ekonomik tasarruflaarını kendilerinin oluşturması gerektiği yine de
baskın bir eğilim olarak görülmemektedir. Çoğunlukla bir ev sahibi olmak ve onu
çocuklarına bırakabilmek önemli bir başarı kriteri olarak görülmektedir.
İsmail, 36, işçi;
“ Ben çocuklara bir iki şey bırakayım diye çok çalışıyorum. Gündüz inşaatta çalışıp
geceleri bekçilik yaptığım bile oldu. Burada (Türkiye’de) malın varsa rahatsın bir evin
olsa en azından açıkta kalmazsın az çalışır bir iki lokmada yersin.”
Nejla, 56, temizlikçi;
“El işi yapmaya başladım bu arada fabrikalara, çeyiz evlerine dantel, lifler yapıp
biraz maddiyatımı düzelttim. İÇevredeki komşuların tavsiyesiyle binaları süpürmeye
başladım. Gündüz bu işi yaparım gece de el işi yaparım dedim. Günde sekiz binaya
baktığım oldu bu güçle kaynanama rest çektim. Aldığım parayla evi geçindirdim
89
kocamınkilerle de birkim yaptım ayda bir iki altın ve böyle 6 sene çalıştım ve bir 1+1 ev
aldım. Bu arada hedefi büyüttüm hastanede temizlik şirketine girdim.”
Mamak İlçesi son on yılda gittikçe gelişmekte olan, nüfusu Ankara’da en yüksek
olan ilçelerden biri haline gelmiştir. Eski gecekondu mahallelerinden birçoğu
apartmanlaşmış, Ankara’nın en büyük kentsel dönüşüm projelerinden biri de gecekondu
bölgelerinin dönüşümü hızlandırılmıştır. Bu bağlamda Mamak içerisindeki sosyal,
ekonomik ve kültürel dokuda ne tür farklılaşmalar meydana geldiği, mahalle ya da bölge
olarak ailelerin Mamak’taki değişimi nasıl deneyimledikleri sorulmuştur. Mamak’a en
erken tarihlerde göç eden ailelerden biri olduğunu ifade eden Osman, 72, petrol işlerinden
emekli;
“1980’lerde Mamak sağ-sol kavgalarının çok yoğun olduğu yerlerden biriydi.
Mesela benim kızlarımdan biri imam hatipte okuyordu. Başları kapalı diye burada
okuyamadı. Yakındaki okuldan eve gelemiyordu. Bunlar bitti çok şükür ama şimdi Mamak
kültür düzeyi olarak iyi olmasa da Tuzluçayır hariç yine iyi orada PKK’lılar, solcular var
ama bu taraflar (Abidinpaşa Mahallesi) daha düzgün.”
İsmail, 36, işçi;
“Bu Çin Çin Mahallesini toptan yıktılar, bir daha yaptılar TOKİ girdi oraya.
Oradaki insanlar buraya (Kayaş Mahallesi) geldi.Onlar bu taraflara dağılınca, burada
suç oranı arttı hırlı hırsız buraya doluştu. Sonra onların evi bitince geri toplandılar
temizlendi ortalık.”
Esra, 23, üniversite mezunu, işsiz;
“Mamak’ın ne kadar ilerisine gidersen o kadar seviye düşüyor. İnsanlar
gecekondularından apartmanlara çıktıklarında, gecekondularını alt tabakadan insanlara
kiraya verdiler. Cebeci’den buraya (Şafak Tepe) kadar iyi sonrasına geçme.” (Güneş, 32).
Adile, 60, ev hanımı;
“Ankara eski Ankara değil. Eskiden nereden ne geleceğini biliyordun. TOKİ’ler
geldi Hıdırtepe, Hızırtepe, Bentderesindeki insanları dağıttılar, tinerciler, uyuşturucu
satıcıları her yere dağıldı. Bazılarına yeni ev verdiler. Genelde de yeni yerleşim
yerlerinde. Mamak, Akdere’nin üstü falan.”
90
Hasan,52, PTT’den emekli işçi;
“Eskisi gibi (Gecekondu) kapımız açık yatmıyoruz tabiki ama bizim burada daha çok
mal sahipleri oturuyor. Birbirimizi tanırız biliriz. Kiracılarla problem oluyor.” (Ayşe,30).
Mahalleler ve bölgeler arasında ayrışma birkaç unsur etrafında yoğunlaştığı
görünmektedir. Mal sahibi olmak, oturulan konuta sahip olmak önemli bir ayrışma
nedenidir. Giderek nüfusu artan heterojenleşen mahallelerde yerli mal sahibi ve yabancı
kiracı gibi bir ayrım üzerinden mahallelerin sahiplenilmektedir. Bu durumun sebeplerinden
biri, kat
karşılığı
apartmanlara geçen
ailelerin, apartmanlarını
/
mahallelerini
sahiplenmeleri ve “dışarıdan gelen yabancıların” sosyal çevredeki uyum ve düzeni
bozacağına olan inançlarından kaynaklandığı görülmektedir. Gecekondu mahallelerinde
oluşan yakın akrabalık, hemşehrilik ve komşuluk ağlarının bozulması ile ailelerde büyük
bir güvensizlik hissiyatı olduğu görülmektedir.
5. 4. Aileler Arasında Dayanışma ve Çatışma Alanları
Kadınların sosyal hareketliliklerinin daha yaygın olarak evlilik yoluyla gerçekleştiği,
halen büyük oranda erkeğin toplumsal statüsünün kadının sosyal konumunu büyük ölçüde
belirlediği söylenebilir. Bu durum, çoğunlukla ilk nesil kadınlarda evlenerek Ankara’ya
göç etme yoluyla yaşanmıştır. Kırsal alanlarda tarlada çalışan kadınlar, evlendikten sonra
kentte göç etmekte ve genellikle ev içerisinde yaşamaktadır. Bu anlamda hanenin dışıyla
ilişkiler akrabalık, komşuluk üzerinden ya da kendi çocukları ve eşi üzerinden
kurulmaktadır. Hatice, 55, ev hanımı kente gelişini şöyle anlatmaktadır.
“Ben evlenirken evlilik nedir bilmiyodum ki ben Ankara gidiyorum diye
seviniyorum çocuk gezmeye giderken sevinir ya. Köyden kurtuluyorum diyordum. Önce
köyden ayrılıyorum diye sevindim sonra üzüldüm olgunlaştıkça. Bizim köyde eşek yoktu
ben ilk buraya geldiğimde eşek gördüm o zamanlar araba yaygın değil idi eşekler
çıkarırlardı malları.”
İkinci ve üçüncü nesiller içinde evlilik, halen en önemli sosyal hareketlilik
stratejilerindendir. Bu yüzden evlilik, statünün ve kaynakların arttırılması için aile
açısından en önemli araçlardan biridir. Geniş aile içerisinde kadının konumu bu noktada
önem kazanmaktadır. Kadının konumu aile içerisinde hem dayanışma hem de çatışma
91
alanlarından birini oluşturmaktadır. Akraba ve çevrenin evliliklerin ayarlanmasındaki
önemli rolünün büyük ölçüde devam ettiği görülmektedir. Yaşları 20 ile 40 arasında
görüşülen 30 kişiden sadece 6 tanesi hemşehri ya da akraba aracılığıyla evlenmemiştir.
Geri kalan az sayıda birey iş yerinde, okul ya da mahallede tanışarak evlenmiştir. Görücü
usulü bugün birçok ailede farklı biçimlerde tanımlamaktadır. “Biz uygun bulduk ama
çocuklar da istedi” cümlesi sıklıkla ifade edilmektedir.
Hatice,55, ev hanımı;
“Büyük oğlumda ortancada görücü usulü evlendi. Ben buldum gelini ama kendileri
istediler”
Görücü usulü evlilik biçimlerinin nesilden nesile zaman içerisinde değiştiği
gözlenmektedir. İlk nesilde yaygın olan, iki tarafın birbirini görmediği, sadece
ebeveynlerin evlenilecek kişiye karar verdiği görücü usulünden, iki tarafın fotoraflar ya da
aile toplantılarında görüştüğü görücu usulüne son yıllarda ise ailelerin izniyle yüzyüze ya
da telefonla iletişim kurulan görücü usulüne doğru bir değişim yaşanmakta olduğu
gözlenmiştir. Evlilik stratejilerindeki değişimlerin nedenlerinden biri de kız çocuklarının
eğitim fırsatlarından daha fazla yararlanmaya başlamasıdır. Eğitim görmenin ve meslek
sahibi olmanın kadınlar için bireysel sosyal hareketlilik stratejilerini arttırdığı
görülmektedir.
Nejla, 56, temizlikçi;
“Kızım lisedeyken görücüler gelmeye başladı. Kızıma oku dedim eşine dahi
güvenme dedim. Liseyi sonra iki yıllık muhasebeyi bitirttim işe soktum. İş görüşmelerine
gittim. Oralara kadar elimi uzattım. 19 yaşında babası baskı yaptı biraz ama ben dur
dedim.
Sonra evlendi 22 yaşında görücü usulüyle.
toplantılarına katıldım.
Ben o arada cemaate, zikir
Kızımı hizmet ederken görüp beğenmişler. Askerden gelmişti
kadının oğlu 22 yaşındydı. Bir ay konuşma izni vermek istedim ben. Birarada olmasa da
anlaşabilecekler mi diye ama babası istemedi. Anlaştılar evlendiler.”
Evlenen çocukların evden ayrılıp, başka bir yerde yaşaması özellikle kayınvalide ve
gelin arasındaki ilişkiler açısından oldukça önemli bir adımdır. Katılımcılar tarafından
sıklıkla “ayrı ev açmanın” önemine ve gerekliliğine değinilmiştir. Evlenen çiftlerin
kendilerine ait bir evleri olması için çalışmaları ve ebeveynleriyle birlikte yaşamayı
sonlandırmaları, özellikle gelinler için bir kazanım olarak görülmektedir. Orta nesil
92
ebeveynler de artık gelinleri ya da çocuklarıyla bir arada oturmanın onları memnun
etmeyeceğini ifade etmektedirler.
Hasan, 63, matbaa işçisi;
“Çok önceleri ben burdan gitmeyi hesaplıyordum ama bizim annemiz babamız
gitmemize müsade vermediler. Evlerimiz ayrıydı ama yine de akşamları gider gelirdik.
Şimdi ben çocuklarıma biz sizi buradan çıkaramadık ama siz kendiniz gidin derim. Al git
bir dairede otur çocuklarını yetiştir derim. Benim gibi olmayın derim. Çocukların daha iyi
bir konuma gelmesi için hem çevresini de değiştirmesi gerekir. Burada mı bir şey var
bilmiyorum ama buradaki çocukların yüzde doksan dokuzu okumuyor.”
Nejla, 56; temizlikçi;
“Babamın dayısının oğlu vesilesiyle dünür geldi bana. Kayınvalidemi ruhum
istemedi ama ailem zorla beni verdi. 17 yaşında beni beslemeye ekmeğiniz yokmu dedim.
Babam dedi ki ben abilerinden çok çektim kamyonumuz olunca abin giyim kuşam peşine
düşmüştü. Büyük abin yedi kamyonu, toprağı. Kızım, üç tane oğlum ilin içinde beni hep
yanlız düşürdü. Anneme rest çektim olmadı intihara kalkıştım ama beni de evlendirdiler
ama ben eşime hiç ısınamadım kayınvalideme hiç ısınamadım ben kırsal alanda büyüdüm
ama benim görüşlerim hedeflerim çok ileri idi. Bunlarda çok göreneksiz köyden gelmiş
yaşantıları bizim yaşantımıza hiç benzemeyen insanlardı. 4 tane oğulları ve bir kızları
vardı aynı evde ama göreneklerine hiç ısınamadım ters düştü bana. Ben onlarla yaşamak
istemedim Bir kere kayın validem dövdü beni evire çevire karnım burnumdayken evden
kaçtım. Eşimin dayısının kızı sahip çıktı ve evine götürdü beni. Eşim akşam dövdü beni
ama ben ya evi ayırırsın ya da ben yokum bundan sonra dedim. Ondan sonra eşinin anne
babası ayırın evleri demiş ama sen kardeşlerinin borcundan kaçıyorsun demişler ondan
sonra eşim aldı başını gitti. Ben de bir anneye babaya sözü geçmeyen eşi ne yapayım
dedim. Ama geldi sonra ayrıldık onun ailesinden başka eve geçtim hayatımı değiştirdim.
