tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü iktisat anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI
1923-1938 DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ:
UYGULANAN EKONOMİ POLİTİKALARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Betül SÖNMEZ
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. Fetullah AKIN
Ankara - 2014
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI
1923-1938 DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ:
UYGULANAN EKONOMİ POLİTİKALARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Betül SÖNMEZ
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. Fetullah AKIN
Ankara - 2014
i
ÖZET
SÖNMEZ, Betül. 1923- 1938 Dönemi Türkiye Ekonomisi: Uygulanan
Ekonomi Politikaları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2014.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde tarım, sanayi, demiryolu gibi
altyapı unsurları, finans ve paranın kontrolü gibi ekonominin temellerini
oluşturan birçok kurum yabancıların kontrolüne geçmiştir. I.Dünya Savaşı ve
ardında
imzalanan
Mondros
Ateşkes
Antlaşması’na
göre
Anadolu
topraklarının büyük bölümü işgal edilmiş ve Mustafa Kemal liderliğinde Ulusal
Kurtuluş Savaşımız başlamıştır. Ekonomik yokluklar içinde sürdürülen
mücadelede ülkenin zaten yetersiz olan tüm kaynakları kullanılmış, bunun
yanında ülkenin genç erkek nüfusu cephelerde şehit düşmüştür.
Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlandırıp, Cumhuriyetin ilanından
sonra,
tam
bağımsızlık
ilkesi
çerçevesinde
ekonomik
bağımsızlığın
sağlanması yolunda adımlar atılmaya başlanmıştır. Ekonominin her alanında
ülke çapında, dışa bağımlı olmadan yeniden yapılanma çalışmaları
sürdürülmüştür. Ayrıca 1929’da bütün dünyayı etkisi altına alan “büyük
buhran”, bir çok ülkenin ekonomik açıdan zorlu bir süreçten geçmesine
neden olmuştur. Genç Türkiye Cumhuriyeti ise Atatürk’ün öngördüğü ve
uygulattığı tedbirler ile bu ekonomik buhrandan yara almadan sıyrılmayı
başarmıştır. Ayrıca ülke her alanda yatırımlara ve hızlı bir kalkınmaya sahne
olmuştur.
Atatürk, her zaman planlı bir ekonomik kalkınmayı savunmuştur.
Henüz cumhuriyet ilan edilmemişken bir iktisat kongresi toplayarak,
kurulmakta olan devletin ekonomi politikalarına ilişkin kararlar alınması,
bunun en güzel örneğidir. Cumhuriyetin ilanından sonra da tarımda,
sanayide, ulaşımda, bankacılıkta ve dış ticarette pek çok atılım yapılmıştır.
Gerektiğinde yurt dışından uzmanlar getirilerek fikirleri alınmış, bu sektörlerin
uygulayıcısı olacak kişilere eğitimler verilmiştir. Atatürk döneminde Türk
Lirası değerini korumuş, enflasyonsuz bir kalkınma gerçekleştirilmiştir. Bu
ii
dönemde Osmanlı’dan kalan borçlar da tamamen ödenmiştir. Tarımı,
sanayiyi, ticareti teşviş etmek için kanunlar çıkarılmış, bankalar kurulmuştur.
Kısacası ülkeyi kendine yeten, dışa bağımlı olmaktan koruyacak her türlü
tedbir alınmış, hızlı bir kalkınma süreci yaşanmıştır.
Bu araştırmada, Atatürk dönemi ekonomi politikaları, yukarıda genel
hatlarıyla bahsedilen çerçeve içerisinde incelenmeye çalışılmıştır. Bu
araştırma
ile
Cumhuriyetin
Atatürk’ün
ilk
ekonomi
yıllarındaki
politikasının
ekonomik
dayandığı
gelişmeleri
ortaya
temelleri,
koymak
amaçlanmıştır. Araştırmada yöntem olarak literatür taraması esas alınmıştır.
Araştırma, günümüz Türkiye ekonomisinin, Atatürk’ün sağlam temeller
üzerine inşa ettiği ekonomi politikaları sayesinde kendine yeten, dışa bağımlı
olmayan bir temele dayandığını tarihsel süreç içerisinde göstermesi
açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler:
1. İktisat Politikası
2. Cumhuriyet Dönemi Ekonomi Politikaları
3. Ekonomi
4. Kalkınma
5. İktisat Teorisi
iii
ABSTRACT
SÖNMEZ, Betül. Turkish Economy Between 1923-1938: Economy
Policies That Were Applied, Master Thesis, Ankara, 2014.
In the last periods of the Ottoman Empire many institutions that provide
the basis for economy such as infrastructure components such as agriculture,
industry and railway, finance and the control of money were captured by the
foreigners. Most of the Anatolian land was occupied according to the Mondros
armistice agreement and National Independence War was started under the
leadership of Mustafa Kemal. The country’s whole sources that were already
incompetent were used in the struggle that was carried on with economical
shortages. Besides the young male population of the country wore the crowns
at the fronts.
Steps to provide economical independence in the frame of the complete
independence principle started to be taken after the National Struggle had been
brought to a successful issue and the Republic had been declared. The studies
of reconstruction without being dependent on foreign were carried on
nationwide in the all fields of economy. Furthermore “the Great Depression”
that got at the whole world in 1929 led to many countries to pass a challenging
process in terms of economy. The Young Turkish Republic succeeded in
getting out of this economical depression without being wounded by the
precautions that Atatürk foresaw and made to apply. The country also
witnessed investments in every field and a fast development.
Atatürk always advocated a planned economical development. The best
example of this is that before the declaration of the republic he assembled an
economics congress and took decisions about the economical policies of the
government that was being established. Many advances were made in
agriculture, industry, transportation, banking line and foreign trade after the
declaration of republic. Experts from abroad were invited when necessary, their
ideas were asked and trainings were applied to the people that would be the
iv
operators of these sectors. In Atatürk’s period, Turkish Lira maintained its value
and a development without inflation was actualized. The debts remained from
the Ottoman Empire were completely paid in this period. Laws were enacted to
stimulate agriculture, industry and trade. Banks were opened. Briefly, every
kind of precaution that would protect the country to be dependent on foreign
and provide the country to be self-sufficient was taken and a fast development
process was experienced.
Economical policies in Atatürk’s period have been tried to study within
the frame mentioned broadly above in this research. In this research, to
express the basics that Atatürk’s economy policy was based on and the
economical developments in the first years of the Republic were aimed.
Literature searching has been rested as the method in the research. The
research is important in terms of presenting in historical process that current
Turkish economy has a basis that is self-sufficient and is not dependent on
foreign because of economy polices that Atatürk founded on firm basics.
Key Words:
1. Economic Policy
2. Economy Policies of Republic Period
3. Economy
4. Development
5. Economic Theory
ÖNSÖZ
“1923-1938
Dönemi
Türkiye
Ekonomisi:
Uygulanan
Ekonomi
Politikaları” isimli bu araştırmada; Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda izlenen
ekonomi politikaları, tarihsel süreç içerisinde ele alınmaya çalışılmıştır. Söz
konusu dönemdeki mevcut iktisat teorileri, politikaları ve uygulamaları, ilgili
literatürün
taranması
ile
incelenmiş,
dönemin
ekonomik
gelişmeleri
araştırılmıştır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınması sürecinde
Atatürk’ün kararlı bir şekilde uyguladığı ekonomi politikalarının etkilerine ve
sonuçlarına yer verilmiştir.
Tüm zorluklara karşın yabancı devletlere bağımlı olmadan gelişen
Türkiye ekonomisinin temellerinin incelendiği bu araştırma, Osmanlı
Devleti’nin son yıllarındaki ekonomik durumu, Cumhuriyet’in ilanı ve
sonrasındaki dönemin ekonomik gelişmelerini içermektedir.
Araştırma sürecinde bilgi ve tecrübeleri ile bana yol gösteren
danışmanım Yrd. Doç. Dr. Fetullah AKIN’a, lisans eğitimimden itibaren her
konuda bilgilerini paylaşarak bizleri aydınlatan İktisat Bölümünün değerli
öğretim üyelerine ve araştırma görevlilerine, yolumu her zaman aydınlatan en
büyük dayanağım güzel annem Gülşen SÖNMEZ’e, yanımda olmasa da beni
duyduğunu ve hissetiğini bildiğim canım babam Ali SÖNMEZ’e, varlığıyla
bana güç veren ikinci annem, arkadaşım, şansım, canım ablam Dr. Serpil
DEMİREZEN’e ve Demirezen ailesinin diğer fertlerine teşekkürü borç bilirim.
Betül SÖNMEZ
Ocak 2014
vi
İÇİNDEKİLER
ÖZET .............................................................................................................. i
ABSTRACT .................................................................................................. iii
ÖNSÖZ .......................................................................................................... v
İÇİNDEKİLER ............................................................................................... vi
KISALTMALAR .......................................................................................... viii
TABLOLAR LİSTESİ .................................................................................... ix
GİRİŞ ............................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
ÖNCESİ EKONOMİ-OSMANLI’NIN SON DÖNEMLERİ
1.1. OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMLERİNDE EKONOMİNİN
GENEL DURUMU .................................................................................. 4
1.1.1. Tarım ............................................................................................... 6
1.1.2. Sanayi .............................................................................................. 8
1.1.3. Ticaret ............................................................................................ 12
1.2. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ EKONOMİK DURUM ............................. 15
İKİNCİ BÖLÜM
1923-1938 YILLARI ARASI EKONOMİK GELİŞMELER
2.1. GENEL EKONOMİK DURUM ............................................................... 22
2.1.1. Dönemin Ekonomi Politikaları ........................................................ 23
2.1.2. Dönemin Ekonomi Uygulamaları ................................................... 24
2.1.2.1. İzmir İktisat Kongresi .............................................................. 24
2.1.2.2. Lozan Barış Anlaşması’nın Ekonomik Hükümleri ................... 28
2.1.2.3. Aşar Vergisi’nin Kaldırılması ................................................... 31
2.1.2.4. Teşvik-i Sanayi Kanunu .......................................................... 33
2.1.2.5. Ali İktisat Meclisi ..................................................................... 34
2.1.3. 1929 Buhranı’nın Etkileri ................................................................ 35
2.1.4. Sanayileşme Planları ..................................................................... 41
2.1.4.1. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ................................................. 42
2.1.4.2. İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı .................................................. 47
vii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1923-1938 DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ VE ATATÜRK’ÜN EKONOMİ
ANLAYIŞI
3.1. 1923-1938 DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ ............................................... 50
3.1.1. Tarım Sektörü ................................................................................ 50
3.1.2. Sanayi Sektörü .............................................................................. 53
3.1.3. 1923-1938 Döneminin Değerlendirilmesi ....................................... 56
3.1.3.1. 1923-1929 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu ................ 56
3.1.3.2. 1929-1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu ................ 57
3.2. ATATÜRK’ÜN EKONOMİ ANLAYIŞI ................................................... 60
3.2.1. Atatürk’ün Ekonomik Stratejileri ..................................................... 60
3.2.2. Kalkınma Politikası ........................................................................ 62
3.2.3. Maliye Politikası ............................................................................. 64
3.2.4. Para Politikası ................................................................................ 68
3.2.5. Yatırım Politikası ............................................................................ 70
3.2.6. Dış Ekonomi .................................................................................. 72
3.2.7. Bankacılık ...................................................................................... 75
3.2.8. Ulaştırma ....................................................................................... 78
SONUÇ ........................................................................................................ 81
KAYNAKÇA ................................................................................................ 83
viii
KISALTMALAR
AKM
: Atatürk’ün Kalkınma Modeli
Akt
: Aktaran
BBYSP
: Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı
C
: Cilt
diğ.
: Diğerleri
GSMH
: Gayri Safi Milli Hasıla
İBYSP
: İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı
kg
: Kilogram
krş
: Kuruş
s
: Sayfa
SSCB
: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
TBMM
: Türkiye Büyük Millet Meclisi
TL
: Türk Lirası
US
: Amerikan Doları
ix
TABLOLAR LİSTESİ
Sayfa No
Tablo 1: 1914 Yılı Büyük Kentlerin Nüfus Rakamları .................................... 5
Tablo 2: Belli Başlı Osmanlı Tarım Ürünleri, 1909 ........................................ 8
Tablo 3: Cumhuriyetin Başlangıç Döneminde Anadolu’daki Sanayi’nin
Görünümü (1921) .......................................................................... 11
Tablo 4: Dış Ticaret (1881-1914) ................................................................ 12
Tablo 5: Dış Ticaret Değerlerinin Yıllara Göre Dağılımı (Bin TL)................ 38
Tablo 6: Dış Ticaret Miktarlarının Yıllara Göre Dağılımı (Ton) .................... 39
Tablo 7: Büyük Buhran Yıllarında Türkiye Ekonomisi ................................. 40
Tablo 8: Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında Kurulması Öngörülen Sanayi
Tesisleri ve Dağılımı ...................................................................... 44
Tablo 9: Belli Başlı Tarım Ürünlerinin Üretim Miktarı ve Canlı Hayvan
Sayısı ............................................................................................ 51
Tablo 10: 1924 – 1949 Arası Bitkisel Üretim ............................................... 52
Tablo 11: Sanayi Sektörü Katma Değeri (1923-1938)................................. 55
Tablo 12: Dönemlerin Makroekonomik Göstergeleri ................................... 56
Tablo 13: 1923-1939 Türkiye Ekonomik Gelişme Göstergeleri ................... 59
Tablo 14: Atatürk Dönemi Bütçeleri ve Kesin Hesap Sonuçları (Milyon
TL) ............................................................................................. 65
Tablo 15: 1930-1933 Yılları Arasında Bütçe Gelir ve Giderleri .................... 67
Tablo 16: Atatürk Döneminde Emisyon Hacmi ve 1 Sterlin Eşdeğeri .......... 70
Tablo 17: Cari Fiyatlarla Dış Ticarette Gelişim, 1923-1939 (Milyon TL) ...... 74
Tablo 18: Milli Bankalardaki gelişme (1920-1937)....................................... 77
Tablo 19: Ulaştırma Sektörü Temel Göstergeler ......................................... 80
GİRİŞ
“Tarih, milletlerin yükselme ve alçalma sebeplerini ararken birçok
siyasî, askerî, içtimaî sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün
bu sebepler içtimaî hâdiseler üzerinde tesir yaparlar. Fakat bir milletin
doğrudan
doğruya
hayatıyla,
yükselişiyle,
alçalışıyla
alâkası
olan,
münasebetli olan, milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübelerin tespit ettiği bu
hakikat bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirir.
Gerçekten Türk Tarihi tetkik olunursa, bütün yükseliş ve alçalış sebeplerinin
bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.”
Mustafa Kemal Atatürk 1923
Mustafa Kemal Atatürk’ün 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat
Kongresi’nde
yapmış
olduğu
konuşmada
da
belirttiği
üzere
iktisat,
milletlerin/devletlerin tarihinde geri kalmışlığın veya gelişmişliğin en önemli
göstergesidir. Bu noktada Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki ekonomik
açıdan zorlu geçen yılların, devletin yıkılma sürecine girmesindeki en önemli
unsur olduğu söylenebilir. Türk milleti için uzun ve yıpratıcı bir süreç olan Milli
Mücadele yılları da ekonomik yokluklar içinde yaşanmıştır. Ardından kurulan
Türkiye Cumhuriyeti ise kazandığı askeri ve siyasi zaferleri korumak ve
sürekliliğini sağlamak için ekonomik açıdan da bir varoluş mücadelesine
girişmiştir. Devletçilik uygulamaları, özel sektörün desteklenmesi, gerekli
hukuki alt yapının oluşturulması, planlı sanayileşme ve ardından dışa açılma
ile ekonominin yükseleceği temeller atılmıştır.
Bu araştırma, yukarıda kısaca bahsedilen dönemde yürütülen iktisat
politikalarını, teorik temellerini ve uygulamalarını içermektedir. Savaş
(1994:18)’a göre; iktisat politikasının hangi teorik temele dayandırılacağı
büyük önem taşır. Bu anlamda sürekli göz önünde tutulması gereken şudur;
iktisat ilminde evrensel, yani her zaman her yerde tutarlı ve güvenilir sonuçlar
veren gerçekler yoktur. Aksine her teori, bir ülkenin belli bir dönemdeki
2
şartlarıyla ilgilidir. Bu şartlar değiştiğinde yeni şartları açıklayacak yeni
teorilere gerek vardır.
Bu araştırmanın amacı; Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ekonomik
gelişmeler çerçevesinde Atatürk dönemi ekonomi politikalarının temellerinin
ortaya koyulmasıdır.
Verilerin
toplanmasında,
nitel
araştırmalarda
veri
toplama
yöntemlerinden biri olan doküman incelemesi yaklaşımı kullanılmıştır.
Doküman incelemesi, araştırılması hedeflenen olgu ve olgular hakkında bilgi
içeren yazılı materyallerin analizini kapsar (Şimşek ve Yıldırım, 2000: 140).
Birinci bölümde Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki ekonomik
durumu etkileyen unsurların genel olarak incelenmesinin ardından tarım,
sanayi ve ticaret alanlarındaki mevcut uygulamalar ve bu uygulamaların
ekonomiye etkileri ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Ardından Cumhuriyete
geçiş sürecinde, Milli Mücadele döneminde ekonomik kaynakların kullanımı
ve Cumhuriyetin ilanına kadar olan dönemdeki ekonomik durum ele
alınmıştır.
İkinci bölümde Cumhuriyetin ilanı ve sonrasında yapılandırılmaya
çalışılan ekonomi politikası üzerinde durulmuştur. Bu dönemde ekonomik
gelişmenin sağlanması için yapılan çalışmalardan İzmir İktisat Kongresi,
Lozan Anlaşması ile elde edilen ekonomik haklar, Ali İktisat Meclisi, Teşvik-i
Sanayi Kanunu, Aşar vergisinin kaldırılması gibi uygulamalar ve bunların
etkileri
incelenmiştir.
1929
Ekonomik
Buhranı
karşısında
Türkiye
Cumhuriyeti’nin almış olduğu tedbirler ve planlı kalkınmanın sağlanması
yolunda atılan adımlar olarak Birinci ve İkinci Beş Yıllık Sanayi Planları
kapsamındaki çalışmalar ele alınmıştır.
Üçüncü bölümde ise öncelikle 1923 -1938 dönemi ekonomi politikaları
genel olarak incelenmiş, tarım ve sanayi alanlarında Cumhuriyetin ilanından
sonraki dönemde yapılan yatırımlar, yaşanan gelişmeler ele alınmıştır.
3
Atatürk’ün ekonomi anlayışına kalkınma, maliye, para, yatırım, dış ekonomi,
bankacılık ve ulaştırma politikaları başlıkları altında değinilmiştir.
Araştırma
sonucunda
1923-1938
yılları
arasında
dönemde
gerçekleştirilen tüm ekonomi politikalarının, genç cumhuriyetin sağlam
temeller üzerinde yükselmesini sağladığı ortaya koyulmuştur..
BİRİNCİ BÖLÜM
ÖNCESİ EKONOMİ-OSMANLI’NIN SON DÖNEMLERİ
1.1. OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMLERİNDE EKONOMİNİN
GENEL DURUMU
Osmanlı ekonomisi, büyük ölçüde zirai ekonomiye dayanıyordu. Dirlik
sistemi içerisinde toprağı işleyenler gelirlerine göre vergilendirilirdi. Devlet,
yükselme devirlerinde oldukça iyi işleyen bir maliye sistemine sahipti.
Özellikle vergi konusu son derece dikkatli takip edilmekteydi. Mesela devlet,
taşınamayan arazi vergisi geliri yanında küçükbaş hayvan, büyükbaş hayvan
hatta daha küçük hayvanların bile sayımını yaparak düzenli şekilde vergisini
almaktaydı. Bundan başka deniz ticareti, liman ve gümrük gelirleri hazinenin
diğer gelirleriydi. Bir de kazanılan zaferlerden elde edilen ganimetin 1/5’i
devlet hazinesine gelir teşkil etmekteydi (Turan ve diğ., 2004: 16).
16. yüzyılın sonlarında Osmanlıda ilerleme durmuş yeni toprak
kazanma sonucu sağlanan gelirler kesilmiştir. Bununla beraber dünya ticareti
Akdeniz limanlarının dışına kaymıştır. 18. Yüzyıl sonlarında İngiltere’de
başlayan yeni üretim biçimi ve teknolojik gelişme karşısında Osmanlı’nın
pazarını yabancı sınai ürünlere açması, yetersiz olan sanayii yıkıma
uğratmıştır (Kepenek ve Yentürk, 1996: 9).
Harp ve mütareke yıllarında Osmanlı İmparatorluğunun ekonomisi
üzerine çalışmalar yapmış olan Vedat Eldem’in değerlendirmelerini aktaran
Tokgöz (1999: 2), 20. yüzyılın başlarında Batı Avrupa’da kişi başına ortalama
gelir 170 dolar iken, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaklaşık 44 dolar olduğunu
ancak; bu miktarın İstanbul’da 66 dolara yükselirken, Irak’ta 35 dolara
düştüğünü belirtiyor.
5
Osmanlı’nın son nüfus istatistiği, savaşa girmeden önce, 1914 yılında
hazırlanan ve ancak 1921’de yayınlanan 1914 istatistiğidir. 1914 yılı sonuna
göre başlıca büyük kentlerin nüfusları şöyledir:
Tablo 1: 1914 Yılı Büyük Kentlerin Nüfus Rakamları
1914 Yılı Büyük Kentlerin Nüfus Rakamları
İstanbul
1.122.000
İzmir
198.000
Bursa
76.000
Adana
64.000
Konya
49.000
Ankara
27.000
Görülüyor ki imparatorluğun bugünkü anlamda tek büyük kenti vardı o
da İstanbul idi. Bu kentin özelliği devletin başkenti olmasının yanında dış
ticaretin de merkezi olması idi. İkinci sırada yer alan İzmir ise daha küçük
çapta olmak üzere ithalat ve ihracatın yapıldığı ikinci büyük liman kent özelliği
taşımaktaydı. Diğer bir deyişle ülkenin Avrupa’ya açılan kıyıları kentleşmiş ve
gelişmiş iken, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bu sürecin dışında kalmıştı. Batı
Avrupa’da kentleşmeyi belirleyen olgu sanayi yatırımlarının başlaması ile
ortaya çıkan işgücü talebidir. Oysa Osmanlı Devleti çağdaş sanayileşme
süreci dışında kaldığından İstanbul ve İzmir’de görülen kentleşme iç ve dış
ticaret yanında kamu hizmetlerinin yoğunlaşması ile oluşmuştur. Birinci
Dünya Savaşı sonrasında bu kentlerin nüfusları oldukça azalmıştı (Tokgöz,
1999: 3).
1908 – 1914 yılları arasında Osmanlı İparatorluğu’nun ekonomik
yapısı tarımcı, sanayide fevkalade geri, dış ticarette dışa bağımlı niteliklerini
büyük ölçüde korumuş; ancak elverişsiz koşullara rağmen bazı dinamizm
belirtileri de göstermiştir (Boratav, 2000: 347). Aşağıda Osmanlı Devleti’nin
son dönemlerinde giderek bozulan ekonomisinin tarım, sanayi ve toplum
üzerindeki etkilerine ayrı ayrı değinilmiştir:
6
1.1.1. Tarım
XVI. yüzyılın sonlarındaki gelişmeler, nüfus artışı, Celâlî İsyanları,
tımar sisteminin eski önemini kaybetmesi vb. gibi gelişmeler Osmanlı
Devletinde tarım faaliyetinin düzenlenmesini olumsuz etkilemiştir. XVIII.
yüzyılda, bu dönemde gerek meydana gelen savaşlarla, gerekse içerdeki
isyanlarla pek çok köy harap hale gelmiş ve nüfus önemli ölçüde azalmıştır.
Meydana gelen bu olumsuzluklar tarım üretiminde düşüşü tetiklemiştir. XVIII.
yüzyılda ise, tımar sisteminin etkisini kaybetmesiyle bazı topraklar çiftlik adı
altında ayanların elinde toplanmaya başladı. XVIII. yüzyılın ilk yarısında,
Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya yakın kısımlarında tarım üretimi kısmen de
olsa artmıştır. Bu gelişmede, Batı Avrupa’ya yapılan tarım ürünü ihracatının
artmasının payı büyüktür. Bahsedilen ayan çiftlikleri, bu tür ihracata yönelik
üretime ağırlık veriyordu. Devlet, artık eskisi gibi ihracatı yaygın olarak
yasaklayamıyordu. Ancak, 1760’lardan sonra hububat, deri, yün, zeytinyağı
gibi tarım mallarının, ipekli ve pamuklu kumaşlar gibi sanayi ürünlerinin
ihracatına yasaklamalar getirilmiştir. Bu gelişme, iktisadi üretimde bir
gerileme dönemi yaşandığını gösterir. Bu sonucun doğmasında, 1760’lardan
XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yaşanan savaşların ve iç karışıklıkların rol
oynadığı görülür (Kurt, 2012: 16).
1838 Ticaret Anlaşması sonrasında başta İngiliz malları olmak üzere
her türlü tarımsal ürün, kentlerde yerli ürünlerin yerini almıştı. Zira hükümet
tarım kesimini veya çiftçiyi koruyacak önlemler alamıyordu. Kapitülasyon
rejimi altında olan ülke, 1878 – 1913 döneminde her yıl ortalama 75 bin ton
un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton buğday ithal etmek zorunda kalmıştır. Bu
yüzden
her
yıl
yaklaşık
12
milyon
altın
lira
ödenmiştir.
Devletin
koruyuculuğundan ve kentlerin olanaklarından uzak yoksul Anadolu halkı,
tarımda kuraklık ve kıtlık yaşandığı yıllarda açlıkla savaşmak ve ölümü
kabullenmek zorunda kalmıştır (Tokgöz, 1999: 5).
Tanzimat döneminde idari, hukuki ve sosyal reformlarla birlikte
ekonomik gelişmeyi sağlayacak teşvik tedbirleri uygulanmaya başlandı.
