T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI 1923-1938 DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ: UYGULANAN EKONOMİ POLİTİKALARI YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Betül SÖNMEZ Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Fetullah AKIN Ankara - 2014 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI 1923-1938 DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ: UYGULANAN EKONOMİ POLİTİKALARI YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Betül SÖNMEZ Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Fetullah AKIN Ankara - 2014 i ÖZET SÖNMEZ, Betül. 1923- 1938 Dönemi Türkiye Ekonomisi: Uygulanan Ekonomi Politikaları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2014. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde tarım, sanayi, demiryolu gibi altyapı unsurları, finans ve paranın kontrolü gibi ekonominin temellerini oluşturan birçok kurum yabancıların kontrolüne geçmiştir. I.Dünya Savaşı ve ardında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na göre Anadolu topraklarının büyük bölümü işgal edilmiş ve Mustafa Kemal liderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşımız başlamıştır. Ekonomik yokluklar içinde sürdürülen mücadelede ülkenin zaten yetersiz olan tüm kaynakları kullanılmış, bunun yanında ülkenin genç erkek nüfusu cephelerde şehit düşmüştür. Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlandırıp, Cumhuriyetin ilanından sonra, tam bağımsızlık ilkesi çerçevesinde ekonomik bağımsızlığın sağlanması yolunda adımlar atılmaya başlanmıştır. Ekonominin her alanında ülke çapında, dışa bağımlı olmadan yeniden yapılanma çalışmaları sürdürülmüştür. Ayrıca 1929’da bütün dünyayı etkisi altına alan “büyük buhran”, bir çok ülkenin ekonomik açıdan zorlu bir süreçten geçmesine neden olmuştur. Genç Türkiye Cumhuriyeti ise Atatürk’ün öngördüğü ve uygulattığı tedbirler ile bu ekonomik buhrandan yara almadan sıyrılmayı başarmıştır. Ayrıca ülke her alanda yatırımlara ve hızlı bir kalkınmaya sahne olmuştur. Atatürk, her zaman planlı bir ekonomik kalkınmayı savunmuştur. Henüz cumhuriyet ilan edilmemişken bir iktisat kongresi toplayarak, kurulmakta olan devletin ekonomi politikalarına ilişkin kararlar alınması, bunun en güzel örneğidir. Cumhuriyetin ilanından sonra da tarımda, sanayide, ulaşımda, bankacılıkta ve dış ticarette pek çok atılım yapılmıştır. Gerektiğinde yurt dışından uzmanlar getirilerek fikirleri alınmış, bu sektörlerin uygulayıcısı olacak kişilere eğitimler verilmiştir. Atatürk döneminde Türk Lirası değerini korumuş, enflasyonsuz bir kalkınma gerçekleştirilmiştir. Bu ii dönemde Osmanlı’dan kalan borçlar da tamamen ödenmiştir. Tarımı, sanayiyi, ticareti teşviş etmek için kanunlar çıkarılmış, bankalar kurulmuştur. Kısacası ülkeyi kendine yeten, dışa bağımlı olmaktan koruyacak her türlü tedbir alınmış, hızlı bir kalkınma süreci yaşanmıştır. Bu araştırmada, Atatürk dönemi ekonomi politikaları, yukarıda genel hatlarıyla bahsedilen çerçeve içerisinde incelenmeye çalışılmıştır. Bu araştırma ile Cumhuriyetin Atatürk’ün ilk ekonomi yıllarındaki politikasının ekonomik dayandığı gelişmeleri ortaya temelleri, koymak amaçlanmıştır. Araştırmada yöntem olarak literatür taraması esas alınmıştır. Araştırma, günümüz Türkiye ekonomisinin, Atatürk’ün sağlam temeller üzerine inşa ettiği ekonomi politikaları sayesinde kendine yeten, dışa bağımlı olmayan bir temele dayandığını tarihsel süreç içerisinde göstermesi açısından önemlidir. Anahtar Kelimeler: 1. İktisat Politikası 2. Cumhuriyet Dönemi Ekonomi Politikaları 3. Ekonomi 4. Kalkınma 5. İktisat Teorisi iii ABSTRACT SÖNMEZ, Betül. Turkish Economy Between 1923-1938: Economy Policies That Were Applied, Master Thesis, Ankara, 2014. In the last periods of the Ottoman Empire many institutions that provide the basis for economy such as infrastructure components such as agriculture, industry and railway, finance and the control of money were captured by the foreigners. Most of the Anatolian land was occupied according to the Mondros armistice agreement and National Independence War was started under the leadership of Mustafa Kemal. The country’s whole sources that were already incompetent were used in the struggle that was carried on with economical shortages. Besides the young male population of the country wore the crowns at the fronts. Steps to provide economical independence in the frame of the complete independence principle started to be taken after the National Struggle had been brought to a successful issue and the Republic had been declared. The studies of reconstruction without being dependent on foreign were carried on nationwide in the all fields of economy. Furthermore “the Great Depression” that got at the whole world in 1929 led to many countries to pass a challenging process in terms of economy. The Young Turkish Republic succeeded in getting out of this economical depression without being wounded by the precautions that Atatürk foresaw and made to apply. The country also witnessed investments in every field and a fast development. Atatürk always advocated a planned economical development. The best example of this is that before the declaration of the republic he assembled an economics congress and took decisions about the economical policies of the government that was being established. Many advances were made in agriculture, industry, transportation, banking line and foreign trade after the declaration of republic. Experts from abroad were invited when necessary, their ideas were asked and trainings were applied to the people that would be the iv operators of these sectors. In Atatürk’s period, Turkish Lira maintained its value and a development without inflation was actualized. The debts remained from the Ottoman Empire were completely paid in this period. Laws were enacted to stimulate agriculture, industry and trade. Banks were opened. Briefly, every kind of precaution that would protect the country to be dependent on foreign and provide the country to be self-sufficient was taken and a fast development process was experienced. Economical policies in Atatürk’s period have been tried to study within the frame mentioned broadly above in this research. In this research, to express the basics that Atatürk’s economy policy was based on and the economical developments in the first years of the Republic were aimed. Literature searching has been rested as the method in the research. The research is important in terms of presenting in historical process that current Turkish economy has a basis that is self-sufficient and is not dependent on foreign because of economy polices that Atatürk founded on firm basics. Key Words: 1. Economic Policy 2. Economy Policies of Republic Period 3. Economy 4. Development 5. Economic Theory ÖNSÖZ “1923-1938 Dönemi Türkiye Ekonomisi: Uygulanan Ekonomi Politikaları” isimli bu araştırmada; Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda izlenen ekonomi politikaları, tarihsel süreç içerisinde ele alınmaya çalışılmıştır. Söz konusu dönemdeki mevcut iktisat teorileri, politikaları ve uygulamaları, ilgili literatürün taranması ile incelenmiş, dönemin ekonomik gelişmeleri araştırılmıştır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınması sürecinde Atatürk’ün kararlı bir şekilde uyguladığı ekonomi politikalarının etkilerine ve sonuçlarına yer verilmiştir. Tüm zorluklara karşın yabancı devletlere bağımlı olmadan gelişen Türkiye ekonomisinin temellerinin incelendiği bu araştırma, Osmanlı Devleti’nin son yıllarındaki ekonomik durumu, Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasındaki dönemin ekonomik gelişmelerini içermektedir. Araştırma sürecinde bilgi ve tecrübeleri ile bana yol gösteren danışmanım Yrd. Doç. Dr. Fetullah AKIN’a, lisans eğitimimden itibaren her konuda bilgilerini paylaşarak bizleri aydınlatan İktisat Bölümünün değerli öğretim üyelerine ve araştırma görevlilerine, yolumu her zaman aydınlatan en büyük dayanağım güzel annem Gülşen SÖNMEZ’e, yanımda olmasa da beni duyduğunu ve hissetiğini bildiğim canım babam Ali SÖNMEZ’e, varlığıyla bana güç veren ikinci annem, arkadaşım, şansım, canım ablam Dr. Serpil DEMİREZEN’e ve Demirezen ailesinin diğer fertlerine teşekkürü borç bilirim. Betül SÖNMEZ Ocak 2014 vi İÇİNDEKİLER ÖZET .............................................................................................................. i ABSTRACT .................................................................................................. iii ÖNSÖZ .......................................................................................................... v İÇİNDEKİLER ............................................................................................... vi KISALTMALAR .......................................................................................... viii TABLOLAR LİSTESİ .................................................................................... ix GİRİŞ ............................................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM ÖNCESİ EKONOMİ-OSMANLI’NIN SON DÖNEMLERİ 1.1. OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMLERİNDE EKONOMİNİN GENEL DURUMU .................................................................................. 4 1.1.1. Tarım ............................................................................................... 6 1.1.2. Sanayi .............................................................................................. 8 1.1.3. Ticaret ............................................................................................ 12 1.2. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ EKONOMİK DURUM ............................. 15 İKİNCİ BÖLÜM 1923-1938 YILLARI ARASI EKONOMİK GELİŞMELER 2.1. GENEL EKONOMİK DURUM ............................................................... 22 2.1.1. Dönemin Ekonomi Politikaları ........................................................ 23 2.1.2. Dönemin Ekonomi Uygulamaları ................................................... 24 2.1.2.1. İzmir İktisat Kongresi .............................................................. 24 2.1.2.2. Lozan Barış Anlaşması’nın Ekonomik Hükümleri ................... 28 2.1.2.3. Aşar Vergisi’nin Kaldırılması ................................................... 31 2.1.2.4. Teşvik-i Sanayi Kanunu .......................................................... 33 2.1.2.5. Ali İktisat Meclisi ..................................................................... 34 2.1.3. 1929 Buhranı’nın Etkileri ................................................................ 35 2.1.4. Sanayileşme Planları ..................................................................... 41 2.1.4.1. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ................................................. 42 2.1.4.2. İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı .................................................. 47 vii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1923-1938 DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ VE ATATÜRK’ÜN EKONOMİ ANLAYIŞI 3.1. 1923-1938 DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ ............................................... 50 3.1.1. Tarım Sektörü ................................................................................ 50 3.1.2. Sanayi Sektörü .............................................................................. 53 3.1.3. 1923-1938 Döneminin Değerlendirilmesi ....................................... 56 3.1.3.1. 1923-1929 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu ................ 56 3.1.3.2. 1929-1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu ................ 57 3.2. ATATÜRK’ÜN EKONOMİ ANLAYIŞI ................................................... 60 3.2.1. Atatürk’ün Ekonomik Stratejileri ..................................................... 60 3.2.2. Kalkınma Politikası ........................................................................ 62 3.2.3. Maliye Politikası ............................................................................. 64 3.2.4. Para Politikası ................................................................................ 68 3.2.5. Yatırım Politikası ............................................................................ 70 3.2.6. Dış Ekonomi .................................................................................. 72 3.2.7. Bankacılık ...................................................................................... 75 3.2.8. Ulaştırma ....................................................................................... 78 SONUÇ ........................................................................................................ 81 KAYNAKÇA ................................................................................................ 83 viii KISALTMALAR AKM : Atatürk’ün Kalkınma Modeli Akt : Aktaran BBYSP : Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı C : Cilt diğ. : Diğerleri GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla İBYSP : İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı kg : Kilogram krş : Kuruş s : Sayfa SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi TL : Türk Lirası US : Amerikan Doları ix TABLOLAR LİSTESİ Sayfa No Tablo 1: 1914 Yılı Büyük Kentlerin Nüfus Rakamları .................................... 5 Tablo 2: Belli Başlı Osmanlı Tarım Ürünleri, 1909 ........................................ 8 Tablo 3: Cumhuriyetin Başlangıç Döneminde Anadolu’daki Sanayi’nin Görünümü (1921) .......................................................................... 11 Tablo 4: Dış Ticaret (1881-1914) ................................................................ 12 Tablo 5: Dış Ticaret Değerlerinin Yıllara Göre Dağılımı (Bin TL)................ 38 Tablo 6: Dış Ticaret Miktarlarının Yıllara Göre Dağılımı (Ton) .................... 39 Tablo 7: Büyük Buhran Yıllarında Türkiye Ekonomisi ................................. 40 Tablo 8: Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında Kurulması Öngörülen Sanayi Tesisleri ve Dağılımı ...................................................................... 44 Tablo 9: Belli Başlı Tarım Ürünlerinin Üretim Miktarı ve Canlı Hayvan Sayısı ............................................................................................ 51 Tablo 10: 1924 – 1949 Arası Bitkisel Üretim ............................................... 52 Tablo 11: Sanayi Sektörü Katma Değeri (1923-1938)................................. 55 Tablo 12: Dönemlerin Makroekonomik Göstergeleri ................................... 56 Tablo 13: 1923-1939 Türkiye Ekonomik Gelişme Göstergeleri ................... 59 Tablo 14: Atatürk Dönemi Bütçeleri ve Kesin Hesap Sonuçları (Milyon TL) ............................................................................................. 65 Tablo 15: 1930-1933 Yılları Arasında Bütçe Gelir ve Giderleri .................... 67 Tablo 16: Atatürk Döneminde Emisyon Hacmi ve 1 Sterlin Eşdeğeri .......... 70 Tablo 17: Cari Fiyatlarla Dış Ticarette Gelişim, 1923-1939 (Milyon TL) ...... 74 Tablo 18: Milli Bankalardaki gelişme (1920-1937)....................................... 77 Tablo 19: Ulaştırma Sektörü Temel Göstergeler ......................................... 80 GİRİŞ “Tarih, milletlerin yükselme ve alçalma sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, içtimaî sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler içtimaî hâdiseler üzerinde tesir yaparlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, alçalışıyla alâkası olan, münasebetli olan, milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübelerin tespit ettiği bu hakikat bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirir. Gerçekten Türk Tarihi tetkik olunursa, bütün yükseliş ve alçalış sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.” Mustafa Kemal Atatürk 1923 Mustafa Kemal Atatürk’ün 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi’nde yapmış olduğu konuşmada da belirttiği üzere iktisat, milletlerin/devletlerin tarihinde geri kalmışlığın veya gelişmişliğin en önemli göstergesidir. Bu noktada Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki ekonomik açıdan zorlu geçen yılların, devletin yıkılma sürecine girmesindeki en önemli unsur olduğu söylenebilir. Türk milleti için uzun ve yıpratıcı bir süreç olan Milli Mücadele yılları da ekonomik yokluklar içinde yaşanmıştır. Ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise kazandığı askeri ve siyasi zaferleri korumak ve sürekliliğini sağlamak için ekonomik açıdan da bir varoluş mücadelesine girişmiştir. Devletçilik uygulamaları, özel sektörün desteklenmesi, gerekli hukuki alt yapının oluşturulması, planlı sanayileşme ve ardından dışa açılma ile ekonominin yükseleceği temeller atılmıştır. Bu araştırma, yukarıda kısaca bahsedilen dönemde yürütülen iktisat politikalarını, teorik temellerini ve uygulamalarını içermektedir. Savaş (1994:18)’a göre; iktisat politikasının hangi teorik temele dayandırılacağı büyük önem taşır. Bu anlamda sürekli göz önünde tutulması gereken şudur; iktisat ilminde evrensel, yani her zaman her yerde tutarlı ve güvenilir sonuçlar veren gerçekler yoktur. Aksine her teori, bir ülkenin belli bir dönemdeki 2 şartlarıyla ilgilidir. Bu şartlar değiştiğinde yeni şartları açıklayacak yeni teorilere gerek vardır. Bu araştırmanın amacı; Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ekonomik gelişmeler çerçevesinde Atatürk dönemi ekonomi politikalarının temellerinin ortaya koyulmasıdır. Verilerin toplanmasında, nitel araştırmalarda veri toplama yöntemlerinden biri olan doküman incelemesi yaklaşımı kullanılmıştır. Doküman incelemesi, araştırılması hedeflenen olgu ve olgular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin analizini kapsar (Şimşek ve Yıldırım, 2000: 140). Birinci bölümde Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki ekonomik durumu etkileyen unsurların genel olarak incelenmesinin ardından tarım, sanayi ve ticaret alanlarındaki mevcut uygulamalar ve bu uygulamaların ekonomiye etkileri ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Ardından Cumhuriyete geçiş sürecinde, Milli Mücadele döneminde ekonomik kaynakların kullanımı ve Cumhuriyetin ilanına kadar olan dönemdeki ekonomik durum ele alınmıştır. İkinci bölümde Cumhuriyetin ilanı ve sonrasında yapılandırılmaya çalışılan ekonomi politikası üzerinde durulmuştur. Bu dönemde ekonomik gelişmenin sağlanması için yapılan çalışmalardan İzmir İktisat Kongresi, Lozan Anlaşması ile elde edilen ekonomik haklar, Ali İktisat Meclisi, Teşvik-i Sanayi Kanunu, Aşar vergisinin kaldırılması gibi uygulamalar ve bunların etkileri incelenmiştir. 1929 Ekonomik Buhranı karşısında Türkiye Cumhuriyeti’nin almış olduğu tedbirler ve planlı kalkınmanın sağlanması yolunda atılan adımlar olarak Birinci ve İkinci Beş Yıllık Sanayi Planları kapsamındaki çalışmalar ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise öncelikle 1923 -1938 dönemi ekonomi politikaları genel olarak incelenmiş, tarım ve sanayi alanlarında Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemde yapılan yatırımlar, yaşanan gelişmeler ele alınmıştır. 3 Atatürk’ün ekonomi anlayışına kalkınma, maliye, para, yatırım, dış ekonomi, bankacılık ve ulaştırma politikaları başlıkları altında değinilmiştir. Araştırma sonucunda 1923-1938 yılları arasında dönemde gerçekleştirilen tüm ekonomi politikalarının, genç cumhuriyetin sağlam temeller üzerinde yükselmesini sağladığı ortaya koyulmuştur.. BİRİNCİ BÖLÜM ÖNCESİ EKONOMİ-OSMANLI’NIN SON DÖNEMLERİ 1.1. OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMLERİNDE EKONOMİNİN GENEL DURUMU Osmanlı ekonomisi, büyük ölçüde zirai ekonomiye dayanıyordu. Dirlik sistemi içerisinde toprağı işleyenler gelirlerine göre vergilendirilirdi. Devlet, yükselme devirlerinde oldukça iyi işleyen bir maliye sistemine sahipti. Özellikle vergi konusu son derece dikkatli takip edilmekteydi. Mesela devlet, taşınamayan arazi vergisi geliri yanında küçükbaş hayvan, büyükbaş hayvan hatta daha küçük hayvanların bile sayımını yaparak düzenli şekilde vergisini almaktaydı. Bundan başka deniz ticareti, liman ve gümrük gelirleri hazinenin diğer gelirleriydi. Bir de kazanılan zaferlerden elde edilen ganimetin 1/5’i devlet hazinesine gelir teşkil etmekteydi (Turan ve diğ., 2004: 16). 16. yüzyılın sonlarında Osmanlıda ilerleme durmuş yeni toprak kazanma sonucu sağlanan gelirler kesilmiştir. Bununla beraber dünya ticareti Akdeniz limanlarının dışına kaymıştır. 18. Yüzyıl sonlarında İngiltere’de başlayan yeni üretim biçimi ve teknolojik gelişme karşısında Osmanlı’nın pazarını yabancı sınai ürünlere açması, yetersiz olan sanayii yıkıma uğratmıştır (Kepenek ve Yentürk, 1996: 9). Harp ve mütareke yıllarında Osmanlı İmparatorluğunun ekonomisi üzerine çalışmalar yapmış olan Vedat Eldem’in değerlendirmelerini aktaran Tokgöz (1999: 2), 20. yüzyılın başlarında Batı Avrupa’da kişi başına ortalama gelir 170 dolar iken, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaklaşık 44 dolar olduğunu ancak; bu miktarın İstanbul’da 66 dolara yükselirken, Irak’ta 35 dolara düştüğünü belirtiyor. 