Eşimi annesinden ayırmış gibi oldum ama bu yüzden içine kapandı hırsını benden aldı
hayat boyu.”
Emine 42, ev hanımı;
“Ayrı evleri ayrı kazançları olsa da ayrı otursalar istiyorum. Herkes kendi
yuvasına çalışır. Hadi bir odayı onlara yaptık, ama burda iki oğlan daha var. Nasıl banyo
yapılacak, ayak uzatılıp oturulacak. Bende şimdi kayınvalide kayınpeder seni ne yönde
93
şekillendiriyorsa o tarafa doğru gidiyorsun. Yaylaya git diyorsa gidiyorsun. Şunu şöyle
yap diyorlarsa yapıyorsun. Ama gelecek gelin kazık kadar olacak aynı evin içinde nasıl
olacak bilemem.”
Maddi bağımsızlığını kazanamayan eşler söz konusu olduğunda aileyle oturmak bir
çeşit zorunluluk olarak görüldüğünden özellikle gelinler ve bir dereceye kadar da erkek
çocuklar kişisel bağımsızlıklarını kazanması zorlaşmakta, geleneksel aile hiyerarşisine
uymak durumunda kalmaktadırlar. Aile içi hiyerarşik ilişkiler özellikle gecekonduların
genişletilerek geniş aileye uygun hale getirilen veya bütün apartmanda bir ailenin oturduğu
durumlarda özellikle belirginleşmektedir. Bu durumda genellikle ailenin büyükleri, sonra
kardeşler arasında en büyük olandan başlayarak bir hiyerarşik yapının devam ettiği
görülmektedir. Bu noktada kardeşler veya gelinler arasında mücadelelerin yaşandığı fakat
ailenin dışarıya karşı aile birliğinin ve dayanışmasının korunduğu söylenebilir. Herhangi
bir çatışmada durumunda genellikle aile büyükleri aracılık yapmaktadır.
Nejla, 56, temizlikçi;
“Kayınvaliden
hükümdardı.
Herkes
parayı
ona verirdi.
Kardeşleriyle de
konuşmuyordum. Bütün aileye hizmet ediyordum. Bana ayrımcılık yapıyorlardı kendi
kızlarıyla. Saat yedide kapıya vururdu kayınvalidem uyan diye. Yemek hazırlanacak,
çamaşır yıkanacak. Üç sene kaldım o evde.”
İlk nesil kadınların erken yaşta evlenerek eşin ailesi ile birlikte yaşaması, kadınların
eşin ailesi içerisinde daha çok zaman geçirmesini bu anlamda eşin ailesinin beğeni ve
eğilimlerinin daha kolay içselleştirilmesini beraberinde getirmiştir. Sonraki nesillerde
evlenme yaşının yükselmesi, eğitim seviyesinin artması ve ekonomik durumun iyileşmesi
ile geniş aileden ayrılan çekirdek ailelerde kadının aile içerisindeki değişen konumu aile
içinde çeşitli çatışma alanlarının oluşmasına yol açmaktadır.
Erkek çocuk sahibi olan annelere çocuklarının çalışan bir kadınla evlenmesi
hakkında ya da evlenecekleri kişinin nasıl bir işte çalışmasını istedikleri hakkında ne
düşündükleri sorulduğunda, kadından beklenen geleneksel rollerin büyük ölçüde devam
ettiği görülmektedir. Kadın çalışacaksa bile ev işlerini yapmalı ve çocuklarına bakmalıdır.
94
Emine 42, ev hanımı;
“Şimdi çocuklarım için çalışan bir bayan isterim de aynı zamanda da istemem
çalışanların çocukları rezil oluyor.”
Ayşe, 40, ev hanımı;
“Yani bir öğretmen olsa, memur falan olsa tamam tatili de çok. Hem evinin işini
görür, hem çocuklarına bakar, hem de çalışır. O zaman olur da akşama kadar çalışsa
çocuklarla, evle kim ilgilenecek.”
Lisede ve üniversitede okuyan genç kızlara nasıl bir işte çalışmak istersiniz sorusu
yöneltiğinde ise cevapların farklılaştığı görülmektedir. Memur, polis ya da öğretmenlik
halen en çok tercih edilecek meslekler olarak telaffuz edilmekte fakat “Aktif
çalışabileceğim yoğun bir iş isterim”, “Masa başı iş istemiyorum”,
kendimi
geliştirebileceğim, gösterebileceğim bir iş yapmak istiyorum” gibi modern iş
tanımlamalarının yapıldığı görülmektedir.
Ailelere, çocuklarının nasıl kişilerle evlenmesini isterdiniz sorusu sorulduğunda
genellikle birkaç noktada yanıtlar kesişmektedir. “Alkolü, sigarası, kumarı olmasın”,
“evini, yurdunu bilsin”, “dini bütün olsun” gibi ifadelerdir. Aileye uyum sağlayabilecek,
aynı zamanda da kendi toplulukları çer s nde tepk görmeyecek, sosyal, kültürel,
mezhepsel, etnik olarak kendilerinden farklı olmayan birisi olmasını istenmektedirler.
Ayşe, 40, ev hanımı;
“18 yaşında babam beni verdi. Aslında ben komşunun oğlunu seviyordum ama
onlar zengin idi, maddiyatları iyi idi bizden. Evlerimiz yanyanaydı. Hep onla evlilik
kursam derdim. Annem dedi ki onlar bizi küçümsüyor. Ben onlara verirsem seni boynum
bükük kalır. Hala sevdiğimle evlenmememin burukluğunu yaşarım.”
Farklılık den ld ğ nde lk akla gelen Sünn ler için Aleviler, Aleviler için de Sünni
damat ve gelinlerdir.
Emine 42, ev hanımı;
“Ben dedim ki kızlara bakın size karışmam ama Kürt, Alevi olmasın, subay olmasın
dedim ama birisi subayla evlendi.”
95
Hasan, 63, matbaa işçisi;
“Yani şimdi onlar bizi anlamaz biz onları anlamayız. Biz de pek kız alıp verme
yoktur onlarla. Komşuluğumuz iyidir ama evlendirmek istemem yani.”
Hasan,52, PTT’den emekli işçi;
“Dedim ki kızım boynumu büktürme dedim, rıza vermedim, aile Aleviydi. Kaçtılar
sonra iki sene sonra görüştük ilk kez. Şimdi iyiyiz, iyi olmayıp ne yapalım, ellerinde bir
bebe, atsan atılmaz satsan satılmaz.”
Üçüncü nesil gençler arasında özellikle ailenin sosyal çevresinin korunması, aileye
laf getirmemek öenmli bir konudur. 23 yaşındaki Esra evlenmesini ve boşanmasını şöyle
ifade etmektedir.
“Evlendim 8 ay evli kaldım boşandım. Eski eşim ilkokuldan arkadaşımdı. Babam da
kalp hastasıydı bu mahallede insanlar çok dengesiz konuşuyor babama gelip bir şey
söylerler başımız ağrımasın dedim. Ailemde onunla görüştüğümü biliyordu ama insanların
neler söyleyeceğini kestiremiyorsun sonuçta.”
“Bu çevrede yabancı bir erkeğe baksan söz olur. Herkes birbirini tanıyor ama biz o
çevreden çok farklıyız. Çok dışındayız bu çevrenin. Bu mahalle de hala görücü usulüyle
evlendiyorlar birbirlerini seven insanları kaldıramıyorlar. 17 yaşında evlenen arkadaşım
var görücü usuluyle evlendirdiler, evden kaçacak diye.”
Çocuklarının kendileriyle benzer çevreden, benzer özelliklere sahip ailelerin
çocuklarıyla evlenmemeleri, ailenin sosyal sermayesini tehlikeye atan bir durumdur.
Çocukları kendi istemedikleri kişiler ile evlenen, bu yüzden aile bağları zayıflayan
bireylerin ailelerin sosyal ve ekonomik sermayesinden dışlandıkları belirtilmelidir.
Hane içinde bir başka çatışma konusu, özellikle liseye giden çocukları olan ailelerde
çocukların arkadaş çevreleri, evin dışında geçirilen zaman ve kız çocukları için giyim
meseleleridir. Özellikle gecekondudan apartmanlara taşınan hanelerde artık mahallelerin
ve genel olarak kentin güvenilirliliğinin kalmadığı fikri yaygındır. Çocukların aileleriyle
zaman geçirmekten çok dışarıda kim olduklarını bilmedikleri arkadaşlarıyla vakit
geçirmeleri ailelerde daimi bir endişe uyandırmaktadır. Orta nesile kendi ebeveynleri ile
kendi çocuklarının iletişim ve zaman geçirme biçimleri arasındaki farklılıklar
sorulduğunda ailelerin çoğu gençliklerinde ebeveynleri ile olan iletişimlerini kendi
96
çocuklarıyla kuramadıklarını ifade etmişlerdir. Bu durumun en büyük sorumlusu
televizyon ve diğer teknolojik yeniliklerde aranmaktadır. Görüşülen ailelerin hemen hepsi
özellikle televizyon dizilerinin çocuklarının davranışlarını çok değiştirdiğini ifade etmekte
ve gençlerin kontrol edilmelerinin giderek zorlaştırdığını düşünmektedirler.
Emine 42, ev hanımı;
“Şurda çocuğumla oturuyorum elinde telefon en sinir olduğum şey. Ya da kızıma
mesaj geliyor içeriye geçiyor saatlerce gelmiyor.”
Güneş, 32, tekniker;
“Böyle teknolojiyle çok içli dışlı olunca ben biliyorum demeye başlıyorlar. Ben
farklı düşünüyorum demeye başlıyorlar.”
Hasan, 63, matbaa işçisi;
“Televizyonda bir şey yok şimdi nerde gülüş oynayış. Herkesin her şeyi meydanda.
Televizyonda doğru dürüst program yok ailelerin değişmesinin sebebi diziler.”
İsmail, 36, işçi;
“Ahlaki yönden çoluk çocuk çöktü.”
Ebeveynlerin söylemlerindeki çelişkili olan nokta ailelerin hemen hepsinin boş
zamanlarını nasıl değerlendirdikleri sorulduğunda günün önemli bir kısmını televizyon
karşısında geçirdiklerini ifade etmeleridir. Ne izledikleri sorulduğunda hafta içi her gün
için ayrı dizi adları vermektedirler. A leler n günlük yaşamlarında televizyonun çok önemli
bir yer isgal ettiği görülmektedir. Televizyon dizilerin yanı sıra haber ve sağlık
programlarının aileler için birincil bilgi alım kaynağı olduğu görülmektedir. Görüşülen
ailelerin hemen hiç biri televizyon dışında başka bir bilgi kaynağı gazete, dergi ya da kitap
okumamakta, interneti bu işlev için kullanmamaktadır. Apartman yasamında televizyonun
yeri daha da artmıstır. Gecekondu mahallelerinde de televizyon ailelerin başlıca boş zaman
geçirme pratiklerinden olmasına rağmen sosyal çevreyle daha yoğun iletişim kurma
imkanları ve bahçe işleri gibi başka meşguliyet alanlarının bulunması gecekondularda
yaşayan ailelerin apartmanda yaşayanlara göre sosyal alanda daha aktif ilişkiler
kurmalarına olanak vermektedir. Apartmanlaşan mahalleler bu anlamıyla daha izole
97
mekanlar olarak görülebilir. Kentsel kültürel aktiviteler sinemaya tiyatroya vb. gitmek ya
da başka kent kökenli aktivitelere katılım görüşülen ailelerin hiçbirinde yoktur. Birinlerici
ve ikinci nesil ailelerin en önemli sosyal ilişki mekanları evlere yapılan komşu
ziyaretleridir. Komşu ziyaretleri ailece yapılabilmektedir. Fakat kadınların komşu
ziyaretleri gündelik hayatlarının önemli bir parçasıdır. Kadınlar dini toplantılardan tasarruf
elde etmek için yapılan para günleri gibi çeşitli amaçlarla toplanabilmektedir.