7
Tanzimat döneminde tarımı geliştirmek düşüncesiyle, çiftçilerin üretim
alanlarını genişletmek, ticari değeri yüksek olan ürünlerin üretimini artırmak
için bu ürünlere geçici vergi muafiyetleri sağlanmış, üretimde modern araç
kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla yurt dışından getirilecek araç ve
gereçlerin gümrüksüz ithal edilmesi gibi politikalar uygulanmıştır. Tanzimat’ın
zirai
üretimin
teşviki
amacıyla
getirdiği,
zirai
ürün
ticaretinin
serbestleştirilmesi, bu konudaki en önemli çalışmadır. Devlet tekelleri ve
devlet mubayaaları büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Zirai teşvik tedbirlerinin bir
diğer uygulaması da ticari değeri yüksek ürünlerin üretiminin teşvik edilmesi
amacıyla pamuk üretiminde öşür muafiyetinin sağlanmasıdır. Yine bu konuda
1850’de zeytinlik yetiştirenlere 25 yıl, yabani zeytin ağaçlarını aşılayanlara 20
yıl vergi muafiyeti getirilmiştir. 1862’de ipekböcekçiliğinin geliştirilmesi için ilk
ürün yılından itibaren 3 yıl vergi muafiyeti sağlanmıştır. Teşvik tedbirleri
hayvancılık alnında da uygulanmıştır. Örneğin; 1839’da 600 baş merinos
cinsi damızlık koyun Edirne’de halka dağıtılırken, 1843’de merinos cinsi
koyunlardan 10 yıl süreyle hiçbir vergi alınmaması kararlaştırılmıştır. Bu
dönemde zirai kredi alanında da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Zirai kredi
alanında hem özel kredi piyasasını düzenleyici kurallar getirilmiş hem de
devlet tarafından çiftçiye kredi verilmiştir. 1848’de Kütahya pilot bölge
seçilerek %8 faizli kredi dağıtılırken 1851’de bütün iller kapsam içine
alınmıştır. Uygulanan zirai gelişme politikaları ve daha önemlisi dışarıdan
gelen talepler sonucunda bu dönemde önemli gelişmeler sağlanmıştır.
Tarımsal üretim üzerinden alınan öşür gelirlerinde de önemli artışlar
gözlenmiş ve 1848 ile 1876 yılları arasında genel bütçe gelirlerinin üç katına
yükseldiği 28 yıllık dönemde öşür gelirlerinin de 4 katına ulaştığı görülmüştür
(Güran, 1992: 225-226) (Akt:Yıldırım, 2001: 315).
İlkel tarım teknolojisi kullanılarak ve hava koşullarının uygun gittiği
yıllarda üretilen pamuk, tütün, afyon, fındık, üzüm incir gibi geleneksel tarım
ürünleri ihraç edilmekteydi. Özellikle pamuk ekim ve üretiminde miktar ve
kalitenin arttırılmasında önce İngilizler sonra Almanlar etkili olmuşlardır.
Fakat yabancılar sömürge tipi çiftlikler kurma yoluna gitmemiş ticaret ve
8
ulaştırmayı elde tutmakla yetinmişlerdir. Toprak alım satımının serbest
olmasından ve Türklerin yoksullaşmasından yararlanan Ermeni ve Rum
cemaati geniş topraklar satın almışlardır (Tokgöz, 1999: 5).
Tablo 2: Belli Başlı Osmanlı Tarım Ürünleri, 1909
Ürünler
Ödenen Aşar
Vergisi
(Milyon Kuruş)
Ürünün
Değeri
(Milyon Kuruş)
Üretilen
Miktar
(Milyon Kilo)
Ekili Alan
( Dönüm)
Tahıl
660.5
5500.3
149.9
119.000.000
Zeytin
20.0
202.9
65.5
701.766
İpek
26.9
198.1
-
-
Fındık
12.3
144.5
72.3
741.365
Pamuk ve Afyon
14.3
109.6
41.2
991.287
Meyve ve Sebzeler
12.4
81.6
124.1
1.300.000
Üzüm
9.5
50.2
66.8
743.882
Tütün
29.5
-
33.7
119.068
Kaynak: Shaw, Stanford J; Shaw, Ezel Kural; Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye,
E yayınları, İstanbul 2000.Çev. Mehmet Harmancı, s.287 (Akt: Erceyes, 2005: 27).
1.1.2. Sanayi
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
20.yüzyılın
başında
bile
henüz
sanayileşme yolunda ciddi kararlar alınmadığını görüyoruz. Devletin
özellikle SARAY’ın ve ORDU’nun ihtiyaçlarını karşılamak için kurduğu
birkaç fabrikadan ve ülkede yabancı sermayenin kurduğu küçük ölçekli ve
az sayıda sınai tesisten başka sınai faaliyet yoktu. Devlet sermayesiyle
1810 yılında kurulan ve askeri kundura, çizme, palaska, fişeklik gibi malları
imal eden Beykoz Tesislerinden sonra 1835’te çuha, fes, battaniye imal
etmek üzere İstanbul’da Feshane Tesisleri kuruldu. Kadife, ipekli kumaş,
saten ve tafta üretmek için 1835’te Herek Fabrikası tesis edildi. Yine devlet
eliyle 1850’de pamuklu dokuma ürünleri imal etmek üzere İstanbul Bakırköy
Bez Fabrikası faaliyete geçti. Son olarak 1892’de Yıldız Çini Fabrikası
kuruldu. Bu tesisler Cumhuriyetten sonra da faaliyetlerine devam ettiler.
Ancak ülkenin her kasabasında küçük atölyelerin, sanatkarların var
9
olduğunu belirtmek gerekir. Fakat bu konuda resmi, ayrıntılı ve yeterli bilgi
mevcut değildir (Tokgöz, 1999: 6).
Avrupa’da teknolojik gelişim hızla ilerleyip, Sanayi İnkılabı yapılarak
üretim maliyeti düşürülmüş, fabrikasyon üretime geçilerek, mal miktarı
çoğaltılmıştır. Ucuz hammaddesi, kalabalık nüfusu ve kapitülasyonların
tanıdığı düşük gümrük vergileri ile iyi bir Pazar niteliği taşıyan Osmanlı
Devleti, Avrupalı devletler için çekici bir yer olmuştur. Avrupa’da fabrikasyon
olarak üretilen mallar Osmanlı pazarına sürülünce korumasız, zayıf Osmanlı
sanayisi bunlarla yarışamamış, büyük darbeler yemiştir (Turan ve diğ., 2004:
19).
İç pazar ihtiyacını karşılamaya yönelik olan geleneksel Osmanlı sanayi
büyük ölçüde insan gücüne dayanmaktaydı. Gelişmiş olan dokuma sanayi
ülke ihtiyacını karşılamakla kalmamış, Avrupa pazarlarında da alıcı
bulmuştur. Fakat Avrupa’da başlayan Sanayi İnkılabıyla birlikte XVIII. yüzyıl
sonlarından itibaren ihraç imkanları azaldığı gibi iç pazarda sadece dokuma
değil diğer sanayi sektörlerinde de bazı sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır
(Yıldırım, 2001: 316).
Kalabalık nüfusu, yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarıyla Avrupalı
devletler için iyi bir Pazar niteliği taşıyan Osmanlı Devleti, Sanayi
İnkılabından olumsuz yönden en çok etkilenen devletlerin içinde yer almıştır.
Zira Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki bu gelişmelerden etkilenmemesi için
başvurulacak yol, Avrupa’nın büyük fabrikalarında ucuz üretilip Osmanlı
pazarlarında satılacak Avrupa mallarına yüksek gümrük uygulayarak kendi
sanayisini korumak; bunun yanında var olan yerli sanayiyi çağdaş teknolojiyle
güçlendirmek, üretimde yeni teknolojiyi kullanmaktı. Fakat bunlar mümkün
olmamıştır. Çünkü kapitülasyonlar ile yabancı devletlere verilen ayrıcalıklar,
Osmanlı Devleti’nin elini kolunu bağlamıştır (Turan ve diğ., 2004: 20).
XIX. yüzyılın II. yarısında Babıâli, sınırlı da olsa, sanayileşmeyi
özendirici bazı önlemler almıştı. Başarısızlıkla sonuçlanan Islah-ı Sanayi
Komisyonu deneyi ardından girişimcilere imtiyaz tanınmış, fabrikaların
10
kuruluşları sırasında Avrupa’dan getirtilecek makine, araç ve gereçlerin
gümrük rüsumu ödenmeksizin ithaline izin verilmiş bu fabrikada üretilen
mallar dâhili ve harici gümrüklerden bağışık tutulmuştu. Ancak bu teşvik
unsurları dağınık kalmıştı ve genel bir teşvik politikasından söz etmek güçtü
(Toprak, 1982: 166).
Tanzimat’la beraber ülkenin ekonomik kaynakları üzerinde belirli bir
kontrol gücüne ulaşmış olan Tanzimat yönetimi, bu gücünü kullanarak
sağlamaya çalıştığı iktisadi gelişme düşüncesi paralelinde harcamaların
çoğunu
devlet
fabrikaları
için
ayırmıştır.
Devlet
fabrikaları
kurma
çalışmalarının en önemli özelliği askeri ihtiyaçların hem yurt içi üretimle
karşılanması hem de yurt dışına gidecek paranın yurt içinde kalması idi. Bu
fabrikaların kurulmasının bir başka amacı, ülkenin sanayileşmesine katkı
sağlamaktı. Bu kuruluşların gelişmesi için bazı teşviklerde uygulanmıştır. Bu
desteklerin en önemlisi fabrikaların üretimlerinin devlet tarafından öncelikle
satın alınması idi. Bir başka destek 1851 yılından itibaren bu fabrikalar için
gerek yurt içinden gerek yurt dışından alınacak makine, araç gereç ve
hammaddelerin gümrük ve vergilerden muaf olmalarıydı. Yine bu kuruluşlar
ürettikleri
malları
yurt
içinde
satmaları
halinde
herhangi
bir
vergi
ödemeyeceklerdi (Güran, 1992: 235-236).
1840’lı yıllarda küçük ölçekli bir sanayileşme hareketi çerçevesinde
Bakırköy Bez Fabrikası (Basmahâne) ve Hereke Dokuma Fabrikası
kurulmuştur. Dokumanın yanı sıra dericilik de devletin el attığı bir sektördür.
Kuruluşu 1800’e kadar uzanan ve 1810’da Debbağhâne-i Âmire’ye dönüşen
Beykoz Deri Fabrikası, Harbiye Nezareti bünyesi içinde yer alan bir ayakkabı
imalâthanesidir. 1844’te İstanbul’daki fabrikanın idaresi Belçikalı uzmanlara
verildi. Bu uzmanların tavsiyeleri üzerine Belçika’dan getirilen makinelerle
Feshane teçhiz edildi. Osmanlı Devleti bir yandan bu fabrikaları kurarken öte
yandan da yerli sanayiyi, yeni şartlar çerçevesinde teşkilâtlandırmaya
çalışmıştır. Nitekim 1863’te kurulan ve Islah-ı Sanayi Komisyonu, yerli
sanayinin güçlenmesi için uğraşmıştır. Komisyon, diğer yenilik girişimlerinin
uygulanmasında uyulan temel kural doğrultusunda hareket ederek işe
11
İstanbul ve çevresinden başladı. 1913’te yürürlüğe giren Teşvik-i Sanayi
Kanun-u Muvakkat’ı (sanayii teşvik geçici kanunu) yerli sanayiyi korumak,
Müslüman esnaf ve tüccarı güçlendirmek amacına yönelik diğer bir girişimdi
(Çadırcı, 1999; Karal, 1995; Toprak, 1995) (Akt:Kurt, 2012: 21).
Alınan bütün tedbirlere rağmen önemli bir kısmı Tanzimat döneminde
olmak üzere açılmış olan 160 kadar sanayi tesisinin çoğu, işletilememiş, bir
kısmı sabotaj, deprem ve yangın gibi olaylar sonucu yok olurken, yabancılar
tarafından kurularak Osmanlı’ya teslim edilen kuruluşlarda yeterli bilgi,
tecrübe ve insan kaynağı olmadığı için gereği gibi işletilememiştir (Önsoy,
1999: 28).
1913-1915 yıllarına göre düzenlenen sanayi sayımları sonuçlarına
göre bugünkü Türkiye sınırları içinde kalan imparatorluk parçasında kurulmuş
sınai tesislerinin dağılımı (faaliyet alanına göre) şöyleydi: 20 un değirmeni, 2
makarna fabrikası, 1 buz imalathanesi, 2 yağ imalathanesi, 2 sabun
imalathanesi, 2 porselen imalathanesi, 11 tabakhane, 7 marangoz ve
doğrama atölyesi, 7 yünlü dokuma fabrikası, 2 pamuk iplik ve dokuma
fabrikası, 30 ham ipek atölyesi, 1 ipekli dokuma fabrikası, 35 matbaa, 8
sigara kağıdı fabrikası, 5 madeni eşya fabrikası ve 1 kimyasal ürün fabrikası
(Tokgöz, 1999: 7).
Tablo 3: Cumhuriyetin Başlangıç Döneminde Anadolu’daki Sanayi’nin
Görünümü (1921)
İş Yeri
Sayısı
İşçi
Sayısı
İşyeri Başına
Ortalama İşçi Sayısı
Dokuma
20.057
35.316
1,76
Dericilik
5.347
17.964
3,36
Madeni Eşya
5.273
8.021
2,45
Gıda
1.273
4.493
3,52
Ağaç İşleri
704
3.612
1,93
Kimya
337
802
2,37
Sektör
Toplam
33.058
76.058
2,56
Kaynak: Eldem,V.; Osmanlı İmparatorlugu’nun iktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Ankara,
1973.
12
Tablo 2 incelendiğinde, sanayi olarak belirtilen kurumların küçük
zanaat işleri olduğu görülmektedir. Bu zanaatkârların Batı Anadolu’daki
önemli kısmı ise Lozan Anlaşması gereği yapılan müdahale ile Yunanistan’a
giden Rumlardan oluşmaktaydı. Milli Mücadele sonrası yeni Türkiye elindeki
üretim yapan zanaatkârların önemli bir bölümünü de kaybetmiştir (Çavdar,
2004: 178).
1.1.3. Ticaret
Osmanlı İmparatorluğu yönetimi, kapitülasyonlar nedeniyle serbest dış
ticaret rejimini benimsemek zorunda kalmıştır. Bu durum dış ekonomik
ilişkilerde olduğu kadar siyasette de ülkenin güçlü devletlerin denetimine
girmesine yol açmıştır. 19. Yüzyılda imzalanan ticaret anlaşmalarıyla durum
daha da kötüleşmiştir. Örneğin ülkede yerli sanayii gümrük vergileriyle
korumak mümkün değildi. Zira devlet, gümrük vergilerini %3’ten yukarı
çıkarma hakkına sahip değildi. Ayrıca yerli tüccarlar iç gümrük öderken, aynı
işi yapan yabancıları vergi yükümlülüğü yoktu. Böylece haksız rekabet yasal
hale
getirilmişti.
Bunalımın
giderek
büyüdüğü
yıllar
olan
Düyun-u
Umumiye’nin kurulduğu yıl ile I.Dünya Savaşı’nın başladığı yıl arasında
(1881 – 1914) ülkenin dış ticaret verileri aşağıdaki gibidir:
Tablo 4: Dış Ticaret (1881-1914)
Yıllar
İthalat
İhracat
Açık
1880
17,847
8,467
9,350
1890
22,914
12,836
10,007
1900
23,841
14,905
8,936
1911
44,990
24,712
20,282
1913
40,809
21,436
19,373
Milyon Osmanlı Lirası
Kaynak: Tokgöz, E.; Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-1999), 5. Baskı, İmaj
Yayıncılık, Ankara, 1999.
13
Dış ticaretinin yapısı değişmiş, tüketim mallarını ithal eden, tarımsal
ve madensel hammaddeler ihraç eden bir ekonomik yapı oluşmuştur. İthalat
ihracattan çok daha hızlı artmış ve ülkenin dış ticaret bilançosunda büyük
açıklar verildiği görülmüştür (Berkes, 1975: 34).
Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı-sömürge niteliğinin en açık belirtileri;
aşırı dış borçlanmalar, Düyun-u Umumiye, sürekli imtiyazlar arayarak ülkeye
giren yabancı sermaye yatırımları, giderek ağırlaşan ve yaygınlaşan
kapitülasyonlar zinciridir. Bu gelişmeler sonunda ülke yönetimi önce iktisadî,
sonra büyük ölçüde askerî ve siyasî alanlarda batılı ülkelerin denetimine
girmiştir (Erceyes, 2005: 21).
Osmanlı’nın
son
döneminde
sermaye
kaynaklarının
ilginç
bir
görünümü vardır. Hükümet kamu maliyesini, dış ticareti ve para arzını
denetleme yetkilerinden yoksundur. Kamu gelirlerinin giderleri karşılamaması
sonucu ağır koşullarla dış borçlanmaya gidilmiştir. Tarımsal üretim artığı
sanayiye aktarılmazken, sanayi ve hizmet kesimlerinde çoğunluğu oluşturan
azınlık
ve
yabancı
sermaye
grupları
kârlarını
yeniden
üretimde
kullanmamışlardır (Rodoplu, 1998: 24).
Osmanlı yönetimi ekonomiyi tümüyle düzenleyecek maliye politikası
araçlarından yoksundur. Azınlık ve yabancılara tanınan ayrıcalıklar, kamu
gelirlerinin çok büyük ölçüde tarımdan sağlanmasını zorunlu kılmıştır.
Örneğin, kamu gelirlerinin 1910’da yaklaşık %40’ı aşar ve hayvan
vergilerinden oluşmuştur. Ek olarak, arazi, bina, tütün, ipek ve tuz gibi
mallardan alınan vergiler de dikkate alınırsa, kamu gelirlerinin yarısından
fazlasının kırsal kesimden sağlandığı sonucuna varılır. Buna karşılık kırsal
kesime yapılan kamu harcaması da çok azdır. Diğer yandan, tüm yabancılar
ve azınlıklar askerlik bedeli olan ve 1909’dan sonra kaldırılan cizye dışında
vergi vermemektedirler (Kepenek, 1995: 8).
Bu dönemde Osmanlı’nın para durumu da denetim dışı bir özellik
taşımaktadır. Para arzını, değişik madeni paralar ve Osmanlı Bankası’nın
çıkardığı banknotlar oluşturmaktadır. Bununla birlikte birçok yabancı para da
14
günlük işlemlerde kullanılmaktadır. Hükümet para konusunda sık sık yeni
düzenlemelere gitmişse de bu girişimler etkili olamamıştır (Rodoplu, 1998:
25).
Osmanlı dış borçları ülke kaynaklarını dışarıya aktarmanın bir aracı
niteliğini taşımış, alınan borçlar üretime dönük olarak kullanılmamıştır. Daha
çok sarayın cari giderlerinde ve geri ödemelerde kullanılan dış borçlar, bir
yandan birikimli olarak artmış, diğer yandan da kamu gelirlerinin önemli bir
bölümüne yabancıların doğrudan el koymasına yol açmıştır. Osmanlı’nın
borçlarını
ödeme
olanağının
kalmadığını
bildirmesi
üzerine
1881’de
Muharrem Kararnamesi ile kurulan, yabancı ve Osmanlı temsilcilerinden
oluşan Düyun-u Umumiye İdaresi dış borç anapara ve faizlerini karşılamak
üzere kamu gelirlerine el koymuştur (Gürsoy, 1982: 247).
19. Yüzyılın başlarında, dünya kapitalizminin kabaran tüm iştahları,
Osmanlı İmparatorluğu'na yönelmiştir. Batı ülkelerinin 15. asırdan itibaren
eğitim, düzen ve ekonomik yönden süratle gelişmesi yanında, İmparatorluk
bu alanlarda geri kalmış ve muhtaç bir ülke durumundadır. Dünyayı inletmiş
Osmanlı orduları, finansman nedenleriyle çok güç hallere düşmüş, savaş
meydanlarında başarısızlıklara uğramaya başlamıştır. İmparatorluk süratle
topraklarını kaybetmektedir. İmparatorluğun ülke düzeyinde düzeni sarsılmış,
başkaldıran derebeyleri, pek çok yerlerde egemenliklerini ilan etmeye
başlamışlardır. Ağır finansman darboğazında bulunan İmparatorluk, yüksek
faizlerle borç para bulabilmek için sağa sola el açmaktadır (Çelebi, 2002: 1750).
Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında iflasla karşı karşıya kalmasının
nedenlerini Turan ve diğerleri (2004: 16) özetle şöyle sıralamıştır:
a) Başlangıçta Fransa’ya daha sonra Avrupalı devletlere verilen
kapütülasyon denilen ticari imtiyazlar ve bunların Osmanlı Devleti
aleyhinde gelişme göstermesi.
15
b) Batıdaki
Sanayi
İnkılabının
Osmanlı
Devleti’nde
gerçekleştirilememesi ve sanayi ürünlerinin Osmanlı el sanatlarını
ezmesi ve eritmesi.
c) Kaybedilen
savaşlar
sonucunda
ödenmek
zorunda
kalınan
tazminatlar ve artan askeri giderler.
d) Dışarıdan alınan borçların ödenememesi sonucunda kurulan
Duyun-u Umumiye Teşkilatı. Bu teşkilat devlet içinde devlet gibi
çalışmış ve devletin pek çok gelir kaynağına el koymuştur.
e) Artan rüşvet ve suiistimal olayları ve devlet adamlarının bu
alandaki yetersizlikleri.
f) Ekonomik alanlardaki faaliyetleri düzeltecek insan unsurunun
yetiştirilmeyişi.
g) Sömürgecilik
sonucunda,
özellikle
İspanyolların
Güney
Amerika’dan getirdikleri altınlar yüzünden Avrupa’yı sarsan büyük
enflasyonun Osmanlı Devleti’ni etkilemesi.
h) Dirlik sisteminin bozulması sebebiyle zirai faaliyetlerin aksaması ve
devletin vergi toplayamaz hale gelmesi.
i) Coğrafya Keşifleri sonucu dünya ticaret yollarının değişmesi ve
Osmanlı ülkesinin daha önce elinde tuttuğu ticari avantajları
kaybetmesi.
1.2. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ EKONOMİK DURUM
Milli
Mücadele
Dönemi'nde
izlenen
iktisat
politikası
üzerine
söylenebilecek ve bugün için de ibret alınması gereken en çarpıcı nokta,
Atatürk'ün Kurtuluş Savaş’ının sıfır enflasyon ile gerçekleştirmiş olmasıdır.
Milli Hükümet Kurtuluş Savaşı boyunca para basımına gitmeden, harbin
finansmanını arttırılan vergiler ve halktan alınan bağışlarla sağlamıştır. Yani
Türkiye'nin bağımsızlık savaşı enflasyonsuz yürütülmüştür (Sabır, 2003: 3).
Kurtuluş Savaşı başlangıçta Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri’nin halktan
topladığı ayni ve nakdi yardımlarla finanse edilmiştir. Zaman içinde hızla
16
büyüyen “gönüllü milis teşkilatının iaşe, ibade ve silahlandırma” giderlerinin
karşılanmasının bir esasa bağlanması Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde
görüşülmüş ve şu kararlar alınmıştır:
 Kazalarda maliye teşkilatı ve levazım kurulacak ve milis
kuvvetlerin giderleri bu örgütlerce karşılanacak
 Şahıs ve ailelerden alınacak yardım miktarları, mahalle muhtar
ve
ihtiyar
heyeti
tarafından
verilecek
mali
belgelere
dayandırılacak
 Yardım yapmaktan kaçınacak kişilere verilecek cezayı ilgili milis
komutanı belirleyecek
 Yüz lira nakdi bedel ödeyenler 3 ay askerlikten muaf tutulacaktı
(Tokgöz, 1999: 26).
Savaş nedeni ile ülkede, ne üretim planlaması yapılabilmekte, ne de
tüketimin ne olacağı bilinmektedir. Bütün enerji orduya, onun donatımına,
örgütlenmesine, iç güvenliğin sağlanmasına yöneltilmiş, ülke ekonomisinin
tarımsal nitelik göstermesi nedeniyle, ulusal savaşın finansmanı için
tarımsal kaynaklardan olabildiğince yararlanılmıştır (Yaman, 2001: 422).
Kurtuluş Savaşıyla Düzenli bir ordunun günü gününe ihtiyaçlarını
karşılamak durumunda olan Ankara Hükümeti, aynı zamanda örgütlenme
ve yerleşme giderleri için de kaynak bulmak zorunda kalmıştı. 5 Ağustos
1921’de Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı olağanüstü bir yasayla, Mustafa
Kemal Paşa’ya Başkomutanlık görevi verilmiştir. Aynı yıl içinde Celal Bayar,
İktisat Vekili olmuştu. Mustafa Kemal’in, 7-8 Ağustos 1921 tarihinde
yayınladığı Tekalif-i Milliye emirleri ile savaşın gerektirdiği mal ve
hizmetlerin teminine çalışmıştır (Tokgöz, 1999: 27). Sonraları birçok devlet
adamı tarafından topyekûn savaşın temeli olarak nitelenen bu on emir
aynen şöyledir:
1 numaralı emir: Her ilçede kaymakamın başkanlığı altında, mal
müdürü ve ilçenin en büyük askeri amiri ile idare meclisi, belediye ve ticaret
odalarının seçtikleri ikişer üyeden oluşan Tekâlif-i Milliye komisyonları
17
kurulacaktır. Bu komisyonlara mahalli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri merkez
kurulundan iki üye ile köylerde imamlar ve muhtarlar tabii üye sıfatıyla
katılacaklardır. Tekâlif-i Milliye komisyonları derhal toplantılara başlayacak
ve hiçbir komisyon üyesine hizmetlerine karşılık ücret ödenmeyecektir.
Ayrıca, her komisyon iki ay süreyle askeri hizmetleri geri bırakılmak üzere
altı memur çalıştıracaktır. Tekâlif-i Milliye komisyonları, savaş ekonomisine
giren ve Tekâlif-i Milliye emirlerinde belirtilen malları toplayarak kendisine
bildirilen cepheye gönderecek, ayrıca emirlerin hizmet yükümlülüğü taşıyan
hükümlerini
gösterenler,
uygulayacaktır.
vatana
ihanet
Komisyon
suçu
üyelerinden
işlemiş
görevinde
sayılarak
ona
ihmal
göre
cezalandırılacaklardır.
2 numaralı emir: Şehirler, kasabalar ve köylerdeki her ev birer kat
çamaşır (külot ve fanila veya benzeri iç giyimi), birer çift çorap ve birer çift
çarık hazırlayarak belirli süre içerisinde komisyona teslim edecektir. Ordu
ihtiyaçlarında kullanılacak bu giyeceklerin, mahalli özellikler göz önünde
tutularak hazırlanmasına dikkat edilecektir.
3 numaralı emir: Tüccar ve halk elinde bulunan çamaşırlık bez,
amerikan, patiska, pamuk, yıkanmış ve yıkanmamış yün ve tiftik, erkek
elbisesi yapımına yarayan her türlü kışlık ve yazlık kumaş, kösele, taban
astarlığı, sarı ve siyah meşin, sahtiyan, mamul ve yarı mamul çarık, fotin,
demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipliği, nal, nal yapımında
kullanılan demir, mıh, yem torbası, yular, belleme, kolan, kaşağı, gebre,
semer ve urganların % 40'ı Tekâlif-i Milliye komisyonlarına teslim
edilecektir. Teslim edilen malların bedelleri daha sonra devlet tarafından
ödenecektir.