5 Osmanlı’nın son nüfus istatistiği, savaşa girmeden önce, 1914 yılında hazırlanan ve ancak 1921’de yayınlanan 1914 istatistiğidir. 1914 yılı sonuna göre başlıca büyük kentlerin nüfusları şöyledir: Tablo 1: 1914 Yılı Büyük Kentlerin Nüfus Rakamları 1914 Yılı Büyük Kentlerin Nüfus Rakamları İstanbul 1.122.000 İzmir 198.000 Bursa 76.000 Adana 64.000 Konya 49.000 Ankara 27.000 Görülüyor ki imparatorluğun bugünkü anlamda tek büyük kenti vardı o da İstanbul idi. Bu kentin özelliği devletin başkenti olmasının yanında dış ticaretin de merkezi olması idi. İkinci sırada yer alan İzmir ise daha küçük çapta olmak üzere ithalat ve ihracatın yapıldığı ikinci büyük liman kent özelliği taşımaktaydı. Diğer bir deyişle ülkenin Avrupa’ya açılan kıyıları kentleşmiş ve gelişmiş iken, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bu sürecin dışında kalmıştı. Batı Avrupa’da kentleşmeyi belirleyen olgu sanayi yatırımlarının başlaması ile ortaya çıkan işgücü talebidir. Oysa Osmanlı Devleti çağdaş sanayileşme süreci dışında kaldığından İstanbul ve İzmir’de görülen kentleşme iç ve dış ticaret yanında kamu hizmetlerinin yoğunlaşması ile oluşmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu kentlerin nüfusları oldukça azalmıştı (Tokgöz, 1999: 3). 1908 – 1914 yılları arasında Osmanlı İparatorluğu’nun ekonomik yapısı tarımcı, sanayide fevkalade geri, dış ticarette dışa bağımlı niteliklerini büyük ölçüde korumuş; ancak elverişsiz koşullara rağmen bazı dinamizm belirtileri de göstermiştir (Boratav, 2000: 347). Aşağıda Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde giderek bozulan ekonomisinin tarım, sanayi ve toplum üzerindeki etkilerine ayrı ayrı değinilmiştir: 6 1.1.1. Tarım XVI. yüzyılın sonlarındaki gelişmeler, nüfus artışı, Celâlî İsyanları, tımar sisteminin eski önemini kaybetmesi vb. gibi gelişmeler Osmanlı Devletinde tarım faaliyetinin düzenlenmesini olumsuz etkilemiştir. XVIII. yüzyılda, bu dönemde gerek meydana gelen savaşlarla, gerekse içerdeki isyanlarla pek çok köy harap hale gelmiş ve nüfus önemli ölçüde azalmıştır. Meydana gelen bu olumsuzluklar tarım üretiminde düşüşü tetiklemiştir. XVIII. yüzyılda ise, tımar sisteminin etkisini kaybetmesiyle bazı topraklar çiftlik adı altında ayanların elinde toplanmaya başladı. XVIII. yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya yakın kısımlarında tarım üretimi kısmen de olsa artmıştır. Bu gelişmede, Batı Avrupa’ya yapılan tarım ürünü ihracatının artmasının payı büyüktür. Bahsedilen ayan çiftlikleri, bu tür ihracata yönelik üretime ağırlık veriyordu. Devlet, artık eskisi gibi ihracatı yaygın olarak yasaklayamıyordu. Ancak, 1760’lardan sonra hububat, deri, yün, zeytinyağı gibi tarım mallarının, ipekli ve pamuklu kumaşlar gibi sanayi ürünlerinin ihracatına yasaklamalar getirilmiştir. Bu gelişme, iktisadi üretimde bir gerileme dönemi yaşandığını gösterir. Bu sonucun doğmasında, 1760’lardan XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yaşanan savaşların ve iç karışıklıkların rol oynadığı görülür (Kurt, 2012: 16). 1838 Ticaret Anlaşması sonrasında başta İngiliz malları olmak üzere her türlü tarımsal ürün, kentlerde yerli ürünlerin yerini almıştı. Zira hükümet tarım kesimini veya çiftçiyi koruyacak önlemler alamıyordu. Kapitülasyon rejimi altında olan ülke, 1878 – 1913 döneminde her yıl ortalama 75 bin ton un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton buğday ithal etmek zorunda kalmıştır. Bu yüzden her yıl yaklaşık 12 milyon altın lira ödenmiştir. Devletin koruyuculuğundan ve kentlerin olanaklarından uzak yoksul Anadolu halkı, tarımda kuraklık ve kıtlık yaşandığı yıllarda açlıkla savaşmak ve ölümü kabullenmek zorunda kalmıştır (Tokgöz, 1999: 5). Tanzimat döneminde idari, hukuki ve sosyal reformlarla birlikte ekonomik gelişmeyi sağlayacak teşvik tedbirleri uygulanmaya başlandı. 7 Tanzimat döneminde tarımı geliştirmek düşüncesiyle, çiftçilerin üretim alanlarını genişletmek, ticari değeri yüksek olan ürünlerin üretimini artırmak için bu ürünlere geçici vergi muafiyetleri sağlanmış, üretimde modern araç kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla yurt dışından getirilecek araç ve gereçlerin gümrüksüz ithal edilmesi gibi politikalar uygulanmıştır. Tanzimat’ın zirai üretimin teşviki amacıyla getirdiği, zirai ürün ticaretinin serbestleştirilmesi, bu konudaki en önemli çalışmadır. Devlet tekelleri ve devlet mubayaaları büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Zirai teşvik tedbirlerinin bir diğer uygulaması da ticari değeri yüksek ürünlerin üretiminin teşvik edilmesi amacıyla pamuk üretiminde öşür muafiyetinin sağlanmasıdır. Yine bu konuda 1850’de zeytinlik yetiştirenlere 25 yıl, yabani zeytin ağaçlarını aşılayanlara 20 yıl vergi muafiyeti getirilmiştir. 1862’de ipekböcekçiliğinin geliştirilmesi için ilk ürün yılından itibaren 3 yıl vergi muafiyeti sağlanmıştır. Teşvik tedbirleri hayvancılık alnında da uygulanmıştır. Örneğin; 1839’da 600 baş merinos cinsi damızlık koyun Edirne’de halka dağıtılırken, 1843’de merinos cinsi koyunlardan 10 yıl süreyle hiçbir vergi alınmaması kararlaştırılmıştır. Bu dönemde zirai kredi alanında da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Zirai kredi alanında hem özel kredi piyasasını düzenleyici kurallar getirilmiş hem de devlet tarafından çiftçiye kredi verilmiştir. 1848’de Kütahya pilot bölge seçilerek %8 faizli kredi dağıtılırken 1851’de bütün iller kapsam içine alınmıştır. Uygulanan zirai gelişme politikaları ve daha önemlisi dışarıdan gelen talepler sonucunda bu dönemde önemli gelişmeler sağlanmıştır. Tarımsal üretim üzerinden alınan öşür gelirlerinde de önemli artışlar gözlenmiş ve 1848 ile 1876 yılları arasında genel bütçe gelirlerinin üç katına yükseldiği 28 yıllık dönemde öşür gelirlerinin de 4 katına ulaştığı görülmüştür (Güran, 1992: 225-226) (Akt:Yıldırım, 2001: 315). İlkel tarım teknolojisi kullanılarak ve hava koşullarının uygun gittiği yıllarda üretilen pamuk, tütün, afyon, fındık, üzüm incir gibi geleneksel tarım ürünleri ihraç edilmekteydi. Özellikle pamuk ekim ve üretiminde miktar ve kalitenin arttırılmasında önce İngilizler sonra Almanlar etkili olmuşlardır. Fakat yabancılar sömürge tipi çiftlikler kurma yoluna gitmemiş ticaret ve 8 ulaştırmayı elde tutmakla yetinmişlerdir. Toprak alım satımının serbest olmasından ve Türklerin yoksullaşmasından yararlanan Ermeni ve Rum cemaati geniş topraklar satın almışlardır (Tokgöz, 1999: 5). Tablo 2: Belli Başlı Osmanlı Tarım Ürünleri, 1909 Ürünler Ödenen Aşar Vergisi (Milyon Kuruş) Ürünün Değeri (Milyon Kuruş) Üretilen Miktar (Milyon Kilo) Ekili Alan ( Dönüm) Tahıl 660.5 5500.3 149.9 119.000.000 Zeytin 20.0 202.9 65.5 701.766 İpek 26.9 198.1 - - Fındık 12.3 144.5 72.3 741.365 Pamuk ve Afyon 14.3 109.6 41.2 991.287 Meyve ve Sebzeler 12.4 81.6 124.1 1.300.000 Üzüm 9.5 50.2 66.8 743.882 Tütün 29.5 - 33.7 119.068 Kaynak: Shaw, Stanford J; Shaw, Ezel Kural; Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, E yayınları, İstanbul 2000.Çev. Mehmet Harmancı, s.287 (Akt: Erceyes, 2005: 27). 1.1.2. Sanayi Osmanlı İmparatorluğu’nun 20.yüzyılın başında bile henüz sanayileşme yolunda ciddi kararlar alınmadığını görüyoruz. Devletin özellikle SARAY’ın ve ORDU’nun ihtiyaçlarını karşılamak için kurduğu birkaç fabrikadan ve ülkede yabancı sermayenin kurduğu küçük ölçekli ve az sayıda sınai tesisten başka sınai faaliyet yoktu. Devlet sermayesiyle 1810 yılında kurulan ve askeri kundura, çizme, palaska, fişeklik gibi malları imal eden Beykoz Tesislerinden sonra 1835’te çuha, fes, battaniye imal etmek üzere İstanbul’da Feshane Tesisleri kuruldu. Kadife, ipekli kumaş, saten ve tafta üretmek için 1835’te Herek Fabrikası tesis edildi. Yine devlet eliyle 1850’de pamuklu dokuma ürünleri imal etmek üzere İstanbul Bakırköy Bez Fabrikası faaliyete geçti. Son olarak 1892’de Yıldız Çini Fabrikası kuruldu. Bu tesisler Cumhuriyetten sonra da faaliyetlerine devam ettiler. Ancak ülkenin her kasabasında küçük atölyelerin, sanatkarların var 9 olduğunu belirtmek gerekir. Fakat bu konuda resmi, ayrıntılı ve yeterli bilgi mevcut değildir (Tokgöz, 1999: 6). Avrupa’da teknolojik gelişim hızla ilerleyip, Sanayi İnkılabı yapılarak üretim maliyeti düşürülmüş, fabrikasyon üretime geçilerek, mal miktarı çoğaltılmıştır. Ucuz hammaddesi, kalabalık nüfusu ve kapitülasyonların tanıdığı düşük gümrük vergileri ile iyi bir Pazar niteliği taşıyan Osmanlı Devleti, Avrupalı devletler için çekici bir yer olmuştur. Avrupa’da fabrikasyon olarak üretilen mallar Osmanlı pazarına sürülünce korumasız, zayıf Osmanlı sanayisi bunlarla yarışamamış, büyük darbeler yemiştir (Turan ve diğ., 2004: 19). İç pazar ihtiyacını karşılamaya yönelik olan geleneksel Osmanlı sanayi büyük ölçüde insan gücüne dayanmaktaydı. Gelişmiş olan dokuma sanayi ülke ihtiyacını karşılamakla kalmamış, Avrupa pazarlarında da alıcı bulmuştur. Fakat Avrupa’da başlayan Sanayi İnkılabıyla birlikte XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren ihraç imkanları azaldığı gibi iç pazarda sadece dokuma değil diğer sanayi sektörlerinde de bazı sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır (Yıldırım, 2001: 316). Kalabalık nüfusu, yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarıyla Avrupalı devletler için iyi bir Pazar niteliği taşıyan Osmanlı Devleti, Sanayi İnkılabından olumsuz yönden en çok etkilenen devletlerin içinde yer almıştır. Zira Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki bu gelişmelerden etkilenmemesi için başvurulacak yol, Avrupa’nın büyük fabrikalarında ucuz üretilip Osmanlı pazarlarında satılacak Avrupa mallarına yüksek gümrük uygulayarak kendi sanayisini korumak; bunun yanında var olan yerli sanayiyi çağdaş teknolojiyle güçlendirmek, üretimde yeni teknolojiyi kullanmaktı. Fakat bunlar mümkün olmamıştır. Çünkü kapitülasyonlar ile yabancı devletlere verilen ayrıcalıklar, Osmanlı Devleti’nin elini kolunu bağlamıştır (Turan ve diğ., 2004: 20). XIX. yüzyılın II. yarısında Babıâli, sınırlı da olsa, sanayileşmeyi özendirici bazı önlemler almıştı. Başarısızlıkla sonuçlanan Islah-ı Sanayi Komisyonu deneyi ardından girişimcilere imtiyaz tanınmış, fabrikaların 10 kuruluşları sırasında Avrupa’dan getirtilecek makine, araç ve gereçlerin gümrük rüsumu ödenmeksizin ithaline izin verilmiş bu fabrikada üretilen mallar dâhili ve harici gümrüklerden bağışık tutulmuştu. Ancak bu teşvik unsurları dağınık kalmıştı ve genel bir teşvik politikasından söz etmek güçtü (Toprak, 1982: 166). Tanzimat’la beraber ülkenin ekonomik kaynakları üzerinde belirli bir kontrol gücüne ulaşmış olan Tanzimat yönetimi, bu gücünü kullanarak sağlamaya çalıştığı iktisadi gelişme düşüncesi paralelinde harcamaların çoğunu devlet fabrikaları için ayırmıştır. Devlet fabrikaları kurma çalışmalarının en önemli özelliği askeri ihtiyaçların hem yurt içi üretimle karşılanması hem de yurt dışına gidecek paranın yurt içinde kalması idi. Bu fabrikaların kurulmasının bir başka amacı, ülkenin sanayileşmesine katkı sağlamaktı. Bu kuruluşların gelişmesi için bazı teşviklerde uygulanmıştır. Bu desteklerin en önemlisi fabrikaların üretimlerinin devlet tarafından öncelikle satın alınması idi. Bir başka destek 1851 yılından itibaren bu fabrikalar için gerek yurt içinden gerek yurt dışından alınacak makine, araç gereç ve hammaddelerin gümrük ve vergilerden muaf olmalarıydı. Yine bu kuruluşlar ürettikleri malları yurt içinde satmaları halinde herhangi bir vergi ödemeyeceklerdi (Güran, 1992: 235-236). 1840’lı yıllarda küçük ölçekli bir sanayileşme hareketi çerçevesinde Bakırköy Bez Fabrikası (Basmahâne) ve Hereke Dokuma Fabrikası kurulmuştur. Dokumanın yanı sıra dericilik de devletin el attığı bir sektördür. Kuruluşu 1800’e kadar uzanan ve 1810’da Debbağhâne-i Âmire’ye dönüşen Beykoz Deri Fabrikası, Harbiye Nezareti bünyesi içinde yer alan bir ayakkabı imalâthanesidir. 1844’te İstanbul’daki fabrikanın idaresi Belçikalı uzmanlara verildi. Bu uzmanların tavsiyeleri üzerine Belçika’dan getirilen makinelerle Feshane teçhiz edildi. Osmanlı Devleti bir yandan bu fabrikaları kurarken öte yandan da yerli sanayiyi, yeni şartlar çerçevesinde teşkilâtlandırmaya çalışmıştır. Nitekim 1863’te kurulan ve Islah-ı Sanayi Komisyonu, yerli sanayinin güçlenmesi için uğraşmıştır. Komisyon, diğer yenilik girişimlerinin uygulanmasında uyulan temel kural doğrultusunda hareket ederek işe 11 İstanbul ve çevresinden başladı. 1913’te yürürlüğe giren Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkat’ı (sanayii teşvik geçici kanunu) yerli sanayiyi korumak, Müslüman esnaf ve tüccarı güçlendirmek amacına yönelik diğer bir girişimdi (Çadırcı, 1999; Karal, 1995; Toprak, 1995) (Akt:Kurt, 2012: 21). Alınan bütün tedbirlere rağmen önemli bir kısmı Tanzimat döneminde olmak üzere açılmış olan 160 kadar sanayi tesisinin çoğu, işletilememiş, bir kısmı sabotaj, deprem ve yangın gibi olaylar sonucu yok olurken, yabancılar tarafından kurularak Osmanlı’ya teslim edilen kuruluşlarda yeterli bilgi, tecrübe ve insan kaynağı olmadığı için gereği gibi işletilememiştir (Önsoy, 1999: 28). 1913-1915 yıllarına göre düzenlenen sanayi sayımları sonuçlarına göre bugünkü Türkiye sınırları içinde kalan imparatorluk parçasında kurulmuş sınai tesislerinin dağılımı (faaliyet alanına göre) şöyleydi: 20 un değirmeni, 2 makarna fabrikası, 1 buz imalathanesi, 2 yağ imalathanesi, 2 sabun imalathanesi, 2 porselen imalathanesi, 11 tabakhane, 7 marangoz ve doğrama atölyesi, 7 yünlü dokuma fabrikası, 2 pamuk iplik ve dokuma fabrikası, 30 ham ipek atölyesi, 1 ipekli dokuma fabrikası, 35 matbaa, 8 sigara kağıdı fabrikası, 5 madeni eşya fabrikası ve 1 kimyasal ürün fabrikası (Tokgöz, 1999: 7). Tablo 3: Cumhuriyetin Başlangıç Döneminde Anadolu’daki Sanayi’nin Görünümü (1921) İş Yeri Sayısı İşçi Sayısı İşyeri Başına Ortalama İşçi Sayısı Dokuma 20.057 35.316 1,76 Dericilik 5.347 17.964 3,36 Madeni Eşya 5.273 8.021 2,45 Gıda 1.273 4.493 3,52 Ağaç İşleri 704 3.612 1,93 Kimya 337 802 2,37 Sektör Toplam 33.058 76.058 2,56 Kaynak: Eldem,V.; Osmanlı İmparatorlugu’nun iktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Ankara, 1973. 12 Tablo 2 incelendiğinde, sanayi olarak belirtilen kurumların küçük zanaat işleri olduğu görülmektedir. Bu zanaatkârların Batı Anadolu’daki önemli kısmı ise Lozan Anlaşması gereği yapılan müdahale ile Yunanistan’a giden Rumlardan oluşmaktaydı. Milli Mücadele sonrası yeni Türkiye elindeki üretim yapan zanaatkârların önemli bir bölümünü de kaybetmiştir (Çavdar, 2004: 178). 1.1.3. Ticaret Osmanlı İmparatorluğu yönetimi, kapitülasyonlar nedeniyle serbest dış ticaret rejimini benimsemek zorunda kalmıştır. Bu durum dış ekonomik ilişkilerde olduğu kadar siyasette de ülkenin güçlü devletlerin denetimine girmesine yol açmıştır. 19. Yüzyılda imzalanan ticaret anlaşmalarıyla durum daha da kötüleşmiştir. Örneğin ülkede yerli sanayii gümrük vergileriyle korumak mümkün değildi. Zira devlet, gümrük vergilerini %3’ten yukarı çıkarma hakkına sahip değildi. Ayrıca yerli tüccarlar iç gümrük öderken, aynı işi yapan yabancıları vergi yükümlülüğü yoktu. Böylece haksız rekabet yasal hale getirilmişti. Bunalımın giderek büyüdüğü yıllar olan Düyun-u Umumiye’nin kurulduğu yıl ile I.Dünya Savaşı’nın başladığı yıl arasında (1881 – 1914) ülkenin dış ticaret verileri aşağıdaki gibidir: Tablo 4: Dış Ticaret (1881-1914) Yıllar İthalat İhracat Açık 1880 17,847 8,467 9,350 1890 22,914 12,836 10,007 1900 23,841 14,905 8,936 1911 44,990 24,712 20,282 1913 40,809 21,436 19,373 Milyon Osmanlı Lirası Kaynak: Tokgöz, E.; Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-1999), 5. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1999. 13 Dış ticaretinin yapısı değişmiş, tüketim mallarını ithal eden, tarımsal ve madensel hammaddeler ihraç eden bir ekonomik yapı oluşmuştur. İthalat ihracattan çok daha hızlı artmış ve ülkenin dış ticaret bilançosunda büyük açıklar verildiği görülmüştür (Berkes, 1975: 34). Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı-sömürge niteliğinin en açık belirtileri; aşırı dış borçlanmalar, Düyun-u Umumiye, sürekli imtiyazlar arayarak ülkeye giren yabancı sermaye yatırımları, giderek ağırlaşan ve yaygınlaşan kapitülasyonlar zinciridir. Bu gelişmeler sonunda ülke yönetimi önce iktisadî, sonra büyük ölçüde askerî ve siyasî alanlarda batılı ülkelerin denetimine girmiştir (Erceyes, 2005: 21). Osmanlı’nın son döneminde sermaye kaynaklarının ilginç bir görünümü vardır. Hükümet kamu maliyesini, dış ticareti ve para arzını denetleme yetkilerinden yoksundur. Kamu gelirlerinin giderleri karşılamaması sonucu ağır koşullarla dış borçlanmaya gidilmiştir. Tarımsal üretim artığı sanayiye aktarılmazken, sanayi ve hizmet kesimlerinde çoğunluğu oluşturan azınlık ve yabancı sermaye grupları kârlarını yeniden üretimde kullanmamışlardır (Rodoplu, 1998: 24). Osmanlı yönetimi ekonomiyi tümüyle düzenleyecek maliye politikası araçlarından yoksundur. Azınlık ve yabancılara tanınan ayrıcalıklar, kamu gelirlerinin çok büyük ölçüde tarımdan sağlanmasını zorunlu kılmıştır. Örneğin, kamu gelirlerinin 1910’da yaklaşık %40’ı aşar ve hayvan vergilerinden oluşmuştur. Ek olarak, arazi, bina, tütün, ipek ve tuz gibi mallardan alınan vergiler de dikkate alınırsa, kamu gelirlerinin yarısından fazlasının kırsal kesimden sağlandığı sonucuna varılır. Buna karşılık kırsal kesime yapılan kamu harcaması da çok azdır. Diğer yandan, tüm yabancılar ve azınlıklar askerlik bedeli olan ve 1909’dan sonra kaldırılan cizye dışında vergi vermemektedirler (Kepenek, 1995: 8). Bu dönemde Osmanlı’nın para durumu da denetim dışı bir özellik taşımaktadır. Para arzını, değişik madeni paralar ve Osmanlı Bankası’nın çıkardığı banknotlar oluşturmaktadır. Bununla birlikte birçok yabancı para da 14 günlük işlemlerde kullanılmaktadır. Hükümet para konusunda sık sık yeni düzenlemelere gitmişse de bu girişimler etkili olamamıştır (Rodoplu, 1998: 25). Osmanlı dış borçları ülke kaynaklarını dışarıya aktarmanın bir aracı niteliğini taşımış, alınan borçlar üretime dönük olarak kullanılmamıştır. Daha çok sarayın cari giderlerinde ve geri ödemelerde kullanılan dış borçlar, bir yandan birikimli olarak artmış, diğer yandan da kamu gelirlerinin önemli bir bölümüne yabancıların doğrudan el koymasına yol açmıştır. Osmanlı’nın borçlarını ödeme olanağının kalmadığını bildirmesi üzerine 1881’de Muharrem Kararnamesi ile kurulan, yabancı ve Osmanlı temsilcilerinden oluşan Düyun-u Umumiye İdaresi dış borç anapara ve faizlerini karşılamak üzere kamu gelirlerine el koymuştur (Gürsoy, 1982: 247). 19. Yüzyılın başlarında, dünya kapitalizminin kabaran tüm iştahları, Osmanlı İmparatorluğu'na yönelmiştir. Batı ülkelerinin 15. asırdan itibaren eğitim, düzen ve ekonomik yönden süratle gelişmesi yanında, İmparatorluk bu alanlarda geri kalmış ve muhtaç bir ülke durumundadır. Dünyayı inletmiş Osmanlı orduları, finansman nedenleriyle çok güç hallere düşmüş, savaş meydanlarında başarısızlıklara uğramaya başlamıştır. İmparatorluk süratle topraklarını kaybetmektedir. İmparatorluğun ülke düzeyinde düzeni sarsılmış, başkaldıran derebeyleri, pek çok yerlerde egemenliklerini ilan etmeye başlamışlardır. Ağır finansman darboğazında bulunan İmparatorluk, yüksek faizlerle borç para bulabilmek için sağa sola el açmaktadır (Çelebi, 2002: 1750). Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında iflasla karşı karşıya kalmasının nedenlerini Turan ve diğerleri (2004: 16) özetle şöyle sıralamıştır: a) Başlangıçta Fransa’ya daha sonra Avrupalı devletlere verilen kapütülasyon denilen ticari imtiyazlar ve bunların Osmanlı Devleti aleyhinde gelişme göstermesi. 15 b) Batıdaki Sanayi İnkılabının Osmanlı Devleti’nde gerçekleştirilememesi ve sanayi ürünlerinin Osmanlı el sanatlarını ezmesi ve eritmesi. c) Kaybedilen savaşlar sonucunda ödenmek zorunda kalınan tazminatlar ve artan askeri giderler. d) Dışarıdan alınan borçların ödenememesi sonucunda kurulan Duyun-u Umumiye Teşkilatı. Bu teşkilat devlet içinde devlet gibi çalışmış ve devletin pek çok gelir kaynağına el koymuştur. e) Artan rüşvet ve suiistimal olayları ve devlet adamlarının bu alandaki yetersizlikleri. f) Ekonomik alanlardaki faaliyetleri düzeltecek insan unsurunun yetiştirilmeyişi. g) Sömürgecilik sonucunda, özellikle İspanyolların Güney Amerika’dan getirdikleri altınlar yüzünden Avrupa’yı sarsan büyük enflasyonun Osmanlı Devleti’ni etkilemesi. h) Dirlik sisteminin bozulması sebebiyle zirai faaliyetlerin aksaması ve devletin vergi toplayamaz hale gelmesi. i) Coğrafya Keşifleri sonucu dünya ticaret yollarının değişmesi ve Osmanlı ülkesinin daha önce elinde tuttuğu ticari avantajları kaybetmesi. 1.2. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ EKONOMİK DURUM Milli Mücadele Dönemi'nde izlenen iktisat politikası üzerine söylenebilecek ve bugün için de ibret alınması gereken en çarpıcı nokta, Atatürk'ün Kurtuluş Savaş’ının sıfır enflasyon ile gerçekleştirmiş olmasıdır. Milli Hükümet Kurtuluş Savaşı boyunca para basımına gitmeden, harbin finansmanını arttırılan vergiler ve halktan alınan bağışlarla sağlamıştır. Yani Türkiye'nin bağımsızlık savaşı enflasyonsuz yürütülmüştür (Sabır, 2003: 3). Kurtuluş Savaşı başlangıçta Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri’nin halktan topladığı ayni ve nakdi yardımlarla finanse edilmiştir. Zaman içinde hızla 16 büyüyen “gönüllü milis teşkilatının iaşe, ibade ve silahlandırma” giderlerinin karşılanmasının bir esasa bağlanması Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde görüşülmüş ve şu kararlar alınmıştır: Kazalarda maliye teşkilatı ve levazım kurulacak ve milis kuvvetlerin giderleri bu örgütlerce karşılanacak Şahıs ve ailelerden alınacak yardım miktarları, mahalle muhtar ve ihtiyar heyeti tarafından verilecek mali belgelere dayandırılacak Yardım yapmaktan kaçınacak kişilere verilecek cezayı ilgili milis komutanı belirleyecek Yüz lira nakdi bedel ödeyenler 3 ay askerlikten muaf tutulacaktı (Tokgöz, 1999: 26). Savaş nedeni ile ülkede, ne üretim planlaması yapılabilmekte, ne de tüketimin ne olacağı bilinmektedir. Bütün enerji orduya, onun donatımına, örgütlenmesine, iç güvenliğin sağlanmasına yöneltilmiş, ülke ekonomisinin tarımsal nitelik göstermesi nedeniyle, ulusal savaşın finansmanı için tarımsal kaynaklardan olabildiğince yararlanılmıştır (Yaman, 2001: 422). Kurtuluş Savaşıyla Düzenli bir ordunun günü gününe ihtiyaçlarını karşılamak durumunda olan Ankara Hükümeti, aynı zamanda örgütlenme ve yerleşme giderleri için de kaynak bulmak zorunda kalmıştı. 5 Ağustos 1921’de Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı olağanüstü bir yasayla, Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık görevi verilmiştir. Aynı yıl içinde Celal Bayar, İktisat Vekili olmuştu. Mustafa Kemal’in, 7-8 Ağustos 1921 tarihinde yayınladığı Tekalif-i Milliye emirleri ile savaşın gerektirdiği mal ve hizmetlerin teminine çalışmıştır (Tokgöz, 1999: 27). Sonraları birçok devlet adamı tarafından topyekûn savaşın temeli olarak nitelenen bu on emir aynen şöyledir: 1 numaralı emir: Her ilçede kaymakamın başkanlığı altında, mal müdürü ve ilçenin en büyük askeri amiri ile idare meclisi, belediye ve ticaret odalarının seçtikleri ikişer üyeden oluşan Tekâlif-i Milliye komisyonları 17 kurulacaktır. Bu komisyonlara mahalli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri merkez kurulundan iki üye ile köylerde imamlar ve muhtarlar tabii üye sıfatıyla katılacaklardır. Tekâlif-i Milliye komisyonları derhal toplantılara başlayacak ve hiçbir komisyon üyesine hizmetlerine karşılık ücret ödenmeyecektir. Ayrıca, her komisyon iki ay süreyle askeri hizmetleri geri bırakılmak üzere altı memur çalıştıracaktır. Tekâlif-i Milliye komisyonları, savaş ekonomisine giren ve Tekâlif-i Milliye emirlerinde belirtilen malları toplayarak kendisine bildirilen cepheye gönderecek, ayrıca emirlerin hizmet yükümlülüğü taşıyan hükümlerini gösterenler, uygulayacaktır. vatana ihanet Komisyon suçu üyelerinden işlemiş görevinde sayılarak ona ihmal göre cezalandırılacaklardır. 2 numaralı emir: Şehirler, kasabalar ve köylerdeki her ev birer kat çamaşır (külot ve fanila veya benzeri iç giyimi), birer çift çorap ve birer çift çarık hazırlayarak belirli süre içerisinde komisyona teslim edecektir. Ordu ihtiyaçlarında kullanılacak bu giyeceklerin, mahalli özellikler göz önünde tutularak hazırlanmasına dikkat edilecektir. 3 numaralı emir: Tüccar ve halk elinde bulunan çamaşırlık bez, amerikan, patiska, pamuk, yıkanmış ve yıkanmamış yün ve tiftik, erkek elbisesi yapımına yarayan her türlü kışlık ve yazlık kumaş, kösele, taban astarlığı, sarı ve siyah meşin, sahtiyan, mamul ve yarı mamul çarık, fotin, demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipliği, nal, nal yapımında kullanılan demir, mıh, yem torbası, yular, belleme, kolan, kaşağı, gebre, semer ve urganların % 40'ı Tekâlif-i Milliye komisyonlarına teslim edilecektir. Teslim edilen malların bedelleri daha sonra devlet tarafından ödenecektir. 4 numaralı emir: Tüccar ve halkın elinde bulunan mevcut buğday, un, saman, arpa, kuru fasulye, bulgur, nohut, mercimek, koyun, keçi, kasaplık sığır, şeker, gazyağı, pirinç, saban, tereyağı, zeytinyağı, tuz, çay ve mum stoklarının % 40'ına ordu adına el konulacaktır. El konulan malların bedelleri daha sonra devlet tarafından ödenecektir. 18 5 numaralı emir: Ordu ihtiyacı evvelce alınan taşıt araçlarının dışında halkın elinde kalan her türlü taşıt aracıyla (at arabası, yaylı öküz arabası, kağnı, at, eşek, katır, deve, deniz motoru, taka) halk ayda bir defa olmak ve yüz kilometreyi geçmemek koşuluyla orduya ait malzemeyi istenilen yere kadar taşıyacaktır. Taşıma hizmetleri parasız yürütülecek, kimseye ücret ödenmeyecektir. 6 numaralı emir: Ülkeyi terk etmiş olanların hazineye geçmiş olan mallarından ordu ihtiyacına yarayacak olanlara el konulacaktır. 7 numaralı emir: Halkın elinde bulunan savaşta kullanılabilecek her türlü silah ve cephane en çok üç gün içinde Tekâlif-i Milliye komisyonlarına teslim edilecektir. El konulacak silah ve cephane için ücret ödenmeyecektir. 8 numaralı emir: Halkın, tüccarın ve nakliyecilerin elinde mevcut benzin, vakum, gres yağı, makine yağı, don yağı, saatçi ve taban yağları, vazelin, otomobil lastiği, kamyon lastiği, lastik yapıştırıcı solüsyon, buji, soğuk tutkal, Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, çıplak tel, pil, tecrit edici madde ve bunlara benzer malzeme ile sülfürik asit stoklarının %40'ına ordu adına el konulacaktır. Alınan mal ve malzemenin bedeli daha sonra sahiplerine ödenecektir. 9 numaralı emir: Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve araba yapan esnaf ile imalathaneler tespit edilecek, bunların üretim, onarım ve yapım güçleri hesaplanacaktır. Ayrıca kasatura, kılıç, mızrak ve eyer yapabilecek zanaatkârlar aranıp tespit edilecektir. Yukarıda belirtilen esnaf, imalathane ve zanaatkârlar savaş araç ve gereçleri üretim, onarım ve yapımıyla görevlendirilecektir. Devamlı görevlendirilenlere geçimlerine yetecek kadar ücret ödenecektir. 10 numaralı emir: Evvelce halka bırakılmış olan dört tekerlekli yağlı araba, dört tekerlekli at ve öküz arabalarının bütün teçhizat ve koşum hayvanları dâhil olmak üzere %20'si; binek at, top çekebilecek hayvanlar, 19 yük taşıma atı, katır, eşek ve develerin %20'si ordu adına alınacaktır. Bu alınanların bedeli sonra ödenecektir (Çavdar, 2003: 67). Bu emirlerin uygulanmasında bir suistimale meydan vermemek için, Ankara, Samsun, Kastamonu, Konya, ve Eskişehir’de İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Türk Milleti, seve seve bu şartları yerine getirerek vatanı için üzerine düşen görevi en iyi şekilde yaptı. Tekalif-i Milliye emirlerinin zamanında ve eksiksiz uygulanması ile ordunun ihtiyaçları büyük ölçüde karşılandı (Turan, 2004: 143). Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yönetime el koyması ile bir bütçe hazırlama gereği duyulmuşsa da, savaş boyunca gelirlerin toplanması işi ve harcamalar bir bütçe olmaksızın yürütülmüştür. Harcamalar, geçici bütçe uygulamalarına benzer avans yasaları ile Maliye Bakanlığına verilen yetkilere dayanılarak yapılmaktadır. Amaç, savunma hizmetlerinin aksamaması olduğu için, harcamalar kısıtlanmış, Maliye Bakanlığının bu yetkisi Müdafaa-i Milliye dışındaki tüm bakanlıkları kapsamıştır. Zamanında bütçe yasası çıkarılamamış, Meclis açıldığında Osmanlı hükümetinin 1918 bütçesindeki harcamalar esas alınmıştır. Her bütçe çalışmasında bir önceki uygulamanın temel alınması söz konusu olmuştur. Savaş içinde bulunulması ve toprakların sürekli el değiştirmesi gelir-gider tahminlerini alt üst etmekte; gelirin ve özellikle de harcamaların ne kadar olacağı tahmin edilememektedir (Yaman, 2001: 427). Milli kaimeleriydi. Mücadele İstiklal yıllarında Savaşı'nı Anadolu'da Ankara kullanılan hükümeti para yürütüyordu. Osmanlı Ancak emisyonun yani para basımının anahtarı İstanbul rejimindeydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi savaş boyunca kendi adına para basmamıştır. Aynı paranın iki ayrı egemenlik alanında kullanıldığı durumlarda emisyonu kontrol altında tutan tarafın tartışılmaz bir avantajı olduğundan, karşılıksız para basılmasıyla başlatılabilecek bir enflasyon, satınalma gücünün İstanbul yöresinde toplanmasını sağlayarak Kuvayı Milliye'nin finansmanını felce uğratabilirdi. Neyse ki bu tehlike gerçekleşmemiş ve İstiklal Savaşı enflasyonsuz 20 gerçekleştirilmiştir (Ergin, 1978: 183-184). Görüldüğü gibi ne İstanbul Hükümeti ne de T.B.M.M. açık finansman politikası uygulamamış ve Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da enflasyon problemi yaşanmamıştır. Bu noktada Milli Mücadele'yi başarısızlığa uğratmak için elinden geleni yapan İstanbul Hükümetleri'nin neden emisyon politikasıyla Milli Mücadele'ye sekte vurmadığı tartışılabilir. Kanımızca İstanbul Hükümetleri para politikasının ne derece önemli bir silah olduğunun farkına varacak düzeyde iktisada hakim değildi. Aksi takdirde, zaten her türlü ihanetin içinde olan İstanbul Yönetimi, para basarak Kuvayı Milliye'nin elindeki kaimelerin değerini düşürür ve Atatürk'e karşı iktisadi bir savaş başlatırdı. Kuşkusuz bu uygulama da savaşın sonucunu değiştirmezdi, belki bir süre savaşın uzamasına sebep olabilirdi (Sabır, 2003: 4). Kurtuluş Savaşı’nın nasıl finanse edildiğini Atatürk’ün NUTUK’ta ifade ettiği şekliyle şöyle özetleyebiliriz : “Ben ilk kez bu işe başladığım zaman, en akıllı ve düşünür geçinen bir takım kişiler bana sordular: Paramız var mıdır? Silahımız var mıdır? “Yoktur” dedim O zaman: “Öyleyse ne yapacaksın?” dediler. “Para olacak, ordu olacak ve bu ulus bağımsızlığını kurtaracaktır!” dedim. Görüyorsunuz ki hepsi oldu ve olacaktır.” (Tokgöz, 1999: 32). Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda enflasyonun yeri olmamıştır. Atatürk her zaman para değerinin istikrarına büyük önem vermiş, İstiklal Savaşı'nın en zor günlerinde bile tedavüle yeni para çıkarmamıştır. Atatürk'ün sıkı para politikası anlayışı Cumhuriyetin kurulmasından sonra da devam etmiş, Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti'nde karşılıksız para basılmamıştır (Sabır, 2003: 4). Kısaca, Ulusal Kurtuluş Savaşının temel amacı, tam bağımsızlığın kazanılması, Ulusal Ant (Misak-ı Milli) ile belirlenen sınırlar içinde egemen, ulusal bir devletin kurulmasıdır. Ülkenin sosyo-ekonomik değişimi bu amaç doğrultusunda ve barıştan sonra düşünülebilecek; ulusal savaşa katılıp 21 yararlılığı görülenlerce ve savaş sonrası bunlara katılanlarca belirlenecek, Osmanlı devletini yarı sömürge durumuna getiren koşullara ve Osmanlıdan devralınan olumsuzluğa tepki olarak gelişecektir. Ayrıca, savaş sonunda Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu sorunlar, ulusal savaşta çekilen sıkıntılar da izlenecek ekonomi politikasının sınırlarını çizecek, önemli ölçüde etkileyecektir (Yaman, 2001: 429). İKİNCİ BÖLÜM 1923-1938 YILLARI ARASI EKONOMİK GELİŞMELER 2.1. GENEL EKONOMİK DURUM Birinci bölümde aktarılmaya çalışıldığı gibi Osmanlı Devleti’nin son dönemleri ve Milli Mücadele yılları ekonomik açıdıan oldukça zorlu geçmiştir. Milli Mücadele’nin ardından kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti hem Osmanlı’dan kalan borçları üstlenmek, hem savaşın açtığı yaraları onarmak, hem de genç cumhuriyetin yükseleceği temelleri inşa etmek durumunda kalmıştır. Tüm bu güçlüklerin aşılabilmesi için; eldeki sınırlı kaynakları en verimli şekilde kullanarak, ekonomik gelişmenin sağlanması yolunda önemli çalışmalar yapılmıştır. Büyük önder Atatürk’ün, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için söylemiş olduğu; aynı zamanda sömürgecilik faaliyetleri ile yoksul bırakılmış, geri kalmış, bağımsızlık savaşı veren milletler için de yol gösterici olan şu sözü, büyük önderin ekonomik gelişmedeki amacını en yalın haliyle özetlemektedir: “Tam bağımsızlık içi şu prensip vardır: Ulusal egemelik, iktisadi egemenlik ile pekiştirilmelidir.” M. K. ATATÜRK Bu noktada açıkça görülmektedir ki Atatürk, iktisadi egemenliğin tam bağımsızlığı güçlendiren bir unsur olarak görmekte, ekonomik açıdan dışa bağımlı olma durumunda tam bağımsızlıktan söz edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Araştırmanın ikinci bölümünde, milli mücadele’nin kazanılmasından sonra, Atatürk’ün yukarıda aktarılan sözü doğrultusunda, tam bağımsızlık 23 ekseninde ekonomik bağımsızlığın kazanılması yolunda atılan adımlara yer verilmiştir. 2.1.1. Dönemin Ekonomi Politikaları 1923-1939 dönemine ait ekonomi, Atatürk Dönemi Ekonomisi, Türkiye Ekonomisinin Yapılanma Devresi, Cumhuriyet Ekonomisinin Doğuşu olarak da adlandırılabilir. A’dan Z’ye her şeyin yeniden yapılandırılmaya çalışılması, milli ekonominin oluşturulması, tamamen eskisinden farklı bir yönetim şekline geçilmesi, ülke açısından alışılmış doğu etkisinden sonra batının ekonomik düzenine ayak uydurulması gerekliliği, dünyanın en önemli ekonomik krizi sayılan 1928 Buhranının bu dönem kapsamında gerçekleşmesi gibi bir çok yönüyle incelenecek farklı bir iktisadi devredir (Taşdurmaz, 2002: 45). 1920-1923 arası dönem bir geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. Ülke bu dönemde bağımsızlığını sağlama mücadelesi vermektedir. 20 Haziran 1921’de TBMM’nin 2. yıl 40. toplantıda aldığı karar enteresandır. Bu toplantıda yerli kumaş giyilmesi hakkında kanun tasarısı görüşülerek 7 maddelik bir kanun hazırlanır. Kanunun 1. Maddesinde meclis üyeleri, bütün hükümet memur ve görevlileri, jandarma, belediye mensupları, kısaca devletle ilişkili kişilerin yerli kumaştan elbise giymeleri, yabancı kumaştan elbiseleri varsa bulundukları daire başkanlarınca damgalanıp özel bir deftere yazılması ve eskiyinceye kadar kullanılması karar altına alındı. Bu karar o kargaşalı dönemde dahi ekonomiye verilen önemi göstermektedir (Bostancı, 1996: 20-21). Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ekonominin tablosunu yokluklar belirlemektedir. Bu yoklukların en başında ise milli ellerde sermaye birikiminin olmaması gelmektedir. İlk yılların iktisat politikalarına ve daha sonraki uygulamalara da damgasını vuran ve sermaye kazançlarının milli olmayan unsurlardan milli unsurlara aktarılması olarak anlaşılan Milli İktisat görüşü söz 24 konusu yoklukları ortadan kaldıracak milli özel girişimciliği desteklemeyi amaçlamaktadır (Kuruç, 1987: 46). Ekonominin dayandığı temel üretim araçları, uzun süren savaş döneminde işlevselliğini kaybetmiştir. Ekomomik sektörlerden herhangi birini veya birkaçını değil, topyekün hepsini geliştirmek amaçlanmıştır. Bu yaklaşım, dönemin ekonomi politikasına damga vurmuştur. 2.1.2. Dönemin Ekonomi Uygulamaları 1923-1938 yılları arasındaki dönem, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş, yabancı ülkelere bağlı olmadan ayakta kalma ve kalkınma mücedeleleri ile geçmiştir. Bu dönemde, siyasal, ekonomik, hukuksal ve toplumsal alanlardaki köklü yapılandırma çalışmaları görülmüştür. Dönemin iktisadi gelişmesinin en belirgin iki yapı taşı, yeni Türk devletinin dünya içinde nasıl bir yer kaplayacağını belirleyen Lozan Antlşması ile dönemin sonlarında patlak veren ve kapitalist dünya ekonomisinin derinden sarsan Büyük Buhrandır. İlginç bir tesadüf sonucu, Lozan Antlaşması’nın hükümlerine göre uygulanan ekonomik sınırlamaların kalkacağı, ayrıca Osmanlı borçlerından Türkiye Cumhuriyetine’ne düşen borç taksitlerinin ödenmeye başlayacağı yıl da Büyük Buhran’ın başlangıç yılı olan 1929 olacaktı. Bu tesadüfi çakışmanın, bir sonraki dönemin politikalarına geçişte hızlandırıcı bir rol oynadığını göreceğiz (Boratav, 2000: 313). Cumhuriyet’in ilanından 1929 Buhranı’na kadar geçen süredeki belli başlı ekonomi uygulamalarına aşağıda yer verilmiştir. 2.1.2.1. İzmir İktisat Kongresi 1923 Yılı Osmanlı Devleti’nin tarihe karışıp yeni bir devletin kurulduğu yıldır. Ancak olaya iktisat politikaları açısından bakıldığında 1908-1923 25 dönemi ile 1923 –1938 döneminin bir benzerlik, bir süreklilik içinde olduğunu görüyoruz (Boratav, 2000: 317). Bu doğrultuda, ekonomi politikasının somut çerçevesine, 1923 İzmir İktisat Kongresi ve Lozan Barış Anlaşması’nın bu konudaki hükümleri etki etmiştir. Hatta Lozan Barış Toplantıları’na katılmadan önce ünlü iktisatçı Keynes’in kitabının Fethi Okyar tarafından çevirisinin yapılıp Ankara Hükümeti’nce resmen basılması Keynes’in fikirlerinden yararlanıldığı izlenimini vermektedir (Yüksel, 1996: 611). Yeni kurulan Cumhuriyet için uygulanacak iktisat politikaları, İzmir İktisat Kongresi ile sinyallerini vermektedir. Bu kongre ile halk ve siyasi kesimin bütünleşmesi de istenmiştir. “Kongrenin geniş çaplı olması düşünülmüş ve toplumu oluşturan tüm kesimlerin katılması öngörülmüştür. Bu katılmayı gerçekleştirmek için, her ilçeden düzenlenen yönetmelik uyarınca sekiz kişi gönderilmesi benimsenmiştir. Sekiz kişinin oluşması şöyledir: Bir tüccar bir sanatkar, bir işçi, bir şirket, bir banka ve üç çiftçi temsilcisi.” (Ülken, 1994: 40). Atatürk, Cumhuriyet ilan edilmeden sekiz ay önce İzmir İktisat Kongresi’ni toplamış ve iktisat politikasının çiziminde geniş kitlelerin eğilimini tespit etmeye çalışmıştır (Ülken, 2011: 29). Gazi Mustafa Kemal Paşa lider konumuyla, kongreyi toplayan kişi sıfatıyla, iktisadın, milletin ve devletin geleceğini belirleyen unsur olarak çok ciddi ele alınması gerektiğini, Osmanlı devletinin gelişiminde iktisadi önlemlerin alınmaması sonucu gelinen son noktayı belirten etkileyici konuşmalarda bulunmuştu (Taşdurmaz, 2002: 52). “Tarihimizi dolduran zaferlerin yahut bozgunların tümü iktisat durumumuzla bağlantılı ve ilişkilidir. Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka bir şey değildir.” M.K. ATATÜRK-İzmir İktisat Kongresi (Ülken, 2011: 29) 26 Daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce, 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de, değişik iş çevrelerinden temsilcilerin de katıldığı I. Türkiye İktisat Kongresi toplanarak ekonominin durumu görüşülmüş ve alınması gereken tedbirlerle, yapılması gereken işler görüşülmüştü. Atatürk burada yaptığı konuşmada, “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılamazlarsa, kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz. Yeni Türkiye’yi layık olduğu kuvvete yükseltebilmek için birinci derecede ve en çok ekonomimize önem vermek mecburiyetindeyiz.” diyerek bütün devletler için olduğu gibi yeni Türk devleti için de ekonominin önemini açıkça ortaya koymuştur. Bu kongrenin çalışmaları çerçevesinde Türk ekonomisinin o günkü durumu ve geleceği ile ilgili olarak yapılan tartışmalar sonucu, Türkiye’nin o zamanki imkan ve ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak Misak-ı İktisadi denilen, Milli Ekonomi İlkesi benimsenmiştir. Bu ilke, ülkenin o anda içinde bulunduğu duruma en iyi uyan, hayal aleminden uzak, gerçekçi bir ekonomi politikası izlenmesini öngören bir yapıdadır. Milli ekonomi ilkesi ile, büyük devletlerin boyunduruğu altına girmeden, kendi çabamız ve kaynaklarımızı değerlendirerek kalkınmak öngörülmüş ve aynı zamanda ekonomideki yabancılaşmayı önlemek için yabancı şirketlerin elinde bulunan işletmelerin devlet tarafından satın alınarak millileştirilmesi amaçlanmıştır. Bunun yanında, bu ilke ile ekonomik kalkınmanın finansmanını müesseselerinin kurulması temin ve iyi etmek bir maksadıyla, organizasyonun gerekli kredi yapılması da gerçekleştirilecek hedefler arasında gösterilmiştir (Turan ve Diğerleri, 2004: 217). İzmir İktisat Kongresi’nin çalışmaları sonunda kabul edilen “İktisadi Esaslar” ana hatlarıyla dileklerden ibaret olmasına karşın, bu dönemin başlangıcında hakim olan iktisadi görüşleri temsil etmesi bakımından oldukça önem taşımaktadır. Genel olarak kalkınmacı, yerli ve yabancı sermayeyi ve piyasaya dönük çiftçiyi özendirici, ekonomik hayatın denetiminin “milli” unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı bir korumacılığı benimseyen kararların ön plana çıktığı söylenebilir (Boratav, 2000: 316). 27 Çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi kesimlerini temsil eden 1135 kişinin önerileri sonucu kongrenin aldığı bazı kararlar şöyle sıralanabilir (Ülken, 2011: 32-33): Sanayi Grubu İçin Başlıca Kararlar: - Koruyucu gümrük vergileri yoluyla sanayiin korunması ve bu sanayi için ithal olunacak mallara muafiyet tanınması, - Sanayiin teşvik edilmesi, - Ulaştırmada ucuz tarifelerin uygulanması, - Sanayicilere kredi olanaklarının arttırılması ve kolaylıklar tanınması, - Sanayi için gerekli eleman yetiştirecek teknik okullar açılması. Tüccar Grubu İçin Başlıca Kararlar: - Bir ana ticaret bankası kurulması, - Borsaların millileştirilmesi, - Cuma günleri herkesin tatil yapması, - Tekelciliğe karşı mücadele, - Kömür üretiminin dış rekabetten korunması, - İpotek karşılığı kredi verilmesi, - İktisat öğretiminin yaygınlaştırılması, - Haberleşme hizmetlerinde gecikmelerin önlenmesi, - Ticaret ateşeliklerinin kurulması. Çiftçi Grubu İçin Başlıca Kararlar: - Aşar’ın kaldırılması, - Tütün ekimi ve ticaretinin serbest bırakılması, - Tarımsal kredinin düzene sokulması, - Yol vergisi gelirlerinin Şose yapımına harcaması, - Orman köyleri ile ilgilenilmesi, - Hayvan hastalıklarıyla mücadele, - Göllerde balık üretilmesi, 28 - Tarım alet ve makinalarının standartlaştırılması, - Tamir atelyeleri kurulması, - Pratik tarım derslerinin okul programlarına konması, - Yüksek öğretim görenlerin bir süre köylere gönderilmesi. İşçi Grubu İçin Başlıca Kararlar: - Amele yerine işçi denilmesi, - Çalışma süresinin sekiz saate indirlemesi, - 12 yaşından küçükleri çalıştırılmaması, - Gece çalışmalarında çift ücret ödenmesi, - En az ücretin belediyelerce saptanması, - Ücretlerin para olarak ve gününde ödenmesi, - Hastalık nedeniyle çalışamayan işçinin ücret alması, - Kaza ve hayat sigortası kurulması, - Hammadelerin işlenmeden ihraç edilmemesi, - Milletvekili ve belediye seçimlerinde mesleki temsil ilkesinin uygulanması, - İşçi çocuklarının geceli okullarda bedava okutulması. İzmir İktisat Kongresi’nde ortaya konulan hedefler ve I. Beş Yıllık Kalkınma Planı’na uygun olarak, Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda da, Türk ekonomisinde önemli gelişmeler yaşanmış ve Türkiye bir müddet kendi kendisine yetecek konuma gelmiştir (Turan ve Diğerleri, 2004: 218). 