Üçüncü nesil açısından kentsel aktivitelere katılım daha olanaklıdır. Üçüncü nesil
sinemaya, kafeye gitmek gibi aktivitelere az da olsa katılabilmekte ve sosyal ağlardan
faydanmaktadır. Ancak arkadaşlarıyla dışarı çıkmak gibi ev dışı faaliyetlerde bulunmak
kentle daha sık ve kolay ilişki kurabilen bu nesil için aileyle önemli bir çatışma alanı
oluşturmaktadır.
İlk nesil gecekondu mahallelerinde yoğun olarak akrabalık, hemşehrilik, komşuluk
ilişkilerinin bulunması, ailelerin daha kolektif bir yaşam sürdürmelerine olanak sağlamıştır.
İlk nesilden apartmanlara taşınan ailelerin eski gecekondu mahallelerini özlemle andıkları
görülmektedir. Apartmanlara taşınan ilk nesil burada sosyal ilişkilerini eskisi gibi
yaşatamamakta, bu durum sosyal olarak özellikle kamusal alanda fazlaca yer alamayan
kadınları daha izole bir hayat biçimine itmektedir. Eğitim ve iş yaşamında kendine daha
fazla yer bulan, kentle daha yoğun ilişki içerisinde bulunan ikinci ve özellikle üçüncü nesil,
komşuluk, akrabalık, hemşehrilik etrafında biçimlenen sosyal ağlar yerine katıldıkları yeni
alanlarda farklı sosyal çevrelerle ilişki kurmaktadır. Bu anlamda eski gecekondu
mahallelerinde yaşayan ya da apartmanlara taşınmış olan göçmen ailelerin sonraki
nesillerinde kentsel alanda daha aktif ilişki biçimleri kurabildikleri ifade edilebilir.
Mamak’ın daha gelişmiş mahallelerinde giderek artmakta olan hanım lokalleri,
dernekler ve spor merkezleri gibi gündelik yaşamda yeni pratikler kazandırabilecek,
kamusal alanların giderek daha fazla kadın tarafından benimsenmeye başladığı
görülmektedir. Fakat bu tip aktivite merkezlerinin bulunmadığı ya da az olduğu
mahallelerde kadınların kamusal alandaki faaliyetlerinin sınırlı olduğu, daha çok yakın
çevreleri ile ev içinde toplandıkları gözlemlenmiştir. Hemşehri derneklerine üyelik,
görüşme yapılan ailelerin hiç birinde bulunmamaktaydı. Bu durum görüşmecilerce şöyle
açıklanmaktadır. Mekansal hareketlilik ve kentsel dönüşümler sonucunda Mamak’da
eskiden hemşehrilerin yoğun biçimde birarada yaşadıkları mahalleler yok olmaya
başlamıştır. Eskiden hemşehri derneklerine üye olan görüşmeciler artık yaşlandıklarını ve
98
sadece cami ve alışveriş için dışarı çıktıklarını belirtirlerken, daha önce bahsedildiği gibi
genç nüfus hemşehrilik ve akrabalık dışında yeni sosyal çevreler oluşturarak, hemşehri
dernekleri gibi homojen olarak görülebilecek oluşumlardan uzaklaşmıştır. Hemşehri
derneklerinin öneminin azalmaya başlamasının bir diğer nedeni, gecekondu mahallelerinde
devlet tarasından sağlanması istenilen hizmetlerin Mamak’ın çoğunluğunda sağlanmış
olması bu anlamda hemşehri dernekleri vasıtasıyla kaynaklara ve hizmetlere erişim
stratejisinin gerekliliğinin azalması olarak görülebilir.
Ailenin bir dayanışma kurumu olarak çok önemli işlevler sürdürdüğü görülmektedir.
Kentin farklı yerlerinde yaşayan ailelerin çoğunluğu geniş aile ve akrabalarıyla yakın
oturmak istediğini belirtmiştir. Çocuk, yaşlı ve hasta olan aile üyelerinin bakımı, yemek, ev
işleri ya da dul kalan, boşanan ebeveyn ya da çocuklara manevi destek gibi konularda
geniş aile ile yakın oturmak önemli avantajlar sağlamaktadır. Görüşülen ailelerin birçoğu
çekirdek aile biçimde yaşamakta fakat birbirlerine yakın yerlerde oturmaktadır.
Adile, 65, ev hanımı;
“Mamak’a 4 ay önce dayanamayıp geldik tekrar Demetevler’den. Daha önce 20
sene oturmuştuk Mamak’da zaten. Yakın oturmak güzel oluyor ben yemek yapıyorum yiyen
gidiyor. Yardımlaşabiliyoruz. Şimdi buraya taşınınca çocuklar evi temizletiyor ben de
torunlarıma bakıyorum.”
Yakın oturan geniş aileler arasında nesiller arasında önemli iş bölümleri
gözlenmiştir. Yaşam süresinin uzamasıyla üç nesil arasında çok önemli simbiyotik ilişki
ağları görülmektedir. Çalışan ailelerin çocukları anneanne-babanne-dede tarafından
büyütülmekte nesiller arasındaki bu çift taraflı ilişki önemli avantajlar getirmektedir.
Aileler arasında önemli bir diğer konu yaşlıların bakımıdır. Yaşlıların bakımı genellikle
ailenin erkek çocuklarına düşmekle birlikte birçok aile kardeşlerin yılın belirli
bölümlerinde ebeveynlerinin yanlarında bakıldıklarını belirtmişlerdir. Bu biçimde yaşlı ya
da yatalak aile büyüklerinin bakımı tek bir ailenin üzerinde kalmamaktadır. Fakat eğer
yaşlı ebeveynler tek bir aile tarafından bakılıyorlarsa miras gibi ekonomik sermayelerin o
aileye daha fazla aktarımı söz konusu olabilmektedir. Fakat yaşlıların bakımı genellikle
bilinçli bir strateji dahilinde uygulanan bir davranış biçimi değildir. Daha çok geleneksel
değerlerin aile büyüklerine saygı gibi onanması ve sürdürülmesi olarak görülebilir. Aynı
zamanda yaşlıların bakımı ailelerin gelecekte kendilerinin de çocukları tarafından
99
bakılacağının bir tür garantisi olarak görülmektedir. Bu düşünce nesilden nesile kültürel
sermayenin aktarımıyla, kendini yeniden üretmektedir.
Görüşme yapılan ailelerde özellikle boşanmış bireyler yeniden evlenirken ilk
evliliklerinden olan çocuklarının kendi ebeveynleri tarafından büyütüldükleri görülmüştür.
Örnek olarak Sönmez ailesinin kızları zorlu bir boşanmadan sonra yeniden evlenmiş fakat
evlendiği kişinin de çocukları olması problem olarak görülmütür. Aile içi mekanizmalar
sayesinde her iki tarafın ilk evliliklerinden olan çocuklarına büyük anne ve babalar
bakmaya başlamıştır. Bu şekilde çalışan aileler çocuklarını güvenilir bir yerde
bırakabilmek olanağına kavuşmakta, anne babalar ise çocuklarından genellikle ev işleri ya
da maddi alanlarda yardım görmektedir.
Nejla , 56, temizlikçi;
“Kızım dört sene benim yanımda durdu sonra başka biriyle evlendi. Evlendiği
adamında iki çocuğu varmış. İlk zamanlar evlendiği kişinin annesi bakıyordu ama dışlandı
orada aynı evde olmadı yani. Kayınvalide de yakından ev tuttu o da iki çocuğa bakmaya
başladı. Kızım da bana anne sen bu çocuğa bak ben akşamları gelip bu çocuğa bakarım
dedi peki dedik ne yapalım. Çocuğa ben bakmaya başladım.”
Bu durum özellikle evlenen tarafların karşı cinsiyetlere sahip çocukları olduğunda
önemli bir strateji olarak kabul görmektedir. Bu strateji hem aile içerisinde çocuklar
yüzünden gerçekleşecek kavgaları önleme hem de çocukları ezdirmeme gibi söylemlerle
desteklenmekte ve dini olarak uygun bulunmaktadır.
Murat, 48, boya ustası;
“Ben evlenicem ama iki kızı var karşıdaki hanımın nasıl olur dediler. Benim de
oğlum var ergen yaşta. Sonunda sağolsunlar benim annemler aldı çocuğu yanına
onunkileri de onun annesi aldı. Yıl içinde belirli zamanlarda bizde kalıyorlar. Onun
dışında hafta sonları görüşüyoruz. Zaten artık büyüdüler.”
Ayrıca, eğer ailede bir boşanma söz konusu olursa ayrı evin kapatıldığı, yeniden
anne baba yanına taşınıldığı gözlenmiştir. Bu konu sorulduğunda ailelerin erkek çocukları
ve kız çocukları için farklı cevaplar verdikleri belirlenmiştir. Boşanmış erkek çocuk için
“ayrı evde ne yapacaktı eş yok bir şey yok işleri nasıl görecek”, “biraz daha birikim
yapsın belki yeniden evlenir”, “ artı kira, su, elektrik ödemeye ne gerek var” yanıtları
100
alınmışken boşanmış kadınlar için; “ dul kadın derler”, “mahallede adımız çıkar”, “şimdi
zaman kötü” gibi cevaplar alınmıştır. Bu bağlamda geleneksel cinsiyet kodlarına bağlı
algıların önemli bir değişim geçirmediği görülmektedir. Fakat altının çizilmesi gereken bir
husus
erkeklerin
boşanma
gerekçeleriyle
kadınların
boşanma
gerekçelerini
dillendirmelerindeki farklılıklardır. Burada da nesiller arasında hatta içinde yaşla bağlantılı
olarak önemli farklılıklar göstermektedir. Örnek olarak, yakın zamanda eşinden boşanmış
Sinan, 28,
“Şimdi evin var mı araban var mı. Boşanmak neredeyse bir moda haline geldi.
Adet haline geldi. Eskiden o gelin o evden çıksın da babasının evine gitsin ne derlerdi. O
evden cenazen çıkacak benim evime gelmeyeceksin. Şimdi biz boşandık, daralmış burada
öyle dedi. Ama gezmek istiyordu aslında bizim burada olmaz öyle şeyler. Yabandan
getirmiştik zaten. Ya bir baba kızı evine gittiğinde demez mi ki hayırdır kızım neden geldin
üzerlikle geldiysen hoş geldin sefa geldin yoksa git diye. Demediler işte.”
Halit, 35, satış temsilcisi;
“Ben onları (eski eşinin ailesi) anlayamıyorum kızı verirken iyilerdi sonra araya
girdiler. Ben her gün eve ekmek getirdim aç bırakmadım açıkta bırakmadım. Kumarım
yok, içkim yok daha ne istiyorlar anlamadım.”
Esra,23, üniversite mezunu işsiz;
“ Bana dediler ki ben boşanacağım zaman sen ne çektin ki bir kocan senle
ilgilenmiyor diye boşanılır mı? Ben de dedim ki tamam siz çekebilirsiniz sizin için elektrik
su faturasını yatırması eve ekmek getirmesi yeterli olabilir ama ben bunları tek başıma
yapabilirim faturaları ödeyebilirim dedim. Eve gelmiyordu geç saatlere kadar çalışıyordu.
Ben bunu çekemem dedim. Ben eski mantık biri değilim.”
Ayrıca bir boşanmadan sonra yeniden evlenilecek kişilerin kadın olması durumda
daha önce evlenmemiş ya da en azından çocuk sahibi olmaması istenirken, evlenilecek kişi
erkekse daha önceden evlenmesi o kadar önemli görülmemekte fakat çocuk sahibi
olmaması tercih sebebi olabilmektedir. Bu durumun genel olarak ataerkil aile stratejilerinin
devamı niteliğinde olduğu gözlenmektedir. Nesiller arasında en büyük çatışma
alanlarından birini gelinin evlendiği kişinin aile çevresi tarafından nasıl kontrol edileceği
oluşturmaktadır. Genel olarak ilk nesile oranla evlenme yaşının yükselmesi, kadının iş
yaşamında görece daha fazla yer alıyor olması, kente ve kentsel çevreye uyumun görece
101
tamamlanması ve değişen gündelik hayat pratikleriyle kadının konumunun farklılaştırmaya
başlaması önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. İlk nesilin ifadeleri göz önüne
alındığında, özellikle üçüncü nesille çok önemli farklılıklar gözlenmektedir.