4 numaralı emir: Tüccar ve halkın elinde bulunan mevcut buğday, un,
saman, arpa, kuru fasulye, bulgur, nohut, mercimek, koyun, keçi, kasaplık
sığır, şeker, gazyağı, pirinç, saban, tereyağı, zeytinyağı, tuz, çay ve mum
stoklarının % 40'ına ordu adına el konulacaktır. El konulan malların bedelleri
daha sonra devlet tarafından ödenecektir.
18
5 numaralı emir: Ordu ihtiyacı evvelce alınan taşıt araçlarının dışında
halkın elinde kalan her türlü taşıt aracıyla (at arabası, yaylı öküz arabası,
kağnı, at, eşek, katır, deve, deniz motoru, taka) halk ayda bir defa olmak ve
yüz kilometreyi geçmemek koşuluyla orduya ait malzemeyi istenilen yere
kadar taşıyacaktır. Taşıma hizmetleri parasız yürütülecek, kimseye ücret
ödenmeyecektir.
6 numaralı emir: Ülkeyi terk etmiş olanların hazineye geçmiş olan
mallarından ordu ihtiyacına yarayacak olanlara el konulacaktır.
7 numaralı emir: Halkın elinde bulunan savaşta kullanılabilecek her
türlü silah ve cephane en çok üç gün içinde Tekâlif-i Milliye komisyonlarına
teslim edilecektir. El konulacak silah ve cephane için ücret ödenmeyecektir.
8 numaralı emir: Halkın, tüccarın ve nakliyecilerin elinde mevcut
benzin, vakum, gres yağı, makine yağı, don yağı, saatçi ve taban yağları,
vazelin, otomobil lastiği, kamyon lastiği, lastik yapıştırıcı solüsyon, buji,
soğuk tutkal, Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, çıplak tel, pil, tecrit
edici madde ve bunlara benzer malzeme ile sülfürik asit stoklarının %40'ına
ordu adına el konulacaktır. Alınan mal ve malzemenin bedeli daha sonra
sahiplerine ödenecektir.
9 numaralı emir: Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve
araba yapan esnaf ile imalathaneler tespit edilecek, bunların üretim, onarım
ve yapım güçleri hesaplanacaktır. Ayrıca kasatura, kılıç, mızrak ve eyer
yapabilecek zanaatkârlar aranıp tespit edilecektir. Yukarıda belirtilen esnaf,
imalathane ve zanaatkârlar savaş araç ve gereçleri üretim, onarım ve
yapımıyla görevlendirilecektir. Devamlı görevlendirilenlere geçimlerine
yetecek kadar ücret ödenecektir.
10 numaralı emir: Evvelce halka bırakılmış olan dört tekerlekli yağlı
araba, dört tekerlekli at ve öküz arabalarının bütün teçhizat ve koşum
hayvanları dâhil olmak üzere %20'si; binek at, top çekebilecek hayvanlar,
19
yük taşıma atı, katır, eşek ve develerin %20'si ordu adına alınacaktır. Bu
alınanların bedeli sonra ödenecektir (Çavdar, 2003: 67).
Bu emirlerin uygulanmasında bir suistimale meydan vermemek için,
Ankara, Samsun, Kastamonu, Konya, ve Eskişehir’de İstiklal Mahkemeleri
kuruldu. Türk Milleti, seve seve bu şartları yerine getirerek vatanı için
üzerine düşen görevi en iyi şekilde yaptı. Tekalif-i Milliye emirlerinin
zamanında ve eksiksiz uygulanması ile ordunun ihtiyaçları büyük ölçüde
karşılandı (Turan, 2004: 143).
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yönetime el koyması ile bir bütçe
hazırlama gereği duyulmuşsa da, savaş boyunca gelirlerin toplanması işi ve
harcamalar bir bütçe olmaksızın yürütülmüştür. Harcamalar, geçici bütçe
uygulamalarına benzer avans yasaları ile Maliye Bakanlığına verilen yetkilere
dayanılarak yapılmaktadır. Amaç, savunma hizmetlerinin aksamaması
olduğu için, harcamalar kısıtlanmış, Maliye Bakanlığının bu yetkisi Müdafaa-i
Milliye dışındaki tüm bakanlıkları kapsamıştır. Zamanında bütçe yasası
çıkarılamamış, Meclis açıldığında Osmanlı hükümetinin 1918 bütçesindeki
harcamalar esas alınmıştır. Her bütçe çalışmasında bir önceki uygulamanın
temel alınması söz konusu olmuştur. Savaş içinde bulunulması ve toprakların
sürekli el değiştirmesi gelir-gider tahminlerini alt üst etmekte; gelirin ve
özellikle de harcamaların ne kadar olacağı tahmin edilememektedir (Yaman,
2001: 427).
Milli
kaimeleriydi.
Mücadele
İstiklal
yıllarında
Savaşı'nı
Anadolu'da
Ankara
kullanılan
hükümeti
para
yürütüyordu.
Osmanlı
Ancak
emisyonun yani para basımının anahtarı İstanbul rejimindeydi. Türkiye Büyük
Millet Meclisi savaş boyunca kendi adına para basmamıştır. Aynı paranın iki
ayrı egemenlik alanında kullanıldığı durumlarda emisyonu kontrol altında
tutan tarafın tartışılmaz bir avantajı olduğundan, karşılıksız para basılmasıyla
başlatılabilecek bir enflasyon, satınalma gücünün İstanbul yöresinde
toplanmasını sağlayarak Kuvayı Milliye'nin finansmanını felce uğratabilirdi.
Neyse ki bu tehlike gerçekleşmemiş ve İstiklal Savaşı enflasyonsuz
20
gerçekleştirilmiştir (Ergin, 1978: 183-184). Görüldüğü gibi ne İstanbul
Hükümeti ne de T.B.M.M. açık finansman politikası uygulamamış ve Kurtuluş
Savaşı sırasında Anadolu'da enflasyon problemi yaşanmamıştır. Bu noktada
Milli Mücadele'yi başarısızlığa uğratmak için elinden geleni yapan İstanbul
Hükümetleri'nin
neden
emisyon
politikasıyla
Milli
Mücadele'ye
sekte
vurmadığı tartışılabilir. Kanımızca İstanbul Hükümetleri para politikasının ne
derece önemli bir silah olduğunun farkına varacak düzeyde iktisada hakim
değildi. Aksi takdirde, zaten her türlü ihanetin içinde olan İstanbul Yönetimi,
para basarak Kuvayı Milliye'nin elindeki kaimelerin değerini düşürür ve
Atatürk'e karşı iktisadi bir savaş başlatırdı. Kuşkusuz bu uygulama da
savaşın sonucunu değiştirmezdi, belki bir süre savaşın uzamasına sebep
olabilirdi (Sabır, 2003: 4).
Kurtuluş Savaşı’nın nasıl finanse edildiğini Atatürk’ün NUTUK’ta ifade
ettiği şekliyle şöyle özetleyebiliriz :
“Ben ilk kez bu işe başladığım zaman, en akıllı ve düşünür
geçinen bir takım kişiler bana sordular: Paramız var mıdır? Silahımız
var mıdır? “Yoktur” dedim O zaman: “Öyleyse ne yapacaksın?”
dediler. “Para olacak, ordu olacak ve bu ulus bağımsızlığını
kurtaracaktır!” dedim. Görüyorsunuz ki hepsi oldu ve olacaktır.”
(Tokgöz, 1999: 32).
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda enflasyonun yeri olmamıştır.
Atatürk her zaman para değerinin istikrarına büyük önem vermiş, İstiklal
Savaşı'nın en zor günlerinde bile tedavüle yeni para çıkarmamıştır.
Atatürk'ün sıkı para politikası anlayışı Cumhuriyetin kurulmasından sonra da
devam etmiş, Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti'nde karşılıksız para
basılmamıştır (Sabır, 2003: 4).
Kısaca, Ulusal Kurtuluş Savaşının temel amacı, tam bağımsızlığın
kazanılması, Ulusal Ant (Misak-ı Milli) ile belirlenen sınırlar içinde egemen,
ulusal bir devletin kurulmasıdır. Ülkenin sosyo-ekonomik değişimi bu amaç
doğrultusunda ve barıştan sonra düşünülebilecek; ulusal savaşa katılıp
21
yararlılığı görülenlerce ve savaş sonrası bunlara katılanlarca belirlenecek,
Osmanlı devletini yarı sömürge durumuna getiren koşullara ve Osmanlıdan
devralınan olumsuzluğa tepki olarak gelişecektir. Ayrıca, savaş sonunda
Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu sorunlar, ulusal savaşta çekilen sıkıntılar
da izlenecek ekonomi politikasının sınırlarını çizecek, önemli ölçüde
etkileyecektir (Yaman, 2001: 429).
İKİNCİ BÖLÜM
1923-1938 YILLARI ARASI EKONOMİK GELİŞMELER
2.1. GENEL EKONOMİK DURUM
Birinci bölümde aktarılmaya çalışıldığı gibi Osmanlı Devleti’nin son
dönemleri ve Milli Mücadele yılları ekonomik açıdıan oldukça zorlu geçmiştir.
Milli
Mücadele’nin
ardından
kurulan
yeni Türkiye
Cumhuriyeti hem
Osmanlı’dan kalan borçları üstlenmek, hem savaşın açtığı yaraları onarmak,
hem de genç cumhuriyetin yükseleceği temelleri inşa etmek durumunda
kalmıştır. Tüm bu güçlüklerin aşılabilmesi için; eldeki sınırlı kaynakları en
verimli şekilde kullanarak, ekonomik gelişmenin sağlanması yolunda önemli
çalışmalar yapılmıştır.
Büyük önder Atatürk’ün, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için
söylemiş olduğu; aynı zamanda sömürgecilik faaliyetleri ile yoksul bırakılmış,
geri kalmış, bağımsızlık savaşı veren milletler için de yol gösterici olan şu
sözü, büyük önderin ekonomik gelişmedeki amacını en yalın haliyle
özetlemektedir:
“Tam bağımsızlık içi şu prensip vardır: Ulusal egemelik, iktisadi
egemenlik ile pekiştirilmelidir.”
M. K. ATATÜRK
Bu noktada açıkça görülmektedir ki Atatürk, iktisadi egemenliğin tam
bağımsızlığı güçlendiren bir unsur olarak görmekte, ekonomik açıdan dışa
bağımlı
olma
durumunda
tam
bağımsızlıktan
söz
edilemeyeceğini
vurgulamaktadır.
Araştırmanın ikinci bölümünde, milli mücadele’nin kazanılmasından
sonra, Atatürk’ün yukarıda aktarılan sözü doğrultusunda, tam bağımsızlık
23
ekseninde ekonomik bağımsızlığın kazanılması yolunda atılan adımlara yer
verilmiştir.
2.1.1. Dönemin Ekonomi Politikaları
1923-1939 dönemine ait ekonomi, Atatürk Dönemi Ekonomisi, Türkiye
Ekonomisinin Yapılanma Devresi, Cumhuriyet Ekonomisinin Doğuşu olarak
da adlandırılabilir. A’dan Z’ye her şeyin yeniden yapılandırılmaya çalışılması,
milli ekonominin oluşturulması, tamamen eskisinden farklı bir yönetim şekline
geçilmesi, ülke açısından alışılmış doğu etkisinden sonra batının ekonomik
düzenine ayak uydurulması gerekliliği, dünyanın en önemli ekonomik krizi
sayılan 1928 Buhranının bu dönem kapsamında gerçekleşmesi gibi bir çok
yönüyle incelenecek farklı bir iktisadi devredir (Taşdurmaz, 2002: 45).
1920-1923 arası dönem bir geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. Ülke
bu dönemde bağımsızlığını sağlama mücadelesi vermektedir. 20 Haziran
1921’de TBMM’nin 2. yıl 40. toplantıda aldığı karar enteresandır. Bu
toplantıda yerli kumaş giyilmesi hakkında kanun tasarısı görüşülerek 7
maddelik bir kanun hazırlanır. Kanunun 1. Maddesinde meclis üyeleri, bütün
hükümet memur ve görevlileri, jandarma, belediye mensupları, kısaca
devletle ilişkili kişilerin yerli kumaştan elbise giymeleri, yabancı kumaştan
elbiseleri varsa bulundukları daire başkanlarınca damgalanıp özel bir deftere
yazılması ve eskiyinceye kadar kullanılması karar altına alındı. Bu karar o
kargaşalı dönemde dahi ekonomiye verilen önemi göstermektedir (Bostancı,
1996: 20-21).
Cumhuriyetin
ilk
yıllarındaki
ekonominin
tablosunu
yokluklar
belirlemektedir. Bu yoklukların en başında ise milli ellerde sermaye birikiminin
olmaması gelmektedir. İlk yılların iktisat politikalarına ve daha sonraki
uygulamalara da damgasını vuran ve sermaye kazançlarının milli olmayan
unsurlardan milli unsurlara aktarılması olarak anlaşılan Milli İktisat görüşü söz
24
konusu yoklukları ortadan kaldıracak milli özel girişimciliği desteklemeyi
amaçlamaktadır (Kuruç, 1987: 46).
Ekonominin dayandığı temel üretim araçları, uzun süren savaş
döneminde işlevselliğini kaybetmiştir. Ekomomik sektörlerden herhangi birini
veya birkaçını değil, topyekün hepsini geliştirmek amaçlanmıştır. Bu
yaklaşım, dönemin ekonomi politikasına damga vurmuştur.
2.1.2. Dönemin Ekonomi Uygulamaları
1923-1938 yılları arasındaki dönem, yeni Türkiye
Cumhuriyeti’nin
varoluş, yabancı ülkelere bağlı olmadan ayakta kalma ve kalkınma
mücedeleleri ile geçmiştir. Bu dönemde, siyasal, ekonomik, hukuksal ve
toplumsal alanlardaki köklü yapılandırma çalışmaları görülmüştür.
Dönemin iktisadi gelişmesinin en belirgin iki yapı taşı, yeni Türk
devletinin dünya içinde nasıl bir yer kaplayacağını belirleyen Lozan Antlşması
ile dönemin sonlarında patlak veren ve kapitalist dünya ekonomisinin
derinden sarsan Büyük Buhrandır. İlginç bir tesadüf sonucu, Lozan
Antlaşması’nın
hükümlerine
göre
uygulanan
ekonomik
sınırlamaların
kalkacağı, ayrıca Osmanlı borçlerından Türkiye Cumhuriyetine’ne düşen borç
taksitlerinin ödenmeye başlayacağı yıl da Büyük Buhran’ın başlangıç yılı olan
1929 olacaktı. Bu tesadüfi çakışmanın, bir sonraki dönemin politikalarına
geçişte hızlandırıcı bir rol oynadığını göreceğiz (Boratav, 2000: 313).
Cumhuriyet’in ilanından 1929 Buhranı’na kadar geçen süredeki belli başlı
ekonomi uygulamalarına aşağıda yer verilmiştir.
2.1.2.1. İzmir İktisat Kongresi
1923 Yılı Osmanlı Devleti’nin tarihe karışıp yeni bir devletin kurulduğu
yıldır. Ancak olaya iktisat politikaları açısından bakıldığında 1908-1923
25
dönemi ile 1923 –1938 döneminin bir benzerlik, bir süreklilik içinde olduğunu
görüyoruz (Boratav, 2000: 317).
Bu doğrultuda, ekonomi politikasının somut çerçevesine, 1923 İzmir
İktisat Kongresi ve Lozan Barış Anlaşması’nın bu konudaki hükümleri etki
etmiştir. Hatta Lozan Barış Toplantıları’na katılmadan önce ünlü iktisatçı
Keynes’in kitabının Fethi Okyar tarafından çevirisinin yapılıp Ankara
Hükümeti’nce
resmen
basılması
Keynes’in
fikirlerinden
yararlanıldığı
izlenimini vermektedir (Yüksel, 1996: 611).
Yeni kurulan Cumhuriyet için uygulanacak iktisat politikaları, İzmir
İktisat Kongresi ile sinyallerini vermektedir. Bu kongre ile halk ve siyasi
kesimin bütünleşmesi de istenmiştir.
“Kongrenin geniş çaplı olması düşünülmüş ve toplumu oluşturan tüm
kesimlerin katılması öngörülmüştür. Bu katılmayı gerçekleştirmek için, her
ilçeden
düzenlenen
yönetmelik
uyarınca
sekiz
kişi
gönderilmesi
benimsenmiştir. Sekiz kişinin oluşması şöyledir: Bir tüccar bir sanatkar, bir
işçi, bir şirket, bir banka ve üç çiftçi temsilcisi.” (Ülken, 1994: 40).
Atatürk, Cumhuriyet ilan edilmeden sekiz ay önce İzmir İktisat
Kongresi’ni toplamış ve iktisat politikasının çiziminde geniş kitlelerin eğilimini
tespit etmeye çalışmıştır (Ülken, 2011: 29).
Gazi Mustafa Kemal Paşa lider konumuyla, kongreyi toplayan kişi
sıfatıyla, iktisadın, milletin ve devletin geleceğini belirleyen unsur olarak çok
ciddi ele alınması gerektiğini, Osmanlı devletinin gelişiminde iktisadi
önlemlerin alınmaması sonucu gelinen son noktayı belirten etkileyici
konuşmalarda bulunmuştu (Taşdurmaz, 2002: 52).
“Tarihimizi dolduran zaferlerin yahut bozgunların tümü
iktisat durumumuzla bağlantılı ve ilişkilidir. Zamanımız tamamen bir
iktisat devrinden başka bir şey değildir.”
M.K. ATATÜRK-İzmir İktisat Kongresi (Ülken, 2011: 29)
26
Daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce, 17 Şubat 1923 tarihinde
İzmir’de, değişik iş çevrelerinden temsilcilerin de katıldığı I. Türkiye İktisat
Kongresi toplanarak ekonominin durumu görüşülmüş ve alınması gereken
tedbirlerle, yapılması gereken işler görüşülmüştü. Atatürk burada yaptığı
konuşmada, “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar,
ekonomik zaferlerle taçlandırılamazlarsa, kazanılacak başarılar yaşayamaz
ve sürekli olamaz. Yeni Türkiye’yi layık olduğu kuvvete yükseltebilmek için
birinci derecede ve en çok ekonomimize önem vermek mecburiyetindeyiz.”
diyerek bütün devletler için olduğu gibi yeni Türk devleti için de ekonominin
önemini açıkça ortaya koymuştur. Bu kongrenin çalışmaları çerçevesinde
Türk ekonomisinin o günkü durumu ve geleceği ile ilgili olarak yapılan
tartışmalar sonucu, Türkiye’nin o zamanki imkan ve ihtiyaçları da göz önünde
bulundurularak Misak-ı İktisadi denilen, Milli Ekonomi İlkesi benimsenmiştir.
Bu ilke, ülkenin o anda içinde bulunduğu duruma en iyi uyan, hayal
aleminden uzak, gerçekçi bir ekonomi politikası izlenmesini öngören bir
yapıdadır. Milli ekonomi ilkesi ile, büyük devletlerin boyunduruğu altına
girmeden, kendi çabamız ve kaynaklarımızı değerlendirerek kalkınmak
öngörülmüş ve aynı zamanda ekonomideki yabancılaşmayı önlemek için
yabancı şirketlerin elinde bulunan işletmelerin devlet tarafından satın alınarak
millileştirilmesi amaçlanmıştır. Bunun yanında, bu ilke ile ekonomik
kalkınmanın
finansmanını
müesseselerinin
kurulması
temin
ve
iyi
etmek
bir
maksadıyla,
organizasyonun
gerekli
kredi
yapılması
da
gerçekleştirilecek hedefler arasında gösterilmiştir (Turan ve Diğerleri, 2004:
217).
İzmir İktisat Kongresi’nin çalışmaları sonunda kabul edilen “İktisadi
Esaslar” ana hatlarıyla dileklerden ibaret olmasına karşın, bu dönemin
başlangıcında hakim olan iktisadi görüşleri temsil etmesi bakımından oldukça
önem taşımaktadır. Genel olarak kalkınmacı, yerli ve yabancı sermayeyi ve
piyasaya dönük çiftçiyi özendirici, ekonomik hayatın denetiminin “milli”
unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı bir korumacılığı benimseyen
kararların ön plana çıktığı söylenebilir (Boratav, 2000: 316).
27
Çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi kesimlerini temsil eden 1135 kişinin
önerileri sonucu kongrenin aldığı bazı kararlar şöyle sıralanabilir (Ülken,
2011: 32-33):
Sanayi Grubu İçin Başlıca Kararlar:
-
Koruyucu gümrük vergileri yoluyla sanayiin korunması ve bu sanayi
için ithal olunacak mallara muafiyet tanınması,
-
Sanayiin teşvik edilmesi,
-
Ulaştırmada ucuz tarifelerin uygulanması,
-
Sanayicilere
kredi
olanaklarının
arttırılması
ve
kolaylıklar
tanınması,
-
Sanayi için gerekli eleman yetiştirecek teknik okullar açılması.
Tüccar Grubu İçin Başlıca Kararlar:
-
Bir ana ticaret bankası kurulması,
-
Borsaların millileştirilmesi,
-
Cuma günleri herkesin tatil yapması,
-
Tekelciliğe karşı mücadele,
-
Kömür üretiminin dış rekabetten korunması,
-
İpotek karşılığı kredi verilmesi,
-
İktisat öğretiminin yaygınlaştırılması,
-
Haberleşme hizmetlerinde gecikmelerin önlenmesi,
-
Ticaret ateşeliklerinin kurulması.
Çiftçi Grubu İçin Başlıca Kararlar:
-
Aşar’ın kaldırılması,
-
Tütün ekimi ve ticaretinin serbest bırakılması,
-
Tarımsal kredinin düzene sokulması,
-
Yol vergisi gelirlerinin Şose yapımına harcaması,
-
Orman köyleri ile ilgilenilmesi,
-
Hayvan hastalıklarıyla mücadele,
-
Göllerde balık üretilmesi,
28
-
Tarım alet ve makinalarının standartlaştırılması,
-
Tamir atelyeleri kurulması,
-
Pratik tarım derslerinin okul programlarına konması,
-
Yüksek öğretim görenlerin bir süre köylere gönderilmesi.
İşçi Grubu İçin Başlıca Kararlar:
-
Amele yerine işçi denilmesi,
-
Çalışma süresinin sekiz saate indirlemesi,
-
12 yaşından küçükleri çalıştırılmaması,
-
Gece çalışmalarında çift ücret ödenmesi,
-
En az ücretin belediyelerce saptanması,
-
Ücretlerin para olarak ve gününde ödenmesi,
-
Hastalık nedeniyle çalışamayan işçinin ücret alması,
-
Kaza ve hayat sigortası kurulması,
-
Hammadelerin işlenmeden ihraç edilmemesi,
-
Milletvekili ve belediye seçimlerinde mesleki temsil ilkesinin
uygulanması,
-
İşçi çocuklarının geceli okullarda bedava okutulması.
İzmir İktisat Kongresi’nde ortaya konulan hedefler ve I. Beş Yıllık
Kalkınma Planı’na uygun olarak, Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen
çalışmalar sonucunda da, Türk ekonomisinde önemli gelişmeler yaşanmış ve
Türkiye bir müddet kendi kendisine yetecek konuma gelmiştir (Turan ve
Diğerleri, 2004: 218).
2.1.2.2. Lozan Barış Anlaşması’nın Ekonomik Hükümleri
Kurtuluş Savaşı’nı sona erdiren Mudanya Ateşkes Anlaşması’ndan
sonra Lozan’da yeni bir anlaşma için bir araya gelinmiştir. Yeni hükümeti
temsilen TBMM bir heyet oluşturmuştur. Batı Cephesi kumandanı ve
Mudanya Mütarekesi’ni idare etmiş olan İsmet Paşa (İnönü) TBMM’ de Dış
İşleri Bakanı seçildikten (26 Ekim 1922) sonra gidecek heyete baş delege
29
olarak atanmıştır. Heyet ikinci temsilciler, danışmanlar, sekreter ve
tercümanlardan oluşan bir gruptu. Bu konferansta Türkiye’nin karşısında yedi
devlet bulunuyordu. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Yugoslavya
ve Yunanistan (İnan, 1982: 15).
“Lozan’da ele alınan konuları yedi grupta toplamak mümkündür:
1. Kapitülasyonların kaldırılması
2. Yabancılara verilmiş bulunan diğer ayrıcalıklar sorunu
3. Osmanlı imparatorluğundan devreden borçlar
4. Gümrük düzenlemesi
5. Savaş zararları
6. Nüfus değişimi
7. Musul sorunu” (Acar, 1991: 26)
Lozan Barış Anlaşması ile yabancı devletlere tanınan ekonomik ve
siyasi ayrıcalıklar tamamen kaldırılmıştır.
Lozan’da Osmanlı dış borçlarının, imparatorluğun savaş öncesi
toprakları arasında oransal dağılımı ilke olarak benimsenmiştir. Lozan
Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği tarihte toplam borç 129.380.910 liraydı.
Bunun da 84.597.495 lirası Türkiye’nin payını oluşturacaktı. Taraflar arasında
1933 yılına kadar devam eden görüşmeler sonunda Türkiye’nin dış
borçlarının 8 milyon lira olduğuna ve bunun yıllık ödemelerinin 700 bin lira
olarak yapılmasına karar verilmiştir. Türkiye borç ödemelerini 1954 yılında
tamamlamıştır (Hatiboğlu, 1981: 50).
Lozan Anlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise, 5 yıl
süre ile Türkiye’nin dışarıya karşı uygulayabileceği iktisat politikalarını
dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalat ve ihracat yasaklarının
kaldırılmasını ve yenilerinin konmamasını; gümrük tarifelerinin ise 5 yıl süre
ile değişmemesini öngörmekte idi. Uygulanması kabul edilen tarife, 1916
Osmanlı gümrük tarifesini esas almakta idi. 1916 tarifesi, büyük ölçüde
vergileme amacıyla yaygın tarımsal tüketim mallarına %30 – 40 oranında
vergi koyan, sanayiyi koruma gibi bir amaç izlemeyen spesifik (yani ithal
30
edilen malın değeri üzerinden değil, kg gibi fizik birimi üzerinden hesaplanan)
bir tarife idi. Savaş enflasyonu spesifik vergileri aşındırdığı için, gümrük
resimleri önce beş, sonra 12 misli artırılmış bulunuyordu. Lozan, bu tarife
artışlarını kabul etmekle birlikte, çoğu sınaı tüketim mallarından oluşan 27
mallık bir grup için uygulanacak artış katsayısını 12 değil 9 olarak saptıyordu.