2.1.2.2. Lozan Barış Anlaşması’nın Ekonomik Hükümleri Kurtuluş Savaşı’nı sona erdiren Mudanya Ateşkes Anlaşması’ndan sonra Lozan’da yeni bir anlaşma için bir araya gelinmiştir. Yeni hükümeti temsilen TBMM bir heyet oluşturmuştur. Batı Cephesi kumandanı ve Mudanya Mütarekesi’ni idare etmiş olan İsmet Paşa (İnönü) TBMM’ de Dış İşleri Bakanı seçildikten (26 Ekim 1922) sonra gidecek heyete baş delege 29 olarak atanmıştır. Heyet ikinci temsilciler, danışmanlar, sekreter ve tercümanlardan oluşan bir gruptu. Bu konferansta Türkiye’nin karşısında yedi devlet bulunuyordu. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan (İnan, 1982: 15). “Lozan’da ele alınan konuları yedi grupta toplamak mümkündür: 1. Kapitülasyonların kaldırılması 2. Yabancılara verilmiş bulunan diğer ayrıcalıklar sorunu 3. Osmanlı imparatorluğundan devreden borçlar 4. Gümrük düzenlemesi 5. Savaş zararları 6. Nüfus değişimi 7. Musul sorunu” (Acar, 1991: 26) Lozan Barış Anlaşması ile yabancı devletlere tanınan ekonomik ve siyasi ayrıcalıklar tamamen kaldırılmıştır. Lozan’da Osmanlı dış borçlarının, imparatorluğun savaş öncesi toprakları arasında oransal dağılımı ilke olarak benimsenmiştir. Lozan Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği tarihte toplam borç 129.380.910 liraydı. Bunun da 84.597.495 lirası Türkiye’nin payını oluşturacaktı. Taraflar arasında 1933 yılına kadar devam eden görüşmeler sonunda Türkiye’nin dış borçlarının 8 milyon lira olduğuna ve bunun yıllık ödemelerinin 700 bin lira olarak yapılmasına karar verilmiştir. Türkiye borç ödemelerini 1954 yılında tamamlamıştır (Hatiboğlu, 1981: 50). Lozan Anlaşması’na ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise, 5 yıl süre ile Türkiye’nin dışarıya karşı uygulayabileceği iktisat politikalarını dondurmakta ve bazı istisnalar dışında ithalat ve ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yenilerinin konmamasını; gümrük tarifelerinin ise 5 yıl süre ile değişmemesini öngörmekte idi. Uygulanması kabul edilen tarife, 1916 Osmanlı gümrük tarifesini esas almakta idi. 1916 tarifesi, büyük ölçüde vergileme amacıyla yaygın tarımsal tüketim mallarına %30 – 40 oranında vergi koyan, sanayiyi koruma gibi bir amaç izlemeyen spesifik (yani ithal 30 edilen malın değeri üzerinden değil, kg gibi fizik birimi üzerinden hesaplanan) bir tarife idi. Savaş enflasyonu spesifik vergileri aşındırdığı için, gümrük resimleri önce beş, sonra 12 misli artırılmış bulunuyordu. Lozan, bu tarife artışlarını kabul etmekle birlikte, çoğu sınaı tüketim mallarından oluşan 27 mallık bir grup için uygulanacak artış katsayısını 12 değil 9 olarak saptıyordu. İthal edilen mallar üzerine yerli tüketim vergilerinden alınacak iç vergiler ise sözleşmeye eklenen bir liste ile saptanıyordu. Bütün bu hükümlerin beş yıl süreyle Türkiye’nin gümrük (veya ithalata bağlı diğer) gelirlerini artırmaya veya sanayiyi dış rekabetten korumaya dönük etkili bir politika değişikliğini önlediği ortadadır (Boratav, 2000: 313). Yunanistan savaş yasalarına aykırı olarak Yunan ordu ve sivil idaresinin Anadolu’da neden olduğu hasarı ödeme yükümlülüğünü kabul edip, Türkiye’de savaşın uzamasından ve sonuçlarından Yunanistan’ın içine düştüğü malî durumu göz önüne alarak tazminat isteklerinden vazgeçince savaş tazminatı sorunu çözümlendi. Türkiye ve İtilaf Devletleri savaş tazminatı isteklerinden karşılıklı vazgeçtiler. Ayrıca Türkiye 1915 yılında evrak-ı nakdiye karşılığında ve harpten sonra iadesi şartıyla Almanya’ya gönderdiği 150 milyon frank değerindeki hakkından feragat etmiş ve 1914 yılında el konulmuş harp gemilerine mukabil tediye olunmuş meblağın iadesini talep etmemeyi kabul etmiştir (Eldem, 1994: 214-222). Nüfus değişimi konusunda varılan anlaşma doğrultusunda, 1.3 milyon dolayında Rum Yunanistan’a, 400 bin dolayında Türk ise Türkiye’ye göç etmiştir. Bu durum kentli nüfusun azalmasına ve ekonominin nitelikli iş gücü sorunuyla karşılaşmasına neden olmuştur (Kepenek ve Yentürk, 1995: 35). Musul sorunu Lozan’da çözülememiş daha sonra 1926 Ankara Anlaşması ile çözülmüştür. Bu anlaşma ile Türkiye petrol gelirinden 25 yıl süre ile %10 hisse almıştır (Kepenek ve Yentürk, 1995: 38). Lozan Barış Anlaşması ile Osmanlı Devleti’nden kalan asırlık meseleler çözüldü. Kapitülasyonların kaldırılıp, Osmanlı borçlarının bir esasa bağlanmasıyla Türkler üzerindeki ekonomik baskılar kırıldı. Ayrıca yeni siyasi 31 sınırların kesin olarak belirlenmesi, resmen kabul ve tasdik edilmesi suretiyle askeri baskılar, azınlıklar için vatandaşlık esası kabul edilerek sosyal ve siyasi baskılar büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Anlaşmanın Türk Milleti bakımında önemini en güzel şekilde Mustafa Kemal Paşa şu sözleriyle ifade etmiştir: “ Bu antlaşma Türk Milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın, sonucunda neticesiz bırakıldığını ifade eder bir vesaikadır.” (Turan ve Diğerleri, 2004: 162). 2.1.2.3. Aşar Vergisi’nin Kaldırılması Aşar, Osmanlı’da üretilen tarımsal ürünler üzerinden %10 oranında alınan bir vergidir. Verginin nakit yerine ürün olarak alınması dönemin şartlarından kaynaklanmaktadır. Vergileri tahsil işi mültezimlere verilmiş, devletin alacağı kısımdan sonra mültezimlere kar elde etme hakkı tanındığı için çiftçiler zor durumda kalmışlardır. Aydemir, Tek Adam (1999:306) eserinde mültezimler ile ilgili olarak şu tespitlerde bulunuyor: “Köylünün üstünde yürüttükleri hüküm ve zulümden başka, meydan verdikleri iktisadi nizam da bir soygun nizamıydı. Çünkü mahsulü hasat, yani döküm zamanında yok pahasına depolayarak mahsulün kıt zamanında pazara sürerlerdi. Aradaki fiyat farkından büyük menfaatler sağlamalarının yanında, köylünün muhtaç olduğu aylarda gene ona satarak, Anadolu’nun büyük sosyal dertlerinden biri olan borçlandırma ve murabaha yolu ile, kendi hükümlerini şaşmaz bir hüküm halinde devam ettirirlerdi. Mültezimler daima bölgenin belli, nüfuzlu eşrafı olurdu. Tahsil sırasında aşırı zulümler ve haksızlıklar yapılırdı.” Aşar, usulüne uygun toplanılmadığı için çiftçi üzerinde baskı ve yük oluşmuş, devlet gelirlerinde ise bu kalemde ciddi azalmalar yaşanmıştır. İzmir İktisat Kongresi’nde çiftçilerin en öncelikli talebiyle ve oy birliği ile aşarın kaldırılmasına karar verilmiştir. 32 Keyder (1982: 197-199) Aşar Vergisinin kaldırılmasını hükümetin büyük çiftçilere verdiği taviz olarak yorumluyor. Hükümet gerekçe olarak tarım kesimine vergisel anlamda teşvik imkanı oluştursun diye bu vergiyi kaldırdığını ifade ediyordu. Aşar onda bir olması gerekirken mültezimlerin zorlaması ile bu %12 civarına çıkıyordu. Ayrıca Aşar Vergisinin kaldırılmasında Kurtuluş Savaşında büyük çiftçiler ile hükümetin koalisyon oluşturması da etkili olmuştu. Keyder’e göre hükümet, inkılap ve reformlarda rahat hareket etmek için büyük çiftçilerle kurulan koalisyonun devamını istedi. Aşarın kaldırılması orta çiftçinin de artı değer oluşturmasına yaradı. Aşar’ın kaldırılmasıyla ürünün sekizde birlik kısmı vergiye gitmeyip köylüye kaldığından, daha önce ancak kendi gereksinimini karşılayabilen köylü kesim pazarla dolaysız ilişkiye giriyordu. Önceden köylü kesimin pazar ekonomisiyle ilişkisi, bir ticari sermayedar olan “mültezim”e ödemekle yükümlü olduğu vergi yoluyla gerçekleşiyordu. 1924’te mültezimlerin aşar karşılığı yaptığı ödemeler, toplam hükümet gelirlerinin %22’sini ve dolaysız vergilerin %63’ünü oluşturmaktaydı. 1925’te aşarın kaldırılmasıyla, 1924 ile 1926 arasında, dolaysız vergilerin toplam gelirler içindeki payı%30’dan %22’ye düşmüştür (Keyder, 1982: 52-53). Aşar Vergisinin kaldırılmasıyla vergi yükü de büyük ağırlığı ile kentsel kesime kaymıştır. Bu durumda 1930’larda başlatılan devletçiliğin sermaye ana arteri tarım kesimi dışarıda bırakıldığı için çok daraltılmıştır. Çünkü 1925 yılında Aşar Vergisi kaldırılınca o dönemde ekonomide en büyük sektör olan tarımın gelir yaratma potansiyeli atıl bırakılmıştır. Bu durumda ister istemez vergi yükünün emek kesimi ve harcamalar üzerine kaymasına neden olacaktır. Aşar Vergisinin açığı, kolay bir şekilde kapatılamadı. Ekonomide devletçi bir yapının kendini hissettirdiği 1930’lu yıllarda vergi yükü emek kesiminin üzerinde daha fazlaca kendini hissettirdi. İktisadi Buhran Vergisi ve Hava Kuvvetlerine Yardım Vergisi gibi 1930’lu yıllarda ilk defa alınmaya başlanan vergiler emek kesimi üzerine dayanıyordu (Önder, 1983: 37) (Aktaran: Mutlu, 2009: 76) 33 2.1.2.4. Teşvik-i Sanayi Kanunu Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, sanayi özel sektör kanalıyla desteklenmek istenmiş ve 1913 Teşvik-i Sanayi Kanunu yeniden gözden geçirilmiştir. 1927 Teşvik-i Sanayi Kanunu, bu yasanın kapsamının genişletilmesiyle oluşmuştur. Sanayileşme açısından dönemin en önemli kanunudur. 1927 yılından 1942 yılına kadar uygulamada kalmak üzere kabul edilmişti. On beş yıllık himaye tedbirlerinin özel sanayi teşebbüslerinin palazlanması için yeterli olacağı hakim bir kanaatti (D.İ.E, 1973: 149). Yasanın işletmelere tanıdığı teşvik ve istisnaların başlıcaları şöyledir (Çavdar, 2004: 179): Uygun görülen teşebbüslere 10 hektara kadar karşılıksız arazi tahsis edilmesi. İletişim için gerekli bağlantıları ile kullanılacak motor gücünün devletçe bila bedel tahsisi sağlanması. Kuruluş aşamasında ithal edilecek olan araç ve gereçler demir ve denizyollarında %30 indirimli olarak taşınması. Yıllık üretimin %10’una kadar bölümünün satısının devlet garantisi altına alınması. İşletmelerin üretimi nicel ve nitel olarak yeterli ise ve fiyatı ithal edilecek emsallerinden %10’dan fazla değilse, dışalım yerine bu işletmelerin mallarının satın alınması. Kamu ürünlerinin bu işletmelere indirimli olarak satılması. Teşvik edilen işletmelerde, yönetici ve muhasebecilerin dışında yalnız Türkler’in istihdam edilmesi. Kanunu oluşturanlar bu kanunla milli sanayinin memleket tüketimini karşılayabildikten sonra ihracat yapabilecek düzeyde sanayi kuruluşları 34 oluşturulmasını ve halka sermayelerini birleştirerek ya da kişisel olarak girişimci ruhu kazandırılmasını amaçlamışlardır (Taşdurmaz, 2002: 70). Boratav (2000: 318), Teşvik-i Sanayi Kanunu’na ilşkin uygulamaların etkililiğine değinirken 1913 Osmanlı sanayisi ile 1927 Cumhuriyet sanayiini karşılaştırmıştır. Buna göre; benzer ölçütlere göre tanımlanmış ve küçük sanayi ile geleneksel zanaatları dışlayan imalat sanayiinin alt kollara göre bileşiminde 1913 ile 1927 arasında önemli bir değişme olmadığı bu karşılaştırmadan ortaya çıkıyor. Alt kolların sınıflanmasında bazı farklar olmasına rağmen kapsamı aynı olan gıda, deri ve dokuma kollarının üretim değeri bakımından imalat sanayii içindeki payları 1913’te %88, 1927’de ise %87’dir. Dönemin dışa ve içe dönük iktisat politikaları ile birlikte değerlendirilirse bu oranlar, Cumhuriyetin ilk yılarında sanayinin, Osmanlı ekonomisi içindeki nicel boyutlarını ve yapısal özelliklerini koruduğunu ortaya koymaktadır. Kısacası, 1923-1929 döneminin anlamlı bir sanayileşme süreci oluşturmadığı söylenebilir. 2.1.2.5. Ali İktisat Meclisi Ali İktisat Meclisi, 19 Temmuz 1927’de 1170 sayılı kanunla, iktisadi konulara ilişkin yasal düzenlemeler konusunda görüş bildirmek, bir nevi danışma organı görevi yürütmek amacıyla kurulmuştur. Meclis, iktisatçılardan, uzmanlardan ve Silahlı Kuvvetlerden bir temsilciden oluşarak her altı ayda bir on beş gün süre ile toplanmıştır. Meclis’in Türkiye ekonomisi ile ilgili başta ödemeler bilançosu olmak üzere üzerinde çalıştığı konular, dış ticaret, milli gelir, gümrük siyaseti ve Türk parasının değeridir. Ayrıca Meclis, Türkiye ekonomisine ilişkin özellikle belirli sektörlerle ilgili görüşlerini de raporlar halinde yayımlamıştır (Koraltürk, 1996: 47). Ali İktisat Meclisi yaptırım gücü olmamasına rağmen üstlendiği görevler açısından dikkat çekici bir girişimdir. Ali İktisat Meclisi’nin yüklendiği görevler şunlardır (Ülken, 1994: 19-20). 35 a) Hükümet tarafından hazırlanacak iktisadi kanun ve tüzük tasarıları hakkında görüş vermek. b) İktisadi mevzuatta gerekli görülen değişiklikleri gerekçeli öneriler halinde hükümete sunmak. c) Ekonomik gereksinimler hakkında araştırmalar yapmak. d) Çeşitli ekonomik akımları inceleyerek Türk ekonomisiyle ilgili derecelerini araştırmak. Böylece iktisat politikalarını yönlendirecek bir danışma organı olarak kurulan Ali İktisat Meclisi, bu temel işlevine çok yaklaşmış olur. Ali İktisat Meclisi’nin üzerinde çalıştığı yegane konu sanayileşme olmamasıyla birlikte Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın hazırlanması ve uygulamaya girmesinden sonra Meclis işlevsiz kalır ve devletin izleyeceği iktisat politikaları yani devletçilik belirginleştikten sonra 1935 yılı bütçe kanununun 25. Maddesi ile Ali İktisat Meclisi lağvedilir (Koraltürk, 1996: 56). 2.1.3. 1929 Buhranı’nın Etkileri Ekonomik, veya iktisadi buhran, liberal ekonominin periyodik ve kaçınılmaz rahatsızlığı sayılır. Çünkü liberal ekonomide teknik, yani üretim vasıta ve kudretinin gelişmesi, yalnız pazardaki arz ve talep temposuna göre işler. Yani bu gelişme ile, pazardaki arz ve talep akışı arasında ayarlayıcı bir mekanizma yoktur. Mal fetişizmi denilen hadise, yani üretilen malların ve arz edilen hizmetlerin pazarda karşılaşacakları sürüm ve fiyat şartları arasındaki belirsizlik, liberal ekonomiyi zaman zaman mübadele tıkanıklıkları ve fiyat dengesizlikleri ile sarsar. Bu mübadele tıkanıklığı tabii üretim hayatına, sanayii ve tarım alanlarına da tesir eder. Neticede borsalar, bankalar, pazarlar, sendikalar, ulaştırma ve nihayet tarım ve hammadde alanları buhranın içine sürüklenir. İşsizlik alır, yürür. 19. yüzyılda liberal kapitalizmin gelişmesiyle beraber zaman zaman meydana gelen, bazen dar bir sahada 36 kalıp, bazen bütün ülkeyi, hatta bütün dünyayı saran bu denge bozuluşu “iktisadi/ekonomik buhran” olarak adlandırılır (Aydemir, 1999: 346). Büyük Dünya Bunalımı Amerika’da başlamıştır. 24 Ekim 1929’da bir borsa paniği ile başlayan bu bunalım ABD ile sınırlı kalmayıp diğer ülkelere de yayılmış ve sonuçları bakımından kapitalist sistemin dönüm noktası olmuştur (Ölmezoğulları, 2003: 73). Türkiye krizin etkilerini dünya piyasaları ile daha fazla entegre olmuş sanayi ülkelerine nazaran daha hafif atlatmış olmasına rağmen ciddi sorunlarla karşılaşmıştır (Tekeli ve İlkin; 1977: 88). Buhranın Türkiye’ye ilk yansımaları, Türk parasının kıymetinin hızla düşmesi ve İngiliz parası karşısında hızla değer kaybetmeye başlaması gibi bir panik havası şeklinde kendisini göstermiştir. Bu panik havası Türk basınında da yer almıştır. Aralık 1930’daki ekonomik dalgalanmalar üzerine hükümet açıklama yapmak zorunda kalmış, Başvekil İsmet İnönü TBMM’de “Millî Para Hakkında” uzun bir açıklama yaparak bu düşüşün nedenleri üzerinde ayrıntılı olarak durmuş ve düşüşü şu nedenlere bağlamıştır (Tekeliİlkin, 1977: 82): 1) Harp dönemi kapalılığı ve mahrumiyetlerin sebep olduğu aşırı ithalat sonucu döviz talebinin mevcudiyeti. 2) Devlet gelirlerinin hesaba katılmadan geniş harcamalarda bulunulması. 3) Para ve kredi işlemlerini ülke düzeyinde kontrol edecek bir kurumun olmaması. Bunalımın Türkiye ekonomisi üzerine etkisi, paranın değeri ve dış ticaret üzerindeki olumsuzluklarla başlamıştır. İhracattaki düşüşle birlikte Lozan Antlaşması’nın gümrük tarifelerini sınırlayan hükümlerinin sona ereceğinin bilinmesinden kaynaklanan aşırı ithalat dış ticaret dengesinin, bu ise iç ticaret hadlerinin bozulmasına neden olarak ödemeler bilânçosu açığının artmasına yol açmıştır. Hammadde ve tarımsal ürünlerde sanayi ürünlerine oranla daha yüksek fiyat düşüşü yaşanmış, bu durum yoğun 37 olarak tarım ile uğraşan bir topluma sahip devletin gerilemesine sebep olmuştur (Pamuk, 2008: 174). Tezel (2002: 163)’e göre ise buhranın Türkiye üzerindeki etkileri şöyledir: 1) Dünya Buhranı’nın Türkiye ekonomisine yansımasıyla birlikte, 1930-1933 yılları arasında ithalatta meydana gelen hızlı ve büyük daralma, ithal mallarının fiyatlarında farklı oranlarda oluşan önemli düşüşler nedeniyle 1929 tarifesinin etkilerini ayıklamamızı hayli güç bir iş haline getirmektedir. 2) 1929 yılındaki spekülatif ithalatın etkileri Dünya Buhranı’nın Türkiye ekonomisi üstündeki etkileri ile birleşti. Kısa bir süre sonra, Türkiye’deki ithalatçıların yararlandığı yabancı tüccar ve banka kredileri buhran nedeni ile daraldı. Türk lirasının kambiyo kurunda görülen hızlı düşüş, Dünya Buhranı’nın etkilerini hükümetin karsısına bir “para krizi” olarak çıkardı. 3) 1929’da başlayan Dünya Buhranı Türkiye’nin yabancı sermaye arayışlarının giderek belirginleşmekte olduğu bir döneme rastladı. Buhranın etkileri bu arayışları bir süre için daha da yoğunlaştırdı. Ama dünyadaki buhran konjonktürü içinde kapitalist metropollerin Türkiye’de yatırım yapma yada Türkiye’ye borç verme eğilimlerinin zayıf olduğunun ortaya çıkması bu arayışları büyük ölçüde zayıflattı. 4) 1929 ve 1930 yıllarında iktisat politikasında önemli değişikliklere yol açtı. Hükümet ticaret açığını kapatmak, satın alma gücü azalan ihraç malı tarım ürünü ve hammaddelerin bir kısmını yurtiçi sanayi üretiminde değerlendirmek için, ithal ikamesine dayanan sanayileşme sürecini hızlandırma kararı aldı. Kurulması düşünülen yeni fabrikalar için yabancı yararlanılabileceği ümidi beslendi. sermaye yatırımlarından 38 5) Dünya Buhranı’nın Türkiye üstündeki etkileri, cari bütçe açığı ve döviz sıkıntısı ağırlaşırken, hükümetin Merkez Bankası kurma kararı ve yeni dış kredi kaynakları bulma gereksinimini artırdı. 6) Dünya Buhranı sırasında, nedeniyle Ziraat Bankası Türkiye’de ve yeni yaşanan iktisadi gelişmekte olan kriz kredi kooperatifleri, köylüler borçlarını ödemekte güçlük çektikleri için, ciddi sıkıntılarla karşılaştı. 7) Dünya Buhranı’nın Türkiye’nin dış ticaret hadlerinde ve buna bağlı olarak Türk tarımının iç ticaret hadlerinde büyük bir bozulmaya yol açarak ve yabancı yatırımcıların Türkiye’de yatırım yapma eğilimlerini ciddi bir şekilde azaltarak, Türk hükümetinin ithal ikameciliğine yönelik sanayileşmeyi hızlandırma ve bunu gerçekleştirebilmek için de sanayide devlet desteğine başvurma kararını almasında önemli bir rol oynadı. 1925’e kadar ihracat ve ithalatta devamlı bir artış yaşanmış, Dünya Buhranı’na bağlı olarak da azalma ortaya çıkmıştır. İthalatçılar ve tüketiciler, Türkiye’yi göreli açık bir ekonomi yapan liberal dış ticaret politikalarının 1929 Eylül’ünde sona ereceğinin bilincindeydiler. Bu nedenle üreticiler yeni korumacı sistem yürürlüğe girdiğinde spekülatör kârı kazanabilmek amacıyla, yüksek düzeyde talebi olan yabancı mallardan mümkün olduğunca ithal etmek istiyorlardı. Sonuçta, dış ticaret açığı 1929’da iki katı artmıştır (Keyder, 1982: 97). Bu dönemde Türkiye’nin dış ticaret değerleri aşağıdaki şekilde seyretmektedir (Tekeli-İlkin, 1983: 88-89). Tablo 5: Dış Ticaret Değerlerinin Yıllara Göre Dağılımı (Bin TL) Yıllar İhracat İthalat Dış Ticaret Dengesi Dış Ticaret Hacmi 1928 173.537 223.532 - 49.995 397.069 1929 155.214 256.296 -101.082 411.510 1930 151.454 147.550 3.903 299.005 1931 127.275 126.660 615 253.935 Kaynak: Tekeli İ.- İlkin S. ; 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları: 88-89 (Akt: Ezer, 2010: 427-442). 39 Tablo 6: Dış Ticaret Miktarlarının Yıllara Göre Dağılımı (Ton) Yıllar İhraç Miktarı (Ton) İthal Miktarı (Ton) 1928 626.682 965.482 1929 669.664 965.606 1930 776.668 616.229 1931 883.221 496.609 Kaynak: Tekeli İ.