Murat, 48, boya ustası;
“Babam görücü usulüyle evlenmiş ben de öyle evlendim. 17 yaşımda evlendirdiler.
Benimle çocuğumun evlilikleri çok farklı şimdi diyorlar ki baba ben bu kişiyle evleneceğim
diyor. Ben babama diyemedim. Diyemezdik. Onlar münasip gördüler karşı çıkmak yok.
Babamın yanında karımın ismini söyleyemezdim. Şimdi en küçük oğlum aşkım tatlım
diyor.”
Adile, 65, ev hanımı;
“Buraya gelin geldim 14 yaşında. Eşinin işi yoktu O zamanlar eşlerin işi
sorulmuyordu kayınvalide kayınbaba evine geldim. Kayınbabam bankada temzilikçiymiş.
İki çocuğum olduktan sonra bizi ayırdılar eşimin işi olmamasına rağmen. 6 sene beraber
durduk beni hiç dışarı çıkarmadılar o zaman öyleydi. Ne derlerse gelin onu yapardı. Bizim
evimizi ayırırlarken de ben çok ağladım ben ne yapacağım bizi ayırmayın diye. Hiç bir
yere gitmemişim ekmek almaya bile çıkmamışım işler nasıl hallolacak bilmiyordum.”
Murat, 48, boya ustası;
“Şimdi kol kola giriyorlar biz bir sene nişanlı kaldık hiç konuşmadık evlenene kadar.
Şimdi hiç sıkıntı olarak görülmüyor. Eskiden işimiz gücümüz geçim derdi idi. Annemize
babamıza yardımdı. Geçim sırtımızdaydı. Aklımız başımıza geldi geçim sırtımıza bindi.
Halen de biniyor.”
“Şimdi 15 gün 1 ay görüşüyorlar hadi oğlan kıza bir şey yapsın ve seni sevmiyorum
desin o zaman ne yapacaksın. Bu bize ters düşen birşeydir. Kızın namusu gidiyor
başkasıyla evlenirse evlenecek evlenen olursa. Müslümanlığa yakışmaz. Eskiden sadece
görücü usulüydü şimdi her yerden getirebiliyorsun kızı.”
102
5.5. Ekonomik Sermaye
Nesil içi ve nesiller arasındaki ilişkilerdeki en önemli çatışma ve dayanışma
alanlarından birini de gelir ya da herhangi maddi bir sermayeye dönüşebilecek varlıklarla
ilgili olmaktadır. Ailelerin ekonomik sermayelerini nasıl korudukları, geliştirdikleri ve
yeniden ürettikleri nesiller arası ve nesil içi ilişkilerin nasıl yapılandığıyla ilişkili
görünmektedir.
Kalaycıoğlu
ve
Rittersberger-Kılıç’ın
Intergenerational
solidarity
networks of instrumental and cultural transfers within migrant families in Turkey (2000)
çalışmalarında göç eden ailelerde ailenin, refah sağlama rölünün önemi vurgulanır. Ailenin
ekonomik durum kötüye gittiğinde ya da aylık maaşların yetmediği durumlarda ailenin bir
savunma mekanizması olarak birlik ve dayanışma göstermesi ekonomik sermayenin
korunması ve yeniden üretilmesinde önemli bir role sahiptir. Saha çalışmasında görüşülen
ailelerde özellikle işsizlik, tek maaşın bir çekirdek aileyi geçindiremediği durumlar ya da
geniş aile arasında akrabalık ilişkileri üzerinden yürütülen iş ilişkilerinin bulunduğu
durumlarda birlik ve dayanışmanın piyasa karşısında önemli tampon mekanizmalar
görevini görevi gördüğü ileri sürülebilir. Maaşın kimin elinde olacağı aile içerisinde halen
önemli bir mesele olarak görülmektedir. Fakat giderek ev ekonomileri birbirinden daha
çok ayrılma eğilimi göstermektedir.
Örneğin, Kılınç ailesi Ankara’ya göç ettiğinde, çeşitli kamu kurumlarında işçi olarak
çalışan baba Hasan, iki erkek çocuğu Mehmet ve Kerem büyüyünce kimi simit kimi su
satarak ailece biriktirdikleri para ve memleketleri Çorum’da satılan arsaların ederi ile
kamyon alarak çimento satmaya başlamışlar. Hasan’ın bir fabrikada çalışmakta olan
yeğeni Abdullah vasıtasıyla taşeronluk yaparak çimento satmaya başlamışlar. Aile biraz
para biriktirince bir kamyon daha alarak meyve ve sebze satmaya başlamışlar. Hasan
Bey’in ortanca erkek çocuğunun görme engelli olması dolayısıyla aile işinde çalışamaması
onun aile tarafından desteklenmesini gerektirmiş. Aile ortanca erkek çocuğu evlendirmiş
ve uzun yıllar ailenin geçimi geniş ailenin elinde olmuştur.
Sayın ailesi Kutludüğün mahallesinin yerlisidir. Ailede ilk nesil hayvancılık ve
çiftçilik, ile geçinmekte fakat azarizinin ve hayvanların miras sonucu bölünmesiyle ikinci
nesil aile üyeleri matbaacılık, kamu işçiliği gibi işlerde çalışmaya başlamış bir yandan da
hayvancılık yapmayı sürdürmüş ve aynı konutta konutu genişleterek yaşamaya devam
etmişlerdir. Üçüncü nesilde, bugün bahçıvanlık, gümüş işleme gibi işlerde çalışmakta ve
bir yandan da hayvancılığı sürdürmekte büyüklere yardım etmektedir. Hayvanların bakımı
103
ve ev işleri büyük oranda ailenin kadınları tarafından üstlenilmektedir. İkinci nesil aile
üyelerinden Hasan (52, PTT’den emekli işçi) bu değişimi şöyle ifade etmektedir.
“Bir adam bana dediki dedemin davarlarını güdüyordum. Şizin ailede kimler var.
Abin var, dayın var. Çocukları var. Bu davar kimin deden ölünce davarları kimin alacağı
belli olmaz işe gir dedi. Devlete girdim öyle kömür dağıttım. Sonra işçi bulmadan kart
aldık PTT’de işe başladık. İşe başlarken ellerimizi açtırdılar nasırlıysa ellerin işe aldılar
değilse almıyorlardı çalışabilir mi? Çalışamaz mı diye? Devlet memuru oldum ama direk
dikiyodum işçiydim yani ama kravat takardık.”
Kalaycıoğlu ve Rittersberger-Kılıç’ın çalışmasının sonuçlarına göre maddi kaynak
akışı genellikle ailenin büyük üyelerinden küçüklerine doğru aktarılmaktadır. Fakat bu
durumun
tersi örnekler de mevcuttur. Sayın ailesinin üçüncü nesil üyelerinden 21
yaşındaki Osman ve kardeşi 23 yaşındaki Ali nesiller arasında ailenin küçüklerinden
büyüklerine maddi kaynak aktarımını örneklemektedir.
“Babam okursan evi satar okuturum dedi ama ya sınavı kazanamazsam da o evi
satmış olursa bir sürü baskı. Bende 11 yaşında çalışmaya başladım. Benzinliğin içindeki
oyuncakçıda 7-8 sene çalıştım amcamın yanında babam Tarih kurumundaki işinden
çıkarıldı 10 yıl çalışmadı. Ağabeyim ile ikimiz dönüşümlü çalışıyorduk.”
Ailenin genç üyelerinin yakın akraba ve çekirdek aile tarafından desteklendiği
takdirde yukarı doğru sosyal hareketlilik göstermesi beklenebilir. Bu noktada ailenin ilk
neslinin yanı sıra kardeşler arasında hem maddi hem de manevi bir transfer söz konusudur.
Örneğin Osman (70, emekli) Bey kardeşi vefat edince onun 5 çocuğu ve karısına
bakmıştır.
“Kardeşim vefat etti. Ortada kaldı 5 çocuk. Biz o zamanlar. Bir evde 20 kişi
kalıyorduk. Benim annemler, benim aile. 2 kardeşim onların çocukları. Öyle olunca ben
gündüzleri bilir kişi yazısı yazdım akşam 11’e kadar kuruyemişçide çalıştım. Bir şekilde
büyüdüler.”
Genellikle ailede en büyük kardeş aile büyüklerinin maddi ve manevi yetemediği
durumlarda diğer kardeşlerin sorumluluğunu üstlenmektedir. Bu durumda çoğunlukla en
küçük kardeş en fazla eğitim gören aile üyesi olmaktadır. Fakat burada iki taraflı bir
transfer söz konusudur. Eğitim gören kardeş daha yüksek statülü bir işe ya da yaşam
koşullarına ulaştığında kendisine yardım eden kardeşlere ya da genellikle onların
104
çocuklarına maddi ve manevi destek vererek ailenin sosyal ve kültürel sermayesini
arttırmaktadır. Aynı zamanda ailenin sonraki kuşakları içinde rol modeli olmaktadır.
Osman,70, emekli;
“ 7 kardeşiz ana baba yoksul köydeler. Ben geldim ilk kardeşlerim ilkokulu köyde
bitirince buraya getirdim teker teker. Liseye kadar okudu ilk ikisi sonra onlar da çalışmaya
başladı. En küçük ikisi okudu iyice birini Kültür Bakanlığına soktuk, diğeri de ücretli
öğretmenlik yapıyor. Sınavına neyim koşturdum sabah ezanıyla kalkar götürürdüm sınava
çok uğraştık.”
Aile üyelerinin ya da akraba ağlarını yardımına ve desteğine sahip olmayan
bireylerin aşağı doğru sosyal hareketlilik yaşadıkları da belirtilmelidir. Ailede herhangi bir
nedenle dışlanan birey, ailenin destek mekanizmalarından yararlanamamaktadır. Bu durum
özellikle işsiz kalan aile üyelerinde belirginleşmektedir. İşsiz kalan aile bireyi formal ve
enformal destek mekanizmalarına sahip olmadığında aşağı doğru sosyal hareketlilik
yaşaması kaçınılmaz olmaktadır.
Göç eden ailelerde ailenin elde edilen ekonomik sermayenin ihtiyaca göre tek elden
dağıtılması ya da mirasın erkek çocuğa aktarılarak onun yaşam stratejisine göre bu birikimi
başka sermaye türlerine dönüştürmesi stratejisi varlığını korumasına rağmen, ailelerin
ortak sermaye birikimi kanallarının giderek ayrıştığı ve tek elde toplanılan maddi birikimin
yerine, her bir çekirdek ailenin kendi maddi tasarruflarını üretmeye çalıştıkları
görülmektedir. Bu durumun nedenlerinden biri çekirdek aile formasyonun giderek daha
baskın hale gelmesi ve göçmen ailelerin ikinci ve üçüncü kuşaklarının daha fazla kredi
almak gibi formal ekonomi mekanizmalarından yararlanabiliyor olmalarıyla açıklanabilir.
Ayrıca giderek daha çok birey hemşeri, akraba ya da komşuluk gibi enformal ağlar
aracılığıyla iş bulmak yerine, belli bir eğitim sonucunda formal yollarla iş bulmaya
çalışmaktadır. Tüketim ve tasarruf gibi konular giderek daha çok çekirdek aile formasyonu
içerisinde yönetilmeye başlamıştır. Çoğunlukla evin iç işleri kadınların sorumlulukları
altındadır. İlk nesilde evden fazla çıkamayan kadının rolünde değişimler yaşanmaktadır.
Pazar alışverişi ya da çocukların ihtiyaçları erkeklerin baskın olduğu alanlar giderek daha
fazla kadınların yönettiği alanlar olmaya başlamıştır.
105
5.6. Kültürel Sermayenin Dönüşümü ve Eğitim Stratejileri
Bu noktada Bourdieu’nun kavramlarına eleştirel bir bakış atılması gerekli
görülmektedir. İlki Bourdieu’nun kültürel sermaye kavramıdır. Bourdieu’a göre kültürel
sermaye aynı bir mülkiyet gibi ele alınmaktadır. Kültür, yüksek kültür ve popüler kültür
olarak ayrımlanmakta ve kültürün formal biçimine çoğunlukla aile ve eğitim yoluyla
ulaşabilen, bu şekilde çeşitli fırsatlara sahip olabilenler ile ulaşamayanlar birbirlerinden
ayrılmaktadır. Aynı ekonomik sermaye gibi Bourdieu kültürel sermayenin de birikim ve
dolaşım süreçleri içerisindeki önemli bir rol oynadığını ileri sürmüştür. Bu birikim ve
dolaşım süreçleri vasıtasıyla toplumsal eşitsizlikler yeniden üretilmektedir. Kültürel
sermayenin birçok formunun belirli bir estetik eğilim ile kendini gösterdiğini ileri sürer.
