Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihlerine Etki Eden Faktörlerin

advertisement
BANKACILAR
Yayın türü
: Yerel süreli
Basım yeri
: İstanbul
Yılı
: 20
Sayısı
: 70 - Eylül 2009
Türkiye Bankalar Birliği adına
İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri
Müdürü:
Doç. Dr. Ekrem KESKİN
Genel Yayın Yönetmeni:
Melike MUMCU
Yayın Danışmanları:
Ali GÜNGÖR
Buket HİMMETOĞLU
Prof. Dr. Ahmet KIRMAN
Prof. Dr. Seza REİSOĞLU
B. Cahit SABIR
Abdullah TAŞÇIOĞLU
Özcan ULUDAĞ
Tuğra YAZAR
İdare Merkezi:
Nispetiye Caddesi
Akmerkez B3 Blok Kat:13
34340 Etiler-İSTANBUL
Tel : 212-282 09 73
Faks : 212-282 09 46
Web sitesi: www.tbb.org.tr
Baskı-Yapım
Graphis Matbaa San. ve Tic. Ltd Şirketi
Yüzyıl Mahallesi Matbaacılar Sitesi
1. Cadde No.139 Bağcılar 34560, İstanbul
Bankacılar Dergisi 3 ayda bir yayımlanır.
Para ile satılmaz.
Bu yayın TBB internet sayfasında
(http://www.tbb.org.tr/v12/asp/dergi.asp)
yer almaktadır.
ISSN 1300-0217 (Basılı)
ISSN 1307-8631 (Elektronik)
Sertifika No: 1107-34-009143
Bankacılar Dergisi
- Bankacılar dergisi, ekonomi, finans ve
bankacılık konularında yapılan çalışmaları
ilgili çevrelerin bilgisine sunmak amacıyla
yayımlanmaktadır.
- Dergide yayımlanacak makalelere karar
verilmesinde, konunun uzmanı hakemlerin
görüşleri alınmaktadır.
- Dergiye gönderilecek yazının daha önce
hiçbir yerde yayımlanmamış olması gerekmektedir.
- Basılması istenilen yazılar derginin arka
iç kapağında belirtilen yazı ve biçim kurallarına uygun olarak hazırlanmalı ve değerlendirmeye girmek üzere,
Bankacılar Dergisi
Türkiye Bankalar Birliği
Bankacılık ve Araştırma Grubu Başkanlığı
Nispetiye Cad. Akmerkez
B3 Blok Kat.13
Etiler- İSTANBUL
adresine gönderilmelidir.
- Dergide yayımlanan yazılar Türkiye Bankalar Birliği’nin resmi görüşlerini yansıtmaz, yazar ve görüş sahiplerini bağlar.
- Dergide yer alan çalışmalar kaynak gösterilmek suretiyle izinsiz yayımlanabilir.
- Yayımlanacak yazılarda yazım kurallarına ve biçime ilişkin değişiklikler yapılabilir
veya bunların yapılması yazardan istenebilir.
- Dergide yayımlanmayan yazılar yazarlara geri gönderilmez.
- Yazılar yayımlanmak üzere kabul edildiği
takdirde Bankacılar dergisi yazılı ve elektronik ortamda olmak üzere tüm yayın haklarına sahiptir.
Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009
İçindekiler
MAKALE
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya
Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihlerine Etki Eden Faktörlerin Belirlenmesi
Üzerine Bir Araştırma
3
Dr. Mete Bumin
Kamu Bankalarının Yeniden Yapılandırılması ve Sonuçları
17
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman-Semra Abanoz
Kalite Fonksiyon Göçerimi ve Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama
37
KONFERANS-SEMİNER
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
5510 Sayılı Kanunla İşverene Getirilen Yükümlülükler ve Banka Sandıklarının
Kuruma Devri
51
BANKACILIK
Hülya Kurt
Finansal Kurumlar İçin Çevre ve Sürdürülebilir Bankacılık
70
ÇEVİRİ
Vito Tanzi
Gelecek Nesilde Devletin ve Kamu Finansmanının Rolü
81
Basel Komite - Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği
Etkin Mevduat Sigorta Sistemleri İçin Temel Prensipler
108
1
Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009
Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihlerine Etki Eden
Faktörlerin Belirlenmesi1
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen* - Dr. Ferudun Kaya **
Bu çalışmada hızla büyüyen kredi kartı pazarında bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerine
etki eden faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır. Araştırmada kullanılan veriler, İstanbul ilinden anket
yöntemi ile elde edilmiştir. İstatistiksel bulguların sayısal gösterimle özetlenmesi için betimleyici analiz,
hazırlanan ölçeğin geçerlilik ve güvenilirliğini ölçmek için faktör analizi yapılmıştır. Daha sonra kredi
kartı tercihlerini etkileyen faktörlerin demografik değişkenlere göre farklılık gösterip göstermediğinin
tespiti için varyans analizleri yapılmıştır. Çalışma sonucunda bireysel müşterilerin kredi kartı tercihi
yaparken 11 faktörün etkisinde kalmakta oldukları gözlenmiştir. Bu faktörler ile bireysel müşterilerin
demografik özellikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. Bulgulardan
bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi kartı seçiminde etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelime: Kredi Kartları, Finans Piyasaları, Bankacılık.
1. Giriş
Kredi kartlarının kullanımları; para taşıma riskini azaltması, itibar göstergesi olması,
puan biriktirerek bedava alış veriş imkânı sağlaması ve ödeme kolaylığı sağlaması gibi
avantajlar sayesinde her geçen gün biraz daha yaygınlaşmaktadır. Son zamanlardaki kredi
kartı kullananların sayısı ve yapılan harcamalardaki artış, kredi kartı kuruluşları arasında
rekabete yol açmıştır. Rekabet ortamında, kredi kartı tahsis eden kuruluşların başarılı
olabilmesi, müşteriyi tanıyabilmeleri ve müşteri isteklerini tatmin edebilmelerine bağlıdır.
Müşteri istek ve ihtiyaçlarına yönelik veri toplama çalışmaları, sistematik bir yaklaşımı
öngören pazarlama araştırmasının kapsamlı uygulanması ile mümkün olacaktır (Kotler ve
Armstrong, 1997:109).
Kredi kartı kuruluşlarının, kredi kartı pazarlama kararları önemli bir sabit maliyet yüklenmelerini gerektirmektedir. Bu nedenle bireysel müşterilerin kredi kartı kullanım tercihleri
hakkında daha fazla bilgi edinilebilmesi, kaynakların etkin kullanılmasına katkı sağlayacaktır.
Bu edinilen bilgiler kredi kartı kuruluşlarına; doğru ürünü, doğru zamanda ve doğru koşullarda sunabilme fırsatı vermektedir. Bundan dolayı da satış süreci kısalacak, ürün kârlılığı
artarak kredi kartı kuruluşlarının maliyetlerinin minimize edilmesi sağlanacak ve kârlılık
hedeflerine ulaşabilmesine imkân sunacaktır. Bu süreç maliyetlerin düşmesine neden
olacaktır. Maliyet avantajı ürün fiyatlarına yansıyacak ve aynı zamanda kredi kartı kuruluşlarının, yeni teknolojilere kaynak yaratabilmesine fırsat sunacaktır (Kaya, 2008:30).
Kredi kartı kuruluşlarının hedeflerine ulaşabilmesinin yolu, hedef olarak seçtiği pazarlar için müşteri değeri yaratılmasından, sunulmasından ve pazar ile iletişimde rakiplerinden
daha etkili olabilmesinden geçer. Pazarda müşterilerin beğenisine sunulan ürün ve hizmetlerin seçimini, pazarlama karması kararlarına karşı gösterecekleri tepki belirleyecektir. Kredi
kartı kuruluşları, tüketiciye hizmet etmekle yükümlü olduğu için bu kuruluşlar tüketiciyi
olabildiğince iyi tanımalı ve anlamaya çalışmalıdır. Aksi durumda, kartlı ödeme sistemi kuran
kuruluşların, müşterilerin beklediği gibi bir hizmeti sunması imkânsızdır. Dolayısıyla kredi
kartı sunucularının kontrolü altında olan araçların her birine ilişkin politika ve uygulamalar,
bireysel müşterileri doğrudan doğruya etkilediği gibi, bireysel müşteri davranışları da bu
*
**
Marmara Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
Zonguldak Karaelmas Universitesi, Alaplı MYO.
3
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya
araçları etkiler. Tüketici, kendisine sunulan pazarlama karması elemanlarını kendi tüketim
sistemi içinde kabul veya reddetme yolunda karar veren kişi olduğuna göre, aralarında
karşılıklı etkileşim vardır. Bu etkileşimin tutarlılığı, tüketici araştırmaları ve bunu da içine alan
pazar araştırmaları ile saptanabilir.
Bankaların kredi kartı departmanlarının en önemli görevlerinden birisi de seçmiş oldukları pazar dilimin(lerin) de müşterilerinin istek ve ihtiyaçlarını demografik ve sosyoekonomik özelliklerine göre gruplandırarak pazar payını artırıcı stratejiler geliştirmektir. Bu
stratejileri geliştirebilmek için öncelikle demografik özelliklerine göre müşterilerinin tercihlerini
etkileyen faktörlerin tespit edilmesi gerekmektedir.
Bu çalışma ile bireysel müşterilerin kredi kartları arasında seçim yaparken etkilenmekte oldukları faktörlerin belirlenmesi amaçlanmaktadır. Bireysel müşterilerin demografik
özelliklerinin, kredi kartları arasında seçim yaparken etkisinin bulunup bulunmadığının
araştırılması da çalışmanın alt amacını oluşturmaktadır. Sözü edilen araştırma amaçlarına
ilişkin çeşitli sorular geliştirilmiş ve geliştirilen sorulara araştırma kapsamında yanıtlar
aranmıştır. Bu sorular: Bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerine etki eden faktörler
nelerdir? Bireysel müşterileri kredi kartı tercih nedenlerine göre demografik özellikleri
bakımından gruplandırabilir miyiz? Bu gruplandırma sonunda oluşan faktörler (gruplar)
arasında demografik değişkenler yönünden belirgin farklar var mıdır? Çalışma sonucunda
kredi kartı kuruluşlarına, bireysel müşterilerinin istek ve ihtiyaçlarını karşılama çabalarında,
kaynaklarını en rasyonel biçimde yönlendirmelerine yardımcı olacak bulgu ve öneriler
geliştirilmesi hedeflenmiştir.
Çalışmanın bundan sonraki bölümlerinde literatür araştırması sonucunda hipotezler
oluşturulmuş, hipotezlerin test edilmesi amacıyla veri toplama aracı geliştirilmiş ve araştırmanın evren ve örneklemi hakkında bilgi verilerek, verilerin elde edilmesi ve analizi sürecine
yer verilmiştir. Analizler sonucunda bireysel müşterilerin kredi kartı tercihi yaparken, 11
faktörün etkisinde kaldığı gözlenmiştir. Bu faktörler ile bireysel müşterilerin demografik
özellikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmiş ve bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi kartı seçiminde etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
2. Literatür Taraması
Carow ve Staten (1999), tüketicilerin akaryakıt alımlarında; çipli kart, kredi kartı veya
nakit ödeme tercihlerinde demografik faktörlerin etkisini araştırmıştır. Tüketicilerin eğitim
seviyeleri ve gelirleri düştükçe ödemelerde nakit kullanım tercih oranları artmaktadır.
Tüketicilerin kredi kartı limitlerinin düşük olması akaryakıt alımlardaki nakit kullanım oranlarını da artırmaktadır. Genç ve eğitimli tüketicilerin akaryakıt alımında nakit ödemeye göre kredi
kartı kullanmayı tercih ettikleri tespit edilmiştir.
Yang, Markoczy ve Qi (2006), tüketicilerin kredi kartını benimsemelerinde gerçek dışı
iyimserlik göstermeleri üzerine ampirik bir çalışma yapmış ve bu doğrultuda kredi kartı
kullanıcıların demografik özellikleri tespit edilmiştir. Bu ampirik çalışma ile kredi kartı
kullanıcılarının, kredi kartı faiz oranları hakkında kendileri için en iyi olmayan opsiyonları bile
tercih ettikleri bulgusuna ulaşılmıştır. Bu tercihlerin nedenleri ise kredi kartı kullanıcılarının
demografik ve ekonomik özelliklerine bağlanmaktadır.
Hayhoe, Leach ve Turner (1999), üniversite öğrencilerinin kullandıkları kartların ayrıştırılmasını ve kredi kartından nakit para kullanım tarzlarını araştırmaya konu etmişlerdir.
Araştırma sonuçlarına göre, dört veya daha fazla kredi kartına sahip olan bireyler nakit çekim
sonucunda kullandıkları kredinin ödenmemesi halinde doğacak sonuçlar ile ilgili danışmanlık
hizmetine ihtiyaçları olduğunu ifade etmişlerdir. Yine dört ya da daha fazla kredi kartına sahip
olanlarda tutumlu olma alışkanlığının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Yaş olarak daha
4
Bankacılar Dergisi
büyük öğrencilerin genç olanlara göre daha fazla kredi kartına sahip olduğu bulgusuna
ulaşılmıştır. Dört ya da daha fazla kredi kartına sahip olanların çevrelerinden daha az maddi
yardım aldıkları sonucuna ulaşılmıştır. Araştırmada öğrencilerin finansal danışma ve
planlama alışkanlıklarında proaktif olmaktan daha çok reaktif olarak gözlenmiştir.
Aşan (2007), banka müşterilerinin daha iyi tanınmasını sağlayarak, belli müşteri kalıpları belirlenebilmesi amacı ile kredi kartı kullanan müşterilerin sosyo-ekonomik özelliklerinin
kümeleme analizi ile incelenmesine yönelik bir çalışma yapmıştır. Söz konusu kümelerde
müşteriler cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim, meslek, gelir düzeyi kredi kartı türü gibi
değişkenlere göre de gruplanmışlardır. Bu oluşan üç kümedeki müşterilerin, sosyo-ekonomik
değişkenlere göre farklılık gösterdiği bulgusuna ulaşılmıştır. Özer ve Erciş (2004), tüketicilerin banka ve hizmetlerine güvenmelerinde etkili olan unsurları incelemiş, araştırma sonucunda güven konusunda bankaların özelliklerinden çok hizmetlerine önem verdikleri, hizmetlerde
kişiselliğin, farklılığın ve özelliğin güven yaratmada önemli olduğu tespit edilmiştir.
Altan ve Göktürk (2008), Türkiye’de memurların kredi kartı kullanım alışkanlıkları ile
cinsiyet, medeni durum, yaş, eğitim düzeyi, aylık gelir miktarı, ailedeki birey sayısı gibi
demografik özellikler arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Cinsiyet, medeni durum, çocuk
sahipliği, ailedeki birey sayısı ile kredi kartı harcaması arasında herhangi bir ilişki bulunmazken, aylık gelir miktarı, sahip olunan kredi kartı sayısı, eğitim düzeyi ve yaş ile kredi kartı
harcaması arasında anlamlı bir ilişki tespit etmişlerdir. Durukan, Elibol ve Özhavzalı (2006),
kredi kartındaki taksit uygulamasının harcama alışkanlıkları üzerindeki etkisini ölçmeye
yönelik yapmış oldukları araştırmada tüketicilerin satın alma tercihlerindeki en önemli
faktörlerin kredi kartı ile taksitli alışveriş yapma imkanı, bol çeşit ve kaliteli ürün olduğu
bulgusuna ulaşmışlardır.
Aysan ve diğ. (2008), Türkiye’de kredi kartı sektörünün yapısını, sektördeki rekabetin
doğasını analiz etmiş ve yüksek kredi kartı faiz oranlarının nedenlerini açıklamaya çalışmışlardır. Ayrıca, 2001 yılının ilk çeyreği ile 2005 yılının üçüncü çeyreği arasındaki dönem için
ampirik bir çalışma gerçekleştirmişler ve çalışmada Türkiye’de kredi kartı pazarının fiyat
rekabetinden uzak olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
Yılmaz, Çatalbaş ve Çelik (2008), kredi kartı sahiplerinin kredi kartlarına olumsuz ve
olumlu algılarının memnuniyet ve sadakatlerine olan etkisini bir yapısal eşitlik modeli ile
araştırmış ve analiz sonucunda kredi kartına ve kredi kartının ait olduğu bankaya karşı
olumlu algının kredi kartına karşı geliştirilen sadakatte önemli faktör olduğu bulgusuna
ulaşmışlardır.
Karamustafa ve Biçkes (2003), kredi kartına sahip olmada ve kullanmada ne gibi faktörlerin etkili olduğunu ve bu faktörlerin cinsiyet, yaş grubu, medeni hal, gelir getirici bir işte
çalışıp çalışmama durumu, çalışılan iş yeri ve aylık gelir gibi bir takım demografik özelliklere
göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacı ile Nevşehir ilinden veriler toplamışlardır. Kredi kartlarının, kredi kartı kullanıcılarına finansal kaynak oluşturması ve alışverişlerde kolaylık sağlaması, sahiplik ve kullanımında en çok etkili olan faktörler olarak belirtilmiş,
cinsiyet ve gelir getirici bir işte çalışıp çalışmama ve emeklilik durumu dışındaki diğer tüm
bağımsız değişkenlere göre istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulmuşlardır.
Çavuş (2006), tarafından Türkiye üzerine yapılan çalışmada, demografik faktörler ile
kredi kartı sahipliği ve kullanımı arasında güçlü bir ilişki olduğu bulgusuna ulaşılmıştır.
Girginer, Çelik ve Uçkun (2008), öğrencilerin kredi kartı kullanımına ilişkin tutumlarını
açıklamaya dönük olarak yaptıkları araştırmada, geliri düzeyi düşük öğrencilerin daha düşük
düzeyde kaygısal tutum sergilediklerini tespit etmişlerdir.
5
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya
Savaşçı ve Tatlıdil (2006), bireysel bankacılık alanında uygulanan müşteri ilişkileri
yönetim sürecini incelemiş ve müşteri sadakatinin yaratılmasını sağlayan kredi kartlarında
uygulanan müşteri ilişkileri yönetimi stratejilerini değerlendirmişlerdir. Çalışma sonucunda,
tüketicileri kredi kartı kullanmaya teşvik eden unsurların başında, kredi kartlarının alışverişi
taksitlendirme imkanı sağlaması bulgusuna ulaşmışlardır.
3. Metot
Kredi kartını piyasaya süren kuruluşların müşterileri ile ilgili bilgileri vermeleri yasalara
aykırı olduğu için çalışmada kullanılan veriler, kredi kartı sahibi bireysel müşteriler ile yüz
yüze görüşmek suretiyle hazırlanan anket formunun işaretlenmesi şeklinde bağımsız
anketörler tarafından elde edilmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak kapalı uçlu
soruların yer aldığı anket formu kullanılmıştır. Ankete başlarken bir eleme sorusu ile “kredi
kartınız var mı?” sorusuna olumlu yanıt verenlere anket uygulanmıştır.
2007 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre 12.573.836 kişi ikamet eden (TÜİK,
2008) İstanbul ilinde yaşayan 18 yaş ve üzeri kredi kartı sahibi bireysel müşteriler araştırmanın evrenini oluşturmaktadır.
Yüzde 95 anlamlılık düzeyinde 10 milyon kişilik ana kütle için; ± 0,03 örneklem hatası
(p=0,5; q=0,5) ile minimum düzeyde örnek hacmi 1.067 kişi olarak belirlenmiştir. Hedef
kitledeki birey sayının belirlenmesinde; n = [N × t² × p × q] / [d² × (N-1) + t² × p× q] formülünden faydalanılmıştır (Baş, 2001:45). Formülde kullanlan veriler:
N:
p:
q:
t:
d:
Hedef kitledeki birey sayısı
İncelenen olayın oluş sıklığını yani gerçekleşme olasılığını
İncelenen olayın gerçekleşmeme olasılığını
Belirli bir anlamlılık düzeyinde, t tablosundan bulunan teorik
değeri (α = 0,05 için)
Olayın oluş sıklığına göre kabul edilen ± örnekleme hatası
: 10.000.000
: 0.5
: 0.5
: 1.96
: 0.03
n = 10.000.000 × (1.96)² × 0.5 × 0.5 / 0.03 × (10.000.000 - 1) + (1.96)² × 0.5 × 0.5
n = 9.604.000 / 9.000,9595
n = 1066.997357
n = 1067 kişi örnekleme alınmıştır.
2007 yılının Mart ve Nisan aylarında araştırma kapsamında yer alan ve kredi kartlarının yoğun olarak kullanıldığı; Kadıköy, Eminönü, Üsküdar, Beyoğlu, Sarıyer, Pendik,
Ümraniye, Zeytinburnu ve Bakırköy ilçelerinde tesadüfi örnekleme yöntemi ile seçilen 18
yaşın üzerinde ve kredi kartı hamili olan 1.500 bireysel müşteriye anket uygulanmıştır.
Araştırmanın geçerlilik ve güvenilirliğini artırmak için anketler anında incelenmiş ve boş
bırakılan soruların yanıtlanması istenmiştir. Araştırma çerçevesinde, örnek kitleden anket
yolu ile temin edilen verilerin 251 tanesinin ön değerlendirme aşamasında yanıtlarının
doğruluğundan şüpheye düşüldüğü için araştırma kapsamına alınmamış ve değerlendirme
dışı bırakılmıştır. Ön değerlendirme sonrası kalan anketlerden 1.249 tanesi ise analize uygun
bulunmuştur.
3. 1. Araştırmanın Kriter Değişkenleri ve Hipotezi
Araştırmanın amaçları doğrultusunda bireysel müşterilerin kredi kartı tercih nedenleri
üzerine etki eden değişkenler bağımlı ve bağımsız değişken olarak iki grupta incelenmiştir.