İthal edilen mallar üzerine yerli tüketim vergilerinden alınacak iç vergiler ise
sözleşmeye eklenen bir liste ile saptanıyordu. Bütün bu hükümlerin beş yıl
süreyle Türkiye’nin gümrük (veya ithalata bağlı diğer) gelirlerini artırmaya
veya sanayiyi dış rekabetten korumaya dönük etkili bir politika değişikliğini
önlediği ortadadır (Boratav, 2000: 313).
Yunanistan savaş yasalarına aykırı olarak Yunan ordu ve sivil
idaresinin Anadolu’da neden olduğu hasarı ödeme yükümlülüğünü kabul
edip, Türkiye’de savaşın uzamasından ve sonuçlarından Yunanistan’ın içine
düştüğü malî durumu göz önüne alarak tazminat isteklerinden vazgeçince
savaş tazminatı sorunu çözümlendi. Türkiye ve İtilaf Devletleri savaş
tazminatı isteklerinden karşılıklı vazgeçtiler. Ayrıca Türkiye 1915 yılında
evrak-ı nakdiye karşılığında ve harpten sonra iadesi şartıyla Almanya’ya
gönderdiği 150 milyon frank değerindeki hakkından feragat etmiş ve 1914
yılında el konulmuş harp gemilerine mukabil tediye olunmuş meblağın
iadesini talep etmemeyi kabul etmiştir (Eldem, 1994: 214-222).
Nüfus değişimi konusunda varılan anlaşma doğrultusunda, 1.3 milyon
dolayında Rum Yunanistan’a, 400 bin dolayında Türk ise Türkiye’ye göç
etmiştir. Bu durum kentli nüfusun azalmasına ve ekonominin nitelikli iş gücü
sorunuyla karşılaşmasına neden olmuştur (Kepenek ve Yentürk, 1995: 35).
Musul sorunu Lozan’da çözülememiş daha sonra 1926 Ankara
Anlaşması ile çözülmüştür. Bu anlaşma ile Türkiye petrol gelirinden 25 yıl
süre ile %10 hisse almıştır (Kepenek ve Yentürk, 1995: 38).
Lozan Barış Anlaşması ile Osmanlı Devleti’nden kalan asırlık
meseleler çözüldü. Kapitülasyonların kaldırılıp, Osmanlı borçlarının bir esasa
bağlanmasıyla Türkler üzerindeki ekonomik baskılar kırıldı. Ayrıca yeni siyasi
31
sınırların kesin olarak belirlenmesi, resmen kabul ve tasdik edilmesi suretiyle
askeri baskılar, azınlıklar için vatandaşlık esası kabul edilerek sosyal ve
siyasi baskılar büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Anlaşmanın Türk Milleti
bakımında önemini en güzel şekilde Mustafa Kemal Paşa şu sözleriyle ifade
etmiştir: “ Bu antlaşma Türk Milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve
Sevr
Antlaşmasıyla
tamamlandığı
zannedilmiş
büyük
bir
suikastın,
sonucunda neticesiz bırakıldığını ifade eder bir vesaikadır.” (Turan ve
Diğerleri, 2004: 162).
2.1.2.3. Aşar Vergisi’nin Kaldırılması
Aşar, Osmanlı’da üretilen tarımsal ürünler üzerinden %10 oranında
alınan bir vergidir. Verginin nakit yerine ürün olarak alınması dönemin
şartlarından kaynaklanmaktadır. Vergileri tahsil işi mültezimlere verilmiş,
devletin alacağı kısımdan sonra mültezimlere kar elde etme hakkı tanındığı
için çiftçiler zor durumda kalmışlardır. Aydemir, Tek Adam (1999:306)
eserinde mültezimler ile ilgili olarak şu tespitlerde bulunuyor: “Köylünün
üstünde yürüttükleri hüküm ve zulümden başka, meydan verdikleri iktisadi
nizam da bir soygun nizamıydı. Çünkü mahsulü hasat, yani döküm
zamanında yok pahasına depolayarak mahsulün kıt zamanında pazara
sürerlerdi. Aradaki fiyat farkından büyük menfaatler sağlamalarının yanında,
köylünün muhtaç olduğu aylarda gene ona satarak, Anadolu’nun büyük
sosyal dertlerinden biri olan borçlandırma ve murabaha yolu ile, kendi
hükümlerini şaşmaz bir hüküm halinde devam ettirirlerdi. Mültezimler daima
bölgenin belli, nüfuzlu eşrafı olurdu. Tahsil sırasında aşırı zulümler ve
haksızlıklar yapılırdı.”
Aşar, usulüne uygun toplanılmadığı için çiftçi üzerinde baskı ve yük
oluşmuş, devlet gelirlerinde ise bu kalemde ciddi azalmalar yaşanmıştır. İzmir
İktisat Kongresi’nde çiftçilerin en öncelikli talebiyle ve oy birliği ile aşarın
kaldırılmasına karar verilmiştir.
32
Keyder (1982: 197-199) Aşar Vergisinin kaldırılmasını hükümetin
büyük çiftçilere verdiği taviz olarak yorumluyor. Hükümet gerekçe olarak
tarım kesimine vergisel anlamda teşvik imkanı oluştursun diye bu vergiyi
kaldırdığını ifade ediyordu. Aşar onda bir olması gerekirken mültezimlerin
zorlaması
ile
bu
%12
civarına
çıkıyordu.
Ayrıca
Aşar
Vergisinin
kaldırılmasında Kurtuluş Savaşında büyük çiftçiler ile hükümetin koalisyon
oluşturması da etkili olmuştu. Keyder’e göre hükümet, inkılap ve reformlarda
rahat hareket etmek için büyük çiftçilerle kurulan koalisyonun devamını istedi.
Aşarın kaldırılması orta çiftçinin de artı değer oluşturmasına yaradı.
Aşar’ın kaldırılmasıyla ürünün sekizde birlik kısmı vergiye gitmeyip
köylüye kaldığından, daha önce ancak kendi gereksinimini karşılayabilen
köylü kesim pazarla dolaysız ilişkiye giriyordu. Önceden köylü kesimin pazar
ekonomisiyle ilişkisi, bir ticari sermayedar olan “mültezim”e ödemekle
yükümlü olduğu vergi yoluyla gerçekleşiyordu. 1924’te mültezimlerin aşar
karşılığı yaptığı ödemeler, toplam hükümet gelirlerinin %22’sini ve dolaysız
vergilerin %63’ünü oluşturmaktaydı. 1925’te aşarın kaldırılmasıyla, 1924 ile
1926 arasında, dolaysız vergilerin toplam gelirler içindeki payı%30’dan
%22’ye düşmüştür (Keyder, 1982: 52-53).
Aşar Vergisinin kaldırılmasıyla vergi yükü de büyük ağırlığı ile kentsel
kesime kaymıştır. Bu durumda 1930’larda başlatılan devletçiliğin sermaye
ana arteri tarım kesimi dışarıda bırakıldığı için çok daraltılmıştır. Çünkü 1925
yılında Aşar Vergisi kaldırılınca o dönemde ekonomide en büyük sektör olan
tarımın gelir yaratma potansiyeli atıl bırakılmıştır. Bu durumda ister istemez
vergi yükünün emek kesimi ve harcamalar üzerine kaymasına neden
olacaktır. Aşar Vergisinin açığı, kolay bir şekilde kapatılamadı. Ekonomide
devletçi bir yapının kendini hissettirdiği 1930’lu yıllarda vergi yükü emek
kesiminin üzerinde daha fazlaca kendini hissettirdi. İktisadi Buhran Vergisi ve
Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi gibi 1930’lu yıllarda ilk defa alınmaya
başlanan vergiler emek kesimi üzerine dayanıyordu (Önder, 1983: 37)
(Aktaran: Mutlu, 2009: 76)
33
2.1.2.4. Teşvik-i Sanayi Kanunu
Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, sanayi özel sektör kanalıyla
desteklenmek istenmiş ve 1913 Teşvik-i Sanayi Kanunu yeniden gözden
geçirilmiştir. 1927 Teşvik-i Sanayi Kanunu, bu yasanın kapsamının
genişletilmesiyle oluşmuştur.
Sanayileşme açısından dönemin en önemli kanunudur. 1927 yılından
1942 yılına kadar uygulamada kalmak üzere kabul edilmişti. On beş yıllık
himaye tedbirlerinin özel sanayi teşebbüslerinin palazlanması için yeterli
olacağı hakim bir kanaatti (D.İ.E, 1973: 149).
Yasanın işletmelere tanıdığı teşvik ve istisnaların başlıcaları şöyledir
(Çavdar, 2004: 179):
 Uygun görülen teşebbüslere 10 hektara kadar karşılıksız arazi
tahsis edilmesi.
 İletişim için gerekli bağlantıları ile kullanılacak motor gücünün
devletçe bila bedel tahsisi sağlanması.
 Kuruluş aşamasında ithal edilecek olan araç ve gereçler demir ve
denizyollarında %30 indirimli olarak taşınması.
 Yıllık üretimin %10’una kadar bölümünün satısının devlet garantisi
altına alınması.
 İşletmelerin üretimi nicel ve nitel olarak yeterli ise ve fiyatı ithal
edilecek emsallerinden %10’dan fazla değilse, dışalım yerine bu
işletmelerin mallarının satın alınması.
 Kamu ürünlerinin bu işletmelere indirimli olarak satılması.
 Teşvik edilen işletmelerde, yönetici ve muhasebecilerin dışında
yalnız Türkler’in istihdam edilmesi.
Kanunu oluşturanlar bu kanunla milli sanayinin memleket tüketimini
karşılayabildikten sonra ihracat yapabilecek düzeyde sanayi kuruluşları
34
oluşturulmasını ve halka sermayelerini birleştirerek ya da kişisel olarak
girişimci ruhu kazandırılmasını amaçlamışlardır (Taşdurmaz, 2002: 70).
Boratav (2000: 318), Teşvik-i Sanayi Kanunu’na ilşkin uygulamaların
etkililiğine değinirken 1913 Osmanlı sanayisi ile 1927 Cumhuriyet sanayiini
karşılaştırmıştır. Buna göre; benzer ölçütlere göre tanımlanmış ve
küçük
sanayi ile geleneksel zanaatları dışlayan imalat sanayiinin alt kollara göre
bileşiminde 1913 ile 1927 arasında önemli bir değişme olmadığı bu
karşılaştırmadan ortaya çıkıyor. Alt kolların sınıflanmasında bazı farklar
olmasına rağmen kapsamı aynı olan gıda, deri ve dokuma kollarının üretim
değeri bakımından imalat sanayii içindeki payları 1913’te %88, 1927’de ise
%87’dir. Dönemin dışa ve içe dönük iktisat politikaları ile birlikte
değerlendirilirse bu oranlar, Cumhuriyetin ilk yılarında sanayinin, Osmanlı
ekonomisi içindeki nicel boyutlarını ve yapısal özelliklerini koruduğunu ortaya
koymaktadır. Kısacası, 1923-1929 döneminin anlamlı bir sanayileşme süreci
oluşturmadığı söylenebilir.
2.1.2.5. Ali İktisat Meclisi
Ali İktisat Meclisi, 19 Temmuz 1927’de 1170 sayılı kanunla, iktisadi
konulara ilişkin yasal düzenlemeler konusunda görüş bildirmek, bir nevi
danışma
organı
görevi
yürütmek
amacıyla
kurulmuştur.
Meclis,
iktisatçılardan, uzmanlardan ve Silahlı Kuvvetlerden bir temsilciden oluşarak
her altı ayda bir on beş gün süre ile toplanmıştır. Meclis’in Türkiye ekonomisi
ile ilgili başta ödemeler bilançosu olmak üzere üzerinde çalıştığı konular, dış
ticaret, milli gelir, gümrük siyaseti ve Türk parasının değeridir. Ayrıca Meclis,
Türkiye ekonomisine ilişkin özellikle belirli sektörlerle ilgili görüşlerini de
raporlar halinde yayımlamıştır (Koraltürk, 1996: 47).
Ali İktisat Meclisi yaptırım gücü olmamasına rağmen üstlendiği
görevler açısından dikkat çekici bir girişimdir. Ali İktisat Meclisi’nin yüklendiği
görevler şunlardır (Ülken, 1994: 19-20).
35
a) Hükümet tarafından hazırlanacak iktisadi kanun ve tüzük tasarıları
hakkında görüş vermek.
b) İktisadi mevzuatta gerekli görülen değişiklikleri gerekçeli öneriler
halinde hükümete sunmak.
c) Ekonomik gereksinimler hakkında araştırmalar yapmak.
d) Çeşitli ekonomik akımları inceleyerek Türk ekonomisiyle ilgili
derecelerini araştırmak.
Böylece iktisat politikalarını yönlendirecek bir danışma organı olarak
kurulan Ali İktisat Meclisi, bu temel işlevine çok yaklaşmış olur. Ali İktisat
Meclisi’nin üzerinde çalıştığı yegane konu sanayileşme olmamasıyla birlikte
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın hazırlanması ve uygulamaya girmesinden
sonra Meclis işlevsiz kalır ve devletin izleyeceği iktisat politikaları yani
devletçilik belirginleştikten sonra 1935 yılı bütçe kanununun 25. Maddesi ile
Ali İktisat Meclisi lağvedilir (Koraltürk, 1996: 56).
2.1.3. 1929 Buhranı’nın Etkileri
Ekonomik, veya iktisadi buhran, liberal ekonominin periyodik ve
kaçınılmaz rahatsızlığı sayılır. Çünkü liberal ekonomide teknik, yani üretim
vasıta ve kudretinin gelişmesi, yalnız pazardaki arz ve talep temposuna göre
işler. Yani bu gelişme ile, pazardaki arz ve talep akışı arasında ayarlayıcı bir
mekanizma yoktur. Mal fetişizmi denilen hadise, yani üretilen malların ve arz
edilen hizmetlerin pazarda karşılaşacakları sürüm ve fiyat şartları arasındaki
belirsizlik, liberal ekonomiyi zaman zaman mübadele tıkanıklıkları ve fiyat
dengesizlikleri ile sarsar. Bu mübadele tıkanıklığı tabii üretim hayatına,
sanayii ve tarım alanlarına da tesir eder. Neticede borsalar, bankalar,
pazarlar, sendikalar, ulaştırma ve nihayet tarım ve hammadde alanları
buhranın içine sürüklenir. İşsizlik alır, yürür. 19. yüzyılda liberal kapitalizmin
gelişmesiyle beraber zaman zaman meydana gelen, bazen dar bir sahada
36
kalıp, bazen bütün ülkeyi, hatta bütün dünyayı saran bu denge bozuluşu
“iktisadi/ekonomik buhran” olarak adlandırılır (Aydemir, 1999: 346).
Büyük Dünya Bunalımı Amerika’da başlamıştır. 24 Ekim 1929’da bir
borsa paniği ile başlayan bu bunalım ABD ile sınırlı kalmayıp diğer ülkelere
de yayılmış ve sonuçları bakımından kapitalist sistemin dönüm noktası
olmuştur (Ölmezoğulları, 2003: 73). Türkiye krizin etkilerini dünya piyasaları
ile daha fazla entegre olmuş sanayi ülkelerine nazaran daha hafif atlatmış
olmasına rağmen ciddi sorunlarla karşılaşmıştır (Tekeli ve İlkin; 1977: 88).
Buhranın Türkiye’ye ilk yansımaları, Türk parasının kıymetinin hızla
düşmesi ve İngiliz parası karşısında hızla değer kaybetmeye başlaması gibi
bir panik havası şeklinde kendisini göstermiştir. Bu panik havası Türk
basınında da yer almıştır. Aralık 1930’daki ekonomik dalgalanmalar üzerine
hükümet açıklama yapmak zorunda kalmış, Başvekil İsmet İnönü TBMM’de
“Millî Para Hakkında” uzun bir açıklama yaparak bu düşüşün
nedenleri
üzerinde ayrıntılı olarak durmuş ve düşüşü şu nedenlere bağlamıştır (Tekeliİlkin, 1977: 82):
1) Harp dönemi kapalılığı ve mahrumiyetlerin sebep olduğu aşırı
ithalat sonucu döviz talebinin mevcudiyeti.
2) Devlet
gelirlerinin
hesaba
katılmadan
geniş
harcamalarda
bulunulması.
3) Para ve kredi işlemlerini ülke düzeyinde kontrol edecek bir
kurumun olmaması.
Bunalımın Türkiye ekonomisi üzerine etkisi, paranın değeri ve dış
ticaret üzerindeki olumsuzluklarla başlamıştır. İhracattaki düşüşle birlikte
Lozan Antlaşması’nın gümrük tarifelerini sınırlayan hükümlerinin sona
ereceğinin bilinmesinden kaynaklanan aşırı ithalat dış ticaret dengesinin, bu
ise iç ticaret hadlerinin bozulmasına neden olarak ödemeler bilânçosu
açığının artmasına yol açmıştır. Hammadde ve tarımsal ürünlerde sanayi
ürünlerine oranla daha yüksek fiyat düşüşü yaşanmış, bu durum yoğun
37
olarak tarım ile uğraşan bir topluma sahip devletin gerilemesine sebep
olmuştur (Pamuk, 2008: 174).
Tezel (2002: 163)’e göre ise buhranın Türkiye üzerindeki etkileri
şöyledir:
1) Dünya Buhranı’nın Türkiye ekonomisine yansımasıyla birlikte,
1930-1933 yılları arasında ithalatta meydana gelen hızlı ve büyük
daralma, ithal mallarının fiyatlarında farklı oranlarda oluşan önemli
düşüşler nedeniyle 1929 tarifesinin etkilerini ayıklamamızı hayli güç
bir iş haline getirmektedir.
2) 1929 yılındaki spekülatif ithalatın etkileri Dünya Buhranı’nın Türkiye
ekonomisi üstündeki etkileri ile birleşti. Kısa bir süre sonra,
Türkiye’deki ithalatçıların yararlandığı yabancı tüccar ve banka
kredileri buhran nedeni ile daraldı. Türk lirasının kambiyo kurunda
görülen hızlı düşüş, Dünya Buhranı’nın etkilerini hükümetin
karsısına bir “para krizi” olarak çıkardı.
3) 1929’da başlayan Dünya Buhranı Türkiye’nin yabancı sermaye
arayışlarının giderek belirginleşmekte olduğu bir döneme rastladı.
Buhranın etkileri bu arayışları bir süre için daha da yoğunlaştırdı.
Ama dünyadaki buhran konjonktürü içinde kapitalist metropollerin
Türkiye’de yatırım yapma yada Türkiye’ye borç verme eğilimlerinin
zayıf olduğunun ortaya çıkması bu arayışları büyük ölçüde
zayıflattı.
4) 1929 ve 1930 yıllarında iktisat politikasında önemli değişikliklere
yol açtı. Hükümet ticaret açığını kapatmak, satın alma gücü azalan
ihraç malı tarım ürünü ve hammaddelerin bir kısmını yurtiçi sanayi
üretiminde
değerlendirmek
için,
ithal
ikamesine
dayanan
sanayileşme sürecini hızlandırma kararı aldı. Kurulması düşünülen
yeni
fabrikalar
için
yabancı
yararlanılabileceği ümidi beslendi.
sermaye
yatırımlarından
38
5) Dünya Buhranı’nın Türkiye üstündeki etkileri, cari bütçe açığı ve
döviz sıkıntısı ağırlaşırken, hükümetin Merkez Bankası kurma
kararı ve yeni dış kredi kaynakları bulma gereksinimini artırdı.
6) Dünya
Buhranı
sırasında,
nedeniyle
Ziraat
Bankası
Türkiye’de
ve
yeni
yaşanan
iktisadi
gelişmekte
olan
kriz
kredi
kooperatifleri, köylüler borçlarını ödemekte güçlük çektikleri için,
ciddi sıkıntılarla karşılaştı.
7) Dünya Buhranı’nın Türkiye’nin dış ticaret hadlerinde ve buna bağlı
olarak Türk tarımının iç ticaret hadlerinde büyük bir bozulmaya yol
açarak ve yabancı yatırımcıların Türkiye’de yatırım yapma
eğilimlerini ciddi bir şekilde azaltarak, Türk hükümetinin ithal
ikameciliğine
yönelik
sanayileşmeyi
hızlandırma
ve
bunu
gerçekleştirebilmek için de sanayide devlet desteğine başvurma
kararını almasında önemli bir rol oynadı.
1925’e kadar ihracat ve ithalatta devamlı bir artış yaşanmış, Dünya
Buhranı’na bağlı olarak da azalma ortaya çıkmıştır. İthalatçılar ve tüketiciler,
Türkiye’yi göreli açık bir ekonomi yapan liberal dış ticaret politikalarının 1929
Eylül’ünde sona ereceğinin bilincindeydiler. Bu nedenle üreticiler yeni
korumacı sistem yürürlüğe girdiğinde spekülatör kârı kazanabilmek amacıyla,
yüksek düzeyde talebi olan yabancı mallardan mümkün olduğunca ithal
etmek istiyorlardı. Sonuçta, dış ticaret açığı 1929’da iki katı artmıştır (Keyder,
1982: 97). Bu dönemde Türkiye’nin dış ticaret değerleri aşağıdaki şekilde
seyretmektedir (Tekeli-İlkin, 1983: 88-89).
Tablo 5: Dış Ticaret Değerlerinin Yıllara Göre Dağılımı (Bin TL)
Yıllar
İhracat
İthalat
Dış Ticaret Dengesi
Dış Ticaret Hacmi
1928
173.537
223.532
- 49.995
397.069
1929
155.214
256.296
-101.082
411.510
1930
151.454
147.550
3.903
299.005
1931
127.275
126.660
615
253.935
Kaynak: Tekeli İ.- İlkin S. ; 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları:
88-89 (Akt: Ezer, 2010: 427-442).
39
Tablo 6: Dış Ticaret Miktarlarının Yıllara Göre Dağılımı (Ton)
Yıllar
İhraç Miktarı (Ton)
İthal Miktarı (Ton)
1928
626.682
965.482
1929
669.664
965.606
1930
776.668
616.229
1931
883.221
496.609
Kaynak: Tekeli İ.- İlkin S.; 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, s.
88-89 (Akt: Ezer, 2010: 427-442)
Büyük Ekonomik Bunalım sonrasında, liberal ekonomiye sahip
ülkelerde başlayan güdümlü ekonomiye yöneliş, ülkemizde de görülmüştür.
Bunalım, Türkiye’nin ekonomi politikasında önemli değişikler meydana
getirmiş, Türkiye’de devletin ön planda olduğu bir ekonomik sisteme doğru
geçilmeye
başlanmıştır.
Bu
bağlamda,
öncelikle
gümrük
duvarlarını
yükselterek ithalatı kısmış ve ihracatı arttırmaya gidilmiştir (Yenal, 2003: 66).
Krizin ortaya çıkmasıyla paranın değerinin düşmesi ve dış ticaret
açığının azaltılması amacıyla alınan önlemlerden biri, 1929 yılının sonlarında
kurulan Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’dir. İktisadî sorunları halka anlatan
ve onlardan bu konularda destek bekleyen cemiyetin amaçları tüzüğünde
söyle belirtilmiştir:
 Halkı israfla mücadeleye, hesaplı, tutumlu yaşamaya ve
tasarrufa alıştırmak.
 Yerli malları tanıtmak, sevdirmek ve kullandırmak.
 Yerli malların miktarını yükseltmeye, metanet ve zarafet
itibarıyla hariçteki mümasili mallar derecesine getirmeye ve
fiyatlarını ucuzlatmaya çalışmak.
 Yerli malların sürümünü artırmak (Tekeli ve İlkin, 1977: 99).
Cumhuriyet hükümeti 25 Şubat 1930 tarih ve 1567 sayılı kanunu
çıkartarak; Türk parasının kıymetinin korunması hakkında esaslı önlemleri
almak yetkisini aldı. Bu yasa ve eklerine dayanarak Bakanlar Kurulu, Türk
Parasının Kıymetini Koruma adı altında bir dizi kararnameler ve ekler
40
çıkarıldı. Türk Parasını Koruma Kanunu’nu ekonomide devlet denetlemesini
arttıran başka önlemler izledi. Dış borçların ödenmesi ertelendi ve ithalat
kısılmak zorunda kaldı (Parasız, 1998: 26-27).
Cumhuriyet’in ilk yıllarında özel teşebbüs eliyle kalkınma politikasının
sermaye birikimini, sanayileşmeyi, kalkınmayı sağlayamadığı ve 1929
Bunalımı’nda devlet müdahalesini reddeden görüşlerin hâkim olduğu
ülkelerde ekonomik sarsıntılar yaşandığı gerçeğinin görülmesi devletin
iktisadî hayata müdahalesi zorunluluğunu ortaya koymuştur. Bu doğrultuda
özel teşebbüssü esas tutmakla beraber ülkeyi en hızlı şekilde refaha
kavuşturmak için özellikle iktisadî alanda devlet müdahalesini artırmayı
savunan devletçilik politikası benimsenmiştir. Bu modelde devlet özel
teşebbüsün yapamadığı ve cazip bulmadığı alanlarda faaliyet gösterip
ülkenin hızla sanayileşmesi için etkin rol alacaktır (Altıparmak, 2002: 40).
Tablo 7: Büyük Buhran Yıllarında Türkiye Ekonomisi
Yıl
Nominal
GSMH
(milyon TL)
Reel
GSMH(milyon
TL)
Fiyat
Düzeyi
(GSMH
Def)
Enflasyon
Oranı (%)
İhracat
(milyon
US)
İthalat
(milyon
US)
1927
1 471,2
3 909,6
95,9
2,65
81
108
1928
1 632,5
4 341,3
95,0
-0,86
88
114
1929
2 073,1
5 278,2
100,0
5,22
75
124
1930
1 580,5
5 393,9
74,4
-25,62
71
70
1931
1 391,6
5 865,7
60,3
-18,89
60
60
1932
1 171,2
5 235,2
57,0
-5,58
48
41
1933
1 141,4
6 063,9
47,9
-15,94
58
45
1934
1 216,1
6 429,6
47,9
0,00
73
69
1935
1 310,0
6 233,8
52,9
10,34
76
71
1936
1 695,0
7 679,8
56,2
6,25
94
74
1937
1 806,5
7 798,2
58,7
4,41
109
91
1938
1 895,7
8 537,5
56,2
-4,23
115
119
1938
2 063,1
9 127,8
57,9
2,94
100
93
Reel GSMH 1948 fiyatlarıyla ölçülmüştür.
Fiyat düzeyi 1929=100 olarak alınmıstır.
Kaynak: Yıldırım, K.; Kahraman, D. ; Makro Ekonomi, Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma
Vakfı, Yayın No: 145, Eskişehir, 2001.,s:15
41
2.1.4. Sanayileşme Planları
Dünya
ekonomisinin
girdiği
büyük
bunalım
yıllarında
Türkiye
ekonomisi dışa kapanarak devlet eliyle bir sanayileşme hamlesine girmiştir.