Özellikle bu formlar temel ihtiyaç olmayan sanat ve eğitsel alanlarda ortaya çıkmaktadır.
Bourdieu’nun kültürel sermaye kavramına getirilen eleştiri kültürel sermayenin tek bir
biçimi olduğunda ısrar etmesidir. Kültürel sermaye birikiminin farklı biçimler ve
içeriklerle ortaya çıkabileceği göz ardı edilmiştir.
Kente ilk yerleşen göçmenlere oranla çocuklarının daha fazla eğitim gördükleri fakat
eğitimin büyük bir kısmı için yüksek dereceli vasıf ya da gelir gerektiren mesleklere sahip
olmalarını sağlayamadığı görülmektedir. Okullaşmanın artması, eğitim olanaklarına geniş
kitlelerin daha kolay ulaşabilmesi üniversite mezunu olmanın yüksek statü ya da gelir
getiren işlerin kapısını açmakta yetersiz kalmasına neden olmaktadır. Eğitimin yukarı
doğru sosyal hareketlilik üretmekteki rolünün kısmen azalması, sosyal hareketlilik
imkanlarını azaltmaktadır. Türkiye’nin hızlı dönüşen meslek, ekonomi ve
kentsel
alanlarının aileler için hareketlilik üretmekte daha önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Kente göç eden birinci neslin çoğunlukla düşük vasıf gerektiren işlerde çalışması karşın,
hizmet sektörünün gelişmesi, Türkiye’nin genel ekonomik durumunun iyileşmesi ve eski
gecekondu alanlarının iskan planlarına dahil edilerek apartmanlara dönüştürülmesi ile
nesiller arasında sosyal hareketlilikten söz edilebilir. Fakat görüşülen ailelerin üçüncü
kuşaklarının kendi çocukları için daha yüksek statü ve gelir beklentilerinin olduğu ve bu
beklentilerinin eğitim yoluyla karşılanacaklarını düşündükleri belirtilmelidir. Burada
önemli bir nokta ailelerin okul çağındaki çocukları için Türkiye’de şu anda en garantili
gördükleri meslek gruplarını tercih etmeleridir. Bu mesleklerin başında polislik
gelmektedir. Aileler ile çocukları arasında ve çocukların cinsiyetleri fark etmeksizin bu
konuda bir fikir ayrılığı görülmemiştir
106
Formal eğitim kurumlarının nesiller arasında en önemli farklılaştırıcı unsuru kadın,
erkek ve evlilik kurumuna bakışa ilişkin konular çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Eğitim
oranı yükseldikçe eşlerin dışarı birlikte çıkması, kentsel eğlence ve gezi mekanlarına
birlikte gitmeleri yaygınlaşmaktadır.Buna karşın kadın ve erkeğin, kız çocuk ve erkek
çocuğun ev içindeki rollerinde önemli bir değişim gözlenmemiştir. Ancak değişimin
yaşandığı noktalarda kadınların öncü olduğu görülmektedir. Kıyafet, alışveriş, çocukların
eğitimi, ev işleri konularında kadınların üçüncü kuşaklarının paylaşım ve sorumluluk alma
konusunda daha istekli oldukları öne sürülebilir. Benzer şekilde babanın erkek çocuğuyla
ilişkisindeki beklenti ve davranış kalıpları ile kız çocuğuna uyguladığı arasında önemli
farklılıklar devam etmektedir. Kız çocuktan beklenilen meslek, evlenmesi uygun görülen
aday, anne ve babasına göstermesi beklenen davranış ile erkek çocuğun meslek, evlenmesi
uygun bulunacak aday ve ebeveynlerine ve akrabalarına karşı göstermesi beklenen
davranışlar
farklılaşmaktadır. Eğitim gören kız çocuklarının kendi isteklerini
belirtebileceklerine ve daha rahat hareket edebileceklerine dair bir uzlaşmanın olduğu
görülmektedir. Bu anlamda formel eğitim kurumlarıyla kültür kazanımı ve sermaye
birikimi arasında ailelerin önemli bir bağ kurdukları görülmektedir. Ancak eğitimin
önemine dair bir uzlaşmanın varlığından söz edilebilse de ebeveynlerin çocukları takipp
edebilecek ve yön gösterebilecek kültürel ve sosyal sermayelerinin sınırlı olduğu
söylenebilir.
Bu durum özellikle ailenin eğitim seviyesinin çok üzerine çıkmış olan çocuklarda
daha belirgindir. Ailelerin bir çoğu yüksek öğrenim gören çocuklarının bölümlerini
bilmemektedir. Eğitim gören çocukların bu alanda kendi yollarını çizmek zorunda
kaldıkları görülmektedir. Bir başka şekilde ifade edilece olursa eğitimin iyi bir gelecek ve
meslek için öneminin farkında olunduğu ancak çocukları yönlendirebilecek kanallardan bu
ailelerin yoksun oldukları ileri sürülebilir. Eğitim kurumlarının rolü ebeveynlere göre daha
da önemli hale gelmektedir. Öğrencinin çevresi de bir başka faktör çocukların arkadaş
ağları eğitimde ve meslek seçiminde başvurulan önemli bir faktör olarak karşımıza
çıkmaktadır. .
Genel olarak ailede en küçük çocuk en çok eğitim alan kişi olmaktadır. Bu durumun
bir sebebi çocuklar arasında az yaş farkı olsa bile ailenin bütün maddi ve manevi
sermayelerini tek bir kişide toplama staratejileridir. Daha fazla kaynağın ayrıldığı en küçük
çocuğun daha yüksek statüye erişmesi beklenmektedir. Ayrıca eğer ailelerin maddi
olanakları
her
bir
çocuğun
eğitimini
karşılayamıyacak
durumdaysa
çocukların
107
cinsiyetlerine bağlı olarak da erkek çocukların okutulması eğilimi ağır basmaktadır.
Toplumun cinsiyetlerden beklediği roller bakımından erkeklerin ev geçindirmekten
sorumlu olduğu düşüncesi halen oldukça baskındır.
Gecekonduda oturan ailelerde akrabalık ve hemşehrilik ilişkilerinin sıklığı
apartmanlarda oturan ailelere göre daha yoğundur. Bu çevre apartmanlarda oturan çevreye
göre etnik yapı, dini gruplar ve sosyo-ekonomik imkanlar bakımından daha homojendir.
Bu durum sosyal
kontrol
ve aile içi hiyerarşik
yapının tekrar üretilmesini
kolaylaştırmaktadır. Apartmanlarda oturan ailelerde ise akrabalık ilişkileri yoğun olsa da
özellikle çekirdek ailelerin belli derecelerde özerkliklerinin nesiller arasında ve nesil içi
sosyal ve kültürel pratiklerin farklılaşmasında rol oynadıkları ifade edilebilir. Ayrıca
mekansal hareketliliğin daha yoğun olarak yaşandığı apartmanlaşmanın yoğun olduğu
mahallelerde, farklı sosyal ve ekonomik arka plana sahip birey ailelerin aynı mekanı
paylaşması heterojenliği arttırmaktadır.
108
109
6. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Aile, Türkiye’de yaşanan siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşanan hızlı
değişimlere rağmen, birçok toplumda olduğu gibi, toplumsal yaşamın en temel kurumu
olmaya devam etmektedir. Ailenin bireysel ve toplumsal yaşamı şekillendirme işlevi aynı
zamanda onun toplumsal değişmelerden de oldukça etkilenen bir kurum olmasını
beraberinde getirmektedir. Ailenin en önemli işlevlerinden biri olan sermaylerin
dağıtılması ve gerekli durumlarda başka tür sermayelere dönüştürülmesi, ailenin kendini
yeniden üretebilmesinin bir koşuludur. Birçok endüstriyel toplumda, devlet ve diğer
kurumlara benzer biçimde aile ihtiyacı olan bireylere destek sağlamada önemli bir role
sahiptir. Ailelerin bir organizasyon olarak destek ve savunma için geliştirdiği farklı
stratejiler aynı zamanda sosyal hareketlilik olanaklarını da etkilemektedir. Bu çalışmada
ailenin yeniden üretim stratejilerinin sosyal yapının koşullarına göre nasıl şekillendiği
ailenin sahip olduğu sermaye biçimlerini hangi alanlarda nasıl arttırmaya, korumaya ya da
dönüştürmeye çalıştığı incelenmiştir. Saha araştırmasının başlangıcında görüşülecek olan
ailelerin özellikle işçi ailelerinden seçilmesi planlanmadığı halde, Mamak İlçesine göç
eden ailelerin çoğunun mesleki hareketliliğinin tarım işçisi ya da küçük toprak
sahipliğinden kentte kamu ve özel sektörde mavi yakalı işçi olması çalışmanın bulgularının
göçmen işçi ailesi temelinde incelenmesine yol açmıştır. Saha araştırmasının yapıldığı
Mamak İlçesinde görüşme yapılan ailelerin her birinin farklı birer göç hikayesi olsa da,
1960’lı yıllardan itibaren, çogunlukla tarımda makineleşme, topraktan elde edilen gelirlerin
aile bireylerine yetmemesi, kentin sunacağı iş, eğitim, sağlık hizmetleri vb olanaklardan
faydalanmak sebepleriyle köyden kente göç ettikleri ve dolayısıyla göç yapılarının benzer
özellikler gösterdiği görülmüştür. Ailelerin çoğunluğu İç Anadolu bölgesindeki kentlerden
ve Ankara’nın yakın köylerinden göç etmişlerdir. Yozgat, Çankırı, Sivas illerinden
gelenler yoğunluktadır. Fakat görüşme yapılan ailelerin çoğunluğu zincirleme göç yoluyla
Ankara’ya gelmişlerdir. Araştırmada, ailelerin mekansal hareketliliklerinin sosyal
hareketlilik stratejileriyle olan bağlantısını anlayabilmek amacıyla Mamak İlçesinde hem
apartmanlaşmaya başlamakla birlikte büyük oranda geleneksel gecekondu yapısını
muhafaza eden mahalleler hem de artk çoğunluğu apartmanlaşmış olan mahalleler
seçilmiştir. Apartmanlaşmanın ve formel konutlaşmanın neredeyse tamamlandığı
mahalleler Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap mahalleleri ve
apartmanlaşmaya başlayan fakat hala önemli bir bölümü gecekondu özelliklerini koruyan
Kayaş, Üreğil mahalleleri ve Mamak Belediyesi sınırlarına dahil edilmiş Kutludüğün
110
mahallelesi araştırma alanlarını oluşturmuştur. kent merkezine olan uzaklık çoğu zaman
önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Mahalle seçimlerinin bir diğer etmeni kent
merkezine uzaklıklarına göre konumlarıdır. Araştırmanın gizil varsayımlarından biri çeşitli
işler, alışveriş merkezleri, okullar, sağlık tesisleri, yeşil alanlar, spor merkezleri, eğlence
merkezleri gibi çeşitli hizmet ve olanaklara erişimin daha kolay olduğu yakın mahallelerde
oturanların uzakta oturan ailelere göre zaman içerisinde beğeni ve eğilimleri yönünden
farklılaştıklarıdır. Araştırma bu kapsamda on iki aileden elli beş aile üyesi ile görüşmeler
yoluyla
gerçekleştirilmiştir.
Aile
nesiller
arasındaki
farklılıkları
incelenmesi
amaçlandığından, Türk aile yapısında akrabalık ağlarının güçlü olması, çekirdek hane
yapısının baskın hane formu olmasına rağmen güçlü nesiller arası, haneler arası ilişkilere
sahip olmasından geniş aile olarak düşünülmüştür.Araştırmanın verilerinden yola çıkılarak
önemli bazı sonuçlara ulaşıldığı düşünülmektedir.
Ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanan Türkiye’nin, tarımsal sisteminde
yapısındaki değişimler ve kitlesel göçler sonucu istihdam yapısı, hizmet ve imalat
sektörünün ağırlık kazanmasıyla önemli ölçüde değişmiş, kente ilk göç eden nesil kentlerin
emek gücünü karşılamak için işçileşmiştir. Kente ilk gelen aile bireyi genellikle bekar olan
erkekler, öncü olarak kente yerleşmiş ve ardından ailesini yanına getirmiştir. Genellikle bir
çekirdek ailenin gelmesiyle diğer aileler ve hemşehrilerde aynı kentsel alanlarda konut
edinmiştir. Bu anlamda ailelerin öncelikle kente tutunma stratejileri aile ve akrabalar
aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kente gecekondu yaparak yerleşme ve iş bulma süreçlerinde
daha önce göç etmiş hemşehrilerle kurulan ilişki ağlarından faydalanılmıştır. Gecekondular
hemşehri ve akrabalarla birlikte genellikle imece usulü yapılmış ve ilk neslin kente
tutunma stratejilerini belirlemiştir. Göçmenlerin ilk gecekondu yaptıkları dönemde
tapudan, su, elektrik, kanalizasyon gibi altyapı hizmetlerinden yoksundurlar. Konutların
ihtiyaçları yine kendilerince görülmektedir. Kentleşmenin artmasıyla kentsel alanların
yetersizliğinden dolayı ilk nesillerin kente tutunma mekanizmalarından biri olan
gecekondular, bazı bölgelerde değerlerinin giderek artmasıyla ticari konut üretim sürecinin
bir parçası haline gelmişlerdir. Gecekondu alanlarında yaşayan ailelerin bazıları için
kentleşme süreçleri yeni yatırım ve kar alanları ortaya çıkarmış, arazisi değerlenenler bir
ya da birkaç daireye sahip olurken, arazisi değerlenmeyen bazı bölgelerdeki gecekondu
alanları dönüşmeden geleneksel özelliklerini korumuşlardır. Bu süreçte yaşanan toplumsal
farklılaşma, kentlerdeki mekansal ve sosyal tabakalaşma yapısında önemli dönüşümler
meydana getirmiş ve gecekondulardan apartman dairelerine taşınan aileler için yukaru
111
doğru sosyal hareketliliğin bariz göstergelerinden biri sayılmıştır. Ekonomik sermayeleri
gelişen ailelerin sadece içinde yaşadıkları mekansal çevre değişmemiş bunun yanı sıra
sosyal ve kültürel çevreleri de değişmiştir. Bu açıdan gecekondudan apartmana geçmenin
toplumsal açıdan dikey bir hareketlilik yarattığı ifade edilebilir. Mahalleler ve bölgeler
arasında ayrışmanın birkaç unsur etrafında yoğunlaştığı görünmektedir. Mal sahibi olmak
ya da oturulan konuta sahip olmak önemli bir ayrışma nedenidir. Giderek nüfusu artan
heterojenleşen mahallelerde yerli mal sahibi ve yabancı kiracı gibi bir ayrım üzerinden
mahalleler sahiplenilmektedir. Bu durumun sebeplerinden biri, kat karşılığı apartmanlara
geçen ailelerin, apartmanlarını / mahallelerini daha çok sahiplenmeleri ve “dışarıdan gelen
yabancıların” sosyal çevredeki uyum ve düzeni bozacağına olan inançlarından
kaynaklandığı görülmektedir. Kente uzaklık açısından ailelerin pratik ve eğilimlerinin
farklılaşıp farklılaşmadığına bakıldığında ekonomik sermayeyi arttırabilmek olanaklarının
yükselmesinin yanı sıra daha iyi düzeyde okullara aile üyelerinin erişimi gibi kültürel
sermayeyi arttırabilecek fırsatlara erişimin kolaylaştığı görülmektedir. Kente göç etmenin
ailelerin nesilleri arasındaki etkilerine bakıldığında ikinci ve özellikle üçüncü nesillerin
kentle bütünleşememe gibi bir sıkıntı yaşamadıkları görülmektedir. Ancak Kentte edinilen
yeni ilişkilerin çok önemli bir boyutu ekonomiktir. Göç eden ailelerin kentle bütünleşmesi
çoğunlukla maddi kültür yoluyla gerçekleşmektedir. Sosyal ve davranışsal bütünleşmenin
ise maddi kültüre göre daha yavaş gerçekleştiği, özellikle kadınlara ilişkin davranış
normları ve geleneklerdeki değişmenin ailenin bütününe göre daha yavaş olduğu
görülmektedir. Bu durumun önemli göstergelerinden biri ekonomik sermayenin gelişimi
için birçok farklı strateji üreten ailelerin kültürel sermayelerini arttırmak için farklı yollara
çok daha az başvurmasıdır. Kültürel sermayeyi artıracak tek alan eğitim olarak
görülmektedir. Formel eğitim kurumlarının ve eğitime verilen önemin artması ailelerin
yukarı doğru sosyal hareketlilik stratejileri içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Aile eğer
çocuklarının hepsini okutabilecek ekonomik sermayeye sahip ise çocuklar arasında yaş ve
cinsiyet ayrımı yapılmasığı fakat eğer yeterli sermayeye sahip değillerse kaynakların en
küçük çocuğa aktarılmaktadır. Ailenin ilk neslinin yanı sıra kardeşler arasında hem maddi
hem de manevi bir transfer söz konusudur. En büyük kardeş aile yeterli ekonomik
sermayeye sahip değilse bir işe girerek diğer kardeşlere maddi sermaye aktarmaktadır.
Bunun yanı sıra erkek çocuklarının eğitim görmesi benzer şartlarda kız çocuklarından daha
önemli görülmektedir. Bu bağlamda ailenin genç üyelerinin yakın akraba ve çekirdek aile
tarafından desteklendiği takdirde yukarı doğru sosyal hareketlilik göstermesi beklenebilir.
112
İlk nesil gecekondu mahallelerinde yoğun olarak akrabalık, hemşehrilik, komşuluk
ilişkilerinin bulunması, ailelerin daha kolektif bir yaşam sürdürmelerine olanak sağlamıştır.
İlk nesilden apartmanlara taşınan ailelerin eski gecekondu mahallelerini özlemle andıkları
görülmektedir. Apartmanlara taşınan ilk nesil burada sosyal ilişkilerini eskisi gibi
yaşatamamakta, bu durum sosyal olarak özellikle kamusal alanda fazlaca yer alamayan
kadınları daha izole bir hayat biçimine itmektedir. Eğitim ve iş yaşamında kendine daha
fazla yer bulan, kentle daha yoğun ilişki içerisinde bulunan ikinci ve özellikle üçüncü nesil,
komşuluk, akrabalık, hemşehrilik etrafında biçimlenen sosyal ağlar yerine katıldıkları yeni
alanlarda farklı sosyal çevrelerle ilişki kurmaktadır. Bu anlamda eski gecekondu
mahallelerinde yaşayan ya da apartmanlara taşınmış olan göçmen ailelerin sonraki
nesillerinde kentsel alanda daha aktif ilişki biçimleri kurabildikleri ifade edilebilir.
Araştırma
sonuçlardan
en
önemlilerinden
biri
aile
bireysel
ihtiyaçların
sağlanmasında destek ve savuna mekanizması olarak önemli rolünün devam etmektesidir.
Geniş ailede nesiller arasında farklı destek kalıpları bulunmaktadır. Çocuk bakımı, yaşlı ve
hastaların bakımı, maddi ve manevi destek gibi birçok alanda aile nesiller arasında çift
yönlü stratejiler geliştirmektedir. Hem ailenin büyüklerinden küçüklerine, hem de
küçüklerden büyüklere hayat koşullarına bağlı olarak değişebilen esnek çözümler
üretilebilmektedir. Ancak ailenin destek mekanizması olarak rolü ilk nesillerde baskın
olarak görülen ekonomik sermayenin ihtiyaca göre tek elden dağıtılması ya da mirasın
erkek çocuğa aktarılarak onun yaşam stratejisine göre bu birikimi başka sermaye türlerine
dönüştürmesi stratejisini çekirdek ailelerin tasarruf ve tüketim biçimlerinin değişmeye
başlaması ile birlikte değişmeye başlamıştır. Ailelerin ortak sermaye birikim kanalları
giderek ayrışmakta ve tek elde toplanılan maddi birikimin yerine, her çekirdek ailenin
kendi maddi tasarruflarını üretmeye çalıştıkları görülmektedir. Geniş ailenin ekonomik
birikim ve dağıtım mekanizması olarak rolü azalsa da diğer refah sağlayıcı rolleri önemini
korumaktadır.
Formel eğitim kurumlarının ve eğitime verilen önemin artması ailelerin yukarı doğru
sosyal hareketlilik stratejileri içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Aile eğer çocuklarının
hepsini okutabilecek ekonomik sermayeye sahip ise çocuklar arasında yaş ve cinsiyet
ayrımı yapılmadığı fakat eğer yeterli sermayeye sahip değillerse kaynakların en küçük
çocuğa aktarıldığı görülmektedir. ilenin ilk neslinin yanı sıra kardeşler arasında hem maddi
113
hem de manevi bir transfer söz konusudur. En büyük kardeş aile yeterli ekonomik
sermayeye sahip değilse okulu bırakarak bir işe girmekte diğer kardeşlere maddi sermaye
aktarmaktadır Bu bağlamda ailenin genç üyelerinin yakın akraba ve çekirdek aile
tarafından desteklendiği takdirde yukarı doğru sosyal hareketlilik göstermesi beklenebilir.
Bunun yanı sıra erkek çocuklarının eğitim görmesi ailenin ekonomik sermayesi yeterli
değilse kız çocuklarının eğitim görmesindendaha önemli görülmektedir.
Ailelerin mesleki hareketlilikleirne bakıldığında nesil içi mesleki yatay hareketliliğin
yoğun bir biçimde yaşandığı görülmektedir. Nesiller arasında bakıldığında ise göç ve
istihdam yapısındaki değişimler yukarı doğru sosyal hareketlilik olanaklarını arttırmakta
fakat çoğunlukla nesiller arasında da yatay hareketlililiğin daha yoğun yaşandığı
görülmektedir. Kadınların sosyal hareketlilikleri daha yaygın olarak evlilik yoluyla
gerçekleşmektedir. Eşin toplumsal statüsünün kadının sosyal konumunu büyük ölçüde
belirlediği söylenebilir. Kadınlar açısından ilk nesil ile üçüncü nesiller arasında farklılık
gözlenmektedir. İlk nesil göçmenler genellikle tarlada çalışmakta fakat kente geldiklerinde
çalışmaları beklenmemektedir. Daha sonraki nesillerin eğitim görme oranlarının artması ve
kentsel çevreyle olan ilişkilerin yoğunlaşması kadınların çalışma yaşamına atılmasında
önemli rol oynamıştır. Aynı zamanda kadınların gelir getirici işlerde çalışmaları birikim
olanaklarını arttırmakta ve giderek daha çok benimsenmektedir. İkinci nesilde çalışan
kadınlar genellikle temizlikçilik, bakıcılık gibi vasıfsız işlerde çalışmakta buna karşın
üçüncü nesilde kız çocuklarının daha yüksek eğitim alma olanaklarının artması hizmet
sektöründe daha fazla yer almalarına olanak sağlamakta ve yukarı doğru sosyal
hareketliliği desteklemektedir. Ancak kadının aile içerisindeki statüsünün değişmesi aile içi
çatışma alanlarından da birini oluşturmaktadır.
Kentin bazı alanlarında hemşehriliğe dayalı iş bölümlerinin söz konusu olması
piyasaya girmek ve zanaat öğrenmekte ailenin önemli rolünün devam etmesine yol
açmaktadır. Aile üyeleri bu sosyal ağlar vasıtasıyla bu iş alanlarında sermayelerini
arttırabilmektedir.