Birinci grubu, kredi kartı kullanıcılarının demografik özelliklerine ilişkin 12 değişken, ikinci
grubu ise davranışsal değişkenler oluşturmaktadır. İkinci grupta, tercih edilen kredi kartını
piyasaya sunan bankanın özellikleri ve benimsediği kredi kartı pazarlama kararlarına yönelik
42 adet yargıyı içeren beşli Likert tipi ölçeğe göre (1=Hiç önemli değil,..., 5=Çok önemli)
hazırlanmıştır. Bu grupta demografik özellikleri hakkında bilgi sahibi olduğumuz kart
6
Bankacılar Dergisi
hamillerine, kredi kartını kullanırken tercihine etki eden faktörlerin belirlenmesine yönelik beş
düzeydeki yargıları yanıtlamaları istenmiştir. Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin
kredi kartları arasında seçim yaparken anlamlı bir etkisinin bulunup bulunmadığını test etmek
amacıyla oluşturulan hipotez şu şekildedir:
H0 : Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartları arasında seçim yaparken
anlamlı bir etkisi yoktur.
H1 : Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartları arasında seçim yaparken
anlamlı bir etkisi vardır.
4. Verilerinin Analizi ve Bulgular
4. 1. Betimsel Analiz
Araştırma kapsamında anket uygulanan kredi kartı sahibi bireysel müşterilerin demografik özelliklerine ilişkin bulguların frekans ve yüzde dağılımları Tablo 1’de verilmiştir.
Tablo 1: Bireysel Müşterilerin Demografik Özellikleri (n:1249)
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Medeni hal
Evli
Bekâr
Yaş
18–25
26–33
34–41
42–49
50 ve üzeri
Eğitim Düzeyi
İlkokul
Ortaokul
Lise
Ön Lisans
Lisans
Lisans Üstü
Aylık Gelir Düzeyi (TL)
0–500
501–1000
1001–1500
1501–2500
2501 ve üzeri
Meslek
Kamu Sektörü
Özel Sektör
Esnaf / Serbest
Meslek
Öğrenci /
Çalışmıyor
Emekli
Aile Fert Sayısı
Tek kişi
2–4 kişi
5–7 kişi
Sekiz ve üzeri
Frekans
816
433
Frekans
746
503
Frekans
314
404
251
192
88
Frekans
118
109
452
285
256
29
Frekans
231
467
332
153
66
Frekans
277
518
290
%
65,3
34,7
%
59,7
40,3
%
25,1
32,3
20,1
15,4
7,0
%
9,4
8,7
36,2
22,8
20,5
2,3
%
18,5
37,4
26,6
12,2
5,3
%
22,2
41,5
23,2
106
8,5
58
Frekans
80
833
308
28
4,6
%
6,4
66,7
24,7
2,2
7
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya
Tablo 1: Bireysel Müşterilerin Demografik Özellikleri
(devamı)
Kredi Kartı Kullanma Süresi
1 yıldan az
2–3 yıl arası
4–6 yıl arası
7–10 yıl arası
11 yıl ve üzeri
Kredi kartı kullanmaktan memnun
musunuz?
Evet
Hayır
Kredi Kart Sayısı
1
2
3
4
5 ve üzeri
Toplam
Frekans
147
468
357
190
87
Frekans
%
11,8
37,5
28,6
15,2
7,0
%
1018
231
Frekans
455
433
208
93
60
1249
81,5
18,5
%
36,4
34,7
16,7
7,4
4,8
100,0
4. 2. Faktör Analizi
Değişkenler arasındaki ileri sürülen hipotezlerin varyans analizleri ile test edilmesinden önce, bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerini etkileyen faktörler ölçeğinin yapı
geçerliliği ve maddelerin faktör yapısını tespit etmek amacıyla faktör analizinde, temel
bileşenlere ayırma yöntemi ve verimax dönüştürmesi uygulanmıştır. İki aşamadan oluşan
faktör analizinin, birinci aşamasında öz değeri 1 olan, toplam varyansın yüzde 58,81’ini
açıklayan 12 faktör saptanmıştır. Fakat ölçek maddeleri içinde bazı maddelerin yüksek
oranda ( >0,50) birden fazla faktöre yüklenmesi nedeniyle faktör yükü 0,50’nin altında kalan
yargılar (1, 10, 15, 36, 37, 39 ve 42 nolu yargılar) analiz dışında tutulmuştur. Faktör analizi
dışında tutulan yargılar Tablo 2’de listelenmiştir.
Tablo 2: Faktör Analizi Dışında Tutulan Yargılar
No
1
10
15
36
37
39
42
Yargılar
Kredi kartını piyasaya süren bankanın kamu sermayeli olması
Dünyanın birçok yerinden alış veriş yapabilme imkânı ve nakit para çekebilme imkânı
sunması
Kredi kartı ağ yapısı (VISA, Master Card vb. oluşu)
Kefil istemeyen kredi kartı olması
Kredi kartı üzerinde fotoğrafımın olması
Banka çalışanlarının samimi tutumu, içten yaklaşımı ve doğru bilgi vermeleri
Taraftarı olduğum futbol takımının renklerini taşıması dolayısı ile takıma maddi katkısı olması
Kalan yargılara yapılan ikinci faktör analizi ile maddelerin yüklenme değerleri 0,50’nin
ve öz değeri 1’den fazla olan toplam varyansın yüzde 61,96’sını açıklayan anlamlı 11 boyut
(faktör) elde edilmiştir. Faktör analizi yapılmadan önce araştırmada kullanılan anketin içsel
tutarlılığı [Cronbach alpha (x)] 0,8582 olarak hesaplanmıştır. Cronbach alpha değeri 0,70’den
büyük olduğu için bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerine etki eden faktörlerin tespiti için
uygulanan ve 42 yargıdan oluşan anket güvenilir kabul edilmiştir. Barlett Küresellik testi ve
KMO (Kaiser-Mayer-Olkin) uygunluk ölçütü sonuçları Tablo 3’te verilmiştir.
Tablo 3: Barlett Küresellik ve KMO Uygunluk Testleri Sonuçları
Barlett Küresellik Testi;
x2 istatistiği
sd
anlamlılık
KMO Uygunluk Ölçütü
8
11721.645
595
0.000
0,806
Bankacılar Dergisi
Tablo 4: Kredi Kartı Tercihini Etkileyen Faktörlerin Yükleri
Faktörler
Faktör 1: Banka Özellikleri
Kredi kartını piyasaya süren bankanın finansal yapısının güçlü olması
Kredi kartını piyasaya süren bankanın uzun yıllardır faaliyette bulunması
Kredi kartını piyasaya süren bankanın güvenilirliği
Kredi kartını piyasaya süren bankanın bağlı olduğu grubun (holdingin)
finansal yapısı
Faktör 2: Finansal Güç ve İmkanlar
Ekstra taksit imkânı sunması
Taksitlendirme olanağı sunması
Taksit erteleme ya da taksit atlatma imkanı sunması
Almak istediğim ürün veya hizmetin satıcısının kredi kartı ile anlaşması
olması (taksit fazlalığı veya ekstra puan vermesi gibi)
Faktör 3: Dağıtım
Bankanın POS cihazının yaygın olması
ATM'lerin sayısının çok ve yaygın oluşu
Kredi kartını piyasaya süren bankanın şubelerinin çok ve yaygın olması
Kredi kartının anlaşmalı olduğu iş yerlerinin çok ve yaygın oluşu
Kredi kartı borcunu banka şubeleri dışında ödeme imkanının bulunması
Faktör 4: Doğrudan Pazarlama (Uzaktan Erişim)
İnternet ve telefon bankacılığı hizmetlerinın iyi olması
İnternet ve telefon bankacılığı ile alış verişte güvenli bulduğum sanal kart
hizmetini sunması
Kredi kartı hakkında bankanın çeşitli araçlarla (internet, telefon gibi)
danışmanlık hizmetleri sunması
Faktör 5: Müşteri İlişkileri Yönetimi ve Veri Tabanlı Pazarlama
Maaşın kredi kartını kullanıldığı bankadan alınıyor olması
Kredi kartını kullandığım bankada mevduat hesabımın bulunması
Kredi kartının hesap kesim tarihi ile maaşımı aldığım tarihlerin uyuşması
Faktör 6: Fiyat
Nakit çekim faiz oranının daha düşük olması
Kredi kartı gecikme faiz oranının daha düşük olması
Üyelik aidatı alınmaması
Faktör 7: Bütünleşik Pazarlama İletişimi
Kartını kullandığım bankada tanıdıkların çalışıyor olması
Kredi kart reklamının bilgi verici ve yönlendirici olması
Alışveriş yaptığım mağazada kredi kartının logosunun görülmesi
Banka şubesinin evime ya da işyerime mesafe olarak yakın olması
Faktör 8: Banka Sermaye Yapısı
Ulusal sermayeli bankanın kredi kartının olması
Kredi kartının faizsiz bankacılık sistemi uygulayan katılım bankalarına ait
olması
Bankanın uluslararası bankacılık piyasasında faaliyet göstermesi
Faktör 9: Satışta Özendirme
Kredi kartı kullananlar arasında çekiliş düzenleyerek hediye dağıtması
Dönemsel olarak alış veriş limitli puan getirici kampanyalar düzenlenmesi
Faktör 10: Halkla İlişkiler
Bankanın çeşitli kültürel faaliyetlere sponsor olması
Doğum günü gibi özel günlerimi hatırlanıyor olması
Faktör 11: Süreç Yönetimi
Limitinin diğer kredi kartlarına oranla yüksek olması
Ek kart kullandırma imkanı sağlaması
Faktör
Öz
Yükleri Değer
Varyans
%
Alpha
Katsayısı
5,772 16,491 0,7635
0,800
0,776
0,732
0,645
2,617
7,478 0,7596
2,379
6,796 0,6996
1,778
5,081 0,7142
1,639
4,682 0,6239
1,536
4,388 0,6935
1,476
4,217 0,6105
1,287
3,677 0,5756
1,117
3,192 0,7465
1,085
3,101 0,6856
1,000
2,858 0,4974
0,854
0,767
0,722
0,424
0,747
0,709
0,648
0,648
0,408
0,816
0,771
0,679
0,737
0,693
0,650
0,808
0,784
0,672
0,665
0,644
0,636
0,525
0,707
0,659
0,637
0,766
0,709
0,814
0,780
0,695
0,600
Açıklanan Toplam Varyans
61,960
KMO Örneklem Yeterliliği: 0,806 Bartlett Küresellik Testi; Ki kare 11.721,645 sd:595, p değeri : 0 ,000
Elde edilen sonuçlara Barlett küresellik testinde sıfır hipotez yüzde 1 önem düzeyinde
dahi ret edilmiştir. KMO uygunluk ölçütü 0.806, Barlett ve KMO testleri sonucunda verilerin
9
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya
faktör analizine uygun olduğunu göstermektedir (Sipahi, Yurtkoru ve Çinko, 2006:80).
Verimax dönüşümü sonuçlarına göre gruplanan sorular, alınan cevaplara göre birleştirilerek
güvenilirlik analizine tabi tutulmuştur. Elde edilen faktörlerin faktör yükleri, öz değerleri,
varyans yüzdeleri ve Cronbach’s Alpha katsayıları Tablo 4’te verilmiştir. Araştırma sonucunda kredi kartı tercihinde etkili olan faktörler, Şekil 1’de verilmiştir.
Şekil 1: Kredi Kartı Tercihinde Etkili Olan Faktörler
Süreç
Yönetimi
Banka
Özellikleri
Finansal Güç
ve İmkanlar
Dağıtım
Halkla
İlişkiler
Kredi Kartı
Tercihini Etkileyen
Faktörler
Bütünleşik
Pazarlama
İletişimi
Fiyat
Banka Sermaye
Yapısı
Satış
Özendirme
Doğrudan
Pazarlama
Müşteri
İlişkileri
Yönetimi
Faktör analizi sonucu ortaya çıkan boyutlar ve bunların içerdiği alt değişkenler incelendiğinde; bireysel müşteriler, ürün ve hizmet alışlarında ödeme yapabilmek için kredi kartı
tercihi yaparken az ya da çok 11 faktörün etkisinde kaldığı gözlenmektedir.
Birinci faktör banka özellikleridir. Kendi içinde 0,76 güvenilirliğe sahip olan bu faktör,
toplam varyansın yüzde 16,49’unu açıklayan dört değişkenden meydana gelmektedir.
Faktöre en büyük katkıyı “kredi kartını piyasaya süren bankanın finansal yapısının güçlü
olması” değişkeni sağlamaktadır.
İkinci faktör, finansal güç ve imkânlardır. Kendi içinde 0,76 güvenilirliğe sahip olan bu
faktör, toplam varyansın yüzde 7,5’unu açıklayan dört değişkenden meydana gelmektedir.
Faktörü meydana getiren değişkenlerin tümü taksitlendirmeye yönelik ifadelerden oluşmuştur. Faktöre en büyük katkıyı, “ekstra taksit imkanı sunması” değişkeni sağlamaktadır.
Üçüncü faktör dağıtımdır. Kendi içinde 0,70 güvenilirliğe sahip olan beş değişkenden
oluşan bu faktör, toplam varyansın yüzde 6,8’ini açıklamaktadır. Değişkenlerin tamamı
bankanın sunmuş olduğu hizmetlere erişimi sağlayan dağıtıma yönelik ifadelerdir. Faktöre en
yüksek katkıyı “bankanın POS cihazının yaygın olması” değişkeni sağlamaktadır.
Dördüncü faktör, doğrudan pazarlamadır. Kendi içinde 0,71 güvenilirliğe sahip üç değişkenden oluşan bu faktör, toplam varyansın yüzde 5,1’ini açıklamaktadır. Değişkenlerin
tamamı internet ve telefon gibi uzaktan erişimi sağlayan doğrudan pazarlama ve hizmetlerinin kalitesinden oluşmaktadır. Faktöre en büyük katkıyı “internet ve telefon bankacılığı
hizmetlerinin iyi olması” değişkeni sağlamaktadır.
Beşinci faktör, müşteri ilişkileri yönetimi ve veri tabanlı pazarlamadır. Kendi içinde
0,63 güvenilirliğe sahip dört değişkenden meydana gelen bu faktör, toplam varyansın yüzde
4,7’sini açıklamaktadır. Değişkenler banka ile daha önceden ilişkisi olan bireysel müşterilerin
kredi kartı kullanıcısına dönüşmesini açıklamaktadır. Faktöre en büyük katkıyı; “maaşın kredi
kartını kullanıldığı bankadan alınıyor olması” değişkeni sağlamaktadır.
10
Bankacılar Dergisi
Altıncı faktör, fiyattır. Kendi içinde 0,69 güvenirliğe sahip üç değişkenden oluşan faktör, toplam varyansın yüzde 4,4’ünü açıklamaktadır. Değişkenler kredi kartı kullanımının
fiyatını ifade etmektedirler. Faktöre en büyük katkıyı yapan “nakit çekim faiz oranının daha
düşük olması” değişkeni sağlamaktadır.
Yedinci faktör, bütünleşik pazarlama iletişimidir. Kendi içinde 0,54 güvenilirliğe sahip
üç değişkenden oluşan bu faktör, toplam varyansın yüzde 4,2’sini açıklamaktadır. Faktör,
bankaların bireysel müşteriler ile arasındaki iletişimi ve kredi kartı ürünü ile ilgili değişkenleri
içermektedir. Faktöre en büyük katkıyı yapan “kartını kullandığım bankada tanıdıkların
çalışıyor olması” değişkeni sağlamaktadır.
Sekizinci faktör, banka sermaye yapısıdır. Kendi içinde 0,57 güvenilirliğe sahip üç
değişkenden oluşan faktör, toplam varyansın yüzde 3,7’sini açıklamaktadır. Faktöre ait
değişkenler kredi kartını piyasaya süren bankanın sermaye yapısına yönelik yargılardan
oluşmaktadır. Faktöre en büyük katkıyı “ulusal sermayeli bankanın kredi kartı olması”
değişkeni sağlamaktadır.
Dokuzuncu faktör, satışta özendirmedir. Kendi içinde 0,75 güvenilirliğe sahip iki değişkenden oluşan faktör, varyansın yüzde 3,2’sini açıklamaktadır. Değişkenlerin ikisi de
promosyona yönelik satış artırıcı yargılardan oluşmaktadır. “Kredi kartı kullananlar arasında
çekiliş düzenleyerek hediye dağıtması” değişkeni faktöre en büyük katkıyı yapmıştır.
Onuncu faktör, halkla ilişkilerdir. Kendi içinde 0,68 güvenilirliğe sahip iki değişkenden
oluşan faktör varyansın yüzde 3,1 açıklamaktadır. Değişkenlerin ikisi de halkla ilişkiler
sonucu bankanın imajını olumlu yönde geliştirmeye yönelik yargılardan oluşmaktadır.
“Bankanın kültürel faaliyetlere sponsor olması” değişkeni faktöre en fazla katkıyı sağlamaktadır.
Onbirinci faktör süreç yönetimidir. Faktör varyansın yüzde 2,9’ini açıklayan iki değişkenden meydana gelmektedir. Faktör, “limitinin diğer kredi kartlarına oranla yüksek olması”
ve “ek kart kullandırma imkanı sağlaması” değişkenlerinden oluşmaktadır. “Limitinin diğer
kredi kartlarına oranla yüksek olması” değişkeni faktöre en fazla katkıyı sağlamaktadır.
4. 3. Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihine Yönelik Tutumlarının Ortalama
ve Standart Sapmaları
Ankete katılan bireysel müşterilerin kredi kartı tercihinde, bağımlı değişkenlere verdikleri önem düzeyinin değerlendirmesinde 5’li Likert tipi ölçekten yararlanılmıştır. Bireysel
müşterilerin kredi kartı tercihine yönelik tutumlarının ortalama ve standart sapmaları Tablo
5’te verilmiştir.
Bireysel müşterilerin kredi kartı tercihlerinde etkili olan faktörlere yönelik Tablo 5’te verilen aritmetik ortalamaların grup ortalaması olan 3,7’den istatistiki bakımından farklı olup
olmadığını tespit etmek için t-testi uygulanmıştır.
Teste göre; 35 yargının 33’ü (α=0,05 göre) anlamlı çıkmıştır. Bu anlamlı çıkan yargıların sıralaması dikkate alınarak bir değerlendirme yapılacak olunursa; “kredi kartını piyasaya
süren bankanın güvenilirliği” (4,4), “kredi kartı gecikme faiz oranının daha düşük olması” (4,3),
“taksitlendirme olanağı sunması” (4,3), yargıları ankete cevap verenler açısından kredi kartı
tercihinde etki derecelerinin yüksek olduğu, buna karşın “kartını kullandığım bankada
tanıdıkların çalışıyor olması” (2,5), “maaşın kredi kartını kullanıldığı bankadan alınıyor olması”
(3,0), “ek kart kullandırma imkânı sağlaması” (3,0) yargılarının ise etki derecesinin düşük
olduğu görülmektedir.
11
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya
Tablo 5: Ankete Katılan Müşterilerin Kredi Kartı Tercihine Yönelik Tutumlarının Ortalama
ve Standart Sapmaları
Değişkenler
Kredi kartını piyasaya süren bankanın finansal yapısının güçlü olması
Kredi kartını piyasaya süren bankanın uzun yıllardır faaliyette bulunması
Kredi kartını piyasaya süren bankanın güvenilirliği
Kartını piyasaya süren bankanın bağlı olduğu grubun (holdingin) finansal
yapısı
Ekstra taksit imkânı sunması
Taksitlendirme olanağı sunması
Taksit erteleme ya da taksit atlatma imkânı sunması
Almak istediğim ürün veya hizmetin satıcısının kredi kartı ile anlaşması
olması (taksit fazlalığı veya ekstra puan vermesi gibi)
Bankanın POS cihazının yaygın olması
ATM'lerin sayısının çok ve yaygın oluşu
Kredi kartının anlaşmalı olduğu iş yerlerinin çokluğu
Kredi kartını piyasaya süren bankanın şubelerinin çok ve yaygın olması
Kredi kartı borcunu banka şubeleri dışında ödeme imkânının bulunması
İnternet ve telefon bankacılığı hizmetleri iyi olması
İnternet ve telefon bankacılığı ile alış verişte güvenli bulunduğum sanal
kart hizmetini sunması
Kredi kartı hakkında bankanın çeşitli araçlarla (internet, telefon vb.)
danışmanlık hizmetleri sunması
Maaşın kredi kartını kullanıldığı bankadan alınıyor olması
Kredi kartını kullandığım bankada mevduat hesabımın bulunması
Kredi kartının hesap kesim tarihi ile maaşımı aldığım tarihlerin uyuşması
Nakit çekim faiz oranının daha düşük olması
Üyelik aidatı alınmaması
Kredi kartı gecikme faiz oranının daha düşük olması
Kartını kullandığım bankada tanıdıkların çalışıyor olması
Kredi kart reklâmının bilgi verici ve yönlendirici olması
Alışveriş yaptığım mağazada kredi kartının logosunun görülmesi
Banka şubesinin evime ya da işyerime mesafe olarak yakın olması
Ulusal sermayeli bankanın kredi kartının olması
Kredi kartının faizsiz bankacılık sistemi uygulayan katılım bankalarına ait
olması
Bankanın uluslararası piyasada faaliyet göstermesi
Kredi kartı kullananlar arasında çekiliş düzenleyerek hediye dağıtması
Dönemsel olarak alış veriş limitli puan getirici kampanyalar düzenlenmesi
Bankanın kültürel faaliyetlere sponsor olması
Doğum günü gibi özel günlerimi hatırlanıyor olması
Limitinin diğer kredi kartlarına oranla yüksek olması
Ek kart kullandırma imkânı sağlaması
Standart
Ortalama Sapma
t
4,1257
4,0344
4,3395
3,7030
0,8092
0,8518
0,8086
0,9603
(19,928)**
(15,145)**
(29,285)**
(1,235)
4,0793
4,2794
3,7782
3,9920
0,9299
0,8423
1,0567
0,8473
(15,577)**
(25,594)**
(3,640)**
(13,456)**
4,2442
4,2418
4,2178
4,2042
4,0232
3,8271
3,3979
0,8148
0,8793
0,8477
0,8991
0,8980
1,0310
1,1805
(24,932)**
(23,005)**
(22,863)**
(21,019)**
(13,925)**
(5,404)**
(-8,127)**
3,8663
0,9768
(7,124)**
2,9448
3,1753
3,6349
4,1777
4,2594
4,3219
2,4804
3,4259
3,4347
3,0616
3,3275
3,4596
1,1940
1,0774
1,1779
0,9954
0,8482
0,8783
1,2009
1,1193
1,1495
1,1795
0,9996
1,1610
(-21,449)**
(-16,207)**
(-1,035)
(18,048)**
(24,582)**
(26,255)**
(-34,992)**
(-7,687)**
(-7,215)**
(-18,210)**
(-12,089)**
(-6,387)**
3,4219
3,0240
3,4420
3,1145
3,0328
3,3491
2,9880
1,0349
1,1433
1,0682
1,2144
1,2569
1,0213
1,0952
(-8,451)**
(-19,950)**
(-7,525)**
(-16,148)**
(-17,899)**
(-11,084)**
(-21,989)**
**,* sırasıyla yüzde 1 ve yüzde 5 düzeyinde anlamlılığını göstermektedir. (n:1249)
Bireylerin çeşitlenerek artan istek ve ihtiyaçları ile gelişen makroekonomik faktörler
kredi kartı kuruluşlarının hizmetlerini gelişim yönünde değiştirmeye zorlamaktadır. Kredi kartı
pazarında, kredi kartını müşteriye pazarlamaktan daha önemlisi, hamilin sahip olduğu kredi
kartları arasından en çok tercih edilerek kullanılan kart haline getirmek önem kazanmıştır.
