SOSYO-KÜLTÜREL VE EKONOMİK AÇIDAN NESİLLER ARASI SOSYAL HAREKETLİLİK: ANKARA MAMAK ÖRNEĞİ MERVE YALÇINKAYA GÜLLE YÜKSEK LİSANS/ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MAYIS 2014 ETİK BEYAN Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez Yazım Kurallarına uygun olarak hazırladığım bu tez çalışmasında; Tez içinde sunduğum verileri, bilgileri ve dokümanları akademik ve etik kurallar çerçevesinde elde ettiğimi, Tüm bilgi, belge, değerlendirme ve sonuçları bilimsel etik ve ahlak kurallarına uygun olarak sunduğumu, Tez çalışmasında yararlandığım eserlerin tümüne uygun atıfta bulunarak kaynak gösterdiğimi, Kullanılan verilerde herhangi bir değişiklik yapmadığımı, Bu tezde sunduğum çalışmanın özgün olduğunu, bildirir, aksi bir durumda aleyhime doğabilecek tüm hak kayıplarını kabullendiğimi beyan ederim. MERVE YALÇINKAYA GÜLLE 09/06/2014 iv SOSYO-KÜLTÜREL VE EKONOMİK AÇIDAN NESİLLER ARASI SOSYAL HAREKETLİLİK: ANKARA MAMAK ÖRNEĞİ (Yüksek Lisans Tezi) Merve YALÇINKAYA GÜLLE GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Mayıs 2014 ÖZET Türkiye gibi hızlı ekonomik, sosyal, kültürel ve politik değişimlerin yaşandığı bir toplumda birey, aile ya da toplulukların sosyal hareketlilik stratejilerinin incelenmesi sosyal mekanın yapısını ve dönüşümünü anlamak için büyük bir önem taşımaktadır. Ankara Mamak İlçesi örneğinden hareketle sosyal ve mekansal hareketliliği hem geleneksel gecekondu özelliklerini koruyan mahalleler hem de apartmanlaşmanın yoğun olduğu mahallelerde, üç nesli kapsayan görüşmelerle, saha araştırması yapılmıştır. Toplumsal dönüşümlerin, ailelerin sosyal hareketliliğini nasıl etkilediği, değişimler karşısında aile stratejilerinin nasıl şekillendiğinin incelenmesi amaçlanmıştır. Apartmanlaşmanın ve formel konutlaşmanın neredeyse tamamlandığı mahalleler Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap mahallelerinden, apartmanlaşmaya başlayan fakat hala önemli bir bölümü gecekondu özelliklerini koruyan Kayaş, Üreğil mahalleleri ve Mamak Belediyesi sınırlarına yakın tarihte dahil edilmiş olan Kutludüğün mahallesi araştırmanın saha araştırma alanıdır. Ailelerin nesil içi ve nesiller arası sosyal hareketlilik stratejileri Bourdieu’nun sermayeler kuramı açısından ele alınmıştır. Ailelerin nesiller arasında sosyal hareketlilik stratejilerinin mekansal, kültürel, sosyal ve ekonomik unsurlarla etkileşimi sonucunda önemli derecede farklılaştığı, bunun yanı sıra ailenin dayanışma ve savunma mekanizması olarak önemli rolünün devam ettiği ileri sürülmektedir. Bilim Kodu Anahtar Kelimeler Sayfa Adedi Tez Danışmanı : 1138 : Sosyal hareketlilik, Aile, Sermayeler Kuramı, Ankara, Mamak : 130 : Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ v .INTER GENERATİONAL MOBİLİTY IN TERMS OF SOCIO-CULTURAL AND ECONOMIC: CASE STUDY OF ANKARA MAMAK DİSTRİCT (M.SThesis) Merve YALÇINKAYA GÜLLE GAZİ UNIVERSITY GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES May 2014 ABSTRACT It is important to investigate the strategies of the social mobility of the individual, family and community to understand structure and social change of the social house-dwelling in communities facing rapid economical, social, cultural and political changes like Turkey. Field research is conducted in Mamak in Ankara, in both disticts comprising shanties conserving traditional properties and dense housing districts. It is aimed to investigate the effect of families on social mobility and the strategy of the families in the presence of social changes. Field research are made in Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap districts, housing and formal housing are almost completed, Kayaş, Üreğil districts housing is continuing but a major part of the district is conserving shanty properties and finally Kutludüğün district joined recently to Mamak. Social mobility strategies of the families both intra generation and inter generation is considered regarding capital theory of Bourdieu. It is proposed that strategies of the inter genaration families are affected by social mobility spatial, cultural, social and economical and changed. Also family role is important redarging solidarity and defence mechanism. Bilim Kodu Anahtar Kelimeler Sayfa Adedi Tez Danışmanı : 1138 : Social mobility, Familiy, Capital Theory, Ankara : 130 : Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ vi TEŞEKKÜR Bu çalışmanın tamamlanmasında ve karşılaşılan zorlukların aşılmasında katkısı olan herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Öncelikli olarak hoşgörüsü ve destekleri için danışman hocam Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ’ye sonsuz teşekkür ederim. Ayrıca saha çalışması boyunca maddi ve manevi desteklerini eksik etmeyen sevgili arkadaşlarım Emine ÇAKIR ve Mehmet ÇAKIR’a ve aileme minnet ve şükranlarımı sunarım. vii İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ............................................................................................................................. iv ABSTRACT .................................................................................................................. v TEŞEKKÜR ................................................................................................................... vi İÇİNDEKİLER ............................................................................................................. vii ŞEKİLLERİN LİSTESİ ................................................................................................. ix RESİMLERİN LİSTESİ ................................................................................................ x HARİTALARIN LİSTESİ ................................................................................................ xi 1. GİRİŞ......................................................................................................13 2. TEORİK ÇERÇEVE VE KAVRAMSAL ALTYAPI..................................... 19 2.1. Sosyal Hareketlilik Çalışmalarının Teorik Temelleri ........................................ 19 2.2.1. Karl Marx’ın Sınıf Teorisi....................................................................... 19 2.2.2. Max Weber’de Sosyal Sınıf ve Statü ....................................................... 22 2.2.3. Post Endüstriyel Toplum Yaklaşımları................................................... 25 2.3. Sosyal Hareketlilik Araştırmalarında Niceliksel Çalışmalar.......................... 30 2.3.1. John Goldthorpe’un Neo-Weberyan Meslek Şeması............................. 30 2.3.2. Eric Wright’ın Neo-Marksist Sınıf Şeması.......................................... 35 2.3.3. Uluslararası Ve Ulusal Makro Hareketlilik Çalışmaları...................... 38 2.3.4. Hout ve Diprete’in Sosyal Hareketlilik Araştırmalarına Dair Genel Tespitleri.............................................................................. .............. 39 2.4. Sosyal Hareketlilik Araştırmalarında Niteliksel Çalışmalar ve Yeni Yaklaşımlar........................................................................................... 43 2.4.1. Sosyal Hareketlilik Çalışmaları Bağlamında Bourdie’nun Sermayeler Kuramı................................................................................. 45 viii Sayfa 3. TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE SINIFLAR................... . .. 5 9 3.1. Türkiye’de Sosyal Hareketlilik Çalışmaları Bağlamında Tabakalaşma ve Sınıf Kavramı....................................................................... 59 3.1.1. Sosyo-Kültürel Statü Çalışmaları.............................................................. 62 3.1.2. Kent Bağlamında Sosyo Ekonomik Duruma Odaklanan Çalışmalar......... 64 3.1.3. Aile Temelinde Yapılan Araştırmalar........................................................ 65 4. ALAN ARAŞTIRMASI.......................................................................................... 67 4.1. Araştıma Alanının Seçimi.................................................................................... 67 4.2. Veri Toplama Tekniği.......................................................................................... 74 4.3. Araştırmanın Sınırlılıkları.................................................................................... 74 5. ARAŞTIRMA BULGULARI................................................................................... 77 5.1. Kente Uyum ve Sosyal Ağların Dönüşümü........................................................ . 77 5.2. Mesleki Hareketlilik............................................................................................. 84 5.3. Mekansal Hareketlilik ve Farklılaşan Mekanlar.................................................. 86 5.4. Aileler Arasında Dayanışma ve Çatışma Alanları............................................... 90 5.5. Ekonomik Sermaye.............................................................................................. 102 5.6. Kültürel Sermayenin Dönüşümü ve Eğitim Stratejileri....................................... 105 6. SONUÇ........................................................................................................................109 KAYNAKLAR.............................................................................................................. 115 EKLER........................................................................................................................... 121 EK-1. Mamak İlçesi Haritaları......................................................................................... 121 EK-2. Saha Araştırmasından Resimler..............................................................................124 EK-3. Görüşme Formu......................................................................................................128 ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................... 130 ix ŞEKİLLERİN LİSTESİ Şekil Sayfa Şekil 1.1. Weber ve Marx’ın Sınıf Analizinin Temel Göstergeleri................................ 24 Şekil 2.1. Goldthorpe’un Sınıf Şeması............................................................................ 32 Şekil 3.1. Wright’ın Sınıf Şeması (birincil versiyon)..................................................... 36 Şekil 3.2. Wright’ın Sınıf Şeması (ikinci versiyon)..........................................................37 Şekil 4.1. Boratav’ın Türkiye’de Bölüşüm İlişkilerinin Sınıfsal Çerçevesi Şeması..........60 Şekil 3.2. Boratav’ın Türkiye’de Bölüşüm İlişkilerinin Sınıfsal Çerçevesi Şeması..........61 x RESİMLERİN LİSTESİ Resim Sayfa Resim 1.1. Akdere Mahallesinde Bir Apartman Dairesi.....................................................83 Resim 1.2. Kayaş Mahallesinde Bir Gecekondu............................................................. 83 Resim 1.3. Kutludüğün Mahallesi ................................................................................. 121 Resim 1.4. Akdere Mahallesi .......................................................................................... 121 Resim 1.5. Kayaş Mahallesi..............................................................................................122 Resim 1.6. Kayaş Mahallesinde Gecekondu................................................................... 122 Resim 1.7. Kayaş Mahallesinde Gecekondu................................................................... 123 Resim 1.8. Akdere Mahallesi Apartman Dairesi ............................................................ 123 Resim 1.9. Kutludüğün Mahallesi .................................................................................. 124 Resim 1.10. Kutludüğün Mahallesi ................................................................................ 124 xi HARİTALARIN LİSTESİ Harita Sayfa Harita 1.1. Ankara Statü Gelir Haritası................................................................................. .71 Harita 1.2. Ankara Kentinde Mahallelerin Sosyo Mekansal Niteliklerine Göre Kümelenmesi.................................................................................................................... 72 Harita 1.3. Mamak İlçesi Mahalleleri................................................................................118 Harita 1.4. Ankara Yerleşme Nüfus Statü Gelir Haritası............................................,.....119 Harita 1.5. Ankara Köken Gelir Haritası...........................................................................120 12 13 1. GİRİŞ Sosyal hareketlilik birey, aile ya da grupların sosyal hiyerarşi sistemi içerisindeki nesil içi ve nesiller arası hareketliliklerine işaret etmektedir. Sosyal hareketlilik süreçleri, toplumların içsel mekanizmalarına bağlı olarak zaman içerisinde değişmekte, toplumların en temel yapıları olan sınıf, statü veya mevkiler de bu süreçler vasıtasıyla yeniden üretilmekte ve dönüşmektedir. Türkiye gibi hızlı ekonomik, sosyal, kültürel ve politik değişimlerin yaşandığı bir toplumda birey, aile ya da toplulukların sosyal hareketlilik stratejilerinin incelenmesi sosyal mekanın yapısını ve dönüşümünü anlamak için büyük bir önem taşımaktadır. Türkiye’nin 1927’de % 24,22 olan kent nüfusu, 2011’e gelindiğinde 77,3’e, 2013 yılında ise 14 ilde büyükşehir belediyesi kurulması ve büyükşehir statüsündeki 30 ilde, belde ve köylerin ilçe belediyelerine mahalle olarak katılmasıyla %91,3’e yükselmiştir (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=15974).1950’lerden sonra kırdan kente yaşanan ve son on yılda ise kenten kente devam eden hızlı göç, toplumun demografik, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısında çok önemli dönüşümler meydana getirmiştir. Türkiye, nüfusunun çoğunun tarıma dayalı toplumsal ilişki yapısının çözülmeye başladığı, “kent kökenli faaliyetlerin ve kararların belirleyici bir rol oynadığı bir ülkeye dönüşmüştür” (Işık ve Pınarcıoğlu, 2009 : 95). 1980’lere kadar ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanan Türkiye’nin, kitlesel göçler sonucu istihdam yapısı, hizmet ve imalat sektörünün ağırlık kazanmasıyla önemli ölçüde değişmiş, kente ilk göç eden nesil işçileşmiş ve bu nufüs sanayileşmeyle birlikte değişmeye başlayan toplumsal yapının en çok etkilenen, nitelik ve nicelik olarak gelişen ve değişen tabakasını oluşturmuştur. Kentleşme sorunlarının üstesinden gelinmesini sağlayan en önemli unsur Işık ve Pınacıoğlu’na göre, farklı toplumsal kesimlerin kendiliğinden geliştirdiği mekanizmalardır (2009). Bu enformal mekanizmalardan biri olan gecekondu, kentlere yeni yerleşen göçmen mülksüz kitleler için kente tutunmaya yarayacak bir tampon mekanizma işlevi görmüştür. 1980’lerle birlikte gecekonduların işlevinde önemli bir değişiklik görülmektedir. Işık ve Pınarcıoğlu bu tarihten itibaren sadece iskan amacıyla değil, piyasada satılmak ve kiralanmak amacıyla üretilen konutların ortaya çıktığını, gecekondu alanlarında birden fazla konuta sahip bir kesimin oluştuğunu belirtmiş, ayrıca gecekondularda el değiştirmenin arttığını vurgulamışlardır (2009: 163). Kullanım amacıyla yapılan enformel 14 konut üretiminden, ticarileşmiş konut üretim sürecine geçişin meydana getirdiği toplumsal farklılaşma, kentlerdeki mekansal ve sosyal tabakalaşma yapısında önemli dönüşümler yol açmış ve sosyal hareketliliği arttıran bir unsur olmuştur. Erman, bugün birçok gecekondu bölgesinin zaman içinde birbirlerinden farklılaştığını, bazılarının apartmanlara dönüşerek kentin formel konut piyasası içine katıldığını, bazılarının ise tipik gecekondu mahallesi özelliklerini koruyarak varlığını sürdürdüğünü, kimisinin ise eskiyerek, bozularak en yoksulların sığınma mekanları haline geldiğini belirtir (2004:14). Bu süreçte kimi gecekondulu, apartman ya da birkaç gecekondu sahibi olurken, kimisi ise gecekonduda kirada oturmaktadır. Çoğunlukla homojen olarak görülen gecekondu halkı kendi içinde hiyerarşik olarak bölünebilmekte, böylece kentli için ‘öteki’ olan gecekondulu kendi ‘öteki’sini üretebilmektedir (Erman, 2004:14). Bu bağlamda eski gecekondu bölgeleri, hem kentsel mekan içinde hem de kendi içerisinde farklılaşmakta, halen gecekonduda oturanlar, apartmanlara yerleşenler, kiracılar, ev sahipleri ve göçmenlerin ikinci ve üçüncü nesilleri meslek, eğitim, mülkiyet, gelir, sosyal ağlar yönünden karmaşıklaşan bir görünüm sunmaktadır. Araştırma bu kapsamda ilk nesli kırdan kente göç ederek, gecekondu bölgesine yerleşen ailelerde, sosyal, kültürel, ekonomik ve mekansal hareketliliği nesil içi ve nesiller ararası bağlamda niteliksel yöntemle incelemeyi amaçlamaktadır. Aile, çalışmada çekirdek aile olarak değil, nesillerarası kan veya evlilik yolu ile akrabalık ağlarını kapsayan, geniş aile temelinde ele alınmaktadır. Türk aile yapısında akrabalık ağlarının güçlü olması, çekirdek hane yapısının Türkiye’de baskın hane formu olmasına rağmen güçlü nesiller arası, haneler arası ilişkilerin mevcut olması sebebiyle geniş aile birimi temel alınmıştır. Çekirdek aileler çoğunlukla ayrı evlerde yaşamalarına rağmen Türkiye bireyselden çok, “büyük bir grupla işbirliğinde bulunan veya bağımlı olan aile sistemlerine” girmektedir (T.C Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1998: 69). Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması’na (2011) göre, çekirdek aile, metropollerdeki sayılı örneklerin dışında, “yalıtılmış” çekirdek aile tipine uymamaktadır. Araştırmada kullanılan Litwak’ın “çekirdek aileler konfederasyonu” kavramı yalıtılmış çekirdek aileden farklı olarak, bir çekirdek ailenin akraba, hısım veya hemşeri diğer çekirdek aileler ile yakın etkileşimlerini vurgulamaktadır (2011:389). Araştırmada kentsel çekirdek ailelerde kazanç ortaklığından 15 çok, hizmet alışverişi söz konusu olduğu çekirdek aile konfederasyonunun, birbirine kısmen bağımlı çekirdek ailelerden meydana geldiği belirtilmektedir (2011: 389). Aile bir transfer sistemi olarak hem ekonomik sermayelerin hem de bireylerin tutum, beğeni ve eğilimlerini yeniden üreten bir kurumdur. Ailelerin transfer stratejileri onların ekonomik, sosyal ve ekonomik sermayelerini korumaya ya da geliştirmeye dayalı olarak benimsedikleri yolları ifade etmektedir. Birçok endütriyel toplumda olduğu gibi aile Türkiye’de de sosyal refahın, bireysel ihtiyaçların sağlanmasında en önemli role sahip kurumlardan biridir (Kalaycıoğlu ve Rittersberger-Kılıç, 2000: 6). Araştırma biriminin geniş aile olarak ele alınmasının, sermayelerin nasıl aktarıldığı ya da dönüştürüldüğünü incelemek açısından önemli avantajları olduğu düşünülmektedir. Kadın ve erkeğin rolleri, kardeşlerin birbirine göre toplumsal konumları ya da geniş aile içerisindeki her bir çekirdek ailenin birbirine göre farklılaşması, beceri ve kaynakların aktarımı, değerler ve önceliklerle ilgili çizilen sembolik sınırlarla ilgili alanların incelenmesine olanak sağlayacağı düşünülmektedir. Aile ilişkilerinin içsel dinamikleri, bireylerin sosyal sınıf, eğitim, konut, göç ve iş piyasasındaki konumlarını belirlemenin yanı sıra kültürel beğeni ve pratiklerininde şekillenmesinde çok önemli bir etkiye sahiptir. Ailenin yeniden üretim stratejileri, aile içi pratikler ve sosyal yapının koşullarına göre nasıl şekillenmekte, aileler sahip oldukları sermaye biçimlerini hangi alanlarda nasıl arttırmakta, korumakta ve dönüştürmektedir? Nesiller arasında dayanışma ve çatışma alanları nasıl oluşmakta ve değişim göstermektedir? Bu soruları etrafında sosyal hareketlilik stratejilerinin incelenmesi amacıyla araştırmanın ilk bölümünde sosyal hareketlilik araştırmalarının altyapısını oluşturan teori ve kavramlar çerçevesinde sosyal hareketlilik araştırmalarının değerlendirilmesi yapılacaktır. Literatürdeki araştırmaları dörde ayırmak mümkündür. İlk bölünme teorik olarak Marxsist geleneği takip eden çalışmalar ile liberal geleneği takip eden araştırmalar arasındadır. İkinci bölünme ise nicel metodlara dayanan makro ölçekteki araştırmalar ile niteliksel metodlara dayanan mikro ölçekteki araştırmalardır. Makro sosyal hareketlilik çalışmaları, uluslararası karşılaştırmalarla ve ulus içerisinde farklı zaman aralıklarında nicel veriler toplayarak endüstriyel kapitalist toplumların sosyal dalgalanma kalıpları ve sosyal düzenliliklerinin benzer özellikler gösterdiğini ortaya koymuştur (Erikson ve Goldthorpe, 1992; Featherman, Jones ve Hauser, 1975; Lipset ve Bendix, 1959; Lipset ve Zetterberg, 1956). Bu çalışmalar iki temel yöntem izlemektedir. İlki, sınıf kökeni (babanın oğlu on dört-on beş yaşındaykenki işi) ile sınıf istikameti (oğulun şimdiki işi) arasındaki ayrıma dayanan ölçümdür. İkincisi, ilk sınıf 16 pozisyonu (oğulun ilk işi) ile sınıf istikameti arasındaki ayrıma dayanmaktadır. İstatistiki metodlara dayalı çalışmaların sosyal olguların genellenebilir ampirik verilerini sunmasının önemi kabul edilmekle birlikte bu tarz çalışmalar birçok teorik tartışmanın yanı sıra metodolojileri bakımından da eleştirilmiştir. 1980’lerden itibaren, tabakalaşma sosyolojinin merkezinde yer alan sosyal sınıf kavramının, bugünün karmaşık toplumlarını açıklamakta yetersiz kaldığı eleştirileri (Savage, 2005), sınıf ile meslek arasında doğrudan ilişki kuran çalışmaların da yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur. Bugün hayat boyu süren meslekler yerine daha parçalı, güvenliksiz iş ve kariyer süreçlerinin artmaya başlamasının meslek üzerinden yapılan ayrımları daha az güvenilir hale getirdiği (Grusky, Weeden 2006) ayrıca mesleksel bir ölçü kullanılarak tanımlanan sosyal pozisyonların sosyal hareketliliği hanenin reisi sayılan erkeğin işiyle ilişkilendirerek, kadınlar, emekliler, öğrenciler, işsizler veya tam gün çalışmayanları kapsam dışında bıraktığı ifade edilmektedir. Bir diğer dikkat çekilen husus, durum yaklaşımının (snapshot approach) sınıf ve statü pozisyonlarını, bireylerin yaşamlarının belli bir anında dondurarak, yaşamlarının belli bir noktasından sonra bireylerin kariyerlerinin ilerlemeyeceği ya da gerilemeyeceği varsayımından hareket etmesidir. Bir diğer eleştiri, katılımcıların herbirinin aynı anket sorularını cevaplaması ve bu durumun verileri sınırlandırmasıdır. Edilinen verilerin bireylerin, ailelerin ve grupların öznel farklılıklarını ve sosyal hareketliliğin çok faktörlü yapısını ortaya koymakta yetersiz kaldığı öne sürülmektedir. Etnografik araştırma geleneğine dayanan, kültürün hem olgusal hem de yorumsal bilgisini edinmeyi amaçlayan araştırmalar, sosyal hareketlilik çalışmalarına yeni yaklaşımlar getirmektedir. Örnek olay incelemesi yöntemine dayanan bu araştırmalarda, sosyal mekanın yapısının sınıf, statü gibi temel sosyal yapıların yeniden üretilmesi ve dönüşümü ile etkileşimli olarak hem toplumların yapısal özellikleri hem de bireylerin kendi deneyimleri ve pratikleriyle şekillendiği öne sürülmektedir. Başka bir deyişle sosyal yapılar bireyleri şekillendirirken; bireylerin, ailelerin ya da grupların da sosyal yapılar üzerindeki biçimlendirici etkisinin sosyal hareketlilik çalışmalarında göz önüne alınması gerektiği ileri sürülmektedir. Sosyal hareketlilik süreçlerinin daha iyi anlaşılması açısından toplumların karmaşık ve çeşitli yapısının yenilenmiş metodolojik ve teorik perspektiflere ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Bu çalışmaların ortak noktası, daha çok niteliksel yöntemlerin kullanılması, böylece bireylerin deneyim ve pratiklerinin önemine dikkat çekilmesidir (Bertaux ve Thompson, 2009). Bu yolla mikro kültürel yapı ve yerel dinamiklerin kompleks gündelik yaşam pratiklerine etkilerinin daha açık bir biçimde 17 ortaya konulabileceği savunulur. Bu yaklaşım bağlamında Bourdieu’nun alan, habitus ve sermaye kavram setleri, konuya analitik bir görü kazandırmaktadır. Bourdieu kültür ile sınıf ilişkisini ele alan Distinction (1984) adlı yapıtında bireylerin yeniden üretim stratejilerini sermaye kavramlarıyla açıklar. Bu kavramların gücü kültür, ekonomi, sosyal ağlar, değerler gibi faktörlerin analitik bir biçimde incelenmesine olanak sağlamasıdır. Habitus ve alan kavramları ise sosyal mekanın yapısını ve bireylerin pratiklerini kavramada yardımcıdır. Bourdieu’a göre bireylerin zihniyet kategorilerini her tabakanın özgül pratikler kümesi belirlemekte ve bireylerin sembolik sınırlarını oluşturmaktadır. Bu kapsamda araştırmanın saha çalışması Ankara Mamak İlçesi olarak belirlenmiştir. Kentsel bölgelerin yapısında olan değişimlerin (apartmanlaşma, kentsel dönüşümler, kentlerin yayılması) yanı sıra Türkiye’de eğitim kurumlarının yaygınlaşması ve eğitim gören bireylerin sayısının artması, iletişim teknolojilerinin gelişmesi, farklı sektörlerin gelişerek iş imkanlarında çeşitlenmelerin artmasıyla aile yapısında önemli değişimler meydana gelmektedir. Bu süreçte ailelerin formal ya da enformal ne tür stratejiler geliştirdiklerini incelemek amacıyla alan araştırması planlanmıştır. Hem gecekonduların varlıklarını sürdürdüğü hem de apartmanlaşmanın yaşandığı, formal ve enformal konut sektörünün birarada bulunduğu bir ilçe olan Mamak İlçesi araştırma alanı olarak belirlenmiştir. Mamak İlçesi Ankara’nın en eski gecekondu alanlarından biridir. 1930’lardan itibaren çevre köylerden ve kentlerden göç almıştır. Hala Ankara’nın en fazla göç alan bölgelerinden biridir. Mamak Kızılay, Ulus, Cebeci gibi Ankara’nın kent merkezinde yer alan bölgelerin çevresinde kurulmuş, daha sonra genişleyerek, altmış beş mahallesiyle Ankara’nın en büyük ilçelerinden biri haline gelmiştir. Zenginlik, yoksulluk, akrabalık, hemşerilik, etnik köken, ortak değer ve tutumlar, ikamet tercihleri kent içi sosyo-mekânsal farklılıkların oluşumunda önemli dinamiklerdir. Kuşkusuz bu farklılıkların oluşumu ve zamanla değişiminde pek çok etmen rol sahibi ise de kent merkezine olan uzaklık çoğu zaman önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü çeş tl şler, alışveriş merkezleri, okullar, sağlık tesisleri, yeşil alanlar, spor merkezleri, eğlence merkezleri gibi çeşitli hizmet ve olanaklara erişim, sosyo-mekânsal farklılaşmanın gizil dinamikleri arasında yer almaktadır. Bu bağlamda araştırma kent merkezine yakın mahallelerden başlanarak çevreye doğru genişletilmiştir. Bu şekilde ilçenin kendi içerisinde nasıl farklılaştığı da gözlenebilmiş, hem gecekonduda halen oturan, hem de gecekondudan apartmanlara taşınan ailelerle görüşme imkanı bulunmuştur. Bu sayede gecekondularda oturan aileler ile apartmanlara taşınan ailelerin sosyal ve mekansal 18 ilişkileri karşılaştırılması amaçlanmıştır. Saha araştırmasının yapıldığı mahalleler Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe, Kutludüğün, Kayaş, Mehtap, Üreğil Mahalleleridir. Saha araştırması 2013 yılı Temmuz-Ekim ayları arasında gerçekleştirilmiştir. Saha verileri araştırmanın amacıyla ilişkili olarak temel olarak sosyal, kültürel, ekonomik ilişkiler başlıkları altında incelenmiştir. Apartmanlaşmanın ve formel konutlaşmanın neredeyse tamamlandığı mahalleler Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap mahallelerinden, apartmanlaşmaya başlayan fakat hala önemli bir bölümü gecekondu özelliklerini koruyan Kayaş, Üreğil mahalleleri ve Mamak Belediyesi sınırlarına dahil edilmiş Kutludüğün mahallesinde ailelerle mülakatlar yapılmıştır. Mülakatlar ailelerin sosyal, ekonomik, kültürel sermayelerinin nasıl aktarıldığı, dönüştüğünü ve korunduğunu anlayabilmek için yarı yapılandırılmış bir soru kağıdı geliştirilerek gerçekleştirilmiştir. Sorular, gündelik hayat pratiklerinden, tasarruf biçimlerine, eğitim, meslek, yaşanılan yer ve aile tercihleri, değer ve geleneklerin, zevklerin ve eğilimlerin belirlenmesi amacıyla sorulan tüketim biçimlerini incelemek amacıyla oluşturulmuştur. Nesiller arasında ve nesil içinde değiştirilen işler, daha ikamet edilen yerlerin yanı sıra nesiller arasında çocukların cinsiyetlerine göre eğitim açısından bir farklılık yaşanmış mıdır? Yaşanmakta mıdır? Hangi çocuğunun eğitimine daha fazla destek verilmektedir? Sosyal ağlar iş bulma, konut, yerleşilen çevre gibi konularda önemini korumakta mıdır? Gibi sorularla ailelerin sosyal hareketlilik stratejileri incelenmeye çalışılmıştır. 19 2. TEORİK ÇERÇEVE VE KAVRAMSAL ALTYAPI 2.1. Sosyal Hareketlilik Çalışmalarının Teorik Temelleri “Toplumsal tabakalaşma düzeni bir toplumun yapısal görünümünün en önemli yönünü oluşturmasına karşılık toplumsal hareketlilik de toplumlardaki en önemli süreçlerden biridir. Bu göreli yapısal öge ile süreçsel öge arasındaki ilişki çok sıkı ve birbirini belirleyici özelliktedir. Toplumsal tabakalaşmanın biçimi, yapısı ve öteki özellikleri toplumsal hareketliliğin sıklığı, yoğunluğu, yaygınlığı ve çapına bağlı olarak belirlenir.” (Kemerlioğlu, 1996: 143). Toplumsal tabakalaşma, tüm toplumlarda, değişik çaptaki yapıların içindeki konumların ve rollerin, ayrıcalıkları, saygınlıkları, otoriteleri ve baskınlıklarına göre az çok sürekli mertebelenmelerini bir kavramdır olarak tanımlanmaktadır (Kemerlioğlu, 1996:1). Eşitsizliklerin kurumsallaşması sonucu toplumların sosyal ve ekonomik yönden eşit olmayan gruplara, katmanlara ve sınıflara bölünmesi ile oluşan toplumsal farklılaşmanın ve tabakalaşmanın dereceleri, biçimleri, oranları ve sonuçları toplumlara ve çağlara göre önemli değişikler göstermektedir (Kemerlioğlu, 1996:1). Birçok toplumda toplumsal tabakalaşma sınıflardan farklı şekilde cinsiyet, etniklik veya ırksal farklılar temelinde ortaya çıksa da, özellikle endüstri devrimi ve sonuçlarının, Batı toplumlarının yapısında köklü değişiklikler yaratması üzerine yakın zamanlara kadar bu alanda yapılan çalışmalar, sınıflar ve gruplar arasındaki ayrımlar, geçişler ve eşitsizlikler üzerine yoğunlaşmıştır. Toplumsal tabakalaşmanın, birey ve grupların sıralanmaları arkasında belirli tahmin edilebilir kurallar olan bir sistem ve bu sistemde malların, servislerin ve prestijlerin topluma eşitsiz dağılımı olduğuna dair genel bir uzlaşma olsa da Karl Marx, Émile Durkheim ve Max Weber’in sosyal tabakalaşma teorileri toplumsal tabakalaşmaya üç farklı teorik miras bırakmıştır (Kerbo, 2006: 228). 2.2.1. Karl Marx’ın Sınıf Teorisi Marx’ın üretim süreci ve ilişkileri temelinde ortaya koyduğu, bireylerin üretim araçlarına sahip olma ya da olmama durumuyla belirlenen sınıf kavramı ile Max Weber’in bireylerin mülkiyet, hizmet, bilgi, beceri ve yeteneklerine bağlı olarak piyasada konumlanmalarını tanımlayan sosyal sınıf ve statü kavramları tabakalaşma ve sosyal hareketlilik çalışmalarının teorik temellerini oluşturur. 