Görüşülen ailelerin birçoğunda kent içi mekansal hareketlilik yoğun olarak
yaşanmıştır.. İlk göç edilen kentsel alan ailenin sermayesi arttığı takdirde genellikle
değişmiştir. Gecekonduları apartmana dönüşen ailelerde, genellikle daha fazla kent içi
hareketlilik gözlenmiştir. Gecekondularının apartmana dönüşmesiyle bir ya da daha fazla
kata sahip olanlar, dairelerini kiraya vermekte, satmakta ya da çocuklarını evlendirerek bu
114
dairelere yerleştirmektedir. Aileler gelirleri arttığında genellikle öncelikle Mamak ilçesi
içerisindeki mahalleler arasında yer değiştirmektedir. Daha sonradan geniş aileden ayrılan
çekirdek aile ya da bireyler ise Keçiören, Demetevler gibi başka semtlere taşınmaktadırlar.
Gelir ve fırsatlar arttıkça, mekansal hareketliliğin kent merkezlerine ve semtin daha
gelişmiş yerlerine doğru yaşanmakta olduğu görülmektedir.
Araştırmada ailelerin özellikle kültürel beğeni ve pratiklerinin değişiminin
incelenmesine dair sınırlılıklar bulunmaktadır. Araştırmanın zaman boyutu daha derinlikli
bir gözlem ve görüşme yapılmasını imkansız kıldı. Bu yüzden araştırmacı nesiller arasında
önemli farklılar olduğunu düşünmesine rağmen elde edilen verilere bakıldığında oldukça
homojen bir kültürel alan ve pratikler kümesiyle karşılaşıldı. İleriki sosyal hareketlilik
araştırmaları için düşünülmesi gereken bir başka boyut çok farklı mahallelerin birarada ele
alınması gibi büyük çaplı çalışmalarda temsil kabiliyetinin karma yönteme dayalı bir
araştırma yöntemiyle giderilebileceğidir.
115
KAYNAKLAR
Allan, K. (2006). Contemporary Social and Sociological Theory: Visualizing Social
Worlds, Amerika: Sage
Alderson, A. S., & Nielsen, F. (2002). Globalization and the great Uturn: Income
inequality trends in 16 OECD countries. American Journal of Sociology, 107, 1244–1299.
Allmendinger, J., Brueckner H., & Brueckner E. (1991). Gendered Retirement. The
limitations of individual level analyses; the production of gender disparities over the life
course and their effects in old age. results from the West German life history study. When
to retire: The Intersection between the life course of married individuals and households.
Paper presented at the 1991 meeting of the RC28.
Arber, S. (1996). Homogamy and gendered heterogamy: Structured inequalities
between marital partners. Paper presented at the 1996 meeting of the RC28.
Arum, R. (1998). The effects of resources on vocational student educational
outcomes: invested dollars or diverted dreams? Sociology of Education, 71(2), 130–151.
Arum, R., Muller, W. (Eds.) (2004). The re-emergence of selfemployment in
advanced economies: A comparative study of selfemployment dynamics and social
inequality. Princeton: Princeton University Press.
Atılgan, G. (2012). “Toplumsal Sınıflar”, 1920’den Günümüze Türkiye’de
Toplumsal Yapı ve Değişim içinde, Faruk Alpkaya, Bülent Duru (Editörler), Ankara:
Phonex, 269.
Barbagli, M., Saviori, L.,Schizzerotto, A. (1993). Occupational and educational
homogamy in Italy: 1969–1988. Paper presented at the 1993 meetings of the RC28.
Becker, R. (1994). Intergenerational mobility and status attainment in the private
and public sector in Germany, 1945–1983. Paper presented to the 1994 meetings of the
RC28.
Becker, G.S.; Tomes N., (1979). An equilibrium theory of the distribution of
income and intergenera tional mobility, Journal of Political Economy 87 (6), 1153–1189.
Beller, E. (2003). Family structure and social mobility: A reappraisal. Paper
presented at the 2003 meeting of the RC28.
Bianco, M. L. (1992). Women’s segregation, social mechanisms and actor’s reasons.
Paper presented at the 1994 meeting of the RC28.
Bielby, W. T., Baron, J. N. (1984). A woman’s place is with other women: Sex
segregation within organizations. In B. Reskin (Ed.), Sex segregation in the workplace:
Trends, explanations, remedies . Washington: National Academy Press, 27-55.
Birkelund, G. E., Hansen M. N., Helda J. (2000). Educational homogamy in
Norway? Trends and patterns. Paper presented at the 1993 meetings of the RC28.
Blank, R. (1998). Contingent work in a changing labor market. In R.B. Freeman, P.
Gottschalk (Eds.), Generating jobs. New York:Russell Sage Foundation.
116
Blau, F. D., Kahn, L. M. (2002). At home and abroad: U.S. labor market
performance in international perspective. New York: Russell Sage Foundation.
Blau, P., Duncan, O. D. (1967). The American occupational structure. New York:
Wiley and Sons.
Blossfeld, H.-P. (1987a). Entry into the labor market and occupational career in the
Federal Republic: A comparison with America
Baulch, B. (1996). The New overty Agenda: A New Disputed Concensus, ADS
Bulletni, vol. 27, no.1,1-10
Becker, G., S., Tomes, N. (1979). An Equilibrium Theory of the Distrubition of
Income and Intergenerational Mobility, Journal of Political Economy, 1153-1189.
Bell (1973). The Coming Of Post-industrial Society, New York: Basic Books.
Bennett, T., Savage, M., Bortolaia, S., Elizabeth, Warde, Alan, Gayo-Cal, Modesto,
Wright, D., (2008) Culture, class, distinction, CRESC. Routledge, London.
Bergman, M., Joye, D., (2000). Comparing Social Stratification Schemas:
CAMSIS, CSP-CH, Goldthorpe, ISCO-88, Treiman, and Wright, Cambridge Studies in
Social Research, 2-52.
Bertaux D., Thompson, R. (2009). Pathways to Social Class: A Qualitative
Approach to Social Mobility, New York: Oxford University.
Blau, B., Duncan, O. D., (1967). The American Occupational Structure, New
York: The Free Press.
Bourdieu, P. (1984). Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste,
Routledge.
Bourdieu, P. (1995), Zevk sosyolojisi notları. Nazlı Ökten (Çev.). Hayalet Gemi,
27: 6-7.
Bourdieu, P. (1999). Toplumsal uzam ve sembolik iktidar. Işık Ergüden (Çev.).
Cogito, 18: 16-32.
Bourdieu, P. (2007). Vive la crise!: Sosyal bilimlerde heterodoksi için. Ümit
Tatlıcan
Bourdieu, P.; Wacquant, L., (2003). Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar, ç.
n. Ökten, İletişim Yayınları, İstanbul.
Boratav, K. (2005). 1980'li Yıllarda Türkiye'de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm,
Ankara: İmge.
(Çev.). Güney Çeğin, Emrah Göker, Alim Arlı ve Ümit Tatlıcan (Der.) Ocak ve
zanaat: Pierre Bourdieu derlemesi içinde (s. 33-49), İstanbul: İletişim
Bowles, S., Gintis, H., (1987). Schooling in Capitalist America: Educational
Reform and the Contradictions of Economic Life, New York: Basic Books.
117
Breverman, H., (1974). Labor and Monopoly Capital The Degradation of Work in
the Twentieth Century, New York: Monthly Review Press.
Dahrendorf, R. (1959). Class and Class Conflict in Industrial Society, Stanford
University Press
DiPrete, T. A. (Ed.) (2005). European labor markets. A special issue of Work and
Occupations.
DiPrete, T. A., Goux, D., Maurin, E.,Tahlin, M. (2001). Institutional determinants
of employment chances: The structure of unemployment in France and Sweden. European
Sociological Review, 233–254.
Bourdieu, P. (1984). Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste,
Routledge.
Dronkers, Jaap. (1994). The changing effects of lone families on the educational
attainment of their children in a European welfare state. Sociology, 28, 171–192.
Duncan, O. D., & Hodge, R. W. (1963). Education and occupational mobility: A
regression analysis. American Journal of Sociology, 68(6), 629–649.
Edgell, S.(1998). Sınıf, çev. Didem Özyiğit, Ankara:Dost.
England, P. (2003). Why are some doctoral fields tipping towards female? Paper
presented at the 2003 meeting of the RC28 in New York City.
Erdem, T. (2011). Altındağ’ın Sosyo-Kültürel Dokusu, Ankara Kalkınma Ajansı
Araştırma Projesi, Bizim Repro.
Erikson, R., Goldthorpe, J.,H., (1992). The Constant Flux: A Study of Class
Mobility in Industrial Societies, Oxford: Clarendon Press.
Erman, T., (2004). Gecekondu Çalışmalarında 'Öteki' Olarak Gecekondulu
Kurguları, European Journal of Turkish Studies, European Journal of TurkishStudies
[Online], 1 | 2004, Online since 22 June 2009, Connection on 25 March 2013. URL :
http://ejts.revues.org/85
Esping-Andersen, G. (1990). Three worlds of welfare capitalism. Princeton:
Princeton University Press.
Featherman, D. L., Jones, F. L., Hauser, R.M. (1975). Assumptions of mobility
research in the US: The case of occupational status. Social Science Research, 4, 329–360.
Firebaugh, G. (2003). The new geography of world inequality. Cambridge, MA:
Harvard University Press.
Fritzell, J., Henz, U. (1999). Household income dynamics. Paper presented at the
1999 meetings of the RC28.
Ganzeboom, H. B. G. (1994). Educational expansion and access to education in
five Eastern European nations between 1940 and 1993. Results from a cross–national
survey. Paper presented at the 1994 meeting of the RC28.
118
Ganzeboom, H. B. G., Treiman, D. J. (1996). Internationally comparable measures
of occupational status for the 1988 international standard classification of occupants.
Social Science Research, 25(3), 201–239.
Gerber, T. P., Hout, M. (1995). Educational stratification in Russia during the
Soviet period. American Journal of Sociology, 101(3), 611–660.
Giddens, A. (1999). İleri Toplumların Sınıf Yapısı: Marksist Yaklaşımın Eleştirisi,
çev. Ömer Baldık, Birey
Goldthorpe, J.H. , Llewellyn, C, and Payne, C, (1980). Social Mobility and Class
Structure in Modern Britain, Oxford Publications.
Gökçe, B.(ed.), (1993). Gecekondularda Ailelerarası Geleneksel Dayanışmanın
Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü, Ankara: Başbakanlık Kadın ve Sosyal Hizmetler
Müsteşarlığı Yayınları.
Gülalp, H., Akınhay, O., Yılmaz A. (1993). Kapitalizm,
Ankara:Belge.
Sınıflar
Ve
Devlet,
Güvenç, M. (1998). Ankara’da Statü/Köken Temelinde Mekansal Farklılaşma:
1990 Sayım Örneklemleri Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler, Tarih Içinde Ankara 2
Semineri, Aralık ODTÜ, Ankara, 56-62.
Grusky, D. B., Hauser, R. M. (1984). Comparative social mobilityrevisited:
Models of convergence and divergence in sixteen countries. American Sociological
Review, 49(1), 19–38.
Grusky, D., B.; Weeden, K., (2006). Does the Sociological Approach to Studying
Social Mobility Have a Future? in Mobility and Inequality: Frontiers of Research from
Sociology and Economics, edited by SL Morgan, G Fields, and DB Grusky. Stanford:
Stanford University Press, 85-108.
Habermas, J., (1975). Legitimation Crisis, Boston: Beacon Press.
Hauser, R. M. (1984). Vertical class mobility in England France and Sweden. Acta
Sociologica, 27(4), 387–390.
Holton, R.J., Turner, B.S.(1990) Max Weber on Economy and Society, Routledge,
New York
Hout, M., & DiPrete, T. A. (2006). What we have learned: RC28s contributions to
knowledge about social stratification. Research in Social Stratification and Mobility, 24, 1–
20.
Kalaycıoğlu, S., Rittersberger-Kılıç, H., (2000). Intergenerational Solidarity
Networks of Instrumental and Cultural Transfers within Migrant Families In Turkey,
Aging and Society 20, Cambridge University Press, 523-542.
Kalaycıoğlu, S., Çelik, K., Çelen, Ü., Türkyılmaz S. (2010). Temsili Bir
Örneklemde Sosyo-Ekonomik Statü (SES) Ölçüm Aracı Geliştirilmesi: Ankara Kent
Merkezi Örneği, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi,Cilt.13, no.1, 183-220.
Karpat, K., (2003). Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Ankara, İmge.
119
Kemerlioğlu, E., (1996). Toplumsal Tabakalaşma, İstanbul: Saray.