Ankete cevap verenlerce sahip olunan kredi kartları arasında tercih yapılırken “kredi kartını
piyasaya süren bankanın güvenilirliği” değişkeninin yüksek etki derecesi ile derecelendirilmelerinin olası nedenleri arasında, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan bankacılık krizleri müşterileri çeşitli sıkıntılar ile karşı karşıya bırakmış olma olasılığıdır. “Taksitlendirme olanağı
sunması” değişkene ise nakit paraları olmadığı için ihtiyaçlarını gelecekte elde edecekleri
gelirlerden karşılayabilmek için ya da kazançlarını kısa vadede alternatif yatırım araçlarına
yönlendirme eğiliminde olmaları sebebiyle yüksek etki derecesi ile derecelendirmiş olabilmektedir.
12
Bankacılar Dergisi
4.4. Bireysel Müşterilerin Demoğrafik Özelliklerinin Kredi Kartı Seçimindeki
Etkisi
Bu kısımda araştırma amaçları doğrultusunda geliştirerek Tek Yönlü Varyans Analizi
(ANOVA) ile test edilen hipotezlerinin bulgularına yer verilmiştir. ANOVA testi bağımsız
değişkenlerin bağımlı değişkenler üzerindeki bireysel ve toplu etkilerini incelemeye yardımcı
olmaktadır. Bu test, bağımlı değişkenin faktör düzeylerindeki aritmetik ortalamalarına göre
hesaplamaktadır. Varyans analizinde gruplar topluca ele alınarak, aralarında bir fark bulunup
bulunmadığı konusunda genel bir sonuca varılmaktadır (Baş, 2001:142). Bu yöntemle test
edilen Ho hipotezi grup ortalamalarının bir birine eşit olduğu, diğer bir ifade ile faktör
düzeylerinin etkileri arasında önemli bir fark bulunmadığı hipotezi, Hı hipotezi ise eşit
olmadığı ve faktör düzeylerinin etkileri arasında önemli bir fark bulunduğu hipotezi kabul
olacaktır (Nakip, 2003:352).
Bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartı seçiminde anlamlı bir etkisinin olup olmadığını belirleyebilmek amacıyla araştırma verilerine varyans analizi uygulanarak
istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Etkinin bulunması halinde, bu etkinin hangi iki grup
değişkenden kaynaklandığının belirlenebilmesi amacıyla Post Hoc testi yapılmıştır. Bireysel
müşterilerin demografik özelliklerine göre kredi kartı seçimine etki eden faktörlerin değişimlerini tespit edebilmek için uygulanan tek yönlü varyans analizi ile yapılan testin sonuçları
Tablo 6’da verilmiştir.
Tablo 6: Bireysel Müşterilerin Demoğrafik Özelliklerinin Kredi Kartı Seçimindeki Etkisi
Demorafik Özellikler
Cinsiyet
Yaş
Eğitim
Gelir
Meslek
Medeni Hal
Kredi Kartı Tercihini
fp
fp
fp
fp
fp
fp
Etkileyen Faktörler
değeri
değeri
değeri
değeri
değeri
değeri
1 Banka Özellikleri
11,023 0,001 1,199 0,309 0,797 0,552 0,613 0,653 0,765 0,548 0,380 0,538
2 Finansal Güç ve İmkânlar
6,914 0,009 2,503 0,041 4,099 0,001 1,204 0,307 2,046 0,086 21,265 0,000
3 Dağıtım
0,591 0,442 1,696 0,149 0,363 0,874 1,599 0,172 0,576 0,680 4,520 0,034
4 Doğrudan Pazarlama
1,123 0,289 9,522 0,000 8,749 0,000 3,971 0,003 4,814 0,001 10,998 0,001
5 Müşteri İlişkileri Yönetimi ve 7,406 0,007 1,710 0,145 1,915 0,089 3,980 0,003 8,253 0,000 0,463 0,496
Veri Tabanlı Pazarlama
6 Fiyat
1,144 0,285 1,723 0,142 1,146 0,334 0,450 0,772 5,051 0,000 0,311 0,577
7 Bütünleşik Pazarlama
4,348 0,037 0,655 0,623 1,481 0,193 1,053 0,379 1,268 0,281 5,524 0,019
İletişimi
8 Banka Sermaye Yapısı
2,414 0,120 0,704 0,590 1,728 0,125 0,779 0,539 0,779 0,539 1,555 0,213
9 Satışta Özendirme
6,919 0,009 4,114 0,003 2,427 0,034 0,964 0,426 2,241 0,063 11,891 0,001
10 Halkla İlişkiler
1,169 0,280 2,473 0,043 0,824 0,533 3,180 0,013 0,212 0,932 3,406 0,065
11 Süreç Yönetimi
1,716 0,191 1,563 0,182 1,423 0,213 2,429 0,046 0,619 0,649 0,102 0,750
Bireysel müşterilerin yaşları; 18–25, 26–33, 34–41, 42–49, 50 ve üzeri biçiminde
gruplanmıştır. Kredi kartı tercihinde “Finansal Güç ve İmkânlar”, “Doğrudan Pazarlama”,
“Satışta Özendirme” ve “Halkla İlişkiler” faktörlerinde yaşa göre istatistiksel olarak anlamlı
farklılık tespit edilmiştir. “Doğrudan Pazarlama” faktöründe 18–25, 26–33 ve 34–41 yaş
grubu; 42–49, 50 ve üzeri yaş grubuna göre kredi kartı tercihine ilişkin görüşlerinde anlamlı
bir fark olduğu Post Hoc testi verilerinde gözlenmektedir. Bu bulgulara göre 18–25, 26–33 ve
34–41 yaş grubu; 42–49, 50 ve üzeri yaş grubuna göre kredi kartı tercihinde bu faktör
değişkenleri için daha olumlu görüşe sahiptir. Bu bulgulara göre 42 yaşın üzerindeki kredi
kartı kullanıcıları bu faktörü oluşturan internet ve telefon bankacılığı ile ilgili değişkenlere
daha düşük puan vermişlerdir. Dolayısıyla 42 yaşın üzerindeki kredi kartı kullanıcılarında, bu
faktörü kapsayan değişkenler ile ilgili pazarlama karması faaliyetlerinin etkili olamayabileceği
şeklinde açıklanabilir. 42 yaşın altındaki müşterilerin banka şubelerine çekilmesi, satış
elemanlarının müşteri ziyareti veya telefonla iletişim kurmanın yanı sıra, bütün ürünler
internet ortamına da aktarılmalıdır. Bu sayede müşteriler, ürünlerin resimlerini görebilmekte
ve ürünler ile ilgili detaylı bilgi alabilmektedir. Müşterilere, sunulan ürünleri, online olarak
talep edebilmesi için gerekli alt yapı hazırlanmalıdır.
13
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya
Ayrıca bankalar, internet sayfalarından ya da şubelerden müşterilerin arzu etmiş oldukları kredi kartını tasarlamalarına imkân sunmalıdır.
“Satışta Özendirme” faktöründe 18-25 ve 26-33 yaş grubu 34-41, 42-49, 50 ve üzeri
yaş grubuna göre kredi kartı tercihine ilişkin görüşlerinde anlamlı bir fark olduğu Post Hoc
testi verilerinde gözlenmektedir. Bu bulgulara göre 18–25 ve 26–33 yaş grubu 34–41, 42–49,
50 ve üzeri yaş grubuna göre kredi kartı tercihinde bu faktör değişkenleri için daha olumlu
görüşe sahiptir. 33 yaşının üzerindeki kredi kartı kullanıcıları bu faktörü oluşturan hediye
kazandırmaya yönelik değişkenlere daha düşük puan vermişlerdir. Dolayısıyla 33 yaşının
üzerindeki kredi kartı kullanıcılarında bu faktörü kapsayan değişkenler ile ilgili pazarlama
karması faaliyetlerinin etkisinin daha düşük olabileceği şeklinde açıklanabilir.
Bireysel müşterilerin eğitim durumları; ilkokul, ortaokul, lise, ön lisans, lisans ve lisansüstü şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde “Finansal Güç ve İmkânlar” “Doğrudan
Pazarlama” ve “Satışta Özendirme” faktörlerinde eğitim düzeylerine göre farklılık tespit
edilmiştir. “Finansal Güç ve İmkânlar” faktöründe lisans ve yüksek lisans mezunları ilkokul,
ortaokul, lise ve ön lisans mezunlarına göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede düşük puan
vermişlerdir. Kredi kartını piyasaya süren kuruluşlar eğitim düzeyi bulgularına göre ön lisans
ve altında eğitim almış bireyler için taksitlendirme koşullarında alternatifler geliştirebilirler.
“Doğrudan Pazarlama” faktöründe ön lisans, lisans ve yüksek lisans mezunları; ilkokul,
ortaokul ve lise mezunlarına göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puan
vermişlerdir. Ön lisans ve üzerinde eğitim gören kredi kartı kullanıcıları uzaktan erişim
olanaklarını içeren bu faktöre yüksek puan vermişlerdir. Kredi kartını piyasaya süren
kuruluşlar, eğitim düzeyi bulgularına göre ön lisans ve üzerinde eğitim almış müşterileri ile
ilgili pazarlama karması kararlarında internet gibi teknoloji kullanımını gerektiren erişim
araçlarından yararlanılabilir. “Satışta Özendirme” faktöründe ön lisans ve yüksek lisans
mezunları; ilkokul, ortaokul, lise ve lisans mezunlarına göre istatistiksel açıdan anlamlı
derecede yüksek puan vermişlerdir. Bu sonuçların ışığında, pazarlama karması kararlarında,
hediye kazandırıcı kampanyalar düzenlenirken ön lisans ve üzerinde eğitim almış bireysel
müşterilerin katılımını sağlayabilecek tutundurma araçlarından yararlanılmalıdır. Ayrıca satış
özendirici kampanyalarda ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde eğitim görmüş bireysel müşterilerin katılımını sağlayacak tutundurma araçlarına yer verilmelidir.
Bireysel müşterilerin meşguliyet durumları; kamu sektörü, özel sektör, esnaf/serbest
meslek, öğrenci/çalışmıyor ve emekli şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde
“Doğrudan Pazarlama” “Müşteri İlişkileri Yönetimi/Veri Tabanlı Pazarlama” ve “Fiyat”
faktörlerinde, meşguliyet durumlarına göre istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir.
“Doğrudan Pazarlama” faktöründe, emekli olanlara göre kamu sektöründe çalışanlar, özel
sektörde çalışanlar, esnaf ya da serbest meslek mensupları ve öğrenciler istatistiksel açıdan
anlamlı derecede yüksek puan vermişlerdir.
Kredi kartını piyasaya süren kuruluşlar meşguliyet bulgularına göre emekli olmuş
müşterilere internet gibi teknoloji kullanımını gerektiren uzaktan erişim araçları yerine bu
gruba hitap edebilecek pazarlama kararlarından yararlanmalıdır. “Müşteri İlişkileri Yönetimi
ve Veri Tabanlı Pazarlama” faktöründe, kamu ve özel sektörde çalışanlar ile emekli olanlar
esnaf ya da serbest meslek mensupları ile her hangi bir meşguliyeti olmayanlara göre
istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puan vermişlerdir. Hizmet görenlerin, müşterilere daha ilgili ve nezaketli davranacak şekilde yetiştirilmesi gerekir. Ayrıca söz konusu
davranışların sergilenmesinin, sürdürülebilir olması için ise teşvik edici araçlar kullanılmalıdır.
“Fiyat” faktöründe kamu kuruluşlarında çalışanlar; özel sektörde çalışanlar, esnaf ya
da serbest meslek mensubu olanlara göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puan
vermişlerdir. Üyelik ücretinin alınmadığı ve faiz oranının düşük olduğu kredi kartı tercihinin
14
Bankacılar Dergisi
yapıldığını göz önünde bulundurarak, bulgular doğrultusunda kamu kuruluşlarında çalışanlara sunulacak ürünler ile daha fazla müşteriye ulaşılabilecektir.
Bireysel müşterilerin gelir düzeyleri; 0–500, 501–1000, 1001–1500, 1501–2500, 2501
ve üzeri şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde; “Doğrudan Pazarlama”, “Müşteri
İlişkileri Yönetimi”, “Halkla İlişkiler” ve “Süreç Yönetimi” faktörlerinde gelir düzeylerine göre
istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir. Kredi kartını piyasaya süren kuruluşlar gelir
düzeyleri bulgularını göz önünde bulundurarak, gelir düzeyi yüksek olan bireysel müşterilere
elektronik posta gibi uzaktan erişim yöntemleri ile ulaşabilirler. Kredi kartı sunucuları, gelir
seviyesi yüksek olan müşterilere limiti yüksek kartlar tahsis ederek, yakınlarına ek kart
kullandırmaları için tutundurma araçlarından yararlanabilirler.
Bireysel müşterilerin cinsiyetleri; erkek ve bayan şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi kartı tercihinde; “Banka Özellikleri”, “Finansal Güç ve İmkânlar” “Müşteri İlişkileri Yönetimi ve
Veri Tabanlı Pazarlama” ve “Satışta Özendirme” faktörlerinde bireysel müşterilerin cinsiyetlerine göre istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir. Bu faktörlere bayanların daha yüksek
puanlar verdiği bulgusuna ulaşılmıştır. Bu faktörleri oluşturan değişkenler doğrultusunda
özellikle bayanlara halkla ilişkiler ve pazarlama faaliyetleri yapılmalıdır.
Bireysel müşterilerin medeni halleri; evli ve bekâr şeklinde sınıflandırılmıştır. Kredi
kartı tercihinde; “Finansal Güç ve İmkânlar” “Dağıtım”, “Doğrudan Pazarlama”, “Bütünleşik
Pazarlama” ve “Satışta Özendirme” faktörlerinde müşterilerin medeni hallerine göre istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir. Bekâr müşterilere uzaktan erişim araçları ile ulaşarak
ürünler ve kampanyalar hakkında tanıtım yapılabilir. Yine bekarlar evli olanlara göre göre
“Satışta Özendirme” faktörüne istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek puanlar vermişlerdir. Pazarlama karması kararlarında, hediye kazandırıcı kampanyalar düzenlenirken bekar
müşterilerin katılımını sağlayabilecek tutundurma araçlarından yararlanılmalıdır.
Araştırma bulguları ışığında, kredi kartı sayısını ve kullanım hacmini artırmak isteyen
kuruluşlar, müşterilerin istek ve ihtiyaçlarını demografik özellikleri doğrultusunda
gruplandırmalıdır çünkü demografik özelliklerine göre kredi kartlarının işlevleri artırılarak
şekillendirildikçe bireysel müşterilerin kredi kartı kullanma yönündeki tercihleri de artmaktadır. Müşteri memnuniyeti doğrultusunda sadakat yaratmak için ise kart hamillerinin demografik bilgilerine dayalı, müşteri odaklı pazarlama anlayışı ile bireye özel, beklentinin üstünde
hizmet verilmelidir. Müşteri ile banka arasında güçlü bağların kurulması, bankaların sunmuş
oldukları kredi kartı tercihine etken olacaktır. Banka ile sorunsuz olarak, uzun yıllardır çalışan
müşterilerin ödüllendirilmesi tatmin düzeyini olumlu yönde etkileyecektir. bu tatminde kredi
kartı kullanımının tercihine etken olacaktır. Hedef seçilen pazarda, aynı ürün ya da hizmeti
aynı şekilde herkese sunmak yerine, müşteriye gönderilen mesajları ve teklifleri, müşterinin
istek ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmalıdır. Müşterilerin satın alma
tercihleri, demografik özellikleri ve sağladıkları kârlar hakkında zengin bir veri ambarı
oluşturulabilir. Bu veri ambarında, kendi ürün ve hizmetleri ile ilgili, veri madenciliği yapmak
suretiyle farklı müşteri grupları tespit edebilir ve her grup için farklı ürün ya da hizmet
sunabilirler.
5. Sonuç
Bu çalışma ile bireysel müşterilerin kredi kartları arasında seçim yaparken etkilenmekte oldukları faktörleri belirlemek ve bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi
kartları arasında seçim yaparken etkisinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi
amaçlanmıştır. Örneklem kapsamında yer alan İstanbul ilindeki kredi kartı sahibi bireysel
müşterilere uygulanan anketlerden çalışma kapsamına dahil edilen 1249 anket formunun
değerlendirilmesi sonucunda ulaşılan sonuçlar aşağıda özetlenmiştir.
15
Prof. Dr. Gürbüz Gökçen-Dr. Ferudun Kaya
Kredi kartı tercihi yaparken müşterilerin 11 faktörün etkisinde kaldığı gözlenmektedir.
Faktör analizi ile tespit edilen 11 boyutta bireysel müşterilerin kredi kartı seçimleri demografik
özelliklerine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini test etmek amacıyla oluşturan
istatistiksel hipotezler için ANOVA testi ve Post Hoc testi yapılmıştır. Bulgulardan bireysel
müşterilerin demografik özelliklerinin, kredi kartı seçiminde etkili olduğu (banka sermaye
yapısı faktörü hariç) sonucuna ulaşılmıştır. “Bankanın Özellikleri”, “Finansal Güç ve
İmkânlar”, “Dağıtım”, “Doğrudan Pazarlama”, “Müşteri İlişkileri Yönetimi ve Veri Tabanlı
Pazarlama”, “Fiyat”, “Bütünleşik Pazarlama”, “Satışta Özendirme”, “Halkla İlişkiler” ve “Süreç
Yönetimi” faktörleri ile bireysel müşterilerin demografik özellikleri arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. Bankaların sunduğu hizmetler arasında yer alan kredi
kartlarına verilen işlevler bireysel müşterilerin demografik özelliklerine göre şekillendirildikçe,
söz konusu bankanın kredi kartı kullanma yönündeki tercihleri de artma eğilimi göstermektedir. Dolayısıyla, bireysel müşterilerin demografik özelliklerinin kredi kartları arasında seçim
yaparken anlamlı bir etkisi var olduğuna yönelik, hipotez kabul edilmiştir.
Çalışmada elde edilen sonuçlar, literatür kısmında belirtilen ve daha önce çeşili yerlerde yapılmış olan çalışmaların sonuçlarıyla benzerlikler göstermektedir. Fakat kredi kartı
tercihinde etkili olan faktörlerin daha iyi tespit edilebilmesi için benzer çalışmalar değişik
zamanlarda ve yerlerde yapılarak sonuçları karşılaştırılabilir.
Sonuç olarak, kredi kartlarının fonksiyonel özelliklerinin her geçen gün birbirine benzemesinden dolayı bankalar, piyasaya sürdükleri kredi kartlarının işlevleri aracılığı ile rekabet
yarışında zorlanmaktadırlar. Bankalar, rekabet yarışında başarılı olabilmek için sunmuş
oldukları kredi kartları ile ilgili pazarlama stratejilerini gerçekten uzak sezgiler ya da bir kaç
taraflı zayıf veri yerine, pazarın işleyiş yöntemleri hipotezler ve gerçekler üzerinde inceleyip
kararları ondan sonra vermelidir.
Dipnot:
1 Makalenin hazırlanmasında, 2008 yılında Kadir Has Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne
sunulan “Kredi Kartları ve Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercihine Etki Eden Faktörlerin Belirlenmesi
Üzerine Bir Araştırma” başlıklı doktora tezinden faydalanılmıştır.
Kaynakça
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
16
ALTAN, M. ve GÖTÜRK, İ.E. (2008), “Türkiye’de Memurların Kredi Kartı Kullanım Alışkanlıkları Üzerine Bir
Araştırma”, Muhasebe ve Finansman Dergisi (MUFAD), Sayı 39, ss. 110-126.
AŞAN, Z. (2007), “Kredi Kartı Kullanan Müşterilerin Sosyo Ekonomik Özelliklerinin Kümeleme Analiziyle
İncelenmesi”, Dumlupınar Üniversitesi, Soyal Bilimler Dergisi, Sayı 17, ss. 256-267.
AYSAN, A. F., YILDIRAN L., KARA, G. İ., MÜSLİM, A. N. ve DUR, U. (2008), “Türkiye’de Kredi Kartı
Sektöründe Yasal Düzenlemeler ve Rekabet”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Sayı: 265, ss. 34-49.
BAŞ, T. (2001), Anket,. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
CALEM, P. S., GORDY, M. B. ve MASTER L. J. (2006), “Switching Costs and Adverse Selection in the
Market for Credit Cards: New Evidence”, Journal of Banking & Finance, Vol. 30, pp. 1653-1685.
CAROW, A. K. ve STATEN, M. E. (1999), “Debit, Credit, or Cash: Survey Evidence on Gasoline Purchases”,
Journal of Economics and Business, Vol.51, pp. 409-421.