- İlkin S.; 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, s. 88-89 (Akt: Ezer, 2010: 427-442) Büyük Ekonomik Bunalım sonrasında, liberal ekonomiye sahip ülkelerde başlayan güdümlü ekonomiye yöneliş, ülkemizde de görülmüştür. Bunalım, Türkiye’nin ekonomi politikasında önemli değişikler meydana getirmiş, Türkiye’de devletin ön planda olduğu bir ekonomik sisteme doğru geçilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda, öncelikle gümrük duvarlarını yükselterek ithalatı kısmış ve ihracatı arttırmaya gidilmiştir (Yenal, 2003: 66). Krizin ortaya çıkmasıyla paranın değerinin düşmesi ve dış ticaret açığının azaltılması amacıyla alınan önlemlerden biri, 1929 yılının sonlarında kurulan Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’dir. İktisadî sorunları halka anlatan ve onlardan bu konularda destek bekleyen cemiyetin amaçları tüzüğünde söyle belirtilmiştir: Halkı israfla mücadeleye, hesaplı, tutumlu yaşamaya ve tasarrufa alıştırmak. Yerli malları tanıtmak, sevdirmek ve kullandırmak. Yerli malların miktarını yükseltmeye, metanet ve zarafet itibarıyla hariçteki mümasili mallar derecesine getirmeye ve fiyatlarını ucuzlatmaya çalışmak. Yerli malların sürümünü artırmak (Tekeli ve İlkin, 1977: 99). Cumhuriyet hükümeti 25 Şubat 1930 tarih ve 1567 sayılı kanunu çıkartarak; Türk parasının kıymetinin korunması hakkında esaslı önlemleri almak yetkisini aldı. Bu yasa ve eklerine dayanarak Bakanlar Kurulu, Türk Parasının Kıymetini Koruma adı altında bir dizi kararnameler ve ekler 40 çıkarıldı. Türk Parasını Koruma Kanunu’nu ekonomide devlet denetlemesini arttıran başka önlemler izledi. Dış borçların ödenmesi ertelendi ve ithalat kısılmak zorunda kaldı (Parasız, 1998: 26-27). Cumhuriyet’in ilk yıllarında özel teşebbüs eliyle kalkınma politikasının sermaye birikimini, sanayileşmeyi, kalkınmayı sağlayamadığı ve 1929 Bunalımı’nda devlet müdahalesini reddeden görüşlerin hâkim olduğu ülkelerde ekonomik sarsıntılar yaşandığı gerçeğinin görülmesi devletin iktisadî hayata müdahalesi zorunluluğunu ortaya koymuştur. Bu doğrultuda özel teşebbüssü esas tutmakla beraber ülkeyi en hızlı şekilde refaha kavuşturmak için özellikle iktisadî alanda devlet müdahalesini artırmayı savunan devletçilik politikası benimsenmiştir. Bu modelde devlet özel teşebbüsün yapamadığı ve cazip bulmadığı alanlarda faaliyet gösterip ülkenin hızla sanayileşmesi için etkin rol alacaktır (Altıparmak, 2002: 40). Tablo 7: Büyük Buhran Yıllarında Türkiye Ekonomisi Yıl Nominal GSMH (milyon TL) Reel GSMH(milyon TL) Fiyat Düzeyi (GSMH Def) Enflasyon Oranı (%) İhracat (milyon US) İthalat (milyon US) 1927 1 471,2 3 909,6 95,9 2,65 81 108 1928 1 632,5 4 341,3 95,0 -0,86 88 114 1929 2 073,1 5 278,2 100,0 5,22 75 124 1930 1 580,5 5 393,9 74,4 -25,62 71 70 1931 1 391,6 5 865,7 60,3 -18,89 60 60 1932 1 171,2 5 235,2 57,0 -5,58 48 41 1933 1 141,4 6 063,9 47,9 -15,94 58 45 1934 1 216,1 6 429,6 47,9 0,00 73 69 1935 1 310,0 6 233,8 52,9 10,34 76 71 1936 1 695,0 7 679,8 56,2 6,25 94 74 1937 1 806,5 7 798,2 58,7 4,41 109 91 1938 1 895,7 8 537,5 56,2 -4,23 115 119 1938 2 063,1 9 127,8 57,9 2,94 100 93 Reel GSMH 1948 fiyatlarıyla ölçülmüştür. Fiyat düzeyi 1929=100 olarak alınmıstır. Kaynak: Yıldırım, K.; Kahraman, D. ; Makro Ekonomi, Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Vakfı, Yayın No: 145, Eskişehir, 2001.,s:15 41 2.1.4. Sanayileşme Planları Dünya ekonomisinin girdiği büyük bunalım yıllarında Türkiye ekonomisi dışa kapanarak devlet eliyle bir sanayileşme hamlesine girmiştir. Krizin hammadde fiyatlarını sanayi fiyatlarından daha çok düşürmesi sonucu bir önceki dönemdeki serbest ticaret-açık kapı politikalarının sürdürülmesinin dış ticarette yaratacağı olumsuz gelişmeler sezilmişti. 1929’da Lozan’ın sınırlamalarının da son bulmasıyla ithalatı denetleyen koruma önlemlerine başvurularak koruma duvarları altında eskiden ithal edilen sınai tüketim mallarında ithal ikameci yatırımlara gidildi. Böylece bunalım döneminde azgelişmiş ülkelerin sanayisiz yapıyı değiştirmeye yönelik ilk adımlarına Türkiye de katıldı (Eroğlu, 2007: 63-73). Ülkenin 1920’lerdeki sanayi yapısı, temel tüketim malları gereksinimini dahi karşılayamamaktadır. Bu anlamda devlet eliyle sanayileşme politikasının önemli hedeflerinden birisi, bu olumsuz yapıyı değiştirmektir. Şeker, un, yağ gibi temel tüketim malları gereksiniminin yerli üretimle karşılanabilmesi, bu olumsuzluğun da kırılması demektir. Gözetilen diğer bir hedef de, ülkenin hammadde kaynaklarını harekete geçirerek üretime dayalı bir yapıyı sağlamaktır. Böylece sanayileşmiş bir toplumun temelleri atılmış olacaktır (Kuruç, 1987: 109-112). Devlet eliyle sanayileşme gerekliliğini ortaya çıkaran maddi şartlar su şekilde sıralanabilir: Merkezi idare çok kısa zamanda sosyal hayatta muhafaza etmeye çalıştığı ve kültürünün önemli unsurları olarak gördüğü konularda inkılaplar yaptı ve tepkiler hiçbir zaman ciddi boyutlara ulaşmadı. Bu durum bürokraside ve ekonomik hayatta da benzeri yollarla gerçekleştirilecek uygulamaların başarılı olabileceğine dair fikirler uyandırdı. Gümrüklerde 1929’la birlikte düşük tarifelerin kalkması ve devletin gümrükler üzerinde tam yetkili hale gelmesi, devletçi 42 uygulamayı mümkün kılacak önemli bir safhanın daha geçilmesi manasına alındı. İyi bir planlama ve kaynakların rasyonel kullanımı ile hali hazırda dışarıdan ithal edilen birçok maddeyi ülke içinde imal etme ve böylelikle önemli miktarda dövizin dışarıya gitmesini engellemek mümkündü. Bu yatırımların gerçekleştirilebilmesi için ekonomiye makro seviyede bakabilecek ve karlılıktan önce ülke kaynaklarının dışarıya akmamasına dikkat edecek bir yaklaşım tarzına ihtiyaç vardı. Bunu devlet adına yapabilecek herhangi bir kurum mevcut değildi. Üstelik eldeki kaynaklar son derece kıttı ve artık bu kaynakları doğrudan devlet kullanmak istemekteydi (Bostancı, 1996: 102). 2.1.4.1. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı Devletçi sanayileşme, 1933’te hazırlanan sanayileşme programı doğrultusunda 1934 yılında uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (BBYSP) ile başlatılmıştır. BBYSP’na esas olan hazırlık araştırmaları, Prof. Orlof başkanlığındaki bir Sovyet uzmanlar heyetinin, memleketin çeşitli yerlerinde 1930 – 1932 arasında yaptıkları incelemelerden sonra hazırladıkları raporlarla tamamlandı. Orlof heyetinin bu incelemeleri başta tekstil sanayi olmak üzere, kimya, maden, demir-çelik, kendir-keten, kağıt-selüloz, kükürt, seramik gibi iş ve sanayi kollarını içine alıyordu (Aydemir, 1999: 354). On beş üretim kolunun 1932 yılından başlayarak etüdünü ve sorunlarını ve 1938 yılına kadar kurulması öngörülen işletmelerin yatırım tahminleri ve kuruluş yeri analizlerini içeren plan sonraki bölümlerinde Jeoloji Enstitüsü ve mesleki tedrisat programı ve finansmanı konularını işlemektedir. Plan ulusal ekonominin tümünü kapsamaktan ziyade beş yıllık sınai yatırım programı niteliğini taşımakla birlikte, kağıt üzerinde kalmamış olması ve ilk büyük 43 sanayi yatırımlarına rehberlik etmesi açısından oldukça önemlidir (Boratav, 2000: 320). Planda düşünülen hedefler incelendiğinde, Türkiye ekonomisinin gelişmesi için hızlı bir sanayileşme politikasının uygulanmasına öncelik verildiği açıkça görülmektedir (Sevgi, 1994: 50). “Birinci Beş yıllık Sanayi Planı’nın esasları şöyle söylenebilir: 1. Esas hammaddeleri memlekette yetişen veya şimdilik yetişmekle beraber kısa bir zamanda içerde temini mümkün görülen sanayi kolları ele alınmıştır. 2. Bunlar büyük sermaye ve teknik kuvvete ihtiyaç gösteren sanayiden olduklarından kuruluşları Devlete veya Milli müesseselere bırakılmıştır. Bu sanayiimiz tarım alanında da dengeli bir faaliyet zemini yaratacaktır. 3. Kurulmasına karar verilen sanayiimiz, istihsal kapasite memleket ihtiyaç ve istihlakiyle orantılıdır. (kükürt, gülyağı ve süngerden başka)” (İnan, 1972 : 11). Uygulama olanağı bulan BBYSP’nın ilkeleri ise şöyle sıralanabilir: Temel maddeleri yurt içinde üretilen veya üretilebilecek olan sanayilere öncelik verilmesi. Büyük sermaye ve ileri teknoloji gerektiren projelere ağırlık verilmesi Ele alınan sanayilerin kuruluş kapasitelerinin iç tüketimi karşılayacak düzeyde tutulmasına gayret edilmesi (Çavdar, 1992: 213). BBYSP ile öngörülen yatırımlar kısa sürede tamamlanarak üretime başlamıştır. Fabrikaların yer seçiminde hammadde kaynaklarına yakınlık ve bölgesel denge göz önüne alınmıştır (Yenal, 2003: 70). 44 Tablo 8: Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında Kurulması Öngörülen Sanayi Tesisleri ve Dağılımı Sanayi Adı İl, İlçe Sanayi Adı İl, İlçe 4.Kağıt ve Selüloz İzmit 1.Kimya Sanayi Suni İpek Gemlik Sanayi Keçiborlu Kok Zonguldak 5.Kükürt Sanayi Bodrum Gül Yağı Isparta 6.Süngercilik Bakırköy, İst. Humuzu Kibrit İzmit 7.Mensucat Sanayi Kayseri Süper Fosfat İzmit Nazilli Klor ve Sud Kostik İzmit Ereğli 2.Toprak Sanayi Malatya Seramik Kütahya Iğdır Cam ve Şişe Paşabahçe 8.Merinos Bursa Zonguldak 9.Kenedir Kastamonu 3.Demir-Çelik Sanayi Kaynak: İnan A.; Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı 1933, Ank. 1972, 14-15. Yukarıda bahsedilen sanayi dallarında 20 fabrikanın kurulması ve bu fabrikalar için 43.453.000 TL yatırılması öngörülmüştür. Bu fabrikalar için gerekli olan finansman Sümerbank ve İş Bankası tarafından karşılanacaktı. Devletçi sanayileşme sürecinin finansmanı sırasında ülkede iç ve dış borç yükü arttırılmadığı gibi istikrarlı bir para politikası izlenerek açık finansman modeli tercih edilmemiştir. Finansmanın temel kaynağını tüketim malları üzerine konulan vergiler oluşturmuştur (Parasız, 1998: 50). BBYSP bütün yetersizliklerine rağmen birçok bakımdan önemli bir başarıdır Bu plan sayesinde: Özel sanayinin itibar etmediği Anadolu, birtakım modern sanayi tesisine kavuşmuştur. 45 Devletçilik, dış yardım ve krediler olmaksızın kalkınmanın mümkün olabileceğini ispatlamıştır. Bu dönemde 17 milyon lira borç alınırken, 36 milyon lira borç ödenmiştir. Eğitim ve sağlık gibi insan yatırımlarını saymaksızın milli gelirin %5’ine yaklaşan yarım milyar liraya yakın kamu yatırımı gerçekleştirilmiştir. Özel teşebbüs yatırımlarıyla birlikte milli gelirim %10’una ulasan yatırım hacmi, iç ve dış istikrarı bozmadan gerçekleştirilmiştir (Avcıoğlu, 1982: 453). Hedeflerin gerçekleştirilmesi için bir diğer gereklilik ise devlet öncülüğü ve sermayesi ile sanayiyi destekleyecek bankaların kurulmasıdır. 1930-1938 döneminde kurulan devlet bankaları Merkez Bankası, Sümerbank, İller Bankası (Belediyeler Bankası), Etibank, Denizbank, Halk Bankası’dır. Buna karşılık yabancı bankaların sayısı gerek izlenen bankacılık politikası, gerekse 1929 ekonomik bunalımının etkisiyle azalmıştır. Dünya Bunalımı’nın yarattığı olumsuz ortama rağmen, Türkiye’de sanayileşme hareketi ile olumlu sonuçların alınmasında yeni kurulan ve yeniden yön verilen bankaların çok büyük ve önemli katkıları olmuştur. Bu bankalar arasından özellikle Sümerbank ve Etibank sanayileşmede önemli görevler üstlenmiştir (Üğe, 2010: 25). 1933 tarihinde 20 milyon TL devlet sermayesi ile kurulan Sümerbank’ın asıl görevi sanayi planının uygulanmasıydı. Bankanın görev alanına giren işler, Devlet Sanayi Ofisi’nden devralınacak olan fabrikaları işletmek, devletin özel kuruluşlarda sahip olduğu iştirakleri yönetmek ve devlet sermayesi ile kurulacak olan tüm sınaî kuruluşların etüt ve projelerini hazırlayarak, bu projeleri kurmak, yönetmek ve gerekli sınaî kuruluşları sermayesi ölçüsünde projeye katmak, yurda ve kendi fabrikalarına gerekli işgücünü yetiştirmek, her türlü bankacılık işlemleri yapmak, sanayinin gelişmesi için gerekli önlemleri almaktı. Etibank ise sanayileşmeye yardımcı olarak özellikle yeraltı kaynaklarından etkin hizmetlerde bulunmuştur (Yaşa, 1980: 470-471). verim alınabilmesi için 46 Tokgöz (1999: 68) ‘e göre Birinci Plan!ın uygulanmasında özel bir ticari banka durumunda olan T. İş Bankası da görev almıştır. Planda öngörülen Şişe- Cam Sanayii’nin kurulması ve işletilmesi görevi bu bankaya verilmiştir. Bu fabrika 1935’te İstanbul Paşabahçe’de tamamlanmış ve bir yıl sonra üretime başlamıştır. İlk müdürü Adnan Berkay olan tesis özellikle nitelikli iş gücü yetersizliğinden, düşük kapasiteyle çalışmak zorunda kalmıştır. Uzman işçilerin çok büyük çoğunluğu Bulgaristan ve Romanya’dan getirilmiştir. İş Bankası yine aynı dönemde Malatya Bez ve Isparta Gülyağ Tesislerinin kuruluşuna da iştirak etmiştir. Bankanın toplam katkısı 2.4 Milyon TL olmuştur. Planın öngördüğü yatırımların iç kaynakla finanse edilmesi ilkesi benimsenmişse de Sovyet Rusya’dan 8 milyon dolar ve İngiltere’de 13 milyon sterlin ithalat kredisi sağlanmıştır. İsmet İnönü başbakanlıktan ayrıldıktan sonra Celal Bayar hükümeti kurdu. 8 Kasım 1937’de Bayar, hükümetin programını Meclise sunarken 1934’ten beri yürürlükte olan Birinci Sanayi Planı’nda öngörülen 20 tesisin 2 tanesi hariç diğerlerinin süresinden önce bitirilerek işletmeye açıldığını memnuniyetle haber verdi. Planda öngörülmediği halde sanayileşmenin sürükleyici ve temel girdisi olan demir-çelik ihtiyacını karşılamak üzere 3 Nisan 1937’de Karabük Demir- Çelik Tesislerinin temeli atıldı (Tokgöz, 1999: 70). Bugünkü planlama anlayışına uyan bir çerçeve içinde yer almamasına rağmen bu plan, Sovyet planlamasından sonra dünyadaki ilk planlama deneyimlerinden birini temsil eder. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’ndaki yatırım projelerinin bazı aksamalara rağmen 1938’de gerçekleşmiş olduğu kabul edilmiş ve yeni plan çalışmalarına başlanmış; ancak savaş ortamında bu çalışmalar kesintiye uğramıştır (Boratav, 2000: 327). 47 2.1.4.2. İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı 20-24 Ocak 1936’da İBYSP’nın hazırlıklarını yapmak üzere İktisat Vekili Celal Bayar’ın başkanlığında Sanayi Kongresi toplandı. Kongrenin benimsediği ilke ve önerileri kapsayan “ Plan” taslağı Başbakanlığa sunuldu. Celal Bayar kapak yazısında Başbakan İsmet İnönü’ye şöyle diyor: “Türkiye için endüstrileşme, kudretli tabirinizle bir milli varlık savaşıdır, bir milli müdafaa mücadelesidir ve hiçbir fedakarlık ve sıkıntı, bir milli mücadelenin neticesiyle mukayese edilemez. “ Görülüyor ki dönemin devlet adamları iktisadi ve siyasi bağımsızlığı korumak için sanayileşmeyi vazgeçilmez bir ulusal hedef saymaktadırlar. Bu nedenle İkinci Plan, kapsadığı iktisadi alanlar ve tesis sayısı yönünden Birinci Plan’dan daha geniş tutulmuştur. Bu kararın alınmasında, kısa sürede üretime açılan tesislerin ve kazanılan tecrübenin verdiği moralin de etkisi vardır. Ancak 1938 yılına gelindiğinde dünyada savaş rüzgarlarının esmeye başladığını gören Türk Hükümeti, Atatürk’ün ölümünden yaklaşık iki ay önce, yani 16 Eylül 1938’de, İkinci Plan taslağında bazı değişiklikler ve düzeltmeler yaparak, 4 yıllık olarak yeniden düzenlenmiştir. O tarihte Sanayi Dairesi Başkanlığı’na getirilmiş olduğunu ifade eden Şevket S. Aydemir, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden üç ay önce bu plandan da vazgeçilerek, yerine “İktisadi Savunma Planı”nın (5 Nisan 1939) hazırlanarak yürürlüğe konduğunu anlatmaktadır (Tokgöz, 1999: 71). Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın içerdiği süre dolmadan 1936’dan sonra İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı (İBYSP) hazırlıklarına girişilmiştir. İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı ilk planın aksine ara malları ve yatırım malları üretimine öncelik vermekteydi. Ayrıca elektirifikasyon, madencilik ve limanlar gibi altyapısal gelişmeleri dikkate almaktaydı. Bu nitelikler itibariyle İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın bir bakıma kendine yeterlilik ilkesine önem verdiği ve ilk planın doğal bir uzantısı olduğu söylenebilir. Ancak İkinci Beş Yıllık Sanayi 48 Planı, II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya konulamamıştır (Kepenek ve Yentürk, 2001: 68). Aydemir (1999: 354), İBYSP’nın yürürlüğe konulamaması hakkında şu değerlendirmeleri yapmıştır: Bu plana bağlı renkli haritaya bakıldığı zaman Türkiye bir çiçek bahçesi gibi görünür: fabrikalar, madenler, santraller, çeşitli iş ve işletme yerleriyle donanmış bir bahçe…fakat İkinci Dünya Harbi yaklaşıyordu. Atatürk’ün rahatsızlığı ise, O’nun ruhi enerji kaynaklarını büyük ölçüde yormuş görünüyordu. Bu plan uygulanamadı. Bunun yerine ve Atatürk’ün ölümünden iki ay kadar önce (16.09.1938) hem Birinci Beş Yıllık Planın henüz alınamayan konularını içine almak, hem İkinci Beş Yıllık Programın bazı konularını benimsemek, hem de o güne kadar programalara alınmayan ulaştırma konularını da kapsamak üzere 4 yıllık bir plan hazırlandı. Harp öncesi aylarda Sanayi Tetkik Dairesi Reisliği’ne getirilmiştim. Pek yaklaşan dünya harbinin habercileri olan şimşekler ise ufuklarda çakıyordu.onun için ilk iş uzun vadeli bir sanayi düzenlemesi değil, bir “iktisadi savunma planı” olmuştu (5 Nisan 1939). Aradan daha 3 ay geçmişti ki İkinci Dünya Harbi patlak verdi. Ondan sonra herşey harp ekonomisinin icap ve zaruretlerine göre düzenlendi. Asıl büyük kalkınma işleri ister istemez, bu harbin sonuna kalacaktı. Atatürk’e gelince, O artık bu planların dışındaydı. İkinci Dünya Harbi başlarken Atatürk, artık aramızda değildi.” Kalaycı (2009: 152-176) her iki sanayi planının karşılaştırmasını şu şekilde yapmaktadır: Her iki planda da, ülkenin iktisadi bünyesine ve koşullarına uygun olan, büyük sermaye ve teknik gücü gerektiren ve hammaddesi tümüyle içeride yetişen sanayi ele alınmıştır. Her iki planda da büyük sermaye ve teknolojiyi gerektiren sanayi alanlarında özel girişimciliğe yer verilmemiştir. Bunların dışındaki alanlarda özel girişimciler serbest bırakılmıştır. 49 Yeraltı ve üstü kaynaklarımızın bol ve kaliteli olduğuna işaret edilerek bunların halk kitleleri için kazanç kapısı haline getirilmesi planlanmıştır. İkinci planda özellikle, ulusal savunma ve iktisadi gelişme bağlamında kömür havzaları ile elektrik santrallerine özel bir dikkat çekilmiştir. Makine sanayiine bir altyapı oluşturmak üzere, I.Plan’a göre kurulmakta olan Karabük Demir ve Çelik fabrikalarının yarı mamul maddelerini işleyecek fabrikalar II.Plan’da teklif edilmiştir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1923-1938 DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ VE ATATÜRK’ÜN EKONOMİ ANLAYIŞI 3.1. 1923-1938 DÖNEMİNE GENEL BAKIŞ Cumhuriyetin ilanından sonra tarım, sanayi, ulaştırma, bankacılık ve ekonomiyi ilgilendiren diğer bütün alanlarda yoğun bir çalışma başlatılmıştır. Bütün bunlar yapılmaya çalışılırken karşılaşılan en önemli sorun sermaye yetersizliği olmuştur. Buna rağmen ülkenin bütün kaynakları seferber edilerek çalışmalara devam edilmiştir. Boratav (2000: 317), 1923-1929 dönemini “açık ekonomi koşullarında yeniden inşa” ifadesi ile tanımlamaktadır. Bu yıllar barış ortamına dönüş koşulları içinde Milli gelirde sağlanan büyüme hızı dolayısıyla reel gelir artışlarının bütün sosyal sınıf ve tabakalara yayıldığı bir dönem oluşturmaktadır. 1930-1938 döneminin iktisat politikalarının evriminde gözlenen başlıca uğraklar, salt korumacı önlemlerle yetinilen 1930 ve 1931 yılları, Devletçi uygulamalara ani bir geçişi temsil eden 1932 yılı ve devletçiliğin rayına oturduğu 1933 – 1938 yılları olarak saptanabilir. Dönemin sonunda, özellikle Celal Bayar’ın başbakanlığı ile eş zamanlı olarak özel teşebbüsün özendirilmesine dönük yeni bir yönelişin ilk izleri gözlenmektedir (Boratav, 2000: 318). 3.1.1. Tarım Sektörü Tarım kesimi hakkında ilk resmi bilgilerimiz, 1927 yılında gerçekleştirilen nüfus, tarım ve sanayi sayımı sonuçlarına dayanmaktadır. İlk nüfus sayımı sonuçları, toplam nüfusun 13 milyon 500 bin civarında olduğunu göstermiştir. Tarım kesiminde çalışan nüfusun, toplam nüfusun yaklaşık 51 %68’ini temsil ettiği hesaplanmıştır. Savaş ekonomisinden barış ekonomisine geçişin ilk önemli sonucu, tarım kesiminde üretimin artması olmuştur. Bu ilişkiyi milli gelir hesaplamalarından izlediğimizde; 1923 yılında GSMH içinde tarımın payı %40 civarındayken, her yıl artarak 1926’da yaklaşık%50’ye yükseldiği görülmektedir. 1925 yılında 716 sayılı yasayla 22.233 çiftçi ailesine, 20 yılda ödenmek üzere 731bin dönüm toprak dağıtılmıştır. Toplam tarımsal kredi hacmi 22 milyondan 100 milyona çıkartılırken, kredi faizi %12’den %9’a indirilmiştir. Hükümet, bir yandan kooperatifçiliği ve traktör kullanımını özendirici önlemler alırken diğer yandan tarımda alt yapı çalışmalarını çok yönlü olarak sürdürmüştür. Avrupa’ya tarım öğrenimi yapmak için öğrenci gönderilirken tarım memurlarına ve öğrenmelerine hizmet içi eğitim yoluyla modern bilgiler verilmiştir. Örnek çiftlikler, fidanlıklar ve tohum ıslah enstitüleri kurulmuştur. Savaş yıllarından kırılan hayvan cinsi ve sayısının arttırılması teşvik edilmiştir (Tokgöz, 1999: 72). Tablo 9: Belli Başlı Tarım Ürünlerinin Üretim Miktarı ve Canlı Hayvan Sayısı Buğday 1000 ton Tütün 1000 ton Pamuk 1000 ton Koyun milyon Keçi milyon Büyükbas milyon 1926-30 1926 50 51 17 14 6 1931-35 2304 36 40 16 13 7 1936-40 3636 68 64 23 16 9 Kaynak: Tezel, Y. S.; Cumhuriyet’in İktisadi Tarihi, 5. bs. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2003, 355 Tarımda uygulanan politikalar bu dönem sanayileşmede olduğu gibi bir strateji şeklinde değil, şartlara göre uygulamaya kondu. Tablo 8’de incelenen zaman aralığında buğday, tütün, pamuk üretiminin ve koyun, keçi ve büyük baş hayvan sayısının artış gösterdiğini görmekteyiz. Dönem boyunca Türk tarımın belirleyici özelliği, çok düşük düzeyde toprak kullanımıdır. Dönemin başlangıcında ekilen toprakların miktarı yaklaşık 4-5 milyon hektardır. Bu miktar ekilebilir alanların %20’sinden azdır. Toplam alanın ise sadece %56 kadarını oluşturmaktadır. İşletme başına ekilen alan 25 dekardır. 