20 Eserlerinde tam olarak ele alınmasa da sınıf kavramı, Marx’ın teorisinde toplumların nasıl oluştuğu ve değiştiğini açıklamakta merkezi bir önemdedir. Saunders, Marx’ın sınıf kavramında süreklilik arz eden beş tema bulunduğunu öne sürer (2001:1934). İlk tema, farklı sınıfların genellikle farklı seviyede gelir düzeyi ve hayat tarzına sahip olmalarının onları birbirlerinden farklılaştırmasıdır. Bu farklılaşma sınıfın en önemli belirleyeni olan mülkiyete sahip olma ya da olmamaya bağlıdır. Çünkü sınıf ilişkileri, üretim ilişkilerine, üretim ilişkilerini tanımlayan mülkiyet ve kontrol kalıplarına dayalıdır. Bu nedenle Marx kapitalist toplumu iki büyük sınıfa burjuvazi ve proleteryaya ayırır. Burjuvazi, maddi üretim araçlarına sahip olan ve kontrol eden sınıf, proleterya ise sahip olduğu tek şey olan emek gücünü burjuvaziye satan ya da satmaya zorlanan sınıfı oluşturur (Saunders, 2001:1934). Fakat Marx ‘ın kapitalizmi daha alt soyutlama düzeyinde bir toplumsal formasyon olarak incelediği yapıtlarında daha karmaşık, çelişik ve çoğulcu bir sınıf yapısı anlayışı ortaya koyar (Öngen, 2001 :21). Artı Değer Teorileri’nde orta sınıflara ilişkin çözümlemelerinde, net bir biçimde çoğulcu bir yapı resmeder. Marx, orta sınıfları, küçük üreticilerden, küçük burjuvaziden, pazarlama, satınalma, satış işleri ile uğraşanlardan, aracılardan (toptancılar, dükkan sahipleri, spekülatörler), sermaye adına kumanda edenler (yöneticiler, denetçiler) ile onların yardımcıları, muhasebeciler, sekreterlerden ve son olarak hukukçulardan, gazetecilerden, ruhban sınıfı ve ordu ile polis gibi devlet görevlilerinden oluşan geniş bir yelpaze içinde değerlendirir (Öngen, 2001: 21). Fakat Marx’a göre kapitalist toplumun en temel ve önemli sınıfları burjuvazi ile proletaryadırİkinci olarak, Marx’a göre sınıf, bireylerin toplum içinde doldurdukları bir pozisyon değil, bir grubun başka gruplarla ilişkiselliği içerisinde belirlenen bir konumdur (Saunders, 2001: 1934). Yani Marx’a göre sermayenin tarihinden bağımsız olarak sınıfların ilişkiselliği, burjuvazi ya da işçi sınıfı bağımsız bir kendilik içinde homojen olarak anlaşılamaz (Öğütle; Çeğin, 2009: 50). Marx’ta üçüncü tema, sınıf kavramının sadece sosyal bilimcilerin dünyayı anlamak için geliştirdikleri bir araç değil, belirli bir sınıfa mensup olan insanlar bunun farkında olmasa da onların hayatını şekillendiren, gerçek etkilere sahip bir yapı olarak kavranması gerekliliğidir (Saunders, 2001: 1934). Bir sınıf, onu oluşturan bireylerden çok daha fazlasını ifade etmektedir. Çünkü bu bireyler sistemin mantığına göre benzer şekilde davranmaya zorlanmakta ve aynı zamanda benzer şekilde düşünmeye eğilim göstermektedir. Kapitalistler sermaye birikimlerini arttırmak için çalışanlara verebilecekleri en düşük ücreti vermek, üretim süreçlerinin verimliliğini arttırmak ve mallarını satabilecekleri en yüksek fiyata satmak; işçiler ise yaşamak için işgüçlerini satmak ve kapitalistlerin sermayelerini arttırmak zorundalardırlar (Saunders, 21 1990: 8). Dördüncü tema sınıf mücadelelerinin tarımsal toplumlara geçişten itibaren her toplumda bulunduğu, tarihin bu sınıf mücadeleleri sonucunda şekillendiğidir. Toplumdaki farklılaşma, statünün doğumla belirlendiği kast sisteminde olduğu gibi her zaman malların sahipliğine dayanmıyor olsa bile yine de sosyal ilişkileri şekillendiren faktör sınıflardır (Saunders, 2001: 1934). Marx farklı sınıfların varlığına işaret etse de ona göre mülkiyetin sahipliği, sınıf ayrımlarının ana temelidir. Endüstri öncesi toplumlarda birincil ayrım, toprak sahipleri ile topraksız köylüler /serfler iken kapitalist toplumda ise birincil ayrım endüstriyel sermayeye sahip olanlar ile işçi sınıfı arasındadır. Marx’ın eserlerinde sınıfla ilgili son tema, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesinin zamanla toplumda kutuplaşmayı arttıracağı, işçi sınıfının durumunun kötüleşmesi sonucu proleteryanın devrimle kapitalist sistemi yıkacağıdır (Saunders, 2001: 1934). Marx insanların bireysel olarak sosyal hareketlilikleriyle ilgilenmese de sınıflar arasındaki hareketliliğin sosyal ve politik sonuçlarıyla ilgilenmiştir (Edgell,1998:93). Marx, sınıflar arasında bireylerin hareketliliğini kutuplaşma tezi çerçevesinde ele alır. Ona göre orta sınıfın alt tabakasında yer alan ücret karşılığı çalışan beyaz yakalılar, kol gücüne dayanan işçilere göre çok daha iyi ücret ya da maaş alan bir sınıf konumunda yer alsalar da, hizmet sektörünün gelişimi ve eğitimin yaygınlaşmasına bağlı olarak beyaz yakalıların oranı artmakta ve ücretleri düşmektedir. Bu yüzden Marx, zaman içerisinde orta sınıfların bu alt tabakasının proleteryaya karışacağını ileri sürer (Edgell, 1998:93-94). Benzer şekilde küçük mal sahipleri, esnaf ve zanaatkarların bir kısmı da sahip oldukları konumdan aşağı doğru sosyal hareketlilik yaşayarak proleterleşeceklerdir. Enerji, dayanıklılık, yetenek ve iş zekasına sahip işçi sınıfından bazılarının ise kredi sistemlerinin gelişimiyle birlikte yukarı doğru sosyal hareketlilik yaşayabileceklerini hareketliliğin niceliğine ilişkin yorumlarında da belirtir. Amerika’daki toplumsal sınıfların henüz sabitleşmediğini ve sürekli bir değişim içerisinde olduğunu öne sürer (Edgell,1998: 93-94). Marx’ın sınıf teorisinde, bireylerin toplum içinde sadece mülkiyet sahipliği esasında farklılaştıkları tezi modern toplumlardaki karmaşık ve çeşitlilik arz eden bölünmeleri yansıtamadığı ileri sürülerek birçok kuramcı tarafından eleştirilmiştir. Weber’in sosyal sınıfların yanı sıra statü ve prestij gibi başka faktörleri göz önüne alması birçoklarınca modern toplumları daha iyi açıklama kapasitesine sahip olduğu öne sürülerek benimsenmiştir. Weber’in toplumsal tabakalaşmaya ilişkin kavramları geliştirilerek sonraki tabakalaşma görüşlerine yön vermiş, sosyal hareketlilik çalışmalarında çok önemli bir yere sahip olmuştur. Özellikle mesleğe dayalı makro sosyal hareketlilik çalışmaları ve hayat 22 tarzı ve tüketim biçimlerine dayalı olarak geliştirilen sosyo ekonomik statü araştırmalarında, Weber’in sınıfların yanı sıra toplum ilişkileri içerisindeki farklılaşmaları çok boyutlu çözümlemesi, sosyal hareketlilik çalışmalarına önemli kavramsal araçlar sağlamıştır. 2.2.2. Max Weber’de Sosyal Sınıf ve Statü Weber’in tabakalaşma sisteminin merkezinde iki ideal tip vardır: sosyal sınıf ve sosyal statü (Turner, Beehley,Power, 2012: 230). Marx’ın sınıfları üretim organizasyonundan ortaya çıkan kategoriler olarak kavramasına karşılık, Weber, sınıfları daha çok dağılımsal kategoriler olarak görür (Saunders, 2001: 1935). Sosyal sınıf ve statü konumları toplumdaki malların, servislerin ve prestijlerin bireylere dağılımını belirler. Weber’de sınıf yönelimli davranış ekonomik meselelerle özellikle gelir miktarı ve kaynağıyla ilişkili olarak kavranmaktayken, statü yönelimli davranış ise değerlerle, kişinin hayat tarzına atfedilen onur ve prestijle ilgili olarak ortaya çıkar (Saunders, 2001:230). Bu bağlamda Weber’in sınıf analizi birkaç katmandan oluşur. Ekonomik sınıfları ‘sahipçi sınıflar’ ve ‘kazanıcı sınıflar’ olarak ayırır. Kazançlar için kullanışlı olan mülkiyet türleri sahipçi sınıfların mülkiyet piyasasından gelir sağlamasını sağlarken; bilgilerini, becerilerini ve yeteneklerini emek piyasasına sürenler hizmetlerinden gelir sağlarlar. Weber’in sınıf analizindeki ikinci ayrım, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanlar ve mülkiyete sahip olmayanlar arasındadır. Ancak Weber, mülkiyet sahipleri ile ne mülkiyete ne de pazarlanabilir becerilere sahip olanlar arasında duran çeşitli ‘orta sınıf’ tipleri de tanımlar (Giddens, 2009: 51). Weber bu orta sınıfları tanımlamakta zorlanmaz. Küçük mülkiyet sahibi ve görece olarak piyasada zayıf konumda olanlar ile az mülkiyete sahip fakat eğitimleri ve becerileri sayesinde emek piyasasından olumlu geri dönüş alan sınıflar bu ara sınıfları oluşturur (Saunders, 2001: 1935). Bu bağlamda Weber, çok farklı ve çeşitli piyasa durumlarını ayırır. Ticari ve girişimci sınıf: girişimciler, tüccarlar, bankerler gibi kendilerine ait işyeri olan ve işletenler; rantiye sınıfı-mülk sahibi sınıflar: esas olarak mülk sahibi olan ve mülksüz kesimlerden tamamen ayrılarak yatırımlarından veya şirket hisselerinden gelen düzenli gelirle geçinenler; gelir yaratıcı mülk sahibi olmayan sınıflar. Weber bu sınıfları ayrımlandırırken hizmetlerinin değer ve beceri düzeylerini ele alır. Kamu görevlileri, politikacılar, doktorlar, avukatlar teknisyenler gibi gruplar eğitim, bilgi ve becerileri yoluyla piyasada gelir ve güç kazanabilen katmanları oluşturular. Son olarak 23 Weber mülkiyetleri olmayan ve bedensel emek gerektiren işlerde çalışan mavi yakalıları kategorilendirir (Turner, Beehley, Power, 2012: 231-233). Sosyal sınıflar ise ekonomik sınıfların kümeleridir. Bu sınıflar hem bireylerin kariyerlerinde hem de nesiller arasında yaygın sosyal hareketlilik şanslarını kapsamaktadır. Bir işçi vasıfsız işçilikten yarım ya da tam vasıflı işçiliğe geçebilir ya da vasıfsız işçinin çocuğu yarı ya da tam vasıflı bir işçi olabilir. Buna karşın Weber el emeğine dayalı olmayan mesleklerde nesil içi ve nesillerarası hareketlilik şansının çok daha az olduğunu ileri sürer (Giddens, 1999: 58). Weber’e göre modern kapitalizmin yayılmasıyla Marx’ın iddia ettiği gibi sınıflar arasında kutuplaşma artmayacaktır. Tam tersine çeşitlenen sınıf ilişkileri sistemine doğru ilerlenecektir. Bürokratikleşmenin yayılmasıyla, iş pazarında el emekçisi olmayan, işe alımın çeşitli seviyelerde eğitimsel niteliğe sahip olmakla mümkün olduğu mesleklerdeki işçilerin oranında giderek artan bir büyüme görülecektir. Bu durum Weber’e göre gözle görülür farkla büyüyen bir beyaz yakalı gruplaşması oluşturur. Weber, küçük mülkiyet sahipleri kategorisinin kapitalizmin artan olgunlaşmasıyla birlikte giderek daralma göstereceği konusunda ise Marx’la aynı fikirdedir. Fakat bu süreçten çıkan sonuç, bu sınıfın normal olarak ‘proletarya içinde eriyeceği’ değil; vasıflı el işçisi olsun ya da olmasın, genişleyen ücretli işçilerin, beyaz yakalılar kategorisine dahil olacağıdır (Edgell, 1998:84). Weber’de sınıf ve statü arasındaki fark, bireyin sınıf üyeliğinin (piyasadaki konumunun), salt maddi çıkarlar temelinde nesnel olarak belirlenebilmesi iken, statü ve onurun, bireylerin birbirinin kökenleri, yetişme tarzları, karakterleri, ahlak ve topluluk içindeki konumlarına göre yaptıkları değerlendirmelerden oluşmasıdır (Turner, Beehley, Power, 2012: 230). Bu bağlamda Weber’de bireyler sahip oldukları gelir, ekonomik varlık, servet, mülk gibi nesnel ekonomik ölçütler ve sosyal saygınlık, sosyal statü gibi öznel ölçütler bakımından tabakalar, sınıflar ve statü grupları biçiminde farklılaşırlar. Bireyler mülkiyet ve mesleksel pozisyonlarına göre farklılaşabilecekleri gibi, değer sistemiyle içiçe olan onur, statü ya da prestije göre ya da politik ve organizasyonel güce göre de farklılaşabilirler. Bireylerin toplum içinde farklılaşmalarında politik ve organizasyonel güce yaptığı vurgu, Weber’in modern endüstriyel toplumlarda politik ve kurumsal bürokrasilere olan ihtiyacın giderek önem kazanacağını ileri sürmesindendir. Bu yüzden sınıflar modern toplumlarda gücün en önemli boyutunu oluştursa da devleti kendi çıkarlarına göre yönlendirebilme gücünden dolayı statü gruplarının sosyal gücü ve 24 partilerin politik gücü de çok önemlidir. Weber’e göre statülerin sosyal gücü ve politik güç, sınıf eksenini çapraz şekilde kesebilir (Saunders, 2001: 1935). Weber’e göre, statü grupları içindeki bireyler benzer hayat tarzına sahip olduklarını düşündükleri insanlarla ilişki kurma eğilimindedirler. Bu yüzden yabancıların gruba girmesini engellemeye çalışırlar (Turner, Beehley, Power, 2012: 234). Bu eğilim ortak statü konumundakileri statü ve mesleki yatırımlarını korumaları için toplumsal ve ekonomik fırsatları yabancılara kapatacak siyasal eylemlerin içine sokar (Turner, Beehley, Power, 2012: 235). Weber’e göre böylece sınıf ve statü grupları birbirinin içine geçer ve tabakalaşma sistemi yeniden üretilir. Marx‘ın toplumun çalkantılı dönemlerinde sınıfsal ayrımların keskinleştiği görüşüne benzer şekilde Weber’de ekonomik sınıfların çalkantılı dönemlerde öneminin arttığını öne sürer. Fakat bu dönemler dışında statünün öneminin sınıfsal ayrımlara baskın çıktığını ileri sürer. İstikrar dönemlerinde statü grupları arasındaki farklılıklar, toplumsal ayrımların üretilmesinde önem kazanır. Statü gruplarına bu vurgu, statüler ve etnik katmanlaşma başta olmak üzere sınıf dışındaki değişik katmanlaşma biçimlerine de dikkat çekmesi bakımından önemlidir (Edgell, 1998:22). Bu bağlamda statü grupları, hayat üslubu, yaşam tarzı veya hayat stili olarak adlandırılan kavramları içermekte ve sosyal sınıf olgusunun kültürel unsurlarla birleşmesini sağlamaktadır. Şekil 1.1. Weber ve Marx’ın Sınıf Analizinin Temel Göstergeleri 25 2.2.3. Post Endüstriyel Toplum Yaklaşımları Weber’in yaklaşımını takip eden birçok kuramcı kapitalizmin yapısında önemli değişimler olduğunu ve bu değişimlerin yeni tabakalaşma kalıpları yarattığını ileri sürmüştür. Birçok farklı görüş olmasına rağmen, post endüstriyel toplumların değişen yapısına dair görüşler; endüstri sonrası toplumlarda mülkiyetin ve yönetimin birbirinden ayrılması, refah devletinin yükselişi, sınıfların politik öneminin azalması, eğitimin yaygınlaşması, politik partilerin değişen işlevleri, ‘yeni orta sınıf’ın ortaya çıkışı ve meslek yapısının değişimi gibi başlıklar altında ele alınabilir. Dahrendorf (1959) Marx’ın mülkiyet anlayışına bir dizi eleştiri getirmiştir. Ona göre, Marx’ın mülkiyeti dar anlamda kullanmaktadır. Dahrendorf, mülkiyeti sahiplenme değil, nesneye ilişkin haklar anlamında tanımlar. Bu anlamda sınıfı mülkiyet ilişkileri bakımından değil, otorite sahipliği ve yoksunluğu açısından ele alır. Dahrendorf’a göre kapitalist kategorisinin, yönetici ve hissedar diye ikiye ayrılmış olduğu bir rol farklılaşması süreci yaşanmaktadır. Yönetici menfaatlerinin hissedarlarla bütünüyle paralel olmamasından dolayı bunu anonim şirketlerin gelişiminin fiili sonucu olarak tek kapitalist sınıfın parçalanışı izler (1959: 11). Marx’ın işçi sınıfının homojenleşeceği tezinin aksine Dahrendorf, vasıf gerektiren işlerin mekanizasyon sonucu kaybolmadığını hatta bu tür işlerin yayıldığını, işçi sınıfının giderek homojenleşmek yerine çeşitlendiğini belirtmektedir. Mülkiyet sahipliği ve kontrolü arasındaki ayrımın artması, iş konusundaki tutumlarda ve bunun uzantısı olarak iş ideolojisinde önemli değişikliklerle sonuçlanmış ve bu anlamda Marx’tan beri kurumsallaşmış endüstriyel toplumlarda rollerin tahsisinde yeni kalıplar oluşmuştur (1959: 30). Bu bağlamda Dahrendorf kapitalizmin üretim araçlarının gerçek kontrolünün girişimcilerin elinde olduğu ve bunu sağlayan yasal özel mülkiyet hakkı ilkesiyle ayırt edilebilecek bir endüstri toplumu biçimi olduğunu ileri sürer (Giddens, 1999: 67-68). Marx’dan beri toplumsal yapının değişiminde rol oynayan bir başka faktör organizasyonların etkisidir. Birçok teorisyen güçlü organizasyonlar ve hareketlilik kapasitesinin özellikle işçi sınıfı için kolektif eylemi arttırdığını vurgulamışlardır (McCaerth ve Zald, 1977; Smelser, 1962; Olson, 1965; Tilly, 1978). Bu süreçle bağlantılı bir başka nokta refah devletinin yükselmesi sürecidir. Refah devleti sosyal refah ve ekonomik düzenleme politikalarıyla sınıf çatışmalarını azalttığı ileri sürülmektedir. Bunun 26 bir nedeni devletin güçlü bir ekonomik aktör olarak ortaya çıkarak kapitalistler, yöneticiler ve çalışanlar arasında pazarlıkta rol oynamaya başlamasıdır. Dahrendorf bir başka neden daha öne sürer ona göre endüstri toplumunun temel özelliklerinden biri olarak sosyal hareketlilik oranlarındaki artış, (nesil içi ve nesiller arası yaygın hareketlilik oranları) sınıflar arasındaki sınırların kaldırılması yönünde hareket eder ve böylece aksi halde aralarında büyüyebilecek olan her türlü katı engeli aşındırır. İkinci olarak Dahrendorf, yüksek oranda sosyal hareketliliğin grup ve sınıf çatışmasını bireysel çatışmaya taşıma işlevi gördüğünü ileri sürer. Grup ve sınıf çatışması mesleki sistem içerisinde yüksek mevkiler için bireyler arasında rekabetçi bir çatışma içinde erir. Bu nedenlere ek olarak, büyük nüfus kitlesi için evrensel oy kullanma ve refah yasamasıyla somutlaştırılan vatandaşlık haklarının kurumsallaştırılması kapitalist sonrası toplumda ayrıcalık ve yıpranma biçimlerini dışlayan bir sosyal yapı geliştirmiştir. Bunun nedeni Dahrendorf’a göre ‘sınıfların kurumsallaşması’dır. Çeşitli haklar yanında grev hakkının da tanınması sınıf çatışmasının yoğunlaşmasını önleyerek sınıfların sadece endüstri alanında sınırlı kalmasını sağlamıştır (Giddens, 1999: 70). Bu anlamda refah devletinin ciddi ekonomik dalgalanmaları stabilize ederek, çalışan haklarını güvence altına aldığı, işçilerin ve dar gelirli bireylerin ekonomik ve sosyal koşullarını geliştirdiği ileri sürülmektedir (Bowles ve Gintis,1987; Habermas, 1975). Endüstiyel toplumların tabakalaşma yapısını değiştirdiği düşünülen en önemli unsurlardan biri de eğitimin yaygınlaşması ve daha kolay erişilebir hale gelmesidir. Post endüstriyel toplumlar için kazanılan bilgi, beceri ve yaratıcı yetenekler, sosyal konumları belirlemede önemli ve temel belirleyici olarak kabul edilmektedir. Bu sayede toplumsal sınıf kökenleri ile ulaşılan eğitim kurumları arasındaki ilişkinin zayıfladığı ileri sürülmektedir. Eğitimle edinilen bilgiler, beceriler, yetenekler ile ulaşılacak toplumsal sınıf konumu arasındaki ilişki güçlenmektedir (Becker and Tomes,1979). Eğitim vasıtasıyla kontrol gücü, daha demokratik biçimde dağılmaktadır. Bu yaklaşım, fırsat eşitliği ve bireylerin dikey sosyal hareketlilik gerçekleştirme olanaklarını, endüstriyel gelişmenin fonksiyonel zorunlulukları olarak görmektedir. Bu anlamda, toplumda bireylerin eğitim yoluyla dikey sosyal hareketlilik gerçekleştirme şansının artmasının kapalı bir sınıflı toplumdan daha açık olduğu varsayılan meritokratik bir topluma doğru ilerlemek anlamına geldiği ileri sürülmektedir. Bir birey sosyal sınıfı ne olursa olsun dikey sosyal hareketlilik gerçekleştirebilmekte ve bireysel yaşam şansları üzerinde toplumsal sınıfın etkisi görece olarak azalmaktadır (Blau ve Duncan, 1967; Kerr ve diğerleri, 1960; Kerr, 1983; Treiman, 1970). Bireyin, eğitim ve beceriyle kazanılmış 27 statüsüne göre toplumdaki konumunun belirlenmesinin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde yaygınlaştığı ileri sürülmektedir. Aynı nesil içinde değişik sınıflardan bireyleri aynı hareket içinde bütünleştirdiği için ‘nesil’ kavramının sınıf kavramına göre daha açıklayıcı olduğu belirtilmektedir. Refah devletinin stabil hale gelmesi ile mesleksel çeşitliliğin, yüksek dereceli/vasıflı işleri yaratarak Batı toplumlarının daha akışkan hale gelmesine yol açtığı, bu gelişmelerin sınıf temelinde olmayan politik davranışları feminizm, çevre, barış, sivil haklar gibi arttırdığı öne sürülmektedir (Clark ve Lipset, 1993; Gorz, 1989). Bu nesil, sınıf çıkarlarının peşinde değil statü pozisyonları için mücadele etmektedir. Statü politikaları kavramı, işçi ve burjuva sınıfları arasındaki çatışmaların yerini statü grupları ve blokları arasındaki çatışmaların alışını tanımlamak için kullanılmaktadır (Pakulski, 1993). Post endüstriyel toplumlardaki toplumsal tabakalaşma yapısına etki eden bir diğer husus politik partilerin değişen işlevleridir. Git gide sağ ve sol partilerin aralarındaki ideolojik ayrımların azalmakta olduğu ileri sürülmektedir. Sol partiler merkeze yaklaşırken, aynı zamanda yeni partiler çevre, barış gibi politik programlarla ortaya çıkabilmektedir. Bu partiler genç, yüksek derecede eğitimli ve kozmopolit bireylere seslenmektedir (Kuelchler ve Dalton, 1990). Bu eleştirilerin ve tabakalaşmaya ilişkin yeni yaklaşımların bağlantılı olan yeni orta sınıf tartışmaları da Marksist teoriye getirilen bir başka eleştiridir. Orta sınıfların varlığı birçok teorisyen tarafından kabul edilmiş olsa da kavrama dair birçok farklı görüş vardır. İlk olarak orta sınıfın içindeki çeşitliliğin nasıl formüle edileceği ve bu farklılıklara nasıl geçerlilik kazandırılacağı tartışılmıştır. Bell (1973) post endüstriyel toplumun gelişi tartışmasını ilk kez ortaya atmış ve bu bağlamda yeni orta sınıfların varlığını ilan etmiştir. Post endüstriyel toplumların bilgi temelli hizmetlere dayandığını ve bu durumun artan oranda sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, araştırma ve sanatta yaşam kalitesi talebini yarattığını ileri sürmüştür. Bu yeni ortaya çıkan toplumdaki en büyük sınıfın profesyonel sınıf olduğunu belirtir. Bu sınıf mülkiyetten çok bilgi temelli bir sınıftır (Bell, 1973: 374). Aslında profesyonel sınıfların eski zamanlardan beri varlıklarını devam ettirdiklerini fakat sosyal trendler ve üretim biçimlerinin değişimi ile post endüstriyel toplumlarda bu mesleklerin yeni sınıf çıkarları ve belirli hareketlilik kalıpları ortaya çıkarttığını öne sürer. Bell’i takip eden teorisyenler, bilgi kriterini temel olarak kabul etmeye devam etmişlerdir. Brint (1984) yeni ve eski orta sınıfların liberal davranışlarını karşılaştırdığı çalışmasında eğitimsel farklılıkların önemini ileri sürerken, Lamont (1987) 28 kültürel sermaye çalışanlarını yeni orta sınıf olarak ilan etmiştir. Diğer orta sınıf teorisyenleri istihdam ilişkilerinin doğasına yoğunlaşmışlardır (Andersen, 1993; Goldthorpe, 2000). Mesleksel yapının çeşitlenmesi ile fordist üretim biçiminden daha esnek görev yapısına, daha çok hizmet ve enformasyon endüstrilerine dayanan bir üretim formasyonuna geçiş ile daha çok orta düzey yönetici ve yüksek beceri gerektiren pozisyon ortaya çıkmıştır. Bu durum daha az hiyerarşik yapıda olan otorite ilişkilerini ortaya çıkarmıştır (Bell, 1973; Lipset, 1981). Neo-Marxsist kuramcılara göre ise endüstri ve kent toplumunda işgücü dağılımında ortaya çıkan değişimler, yüzeysel biçimde araştırılmakta ve kapitalizmin işleyiş tarzında köklü bir değişim tezi için ileri sürülen olgusal bulgular zayıf kalmaktadır. Küreselleşme ve neo-liberal politikalar sonucu, esnek çalışma ve esnek iş örgütlenmesi artmaktadır. Ağır imalat sanayinin ve kitlesel üretimin, 1970’lerden itibaren Batı ülkeleri ve Amerika’dan, Doğu ve Güney’ye kayması işçi sınıfının etkinliğinin azalmasına neden olmuş ve sınıfsal yapılar dönüşüme uğramıştır. Bölgesel eşitsizliklerin yaratılmasında, ABD, Batı Avrupa ve Japonya’nın “iktisadi liberalizasyon” politikaları sonucu “yeni yoksulluk” kavramıyla (Baulch, 1996) nitelenen, sinai üretimin gerilemesi, yüksek ücretlerin yüksek kalifikasyon gerektiren işlere ödenmesi, ara işlerinse iş güvencesinden dışlanıp esnekleştirildiği bir döneme geçilmiştir. Sonuç olarak ücret uçurumu genişlemiş, istihdam alanı daralan mavi yakalılar “artık nüfusa” dönüşerek yoksullaşma sürecinin geri dönüşsüz olduğu bir durum ortaya çıkmıştır. Küreselleşme ve neo liberal politikalar sonucu, küçük ölçekli firmaların çoğalmaya başladığı fakat bu küçük firmaların esnek ekonomideki dalgalanmalardan daha çok etkilendiği dolayısıyla bu sistemin çalışanları işten çıkarmalara karşı daha kırılgan kıldığı ileri sürülmektedir. Çevrede hazırda bekleyen yedek işgücü işverenleri pazarlıkta daha güçlü kılmakta ve bu da yeni yoksulluk biçimleri yaratmaktadır. Yoksulluk ve eşitsizlik, sömürünün derinleşmesi ve yerelleştirilmesi anlamına gelebilecek yeni taşeronluk ilişkileri ile merkeze yeni zenginlik akışını kolaylaştırıcı bir içerik kazanırken, çevre giderek yoksullaşmakta ve bağımlı kılınmaktadır. (Wallerstein,1979) Ülkelerin başta tarım destekleri, sübvansiyonlar, sosyal politika tedbirleri, ücret zamları, vergiler olmak üzere kendi politik karar alma şans ve yetkileri, bunları uygulama özgürlüğü ortadan kalkmaya başlamıştır (Wallerstein, 1979). 29 Scott’a göre iş örgütlerinin yapısındaki değişimler, kapitalist sınıfı, sermayenin kişisel mülkiyete dayalı bir sınıfına dönüştürmektedir. Kapitalist sınıf, bir yandan özel mülkiyet ve denetiminin doğrudan bir sonucu, bir yandan da kökü aile ve eğitim vasıtasıyla edinilen sosyal ağlarının dolaylı bir sonucu olarak varlığını sürdürmektedir (Edgell, 1993, 59). Scott, ekonomik egemen sınıfın aynı zamanda politik egemen sınıf olduğunu ileri sürer. Devlet, kapitalist sınıf yararına işlemekte, devlet etkinlikleri var olan sosyal ilişkileri, kapitalist sınıfın kazançlarını yıkmaktan çok desteklemektedir. Devlet, kapitalist sınıfın ekonomik ve politik üstünlüğü yararına, tarihsel ve yapısal olarak taraf tutmaktadır (Scott, 1991:151). Braverman, özellikle çalışan sınıfı etkileyen iş konumunun düşüşüyle ilgilenmektedir. Birçok liberal kuramcının vurguladığı gibi one göre de işçilerin ekonomik ve sosyal konumu gerilemektedir. Fakat Braverman, işçileri sadece mavi yakalılar olarak ele almamaktadır. Beyaz yakalı çalışan olarak tanımlanan bireylerin çalışma koşulları da mavi yakalılar gibi kötüleşmekte, maaşları azalmakta ve statüleri, kol işçilerinin statülerine yaklaşmaktadır (1974: 26). Bu anlamda toplumda proleter grubuna giren bireyler, sürekli artmakta ve genişlemektedir. Braverman’a göre iş kontrolü üzerindeki sorunlar kapitalizmde işin bir parçası haline gelmekte ve aynı zamanda birçok işçinin iş konumunda düşüşler görülmektedir. Bu durum, iş bölümünün önemli özelliklerinden birisi olmaktadır. Kapitalizm, gücünü belirli bir teknik zorunluluktan değil, birim maliyet değerlerini sürekli azaltmak ve buna bağlı olarak emeği ucuzlatmak yoluyla sürekli kâr ve kazanç sağlamayı amaçlayan ilke ve istekten almaktadır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yarattığı gereksinimlerin bir sonucu olarak iş düzeyinde yükselmeler olmakla birlikte kapitalizm koşulları altında iş, üretim verimliliğini arttırmak ve işçilerin ekonomik sömürüsünü ve sosyal kontrolünü sağlamak için örgütlenmektedir. Bu nedenle işverenler, ücret karşılığı çalışan kitlelerden ve işveren temsilcilerinin ellerinde yoğunlaşan işçilerden beceriyi , özerkliği ve kişisel karar verebilme yetkisini yok etmek amacıyla sürekli yeni teknolojiyi ve yönetim yöntemlerini kullanmaktadır (1974: 109). Geiger ve Mills gibi diğer kuramcılara göre ise orta sınıf, proleteryanın tam bir uzantısı değil, kapitalist ya da yönetsel konumda olsa da işçi sınıfına daha yakın bir konumda yer almaktadır. Beyaz yakalılar olarak tanımlanan kitlelerin yapısal durumu, ücretli işçilerin nesnel koşullarına benzemektedir. Maaşlı olarak çalışan beyaz yakalı kitleler ve ücretli olarak çalışan işçiler, mülkiyete sahip değildir ve gelirleri giderek birbirlerine yaklaşmaktadır. Beyaz yakalıların kendilerini ücretli işçilerden ayırmasına 30 olanak veren statü konumlarıyla ilişkili faktörler, belirgin biçimde düşmektedir (Mills, 1951: 297). Mills’e göre ofislere makinelerin ve satış aygıtlarının yerleştirilmesi, ofisi ve satış yerlerini mekanize etmektedir. Bu durum beyaz-yakalı işbölümünü arttırmakta ve daha düşük beceri düzeylerini ve bu düzeylerde yer alan bireyleri ortaya çıkarmaktadır. Yöneticilik ve uzmanlık kademelerinde bile rasyonel olarak tanımlanan bürokrasinin gelişimi, işi daha çok fabrika üretimine dönüştürmektedir. Yöneticilik politikası, sürekli olarak makine, bilgisayar vb. aygıtlarını kullanmak yoluyla mekanizasyona ve otomasyona, daha ayrıntılı işbölümüne, farklı eğitim düzeylerine sahip, ucuz ücretle çalışan işçilerin yer aldığı işbölümüne yol açmaktadır (Mills 1951: 298). 2.3. Sosyal Hareketlilik Araştırmalarında Niceliksel Çalışmalar 2.3.1. John Goldthorpe’un Neo-Weberyan Meslek Şeması 1960’lardan bu yana İngiliz sınıf yapısını inceleyen Goldthorpe, ilk ampirik çalışmalarını kol işçisi sınıflar ile kafa işçisi orta sınıflar arasındaki farklılıkları bulmak üzerine mesleki statü ölçeğini kullanarak gerçekleştirmiştir. Goldthorpe sınıfları, hem gelir kaynakları, iş koşulları, ekonom k güvenl k düzeyler ve ekonom k gel şme şansları bakımından, hem de ç nde bulundukları üret m süreçler n yöneten otor te ve kontrol sistemleri içindeki yerleri bakımından karşılaştırır (Goldthorpe, 1980; 40). Goldthorpe, mesleki işlevi ve istihdam statüsünü birleşik istihdam statüsü olarak tanımlar. “Sonuçta birleşik istihdam statüsü bir meslek tanımının bir parçası gibi muamele görmektedir” demektedir (Goldthorpe, 1980: 56). Statü ve meslek arasında kurduğu bu ilişki Goldthorpe’un kategorilerini, Weber’in sosyal sınıf ile statü kavramlarının bir birleşimi olarak tanımladığını göstermektedir. Goldthrope bu sınıf kategorilerinin hem mesleki işlev hem de istihdam statüsü açısından nispeten yüksek derecede bir ayrım sağlamaları bakımından büyük ölçüde niteleyici olduklarını belirtir. Goldthorpe, hem teknik üretim ilişkilerini hem de toplumsal üretim ilişkilerini kapsayan bir sınıf şeması oluşturmasının nedeni olarak ayrıştırılan sınıflar içerisindeki görevlilerin büyük ölçüde aynı piyasayı ve iş koşullarını paylaşacakları meslekleri bir araya getirmesi olduğunu ifade eder. Goldthorpe’a göre sınıf, emek piyasası ve üretim birimlerinin içerisindeki sosyal ilişkilerle tanımlanmalı, içsel ayrımlar iş verenler, kendi hesabına çalışanlar ve ondan sonra işçiler arasında yapılmalıdır (Erikson ve Goldthorpe, 31 1992). Daha sonraki ayrımlar işçilerin işverenlerle ilişki biçimlerinde göre iş kontratları bağlamında ele alınmalıdır. Goldthorpe örnek olarak önemli bir ayrımın maaşlı işçiler ve ücretli işçiler arasında olduğunu belirtmekte ve bu kategorilendirmenin ampirik çalışmalar için operasyonel olduğunu belirtmektedir. 32 Şekil 2.1. Goldthorpe’un sınıf şeması 33 Toplumsal sınıf konumlarını üçe ayırmaktadır. İşveren konumundak b reyler, d ğer bireyler n şgücünü satın almakta ve böylece çalışanları kontrol etmekte ve otor te sah b olduğu kabul edilmektedir. Ücretli İşçi Çalıştırmadan, kend şyer nde çalışan b reyler, başka b reyler n şgücünü satın almamakta ve kend sah p oldukları şgücünü satmamaktadır. Çalışan konumdak b reyler şgüçler n şverenlere satmakta ve bu nedenle kend ler şverenler n kontrolü ve otor tes altında bulunmaktadırlar. Goldthorpe ekonomik eşitsizlikleri anlamak için sınıf kavramını kullanmanın gelire, özellikle o andaki gelire bakmaktan daha kapsamlı bir bakış açısı sağlayacağını öne sürer. Farklı sınıf pozisyonlarındaki bireyler sadece gelire göre değil üç farklı şekilde daha ayrılır. Bunlar gelir güvencesi, kısa dönem gelir istikrarı, üçüncü olarak uzun dönem gelir beklentisidir. Yönetimsel ve profesyonel mesleklere sahip olan bireyler ücretli işlerde çalışanlardan daha düşük gelir kaybı riski taşımaktadır. Gelirleri ücretlerdeki değişken oranlara daha az bağlıdır. Bu sınıfın uzun dönemde gelir artışı ve kariyer fırsatlarının daha çok olduğunu belirtilir. Goldthorpe Weber’in görüşlerine paralel biçimde statü düzeni ya da hiyerarşinin sosyal ilişkilerde üstünlük tarafından biçimlendiğini belirtir. Erken toplumlarda statü, doğum ya da atalar gibi tipik olarak atfedilmiş bir karaktere sahipken, bugün ise daha çok özellikle mesleklere göre konumlanan sosyal pozisyonlarla bağlantılı olduğunu öne sürer. Fakat yine de atfedilmiş özelliklerin ırk ya da etniklik gibi hala etkili olduğunu ekler. Ona göre statü düzeninin en açık görülebildiği alanlar yakın arkadaşlık ve evlilik gibi yakın ilişki kalıplarıdır. Diğer bir deyişle Goldthorpe’a göre sınıf ve statü sosyal tabakalaşmanın iki farklı biçimi olarak görülebilir. Goldthorpe, sosyal tabakalaşma ve sınıf düzen le l şk l olarak post endüstr toplumlarında sab t ve değ şmez sosyal akıcılık olarak tanımlanan görece sosyal hareketl l ğ n, eğ t msel reformlar g b yasal g r ş mlere karşın fırsat eş tl ğ n ve daha büyük sosyal “açıklığı” henüz sağlayamadığı ler sürmekted r. Mutlak sosyal hareketl l k artmasına karşın bireylerin sınıf değiştirmesine yol açan görece dikey sosyal hareketlilik, sabit ve değişmez kalmaktadır. Goldthorpe ve meslektaşları, yeni mesleklerin ortaya çıkmasıyla birlikte meslek yapısındak değ ş mlerden çok, farklı sınıf üyeler n görece şanslarının değişmediğini vurgulamaktadır (Scott ve Morris, 1996). Goldthorpe, görece sosyal hareketlilik ve mutlak sosyal hareketlilik durumlarını ayırt etmektedir. Görece sosyal hareketlilik, bir toplumsal sınıfın üyeler n n görece şansları 34 olarak, d ğer sınıfların üyeler le karşılaştırma yoluyla bel rlenmekted r. Goldthorpe’a göre daha avantajlı toplumsal sınıflardaki çocuklar, işçi sınıfında yer alan ailelerin çocukları ile karşılaştırıldığında daha yüksek b r şansa sah p olmaktadır. Ayrıca bu avantajlar zaman içinde değişmemektedir. Goldthorpe sosyal hareketliliğe ilişkin olarak 1972 yılında yaptığı araştırmasında vasıflı el emeği ile çalışan işçi sınıfı (sınıf VI) kökenli ya da vasıfsız el emeğ le çalışan şç sınıfı (sınıf VII) kökenl büyük malmülk sah b b reyler n ve yüksek derecel profesyoneller, yöneticiler sınıfı (sınıf I) üyesi bireylerin % 28.5 oranında olduğunu göstermektedir (Goldthorpe 1980, 45). Sosyal hareketlilik, orta ve üst sınıfların gen şlemes ne yol açan meslek yapısındak değ ş mlerle açıklanmaktadır. Yukarı doğru hareketl l k, aşağı doğru hareketl l ğe göre daha az oluşmaktadır. Daha yüksek-düzeyde mesleklere hareket eden ve geçiş yapan farklı sosyal kökene sahip bireylerin görece şanslarında farklılıklar ve d renmeler görülmekted r. H zmet sınıfından, orta sınıftan ve çalışan şç sınıfından gelen b reyler n, toplumda büyük mal-mülk sah b sınıflara ya da yüksek derecel profesyoneller ve yönet c ler konumuna (sınıf I) ve orta dereceli profesyoneller, yöneticiler konumuna (sınıf II’ye) geçiş şansları, eşit değildir. Sınıfsal eşitsizlikleri ve farklılıkları vardır (Goldthorpe,1980, 50). Goldthorpe sosyal hareketlilik ile ilgili şu sonuçlara varır. “Görece sosyal hareketl l k şansları .... sınıf yapısıyla lşk l d r... Kend n gösteren eş ts zl kler, oldukça çarpıcı ve bel rg n b ç mde varlığını sürdürmekted r. Özell kle babaları daha yüksek düzeyl h zmet sınıfı konumlarına sah p olan bireylerin şansları, babaları şç sınıfı konumunda bulunan b reylerle karşılaştırıldığında bel rg n eş ts zl kler ve farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Sınıf şanslarındak eş ts zl kler, toplumsal düzende yer almaktadır. Katı düzeyde fırsat eşitsizlikleri, sınıf yapısından kaynaklanmaktadır (Goldthorpe,1980, 328). 