ÇAVUŞ, M. F. (2006), “Bireysel Finansmanın Temininde Kredi Kartları: Türkiye’de Kredi Kartı Kullanımı
Üzerine Bir Araştırma”, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 15, ss. 173-187.
DURUKAN T., ELİBOL, H. ve ÖZHAVZALI, M. (2006), “Kredi Kartlarındaki Taksit Uygulamasının Tüketicinin
Harcama Alışkanlıkları Üzerindeki Etkisini Ölçmeye Yönelik Bir Araştırma (Kırıkkale İli Örneği)”, Selçuk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 13, ss. 143-153.
GİRGİNER, N., ÇELİK, A.E. ve UÇKUN, N. (2008), “Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Öğrencilerinin Kredi Kartı Kullanımlarına Yönelik Bir Araştırma”, Anadolu Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 8(1), ss. 193-208.
HAYHOE, C. R., LEACH, L. and TURNER, P. R. (1999), “Discriminating The Number of Credit Cards Held
By College Students Using Credit and Money Attitudes”, Journal of Economic Psychology, Vol. 20, pp.
643-656.
Bankacılar Dergisi
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
KARAMUSTAFA, K. ve BİÇKES, D. B. (2003), “Kredi Kartı Sahip ve Kullanıcılarının Kredi Kartı Kullanımlarını Değerlendirmeye Yönelik Bir Araştırma: Nevşehir Örneği”, Erciyes Ünversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi,
Sayı 15, ss. 91-113.
KAYA, F. (2008), “Bireysel Müşterilerin Kredi Kartı Tercih Nedenlerini Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma”,
Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Sayı 245, ss. 29-44.
KAYA, F. (2009). Türkiye’de Kredi Kartı Uygulaması, Türkiye Bankalar Birliği. Yayın No: 263.
KOTLER, P. ve ARMSTRONG, G. (1997), Marketing: An Introduction. 4th ed., New Jersey: Prentice Hall
International, Inc.
NAKİP, M. (2003), Pazarlama Araştırmaları, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
ÖZER, S. ve ERCİŞ, A. (2004), “Banka Hizmetlerinde Güven ve Oluşumuna Etki Eden Değişkenler Üzerine
Erzurum’da Bir Araştırma “, 9. Ulusal Pazarlama Kogresi, 6-8 Ekim 2004, ss. 365-384.
SAVAŞÇI, İ. ve TATLIDİL, R. (2006), “Bankaların Kredi Kartı Pazarında Uyguladıkları CRM (Müşterı İlişkileri
Yönetimi) Stratejisinin Müşteri Sadakatine Etkisi”, Ege Üniversitesi, Ekonomi, İşletme, Uluslararası İlişkiler ve Siyasat Bilmi Dergisi, Sayı 6(1), ss. 62-73.
SİPAHİ, B., YURTKORU, E. S. ve ÇİNKO, M. (2006), Sosyal Bilimlerde SPSS’le Veri Analizi, İstanbul:
Beta Basım Yayım.
TEOMAN, Ö. (1989), Hukuki Yönden Kredi Kartı Uygulaması, İstanbul: İktisat Bankası Eğitim Yayınları,
No:12, Yön Ajans Matbaası.
TÜİK (2008), Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2007 Nüfus Sayımı Sonuçları, http://www.tuik.gov.tr,
[Erişim Tarihi: 21.01.2008].
URAL, A. ve KILIÇ, İ. (2006), Bilimsel Araştırma Süreci ve SPSS ile Veri Analizi, 2. Baskı, Ankara: Detay
Yayıncılık.
YANG, S., MARKOCZY, L. ve QI, M. (2006), “Unrealistic Optimism in Consumer Credit Card Adoption”,
Journal of Economic Psychology, pp.170-185.
YILMAZ, V., ÇATALBAŞ, G. ve ÇELİK, H. E. (2008), “Yapısal Eşitlik Modellemesi ile Algılanan Değer,
Memnuniyet ve Sadakat Arasındaki İlişkinin Araştırılması: Kredi Kartı Kullanım Üzerine Bir Uygulama”,
Bankacılar Dergisi, Sayı 64, ss. 27-37.
17
Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009
Kamu Bankalarının Yeniden Yapılandırılması ve Sonuçları
Dr. Mete Bumin*
Türk bankacılık sektöründe faaliyette bulunan kamu bankaları Kasım 2000’de çıkarılan 4603
sayılı Kanun ve Mayıs 2001’de açıklanan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı
kapsamında uygulamaya konulan reformlarla yeniden yapılandırmaya tabi tutulmuşlardır. Finansal
yeniden yapılandırma kapsamında, Hazine’den sağlanan kaynaklarla bu bankaların görev zararı
alacakları tasfiye edilmiş ve sermaye yapıları güçlendirilmiştir. Operasyonel yeniden yapılandırma
çerçevesinde kamu bankalarının şube ve personel sayıları önemli oranlarda azaltılmıştır. Yeniden
yapılandırma sonucunda kamu bankalarının aktifleri, kredileri ve mevduatları büyüme göstermiş, bu
bankaların şube ve personel başına aktif, mevduat ve kredi rakamlarında artışlar yaşanmıştır. Bu
dönemde kamu bankalarının karlılık düzeyleri de yükselmiş ve elde edilen karların önemli bir kısmı
temettü olarak Hazine’ye aktarılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bankacılık, Kamu Bankaları, Yeniden Yapılandırma
1. Giriş
Türk bankacılık sektörünün toplam aktifleri içerisinde yüksek paya sahip olan kamu
bankalarının yeniden yapılandırılmasına, 25 Kasım 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4603 sayılı
Kanun (Kanun) çerçevesinde başlanmıştır. Türk ekonomisinde yaşanan Kasım 2000 ve
Şubat 2001 krizlerinden olumsuz yönde etkilenen bankacılık sektörünün sorunlarının kalıcı
olarak çözümlenmesi ve sektörün sağlıklı bir yapıya kavuşturulması için Mayıs 2001’de
uygulamaya konulan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı (Program)
kapsamında kamu bankalarının yeniden yapılandırılması çalışmalarına devam edilmiştir.
Söz konusu Kanun ve Program kapsamında gerçekleştirilen işlemlerle kamu bankaları finansal ve operasyonel olarak yeniden yapılandırmaya tabi tutulmuşlardır. Kamu bankalarında gerçekleştirilen yeniden yapılandırma işlemleriyle, bu bankaların çağdaş bankacılığın
ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmaları ve özelleştirmeye hazırlanmaları
amaçlanmıştır.
Bu çalışmada, Türk bankacılık sektöründe faaliyette bulunan kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasına yönelik gerçekleştirilen işlemler ile yeniden yapılandırma sonrasında
bu bankalarda yaşanan gelişim incelenecektir.
Çalışmanın ikinci bölümünde kamu bankaları hakkında yapılan çalışmalar özetlenecek, üçüncü bölümde kamu bankalarına ilişkin genel bilgiler ile yeniden yapılandırma
işlemleri başlamadan önce kamu bankalarının görünümü ve bilanço yapıları hakkında bilgi
verilecektir. Dördüncü bölümde, bu bankalar için uygulanan finansal ve operasyonel yeniden
yapılandırma işlemleri detaylarıyla anlatılacaktır. Beşinci bölümde yeniden yapılandırma
işlemlerinden sonra kamu bankalarının bilançolarında görülen gelişim temel bilanço
büyüklükleri ve oranlar üzerinden Türkiye Bankalar Birliği tarafından yayımlanan veriler esas
alınarak incelenecektir. Bu bölümde ayrıca kamu bankalarının elde ettikleri kar tutarları ve
faiz gelirlerinin dağılımı analiz edilecektir. Altıncı bölümde, kamu bankalarından Hazine’ye ve
kamuya aktarılan kaynaklara yer verilecektir. Çalışmanın son bölümünde ise, genel bir
*
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu.
Çalışmada belirtilen görüşler yazara ait olup, çalıştığı kurum olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu’nun görüşlerini yansıtmamaktadır.
18
Bankacılar Dergisi
değerlendirme yapılarak kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasının maliyeti ve bu
bankaların özelleştirmesine yönelik gerçekleştirilen işlemler hakkında bilgi verilecektir.
2. Kamu Bankaları Hakkında Yapılan Çalışmalar
Türk bankacılık sektöründe faaliyette bulunan kamu bankaları hakkında yapılan
çalışmalar incelendiğinde, sektörün geneli için yapılan çalışmalar içerisinde kamu bankalarına yönelik tespitleri içeren çalışmalar ile doğrudan kamu bankalarına ilişkin olarak çeşitli
çalışmaların yapıldığı görülmektedir.
Boyacıoğlu (2003) tarafından yapılan çalışmada, Türk ekonomisinde 1980 yılından
sonra yaşanan krizlerin Türk bankacılık sektörü üzerindeki etkileri anlatılarak, 2000 ve 2001
krizlerinden sonra kamu bankalarında gerçekleştirilen yeniden yapılandırma işlemleri
incelenmiş ve bankacılık sektörü için çeşitli iyileştirici öneriler sunulmuştur.
Öncü ve Aktaş (2007), Türk bankacılık sektöründe 2001-2005 döneminde yaşanan
yeniden yapılandırma sürecinde bankacılık sektörünün verimlilik performansını, banka alt
grupları bazında Malmquist endeksini kullanarak ölçmüştür. Bankacılık sektöründe söz
konusu dönemde, etkinlik artışından çok teknolojik ilerleme nedeniyle verimlilik kazanımı
elde edildiği ve kamu bankalarının, diğer alt gruplar olarak belirlenen özel ve yabancı
bankalara yakın oranlarda verimlilik artışı gerçekleştirdikleri tespit edilmiştir.
Türk bankacılık sektöründe faaliyet gösteren bankaların sermaye yapılarındaki
farklılaşmanın bankaların etkinlikleri üzerindeki etkisi Atan ve Çatalbaş (2005) tarafından
incelemiş, toplam aktiflerin teknik etkinlik üzerinde pozitif bir etkiye, sermaye yeterliliği
rasyosunun ise negatif bir etkiye sahip olduğu, özel sermayeli yerli ve yabancı bankaların,
kamu bankalarına göre teknik etkinliklerinin daha yüksek olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Önal ve Sevimeser (2006)’in, 1980-2004 döneminde sektördeki bankaların faaliyet
etkinliklerini Veri Zarflama Analizi yöntemi ile ölçtükleri çalışmalarının sonuçlarına göre,
sektörün etkinliğini genel olarak yerli bankaların belirlediği, kamu bankaların etkinliğinin diğer
banka gruplarına göre daha yüksek seviyelerde olduğu ve yabancı bankaların etkinlik
düzeyinin ise sektör ortalamalarının üzerinde gerçekleştiği tespit edilmiştir.
Türk bankacılık sektöründeki iç denetim düzenlemeleri çerçevesinde kamu bankalarındaki iç denetim uygulamaları Kiracı ve Çorbacıoğlu (2008) tarafından incelemiş ve kamu
bankası olarak faaliyetlerini sürdüren TC Ziraat Bankası A.Ş.’nin (Ziraat Bankası) iç denetim
fonksiyonunda gerçekleşen yeniden yapılandırma sonucunda Banka Teftiş Kurulunun
örgütsel, teknik ve kültürel unsurlar açısından değişim geçirdiği ve bu sürecin devam etmekte
olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Bumin ve Cengiz (2009) tarafından yapılan çalışmada, 2004 yılında gerçekleşen
Pamukbank T.A.Ş.’nin (Pamukbank) T. Halk Bankası A.Ş.’ye (Halk Bankası) devrinin Halk
Bankası’nın etkinliği üzerindeki etkisi, bankacılık sektörünün tamamında yaşanan değişimler
ile birlikte veri zarflama analizi yöntemi kullanılarak incelenmiştir Çalışmadan elde edilen
sonuçlara göre, üretim yaklaşımı çerçevesinde söz konusu devir işlemi Halk Bankası’nın
performansı üzerinde olumlu etkiler yaratmış, aracılık yaklaşımı çerçevesinde ise Banka’nın
etkinlik değerlerinde devirden sonraki üçüncü yıldan itibaren iyileşme gözlemlenmiştir.
Keskin, Baş ve Yıldız (2009) ise, Pamukbank-Halk Bankası birleşmesini, birleşme
sürecinde bulunan banka üst düzey yöneticileriyle yapılan görüşmeler çerçevesinde alt-teori
yaklaşımı kullanarak analiz etmiştir.
19
Dr. Mete Bumin
3. Yeniden Yapılandırma Öncesinde Kamu Bankaları
Türk ekonomisinde ve bankacılık sektöründe kamu bankaları önemli roller oynamışlardır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ekonomik kalkınmanın devlet eliyle sağlanması amacı
doğrultusunda kamu bankaları faaliyetlerine başlamışlardır. Türk bankacılık sektörünün
gelişmekte olduğu bu dönemde kamu bankalarının sektör içerisindeki payları oldukça yüksek
düzeylere ulaşmış, izleyen dönemler içerisinde kamu bankalarının paylarında düşüş
yaşanmıştır. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre 1959-1964 döneminde kamu bankalarının aktif büyüklüğünün bankacılık sektörünün toplam aktifleri içerisindeki payı yüzde 64,2
düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu dönemden sonra kamu bankalarının payları düşüşe geçmiş ve
1991-1997 döneminde kamu bankalarının aktiflerinin sektörün toplam aktifleri içerisindeki
payı yüzde 38,9’e gerilemiştir.
Kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasına 25 Kasım 2000 tarihinde yürürlüğe
giren 4603 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi
ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun” ile başlanmıştır. Kasım 2000 ve
Şubat 2001 krizleri sonrasında Mayıs 2001’de uygulamaya konulan Bankacılık Sektörü
Yeniden Yapılandırma Programı ile kamu bankalarının yeniden yapılandırılması işlemlerine
devam edilmiştir. Kamu bankalarının yeniden yapılandırılması kapsamına, sektörde kamu
sahipliği altında faaliyette bulunan Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası alınmıştır.
Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre Ziraat Bankası 1863 yılında çiftçiye kredi vermek amacı ile mahalli istikraz sandığı olarak kurulmuş ve 1888’de çıkarılan bir kanun ile
Ziraat Bankası haline dönüştürülmüştür. 1937’de çıkarılan 3202 sayılı Kanun ile İktisadi
Devlet Teşekkülü statüsü kazanarak Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası unvanını almıştır.
Halk Bankası, 1933 yılında çıkarılan 2284 sayılı Halk Bankası ve Halk Sandıkları Kanunu ile
kurulmuş ve 23 Mayıs 1938 tarihinde faaliyetlerine başlamıştır. 1938-1950 yılları arasında
finansman sağladığı Halk Sandıkları kanalı ile kredi hizmetlerini yürüten Halk Bankası, 1950
yılından sonra doğrudan şube açma ve kredi kullandırma yetkisi ile faaliyetlerine devam
etmiştir. 24 Aralık 1963 tarih ve 358 sayılı Kanun ile Halk Sandıklarının faaliyetlerine, Halk
Bankası şubelerine devir suretiyle kapatılarak son verilmiştir. Emlak Bankası ise, 1926
yılında Emlak ve Eytam Bankası unvanı ile kurulmuş, 1 Eylül 1946 tarihinde Türkiye Emlak
Kredi Bankası unvanını almıştır. 8 Ocak 1988 tarihinde Anadolu Bankası ile birleşerek,
Türkiye Emlak Bankası unvanı ile faaliyetlerine devam etmiştir.
Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası’na ilişkin temel büyüklükler yeniden
yapılandırma işlemleri başlamadan önce Aralık 2000 itibarıyla Tablo 1’de sunulmaktadır.
Anılan tarih itibarıyla söz konusu üç kamu bankasının toplam aktiflerinin, bankacılık sektörünün toplam aktifleri içerisindeki payı yüzde 29,5 düzeyinde bulunmaktadır. Yapılandırma
kapsamına alınan üç bankanın mevduatlarının sektörün toplam mevduatları içerisindeki payı
anılan tarih itibarıyla yüzde 35 iken, toplam kredilerden aldıkları pay düşük bir düzeyde
kalarak yüzde 20 seviyesinde gerçekleşmiştir. Söz konusu bankalar sahip oldukları 2.515
şube ile sektörün toplam şube sayısı içerisinde yüzde 32’lik pay, sahip oldukları 61.601
personel ile sektörün toplam personel sayısı içerisinde yüzde 36’lık pay almaktadırlar.
Tablo 1: Kamu Bankalarının Temel Büyüklükleri (Aralık 2000)
(Milyon TL)
Aktifler
Mevduat
Krediler
Şube
Personel
Ziraat
Bankası
16.393
12.695
4.325
1.303
36.576
Halk
Bankası
10.738
8.720
1.447
807
15.025
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
20
Emlak
Bankası
3.684
2.697
1.143
405
10.000
Kamu Bankaları
Toplam
30.815
24.112
6.915
2.515
61.601
Bankacılık Sektörü
Toplam
104.283
68.442
34.213
7.837
170.401
Bankacılar Dergisi
Türk bankacılık sektöründe kamu bankalarının bu dönemdeki faaliyetleri incelendiğinde, bu bankaların klasik bankacılık faaliyetlerinin yanı sıra kendilerine verilen çeşitli
görevleri de üstlendikleri görülmektedir. Toplumun belirli kesimlerinin desteklenmesi amacı
çerçevesinde verilen görevler ile kamu adına yerine getirilen diğer görevler, bir süre sonra bu
bankaların normal bankacılık faaliyetlerinin önüne geçmeye başlamıştır. Ziraat Bankası,
tarım kesimin desteklenmesi ve bu kesime sübvansiyonlu kredi kullandırılması işlemlerine
aracılık etmiş, aynı zamanda kamu adına ödeme yapma ve gelir toplama işlemlerini
gerçekleştirmiştir. Halk Bankası, kuruluş amacı doğrultusunda esnaf kesimi ile küçük ve orta
boy işletmelere kredi kullandırmaya odaklanmıştır. Emlak Bankası ise, konut finansmanı
alanında faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır.
Kamu bankalarının kar amacıyla yapacakları ticari ve bireysel bankacılık işlemlerinin
yanı sıra, toplumun belirli kesimlerine kullandırılacak sübvansiyonlu kredilere aracılık
etmesinin bankaların mali bünyesi üzerinde olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır. Dönemin
koşullarına göre hesaplanacak kaynak maliyetinin altında kullandırılan sübvansiyonlu krediler
nedeniyle oluşacak farkların bütçeden aktarılacak kaynaklarla karşılanması koşuluyla, kamu
bankalarının bu tür kredilere aracılık etmeleri, bu bankaların gelirlerinin de artmasına neden
olacaktır. Ancak, söz konusu kredilerin kullandırılmasında uygulama bu yönde gerçekleşmemiş ve kamu bankalarının sübvansiyonlu kredilerden kaynaklanan alacakları 1990’lı
yıllardan başlayarak uzunca bir süre ödenmemiştir. Bankaların bilançoları içerisinde görev
zararı olarak takip edilen bu tür alacaklar yıllar içerisinde çok büyük tutarlara ulaşarak, kamu
bankalarının genel bankacılık kurallarına göre faaliyette bulunmasını engellemiştir.
Yeniden yapılandırma öncesinde kamu bankalarının bilançosunda yer alan görev zararlarının toplam aktifler içerisindeki payları yüksek düzeylerde gerçekleşmiştir. Aralık 2000
verilerine göre, iki kamu bankasının görev zararları alacakları 15.109 milyon TL’ye ulaşmıştır.
Ziraat Bankası’nın söz konusu tarih itibarıyla görev zararı alacağı 8.212 milyon TL’ye
ulaşarak, bankanın toplam aktiflerinin yüzde 50’sini oluşturmuştur. Halk Bankası’nda ise,
6.897 milyon TL tutarındaki görev zararı alacağı, bankanın toplam aktiflerinin yüzde 65’ine
denk gelmiştir (Hazine, 2001b).
Kamu bankalarının bilançolarında ödenmeyen görev zararı alacaklarının yüksek tutarlara ulaşması, bu bankaların sermaye yapılarını da olumsuz etkilemiş ve önemli oranda
sermaye açığının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kamu bankalarına ödenmeyen görev
zararlarının olumsuz sonuçlarından birisi de, söz konusu zararların fonlanması için yüksek
tutarlı kaynak ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. Kamu bankaları, bilançolarında donuklaşan görev
zararı alacaklarının finansmanını, müşteri mevduatlarına ve bankalararası para piyasalarındaki kaynaklara yüksek faiz ödeyerek gerçekleştirme yoluna gitmişlerdir.
Kamu bankalarının fon ihtiyacının yüksek boyutlara ulaşması, hem mevduat faiz oranları, hem de para piyasalarındaki faiz oranları üzerinde baskı yaratmış ve söz konusu
oranların yüksek düzeylerde seyretmesine neden olmuştur. Bunun yanı sıra, kamu bankalarının yüksek fonlama ihtiyacının karşılanması için sağlanan kaynaklara ödenen yüksek
faizler, bankaların faiz giderlerinin de artmasına neden olarak, bu bankaların gelir-gider
dengesini olumsuz yönde etkilemiştir.
Diğer taraftan, yeniden yapılandırma öncesindeki dönemlerde kamu bankalarının yönetim sorunları ve ekonomik etkinliğe ters düşen müdahaleler, bu bankaların mali bünyelerinin önemli ölçüde bozulmasına neden olmuştur. (Hazine, 2001a) Kamu bankalarında
uygulanan istihdam ve şubeleşme politikaları da, bu bankaların mali bünyelerinin bozulmasına katkıda bulunmuştur. Verimlilik esası göz önünde bulundurulmadan uygulanan şubeleşme
ve istihdam politikaları, kamu bankalarının personel giderlerinin artmasına ve karlarının
düşmesine neden olmuştur.