1923-1938 döneminde Türkiye’de ortalama mülk 52 arazı 70 dekar civarındadır. Dönem boyunca ekilen toprak miktarı yılda %2.5 kadar genişlemiştir. Dönemin sonunda ekilebilir toprakların yaklaşık %35’i ekilmektedir (Aruoba, 1982: 80). Tablo 10: 1924 – 1949 Arası Bitkisel Üretim Yıllar Buğday (Ton) Fiyat (krş/kg) Tütün (Ton) Fiyat (krş/kg) Üzüm (fiyat) ihraç/birim 1924 821.231 10,6 51.870 68,2 37,7 1925 967.758 14,4 56.284 70,3 46,2 1926 2.222.000 12,4 54.319 64,1 43,3 1927 1.199.000 11,8 69.604 72,3 40,2 1928 1.476.000 13,5 43.035 56,3 27,4 1929 2.446.000 12,5 36.503 71,8 20,8 1930 2.327.000 7,3 47.211 71,5 25,0 1931 2.693.000 4,0 51.111 35,7 35,0 1932 1.741.000 4,2 18.040 34,8 21,5 1933 2.404.000 3,7 40.148 30,2 15,1 1934 2.404.000 3,6 35.678 44,4 13,4 1935 2.269.000 4,6 36.004 53,7 13,7 1936 3.467.000 4,7 75.936 52,8 15,4 1937 3.324.000 4,7 72.677 47,8 20,6 1938 3.850.000 4,3 58.800 43,3 17,2 1939 3.772.000 4,4 65.434 46,1 14, 1949 3.158.000 56,1 52.438 184,3 14,7 Kaynak: Tokgöz, E. , Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-1999), 5. Baskı Ankara:İmaj Yayıncılık, 1990, s 74. 1923 – 1929 yılları tarımsal üretim bakımından “altın yıllar” olarak görülebilir. Savaş koşullarında %50 dolaylarında üretim düşmeleri gözlenen başlıca ürünlerde, savaş öncesi üretim hacmini 1923’ü izleyen bir, iki yıl içinde ulaşıldı. Bu olumlu gelişmede Anadolu’nun erkek nüfusunun yeniden toprağa dönmesine imkan veren barış koşullar en önemli rolü oynamakla birlikte, tarıma dönük olumlu politikaların fiyat ve vergi değişkenleri yoluyla çiftçiler lehine kaynak yaratan sonuçları da belirleyici olmuştur. Buğday üretimi dönemin ilk yıllarında 1 milyon tonun altında iken, 1928 – 1929 ortalaması 2 milyon ton civarında idi. Özellikle Batı Anadolu’da nüfus mübadelesinin yarattığı değişmeler bazı ticari tarım ürünleri üzerinde 53 olumsuz etkiler icra etmiş olmasına rağmen, 1924 – 1929 yılları arasında tarımsal hasılanın yıllık büyüme hızlarının ortalaması %16.2’yi buluyordu. Bu, dönemin sınai büyüme hızı olan %8.5’in hemen hemen 2 misli, milli hasıla artış hızı olan %10.9’un %50 üstündedir. Görüldüğü gibi, tarım 1923 – 1929 yıllarında ana sürükleyici sektördür ve savaş ve yıkım yıllarından sonra ekonominin yeniden inşası esas olarak tarım kesiminin dinamizmi sayesinde gerçekleşmektedir (Boratav, 2000: 318). 3.1.2. Sanayi Sektörü Sanayinin gelişme hızı ise tarımın ve milli gelirin büyüme hızlarının birhayli gerisinde olmasına rağmen bu dönem içinde yıllık %8.5 gibi küçümsenmeyecek bir ortalamaya ulaşmaktadır. Ancak bu büyüme gerçekte bir sanayileşme sürecini değil, bir yeniden inşa sürecini yansıtmaktadır. Savaş yılları, esasen pek cılız olan fabrika üretiminin büyük ölçüde hammmade tıkanmaları nedeniyle sarsılmasına; Anadolu’ya yayılı küçük sanayi ve el sanatlarının ise yetişkin erkek nüfusun cepheleri doldurması yüzünden büyük ölçüde gerilemesine yol açmıştır. 1923’ten itibaren, tarımsal genişlemeyi sağlayan emeğin üretimine dönmesi olgusu, küçük sanayi içinde geçerli olmuştur. 1927 Sanayi Sayımı’na göre, imalat sanayiinde çalışan 237.000 işçinin %46’sı, yani 109.000’i, dörtten az işçi çalıştıran işyerlerinde istihdam edilmekte idi. Bu rakamlara Sayım’ın kapsamadığı hane içinde, evlerde yürütülen (ve esas olarak çeşitli el dokumalarını içeren ) “sınai” üretim faaliyetlerini de eklersek bu dönemde istihdam açısından geleneksel zanaatların, el tezgahlarının ve küçük sanayinin “sınai” faaliyetlerin büyük bir bölümünü oluşturduğu anlaşılmaktadır (Boratav, 2000: 318). Cumhuriyetin ilk yıllarındaki sanayileşme çabalarının, uzun süreli bir ekonomik planlama kaygısının değil de o andaki ekonomik koşulların bir sonucu olduğunu gösteren belirgin özellik, sanayileşme faaliyetinin tüketim mallarına yönelişidir (Yerasimos, 1980: 687). 54 1923-1924 yıllarının Türkiye’sinde sanayi, el sanatları düzeyinde loncaların devamı sayılacak gruplar halinde toplanmıştı. İstanbul, İzmir ve Adana’da enkaz durumunda birkaç dokuma fabrikası yanında, yine İstanbul’da harap halde birkaç askeri fabrika ülkenin sanayi gücünü oluşturmaktaydı. İkinci İnönü Hükümeti, mülkiyeti kamuya ait tüm sanayi kuruluşlarını 19 Nisan 1925 tarih ve 632 sayılı yasa ile kurulan “Sanayi ve Maadin Bankası”na bağladı. Fakat Banka beklenen görevleri kaynak yetersizliği nedeniyle yapamadı. 1933 yılından itibaren Sümerbank’ın faaliyete geçmesiyle kamu sanayi kuruluşları ve yatırımları belli bir düzene kavuştu. Sanayi sektörü içerisinde madenciliğe 1923-1939 döneminde ayrıca önem verilmiştir. Maden kömürü üretimi dönem içerisinde %150’den fazla artış gösterirken, borasit ve tuz üretimine devam edilmiş, kükürt, krom, linyit, demir cevheri üretimi ise madenciliğe kazandırılmıştır. 1948=100 endeksine göre 1923’te 19,7 olan endeks 1939’da 75’e çıkarılmıştır. Dönemin en akıllı ekonomi politikaları arasında madencilik politikası bulunur. Araştırma, inceleme, uygulamayı sağlamak için, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’nün kurulması, Etibank’ın finansman banka olarak göreve başlatılması, taşımacılık için demiryolları yapımlarının hızlandırılması maden politikasına bütünlük getirmiştir (Taşdurmaz, 2002: 157). Devlet, temel tüketim ve ara malları alanında, ithal ikamesi sağlamak gayesiyle “Üç beyaz” ve “Üç siyah” projelerine öncelik vermiştir. Un, şeker ve pamuklu bez üç beyazı; kömür, demir ve akaryakıt üç siyahı temsil etmektedir. Bu temel malların yurt içinde üretilmesiyle önemli oranda döviz tasarruf edildiği gibi dışa bağımlı kalma korkusu da yenilmiştir (Tokgöz, 1999: 80). Bu gelişme, esas olarak hafif sanayiye (tekstil ve gıda sanayilerine) dayalı bir gelişmedir. Ancak, bu doğrultuda bir zorunlu ilk adım atılmadan her hangi bir sanayileşme sürecinin başlayabilmesi esasen söz konusu değildir. Üstelik yatırım malı ve ara mal üreten modern sanayi kollarının ilk kuruluş 55 yılları da devletçilik dönemi içindedir. Metalurji özellikle demir-çelik, kağıt ve kimya sanayi kollarında ilk modern tesisler bu yıllarda kurulmuş; inşaat malzemesi ve çimento üretiminde büyük sıçramalar gerçekleştirilmiştir. Makine ve teçhizat yatırımlarındaki ortalama yıllık artış hızı %10 dolaylarındadır (Akşin ve diğ., 2000: 328). 1930-40 arasında Türkiye bir yandan buğday üretimini ikiye katlayıp, diğer tarım ürünlerinde önemli gelişmeler sağlarken, hızlanan sanayileşme nedeniyle tarımın milli gelirdeki payı 1938’de %48’e geriledi. Ülkede sanayileşme yönünde köklü bir değişim başladı. Sanayide yaşanan bu atakla kurulan işletmeler yanında 1936’da iş Kanunu çıkarıldı. Bu dönemde ekonomide büyüme, büyük işletmelere ve şirketleşmelere yönelimi arttırdı. Hammadde kullanımında artışlar yaşandı. Dönem; 1938 yılı dışında dış ticaret açığı vermedi. (Erkan, 2013: 40) Tablo 11: Sanayi Sektörü Katma Değeri (1923-1938) (1948 Yılı Üretici Fiyatlarıyla Milyon TL) Yıllar Madencilik İmalat Sanayi Elektrik, Gaz, Su Toplam Sanayi 1923 18.5 284.5 7.2 310.6 1924 31.2 249.9 7.8 288.9 1925 27.0 310.4 8.5 345.9 1926 37.2 351.5 9.4 398.1 1927 40.0 430.0 10.0 480.0 1928 43.8 419.6 11.0 474.4 1929 37.8 443.7 11.8 493.3 1930 38.8 501.4 14.2 554.4 1931 41.3 579.4 15.3 636.0 1932 45.5 683.7 16.1 745.3 1933 45.2 819.9 17.3 882.4 1934 56.2 929.9 19.6 1004.2 1935 59.8 921.7 19.1 1000.6 1936 58.9 889.6 19.5 968.0 1937 64.5 976.7 21.6 1062.8 1938 70.6 1141.4 24.1 1236.1 Kaynak: Bulutay,Tezel ve Yıldırım: Türkiye Milli Geliri 1923-1948, Tablo 8.2.B Ankara, 1974 (Akt: Boratav, 1982: 7). 56 3.1.3. 1923-1938 Döneminin Değerlendirilmesi 1923-1930 yılları arası her şeyin yeniden kurulduğu, yeni bir yapılanma dönemidir. Osmanlı’dan miras kalan köhne “tarım ekonomisi”, yeni bir anlayış içinde “Sanayi Uygarlığı”na dönüştürülmek istenir. Bunun için ülkede devletin, kendinin girişimci olması yerine sanayici, tüccar ve çiftçinin desteklenip yönlendirilmesi arzulanır. Başka bir deyişle özde piyasa sisteminin felsefesi benimsenmiştir (Erkan, 2013: 33). 1930’ların kendine özgü koşullarında doğan devletçi-korumacı modele göre ise ekonominin ipleri devletin elinde olacak, devlet sermayenin yerli ellerde birikmesine yani yerli burjuvanın doğup gelişmesine yardımcı olacaktı. İç ticarete rekabet ilkeleri egemen olacak, dış ticaret kriz kaynağı olmayacak, gerekirse denetlenecekti. Sanayi öncelikle özendirilecekti. Sanayide mülkiyetin milli olması, sanayi kuruluşlarının ve sanayinin devletçe çeşitli sektörlere verilen teşviklerle korunması esas olacaktı (Nohutçu, 2001: 40). Tablo 12: Dönemlerin Makroekonomik Göstergeleri Göstergeler 1923-1929 1930-1932 1933-1939 Milli Gelir Büyüme Hızı (%, ortalama) 10,9 1,5 9,1 Sanayi Büyüme Hızı (%) 8,5 14,8 10,2 Milli Gelirde Sanayi Payı (%) 11,4 13,6 16,9 Milli Gelirde Yatırım Payı (%) 9,1 9,7 10,7 Milli Gelirde İthalat Payı (%) 14,5 8,9 6,6 Dış Ticaret Açığı/Fazlası (Milyon TL) -56,6 +6,6 +12,4 Kaynak: Bulutay,Tezel ve Yıldırım: Türkiye Milli Geliri 1923-1948, Ankara, 1974 Tablo 8.2.C, 8.3.A, 9.3 9.5 (Akt: Boratav, 1982: 8). 3.1.3.1. 1923-1929 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu Bu dönemde devlet direkt olarak ekonomik sahaya girmemesine rağmen çeşitli yapısal ve kurumsal düzenlemelerle yatırım yapılacak alanları iyileştirmeye çalışmıştır. 1923 yılında Cumhuriyeti ilan eden kadro ekonomik yatırım yapacak özel sektörün kısıtlı olduğunun bilincindeydi. Bu sebeple genel çıkarları ilgilendiren ve az getirisi olan ekonomik alanlara kendisi el 57 atmak zorunda kalmıştır. Bu amaçla yapılan kurumsal düzenlemeler de İzmir İktisat Kongresi’nde alınan ve yapısal kararlar yoluyla gerçekleştirilmiştir. Kongreyi izleyen yıllarda Türk ticari ve siyasi hayatını finanse etmek amacıyla bazı bankaların kurulduğunu görmekteyiz. Türkiye iş Bankası, Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası yeniden düzenlenmiş Ziraat Bankası ve T.C. Merkez Bankası bunlardan sadece birkaçıdır. Bu dönemde bankacılık alanındaki en ilginç gelişme ise çok sayıda mahalli bankanın kurulmuş olmasıdır. Ayrıca bu dönemin en önemli özelliği, dış ticaretin milli gelirde çok önemli bir paya sahip olmasıdır (Paçaçı, 1998: 3398-3406). 1923-1929 yılları koşullarına uygun olarak kooperatif ve hukuksal düzenlemeler üzerinde durulmuş ve 1929 yılında Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu çıkartılmıştır. Ayrıca bu dönemde, Türkiye’nin iktisadi açıdan kalkınabilmesi için sanayileşmesi de gerekliydi. Bu amaçla 1927 yılında sanayi kuruluşlarının teşviki ve korunması için 1913 yılında kabul edilen “Teşvik-i Sanayi Kanunu” gözden geçirilerek düzenlenmiş ve kapsamı genişletilmiştir. Bu yolla yerli sanayi sektörlerine ucuz devlet arazisi, bazı vergilerden muafiyet, taşıma indirimi gibi teşvikler ve muafiyetler sağlanarak yerli sermaye birikimine katkıda bulunulmaya çalışılmıştır (Çoşkun, 2003: 7277). Kanundan yararlanan kuruluşların çoğu sanayi sayılamayacak nitelikteki madencilik, tarım ve hayvancılıkla ilgili kuruluşlardı ve 1927 yılındaki sayıma göre, bu kuruluşların sadece %32,5’i sanayi vasfına sahip kuruluşlardı. Bu da o dönemde ekonomiye; küçük, verimi düşük, aile tipi işletmelerin hâkim olduğunu göstermektedir (Başkaya, 2004: 21). 3.1.3.2. 1929-1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin Durumu 1923-1929 yılları arasında özel girişime dayalı bir sanayileşme politikası izlenmiş ve buna bağlı olarak kalkınmanın gerçekleşeceği 58 beklenmiştir. Fakat gerçekleşen kalkınmanın ne hızından ne de yapısından memnun kalınmıştır (Altıparmak, 2002:35-39). 1929 Buhranı’nın da etkisiyle devletçi bir sanayileşmeyi benimseyen Türkiye, bu dönemde dünyada ilk olarak kabul edilen sanayi planları doğrultusunda “planlı sanayileşme” içerisine girmiştir. Bu anlamda SSCB’nden alınan teknik ve mali yardımlar zikredilmeye değerdir. Çünkü 1929 Buhranı’ndan neredeyse hiç yara almadan çıkan Sovyetler Birliği, aynı zamanda uyguladığı ilk planlı kalkınmada da başarı sağlayınca, SSCB’ye öykünerek Türkiye planlı kalkınmaya geçme kararı almıştır. Bu anlamda planlı kalkınma uygulaması bakımından Türkiye, dünyada Sovyetler Birliği’nden sonra ikincidir. Daha sonra Amerikalı uzmanların raporlarından da faydalanarak 1934 yılında sanayide ilk planlı dönem başlatılmıştır (Soyak, 2003: 167-182). Bu dönemde özel girişimin yeterli bir sonuç vermemesi sebebiyle devletin ekonomiye ön ayak olduğu bir ekonomik politikalar bütününü görmekteyiz. Buna göre 1930’lu yıllarda devletçi bir ekonomi politikasının hâkim olmasının altında yatan sebeplerin şöyle sıralanması mümkündür (Tören, 2011: 6): 1923-1929 yıllarında uygulanan liberal ekonomi politikalarından istenen sonuçların elde edilememesi, 1929 Dünya Bunalımı’nın tüm ekonomileri olumsuz etkilemesi, 1929 yılında SSCB’nde uygulanan planlı ekonomi politikalarının başarılı olması, Klasik ekonomi politikalarının Dünya Bunalımı’na bir çözüm üretememesi, Devletin ekonomiye müdahalesini savunan düşüncelerin popülerlik kazanması. 59 Uludağ ve Arıcan (2003: 15) bu dönemde uygulanan ekonomik gelişme stratejisini söyle özetlenmektedirler: Özel teşebbüsün özendirilmesini de içeren devletçilik politikaları, sanayileşmeye öncelik verilmesi, sanayileşmede devletin ve İktisadi Devlet Teşebbüsleri’nin öncülüğü, bankacılık ve ticaret kesimlerinin sanayileşmeye paralel olarak geliştirilmesi, sanayide daha çok madencilik ile ithalatı-ikame niteliğindeki basit tüketim malları kollarının geliştirilmesi, ülkenin enerji ihtiyacını karşılayacak enerji santrallerinin kurulması, ulaştırmada demiryollarına ağırlık verilmesi, dış ticaret ve ihracatın sınırlı seviyede tutulması, özel yabancı sermaye ve dış yardımlardan, sınırlı oranda faydalanılmasının sağlanması hedeflenmiştir. Tablo 13: 1923-1939 Türkiye Ekonomik Gelişme Göstergeleri Yıl İmalat Sanayi Büyüme Hızı % GSMH Büyüme Hızı % Sanayi/ GSMH % Tarım/ GSMH % İmalat/ GSMH % Dış Ticaret Hacmi/ GSMH % 1923 - - 10,6 43,1 15,2 24,1 1924 14,9 -12,2 8,5 47,8 16,1 29,3 1925 12,8 24,2 8,9 44,7 15,9 28,6 1926 18,2 13,2 8,7 49,9 14,2 25,5 1927 -12,8 22,3 11,9 39,5 14,3 25,0 1928 11,0 -2,4 10,6 42,4 13,7 24,3 1929 21,6 8,7 9,1 49,8 12,3 19,7 Ortalama 10,9 8,5 9,8 45,3 14,5 25,2 1930 2,2 13,0 10 46,8 9,4 19,1 1931 8,7 15,6 10,5 49,2 9,1 18,3 1932 -10,7 18,0 13,9 39,3 7,3 15,9 1933 15,8 19,9 14,2 41,4 6,6 15,1 1934 6,0 13,3 15,3 40,1 7,2 14,8 1935 -3,0 -0,8 15,7 38,8 6,8 14,1 1936 23,2 -3,5 12,3 48,6 5,5 12,5 1937 1,5 9,8 13,4 46,2 6,3 13,9 1938 9,5 16,9 14,2 44,4 7,9 15,5 1939 6,9 17,7 15,5 43,2 5,7 11,8 43,8 7,2 15,1 Ortalama 6,0 12,0 13,5 Kaynak: TÜİK, İstatistik Göstergeler (1923-1950) 60 3.2. ATATÜRK’ÜN EKONOMİ ANLAYIŞI “Öyle bir iktisat devri lazımdır ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin, insanca yaşamanın neye mütevakkıf olduğunu ğrensin ve o esbaba tevessül etsin… ve artık bu memleket böyle fakir ve bu millet hakir değil, belki memleketimiz zengin memleketi, zenginler memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışanlar diyeri denilsin.” Atatürk’ün ekonomi kavramına ve ekonominin yaratıcı ve yaşatıcı kudretine verdiği değeri, İzmir’in kurtuluşundan hemen sonra söylemiş olmasının önemi meydandadır. Atatürk’e göre özel teşebbüs, sermayesi ve yaratıcı gücüyle ekonomik faaliyetin esasını oluşturacak, fakat sosyal adalet ilkelerine bağlı olarak, gelir paylaşmasında emeğin tam hakkını almasına da boyun eğecektir. Bu gelir paylaşmasının hakemi, devlettir. Devlet, sermayenin bir engele takılmadan yaratıcı gücünü ortaya koymasını sağlayacağı gibi, sermaye karşısında emeğin korunmasını ve hakkını almasını da sağlayacaktır. Devlet, kamu yararının bahis konusu olduğu alanlarda ekonomik faaliyete bizzat iştirak edecektir. Atatürk’ün konuşmalarından çıkan sonuçta görülür ki, Atatürk o sıralarda dünyada uygulanan sistemlerin hiç birini benimsememiştir. Atatürk hiçbir zaman bir başka doktrine imrenmemiş, kendi felsefesini kendisi yaratmıştır (Satır, 1981: 9). 3.2.1. Atatürk’ün Ekonomik Stratejileri Gazi Mustafa Kemal daha Cumhuriyet ilan edilmeden, 17 Şubat 1923’te topladığı Türkiye İktisat Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmasıyla çağını aşan, tüm geri kalmış ülkeler için geçerli olan ve hala önemini koruyan iktisadi görüşler ve modeller ortaya koymuştur. Geri kalmış ülkelere yol gösteren Batılı İktisatçıların 1950li yıllarda “Kalkınma İktisadı” konuları içinde tanımlamaya çalıştıkları temel ilke ve kavramları, Gazi anılan konuşmasında 61 yıllar önce ele almıştır. Kalkınma iktisadı, geri kalmış bir ülkenin yoksulluktan çıkması için şu ana ilkelerin oluşmasını öngörmektedir: Altyapının Tamamlanması Tarım Sektöründe Modernleşmeye Öncelik Sanayileşme Ekonomik Sektörlerin Bütünleşmesi Ulusal Düzeyde Kalkınma Planının Hazırlanması Mustafa Kemal, sömürgeciliğin egemen olduğu, “makro iktisat” ve “kalkınma iktisadı”nın temel kavramlarının bilinmediği 1923 yılında bu kavramları şöyle tanımlıyor (Tokgöz, 1999: 53-55): 1) Altyapının Tamamlanması: “Memleketimizi…demiryolları ile, üzerinde otomobiller çalışır karayolları ile örerek birbirine bağlamak zorundayız. Çünkü Batı’nın ve dünyanın kullandığı araçlar bunlar oldukça…Bunlara karşı merkepler ve kağnı ile ve doğal yollar üzerinde yarışmaya çıkışmanın imkanı yoktur.” 2) Tarımda Modernleşmeye Öncelik: “bu geniş ve verimli toprakları işleyebilmek, işletebilmek için eksik olan el emeğini, her ne olursa olsun, teknik araçlarla tamamlamak zorundayız…Yurdumuz bir tarım ülkesidir.bu nedenle halkımızın çoğu çiftçidir, çobandır. Bundan dolayı en büyük kuvveti, gücü bu alanda gösterebiliriz.” 3) Sanayileşme Zorunludur: “Fakat aynı zamanda sanayimizi de güzelleştirmek, geliştirmek zorundayız. Eğer sanayi konusunda hoşgörür olmaya devam edersek, endüstri ürünleri yönünden, yine dış ülkelere haraç vermek zorunda kalırız.” 4) Sektörlerin Bütünleşmesi: “Tarım ve sanayi ürünlerimizin paraya dönüştürülmesi için ticarete ihitiyacımız vardır… Çiftçinin sanatkara, sanatkarın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsinin birbirlerine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkar edebilir?” 62 5) Kalkınma Planı: “Fakat bütün bunlar söylendiği kadar basit ve kolay olmayan şeylerdir. Bunda başarılı olabilmek için; memleketin gerçeklerine uygun bir program (plan) üzerinde, bütün milletin birlik halinde ve aynı uygunluk içinde çalışması gerekir.” Mustafa Kemal anılan konuşmasında oluşturduğu “kalkınma modeli”ni hala çağdaşlığını ve evrenselliğini koruyan şu temel görüşe dayandırıyordu: “Siyasal ve askeri zaferler, ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılamazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner.” 3.2.2. Kalkınma Politikası Atatürk’e göre, ekonomik kalkınmanın uygulama araçlarından olan özel girişim işletmeleriyle devlet işletme ve faaliyetlerinin tümü, ortak bir strateji çerçevesinde ekonomik kalkınmaya yöneltilmelidir. Atatürk’ün tayin ettiği ekonomi politikaları böyle bir temel anlayıştan kaynaklanmıştır. Atatürk'ün ekonomik kalkınma amacına ulaşmak için benimseyip uyguladığı sistem yaklaşımının en özlü ifadesi yine kendisine aittir (Aysan, 2000: 13): "Şimdi arkadaşlar, ekonomi hayatımızı gözden geçireceğim. Derhal bildirmeliyim ki ben ekonomik hayat denince, ziraat, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün nafıa (bayındırlık) işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir kül (bütün) sayarım. Bu vesileyle şunu da hatırlatayım ki bir millete müstakil (bağımsız) hüviyet ve kıymet veren siyasi varlık makinasında devlet fikir ve ekonomi hayat mekanizmaları, birbirlerine bağlı ve birbirlerine tabidirler. O kadar ki, bu cihazlar birbirine uyarak aynı ahenkte çalıştırılmazsa hükümet makinasının motris (önde gelen, sürükleyici) kuvveti israf edilmiş olur; ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki, bir milletin kültür seviyesi üç sahada, devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarıları neticelerinin hasılası ile ölçülür." 63 Atatürk'ün ekonomik kalkınma stratejisinde toplumun türlü kesim ve sınıfları arasında çatışma ve zıtlaşmaların önlenmesi amacı önemli bir yer almıştır. Bu konudaki sözleri şöyledir; "Bizim nazarımızda çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanaatkar, doktor, velhasıl herhangi bir içtimai (sosyal) müessesede (kurumda) faal bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti müsavidir (eşittir). Ekonomi, pazar ekonomisinin kurallarına göre işletilmeli; pazarları denetlerken, yönlendirirken ve doğrudan endüstri ve ticaret işletmeleri kurup işletirken devlet, pazar ekonomisinin kurallarına uymalıdır (Çelebi, 2002: 17-50). Atatürk’ün söz ve eylemlerinden çıkarabildiğimize göre kalkınma modelinin temel amaçları şöyle özetlenebilir (Aysan, 2000: 2-15): 1. Tam istahdamın, 2. Hızlı ve dengeli sermaye birikiminin, 3. Dış ödemeler dengesinin, 4. Dengeli gelir dağılımının, 5. Enflasyonsuz yüksek bir büyüme hızının, 6. Dengeli bir bölgesel kalkınmanın, 7. Özel girişim işletmelerini geliştirmenin, 8. Hızlı teknolojik gelişmenin sağlanması. Kalaycı (2009: 52-176)’ya göre, Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM), yukarıdaki amaçlara “dengeci” iktisat politikalarıyla ulaşmayı esas almıştır. Böylece ulusal kalkınma ve iktisadi bağımsızlık elde edilebilecektir. i) Atatürk’ün izlediği para politikası, paranın değerini korumak ve enflasyona ve devalüasyona yol açmamak için emisyonun harcamalarla orantılı yapılmasına dayanır. Para, Atatürk’ün düşüncesine göre, “…her türlü vasıtanın üstünde bir mevcudiyet silahıdır.” ii) AKM’nin dengeli maliye politikasında yeterli vergi toplayarak kamu harcamalarını finanse etmek söz konusudur. Ayrıca, dış borçları tasfiye 64 etmek ve bağımsız bir gümrük vergisini uygulamak denk bir bütçenin yapılması için zorunlu görülmüştür. iii) Dış ticarette denge, Atatürk döneminde ithalat ikamesi yoluyla sağlanmıştır. Bunun için ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde yüz civarında tutulması, Türk parası ile yabancı paralar arasında bir dalgalanma marjının belirlenmesi, ülkenin çıkarları izin verdikçe dış ticarete ambargo konulmaması düşünülmüştür. iv) Kamu sektörü ile özel sektör arasında, yatırım ve üretim faaliyetleri bazında dengenin kurulmasına ilişkin bir yatırım politikası uygulanmaya çalışılmıştır. Bütün bunlar, Atatürk’ün ekonomi yönetiminde “dört altın denge” kuralı olarak bilinmektedir. Bu kurallara uygun manevra yapılmasına zemin hazırlayan sistem ise “ılımlı devletçilik” politikası olmuştur. 