35 2.3.2. Eric Wright’ın Neo-Marksist Sınıf Şeması Wright’ın hareket noktası ampirik araştırmalarda kullanılabilecek Marksizm çizgisinde bir sınıf tipleri sınıflandırması geliştirmektir. Wright, neo Marksist yaklaşımlarda yeri sıkça tartışılan orta sınıfları Marksist sınıf anlayışına entegre etmeyi amaçlamaktadır. Wright, sınıfları birbirinden ayırırken hegemonya ve sömürü kavramlarını merkeze alır. Özellikle ilk çalışmalarında hegemonyayı, sınıflar arasındaki ilişkileri belirlemede temel unsur olarak teorisinin merkezine koymuştur. Sonraki çalışmalarında ise sömürü kavramını merkeze alır ve kendi toplumsal tabakalaşma teorisini geliştirir (Bergman ve Joye, 2000: 19). Marksist teorideki iki kutuplu ortodoks sınıf analizi anlayışına karşı çıkar ve sadece burjuvazi ve proleteryadan oluşan bir sınıf haritasının post endüstriyel toplumları açıklayamadığını savunur (Şengönül, 2007: 108). Orta sınıfları kavramsal olarak tanımlamak için yeni bir yaklaşım önerir. “Konumları belirli bir sınıfla ya da tutarlı bir sınıf niteliği ile tanımlamak yerine, bazı konumların çoklu bir sınıf niteliğine sahip olduğunu görmek gerekmektedir. Bazı konumlar, aynı anda birden çok sınıfta olabilmektedir. Bu konumlar, “sınıf ilişkileri içindeki çelişkili yerler” olarak kavramlaştırılmaktadır (Şengönül, 2007: 112). Ona göre, tüm sınıfsal ilişkiler temelde mücadele içinde var olduklarına göre tüm sınıfsal konumlar çelişkili mevkilerdir. Ancak sınıfsal yapıdaki bazı konumlar, kapitalist toplumun temel çelişik sınıfsal ilişkileri arasında ayrılmış konumları temsil ettikleri için iki kat çelişkili durumdadır. Wright çelişkili mevkiler yerine çelişkili sınıflar terimini kullanmayı tercih eder. Bu şekilde sorunlu orta sınıfları kuramsallaştırma ve Marx’ın geliştirdiği ikili temel sınıf modelini yöneticileri, küçük işverenleri ve yarı bağımsız ücretlileri kapsayacak şekilde genişletme olanağı bulur. Ona göre yöneticiler burjuvazi ile proletarya arasında çelişkili bir mevkidedirler: yarı bağımsız işçiler küçük burjuvazi ile proletarya arasında, küçük işverenler ise burjuvazi ile küçük burjuvazi arasında çelişkili mevkidedirler. Bu sınıfsal çelişkili mevki anlayışının temelinde kontrol kavramı vardır. Yatırım ve birikim süreci üzerindeki kontrol, üretim araçları üzerindeki kontrol ve emek gücü üzerinde kontrol. Gelişmiş kapitalist toplumda burjuvazi bu üç kontrol biçimine de sahipken proletarya hiç birine sahip değildir. Küçük burjuvazi, burjuvaziye benzemekte ancak başkalarına ait emek gücünü kontrol etmemektedir. Yöneticiler, küçük işverenler ve yarı bağımsız işçiler, işçilerden fazla ancak burjuvaziden az olmak üzere değişen oranlarda kontrole sahiptirler. Dolayısıyla çelişkili sınıflar karışık bir kontrol örüntüsü sergileyen sınıflardır. 36 Wright’ın sınıf şemasına dayanan Amerika’nın sınıf yapısı araştırmasına (1982) göre endüstrileşme olgusunun toplumda bireylerin dikey sosyal hareketliliğine yol açtığını ileri süren görüşlerin doğrulanamamıştır. Wright’ın yeni sınıf kategorilerinin kullanıldığı “The American Class Structure” amprik verilere dayalı araştırmada bazı ilginç sonuçlara ulaşılmıştır. Çalışma aktif nüfusta olan insanlardan oluşan ulusal bir örneklem üzerine uygulanmıştır. Bu çalışmaya göre liberal kuramcıların ileri sürdüklerinin aksine, yöneticiler ile mülk sahiplerinin, sınıfsal kökenleri, eğitim ve tecrübeleri bakımından benzer bir geçmişe sahip oldukları öne sürülmektedir. Yüksek gelire sahip kapitalist sınıfın özellikle büyük kapitalistlerin eğitim, mesleksel beceri gibi diğer faktörlerden bağımsız olarak daha çok gelir elde etmektedirler. Eğitim ise ortalama bir çalışana göre yönetimsel sınıfa daha çok para getirmektedir. Geçmişte, kişisel egemenlik tarzında işletme gücünün dorudan miras alınmasına ek olarak, şimdi buna ayrıcalıklı eğitimin satın alınmasını kapsayan dolaylı toplumsal mekanizmaların eklendiği bir yönetici ve mülk sahibi sınıfın varlığı öne sürülmektedir. Çalışmada elde edilen genel sonuçlardan en önemlileri şöyle sıralanmaktadır. Amerika’da işçi sınıfı açık ara en büyük toplumsal sınıfı oluşturmaktadır. İkinci olarak bir sınıf yapısı içindeki konumların yarısı çelişkili bir karaktere sahiptir, bir sınıfın içeriği bir basit sınıftan daha çoğu tarafından belirlenmektedir. Bu yüzden Amerikan sınıf yapısı herhangi bir basit sınıf kutuplaşması şemasıyla temsil edilemez. Üçüncü olarak düşük statülü beyaz yakalı meslekler, manuel meslekler kadar proleterleşmiştir. Bu nedenle bu tarz meslekleri orta sınıf içerisinde değerlendirmemek gerekir. Son olarak kadınlar ve siyahiler beyaz erkeklere göre daha fazla proleterleşmiştir. Amerika’nın işçi sınfının büyük çoğunluğunu kadınlar ve azınlıklar oluşturmaktadır (Wright, Hachen, Costello, Sprague,1982:725). Şekil 3.1. Wright’ın sınıf şeması (birincil versiyon) 37 Şekil 3.2. Wright’ın sınıf şeması (ikinci versiyon) 1) BURJUVAZİ: KAPİTALİSTLER 2) Çelişkili yerler: şirket üst yöneticileri 3) Çelişkili yerler: üst yöneticileri 4) Çelişkili yerler: orta düzeyde yöneticileri 5) Çelişkili yerler: teknokratlar 6) Çelişkili yerler: ustabaşı/ denetçiler 7) PROLETERYA 8) Çelişkili yerler: yarı- özerk çalışanlar 9) KÜÇÜK BURJUVAZİ 10) KÜÇÜK İŞVEREN 38 2.3.3. Uluslararası Ve Ulusal Makro Hareketlilik Çalışmaları Morgan, sosyal hareketlilik araştırmacılarının temel sorusunun “nelerin arasında hareketlilik” olduğunu ve sosyolojinin bu soruya iki temel yaklaşım çerçevesinde yanıt verdiğini belirtir (Morgan, 2006: 4). İlk yaklaşımda, mesleksel unvanlarına göre kümelenmiş grupların hareketliliği hesaplanarak sosyal hareketlilik modellenir. Genellikle bu gruplar sosyal sınıflar olarak tanımlanır. Buna bağlı olarak nesillerarası hareketlilik ebeveynlerin ve çocuklarının meslekleri çapraz sınıflamayla incelenerek analiz edilir (Morgan, 2006:4). Bu tarzın ilk örnekleri Sorokin (1927) ve Lipset ve Bendix (1959)’in araştırmalarında görülebilir. Sorokin ilk modern sosyal hareketlilik araştırmasında hareketliliğe ilişkin geniş çaplı araştırmaların yokluğu yüzünden Mineapolis’teki değişik gruplara dair verileri kendi verileriyle destekleyerek yeniden incelemiştir (Edgell, 1998: 95). Benzer şekilde erken araştırmaların çoğu bir toplum içerisindeki farklı toplulukların veya alt grupların verileri kullanılarak incelenmiştir. Daha sonraki çalışmalar bu tarz temsillerden uzaklaşarak ulusal ve uluslararası çapta daha ayrıntılı veriler elde ederek hareketliliğin yapısını incelemiştir (Erikson ve Goldthorpe, 1992). İkinci yaklaşım statü temelli yaklaşımdır. İlk örneklerinden biri Blau ve Duncan’ın American Occupational structure (1967) çalışmasıdır. Bu gelenekte genellikle mesleksel unvan, eğitim durumu ve gelir temelli olan puanlama sistemiyle ifade edilen farklı sosyo-ekonomik statü gruplarının arasındaki ayrımların neden ve sonuçlarının belirlenmesi odak noktasıdır (Morgan: 2006: 4). Bu gruplar arasındaki ölçüm sınıf temelli olanlara benzer şekilde nesiller arasındaki sosyo ekonomik statüleri temel alarak sosyal hareketliliği inceler. 1991’de Ganzeboom, Treiman, and Ultee tabakalaşma araştırmalarının üç nesli hakkında yorumlarını yayınladılar. Onların görüşüne göre, ilk nesil sosyal hareketlilik araştırmalarının ilgisi toplumların sosyal hareketliliğe açıklıklarının seviyesiydi. İkinci nesil çalışmalar, nesillerarası statü aktarımının nasıl yaşandığıyla ilgiliydiler. Üçüncü nesil, gelişmiş istatistiksel modeller kullanarak toplumların hareketlilik yapısının farklı olup olmadığı sorusuna geri dönmüş, dördüncü nesil ise bireylerin toplumsal tabakalaşmadaki konumlarının sosyal çevrelerinden ne ölçüde etkilendiği sorusuna odaklanmıştır (Treiman & Ganzeboom, 1998). 39 2.3.4. Hout ve Diprete’in Sosyal Hareketlilik Araştırmalarına Dair Genel Tespitleri “What we have learned: RC28's contributions to knowledge about social stratification” (2005) adlı makalede Hout ve Diprete sosyal hareketlilik çalışmalarından elde edilen on dokuz ampirik genellemeyi paylaşır. Bu genellemeler bireysel hayat şansları, sınıflar, sosyal pozisyon puanlamaları, eğitim, devlet ve işgücü piyasası ve aile yapısını kapsayan alanların bir değerlendirmesini kapsamaktadır. Meslek ve Eğitim Meslekler çoğu toplumda ve zaman içinde benzer düzene göre sıralanırlar. Uluslararası karşılaştırmalı sosyal hareketlilik çalışmalarında kavram ve ölçüm problemlerine karşı mesleki prestij skalası geliştiren Treiman (1977) 60 ülkeden 85 prestij çalışmasını analiz ettikten sonra meslek prestij hiyerarşilerinin çoğu ülkede ve zaman içinde aynı düzeni izlediğidiği sonucuna ulaşmıştır. Daha sonra Ganzeboom ve Treiman (1996). bulgularını genişleterek belirli meslek prestij listesini bütün meslekleri kapsayacak şekilde şemalaştırmıştır. Cinsiyetler arası mesleksel ayrım evrenseldir fakat spesifik kalıpları çeşitlenmektedir. Kadınlar ve erkekler, farklı mesleklere, farklı işlere ve işyerlerine göre ayrılma eğilimdedirler (Reskin,1991; Jacob,1993). Aynı zamanda ölçüm hassasiyeti arttıkça cinsiyet ayrımının oranı artmaktadır (Bielby & Baron, 1984; Tomaskovic-Devey, 1996). . Batı toplumlarında sosyal hareketlilik ortak örüntüler göstermektedir. Fakat şiddeti, ülkeler arasında ve zamana göre çeşitlenmektedir. 1950’lerde ülkelerarası yapılan ilk sosyal hareketlilik çalışmalarında araştırmacıların amacı, ülkelerarası hareketliliğin farklılıklarını ortaya koymaktı. Glass, Svalasyoga ve diğerleri, tarihsel, ekonomik, politik ve demografik olarak her ülkenin önemli farklılıklar gösterdiği izlenimindeydiler. Fakat ilk sistematik verilerin sonuçları onların beklentileriyle çelişmekteydi. Lipset and Zetterberg (1956) üçüncü dünya kongresinde, dokuz ülkeden on iki çalışmada, beyaz yakalı ile mavi yakalı mesleklerin arasındaki hareketlilik oranlarının benzer olduğunu ortaya koymuşlardır (Lipset & Bendix, 1959: 13). Lipset ve Zetterberg gibi birçok araştırmacı aristokratik geleneğin eksikliğinden dolayı Amerika’da diğer Batı toplumlarına kıyasla daha fazla sosyal hareketlilik yaşandığını ileri sürmüşlerdir. Daha sonraki analizler bu çalışmaların bulgularıyla çelişmiştir (Grusky & Hauser, 1984; Hazelrigg & Garnier, 1976). 1970’lerdeki sosyal hareketlilik çalışmaları daha önceki analizlerin tersine tamamen 40 uluslararası sosyal hareketliliğe odaklanmıştır. Featherman, Jones ve Hauser (1975) Avusturya ve Amerika’yı karşılaştırdıkları araştırmalarında iki ülkenin çifçilik, üretim ve hizmet sektörlerini karşılaştırmışlardır. Bu karşılaştırmada farklı kalıplara dayanan sosyal hareketlilikliğin yaşandığını fakat iki ülkenin göreceli olarak ortak hareketlilik oranları gösterdiğini bulgulamışlardır. Log linear modellemesinde köken ve ulaşılan mevki iki ülkede de benzer özellikler göstermektedir. Başka bir deyişle piyasa ekonomisine ve çekirdek aile yapısına sahip uluslarda hareketlilik oranları farklı olsa da hareketliliğin kalıpları aynıdır (Featherman vd; 1975: 340). Erikson, Goldthorpe ve Portacarero (1979) İngiltere, Fransa ve İsveç’de yaptıkları araştırmada İngiltere ve Fransa’da köken ve ulaşılan mevkinin benzer olduğunu fakat İsveç’in bu ülkelerden farklı olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Daha sonraki yıllarda yenilenen araştırmalarda da Erikson ve Goldthorpe (1987) ve Erikson vd. (1982), Hauser (1984), İngiltere ve Fransa’nın neredeyse özdeş, İsveç’in ise daha açık bir toplum olduğu sonucuna ulaştılar. Almanya’nın (Müller, 1986) hareketlilik kalıplarının ise İrlanda gibi (Hout ve Jackson, 1986) daha kapalı olduğu ve Macaristan’ın ise önemli ölçüde açıklık sergilediği görülmüştür. Erikson and Goldthorpe, CASMİN Project’de (1987) bu data setlerini İskoçya, Kuzey İrlanda ve Polonya’yı da ekleyerek biraraya getirmiş ve uluslararası çeşitliliklerde bir çekirdek model önermişlerdir. Buldukları ana sonuç ulusların açık ya da kapalılık durumlarının değişiklik göstermekle birlikte köken ve varılan mevki olarak benzer kalıplar sergiledikleridir. Bu tarihlerden beri birçok ülkede İspanya (Rodriguez Menes, 1993 ve Salido Cortes, 1999), Avusturya (Haller, Colossi ve Peter, 1990), Norveç (Ringdal, 1994 and Ringdal, 2001), İsrail (Goldthorpe, Yaish, ve Kraus, 1997), Çin (Cheng ve Dai, 1995; Wu ve Treiman, 2001), Rusya (Gerber ve Hout, 2004; Marshall, Svetlana, ve Stephen, 1995), Slovakya (Ganzeboom, Kramberger, ve Nieuwbeerta, 2000), Brazilya (Costa Ribiero ve Scalon, 2001; Wong, 1992), and Şile (Torche, 2005) benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Eğitim, yukarı doğru sosyal hareketlilik ve nesilden nesile aktarılan statülerin yeniden üretiminde ana faktördür. Blau ve Duncan’ın The American Occupational Structure (1967) ve Featherman ve Hauser’ın Opportunity and Change (1978) çalışmalarında bu bulgu tekrarlanmıştır. Bu çalışmalarda mesleksel başarıyı tetikleyen en önemli unsur olarak eğitimin yukarı doğru hareketlilikte ve statülerin yeniden üretiminde oynadığı rol ortaya konulmuştur. Blau ve Duncan’ın çalışmasında eğitimin değişkenleri iki taraflı incelenmiştir. Sosyal kökene bağlı olan eğitim değişkenleri statünün yeniden 41 üretimine katkıda bulunurken, sosyal kökene bağlı olmayan eğitim değişkenleri hareketliliğe katkıda bulunmaktadır. Eğitimsel tabakalaşmanın eğilimleri kadınları desteklemektedir. Buna göre, özellikle eğitimin ülkeler bazında genelleşmesi ile kadınlar ile erkekler arasındaki eğitim farkı görece azalmaktadır. 1930’dan önce doğan erkekler bu zamanda doğan kadınlardan çok daha eğitimliydiler. Erkeklerin bu eğitim avantajı II Dünya Savaşı sonrasında 1930’dan sonra doğan kadınların eğitim açığını kapatmaya başlamalarıyla çokça tartışılmıştır. 1940’lardan sonra doğan kadınlar kendi ağabeylerinden ve diğer erkeklerden çok daha hızlı ilerlemişlerdir. Bu bulgular ilk defa Shavit ve Blossfeld (1993) tarafından paylaşılmıştır. Modernleşme teorisinin yanlışlanmasıdır. Modernleşme teorisine göre, endüstileşme ile birlikte evrensel olarak, her alanda uzmanlaşmanın artmasıyla başarı ile kazanılan statüler artacak ve toplumsal eşitsizlikler azalacaktır. Hout (1988), DiPrete ve Grusky (1990) yaptıkları araştırmada başarı ile kazanılan statülerin atfedilen statülere nazaran arttığını tespit etmekle birlikte İskandinav ülkeleri ve Hollanda’da yapılan araştırmalar sonucunda bu toplumların daha modernleşmiş İngiltere, Amerika ve Almanya gibi ülkelerden daha eşit ve daha açık toplumlar olduğu sonucuna varmışlardır. Bu anlamda uzmanlaşmanın artmasıyla toplumsal eşitsizliklerin azalmadığı öne sürülmektedir (Firebaugh, 2003). Sınıflar eğitimsel aktarımı farklı şekillerde etkilemektedir. Mary (1980), sosyal köken ile eğitim arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmasında yerel faktörlerin, sosyal kökenin, statünün, eğitimin devam edip etmeyeceği ya da nerede son bulacağı konusunda etkili olduklarını ortaya koymuştur. Shavit and Blossfeld (1993) projesinde kadınlar ve erkekler arasında, göçmenler ve yerli halk arasında, çoğunluk ve azınlıklar arasında karşılaştırmalı olarak elde edilen veriler sonucunda statü ve sınıf farklılıklarının alınan eğitimin derecesini etkilediğini sonucuna ulaşmışlardır. Raftery ve Hout (1993), İrlanda’da yaptıkları araştırmada eğitim olanaklarının elli yılda çok artmasına rağmen sınıf bariyerlerinin de aynı oranda arttığını öne sürmektedirler. Ülkeden ülkeye eğitim olanakları değişmekle birlikte, öncelikle daha üstte yer alan sınıfın o seviyede eğitim olanağına kuvuşması ve bu sınıfın doygunluğa ulaşmasıyla birlikte eğitim olanaklarının daha alt sınıftakilere açıldığını nesiller arası eğitimsel eşitsizliğin sadece İrlanda’da değil Almanya, İngiltere, İsviçre, Polonya, İtalya, Bulgaristan, Çek 42 Cumhuriyeti, İsrail, Avustralya’da da benzer örüntülere sahip oldukları ortaya konulmuştur (Shavit and Blossfeld, 1993). Çocukların eğitimini takip etmenin ve okul sisteminin eğitim sonrası hayat şanslarını çeşitlendirmesinin sosyal hareketlilik şanslarını arttırdığı görülmektedir.Okul sistemi içerisinde ne kadar farklılaşma yaşanırsa eğitimsel başarı, kariyer hedefleri ve iş piyasasında bireylerin durumu o kadar farklılaşmaktadır. Kolejler, devlet okulları gibi okul sistemi içerisindeki farklılaşmalar, piyasa veya eğitim sisteminin gereklilikleri konusunda bireyleri farklı şekillerde donatmaktadır. Burada aynı zamanda sosyal köken işin içine girmektedir. Sınıf ve piyasadaki konumları yüksek olan ebeveynlerin çocukları iş piyasasına daha avantajlı girmektedir. Sosyal Hareketlilikte Devlet ve İş Gücü Piyasaları Bir başka önemli sosyal bağlam, emek piyasası ve devlet politikalarının (vergi, sosyal refah programları ve sosyal hizmetlere ya da devletin sahip olduğu ya da devletin kontrolünde olan şirketlerde personel alımı, iş piyasasının sosyal hareketliliğe açıklığı, iş güvenliğinin sağlanması, ücretlerin belirlenmesi) devletin kontrolü altında olan alanların nasıl işlediğidir. Bu anlamda devletin faydaların nasıl dağılacağını belirleme prensipleri sosyal hareketlilik çalışmaları açısından önem kazanmaktadır (Esping-Andersen, 1990). Güçlü refah devleti politikaları ve kurumsallaşmış iş piyasasalarının yoksulluğu azaltmakta ve ücretlerin eşitsizliğini yavaşlatmaktadır. Yoksulluk oranları genel olarak güçlü refah devletlerinde daha azdır (Brady, 2003 ve Brady, 2005; Headey, Krause, ve Muffels, 1999; Jesuit, Rainwater ve Smeeding, 2001; Jznitti, Kangas ve Ritakallio, 1994; Lewin ve Stier, 2000; Rainwater, 1991; Stier ve Lewin, 2001; Whelan, Layte, Maître, ve Nolan, 2001). Kadınların iş ve annelik durumlarını gözeten sosyal refah politikaları, kadınların iş kariyerlerini daha sürekli hale getirmektedir. Sosyal refah politikaları ile kadınların kariyerleri arasındaki bağlantı 1990’lardan itibaren çokça çalışılmıştır. Çalışan anneleri destekleyen ülkelerde kadınların kariyerleri en çok süreklilik gösteren ülkeler olmuştur (Allmendinger, Brückner ve Brückner, 1991; Blossfeld ve Hakim, 1996; Blossfeld ve Wittig, 1994; DiPrete ve McManus, 2000; DiPrete vd, 2003; Henz, 2002; Shea, 1996; Stier, 1993; Stier ve Lewin-Epstein, 1996 ve Stier and Lewin-Epstein, 1997; Stier, LewinEpstein ve Braun, 2001; Trappe ve Rosenfeld, 1998). 43 Refah devleti politikaları iş yaratımı ve dağılımı dinamiklerini etkileyerek, farklı iş statü ve meslekler arasındaki sosyal hareketlilik süreçlerinde farklılıklar üretmektedir. Esnek iş piyasası ayrıca düşük vasıflı düzeyde işler de sosyal hareketliliğin artmasını kolaylaştırmaktadır. İşçiler iş piyasasından çıkıp kolayca yeniden girebilirler. İş yaratımının yapısındaki tarihsel değişimleri belirlemek, politik, ekonomik, askeri, devrimsel hangi sosyal değişimlerden kaynaklanırsa kaynaklansın hareketlilik çalışmalarının en büyük amaçlarından biri olmuştur. Hareketlilik süreçlerine devlet müdahaleleri tarihsel periyotlar yaratmaktadır. Bu periyotlarda bazı gruplar ya da sınıflar meslekleriyle, mesleki statüleriyle ya da parti üyelikleriyle tanımlanırlar. Bu müdahaleler sonraki yaşam şanslarında süreklilik gösteren farklılıklar yaratmaktadır. Toplumlar arasındaki kurumsallaşma farklılıkları hareketlilik tablolarının marjlarını üretmektedir. Bu durum tabakalaşmanın iş piyasasıyla olan alakasını da göstermektedir. Refah devletleri hareketlilik oranlarını, cinsiyet farklılıklarını ve rol ayrımlarını etkilemektedir. Ayrıca refah devleti ve emek piyasasının yapısı serbest meslek sektörünün büyüklüğünü etkileyerek sosyal hareketliliği etkilemektedir. Sosyal Hareketlilikte Aile Faktörü Aile dağılmaları, aşağı doğru toplumsal hareketliliği hem yaşam boyu hem de nesilden nesile yeniden üretmektedir. Aile dağılmalarının önemli ölçüde artması. hem nesiller arası hem de yaşam boyu hayat şansları araştırmalarını tetiklemiştir. Aşağı doğru sosyal hareketlilik hem kadınlar hem de erkekler için ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, eşe bağımlılığa, doğum oranlarına hem de kişinin kendi sermayesine bağlı olarak değişmektedir (DiPrete ve McManus, 2000; Henz ve Jonsson, 2000; McManus ve DiPrete, 2001; Poortman, 1998). 2.4. Sosyal Hareketlilik Araştırmalarında Niteliksel Çalışmalar ve Yeni Yaklaşımlar Tabakalaşma ve sosyal hareketliliğe farklı yaklaşımlar aynı zamanda hareketlilik çalışmalarının yöntemleri konusunda da farklılaşmalar yaratmıştır. (örn; Mayer, 1986; Mayer ve Hillmert, 2003; Abbott ve Hrycak, 1990). Bertaux ve Thompson’ın öncülüğünde gelişen sosyal hareketlilik çalışmaları yaşam seyri yaklaşımına dayanır. Pathways to Social Class (2006) adlı kitapta örnek olay yaklaşımının kullanıldığı bir dizi çalışmaya yer 44 verilmiştir. Yerel topluluklar, göçmen hareketlilikleri ve nesiller arası aile araştırmaları gibi farklı ölçüdeki gruplara odaklanılmıştır. Örnek olay incelemesi yaklaşımıyla sosyal hareketliliğin altında yatan süreçleri araştırmak amaçlanmaktadır. Niteliksel metodlar kullanılan bu tarz çalışmalarda özellikle sınıf şemalarına ve istatistiksel yöntemlere bir dizi eleştiri getirilmiştir. Bu eleştirilere göre istatistikler üzerinden elde edilen veriler, çok büyük sayıda bireyin hareketliliğini ulus sınırlarını da aşan biçimde analiz etmeyi sağlamaktadır. Fakat sosyal hareketlilik üzerinde metodolojik uzmanlaşma arttıkça, çalışmaların ilgisi anket üzerinden sınanabilecek hipotezlerle sınırlanmaktadır. İstatistik ölçütlere odaklanan çalışmalar, sosyal hareketliliğin tarihsel ve sosyolojik boyutlarını göz ardı etmekte, sadece esas tercihleri dikte ederek hareketliliği sadece gözlemlenebilir olgulara indirgemekte, eşitsizliğin sosyal organizasyonlarını yakalayamamaktadır (Bertaux ve Thompson, 2006:8). Katılımcıların aralarındaki farklar dikkate alınmadan aynı anket sorularına yanıt vermesi beklenmektedir. Genel olarak çalışan erkeklerin meslekleri üzerine odaklanmaktadır (Wong,2011). Nesil içi nesiller arası hareketlilik çalışmaları genel olarak hane reisi olan erkekler üzerine yapılmaktadır. Kadınların sosyal hareketlilikteki etkisini yok sayılmakta, kadının erkeğin statüsüne sahip olduğu varsayımından hareket edilmektedir. Geniş ölçekteki hareketlilik çalışmaları, yerele ilişkin yapıların, kurumların, ilişkilerin dönüşümünü saptamakta yetersiz kalmaktadır. Bireylerin kendi anlatılarından elde edilebilecek öznel deneyimlerin analiz edilmesi yerine sayıların ifade edilmesi ve tesadüfî bir biçimde seçilmiş bireysel örneklerin bireylerin içine gömülü oldukları sosyal ağları yakalamayı zorlaştırdığı ifade edilmektedir (Bertaux, Thompson 1997: 5-11). Aynı zamanda bugün hayat boyu süren meslekler yerine daha parçalı, güvenliksiz iş hayatının yaygınlaşması meslek üzerinden yapılan ayrımların temelini tartışmaya açtığı ileri sürülmektedir (Grusky, Weeden 2006). Edgell (1998), sınıf kavramının çoğunlukla mesleksel bir ölçü kullanılarak sınıf ölçümünün aile temelinde ve genel olarak hanenin reisi olan erkeğin mesleği ile belirlendiğini, bu örneklemde kadınlar, emekliler, öğrenciler, işsizler ve tam gün çalışmayanların kapsam dışında tuttulduğunu belirtmektedir. Geleneksel sınıf şemaları toplumsal yapının karmaşıklığı karşısında yetersiz kalmaktadır. Sonuç olarak hareketliliğe dair yeni yaklaşımlar daha ayrıntılı ve uzmanlaşmış olarak, refah devletinin, iş piyasasının geçirdiği dönüşümler çerçevesinde cinsiyetin, etnik ve ırksal özelliklerin, aile ve mahalle geçmişinin, vatandaşlığın, göçün ve eğitimin sosyal hareketlilik üzerindeki etkilerini kapsamlı olarak araştırmaktadır. Bu araştırmalar göstermektedir ki hareketlilik modelleri açısından kadın-erkek, beyaz-siyah arasındaki 45 farklılıklar da göz önüne alınmalıdır. Son dönem araştırmalar, sınıf, sosyal hareketlilik ve tabakalaşma olgularının etnik ve cinsiyetçi açıdan eşitsizliğe meyilli olduğunu göstermektedir. 2.4.1. Sosyal Hareketlilik Çalışmaları Bağlamında Bourdie’nun Sermayeler Kuramı Bu noktada çalışmanın ana çerçevesini oluşturan kavramları anlamak bakımından Bourdieu’nun teorisinin ana hatları ortaya konulmalıdır. Pierre Bourdieu, AtlantikPirene’lerde Denguin şehrinin, Bearn taşrasında 1930’da doğmuştur. Bourdieu, eğitimini sırasıyla Pau Lisesi, Le Grand Lisesi ve sonra da Yüksek Öğretmen Okulu’nda (Ecole Normale Supérieure) kendisini onlardan biri olarak tanımlamadığı seçkinlerle birlikte sürdürdü. Askerlik görevini yaptığı ve 1958-1960 yılları arasında asistan olarak çalıştığı Cezayir ona ayrıcalıklı bir çalışma sahası sundu. Cezayir’in Kabil bölgesi köylüleri üzerine yaptığı antropolojik çalışması ona sosyolojik kuramının temellerini atma imkanı vermiştir. Pratik Teorisinin Anahatları (1972) eserinde Bourdieu’nün eserlerinin tümünü yöneten çizgiyi oluşturacak olan kavramlar rahatlıkla görülebilir. Bourdieu kavramları farklı çalışmalarında kendisinin de belirttiği gibi bir “araç” olarak ortaya koymaktadır. Kavramları incelenen konuyu derinlemesine kavramak üzere oluşturmuştur. Bourdieu’nun kavramlarla ilişkisi pragmatik bir ilişkidir. Kavramları sorunları çözmeye yardım eden bir “alet kutusu” olarak görnektedir (Bourdieu ve Wacquant, 2003: 35). Bourdieu’nün geliştirdiği kavramların anlaşılmasını kolaylaştırmak için verdiği en yaygın örneklerden birisi oyun örneğidir. Bourdieu’ye göre, sosyal hayat, ödüllerin daha büyük olması dışında, bir oyuna benzer. Sosyal hayat sadece bir mücadele alanı değildir, sürekli doğaçlamayı gerektirir. Hiçbir oyun basitçe onu tanımlayan kurallar kavranarak anlaşılamaz. Oyun sadece kurallara uymayı değil, bir oyun ‘anlayış’ına, oyunun nasıl oynanması gerektiği anlayışına da sahip olmayı gerektirir. Oyunlar bu anlamda stratejiktir. Her mücadeleye ve her mücadele anına özel muhtemel farklı yaklaşımlar vardır. Iyi bir stratejiyi neyin oluşturduğunu, şüphesiz, oyunun kuralları kadar, kişinin rakibinin güçlü ve zayıf yanlarını değerlendirebilmesini de belirler. Özgünlük veya ilham gücü sonucun belirlenmesinde etkili birçok faktörden sadece biridir. Burada Bourdieu’nun oyun ve alan kavramları arasındaki ilişkiye örnek olarak bilim alanı gösterilebilir. Bilim de Bourdieu’a göre bir oyundur. Bilim stratejiktir. Onun da kazananları ve kaybedenleri vardır. Bilim de özel kaynak türlerine ve oyun kurallarına tabidir. Bilimin, en 46 belirgini hakikat olan kendine ait ödülleri vardır. Bilim insanları basit bir özgeci hakikat arayışı içinde değillerdir. O bir çıkardır, çıkarsızlık değil. Gerçeğe ve özellikle bilimsel olarak hakikat arayışına (örneğin, kutsal bir ilham beklemek yerine ampirik araştırmaya) bağlılık bilim alanının tanımlayıcı bir özelliğidir. Ancak, bilimsel alanın katılımcıları gerçeği basitçe barışçı bir biçimde paylaşmaz, onun için mücadele ederler. Bu katılımcılar, örneğin, üniversiteler ve araştırma kurumlarında kimlerin çalışabileceğini, ulusal bilim kuruluşlarının hangi projeleri destekleyeceğini, en ünlü dergilerde hangi çalışmaların yayınlanacağını kontrol altına alarak gerçeği yönlendirmeye çalışırlar. Aynı zamanda rakip teoriler geliştirir, rakip kariyerler geliştirmeye çalışırlar. Bilim gerçeğe adanmış bir alan olarak işler, zira bilim oyunculara gerçek bilgiyi ortaya çıkartmaya ve aktarmaya güdüleyecek ödüller –zaferler– vaat eden örgütlü teşvikler sağlar. O, iyi araştırma yöntemlerini kullanmama veya bulguları aktarmayı reddetme durumunda örgütlü engeller sunar. Her oyunun kuralları, oyuncuları ve onların davranış biçimlerini kısıtlar. Oyuncular genellikle bu kuralları sabit ve değişmez olarak görürler, gerçekte kurallar tarihsel olarak üretilmişlerdir. Bu, kuralların sürekli değişime uğradığı, hatta alanların mevcut organizasyonuna birçok yatırım yapıldığı anlamına gelir (Calhoun ve Ritzer, 2000: 705706). Buna göre oyunun oynandığı yer alandır ve oyuncular oyuna dahil olmak için o oyundan elde edilebilecek bazı çıkarlara sahip olmalıdırlar. Her oyuncu oyunda kullanılmak üzere elinde bazı kozlar bulundurur ve bu kozları da Bourdieu’nün sermaye kavramı karşılar. Ekonomik (maddi kaynaklar), kültürel (özellikle eğitim yoluyla edinilmiş olan kültürel kodlar), sosyal (ilişkiler ağı) olmak üzere üç temel sermaye tipi vardır ve bu sermayeler içinde bulundukları şartlara göre farklı önemlere sahip olabilirler. Bu önem durumuna göre sermaye tiplerinin pratikteki yansıması veya toplamı olarak adlandırılabilecek simgesel sermaye oluşur ve bu sermayeler bütünü oyuncuların ellerindeki kozlar olarak işlev görürler. Her koz farklı oyunlarda farklı işlevlere sahiptir, yani her sermaye tipi farklı alanlarda farklı işlevler görebilir. Böyle Bourdieu’da dört temel sermaye türü ile karşılaşılır. Özetlemek gerekirse; alan oyunun (ya da sosyolojik anlamda mücadelenin) sürdüğü yerdir. Bireyler ellerinde bulundurdukları sermaye, sorgulamadan kabul ettikleri kurallar (doxa) ve oyunun sonunda elde edeceklerine inandıkları çıkarlar (illusio) doğrultusunda kendilerini sonuca götürecek bazı yollara zaman içerisinde aşina olmaya başlarlar. Nasıl sonuca gidileceğine dair sahip olunan bu davranış kalıpları, karşılaşılan durumlar neticesinde bireylerin ortak bir yatkınlıklar bütünü 47 oluşturmasına yol açar. Bourdieu, bu yatkınlıklar bütününe habitus adını verir. Bourdieu, habitus ve alan arasındaki ilişkiyi ontolojik bir suç ortaklığı olarak tanımlar. Çünkü aralarında iki yönlü bir ilişki olduğunu varsayar. Alan habitusu yapılandırma eğilimindeyken, habitus da alana dair algıyı yapılandırma eğilimindedir (Görgün Baran ve Özsöz, 2011: 6). Bourdieu sosyolojisi, toplumsal aktörlerin sürekli olarak rasyonel ve ekonomik çıkarlara göre hareket ettiklerini savunan rasyonel eylem kuramına karşı aktörlerin içkin bir pratik mantığa, sezgiye ve de bedensel yatkınlığa göre hareket ettiklerini savunan, bu bakımdan da toplumsal dünyada beden ile pratiklerin mantığına önem veren bir sosyoloji olarak bilinmektedir. Pratik ve kuram arasındaki bu dönüşümlü süreç Bourdieu sosyolojisinin “düşünümsel” (reflexive) özelliğini temsil eder. Söz konusu düşünümselliğin temellerini Bourdieu’nün yaşam öyküsünde görmek mümkündür. Aldığı felsefe eğitiminin üzerine yaşadığı Cezayir deneyimi ve bu deneyim sırasında yaptığı görüşmeler, aldığı notlar ve çektiği fotograflar kendi metodolojik çerçevesinin de oluşmasını sağlamıştır. Bu çerçeve o kadar iç içe geçmiş bir haldedir ki, tek tek tanımlanmaya başlandığında düşünümsel sosyolojinin kavramlarından hiçbirinin diğerinden bağımsız ele alınamayacağı görülür. İçlerinden birisi tek başına ele alınmaya çalışıldığında, diğer kavramlar olmadan çok da işlevsel olmadığı rahatlıkla görülebilecektir (Görgün Baran ve Özsöz, 2011: 5). Bu yüzden Bourdieu her zaman alan, habitus, doxa, illusio, sermaye gibi kavramları hep bir arada ele alarak tanımlama yoluna gitmektedir. Bourdieu’nun düşünümsel sosyolojisinin en önemli özelliklerinden birisi yapı ve birey arasındaki diyalektik sürece odaklanması ve bu odaklanma sürecinde araştırmacının kendisine de incelenen olayın/olgunun bir parçasıymış gibi bakmasını öğütlemesidir. Araştırmacı bu sayede incelediği olgunun hangi tarihsel şartlar altında ve hangi karşılıklı etkilerle içinde bulunduğu duruma ulaştığını ve kendisinin de hangi noktadan olaya yaklaştığını kendi tarihsel kültürel ve toplumsal arka planını hesaba katarak rahatlıkla görebilecektir. Yapılan araştırmanın sağlıklı sonuçlar vermesi için bu geri dönüşlü süreç metodik anlamda önemli bir katkı sağlamaktadır (Görgün Baran ve Özsöz, 2011: 6). Bourdieu, makro düzeyde toplumun çözümlemesini yapmakla ve deneysel ve niceliksel verilerden geniş ölçüde faydalanmakla birlikte, kendisini bilimsel bir modele dayalı, güya tarafsız ve tamamen tanımlayıcı olarak sunan bir toplumbilimine karşı çok eleştiricidir .Ancak bütün kurumları halen üretilmekte olan bilimin sorgulanması sahte radikalciliği…bir metin statüsüne indirgenmiş olan dünya ile ilgili bilimsel görüşleri 48 Retorik (güzel söz söyleme) stratejilerine indirgemek dediği – yalnızca kişisel bir görünümün ürünü olarak görenlerede çok karşıdır (Bourdieu ve Wacquant, 2006: 249). Bunun yerine, nesnellik ve öznellik arasında sahte olarak gördüğü ayırımı reddeder ve toplum bilimcileri her zaman araştırmalarını, kendi durumlarının etkileri konusunda ve özellikle de kendi içselleştirilmiş yapıları ile ilgili bilinçli dikatle yapmaları demek olan dönüşlü toplum bilimini önemi üzerinde ısrarlıdır. Bourdieu’a göre, insanların çoğu, çoğu zaman, kendi toplumsal dünyalarını ve onun eşyayı değerlendirme tarzını olağan sayarlar. Toplumbilimcilerde bundan kurtulmuş değilerdir- onların da algıları ve eylemleri habitus (Alışılmışlık/Yatkınlık) ile şekillenmektedir- ve bunun farkında olmaları gerekir. Buna karşılık, dönüşlü/düşünümsel toplumbilimi onları, her zaman, en önemli yanlılığı...bilim adamının bakışındaki, kendi zihinsel durumu içindeki kişisel niyetleri (kasıtlaı, tayin edici hususları) araştırmalarını gerektirir. Bourdieu, insan eyleminin ve uygulamasının, bu şekilde alışılmışlıklar dolayısıyla ortaya çıkan durumlar ile bireylerin içinde çalışıp hareket ettikleri alanda karşılaştıkları nesnel şartlar arasında bir diyalektik süreç olarak anlaşılması gereğinde ısrarlıdır. Çalışmalarının bu kısmında Bourdieu’nün Marxçı düşünceye borçlu olduğu görünür onun pratik (uygulama) kavramı praxis (uygulama) kavramına paraleldir. Ancak etnometodologların günlük deneyimin problematik yapısı konusundaki düşünceleri ile Bourdieu kendi görüşleri arasındaki