21
Dr. Mete Bumin
4. Kamu Bankalarının Yeniden Yapılandırılması İşlemleri*
Yeniden yapılandırma kapsamına alınan kamu bankaları finansal ve operasyonel
açıdan yeniden yapılandırmaya tabi tutulmuşlardır. Kamu bankalarında gerçekleştirilen
işlemlerle, bu bankaların özelleştirmeye hazırlanmaları amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda yapılan finansal ve operasyonel yeniden yapılandırma işlemleri ile banka bilançolarında ve politikalarında gerçekleştirilen değişiklikler gelecek bölümlerde detaylı olarak sunulmaktadır.
4.1. Finansal Yeniden Yapılandırma
Kamu bankalarının finansal olarak yeniden yapılandırılması çerçevesinde, bu bankaların görev zararları tasfiye edilmiş, söz konusu görev zararlarının fonlanması sonucunda
oluşan kısa vadeli yükümlülükler azaltılmış ve kamu bankalarının sermaye yapıları güçlendirilmiştir.
Finansal yeniden yapılandırma çerçevesinde ilk olarak kamu bankalarının görev zararı alacakları ile bu alacaklar için tahakkuk ettirilen, ancak uzun yıllar boyunca ödenmeyen faiz
tutarlarının tamamı, Hazine tarafından bu bankalara sağlanan özel tertip devlet iç borçlanma
senetlerine (DİBS) bağlanmıştır. Söz konusu devlet iç borçlanma senedi takviyesiyle, kamu
bankalarının görev zararlarının tamamı tasfiye edilmiştir.
1990’lı yılların başından itibaren bütçeden kaynak aktarılmaması sonucunda ödenemeyen ve yıllar geçtikçe önemli oranda büyüme gösteren görev zararı alacakları ve bunlara
ilişkin faiz tutarları Aralık 2000 tarihi itibarıyla 17.413 milyon TL’ye ulaşmıştır. Bu tarih
itibarıyla, görev zararlarının sadece 2.217 milyon TL’lik kısmı Hazine’den sağlanan menkul
kıymetlere bağlanmış, kalan 15.196 milyon TL’lik kısmı ise menkul kıymete bağlanmamıştır.
Görev zararlarında 2001 yılı içerisinde oluşan 7.759 milyon TL’lik artışla birlikte kamu
bankalarının görev zararları toplamı 25.172 milyon TL’ye ulaşmıştır. Söz konusu tutarın
menkul kıymete bağlanmayan 22.955 milyon TL’lik kısmı için, aynı yıl içerisinde Hazine’den
özel tertip devlet iç borçlanma senetleri sağlanmış ve kamu bankalarının görev zararlarının
tamamı menkul kıymetlere bağlanarak tasfiye edilmiştir.
Kamu bankalarının bilançolarındaki görev zararı alacakları Hazine’den sağlanan kaynaklarla tasfiye edildikten sonra, bundan böyle yeniden görev zararı oluşmasının engellenmesi amacıyla çeşitli yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiş ve bu kapsamda, mevcut görev
zararlarına ilişkin tüm düzenlemeler yürürlükten kaldırılmıştır. Bunun yanı sıra, 4603 sayılı
Kanunla getirilen devletin kamu bankalarına bedelini önceden ödemeden görev veremeyeceği hükmü çerçevesinde, kamu bankaları aracılığıyla toplumun belirli kesimlerine bütçeden
kaynak aktarılması suretiyle sübvansiyonlu kredi kullandırılması uygulamasına geçilmiştir.
Kamu bankalarının görev zararlarının tasfiyesi amacıyla bu bankalara aktarılan menkul kıymetlere ilişkin bilgiler banka bazında Tablo 2’de sunulmaktadır.
Kamu bankaların görev zararlarının ve faizlerinin zamanında ödenmemesi, bu alacakların fonlanması konusunda önemli sorunlara neden olmuştur. Kamu bankaları, söz konusu
alacakların fonlanması için müşterilerden topladıkları mevduatların yanı sıra, kısa vadeli
diğer kaynaklara da başvurmuşlardır. Açık piyasa işlemleri ve interbank piyasası ile özel
bankalar ve müşterilerden sağlanan kısa vadeli kaynaklarla bu bankaların bilançolarının
fonlanmasına çalışılmıştır. Kamu bankalarının kısa vadeli borçlanmalarının yüksek tutarlara
*
Bu bölümde anlatılan işlemler için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından yayımlanan
“Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı Gelişme Raporları: I-VII” esas alınmıştır.
22
Bankacılar Dergisi
ulaşması, borçlanmanın sağlandığı piyasalardaki faiz oranları üzerinde baskı yaratmıştır.
Kamu bankalarının günlük likidite taleplerinin yüksek düzeylerde seyretmesi, fon fazlası
olanların yüksek faiz talep etmesine ve bu piyasalardaki faizlerin olması gereken seviyelerin
üzerinde kalmasına neden olmuştur.
Tablo 2: Görev Zararları İçin Kamu Bankalarına Aktarılan Kaynaklar
(Milyon TL)
Görev Zararları
-Menkul Kıymete Bağlanmış
-Ziraat Bankası
-Halk Bankası
-Emlak Bank
-Menkul Kıymete Bağlanmamış
01.12.2000
Stok Tutar (1)
17.413
2.217
1.354
863
0
15.196
2001 Yılında
Oluşan Artış (2)
7.759
22.955
12.113
10.797
45
-15.196
Toplam
(1+2)
25.172
25.172
13.467
11.660
45
0
Kaynak: BDDK Gelişme Raporu VII.
Kısa vadeli borçlanma piyasalarındaki faizler üzerindeki baskının azaltılması amacıyla kamu bankalarının bu piyasalardaki yüksek tutarlı kısa vadeli borçları Hazine’den sağlanan
menkul kıymetlerin nakte dönüştürülmesi ve bu menkul kıymetlerin Merkez Bankası’na kesin
satışı suretiyle elde edilen kaynaklarla kapatılmıştır. Bu işlemlerin ardından kamu bankaları
likidite ihtiyacı nedeniyle zorunlu olarak borçlandıkları piyasalardan çekilmişler ve bundan
sonra bu piyasalarda müşterileri adına kar amaçlı işlemler gerçekleştirmeye başlamışlardır.
Bu çerçevede, kamu bankalarının 16 Mart 2001 itibarıyla Merkez Bankası’na olan 5,5 milyar
TL, özel bankalara olan 4,2 milyar TL ve müşterilerine olan 4,3 milyar TL olmak üzere toplam
14 milyar TL’lik kısa vadeli yükümlülükleri, Hazine’den sağlanan kaynaklarla aynı yıl
içerisinde önemli oranda kapatılmıştır.
Finansal yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının sermayelerinde de
önemli artışlar sağlanmıştır. Söz konusu sermaye desteği, Hazine tarafından sağlanan nakit
ve nakit dışı menkul kıymetler yoluyla gerçekleştirilmiştir. Yapılan sermaye desteği sonucunda bankaların ödenmiş sermayelerinde ve özkaynaklarında yüksek oranlarda artışlar
yaşanmıştır. Kamu bankalarının sermaye ve özkaynaklarında gerçekleşen artışlar, bu
bankaların sermaye yeterlilik rasyolarının da yükselmesine neden olmuştur.
Kamu bankalarına 3.224 milyon TL’lik kısmı nakit dışı menkul kıymet verilmesi yoluyla
ve 326 milyon TL’si nakit olmak üzere toplam 3.550 milyon TL’lik sermaye desteği sağlanmıştır. Kamu bankalarına yapılan nakit ve nakit dışı sermaye desteğini banka bazında
gösteren veriler Tablo 3’de sunulmaktadır.
Tablo 3: Kamu Bankalarına Yapılan Sermaye Desteği
(Milyon TL)
Ziraat Bankası
Halk Bankası
Emlak Bank
Toplam
Nakit Dışı Menkul
Kıymet Yoluyla
Sermaye Desteği
1.700
900
624
3.224
Nakit Yoluyla
Sermaye
Desteği
218
67
41
326
Toplam
Sermaye
Desteği
1.918
967
665
3.550
Kaynak: BDDK Gelişme Raporu VII
4.2. Operasyonel Yeniden Yapılandırma
Kamu bankalarının faaliyetlerinin etkin bir şekilde yürütülmesi ve organizasyon
yapısının rasyonel bir yapıya kavuşturulması amacıyla çeşitli tedbirler uygulamaya konulmuştur.
23
Dr. Mete Bumin
Yeniden yapılandırma çerçevesinde ilk olarak 25 Kasım 2000 tarihinde yürürlüğe
giren 4603 sayılı Kanun’la Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası, 233 sayılı Kamu
İktisadi Teşebbüslerine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname kapsamından çıkarılarak
anonim şirket statüsüne kavuşturulmuştur. Söz konusu düzenlemeyle kamu bankalarının
özel hukuk hükümlerine göre faaliyette bulunmaları amaçlanmıştır.
Bu doğrultuda, çağdaş bankacılık ilkeleri ve sektördeki yoğun rekabet dikkate alınarak kamu bankalarının organizasyon yapısında da önemli değişiklikler yapılmıştır. Kamu
bankaları, kar amacını ön plana alan, müşteri odaklı ve aktiflerin büyütülmesini hedefleyen
organizasyon yapısına kavuşturulmuştur. Bankaların bilançolarının ve gelir-gider durumlarının günlük olarak izlenebilmesi amacıyla izleme programları oluşturulmuş, bu bankaların iç
kontrol, mali kontrol ve risk yönetim alanlarında mevcut düzenlemelere uyum sağlamaları
konusunda organizasyonel değişiklikler yapılmıştır. Bunlara ek olarak, kamu bankalarının
yıllık faaliyetlerinin her yıl düzenli olarak bağımsız denetim şirketlerince denetlenmesine
karar verilmiştir.
Kamu bankaları hakkında uygulanacak reformlara ilişkin alınacak kararlarda
birlikteliği sağlamak amacıyla Nisan 2001 tarihinde ortak yönetime geçilmiş ve Kamu
Bankaları Ortak Yönetim Kurulu oluşturularak bankaların tek bir elden koordinasyon
içerisinde yönetilmesi hedeflenmiştir. Ortak Yönetim Kuruluna, kamu bankalarını yeniden
yapılandırma ve özelleştirmeye hazırlama yetkisi de verilmiştir. Söz konusu ortak yönetim
uygulaması 2005 yılına kadar devam etmiş, bu yılda yapılan banka genel kurullarında
uygulamaya son verilerek banka bazında yönetim kurulları oluşturulmuştur.
Kamu bankalarının operasyonel yeniden yapılandırılmasına ilişkin alınan kararlar
arasında en önemlisi, bu bankalar arasında yer alan Emlak Bankası’nın kapatılmasına karar
verilmesidir. 3 Nisan 2001 tarih ve 2001/2202 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile, Emlak
Bankası’nın bankacılık faaliyetleri dışında kalan mal varlıkları ve bu konuda faaliyet gösteren
iştiraklerindeki hisse payları ve ticari gayrimenkulleri ile ihtiyaç fazlası gayrimenkulleri tüm
hak ve yükümlülükleriyle bilanço değerleri üzerinden Toplu Konut İdaresi Başkanlığına
devredilmiştir.
Daha sonra, 20 Haziran 2001 tarihli 4684 sayılı Kanunla 4603 sayılı Kanuna eklenen
hüküm çerçevesinde, Emlak Bankası’nın Toplu Konut İdaresine devredilecek aktifleri ile
kanuni takibe uğramış alacakları ve bunlar için ayrılan karşılıkları hariç olmak üzere, geri
kalan tüm aktif ve pasifleriyle Ziraat Bankası’na devredilmesine ve bu işlemleri takiben Emlak
Bankası’nın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisinin kaldırılarak
tasfiyeye sokulmasına karar verilmiştir.
Emlak Bankası, imzalanan protokol çerçevesinde 6 Temmuz 2001 tarihinde Ziraat
Bankası’na devredilmiş ve Emlak Bankası’nın Ziraat Bankası’na devredilecek aktif ve
pasifleri arasındaki fark, Ziraat Bankası’na 1,7 milyar TL’lik özel tertip devlet iç borçlanma
senedi verilerek Hazine tarafından karşılanmıştır.
Emlak Bankası’nın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme yetkisi
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nca 9 Temmuz 2001 tarihinde kaldırılmıştır. 12
Kasım 2001 tarihinde ise, Emlak Bankası’nın 96 şubesi, personeli ve bilançosuyla birlikte
Ziraat Bankası’ndan Halk Bankası’na devredilmiştir. Tasfiye Halinde Emlak Bankası’nın
tasfiye işlemleri halen devam etmektedir.
Operasyonel yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının özel bankalarla
karşılaştırıldığında oldukça yüksek olan şube ve personel sayılarında da önemli oranlarda
azaltmaya gidilerek, bu alanlarda rasyonel seviyelere ulaşılması hedeflenmiştir.
24
Bankacılar Dergisi
Bu kapsamda, kamu bankalarının personelinin emekliliğe yönlendirilmesi hususunda
yasal düzenlemelerle teşvik edici mekanizmalar oluşturulmuştur. 4603 sayılı Kanun’la,
emeklilik hakkı kazanan personele Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay
içerisinde, emeklilik hakkını 2002 yılı sonuna kadar kazanacaklara da bu hakkı kazandıkları
tarihten itibaren üç ay içerisinde emeklilik başvurusunda bulunmaları halinde, emekli
ikramiyelerinin yüzde 30 fazlasıyla ödenmesi uygulaması getirilmiştir. Diğer taraftan,
bankacılık ilkelerine göre verimli ve etkin çalışmayan, karlılık düzeyleri düşük seviyelerde
olan şubelerin kapatılmasına karar verilmiştir.
Alınan bu tedbirler sonucunda, kamu bankalarının şube ve personel sayılarında
yeniden yapılandırma sonrasında önemli oranlarda düşüşler gerçekleşmiştir. Kamu bankalarının şube ve personel sayılarının 2000-2008 dönemi arasındaki gelişimi Tablo 4’de
sunulmaktadır.
Tablo 4: Kamu Bankalarının Şube ve Personel Sayılarının Gelişimi
Şube Sayısı
Ziraat Bankası
Halk Bankası
Emlak Bankası
Toplam
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
1.303
807
405
2.515
1.504
899
2.403
1.173
546
1.719
1.148
527
1.675
1.146
707
1.853
1.146
584
1.730
1.247
588
1.835
1.251
590
1.841
1.269
622
1.891
Personel Sayısı
Ziraat Bankası
Halk Bankası
Emlak Bankası
Toplam
36.576 33.023 23.330 22.138 21.172 20.373 20.684 20.872 21.299
15.025 14.956
9.228
8.515 11.145 10.509 10.860 11.484 12.467
10.000
61.601 47.979 32.558 30.653 32.317 30.882 31.544 32.356 33.766
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Kamu bankalarının şube ve personel sayıları incelendiğinde, gerçekleştirilen
operasyonel yapılandırma sonucunda bu bankaların söz konusu alanlarda önemli oranlarda
küçülme yaşadığı görülmektedir. 2000 yılı sonu itibarıyla kamu bankalarının toplam şube
sayısı 2.515 iken, şube kapatmaları sonucunda bu sayı 2003 yılında 1.675’e kadar gerilemiştir. Diğer bir ifadeyle, 2000-2003 yılları arasındaki üç yıl içerisinde kamu bankalarının şube
sayıları yüzde 33 oranında azaltılarak toplam 840 şube kapatılmıştır.
Aynı dönem içerisinde kamu bankalarının personel sayısında gerçekleşen azalışın
boyutları ise daha büyüktür. 2000 yılsonu itibarıyla toplam 61.601 olan personel sayısı, 2003
sonunda yüzde 50 oranında azaltılarak 30.653’e gerilemiştir. Personel sayısında yaşanan
azalma, kamu bankalarının anonim şirket statüsüne kavuşturulmasıyla personelin sözleşmeli
statüye geçirilmesi ve bu dönemde sözleşme imzalamayan ihtiyaç fazlası personelin ilgili
mevzuat çerçevesinde diğer kamu kurum ve kuruluşlarına transfer edilmesinden kaynaklanmıştır.
Kasım 2004 tarihinde Pamukbank’ın Halk Bankası’na devredilmesiyle, kamu bankalarının toplam şube ve personel sayılarında artış yaşanmıştır. Pamukbank’ın tüm aktif ve
pasifleri ile bilanço dışı yükümlülüklerinin Halk Bankası’na devrini öngören ve 31 Temmuz
2004 tarihinde yürürlüğe giren 5230 sayılı “Pamukbank Türk Anonim Şirketinin Türkiye Halk
Bankası Anonim Şirketine Devri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun”
uyarınca Pamukbank’ın Halk Bankası’na fiili devir işlemi 12 Kasım 2004 tarihinde tamamlanmıştır. Bu tarihte, Pamukbank 193 şube ve 3.762 personel ile Halk Bankası’na devredilmiştir. Söz konusu devir sonucunda Halk Bankası’nın 2003 yılı sonunda 527 olan şube
sayısı, 180 adet artışla 2004 yılı sonunda 707’ye ulaşmıştır. Ancak, 2005 yılı içerisinde
birbirine yakın yerlerde bulunan Pamukbank ve Halk Bankası şubelerinin bir kısmının
25
Dr. Mete Bumin
kapatılmasıyla Halk Bankası’nın şube sayısı 2005 yılı sonunda 123 azalışla 584’e gerilemiştir. Pamukbank’ın Halk Bankası’na devriyle birlikte Halk Bankası’nın personel sayısında da
benzer bir artış yaşanmış ve 2003 yılı sonunda 8.515 olan personel sayısı 2004 yılı sonunda
11.145’e yükselmiştir. 2005-2008 döneminde kamu bankalarının şube ve personel sayılarında büyük artışlar yaşanmamış, bankalar bu alanlarda optimal büyüklüğe ulaşarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 2008 yılı sonu itibarıyla Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın toplam şube
sayısı 1.891’e, toplam personel sayısı da 33.766’ya ulaşmış bulunmaktadır.
4.3. Bilançoların Yeniden Yapılandırılması
Yeniden yapılandırma işlemlerinin başlangıç döneminde kamu bankalarının bilançolarında ve bankacılık politikalarında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Görev zararlarının
tasfiyesi ve sermaye desteği için sağlanan menkul kıymetler ile mevduat tutarlarında
yaşanan artışlar, bu bankaların bilançolarının büyümesine neden olmuştur.
Yeniden yapılandırma işlemlerinin başlangıç dönemi olan Aralık 2000-Aralık 2001
döneminde Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası’nın konsolide bilançolarının
gelişimi Tablo 5’de verilmektedir.
Tablo 5: Kamu Bankalarının Konsolide Bilançosu
(Milyon TL)
Aktifler
Nakit Değerler ve Bankalar
Menkul Değerler Cüzdanı
Krediler
Takipteki Alacaklar (Net)
- Takipteki Alacaklar
- Takipteki Alacaklar Karşılığı (-)
Görev Zararları
Diğer Aktifler
Pasifler
Mevduat
Bankalara Borçlar
Diğer Pasifler
Özkaynaklar
-Ödenmiş Sermaye
Bilanço Toplamı
Aralık 2000
Aralık 2001
2.077
2.427
6.915
721
1.017
296
15.196
3.481
4.760
26.344
5.453
1.065
3.366
2.301
6.781
20.353
3.909
5.842
30.351
3.561
6.455
713
476
4.036
3.372
30.817
44.403
Kaynak: BDDK Gelişme Raporu V
Kamu bankalarının konsolide bilançosunda Aralık 2000 ile Aralık 2001 arasında görülen en önemli değişiklik görev zararlarının tasfiye edilmesi ve bunun karşılığı olarak sağlanan
menkul kıymetlerle, bu bankaların menkul değerler cüzdanı kaleminde görülen artışlardır.
Aralık 2000 itibarıyla 2.427 milyon TL olan menkul değerler cüzdanı, Aralık 2001’de 26.344
milyon TL’ye ulaşmıştır. Menkul değerler cüzdanı kaleminde görülen artışın bir kısmı, kamu
bankalarının sermayelerinin güçlendirilmesi çerçevesinde sağlanan nakit dışı menkul
kıymetlerden kaynaklanmıştır.
Kamu bankalarının mevduat tutarlarında da yeniden yapılandırma sonrasında artışlar
yaşanmıştır. Aralık 2000 itibarıyla kamu bankalarının mevduat toplamı 20.353 milyon TL
iken, bu tutar Aralık 2001’de yaklaşık yüzde 50’lik artışla 30.351 milyon TL’ye yükselmiştir.
26
Bankacılar Dergisi
Diğer taraftan, görev zararı alacaklarının ve kısa vadeli yükümlülüklerinin tasfiyesiyle yüksek
fon ihtiyacının ortadan kalkmasıyla, kamu bankalarının mevduat için uyguladıkları faiz
oranları da normal seviyelere gerilemiştir.
Kamu bankalarının bilançolarındaki krediler ve takipteki alacaklar kaleminde de
önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bankaların kullandırmış oldukları krediler yürürlükteki
mevzuata uygun bir şekilde sınıflandırılarak, sorunlu hale gelen krediler takipteki alacaklar
hesabına aktarılmış ve bunlar için gerekli karşılıklar ayrılmıştır. Bu çerçevede, Aralık 2000
itibarıyla 1.017 milyon TL olan takipteki alacaklar tutarına karşılık 296 milyon TL’lik takipteki
alacaklar karşılığı ayrılırken, Aralık 2001’de 3.366 milyon TL’lik takipteki alacaklar için 2.301
milyon TL’lik karşılık ayrılmıştır. Diğer taraftan, yeniden yapılandırma sonrasında kamu
bankalarının kullandıracakları tüm kredilerin faiz oranlarının, kaynak maliyetleri dikkate
alınarak belirlenmesi uygulamasına geçilmiştir.
5. Yeniden Yapılandırma Sonrası Kamu Bankaları
Kasım 2000’de yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanun ve Mayıs 2001’de uygulamaya
konulan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı kapsamında gerçekleştirilen
işlemler sonucunda kamu bankalarının mali bünyelerinde önemli gelişmeler sağlanmıştır.