Krizin hammadde fiyatlarını sanayi fiyatlarından daha çok düşürmesi sonucu
bir önceki dönemdeki serbest ticaret-açık kapı politikalarının sürdürülmesinin
dış ticarette yaratacağı olumsuz gelişmeler sezilmişti. 1929’da Lozan’ın
sınırlamalarının da son bulmasıyla ithalatı denetleyen koruma önlemlerine
başvurularak koruma duvarları altında eskiden ithal edilen sınai tüketim
mallarında ithal ikameci yatırımlara gidildi. Böylece bunalım döneminde
azgelişmiş ülkelerin sanayisiz yapıyı değiştirmeye yönelik ilk adımlarına
Türkiye de katıldı (Eroğlu, 2007: 63-73).
Ülkenin 1920’lerdeki sanayi yapısı, temel tüketim malları gereksinimini
dahi karşılayamamaktadır. Bu anlamda devlet eliyle sanayileşme politikasının
önemli hedeflerinden birisi, bu olumsuz yapıyı değiştirmektir. Şeker, un, yağ
gibi temel tüketim malları gereksiniminin yerli üretimle karşılanabilmesi, bu
olumsuzluğun da kırılması demektir. Gözetilen diğer bir hedef de, ülkenin
hammadde kaynaklarını harekete geçirerek
üretime dayalı bir yapıyı
sağlamaktır. Böylece sanayileşmiş bir toplumun temelleri atılmış olacaktır
(Kuruç, 1987: 109-112).
Devlet eliyle sanayileşme gerekliliğini ortaya çıkaran maddi şartlar su
şekilde sıralanabilir:
 Merkezi idare çok kısa zamanda sosyal hayatta muhafaza
etmeye çalıştığı ve kültürünün önemli unsurları olarak gördüğü
konularda inkılaplar yaptı ve tepkiler hiçbir zaman ciddi
boyutlara ulaşmadı. Bu durum bürokraside ve ekonomik hayatta
da benzeri yollarla gerçekleştirilecek uygulamaların başarılı
olabileceğine dair fikirler uyandırdı.
 Gümrüklerde 1929’la birlikte düşük tarifelerin kalkması ve
devletin gümrükler üzerinde tam yetkili hale gelmesi, devletçi
42
uygulamayı mümkün kılacak önemli bir safhanın daha geçilmesi
manasına alındı.
 İyi bir planlama ve kaynakların rasyonel kullanımı ile hali
hazırda dışarıdan ithal edilen birçok maddeyi ülke içinde imal
etme ve böylelikle önemli miktarda dövizin dışarıya gitmesini
engellemek mümkündü. Bu yatırımların gerçekleştirilebilmesi
için ekonomiye makro seviyede bakabilecek ve karlılıktan önce
ülke kaynaklarının dışarıya akmamasına dikkat edecek bir
yaklaşım tarzına ihtiyaç vardı. Bunu devlet adına yapabilecek
herhangi bir kurum mevcut değildi. Üstelik eldeki kaynaklar son
derece kıttı ve artık bu kaynakları doğrudan devlet kullanmak
istemekteydi (Bostancı, 1996: 102).
2.1.4.1. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı
Devletçi sanayileşme, 1933’te hazırlanan sanayileşme programı
doğrultusunda 1934 yılında uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Sanayi
Planı (BBYSP) ile başlatılmıştır.
BBYSP’na esas olan hazırlık araştırmaları, Prof. Orlof başkanlığındaki
bir Sovyet uzmanlar heyetinin, memleketin çeşitli yerlerinde 1930 – 1932
arasında
yaptıkları
incelemelerden
sonra
hazırladıkları
raporlarla
tamamlandı. Orlof heyetinin bu incelemeleri başta tekstil sanayi olmak üzere,
kimya, maden, demir-çelik, kendir-keten, kağıt-selüloz, kükürt, seramik gibi iş
ve sanayi kollarını içine alıyordu (Aydemir, 1999: 354). On beş üretim
kolunun 1932 yılından başlayarak etüdünü ve sorunlarını ve 1938 yılına
kadar kurulması öngörülen işletmelerin yatırım tahminleri ve kuruluş yeri
analizlerini içeren plan sonraki bölümlerinde Jeoloji Enstitüsü ve mesleki
tedrisat programı ve finansmanı konularını işlemektedir. Plan ulusal
ekonominin tümünü kapsamaktan ziyade beş yıllık sınai yatırım programı
niteliğini taşımakla birlikte, kağıt üzerinde kalmamış olması ve ilk büyük
43
sanayi yatırımlarına rehberlik etmesi açısından oldukça önemlidir (Boratav,
2000: 320).
Planda düşünülen hedefler incelendiğinde, Türkiye ekonomisinin
gelişmesi için hızlı bir sanayileşme politikasının uygulanmasına öncelik
verildiği açıkça görülmektedir (Sevgi, 1994: 50).
“Birinci Beş yıllık Sanayi Planı’nın esasları şöyle söylenebilir:
1. Esas hammaddeleri memlekette yetişen veya şimdilik yetişmekle
beraber kısa bir zamanda içerde temini mümkün görülen sanayi
kolları ele alınmıştır.
2. Bunlar büyük sermaye ve teknik kuvvete ihtiyaç gösteren
sanayiden
olduklarından
kuruluşları
Devlete
veya
Milli
müesseselere bırakılmıştır. Bu sanayiimiz tarım alanında da
dengeli bir faaliyet zemini yaratacaktır.
3. Kurulmasına karar verilen sanayiimiz, istihsal kapasite memleket
ihtiyaç ve istihlakiyle orantılıdır. (kükürt, gülyağı ve süngerden
başka)” (İnan, 1972 : 11).
Uygulama olanağı bulan BBYSP’nın ilkeleri ise şöyle sıralanabilir:
 Temel maddeleri yurt içinde üretilen veya üretilebilecek olan
sanayilere öncelik verilmesi.
 Büyük sermaye ve ileri teknoloji gerektiren projelere ağırlık
verilmesi
 Ele alınan sanayilerin kuruluş kapasitelerinin iç tüketimi
karşılayacak düzeyde tutulmasına gayret edilmesi (Çavdar,
1992: 213).
BBYSP ile öngörülen yatırımlar kısa sürede tamamlanarak üretime
başlamıştır. Fabrikaların yer seçiminde hammadde kaynaklarına yakınlık ve
bölgesel denge göz önüne alınmıştır (Yenal, 2003: 70).
44
Tablo 8: Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında Kurulması Öngörülen Sanayi
Tesisleri ve Dağılımı
Sanayi Adı
İl, İlçe
Sanayi Adı
İl, İlçe
4.Kağıt ve Selüloz İzmit
1.Kimya Sanayi
Suni İpek
Gemlik
Sanayi
Keçiborlu
Kok
Zonguldak
5.Kükürt Sanayi
Bodrum
Gül Yağı
Isparta
6.Süngercilik
Bakırköy, İst.
Humuzu Kibrit
İzmit
7.Mensucat Sanayi
Kayseri
Süper Fosfat
İzmit
Nazilli
Klor ve Sud Kostik
İzmit
Ereğli
2.Toprak Sanayi
Malatya
Seramik
Kütahya
Iğdır
Cam ve Şişe
Paşabahçe
8.Merinos
Bursa
Zonguldak
9.Kenedir
Kastamonu
3.Demir-Çelik
Sanayi
Kaynak: İnan A.; Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı 1933, Ank.
1972, 14-15.
Yukarıda bahsedilen sanayi dallarında 20 fabrikanın kurulması ve bu
fabrikalar için 43.453.000 TL yatırılması öngörülmüştür. Bu fabrikalar için
gerekli olan finansman Sümerbank ve İş Bankası tarafından karşılanacaktı.
Devletçi sanayileşme sürecinin finansmanı sırasında ülkede iç ve dış borç
yükü arttırılmadığı gibi istikrarlı bir para politikası izlenerek açık finansman
modeli tercih edilmemiştir. Finansmanın temel kaynağını tüketim malları
üzerine konulan vergiler oluşturmuştur (Parasız, 1998: 50).
BBYSP bütün yetersizliklerine rağmen birçok bakımdan önemli bir
başarıdır Bu plan sayesinde:
 Özel sanayinin itibar etmediği Anadolu, birtakım modern sanayi
tesisine kavuşmuştur.
45
 Devletçilik, dış yardım ve krediler olmaksızın kalkınmanın mümkün
olabileceğini ispatlamıştır. Bu dönemde 17 milyon lira borç
alınırken, 36 milyon lira borç ödenmiştir.
 Eğitim ve sağlık gibi insan yatırımlarını saymaksızın milli gelirin
%5’ine
yaklaşan
yarım
milyar
liraya
yakın
kamu
yatırımı
gerçekleştirilmiştir. Özel teşebbüs yatırımlarıyla birlikte milli gelirim
%10’una ulasan yatırım hacmi, iç ve dış istikrarı bozmadan
gerçekleştirilmiştir (Avcıoğlu, 1982: 453).
Hedeflerin gerçekleştirilmesi için bir diğer gereklilik ise devlet öncülüğü
ve sermayesi ile sanayiyi destekleyecek bankaların kurulmasıdır. 1930-1938
döneminde kurulan devlet bankaları Merkez Bankası, Sümerbank, İller
Bankası (Belediyeler Bankası), Etibank, Denizbank, Halk Bankası’dır. Buna
karşılık yabancı bankaların sayısı gerek izlenen bankacılık politikası, gerekse
1929 ekonomik bunalımının etkisiyle azalmıştır. Dünya Bunalımı’nın yarattığı
olumsuz ortama rağmen, Türkiye’de sanayileşme hareketi ile olumlu
sonuçların alınmasında yeni kurulan ve yeniden yön verilen bankaların çok
büyük ve önemli katkıları olmuştur. Bu bankalar arasından özellikle
Sümerbank ve Etibank sanayileşmede önemli görevler üstlenmiştir (Üğe,
2010: 25).
1933
tarihinde
20
milyon
TL
devlet
sermayesi
ile
kurulan
Sümerbank’ın asıl görevi sanayi planının uygulanmasıydı. Bankanın görev
alanına giren işler, Devlet Sanayi Ofisi’nden devralınacak olan fabrikaları
işletmek, devletin özel kuruluşlarda sahip olduğu iştirakleri yönetmek ve
devlet sermayesi ile kurulacak olan tüm sınaî kuruluşların etüt ve projelerini
hazırlayarak, bu projeleri kurmak, yönetmek ve gerekli sınaî kuruluşları
sermayesi ölçüsünde projeye katmak, yurda ve kendi fabrikalarına gerekli
işgücünü yetiştirmek, her türlü bankacılık işlemleri yapmak, sanayinin
gelişmesi için gerekli önlemleri almaktı. Etibank ise sanayileşmeye yardımcı
olarak
özellikle
yeraltı
kaynaklarından
etkin
hizmetlerde bulunmuştur (Yaşa, 1980: 470-471).
verim
alınabilmesi
için
46
Tokgöz (1999: 68) ‘e göre Birinci Plan!ın uygulanmasında özel bir
ticari banka durumunda olan T. İş Bankası da görev almıştır. Planda
öngörülen Şişe- Cam Sanayii’nin kurulması ve işletilmesi görevi bu bankaya
verilmiştir. Bu fabrika 1935’te İstanbul Paşabahçe’de tamamlanmış ve bir yıl
sonra üretime başlamıştır. İlk müdürü Adnan Berkay olan tesis özellikle
nitelikli iş gücü yetersizliğinden, düşük kapasiteyle çalışmak zorunda
kalmıştır. Uzman işçilerin çok büyük çoğunluğu Bulgaristan ve Romanya’dan
getirilmiştir. İş Bankası yine aynı dönemde Malatya Bez ve Isparta Gülyağ
Tesislerinin kuruluşuna da iştirak etmiştir. Bankanın toplam katkısı 2.4 Milyon
TL olmuştur. Planın öngördüğü yatırımların iç kaynakla finanse edilmesi ilkesi
benimsenmişse de Sovyet Rusya’dan 8 milyon dolar ve İngiltere’de 13 milyon
sterlin ithalat kredisi sağlanmıştır.
İsmet İnönü başbakanlıktan ayrıldıktan sonra Celal Bayar hükümeti
kurdu. 8 Kasım 1937’de Bayar, hükümetin programını Meclise sunarken
1934’ten beri yürürlükte olan Birinci Sanayi Planı’nda öngörülen 20 tesisin 2
tanesi hariç diğerlerinin süresinden önce bitirilerek işletmeye açıldığını
memnuniyetle haber verdi. Planda öngörülmediği halde sanayileşmenin
sürükleyici ve temel girdisi olan demir-çelik ihtiyacını karşılamak üzere 3
Nisan 1937’de Karabük Demir- Çelik Tesislerinin temeli atıldı (Tokgöz, 1999:
70).
Bugünkü planlama anlayışına uyan bir çerçeve içinde yer almamasına
rağmen bu plan, Sovyet planlamasından sonra dünyadaki ilk planlama
deneyimlerinden birini temsil eder. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’ndaki
yatırım projelerinin bazı aksamalara rağmen 1938’de gerçekleşmiş olduğu
kabul edilmiş ve yeni plan çalışmalarına başlanmış; ancak savaş ortamında
bu çalışmalar kesintiye uğramıştır (Boratav, 2000: 327).
47
2.1.4.2. İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı
20-24 Ocak 1936’da İBYSP’nın hazırlıklarını yapmak üzere İktisat
Vekili Celal Bayar’ın başkanlığında Sanayi Kongresi toplandı. Kongrenin
benimsediği ilke ve önerileri kapsayan “ Plan” taslağı Başbakanlığa sunuldu.
Celal Bayar kapak yazısında Başbakan İsmet İnönü’ye şöyle diyor:
“Türkiye için endüstrileşme, kudretli tabirinizle bir milli varlık
savaşıdır, bir milli müdafaa mücadelesidir ve hiçbir fedakarlık ve
sıkıntı, bir milli mücadelenin neticesiyle mukayese edilemez. “
Görülüyor ki dönemin devlet adamları iktisadi ve siyasi bağımsızlığı
korumak için sanayileşmeyi vazgeçilmez bir ulusal hedef saymaktadırlar. Bu
nedenle İkinci Plan, kapsadığı iktisadi alanlar ve tesis sayısı yönünden Birinci
Plan’dan daha geniş tutulmuştur. Bu kararın alınmasında, kısa sürede
üretime açılan tesislerin ve kazanılan tecrübenin verdiği moralin de etkisi
vardır. Ancak 1938 yılına gelindiğinde dünyada savaş rüzgarlarının esmeye
başladığını gören Türk Hükümeti, Atatürk’ün ölümünden yaklaşık iki ay önce,
yani 16 Eylül 1938’de, İkinci Plan taslağında bazı değişiklikler ve düzeltmeler
yaparak, 4 yıllık olarak yeniden düzenlenmiştir. O tarihte Sanayi Dairesi
Başkanlığı’na getirilmiş olduğunu ifade eden Şevket S. Aydemir, İkinci Dünya
Savaşı’nın patlak vermesinden üç ay önce bu plandan da vazgeçilerek,
yerine “İktisadi Savunma Planı”nın (5 Nisan 1939) hazırlanarak yürürlüğe
konduğunu anlatmaktadır (Tokgöz, 1999: 71).
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın içerdiği süre dolmadan 1936’dan
sonra İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı (İBYSP) hazırlıklarına girişilmiştir. İkinci
Beş Yıllık Sanayi Planı ilk planın aksine ara malları ve yatırım malları
üretimine öncelik vermekteydi. Ayrıca elektirifikasyon, madencilik ve limanlar
gibi altyapısal gelişmeleri dikkate almaktaydı. Bu nitelikler itibariyle İkinci Beş
Yıllık Sanayi Planı’nın bir bakıma kendine yeterlilik ilkesine önem verdiği ve
ilk planın doğal bir uzantısı olduğu söylenebilir. Ancak İkinci Beş Yıllık Sanayi
48
Planı, II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya konulamamıştır (Kepenek ve
Yentürk, 2001: 68).
Aydemir (1999: 354), İBYSP’nın yürürlüğe konulamaması hakkında şu
değerlendirmeleri yapmıştır: Bu plana bağlı renkli haritaya bakıldığı zaman
Türkiye bir çiçek bahçesi gibi görünür: fabrikalar, madenler, santraller, çeşitli
iş ve işletme yerleriyle donanmış bir bahçe…fakat İkinci Dünya Harbi
yaklaşıyordu. Atatürk’ün rahatsızlığı ise, O’nun ruhi enerji kaynaklarını büyük
ölçüde yormuş görünüyordu. Bu plan uygulanamadı. Bunun yerine ve
Atatürk’ün ölümünden iki ay kadar önce (16.09.1938) hem Birinci Beş Yıllık
Planın henüz alınamayan konularını içine almak, hem İkinci Beş Yıllık
Programın bazı konularını benimsemek, hem de o güne kadar programalara
alınmayan ulaştırma konularını da kapsamak üzere 4 yıllık bir plan
hazırlandı. Harp öncesi aylarda Sanayi Tetkik Dairesi Reisliği’ne getirilmiştim.
Pek yaklaşan dünya harbinin habercileri olan şimşekler ise ufuklarda
çakıyordu.onun için ilk iş uzun vadeli bir sanayi düzenlemesi değil, bir
“iktisadi savunma planı” olmuştu (5 Nisan 1939). Aradan daha 3 ay geçmişti
ki İkinci Dünya Harbi patlak verdi. Ondan sonra herşey harp ekonomisinin
icap ve zaruretlerine göre düzenlendi. Asıl büyük kalkınma işleri ister
istemez, bu harbin sonuna kalacaktı. Atatürk’e gelince, O artık bu planların
dışındaydı. İkinci Dünya Harbi başlarken Atatürk, artık aramızda değildi.”
Kalaycı (2009: 152-176) her iki sanayi planının karşılaştırmasını şu
şekilde yapmaktadır:
 Her iki planda da, ülkenin iktisadi bünyesine ve koşullarına uygun
olan, büyük sermaye ve teknik gücü gerektiren ve hammaddesi
tümüyle içeride yetişen sanayi ele alınmıştır.
 Her iki planda da büyük sermaye ve teknolojiyi gerektiren sanayi
alanlarında özel girişimciliğe yer verilmemiştir. Bunların dışındaki
alanlarda özel girişimciler serbest bırakılmıştır.
49
 Yeraltı ve üstü kaynaklarımızın bol ve kaliteli olduğuna işaret
edilerek bunların halk kitleleri için kazanç kapısı haline getirilmesi
planlanmıştır.
 İkinci planda özellikle, ulusal savunma ve iktisadi gelişme
bağlamında kömür havzaları ile elektrik santrallerine özel bir dikkat
çekilmiştir.
 Makine sanayiine bir altyapı oluşturmak üzere, I.Plan’a göre
kurulmakta olan Karabük Demir ve Çelik fabrikalarının yarı mamul
maddelerini işleyecek fabrikalar II.Plan’da teklif edilmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1923-1938 DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ VE ATATÜRK’ÜN EKONOMİ
ANLAYIŞI
3.1. 1923-1938 DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ
Cumhuriyetin ilanından sonra tarım, sanayi, ulaştırma, bankacılık ve
ekonomiyi ilgilendiren diğer bütün alanlarda yoğun bir çalışma başlatılmıştır.
Bütün bunlar yapılmaya çalışılırken karşılaşılan en önemli sorun sermaye
yetersizliği olmuştur. Buna rağmen ülkenin bütün kaynakları seferber edilerek
çalışmalara devam edilmiştir. Boratav (2000: 317), 1923-1929 dönemini “açık
ekonomi koşullarında yeniden inşa” ifadesi ile tanımlamaktadır. Bu yıllar barış
ortamına dönüş koşulları içinde Milli gelirde sağlanan büyüme hızı dolayısıyla
reel gelir artışlarının bütün sosyal sınıf ve tabakalara yayıldığı bir dönem
oluşturmaktadır.
1930-1938 döneminin iktisat politikalarının evriminde gözlenen başlıca
uğraklar, salt korumacı önlemlerle yetinilen 1930 ve 1931 yılları, Devletçi
uygulamalara ani bir geçişi temsil eden 1932 yılı ve devletçiliğin rayına
oturduğu 1933 – 1938 yılları olarak saptanabilir. Dönemin sonunda, özellikle
Celal Bayar’ın başbakanlığı ile eş zamanlı olarak özel teşebbüsün
özendirilmesine dönük yeni bir yönelişin ilk izleri gözlenmektedir (Boratav,
2000: 318).
3.1.1. Tarım Sektörü
Tarım
kesimi
hakkında
ilk
resmi
bilgilerimiz,
1927
yılında
gerçekleştirilen nüfus, tarım ve sanayi sayımı sonuçlarına dayanmaktadır. İlk
nüfus sayımı sonuçları, toplam nüfusun 13 milyon 500 bin civarında olduğunu
göstermiştir. Tarım kesiminde çalışan nüfusun, toplam nüfusun yaklaşık
51
%68’ini temsil ettiği hesaplanmıştır. Savaş ekonomisinden barış ekonomisine
geçişin ilk önemli sonucu, tarım kesiminde üretimin artması olmuştur. Bu
ilişkiyi milli gelir hesaplamalarından izlediğimizde; 1923 yılında GSMH içinde
tarımın payı %40 civarındayken, her yıl artarak 1926’da yaklaşık%50’ye
yükseldiği görülmektedir. 1925 yılında 716 sayılı yasayla 22.233 çiftçi
ailesine, 20 yılda ödenmek üzere 731bin dönüm toprak dağıtılmıştır. Toplam
tarımsal kredi hacmi 22 milyondan 100 milyona çıkartılırken, kredi faizi
%12’den %9’a indirilmiştir. Hükümet, bir yandan kooperatifçiliği ve traktör
kullanımını özendirici önlemler alırken diğer yandan tarımda alt yapı
çalışmalarını çok yönlü olarak sürdürmüştür. Avrupa’ya tarım öğrenimi
yapmak için öğrenci gönderilirken tarım memurlarına ve öğrenmelerine
hizmet içi eğitim yoluyla modern bilgiler verilmiştir. Örnek çiftlikler, fidanlıklar
ve tohum ıslah enstitüleri kurulmuştur. Savaş yıllarından kırılan hayvan cinsi
ve sayısının arttırılması teşvik edilmiştir (Tokgöz, 1999: 72).
Tablo 9: Belli Başlı Tarım Ürünlerinin Üretim Miktarı ve Canlı Hayvan Sayısı
Buğday
1000 ton
Tütün
1000 ton
Pamuk
1000 ton
Koyun
milyon
Keçi
milyon
Büyükbas
milyon
1926-30
1926
50
51
17
14
6
1931-35
2304
36
40
16
13
7
1936-40
3636
68
64
23
16
9
Kaynak: Tezel, Y. S.; Cumhuriyet’in İktisadi Tarihi, 5. bs. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 2003, 355
Tarımda uygulanan politikalar bu dönem sanayileşmede olduğu gibi
bir strateji şeklinde değil, şartlara göre uygulamaya kondu. Tablo 8’de
incelenen zaman aralığında buğday, tütün, pamuk üretiminin ve koyun, keçi
ve büyük baş hayvan sayısının artış gösterdiğini görmekteyiz.
Dönem boyunca Türk tarımın belirleyici özelliği, çok düşük düzeyde
toprak kullanımıdır. Dönemin başlangıcında ekilen toprakların miktarı
yaklaşık 4-5 milyon hektardır. Bu miktar ekilebilir alanların %20’sinden azdır.
Toplam alanın ise sadece %56 kadarını oluşturmaktadır. İşletme başına
ekilen alan 25 dekardır. 1923-1938 döneminde Türkiye’de ortalama mülk
52
arazı 70 dekar civarındadır. Dönem boyunca ekilen toprak miktarı yılda %2.5
kadar genişlemiştir. Dönemin sonunda ekilebilir toprakların yaklaşık %35’i
ekilmektedir (Aruoba, 1982: 80).
Tablo 10: 1924 – 1949 Arası Bitkisel Üretim
Yıllar
Buğday
(Ton)
Fiyat
(krş/kg)
Tütün (Ton)
Fiyat
(krş/kg)
Üzüm (fiyat)
ihraç/birim
1924
821.231
10,6
51.870
68,2
37,7
1925
967.758
14,4
56.284
70,3
46,2
1926
2.222.000
12,4
54.319
64,1
43,3
1927
1.199.000
11,8
69.604
72,3
40,2
1928
1.476.000
13,5
43.035
56,3
27,4
1929
2.446.000
12,5
36.503
71,8
20,8
1930
2.327.000
7,3
47.211
71,5
25,0
1931
2.693.000
4,0
51.111
35,7
35,0
1932
1.741.000
4,2
18.040
34,8
21,5
1933
2.404.000
3,7
40.148
30,2
15,1
1934
2.404.000
3,6
35.678
44,4
13,4
1935
2.269.000
4,6
36.004
53,7
13,7
1936
3.467.000
4,7
75.936
52,8
15,4
1937
3.324.000
4,7
72.677
47,8
20,6
1938
3.850.000
4,3
58.800
43,3
17,2
1939
3.772.000
4,4
65.434
46,1
14,
1949
3.158.000
56,1
52.438
184,3
14,7
Kaynak: Tokgöz, E. , Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-1999), 5. Baskı Ankara:İmaj
Yayıncılık, 1990, s 74.
1923 – 1929 yılları tarımsal üretim bakımından “altın yıllar” olarak
görülebilir. Savaş koşullarında %50 dolaylarında üretim düşmeleri gözlenen
başlıca ürünlerde, savaş öncesi üretim hacmini 1923’ü izleyen bir, iki yıl
içinde ulaşıldı. Bu olumlu gelişmede Anadolu’nun erkek nüfusunun yeniden
toprağa dönmesine imkan veren barış koşullar en önemli rolü oynamakla
birlikte, tarıma dönük olumlu politikaların fiyat ve vergi değişkenleri yoluyla
çiftçiler lehine kaynak yaratan sonuçları da belirleyici olmuştur. Buğday
üretimi dönemin ilk yıllarında 1 milyon tonun altında iken, 1928 – 1929
ortalaması 2 milyon ton civarında idi. Özellikle Batı Anadolu’da nüfus
mübadelesinin yarattığı değişmeler bazı ticari tarım ürünleri üzerinde
53
olumsuz etkiler icra etmiş olmasına rağmen, 1924 – 1929 yılları arasında
tarımsal hasılanın yıllık büyüme hızlarının ortalaması %16.2’yi buluyordu. Bu,
dönemin sınai büyüme hızı olan %8.5’in hemen hemen 2 misli, milli hasıla
artış hızı olan %10.9’un %50 üstündedir. Görüldüğü gibi, tarım 1923 – 1929
yıllarında ana sürükleyici sektördür ve savaş ve yıkım yıllarından sonra
ekonominin yeniden inşası esas olarak tarım kesiminin dinamizmi sayesinde
gerçekleşmektedir (Boratav, 2000: 318).