benzerliği de ele alır. Bourdieu, Garfinkel ve diğer etnometodologların çalışmalarını ilginç bulur, ama, kendisi ile onlar arasındaki esas farkı vurgular. Ona göre, onlar evrensel ilkelerle ilgilidirler; ama Bourdieu’nün kuramına göre, eşyanın kanıksanmasının belirli yolları, belirli eylem alanının bir işlevidir. Her birinin gerisinde, etnometodogların görüşlerinden kaçan kurumlar ve yapılanmış güç ilişkileri vardır (Bourdieu ve Wacquant, 2006: 69). Alanlar ve Sermaye Bourdieu ‘oyunlar’ benzetmesini sosyal etkinliklerin organize edildiği farklı alanları betimlemek için kullanır. Her alan, örneğin hukuk veya edebiyat, kendine özel oyun kuralları ve ödüllere sahiptir. Birindeki başarılar bir başkasında doğrudan aynı prestij veya ödüllerle değerlendirilmez. Nitekim romancı genellikle yargıç değildir ve yasa yazımı nadiren edebiyat olarak alınır. Aslında alanlar farklı oyunları içerseler de, onlar arasında dönüstürmeler yapmak mümkündür. Bourdieu bunu açıklamak için sermaye kavramını kullanır. Sermaye biçimlerindeki farklılıklar ve onların dönüstürülme dinamikleri analizi Bourdieu’nün teorisinin en özgün ve önemli özelliklerinden biridir. Terim, hem farklı 49 alanlardaki mücadeleleri kazananların biriktirdikleri özel kaynak türlerini, hem de bu kaynakları birbirine dönüştürmeyi sağlayan –para ve prestij gibi– daha genel sermaye biçimlerini anlatır. “Bir sermaye bir alanla ilişkisi dışında varolmaz ve işlemez” (Calhoun ve Ritzer, 2000: 716). Ancak hem başarılı hukukçular hem de başarılı yazarlar, başarılarını hayat standartlarını yükseltmeye ve çocukları için fırsatlara dönüştürmeye çalışırlar. Onların bunu yapabilmek için kendi girişim alanlarına özgü sermayeyi başka sermaye biçimlerine dönüştürmeleri gerekir. Aileler, maddi sahipliğin (ekonomik sermaye) yanı sıra, çocuklarını yetistirme ve evliliklerini planlama biçimleriyle bağlantı ağlarının (sosyal sermaye) genişletebilir ve prestijlerini (kültürel sermaye) artırabilirler. Her bir örnekte, birikim her nesilde yeniden üretilmek zorundadır, aksi takdirde yok olur. Kısaca, bir sermaye biçiminin bir başkasına dönüştürülebilmesi iki anlama sahiptir. Ilk olarak, bu dönüştürme süreci sermayenin nesiller arası yeniden-üretiminin bir parçasıdır. Zengin insanlar kendi çocuklarının iyi okullara gerçekte, çogu kez pahalı özel okullara göndermeye çalışırlar. Bu, parayı kültürel sermayeye (eğitsel yeterliliklere) dönüştürmenin yollarından biridir. Sermaye bu yolla aktarılabilir ve potansiyel olarak yeni, ekonomik bir biçim kazanabilir. Ikinci olarak sermayenin dönüştürülmesi daha dolaysız bir anlama sahiptir. Ünlü bir atletin başarısı ve bu alana özgü sermayesi, müşterileri cezbedecek belirli ürünlerin arkasına imza atılarak veya araba satıcılığı yahut sigorta şirketi gibi iş alanlarına açılarak paraya dönüştürülebilir. Bourdieu’nün sermaye açıklaması çoğu Marksist yaklaşımdakinden farklıdır. O özel bir toplumsal formasyon olarak sermaye teorisine dayanmaz. Ne de sermaye ekonomik determinizmin temelidir. Bourdieu, insanların her zaman çabalarını genişletme ve kıt kaynaklara ulaşma stratejileriyle ilgili kararlar vermeleri gereken islerlikte ‘bir pratikler ekonomisi’ görür. Ancak Bourdieu, özellikle ekonomik malların her zaman eylemin ana veya temel güdüleyicileri yahut genel sistemin temeli olduğuna inanmaz (Calhoun ve Ritzer, 2000: 717). Sermayeyi her biri farklı bir eylem alanıyla ilişki içinde farklı biçimler kazanabilen bir şey olarak gören Bourdieu: (a) insanların elde etmeye çalışacakları birçok farklı mal ve biriktirebilecekleri birçok fark kaynak olduğunu, (b) bunların, anlamlarını (basitçe kendi içinde ve kendi başına değerli bazı maddi şeylerden ziyade) farklı alanları meydana getiren toplumsal ilişkilerden aldıkları için, kaçınılmaz olarak toplumsal olduklarını ve (c) sermaye birikimi mücadelesinin nadiren hikayenin tamamı olduğunu vurgular –sermayenin 50 yeniden- üretimi mücadelesi aynı ölçüde önemli ve farklı sermaye dönüştürme biçimlerine bağlıdır. Ayrıca Bourdieu, ekonomik çıkarları önemsemez veya onlara kayıtsız görünen alanların (örneğin, sanat, edebiyat ve bilimin) bile sermaye birikimi ve sermayenin yeniden üretimi mantığına göre işlediğini gösterir. Din, sanat ve bilimin ekonomik hesaplılığa ve sermaye birikimine özünde ters düştüğü düşüncesi yaygındır. Hukuk gibi alanlar bile (her ne kadar avukatlar kazançlarını yükseğe çıkarabilseler bile) basitçe ekonomik sermayeye referansla değil, aksine hüküm vermede adalet ve teknik uzmanlığa referansla inşa edilir. Bu faktör, başka nedenlerin yanı sıra, her alanın belirli bir özerklik iddiasının temellerinden birini oluşturması bakımından önemlidir. Bu, Bourdieu’ye göre (1992: 47 ve devamı), bir alanın ortaya çıkışında ‘kritik evre’dir. Özerklik, alanın kendine özel bir oyun alanı içinde yer alabilmesi, kendine özel bir sermaye yaratabilmesi ve bir başka alana doğrudan bağımlılığa indirgenememesi anlamına gelir (Calhoun & Ritzer, 2000: 718). Habitus Toplumsal oyunlara katılmak salt bilinçli bir seçim degildir. O, üzerinde düsünmeden yaptığımız bir seydir. Biz bir anlamda zaten sürekli onun içindeyizdir. Çocuklukta yetişkin rollerine hazırlanırız. Büyürken bizden bir meslege sahip olmamız gerektigini ögrenmemiz istenir. Düzgün oturmamız ve soruldugunda cevap vermemiz istenir. Ailelerimizin para veya şöhrete– saygı duyduklarını görürüz. Neyin onaylanıp onaylanmadıgına, neyin işe yarayıp yaramadığına bakarak, kendimize özgü yeni eylem biçimleri, yaşantılarımızdaki oyunlarla ilgili karakteristik bir davranış biçimi geliştiririz. Kendine güveni veya utangaçlığı ögreniriz. Her iki örnekte de, sosyalleşme sürecinin gücü, büyük ölçüde bedensel olarak, basitçe kim olduğumuzun, dünyada nasıl var olduğumuzun bir parçası olarak yaşanır. Bu duygu habitustur. Bir karara varmak çok zor olsa da, ‘habitus’ terimi esasen yapılasmış doğaçlamayı mümkün kılan somut duyarlılık anlamına gelir. Bourdieu’nün benzetmesiyle, bir oyunu etkin biçimde oynamak sadece kuralların bilgisini değil, oyunla ilgili pratik bir duyguyu (sense) gerektirir. Bu, yapısalcılıgın statik bilişselciliğine oldugu kadar varoluşçu öznellik anlayışına da bir itirazdır. Habitus bir anlamda bireyin karakteristik eylem eğilimleri seti olarak ortaya çıkar. Bu eğilimleri toplumsal düzen içindeki konumlara uygun kılan bir sosyal süreç vardır. Ancak habitus bundan daha fazlasıdır. O kurumlar ve bedenler arasındaki buluşma noktasıdır. Yani o, biyolojik bir varlık olarak her bireyi sosyo-kültürel düzene –farklı hayat oyunları 51 anlamlarını koruyacak, oyunu sürdürebilecek biçimlerde– bağlayan temel formdur. “Kolektif tarihin ürünleri olan nesnel yapılara uygun ve gerekli seylerin aşılanması ve içsellestirilmesiyle üretilen, bu nesnel yapıların isleyiş koşulunu oluşturan– uzun ömürlü, adapte eğilimler biçiminde yeniden-üretilen, aktörler kurumlar içinde nesnelleşmis tarihi paylaşırlarken inşa edilen habitus, kurumların yaşamasını, onları pratik olarak içsellestirmeyi ve –böylece ölü sözcükler durumundan çıkartarak, içlerinde tortulaşmış anlamı yeniden canlandırarak, ancak aynı zamanda bu yeniden canlandırmanın gerektirdiği revizyonlar ve dönüşümleri empoze ederek– onları aktif halde tutmayı mümkün kılan şeydir”. Kurum ve kişi arasındaki bağlantı noktası üyelerin kendi eylemlerini üretme biçimidir. “Her aktör, bilinçli veya bilinçsiz, ister istemez nesnel anlamın bir üreticisi ve yeniden-üreticisidir. Onun eylemleri ve çalışmaları aslında kendi üretmediği ve bilinçli olarak farkında olmadığı özel çalışmanın ürünleri oldugu için, bu eylemler ve çalışmalar, Skolâstiklerin ifadesiyle her zaman onun bilinçli niyetlerini aşan bir ‘nesnel niyet’ içerirler”. Bourdieu habitusun sadece bireysel bir kapasite olmayıp, aynı zamanda kollektivitenin bir basarışı olduğunu vurgular. O her yerde karsımıza çıkan ‘kolektif aşılama girişimi’nin sonucudur. ‘Stratejiler’in bilinçli stratejik varlıklar olan bireyler olmadan da işleyebilmesinin nedeni, bir yanda bireylerin oldukları kişiler haline gelmeleri ve öte yandan, toplumsal kurumların bu eylem, değerlendirme ve anlama yönelimlerini aşılama gücünde olmasıdır. En temel toplumsal değisimler sadece formel yapılardaki degil, aynı zamanda alışılagelmiş eylem yönelimleri içindeki değişimler olarak da ortaya çıkarlar. Bourdieu böylece, günümüzdeki çoğu sosyolojiyi karakterize eden kültür, toplumsal organizasyon ve somut birey ayrımını aşmaya çalısır (Calhoun & Ritzer, 2000: 715-716). Habitus kavramı, Marx‟ın Feuerbach Üzerine Tezler‟inde önerdiği programı izleyerek, ister naif ister akademik olsun her tür bilginin bir inşa faaliyeti gerektirdiği düşüncesini idealizme bırakmayan bir materyalist bilgi teorisini mümkün kılmayı hedefler: Ayrıca habitus, bu faaliyetin, katıksız anlamda zihinsel bir faaliyetle hiç ilgisi olmadığına işaret eder. Düşüncenin, bilincin, bilginin sıradan kavramların tam olarak görmemizi engellediği bir inşa, hatta pratik düşünümsellik etkinliğinin söz konusu olduğunu gösterir. Bourdieu’nun kendi sosyolojik perspektifini oluştururken ilk amacı, nesnelci yaklaşımların ileri sürmüş olduğu “kuralların ve modellerin belirleyiciliği”ni reddetmek yolunda, toplumsal hayatın düzenleyici veya önceden tahmin edilebilir olduğu yönündeki kalıplaşmış ikilemle sahici bir yüzleşmeye girişmektir. Bir davranış, kurallara itaatin ürünü olmaksızın nasıl düzenlenmiş olabilir? Bu noktada Bourdieu’nun bu soruyu çözmek için 52 geliştirdiği habitus kavramı, muhtemelen onun geliştirdiği kavramsal repertuarın en kilit kavramıdır. Habitus kavramının ilk eleştiri ayağını sosyal bilimlerdeki nesnelcilik anlayışı oluşturmaktadır. Bourdieu’ya göre nesnelci bir tez, gözlemcinin toplumsalı kuramsal olarak temsil etmek için inşa ettiği model ile toplumsalın kendisini özdeş kılar. Nesnelci bakış açısından bu kuramsal müdahalenin sonucu, “modelin gerçekliği ile gerçekliğin modelinin” yer değiştirmesidir. Bu hamleyle toplumsalın damgasını taşıyan özerk evrenler (yapı, kültür, üretim tarzı gibi yapısalcı metaforlar) şeyleşir. Oysa eyleyici, kurulmuş bir doğaya sahiptir ve yapıca belirlenmiştir. Bourdieu’ya göre habitus ilk çocukluk döneminde bilincinde olmadan edinilen ve bu yüzden süreklilik sergileyen “üretken eğilimler şeması”dır. Bu eğilimler insanların pratikleri, doğaçlamaları, tutumları veya bedensel hareketlerini üretir. Habitus bir oyun duygusu veya (insanların sonsuz sayıda durumlarla başa çıkmak için sonsuz sayıda strateji geliştirmelerini sağlayan) bir pratik anlayış sağlar. Eğilimler içinde ortaya çıktıkları toplumsal çevrenin kısıtlamalarına adapte olurken, habitus toplumsal kökene göre farklılaşır. Konuşma biçimleri, bedensel hareketler, güzellik anlayışları veya bireysel kimlik, tüm bunlar, gerçekte sınıfsal kökene göre farklılaşır. Örneğin, işçi sınıfı üyelerle karşılaştırıldığında, orta sınıf, kamu önünde konuşma veya resmi durumlar konusunda kendisini daha emin hisseder ve bu ekonomik alanda önemli bir değer olabilir. Bu yüzden, Bourdieu’nun habitus kavramı onun toplumsal eşitsizliğin farklı yeniden-üretim biçimleri analizinde merkezi bir yere sahiptir. Habitus: Belirli bir çevre tipinin kurucusu yapılar (yani, bir sınıfsal konumun varoluşsal karakteristiğinin maddi koşulları), süreklileşmiş, aktarılabilir eğilim sistemleri olarak işlev görmeye yatkın yapılaştırıcı yapılar olarak habitusu üretir; yani hiçbir şekilde kurallara tabi olmanın sonucu olmadan nesnel olarak düzenlenmiş ve düzenli olabilen, amaçlara bilinçli bir yönelimi veya amaçlara ulaşmak için zorunlu işlemlere hakim olma ifadesini önceden varsaymadan nesnel olarak amaçlarına uyarlanmış olabilen pratiklerin ve temsillerin üretilme ve yapılaştırılma ilkeleri olarak fonksiyon görmeye meyilli yapılaşmış yapı üretir. Ya da: Aynı grubun/sınıfın tüm üyelerinde müşterek olan ve tüm nesneleştirme ve kavrayışlar için önkoşul oluşturan içselleşmiş yapılarının, algı, kavram ve eylem şemalarının öznel fakat ferdi olmayan bir dizgesi olarak tanımlanabilir. Habitus süreklileşmiş ve bireyde içselleştirilmiş yapısal öğelerin kuramlaştırılmasına olanak tanır. Bu yapılaşmış yatkınlıklar bireylerin kendi saptadıkları eylem aracılığıyla yapının yenidenüretimini sağlar. Burada sosyal olarak inşa edilmiş bireyin toplumsal olarak indirgenemez bir parçasının mevcut olduğu iddia edilir. “Pratik vasıtasıyla sahip olunan ve açık bir temsile varmadan pratik durumlarda uygulanan algılama, anlama ve eylem şemaları” olan 53 yapılaşmış yatkınlıklar, stratejiler üretebilmek için habitusun dışında kalan ve ona indirgenemez olan belli bir bireyselliği göz ardı etmemektedir (Meder ve Çeğin, 2011: 247-250). Habitus, ne tam anlamıyla bireyseldir, ne de davranışları tek başına belirler; eyleyicilerin içinde işleyen yapılandırıcı bir mekanizmadır. Çok çeşitli durumlarla başa çıkmayı sağlayan bir strateji üretme ilkesidir. Başka bir deyişle habitus; toplumsal eyleyicilerin, tam anlamıyla akılcı olmadan, yani davranışlarını sahip oldukları araçların verimliliğini azamiye çıkartacak şekilde düzenlemeden ya da daha basiti, hesap yapmadan, hedeflerini açıkça ortaya koymadan ve bunlara ulaşmak için sahip oldukları araçları açıkça birleştirmeden, kısacası planlar, tasarılar yapmadan, makul olduklarını, deli olmadıklarını, çılgınlıklar yapmadıklarını açıklamak için varsaymak gereken şeydir. Bu anlamda habitus bir eyleyici için kader değil, karşılaşılan yeni deneyimlerle sürekli gelişen/değişen bir yatkınlıklar bütünüdür. Habitus, hem bireyi şekillendiren hem de bireyce şekillendirilen karşılıklı bir durumdur. Birey habitusu sayesinde farklı ihtimaller karşısında çözüm üretme yeteneği kazanır. Böylelikle habitusu da yeniden üretmiş olur. Başka bir deyişle habitus; eylemi yapan kişinin çok da hesaplamadan yaptığı ve özünde toplum tarafından kabul görmek için pratiğe döktüğü bir gerçekliktir. Hesaplamamaktan kasıt, bireyin toplumca kendisinden beklenenin dışında bir şey yapmama eğiliminde olmasıdır. Habitus bu anlamda bireye “kim olsa aynı şeyi yapardı” mantığıyla hareket etme imkanı veren, küçük dönüşümler yaşasa da genel yapısını koruyan bir “yatkınlıklar bütünüdür” (Özsöz, 2007: 18). İktidar alanı Bourdieu’ya göre İktidar alanı farklı sermaye türleri arasındaki güç ilişkilerinin alanıdır.” (Bourdieu, 1995: 34). Dolayısıyla iktidar alanı Bourdieu’nün kavramsal evreni içinde birbirlerine karşı üstün gelmek, hâkim olmak isteyen farklı sermaye türlerine sahip grupların mücadele alanı olarak değerlendirilmektedir. Bu mücadele süreci ve gündelik hayatın dokuları içinde “sembolik olanın belirleyiciliğine dayalı” bir iktidar ve şiddet mantığı su yüzüne çıkmaktadır. Pierre Bourdieu’ya göre, sembolik iktidar “gerçekliği kurma/yapılandırma iktidarı”dır. Üstelik bu iktidar dünya algısını, sözcük ve ifadeleri, inancı kuran bir pratik olarak “neredeyse sihirli bir güçtür.” Bu sihirli gücün başarı kazanması, Gramscici hegemonya kavramını anımsatan bir biçimde, tâbi olanların bu güce ve onun meşruiyetine ve onu icra edenlerin meşruiyetine inanması gerekmektedir. Sembolik iktidar bir “dünya kurma/oluşturma” gücüdür. Sembolik iktidar sosyal dünyanın meşru bir versiyonunu empoze etmeye çalışır. David Swartz’a göre sembolik iktidar, 54 varolan ekonomik ve siyasal ilişkileri meşrulaştırmaktadır, ancak bunlara indirgenemez. “Bu husus, ortodoks Marxist üstyapı yorumu ile Bourdieu’nun kültür nosyonunu birbirinden ayırmaktadır.” Sembolik iktidarın, bir çıkar sorunu üzerinden geliştiği ve tâbi gruplara bunun dayatılmasıyla ilgili olduğu söylenebilir. Bu da akla ister istemez yine Bourdieu’nün keskin bir eleştirisine giriştiği yanlış temsil sorunu ile ilgili tartışmaları getirmektedir. Böylesi bir sorunsalı anımsatan sembolik iktidar kendisini sürekli kılmak ve meşrulaştırmak için bütün iktidarlar gibi şiddete başvurur. Sembolik şiddet tam da burada karşımıza çıkmaktadır. Bourdieu’nün kavramsal dünyasında sembolik şiddet, şiddetin “görünmez ve kibar bir formu”dur. Bourdieu, sembolik şiddetin bir nevi “sihir teorisi” gibi işlediğini iddia ederek, sembolik şiddet teorisinin bir inanç üretimi teorisine dayandığının altını çizmektedir. Sembolik şiddetin etkilerinden birisi de, iktidarın karizmaya, bir sihre, bir cazibeye dönüştürülmesidir (Bourdieu, 1995, 102-103). Bu dönüşüm süreci içerisinde, farklı alanlar birörnekleştirilir ve egemenin kodları hâkim kılınır. Devletin gelişimi de bu alanların bir önekleştirilmesi sürecinden bağımsız değildir. Şüphesiz burada söz konusu olan “zor” unsurundan farkı olarak, iktidarın “rıza” unsurunu ön plana çıkarmasıdır. Zira “sembolik tahakküm, yanlış tanımaya (misrecognition) dayanır.” Bu yanlış tanıma hali, egemenin farklı alan, sınıf ve gruplardan topladığı farklı sermaye türleriyle de el ele ilerlemektedir (Bourdieu, 1995: 40-42).Sembolik sermaye, bilişsel tabanlı bir sermaye türü olarak, tanıma ve yeniden tanımaya dayalıdır ve değer üretme sürecine, nitelendirmelere (yüksek/alçak, kadınsı/erkeksi vb.), sosyal ve algısal kategorilere içkindir (Bourdieu, 1995: 85;103). Simgesel Şiddet Pierre Bourdieu’nün simgesel şiddet kavramı, fiziksel olmayan şiddetin pratikte bir karşılık bulabilmesi anlamında önemli bir kavramdır. Bourdieu teorisine göre, uygulama alanı olan bu kavramın eğitimdeki karşılığı, bireylerin kişiliklerinin şekillendirilmesi yoluyla eşitsizliklerin yeniden üretilmesi olarak özetlenebilir. Buna göre; simgesel şiddet kavramı özelinde Bourdieu metodolojisi reklamcılık için işlevsel bir metodolojidir. Simgesel şiddetin dayandığı temel kaynak olarak egemenlik altındakilerin habitusunu oluşturan yapılarla egemenlik ilişkilerinin yapısı arasındaki uyum gösterilebilir. Yani egemenlik altında olan birey, egemen olanı egemenlik ilişkisinin ürettiği ve bundan dolayı da egemen olanın çıkarına uygun olan kategoriler aracılığıyla algılar (Bourdieu, 2006: 198). Ayrıca simgesel şiddetin ne kadar derin ve anlaşılmaz noktalarda ortaya çıkabildiğine dair şu örneği vermek yerinde olacaktır. Birey için piyano veya akordeondan birisini tercih 55 etmek dahi toplumsal alanda bir seçkinlik (ya da kabalık) göstergesi haline gelebilmektedir. Bu durum simgesel şiddet mantığının, hayat tarzı tercihlerinde dahi gözlemlenebileceği anlamına gelir (Bourdieu, 2006: 23). Bourdieu burada simgesel şiddete maruz kalanın da önemli bir rolü olduğunu savunur. O’na göre bu yumuşak sömürü ilişkileri egemenlik altında olanın, sömürüde bulunana duyduğu sevgi ya da hayranlıkla yaptığı katkıları da içinde barındırmaktadır (Bourdieu, 2006: 186). Bourdieu; simgesel şiddet'i bazı durumlarda fiziksel şiddetten daha etkili bir şiddet türü olarak değerlendirmektedir. Simgesel şiddet çok daha görünmez incelikte ve günlük hayatta düşünce kalıplarımızın içine sinmektedir. Derin ve yaygın psikolojik süreçleri kapsıyor. Yargılarımızı belirleyen içsel bir işleyişe sahiptir. Bu şiddeti içselleştirmemizde hayatımızdaki bütün pedagojik kurumların büyük rolü var. Sosyal gerçekliğimizi görmek için 'Sembolik şiddet' kavram olarak bizi mahalleden çıkartıp çok daha geniş mekanlardaki şiddeti anlamayı olanaklı kılıyor (Bourdieu, 1997: 27). Simgesel şiddetin dayandığı temel kaynak olarak egemenlik altındakilerin habitusunu oluşturan yapılarla egemenlik ilişkilerinin yapısı arasındaki uyum gösterilebilir. Yani egemenlik altında olan birey, egemen olanı egemenlik ilişkisinin ürettiği ve bundan dolayı da egemen olanın çıkarına uygun olan kategoriler aracılığıyla algılar. Bourdieu’ya göre başta devlet olmak üzere bütün modern kurumlar, kapasitelerinden fazlasını vaat ederek ve toplumsal fayda için çalışıyor gibi görünerek eşitsizlikleri yeniden üretirler. Daha zengin ve özgür bir yaşantı isteyenlere ümit verir ancak sınırlılıkları dayatarak sebep oldukları simgesel şiddetle toplumu hayal kırıklığına uğratırlar. Devletin simgesel şiddeti tekeline almasıyla ilgili olarak Bourdieu’nün Pratik Nedenler eserinde sözünü ettiği ilan etmenin tekelde tutulması konusu da simgesel şiddetle ilgili önemli bir örnektir. Burada Bourdieu’nün ifade ettiğine göre “ilan etme” pratiği kamunun bilgisine sunmak anlamında devlete özgü bir haktır ve bu hakkın gasp edilme potansiyelinden dolayı devlet kitap basım-yayımı, tiyatro, halka yönelik konuşma, karikatür vb. tüm ilan etme biçimlerini yasalar çerçevesinde kurallara bağlar.Simgesel şiddetin en önemli dinamiklerinden birisi de televizyondur. Bourdieu için de çok önemli bir konu olan televizyon, seçkinlerin, yönetenlerin veya hakim sınıfın kendi lehlerinde kamuoyu oluşturmaları açısından önemli bir şiddet aracıdır. Bourdieu bu şekilde oluşmuş olan kamuoyunun ne derece gerçek olduğunu da ayrıca tartışır. Televizyon kanallarının kimlerin elinde olduğu ve kanalları elinde bulunduran kişilerin iktidarla olan ilişkileri Bourdieu’nün üzerinde önemle durduğu konulardandır. Simgesel şiddet uygulamaya aracılık eden televizyon kanallarına konuk olan sözde aydınları ve kendi deyimiyle fast-thinker’ları, ne yaptıklarını sorgulamaları konusunda uyarır. Çünkü 56 Bourdieu, kültür endüstrisinden kurtulmanın yolunun kendisini her türlü bağlılıktan kurtarmış bir sosyolojiyle mümkün olacağını söyler. Kendisi de bu konudaki görüşlerini profesörlük yaptığı üniversitenin kanalında, kendi belirlediği bir formatta sunar. Bu derslerini daha sonra Televizyon Üzerine ismiyle bir kitap haline getirir (Özsöz, 2010: 3335). Sınıflar ve Sosyal Hareketlilik Bourdieu, Marx ve Weber’in görüşlerini bir noktada birleştirerek sınıf ile statüyü birbirine bağlayacak temel bir ilke ortaya koyar. Statü kültürü, sınıf çıkarını çıkarsızlık kisvesi altında sunmak suretiyle meşrulaştıran bir tür cila görevi görür. Ona göre statü grupları ve statü ayrımları kılık değiştirmiş sınıflar ve sınıf ayrımlarıdır. (Swartz, 2011: 69) Bourdieu sınıfsal yeniden üretim ve yeniden dönüştürme stratejileri ifadelerini kendi yaklaşımının ana akım sosyal hareketlilik araştırmalarından ayırmak üzere kullanır. Sosyal hareketlilikte olanaklı üç toplumsal yörüngeden bahseder. Yukarı doğru sınıfsal hareketlilik, aşağı doğru sınıfsal hareketlilik ya da durgunluk. Ona göre de toplumsal mekandaki konum babanın mesleki prestiji ya da ailenin geliri ile kavranamaz Bourdieu bireysel köken etkenlerinin daha geniş bir yelpazede incelenmesi gerektiğini savunur. Özellikle kültürel sermaye kavramı, ebeveynlerin geliri mesleği eğitimi gibi ölçütlerde tam olarak yer verilmeyen eşitsiz avantaj boyutlarını ortaya çıkarır. (Swartz, 2011:227). Bourdieu’nun sosyal hareketliliği sermaye yatırımı ve dönüştürme stratejileri bağlamında ele alması dikey hareketlilik ile çapraz hareketliliği birbirinden ayırır. Dikey hareketlilik aynı alan içerisinde yukarı ya da aşağı hareketi ifade eder, çapraz hareketlilik ise alanlar arasındaki hareketi ifade etmektedir. Alanlar içindeki dikey hareketliliğe şöyle örnek vermektedir. İlkokul öğretmenliğinden, üniversite öğretim üyeliğine geçmek aynı tip sermayenin biriktirilmesine dayanır. Alanlar arası hareketlerse, sermayenin yeniden dönüştürülmesini gerektirir. Bir küçük esnafın aile işini çocuğa devretmek yerine yüksek öğretimine yatırım yapmasında olduğu gibi. Bourdieu’nun eselerinde tabakalaşmayla ilgili tekrarlanan izleklerden biri sınıf durumundaki değişimlere karşılık sınıf konumunun hiyerarşi içerisindeki sürekliliğini korumasıdır. Mesleki hareketlilik beraberinde mutlaka sınıfsal hareketliliği getirmez (Swartz, 2011: 253). Bir sınıfın bireylerinin durumu ile o sınıfın toplumsal hiyerarşi içerisindeki konumu arasında ayrım yapar ve sınıfların genel hayat durumlarında (sınıf durumu) değişimler gerçekleştiğini ama hiyerarşi düzeni (sınıf konumu) bakımından gerçek bir yükselme olmadığını savunur. Her grup hayat standartları bakımından yükselmiş, ama hiyerarşi düzeni sınıf konumu bakımından değişmeden 57 kalmıştır. (Weininger, 2002:120). Bourdieunın sosyolojisinin odak noktalarından biri, bireylerin ve grupların toplumsal düzen içindeki konumlarını korumak ve yükseltmek için sermaye biriktirme yatırımda bulunma ve çeşitli sermaye biçimlerini birbirine dönüştürme stratejielrini nasıl ve hangi koşullarda kullandıkları sorusudur.Kültürel sermaye, fiziksel ve sosyal gerçekliği yaratmak ya da pekiştirmek için kullanılan sembollerin kapasitesidir (Allan, 2006: 176). Bourdieu kültürel sermaye dağılımının yapısını ailelerin stratejileriyle okul kurumunun özgül mantığı arasındaki bağıntı aracılığıyla yeniden üretiminin gerçekleştiğini savunur. Okul sistemi bir dizi ayıklama işlemi aracılığıyla miras yoluyla kültürel sermayeye sahip olanları bu sermayeden yoksul olanlardan ayırır. Yetenek farklılıkları ise miras edinilen kültürel sermayeye göre oluşan toplumsal farklılıklardan ayrılamayacağından eskiden var olan toplumsal farklılıkları böylece ayakta tutar. Okul sisteminin bir başka önemli noktası üst düzey soyluları daha alt sınıf soylulardan ve onları da soylu olmayanlardan ayıracak toplumsal sınıfları kurmasıdır (Bourdieu, 2005: 37). 58 59 3. TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE SINIFLAR 3.1. Türkiye’de Sosyal Hareketlilik Çalışmaları Bağlamında Tabakalaşma ve Sınıf Kavramı Batı toplumlarında ve Amerika’daki uzun sosyal hareketlilik çalışmaları geleneği gözönüne alındığında Türkiye’de sosyal hareketliliği konu edinen ampirik araştırmalar bir hayli yetersizdir. Türkiye’de tabakalaşma ve sosyal hareketlilik araştırmaları makro analizler ve mikro analizler olarak iki şekilde incelenebilir. Makro analizler, Osmanlı İmparatorluğu’ndan, Türkiye Cumhuriyeti’ne tarihsel olarak tabakalaşma ve sınıf analizlerini konu eder. Bu analizlerde sosyal tabakalardaki değişim özellikle devlet ile soyal sınıflar arasındaki ilişkiye vurgu yaparak incelenir. Atılgan’a göre Türkiye’de toplumsal sınıfların öyküsü, azgelişmiş bir kapitalizmin yüzyıllık gelişim süreçleri içinde anlaşılabilir (2012: 270). Atılgan Türkiye’de sosyal sınıfları dört ana dönemde ele alır. 1923-1945, 1945-1961, 1961-1980 ve 1980-2010 dönemlerini kendi içlerinde alt dönemlere ayırarak devlet, sermaye, köylü ve ücretli kesimlerinin değişimini inceler. Tarihsel yaklaşımla sınıf ilişkilerini ele alan bir başka analizi Keyder yapar. Türkiye’de Devlet ve Sınıflar (2011) kitabında kapitalizmin gelişim evrelerini devlet ve sınıflar arasındaki ilişkileri tarihsel bir yaklaşımla değerlendirir. Benzer şekilde Gülalp’de (1993) kapitalizmin gelişimi içinde sermaye birikim biçimlerini ve devlet toplum ilişkilerini ele alır. Karpat (2012), Türk demokrasi tarihinin sosyal, kültürel ve ekonomik temellerini incelediği kitabında Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye ideolojik dönüşümlerle birlikte devlet ve toplumsal tabakaların değişimini inceler. Sosyal sınıflar, sosyo ekonomik gruplar ve ara tabakalara ilişkin kavramları Türkiye bağlamında tanımlayan en önemli çalışmalardan biri de Korkut Boratav (2005)’ındır. Boratav tarihsel maddecilik yaklaşımı çerçevesinde yaptığı sınıf çözümlemesinde toplumsal grup ve tabakaları belirlemeyi amaçlar. Toplumların temel bölüşüm ilişkileri içinde el konan artığın piyasa içi ve piyasa dışı mekanizmalarla yeniden paylaştırıldığını savunur. Bu bölüşümü ikincil bölüşüm ilişkileri olarak adlandırır. İkincil bölüşüm ilişkilerine birbirinden ayırt edilebilen düzenli biçimler içinde katıları belirli toplumsal grup ve tabakalar olarak tanımlar. İki ana kategori saptar. Ekonomiye egemen olan sınıfların alt grupları ile ara tabakalarını birbirinden ayırır. Kapitalist bir ekonomide birinci kategori, sınai, mali, ticari sermaye ve rantiyeler arasında artı değerin paylaştırılması 60 biçiminde ortaya çıkarken, ikinci kategoriye giren ara tabakaların başlıcalarını bürokrasi, serbest meslek sahipleri ve marjinal gruplar oluşturur (2005: 12). Boratav temel sınıf yapılarını ise kapitalist yarı feodal üretim ilişkileri ile basit meta üretimi ilişki ağından türeyen işçi sınıf ve burjuvazi, yarıcı ortakçı köylü ile toprak ağası ve piyasaya dönük küçük üretici (köylü) ile tüccar,tefeci olarak tanımlar. Bu temel sınıf yapısı dışında ona bağlı bir biçimde yer alan tabakalar ve gruplar bulunur. Burjuvazinin dört alt grubu; sınai/tarımsal sermaye, mali sermaye, ticari sermaye ve rantiyeler, üç ara tabakasını serbest meslek sahipleri, bürokrasi ve kentsel majinaller olarak tanımlar (2005: 15). Bu ikincil bölüşüm ilişkilerinin oluşumundaki devletin denetimi ve egemenliği altındaki mali finansal değişkenlerin önemli rol oynadığını saptar (2005: 33). Bu kavramsal çerçeveden hareketle 1980’li yıllarda temel ve ikincil bölüşüm ilişkilerinde gözlemlenen değişimleri çözümler. Şekil 4.1. Boratav’ın Türkiye’de bölüşüm ilişkilerinin sınıfsal çerçevesi şeması Temel bölüşüm ilişkileri Üretim Toplumsal ilişkileri Sınıflar ar İşçi sınıfı ve Kapitalist Göstergeler Mekanizmal Saptamalar İşgücü Ücret/k, piyasası,; burjuvazi Ek bu değer oranı; Özel/kamusal reel sektör; kapitalist piyasanın kurumsal ücretler/emek verimi çiftçi ayrımları düzenlenmesi Basit Köylü meta üretimi ve Tarımsal ürün tüccar ilişkisi ve İç girdi hadleri; piyasaları; destek marjlar ticaret Tefecilik ve ticari mali sermaye; kamu kredi destekleri politikaları Ortakçı/kiracı Yarı-feodal köylü ağası ve Toprak toprak kiralama Toprak süreçleri; kirası/tarımsal piyasa bağımlılıklar Yarı-feodal k. olmayan dışı değer; dönüm başına türleri hariç reel kira kiracılık 61 Şekil 4.2. Boratav’ın Türkiye’de bölüşüm ilişkilerinin sınıfsal çerçevesi şeması İkincil bölüşüm ilişkileri İkincil Bölüşüme İlişkin Mekanizmalar ve Sosyal Grup/Tabakalar Kategorileri Nihai ürün ile maliyet öğeleri arasındaki göreli Sanayi sermayesi, kapitalist çiftçilik fiyatlar, bunları etkileyen politikalar; fiyat-dışı sübvansiyon/teşvikler; dolaysız vergiler; kredi faizleri Ticari Ticari sermaye marjlar/bu marjları yansıtan göreli fiyatlar ve ilgili politikalar; dolaysız vergiler; teşvikler; kredi faizleri; dış ticaret teşvik ve sübvansiyonlar; döviz kuru Finansal Mali sermaye aktif ve pasiflerin getiri/maliyet oranları arasındaki göreli marjlar (çeşitli faiz oranları); mali sistemin kurumsal parametreleri; dolaysız vergiler; mali işlemlerle ilgili vergiler Rantiyeler (tarım dışı) G. menkul fiyatları ve kiraları; mevduat, döviz, altın ve menkul sermaye üzerindeki nominal ve reel getiri hadleri; rant-türü gelirler üzerindeki vergiler Profesyonel gruplar Uzmanlaşmış/nitelikli hizmet piyasaları giriş güçlüklerine bağlı kıtlık rantları Bürokrasi Memur maaşları; maaş-dışı reel gelir türleri ‘’Esnaf/zanaatkar’’ Küçük meta üretimi ve ticari sermayeyi etkileyen değişkenler ve süreçler (belli farklarla) ‘’Marjinal’’ nüfus Belirsiz; yer yer ‘’esnaf/zanaatkar’’la benzerlik 62 3.1.1. Sosyo-Kültürel Statü Çalışmaları Sosyo-ekonomik statü bir bireyin kolektif olarak arzulanan maddi mallar, para, güç, sosyal ağlar, sağlık hizmeti, boş zaman etkinlikleri, eğitim fırsatları kaynaklarını yansıtan inşalardır (Oakes and Rossi 2003). Sosyo ekonomik statü çalışmaları ise meslek, gelir, eğitim ve tüketim davranışları gibi farklı tabakalara ait özelliklerin belirlenmesi çalışmalarıdır. Türkiye’de öncü çalışmalardan biri Kıray tarafından 1946-1947 yılları arasında yapılan statü skalası geliştirme çalışmasıdır. Kıray tüketim normlarının farklı tabakalar arasındaki farklılaşmasını incelemiştir. Sonuçta birbirinden farklı beş tabaka tanımlamıştır. 2006 yılında yapılan Türkiye sosyo-ekonomik statü (SES) projesi 26 il ve ilçeyi kapsayan, altı bin yüz elli beş kentsel alan ve iki bin dört yüz kırk hane kırsal alandan olmak üzere toplam sekiz bin beş yüz doksan beş hanede gerçekleştirilen büyük çaplı araştırmalardandır (Çağlı, 2006). Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de sosyo ekonomik statü grupları aşağıdaki gibi ayrımlanmaktadır. A grubu; kullandığı yatırım aracı büyük oranda hisse senedi ve yatırım fonudur, A grubu bütün gruplar arasında yatırım için altın alma oranı en düsük olan gruptur, eğitim düzeyleri iki nesil boyunca çok yüksektir, masa üstü ve diz üstü bilgisayar kullanım oranları diğer gruplara göre çok yüksektir, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları diğer gruplara göre çok yüksektir. B grubu; yatırım aracı olarak hisse senedi, yatırım fonu, devlet tahvili ve hazine bonosu kullanmaktadır, B grubu da yatırım aracı olarak altın ürünlerini fazla tercih etmemektedir, eğitim seviyeleri tek nesil boyunca yüksektir, A grubunun masa üstü ve diz üstü bilgisayar kullanım oranları B grubunun ortalama olarak bir nokta yedi katı olmasına rağmen, B grubunun bilgisayar kullanım oranları geriye kalan gruplara göre oldukça yüksektir, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları A grubuna oranla daha az olsa da, geriye kalan gruplara göre yüksektir. C1 grubu yatırım aracı olarak devlet tahvili, hazine bonosu, döviz ve altını tercih etmektedirler, eğitim seviyeleri B grubuna göre oldukça düsüktür, bilgisayar kullanım oranları B grubuna oranla ortalama olarak dört bir kadardır, , kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları A ve B gruplarına göre oldukça düşüktür. C2 grubu yatırım aracı olarak en fazla altın ürünlerini tercih etmektedir, eğitim seviyeleri ortaokul ve altı düzeyindedir, 63 bilgisayar kullanım oranları oldukça düsüktür, genellikle hafta sonlarında genellikle olağan düzenlerini değistirmezler, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları oldukça seyrektir. D grubu yatırım aracı olarak en fazla altın ürünlerini tercih etmektedir, eğitim seviyeleri ilkokul ve altıdır, bilgisayar kullanım oranları çok düsüktür, büyük oranda hafta sonlarında olağan düzenlerini değistirmezler, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitmeyi genellikle tercih etmezler. E grubu yatırım aracı olarak en fazla altın ürünlerini tercih etmektedir, eğitimleri yoktur, bilgisayar kullanım oranları yok denecek kadar azdır, hafta sonlarında düzenlerini değistirmezler, kafe-bar, sinema ve tiyatroya gitme oranları yok denecek kadar azdır (Çağlı, 2006). İkinci bir sosyo-ekonomik statü çalışması Sibel Kalaycıoğlu, Kezban Çelik, Ümit Çelen, Sinan Türkyılmaz (2010) tarafından yapılan, Ankara kent merkezini oluşturan 8 merkez ilçede 1769 haneyi kapsayan, hanelerin eğitim, iş, gelir, mülkiyet ve mülk edinme yolları ve tüketimi temel alan çalışmalarıdır. Bu çalışmada hem Ankara için sosyoekonomik statü ölçeği geliştirmek hem de üç nesil hareketliliği gözlemlemek amaçlanmıştır.Bu çalışmanın sonuçlarına göre SES puanına göre A’da yer alan hanelerin ortalama hanede yaşayan kişi sayısı 2 iken C2 ve D statü puanlı hanelerde ortalama rakam 4 ve üzeri olmaktadır. SES puanına göre bağımlı üye olupolmamasına baktığımız vakit, bağımlı üye olmasının SES puanına göre değiştiğini, düşen puanla birlikte bağımlı üye olma durumunun arttığını görüyoruz. Bunu tersten bir okuma ile bağımlı üyesi olan hanelerin SES puanı düşmektedir diye görmek ve/veya bağımlı üye olması ile SES puanı arasında bir ilişki olabilir diye yorumlamak da mümkün gözükmektedir. En yüksek ev sahipliği A grubunda (%70,7) iken en yüksek kiracılık oranı da D grubundadır (%53,7). A, B, C1, ve C2 SES puanlarındaki hanelerin büyük çoğunluğun apartman dairesinde yaşamakta olduğu görülmektedir. Gecekonduda yaşamanın en yüksek oranda olduğu grup D grubudur (%23,6). SES düştükçe yaşanan konut küçülmekte, diğer yandan küçülen konuta düşen kişi sayısı artmaktadır. Eğitim düzeyi SES ile yakından ilişki içindedir. SES yükseldikçe ortalama eğitim yılı artmaktadır. SES arttıkça iş statü puanı artmaktadır. İş statü puanı bütün SES grupları için dededen babaya artmakta ancak babadan bireye artış aynı yönde olmamaktadır. A, B, C1 statü gruplarında babadan bireye artan iş statü puanı C2 ve D gruplarında azalmaktadır. Cinsiyet değişkeni ile bakıldığında C1 grubu kadınları da iş statü puanı düşen gruplara dahil olmaktadır. Erkekler açısından bakıldığında ise iş statü puanları 64 sadece D grubunda aynı kalmakta diğer gruplar için artmaktadır. Bilgisayar ve internet sahipliği dağılımının SES ile ilişkisi incelendiğinde en yaygın sahip olunma oranının A grubunda olduğu, B ve C grubu hanelerin de yarısından çoğunda bulunduğu görülmektedir. Benzer şekilde SES düştükçe bilgisayar ve internet sahipliği düşmektedir (2010:208-210). 3.1.3. Kent Bağlamında Sosyo Ekonomik Duruma Odaklanan Çalışmalar Altındağ İlçesinin sosyo kültürel incelemesinin yapıldığı Altındağ’ın SosyoKültürel Dokusu (2011) araştırmasında büyük ölçüde gecekondu mahallerinden oluşan ilçenin gelir, eğitim, meslek, sosyal hizmetler, konut ve göç gibi farklı farklı etkenler değerlendirilmiş ve yoksulluk, düşük eğitim düzeyi, suç gibi farklı problemlerinin tespiti ve önlemenin çeşitli yolları da araştırmanın sonuç bölümünde tartışılmıştır. Daha spesifik bir bölge çalışması Ankara Kaleiçi’nde yaşayan ailelerin sosyal, demografik ve ekonomik durumunu belirlemek amacıyla yapılan “Kaleiçi’nde Yaşayan Ailelerin Sosyal, Demografik ve Ekonomik Durumu” (2008) araştırmasıdır. Bu araştırma 10 mahallede 1735 hane halkını kapsamaktadır. Kaleiçi’nde yaşama süresi, geldiği yer, tercih nedeni, çocuk sayısı, çocukların eğitim durumu, anne ve babanın yaş ve eğitim durumu incelenmiştir. Araştırmanın bulgularına göre Kaleiçi’nde en fazla 1-10 sene önce diğer illerden gelen, orta yaş grubunda ve çoğunluğu da çekirdek olan aileler yaşamakta ve ailelerin yaşama yeri olarak bu bölgeyi tercih etme nedenlerinin başında ise iş yerlerinin olması gelmektedir. Aileler arasında 2 çocuklu olanlar ilk sırada yer almakta, ailelerin yarıya ailelerin yarıya yakının çocukları okul çağında değildir ve aile büyüklüğü ortalama 4.4’dür. Çocukların okula gitmeme veya okulu bırakma nedenlerinin başında ailenin maddi durumunun yetersizliği gelirken, bu oran da kızlarda erkeklere göre daha yüksektir. Eşlerin yarıdan fazlası ilk okul mezunu iken, okur yazar olmayan kadınların oranı erkeklerden yüksek, lise ve dengi okulla yüksek okul veya fakülte mezunu olanların oranı da erkeklerden düşüktür. Ailelerin çoğunluğunda bir kişi çalışırken, çalışan kişilerin çoğunluğu da eşlerden erkektir. Aileye gelir getirmek amacıyla çalışanların çoğunluğu Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı ise de, hiçbir sosyal güvencesi olmayıp, mevsimlik veya geçici işlerde çalışanlar da bulunmaktadır. Ailelerde Yeşil Kart sahibi olanların yanı sıra çeşitli kişi ve kuruluşlardan yardım alanlar az da olsa bulunmakta ve alınan yardımların başında yiyecek gelirken, çocukların eğitimi için alınan yardım ise düşük orandadır. Ailelerin çoğunluğu gelir getirmek amacıyla evde hiçbir faaliyet 65 yapmamaktadır. Ailelerin yarıdan fazlası oturma, yemek ve oturma takımlarından hiç birine sahip değilken, tamamına yakınında T.V. ve buzdolabı, yarısından fazlasında da tam otomatik çamaşır makinesi ve elektrik süpürgesi bulunmaktadır (Terzioğlu; Yertutan; Aydıner Boylu: 2008). 3.1.4. Aile Temelinde Yapılan Araştırmalar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması (2011) aile kurumunun temel işlevleri çerçevesinde hane halkının/aile bireylerinin değer, tutum ve davranışlarını tespit ederek, Türkiye’de aile yapısı ve sorunlarının betimlenmesi ve incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma ile Türkiye’de ailelerin güncel demografik profili çizilmiştir. Evlilik, aile içi ilişkiler, akrabalık ilişkileri, ailenin çocuk, genç, yaşlı bireylerine ilişkin değer, tutum ve davranışlar belirlenmiş; toplum hayatında nirengi noktaları olan diğer değerlerin aile yapısındaki yeri ve önemi tespit edilmiş ve aile sorunları hakkında bilgiler toplanmıştır. Bu projenin amacı, “Türkiye’de aile yapısındaki değişimin belirlenmesini sağlayacak verilerin elde edilmesi” olarak belirlenmiştir. Ankara örneğinde Metropolde Kariyer Meslekleri Ve Aile Yapısı Temelinde Yaşama Tarzları Araştırması (1998) kariyer meslekleri temsilen seçilen üç kariyer mesleğinin (doktorluk, mimarlık ve akademisyenlik) sahip oldukları yaşama tarzları ile bu tarzlar açısından gösterdikleri benzerlikler ve farklılıkları inceleme çalışmasıdır. Ankara örnekleminde bir diğer çalışma göçmen ailelerde nesiller arası dayanışma ağlarını inceleyen “Intergenerational solidarity networks of instrumental and cultural transfers within migrant families in Turkey” (2000)’ dir. Araştırma 15 aile ile derinlemesine mülakatlarla gerçekleştirilmiştir. Köyden kente göç eden ailelerde ortak birikim, paylaşım pratikleri, normlar, değerler ve geleneklerin genç üyelere aktarımı incelenmiştir. Göç eden ailelerde ailenin refah sağlama rolünün belirleyiciliği vurgulanmıştır. Aile büyüklerinin genç nesile göre birikim ve paylaşım havuzuna katkı yapmakta daha büyük bir rol oynadığı belirlenmiştir. Maddi kaynakların ve manevi yardımın ise nesiller arasında çift yönlü olduğu, dayanışma ağlarının karakteristiğinin, aile üyelerine bireysel karar alma ve yeterlilik konusunda az bir alan tanıdığı öne sürülmektedir (2000: 540-541). 66 67 4. ALAN ARAŞTIRMASI 4.1. Araştırma Alanının Seçimi Kente göç eden kitlelerin kente uyumu, bütünleşmesi ve kentsel problemlerin ortaya konulması kent sosyolojisinin en önemli çalışma alanlarından olmuştur. Bugün ise kente göç edenlerin ikinci ve üçüncü nesilleri kentte doğmuş, göç edilen kırsal mekanla ilişkiler önemli ölçüde değişime uğramıştır. Kentsel bölgelerin yapısında olan değişimlerin (apartmanlaşma, kentsel dönüşümler, kentlerin yayılması) yanı sıra Türkiye’de eğitim kurumlarının yaygınlaşması ve eğitim gören bireylerin sayısının artması, iletişim teknolojilerinin gelişmesi, farklı sektörlerin gelişerek iş imkanlarında çeşitlenmelerin artmasıyla aile yapısında önemli değişimler meydana gelmektedir. Bu süreçte ailelerin formal ya da enformal ne tür stratejiler geliştirdiklerini incelemek amacıyla alan araştırması planlanmıştır. Hem gecekonduların varlıklarını sürdürdüğü hem de apartmanlaşmanın yaşandığı, formal ve enformal konut sektörünün birarada bulunduğu bir ilçe olan Mamak araştırma alanı olarak belirlenmiştir. Ankara’nın Mamak ilçesi en eski gecekondu alanlarından biridir. 1930’lardan itibaren çevre köylerden ve kentlerden göç almıştır. Hala Ankara’nın en fazla göç alan bölgelerinden biridir. Mamak kuruluşunun başlangıcında Kızılay, Ulus, Cebeci gibi Ankara’nın kent merkezinde yer alan bölgelerin çevresinde kurulmuş, daha sonra genişleyerek, altmış beş mahallesiyle Ankara’nın en büyük ilçelerinden biri haline gelmiştir. kent toplumlarının, zenginliği ya da yoksulluğu, akrabalıkları, hemşeriliklerı, etnik kökenleri, ortak değer ve tutumları, ikamet tercihleri kent içi sosyo-mekânsal farklılıkların oluşumunda öneml d nam klerd r. Kuşkusuz bu farklılıkların oluşumu ve zamanla değ ş m nde pek çok etmen rol sah b se de kent merkez ne olan uzaklık çoğu zaman öneml b r husus olarak karşımıza çıkmaktadır. .ünkü çeşitli işler, alışveriş merkezleri, okullar, sağlık tesisleri, yeşil alanlar, spor merkezleri, eğlence merkezleri gibi çeşitli hizmet ve olanaklara erişim, sosyo-mekânsal farklılaşmanın gizil dinamikleri arasında yer almaktadır. Çalışma kent merkezine yakın mahallelerden başlanarak çevreye doğru genişletilmiştir. Bu şekilde ilçenin kendi içerisinde nasıl farklılaştığı da gözlenebilmiştir. Hem gecekonduda halen oturan, hem de gecekondudan apartmanlara taşınan ailelerle görüşme imkanı bulunmuştur. Bu sayede gecekondularda oturan ailelerin sosyal ve mekansal ilişkileri ile apartmanlara taşınan ailelerin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Görüşme yapılacak aileler, mahalleler muhtarlarla görüşülerek belirlenmiştir. Aileler muhtarlarlık vasıtasıyla belirlendikten sonra diğer aile üyeleriyle mülakat yapılabilmesi için kartopu yöntemi kullanılmıştır. Toplamda 12 aileden 68 55 kişiyle derinlemesine mülakat yapılmıştır. Mülakat süreleri 40 dakikadan 6 saate kadar değişmektedir. Bazı ailelerde, aile bireyleriyle tek tek değil toplu görüşmeler yapılmıştır. Saha araştırmasının yapıdığı mahalleler Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafaktepe, Kutludüğün, Kayaş, Mehtap, Üreğil mahalleleridir. Saha araştırması 2013 yılı TemmuzEkim ayları arasında gerçekleştirilmiştir. Saha verileri araştırmanın amacıyla ilişkili olarak temel olarak sosyal, kültürel, ekonomik ilişkiler başlıkları altında incelenmiştir. Apartmanlaşmanın ve formal konutlaşmanın neredeyse tamamlandığı mahalleler Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap mahallelerinden, apartmanlaşmaya başlayan fakat hala önemli bir bölümü gecekondu özelliklerini koruyan Kayaş, Üreğil mahalleleri ve Mamak belediyesi sınırlarına dahil edilmiş Kutludüğün mahallesinde ailelerle mülakatlar yapılmıştır. Mülakatlar ailelerin sosyal, ekonomik, kültürel sermayelerinin nasıl aktarıldığı, dönüştüğünü ve korunduğunu anlayabilmek için yarı yapılandırılmış bir soru kağıdı geliştirilerek yapılmıştır. Sorular, gündelik hayat pratiklerinden, tasarruf biçimlerine, eğitim, meslek, yaşanılan yer ve aile tercihleri, değer ve geleneklerin, ayrıca zevklerin ve eğilimlerin belirlenmesi amacıyla sorulan tüketim biçimlerini incelemek amacıyla oluşturulmuştur. Nesiller arasında ve nesil içinde değiştirilen işler, daha önce oturulan yerler araştırma için oldukça önemli görülmektedir. Bunlara ilave olarak nesillerarasında çocukların cinsiyetlerine göre eğitim açısından bir farklılık yaşanmış mıdır? yaşanmakta mıdır? ya da hanenin hangi çocuğunun eğitimine daha fazla destek verilmektedir, sosyal ağlar iş bulma, konut, yerleşilen çevre gibi konularda önemini korumakta mıdır? gibi sorularla yaşam stratejileri ve yörüngeleri incelenmeye çalışılmıştır. Görüşmeler mümkün olduğunca kesilmemeye çalışılarak bireylerin kendilerini mümkün olduğunca kendi açılarından ifade etmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Mamak İlçesi bütünü hakkında genel olarak meslek ve gelir verilerine ulaşılmış fakat daha ayrıntılı çalışma bulunamamıştır. Bu durum çalışmasının verilerinin, kategorileştirme açısından çok önemli hale gelmesine yol açmıştır. Görüşme yapılan ailelerde, göçle gecekondulara yerleşen ilk neslin hemen hepsinin tarımla uğraşan küçük toprak sahibi/ yarıcılardan oluşması, kente geldiklerinde ise düşük vasıflı fabrika veya kamu işçisi/ özel sektörde düşük vasıflı işlerde çalışan olmaları araştırmanın verilerinin göçmen işçi ailesi temelinde incelenmesini sağlamıştır. Bu veri araştırmanın sınırlanması açısından oldukça önemlidir. İlk neslin kırsal alanlardan ve başka küçük kentlerden gecekondu yaparak yerleşen ve düşük vasıflı çalışanlardan oluşması araştırmanın işçi ailesi üzerine odaklanmasını sağlamıştır. Bir diğer husus geniş ailenin 69 bütün üyelerinin Mamak’ta yaşamıyor olmasıdır. Fakat Ankara’nın başka bölgelerinde ve başka illerde yaşayan aile bireylerinin hayat izlekleri araştırmaya mekansal ve sosyal hareketliliklerinin izlenmesine olanak sağlaması bakımından önemli bulunmuş ve bu üyelerin bilgileri görüşülen aile üyelerinden edinilmiştir. Araştırmada elde edilen bulguların genellenemeyeceği öngörülmekle birlikte Türkiye’de pek çok ilde benzer kalıplarla gerçekleşen göç, gecekondulaşma, apartmanlaşma, eğitim ve meslek yapısındaki değişimlerin nesil içi ve nesiller arasındaki hayat stratejileri ve deneyimlerini örtüştürebileceği düşünülmektedir. Araştırmanın tasarlanması sürecinde karşılaşılan en önemli sorunlardan biri de araştırmanın birçok alanla bağlantılı olmasıdır. Kentleşme, göç, meslek, politika ve tabakalaşma alanlarının yapısında yaşanan dönüşümler, sosyal hareketlilik alanının kendisinin sınırlandırılmasını çok zorlaştırmaktadır. Hem yapısal hem de öznel birçok dinamiğin düşünülmesi ve hesaba katılması gerekmektedir. Fakat bu konuların her biri kendi içerisinde çok geniş bir içerik sunmaktadır. Şenyapılı, 1940-50 yılları arasında Ankara’da üç ana eksende gecekonduların yerleştiğini belirtir. Birinci ekseni Kalenin kuzeyindeki, Altındağ ve çevresi, ikincisini Asri mezarlığın doğusundan demiryolu ile Mamak Caddesi arasında gelişen Gülveren ve çevresi, üçüncüsünü Cebeci ve Yenişehir arasında Seyran Bağları-Balkehriz mahalleleri olarak tasnifler (1996: 3). 1950 yıllarında merkez çevresinde yerleşimler yoğunlaşır ve Çinçin bağları gibi yeni mahalleler ortaya çıkarken, sonradan doyan merkeze en yakın ve yoğun konut bölgesi Cebeci’nin çevresi ve tren yolu boyu yerleşmeye açılır. Bu eksende Mamak, İncesu, Kayaş, Köstence, Topraklık, Saime Kadın, Şehit Cengiz Topel, Abidin Paşa, Şafaktepe, Kartal Tepe, Telsizler ve Akdere mahalleleri ortaya çıkar (Şenyapılı, 1996: 4). 1950-60 yılları arasında Şenyapılı, Ankara kenti gecekondu mahalleleri arasında yatay bir hareketlilik başladığını bunun sonucu olarak gecekondu mahalleleri arasında yoğunluk, konut niteliği, sahipliği ve yaşayan nüfusun niceliksel ve niteliksel özellikleri açısından farklılaşmaların başladığını belirtir. 1953-1960 arasında ilk açılan ve hızlı yapılaşan düzensiz bölgelerde kiracılık oranları artarken yapım süreci ve yapı malzemeleri üzerinde tekelleşme başlamış ve bazı kişiler toprak çevirme olanağını, konut yapıp satmak ve parselleyip satmak gibi yollarla kar kaynağına dönüştürmüşlerdir (1996: 6). 1955-60 yılları arasında gecekondu nüfusunun artan ekonomik ve politik rolünün kavranmaya başlanmasıyla gecekondu yapım sürecinin arazinin işgalinden yapı 70 malzemeleri ve emeğin sağlanmasına dek enformal şekilde örgütlenilmesine engel olunmamıştır (Şenyapılı, 1996: 14). 1960 ve 70’lerde gecekondu nüfusunun ekonomik ve siyasal boyutlar içinde sağlamlaşan yeri, gelirlerin artması, çocuk ve kadınların da çalışma hayatına geçmesi ile aileler çok gelirli bir hal almıştır. Bu gelişmeler sonucunda gecekondular genişletilmiş, bölünmüştür. 1970-80 arasında ise gecekondu aileleri küçük çaplı toprak spekülasyonuna geçtikleri dönem olarak adlandırılır (Şenyapılı, 1996: 14). Hızlı enflasyon sonucu arazi fiyatları çok yükselmiş, ulaşım artmış, yolları ve altyapısı tamamlanan gecekondu bölgelerinin önemi artmış ve özellikle yüksek gelir gruplarının yerleştiği eksendeki gecekondu mahallelerini müteahhitlerin ele almasına neden olmuş, gecekondu sahiplerinin konut ve arsasını paraya ya da apartmana dönüştürebilmesi mümkün olmuştur (Şenyapılı, 1996: 14). 1980 sonrasında gecekondu alanlarını kentsel arasa pazarına katılabilmesi için bir dizi yasal karar getirilerek büyük projelerin yapılması amaçlanmış ve gecekondu yapımı yavaşlamıştır. Bu yıllarda 1970’lerde başlayan kent içi merkez ve ana yollar çevresindeki gecekondu mahallelerine büyük inşaat firmalarının girerek apartmanlaştırılması, alanların genelinin tükenmesi sonucu yavaşlamıştır. Yüksek gelir grupları, orta gelir grupları ve düşük gelir grupları kentlerin çeperlerine doğru yayılma stratejileri oluşturmaktadır. Kentlerin çeperinde üzerinde tarım yapılan ya da kent planında kamu kullanımı için ayrılan araziyi satın alan yapsatçılar araziyi noterler aracılığı ile spekülatörlere kente yeni gelenlere ya da kiracılara satıtılıyordu fakat inşaat yasal olmadığı için tapuları yoktu (Şenyapılı, 1996: 16). Üçüncü bir yol ise gecekondu sahibinin küçük bir yapsatçıyla anlaşarak arazisini daire karşılığı devretmesidir. Şenyapılı 1995 yılında Mamak İlçesinde 24 mahallede 120 apartmanda yapılan çalışmanın verilerinde 23 komşunun parsellerini birleştirerek bir müteahhide verildiğini ve genellikle müteahhid yararına 40/60 paylaşım oranın eğer mevki iyiyse 50/50 bölüşüldüğünü belirtir. Genelde gecekondu sahibinin birinde kendisi diğerinde ise evli çocuklarının oturduğu iki en fazla üç daireye sahip olduğu bulunmuştur. Ancak ana cadde, merkezler gibi çok elverişli noktalarda gecekondu sahipleri rant elde edebilmektedir (Şenyapılı, 1996: 18). Apartmana dönüşen eski gecekondular çevre sağlık koşullarına uygun olmayan yoğun ve artan yoğunlukta altyapısı yetersiz kalan bir doku oluşturmaktadır. Apartmanlaşmanın yaşanmadığı eski gecekondu alanları ise yeni gelen kiracılara açılmakta ve geçiş alanlarına dönüşmektedir (Şenyapılı, 1996: 21). 71 Harita 1.1. Ankara statü gelir haritası Kaynak: Güvenç, M. (1998). Ankara’da Statü/Köken Temelinde Mekansal Farklılaşma: 1990 Sayım Örneklemleri Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler Güvenç, Ankara’da 1990 sayımı mahalle kodlarını içeren örneklemler üzerinden statü-gelir/ köken-gelir farklılaşmalarını incelediği çalışmasında, Mamak İlçesinin çalışmada ele alınan mahallelerini mülksüz ücretli + ücretliler + mülksüzler başlayarak, sahip sakin ücretli ve sahip sakin ve mülksüz kendi hesabına çalışanların yoğunluklu olduğu bölgeler olarak tanımlamıştır. Güvenç’in çalışmasına göre Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap mahallelerinde uzmanlaşma alanları sanayi -gıda, agaç, ambalaj, mobilya, taş-toprak, demir-çelik, ana metal, makina, elektirikli makina, cihaz ve aletler, elektrik, gaz, su dağıtımı, konut dışı inşaat, yakacak madde perakendeciliği, toplu taşımacılık, şehir içi ve şehir dışı taksi, gezi otobüsleri, okul servisleri, haberleşme (PTT), kişisel hizmetler ve diğer tamir hizmetleri yoğunlaşmıştır (Güvenç, 1998: 28). 72 Harita 1.2. Ankara kentinde mahallelerin sosyo mekansal niteliklerine göre kümelenmesi Kaynak: Yüceşahin, M. M., Tuysuz, S. (2011). Ankara Kentinde Sosyo-Mekansal Farklılaşmanın Örüntüleri:Ampirik Bir Analiz Yüceşahin ve Tuysuz’un daha yakın tarihli Ankara Kentinde Sosyo-mekânsal Farklılaşmanın Örüntüler : Amp r k B r Anal z başlıklı çalışmalarında (2011) Mamak bölgesi’nin 4. 5. ve 6. bölgelerin birarada bulunduğunu göstermektedir. “4. Kümede hizmet işler nde st hdam ed len nüfus oranına a t maks mum ortalama le karşılaşılan bu küme 5 ve 6 nolu kümeler arasında geç ş bölges olarak n teleneb l r. Ancak kümede, 20-24 yaş arası nüfus, İç Anadolu Bölges ller nde doğmuş nüfus, dört ve beş kişilik hanelerde yaşayan hanehalkları, kamet ett ğ ev n k racısı durumunda olan nüfus, malat sanay nde çalışan nüfus ve ısıtma s stem olarak soba kullanan b na sayısı oranları bakımından yüksek ortalamalara rastlanmaktadır. Buna karşın kümede, 60 yaş ve üzer nüfus ortalamasının oldukça düşük olduğu bel rlenmekted r. 5 nolu küme: 2 nolu küme le 4 nolu küme arasında b r geç ş zonu olarak n telend r leb lecek bu kümede, 3’er değişkene ait maksimum ve minimum ortalamalar dikkat çekmektedir. Bu değişkenlerden maks mum değerlere sah p olanlar, dört k ş l k hanelerde yaşayan hanehalkları, kamet 73 ett ğ ev n sah b durumunda olan nüfus ve dört odalı konutta yaşayan hanehalkları oranlarına ait ortalamalardır. Minimum değerlere sah p olanlar se k ve üç odalı konutlarda yaşayan hanehalkları le 1959 önces nde yapımı tamamlanmış b na sayısı oranlarına a t ortalamalardır. Ancak bu kümede Güneydoğu Anadolu Bölges ller nde doğmuş nüfus, üç kişilik hanelerde yaşayan hanehalkları, beş odalı konutta yaşayan hanehalkları, dar personel ve t caret ve satış personel olarak st hdam ed len nüfus le y tanımlanmamış faal yetlerde st hdam ed len nüfus oranları g b parametrelere a t ortalamalar n sp b r yüksekl ğe sah pt r. Buna karşılık kümede kadın nüfus daha fazla, h zmet şler nde st hdam ed len nüfus oranı ortalaması d ğer kümelere göre y ne n sp olarak daha düşüktür. 6 nolu küme: Bu küme, tüm değ şkenler çer s nde 3 parametreye ilişkin maksimum ve 6 parametreye ilişkin olarak da minimum ortalamaların yer aldığı b r sınıflamayı göstermekted r. Buna göre küme, İç Anadolu Bölges ller nde doğmuş nüfusun, beş k ş l k hanelerde yaşayan hanehalklarının, ve malat sanay nde st hdam ed len nüfus oranları ortalamalarının kent ç nde en fazla olduğu bölgeye şaret etmekted r. Ancak kümede, 60 yaş ve üzer nüfus, Güneydoğu Anadolu Bölges ller nde doğmuş nüfus, tek ve k k ş l k hanelerde yaşayan hanehalkları, t caret ve satış personel ve h zmet şler nde st hdam ed len nüfus oranlarına a t ortalamalar m n mum düzeyded r. D ğer yandan, pek çok değ şken n sah p olduğu küme ortalamaları bakımından, 6 nolu kümen n n speten 3 nolu kümeye benzed ğ bel rlenmekted r. 6 nolu kümede çocuk-kadın oranı ile okuma-yazma bilmeyen ve ilkokul mezunu nüfus, altı ve yed k ş l k hanelerde yaşayan hanehalkları, kamet ett ğ ev n sah b ya da k racısı durumunda olan hanehalkları, k ve üç odalı konutta yaşayan hanehalkları ve ısıtma sistemi olarak soba kullanan bina sayısı oranlarında nispeten yüksek ortalamalarla karşılaşılmaktadır. Buna karşın kümede, l se ve yüksek.ğret m mezunu nüfus, üç k ş l k hanelerde yaşayan hanehalkları, dört ve beş odalı konutlarda yaşayan hanehalkları, ilmi ve teknik elemanlar, serbest meslek sahipleri vb. ile müteşebb sler, d rektörler, üst kademe yönet c ler olarak st hdam ed len nüfus, dar personel olarak st hdam ed len nüfus ve 1959 yılı önces nde yapımı tamamlanmış b na sayısı oranlarına a t küme ortalamalarının n speten düşük olduğu gözlemlenmektedir” (Yüceşahin ve Tuysuz: 174-175). 74 4.2. Veri Toplama Tekniği Alan çalısmasının ilk kısmı 2006 yılının Mayıs ayından Ekim ayı sonuna kadar sürmüstür. Alan arastırmasının ikinci asaması ise 2007 yılının Haziran ve Temmuz aylarında gerçeklestirilmistir. Çalısmaya ailelerle tanısma ve örneklem grubunu tespit etme ile baslanmıstır. Bunun için kartopu teknigi çerçevesinde birden fazla aracı kisi ya da aile ile çalısılmıstır. Bu aracılar çogunlukla mahallede oturan ya da daha önce orada oturmus olan, arastırmacının tanıdıkları vasıtasıyla ulasabildigi kisilerdir. Onlar aracılıgıyla görüsmeyi kabul eden ailelere yapılan ilk ziyarete yine bu aracılar katılmıslardır. Çalısmada derinlemesine görüsme ve gözlem tekniklerinden yararlanılmış ve yarı yapılandırılmış görüşme formu uygulanmıştır. Bu görüsmelerde öncelikle görüsmecilere bireysel hayat hikayeleri anlattırılmıstır. Bu hikayeler, kisisel geçmislerinin yanında, göç, gecekondunun yapım süreci ve yasantısı, kentsel dönüsüm ve tapu alma süreci ve daireye geçis sürecini olusturan genis bir dönemi kapsamaktadır. Bunların yanında, derinlemesine görüsmelerde, görüsülen kisilerin çevre ile olan (aile, komsuluk, akrabalık) iliskileriyle ilgili sorular sorulmustur. Bu görüsmeler görüsülen kisinin ilgi durumuna, zamanına ve görüsmenin derinligine göre bazen 40-50 dakika, bazen de yarım gün sürmüstür. Derinlemesine görüsmelerde bazı durumlarda soru sormak bırakılmıs ve karsılıklı sohbet ederek görüsme tamamlanmıstır. Çogunlukla uzun süren görüsmeler bu tür görüsmeler arasında yer almıstır. Evin hanımıyla genellikle birden fazla, hane reisleriyle ise sadece bir kez birkaç saat süren derinlemesine görüsme yapılmıs; evin diger fertleriyle de sohbet ortamı yaratılmaya çalısılarak yapılandırılmamıs görüsmeler ve gözlemler gerçeklestirilmistir.Görüşmeler ses kayıt cihazı ile kayıt altına alınmıştır. Alan çalısmasının yapıldıgı mekanlar zaman zaman fotograflanmıs, alan arastırmasının sonlarına dogru izinleri dahilinde bazı görüsmecilerin de fotografı çekilmistir. 4.3. Araştırmanın Sınırlılıkları Alan arastırmasında karsılasılan en önemli sorun, görüsme yapılacak kisilerin tespit edilmesi ve arastırmacının bu gruplar tarafından kabul edilme süreci idi. Görüsme yapılan ailelerin aracılıgıyla tanısılan yeni ailelerin birçogu, aracı olmasına ragmen görüsmede tereddüt edilmiştir. Aslında alan arastırmalarında karsılasılan benzer sorunlar gibi arastırmacı mahalleli içinbir ‘yabancı’ idi. Bir yabancının geniş ailenin hayat hikayelerinin yanı sıra ayrıntılı demografik özelliklerinin kayıt altına alınmak istenmesi sorun yaratmıştır. Bu yüzden bazı görüşmeciler görüşmeyi kısa kesmek istediği ya da doğru olduğuna emin olunamayan cevaplar verdikleri düşünülmektedir. Görüşülen kişilerden 75 bazıları fotograf çektirmeye, bazıları ise ses kayıt cihazıyla seslarinin kayıt edilmesini istememişlerdir. Arastırmadaki diger bir sorun, görüsülen ailelerde erkek hane reislerinin çoğunun emekli olması ve dolayısıyla evde daha çok zaman geçiriyor olmalarıdır. Bu durum hane reisleriyle görüsmede kolaylık olarak karsımıza çıkmaktadır. Ancak evin hanımı ile görüsmelerde hane reislerinin varlıgı bazen görüşmeyi olumsuz etkilemiştir. 76 77 5. ARAŞTIRMANIN BULGULARI Araştırmanın bulgularının ortaya konulacağı bu bölümde öncelikle göç eden ailelerin demografik özellikleri ortaya konulacak daha sonra kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda nesil içi ve nesiller arası dayanışma ve çatışma alanları ele alınarak, ailelerin sosyal hareketlilikleri incelenecektir. 5.1. Kente Uyum ve Sosyal Ağların Dönüşümü Kente uyum gecekonudu bölgelerinde yapılan çalışmaların en çok üzerinde durduğu konulardan biridir. Kentsel uyum, kente özgü olduğu düşünülen pratiklerin benimsenmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Saha araştırmasında, Şenyapılı’nın (1996) kente gelen göçmenlerin, kırla arasındaki ilişkinin bir süre açık kaldığı, kırla aktarım ilişkisinin kentte güvence elde edilinceye kadar sürdüğü savı bugün, göç eden aileler için büyük oranda tamamlanmış görünmektedir. İkinci ve üçüncü nesillerin kentte tutunması, kentsel faaliyetlerin ve pratiklerin daha baskın hale gelmesi ile birlikte kırla ilişki büyük oranda azalmıştır. Kıra ait olduğu öne sürülebilecek pratiklerin kendi yaşam tarzlarına hiç uymadığı birçok görüşmeci tarafından ifade edilmektedir. İlk nesil ile ikinci ve üçüncü nesiller arasında, göç edilen yerle ilgili düşüncelerde önemli farklılıklar görülmektedir. İlk göçen nesil halen kırsal yaşam tarzını özlemekte, kentsel mekan ve ilişki tarzlarını daha az benimsemektedir. 1993 yılında Aile Bakanlığının yürüttüğü Gecekondularda Aileler Arası Geleneksel Dayanışmanın Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü çalışmasındaki bulgulara benzer bulgulara çalışmada da ulaşılmıştır. Göç eden nüfus kendini kentli olarak görmekte, kentle bütünleşmeye çalışmakta ve kıra dönmeyi istememektedir (1993: 376). Göç eden ilk neslin uyum sağlama ve bütünleşme sorunlarının büyük bir kısmının ikinci ve üçüncü nesillerde yaşanmadığının altı çizilmektedir.. Yine bu çalışmanın bulgularına paralel olarak, görüşülen ailelerde, birinci kuşağın kırla bağlantısının ilk göç edilen zamanlarda çok yoğun olduğu fakat ikinci ve üçüncü kuşakların bugün kırla ilişkisinin farklılaştığı görülmektedir. Daha çok bu ilişki evlilik, ölüm gibi törenler sebebiyle devam etmektedir. İlişki biçimlerinin değişmesinin bir sebebi de kırsal alanda kalan çevrenin azalması, akraba ve yakınların kentlere göç etmesidir. Aynı zamanda kente özgü sosyal ilişki tarzlarının, ailelerin sosyal sermayelerini arttırmakta daha fazla öneme sahip olmaya başlaması, akrabalarla sosyal ilişkilerde de değişimlere neden olmaktadır. İkinci ve üçüncü nesillerde kırsal yaşama ait hayat tarzları deneyimlenmemiş, akraba ve yakınların yanına gitmek ya 78 da onların ziyaretleri gibi dolaylı yollarla kırla ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Bu durum kente ait pratiklerinde daha kolay benimsenmeye başlamasına yol açmıştır. İlk göç eden nesilden Hatice Hanım ile ikinci nesilden Ümran ve Ayşe Hanımın söylemleri arasında büyük farklılıklar gözlenmektedir. Hatice, 60, evhanımı; “Şimdiki çocuklar tarımla uğraşamaz, nerde… Biz çok cahil büyümüşüz. İyi ki geldim demiyorum buraya geldim başıma çocuklar çöktü hastalık çöktü köyde akşama kadar çalışıyordum sabaha kadar uyuyordum. Dert yoktu tasa yoktu. Şehre taşınmaktan memnun değilim. Köyde akşama kadar çalışır, sabaha kadar rahat uyku uyurdum. Şehre geldim bu uykular kalmadı.” Ümran, 32, temizlik görevlisi; “Ben Ankarada doğdum büyüdüm. Dört ay köyde kaldık dört ay gibi demeyimde sanki bir ömür gibi geldi. Her gün ağladım. Ev farklı, yiyecekler farklı, herkes aynı tabaktan yemek yiyor çok farklıydı. Ama şimdi köylerde de kalmadı herşeyi satın alıyorlar. Süt, tavuk bile yok satın alıp yiyorlar, yumurtayı satın alıp yiyorlar. İnsanlar tembelleşmişler. Basitleşmişler. Sonra kente geliyorlar. Asgari ücretle nasıl geçinilirse, yavan ekmeği yiyip oturuyorlar. Ordaki kızları bile şehirli değince, işi gücü olmayan biri bile olsa veriyorlar.” Ayşe Hanım, 31, ev hanımı; “Ne işim var köyde inek minek. Ben burada bile, bazıları kent dışında oturmaya gidiyor ya onu bile sevmiyorum. Her şey elimin altında olacak.” Göç edilen yerlerle olan sosyal ve ekonomik ilişkilerin azalmasının önemli nedenlerinden biri de ilk nesil göçmenler için ailelerin ekonomik sermayelerini geliştiren maddi yardımların öneminin azalmasıdır. Kırsal alanda kalan aile bireyleri ile kente göç eden aileler arasında kentte tutunmaya çalışan ailelere destek olmak amacıyla özellikle yiyecek maddelelerinin gönderilmesi gibi aile içi aktarımlar oldukça azalmıştır. Bir anlamda kırsal alanda kalan aile ve akrabalarla, kente göç eden ailelerin arasındaki stratejik simbiyotik ilişki büyük oranda azalmıştır. Göç edilen yer, ikinci ve üçüncü nesiller için artık çoğunlukla ebeveynler ve aile büyükleri istediği ya da tatil yapmak, “kentten biraz uzaklaşmak” için gidilen bir yer olarak algılanmaya başlamıştır. Kırdaki geleneksel 79 davranışların kentte hemşerilik ve akrabalık ağlarını sürdürmek üzerine devam ettirilmesi zorunluluğunun giderek daha az hissedilmesine yol açmaktadır. Kentte iş bulma, evlilik gibi akrabalık ve hemşehrilik ağlarının en çok etkili olduğu alanların kısmen kentsel ilişki biçimleri tarafından dönüşüme uğramaya başlaması kentsel tutum ve normların benimsenmeye başlamasına yol açmaktadır. “Gecekondularda Aileler Arası Geleneksel Dayanışmanın Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü” araştırması bulguları arasında yer alan, kentte edinilen yeni ilişkilerin çok önemli bir boyutunun ekonomik olduğu, göç eden ailelerin kentle bütünleşmesinin çoğunlukla maddi kültür yoluyla gerçekleştiği, sosyal ve davranışsal bütünleşmenin ise maddi kültüre göre daha yavaş gerçekleştiği, özellikle kadınlara ilişkin davranış normları ve geleneklerdeki değişmenin ailenin bütününe göre daha yavaş olduğu (1993: 377) çalışmada da gözlemlenen bulgular olmuştur. Ancak burada halen akrabalık kümelenmesinin yoğun olduğu gecekondularda oturan aileler ile gecekondularından apartmanlara taşınan aileler arasında farklılaşmalar görülmektedir. Gecekonduda oturan ailelerde akrabalık ve hemşehrilik ilişkilerinin sıklığı apartmanlarda oturan ailelere göre daha yoğundur. Bu çevre apartmanlarda oturan çevreye göre etnik yapı, dini gruplar ve sosyo-ekonomik imkanlar bakımından daha homojendir. Bu durum sosyal kontrol ve aile içi hiyerarşik yapının tekrar üretilmesini kolaylaştırmaktadır. Apartmanlarda oturan ailelerde ise akrabalık ilişkileri yoğun olsa da özellikle çekirdek ailelerin belli derecelerde özerkliklerinin nesiller arasında ve nesil içi sosyal ve kültürel pratiklerin farklılaşmasında rol oynadıkları ifade edilebilir. Ayrıca mekansal hareketliliğin daha yoğun olarak yaşandığı apartmanlaşmanın yoğun olduğu mahallelerde, farklı sosyal ve ekonomik arka plana sahip birey ailelerin aynı mekanı paylaşması heterojenliği arttırmaktadır. Kadınların aile içi dayanışma ve birincil ilişkilerin yeniden üretilmesindeki rolü her iki kesim içinde benzer özellikler göstermekle beraber kadınların davranış normları ve geleneklerindeki değişme en fazla üçüncü nesil kadınlarda görülmektedir. Ebru, 23, universite mezunu, işsiz; “Ben her yerde rahat olabilecek biriyim. Mahallede bile çok açık giyinebiliyorum. Topuklu ayakkabı hastasıyım. Eve çok geç geleceksem giymiyorum ya da yanıma pantolon alıyorum ve eve gelirken değiştiriyorum. Kapalı insanların yanına girince artık rahatsız olmuyorum. İnsanlar şunu demeye başladı. Keşke günah olmasa da ben de yapabilsem. 