3.2.3. Maliye Politikası Atatürk’ün maliye politikasının temel amacı, halka işkence etmeden devlet bütçesi dengesinin sağlanmasıdır. Hatta, kurduğu yeni Türk Devletinin hızla kalkınması gerektiği için, devlet bütçelerinin, yatırımlara tahsis edilmek üzere bütçe fazlaları vermesi de sağlanmalıdır. Şu sözler O’nundur: “Binaenaleyh, usul-ü malîmiz (maliye yöntemimiz) halkı tazyik ve izrar etmekten içtinap (halka baskı yapmaktan ve ona zarar vermekten kaçınmak) ile beraber mümkün olduğu kadar harice arz-ı ihtiyaç ve iftikar etmeden (ihtiyaç ve yokluklar için dışarıya muhtaç olmadan) varidat-ı kâfiye (yeterli gelir) temin etmek esasına müstenittir (sağlamak temeline dayanmaktadır).” “Cumhuriyet bütçelerinin taayyün eden (belirlenen) ve daima kuvvetlenmesi gereken müşterek hususiyetleri (ortak özellikleri), yalnız 65 denkli oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere her defasında daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır.” M. K. ATATÜRK 1 Kasım 1937 T.B.M.M. Açış Konuşmasından (Akt: Aysan,1961:394) Tablo 14: Atatürk Dönemi Bütçeleri ve Kesin Hesap Sonuçları (Milyon TL) Bütçe Kanunu Kesin Hesap Yıl Gelir Gider Fark Gelir Gider Fark 1924 129 140 -11 138 132 +6 1925 191 184 +7 171 202 -31 1926 190 190 0 180 173 +7 1927 195 194 +1 202 199 +3 1928 207 207 0 224 201 +23 1929 221 220 0 224 213 +11 1930 223 223 0 218 210 +8 1931 187 187 0 186 208 -22 1932 169 169 0 214 212 +2 1933 170 170 0 199 205 +6 1934 184 184 0 241 229 +12 1935 195 195 0 267 260 +7 1936 213 213 0 271 266 +5 1937 231 231 0 317 311 +6 1938 250 250 0 329 315 +14 Kaynak: Aysan, M.; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, İstanbul 2000 s.173. Tablo 13 incelendiginde 15 yıllık bütçenin 11 yılı denktir. Bu sonuçta bize hükümetlerin denk bütçe ilkesine ne kadar bağlı kaldığını göstermektedir. Tabloda görüleceği üzere 1924 bütçesindeki açık 11 milyon iken, 1925 bütçesi ise 31 milyon lira açık ile kapanmıştır. Denk bütçe-düzgün ödeme dönemine ise açık vermeyen 1926 yılı bütçesi ile girmek nasip olmuştur (Türk, 1982: 11). Tablodaki açıkların nedenleri ise 1925 yılındaki aşarın kaldırılması ve 1929 yılındaki Dünya Buhranı’nın etkileri olarak değerlendirilebilir. 66 Atatürk’ün Maliye Politikası, Devlet Hazinesinin yurt içinde ve dışında güçlü olması temel amacını gütmektedir. Ancak, bu amacı gerçekleştirirken vergilerin, halk için işkenceye dönüşmesi önlenmelidir. Bunun için, vergi artışlarının halkın gelir düzeyi artışlar ile oranlı olması sağlanmalıdır. Çağdaş Maliye Politikasının temel amacı olarak gösterilen bu ilke, Atatürk’ün konu ile ilgili konuşmalarında açık ve seçik olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim Atatürk döneminde halka ağır gelen ve sosyal zararları çok olan bütün vergi, resim ve harçlar kaldırılmış; onlar yerine halkın gelir düzeyine göre ayarlanabilen vergiler getirilmiştir (Aysan, 2000: 15). Devlet denk bütçe ilkesini sürdürmek ve Cumhuriyet rejimi demek olan harcamaları sürdürmek için yeni vergiler koymak durumunda kalıyordu. İktisadi buhran vergisi ve muvazana vergisi 1932’den sonra alınmaya başlanan vergilerdi. İktisadi buhran vergisi, kazanç, muamele, iç tüketim vergilerinin oranları sık sık değiştiriliyordu. Vergilerin sık sık değiştirilmesi ve yükseltilmesi halk arasında hoşnutsuzluk sebebi oluyordu. Vergiler ağır olunca satın alma gücü düşüyor, mal ve hizmet talepleri azalıyordu. Denk bütçe sağlam para politikasının devamlılığını sağlamanın çok önemli olduğunu Atatürk 1936’da şöyle dile getirmişti (Kuruç, 198: 43). “Vatandaşın hazineye karşı yükümlülüğünün, en mühim vazifesi olduğunu anlatmak için yorulmak lazımdır. Devletçi ve halkçı olan bir idare ekonomi hayatında hazinenin kudret ve düzgünlüğü baslıca dayanaktır. Cumhuriyetin kudreti de her sahada ve milli müdafaa sahasında ihtiyaçlarını karsılayan hazinenin düzgün olusundadır. Gelecek yıllar için de hazinenin kudretini muhafaza etmek, sizin en mühim isiniz olacaktır. Milli paramızın fiilen kararlı olan kıymeti korunacaktır”. 67 Tablo 15: 1930-1933 Yılları Arasında Bütçe Gelir ve Giderleri Gelir 1930 1931 1932 1933 Kazanç Vergisi 13.090 12.739 11.400 11.709 Muamele Vergisi 15.889 9.078 11.763 13.148 Bina Vergisi 7.899 4.417 4.247 4.147 Hayvan Vergisi 13.857 13.163 11.169 10.731 Arazi Vergisi 5.759 6.052 4.999 4.889 Gümrük Vergisi 56.158 44.009 38.514 34.834 Tekel Gelirleri 35.744 34.334 39.599 33.107 Öbür Gelirler 68.081 63.632 92.613 85.734 Gider 1930 1931 1932 1933 Maliye 24.409 31.445 43.050 30.747 Düyunu Umumiye 26.318 30.248 45.394 46.009 İktisat 8.459 7.727 1.742 1.766 Bayındırlık 33.717 26.829 20.658 22.239 İçişleri 3.965 3.944 3.818 3.903 Güvenlik 4.394 4.10+ 3.917 3.985 Eğitim 9.710 7.967 7.195 10.360 Sağlık 4.187 4.037 3.672 4.124 Savunma 70.319 64.378 51.238 53.653 Öbür Giderler 28.652 27.108 29.961 28.777 Toplam 210.130 207.789 210.645 205.563 Kaynak: Yenal, O.; Cumhuriyetin İktisadi Tarihi, Homer Yayınları, İstanbul, 2003 s. 64’ten 1930-1933 yılları için uyarlanmıştır. Özellikle 1923-1929 döneminde hükümet vergi sistemini büyük ölçüde değiştiren br maliye politikası izlemiştir. Yüzyıllar boyunca Osmanlı vergi sisteminin belkemiğini oluşturan “aşar” 1925 yılında kaldırılmıştır. Aşar hasılatının ortadan kalkmasının yol açtığı boşluğu doldurmak için, bir yanda ithalata ve binalara yeni vergiler gelirken, öte yanda yürülükteki birçok verginin oranı yükselmiştir. Dikkat çeken bir başka nokta aşarın kaldırılmasıyla birlikte, gelirler alınan vergilerin Türk vergi sistemi içindeki payının azalmasıdır. Bütçe gelirleri içindeki gelir vergilerinin payı, aşar vergisinin yürülükte olduğu 1923-1924 yıllarında yaklaşık olarak %30 iken, 1926-1930 yıllarında %7’ye inmiştir. 1930’ların başında, dünya buhranının etkileri altında ciddi bir mali kriz yaşayan hükümetin, büyük ölçüde memur 68 maaşları ve işçi ücretlerine uygulanmak üzere bir takım yeni vergiler getirmesiyle birlikte gelirlerden alınan vergiler yeniden önem kazanmıştır. Gelirlerden alınan bu vergilerin bütçe gelirleri içindeki payı 1932-1935 yılları arasında %19’a, 1936-1938 yılları arasında ise %23’e yükselmiştir (Tezel, 1982: 389-393). Tokgöz (1999: 92)’e göre, kamu yatırımlarının finansmanında,vergi gelirleri, halktan uzun vadeli borç alma yanında bütçe harcamalarında da azami tutumluluğu göstermek yoluyla özkaynaklara dayalı bir model izlenmiştir. Türk lirasının değerini ülkenin itibarıyla eş değer sayan yönetim, antienflasyonist para ve maliye politikalarından taviz vermemiştir. Atatürk dönemi hükümetleri, ekonominin iç ve dış dengelerini koruyan bir kamu maliyesi politikasına yasal destek sağlamak için, hala yürülükte olan Muhasebe-i Umumiye Kanunu’nun 1927 yılında yürülüğüe konmasını sağlamışlardır. Bu yasayla kamu yönetiminin bütçe uygulamaları sırasında uyması gereken temel kurallar ve ilkeler tanımlanmış ve böylece ülkede “Bütçe Hukuku”nun oluşmasına imkan verilmiştir. 3.2.4. Para Politikası Atatürk’e göre para politikasının temel hedefi, devlet harcamaları ile devlet gelirleri arasında sürekli bir dengenin korunması yoluyla enflasyonun önlenmesidir. O'na göre, yoksul halkın refahını artırmak, yatırımları hızlandırmakla olanaklıydı; fakat bunun için devletin vergi gibi sağlam gelirlerinden daha fazla harcama yapması engellenmeliydi. Dünya krizi, ekonomi yönetiminin para ve politikalarını adeta yeniden “keşfetmesi”ne vesile oldu. Para, özellikle sanayi ve sanayileşme için kaynak demekti. Öyle olunca paranın kıtlasma ve pahalılaşması, sanayi sektörünü krize sokacak, sanayileşme hızını sekteye uğratabilecekti. Dünya krizi deflasyon olarak ortaya çıktığı için, bu, Türkiye’de de fiyatların düşmesi ve özel sektörün durgunluğa sürüklenmesi anlamını taşıyor, dolayısıyla çıkış yolu bir ölçüde para politikalarından geçiyordu (Kalaycı, 2009: 240). 69 Dünya’da yaşanan krizi para değerindeki düşme ile hisseden Türkiye, bu dönemde Türk parasının değerini korumaya özen göstermiş ve 16 Mayıs 1929’da çıkarılan 1447 sayılı Menkul Kıymetler ve Borsalar Yasası ile başlayp, 25 Şubat 1930 tarihinde çıkartılan 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Yasası ile güçlenen ve 11 Haziran 1930 tarihinde kabul edilen 1715 sayılı Merkez Bankası Yasası ile noktalanan yasalar dizisi yardımıyla, para politikasını dışa bağımlı olmadan uygulayabilecek araçlar edinmiştir (Tekeli ve İlkin, 1977: 57). Atatürk’e göre, çok muhtaç durumda bulunan halkın refahını arttırmak için yatırımları hızlandırmak gerekliydi. Ancak, yatırımları hızlandırmak amacıyla, devletin sağlıklı yollardan sağladığı gelirlerden fazla harcama yapması önlenmeliydi. Bunu önleyebilmek için bütçe fazlası, devlet tekelleriyle işletmelerinin gelir fazlalarıyla iç ve dış borçlanmadan sağlanan fonlar tutarından fazla yatırım harcaması yapılmamalıydı ve T.C. Merkez Bankası'nın emisyonu arttırması (para basması) yolundan sağlanan kaynaklarla yatırım yapılması kesinlikle engellenmeliydi. Atatürk döneminin kaynak ve harcama rakamlarıyla ilgili olarak elde edilebilen bilgiler, bu ilkenin de eksiksiz uygulandığını göstermektedir. Nitekim O'nun yönetimindeki 15 yılda ortalama yıllık %4-6 oranında reel büyüme hızı elde edildiği halde enflasyon yoktur. 1929'da çeşitli nedenlerle ortaya çıkan dengesizlik, alınan önlemlerle, 1930 yılı sonunda giderilmiştir. Türkiye'nin ilk "İstikrar Programı" olan 1929 yılı istikrar programı ile devlet harcamalarının kısılması ve gelirlerinin arttırılması, yabancı ülke borsalarında, Türk Lirası değerinin desteklenmesi yolundan O'nun deyimiyle "Milli Para Buhranı", 1930 yılı sonuna kadar kontrol altına alınmıştır (Çelebi, 2002: 17-50). Atatürk dönemi sonuna göre, yani 1938’de tedavül hacmi 193.979.000 lira düzeyine ulaşmıştır. Emisyon artışı bilinçli olarak sınırlı tutulmuştur. Oyca TC Merkez Bankası’nda biriken altın ve döviz karşılığında bu miktardan daha fazla kağıt para piyasaya sürme olanağı vardı. Örneğin Merkez Bankası’nın altın rezervi 1931’de 6 ton 127 kg iken, 1937 sonunda 26 ton 137 kg olmuştur (Tokgöz, 1999: 89). 70 Tablo 16: Atatürk Döneminde Emisyon Hacmi ve 1 Sterlin Eşdeğeri Yıllar Emisyon Hacmi (Milyon TL) 1 Sterlin Eşdeğeri (Kuruş) 1923 159 763 1924 161 836 1925 165 892 1926 153 928 1927 153 945 1928 153 956 1929 159 1009 1930 163 1032 1931 159 965 1932 164 741 1933 161 702 1934 165 636 1935 170 616 1936 179 624 1937 169 624 1938 194 616 Kaynak: Aysan, M. ; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2000. s .174. Atatürk’e göre, enflasyona gitmeden yatırımların hızlandırılabilmesi için, halkın tasarrufa yöneltilmesi ve halk tasarruflarının büyük yatırımları gerçekleştirebilmek için birleştirilmesini sağlayan bir malî yapının kurulması gereklidir. Atatürk’ün kararı ile başlatılan “Millî İktisat ve Tasarruf Hamlesi” ve “Yerli Mallar Haftaları” ile T. İş Bankası’nın kurulması, bu amaca yönelik uygulamalardır (Tekeli ve İlkin, 1977: 92-95). 3.2.5. Yatırım Politikası Atatürk’ün yatırım politikasının temel amacı, sağlam kaynaklarla finanse etmek şartıyla en kısa zamanda ülkenin bütün faaliyet alanlarının ve bütün bölgelerinin kalkındırılmasıdır. O’nun “ılımlı devletçilik’“ politikası devletin özel kesim işletmelerine denetleyici, yönlendirici ve teşvik edici öncülüğünü öngörmektedir. Buna ek olarak özel kesimdeki girişim, sermaye ve yönetim gücü eksiklikleri nedeniyle, halkın ve kişilerin yapamadıkları ve 71 işletme yönetemedikleri iş dalları ve bölgelerde, bu öncülük işlevi, devletin doğrudan yatırım yapması ve yatırımla doğan işletmeyi doğrudan yönetmesini de kapsamına almaktadır. Ekonomiye temel mal ve hizmetlerin sağlanması için, yukarda belirlenen stratejik önceliklere göre yapılacak alt yapı yatırımlarında devletin doğrudan işletme yönetmesi, olağan ve sürekli olabilir. Ancak ekonomide temel mal ve hizmetlerden başka tüketim mal ve hizmetlerine duyulan türlü nedenlerle geliştiremediği alan ve bölgelerde üstyapı yatırımlarının doğrudan devletçe yapılması ve yönetilmesi de ekonomik kalkınma amaçları için gerekli bulunacaktır. Bu tür üst-yapı mal ve hizmetleri üreten ve satan devlet işletmelerinin, piyasa ekonomisinin kurallarına göre kurulması, işletilmesi ve yönetilmesi gereklidir. Üst-yapı alanında çalışan devlet işletmelerinin özel kesim işletmeleriyle kıyasıya bir rekabete girişmesi söz konusu olamaz. Bu alanlarda devletin görevi, öncülük yapmakla sınırlı olmalıdır ve hükümetlerin en önemli sorumluluğu, özel kesim işletmeleriyle devlet işletmeleri arasında gelişebilecek yıkıcı bir verimsiz rekabetin gelişmesini önlemek olmalıdır (Aysan, 2000: 18). Atatürk, devletin temel işlevlerinin gerektirdiği harcamalar dışındaki bütçe fazlaları ve borçlanmadan sağlayacağı kaynakların, şu sıra ile yatırımlara harcanmasını amaçlamıştır (Pamuk, 2008: 63): 1) Bayındırlık işleri. Atatürk nafia olarak adlandırdığı bu işleri, devletçe yapılması gereken bütün altyapı yatırımlarını kapsayacak bir biçimde kullanmaktaydı. Demiryolları yapımı ve devletleştirmelerine verdiği büyük önem bu öncelik yüzündendir. O’na göre alt yapısı eksik olan bir ülkede zırai ve sınai kalkınma gerçekleşemez. 2) Tarımsal yatırımlar ve bu alanda en büyük öncelik sulama projeleridir. 3) Tarımsal endüstri (Atatürk bunu Zirai sınai olarak adlandırır) 4) Ağır sanayi 5) Hafif sanayi, ticaret ve hizmetler 72 Atatürk, alt yapı, madenler, temel bayındırlık işlerinde yabancı sermaye mülkiyetini kesin bir dille reddetmiştir. “Siyaset-i iktisadiyemizin mühim gayretlerinden biri de menafi-i umumiyeyi (kamu yararını) doğrudan doğruya alakadar edecek müessesat (kurumlar) ve teşebbüsat-ı iktisadiyeyi (ekonomik girişimleri) maliye ve fenniyemizin (tekniğimizin) müsaadesi nispetinde devletleştirmedir. Ezcümle, topraklarımızın altında metruk (terkedilmiş, atıl) duran maden hazinelerini az zamanda işleterek milletimizin menfaatine küşade (açık) bulundurabilmek de ancak bu usul sayesinde kabildir(mümkündür). Maahaza (bununla birlikte), sırf intifai iktisadi maksadiyle (ekonomik yarar amacıyla) gerek madenlerimizde ve gerek sair hususat-ı iktisadiyemizde, umur-u nafiamızda (bayındırlık işlerimizde) kullanılmak hükümetimizce her türlü istenilen suhuletin sermayenin (kolaylığın) ibraz sahiplerine edileceği (gösterileceği) şüphesizdir.” M. K. ATATÜRK 1937 TBMM Açış Konuşması 3.2.6. Dış Ekonomi Atatürk’ün dış ekonomik ilişkiler politikasının amacı, Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısındaki değerinin düşmesini önlemek ve Türk Hazinesinin uluslararası pazarlama itibarını yükseltmektir. Bu amaca ulaşabilmek için, yukarda özetlenen maliye ve para politikalarına uygun olarak dış ödemeler dengesi de sağlanmalı; yabancı devletlere karşı girişilen ödeme taahhütleri, gecikmesiz ve eksiksiz yerine getirilmelidir. O’na göre bu ilke, tam bağımsızlığın temel koşuludur (Aysan, 2000: 21). Devletçilik uygulamasıyla birlikte dış ticaret alanında belirli düzenlemelere gidilmiştir. Dönemin dış ticaret politikasının başlıca amacı, dış ticaret açığından kaçınmadır. Bu amaç doğrultusunda, dış ticaret büyük 73 ölçüde ikili anlaşmalarla yürütülmüştür. Türkiye’nin mallarını satın alan ülkelerden mal alınması, yerli üretimi yapılan malların ithalatının sınırlandırılması ve ikili anlaşma konusu olan malların ithalatında serbesti, uygulanan politikanı başlıca ögeleridir. Yapılan gümrük tarifesi indirimleri ülkelere ve mallara göre farklı oranlardaydı. Ayrıca 1932 yılından başlayarak ithalatın önemli bir kısmına döviz tahsis sınırlamaları uygulanmıştır. Bu alanlardaki düzenlemeler 1934’te kurulan Dış Ticaret Ofisi aracılığıyla yürütülmüş, ayrıca 1936’dan sonra dış ticaret bütçeleri hazırlanması yoluna gidilmiştir. Tüm bu düzenlemelerin, dış ticaret açığı konusunda kesin ve kararlı bir tutumun göstergesi olduğu açıktır (Kepenek ve Yentürk, 1995: 6970). Atatürk döneminde izlenen dış ticaret politikaları dönemin tümünde anlayış aynı olmakla birlikte şartların gereği olarak uygulama biçiminde 19231929 dönemi ile 1930-1938 dönemi farklılık göstermektedir. Tüm dönem boyunca korumacı bir gümrük politikası hedeflenmesine rağmen 1923-1929 yılları arasında hem Lozan’da gümrüklere ve dış ticarete getirilen sınırlamalar hem de savaşlar nedeniyle ülkenin üretim kapasitesindeki düşüşler nedeniyle korumacı gümrük politikaları uygulanamamıştır. Bu nedenle 1923-1930 yılları arasında ithalât ve ihracatın millî gelir içerisinde kapladığı paylar, sonraki 50 yıl içerisinde aşılmamış ve bu anlamda bu dönem Cumhuriyet tarihinin dışa açık bir dönemi olma özelliğini kazanmıştır. Türkiye dış ticaretteki özgürlüğüne ancak 1929 yılında sınırlamaların kalkması ile kavuşmuştur. Ancak bu nedenlerle dönem boyunca dış ticaret dengemiz sürekli açık vermiştir (Erceyes, 2005: 75). 1923-1939 yılları arası genelde açık veren dış ticaret dengemizin, 1930’la birlikte fazla vermeye başladığı görülmektedir. Bunun en önemli nedeninin Lozan Anlaşması’nın dış ticaretle ilgili bağlayıcı hükümlerinin 1929’da sona ermesi, Türkiye’nin koruyucu gümrük vergisi uygulamasına 1930’da geçebilmesidir. 1929’da Koruyucu Gümrük Tarifesi ile ilgili kanun çıkarılmış, böylece ithalatın sınırlandırılması ile ülkenin dış ticareti lehine işlemeye başlamıştır. 1930-1939 arası dış ticaretin başarıyla yürütüldüğü bir 74 dönemdir. 1947’den sonra ülkenin ekonomi dengesinin dış ticarete bağlı olarak nasıl bozulduğu göz önüne alınırsa dönemin başarısının önemi daha iyi değerlendirilebilir (Taşdurmaz, 2002: 165). Tablo 17: Cari Fiyatlarla Dış Ticarette Gelişim, 1923-1939 (Milyon TL) Yıl GSMH İhracat İthalat İhracatİthalat İhracat/ GSMH İthalat/ GSMH Toplam DışTicaret / GSMH 1923 952.6 85 145 -60 8.9 15.2 24.1 1924 1203.8 159 194 -35 13.2 16.1 29.3 1925 1525.6 192 242 -50 12.6 15.9 28.4 1926 1650.5 186 235 -49 11.3 14.2 25.5 1927 1471.2 158 211 -53 10.7 14.3 25.1 1928 1632.5 174 224 -50 10.7 13.7 24.4 1929 2073.1 155 256 -101 7.5 12.3 19.8 1930 1580.5 151 148 3 9.6 9.4 18.9 1931 1391.6 127 127 0 9.1 9.1 18.3 1932 1171.2 101 86 15 8.6 7.3 16.0 1933 1141.4 96 75 21 8.4 6.6 15.0 1934 1216.1 92 87 5 7.6 7.2 14.8 1935 1310.0 96 89 7 7.3 6.8 14.1 1936 1695.0 118 93 25 6.7 5.5 12.2 1937 1806.5 138 114 38 7.6 6.3 13.9 1938 1895.7 145 150 -5 7.6 7.9 15.5 1939 2063.1 127 118 9 6.1 5.7 11.8 Kaynak: Aysan, M.; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2000.176. Tabloda 16’da görüleceği üzere dış ticaret 1923-1929 döneminde sürekli açık vermiş, 1929 yılında Dünya İktisadi Buhranı’nın da etkisi ile 101 milyon lira gibi bir seviyeye çıkmış, ancak 1930’dan itibaren alınan gümrük düzenlemeleri sayesinde açık kapanmaya başlamakla birlikte dünya buhranının etkisi devam ettiğinden toplam dış ticaret hacmi azalmaya devam etmiştir. Aydemir özetlemektedir: (1999: 340) dönemin dış ticaret tablosunu şöyle 75 “1923 – 1930 arasdında Türkiye, iktisadi problemleri itibariyle bir çıkmazda gibi görünüyordu. Lord Curzon’un, Lozan’da İsmet Paşa’ya söylediği “- Yarın kalkınmaya muhtaç olunca gene bize gelecek, bize el açacaksınız. Şimdi cebimize attığımız kağıtları, o zaman birer birer çıkaracağız.” tehdidi, bir ara gerçekleşecekmiş gibi oldu. Türkiye’ye müstemleke şartları içinde bazı teklifler bile yapıldı. Fakat Ankara, gerçi fakir, sermayesiz ve vasıtasızdı. Ama iktisadi esaret ve yabancıların iktisadi kontrolü bahsiznde titiz, kıskanç ve hatta mutaassıptı. Nitekim 1923 – 1930 arasında yeni Türkiye, iktisadi alanda belki birçok şey tahakkuk ettiremedi, ama titiz bir iktisadi istiklal prensibine tam bir sadakatle bağlı kaldı.” 3.2.7. Bankacılık Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda bankacılık faaliyetlerinde devlet bankası rolünü Osmanlı Bankası yürütmekte idi. Bu dönemde en büyük sermayeli ulusal banka olan Ziraat Bankası alışılagelen bankacılık faaliyetlerini yürütmemekte, bir ihtisas bankası olarak tarım kesimine kredi desteği sağlamaktadır. Ziraat Bankası 1926 yılında yapılan nizamname degişikliği ile diğer bankacılık faaliyetlerini de yapmaya başlamıştır (Kuruç, 1988: 56). Atatürk'ün görüşüne göre, Türk Bankacılığı da Türk'lerin yönetiminde ve mülkiyetinde olmalıdır. O, yabancı bankaların Türkiye'de çalışmalarına karşı değildir. Ancak, Türk mevduatının büyük çoğunluğunun yabancı bankalar elinde olmasını da uygun görmemektedir. O'na göre 1920'de (%68)'i yabancı kaynaklar elinde bulunan mevduatın ancak (%32)'sinin Milli Bankalar elinde bulunması uygun değildir. Atatürk'ün Türk Bankacılığı'nı millileştirmek karar ve düşüncesinin bir sonucu olarak, 1924'de kendi kurduğu Türkiye İş Bankası da dahil olmak üzere Milli Bankalarımız, 1937'de 76 mevduatın (%81)'ni elde edebilmişler, aynı yılda yabancı bankaların payının (%18)'e inmesi sağlanabilmiştir. 