Söz konusu işlemler sonucunda kamu bankalarının aktifleri ve mevduatları yüksek oranlarda
büyüme göstermiştir. Bu bankaların aracılık fonksiyonuna odaklanarak bankacılık faaliyetlerini yerine getirmesiyle kullandırdıkları kredilerin hacmi büyümüş ve kredilerin toplam aktifler
içerisindeki payı yükseliş kaydetmiştir. Kamu bankalarınca kullandırılan kredilerden elde
edilen faiz gelirleri ile görev zararlarının tasfiyesi ve sermaye desteği sağlanması amacıyla
yeniden yapılandırma kapsamında bu bankalara verilen menkul değerlerden elden edilen faiz
gelirleri, kamu bankalarının karlılık düzeylerine olumlu katkıda bulunmuştur.
Diğer taraftan, operasyonel yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının
şube ve personel sayılarında gerçekleşen azalışlar sonucunda rasyonel seviyelerine ulaşan
şube ve personel sayıları, bu bankaların kapasite göstergelerinin iyileşmesine neden
olmuştur. Yeniden yapılandırmanın başladığı dönemde oldukça düşük düzeylerde bulunan
kamu bankalarının şube ve personel başına aktif, mevduat ve kredi rakamları bu dönemde
yükseliş kaydetmiştir.
Kamu bankalarının yeniden yapılandırılması sonrasında Aralık 2002-Aralık 2008 döneminde göstermiş olduğu gelişim Türkiye Bankalar Birliği tarafından her yıl yayımlanan
Bankalarımız Kitabında yer alan veriler esas alınarak incelenmiştir. Kamu bankalarının
gelişimlerinin daha iyi kavranabilmesi ve karşılaştırma olanağı sağlaması amacıyla, karşılaştırılan dönemlerde bankacılık sektörünün tamamında yaşanan gelişime de bakılmış ve
sektöre ait veriler tablolarda bilgi amacıyla gösterilmiştir.
5.1. Kamu Bankalarının Bilançolarının Gelişimi
Yeniden yapılandırma sonrasında 2002-2008 döneminde kamu bankalarının temel
büyüklükleri olan aktif, kredi ve mevduat tutarlarında gerçekleşen gelişim Tablo 6’da
sunulmaktadır.
Kamu bankalarının aktif gelişimleri incelendiğinde, Aralık 2002’de Ziraat Bankası’nın
37.689 milyon TL olan aktif büyüklüğü, yüzde 177’lik bir büyüme göstererek Aralık 2008’de
104.412 milyon TL’ye yükselmiştir. Aynı dönemde, Halk Bankası’nın aktif büyüklüğü 17.409
milyon TL’den, 51.096 milyon TL’ye çıkarak yüzde 193’lük büyüme gerçekleştirmiştir. Kamu
bankalarının aktif tutarlarında 2002-2008 döneminde gerçekleşen büyüme oranı, aynı
dönemde bankacılık sektörünün göstermiş olduğu yüzde 232’lik büyüme oranının altında
kalmıştır.
27
Dr. Mete Bumin
Tablo 6: Kamu Bankalarının Temel Büyüklükleri
Milyon
TL
Ziraat
Aktifler
Halk Sektör
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
37.689 17.409 212.675
46.655 19.361 249.750
56.994 25.709 306.452
65.050 27.053 396.970
71.904 34.425 484.758
80.942 40.235 561.172
104.412 51.096 705.871
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Ziraat
Krediler
Halk Sektör
4.764
1.206
5.498
2.519
9.135
4.340
13.425 6.219
17.371 11.646
21.604 18.121
30.836 25.836
56.370
69.990
103.241
153.059
218.064
280.454
366.901
Ziraat
Mevduat
Halk Sektör
27.957
33.852
45.382
51.778
59.653
68.250
83.883
11.467
13.821
19.453
20.898
27.188
30.841
40.271
142.388
160.812
197.394
253.579
312.832
356.984
453.485
Kamu bankalarının aktiflerinin büyüme oranı bankacılık sektörünün aktiflerinin büyüme oranının ortalamasının altında kalmasına rağmen, krediler konusunda çok farklı bir tablo
ortaya çıkmıştır. Halk Bankası’nın kullandırmış olduğu kredi tutarı 2002’de 1.206 milyon TL
iken, bu tutar 2008 sonunda 25.836 milyon TL’ye yükselerek yüzde 2.042’lik büyüme ile
yaklaşık 20 katlık bir artış göstermiştir. İncelenen dönemde Ziraat Bankası kredilerini yüzde
547 oranında büyüterek, bankacılık sektörünün toplam kredilerinde aynı dönemde gözlemlenen yüzde 551’lik büyüme oranına yakın bir oranda büyüme gerçekleştirmiştir. Kamu
bankalarının krediler rakamında gözlemlenen söz konusu artış, yeniden yapılandırma
sonrasında bu bankaların aracılık fonksiyonuna odaklanarak bankacılık faaliyetleri üzerinde
yoğunlaştıklarını göstermektedir.
Mevduat rakamlarına bakıldığında 2002-2008 döneminde kamu bankaları bankacılık
sektörünün mevduatlarında yaşanan büyüme oranına yakın oranlarda büyüme gerçekleştirmişlerdir. Söz konusu dönemde bankacılık sektörünün mevduatları yüzde 218 oranında
büyürken, Ziraat Bankası’nın mevduatları yüzde 200 oranında, Halk Bankası’nın mevduatları
ise yüzde 251 oranında büyüme göstermiştir.
Yeniden yapılandırma kapsamında gerçekleştirilen işlemler kamu bankalarının bilanço yapılarında da önemli değişikliklere neden olmuştur. Kullandırılan kredilerde yaşanan
büyüme ile bankaların görev zararlarının tasfiye edilmesi ve sermaye desteği amacıyla
sağlanan menkul kıymetler, bu bankaların toplam aktifleri içerisindeki kredilerin ve menkul
kıymetlerin paylarının yükselmesine neden olmuştur. Kamu bankalarının bilanço yapılarında
2002-2008 döneminde gerçekleşen gelişim Tablo 7’de verilmektedir.
Tablo 7: Kamu Bankalarının Bilanço Yapısı
Yüzde
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Krediler/Aktifler
Mevduat/Aktifler
Ziraat
Halk Sektör Ziraat Halk Sektör
12,6
6,9
26,5
74,2
65,9
67,0
11,8
13,0
28,0
72,6
71,4
64,4
16,0
16,9
33,7
79,6
75,7
64,4
20,6
23,0
38,6
79,6
77,2
63,9
24,2
33,8
45,0
83,0
79,0
64,5
26,7
45,0
50,0
84,3
76,7
63,6
29,5
50,6
52,0
80,3
78,8
64,2
Menkul Kıymetler/Aktifler
Ziraat
Halk
Sektör
54,7
77,4
40,5
60,3
65,5
42,8
63,2
66,9
40,4
57,2
62,8
36,0
61,0
52,7
34,7
57,5
39,6
31,3
56,0
35,9
29,3
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Toplam aktiflerin içerisinde kredilerin payı 2002-2008 döneminde Ziraat Bankası’nda
yaklaşık iki kat artarak yüzde 12,6’dan yüzde 29,5’a, Halk Bankası’nda ise yaklaşık yedi kat
artarak yüzde 6,9’dan yüzde 50,6’ya yükselmiştir. Aynı dönem içerisinde bankacılık sektörünün toplam aktifleri içerisindeki kredilerin payı ise yüzde 26,5’den, yüzde 52’ye yükselmiştir.
Kamu bankalarının kredilerinin toplam aktifler içerisindeki paylarında yaşanan artışın,
28
Bankacılar Dergisi
sektörün aynı dönemde gerçekleştirdiği artışın üzerinde olması, bu bankaların, özellikle Halk
Bankası’nın incelenen dönemlerde söz konusu alanda daha yüksek oranda genişleme
gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Aralık 2008 itibarıyla kullandırılan kredilerin toplam
aktifler içerisindeki payına bakıldığında ve sektör ortalaması olan yüzde 52 dikkate alındığında, Ziraat Bankası’nın yüzde 29,5 ile bu oranın altında kaldığı, Halk Bankası’nın ise yüzde
50,6’lık oran ile sektör ortalamasına yakın bir orana sahip olduğu görülmektedir.
Kamu bankalarının sahip oldukları yaygın şube ağı aracılığıyla topladıkları mevduatlar ile bu bankalara yatırılan kamu kuruluşlarına ait mevduatlar nedeniyle, kamu bankalarının
mevduatlarının toplam aktiflerine oranı, bankacılık sektörünün ortalamasına göre daha
yüksek düzeyde gerçekleşmiştir. İncelenen dönem olan 2002-2008 arasında Ziraat Bankası
ve Halk Bankası’nın mevduat hacimlerinde kaydedilen büyüme sonucunda, bu bankaların
mevduatlarının toplam aktiflere oranı yükseliş göstermiştir. Ziraat Bankası’nın mevduatlarının
toplam aktiflere oranı 2002’de yüzde 74,2 iken, bu oran 2008 yılında yüzde 80,3 olarak
gerçekleşmiştir. Aynı dönem içerisinde Halk Bankası’nın mevduatlarının toplam aktiflere
oranı yüzde 65,9’dan, yüzde 78,8’e yükselmiştir. Bankacılık sektörünün genelinde ise ters
yönde bir eğilim gözlenmiş ve sektör için 2002 yılında yüzde 67 olarak gerçekleşen mevduatların toplam aktiflere oranı, 2008 yılında yüzde 64,2’ye gerilemiştir.
Bankaların menkul kıymetlerin toplam aktifler içerisindeki payında da kamu bankaları
sektör ortalamasının üzerinde oranlara sahip bulunmaktadır. 2002 ile 2008 yılları arasındaki
tüm dönemlerde Ziraat Bankası ile Halk Bankası’nın menkul kıymetlerinin toplam aktiflere
oranı, bankacılık sektörünün ilgili dönemlerindeki ortalamasının oldukça üzerinde gerçekleşmiştir. Ziraat Bankası için söz konusu oran 2002-2008 döneminde dalgalanma göstererek,
Aralık 2008’de yüzde 56 düzeyinde gerçekleşmiştir. Halk Bankası’nın menkul kıymetlerinin
toplam aktiflere oranı ise, 2002 yılından başlayarak bankacılık sektörünün ortalamasına
paralel olarak düzenli olarak düşüş göstermiş ve Aralık 2008’de yüzde 35,9 olarak gerçekleşmiştir. Kamu bankalarının menkul kıymetlerinin toplam aktiflere oranının bankacılık
sektörünün ortalamasına göre yüksek düzeyde olması, yeniden yapılandırma kapsamında
görev zararlarının tasfiyesi ve sermaye desteği için bu bankalara sağlanan yüksek tutarlı
menkul kıymetlerden kaynaklanmıştır.
5.2. Kamu Bankalarının Karlılıklarının Gelişimi
Yeniden yapılandırma kapsamında uygulamaya konulan reformlar kamu bankalarının
karlılık düzeylerini olumlu yönde etkilemiştir. Finansal yeniden yapılandırma çerçevesinde
uzun zamandır ödenmeyen ve donuk alacak niteliğindeki görev zararlarının tasfiye edilerek
menkul kıymetlere bağlanması ve kamu bankalarına sermaye desteği çerçevesinde menkul
kıymet sağlanması, bu bankaların söz konusu menkul kıymetlerden yüksek tutarlarda faiz
geliri elde etmesi sonucunu doğurmuştur.
Diğer taraftan, kamu bankalarınca kullandırılan kredilerin hacminin yükselmesi sonucunda kredilerden elde edilen faiz gelirleri artmış, bu da kamu bankalarının karlarının
yükselmesine neden olmuştur.
Finansal yeniden yapılandırma çerçevesinde yapılan işlemler sonucunda kamu bankalarının faiz gelirlerinin artmasının yanı sıra, gerçekleştirilen operasyonel yeniden yapılandırmayla kamu bankalarının şube ve personel sayılarının rasyonel seviyelere düşürülmesi de
faaliyet giderlerinin azalmasına neden olarak bu bankaların karlılığına olumlu katkıda
bulunmuştur.
Bu çerçevede, Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın yeniden yapılandırma sonrasında
2002-2008 döneminde elde ettikleri kar tutarları Tablo 8’de verilmektedir.
29
Dr. Mete Bumin
Tablo 8: Kamu Bankalarının Kar Tutarları
(A)
Ziraat
Bankası
156
1.072
1.531
1.802
2.100
2.351
2.134
11.146
(Milyon TL)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Toplam
(B)
Halk
Bankası
594
486
528
532
863
1.131
1.018
5.152
(A+B)
Kamu
Bankaları Toplam
750
1.558
2.059
2.334
2.963
3.482
3.152
16.298
Sektör
Toplam
2.357
5.610
6.456
5.715
10.981
14.331
12.774
58.224
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Kamu bankalarının 2002-2008 döneminde elde ettiği karların toplamı, Ziraat Bankası’nın 11.146 milyon TL ve Halk Bankası’nın 5.152 milyon TL olmak üzere toplam 16.298
milyon TL’ye ulaşmıştır. Söz konusu yedi yıllık dönemde, bankacılık sektörünün toplam kar
tutarı ise 58.224 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Bu itibarla, 2002 ile 2008 yılları arasında
iki kamu bankasının toplam kar tutarı, bankacılık sektörünün toplam kar tutarının yüzde 28’ini
oluşturmuştur.
Yeniden yapılandırma sonrasındaki dönemde kamu bankalarının toplam karlarının içerisinde, Hazine tarafından bu bankalara görev zararlarının ödenmesi karşılığında ve
sermaye desteği çerçevesinde verilen özel tertip devlet iç borçlanma senetlerinden elde
edilen faiz gelirleri ile kullandırılan kredilerin hacminin artmasıyla kredilerden elde edilen faiz
gelirlerinin önemli payı bulunmaktadır.
Kamu bankalarının toplam faiz gelirleri ile bunun alt kalemleri arasında yer alan kullandırılan kredilerden elde edilen faiz gelirleri ve menkul değerlerden alınan faiz gelirlerine
ilişkin veriler Tablo 9’da sunulmaktadır. Söz konusu tabloda ayrıca Hazine tarafından kamu
bankalarına görev zararları ve sermaye desteği kapsamında verilen özel tertip menkul
kıymetlerden elde edilen faiz gelirleri ile bu gelirlerin kamu bankalarının toplam faiz gelirleri
içerisindeki payına da yer verilmiştir.
Tablo 9: Kamu Bankalarının Faiz Gelirlerinin Dağılımı
Ziraat Bankası
Milyon
TL
Toplam
Faiz
Geliri (A)
Krediler
Alınan
Faiz
Menkul
Değer.
Alınan
Faiz
Halk Bankası
Hazine
DİBS
Alınan
Faiz
(B)
(B) / (A)
yüzde
Toplam
Faiz
Geliri (A)
Krediler
Alınan
Faiz
Menkul
Değer.
Alınan
Faiz
Hazine
DİBS
Alınan
Faiz
(B)
(B) / (A)
yüzde
2002
11.656
885
10.197
8.698
74,6
6.542
371
6.001
5.989
91,5
2003
10.562
747
8.667
7.519
71,2
4.879
510
4.046
4.037
82,7
2004
9.032
1.125
7.264
4.756
52,7
4.089
971
2.826
2.718
66,5
2005
7.924
1.737
5.636
3.247
41,0
3.717
988
2.592
2.342
63,0
2006
9.436
2.092
6.665
3.070
32,5
4.564
1.513
2.849
2.102
46,1
2007
11.166
3.062
7.157
2.676
24,0
5.708
2.650
2.812
1.592
27,9
2008
13.368
4.517
8.191
2.320
17,3
6.793
3.773
2.776
1.524
22,4
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Türkiye Bankalar Birliği
Türkiye Bankalar Birliği tarafından yayımlanan Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın
2002-2008 dönemindeki gelir-gider tabloları ile Hazine Müsteşarlığı’ndan sağlanan veriler
esas alınarak hazırlanan Tablo 9’daki veriler incelendiğinde, Hazine tarafından bu bankalara
30
Bankacılar Dergisi
verilen özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirlerinin, bu bankaların toplam faiz gelirleri
içerisindeki payının yeniden yapılandırmanın ilk yıllarında yüksek oranlara eriştiği, ancak söz
konusu devlet iç borçlanma senetlerinin vadelerinin dolmasıyla yıllar içerisinde söz konusu
özel tertip menkul kıymetlerden elde edilen faiz gelirlerinin azaldığı görülmektedir.
Ziraat Bankası’nın 2002 yılında elde ettiği 11.656 milyon TL’lik toplam faiz geliri içerisinde, Hazine’nin verdiği özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirleri yüzde 74,6’lık pay
alarak 8.698 milyon TL tutarında gerçekleşmiştir. Söz konusu özel tertip DİBS’lerden elde
edilen faiz gelirlerinin aynı yıl içerisinde Ziraat Bankası’nın menkul değerlerden elde ettiği
toplam faiz geliri olan 10.197 milyon TL’nin içerisinde yüzde 85’lik pay alması, bu bankanın
menkul değerler cüzdanında yer alan menkul kıymetlerin çok büyük bölümünün Hazine’nin
verdiği özel tertip DİBS’lerden oluştuğunu göstermektedir.
Halk Bankası’nın 2002 yılındaki toplam faiz gelirleri içerisinde Hazine’nin vermiş olduğu özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirleri yüzde 91,5’lik pay almıştır. Söz konusu
yıl içerisinde Halk Bankası’nın menkul değerlerden elde ettiği toplam faiz gelirlerinin yaklaşık
tamamı, Hazine’nin verdiği özel tertip DİBS’lerden elde edilen faiz gelirlerinden oluşmuştur.
Kamu bankalarında yeniden yapılandırmanın olumlu sonuçlarının görülmesiyle aktif
yapısında yaşanan değişiklikler ve Hazine tarafından verilen DİBS’lerin vadelerinin dolmasıyla, bu bankaların özel tertip DİBS’lerden elde ettiği faiz gelirlerinin tutarı ve toplam faiz
gelirleri içerisindeki payları yıllar içerisinde düşüş göstermiştir. Ziraat Bankası’nın söz konusu
DİBS’lerden elde ettiği faiz gelirlerinin toplam faiz gelirleri içerisindeki payı, 2002 yılındaki
yüzde 74,6’lık düzeyinden istikrarlı olarak azalarak, 2008 yılında yüzde 17,3 düzeyine
gerilemiştir. Aynı dönem içerisinde Halk Bankası’nın söz konusu oranı da, yüzde 91,5’den,
yüzde 22,4’e kadar gerilemiştir.
Bu düşüşe paralel olarak, kamu bankalarının Hazine’den sağladıkları özel tertip
DİBS’lerden elde edilen faiz gelirlerinin, menkul değerlerden elde edilen toplam faiz gelirlerinin içerisindeki payı da yıllar içerisinde düşüş göstermiştir. Söz konusu düşüş, yeniden
yapılandırma sonrasında kamu bankalarının menkul değerler cüzdanının çok büyük kısmının
Hazine’nin vermiş olduğu özel tertip DİBS’lerden oluştuğunu, ancak yıllar içerisinde bu
bankaların Hazine tarafından ihraç edilen diğer menkul kıymetleri de bilançolarına aldıklarını
göstermektedir.
Diğer taraftan, incelenen dönemde kamu bankalarının kullandırdıkları kredilerden elde ettikleri faiz gelirlerinde, menkul değerlerden elde edilen faiz gelirlerinde yaşanan
gelişimin tersi yönünde bir gelişim yaşanmıştır. Tablo 9’da yer alan kamu bankalarının faiz
gelirleri incelendiğinde, 2002-2008 döneminde bu bankaların menkul değerlerden elde
ettikleri faiz gelirlerinde düşüş yaşanırken, aynı dönemde kullandırdıkları kredilerden elde
ettkleri faiz gelirlerinde önemli oranda yükseliş yaşandığı görülmektedir.
Ziraat Bankası’nın 2002 yılında kredilerden elde ettiği faiz geliri 885 milyon TL iken,
2008 yılında bu tutar 4.517 milyon TL’ye yükselmiştir. Halk Bankası ise, aynı dönem
içerisinde kredilerden elde ettiği faiz gelirini 371 milyon TL’den, 3.773 milyon TL’ye yükseltmiştir. Söz konusu artış, incelenen dönemlerde kamu bankalarının kredi hacminin artması
sonucunda bilançolarının yapısında yaşanan değişiklikten kaynaklanmıştır.
Yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının karlılık oranlarında da gelişim
yaşanmıştır. Karlılığın standart ölçütleri olan aktif karlılık (net kar/aktifler) ve özkaynak karlılık
(net kar/özkaynaklar) oranlarını 2002-2008 döneminde kamu bankaları ile bankacılık sektörü
için gösteren veriler Tablo 10’da sunulmaktadır.
31
Dr. Mete Bumin
Tablo 10: Kamu Bankalarının Karlılık Oranları
Yüzde
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Net Kar/Aktifler
Ziraat
Halk
Sektör
0,41
3,41
1,11
2,30
2,51
2,25
2,69
2,05
2,11
2,77
1,97
1,44
2,92
2,51
2,27
2,90
2,81
2,55
2,04
1,99
1,81
Net Kar/Özkaynaklar
Ziraat
Halk
Sektör
3,76
32,49
9,17
18,39
18,92
15,79
30,33
17,54
14,05
31,09
16,64
10,63
31,92
22,84
18,94
32,57
25,80
19,50
28,99
23,74
15,45
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Aktif karlılığı açısından kamu bankaları ile bankacılık sektörü karşılaştırıldığında,
2002-2008 arasındaki dönemlerin büyük bir kısmında kamu bankalarının, sektörün ortalama
aktif karlılığının üzerinde bir aktif karlılık oranına sahip olduğu görülmektedir. Aralık 2008
itibarıyla, bankacılık sektörünün aktif karlılığı yüzde 1,81 düzeyinde iken, Ziraat Bankası’nın
aktif karlılığı yüzde 2,04, Halk Bankası’nın aktif karlılığı ise yüzde 1,99 olarak gerçekleşmiştir.