3.1.2. Sanayi Sektörü
Sanayinin gelişme hızı ise tarımın ve milli gelirin büyüme hızlarının
birhayli gerisinde olmasına rağmen bu dönem içinde yıllık %8.5 gibi
küçümsenmeyecek bir ortalamaya ulaşmaktadır. Ancak bu büyüme gerçekte
bir sanayileşme sürecini değil, bir yeniden inşa sürecini yansıtmaktadır.
Savaş yılları, esasen pek cılız olan fabrika üretiminin büyük ölçüde
hammmade tıkanmaları nedeniyle sarsılmasına; Anadolu’ya yayılı küçük
sanayi ve el sanatlarının ise yetişkin erkek nüfusun cepheleri doldurması
yüzünden büyük ölçüde gerilemesine yol açmıştır. 1923’ten itibaren, tarımsal
genişlemeyi sağlayan emeğin üretimine dönmesi olgusu, küçük sanayi içinde
geçerli olmuştur. 1927 Sanayi Sayımı’na göre, imalat sanayiinde çalışan
237.000 işçinin %46’sı, yani 109.000’i, dörtten az işçi çalıştıran işyerlerinde
istihdam edilmekte idi. Bu rakamlara Sayım’ın kapsamadığı hane içinde,
evlerde yürütülen (ve esas olarak çeşitli el dokumalarını içeren ) “sınai”
üretim faaliyetlerini de eklersek bu dönemde istihdam açısından geleneksel
zanaatların, el tezgahlarının ve küçük sanayinin “sınai” faaliyetlerin büyük bir
bölümünü oluşturduğu anlaşılmaktadır (Boratav, 2000: 318).
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki sanayileşme çabalarının, uzun süreli bir
ekonomik planlama kaygısının değil de o andaki ekonomik koşulların bir
sonucu olduğunu gösteren belirgin özellik, sanayileşme faaliyetinin tüketim
mallarına yönelişidir (Yerasimos, 1980: 687).
54
1923-1924 yıllarının Türkiye’sinde sanayi, el sanatları düzeyinde
loncaların devamı sayılacak gruplar halinde toplanmıştı. İstanbul, İzmir ve
Adana’da enkaz durumunda birkaç dokuma fabrikası yanında, yine
İstanbul’da harap halde birkaç askeri fabrika ülkenin sanayi gücünü
oluşturmaktaydı. İkinci İnönü Hükümeti, mülkiyeti kamuya ait tüm sanayi
kuruluşlarını 19 Nisan 1925 tarih ve 632 sayılı yasa ile kurulan “Sanayi ve
Maadin Bankası”na bağladı. Fakat Banka beklenen görevleri kaynak
yetersizliği nedeniyle yapamadı. 1933 yılından itibaren Sümerbank’ın
faaliyete geçmesiyle kamu sanayi kuruluşları ve yatırımları belli bir düzene
kavuştu.
Sanayi sektörü içerisinde madenciliğe 1923-1939 döneminde ayrıca
önem verilmiştir. Maden kömürü üretimi dönem içerisinde %150’den fazla
artış gösterirken, borasit ve tuz üretimine devam edilmiş, kükürt, krom, linyit,
demir cevheri üretimi ise madenciliğe kazandırılmıştır. 1948=100 endeksine
göre 1923’te 19,7 olan endeks 1939’da 75’e çıkarılmıştır. Dönemin en akıllı
ekonomi politikaları arasında madencilik politikası bulunur. Araştırma,
inceleme, uygulamayı sağlamak için, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’nün
kurulması,
Etibank’ın
finansman
banka
olarak
göreve
başlatılması,
taşımacılık için demiryolları yapımlarının hızlandırılması maden politikasına
bütünlük getirmiştir (Taşdurmaz, 2002: 157).
Devlet, temel tüketim ve ara malları alanında, ithal ikamesi sağlamak
gayesiyle “Üç beyaz” ve “Üç siyah” projelerine öncelik vermiştir. Un, şeker ve
pamuklu bez üç beyazı; kömür, demir ve akaryakıt üç siyahı temsil
etmektedir. Bu temel malların yurt içinde üretilmesiyle önemli oranda döviz
tasarruf edildiği gibi dışa bağımlı kalma korkusu da yenilmiştir (Tokgöz, 1999:
80).
Bu gelişme, esas olarak hafif sanayiye (tekstil ve gıda sanayilerine)
dayalı bir gelişmedir. Ancak, bu doğrultuda bir zorunlu ilk adım atılmadan her
hangi bir sanayileşme sürecinin başlayabilmesi esasen söz konusu değildir.
Üstelik yatırım malı ve ara mal üreten modern sanayi kollarının ilk kuruluş
55
yılları da devletçilik dönemi içindedir. Metalurji özellikle demir-çelik, kağıt ve
kimya sanayi kollarında ilk modern tesisler bu yıllarda kurulmuş; inşaat
malzemesi ve çimento üretiminde büyük sıçramalar gerçekleştirilmiştir.
Makine
ve
teçhizat
yatırımlarındaki
ortalama
yıllık
artış
hızı
%10
dolaylarındadır (Akşin ve diğ., 2000: 328).
1930-40 arasında Türkiye bir yandan buğday üretimini ikiye katlayıp,
diğer tarım ürünlerinde önemli gelişmeler sağlarken, hızlanan sanayileşme
nedeniyle tarımın milli gelirdeki payı 1938’de %48’e geriledi. Ülkede
sanayileşme yönünde köklü bir değişim başladı. Sanayide yaşanan bu atakla
kurulan işletmeler yanında 1936’da iş Kanunu çıkarıldı. Bu dönemde
ekonomide büyüme, büyük işletmelere ve şirketleşmelere yönelimi arttırdı.
Hammadde kullanımında artışlar yaşandı. Dönem; 1938 yılı dışında dış
ticaret açığı vermedi. (Erkan, 2013: 40)
Tablo 11: Sanayi
Sektörü Katma Değeri (1923-1938)
(1948 Yılı Üretici Fiyatlarıyla Milyon TL)
Yıllar
Madencilik
İmalat Sanayi
Elektrik, Gaz, Su
Toplam Sanayi
1923
18.5
284.5
7.2
310.6
1924
31.2
249.9
7.8
288.9
1925
27.0
310.4
8.5
345.9
1926
37.2
351.5
9.4
398.1
1927
40.0
430.0
10.0
480.0
1928
43.8
419.6
11.0
474.4
1929
37.8
443.7
11.8
493.3
1930
38.8
501.4
14.2
554.4
1931
41.3
579.4
15.3
636.0
1932
45.5
683.7
16.1
745.3
1933
45.2
819.9
17.3
882.4
1934
56.2
929.9
19.6
1004.2
1935
59.8
921.7
19.1
1000.6
1936
58.9
889.6
19.5
968.0
1937
64.5
976.7
21.6
1062.8
1938
70.6
1141.4
24.1
1236.1
Kaynak: Bulutay,Tezel ve Yıldırım: Türkiye Milli Geliri 1923-1948, Tablo 8.2.B Ankara, 1974
(Akt: Boratav, 1982: 7).
56
3.1.3. 1923-1938 Döneminin Değerlendirilmesi
1923-1930 yılları arası her şeyin yeniden kurulduğu, yeni bir
yapılanma dönemidir. Osmanlı’dan miras kalan köhne “tarım ekonomisi”, yeni
bir anlayış içinde “Sanayi Uygarlığı”na dönüştürülmek istenir. Bunun için
ülkede devletin, kendinin girişimci olması yerine sanayici, tüccar ve çiftçinin
desteklenip yönlendirilmesi arzulanır. Başka bir deyişle özde piyasa
sisteminin felsefesi benimsenmiştir (Erkan, 2013: 33).
1930’ların kendine özgü koşullarında doğan devletçi-korumacı modele
göre ise ekonominin ipleri devletin elinde olacak, devlet sermayenin yerli
ellerde birikmesine yani yerli burjuvanın doğup gelişmesine yardımcı olacaktı.
İç ticarete rekabet ilkeleri egemen olacak, dış ticaret kriz kaynağı olmayacak,
gerekirse
denetlenecekti.
Sanayi
öncelikle
özendirilecekti.
Sanayide
mülkiyetin milli olması, sanayi kuruluşlarının ve sanayinin devletçe çeşitli
sektörlere verilen teşviklerle korunması esas olacaktı (Nohutçu, 2001: 40).
Tablo 12: Dönemlerin Makroekonomik Göstergeleri
Göstergeler
1923-1929
1930-1932
1933-1939
Milli Gelir Büyüme Hızı (%, ortalama)
10,9
1,5
9,1
Sanayi Büyüme Hızı (%)
8,5
14,8
10,2
Milli Gelirde Sanayi Payı (%)
11,4
13,6
16,9
Milli Gelirde Yatırım Payı (%)
9,1
9,7
10,7
Milli Gelirde İthalat Payı (%)
14,5
8,9
6,6
Dış Ticaret Açığı/Fazlası (Milyon TL)
-56,6
+6,6
+12,4
Kaynak: Bulutay,Tezel ve Yıldırım: Türkiye Milli Geliri 1923-1948, Ankara, 1974 Tablo 8.2.C,
8.3.A, 9.3 9.5 (Akt: Boratav, 1982: 8).
3.1.3.1. 1923-1929 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu
Bu dönemde devlet direkt olarak ekonomik sahaya girmemesine
rağmen çeşitli yapısal ve kurumsal düzenlemelerle yatırım yapılacak alanları
iyileştirmeye çalışmıştır. 1923 yılında Cumhuriyeti ilan eden kadro ekonomik
yatırım yapacak özel sektörün kısıtlı olduğunun bilincindeydi. Bu sebeple
genel çıkarları ilgilendiren ve az getirisi olan ekonomik alanlara kendisi el
57
atmak zorunda kalmıştır. Bu amaçla yapılan kurumsal
düzenlemeler
de
İzmir
İktisat
Kongresi’nde
alınan
ve yapısal
kararlar
yoluyla
gerçekleştirilmiştir.
Kongreyi izleyen yıllarda Türk ticari ve siyasi hayatını finanse etmek
amacıyla bazı bankaların kurulduğunu görmekteyiz. Türkiye iş Bankası,
Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası yeniden düzenlenmiş Ziraat Bankası ve
T.C. Merkez Bankası bunlardan sadece birkaçıdır. Bu dönemde bankacılık
alanındaki en ilginç gelişme ise çok sayıda mahalli bankanın kurulmuş
olmasıdır. Ayrıca bu dönemin en önemli özelliği, dış ticaretin milli gelirde çok
önemli bir paya sahip olmasıdır (Paçaçı, 1998: 3398-3406).
1923-1929 yılları koşullarına uygun olarak kooperatif ve hukuksal
düzenlemeler üzerinde durulmuş ve 1929 yılında Zirai Kredi Kooperatifleri
Kanunu çıkartılmıştır. Ayrıca bu dönemde, Türkiye’nin iktisadi açıdan
kalkınabilmesi için sanayileşmesi de gerekliydi. Bu amaçla 1927 yılında
sanayi kuruluşlarının teşviki ve korunması için 1913 yılında kabul edilen
“Teşvik-i Sanayi Kanunu” gözden geçirilerek düzenlenmiş ve kapsamı
genişletilmiştir. Bu yolla yerli sanayi sektörlerine ucuz devlet arazisi, bazı
vergilerden muafiyet, taşıma indirimi gibi teşvikler ve muafiyetler sağlanarak
yerli sermaye birikimine katkıda bulunulmaya çalışılmıştır (Çoşkun, 2003: 7277).
Kanundan
yararlanan
kuruluşların
çoğu
sanayi
sayılamayacak
nitelikteki madencilik, tarım ve hayvancılıkla ilgili kuruluşlardı ve 1927
yılındaki sayıma göre, bu kuruluşların sadece %32,5’i sanayi vasfına sahip
kuruluşlardı. Bu da o dönemde ekonomiye; küçük, verimi düşük, aile tipi
işletmelerin hâkim olduğunu göstermektedir (Başkaya, 2004: 21).
3.1.3.2. 1929-1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu
1923-1929 yılları arasında özel girişime dayalı bir sanayileşme
politikası izlenmiş ve buna bağlı olarak kalkınmanın gerçekleşeceği
58
beklenmiştir. Fakat gerçekleşen kalkınmanın ne hızından ne de yapısından
memnun kalınmıştır (Altıparmak, 2002:35-39).
1929 Buhranı’nın da etkisiyle devletçi bir sanayileşmeyi benimseyen
Türkiye, bu dönemde dünyada ilk olarak kabul edilen sanayi planları
doğrultusunda
“planlı
sanayileşme”
içerisine
girmiştir.
Bu
anlamda
SSCB’nden alınan teknik ve mali yardımlar zikredilmeye değerdir. Çünkü
1929 Buhranı’ndan neredeyse hiç yara almadan çıkan Sovyetler Birliği, aynı
zamanda uyguladığı ilk planlı kalkınmada da başarı sağlayınca, SSCB’ye
öykünerek Türkiye planlı kalkınmaya geçme kararı almıştır. Bu anlamda
planlı kalkınma uygulaması bakımından
Türkiye, dünyada Sovyetler
Birliği’nden sonra ikincidir. Daha sonra Amerikalı uzmanların raporlarından
da faydalanarak 1934 yılında sanayide ilk planlı dönem başlatılmıştır (Soyak,
2003: 167-182).
Bu dönemde özel girişimin yeterli bir sonuç vermemesi sebebiyle
devletin ekonomiye ön ayak olduğu bir ekonomik politikalar bütününü
görmekteyiz. Buna göre 1930’lu yıllarda devletçi bir ekonomi politikasının
hâkim olmasının altında yatan sebeplerin şöyle sıralanması mümkündür
(Tören, 2011: 6):
 1923-1929 yıllarında uygulanan liberal ekonomi politikalarından
istenen sonuçların elde edilememesi,
 1929 Dünya Bunalımı’nın tüm ekonomileri olumsuz etkilemesi,
 1929 yılında SSCB’nde uygulanan planlı ekonomi politikalarının
başarılı olması,
 Klasik ekonomi politikalarının Dünya Bunalımı’na bir çözüm
üretememesi,
 Devletin ekonomiye müdahalesini savunan düşüncelerin popülerlik
kazanması.
59
Uludağ ve Arıcan (2003: 15) bu dönemde uygulanan ekonomik
gelişme stratejisini söyle özetlenmektedirler:
Özel teşebbüsün özendirilmesini de içeren devletçilik politikaları,
sanayileşmeye öncelik verilmesi, sanayileşmede devletin ve İktisadi Devlet
Teşebbüsleri’nin öncülüğü, bankacılık ve ticaret kesimlerinin sanayileşmeye
paralel olarak geliştirilmesi, sanayide daha çok madencilik ile ithalatı-ikame
niteliğindeki basit tüketim malları kollarının geliştirilmesi, ülkenin enerji
ihtiyacını
karşılayacak
enerji
santrallerinin
kurulması,
ulaştırmada
demiryollarına ağırlık verilmesi, dış ticaret ve ihracatın sınırlı seviyede
tutulması, özel yabancı sermaye ve dış yardımlardan, sınırlı oranda
faydalanılmasının sağlanması hedeflenmiştir.
Tablo 13: 1923-1939 Türkiye Ekonomik Gelişme Göstergeleri
Yıl
İmalat
Sanayi
Büyüme
Hızı %
GSMH
Büyüme
Hızı
%
Sanayi/
GSMH
%
Tarım/
GSMH
%
İmalat/
GSMH
%
Dış Ticaret
Hacmi/
GSMH
%
1923
-
-
10,6
43,1
15,2
24,1
1924
14,9
-12,2
8,5
47,8
16,1
29,3
1925
12,8
24,2
8,9
44,7
15,9
28,6
1926
18,2
13,2
8,7
49,9
14,2
25,5
1927
-12,8
22,3
11,9
39,5
14,3
25,0
1928
11,0
-2,4
10,6
42,4
13,7
24,3
1929
21,6
8,7
9,1
49,8
12,3
19,7
Ortalama
10,9
8,5
9,8
45,3
14,5
25,2
1930
2,2
13,0
10
46,8
9,4
19,1
1931
8,7
15,6
10,5
49,2
9,1
18,3
1932
-10,7
18,0
13,9
39,3
7,3
15,9
1933
15,8
19,9
14,2
41,4
6,6
15,1
1934
6,0
13,3
15,3
40,1
7,2
14,8
1935
-3,0
-0,8
15,7
38,8
6,8
14,1
1936
23,2
-3,5
12,3
48,6
5,5
12,5
1937
1,5
9,8
13,4
46,2
6,3
13,9
1938
9,5
16,9
14,2
44,4
7,9
15,5
1939
6,9
17,7
15,5
43,2
5,7
11,8
43,8
7,2
15,1
Ortalama
6,0
12,0
13,5
Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler (1923-1950)
60
3.2. ATATÜRK’ÜN EKONOMİ ANLAYIŞI
“Öyle bir iktisat devri lazımdır ki, artık milletimiz insanca yaşamasını
bilsin, insanca yaşamanın neye mütevakkıf olduğunu ğrensin ve o esbaba
tevessül etsin… ve artık bu memleket böyle fakir ve bu millet hakir değil, belki
memleketimiz zengin memleketi, zenginler memleketi, bu yeni Türkiye’nin
adına da çalışanlar diyeri denilsin.”
Atatürk’ün ekonomi kavramına ve ekonominin yaratıcı ve yaşatıcı
kudretine verdiği değeri, İzmir’in kurtuluşundan hemen sonra söylemiş
olmasının önemi meydandadır. Atatürk’e göre özel teşebbüs, sermayesi ve
yaratıcı gücüyle ekonomik faaliyetin esasını oluşturacak, fakat sosyal adalet
ilkelerine bağlı olarak, gelir paylaşmasında emeğin tam hakkını almasına da
boyun
eğecektir.
Bu
gelir
paylaşmasının
hakemi,
devlettir.
Devlet,
sermayenin bir engele takılmadan yaratıcı gücünü ortaya koymasını
sağlayacağı gibi, sermaye karşısında emeğin korunmasını ve hakkını
almasını da sağlayacaktır. Devlet, kamu yararının bahis konusu olduğu
alanlarda
ekonomik
faaliyete
bizzat
iştirak
edecektir.
Atatürk’ün
konuşmalarından çıkan sonuçta görülür ki, Atatürk o sıralarda dünyada
uygulanan sistemlerin hiç birini benimsememiştir. Atatürk hiçbir zaman bir
başka doktrine imrenmemiş, kendi felsefesini kendisi yaratmıştır (Satır, 1981:
9).
3.2.1. Atatürk’ün Ekonomik Stratejileri
Gazi Mustafa Kemal daha Cumhuriyet ilan edilmeden, 17 Şubat
1923’te topladığı Türkiye İktisat Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmasıyla
çağını aşan, tüm geri kalmış ülkeler için geçerli olan ve hala önemini koruyan
iktisadi görüşler ve modeller ortaya koymuştur. Geri kalmış ülkelere yol
gösteren Batılı İktisatçıların 1950li yıllarda “Kalkınma İktisadı” konuları içinde
tanımlamaya çalıştıkları temel ilke ve kavramları, Gazi anılan konuşmasında
61
yıllar önce ele almıştır. Kalkınma iktisadı, geri kalmış bir ülkenin yoksulluktan
çıkması için şu ana ilkelerin oluşmasını öngörmektedir:
 Altyapının Tamamlanması
 Tarım Sektöründe Modernleşmeye Öncelik
 Sanayileşme
 Ekonomik Sektörlerin Bütünleşmesi
 Ulusal Düzeyde Kalkınma Planının Hazırlanması
Mustafa Kemal, sömürgeciliğin egemen olduğu, “makro iktisat” ve
“kalkınma iktisadı”nın temel kavramlarının bilinmediği 1923 yılında bu
kavramları şöyle tanımlıyor (Tokgöz, 1999: 53-55):
1) Altyapının
Tamamlanması:
“Memleketimizi…demiryolları
ile,
üzerinde otomobiller çalışır karayolları ile örerek birbirine bağlamak
zorundayız. Çünkü Batı’nın ve dünyanın kullandığı araçlar bunlar
oldukça…Bunlara karşı merkepler ve kağnı ile ve doğal yollar
üzerinde yarışmaya çıkışmanın imkanı yoktur.”
2) Tarımda Modernleşmeye Öncelik: “bu geniş ve verimli toprakları
işleyebilmek, işletebilmek için eksik olan el emeğini, her ne olursa
olsun, teknik araçlarla tamamlamak zorundayız…Yurdumuz bir
tarım ülkesidir.bu nedenle halkımızın çoğu çiftçidir, çobandır.
Bundan dolayı en büyük kuvveti, gücü bu alanda gösterebiliriz.”
3) Sanayileşme Zorunludur: “Fakat aynı zamanda sanayimizi de
güzelleştirmek, geliştirmek zorundayız. Eğer sanayi konusunda
hoşgörür olmaya devam edersek, endüstri ürünleri yönünden, yine
dış ülkelere haraç vermek zorunda kalırız.”
4) Sektörlerin Bütünleşmesi: “Tarım ve sanayi ürünlerimizin paraya
dönüştürülmesi
için
ticarete
ihitiyacımız
vardır…
Çiftçinin
sanatkara, sanatkarın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların
hepsinin birbirlerine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkar edebilir?”
62
5) Kalkınma Planı: “Fakat bütün bunlar söylendiği kadar basit ve
kolay olmayan şeylerdir. Bunda başarılı olabilmek için; memleketin
gerçeklerine uygun bir program (plan) üzerinde, bütün milletin birlik
halinde ve aynı uygunluk içinde çalışması gerekir.”
Mustafa Kemal anılan konuşmasında oluşturduğu “kalkınma modeli”ni
hala çağdaşlığını ve evrenselliğini koruyan şu temel görüşe dayandırıyordu:
“Siyasal ve askeri zaferler, ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle
taçlandırılamazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner.”
3.2.2. Kalkınma Politikası
Atatürk’e göre, ekonomik kalkınmanın uygulama araçlarından olan
özel girişim işletmeleriyle devlet işletme ve faaliyetlerinin tümü, ortak bir
strateji çerçevesinde ekonomik kalkınmaya yöneltilmelidir. Atatürk’ün tayin
ettiği ekonomi politikaları böyle bir temel anlayıştan kaynaklanmıştır.
Atatürk'ün ekonomik kalkınma amacına ulaşmak için benimseyip uyguladığı
sistem yaklaşımının en özlü ifadesi yine kendisine aittir (Aysan, 2000: 13):
"Şimdi arkadaşlar, ekonomi hayatımızı gözden geçireceğim.
Derhal bildirmeliyim ki ben ekonomik hayat denince, ziraat, ticaret,
sanayi faaliyetlerini ve bütün nafıa (bayındırlık) işlerini, birbirinden ayrı
düşünülmesi doğru olmayan bir kül (bütün) sayarım. Bu vesileyle şunu
da hatırlatayım ki bir millete müstakil (bağımsız) hüviyet ve kıymet
veren siyasi varlık makinasında devlet fikir ve ekonomi hayat
mekanizmaları, birbirlerine bağlı ve birbirlerine tabidirler. O kadar ki,
bu cihazlar birbirine uyarak aynı ahenkte çalıştırılmazsa hükümet
makinasının motris (önde gelen, sürükleyici) kuvveti israf edilmiş olur;
ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki, bir milletin
kültür seviyesi üç sahada, devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki
faaliyet ve başarıları neticelerinin hasılası ile ölçülür."
63
Atatürk'ün ekonomik kalkınma stratejisinde toplumun türlü kesim ve
sınıfları arasında çatışma ve zıtlaşmaların önlenmesi amacı önemli bir yer
almıştır. Bu konudaki sözleri şöyledir; "Bizim nazarımızda çiftçi, çoban,
amele, tüccar, sanaatkar, doktor, velhasıl herhangi bir içtimai (sosyal)
müessesede (kurumda) faal bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti
müsavidir (eşittir). Ekonomi, pazar ekonomisinin kurallarına göre işletilmeli;
pazarları denetlerken, yönlendirirken ve doğrudan endüstri ve ticaret
işletmeleri kurup işletirken devlet, pazar ekonomisinin kurallarına uymalıdır
(Çelebi, 2002: 17-50).
Atatürk’ün söz ve eylemlerinden çıkarabildiğimize göre kalkınma
modelinin temel amaçları şöyle özetlenebilir (Aysan, 2000: 2-15):
1. Tam istahdamın,
2. Hızlı ve dengeli sermaye birikiminin,
3. Dış ödemeler dengesinin,
4. Dengeli gelir dağılımının,
5. Enflasyonsuz yüksek bir büyüme hızının,
6. Dengeli bir bölgesel kalkınmanın,
7. Özel girişim işletmelerini geliştirmenin,
8. Hızlı teknolojik gelişmenin sağlanması.
Kalaycı (2009: 52-176)’ya göre, Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM),
yukarıdaki amaçlara “dengeci” iktisat politikalarıyla ulaşmayı esas almıştır.
Böylece ulusal kalkınma ve iktisadi bağımsızlık elde edilebilecektir.
i) Atatürk’ün izlediği para politikası, paranın değerini korumak ve
enflasyona ve devalüasyona yol açmamak için emisyonun harcamalarla
orantılı yapılmasına dayanır. Para, Atatürk’ün düşüncesine göre, “…her türlü
vasıtanın üstünde bir mevcudiyet silahıdır.”
ii) AKM’nin dengeli maliye politikasında yeterli vergi toplayarak kamu
harcamalarını finanse etmek söz konusudur. Ayrıca, dış borçları tasfiye
64
etmek ve bağımsız bir gümrük vergisini uygulamak denk bir bütçenin
yapılması için zorunlu görülmüştür.
iii) Dış ticarette denge, Atatürk döneminde ithalat ikamesi yoluyla
sağlanmıştır. Bunun için ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde yüz
civarında tutulması, Türk parası ile yabancı paralar arasında bir dalgalanma
marjının belirlenmesi, ülkenin çıkarları izin verdikçe dış ticarete ambargo
konulmaması düşünülmüştür.
iv) Kamu sektörü ile özel sektör arasında, yatırım ve üretim faaliyetleri
bazında dengenin kurulmasına ilişkin bir yatırım politikası uygulanmaya
çalışılmıştır.