1920-1937 Yılları arasındaki dönemde 6 katına yükselmiş bankalardaki mevduat toplamı, Atatürk'ün tasarrufu teşvik yönündeki önderliğinin bir sonucu olarak, bu dönemdeki kalkınma finansmanında da önemli katkıda bulunmuştur (Çelebi, 2002: 17-50). İzmir İktisat Kongresi’nde de kurulması istenen, ticaret ve sanayi kredisi verecek büyük ölçekli bir ulusal banka kurulması düşüncesini kuvvetlendirdi ve Atatürk’ün emri ve öncülüğünde bir anonim şirket niteliğinde Türkiye İş Bankası kuruldu. 1 milyon lira itibarî sermaye ile kurulan İş Bankası’nın ortaklarını başta Atatürk olmak üzere siyaset adamları, üst düzeydeki bürokratlar, önde gelen tüccar ve sanayiciler oluşturuyordu (Çavdar, 1992: 207). İş Bankası’nın görevleri şöyle tespit edilmiştir (Aysan, 2000: 24): a) Her türlü banka muamelelerini yapmak, b) Ziraate, sanayiye, madenlere, enerji istihsali ve tevziine, nafa işlerine, nakliyeciliğe, sigortacılığa, turizme, ihracata müteallik her nevi teşebbüsler kurmak veya bu gibi teşebbüslere iştirak etmek, c) Her türlü eşya veya levazımın istihsal, imal ve tedariki için şirketler kurmak veya bu işlerle uğraşan teşekküllere iştirak etmek, d) Her türlü sınaî ve ticarî muameleleri gerek kendi namı ve hesabına ve gerek yerli ve ecnebi müesseseler ile müştereken veyahut bu müesseseler nam ve hesabına deruhte ve ifa etmek. 1926 yılında bankacılık sisteminin oluşumu şöyleydi: Anadolu’da faaliyet gösteren mahalli banka, İstanbul’da kurulmuş 5 büyük banka ve Ankara’da çalışan 1 banka mevcuttur. 1930’lu yıllar devlet bankacılığının gelişme ve yayılma dönemidir. Türk bankacılık sisteminin belirleyici ögesi TC Merkez Bnkası yanında, devlet bankacılığının lideri Sümerbank bu dönemde faaaliyete geçmiştir. Ardından Etibank, Denizbank, İller Bankası, T. Halk 77 Bankası ve yapısal değişikliğe uğrayan Ziraat Bankası gelmiştir (Tokgöz, 1999 : 90). İş Bankası’ndan sonra 19.04.1925 yılında kabul edilen 633 sayılı kanun ile Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. Kuruluş amacı, özel sermaye ile ortaklıklar kurmak ve devlete ait olan sanayi kuruluşlarını geçici olarak işletmek ve zamanla bunları özel sektöre devretmekti. Sümerbank’ı 1935 yılında 20 milyon TL. sermayeyle kurulan Etibank, onu da 1937 yılında 50 milyon TL. sermayeyle kurulan Denizbank izlemistir. Sözü edilen bu bankalar büyük ölçüde devlet eliyle ve cebrî tasarruf yoluyla sermaye oluşturmayı ve yönlendirmeyi amaçlamışlardır (Yasa, 1980: 472). Tablo 18: Milli Bankalardaki gelişme (1920-1937) Yıllar Toplam Mevduat (milyon lira) İndeks 1920=100 Mevduattaki Pay % (Milli B.) Mevduattaki Pay % (Yabancı B.) 1920 1.7 100 32 68 1921 2.4 144 47 53 1922 2.7 153 50 50 1923 3.9 232 60 40 1924 5.7 334 63 37 1925 7.5 529 65 35 1926 10.3 617 70 30 1927 16.8 1006 75 25 1928 22.5 1341 78 22 1929 27.2 1621 82 18 1930 32.3 1927 84 16 1931 35.9 2143 95 5 1932 39.7 2367 95 5 1933 69.5 4145 76 24 1934 68.2 4002 83 17 1935 75.4 4499 83 17 1936 84.1 5021 82 18 1937 96.8 5778 81 19 Kaynak: Aysan, M. ; Atatürk'ün Ekonomi Politikası , Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2000, s.177 78 Türk sermayesinin, yabancı sermaye karşısında en başarılı olduğu sektör bankacılıktır. Hükümet, tüccar ve sanayicilerin kredi darlığı şikayetlerine tepki göstererek, bankacılık faaliyetinin giderek yerli sermaye eline geçmesini etkin bir biçimde desteklemiştir (Keyder, 1982: 140). Bankacılık sektörüyle en yakın ilişkilendirilen alan, kuşkusuz sigortacılık alanıdır ve ulusal sigortacılık piyasasının niçin oluşturulması gerektiği İzmir İktisat Kongresi tutanaklarında görülebilir. Kongreden sonra yabancı sigorta şirketlerinin ortaklığıyla bu popüler alan gittikçe gelişti. T. İş Bankası, sigortacılıkta kamu müdahalesini temsil etti. 1925’te Anadolu sigorta TAS kuruldu, onu diğer bir çok sigorta ve reasürans şirketi izledi. Finans sektörünün bir diğer cephesi de borsa olup; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İstanbul Borsası devrolunmuştu ve 1906 tarihli Esham ve Tahvilat borsası tüzüğüne göre çalışmaktaydı. İstanbul Borsası 1929’da yeni bir yasal çerçeveye kavuşturuldu; menkul kıymet yönü değil, serbest piyasaya uygun kambiyo yönü temel alındı. Bu da, Atatürk’ün devletçi politikaları paralelinde dış ticaret ve kambiyo rejiminde gerekli yerini aldı. Hükümet 1938’de kurlardaki endişeli dalgalanmaları esas alarak üç yıllığına kapattı. Başkentte Kambiyo Esham ve Tahvilat Borsası açıldı. İstanbul Borsası tekrar açılınca savaş yılları başladı ve borsacılık mesleği krize girdi (Kazgan, 1998: 233). 3.2.8. Ulaştırma Ekonominin gelişmesinde vazgeçilmez unsurlardan biri şüphesiz alt yapı çalışmalarıdır. Şimendifer ya da demiryolu politikası Cumhuriyetin kuruluş dönemini simgeleyen hareketlerin başında gelir. 1924’te başlayan, 1927’den sonra hızlanan ve 1939’a doğru sona erdiği anlaşılan demiryolu politikası yeni rejimin kuruluşu ile özdeşleşmiştir. Demiyolları 19. yy.da dünyada büyük bir hareket yaratmıştır. Demiryolu demek, siyasal iktidar ve ekonomik nimet 79 demekti. Demiryolu politikası, devlet kurma ve iç pazar yaratma politikası demek oluyordu (Kuruç, 1988: 33), (Akt: Taşdurmaz, 2002: 125-126). Atatürk ve yakın çalışma arkadaşları, asker kökenli devlet ve siyaset adamlarıydı. Kurtuluş Savaşı yıllarında ulaştırma olanaklarının ilkelliği veya yokluğu nedeniyle çekilen büyük sıkıntıları ve kaybettikleri insanları düşünerek, Devletin ulaştırma yatırımlarına öncelik vermesini sağladılar. O dönemde karayolu taşımacılığı henüz doğmamıştı. 1932 yılına dek İstanbulİzmit arasında bile karayolu yoktu. Bilinen ve uygun olan demiryolu ulaşım ağının büyük iller arasında kurulmasına girişildi. Önce yabancıların elinde olan demiryolu yapım ve işletmeciliği imtiyazı Devlet tekeline alındı. 22 Nisan 1924 tarih 506 sayılı bir yasayla mevcut hatların devletleştirilmesine gidildi. Yabancı şirketler ve azınlıkların “Türkler’in demiryolu işletmeciliğini başaramayacaklarına dair…” görüşlerini kısa sürede boşa çıkaran sonuçlar elde edildi. Genç Cumhuriyet yönetimi, on yıl içinde 2213 km yeni hat işletmeye açmayı başardı. Bu yatırım, dış yardım almadan, ülkenin sınırlı kaynakları seferber edilerek gerçekleştirildi. Ortalama yılda 200km’ye varan bir yatırım ve çalışma temposuyla, Atatürk döneminde toplam 3360 km demiryolu yapımı gerçekleştirildi. Yabancılardan satın alınan şebeke ise 1929 km uzunluğundaydı (Tokgöz, 1999: 81-82). Karayolları ise ülkenin belirli bir kısmına ulaşım imkanı veriyordu ancak bunlar da geçirilen savaşlardan dolayı oldukça yıpranmıştı. Cumhuriyet’e kalan karayolları, 13.885 km’si şose, 4.450 km’si toprak yol olmak üzere 18.335 km olarak gösteriliyorsa da bunlar genellikle fazla dar, meyilli ve bakımsızlık dolayısıyla haraptı. Karayollarının onarımında ve yapımında gerekli kaynak bulunamayınca halkın beden gücüne vergi karşılığı sayılmak yoluyla başvurulmuştur. 1929 yılında Yollar ve Köprüler Dairesi kurularak; yol vergisinin %50’si yol inşaasında kullanılmak üzere illere tahsis edilmiştir (Kazgan, 1988: 10). Ulaşım sektörüyle ilgili gelişme çizgisini Tablo 18 ortaya koymaktadır. Bu dönemde 1000 kişiye 6 karayolu aracı düşmesi dikkat çekmektedir. 80 Tablo 19: Ulaştırma Sektörü Temel Göstergeler 1923 1929 1938 13.9 14.4 17.00 1000 kişiye düşen kilometre 11 10 10 Motorlu karayolu taşıtı, 1000 adet 1.5 7.8 9.5 1 6 6 4.1 5.1 7.1 3 4 4 Demiryoluyla taşınan yük, milyon km 257 511 1348 Kişi başına ton/km 20 36 79 Ticaret filosu, 1000 gros ton 83 175 263 1000 kişiye düsen gros ton 66 123 155 Limanlarda boşaltma ve yükleme, milyon net ton 15 25 24 Üst yapılı yollar, 1000 kilometre 1000 kişiye düşen sayı Demiryolu hatları, 1000 kilometre 1000 kişiye düşen kilometre Kişi başına düsen net ton 1 2 1 Kaynak: Tezel, Y. S.; Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yayınları, Ankara, 1982,s:129. Cumhuriyet ilan edildiğinde, ülkede 34 bin tonajlık 88 adet buharlı çok eski ve küçük tekne vardı. 1926 yılında yürülüğe giren “Kabotaj Kanunu” Türk limanları arasında yük taşıma ve limanların işletilmesi hakkını tamamen Türk gemi ve gemicilerine verdi. Bu uygulama kısa sürede olumlu sonuç verdi ve 1927’de tonaj toplamı 130bine çıktı. Bugünkü Türk Sivil Havacılığının temeli de 20 Mayıs 1933’te çıkarılan bir yasayla atıldı. Bu yasayla Hava Yolları Devlet İşletmesi İdaresi kuruldu. Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren idare 5 uçak ve 24 personelle işe başladı. İstanbul-Ankara arasında ilk uçak seferi 17 Şubat 1934’te gerçekleştirildi (Tokgöz, 1999: 8283). Atatürk Dönemi’nde ulaşım sektörü, kara, hava ve deniz yolu açısından bir ivme kazanmıştır. Ancak en büyük yatırımlar demiryolları için yapılmış ve en büyük ilerleme demiryollarında kaydedilmiştir. SONUÇ 1923 – 1938 Dönemi Türkiye Ekonomisinin, uygulanan ekonomi politikaları yönüyle incelendiği bu araştırma ile ulaşılan sonuçlar şöyledir: Cumhuriyetin kuruluş yılını temsil eden 1923 yılındaki ekonomik tabloyu anlayabilmek için öncelikle Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki ekonomik yapı incelenmelidir. Uzun süren savaşlar ve kaybedilen topraklar nedeniyle dış borçlanmalar artmış ve halkın sırtına oldukça ağır vergi yükleri bindirilmiştir. Böyle bir ortamda başlayan Milli Mücadele yılları da mali açıdan sıkıntılarla doludur. Ancak Türk milletinin bağımsızlıktaki azim ve kararlılığı ve Mustafa Kemal’in önderliği ile pek çok zorluğun üstesinden gelinmiş, tüm yokluklara rağmen Milli Mücadele kazanılarak yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. İşte bu noktadan sonra kazanılan askeri ve siyasi zaferin ekonomik zaferlerle taçlandırılması gerekmiştir. 1923’ten itibaren Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik açıdan dışa bağımlı olmadan öz kaynaklarını işlevsel hale getirerek ekonomik gelişme yolunda önemli adımlar atmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında izlenecek iktisat politikasını daha çok içinde bulunulan şartlar belirlemiştir. Osmanlı’dan beri süregelen düşünce yapısı, dünyadaki ekonomik yaklaşımlar, sermaye yetersizliği, aşırı dış borçlar, Lozan Barış Anlaşması’nın getirdiği sınırlamalar, Dünya Ekonomik Buhranı bu şartların en önemlilerindendir. Bu sınırlılıklar içerisinde hareket eden yeni cumhuriyetin yöneticileri dünyadaki mevcut ekonomik sistemlerin ülke şartlarına uygun olan yönlerini alıp uygulamışlardır. Bu nedenle kimi zaman liberal, kimi zaman devletçi politikalar izlendiği söylenebilir. İzlenen ekonomi politikaları çerçevesinde Anadolu’nun birçok yerinde fabrikalar kurulmuş, kısa sürede oluşturulan özellikle demiryolu ağı ile ulaştırma ve ticarette önemli bir atılım sağlanmıştır. 1923’ten 1929’a kadar geçen dönemdeki ekonomik uygulamalara bakıldığında daha çok liberal bir yapının hakim olduğu görülmektedir. Bu dönemde girişimciliğin ve özel sektörün teşvik edilmesi için zeminin 82 oluşturulduğu, tarımın ve sanayinin geliştirilmesi için önemli kararlar alındığı, zaman zaman yurt dışından getirilen uzmanların bilgisine başvurulduğu görülmektedir. Ayrıca Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Kabotaj Kanunu, Türk Ceza Kanunu gibi alanlarda yapılan düzenlemelerle de ekonomik gelişmenin dayandırılacağı hukuki zenim oluşturulmuştur. Bu arada tüm dünyayı etkileyen 1929 Buhranı, alınan tedbirler sayesinde ülkemizde doğrudan bir olumsuzluk yaratmamıştır. Ancak bu dönemden itibaren, ülkeyi en hızlı şekilde refaha kavuşturmak için özellikle iktisadî alanda devlet müdahalesini artırmayı savunan devletçilik politikası benimsenmiştir. 1929 yılına kadar olan dönemde oluşturulan yasal düzenlemeler ve altyapı çalışmaları sayesinde, 1938’e kadar olan yıllarda hızlı kalkınmanın ön planda oluğu bir süreç yaşanmıştır. Özellikle bankacılık sektöründe atılımların yapıldığı bu dönemde kurulan Merkez Bankası ile Türk Lirası kontrol altına alınmıştır. Bu dönemde ekonomik kalkınmayı hızlandırmayı amaçlayan, özel sektörü teşvik eden bir devletçilik anlayışının mevcut olduğu görülmektedir. 1923-1938 arasında geçen 15 yıl gibi, devletler için kısa sayılabilecek bir zaman diliminde gerçekleştirilen tüm ekonomi politikaları, genç cumhuriyetin sağlam temeller üzerinde yükselmesini sağlamıştır. Bu noktada Atatürk’ün ülkenin şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun yeni bir karma ekonomi modeli geliştirdiği, gelirler ile giderler arasında dengenin sürekli korunarak enflasyon gibi bir sıkıntıya meydan verilmediği açıkça görülmektedir. 83 KAYNAKÇA ACAR, Yalçın; Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve İzlenen Politikalar (1923-1963), Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa, 1991. ALTIPARMAK, Aytekin; “Türkiye’de Devletçilik Döneminde Özel Sektör Sanayiin Gelişimi,” Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:13, 2002, AVCIOĞLU, Doğan; Türkiye’nin Düzeni (Dünü, Bugünü, Yarını), Tekin Yayınevi, İstanbul 1982. AYSAN, Mustafa; Atatürk’ün Ekonomi Politikasının Temel Kavramları, (1 Kasım 1937 T.B.M.M.’ni Açış Konuşmasından), “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I”, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayın No. 1, Ankara, 1961. AYSAN, Mustafa; Atatürk'ün Ekonomi Politikası, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2000. BAŞKAYA, Fikret; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi, Özgür Üniversite Yayınları, Ankara, 2004. BERKES, Niyazi; Türk Düşününde Batı Sorunu, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1975. BORATAV Korkut; Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayınevi,2. Baskı, Ankara,1982. BORATAV, Korkut; “İktisat Tarihi (1908-1980)”, Türkiye Tarihi – Çağdaş Türkiye (Editör: Sina Akşin), İstanbul, Cem Yayınları, İstanbul, 2000. BOSTANCI, M.Naci; Cumhuriyetin Başlangıç Yıllarında Ekonomi ve Siyaset, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1996. 84 BULUT, Cihan; Atatürk Dönemi Ekonomik Yapı Ve Politikaları Qafqaz Üniversitesi Uluslararası İktisat Bölümü (http://journal.qu.edu.az/article_pdf/1035_410.pdf) (Erişim tarihi: 25.08.2013) BULUTAY, Tuncer, TEZEL Yahya S., YILDIRIM Nuri; Türkiye Milli Geliri 1923-1948, A.Ü.S.B.F Yayını , Ankara, 1974. CEM, İsmail; Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul, 1970. ÇAVDAR, Tevfik; Türkiye Ekonomisinin Tarihi 1900-1960, İmge Kitabevi, Ankara, 2004. ÇAVDAR, Tevfik; Türkiye’de Liberalizm 1860-1990, İmge Kitabevi Yayınları Ankara 1992. ÇELEBİ, Esat; Atatürk’ün Ekonomik Reformları ve Türkiye Ekonomisine Etkileri (1923-2002), Doğuş Üniversitesi Dergisi,2002,5,17-50 ÇOŞKUN, Ali; “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi”, Atatürkçü Düşünce Dergisi, 72-77., Sayı: 4, Kasım 2003. D.İ.E, Türkiye’de Toplumsa ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Ankara, 1973. ELDEM, Vedat; Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, TTK Yayınları, Ankara 1994. ERCEYES, Salih; Tarihi Açıdan Atatürk Dönemi İktisat Politikaları (19231938), Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2005. ERKAN, Hüsnü. Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Türk Ekonomisi. http://kisi.deu.edu.tr/husnu.erkan/cumhuriyet.html (Erişim Tarihi:25/06/2013) EROĞLU, Nadir; “Atatürk Dönemi İktisat Politikaları (1923-1938)”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt XXIII, Sayı:2, 2007. 85 EZER, Feyzullah; 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin Türkiye’ye Etkileri, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 1, Elazığ, 2010. GÜRAN, Tevfik “Tanzimat Döneminde Devlet Fabrikaları”, 150. Yılında Tanzimat, Ankara,1992. GÜRSOY, Bedri, “Muharrem Kararnamesinin 100. Yılı”, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara: A.Ü. SBF. Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını, 1982. HATİBOĞLU, Zeyyat; Gelişme İktisadi ve Türkiye’nin İktisadi Gelişmesi, İ.T.Ü. Yayını, İstanbul, 1981. İNAN, Afet; Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı 1933, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1972. İNAN, Afet; İktisat Kongresi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI. Dizi, Ankara,1982. KALAYCI, İrfan, “Atatürk’ün Kalkınma Modeli (AKM): Günümüz Sanayisi İçin Kazanımlar”, Maliye Dergisi, Sayı 156 , Ocak-Haziran 2009. KARASAR, Niyazi; Bilimsel Araştırma Yöntemi, Nobel Yayınları, Ankara: 2005. KEPENEK Yakup; YENTÜRK Nurhan; Türkiye Ekonomisi, 7. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1995. KEYDER, Çağlar; Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Yurt Yayınları, Ankara, 1982. KORALTÜRK, Murat; “Ali İktisat Meclisi (1927-1935)”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt 7, Sayı 23, Kış, 1996. KURT, İsmail; İttihat Ve Terakki Döneminde Osmanlı Ekonomisi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2012. 86 KURUÇ, Bilsay; Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987. MUTLU, Abdullah; Tanzimattan Günümüze Türkiye’de Vergileme Zihniyetinin Gelişimi, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Yayın No: 2009/390, Ankara, 2009. NOHUTÇU, Ahmet; “Atatürk Dönemi Ekonomi Politikalarına Genel Bir Bakış”, Düşün, Sayı 13, Bahar, 2001. ÖLMEZOĞULLARI, Nalan; Ekonomik Sistemler ve Küreselleşen Kapitalizm, 4. Baskı, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2003. ÖNSOY, Rifat ; Osmanlı Borçları 1854-1914, Turhan Yayınları, Ankara, 1999. PAÇACI, Cihan. (1998). “Cumhuriyet Döneminde Türk Bankacılık Sektörü”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23-24, Cumhuriyet Özel Sayısı, s:3398-3406. PAMUK, Şevket; “Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme”, İktisat Politikaları ve Büyüme, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008. PARASIZ, İlker; 1923’den Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1998. RODOPLU, Hakan; Atatürk Dönemi Türkiye Ekonomisi: Ekonomi Politikası Ve Uygulamalar, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, 1998. SATIR, Kemal; Atatürk Döneminde Türkiye Ekonomisi Semineri Açılış Konuşması, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,1981. SAVAŞ, Vural; Politik İktisat, Beta Basın Yayın Dağıtım, 2.Baskı, İstanbul, 1994. SEVGİ, Cezmi; Sanayileşme Sürecinde Türkiye ve Sanayi Kuruluşlarının Alansal Dağılımı, Beta Basım Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994. 87 SOYAK, Alkan; “Türkiye’de İktisadi Planlama: DPT’ye İhtiyaç Var mı?”, Doğuş Üniversitesi Dergisi , Cilt 4, Sayı 2, s.167-182, 2003. Şimşek, H., ve Yıldırım, A. Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2000. TAŞDURMAZ, Banu; Türkiye Ekonomisinde Cumhuriyetin İlk Dönemlerinin İktisadi Yapısı (1923-1939), Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Niğde, 2002. TEKELİ, İlhan, İLKİN, Selam; 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1977. TEZEL, Yahya S.; Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yayınları, Ankara, 1982. TOKGÖZ, Erdinç; Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-1999), 5. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1999. TOPRAK, Zafer; Türkiye’de Milli İktisat(1908-1918),Yurt Yayınları, Ankara, 1982. TÖREN, Deniz, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikaları, Ekonomi Üzerine İnceleme, Global Politikalar Araştırma Merkezi, Rapor No:7, Ocak 2011. TURAN, Refik; SAFRAN, Mustafa; HAYTA, Necdet; Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Gazi Kitabevi, Ankara, 2004. TÜİK, İstatistik Göstergeler. http://tuikapp.tuik.gov.tr/Gosterge/?locale=tr (Erişim Tarihi: 07/08/2013) TÜRK, İsmail, “Atatürk Ve Mali Sistemi”, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, s.7-21, 1982. 88 ULUDAĞ, İlhan ve ARICAN, Erişah; Türkiye Ekonomisi, Der Yayınları, İstanbul, 2003. ÜĞE, Gülçer; Türkiye Ekonomisi ve Bütçe Analizi (1923-1950), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010. ÜLKEN, Yüksel, 1923’ten 1933’e Cumhuriyet Ekonomisi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1994. ÜLKEN, Yüksel; “Atatürk Döneminde İktisadi Arayışlar, Eylemler, Olaylar”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Dergisi, Cilt:42, No:1-4, S:19-20, İstanbul, 2011. YAŞA, Memduh; Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978, Akbank Kültür Yayınlar, İstanbul, 1980. YENAL, Oktay; Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Homer Kitabevi, İstanbul, 2003. YERASİMOS, Stefanos; Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, 3. Baskı, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1980. YILDIRIM, İsmail; “Ondokuzuncu Yüzyıl Osmanlı Ekonomisi Üzerine Bir Değerlendirme (1838-1918)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt: 11 Sayı: 2, Sayfa: 313-326, Elazığ, 2001. YILDIRIM, Kemal; KAHRAMAN, Doğan; Makro Ekonomi, Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Vakfı, Yayın No: 145, Eskişehir, 2001. YÜKSEL, Hasan, “Atatürk’ün Devletçilik Anlayışı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XII, Sayı 35, s.609-614, 1996.