Özkaynak karlılığında da benzer bir durum yaşanmış ve Ziraat Bankası’nın 2002’deki
özkaynak karlılık oranı hariç, diğer tüm dönemlerde her iki banka da sektör ortalamasının
üzerinde özkaynak karlılığına ulaşmıştır. Aralık 2008 itibarıyla, sektörün özkaynak karlılık
ortalaması yüzde 15,45 iken, bu dönemde Ziraat Bankası yüzde 28,99, Halk Bankası ise
yüzde 23,74 düzeyinde özkaynak karlılık oranı gerçekleştirmişlerdir.
5.3. Kamu Bankalarının Kapasite Göstergelerinin Gelişimi
Önceki bölümlerde detaylı olarak anlatıldığı üzere, kamu bankalarının operasyonel
yeniden yapılandırılması çerçevesinde bu bankaların şube ve personel sayılarında büyük
oranlarda azalışlar yaşanmıştır. Tablo 4’de yer alan veriler incelendiğinde, kamu bankalarının
2000 yılı sonunda 2.515 olan şube sayısı, 2003 yılı sonunda 1.675’e gerilemiş, 2008 yılı
sonunda ise 1.891’e yükselmiştir. Personel sayısında da benzer gerileme yaşanmış ve 2000
yılı sonunda 61.601 olan kamu bankalarının personel sayısı, 2003 yılı sonunda 30.653’e
düşmüş, 2008 yılı sonunda ise küçük bir yükselişle 33.766 olarak gerçekleşmiştir.
Şube ve personel sayısında yaşanan düşüşlerin yanı sıra, organizasyon yapılarında
ve bankacılık politikalarında gerçekleşen değişikliklerin etkisiyle kamu bankaları temel
bankacılık ilkeleri çerçevesinde faaliyetlerini yürütmeye başlamış, bu da kamu bankalarının
kapasite göstergelerinin iyileşmesine neden olmuştur.
Kamu bankaları ile bankacılık sektörünün şube ve personel başına düşen aktif, kredi
ve mevduat rakamlarının Aralık 2002 ile Aralık 2008 arasındaki gelişimini gösteren veriler
Tablo 11’de sunulmaktadır.
Yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının şubeleri başına düşen aktif,
kredi ve mevduat rakamları incelendiğinde, bu bankaların bilançolarında gözlemlenen
genişlemeye paralel olarak, söz konusu büyüklüklerde artışlar yaşandığı görülmektedir.
Ziraat Bankası’nın şube başına aktif rakamı 2002 yılından 2008 yılına kadar yaklaşık üç kat
yükselerek 32,1 milyon TL’den, 82,3 milyon TL’ye çıkmıştır. Halk Bankası’nda ise, şube
başına aktif rakamı aynı dönemde 31,9 milyon TL’den 82,1 milyon TL’ye yükselmiştir.
Şube başına kredi rakamlarında kamu bankaları, bankacılık sektörünün ortalamasının
üzerinde gelişim göstermişlerdir. 2002-2008 döneminde bankacılık sektörünün şube başına
kredi tutarı 9,2 milyon TL’den 41,7 milyon TL’ye yükselerek yaklaşık beş kat artarken, aynı
dönemde Ziraat Bankası, şube başına kredi tutarını 4,1 milyon TL’den 24,3 milyon TL’ye
yükselterek sektör ortalamasının üzerinde bir düzeyde, Halk Bankası ise 2,2 milyon TL’den
32
Bankacılar Dergisi
41,5 milyon TL’ye yükselterek yaklaşık on dokuz kat artırmıştır. Şube başına mevduat
tutarında da kamu bankaları, bankacılık sektörünün ortalamasının üzerinde büyüme
göstermişlerdir. 2002 yılından 2008 yılına kadar Ziraat Bankası, şube başına mevduat
tutarını 23,8 milyon TL’den 66,1 milyon TL’ye, Halk Bankası’da 21 milyon TL’den 64,7 milyon
TL’ye yükseltmişlerdir. Aralık 2008 itibarıyla şube başına düşen aktif, kredi ve mevduat
rakamlarına bakıldığında, kamu bankalarının şube başına aktif tutarında sektör ortalamasına
yakın, şube başına kredi tutarında sektör ortalamasının altında, şube başına mevduat
rakamlarında ise sektör ortalamasının üzerinde değerlere sahip olduğu görülmektedir.
Tablo 11: Kamu Bankalarının Kapasite Göstergeleri
(Milyon TL)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
(Milyon TL)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Şube Başına Aktif
Ziraat Halk Sektör
32,1
31,9
34,8
40,6
36,7
41,9
49,7
36,4
50,2
56,8
46,3
63,5
57,7
58,5
70,8
64,7
68,2
73,7
82,3
82,1
80,3
Şube Başına Kredi
Ziraat Halk Sektör
4,1
2,2
9,2
4,8
4,8
11,7
8,0
6,1
16,9
11,7
10,6
24,5
13,9
19,8
31,8
17,3
30,7
36,8
24,3
41,5
41,7
Şube Başına Mevduat
Ziraat Halk
Sektör
23,8
21,0
23,3
29,5
26,2
27,0
39,6
27,5
32,3
45,2
35,8
40,6
47,8
46,2
45,7
54,6
52,3
46,9
66,1
64,7
51,6
Personel Başına Aktif
Ziraat Halk Sektör
1,62
1,89
1,73
2,11
2,27
2,03
2,69
2,31
2,41
3,19
2,57
3,00
3,48
3,17
3,39
3,88
3,50
3,54
4,90
4,10
4,11
Personel Başına Kredi
Ziraat Halk Sektör
0,20
0,13
0,46
0,25
0,30
0,57
0,43
0,39
0,81
0,66
0,59
1,16
0,84
1,07
1,52
1,04
1,58
1,77
1,45
2,07
2,14
Personel Başına Mevduat
Ziraat
1,20
1,53
2,14
2,54
2,88
3,27
3,94
Halk
1,24
1,62
1,75
1,99
2,50
2,69
3,23
Sektör
1,16
1,30
1,55
1,92
2,19
2,25
2,64
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
Personel başına aktif, kredi ve mevduat rakamlarında kamu bankaları ile bankacılık
sektörünün göstermiş olduğu gelişim karşılaştırıldığında, şube başına rakamlara benzer
sonuçlara ulaşılmaktadır. 2002 ile 2008 yılları arasında Ziraat Bankası ve Halk Bankası söz
konusu büyüklüklerin tümünde önemli artışlar gerçekleştirmişlerdir. Kamu bankalarının en
büyük gelişmeyi gösterdiği alan, kullandırmış oldukları kredilerdeki artış nedeniyle personel
başına kredi rakamlarında olmuştur. Söz konusu dönemler arasında, personel başına kredi
rakamı bankacılık sektöründe yaklaşık beş kat artarken, Ziraat Bankası’nda yedi kat, Halk
Bankası’nda ise onaltı kat artmıştır.
6. Kamu Bankalarından Hazine’ye ve Kamuya Aktarılan Kaynaklar
Yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarından Hazine’ye önemli tutarlarda
kaynak aktarılmıştır. Kamu bankalarının yapılan genel kurullarında alınan kararlar doğrultusunda elde edilen karın büyük bir kısmı temettü olarak Hazine’ye aktarılmıştır. Bu çerçevede,
Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın yeniden yapılandırma sonrasında 2003-2008 döneminde
elde ettikleri yıllık karlardan, Hazine lehine tahakkuk eden net temettü tutarları Tablo 12’de
sunulmaktadır.
Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, Ziraat Bankası tarafından Hazine’ye 2003 ile
2008 yılları arasında temettü olarak toplam 7.153 milyon TL aktarılmıştır. Ziraat Bankası’nın
2004 yılında özkaynaklarından Hazine’ye ödediği 1.934 milyon TL ile birlikte, Ziraat Bankası’nın Hazine’ye aktardığı kaynak tutarı toplam 9.087 milyon TL’ye yükselmiştir. Bu dönem
içerisinde Halk Bankası’nın Hazine’ye temettü olarak aktardığı kaynak tutarı ise, toplam
33
Dr. Mete Bumin
2.526 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Bu itibarla, iki kamu bankasının 2003-2008 döneminde Hazine’ye aktardığı kaynak tutarı, 9.679 milyon TL’si temettü ve 1.934 milyon TL’si
özkaynaklardan olmak üzere toplam 11.613 milyon TL’ye ulaşmış bulunmaktadır.
Tablo 12: Kamu Bankalarından Hazine’ye Aktarılan Tutarlar
(Milyon TL)
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Toplam
Hazine Lehine Tahakkuk Eden
Net Temettü Tutarı
Ziraat
Halk
Bankası
Bankası*
Toplam
835
382
1.217
1.066
367
1.433
1.343
397
1.740
1.506
676
2.182
1.653
541
2.194
750
163
913
7.153
2.526
9.679
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
*Halk Bankası özelleştirme kapsamında olması nedeniyle, bu
bankanın 2006, 2007 ve 2008 yıllarına ait temettü tutarları
Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ödenmiştir.
Kamu bankaları tarafından Hazine’ye temettü olarak ve özkaynaklardan aktarılan
kaynakların yanı sıra, kurumlar vergisi ve stopaj ödemeleri yoluyla da bu bankalarca kamuya
önemli tutarlarda kaynak aktarılmıştır.
Kamu bankalarından kamuya aktarılan tutarların gösterildiği Tablo 13’de yer alan Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, Ziraat Bankası 2002-2008 yılları arasında 4.693 milyon TL
kurumlar vergisi ve 1.265 milyon TL stopaj olmak üzere toplam 5.958 milyon TL tutarında
kamuya kaynak aktarmıştır. Halk Bankası’nın aynı dönemde kamuya kaynak olarak aktardığı
tutar ise, 1.727 milyon TL’lik kurumlar vergisi ve 326 milyon TL’lik stopaj olmak üzere toplam
2.053 milyon TL’ye ulaşmıştır. Bu itibarla, iki kamu bankasının anılan dönemde kamuya
aktardığı kaynak, 6.420 milyon TL’lik kısmı kurumlar vergisi ve 1.591 milyon TL’lik kısmı
stopaj olmak üzere toplam 8.011 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.
Tablo 13: Kamu Bankalarından Kamuya Aktarılan Tutarlar
(Milyon TL)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Toplam
Ziraat Bankası
Halk Bankası
Toplam
Kurumlar
Kurumlar
Kurumlar
Vergisi Stopaj Vergisi Stopaj Vergisi Stopaj
416
0
127
0
543
0
744
308
332
43
1.076
351
853
118
242
41
1.095
159
904
149
254
44
1.158
193
528
266
237
75
765
341
650
292
292
95
942
388
598
132
243
28
841
159
4.693
1.265
1.727
326
6.420
1.591
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Bu itibarla, 2003-2008 döneminde kamu bankalarından Hazine’ye temettü olarak ve
özkaynaklardan aktarılan 11.613 milyon TL ile kamuya vergi olarak aktarılan 8.011 milyon TL
birlikte dikkate alındığında, yeniden yapılandırma sonrasında kamu bankalarının Hazine ve
kamuya sağladığı kaynak tutarı 19.624 milyon TL’ye ulaşmıştır.
7. Sonuç
34
Bankacılar Dergisi
Kasım 2000’de çıkarılan 4603 sayılı Kanun ve Mayıs 2001’de açıklanan Bankacılık
Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı kapsamında uygulamaya konulan reformlarla kamu
bankalarının yeniden yapılandırılarak sağlıklı mali yapıya kavuşturulmaları ve özelleştirmeye
hazırlanmaları amaçlanmıştır.
Yeniden yapılandırma kapsamına alınan kamu bankaları finansal ve operasyonel açıdan yeniden yapılandırmaya tabi tutulmuşlardır. Kamu bankalarının finansal olarak yeniden
yapılandırılması kapsamında öncelikle bu bankaların yüksek tutarlara ulaşan görev zararı
alacakları Hazine’den sağlanan menkul kıymetlerle tasfiye edilmiştir. Diğer taraftan, yine
Hazine’den sağlanan kaynaklarla kamu bankalarının bankalara ve müşterilere olan kısa
vadeli yükümlülükleri kapatılmış ve bu bankaların sermaye yapıları güçlendirilmiştir.
Operasyonel yeniden yapılandırma çerçevesinde kamu bankalarının şube ve personel sayılarında önemli oranlarda azalışlar gerçekleştirilerek, bu alanlarda rasyonel seviyelere
ulaşılmıştır. Bankaların organizasyon yapılarında ve bankacılık politikalarında gerçekleştirilen
değişikliklerle de, bu bankaların temel bankacılık ilkeleri çerçevesinde faaliyetlerine devam
etmeleri sağlanmıştır.
Kamu bankalarının yeniden yapılandırılmasının işlem tarihindeki kurlar esas alınarak
tarihi değerleri üzerinden maliyeti, bu bankaların görev zararları için aktarılan 19 milyar ABD
Doları ve sermaye desteği olarak aktarılan 2,9 milyar ABD Doları olmak üzere toplam 21,9
milyar ABD Doları düzeyine ulaşmıştır. Bu tutarlar üzerinden kamu bankalarının yeniden
yapılandırılmasının toplam maliyetinin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’ya oranı yüzde 14,8 olarak
gerçekleşmiştir (BDDK, 2007).
Kamu bankaları yeniden yapılandırma sonrasında çok hızlı bir büyüme göstermişlerdir. Kamu bankalarının aktifleri ve mevduatları yüksek oranlarda gelişim göstermiş, bu
bankaların aracılık fonksiyonuna odaklanmasıyla kullandırdıkları kredilerin hacmi büyümüş
ve kredilerin toplam aktifler içerisindeki payı yükseliş kaydetmiştir. Şube ve personel
sayılarında ulaşılan rasyonel seviyeler kamu bankalarının kapasite göstergelerinin iyileşmesine neden olmuş, bu çerçevede kamu bankalarının şube ve personel başına aktif, kredi ve
mevduat rakamları yeniden yapılandırma sonrasındaki dönemde artış göstermiştir.
Kamu bankalarının görev zararlarının tasfiyesi ve sermaye desteği kapsamında verilen menkul değerlerden elde edilen faiz gelirleri ile kullandırdıkları kredilerden elde edilen faiz
gelirleri, bu bankaların karlılık düzeylerine olumlu katkıda bulunmuştur. Yeniden yapılandırma
sonrasında kamu bankalarının yüksek tutarlara ulaşan karları, Hazine için önemli bir gelir
kaynağı olmuştur. Hazine’ye temettü olarak aktarılan kaynakların yanı sıra, bilançolarının
büyümesi sonucunda bu bankaların kamuya vergi olarak aktardıkları kaynaklar da yüksek
tutarlara ulaşmıştır.
4603 sayılı Kanun’la kamu bankalarının yeniden yapılandırma ve hisse satış işlemlerinin bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 25 Kasım 2000’den itibaren üç yıl içinde
tamamlanmasını öngörülmüş ve bu sürenin Bakanlar Kurulu kararı ile bir defaya mahsus
olmak üzere yarısı kadar uzatılabilmesine imkan tanınmıştır. 31 Temmuz 2004 tarihinde
yürürlüğe giren 5230 sayılı Kanun’la söz konusu üç yıllık süre, beş yıla çıkarılmıştır. 27 Aralık
2005 tarih ve 2005/9841 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla, kamu bankalarının yeniden
yapılandırma ve hisse satış işlemlerinin tamamlanmasına ilişkin beş yıllık süre, 25 Kasım
2005 tarihinden itibaren bu sürenin yarısı kadar uzatılmıştır. 17 Ocak 2007 tarihinde
yürürlüğe giren 5572 sayılı Kanun’la da, 4603 sayılı Kanunda yer alan beş yıllık süre, on yıl
olarak değiştirilerek, kamu bankalarının yeniden yapılandırılması ve hisse satış işlemlerinin
25 Kasım 2010 tarihine kadar tamamlanmasına karar verilmiştir.
35
Dr. Mete Bumin
Ziraat Bankası’nın özelleştirilmesine yönelik olarak bugüne kadar herhangi bir işlem
gerçekleştirilmemiştir. Halk Bankası’nın hisselerinin yüzde 24,98’lik kısmı, 2-4 Mayıs 2007
tarihleri arasında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda halka arz edilmiştir. Yapılan halka
arz sonucunda, Halk Bankası’nın 312.250.256 adet hissesi, hisse başına tavan fiyat olan 8
TL’den satılarak toplam 2.498 milyon TL (1.845 milyon ABD Doları) satış hasılatı elde
edilmiştir (İMKB, 2007).
Kaynakça
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
36
ATAN, M., ÇATALBAŞ, G. (2005), “Bankacılıkta Etkinlik ve Sermaye Yapısının Bankaların
Etkinliğine Etkisi”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt: 20, Sayı:237
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (2001), “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı Gelişme Raporları, I-VII”, 2001-2003, BDDK Yayınları, No: 1
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (2007), “Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler-I,
Sayı:1
BOYACIOĞLU, M. A. (2003), “1980 Sonrası Türk Bankacılık Sektöründeki Gelişmeler, Krizlerin
Sektör Üzerindeki Etkileri ve İyileştirici Öneriler”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, Yıl: 2003, Sayı:9
BUMİN, M., CENGİZ, A. (2009), “Banka Birleşme ve Devralmalarının Etkinlik Üzerine Etkisi:
Pamukbank’ın Halkbank’a Devredilmesi”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt: 24, Sayı:279
Hazine Müsteşarlığı. (2001a), “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı: Hedefler, Politikalar
ve Uygulamalar”, Mayıs 2001, www.hazine.gov.tr.
Hazine Müsteşarlığı. (2001b), “Kamu Bankalarında Reform”, 12.09.2001, www.hazine.gov.tr.
Hazine Müsteşarlığı. (2009), “Kamu Bankalarından Hazine’ye ve Kamuya Aktarılan Kaynaklar”,
Kamu İktisadi Teşebbüsleri Genel Müdürlüğü Bilgi Edinme Notu, 03.07.2009
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası-İMKB. (2007), “Şirket Haberleri - Halkbank Açıklaması”,
08.05.2007, www.imkb.gov.tr.
KESKİN, N., BAŞ, T., YILDIZ, G. (2009), “Halkbank-Pamukbank Birleşmesini Başarılı Kılan
Faktörlerin Belirlenmesine Yönelik Keşfedici Bir Araştırma”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi,
Cilt: 24, Sayı:279
KİRACI, M., ÇORBACIOĞLU, S. (2008), “Kamu Bankalarında İç Denetimin Yeniden Yapılandırılması: Ziraat Bankası Teftiş Kurulunda Yaşanan Örgütsel, Teknik ve Kültürel Değişim”, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 32, No:2
ÖNAL, Y.B., SEVİMESER, N.C. (2006), “Yabancı Banka Girişlerinin Türk Bankacılık Sistemine
Etkileri: Yerli ve Yabancı Bankaların Etkinlik Analizi”, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2
ÖNCÜ, S., AKTAŞ, R. (2007), “Yeniden Yapılandırma Döneminde Türk Bankacılık Sektöründe
Verimlilik Değişimi”, Celal Bayar Üniversitesi, İİBF Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt:14, Sayı:1
Türkiye Bankalar Birliği (2002), “40.Yılında Türkiye Bankalar Birliği ve Türk Bankacılık
Sistemi”
Türkiye Bankalar Birliği (2001-2009), “Bankalarımız - 2000-2008”, Mayıs 2001 - Mayıs 2009
Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009
Kalite Fonksiyon Göçerimi
ve
Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman* - Semra Abanoz**
Rekabetin şiddetli olduğu günümüz piyasalarında işletmelerin varlıklarını sürdürebilmesi için
müşteri beklentilerine önem vermesi gerekmektedir. Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG) metodu müşteri
beklentilerini ölçmeyi, bu beklentileri teknik gerekliliklere dönüştürmeyi ve rakiplerle karşılaştırma
yapmayı sağlayan kalite tekniğidir. Bu çalışmada, bankacılık faaliyetlerindeki müşteri beklentilerinin
önem düzeyinin belirlenmesi, özel bir banka için müşteri beklentilerinin karşılanmasını sağlayan teknik
gereksinimlerin belirlenmesi ve rakip bir banka ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla özel bir
bankanın ve rakibinin müşterilerinden anket çalışması ile elde edilen veriler KFG metodu ile değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda en önemli müşteri beklentisi Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin Saklanması, en önemli teknik gereksinim ise Bilgi İşlem Sistemi olarak belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kalite Fonksiyon Göçerimi, Kalite Evi, Analitik Hiyerarşi Süreci.
Giriş
Bankalar, küreselleşen ekonomi ve şiddetli rekabet ortamında faaliyetlerini sürdürebilmek için rakiplerinden farklı stratejiler geliştirmeli ve daha üstün değerler sunmalıdırlar. Bu
da bankaların sundukları hizmetlerde müşteri odaklı olmalarını ve memnuniyetsizliğin ortaya
çıktığı hizmetlerde iyileştirmelere gitmelerini gerektirmektedir. Ayrıca kendileri için en önemli
rakip olarak gördükleri banka ile müşteri beklentilerini ve teknik imkanlarını karşılaştırmaları
da şiddetli rekabet ortamında başarılı olmalarını sağlamaktadır.
Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG), müşteri beklentilerini ölçen, teknik gerekliliklere dönüştüren ve rakiplerle karşılaştırma yapmayı sağlayan bir metottur. Kalite Fonksiyon
Göçerimi bankacılık sektöründe müşteri tatminine yönelik olarak Gonzalez vd. (2004)
tarafından kullanılmıştır. Türkiye’de ise Çelikçapa ve Emel (2005), e- bankacılık hizmetlerinde müşteri beklentilerini değerlendirmek amacıyla KFG metodunu kullanmışlardır. Bu
çalışma Türkiye’de bankacılık hizmetlerinde hizmet kalitesini belirlemeye yönelik yapılan ilk
KFG çalışmasıdır. Bu çalışmanın amacı, Kalite Fonksiyonu Göçerimi metodunu kullanarak
özel bir bankanın müşteri memnuniyetini ölçerek hizmet kalitesini belirlemek ve rakip bir
banka ile karşılaştırmasını yapmaktır. Çalışmada bir başka amaç ise Kalite Fonksiyon
Göçerimi metodunun bankacılık sektöründe hizmet kalitesini artırmak için nasıl kullanılabileceğini açıklamaktır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmada öncelikle Kalite Fonksiyon Göçerimi kavramı ve Kalite evi açıklanmış ardından ise Kalite Fonksiyon Göçerimi
metodunu içeren literatür çalışmaları verilmiştir. Çalışmanın uygulama kısmında KFG metodu
yardımıyla özel bir bankada müşteri beklentileri ve teknik gereksinimler belirlenerek, hizmet
kalitesini artırmaya yönelik özellikler ortaya konulmuştur. Çalışmanın sonuç kısmında ise
elde edilen bulgular tartışılmıştır.