Bütün bunlar, Atatürk’ün ekonomi yönetiminde “dört altın denge” kuralı
olarak bilinmektedir. Bu kurallara uygun manevra yapılmasına zemin
hazırlayan sistem ise “ılımlı devletçilik” politikası olmuştur.
3.2.3. Maliye Politikası
Atatürk’ün maliye politikasının temel amacı, halka işkence etmeden
devlet bütçesi dengesinin sağlanmasıdır. Hatta, kurduğu yeni Türk Devletinin
hızla kalkınması gerektiği için, devlet bütçelerinin, yatırımlara tahsis edilmek
üzere bütçe fazlaları vermesi de sağlanmalıdır. Şu sözler O’nundur:
“Binaenaleyh, usul-ü malîmiz (maliye yöntemimiz) halkı tazyik
ve izrar etmekten içtinap (halka baskı yapmaktan ve ona zarar
vermekten kaçınmak) ile beraber mümkün olduğu kadar harice arz-ı
ihtiyaç ve iftikar etmeden (ihtiyaç ve yokluklar için dışarıya muhtaç
olmadan) varidat-ı kâfiye (yeterli gelir) temin etmek esasına müstenittir
(sağlamak temeline dayanmaktadır).”
“Cumhuriyet bütçelerinin taayyün eden (belirlenen) ve daima
kuvvetlenmesi gereken müşterek hususiyetleri (ortak özellikleri), yalnız
65
denkli oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere
her defasında daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır.”
M. K. ATATÜRK
1 Kasım 1937 T.B.M.M. Açış Konuşmasından
(Akt: Aysan,1961:394)
Tablo 14: Atatürk Dönemi Bütçeleri ve Kesin Hesap Sonuçları (Milyon TL)
Bütçe Kanunu
Kesin Hesap
Yıl
Gelir
Gider
Fark
Gelir
Gider
Fark
1924
129
140
-11
138
132
+6
1925
191
184
+7
171
202
-31
1926
190
190
0
180
173
+7
1927
195
194
+1
202
199
+3
1928
207
207
0
224
201
+23
1929
221
220
0
224
213
+11
1930
223
223
0
218
210
+8
1931
187
187
0
186
208
-22
1932
169
169
0
214
212
+2
1933
170
170
0
199
205
+6
1934
184
184
0
241
229
+12
1935
195
195
0
267
260
+7
1936
213
213
0
271
266
+5
1937
231
231
0
317
311
+6
1938
250
250
0
329
315
+14
Kaynak: Aysan, M.; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, İstanbul
2000 s.173.
Tablo 13 incelendiginde 15 yıllık bütçenin 11 yılı denktir. Bu sonuçta
bize
hükümetlerin
denk
bütçe
ilkesine
ne
kadar
bağlı
kaldığını
göstermektedir. Tabloda görüleceği üzere 1924 bütçesindeki açık 11 milyon
iken, 1925 bütçesi ise 31 milyon lira açık ile kapanmıştır. Denk bütçe-düzgün
ödeme dönemine ise açık vermeyen 1926 yılı bütçesi ile girmek nasip
olmuştur (Türk, 1982: 11). Tablodaki açıkların nedenleri ise 1925 yılındaki
aşarın kaldırılması ve 1929 yılındaki Dünya Buhranı’nın etkileri olarak
değerlendirilebilir.
66
Atatürk’ün Maliye Politikası, Devlet Hazinesinin yurt içinde ve dışında
güçlü olması temel amacını gütmektedir. Ancak, bu amacı gerçekleştirirken
vergilerin, halk için işkenceye dönüşmesi önlenmelidir. Bunun için, vergi
artışlarının halkın gelir düzeyi artışlar ile oranlı olması sağlanmalıdır. Çağdaş
Maliye Politikasının temel amacı olarak gösterilen bu ilke, Atatürk’ün konu ile
ilgili konuşmalarında açık ve seçik olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim Atatürk
döneminde halka ağır gelen ve sosyal zararları çok olan bütün vergi, resim
ve harçlar kaldırılmış; onlar yerine halkın gelir düzeyine göre ayarlanabilen
vergiler getirilmiştir (Aysan, 2000: 15).
Devlet denk bütçe ilkesini sürdürmek ve Cumhuriyet rejimi demek olan
harcamaları sürdürmek için yeni vergiler koymak durumunda kalıyordu.
İktisadi buhran vergisi ve muvazana vergisi 1932’den sonra alınmaya
başlanan vergilerdi. İktisadi buhran vergisi, kazanç, muamele, iç tüketim
vergilerinin oranları sık sık değiştiriliyordu. Vergilerin sık sık değiştirilmesi ve
yükseltilmesi halk arasında hoşnutsuzluk sebebi oluyordu. Vergiler ağır
olunca satın alma gücü düşüyor, mal ve hizmet talepleri azalıyordu. Denk
bütçe sağlam para politikasının devamlılığını sağlamanın çok önemli
olduğunu Atatürk 1936’da şöyle dile getirmişti (Kuruç, 198: 43).
“Vatandaşın hazineye karşı yükümlülüğünün, en mühim vazifesi
olduğunu anlatmak için yorulmak lazımdır. Devletçi ve halkçı olan bir idare
ekonomi hayatında hazinenin kudret ve düzgünlüğü baslıca dayanaktır.
Cumhuriyetin kudreti de her sahada ve milli müdafaa sahasında ihtiyaçlarını
karsılayan hazinenin düzgün olusundadır. Gelecek yıllar için de hazinenin
kudretini muhafaza etmek, sizin en mühim isiniz olacaktır. Milli paramızın
fiilen kararlı olan kıymeti korunacaktır”.
67
Tablo 15: 1930-1933 Yılları Arasında Bütçe Gelir ve Giderleri
Gelir
1930
1931
1932
1933
Kazanç Vergisi
13.090
12.739
11.400
11.709
Muamele Vergisi
15.889
9.078
11.763
13.148
Bina Vergisi
7.899
4.417
4.247
4.147
Hayvan Vergisi
13.857
13.163
11.169
10.731
Arazi Vergisi
5.759
6.052
4.999
4.889
Gümrük Vergisi
56.158
44.009
38.514
34.834
Tekel Gelirleri
35.744
34.334
39.599
33.107
Öbür Gelirler
68.081
63.632
92.613
85.734
Gider
1930
1931
1932
1933
Maliye
24.409
31.445
43.050
30.747
Düyunu Umumiye
26.318
30.248
45.394
46.009
İktisat
8.459
7.727
1.742
1.766
Bayındırlık
33.717
26.829
20.658
22.239
İçişleri
3.965
3.944
3.818
3.903
Güvenlik
4.394
4.10+
3.917
3.985
Eğitim
9.710
7.967
7.195
10.360
Sağlık
4.187
4.037
3.672
4.124
Savunma
70.319
64.378
51.238
53.653
Öbür Giderler
28.652
27.108
29.961
28.777
Toplam
210.130
207.789
210.645
205.563
Kaynak: Yenal, O.; Cumhuriyetin İktisadi Tarihi, Homer Yayınları, İstanbul, 2003 s. 64’ten
1930-1933 yılları için uyarlanmıştır.
Özellikle 1923-1929 döneminde hükümet vergi sistemini büyük ölçüde
değiştiren br maliye politikası izlemiştir. Yüzyıllar boyunca Osmanlı vergi
sisteminin belkemiğini oluşturan “aşar” 1925 yılında kaldırılmıştır. Aşar
hasılatının ortadan kalkmasının yol açtığı boşluğu doldurmak için, bir yanda
ithalata ve binalara yeni vergiler gelirken, öte yanda yürülükteki birçok
verginin
oranı
yükselmiştir.
Dikkat
çeken
bir
başka
nokta
aşarın
kaldırılmasıyla birlikte, gelirler alınan vergilerin Türk vergi sistemi içindeki
payının azalmasıdır.
Bütçe gelirleri içindeki gelir vergilerinin payı, aşar
vergisinin yürülükte olduğu 1923-1924 yıllarında yaklaşık olarak %30 iken,
1926-1930 yıllarında %7’ye inmiştir. 1930’ların başında, dünya buhranının
etkileri altında ciddi bir mali kriz yaşayan hükümetin, büyük ölçüde memur
68
maaşları ve işçi ücretlerine uygulanmak üzere bir takım yeni vergiler
getirmesiyle birlikte gelirlerden alınan vergiler yeniden önem kazanmıştır.
Gelirlerden alınan bu vergilerin bütçe gelirleri içindeki payı 1932-1935 yılları
arasında %19’a, 1936-1938 yılları arasında ise %23’e yükselmiştir (Tezel,
1982: 389-393).
Tokgöz (1999: 92)’e göre, kamu yatırımlarının finansmanında,vergi
gelirleri, halktan uzun vadeli borç alma yanında bütçe harcamalarında da
azami tutumluluğu göstermek yoluyla özkaynaklara dayalı bir model
izlenmiştir. Türk lirasının değerini ülkenin itibarıyla eş değer sayan yönetim,
antienflasyonist para ve maliye politikalarından taviz vermemiştir. Atatürk
dönemi hükümetleri, ekonominin iç ve dış dengelerini koruyan bir kamu
maliyesi politikasına yasal destek sağlamak için, hala yürülükte olan
Muhasebe-i Umumiye Kanunu’nun 1927 yılında yürülüğüe konmasını
sağlamışlardır. Bu yasayla kamu yönetiminin bütçe uygulamaları sırasında
uyması gereken temel kurallar ve ilkeler tanımlanmış ve böylece ülkede
“Bütçe Hukuku”nun oluşmasına imkan verilmiştir.
3.2.4. Para Politikası
Atatürk’e göre para politikasının temel hedefi, devlet harcamaları ile
devlet gelirleri arasında sürekli bir dengenin korunması yoluyla enflasyonun
önlenmesidir. O'na göre, yoksul halkın refahını artırmak, yatırımları
hızlandırmakla olanaklıydı; fakat bunun için devletin vergi gibi sağlam
gelirlerinden daha fazla harcama yapması engellenmeliydi. Dünya krizi,
ekonomi yönetiminin para ve politikalarını adeta yeniden “keşfetmesi”ne
vesile oldu. Para, özellikle sanayi ve sanayileşme için kaynak demekti. Öyle
olunca paranın kıtlasma ve pahalılaşması, sanayi sektörünü krize sokacak,
sanayileşme hızını sekteye uğratabilecekti. Dünya krizi deflasyon olarak
ortaya çıktığı için, bu, Türkiye’de de fiyatların düşmesi ve özel sektörün
durgunluğa sürüklenmesi anlamını taşıyor, dolayısıyla çıkış yolu bir ölçüde
para politikalarından geçiyordu (Kalaycı, 2009: 240).
69
Dünya’da yaşanan krizi para değerindeki düşme ile hisseden Türkiye,
bu dönemde Türk parasının değerini korumaya özen göstermiş ve 16 Mayıs
1929’da çıkarılan 1447 sayılı Menkul Kıymetler ve Borsalar Yasası ile
başlayp, 25 Şubat 1930 tarihinde çıkartılan 1567 sayılı Türk Parasının
Kıymetini Koruma Yasası ile güçlenen ve 11 Haziran 1930 tarihinde kabul
edilen 1715 sayılı Merkez Bankası Yasası ile noktalanan yasalar dizisi
yardımıyla, para politikasını dışa bağımlı olmadan uygulayabilecek araçlar
edinmiştir (Tekeli ve İlkin, 1977: 57).
Atatürk’e göre, çok muhtaç durumda bulunan halkın refahını arttırmak
için yatırımları hızlandırmak gerekliydi. Ancak, yatırımları hızlandırmak
amacıyla, devletin sağlıklı yollardan sağladığı gelirlerden fazla harcama
yapması önlenmeliydi. Bunu önleyebilmek için bütçe fazlası, devlet
tekelleriyle işletmelerinin gelir fazlalarıyla iç ve dış borçlanmadan sağlanan
fonlar tutarından fazla yatırım harcaması yapılmamalıydı ve T.C. Merkez
Bankası'nın
emisyonu
arttırması (para basması) yolundan sağlanan
kaynaklarla yatırım yapılması kesinlikle engellenmeliydi. Atatürk döneminin
kaynak ve harcama rakamlarıyla ilgili olarak elde edilebilen bilgiler, bu ilkenin
de eksiksiz uygulandığını göstermektedir. Nitekim O'nun yönetimindeki 15
yılda ortalama yıllık %4-6 oranında reel büyüme hızı elde edildiği halde
enflasyon yoktur. 1929'da çeşitli nedenlerle ortaya çıkan dengesizlik, alınan
önlemlerle, 1930 yılı sonunda giderilmiştir. Türkiye'nin ilk "İstikrar Programı"
olan 1929 yılı istikrar programı ile devlet harcamalarının kısılması ve
gelirlerinin arttırılması, yabancı ülke borsalarında, Türk Lirası değerinin
desteklenmesi yolundan O'nun deyimiyle "Milli Para Buhranı", 1930 yılı
sonuna kadar kontrol altına alınmıştır (Çelebi, 2002: 17-50).
Atatürk dönemi sonuna göre, yani 1938’de tedavül hacmi 193.979.000
lira düzeyine ulaşmıştır. Emisyon artışı bilinçli olarak sınırlı tutulmuştur. Oyca
TC Merkez Bankası’nda biriken altın ve döviz karşılığında bu miktardan daha
fazla kağıt para piyasaya sürme olanağı vardı. Örneğin Merkez Bankası’nın
altın rezervi 1931’de 6 ton 127 kg iken, 1937 sonunda 26 ton 137 kg olmuştur
(Tokgöz, 1999: 89).
70
Tablo 16: Atatürk Döneminde Emisyon Hacmi ve 1 Sterlin Eşdeğeri
Yıllar
Emisyon Hacmi (Milyon TL)
1 Sterlin Eşdeğeri (Kuruş)
1923
159
763
1924
161
836
1925
165
892
1926
153
928
1927
153
945
1928
153
956
1929
159
1009
1930
163
1032
1931
159
965
1932
164
741
1933
161
702
1934
165
636
1935
170
616
1936
179
624
1937
169
624
1938
194
616
Kaynak: Aysan, M. ; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul
2000. s .174.
Atatürk’e göre, enflasyona gitmeden yatırımların hızlandırılabilmesi
için, halkın tasarrufa yöneltilmesi ve halk tasarruflarının büyük yatırımları
gerçekleştirebilmek için birleştirilmesini sağlayan bir malî yapının kurulması
gereklidir. Atatürk’ün kararı ile başlatılan “Millî İktisat ve Tasarruf Hamlesi” ve
“Yerli Mallar Haftaları” ile T. İş Bankası’nın kurulması, bu amaca yönelik
uygulamalardır (Tekeli ve İlkin, 1977: 92-95).
3.2.5. Yatırım Politikası
Atatürk’ün yatırım politikasının temel amacı, sağlam kaynaklarla
finanse etmek şartıyla en kısa zamanda ülkenin bütün faaliyet alanlarının ve
bütün bölgelerinin kalkındırılmasıdır. O’nun “ılımlı devletçilik’“ politikası
devletin özel kesim işletmelerine denetleyici, yönlendirici ve teşvik edici
öncülüğünü öngörmektedir. Buna ek olarak özel kesimdeki girişim, sermaye
ve yönetim gücü eksiklikleri nedeniyle, halkın ve kişilerin yapamadıkları ve
71
işletme yönetemedikleri iş dalları ve bölgelerde, bu öncülük işlevi, devletin
doğrudan
yatırım
yapması
ve
yatırımla
doğan
işletmeyi
doğrudan
yönetmesini de kapsamına almaktadır. Ekonomiye temel mal ve hizmetlerin
sağlanması için, yukarda belirlenen stratejik önceliklere göre yapılacak alt
yapı yatırımlarında devletin doğrudan işletme yönetmesi, olağan ve sürekli
olabilir. Ancak ekonomide temel mal ve hizmetlerden başka tüketim mal ve
hizmetlerine duyulan türlü nedenlerle geliştiremediği alan ve bölgelerde üstyapı yatırımlarının doğrudan devletçe yapılması ve yönetilmesi de ekonomik
kalkınma amaçları için gerekli bulunacaktır. Bu tür üst-yapı mal ve hizmetleri
üreten ve satan devlet işletmelerinin, piyasa ekonomisinin kurallarına göre
kurulması, işletilmesi ve yönetilmesi gereklidir. Üst-yapı alanında çalışan
devlet işletmelerinin özel kesim işletmeleriyle kıyasıya bir rekabete girişmesi
söz konusu olamaz. Bu alanlarda devletin görevi, öncülük yapmakla sınırlı
olmalıdır ve hükümetlerin en önemli sorumluluğu, özel kesim işletmeleriyle
devlet işletmeleri arasında gelişebilecek yıkıcı bir verimsiz rekabetin
gelişmesini önlemek olmalıdır (Aysan, 2000: 18).
Atatürk, devletin temel işlevlerinin gerektirdiği harcamalar dışındaki
bütçe fazlaları ve borçlanmadan sağlayacağı kaynakların, şu sıra ile
yatırımlara harcanmasını amaçlamıştır (Pamuk, 2008: 63):
1) Bayındırlık işleri. Atatürk nafia olarak adlandırdığı bu işleri, devletçe
yapılması gereken bütün altyapı yatırımlarını kapsayacak bir
biçimde kullanmaktaydı. Demiryolları yapımı ve devletleştirmelerine
verdiği büyük önem bu öncelik yüzündendir. O’na göre alt yapısı
eksik olan bir ülkede zırai ve sınai kalkınma gerçekleşemez.
2) Tarımsal yatırımlar ve bu alanda en büyük öncelik sulama
projeleridir.
3) Tarımsal endüstri (Atatürk bunu Zirai sınai olarak adlandırır)
4) Ağır sanayi
5) Hafif sanayi, ticaret ve hizmetler
72
Atatürk, alt yapı, madenler, temel bayındırlık işlerinde yabancı
sermaye mülkiyetini kesin bir dille reddetmiştir.
“Siyaset-i iktisadiyemizin mühim gayretlerinden biri de
menafi-i umumiyeyi (kamu yararını) doğrudan doğruya alakadar
edecek müessesat (kurumlar) ve teşebbüsat-ı iktisadiyeyi (ekonomik
girişimleri) maliye ve fenniyemizin (tekniğimizin) müsaadesi nispetinde
devletleştirmedir. Ezcümle, topraklarımızın altında metruk (terkedilmiş,
atıl) duran maden hazinelerini az zamanda işleterek milletimizin
menfaatine küşade (açık) bulundurabilmek de ancak bu usul
sayesinde kabildir(mümkündür). Maahaza (bununla birlikte), sırf intifai
iktisadi maksadiyle (ekonomik yarar amacıyla) gerek madenlerimizde
ve gerek sair hususat-ı iktisadiyemizde, umur-u nafiamızda (bayındırlık
işlerimizde)
kullanılmak
hükümetimizce
her
türlü
istenilen
suhuletin
sermayenin
(kolaylığın)
ibraz
sahiplerine
edileceği
(gösterileceği) şüphesizdir.”
M. K. ATATÜRK
1937 TBMM Açış Konuşması
3.2.6. Dış Ekonomi
Atatürk’ün dış ekonomik ilişkiler politikasının amacı, Türk Lirası’nın
yabancı paralar karşısındaki değerinin düşmesini önlemek ve Türk
Hazinesinin uluslararası pazarlama itibarını yükseltmektir. Bu amaca
ulaşabilmek için, yukarda özetlenen maliye ve para politikalarına uygun
olarak dış ödemeler dengesi de sağlanmalı; yabancı devletlere karşı girişilen
ödeme taahhütleri, gecikmesiz ve eksiksiz yerine getirilmelidir. O’na göre bu
ilke, tam bağımsızlığın temel koşuludur (Aysan, 2000: 21).
Devletçilik
uygulamasıyla
birlikte
dış
ticaret
alanında
belirli
düzenlemelere gidilmiştir. Dönemin dış ticaret politikasının başlıca amacı, dış
ticaret açığından kaçınmadır. Bu amaç doğrultusunda, dış ticaret büyük
73
ölçüde ikili anlaşmalarla yürütülmüştür. Türkiye’nin mallarını satın alan
ülkelerden
mal
alınması,
yerli
üretimi
yapılan
malların
ithalatının
sınırlandırılması ve ikili anlaşma konusu olan malların ithalatında serbesti,
uygulanan politikanı başlıca ögeleridir. Yapılan gümrük tarifesi indirimleri
ülkelere ve mallara göre farklı oranlardaydı. Ayrıca 1932 yılından başlayarak
ithalatın önemli bir kısmına döviz tahsis sınırlamaları uygulanmıştır. Bu
alanlardaki düzenlemeler 1934’te kurulan Dış Ticaret Ofisi aracılığıyla
yürütülmüş, ayrıca 1936’dan sonra dış ticaret bütçeleri hazırlanması yoluna
gidilmiştir. Tüm bu düzenlemelerin, dış ticaret açığı konusunda kesin ve
kararlı bir tutumun göstergesi olduğu açıktır (Kepenek ve Yentürk, 1995: 6970).
Atatürk döneminde izlenen dış ticaret politikaları dönemin tümünde
anlayış aynı olmakla birlikte şartların gereği olarak uygulama biçiminde 19231929 dönemi ile 1930-1938 dönemi farklılık göstermektedir. Tüm dönem
boyunca korumacı bir gümrük politikası hedeflenmesine rağmen 1923-1929
yılları arasında hem Lozan’da gümrüklere ve dış ticarete getirilen sınırlamalar
hem de savaşlar nedeniyle ülkenin üretim kapasitesindeki düşüşler nedeniyle
korumacı gümrük politikaları uygulanamamıştır. Bu nedenle 1923-1930 yılları
arasında ithalât ve ihracatın millî gelir içerisinde kapladığı paylar, sonraki 50
yıl içerisinde aşılmamış ve bu anlamda bu dönem Cumhuriyet tarihinin dışa
açık bir dönemi olma özelliğini kazanmıştır. Türkiye dış ticaretteki
özgürlüğüne ancak 1929 yılında sınırlamaların kalkması ile kavuşmuştur.
Ancak bu nedenlerle dönem boyunca dış ticaret dengemiz sürekli açık
vermiştir (Erceyes, 2005: 75).
1923-1939 yılları arası genelde açık veren dış ticaret dengemizin,
1930’la birlikte fazla vermeye başladığı görülmektedir. Bunun en önemli
nedeninin Lozan Anlaşması’nın dış ticaretle ilgili bağlayıcı hükümlerinin
1929’da sona ermesi, Türkiye’nin koruyucu gümrük vergisi uygulamasına
1930’da geçebilmesidir. 1929’da Koruyucu Gümrük Tarifesi ile ilgili kanun
çıkarılmış, böylece ithalatın sınırlandırılması ile ülkenin dış ticareti lehine
işlemeye başlamıştır. 1930-1939 arası dış ticaretin başarıyla yürütüldüğü bir
74
dönemdir. 1947’den sonra
ülkenin ekonomi dengesinin dış ticarete bağlı
olarak nasıl bozulduğu göz önüne alınırsa dönemin başarısının önemi daha
iyi değerlendirilebilir (Taşdurmaz, 2002: 165).
Tablo 17: Cari Fiyatlarla Dış Ticarette Gelişim, 1923-1939 (Milyon TL)
Yıl
GSMH
İhracat
İthalat
İhracatİthalat
İhracat/
GSMH
İthalat/
GSMH
Toplam
DışTicaret
/ GSMH
1923
952.6
85
145
-60
8.9
15.2
24.1
1924
1203.8
159
194
-35
13.2
16.1
29.3
1925
1525.6
192
242
-50
12.6
15.9
28.4
1926
1650.5
186
235
-49
11.3
14.2
25.5
1927
1471.2
158
211
-53
10.7
14.3
25.1
1928
1632.5
174
224
-50
10.7
13.7
24.4
1929
2073.1
155
256
-101
7.5
12.3
19.8
1930
1580.5
151
148
3
9.6
9.4
18.9
1931
1391.6
127
127
0
9.1
9.1
18.3
1932
1171.2
101
86
15
8.6
7.3
16.0
1933
1141.4
96
75
21
8.4
6.6
15.0
1934
1216.1
92
87
5
7.6
7.2
14.8
1935
1310.0
96
89
7
7.3
6.8
14.1
1936
1695.0
118
93
25
6.7
5.5
12.2
1937
1806.5
138
114
38
7.6
6.3
13.9
1938
1895.7
145
150
-5
7.6
7.9
15.5
1939
2063.1
127
118
9
6.1
5.7
11.8
Kaynak: Aysan, M.; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul
2000.176.
Tabloda 16’da görüleceği üzere dış ticaret 1923-1929 döneminde
sürekli açık vermiş, 1929 yılında Dünya İktisadi Buhranı’nın da etkisi ile 101
milyon lira gibi bir seviyeye çıkmış, ancak 1930’dan itibaren alınan gümrük
düzenlemeleri sayesinde açık kapanmaya başlamakla birlikte dünya
buhranının etkisi devam ettiğinden toplam dış ticaret hacmi azalmaya devam
etmiştir.
Aydemir
özetlemektedir:
(1999:
340)
dönemin
dış
ticaret
tablosunu
şöyle
75
“1923 – 1930 arasdında Türkiye, iktisadi problemleri itibariyle bir
çıkmazda gibi görünüyordu. Lord Curzon’un, Lozan’da İsmet Paşa’ya
söylediği
“- Yarın kalkınmaya muhtaç olunca gene bize gelecek, bize el
açacaksınız. Şimdi cebimize attığımız kağıtları, o zaman birer birer
çıkaracağız.”
tehdidi, bir ara gerçekleşecekmiş gibi oldu. Türkiye’ye müstemleke şartları
içinde bazı teklifler bile yapıldı. Fakat Ankara, gerçi fakir, sermayesiz ve
vasıtasızdı. Ama iktisadi esaret ve yabancıların iktisadi kontrolü bahsiznde
titiz, kıskanç ve hatta mutaassıptı. Nitekim 1923 – 1930 arasında yeni
Türkiye, iktisadi alanda belki birçok şey tahakkuk ettiremedi, ama titiz bir
iktisadi istiklal prensibine tam bir sadakatle bağlı kaldı.”
3.2.7. Bankacılık
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda bankacılık faaliyetlerinde devlet
bankası rolünü Osmanlı Bankası yürütmekte idi. Bu dönemde en büyük
sermayeli ulusal banka
olan
Ziraat
Bankası alışılagelen
bankacılık
faaliyetlerini yürütmemekte, bir ihtisas bankası olarak tarım kesimine kredi
desteği sağlamaktadır. Ziraat Bankası 1926 yılında yapılan nizamname
degişikliği ile diğer bankacılık faaliyetlerini de yapmaya başlamıştır (Kuruç,
1988: 56).