80 Kayınvalidem düğünden önce pantolon takımı denedi. Şöyle diyordu ben pantalon giyenler hakkında çok konuştum şimdi ben giyersem ne derler. ” Emeklilik, sağlık güvenceleri, mülkiyet sahipliği, yeni nesillerin eğitim fırsatlarına erişmesi, bankalardan, mahkeme, karakol gibi göçmenlerin erişebildikleri yeni sosyal mekanizmalarla kentte güvenceye sahip olmaya başlayan ailelerde enformal ilişki ağları halen önemli bir yere sahiptir. Ancak kentte yeni formal ve enformel ilişki ağlarının kurulmaya başlanması, kente eklemlenmeyi kolaylaştırıcı mekanizmaları destekleyen birincil ilişki biçimlerini ikincil ilişki biçimleriyle eklemlemektedir. İçiçe geçen bu ilişki ağları ailelerin gereksinim duyulan yerde birine, gereksinim duyulan yerde diğerine başvurduğu kaynaklar haline gelmektedir. Hem gecekondularda hem de apartmanlarda yaşayan ailelerle yapılan görüşmeler sonucunda formal meslek ağlarına katılımın hem ebeveynler hem de çocukları için giderek daha önemli olmaya başladığı görülmektedir. Güvenceli, uzun sürekli ve statüsü yüksek mesleklere ulaşmak için aileler ekonomik ve sosyal kaynaklarını ellerinden geldiğince seferber edebilmektedir. Bu durumun bir nedeni artan oranda okullaşmanın yaşanması ve eğitimin yukarı doğru sosyal hareketliliği destekleyecek bir sistem olduğuna inancın artmasında aranabilir. Bu anlamda görüşülen ailelerin “umma düzeylerinin” oldukça yüksek olduğu söylenebilir. Göçmenlerin referans topluluğu kişinin veya ailenin sosyo ekonomik statü ve durumunu karşılaştırdığı ölçüt olarak tanımlanmaktadır. Birey, aile ya da topluluk, referans topluluğun yaşam biçimine, tüketim normlarına, toplumsal prestijine özenmektedir (Şenyapılı, 1996:33) Eskiden bir gecekondu edinmek ve minumum yaşam koşullarına sahip olmak umuduyla kente gelen ailelerin bugün daha farklı beklentileri olduğu görülmektedir. Türkiye’de uygulan alt sınıfların orta sınıflara katılarak, orta sınıf yaratma ve boyutlarını geliştirme politikası sonucu görüşülen ailelerin maddi koşullarında belirgin ve ölçülebilir ilerlemeler olduğu görülmektedir. Türkiye’nin ekonomik yapısındaki gelişmelerin yanı sıra Türkiye’deki meslek yapısının değişimi, ailelerin ikinci ve üçüncü nesillerde belirginleşen ekonomik sermaye kaynakları yaratmaktadır. Olanakların gelişmesi için geliştirilen kampanya ve sunulan olanaklar ve empoze edilen değer yargılarına açıklık özellikle kentle ilk gelen nesilden daha farklı sosyal çevrelere girişleri kolaylaşan üçüncü nesilde farklı pratiklerin gelişmesine olanak sağmaktadır. Mamak ilçesinin gelişen bir ilçe olması, yeni tüketim merkezlerinin açılması 81 yeni davranış pratiklerinin ve beğeni eğilimlerinin benimsenmesinde önemli etkileri olmuştur. İlçedeki tüketim merkezlerinin, AVM’ler gibi mağazaların ve büyük süper marketlerin özellikle ilçenin merkeze yakın mevkilerinden başlayarak yayılması tüketim mekanlarının eski gecekondu alanları ile ilişkisini değişmiştir. İkinci. ve üçüncü nesil çekirdek ailelerin hemen hepsi aile olarak hafta sonları oturdukları muhite en yakın AVM’ye gittiklerini belirtmişlerdir. Bu anlamda göçmenlerin özellikle ikinci. ve üçüncü nesilleri, yaşam pratikleri bakımından orta sınıf referans topluluklarına yaklaşmaktadır. Ekonomik kaynakların tassarrufu ve boş zaman değerlendirme biçimleri beğenilerin/ eğilimlerin değişimi nesiller arasında çok belirgindir. İlk nesil maddi tasarrufa çok önem vermekte, kıt yaşam koşullarına bağlı yaşam pratikleri halen baskın bir rol oynamaktadır. Ayşe, 55, sekreter; “Hayatım boyunca hiç dışarıda yemek yemedim. Çocuklar da sadece özel günlerde dışarıda yemek yiyorlar. Benden saklıyorlar laf söyleyeceğim diye… Ben diyorum ki marketten et alın ben size en alasını yapayım. Fuzili yere alışverişe, fuzili yere bir şeyler yapılmasına karşı çıkıyorum masraf hep. Ben burada karın tokluğuna çalışıyorum günlük 15 TL alıyorum anca günü kurtarıyor dışarıda yemek yemek neyimize ama şimdiki gençler gezmeye gitmek istiyor. Bir çorap almak için dışarı çıkabiliyor bizim gelin.” Adile, 60, ev hanımı; “Hayatımda bir kere yemeğe gittim parasına hala acırım. Alışkın değiliz biz. 45 sene önce iki lahmacuna iki buçuk lira verdik ben o parayla bir hafta geçinirdim.” Mehmet, 26, tekniker; “Babam bana dersi ki on lira paran varsa beşini harca beşini kenara at biz anlamadık. Sabaha bayram var zannettik bulduk yedik bulduk aldık. Şimdi arkasından itemiyoruz. 2500 liraya gittik yeni televizyon aldık eskisi de çalışıyordu bunu niye aldık. Bunları komşuda birşey var neden bende yok komşum onu almış ben niye alamayım mantığıyla yapıyoruz. Merak var çünkü. Mesela arkadaş tablet almış, şimdi ben de istiyorum araştırıyorum şimdi.” Nesiller arasındaki tüketim eğilimlerinin farklılaşmasının yanı sıra halen gecekondularda oturanlar ile apartmanlara taşınan haneler arasında da farklılaşmalar 82 gözlenmiştir. Apartman dairesinde yaşayan ailelerin hane içi mekansal organizasyonu, sofra düzeni, giyim ve teknolojik cihaz kullanımına kadar orta sınıf referans topluluklarına gecekondularda yaşayan ailelerden daha çok yaklaştıkları görülmektedir. Buna karşın gecekonduda ya da Mamak’ın çevresine doğru konumlanmış kırsal alanlarda oturanların geleneksel mekan kullanımı, mobilyalar, sofra düzeni gibi pratiklerinde daha yavaş bir dönüşüm göstermektedir. 83 Resim 1.1. Akdere Mahallesinde bir apartman dairesi Resim 1.2. Kayaş Mahallesinde bir gecekondu 84 5.2. Mesleki Hareketlilik Mesleki hareketlilik, kırsal alanlardan kentlere ve küçük kentlerden büyük kentlere yaşanan göç ile çok çeşitli biçimler almıştır (Sönmez, 2007: 187). Fakat Sönmez’e göre kitlesel olarak yaşanan göçler çok büyük oranda meslekler hareketliliğe neden olmuş olsalarda çok küçük ölçekte yukarı doğru sosyal hareketlilik yaratabilmiştir (2007:187). Ekonominin her sektöründe mesleki hareketlilik şansı bütün göç eden aileler için eşit görünmemektedir. Yaş, cinsiyet, kişisel varlık, eğitim, teknik beceriler, ekonomik kaynakların yanı sıra sosyal beceriler, hareketlilik destekleri ve dayanışmada mesleki hareketliliği etkilemektedir. Özellikle kamuda bürokratik kurumlarda ve özel sektörün eğitim ve vasıf gerektiren birçok kolunda bu özelliklere sahip olmamak göçmenleri inşaat sektörü ya da düşük vasıf gerektiren hizmet sektörüne itmektedir. Örneğin ilk nesil göçmenlerden kamu sınavını geçerek işçi statüsünde bir işe sahip olacak kadar eğitim ve bilgiye sahip olanlar güvenceli bir iş ve emeklilik olanaklarına sahip olabilirlerken, okuma yazma bilmeyen ya da farklı iş kollarına girebilmek için sosyal destek mekanizamalarına sahip olmayan göçmenler marjinal işlerde çalışmak durumunda kalmışladır. İşçi olarak kamu sektöründe çalışan göçmenlerin birçoğunun eğitim seviyesinin orta okul ya da daha az oranda lise olduğu, marjinal işlerde çalışan ilk göçmenlerin ise ya okur yazarlığının olmasığı ya da ilk okul mezunu oldukları görülmüştür. Bu durum iş piyasasına girişte eğitim olanaklarına sahip olmanın önemini göstermektedir. Aynı zamanda ailelerin kente göç ederken ki ekonomik varlıkları ailenin sosyal hareketliliğini belirleyici bir rol oynamaktadır. Ekonomik olarak daha güvence sahibi olan ailelerin borçlanma, eğitim, tüketim gibi alanlarda daha kolay hareket edebildikleri ve nesiller arasında yukarı doğru sosyal hareketlilik yaşama şanslarının daha yüksek olduğu ifade edilebilir. İkinci ve üçüncü nesillerde iş değiştirmenin sıklığı, işlere kolay giriş çıkış, geçicilik, esneklik, emek yoğun çalışma, güvenlik ve süreklilik eksiklikleri gibi özelliklerle çalışan bireyler halen oldukça fazladır. Türkiye’deki istihdam olanaklarının yapısına bağlı olarak güvencesiz ve esnek olarak çalışmak, çok sık iş değiştirmek zorunda kalınması mesleki hareketliliğin yukarı doğru gerçekleşme olasılığını azaltmaktadır.Görüşülen ailelerin birçoğunda ilk ve ikinci nesiller yoğun olarak hizmet sektörü ve kamuda düşük vasıflı işlerde çalışmaktadır. Meslek ve statü açısından ailelerin çoğu nesil içi ve nesiller arasında yatay hareketliliği daha yoğun yaşamaktadır. Örneğin 40 yaşındaki Ali Bey, gece bekçiliği, inşaat işçiliği, hastabakıcılık, röntgen çekim ve elektrik teknisyeni olarak çalışmıştır. Benzer şekilde Sinan, 26 çok sık iş değiştirmek zorunda kalanlardandır. 85 “Asansörde çalıştım biraz meslek edinmek istedim. Çok işte çalıştım. Temizlik şirketlerinde, Kızılayda dersanede, çöp toplayıcılığında, inşaatlarda 6 tane iş değiştirdim. Sigortan yatarsa paranı vermiyorlar, paranı verirlerse sigortan yatmıyor. Ostim'de çalışıyorum şimdi.” Şenyapılı, ilk göçmenlerin genellikle kente giriş ve kişisel koşullarına en uygun olan marjinal kesimde iş edindiğini, biraz para biriktirebildiğinde ya da sosyal ilişkilerini belirli bir birikim ya da biçim düzeyine getirdiğinde, sosyal sermayesini geliştirebildiğinde, ekonomik mekan içinde belli bir eğri çizmeye başladığını ifade eder (1993: 45). Göçmen kendi başına ufak bir iş kurabilir, bu iş yürümezse bir süre sonra bir hizmet sektöründe işçilik ya da kentte bir apartman dairesinde kapıcılık yapabilir. Bu durumda, marjinal işlerden, küçük esnaf, ticaret gibi küçük imalat hizmet kesimine oradan fabrika işçiliği arasında bir gidiş geliş yapabilir.. Ekonomik mekandaki bu tür bir yatay hareketliliği Şenyapılı deneme yöntemi olarak tanımlamakta ve göçmenin umutsuzluğa düşmesini engellediğini ifade etmektedir Bu açıdan ekonomik mekanda çizilen bu devinimler eğrisini, sistemin emniyet kapağı olarak tanımlamaktadır (1993:46). Saha araştırmasında benzer bulgulara ulaşılmıştır. Genellikle kente gelmeden önce kurulmuş olan sosyal ağlar vasıtasıyla küçük işler yapılmakta, bu işler yürümediğinde farklı işlere girilebilmektedir. Ayrıca işler geniş aile içerisinde bir nesilden diğerine aktarılabilmektedir. İş kurma ve işin devamlılığı böylece garanti altına alınmaya çalışılmaktadır. Daha önceden bir işte çalışan aile bireyi, o işten başka bir işe geçmeye karar verdiğinde ise yerine kendi ailesinden birini önerebilmekte, kendi yerini almasını ayarlayabilmektedir. Bu tür bir ilişki genellikle küçük yaşta girilmesi ve zaman içerisinde ustalaşılması gereken matbaacılık, tamirat ve boyacılık gibi işlerde öne çıkmaktadır. Hasan, 49, matbaa işçisi; “Amcam matbaacıda çalışıyordu. Ben 13 yaşındayken gel sen dedi. Gittik. Orada işi öğrendim. Askerden gelince işçi bulma kurumuna başvurdum. Tarih kurumuna başladım. Benim yeğeni yerime koydum.” Her ne kadar görüşülen ailelerde, hayat standartlarında ve yaşama biçimlerinde nesiller arasında yukarı doğru sosyal hareketliliğin özellikleri görülse de, Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve politik yapısındaki değişimler ailelerin sermaye artırma stratejileri açısından hayati önemdedir. Genel olarak görüşülen ailelerde mesleki açıdan yatay hareketliliğin daha yaygın olduğu görülmektedir. 86 5.3. Mekansal Hareketlilik ve Farklılaşan Mekanlar Görüşme yapılan ailelerin köyden kente göç ettikleri tarih genel olarak 1960’ların sonları ile 1970’lere rastlamaktadır. Bu dönem, Türk ye’de tarım alanlarında makineleşmenin yogun olarak yasandığı ve tarım sektöründe şgücü fazlasının ortaya çıktığı bir zaman dilimidir. Aynı zamanda bu dönemde uygulanan sanayileşme politikalarıyla kentlerde belli iş imkanları artmıştır. Mamak ilçesinde görüşme yapılan ailelerin hemen hepsi İç Anadolu’nun Ankara’ya yakın illerinden köy ve kazalarından gelmişlerdir. Bu anlamda hem kentle bir tanışıklığa hem de sosyal ağlara sahip oldukları söylenebilir. Ailelerin ilk yerleştikleri mahalleler, genellikle akrabalarının olduğu yerlerdir. Akraba ve hemşehrilerinin yanına gecekondu yapılarak yerleşilmiştir. Görüşülen ailelerin birçoğunda kent içi hareketlilik yoğundur. İlk göç edilen kentsel alan ailenin sermayesi arttığı takdirde genellikle değişmiştir. Gecekonduları apartmana dönüşen ailelerde, genellikle daha fazla kent içi hareketlilik gözlenmiştir. Gecekondularının apartmana dönüşmesiyle bir ya da daha fazla kata sahip olanlar, dairelerini kiraya vermekte, satmakta ya da çocuklarını evlendirerek bu dairelere yerleştirmektedir. Aileler gelirleri arttığında genellikle öncelikle Mamak ilçesi içerisindeki mahalleler arasında yer değiştirmektedir. Daha sonradan geniş aileden ayrılan çekirdek aile ya da bireyler ise Keçiören, Demetevler gibi başka semtlere taşınmaktadırlar. Gelir ve fırsatlar arttıkça, mekansal hareketliliğin kent merkezlerine ve semtin daha gelişmiş yerlerine doğru yaşanmakta olduğu görülmektedir. Halen gecekondularda oturan aileler (Kayaş), Mamak İlçesine yeni bağlanan, merkeze uzak olan mahallelerde (Kutludüğün) ve kentsel dönüşümün, apartmanlaşmanın daha başlamadığı mahallelerde mekansal hareketliliğin çok daha sınırlı olduğu gözlenmiştir. Mamak İlçesinin bazı mahallelerinin giderek değer kazanması bazı aileler için önemli bir gelir kaynağı haline gelmiştir. Gecekonduları apartmana dönüşen aileler ekonomik kaynaklarını değişik biçimlerde değerlendirmektedir. Ekonomik açıdan sıkıntıya düşüldüğünde apartmanlardaki dairelerini kiraya veren aileler kendileri daha ucuz olan semtlere taşınabilmekte ve artı bir gelir kaynağına sahip olmaktadırlar. Eğer aileler birden fazla apartman dairesine sahip oldularsa, çocuklarını evlendirdiklerinde bu konutlara yerleştirmektedirler. Merkeze uzak olan gecekondularda oturan ve apartmanlara geçmek için yeterli sermayeye sahip olamayan ailelerde evlenme, çocuk sahibi olma gibi sebeplerle konutun iç 87 yapısında dönüşümler yapıldığı ya da yapılmak istendiği görülmektedir. Bu durum apartmanlarda oturan aileler için farklı bir biçimde yaşanmaktadır. Çoğunlukla yeni evlendirilen aile bireyleri, bir süre anne babanın yanında kalmakta daha sonra “ayrı ev açılarak” çift yerleştirilmektedir. Ayrı ev genellikle, öncelikle küçük ve ailenin yakınlarında tutulmakta daha sonra evli çiftin kendi sermayeleri ya da ebeveynlerinin yardımlarıyla ev sahibi olmaya çalışılmaktadır. Mehtap mahallesinde görüşülen Artır ailesinin ilk nesli Ankara Çukueren Köyü’nden önce Kızılcahamam’a taşınmış ardından ikinci nesil Kızılcahamam’dan Mamak ilçesine gelerek burada gecekondu sahibi olmuştur. İkinci nesil evlendiğinde önce Şafak Tepe mahallesine ardından Mamak’ın farklı mahallelerine dağılmıştır. Abidinpaşa’da oturan Baskın ailesi ise aslen Çorumludur. Aile Çorum’dan Ankara Keçiören’de bir gecekonduya, çocuklarını evlendirdikten sonra Mamak İlçesinde Abidinpaşa mahallesinde gecekonduya taşınmıştır. Taşındıkları gecekondular apartmana dönüşmüş ve aile buradaki daireyi kiraya vererek, Abidinpaşa mahallesi içerisinde başka daha ucuz bir konuta taşınmıştır. Tatmaz ve Ağaz aileleri ise üç nesildir Kutludüğün’de yaşamaktadır. Tarımcılıkla uğraşan aile bireylerinin yanı sıra kentin farklı yerlerinde çalışan aile bireyleri, Kutludüğün’den işe gidip gelmektedir. Ailelerin üçüncü nesil üyelerine neden başka bir yere taşınmadıkları sorulduğunda, çalıştıkları iş yerlerine ya da kent merkezlerine daha yakın olan konut kiralarının çok pahalı olduğu, bu konutlara aldıkları maaşların yetmediği yanıtı alınmıştır. Sinan, 28, kaynak ustası, “Geçim çok zorlaştı. Çalıştığım yerde verilen maaş olsun avans olsun yemek olsun hemen hemen karşılanmıyor. Yolumuzu karşılıyorlar ama hergün değil benim 800 lira maaşım var 200 lira yola gidiyor. Ama şimdi daha yakın yere taşınsan en azından 450 lira kira vereceksin elektirik, su, apartman gideri 600 TL nasıl vericeksin.” Benzer şekilde Kayaş Mahallesinde oturan Sönmez ailesi Yozgat’dan Ankara Kayaş mahallesinde gelmiş, burada gecekondu sahibi olmuştur. Ailenin oğulu Ali Bey evlendiğinde ilk kurulan gecekonduda yaşamaya devam etmiş. Kızları Esra’da evlendiğinde aynı mahallede başka bir konuta yerleşmiştir. Esra, 23, ev hanımı; “Buradan taşınamadık çünkü babam çok farklı işlerde çalıştı ama bazı işleri battı. Paramızı kaptırdık. Ben eğer taşınabilseydim, Batıkent ya da Keçiören’e taşınmak 88 isterdim. Çünkü gelişim olarak buradan daha iyi. Oturulacak yerler var. Parklar var. Oradaki okullar da daha iyi kardeşlerimi düşününce. Batıkent’de olabilir. Mamak’da Mamak caddesi orada oturabilirim orası da buradan biraz daha iyi.” Aileler tarafından iyi bir yaşamın en önemli göstergesi bir ev sahibi olmak ve ekmek getirmek olarak ifade edilmektedir. Bu durum nesiller arasında çoğunlukla farklılık göstermemekte, yanlızca merkeze en yakın konumdaki Abidin Paşa ve Şafaktepe mahallelerinde çocukların eğitiminin mülkiyetten daha önemli görüldüğü, ailenin çocukları için miras olarak mülk bırakmaktansa çocukların eğitimine yatırım yapmasının gerekliliği ifade edilmiştir. Çocukların kendi sermayelerni kendilerinin oluşturması gerekliliğine yapılan vurgu geleneksel göçmen pratiklerinden farklılaşan bir düşünce yapısının oluşmaya başladığını göstermektedir. Güneş, 32, tekniker; “Yatırım ya da birikim yapamıyoruz yapmam da zaten. Ama şimdi benim kızı jimlastiğe gönderiyorum. Şimdi de yüzmeye de göndermek istiyorum. Yastık altı falan yapmam. Hiç gerek duymuyorum. Annemlerin evinde oturuyoruz tek isteğim onlara kira verebilirsem vereyim. Çocuğuma da daire, arsa falan bırakmak istemiyorum. Ben onu bir yerlere getireyim kendi yapsın. Hiç kimseye yük olmayayım da. Şimdi annemlerin evi 500600 TL kira ama onlar da diyor ki biz kira almışız sen başka yerde sıkıntı çekiyorsun.” Çocukların ekonomik tasarruflaarını kendilerinin oluşturması gerektiği yine de baskın bir eğilim olarak görülmemektedir. Çoğunlukla bir ev sahibi olmak ve onu çocuklarına bırakabilmek önemli bir başarı kriteri olarak görülmektedir. İsmail, 36, işçi; “ Ben çocuklara bir iki şey bırakayım diye çok çalışıyorum. Gündüz inşaatta çalışıp geceleri bekçilik yaptığım bile oldu. Burada (Türkiye’de) malın varsa rahatsın bir evin olsa en azından açıkta kalmazsın az çalışır bir iki lokmada yersin.” Nejla, 56, temizlikçi; “El işi yapmaya başladım bu arada fabrikalara, çeyiz evlerine dantel, lifler yapıp biraz maddiyatımı düzelttim. İÇevredeki komşuların tavsiyesiyle binaları süpürmeye başladım. Gündüz bu işi yaparım gece de el işi yaparım dedim. Günde sekiz binaya baktığım oldu bu güçle kaynanama rest çektim. Aldığım parayla evi geçindirdim 89 kocamınkilerle de birkim yaptım ayda bir iki altın ve böyle 6 sene çalıştım ve bir 1+1 ev aldım. Bu arada hedefi büyüttüm hastanede temizlik şirketine girdim.” Mamak İlçesi son on yılda gittikçe gelişmekte olan, nüfusu Ankara’da en yüksek olan ilçelerden biri haline gelmiştir. Eski gecekondu mahallelerinden birçoğu apartmanlaşmış, Ankara’nın en büyük kentsel dönüşüm projelerinden biri de gecekondu bölgelerinin dönüşümü hızlandırılmıştır. Bu bağlamda Mamak içerisindeki sosyal, ekonomik ve kültürel dokuda ne tür farklılaşmalar meydana geldiği, mahalle ya da bölge olarak ailelerin Mamak’taki değişimi nasıl deneyimledikleri sorulmuştur. Mamak’a en erken tarihlerde göç eden ailelerden biri olduğunu ifade eden Osman, 72, petrol işlerinden emekli; “1980’lerde Mamak sağ-sol kavgalarının çok yoğun olduğu yerlerden biriydi. Mesela benim kızlarımdan biri imam hatipte okuyordu. Başları kapalı diye burada okuyamadı. Yakındaki okuldan eve gelemiyordu. Bunlar bitti çok şükür ama şimdi Mamak kültür düzeyi olarak iyi olmasa da Tuzluçayır hariç yine iyi orada PKK’lılar, solcular var ama bu taraflar (Abidinpaşa Mahallesi) daha düzgün.” İsmail, 36, işçi; “Bu Çin Çin Mahallesini toptan yıktılar, bir daha yaptılar TOKİ girdi oraya. Oradaki insanlar buraya (Kayaş Mahallesi) geldi.Onlar bu taraflara dağılınca, burada suç oranı arttı hırlı hırsız buraya doluştu. Sonra onların evi bitince geri toplandılar temizlendi ortalık.” Esra, 23, üniversite mezunu, işsiz; “Mamak’ın ne kadar ilerisine gidersen o kadar seviye düşüyor. İnsanlar gecekondularından apartmanlara çıktıklarında, gecekondularını alt tabakadan insanlara kiraya verdiler. Cebeci’den buraya (Şafak Tepe) kadar iyi sonrasına geçme.” (Güneş, 32). Adile, 60, ev hanımı; “Ankara eski Ankara değil. Eskiden nereden ne geleceğini biliyordun. TOKİ’ler geldi Hıdırtepe, Hızırtepe, Bentderesindeki insanları dağıttılar, tinerciler, uyuşturucu satıcıları her yere dağıldı. Bazılarına yeni ev verdiler. Genelde de yeni yerleşim yerlerinde. Mamak, Akdere’nin üstü falan.” 90 Hasan,52, PTT’den emekli işçi; “Eskisi gibi (Gecekondu) kapımız açık yatmıyoruz tabiki ama bizim burada daha çok mal sahipleri oturuyor. Birbirimizi tanırız biliriz. Kiracılarla problem oluyor.” (Ayşe,30). Mahalleler ve bölgeler arasında ayrışma birkaç unsur etrafında yoğunlaştığı görünmektedir. Mal sahibi olmak, oturulan konuta sahip olmak önemli bir ayrışma nedenidir. Giderek nüfusu artan heterojenleşen mahallelerde yerli mal sahibi ve yabancı kiracı gibi bir ayrım üzerinden mahallelerin sahiplenilmektedir. Bu durumun sebeplerinden biri, kat karşılığı apartmanlara geçen ailelerin, apartmanlarını / mahallelerini sahiplenmeleri ve “dışarıdan gelen yabancıların” sosyal çevredeki uyum ve düzeni bozacağına olan inançlarından kaynaklandığı görülmektedir. Gecekondu mahallelerinde oluşan yakın akrabalık, hemşehrilik ve komşuluk ağlarının bozulması ile ailelerde büyük bir güvensizlik hissiyatı olduğu görülmektedir. 5. 4. Aileler Arasında Dayanışma ve Çatışma Alanları Kadınların sosyal hareketliliklerinin daha yaygın olarak evlilik yoluyla gerçekleştiği, halen büyük oranda erkeğin toplumsal statüsünün kadının sosyal konumunu büyük ölçüde belirlediği söylenebilir. Bu durum, çoğunlukla ilk nesil kadınlarda evlenerek Ankara’ya göç etme yoluyla yaşanmıştır. Kırsal alanlarda tarlada çalışan kadınlar, evlendikten sonra kentte göç etmekte ve genellikle ev içerisinde yaşamaktadır. Bu anlamda hanenin dışıyla ilişkiler akrabalık, komşuluk üzerinden ya da kendi çocukları ve eşi üzerinden kurulmaktadır. Hatice, 55, ev hanımı kente gelişini şöyle anlatmaktadır. “Ben evlenirken evlilik nedir bilmiyodum ki ben Ankara gidiyorum diye seviniyorum çocuk gezmeye giderken sevinir ya. Köyden kurtuluyorum diyordum. Önce köyden ayrılıyorum diye sevindim sonra üzüldüm olgunlaştıkça. Bizim köyde eşek yoktu ben ilk buraya geldiğimde eşek gördüm o zamanlar araba yaygın değil idi eşekler çıkarırlardı malları.” İkinci ve üçüncü nesiller içinde evlilik, halen en önemli sosyal hareketlilik stratejilerindendir. Bu yüzden evlilik, statünün ve kaynakların arttırılması için aile açısından en önemli araçlardan biridir. Geniş aile içerisinde kadının konumu bu noktada önem kazanmaktadır. Kadının konumu aile içerisinde hem dayanışma hem de çatışma 91 alanlarından birini oluşturmaktadır. Akraba ve çevrenin evliliklerin ayarlanmasındaki önemli rolünün büyük ölçüde devam ettiği görülmektedir. Yaşları 20 ile 40 arasında görüşülen 30 kişiden sadece 6 tanesi hemşehri ya da akraba aracılığıyla evlenmemiştir. Geri kalan az sayıda birey iş yerinde, okul ya da mahallede tanışarak evlenmiştir. Görücü usulü bugün birçok ailede farklı biçimlerde tanımlamaktadır. “Biz uygun bulduk ama çocuklar da istedi” cümlesi sıklıkla ifade edilmektedir. Hatice,55, ev hanımı; “Büyük oğlumda ortancada görücü usulü evlendi. Ben buldum gelini ama kendileri istediler” Görücü usulü evlilik biçimlerinin nesilden nesile zaman içerisinde değiştiği gözlenmektedir. İlk nesilde yaygın olan, iki tarafın birbirini görmediği, sadece ebeveynlerin evlenilecek kişiye karar verdiği görücü usulünden, iki tarafın fotoraflar ya da aile toplantılarında görüştüğü görücu usulüne son yıllarda ise ailelerin izniyle yüzyüze ya da telefonla iletişim kurulan görücü usulüne doğru bir değişim yaşanmakta olduğu gözlenmiştir. Evlilik stratejilerindeki değişimlerin nedenlerinden biri de kız çocuklarının eğitim fırsatlarından daha fazla yararlanmaya başlamasıdır. Eğitim görmenin ve meslek sahibi olmanın kadınlar için bireysel sosyal hareketlilik stratejilerini arttırdığı görülmektedir. Nejla, 56, temizlikçi; “Kızım lisedeyken görücüler gelmeye başladı. Kızıma oku dedim eşine dahi güvenme dedim. Liseyi sonra iki yıllık muhasebeyi bitirttim işe soktum. İş görüşmelerine gittim. Oralara kadar elimi uzattım. 19 yaşında babası baskı yaptı biraz ama ben dur dedim. Sonra evlendi 22 yaşında görücü usulüyle. toplantılarına katıldım. Ben o arada cemaate, zikir Kızımı hizmet ederken görüp beğenmişler. Askerden gelmişti kadının oğlu 22 yaşındydı. Bir ay konuşma izni vermek istedim ben. Birarada olmasa da anlaşabilecekler mi diye ama babası istemedi. Anlaştılar evlendiler.” Evlenen çocukların evden ayrılıp, başka bir yerde yaşaması özellikle kayınvalide ve gelin arasındaki ilişkiler açısından oldukça önemli bir adımdır. Katılımcılar tarafından sıklıkla “ayrı ev açmanın” önemine ve gerekliliğine değinilmiştir. Evlenen çiftlerin kendilerine ait bir evleri olması için çalışmaları ve ebeveynleriyle birlikte yaşamayı sonlandırmaları, özellikle gelinler için bir kazanım olarak görülmektedir. Orta nesil 92 ebeveynler de artık gelinleri ya da çocuklarıyla bir arada oturmanın onları memnun etmeyeceğini ifade etmektedirler. Hasan, 63, matbaa işçisi; “Çok önceleri ben burdan gitmeyi hesaplıyordum ama bizim annemiz babamız gitmemize müsade vermediler. Evlerimiz ayrıydı ama yine de akşamları gider gelirdik. Şimdi ben çocuklarıma biz sizi buradan çıkaramadık ama siz kendiniz gidin derim. Al git bir dairede otur çocuklarını yetiştir derim. Benim gibi olmayın derim. Çocukların daha iyi bir konuma gelmesi için hem çevresini de değiştirmesi gerekir. Burada mı bir şey var bilmiyorum ama buradaki çocukların yüzde doksan dokuzu okumuyor.” Nejla, 56; temizlikçi; “Babamın dayısının oğlu vesilesiyle dünür geldi bana. Kayınvalidemi ruhum istemedi ama ailem zorla beni verdi. 17 yaşında beni beslemeye ekmeğiniz yokmu dedim. Babam dedi ki ben abilerinden çok çektim kamyonumuz olunca abin giyim kuşam peşine düşmüştü. Büyük abin yedi kamyonu, toprağı. Kızım, üç tane oğlum ilin içinde beni hep yanlız düşürdü. Anneme rest çektim olmadı intihara kalkıştım ama beni de evlendirdiler ama ben eşime hiç ısınamadım kayınvalideme hiç ısınamadım ben kırsal alanda büyüdüm ama benim görüşlerim hedeflerim çok ileri idi. Bunlarda çok göreneksiz köyden gelmiş yaşantıları bizim yaşantımıza hiç benzemeyen insanlardı. 4 tane oğulları ve bir kızları vardı aynı evde ama göreneklerine hiç ısınamadım ters düştü bana. Ben onlarla yaşamak istemedim Bir kere kayın validem dövdü beni evire çevire karnım burnumdayken evden kaçtım. Eşimin dayısının kızı sahip çıktı ve evine götürdü beni. Eşim akşam dövdü beni ama ben ya evi ayırırsın ya da ben yokum bundan sonra dedim. Ondan sonra eşinin anne babası ayırın evleri demiş ama sen kardeşlerinin borcundan kaçıyorsun demişler ondan sonra eşim aldı başını gitti. Ben de bir anneye babaya sözü geçmeyen eşi ne yapayım dedim. Ama geldi sonra ayrıldık onun ailesinden başka eve geçtim hayatımı değiştirdim. Eşimi annesinden ayırmış gibi oldum ama bu yüzden içine kapandı hırsını benden aldı hayat boyu.” Emine 42, ev hanımı; “Ayrı evleri ayrı kazançları olsa da ayrı otursalar istiyorum. Herkes kendi yuvasına çalışır. Hadi bir odayı onlara yaptık, ama burda iki oğlan daha var. Nasıl banyo yapılacak, ayak uzatılıp oturulacak. Bende şimdi kayınvalide kayınpeder seni ne yönde 93 şekillendiriyorsa o tarafa doğru gidiyorsun. Yaylaya git diyorsa gidiyorsun. Şunu şöyle yap diyorlarsa yapıyorsun. Ama gelecek gelin kazık kadar olacak aynı evin içinde nasıl olacak bilemem.” Maddi bağımsızlığını kazanamayan eşler söz konusu olduğunda aileyle oturmak bir çeşit zorunluluk olarak görüldüğünden özellikle gelinler ve bir dereceye kadar da erkek çocuklar kişisel bağımsızlıklarını kazanması zorlaşmakta, geleneksel aile hiyerarşisine uymak durumunda kalmaktadırlar. Aile içi hiyerarşik ilişkiler özellikle gecekonduların genişletilerek geniş aileye uygun hale getirilen veya bütün apartmanda bir ailenin oturduğu durumlarda özellikle belirginleşmektedir. Bu durumda genellikle ailenin büyükleri, sonra kardeşler arasında en büyük olandan başlayarak bir hiyerarşik yapının devam ettiği görülmektedir. Bu noktada kardeşler veya gelinler arasında mücadelelerin yaşandığı fakat ailenin dışarıya karşı aile birliğinin ve dayanışmasının korunduğu söylenebilir. Herhangi bir çatışmada durumunda genellikle aile büyükleri aracılık yapmaktadır. Nejla, 56, temizlikçi; “Kayınvaliden hükümdardı. Herkes parayı ona verirdi. Kardeşleriyle de konuşmuyordum. Bütün aileye hizmet ediyordum. Bana ayrımcılık yapıyorlardı kendi kızlarıyla. Saat yedide kapıya vururdu kayınvalidem uyan diye. Yemek hazırlanacak, çamaşır yıkanacak. Üç sene kaldım o evde.” İlk nesil kadınların erken yaşta evlenerek eşin ailesi ile birlikte yaşaması, kadınların eşin ailesi içerisinde daha çok zaman geçirmesini bu anlamda eşin ailesinin beğeni ve eğilimlerinin daha kolay içselleştirilmesini beraberinde getirmiştir. Sonraki nesillerde evlenme yaşının yükselmesi, eğitim seviyesinin artması ve ekonomik durumun iyileşmesi ile geniş aileden ayrılan çekirdek ailelerde kadının aile içerisindeki değişen konumu aile içinde çeşitli çatışma alanlarının oluşmasına yol açmaktadır. Erkek çocuk sahibi olan annelere çocuklarının çalışan bir kadınla evlenmesi hakkında ya da evlenecekleri kişinin nasıl bir işte çalışmasını istedikleri hakkında ne düşündükleri sorulduğunda, kadından beklenen geleneksel rollerin büyük ölçüde devam ettiği görülmektedir. Kadın çalışacaksa bile ev işlerini yapmalı ve çocuklarına bakmalıdır. 94 Emine 42, ev hanımı; “Şimdi çocuklarım için çalışan bir bayan isterim de aynı zamanda da istemem çalışanların çocukları rezil oluyor.” Ayşe, 40, ev hanımı; “Yani bir öğretmen olsa, memur falan olsa tamam tatili de çok. Hem evinin işini görür, hem çocuklarına bakar, hem de çalışır. O zaman olur da akşama kadar çalışsa çocuklarla, evle kim ilgilenecek.” Lisede ve üniversitede okuyan genç kızlara nasıl bir işte çalışmak istersiniz sorusu yöneltiğinde ise cevapların farklılaştığı görülmektedir. Memur, polis ya da öğretmenlik halen en çok tercih edilecek meslekler olarak telaffuz edilmekte fakat “Aktif çalışabileceğim yoğun bir iş isterim”, “Masa başı iş istemiyorum”, kendimi geliştirebileceğim, gösterebileceğim bir iş yapmak istiyorum” gibi modern iş tanımlamalarının yapıldığı görülmektedir. Ailelere, çocuklarının nasıl kişilerle evlenmesini isterdiniz sorusu sorulduğunda genellikle birkaç noktada yanıtlar kesişmektedir. “Alkolü, sigarası, kumarı olmasın”, “evini, yurdunu bilsin”, “dini bütün olsun” gibi ifadelerdir. Aileye uyum sağlayabilecek, aynı zamanda da kendi toplulukları çer s nde tepk görmeyecek, sosyal, kültürel, mezhepsel, etnik olarak kendilerinden farklı olmayan birisi olmasını istenmektedirler. Ayşe, 40, ev hanımı; “18 yaşında babam beni verdi. Aslında ben komşunun oğlunu seviyordum ama onlar zengin idi, maddiyatları iyi idi bizden. Evlerimiz yanyanaydı. Hep onla evlilik kursam derdim. Annem dedi ki onlar bizi küçümsüyor. Ben onlara verirsem seni boynum bükük kalır. Hala sevdiğimle evlenmememin burukluğunu yaşarım.” Farklılık den ld ğ nde lk akla gelen Sünn ler için Aleviler, Aleviler için de Sünni damat ve gelinlerdir. Emine 42, ev hanımı; “Ben dedim ki kızlara bakın size karışmam ama Kürt, Alevi olmasın, subay olmasın dedim ama birisi subayla evlendi.” 