Kerbo, H. R. (2006). Socıal Stratıfıcatıon, Amerika: Sage.
Kerr, J., (1983). Motivation losses in small groups: A social dilemma analysis,
Journal Of Personality And Social Psychology, vol. 45, no. 4, 85-102.
Kerr, J., T.; Dunlop, F., ; Charles, M.,(1960). Industrialism and Industrial Man,
Harvard University Press.
Lipset, S., (1981). Political Man. Baltimore: Johns Hopkins University Press.
Lipset, S., Bendix, R., (1959). Social Mobility in Industrial Society, University of
California Press.
Lipset, S., Zetterberg, H., (1956). A Theory of Social Mobility, Transactions of The
Vth World Congress of Sociology, 155-157.
Işık, O., Pınarcıoğlu, M., M. (2009). Nöbetleşe Yoksulluk: Gecekondulaşma ve
Kent Yoksulları / Sultanbeyli Örneği, İstanbul: İletişim.
McCarthy, D., Zald, M. N., (1977). Resource Mobilization and Social Movements:
A Partial Theory, The American Journal of Sociology, Vol. 82, No. 6, 1212-1241.
Mills, W,. (1951). White Collar: The American Middle Classes. New York: Oxford
University Press.
Morris, L.; Scott, J. (1996). The attenuation of class analysis, British Journal of
Sociology 47:1 45–55.
Olson, M., (1965).The Logic Of Collective Action, Harvard University Press.
Öğütle, V. S., Çeğin, G., (2009). Toplumsal Sınıfların İlişkisel Gerçekliği, Ankara:
Tan,
Öngen, T. (2011) Marx ve Sınıf, Praksis Dergisi, 8, 9-28.
Pakulski, J., (1993). The dying of class or of Marxist class theory?, International
Sociology, 8, 3: 279–292.
Rosenbaum, J., Kariya, T. (1989). From high school to work: market and
institutional mechanisms in Japan. American Journal of Sociology, 94(6), 1334–1365.
Saunders, P. (2001). Social Class and Stratification, New York: Taylor & Francis.
İn Turkeyin The Context of Studies of Social Class Mobility, Bilig, 175-204
Savage, M. (2005). Social capital and social trust in Britain, European Sociological
Review, 21 (2), 109-123.
Scott, J . (1991). Networks of corporate power: A comparative assessment. Annual
Review of Sociology, 77:181-203.
Smelser, N., J., (1962). Theory Of Collectıve Behavıor, The Free Press, New York.
Sönmez, A. (2007). 'The Transformation of Occupational Structure and Chances for
Mobility in Turkey in the Context of Studies on Social-Class Mobility', Bilig, Spring
120
2007, 41: 175-204.
Swartz, D., (2011). Kültür ve İktidar: Pierre Bourieu’nun Sosyolojisi, Çev. Elçin
Gen, İstanbul: İletişim.
Şenyapılı, T., (1996). Ankara Kentinde Gecekondu Oluşum Süreci, Batıbirlik, 1-50.
T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, (1998). Metropolde kariyer
meslekleri ve aile yapısı temelinde yaşama tarzları: (Ankara örneği).
T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, (1998). Mesleklere Göre Aile
Araştırması: İşçi Ailesi.
T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, (2011). Türkiye’de Aile Yapısı
Araştırması 2011.
Terzioğlu, G., Yertutan, C., Aydıner Boylu, A. (2008). Kaleiçi’nde Yaşayan
Ailelerin
Sosyal,
Demografik
ve
Ekonomik
Durumu,
http://www.sdergi.hacettepe.edu.tr/arsiv.htm.
Tilly, C., (1978). From Mobilization to Revolution, McGraw-Hill Publishing.
Treiman, D. J. (1970). Industrialization and Social Stratification. E. O. Laumann,
ed., Social Stratification: Research and Theory for the 1970's. Indianapolis: BobbsMerrill,
207–234.
Yüceşahin, M. M., Tuysuz, S. (2011). Ankara Kentinde Sosyo-Mekansal
Farklılaşmanın Örüntüleri:Ampirik Bir Analiz, Coğrafi Bilimler Dergisi,9/2, 159-188.
Wallerstein, I., (1979). The Capitalist World-Economy. Cambridge: Cambridge
University Press.
Weber, M. (1995). Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, çev. Özer
Ozankaya, Ankara: İmge.
İnternet: Türkiye İstatistik Kurumu (2013). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi
Sonuçları, (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=15974). Son Erişim Tarihi:
21.04.2014
121
EKLER
EK-1. Mamak İlçesi Haritaları
Kaynak: http://www.haritamap.com/ilce/mamak-ankara
Harita 1.3. Mamak İlçesi Mahalleleri: Oklarla gösterilen saha çalışması yapılan mahalleler:
Saime Kadın Mahallesi, Mehtap Mahallesi, Abidin Paşa Mahallesi, Akdere Mahallesi, Şafak
Tepe Mahallesi, Üreğil Mahallesi, Kayaş Mahallesi, Kutludüğün Mahallesi
122
EK-1 (devam) Mamak İlçesi Haritaları
Kaynak: Güveç, M. (2000), Ankara Büyükşehir alanında Statü-Köken-Gelir Farklılaşmaları 1990 Sayımı
Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler, Kent ve Kentleşme Sempozyumu, Ankara
Harita 1.4. Ankara Yerleşme Nüfus Statü Gelir Haritası
123
EK-1 (devam) Mamak İlçesi Haritaları
Kaynak: Güveç, M. (2000), Ankara Büyükşehir alanında Statü-Köken-Gelir Farklılaşmaları 1990 Sayımı
Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler, Kent ve Kentleşme Sempozyumu, Ankara
Harita 1.5. Ankara Köken Gelir Haritası
124
EK-2. Saha araştırmasından resimler
Resim 1.3. Kutludüğün Mahallesi
EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler
Resim 1.4. Akdere Mahallesi
125
EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler
Resim 1.5 Kayaş Mahallesi
EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler
Resim 1.6 Kayaş mahallesinde gecekondu
126
EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler
Resim 1.7 Kayaş mahallesinde gecekondu
EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler
Resim 1.8 Akdere Mahallesi apartman dairesi
127
EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler
Resim 1.9 Kutludüğün Mahallesi
EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler
Resim 1.10. Kutludüğün Mahallesi
128
EK-3. Görüşme Formu
1) Kişisel Bilgiler:
Doğum yeri:
yaşı eğitimi, mesleği önceki mesleği, hane büyüklüğü, gelir durumu: gelirler derken sadece
maaş değil köyle bağlantı varsa, evi varsa, ya da başka türlü bir kazancı varsa hepsi, bütün
çekirdek hane için sorulacak
2) Kısa bir hayat hikayesi
Çocukluk yıllarınızı anlatarak başlar mısınız? Anne, baba meslekleri, annesinin, babasının
eğitim durumları, meslekleri, nerede doğdukları, kendi çocuklarının eğitim durumları. Neden
göç ettikleri Ankara’ya geldilerse ilk nereye geldikleri ve nasıl iş sahibi oldukları gibi.
3) a. Eğer çalışıyorsa, İş ve iş çevrenizi ve işe nasıl girdiğinizi anlatabilir misiniz? b. Hangi
özelliklerini seviyorsunuz ya da en az hoşlanıyorsunuz? c. İmkanınız olsa hangi mesleği/işi
seçerdiniz, neden? Sizi neler engelledi ya da eğer istediği işi yapıyorsa ailesinden kimler
destekledi nasıl? İş bulma konusunda aile bireylerinden yardım alındı mı, nasıl? Siz aile
çevrenizden kimlerin iş bulmasına yardım ettiniz? İyi bir işi nasıl tanımlarsınız? Başarı sizin
için ne ifade ediyor?
4) Bir gününüz genellikle nasıl geçiyor. Boş zamanlarınızda neler yapmayı tercih edersiniz?
Ailenizle boş vakitlerinizi nasıl geçirirsiniz?
Hangi tür müzik, spor, gazete, kitap, film? Neleri seviyorlar neleri sevmiyorlar neden?
Televizyon izleme alışkanlıkları, neler izleniyor? Sinema, tiyatro, müze ya da dışarıda yemek
yeme alışkanlıkları var mı? Büyüklerinin ya da çocuklarında bu alışkanlıkları nasıl?
Çocuklarında ya da büyüklerinde bu alanlarda nasıl farklılaşmış davranışları? Tatillerinizi
nasıl geçiriyorsunuz? Çocuklarınız ya da büyükleriniz nasıl geçiriyor?
5) Küçükken günlük hayatınız nasıldı, anne babanızla ya da kardeşlerinizle nasıl vakit
geçiriyordunuz?
Şimdiki aile hayatınız ile ebeveynlerinizi karşılaştırdığında ne gibi farklılıklar
gözlemliyorsunuz?
129
6) Kendi ailenizin size benimsetmek istediği değerler, davranışlar, alışkanlıkları anlatabilir
misiniz? Önemli olduklarını düşünüyor musunuz ? Sizin çocuklarınıza benimsetmek
istediğiniz değerler, davranışlar, alışkanlıklar var mı ailenizinkilerle benzer ve farklı yönleri
nelerdir?
Kendinizi bir politik görüşe yakın hissediyor musunuz? Neden? Çocuklarınız ya da
büyükleriniz bu konu hakkında neler düşünüyor?
7) Çouklarınızın eğitimleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Çocuklarınızın meslekleri
hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne olmalarını beklerdiniz/ bekliyorsunuz? Neden?
8) Nasıl evlendiniz? Aileleriniz kiminle evleneceğinize dair tavsiye verdi mi? Ne tip kriterleri
vardı? Sizin çocuğunuz için tavsiyeleriniz var mı?
9) Mamak’da ne kadar süredir yaşıyorsunuz? Nasıl geldiniz? Buradan taşınmak
istermiydiniz? Neden? Sizce burada yaşayanlar diğer insanlardan bir şekilde farklı mı neden?
Çocuklarınızın nerde yaşamalarını isterdiniz? Mamak hakkında ne anlatabilirsiniz? Mamak
içerisinde gitmeyi sevdiğiniz veya gitmekten kaçındığınız yerler var mı? Herhangi bir
toplulukla ilişkiniz var mı? Hemşehri dernekleri, spor ya da sürekli gittiğiniz bir yer?
Ankara’da gitmeyi sevdiğiniz ve gitmekten kaçındığınız yerler var mı?
10) Ailelerinizle ne sıklıkla görüşüyorsunuz? Yakın bağlara sahip misiniz? Kimlerle?
Neden? Bir probleminiz olduğunda aile üyelerinden yardım veya tavsiye ister misiniz ya da
onların bir sorunları olduğunda size başvururlar mı? Çocuklarınız sizden fikir veya yardım
ister mi?
11) Size hiç uymayan bir hayat tarzı anlatabilir misiniz? Çocuklarınız için istediğiniz hayat
tarzını anlatabilir misiniz?
12) Genel olarak Ankara’da yaşayan insanların ekonomik, sosyal durumlarıyla kendinizinkini
karşılaştırır mısınız?
13) Bir kişinin Türkiye’de daha iyi pozisyonlara gelmesi için ne yapması lazımdır?
14) Eğer kendi hayat biçiminizi başkalarıyla karşılaştırsaydınız kendinizi nasıl
konumlandırırdınız? Neden? Sizce nasıl hayat biçimi olan insanlar sizin üzerinizde/ altınızda
yer alır?
130
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Soyadı, adı
: YALÇINKAYA GÜLLE
Uyruğu
: T.C
Doğum tarihi ve yeri
: 04/04/1987
Medeni hali
: Evli
Telefon
: 0312 213 90 39
Faks
:
e-mail
: [email protected]
Eğitim
Derece
Eğitim Birimi
Mezuniyet tarihi
Yüksek lisans
Lisans
Gazi Üniversitesi/Sosyoloji Bölümü
M.S.G.Ü/Sosyoloji Bölümü
……………
2010
Lise
Eskişehir Anadolu Lisesi
2005
İş Deneyimi
Yıl
Yer
2011- Devam ediyor
Gazi Üniversitesi
Yabancı Dil
İNGİLİZCE
Görev
Araştırma Görevlisi
GAZİ GELECEKTİR...
Download