Atatürk'ün görüşüne göre, Türk Bankacılığı da Türk'lerin yönetiminde
ve mülkiyetinde olmalıdır. O, yabancı bankaların Türkiye'de çalışmalarına
karşı değildir. Ancak, Türk mevduatının büyük çoğunluğunun yabancı
bankalar elinde olmasını da uygun görmemektedir. O'na göre 1920'de
(%68)'i yabancı kaynaklar elinde bulunan mevduatın ancak (%32)'sinin Milli
Bankalar elinde bulunması uygun değildir. Atatürk'ün Türk Bankacılığı'nı
millileştirmek karar ve düşüncesinin bir sonucu olarak, 1924'de kendi
kurduğu Türkiye İş Bankası da dahil olmak üzere Milli Bankalarımız, 1937'de
76
mevduatın (%81)'ni elde edebilmişler, aynı yılda yabancı bankaların payının
(%18)'e inmesi sağlanabilmiştir. 1920-1937 Yılları arasındaki dönemde 6
katına yükselmiş bankalardaki mevduat toplamı, Atatürk'ün tasarrufu teşvik
yönündeki
önderliğinin
bir
sonucu
olarak,
bu
dönemdeki
kalkınma
finansmanında da önemli katkıda bulunmuştur (Çelebi, 2002: 17-50).
İzmir İktisat Kongresi’nde de kurulması istenen, ticaret ve sanayi
kredisi verecek büyük ölçekli bir ulusal banka kurulması düşüncesini
kuvvetlendirdi ve Atatürk’ün emri ve öncülüğünde bir anonim şirket niteliğinde
Türkiye İş Bankası kuruldu. 1 milyon lira itibarî sermaye ile kurulan İş
Bankası’nın ortaklarını başta Atatürk olmak üzere siyaset adamları, üst
düzeydeki bürokratlar, önde gelen tüccar ve sanayiciler oluşturuyordu
(Çavdar, 1992: 207).
İş Bankası’nın görevleri şöyle tespit edilmiştir (Aysan, 2000: 24):
a) Her türlü banka muamelelerini yapmak,
b) Ziraate, sanayiye, madenlere, enerji istihsali ve tevziine, nafa
işlerine, nakliyeciliğe, sigortacılığa, turizme, ihracata müteallik her
nevi teşebbüsler kurmak veya bu gibi teşebbüslere iştirak etmek,
c) Her türlü eşya veya levazımın istihsal, imal ve tedariki için şirketler
kurmak veya bu işlerle uğraşan teşekküllere iştirak etmek,
d) Her türlü sınaî ve ticarî muameleleri gerek kendi namı ve hesabına
ve gerek yerli ve ecnebi müesseseler ile müştereken veyahut bu
müesseseler nam ve hesabına deruhte ve ifa etmek.
1926 yılında bankacılık sisteminin oluşumu şöyleydi: Anadolu’da
faaliyet gösteren mahalli banka, İstanbul’da kurulmuş 5 büyük banka ve
Ankara’da çalışan 1 banka mevcuttur. 1930’lu yıllar devlet bankacılığının
gelişme ve yayılma dönemidir. Türk bankacılık sisteminin belirleyici ögesi TC
Merkez Bnkası yanında, devlet bankacılığının lideri Sümerbank bu dönemde
faaaliyete geçmiştir. Ardından Etibank, Denizbank, İller Bankası, T. Halk
77
Bankası ve yapısal değişikliğe uğrayan Ziraat Bankası gelmiştir (Tokgöz,
1999 : 90).
İş Bankası’ndan sonra 19.04.1925 yılında kabul edilen 633 sayılı
kanun ile Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. Kuruluş amacı, özel sermaye
ile ortaklıklar kurmak ve devlete ait olan sanayi kuruluşlarını geçici olarak
işletmek ve zamanla bunları özel sektöre devretmekti.
Sümerbank’ı 1935 yılında 20 milyon TL. sermayeyle kurulan Etibank,
onu da 1937 yılında 50 milyon TL. sermayeyle kurulan Denizbank izlemistir.
Sözü edilen bu bankalar büyük ölçüde devlet eliyle ve cebrî tasarruf yoluyla
sermaye oluşturmayı ve yönlendirmeyi amaçlamışlardır (Yasa, 1980: 472).
Tablo 18: Milli Bankalardaki gelişme (1920-1937)
Yıllar
Toplam Mevduat
(milyon lira)
İndeks
1920=100
Mevduattaki Pay %
(Milli B.)
Mevduattaki
Pay %
(Yabancı B.)
1920
1.7
100
32
68
1921
2.4
144
47
53
1922
2.7
153
50
50
1923
3.9
232
60
40
1924
5.7
334
63
37
1925
7.5
529
65
35
1926
10.3
617
70
30
1927
16.8
1006
75
25
1928
22.5
1341
78
22
1929
27.2
1621
82
18
1930
32.3
1927
84
16
1931
35.9
2143
95
5
1932
39.7
2367
95
5
1933
69.5
4145
76
24
1934
68.2
4002
83
17
1935
75.4
4499
83
17
1936
84.1
5021
82
18
1937
96.8
5778
81
19
Kaynak: Aysan, M. ; Atatürk'ün Ekonomi Politikası , Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul
2000, s.177
78
Türk sermayesinin, yabancı sermaye karşısında en başarılı olduğu
sektör
bankacılıktır.
Hükümet,
tüccar
ve
sanayicilerin
kredi
darlığı
şikayetlerine tepki göstererek, bankacılık faaliyetinin giderek yerli sermaye
eline geçmesini etkin bir biçimde desteklemiştir (Keyder, 1982: 140).
Bankacılık
sektörüyle
en
yakın
ilişkilendirilen
alan,
kuşkusuz
sigortacılık alanıdır ve ulusal sigortacılık piyasasının niçin oluşturulması
gerektiği İzmir İktisat Kongresi tutanaklarında görülebilir. Kongreden sonra
yabancı sigorta şirketlerinin ortaklığıyla bu popüler alan gittikçe gelişti. T. İş
Bankası, sigortacılıkta kamu müdahalesini temsil etti. 1925’te Anadolu sigorta
TAS kuruldu, onu diğer bir çok sigorta ve reasürans şirketi izledi. Finans
sektörünün bir diğer cephesi de borsa olup; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
İstanbul Borsası devrolunmuştu ve 1906 tarihli Esham ve Tahvilat borsası
tüzüğüne göre çalışmaktaydı. İstanbul Borsası 1929’da yeni bir yasal
çerçeveye kavuşturuldu; menkul kıymet yönü değil, serbest piyasaya uygun
kambiyo yönü temel alındı. Bu da, Atatürk’ün devletçi politikaları paralelinde
dış ticaret ve kambiyo rejiminde gerekli yerini aldı. Hükümet 1938’de
kurlardaki endişeli dalgalanmaları esas alarak üç yıllığına kapattı. Başkentte
Kambiyo Esham ve Tahvilat Borsası açıldı. İstanbul Borsası tekrar açılınca
savaş yılları başladı ve borsacılık mesleği krize girdi (Kazgan, 1998: 233).
3.2.8. Ulaştırma
Ekonominin gelişmesinde vazgeçilmez unsurlardan biri şüphesiz alt
yapı çalışmalarıdır.
Şimendifer ya da demiryolu politikası Cumhuriyetin kuruluş dönemini
simgeleyen hareketlerin başında gelir. 1924’te başlayan, 1927’den sonra
hızlanan ve 1939’a doğru sona erdiği anlaşılan demiryolu politikası yeni
rejimin kuruluşu ile özdeşleşmiştir. Demiyolları 19. yy.da dünyada büyük bir
hareket yaratmıştır. Demiryolu demek, siyasal iktidar ve ekonomik nimet
79
demekti. Demiryolu politikası, devlet kurma ve iç pazar yaratma politikası
demek oluyordu (Kuruç, 1988: 33), (Akt: Taşdurmaz, 2002: 125-126).
Atatürk ve yakın çalışma arkadaşları, asker kökenli devlet ve siyaset
adamlarıydı. Kurtuluş Savaşı yıllarında ulaştırma olanaklarının ilkelliği veya
yokluğu nedeniyle çekilen büyük sıkıntıları ve kaybettikleri insanları
düşünerek, Devletin ulaştırma yatırımlarına öncelik vermesini sağladılar. O
dönemde karayolu taşımacılığı henüz doğmamıştı. 1932 yılına dek İstanbulİzmit arasında bile karayolu yoktu. Bilinen ve uygun olan demiryolu ulaşım
ağının büyük iller arasında kurulmasına girişildi. Önce yabancıların elinde
olan demiryolu yapım ve işletmeciliği imtiyazı Devlet tekeline alındı. 22 Nisan
1924 tarih 506 sayılı bir yasayla mevcut hatların devletleştirilmesine gidildi.
Yabancı
şirketler
ve
azınlıkların
“Türkler’in
demiryolu
işletmeciliğini
başaramayacaklarına dair…” görüşlerini kısa sürede boşa çıkaran sonuçlar
elde edildi. Genç Cumhuriyet yönetimi, on yıl içinde 2213 km yeni hat
işletmeye açmayı başardı. Bu yatırım, dış yardım almadan, ülkenin sınırlı
kaynakları seferber edilerek gerçekleştirildi. Ortalama yılda 200km’ye varan
bir yatırım ve çalışma temposuyla, Atatürk döneminde toplam 3360 km
demiryolu yapımı gerçekleştirildi. Yabancılardan satın alınan şebeke ise 1929
km uzunluğundaydı (Tokgöz, 1999: 81-82).
Karayolları ise ülkenin belirli bir kısmına ulaşım imkanı veriyordu
ancak
bunlar
da
geçirilen
savaşlardan
dolayı
oldukça
yıpranmıştı.
Cumhuriyet’e kalan karayolları, 13.885 km’si şose, 4.450 km’si toprak yol
olmak üzere 18.335 km olarak gösteriliyorsa da bunlar genellikle fazla dar,
meyilli ve bakımsızlık dolayısıyla haraptı. Karayollarının onarımında ve
yapımında gerekli kaynak bulunamayınca halkın beden gücüne vergi karşılığı
sayılmak yoluyla başvurulmuştur. 1929 yılında Yollar ve Köprüler Dairesi
kurularak; yol vergisinin %50’si yol inşaasında kullanılmak üzere illere tahsis
edilmiştir (Kazgan, 1988: 10).
Ulaşım sektörüyle ilgili gelişme çizgisini Tablo 18 ortaya koymaktadır.
Bu dönemde 1000 kişiye 6 karayolu aracı düşmesi dikkat çekmektedir.
80
Tablo 19: Ulaştırma Sektörü Temel Göstergeler
1923
1929
1938
13.9
14.4
17.00
1000 kişiye düşen kilometre
11
10
10
Motorlu karayolu taşıtı, 1000 adet
1.5
7.8
9.5
1
6
6
4.1
5.1
7.1
3
4
4
Demiryoluyla taşınan yük, milyon km
257
511
1348
Kişi başına ton/km
20
36
79
Ticaret filosu, 1000 gros ton
83
175
263
1000 kişiye düsen gros ton
66
123
155
Limanlarda boşaltma ve yükleme, milyon
net ton
15
25
24
Üst yapılı yollar, 1000 kilometre
1000 kişiye düşen sayı
Demiryolu hatları, 1000 kilometre
1000 kişiye düşen kilometre
Kişi başına düsen net ton
1
2
1
Kaynak: Tezel, Y. S.; Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yayınları,
Ankara, 1982,s:129.
Cumhuriyet ilan edildiğinde, ülkede 34 bin tonajlık 88 adet buharlı çok
eski ve küçük tekne vardı. 1926 yılında yürülüğe giren “Kabotaj Kanunu” Türk
limanları arasında yük taşıma ve limanların işletilmesi hakkını tamamen Türk
gemi ve gemicilerine verdi. Bu uygulama kısa sürede olumlu sonuç verdi ve
1927’de tonaj toplamı 130bine çıktı. Bugünkü Türk Sivil Havacılığının temeli
de 20 Mayıs 1933’te çıkarılan bir yasayla atıldı. Bu yasayla Hava Yolları
Devlet İşletmesi İdaresi kuruldu. Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak
faaliyet gösteren idare 5 uçak ve 24 personelle işe başladı. İstanbul-Ankara
arasında ilk uçak seferi 17 Şubat 1934’te gerçekleştirildi (Tokgöz, 1999: 8283).
Atatürk Dönemi’nde ulaşım sektörü, kara, hava ve deniz yolu
açısından bir ivme kazanmıştır. Ancak en büyük yatırımlar demiryolları için
yapılmış ve en büyük ilerleme demiryollarında kaydedilmiştir.
SONUÇ
1923 – 1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin, uygulanan ekonomi
politikaları yönüyle incelendiği bu araştırma ile ulaşılan sonuçlar şöyledir:
Cumhuriyetin kuruluş yılını temsil eden 1923 yılındaki ekonomik
tabloyu anlayabilmek için öncelikle Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki
ekonomik yapı incelenmelidir. Uzun süren savaşlar ve kaybedilen topraklar
nedeniyle dış borçlanmalar artmış ve halkın sırtına oldukça ağır vergi yükleri
bindirilmiştir. Böyle bir ortamda başlayan Milli Mücadele yılları da mali açıdan
sıkıntılarla doludur. Ancak Türk milletinin bağımsızlıktaki azim ve kararlılığı
ve Mustafa Kemal’in önderliği ile pek çok zorluğun üstesinden gelinmiş, tüm
yokluklara rağmen Milli Mücadele kazanılarak yeni Türkiye Cumhuriyeti
kurulmuştur. İşte bu noktadan sonra kazanılan askeri ve siyasi zaferin
ekonomik zaferlerle taçlandırılması gerekmiştir.
1923’ten itibaren Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik açıdan dışa bağımlı
olmadan öz kaynaklarını işlevsel hale getirerek ekonomik gelişme yolunda
önemli adımlar atmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenecek iktisat
politikasını daha çok içinde bulunulan şartlar belirlemiştir. Osmanlı’dan beri
süregelen düşünce yapısı, dünyadaki ekonomik yaklaşımlar, sermaye
yetersizliği, aşırı dış borçlar, Lozan Barış Anlaşması’nın getirdiği sınırlamalar,
Dünya Ekonomik Buhranı bu şartların en önemlilerindendir. Bu sınırlılıklar
içerisinde hareket eden yeni cumhuriyetin yöneticileri dünyadaki mevcut
ekonomik
sistemlerin
ülke
şartlarına
uygun
olan
yönlerini
alıp
uygulamışlardır. Bu nedenle kimi zaman liberal, kimi zaman devletçi
politikalar izlendiği söylenebilir. İzlenen ekonomi politikaları çerçevesinde
Anadolu’nun birçok yerinde fabrikalar kurulmuş, kısa sürede oluşturulan
özellikle demiryolu ağı ile ulaştırma ve ticarette önemli bir atılım sağlanmıştır.
1923’ten 1929’a kadar geçen dönemdeki ekonomik uygulamalara
bakıldığında daha çok liberal bir yapının hakim olduğu görülmektedir. Bu
dönemde girişimciliğin ve özel sektörün teşvik edilmesi için zeminin
82
oluşturulduğu, tarımın ve sanayinin geliştirilmesi için önemli kararlar alındığı,
zaman zaman yurt dışından getirilen uzmanların bilgisine başvurulduğu
görülmektedir. Ayrıca Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Kabotaj Kanunu,
Türk Ceza Kanunu gibi alanlarda yapılan düzenlemelerle de ekonomik
gelişmenin dayandırılacağı hukuki zenim oluşturulmuştur. Bu arada tüm
dünyayı etkileyen 1929 Buhranı, alınan tedbirler sayesinde ülkemizde
doğrudan bir olumsuzluk yaratmamıştır. Ancak bu dönemden itibaren, ülkeyi
en hızlı şekilde refaha kavuşturmak için özellikle iktisadî alanda devlet
müdahalesini artırmayı savunan devletçilik politikası benimsenmiştir.
1929 yılına kadar olan dönemde oluşturulan yasal düzenlemeler ve
altyapı çalışmaları sayesinde, 1938’e kadar olan yıllarda hızlı kalkınmanın ön
planda oluğu bir süreç yaşanmıştır. Özellikle bankacılık sektöründe
atılımların yapıldığı bu dönemde kurulan Merkez Bankası ile Türk Lirası
kontrol altına alınmıştır. Bu dönemde ekonomik kalkınmayı hızlandırmayı
amaçlayan,
özel sektörü teşvik eden bir devletçilik anlayışının mevcut
olduğu görülmektedir.
1923-1938 arasında geçen 15 yıl gibi, devletler için kısa sayılabilecek
bir
zaman
diliminde
gerçekleştirilen
tüm
ekonomi
politikaları,
genç
cumhuriyetin sağlam temeller üzerinde yükselmesini sağlamıştır. Bu noktada
Atatürk’ün ülkenin şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun yeni bir karma ekonomi
modeli geliştirdiği, gelirler ile giderler arasında dengenin sürekli korunarak
enflasyon gibi bir sıkıntıya meydan verilmediği açıkça görülmektedir.
83
KAYNAKÇA
ACAR, Yalçın; Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve İzlenen Politikalar
(1923-1963), Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa, 1991.
ALTIPARMAK, Aytekin; “Türkiye’de Devletçilik Döneminde Özel Sektör
Sanayiin Gelişimi,” Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, Sayı:13, 2002,
AVCIOĞLU, Doğan; Türkiye’nin Düzeni (Dünü, Bugünü, Yarını), Tekin
Yayınevi, İstanbul 1982.
AYSAN, Mustafa; Atatürk’ün Ekonomi Politikasının Temel Kavramları, (1
Kasım 1937 T.B.M.M.’ni Açış Konuşmasından), “Atatürk’ün Söylev ve
Demeçleri I”, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayın No. 1, Ankara, 1961.
AYSAN, Mustafa; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüşüm
Yayınları, İstanbul 2000.
BAŞKAYA,
Fikret;
Devletçilikten
24
Ocak
Kararlarına
Türkiye
Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi, Özgür Üniversite Yayınları, Ankara,
2004.
BERKES, Niyazi; Türk Düşününde Batı Sorunu, Bilgi Yayınevi, Ankara,
1975.
BORATAV Korkut; Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayınevi,2. Baskı,
Ankara,1982.
BORATAV, Korkut; “İktisat Tarihi (1908-1980)”, Türkiye Tarihi – Çağdaş
Türkiye (Editör: Sina Akşin), İstanbul, Cem Yayınları, İstanbul, 2000.
BOSTANCI, M.Naci; Cumhuriyetin Başlangıç Yıllarında Ekonomi ve
Siyaset, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1996.
84
BULUT, Cihan; Atatürk Dönemi Ekonomik Yapı Ve Politikaları Qafqaz
Üniversitesi
Uluslararası
İktisat
Bölümü
(http://journal.qu.edu.az/article_pdf/1035_410.pdf) (Erişim tarihi: 25.08.2013)
BULUTAY, Tuncer, TEZEL Yahya S., YILDIRIM Nuri; Türkiye Milli Geliri
1923-1948, A.Ü.S.B.F Yayını , Ankara, 1974.
CEM, İsmail; Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul,
1970.
ÇAVDAR, Tevfik; Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900-1960, İmge Kitabevi,
Ankara, 2004.
ÇAVDAR, Tevfik; Türkiye’de Liberalizm 1860-1990, İmge Kitabevi Yayınları
Ankara 1992.
ÇELEBİ, Esat; Atatürk’ün Ekonomik Reformları ve Türkiye Ekonomisine
Etkileri (1923-2002), Doğuş Üniversitesi Dergisi,2002,5,17-50
ÇOŞKUN, Ali; “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi”, Atatürkçü
Düşünce Dergisi, 72-77., Sayı: 4, Kasım 2003.
D.İ.E, Türkiye’de Toplumsa ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Ankara,
1973.
ELDEM, Vedat; Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun
Ekonomisi, TTK Yayınları, Ankara 1994.
ERCEYES, Salih; Tarihi Açıdan Atatürk Dönemi İktisat Politikaları (19231938), Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2005.
ERKAN,
Hüsnü.
Cumhuriyet
Öncesi
ve
Sonrası
Türk
Ekonomisi.
http://kisi.deu.edu.tr/husnu.erkan/cumhuriyet.html (Erişim Tarihi:25/06/2013)
EROĞLU, Nadir; “Atatürk Dönemi İktisat Politikaları (1923-1938)”, Marmara
Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt XXIII, Sayı:2, 2007.
85
EZER, Feyzullah; 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin Türkiye’ye Etkileri,
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 1, Elazığ, 2010.
GÜRAN, Tevfik
“Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında
Tanzimat, Ankara,1992.
GÜRSOY, Bedri, “Muharrem Kararnamesinin 100. Yılı”, Atatürk Dönemi
Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara: A.Ü.
SBF. Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını, 1982.
HATİBOĞLU, Zeyyat; Gelişme İktisadi ve Türkiye’nin İktisadi Gelişmesi,
İ.T.Ü. Yayını, İstanbul, 1981.
İNAN, Afet; Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi
Planı 1933, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1972.
İNAN, Afet; İktisat Kongresi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI. Dizi,
Ankara,1982.
KALAYCI, İrfan, “Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin
Kazanımlar”, Maliye Dergisi, Sayı 156 , Ocak-Haziran 2009.
KARASAR, Niyazi; Bilimsel Araştırma Yöntemi, Nobel Yayınları, Ankara:
2005.
KEPENEK Yakup; YENTÜRK Nurhan; Türkiye Ekonomisi, 7. Baskı, Remzi
Kitabevi, İstanbul, 1995.
KEYDER, Çağlar; Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Yurt
Yayınları, Ankara, 1982.
KORALTÜRK, Murat; “Ali İktisat Meclisi (1927-1935)”, Ekonomik Yaklaşım,
Cilt 7, Sayı 23, Kış, 1996.
KURT, İsmail; İttihat Ve Terakki Döneminde Osmanlı Ekonomisi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2012.
86
KURUÇ, Bilsay; Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yayınevi,
Ankara, 1987.
MUTLU, Abdullah; Tanzimattan Günümüze Türkiye’de Vergileme Zihniyetinin
Gelişimi, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Yayın No:
2009/390, Ankara, 2009.
NOHUTÇU, Ahmet; “Atatürk Dönemi Ekonomi Politikalarına Genel Bir Bakış”,
Düşün, Sayı 13, Bahar, 2001.
ÖLMEZOĞULLARI,
Nalan;
Ekonomik
Sistemler
ve
Küreselleşen
Kapitalizm, 4. Baskı, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2003.
ÖNSOY, Rifat ; Osmanlı Borçları 1854-1914, Turhan Yayınları, Ankara,
1999.
PAÇACI, Cihan. (1998). “Cumhuriyet Döneminde Türk Bankacılık Sektörü”,
Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı, s:3398-3406.
PAMUK,
Şevket;
“Osmanlıdan
Cumhuriyete
Küreselleşme”,
İktisat
Politikaları ve Büyüme, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008.
PARASIZ, İlker; 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi
Kitabevi, Bursa, 1998.
RODOPLU, Hakan; Atatürk Dönemi Türkiye Ekonomisi: Ekonomi
Politikası Ve Uygulamalar, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, 1998.
SATIR, Kemal; Atatürk Döneminde Türkiye Ekonomisi Semineri Açılış
Konuşması, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,1981.
SAVAŞ, Vural; Politik İktisat, Beta Basın Yayın Dağıtım, 2.Baskı, İstanbul,
1994.
SEVGİ, Cezmi; Sanayileşme Sürecinde Türkiye ve Sanayi Kuruluşlarının
Alansal Dağılımı, Beta Basım Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994.
87
SOYAK, Alkan; “Türkiye’de İktisadi Planlama: DPT’ye İhtiyaç Var mı?”,
Doğuş Üniversitesi Dergisi , Cilt 4, Sayı 2, s.167-182, 2003.
Şimşek, H., ve Yıldırım, A. Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri,
Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2000.
TAŞDURMAZ,
Banu;
Türkiye
Ekonomisinde
Cumhuriyetin
İlk
Dönemlerinin İktisadi Yapısı (1923-1939), Niğde Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü İktisat Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Niğde, 2002.
TEKELİ, İlhan, İLKİN, Selam; 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi
Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1977.
TEZEL, Yahya S.; Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt
Yayınları, Ankara, 1982.
TOKGÖZ, Erdinç; Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-1999), 5.
Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1999.
TOPRAK, Zafer; Türkiye’de Milli İktisat(1908-1918),Yurt Yayınları, Ankara,
1982.
TÖREN, Deniz, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları, Ekonomi Üzerine
İnceleme, Global Politikalar Araştırma Merkezi, Rapor No:7, Ocak 2011.
TURAN, Refik; SAFRAN, Mustafa; HAYTA, Necdet; Atatürk İlkeleri ve
İnkılap Tarihi, Gazi Kitabevi, Ankara, 2004.
TÜİK,
İstatistik
Göstergeler.
http://tuikapp.tuik.gov.tr/Gosterge/?locale=tr
(Erişim Tarihi: 07/08/2013)
TÜRK, İsmail, “Atatürk Ve Mali Sistemi”, Atatürk Dönemi Ekonomi
Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, s.7-21, 1982.
88
ULUDAĞ, İlhan ve ARICAN, Erişah; Türkiye Ekonomisi, Der Yayınları,
İstanbul, 2003.
ÜĞE, Gülçer; Türkiye Ekonomisi ve Bütçe Analizi (1923-1950), İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul, 2010.
ÜLKEN, Yüksel, 1923’ten 1933’e Cumhuriyet Ekonomisi, Filiz Kitabevi,
İstanbul, 1994.
ÜLKEN, Yüksel; “Atatürk Döneminde İktisadi Arayışlar, Eylemler, Olaylar”,
İ.Ü. İktisat Fakültesi Dergisi, Cilt:42, No:1-4, S:19-20, İstanbul, 2011.
YAŞA, Memduh; Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978,
Akbank Kültür Yayınlar, İstanbul, 1980.
YENAL, Oktay; Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Homer Kitabevi, İstanbul,
2003.
YERASİMOS, Stefanos; Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, 3. Baskı,
Gözlem Yayınları, İstanbul, 1980.
YILDIRIM, İsmail; “Ondokuzuncu Yüzyıl Osmanlı Ekonomisi Üzerine Bir
Değerlendirme (1838-1918)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
Cilt: 11 Sayı: 2, Sayfa: 313-326, Elazığ, 2001.
YILDIRIM, Kemal; KAHRAMAN, Doğan; Makro Ekonomi, Eğitim, Sağlık ve
Bilimsel Araştırma Vakfı, Yayın No: 145, Eskişehir, 2001.
YÜKSEL, Hasan, “Atatürk’ün Devletçilik Anlayışı”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, Cilt XII, Sayı 35, s.609-614, 1996.
Download