95 Hasan, 63, matbaa işçisi; “Yani şimdi onlar bizi anlamaz biz onları anlamayız. Biz de pek kız alıp verme yoktur onlarla. Komşuluğumuz iyidir ama evlendirmek istemem yani.” Hasan,52, PTT’den emekli işçi; “Dedim ki kızım boynumu büktürme dedim, rıza vermedim, aile Aleviydi. Kaçtılar sonra iki sene sonra görüştük ilk kez. Şimdi iyiyiz, iyi olmayıp ne yapalım, ellerinde bir bebe, atsan atılmaz satsan satılmaz.” Üçüncü nesil gençler arasında özellikle ailenin sosyal çevresinin korunması, aileye laf getirmemek öenmli bir konudur. 23 yaşındaki Esra evlenmesini ve boşanmasını şöyle ifade etmektedir. “Evlendim 8 ay evli kaldım boşandım. Eski eşim ilkokuldan arkadaşımdı. Babam da kalp hastasıydı bu mahallede insanlar çok dengesiz konuşuyor babama gelip bir şey söylerler başımız ağrımasın dedim. Ailemde onunla görüştüğümü biliyordu ama insanların neler söyleyeceğini kestiremiyorsun sonuçta.” “Bu çevrede yabancı bir erkeğe baksan söz olur. Herkes birbirini tanıyor ama biz o çevreden çok farklıyız. Çok dışındayız bu çevrenin. Bu mahalle de hala görücü usulüyle evlendiyorlar birbirlerini seven insanları kaldıramıyorlar. 17 yaşında evlenen arkadaşım var görücü usuluyle evlendirdiler, evden kaçacak diye.” Çocuklarının kendileriyle benzer çevreden, benzer özelliklere sahip ailelerin çocuklarıyla evlenmemeleri, ailenin sosyal sermayesini tehlikeye atan bir durumdur. Çocukları kendi istemedikleri kişiler ile evlenen, bu yüzden aile bağları zayıflayan bireylerin ailelerin sosyal ve ekonomik sermayesinden dışlandıkları belirtilmelidir. Hane içinde bir başka çatışma konusu, özellikle liseye giden çocukları olan ailelerde çocukların arkadaş çevreleri, evin dışında geçirilen zaman ve kız çocukları için giyim meseleleridir. Özellikle gecekondudan apartmanlara taşınan hanelerde artık mahallelerin ve genel olarak kentin güvenilirliliğinin kalmadığı fikri yaygındır. Çocukların aileleriyle zaman geçirmekten çok dışarıda kim olduklarını bilmedikleri arkadaşlarıyla vakit geçirmeleri ailelerde daimi bir endişe uyandırmaktadır. Orta nesile kendi ebeveynleri ile kendi çocuklarının iletişim ve zaman geçirme biçimleri arasındaki farklılıklar sorulduğunda ailelerin çoğu gençliklerinde ebeveynleri ile olan iletişimlerini kendi 96 çocuklarıyla kuramadıklarını ifade etmişlerdir. Bu durumun en büyük sorumlusu televizyon ve diğer teknolojik yeniliklerde aranmaktadır. Görüşülen ailelerin hemen hepsi özellikle televizyon dizilerinin çocuklarının davranışlarını çok değiştirdiğini ifade etmekte ve gençlerin kontrol edilmelerinin giderek zorlaştırdığını düşünmektedirler. Emine 42, ev hanımı; “Şurda çocuğumla oturuyorum elinde telefon en sinir olduğum şey. Ya da kızıma mesaj geliyor içeriye geçiyor saatlerce gelmiyor.” Güneş, 32, tekniker; “Böyle teknolojiyle çok içli dışlı olunca ben biliyorum demeye başlıyorlar. Ben farklı düşünüyorum demeye başlıyorlar.” Hasan, 63, matbaa işçisi; “Televizyonda bir şey yok şimdi nerde gülüş oynayış. Herkesin her şeyi meydanda. Televizyonda doğru dürüst program yok ailelerin değişmesinin sebebi diziler.” İsmail, 36, işçi; “Ahlaki yönden çoluk çocuk çöktü.” Ebeveynlerin söylemlerindeki çelişkili olan nokta ailelerin hemen hepsinin boş zamanlarını nasıl değerlendirdikleri sorulduğunda günün önemli bir kısmını televizyon karşısında geçirdiklerini ifade etmeleridir. Ne izledikleri sorulduğunda hafta içi her gün için ayrı dizi adları vermektedirler. A leler n günlük yaşamlarında televizyonun çok önemli bir yer isgal ettiği görülmektedir. Televizyon dizilerin yanı sıra haber ve sağlık programlarının aileler için birincil bilgi alım kaynağı olduğu görülmektedir. Görüşülen ailelerin hemen hiç biri televizyon dışında başka bir bilgi kaynağı gazete, dergi ya da kitap okumamakta, interneti bu işlev için kullanmamaktadır. Apartman yasamında televizyonun yeri daha da artmıstır. Gecekondu mahallelerinde de televizyon ailelerin başlıca boş zaman geçirme pratiklerinden olmasına rağmen sosyal çevreyle daha yoğun iletişim kurma imkanları ve bahçe işleri gibi başka meşguliyet alanlarının bulunması gecekondularda yaşayan ailelerin apartmanda yaşayanlara göre sosyal alanda daha aktif ilişkiler kurmalarına olanak vermektedir. Apartmanlaşan mahalleler bu anlamıyla daha izole 97 mekanlar olarak görülebilir. Kentsel kültürel aktiviteler sinemaya tiyatroya vb. gitmek ya da başka kent kökenli aktivitelere katılım görüşülen ailelerin hiçbirinde yoktur. Birinlerici ve ikinci nesil ailelerin en önemli sosyal ilişki mekanları evlere yapılan komşu ziyaretleridir. Komşu ziyaretleri ailece yapılabilmektedir. Fakat kadınların komşu ziyaretleri gündelik hayatlarının önemli bir parçasıdır. Kadınlar dini toplantılardan tasarruf elde etmek için yapılan para günleri gibi çeşitli amaçlarla toplanabilmektedir. Üçüncü nesil açısından kentsel aktivitelere katılım daha olanaklıdır. Üçüncü nesil sinemaya, kafeye gitmek gibi aktivitelere az da olsa katılabilmekte ve sosyal ağlardan faydanmaktadır. Ancak arkadaşlarıyla dışarı çıkmak gibi ev dışı faaliyetlerde bulunmak kentle daha sık ve kolay ilişki kurabilen bu nesil için aileyle önemli bir çatışma alanı oluşturmaktadır. İlk nesil gecekondu mahallelerinde yoğun olarak akrabalık, hemşehrilik, komşuluk ilişkilerinin bulunması, ailelerin daha kolektif bir yaşam sürdürmelerine olanak sağlamıştır. İlk nesilden apartmanlara taşınan ailelerin eski gecekondu mahallelerini özlemle andıkları görülmektedir. Apartmanlara taşınan ilk nesil burada sosyal ilişkilerini eskisi gibi yaşatamamakta, bu durum sosyal olarak özellikle kamusal alanda fazlaca yer alamayan kadınları daha izole bir hayat biçimine itmektedir. Eğitim ve iş yaşamında kendine daha fazla yer bulan, kentle daha yoğun ilişki içerisinde bulunan ikinci ve özellikle üçüncü nesil, komşuluk, akrabalık, hemşehrilik etrafında biçimlenen sosyal ağlar yerine katıldıkları yeni alanlarda farklı sosyal çevrelerle ilişki kurmaktadır. Bu anlamda eski gecekondu mahallelerinde yaşayan ya da apartmanlara taşınmış olan göçmen ailelerin sonraki nesillerinde kentsel alanda daha aktif ilişki biçimleri kurabildikleri ifade edilebilir. Mamak’ın daha gelişmiş mahallelerinde giderek artmakta olan hanım lokalleri, dernekler ve spor merkezleri gibi gündelik yaşamda yeni pratikler kazandırabilecek, kamusal alanların giderek daha fazla kadın tarafından benimsenmeye başladığı görülmektedir. Fakat bu tip aktivite merkezlerinin bulunmadığı ya da az olduğu mahallelerde kadınların kamusal alandaki faaliyetlerinin sınırlı olduğu, daha çok yakın çevreleri ile ev içinde toplandıkları gözlemlenmiştir. Hemşehri derneklerine üyelik, görüşme yapılan ailelerin hiç birinde bulunmamaktaydı. Bu durum görüşmecilerce şöyle açıklanmaktadır. Mekansal hareketlilik ve kentsel dönüşümler sonucunda Mamak’da eskiden hemşehrilerin yoğun biçimde birarada yaşadıkları mahalleler yok olmaya başlamıştır. Eskiden hemşehri derneklerine üye olan görüşmeciler artık yaşlandıklarını ve 98 sadece cami ve alışveriş için dışarı çıktıklarını belirtirlerken, daha önce bahsedildiği gibi genç nüfus hemşehrilik ve akrabalık dışında yeni sosyal çevreler oluşturarak, hemşehri dernekleri gibi homojen olarak görülebilecek oluşumlardan uzaklaşmıştır. Hemşehri derneklerinin öneminin azalmaya başlamasının bir diğer nedeni, gecekondu mahallelerinde devlet tarasından sağlanması istenilen hizmetlerin Mamak’ın çoğunluğunda sağlanmış olması bu anlamda hemşehri dernekleri vasıtasıyla kaynaklara ve hizmetlere erişim stratejisinin gerekliliğinin azalması olarak görülebilir. Ailenin bir dayanışma kurumu olarak çok önemli işlevler sürdürdüğü görülmektedir. Kentin farklı yerlerinde yaşayan ailelerin çoğunluğu geniş aile ve akrabalarıyla yakın oturmak istediğini belirtmiştir. Çocuk, yaşlı ve hasta olan aile üyelerinin bakımı, yemek, ev işleri ya da dul kalan, boşanan ebeveyn ya da çocuklara manevi destek gibi konularda geniş aile ile yakın oturmak önemli avantajlar sağlamaktadır. Görüşülen ailelerin birçoğu çekirdek aile biçimde yaşamakta fakat birbirlerine yakın yerlerde oturmaktadır. Adile, 65, ev hanımı; “Mamak’a 4 ay önce dayanamayıp geldik tekrar Demetevler’den. Daha önce 20 sene oturmuştuk Mamak’da zaten. Yakın oturmak güzel oluyor ben yemek yapıyorum yiyen gidiyor. Yardımlaşabiliyoruz. Şimdi buraya taşınınca çocuklar evi temizletiyor ben de torunlarıma bakıyorum.” Yakın oturan geniş aileler arasında nesiller arasında önemli iş bölümleri gözlenmiştir. Yaşam süresinin uzamasıyla üç nesil arasında çok önemli simbiyotik ilişki ağları görülmektedir. Çalışan ailelerin çocukları anneanne-babanne-dede tarafından büyütülmekte nesiller arasındaki bu çift taraflı ilişki önemli avantajlar getirmektedir. Aileler arasında önemli bir diğer konu yaşlıların bakımıdır. Yaşlıların bakımı genellikle ailenin erkek çocuklarına düşmekle birlikte birçok aile kardeşlerin yılın belirli bölümlerinde ebeveynlerinin yanlarında bakıldıklarını belirtmişlerdir. Bu biçimde yaşlı ya da yatalak aile büyüklerinin bakımı tek bir ailenin üzerinde kalmamaktadır. Fakat eğer yaşlı ebeveynler tek bir aile tarafından bakılıyorlarsa miras gibi ekonomik sermayelerin o aileye daha fazla aktarımı söz konusu olabilmektedir. Fakat yaşlıların bakımı genellikle bilinçli bir strateji dahilinde uygulanan bir davranış biçimi değildir. Daha çok geleneksel değerlerin aile büyüklerine saygı gibi onanması ve sürdürülmesi olarak görülebilir. Aynı zamanda yaşlıların bakımı ailelerin gelecekte kendilerinin de çocukları tarafından 99 bakılacağının bir tür garantisi olarak görülmektedir. Bu düşünce nesilden nesile kültürel sermayenin aktarımıyla, kendini yeniden üretmektedir. Görüşme yapılan ailelerde özellikle boşanmış bireyler yeniden evlenirken ilk evliliklerinden olan çocuklarının kendi ebeveynleri tarafından büyütüldükleri görülmüştür. Örnek olarak Sönmez ailesinin kızları zorlu bir boşanmadan sonra yeniden evlenmiş fakat evlendiği kişinin de çocukları olması problem olarak görülmütür. Aile içi mekanizmalar sayesinde her iki tarafın ilk evliliklerinden olan çocuklarına büyük anne ve babalar bakmaya başlamıştır. Bu şekilde çalışan aileler çocuklarını güvenilir bir yerde bırakabilmek olanağına kavuşmakta, anne babalar ise çocuklarından genellikle ev işleri ya da maddi alanlarda yardım görmektedir. Nejla , 56, temizlikçi; “Kızım dört sene benim yanımda durdu sonra başka biriyle evlendi. Evlendiği adamında iki çocuğu varmış. İlk zamanlar evlendiği kişinin annesi bakıyordu ama dışlandı orada aynı evde olmadı yani. Kayınvalide de yakından ev tuttu o da iki çocuğa bakmaya başladı. Kızım da bana anne sen bu çocuğa bak ben akşamları gelip bu çocuğa bakarım dedi peki dedik ne yapalım. Çocuğa ben bakmaya başladım.” Bu durum özellikle evlenen tarafların karşı cinsiyetlere sahip çocukları olduğunda önemli bir strateji olarak kabul görmektedir. Bu strateji hem aile içerisinde çocuklar yüzünden gerçekleşecek kavgaları önleme hem de çocukları ezdirmeme gibi söylemlerle desteklenmekte ve dini olarak uygun bulunmaktadır. Murat, 48, boya ustası; “Ben evlenicem ama iki kızı var karşıdaki hanımın nasıl olur dediler. Benim de oğlum var ergen yaşta. Sonunda sağolsunlar benim annemler aldı çocuğu yanına onunkileri de onun annesi aldı. Yıl içinde belirli zamanlarda bizde kalıyorlar. Onun dışında hafta sonları görüşüyoruz. Zaten artık büyüdüler.” Ayrıca, eğer ailede bir boşanma söz konusu olursa ayrı evin kapatıldığı, yeniden anne baba yanına taşınıldığı gözlenmiştir. Bu konu sorulduğunda ailelerin erkek çocukları ve kız çocukları için farklı cevaplar verdikleri belirlenmiştir. Boşanmış erkek çocuk için “ayrı evde ne yapacaktı eş yok bir şey yok işleri nasıl görecek”, “biraz daha birikim yapsın belki yeniden evlenir”, “ artı kira, su, elektrik ödemeye ne gerek var” yanıtları 100 alınmışken boşanmış kadınlar için; “ dul kadın derler”, “mahallede adımız çıkar”, “şimdi zaman kötü” gibi cevaplar alınmıştır. Bu bağlamda geleneksel cinsiyet kodlarına bağlı algıların önemli bir değişim geçirmediği görülmektedir. Fakat altının çizilmesi gereken bir husus erkeklerin boşanma gerekçeleriyle kadınların boşanma gerekçelerini dillendirmelerindeki farklılıklardır. Burada da nesiller arasında hatta içinde yaşla bağlantılı olarak önemli farklılıklar göstermektedir. Örnek olarak, yakın zamanda eşinden boşanmış Sinan, 28, “Şimdi evin var mı araban var mı. Boşanmak neredeyse bir moda haline geldi. Adet haline geldi. Eskiden o gelin o evden çıksın da babasının evine gitsin ne derlerdi. O evden cenazen çıkacak benim evime gelmeyeceksin. Şimdi biz boşandık, daralmış burada öyle dedi. Ama gezmek istiyordu aslında bizim burada olmaz öyle şeyler. Yabandan getirmiştik zaten. Ya bir baba kızı evine gittiğinde demez mi ki hayırdır kızım neden geldin üzerlikle geldiysen hoş geldin sefa geldin yoksa git diye. Demediler işte.” Halit, 35, satış temsilcisi; “Ben onları (eski eşinin ailesi) anlayamıyorum kızı verirken iyilerdi sonra araya girdiler. Ben her gün eve ekmek getirdim aç bırakmadım açıkta bırakmadım. Kumarım yok, içkim yok daha ne istiyorlar anlamadım.” Esra,23, üniversite mezunu işsiz; “ Bana dediler ki ben boşanacağım zaman sen ne çektin ki bir kocan senle ilgilenmiyor diye boşanılır mı? Ben de dedim ki tamam siz çekebilirsiniz sizin için elektrik su faturasını yatırması eve ekmek getirmesi yeterli olabilir ama ben bunları tek başıma yapabilirim faturaları ödeyebilirim dedim. Eve gelmiyordu geç saatlere kadar çalışıyordu. Ben bunu çekemem dedim. Ben eski mantık biri değilim.” Ayrıca bir boşanmadan sonra yeniden evlenilecek kişilerin kadın olması durumda daha önce evlenmemiş ya da en azından çocuk sahibi olmaması istenirken, evlenilecek kişi erkekse daha önceden evlenmesi o kadar önemli görülmemekte fakat çocuk sahibi olmaması tercih sebebi olabilmektedir. Bu durumun genel olarak ataerkil aile stratejilerinin devamı niteliğinde olduğu gözlenmektedir. Nesiller arasında en büyük çatışma alanlarından birini gelinin evlendiği kişinin aile çevresi tarafından nasıl kontrol edileceği oluşturmaktadır. Genel olarak ilk nesile oranla evlenme yaşının yükselmesi, kadının iş yaşamında görece daha fazla yer alıyor olması, kente ve kentsel çevreye uyumun görece 101 tamamlanması ve değişen gündelik hayat pratikleriyle kadının konumunun farklılaştırmaya başlaması önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. İlk nesilin ifadeleri göz önüne alındığında, özellikle üçüncü nesille çok önemli farklılıklar gözlenmektedir. Murat, 48, boya ustası; “Babam görücü usulüyle evlenmiş ben de öyle evlendim. 17 yaşımda evlendirdiler. Benimle çocuğumun evlilikleri çok farklı şimdi diyorlar ki baba ben bu kişiyle evleneceğim diyor. Ben babama diyemedim. Diyemezdik. Onlar münasip gördüler karşı çıkmak yok. Babamın yanında karımın ismini söyleyemezdim. Şimdi en küçük oğlum aşkım tatlım diyor.” Adile, 65, ev hanımı; “Buraya gelin geldim 14 yaşında. Eşinin işi yoktu O zamanlar eşlerin işi sorulmuyordu kayınvalide kayınbaba evine geldim. Kayınbabam bankada temzilikçiymiş. İki çocuğum olduktan sonra bizi ayırdılar eşimin işi olmamasına rağmen. 6 sene beraber durduk beni hiç dışarı çıkarmadılar o zaman öyleydi. Ne derlerse gelin onu yapardı. Bizim evimizi ayırırlarken de ben çok ağladım ben ne yapacağım bizi ayırmayın diye. Hiç bir yere gitmemişim ekmek almaya bile çıkmamışım işler nasıl hallolacak bilmiyordum.” Murat, 48, boya ustası; “Şimdi kol kola giriyorlar biz bir sene nişanlı kaldık hiç konuşmadık evlenene kadar. Şimdi hiç sıkıntı olarak görülmüyor. Eskiden işimiz gücümüz geçim derdi idi. Annemize babamıza yardımdı. Geçim sırtımızdaydı. Aklımız başımıza geldi geçim sırtımıza bindi. Halen de biniyor.” “Şimdi 15 gün 1 ay görüşüyorlar hadi oğlan kıza bir şey yapsın ve seni sevmiyorum desin o zaman ne yapacaksın. Bu bize ters düşen birşeydir. Kızın namusu gidiyor başkasıyla evlenirse evlenecek evlenen olursa. Müslümanlığa yakışmaz. Eskiden sadece görücü usulüydü şimdi her yerden getirebiliyorsun kızı.” 102 5.5. Ekonomik Sermaye Nesil içi ve nesiller arasındaki ilişkilerdeki en önemli çatışma ve dayanışma alanlarından birini de gelir ya da herhangi maddi bir sermayeye dönüşebilecek varlıklarla ilgili olmaktadır. Ailelerin ekonomik sermayelerini nasıl korudukları, geliştirdikleri ve yeniden ürettikleri nesiller arası ve nesil içi ilişkilerin nasıl yapılandığıyla ilişkili görünmektedir. Kalaycıoğlu ve Rittersberger-Kılıç’ın Intergenerational solidarity networks of instrumental and cultural transfers within migrant families in Turkey (2000) çalışmalarında göç eden ailelerde ailenin, refah sağlama rölünün önemi vurgulanır. Ailenin ekonomik durum kötüye gittiğinde ya da aylık maaşların yetmediği durumlarda ailenin bir savunma mekanizması olarak birlik ve dayanışma göstermesi ekonomik sermayenin korunması ve yeniden üretilmesinde önemli bir role sahiptir. Saha çalışmasında görüşülen ailelerde özellikle işsizlik, tek maaşın bir çekirdek aileyi geçindiremediği durumlar ya da geniş aile arasında akrabalık ilişkileri üzerinden yürütülen iş ilişkilerinin bulunduğu durumlarda birlik ve dayanışmanın piyasa karşısında önemli tampon mekanizmalar görevini görevi gördüğü ileri sürülebilir. Maaşın kimin elinde olacağı aile içerisinde halen önemli bir mesele olarak görülmektedir. Fakat giderek ev ekonomileri birbirinden daha çok ayrılma eğilimi göstermektedir. Örneğin, Kılınç ailesi Ankara’ya göç ettiğinde, çeşitli kamu kurumlarında işçi olarak çalışan baba Hasan, iki erkek çocuğu Mehmet ve Kerem büyüyünce kimi simit kimi su satarak ailece biriktirdikleri para ve memleketleri Çorum’da satılan arsaların ederi ile kamyon alarak çimento satmaya başlamışlar. Hasan’ın bir fabrikada çalışmakta olan yeğeni Abdullah vasıtasıyla taşeronluk yaparak çimento satmaya başlamışlar. Aile biraz para biriktirince bir kamyon daha alarak meyve ve sebze satmaya başlamışlar. Hasan Bey’in ortanca erkek çocuğunun görme engelli olması dolayısıyla aile işinde çalışamaması onun aile tarafından desteklenmesini gerektirmiş. Aile ortanca erkek çocuğu evlendirmiş ve uzun yıllar ailenin geçimi geniş ailenin elinde olmuştur. Sayın ailesi Kutludüğün mahallesinin yerlisidir. Ailede ilk nesil hayvancılık ve çiftçilik, ile geçinmekte fakat azarizinin ve hayvanların miras sonucu bölünmesiyle ikinci nesil aile üyeleri matbaacılık, kamu işçiliği gibi işlerde çalışmaya başlamış bir yandan da hayvancılık yapmayı sürdürmüş ve aynı konutta konutu genişleterek yaşamaya devam etmişlerdir. Üçüncü nesilde, bugün bahçıvanlık, gümüş işleme gibi işlerde çalışmakta ve bir yandan da hayvancılığı sürdürmekte büyüklere yardım etmektedir. Hayvanların bakımı 103 ve ev işleri büyük oranda ailenin kadınları tarafından üstlenilmektedir. İkinci nesil aile üyelerinden Hasan (52, PTT’den emekli işçi) bu değişimi şöyle ifade etmektedir. “Bir adam bana dediki dedemin davarlarını güdüyordum. Şizin ailede kimler var. Abin var, dayın var. Çocukları var. Bu davar kimin deden ölünce davarları kimin alacağı belli olmaz işe gir dedi. Devlete girdim öyle kömür dağıttım. Sonra işçi bulmadan kart aldık PTT’de işe başladık. İşe başlarken ellerimizi açtırdılar nasırlıysa ellerin işe aldılar değilse almıyorlardı çalışabilir mi? Çalışamaz mı diye? Devlet memuru oldum ama direk dikiyodum işçiydim yani ama kravat takardık.” Kalaycıoğlu ve Rittersberger-Kılıç’ın çalışmasının sonuçlarına göre maddi kaynak akışı genellikle ailenin büyük üyelerinden küçüklerine doğru aktarılmaktadır. Fakat bu durumun tersi örnekler de mevcuttur. Sayın ailesinin üçüncü nesil üyelerinden 21 yaşındaki Osman ve kardeşi 23 yaşındaki Ali nesiller arasında ailenin küçüklerinden büyüklerine maddi kaynak aktarımını örneklemektedir. “Babam okursan evi satar okuturum dedi ama ya sınavı kazanamazsam da o evi satmış olursa bir sürü baskı. Bende 11 yaşında çalışmaya başladım. Benzinliğin içindeki oyuncakçıda 7-8 sene çalıştım amcamın yanında babam Tarih kurumundaki işinden çıkarıldı 10 yıl çalışmadı. Ağabeyim ile ikimiz dönüşümlü çalışıyorduk.” Ailenin genç üyelerinin yakın akraba ve çekirdek aile tarafından desteklendiği takdirde yukarı doğru sosyal hareketlilik göstermesi beklenebilir. Bu noktada ailenin ilk neslinin yanı sıra kardeşler arasında hem maddi hem de manevi bir transfer söz konusudur. Örneğin Osman (70, emekli) Bey kardeşi vefat edince onun 5 çocuğu ve karısına bakmıştır. “Kardeşim vefat etti. Ortada kaldı 5 çocuk. Biz o zamanlar. Bir evde 20 kişi kalıyorduk. Benim annemler, benim aile. 2 kardeşim onların çocukları. Öyle olunca ben gündüzleri bilir kişi yazısı yazdım akşam 11’e kadar kuruyemişçide çalıştım. Bir şekilde büyüdüler.” Genellikle ailede en büyük kardeş aile büyüklerinin maddi ve manevi yetemediği durumlarda diğer kardeşlerin sorumluluğunu üstlenmektedir. Bu durumda çoğunlukla en küçük kardeş en fazla eğitim gören aile üyesi olmaktadır. Fakat burada iki taraflı bir transfer söz konusudur. Eğitim gören kardeş daha yüksek statülü bir işe ya da yaşam koşullarına ulaştığında kendisine yardım eden kardeşlere ya da genellikle onların 104 çocuklarına maddi ve manevi destek vererek ailenin sosyal ve kültürel sermayesini arttırmaktadır. Aynı zamanda ailenin sonraki kuşakları içinde rol modeli olmaktadır. Osman,70, emekli; “ 7 kardeşiz ana baba yoksul köydeler. Ben geldim ilk kardeşlerim ilkokulu köyde bitirince buraya getirdim teker teker. Liseye kadar okudu ilk ikisi sonra onlar da çalışmaya başladı. En küçük ikisi okudu iyice birini Kültür Bakanlığına soktuk, diğeri de ücretli öğretmenlik yapıyor. Sınavına neyim koşturdum sabah ezanıyla kalkar götürürdüm sınava çok uğraştık.” Aile üyelerinin ya da akraba ağlarını yardımına ve desteğine sahip olmayan bireylerin aşağı doğru sosyal hareketlilik yaşadıkları da belirtilmelidir. Ailede herhangi bir nedenle dışlanan birey, ailenin destek mekanizmalarından yararlanamamaktadır. Bu durum özellikle işsiz kalan aile üyelerinde belirginleşmektedir. İşsiz kalan aile bireyi formal ve enformal destek mekanizmalarına sahip olmadığında aşağı doğru sosyal hareketlilik yaşaması kaçınılmaz olmaktadır. Göç eden ailelerde ailenin elde edilen ekonomik sermayenin ihtiyaca göre tek elden dağıtılması ya da mirasın erkek çocuğa aktarılarak onun yaşam stratejisine göre bu birikimi başka sermaye türlerine dönüştürmesi stratejisi varlığını korumasına rağmen, ailelerin ortak sermaye birikimi kanallarının giderek ayrıştığı ve tek elde toplanılan maddi birikimin yerine, her bir çekirdek ailenin kendi maddi tasarruflarını üretmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu durumun nedenlerinden biri çekirdek aile formasyonun giderek daha baskın hale gelmesi ve göçmen ailelerin ikinci ve üçüncü kuşaklarının daha fazla kredi almak gibi formal ekonomi mekanizmalarından yararlanabiliyor olmalarıyla açıklanabilir. Ayrıca giderek daha çok birey hemşeri, akraba ya da komşuluk gibi enformal ağlar aracılığıyla iş bulmak yerine, belli bir eğitim sonucunda formal yollarla iş bulmaya çalışmaktadır. Tüketim ve tasarruf gibi konular giderek daha çok çekirdek aile formasyonu içerisinde yönetilmeye başlamıştır. Çoğunlukla evin iç işleri kadınların sorumlulukları altındadır. İlk nesilde evden fazla çıkamayan kadının rolünde değişimler yaşanmaktadır. Pazar alışverişi ya da çocukların ihtiyaçları erkeklerin baskın olduğu alanlar giderek daha fazla kadınların yönettiği alanlar olmaya başlamıştır. 105 5.6. Kültürel Sermayenin Dönüşümü ve Eğitim Stratejileri Bu noktada Bourdieu’nun kavramlarına eleştirel bir bakış atılması gerekli görülmektedir. İlki Bourdieu’nun kültürel sermaye kavramıdır. Bourdieu’a göre kültürel sermaye aynı bir mülkiyet gibi ele alınmaktadır. Kültür, yüksek kültür ve popüler kültür olarak ayrımlanmakta ve kültürün formal biçimine çoğunlukla aile ve eğitim yoluyla ulaşabilen, bu şekilde çeşitli fırsatlara sahip olabilenler ile ulaşamayanlar birbirlerinden ayrılmaktadır. Aynı ekonomik sermaye gibi Bourdieu kültürel sermayenin de birikim ve dolaşım süreçleri içerisindeki önemli bir rol oynadığını ileri sürmüştür. Bu birikim ve dolaşım süreçleri vasıtasıyla toplumsal eşitsizlikler yeniden üretilmektedir. Kültürel sermayenin birçok formunun belirli bir estetik eğilim ile kendini gösterdiğini ileri sürer. Özellikle bu formlar temel ihtiyaç olmayan sanat ve eğitsel alanlarda ortaya çıkmaktadır. Bourdieu’nun kültürel sermaye kavramına getirilen eleştiri kültürel sermayenin tek bir biçimi olduğunda ısrar etmesidir. Kültürel sermaye birikiminin farklı biçimler ve içeriklerle ortaya çıkabileceği göz ardı edilmiştir. Kente ilk yerleşen göçmenlere oranla çocuklarının daha fazla eğitim gördükleri fakat eğitimin büyük bir kısmı için yüksek dereceli vasıf ya da gelir gerektiren mesleklere sahip olmalarını sağlayamadığı görülmektedir. Okullaşmanın artması, eğitim olanaklarına geniş kitlelerin daha kolay ulaşabilmesi üniversite mezunu olmanın yüksek statü ya da gelir getiren işlerin kapısını açmakta yetersiz kalmasına neden olmaktadır. Eğitimin yukarı doğru sosyal hareketlilik üretmekteki rolünün kısmen azalması, sosyal hareketlilik imkanlarını azaltmaktadır. Türkiye’nin hızlı dönüşen meslek, ekonomi ve kentsel alanlarının aileler için hareketlilik üretmekte daha önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Kente göç eden birinci neslin çoğunlukla düşük vasıf gerektiren işlerde çalışması karşın, hizmet sektörünün gelişmesi, Türkiye’nin genel ekonomik durumunun iyileşmesi ve eski gecekondu alanlarının iskan planlarına dahil edilerek apartmanlara dönüştürülmesi ile nesiller arasında sosyal hareketlilikten söz edilebilir. Fakat görüşülen ailelerin üçüncü kuşaklarının kendi çocukları için daha yüksek statü ve gelir beklentilerinin olduğu ve bu beklentilerinin eğitim yoluyla karşılanacaklarını düşündükleri belirtilmelidir. Burada önemli bir nokta ailelerin okul çağındaki çocukları için Türkiye’de şu anda en garantili gördükleri meslek gruplarını tercih etmeleridir. Bu mesleklerin başında polislik gelmektedir. Aileler ile çocukları arasında ve çocukların cinsiyetleri fark etmeksizin bu konuda bir fikir ayrılığı görülmemiştir 106 Formal eğitim kurumlarının nesiller arasında en önemli farklılaştırıcı unsuru kadın, erkek ve evlilik kurumuna bakışa ilişkin konular çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Eğitim oranı yükseldikçe eşlerin dışarı birlikte çıkması, kentsel eğlence ve gezi mekanlarına birlikte gitmeleri yaygınlaşmaktadır.Buna karşın kadın ve erkeğin, kız çocuk ve erkek çocuğun ev içindeki rollerinde önemli bir değişim gözlenmemiştir. Ancak değişimin yaşandığı noktalarda kadınların öncü olduğu görülmektedir. Kıyafet, alışveriş, çocukların eğitimi, ev işleri konularında kadınların üçüncü kuşaklarının paylaşım ve sorumluluk alma konusunda daha istekli oldukları öne sürülebilir. Benzer şekilde babanın erkek çocuğuyla ilişkisindeki beklenti ve davranış kalıpları ile kız çocuğuna uyguladığı arasında önemli farklılıklar devam etmektedir. Kız çocuktan beklenilen meslek, evlenmesi uygun görülen aday, anne ve babasına göstermesi beklenen davranış ile erkek çocuğun meslek, evlenmesi uygun bulunacak aday ve ebeveynlerine ve akrabalarına karşı göstermesi beklenen davranışlar farklılaşmaktadır. Eğitim gören kız çocuklarının kendi isteklerini belirtebileceklerine ve daha rahat hareket edebileceklerine dair bir uzlaşmanın olduğu görülmektedir. Bu anlamda formel eğitim kurumlarıyla kültür kazanımı ve sermaye birikimi arasında ailelerin önemli bir bağ kurdukları görülmektedir. Ancak eğitimin önemine dair bir uzlaşmanın varlığından söz edilebilse de ebeveynlerin çocukları takipp edebilecek ve yön gösterebilecek kültürel ve sosyal sermayelerinin sınırlı olduğu söylenebilir. Bu durum özellikle ailenin eğitim seviyesinin çok üzerine çıkmış olan çocuklarda daha belirgindir. Ailelerin bir çoğu yüksek öğrenim gören çocuklarının bölümlerini bilmemektedir. Eğitim gören çocukların bu alanda kendi yollarını çizmek zorunda kaldıkları görülmektedir. Bir başka şekilde ifade edilece olursa eğitimin iyi bir gelecek ve meslek için öneminin farkında olunduğu ancak çocukları yönlendirebilecek kanallardan bu ailelerin yoksun oldukları ileri sürülebilir. Eğitim kurumlarının rolü ebeveynlere göre daha da önemli hale gelmektedir. Öğrencinin çevresi de bir başka faktör çocukların arkadaş ağları eğitimde ve meslek seçiminde başvurulan önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. . Genel olarak ailede en küçük çocuk en çok eğitim alan kişi olmaktadır. Bu durumun bir sebebi çocuklar arasında az yaş farkı olsa bile ailenin bütün maddi ve manevi sermayelerini tek bir kişide toplama staratejileridir. Daha fazla kaynağın ayrıldığı en küçük çocuğun daha yüksek statüye erişmesi beklenmektedir. Ayrıca eğer ailelerin maddi olanakları her bir çocuğun eğitimini karşılayamıyacak durumdaysa çocukların 107 cinsiyetlerine bağlı olarak da erkek çocukların okutulması eğilimi ağır basmaktadır. Toplumun cinsiyetlerden beklediği roller bakımından erkeklerin ev geçindirmekten sorumlu olduğu düşüncesi halen oldukça baskındır. Gecekonduda oturan ailelerde akrabalık ve hemşehrilik ilişkilerinin sıklığı apartmanlarda oturan ailelere göre daha yoğundur. Bu çevre apartmanlarda oturan çevreye göre etnik yapı, dini gruplar ve sosyo-ekonomik imkanlar bakımından daha homojendir. Bu durum sosyal kontrol ve aile içi hiyerarşik yapının tekrar üretilmesini kolaylaştırmaktadır. Apartmanlarda oturan ailelerde ise akrabalık ilişkileri yoğun olsa da özellikle çekirdek ailelerin belli derecelerde özerkliklerinin nesiller arasında ve nesil içi sosyal ve kültürel pratiklerin farklılaşmasında rol oynadıkları ifade edilebilir. Ayrıca mekansal hareketliliğin daha yoğun olarak yaşandığı apartmanlaşmanın yoğun olduğu mahallelerde, farklı sosyal ve ekonomik arka plana sahip birey ailelerin aynı mekanı paylaşması heterojenliği arttırmaktadır. 108 109 6. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Aile, Türkiye’de yaşanan siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşanan hızlı değişimlere rağmen, birçok toplumda olduğu gibi, toplumsal yaşamın en temel kurumu olmaya devam etmektedir. Ailenin bireysel ve toplumsal yaşamı şekillendirme işlevi aynı zamanda onun toplumsal değişmelerden de oldukça etkilenen bir kurum olmasını beraberinde getirmektedir. Ailenin en önemli işlevlerinden biri olan sermaylerin dağıtılması ve gerekli durumlarda başka tür sermayelere dönüştürülmesi, ailenin kendini yeniden üretebilmesinin bir koşuludur. Birçok endüstriyel toplumda, devlet ve diğer kurumlara benzer biçimde aile ihtiyacı olan bireylere destek sağlamada önemli bir role sahiptir. Ailelerin bir organizasyon olarak destek ve savunma için geliştirdiği farklı stratejiler aynı zamanda sosyal hareketlilik olanaklarını da etkilemektedir. Bu çalışmada ailenin yeniden üretim stratejilerinin sosyal yapının koşullarına göre nasıl şekillendiği ailenin sahip olduğu sermaye biçimlerini hangi alanlarda nasıl arttırmaya, korumaya ya da dönüştürmeye çalıştığı incelenmiştir. Saha araştırmasının başlangıcında görüşülecek olan ailelerin özellikle işçi ailelerinden seçilmesi planlanmadığı halde, Mamak İlçesine göç eden ailelerin çoğunun mesleki hareketliliğinin tarım işçisi ya da küçük toprak sahipliğinden kentte kamu ve özel sektörde mavi yakalı işçi olması çalışmanın bulgularının göçmen işçi ailesi temelinde incelenmesine yol açmıştır. Saha araştırmasının yapıldığı Mamak İlçesinde görüşme yapılan ailelerin her birinin farklı birer göç hikayesi olsa da, 1960’lı yıllardan itibaren, çogunlukla tarımda makineleşme, topraktan elde edilen gelirlerin aile bireylerine yetmemesi, kentin sunacağı iş, eğitim, sağlık hizmetleri vb olanaklardan faydalanmak sebepleriyle köyden kente göç ettikleri ve dolayısıyla göç yapılarının benzer özellikler gösterdiği görülmüştür. Ailelerin çoğunluğu İç Anadolu bölgesindeki kentlerden ve Ankara’nın yakın köylerinden göç etmişlerdir. Yozgat, Çankırı, Sivas illerinden gelenler yoğunluktadır. Fakat görüşme yapılan ailelerin çoğunluğu zincirleme göç yoluyla Ankara’ya gelmişlerdir. Araştırmada, ailelerin mekansal hareketliliklerinin sosyal hareketlilik stratejileriyle olan bağlantısını anlayabilmek amacıyla Mamak İlçesinde hem apartmanlaşmaya başlamakla birlikte büyük oranda geleneksel gecekondu yapısını muhafaza eden mahalleler hem de artk çoğunluğu apartmanlaşmış olan mahalleler seçilmiştir. Apartmanlaşmanın ve formel konutlaşmanın neredeyse tamamlandığı mahalleler Abidinpaşa, Akdere, Saime Kadın, Şafak Tepe ve Mehtap mahalleleri ve apartmanlaşmaya başlayan fakat hala önemli bir bölümü gecekondu özelliklerini koruyan Kayaş, Üreğil mahalleleri ve Mamak Belediyesi sınırlarına dahil edilmiş Kutludüğün 110 mahallelesi araştırma alanlarını oluşturmuştur. kent merkezine olan uzaklık çoğu zaman önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Mahalle seçimlerinin bir diğer etmeni kent merkezine uzaklıklarına göre konumlarıdır. Araştırmanın gizil varsayımlarından biri çeşitli işler, alışveriş merkezleri, okullar, sağlık tesisleri, yeşil alanlar, spor merkezleri, eğlence merkezleri gibi çeşitli hizmet ve olanaklara erişimin daha kolay olduğu yakın mahallelerde oturanların uzakta oturan ailelere göre zaman içerisinde beğeni ve eğilimleri yönünden farklılaştıklarıdır. Araştırma bu kapsamda on iki aileden elli beş aile üyesi ile görüşmeler yoluyla gerçekleştirilmiştir. Aile nesiller arasındaki farklılıkları incelenmesi amaçlandığından, Türk aile yapısında akrabalık ağlarının güçlü olması, çekirdek hane yapısının baskın hane formu olmasına rağmen güçlü nesiller arası, haneler arası ilişkilere sahip olmasından geniş aile olarak düşünülmüştür.Araştırmanın verilerinden yola çıkılarak önemli bazı sonuçlara ulaşıldığı düşünülmektedir. Ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanan Türkiye’nin, tarımsal sisteminde yapısındaki değişimler ve kitlesel göçler sonucu istihdam yapısı, hizmet ve imalat sektörünün ağırlık kazanmasıyla önemli ölçüde değişmiş, kente ilk göç eden nesil kentlerin emek gücünü karşılamak için işçileşmiştir. Kente ilk gelen aile bireyi genellikle bekar olan erkekler, öncü olarak kente yerleşmiş ve ardından ailesini yanına getirmiştir. Genellikle bir çekirdek ailenin gelmesiyle diğer aileler ve hemşehrilerde aynı kentsel alanlarda konut edinmiştir. Bu anlamda ailelerin öncelikle kente tutunma stratejileri aile ve akrabalar aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kente gecekondu yaparak yerleşme ve iş bulma süreçlerinde daha önce göç etmiş hemşehrilerle kurulan ilişki ağlarından faydalanılmıştır. Gecekondular hemşehri ve akrabalarla birlikte genellikle imece usulü yapılmış ve ilk neslin kente tutunma stratejilerini belirlemiştir. Göçmenlerin ilk gecekondu yaptıkları dönemde tapudan, su, elektrik, kanalizasyon gibi altyapı hizmetlerinden yoksundurlar. Konutların ihtiyaçları yine kendilerince görülmektedir. Kentleşmenin artmasıyla kentsel alanların yetersizliğinden dolayı ilk nesillerin kente tutunma mekanizmalarından biri olan gecekondular, bazı bölgelerde değerlerinin giderek artmasıyla ticari konut üretim sürecinin bir parçası haline gelmişlerdir. Gecekondu alanlarında yaşayan ailelerin bazıları için kentleşme süreçleri yeni yatırım ve kar alanları ortaya çıkarmış, arazisi değerlenenler bir ya da birkaç daireye sahip olurken, arazisi değerlenmeyen bazı bölgelerdeki gecekondu alanları dönüşmeden geleneksel özelliklerini korumuşlardır. Bu süreçte yaşanan toplumsal farklılaşma, kentlerdeki mekansal ve sosyal tabakalaşma yapısında önemli dönüşümler meydana getirmiş ve gecekondulardan apartman dairelerine taşınan aileler için yukaru 111 doğru sosyal hareketliliğin bariz göstergelerinden biri sayılmıştır. Ekonomik sermayeleri gelişen ailelerin sadece içinde yaşadıkları mekansal çevre değişmemiş bunun yanı sıra sosyal ve kültürel çevreleri de değişmiştir. Bu açıdan gecekondudan apartmana geçmenin toplumsal açıdan dikey bir hareketlilik yarattığı ifade edilebilir. Mahalleler ve bölgeler arasında ayrışmanın birkaç unsur etrafında yoğunlaştığı görünmektedir. Mal sahibi olmak ya da oturulan konuta sahip olmak önemli bir ayrışma nedenidir. Giderek nüfusu artan heterojenleşen mahallelerde yerli mal sahibi ve yabancı kiracı gibi bir ayrım üzerinden mahalleler sahiplenilmektedir. Bu durumun sebeplerinden biri, kat karşılığı apartmanlara geçen ailelerin, apartmanlarını / mahallelerini daha çok sahiplenmeleri ve “dışarıdan gelen yabancıların” sosyal çevredeki uyum ve düzeni bozacağına olan inançlarından kaynaklandığı görülmektedir. Kente uzaklık açısından ailelerin pratik ve eğilimlerinin farklılaşıp farklılaşmadığına bakıldığında ekonomik sermayeyi arttırabilmek olanaklarının yükselmesinin yanı sıra daha iyi düzeyde okullara aile üyelerinin erişimi gibi kültürel sermayeyi arttırabilecek fırsatlara erişimin kolaylaştığı görülmektedir. Kente göç etmenin ailelerin nesilleri arasındaki etkilerine bakıldığında ikinci ve özellikle üçüncü nesillerin kentle bütünleşememe gibi bir sıkıntı yaşamadıkları görülmektedir. Ancak Kentte edinilen yeni ilişkilerin çok önemli bir boyutu ekonomiktir. Göç eden ailelerin kentle bütünleşmesi çoğunlukla maddi kültür yoluyla gerçekleşmektedir. Sosyal ve davranışsal bütünleşmenin ise maddi kültüre göre daha yavaş gerçekleştiği, özellikle kadınlara ilişkin davranış normları ve geleneklerdeki değişmenin ailenin bütününe göre daha yavaş olduğu görülmektedir. Bu durumun önemli göstergelerinden biri ekonomik sermayenin gelişimi için birçok farklı strateji üreten ailelerin kültürel sermayelerini arttırmak için farklı yollara çok daha az başvurmasıdır. Kültürel sermayeyi artıracak tek alan eğitim olarak görülmektedir. Formel eğitim kurumlarının ve eğitime verilen önemin artması ailelerin yukarı doğru sosyal hareketlilik stratejileri içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Aile eğer çocuklarının hepsini okutabilecek ekonomik sermayeye sahip ise çocuklar arasında yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmasığı fakat eğer yeterli sermayeye sahip değillerse kaynakların en küçük çocuğa aktarılmaktadır. Ailenin ilk neslinin yanı sıra kardeşler arasında hem maddi hem de manevi bir transfer söz konusudur. En büyük kardeş aile yeterli ekonomik sermayeye sahip değilse bir işe girerek diğer kardeşlere maddi sermaye aktarmaktadır. Bunun yanı sıra erkek çocuklarının eğitim görmesi benzer şartlarda kız çocuklarından daha önemli görülmektedir. Bu bağlamda ailenin genç üyelerinin yakın akraba ve çekirdek aile tarafından desteklendiği takdirde yukarı doğru sosyal hareketlilik göstermesi beklenebilir. 112 İlk nesil gecekondu mahallelerinde yoğun olarak akrabalık, hemşehrilik, komşuluk ilişkilerinin bulunması, ailelerin daha kolektif bir yaşam sürdürmelerine olanak sağlamıştır. İlk nesilden apartmanlara taşınan ailelerin eski gecekondu mahallelerini özlemle andıkları görülmektedir. Apartmanlara taşınan ilk nesil burada sosyal ilişkilerini eskisi gibi yaşatamamakta, bu durum sosyal olarak özellikle kamusal alanda fazlaca yer alamayan kadınları daha izole bir hayat biçimine itmektedir. Eğitim ve iş yaşamında kendine daha fazla yer bulan, kentle daha yoğun ilişki içerisinde bulunan ikinci ve özellikle üçüncü nesil, komşuluk, akrabalık, hemşehrilik etrafında biçimlenen sosyal ağlar yerine katıldıkları yeni alanlarda farklı sosyal çevrelerle ilişki kurmaktadır. Bu anlamda eski gecekondu mahallelerinde yaşayan ya da apartmanlara taşınmış olan göçmen ailelerin sonraki nesillerinde kentsel alanda daha aktif ilişki biçimleri kurabildikleri ifade edilebilir. Araştırma sonuçlardan en önemlilerinden biri aile bireysel ihtiyaçların sağlanmasında destek ve savuna mekanizması olarak önemli rolünün devam etmektesidir. Geniş ailede nesiller arasında farklı destek kalıpları bulunmaktadır. Çocuk bakımı, yaşlı ve hastaların bakımı, maddi ve manevi destek gibi birçok alanda aile nesiller arasında çift yönlü stratejiler geliştirmektedir. Hem ailenin büyüklerinden küçüklerine, hem de küçüklerden büyüklere hayat koşullarına bağlı olarak değişebilen esnek çözümler üretilebilmektedir. Ancak ailenin destek mekanizması olarak rolü ilk nesillerde baskın olarak görülen ekonomik sermayenin ihtiyaca göre tek elden dağıtılması ya da mirasın erkek çocuğa aktarılarak onun yaşam stratejisine göre bu birikimi başka sermaye türlerine dönüştürmesi stratejisini çekirdek ailelerin tasarruf ve tüketim biçimlerinin değişmeye başlaması ile birlikte değişmeye başlamıştır. Ailelerin ortak sermaye birikim kanalları giderek ayrışmakta ve tek elde toplanılan maddi birikimin yerine, her çekirdek ailenin kendi maddi tasarruflarını üretmeye çalıştıkları görülmektedir. Geniş ailenin ekonomik birikim ve dağıtım mekanizması olarak rolü azalsa da diğer refah sağlayıcı rolleri önemini korumaktadır. Formel eğitim kurumlarının ve eğitime verilen önemin artması ailelerin yukarı doğru sosyal hareketlilik stratejileri içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Aile eğer çocuklarının hepsini okutabilecek ekonomik sermayeye sahip ise çocuklar arasında yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadığı fakat eğer yeterli sermayeye sahip değillerse kaynakların en küçük çocuğa aktarıldığı görülmektedir. ilenin ilk neslinin yanı sıra kardeşler arasında hem maddi 113 hem de manevi bir transfer söz konusudur. En büyük kardeş aile yeterli ekonomik sermayeye sahip değilse okulu bırakarak bir işe girmekte diğer kardeşlere maddi sermaye aktarmaktadır Bu bağlamda ailenin genç üyelerinin yakın akraba ve çekirdek aile tarafından desteklendiği takdirde yukarı doğru sosyal hareketlilik göstermesi beklenebilir. Bunun yanı sıra erkek çocuklarının eğitim görmesi ailenin ekonomik sermayesi yeterli değilse kız çocuklarının eğitim görmesindendaha önemli görülmektedir. Ailelerin mesleki hareketlilikleirne bakıldığında nesil içi mesleki yatay hareketliliğin yoğun bir biçimde yaşandığı görülmektedir. Nesiller arasında bakıldığında ise göç ve istihdam yapısındaki değişimler yukarı doğru sosyal hareketlilik olanaklarını arttırmakta fakat çoğunlukla nesiller arasında da yatay hareketlililiğin daha yoğun yaşandığı görülmektedir. Kadınların sosyal hareketlilikleri daha yaygın olarak evlilik yoluyla gerçekleşmektedir. Eşin toplumsal statüsünün kadının sosyal konumunu büyük ölçüde belirlediği söylenebilir. Kadınlar açısından ilk nesil ile üçüncü nesiller arasında farklılık gözlenmektedir. İlk nesil göçmenler genellikle tarlada çalışmakta fakat kente geldiklerinde çalışmaları beklenmemektedir. Daha sonraki nesillerin eğitim görme oranlarının artması ve kentsel çevreyle olan ilişkilerin yoğunlaşması kadınların çalışma yaşamına atılmasında önemli rol oynamıştır. Aynı zamanda kadınların gelir getirici işlerde çalışmaları birikim olanaklarını arttırmakta ve giderek daha çok benimsenmektedir. İkinci nesilde çalışan kadınlar genellikle temizlikçilik, bakıcılık gibi vasıfsız işlerde çalışmakta buna karşın üçüncü nesilde kız çocuklarının daha yüksek eğitim alma olanaklarının artması hizmet sektöründe daha fazla yer almalarına olanak sağlamakta ve yukarı doğru sosyal hareketliliği desteklemektedir. Ancak kadının aile içerisindeki statüsünün değişmesi aile içi çatışma alanlarından da birini oluşturmaktadır. Kentin bazı alanlarında hemşehriliğe dayalı iş bölümlerinin söz konusu olması piyasaya girmek ve zanaat öğrenmekte ailenin önemli rolünün devam etmesine yol açmaktadır. Aile üyeleri bu sosyal ağlar vasıtasıyla bu iş alanlarında sermayelerini arttırabilmektedir. Görüşülen ailelerin birçoğunda kent içi mekansal hareketlilik yoğun olarak yaşanmıştır.. İlk göç edilen kentsel alan ailenin sermayesi arttığı takdirde genellikle değişmiştir. Gecekonduları apartmana dönüşen ailelerde, genellikle daha fazla kent içi hareketlilik gözlenmiştir. Gecekondularının apartmana dönüşmesiyle bir ya da daha fazla kata sahip olanlar, dairelerini kiraya vermekte, satmakta ya da çocuklarını evlendirerek bu 114 dairelere yerleştirmektedir. Aileler gelirleri arttığında genellikle öncelikle Mamak ilçesi içerisindeki mahalleler arasında yer değiştirmektedir. Daha sonradan geniş aileden ayrılan çekirdek aile ya da bireyler ise Keçiören, Demetevler gibi başka semtlere taşınmaktadırlar. Gelir ve fırsatlar arttıkça, mekansal hareketliliğin kent merkezlerine ve semtin daha gelişmiş yerlerine doğru yaşanmakta olduğu görülmektedir. Araştırmada ailelerin özellikle kültürel beğeni ve pratiklerinin değişiminin incelenmesine dair sınırlılıklar bulunmaktadır. Araştırmanın zaman boyutu daha derinlikli bir gözlem ve görüşme yapılmasını imkansız kıldı. Bu yüzden araştırmacı nesiller arasında önemli farklılar olduğunu düşünmesine rağmen elde edilen verilere bakıldığında oldukça homojen bir kültürel alan ve pratikler kümesiyle karşılaşıldı. İleriki sosyal hareketlilik araştırmaları için düşünülmesi gereken bir başka boyut çok farklı mahallelerin birarada ele alınması gibi büyük çaplı çalışmalarda temsil kabiliyetinin karma yönteme dayalı bir araştırma yöntemiyle giderilebileceğidir. 115 KAYNAKLAR Allan, K. (2006). Contemporary Social and Sociological Theory: Visualizing Social Worlds, Amerika: Sage Alderson, A. S., & Nielsen, F. (2002). Globalization and the great Uturn: Income inequality trends in 16 OECD countries. American Journal of Sociology, 107, 1244–1299. Allmendinger, J., Brueckner H., & Brueckner E. (1991). Gendered Retirement. The limitations of individual level analyses; the production of gender disparities over the life course and their effects in old age. results from the West German life history study. When to retire: The Intersection between the life course of married individuals and households. Paper presented at the 1991 meeting of the RC28. Arber, S. (1996). Homogamy and gendered heterogamy: Structured inequalities between marital partners. Paper presented at the 1996 meeting of the RC28. Arum, R. (1998). The effects of resources on vocational student educational outcomes: invested dollars or diverted dreams? Sociology of Education, 71(2), 130–151. Arum, R., Muller, W. (Eds.) (2004). The re-emergence of selfemployment in advanced economies: A comparative study of selfemployment dynamics and social inequality. Princeton: Princeton University Press. Atılgan, G. (2012). “Toplumsal Sınıflar”, 1920’den Günümüze Türkiye’de Toplumsal Yapı ve Değişim içinde, Faruk Alpkaya, Bülent Duru (Editörler), Ankara: Phonex, 269. Barbagli, M., Saviori, L.,Schizzerotto, A. (1993). Occupational and educational homogamy in Italy: 1969–1988. Paper presented at the 1993 meetings of the RC28. Becker, R. (1994). Intergenerational mobility and status attainment in the private and public sector in Germany, 1945–1983. Paper presented to the 1994 meetings of the RC28. Becker, G.S.; Tomes N., (1979). An equilibrium theory of the distribution of income and intergenera tional mobility, Journal of Political Economy 87 (6), 1153–1189. Beller, E. (2003). Family structure and social mobility: A reappraisal. Paper presented at the 2003 meeting of the RC28. Bianco, M. L. (1992). Women’s segregation, social mechanisms and actor’s reasons. Paper presented at the 1994 meeting of the RC28. Bielby, W. T., Baron, J. N. (1984). A woman’s place is with other women: Sex segregation within organizations. In B. Reskin (Ed.), Sex segregation in the workplace: Trends, explanations, remedies . Washington: National Academy Press, 27-55. Birkelund, G. E., Hansen M. N., Helda J. (2000). Educational homogamy in Norway? Trends and patterns. Paper presented at the 1993 meetings of the RC28. Blank, R. (1998). Contingent work in a changing labor market. In R.B. Freeman, P. Gottschalk (Eds.), Generating jobs. New York:Russell Sage Foundation. 116 Blau, F. D., Kahn, L. M. (2002). At home and abroad: U.S. labor market performance in international perspective. New York: Russell Sage Foundation. Blau, P., Duncan, O. D. (1967). The American occupational structure. New York: Wiley and Sons. Blossfeld, H.-P. (1987a). Entry into the labor market and occupational career in the Federal Republic: A comparison with America Baulch, B. (1996). The New overty Agenda: A New Disputed Concensus, ADS Bulletni, vol. 27, no.1,1-10 Becker, G., S., Tomes, N. (1979). An Equilibrium Theory of the Distrubition of Income and Intergenerational Mobility, Journal of Political Economy, 1153-1189. Bell (1973). The Coming Of Post-industrial Society, New York: Basic Books. Bennett, T., Savage, M., Bortolaia, S., Elizabeth, Warde, Alan, Gayo-Cal, Modesto, Wright, D., (2008) Culture, class, distinction, CRESC. Routledge, London. Bergman, M., Joye, D., (2000). Comparing Social Stratification Schemas: CAMSIS, CSP-CH, Goldthorpe, ISCO-88, Treiman, and Wright, Cambridge Studies in Social Research, 2-52. Bertaux D., Thompson, R. (2009). Pathways to Social Class: A Qualitative Approach to Social Mobility, New York: Oxford University. Blau, B., Duncan, O. D., (1967). The American Occupational Structure, New York: The Free Press. Bourdieu, P. (1984). Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste, Routledge. Bourdieu, P. (1995), Zevk sosyolojisi notları. Nazlı Ökten (Çev.). Hayalet Gemi, 27: 6-7. Bourdieu, P. (1999). Toplumsal uzam ve sembolik iktidar. Işık Ergüden (Çev.). Cogito, 18: 16-32. Bourdieu, P. (2007). Vive la crise!: Sosyal bilimlerde heterodoksi için. Ümit Tatlıcan Bourdieu, P.; Wacquant, L., (2003). Düşünümsel Bir Antropoloji İçin Cevaplar, ç. n. Ökten, İletişim Yayınları, İstanbul. Boratav, K. (2005). 1980'li Yıllarda Türkiye'de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm, Ankara: İmge. (Çev.). Güney Çeğin, Emrah Göker, Alim Arlı ve Ümit Tatlıcan (Der.) Ocak ve zanaat: Pierre Bourdieu derlemesi içinde (s. 33-49), İstanbul: İletişim Bowles, S., Gintis, H., (1987). Schooling in Capitalist America: Educational Reform and the Contradictions of Economic Life, New York: Basic Books. 117 Breverman, H., (1974). Labor and Monopoly Capital The Degradation of Work in the Twentieth Century, New York: Monthly Review Press. Dahrendorf, R. (1959). Class and Class Conflict in Industrial Society, Stanford University Press DiPrete, T. A. (Ed.) (2005). European labor markets. A special issue of Work and Occupations. DiPrete, T. A., Goux, D., Maurin, E.,Tahlin, M. (2001). Institutional determinants of employment chances: The structure of unemployment in France and Sweden. European Sociological Review, 233–254. Bourdieu, P. (1984). Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste, Routledge. Dronkers, Jaap. (1994). The changing effects of lone families on the educational attainment of their children in a European welfare state. Sociology, 28, 171–192. Duncan, O. D., & Hodge, R. W. (1963). Education and occupational mobility: A regression analysis. American Journal of Sociology, 68(6), 629–649. Edgell, S.(1998). Sınıf, çev. Didem Özyiğit, Ankara:Dost. England, P. (2003). Why are some doctoral fields tipping towards female? Paper presented at the 2003 meeting of the RC28 in New York City. Erdem, T. (2011). Altındağ’ın Sosyo-Kültürel Dokusu, Ankara Kalkınma Ajansı Araştırma Projesi, Bizim Repro. Erikson, R., Goldthorpe, J.,H., (1992). The Constant Flux: A Study of Class Mobility in Industrial Societies, Oxford: Clarendon Press. Erman, T., (2004). Gecekondu Çalışmalarında 'Öteki' Olarak Gecekondulu Kurguları, European Journal of Turkish Studies, European Journal of TurkishStudies [Online], 1 | 2004, Online since 22 June 2009, Connection on 25 March 2013. URL : http://ejts.revues.org/85 Esping-Andersen, G. (1990). Three worlds of welfare capitalism. Princeton: Princeton University Press. Featherman, D. L., Jones, F. L., Hauser, R.M. (1975). Assumptions of mobility research in the US: The case of occupational status. Social Science Research, 4, 329–360. Firebaugh, G. (2003). The new geography of world inequality. Cambridge, MA: Harvard University Press. Fritzell, J., Henz, U. (1999). Household income dynamics. Paper presented at the 1999 meetings of the RC28. Ganzeboom, H. B. G. (1994). Educational expansion and access to education in five Eastern European nations between 1940 and 1993. Results from a cross–national survey. Paper presented at the 1994 meeting of the RC28. 118 Ganzeboom, H. B. G., Treiman, D. J. (1996). Internationally comparable measures of occupational status for the 1988 international standard classification of occupants. Social Science Research, 25(3), 201–239. Gerber, T. P., Hout, M. (1995). Educational stratification in Russia during the Soviet period. American Journal of Sociology, 101(3), 611–660. Giddens, A. (1999). İleri Toplumların Sınıf Yapısı: Marksist Yaklaşımın Eleştirisi, çev. Ömer Baldık, Birey Goldthorpe, J.H. , Llewellyn, C, and Payne, C, (1980). Social Mobility and Class Structure in Modern Britain, Oxford Publications. Gökçe, B.(ed.), (1993). Gecekondularda Ailelerarası Geleneksel Dayanışmanın Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü, Ankara: Başbakanlık Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Yayınları. Gülalp, H., Akınhay, O., Yılmaz A. (1993). Kapitalizm, Ankara:Belge. Sınıflar Ve Devlet, Güvenç, M. (1998). Ankara’da Statü/Köken Temelinde Mekansal Farklılaşma: 1990 Sayım Örneklemleri Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler, Tarih Içinde Ankara 2 Semineri, Aralık ODTÜ, Ankara, 56-62. Grusky, D. B., Hauser, R. M. (1984). Comparative social mobilityrevisited: Models of convergence and divergence in sixteen countries. American Sociological Review, 49(1), 19–38. Grusky, D., B.; Weeden, K., (2006). Does the Sociological Approach to Studying Social Mobility Have a Future? in Mobility and Inequality: Frontiers of Research from Sociology and Economics, edited by SL Morgan, G Fields, and DB Grusky. Stanford: Stanford University Press, 85-108. Habermas, J., (1975). Legitimation Crisis, Boston: Beacon Press. Hauser, R. M. (1984). Vertical class mobility in England France and Sweden. Acta Sociologica, 27(4), 387–390. Holton, R.J., Turner, B.S.(1990) Max Weber on Economy and Society, Routledge, New York Hout, M., & DiPrete, T. A. (2006). What we have learned: RC28s contributions to knowledge about social stratification. Research in Social Stratification and Mobility, 24, 1– 20. Kalaycıoğlu, S., Rittersberger-Kılıç, H., (2000). Intergenerational Solidarity Networks of Instrumental and Cultural Transfers within Migrant Families In Turkey, Aging and Society 20, Cambridge University Press, 523-542. Kalaycıoğlu, S., Çelik, K., Çelen, Ü., Türkyılmaz S. (2010). Temsili Bir Örneklemde Sosyo-Ekonomik Statü (SES) Ölçüm Aracı Geliştirilmesi: Ankara Kent Merkezi Örneği, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi,Cilt.13, no.1, 183-220. Karpat, K., (2003). Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Ankara, İmge. 119 Kemerlioğlu, E., (1996). Toplumsal Tabakalaşma, İstanbul: Saray. Kerbo, H. R. (2006). Socıal Stratıfıcatıon, Amerika: Sage. Kerr, J., (1983). Motivation losses in small groups: A social dilemma analysis, Journal Of Personality And Social Psychology, vol. 45, no. 4, 85-102. Kerr, J., T.; Dunlop, F., ; Charles, M.,(1960). Industrialism and Industrial Man, Harvard University Press. Lipset, S., (1981). Political Man. Baltimore: Johns Hopkins University Press. Lipset, S., Bendix, R., (1959). Social Mobility in Industrial Society, University of California Press. Lipset, S., Zetterberg, H., (1956). A Theory of Social Mobility, Transactions of The Vth World Congress of Sociology, 155-157. Işık, O., Pınarcıoğlu, M., M. (2009). Nöbetleşe Yoksulluk: Gecekondulaşma ve Kent Yoksulları / Sultanbeyli Örneği, İstanbul: İletişim. McCarthy, D., Zald, M. N., (1977). Resource Mobilization and Social Movements: A Partial Theory, The American Journal of Sociology, Vol. 82, No. 6, 1212-1241. Mills, W,. (1951). White Collar: The American Middle Classes. New York: Oxford University Press. Morris, L.; Scott, J. (1996). The attenuation of class analysis, British Journal of Sociology 47:1 45–55. Olson, M., (1965).The Logic Of Collective Action, Harvard University Press. Öğütle, V. S., Çeğin, G., (2009). Toplumsal Sınıfların İlişkisel Gerçekliği, Ankara: Tan, Öngen, T. (2011) Marx ve Sınıf, Praksis Dergisi, 8, 9-28. Pakulski, J., (1993). The dying of class or of Marxist class theory?, International Sociology, 8, 3: 279–292. Rosenbaum, J., Kariya, T. (1989). From high school to work: market and institutional mechanisms in Japan. American Journal of Sociology, 94(6), 1334–1365. Saunders, P. (2001). Social Class and Stratification, New York: Taylor & Francis. İn Turkeyin The Context of Studies of Social Class Mobility, Bilig, 175-204 Savage, M. (2005). Social capital and social trust in Britain, European Sociological Review, 21 (2), 109-123. Scott, J . (1991). Networks of corporate power: A comparative assessment. Annual Review of Sociology, 77:181-203. Smelser, N., J., (1962). Theory Of Collectıve Behavıor, The Free Press, New York. Sönmez, A. (2007). 'The Transformation of Occupational Structure and Chances for Mobility in Turkey in the Context of Studies on Social-Class Mobility', Bilig, Spring 120 2007, 41: 175-204. Swartz, D., (2011). Kültür ve İktidar: Pierre Bourieu’nun Sosyolojisi, Çev. Elçin Gen, İstanbul: İletişim. Şenyapılı, T., (1996). Ankara Kentinde Gecekondu Oluşum Süreci, Batıbirlik, 1-50. T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, (1998). Metropolde kariyer meslekleri ve aile yapısı temelinde yaşama tarzları: (Ankara örneği). T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, (1998). Mesleklere Göre Aile Araştırması: İşçi Ailesi. T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, (2011). Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması 2011. Terzioğlu, G., Yertutan, C., Aydıner Boylu, A. (2008). Kaleiçi’nde Yaşayan Ailelerin Sosyal, Demografik ve Ekonomik Durumu, http://www.sdergi.hacettepe.edu.tr/arsiv.htm. Tilly, C., (1978). From Mobilization to Revolution, McGraw-Hill Publishing. Treiman, D. J. (1970). Industrialization and Social Stratification. E. O. Laumann, ed., Social Stratification: Research and Theory for the 1970's. Indianapolis: BobbsMerrill, 207–234. Yüceşahin, M. M., Tuysuz, S. (2011). Ankara Kentinde Sosyo-Mekansal Farklılaşmanın Örüntüleri:Ampirik Bir Analiz, Coğrafi Bilimler Dergisi,9/2, 159-188. Wallerstein, I., (1979). The Capitalist World-Economy. Cambridge: Cambridge University Press. Weber, M. (1995). Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, çev. Özer Ozankaya, Ankara: İmge. İnternet: Türkiye İstatistik Kurumu (2013). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=15974). Son Erişim Tarihi: 21.04.2014 121 EKLER EK-1. Mamak İlçesi Haritaları Kaynak: http://www.haritamap.com/ilce/mamak-ankara Harita 1.3. Mamak İlçesi Mahalleleri: Oklarla gösterilen saha çalışması yapılan mahalleler: Saime Kadın Mahallesi, Mehtap Mahallesi, Abidin Paşa Mahallesi, Akdere Mahallesi, Şafak Tepe Mahallesi, Üreğil Mahallesi, Kayaş Mahallesi, Kutludüğün Mahallesi 122 EK-1 (devam) Mamak İlçesi Haritaları Kaynak: Güveç, M. (2000), Ankara Büyükşehir alanında Statü-Köken-Gelir Farklılaşmaları 1990 Sayımı Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler, Kent ve Kentleşme Sempozyumu, Ankara Harita 1.4. Ankara Yerleşme Nüfus Statü Gelir Haritası 123 EK-1 (devam) Mamak İlçesi Haritaları Kaynak: Güveç, M. (2000), Ankara Büyükşehir alanında Statü-Köken-Gelir Farklılaşmaları 1990 Sayımı Üzerinde İlişkisel Çözümlemeler, Kent ve Kentleşme Sempozyumu, Ankara Harita 1.5. Ankara Köken Gelir Haritası 124 EK-2. Saha araştırmasından resimler Resim 1.3. Kutludüğün Mahallesi EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler Resim 1.4. Akdere Mahallesi 125 EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler Resim 1.5 Kayaş Mahallesi EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler Resim 1.6 Kayaş mahallesinde gecekondu 126 EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler Resim 1.7 Kayaş mahallesinde gecekondu EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler Resim 1.8 Akdere Mahallesi apartman dairesi 127 EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler Resim 1.9 Kutludüğün Mahallesi EK-2 (devam) Saha araştırmasından resimler Resim 1.10. Kutludüğün Mahallesi 128 EK-3. Görüşme Formu 1) Kişisel Bilgiler: Doğum yeri: yaşı eğitimi, mesleği önceki mesleği, hane büyüklüğü, gelir durumu: gelirler derken sadece maaş değil köyle bağlantı varsa, evi varsa, ya da başka türlü bir kazancı varsa hepsi, bütün çekirdek hane için sorulacak 2) Kısa bir hayat hikayesi Çocukluk yıllarınızı anlatarak başlar mısınız? Anne, baba meslekleri, annesinin, babasının eğitim durumları, meslekleri, nerede doğdukları, kendi çocuklarının eğitim durumları. Neden göç ettikleri Ankara’ya geldilerse ilk nereye geldikleri ve nasıl iş sahibi oldukları gibi. 3) a. Eğer çalışıyorsa, İş ve iş çevrenizi ve işe nasıl girdiğinizi anlatabilir misiniz? b. Hangi özelliklerini seviyorsunuz ya da en az hoşlanıyorsunuz? c. İmkanınız olsa hangi mesleği/işi seçerdiniz, neden? Sizi neler engelledi ya da eğer istediği işi yapıyorsa ailesinden kimler destekledi nasıl? İş bulma konusunda aile bireylerinden yardım alındı mı, nasıl? Siz aile çevrenizden kimlerin iş bulmasına yardım ettiniz? İyi bir işi nasıl tanımlarsınız? Başarı sizin için ne ifade ediyor? 4) Bir gününüz genellikle nasıl geçiyor. Boş zamanlarınızda neler yapmayı tercih edersiniz? Ailenizle boş vakitlerinizi nasıl geçirirsiniz? Hangi tür müzik, spor, gazete, kitap, film? Neleri seviyorlar neleri sevmiyorlar neden? Televizyon izleme alışkanlıkları, neler izleniyor? Sinema, tiyatro, müze ya da dışarıda yemek yeme alışkanlıkları var mı? Büyüklerinin ya da çocuklarında bu alışkanlıkları nasıl? Çocuklarında ya da büyüklerinde bu alanlarda nasıl farklılaşmış davranışları? Tatillerinizi nasıl geçiriyorsunuz? Çocuklarınız ya da büyükleriniz nasıl geçiriyor? 5) Küçükken günlük hayatınız nasıldı, anne babanızla ya da kardeşlerinizle nasıl vakit geçiriyordunuz? Şimdiki aile hayatınız ile ebeveynlerinizi karşılaştırdığında ne gibi farklılıklar gözlemliyorsunuz? 129 6) Kendi ailenizin size benimsetmek istediği değerler, davranışlar, alışkanlıkları anlatabilir misiniz? Önemli olduklarını düşünüyor musunuz ? Sizin çocuklarınıza benimsetmek istediğiniz değerler, davranışlar, alışkanlıklar var mı ailenizinkilerle benzer ve farklı yönleri nelerdir? Kendinizi bir politik görüşe yakın hissediyor musunuz? Neden? Çocuklarınız ya da büyükleriniz bu konu hakkında neler düşünüyor? 7) Çouklarınızın eğitimleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Çocuklarınızın meslekleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne olmalarını beklerdiniz/ bekliyorsunuz? Neden? 8) Nasıl evlendiniz? Aileleriniz kiminle evleneceğinize dair tavsiye verdi mi? Ne tip kriterleri vardı? Sizin çocuğunuz için tavsiyeleriniz var mı? 9) Mamak’da ne kadar süredir yaşıyorsunuz? Nasıl geldiniz? Buradan taşınmak istermiydiniz? Neden? Sizce burada yaşayanlar diğer insanlardan bir şekilde farklı mı neden? Çocuklarınızın nerde yaşamalarını isterdiniz? Mamak hakkında ne anlatabilirsiniz? Mamak içerisinde gitmeyi sevdiğiniz veya gitmekten kaçındığınız yerler var mı? Herhangi bir toplulukla ilişkiniz var mı? Hemşehri dernekleri, spor ya da sürekli gittiğiniz bir yer? Ankara’da gitmeyi sevdiğiniz ve gitmekten kaçındığınız yerler var mı? 10) Ailelerinizle ne sıklıkla görüşüyorsunuz? Yakın bağlara sahip misiniz? Kimlerle? Neden? Bir probleminiz olduğunda aile üyelerinden yardım veya tavsiye ister misiniz ya da onların bir sorunları olduğunda size başvururlar mı? Çocuklarınız sizden fikir veya yardım ister mi? 11) Size hiç uymayan bir hayat tarzı anlatabilir misiniz? Çocuklarınız için istediğiniz hayat tarzını anlatabilir misiniz? 12) Genel olarak Ankara’da yaşayan insanların ekonomik, sosyal durumlarıyla kendinizinkini karşılaştırır mısınız? 13) Bir kişinin Türkiye’de daha iyi pozisyonlara gelmesi için ne yapması lazımdır? 14) Eğer kendi hayat biçiminizi başkalarıyla karşılaştırsaydınız kendinizi nasıl konumlandırırdınız? Neden? Sizce nasıl hayat biçimi olan insanlar sizin üzerinizde/ altınızda yer alır? 130 ÖZGEÇMİŞ KİŞİSEL BİLGİLER Soyadı, adı : YALÇINKAYA GÜLLE Uyruğu : T.C Doğum tarihi ve yeri : 04/04/1987 Medeni hali : Evli Telefon : 0312 213 90 39 Faks : e-mail : [email protected] Eğitim Derece Eğitim Birimi Mezuniyet tarihi Yüksek lisans Lisans Gazi Üniversitesi/Sosyoloji Bölümü M.S.G.Ü/Sosyoloji Bölümü …………… 2010 Lise Eskişehir Anadolu Lisesi 2005 İş Deneyimi Yıl Yer 2011- Devam ediyor Gazi Üniversitesi Yabancı Dil İNGİLİZCE Görev Araştırma Görevlisi GAZİ GELECEKTİR...