1. Kalite Fonksiyon Göçerimi
Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG) 1960’ların sonlarında Japonya’da Yoji Akao tarafından geliştirilmiş (Han vd., 2001: 797) ve 1972’de Mitsubishi’nin Japonya’nın Kobe şehrindeki
tersanesinde Toplam Kalite Yönetimi sisteminin bir parçası olarak uygulanmıştır. 1970’lerin
*
**
Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü, Öğretim Görevlisi.
Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi.
37
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz
sonlarına doğru Toyota tarafından daha da geliştirilen KFG kavramı, çok sayıda üretim
işletmesinde kullanılmıştır. 1980’lerin başlarında ise Ford ve Xerox işletmeleri tarafından
KFG kullanılmaya başlanmıştır (Eldin, 2002: 28).
KFG, müşterinin sesini tasarım, bileşen, üretim ve maliyete dönüştüren bir metottur
(Sher, 2006: 292). KFG, araştırmadan ve ürün geliştirmeden mühendislik ve üretime ya da
pazarlama ve dağıtıma kadar müşteri ihtiyaçlarını ayrıntılı tasarımlara dönüştürmektedir
(Akao, 1997: 2; Gonzalez vd., 2004: 338).
KFG’nin, ürünü rakip ürünlerle karşılaştırmak, pazara ilişkin kalite bilgilerini toplamak
ve analiz etmek, kalite ile ilgili bilgileri diğer bölümlere iletmek ve tasarım amaçlarını üretime
uygulamak gibi avantajları vardır (Akao ve Mazur, 2003: 23; Ginn ve Zairi, 2005: 41;
Bouchereau ve Rowlands, 2000: 9). KFG kullanımı ayrıca işletmeyi rakiplerinden ayıran yeni
bir ürün geliştirmek, ürün geliştirme süresini kısaltmak, pazar payın artırmak, kalite problemlerini ve maliyetlerini azaltmak gibi rekabet üstünlüğü avantajlarına da sahiptir (Akao ve
Mazur, 2003: 23).
KFG süreci, her biri KFG’nin bir aşamasını temsil neden en az dört evden oluşur:
KFG süreci Ürün Planlama (Kalite Evi), Ürün Tasarımı (Parça Göçerimi), Süreç Planlama ve
Süreç Kontrol (Fung vd., 1999: 378). Buradan anlaşılacağı gibi aşağıdaki bölümde açıklanmakta olan kalite evi, KFG’nin temel yapısını oluşturmaktadır.
6
Teknik
Özellikler
arasındaki
ilişki
2
Teknik Özellikler
(TO)
1
Müşteri
Beklentileri
(MB)
3
İlişkiler
Matrisi
(MB ile TO arasında)
4
Önem
Ağırlığı
7
Rakiplerle
Karşılaştırma
5
Rekabete Dayalı
Değerlendirmeler
8
Teknik Değerlendirme
Şekil 1: Kalite Evi
Kaynak: Chan ve Wu, 2005: 122
Kalite evi müşteriler için en önemli olan konularda hedeflerin oluşturulmasına ve teknik olarak bunların nasıl başarılacağının belirlenmesine yardımcı olur. Mühendisler için temel
verileri kullanılabilir formda özetlemeyi sağlarken, pazarlamacılar açısından müşterinin sesini
temsil eder ve yeni fırsatların ortaya çıkmasını sağlar (Bouchereau ve Rowlands, 2000: 10).
Herhangi bir Kalite Fonksiyon Göçerimi projesinin başlangıç noktası, ölçülemeyen müşteri
beklentisini belirlemektir. Hem stratejik hem de faaliyet kararlarını belirlemek için “Müşterinin
Sesi” olarak bilinen müşteri girdisine ihtiyaç bulunmaktadır. Müşterinin sesi, her bir ihtiyacın
müşteri için önemini ve önceliğini değerlendiren hiyerarşik “müşteri ihtiyaçları”dır (Griffin ve
Hauser, 1993: 2). Bu beklentiler daha sonra teknik özelliklere dönüştürülür. Bu aşama
38
Bankacılar Dergisi
mühendislik özellikleri veya ölçülebilirlik olarak da ifade edilir. Kalite evi Şekil 1’de görüldüğü
gibi sekiz farklı bileşen veya odadan oluşmaktadır. Kalite evindeki her bileşen veya oda
kısaca aşağıda açıklanmaktadır (Ramasamy ve Selladurai, 2004: 1014-1015; Tran ve Sherif,
1995: 196-197):
1. Ham verilerin toplanması ve müşteri beklentilerinin istenen kalitesinin belirlenmesi:
Müşteri beklentileri, şikayetleri anket ve mülakat yolu ile belirlenir.
2. Teknik Özelliklerin Belirlenmesi: Her bir kalite bileşenini değerlendirmenin ölçüsü
Teknik Özellikler olarak tanımlanır. Bu karakteristiklerin belirlenmesi pazar ihtiyaçlarının
teknik spesifikasyonlara dönüştürülmesi için gereklidir.
3. İlişkiler Matrisinin (Kalite Tablosu) Oluşturulması: Müşteri beklentileri ile teknik özellikleri ilişkilendirerek elde edilen kalite tablosu, teknik özelliklerin müşteri beklentilerindeki
etkisini göstermektir.
4. Önem Ağırlıklarının Hesaplanması: Müşteri beklentilerinin kendi içerisinde göreli
önem ağırlığı belirlenir.
5.Rekabete Dayalı Değerlendirme (Planlanan Kalitenin Oluşturulması): Planlanan kalite, yeni ürün geliştirebilmek için gerekli olan önemli faktörleri belirlemek amacıyla farklı
öncelik seviyeleri ile belirlenir. Yeni geliştirilen ürün ile rakiplerin ürünü karşılaştırılarak
rekabet analizi yapılır.
6. Teknik Özellikler Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi: Her bir teknik özellik arasındaki
ilişki ve bunun derecesi belirlenir.
7. Rakiplerle Karşılaştırma: Müşteri beklentilerinin önemi açısından rakipler ile karşılaştırma yapılır.
8. Teknik Değerlendirme (Tasarım Kalitesinin Oluşturulması): Tasarım kalitesi, tasarlanacak veya üretilecek ürünle ilgili planlanan hedef, amaç ve özellikleri kapsar. Tasarım
kalitesi 5. ve 6. adımlardan elde edilen teknik özelliklerin ağırlıkları ile planlanan kaliteden
elde edilir. Yüksek önceliğe sahip olan ve belirlenen tasarım kalitesine uygun ürün üretilir.
2. Literatür Araştırması
Literatürde Kalite Fonksiyon Göçeriminin ağırlıklı olarak imalat işletmelerine yönelik
olarak kullanıldığı görülmektedir. KFG imalat işletmelerinde stratejik planlama (Crowe ve
Cheng, 1996; Killen vd. 2005), yeni ürün geliştirme (Miguel, 2005; Abasov, 2002; Olhager ve
West, 2002; Tang ve Paoli, 2004; Kumar ve Midha, 2001; Delano vd. 2000); firma ve tedarik
zinciri performansını değerlendirme (Herrmann vd. 2006; Chuang, 2002; Jagdev vd. 1997)
amacıyla kullanılmıştır.
İmalat firmalarına yönelik yapılan bu çalışmaların yanında hizmet işletmelerine yönelik de KFG çalışmaları yapılmıştır. Gülenç ve Aracı (2008) Kocaeli ilinde üç özel hastanenin
poliklinik hizmetlerini iyileştirmeye yönelik yaptıkları çalışmalarında, KFG’ni kullanarak
yapılacak iyileştirmeler ve sunulacak yeni hizmetleri belirlemeye çalışmışlardır. Enriquez vd.
(2004), festival ve konser gibi büyük seyirci topluluklarına hitap eden “toplu seyirci olaylarında” hizmet kalitesini artırmak için müşteri gereksinimlerini önceliklendirmek amacıyla KFG
metodunu kullanmışlardır. Park ve Noh (2002) çalışmalarında, web tasarımı hizmetlerine
KFG metodunu uygulamışlardır. Belirlenen odak gruptan Kore’de en çok kullanılan üç
internet alışveriş sitesini değerlendirmeleri istenmiş ve böylece en önemli on müşteri
beklentisi ve önem dereceleri belirlenmiştir. Ayrıca müşteri beklentileri ile bu beklentileri
39
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz
karşılayacak teknik gereksinimler arasındaki ilişkiler de saptanmıştır. Akbaba (2005)
çalışmasında, turizm işletmelerinde, geleneksel yeni ürün geliştirme yaklaşımlarının hatalı ve
eksik yönlerini tespit etmiş ve KFG metodu temelli yeni ürün geliştirme sürecinin uygulanabilirliğini ve yararlılığını ortaya koymuştur. Öter ve Tütüncü (2001) çalışmalarında, KFG
metodunun seyahat acentelerinde varsayımsal bir uygulamasını yapmışlardır. Çalışmada,
sunulan hizmetlerde karşılaşılan kalite karakteristikleri ve bu karakteristiklerin seyahat
acenteleri bakımından değerlendirilmesi yapılmıştır.
Yenginol (2000)’un çalışmasında iki farklı uygulama bulunmaktadır. Birinci uygulama,
Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesinde eğitim gören İşletme Bölümü öğrencileri için
“İstatistik” derslerinin KFG süreci uygulanarak yeniden tasarlanması amaçlanmıştır. İkinci
uygulama ise tıbbi malzemeler üreten çok uluslu bir firmanın hizmet sürecine KFG yöntemi
uygulayarak kar marjı yüksek olan ürünün daha çok tercih edilmesini sağlayarak hem karını
hem de pazar payını artırmayı amaçlayan bir çalışmadır.
Bankacılık sektörüne yönelik yapılan KFG çalışmalarından birinde Gonzalez vd.
(2004) hizmet kalitesini artırmak amacıyla KFG sürecini İspanya’da bir banka için ele
almışlardır. Çalışmada müşteri gereksinimleri kullanımı kolay ATM’ler, olumlu personelmüşteri ilişkileri, güvenlik, hizmet planı, şube sayısının artırılması, açıklık olarak belirlenmiştir. Buna karşılık teknik gereksinim olarak ise pazar kampanyaları, çalışanlara nitelik
kazandırma, web sitesinin uygun hale getirilmesi, bankacılık hizmetlerinin artırılması ve
internet bankacılığının geliştirilmesi değerlendirmeye alınmıştır. Yapılan değerlendirme
sonucunda KFG yöntemini kullanarak müşteri odaklı stratejiler geliştirmek suretiyle hizmet
bileşenlerinin elde edilebileceği ve sürekli dikkat ve takip gerektiren müşteri beklentileri için
uygulama planları oluşturulabileceği ortaya konmuştur.
Bankacılık sektörüne yönelik yapılan diğer bir çalışmada ise Çelikçapa ve Emel
(2005) e-bankacılık işlemlerine ilişkin olarak müşteri beklentilerini hız, güvenilirlik, kullanım
kolaylığı, doğruluk, etkinlik, yararlılık ve kapasite olarak belirlemişlerdir. Çalışmada ayrıca
telefon ve internet bankacılığından hangisinin müşteriler için öncelikli geldiği araştırılmış ve
internet bankacılığının telefon bankacılığından daha fazla tercih edildiği belirlenmiştir.
Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde bankalara yönelik KFG çalışmalarının çok az
olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, çalışmanın bir başka amacı da bu eksikliği gidermek ve
ilgililere bu konuda yardımcı olmaktır.
3. Kalite Fonksiyon Göçerimi Yönteminin Bankacılık Sektörüne Uygulanması
3.1. Uygulamanın Amacı
Bu çalışmanın amacı; KFG metodundan yararlanarak özel bir bankanın müşteri memnuniyetini ölçmek suretiyle hizmet kalitesini belirlemek ve rakip bir banka ile karşılaştırmasını
yapmaktır. Bu amaçla değerlendirme yapılan bankanın ve rakip bankanın aynı anda müşteri
olan kişilere EK 1’deki anket soruları yöneltilmiştir.
3.2. Uygulamanın Yöntemi
Çalışmada yöntem olarak Kalite Fonksiyon Göçerimi kullanılmıştır. Kalite Fonksiyon
Göçerimi (KFG) müşteri beklentilerini ölçen, müşteri beklentilerini teknik gerekliliklere
dönüştüren ve rakiplerle karşılaştırma yapmayı sağlayan bir metottur.
Çalışmada kullanılan KFG metodu çalışmanın birinci ve ikinci bölümlerinde açıklanmıştı. KFG metodunda, müşteri beklentilerinin önem derecesini belirlemek için Analitik
Hiyerarşi Süreci (AHS) yaklaşımından yararlanılmaktadır.
40
Bankacılar Dergisi
AHS, Thomas L. Saaty tarafından geliştirilmiş Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKV) tekniğidir. Karar vermede uygulandığı zaman karmaşık problemleri, çok aşamalı bir hiyerarşik
amaçlar, kriterler, alt kriterler ve alternatifler yapısına ayrıştırarak genel karar operasyonlarını
tanımlamaya yardımcı olur (Saaty,1990: 259). AHS’nin en önemli özelliği, karar almada grup
veya bireyin önceliklerini dikkate alarak nitel ve nicel değişkenleri bir arada değerlendirebilmesidir (Saaty, 2006:10). Bir diğer ifade ile AHS, bilginin, deneyimin, bireyin düşüncelerinin
ve önsezilerinin mantıksal bir şekilde birleştirildiği bir yöntemdir. AHS çok geniş bir uygulama
alanına sahiptir ve pek çok karar probleminde etkin olarak kullanılmaktadır (Kuruüzüm ve
Atsan, 2001: 84).
AHS yaklaşımı çok kriterli karar verme tekniği olup aynı zamanda karar vermede değerlendirmeye alınan faktörlerin önem derecesinin belirlenmesini sağlamaktadır. AHS
metodunun karar verme sürecindeki analiz aşamaları şu şekilde özetlenmektedir (Yoo ve
Choi, 2006: 137):
1. Adım: Karar probleminin ve amacın belirlenmesi.
2. Adım: En üst seviyeden orta seviyeye daha sonra da düşük seviyeye doğru giden ve
alternatifler listesinden oluşan hiyerarşik yapının oluşturulması.
3. Adım: 9 aşamalı bir ölçekten (Tablo 1) yararlanarak ikili karşılaştırmalar matrisinin
oluşturulması (n*n).
4. Adım: Hiyerarşinin bir alt düzeyine göre her kriterin ağırlıklı özvektörünü belirleyerek
toplam özvektörlerin hesaplanması
5. Adım: Tutarlılıkların hesaplanması ve alternatifin seçilmesi.
Tablo 1: İkili Karşılaştırma Ölçeği
Önem
derecesi
1
3
Tanımı
Açıklaması
Eşit derecede önemli
Orta derecede önemli
5
9
Güçlü derecede
önemli
Çok güçlü derecede
önemli
Son derece önemli
2, 4, 6, 8
Ortalama değerler
Her iki faaliyet amaca eşit katkıda bulunur.
Tecrübe ve değerlendirmeler sonucunda bir
faaliyet diğerine göre biraz daha fazla tercih
edilir.
Tecrübe ve değerlendirmeler sonucunda bir
faaliyet diğerine göre çok daha fazla tercih edilir.
Bir faaliyet diğerine göre çok güçlü şekilde tercih
edilir. Uygulamada üstünlüğü ispatlanmıştır.
Bir faaliyet diğerine göre mümkün olan en
yüksek derecede tercih edilir.
Uzlaşma gerektiğinde kullanılmak üzere iki
yakın karar arasındaki ara değerler
Tersi karşılaştırmalar için
7
İki taraflı olma
(reciprocal)
Kaynak: Saaty ve Vargas, 2001:6; Saaty, 2006:73.
KFG ve AHS metodunu içeren uygulanan yöntemin aşamalarını şu şekilde özetlemek
mümkündür (Bhattacharya vd., 2005: 3677):
1. Adım: Müşteri ihtiyaçlarının tanımlanması
2. Adım: Teknik gereksinimlerin tanımlanması
3. Adım: KFG takımı tarafından ilişki matrisinin oluşturulması
4. Adım: Müşteri ihtiyaçlarının önem derecesine göre sıralanması
5. Adım: 1-9 Skalası kullanılarak teknik gereksinimler arasındaki ilişkinin belirlenmesi
6. Adım: Teknik önem derecesinin hesaplanması
7. Adım: Teknik gereksinimlerin yüzde hesabının yapılması
41
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz
3.3. Bankacılık Sektöründe KFG Uygulama Süreci
Bu bölümde KFG sürecinin uygulanma aşamaları adım adım açıklanacaktır. Çalışmada incelenen banka ve rakip bankanın ismi verilmemiş, incelenen banka Mevcut Banka,
karşılaştırma yapılan banka ise Rakip Banka olarak ifade edilmiştir. Hem mevcut hem de
rakip banka bireysel ve kurumsal hizmetler alanında yurtiçi ve yurtdışı işlemler yapmaktadır.
Mevcut banka 2008 yılında, mevduat bankaları arasında mevduat, kredi ve aktif büyüklük
bakımından 5. sırada iken rakip banka ise 3. sıradadır. Yine toplam özkaynaklar ve net
dönem kar açısından bakıldığında mevcut banka 5. sırada rakip banka ise 2. sırada yer
almaktadır (TBB; 2008, s. 234).
Türkiye’deki mevduat bankalarının 2008 yılındaki toplam şube sayısı 8801 iken bunların 53 adeti yurtdışı geriye kalan 8748’i yurtiçi şubesidir. Toplam banka şube sayısının
yaklaşık 4.300’ü özel sermayeli mevduat bankalarına aittir. Çalışmada seçilen mevcut banka
(836) ve rakip banka (738) şube sayısı bakımından hem birbiri ile kıyaslanabilir durumda
hem de toplam mevduat bankaları şube sayısının yaklaşık yüzde 20’sini oluşturmaktadır
(www.tbb.org.tr,11.09.2009). Ayrıca, aynı anda çok sayıda bankanın müşterisi olan
örneklemi bulmak zor alacağı için tek bir rakip banka ile kıyaslama yapılmıştır.
3.3.1. Müşteri İstek ve İhtiyaçlarının Belirlenmesi
Bankaların müşteri portföyünün ne kadar geniş olduğunu göz önünde bulundurulursa
ve bu doğrultuda müşteri beklenti ve gereksinimlerinin ne kadar geniş bir yelpazeye
yayılabileceğini anlamak kolay olacaktır. Müşteri beklenti ve gereksinimlerinin belirlenmesi
için odak gruplar oluşturulmuş, çeşitli meslek gruplarından kişilerle görüşülmüş ve literatürdeki çalışmalardan (Gonzalez vd. 2004; Çelikçapa ve Emel, 2005) yararlanılmıştır. Görüşmelerde banka müşterisilerine “Bir bankadan ne beklersiniz?” “Sizce bir banka nasıl olmalı?”
gibi sorular sorularak müşteriler gözünde bir değerlendirme yapılmıştır. Görüşmeler neticesinde alınan cevaplar gözden geçirilmiş ve aşağıdaki müşteri beklentileri elde edilmiştir.
Güler Yüzlü ve Samimi Hizmet (GH): Müşterinin hizmet almak için hazır bulunduğu
anda personelin müşteriye olan pozitif yaklaşımını ifade eder.
Temiz, Düzenli ve Hoş Bir İç Mekan (TM): Müşterinin görüntü olarak bankaya dair olumlu düşünceler edinebilmesini sağlayabilmek için dikkat edilmesi gereken fiziksel öğelerdir.
Yaygın ve Ulaşılabilir Şube Ağı (YŞ): Daha çok müşteriye hizmet sunabilmek için ülke
genelinde şube sayısının artırılması gerekliliği anlamına gelen müşteri beklentisidir.
Her Müşteriye Uygun Çözüm Sağlama ve Danışmanlık Hizmeti (MD): Her bir müşterinin beklentilerini ve ihtiyaçlarını belirleyerek bu beklenti ve ihtiyaçlara yönelik özel hizmet
sunulmasını ifade eden bir beklentidir.
Hızlı ve Doğru hizmet (Kısa Bekleme Süreleri)(HH):Müşterilerinin işlemlerinin talep
edilen en kısa sürede en hatasız olarak gerçekleştirilmesidir. Müşteriye bilgiyi doğru
aktarabilmek ve doğru hizmeti sunabilmek için müşterinin problemini en iyi şekilde analiz
ederek mümkün olduğunca çabuk cevap verebilmek amacını taşıyan müşteri beklentisidir.
Bilinirlik (Toplumun Zihninde Yer Etme)(B):Bankanın çeşitli tanıtım araçları ya da faaliyetlerle tanınmışlığının artırılarak, müşterinin marka olarak algılanmasının sağlanmasıdır.
Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin Saklanması (GK): Banka işlemlerinde güvenliğin sağlanması, müşteri bilgilerinin gizliliğinin korunacağının garanti altına alınması anlamına gelen
müşteri beklentisidir.
42
Bankacılar Dergisi
Şube Dışı Bankacılık Hizmetleri (Telefon Bankacılığı, İnternet Bankacılığı) (ŞB): Şubeler dışında 24 saat hizmet sunulmasını ifade eden müşteri beklentisidir. Bu beklenti
müşterilerin telefon ya da interneti kullanarak da işlemlerini yapabilme kolaylığının sağlanması amacını ortaya koymaktadır.
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar (İK): Müşterilere sunulan indirim, para
puan, taksitlendirme ya da işlemlerde öncelik sırası sunulması gibi faaliyetler bütününü
kapsayan müşteri beklentisidir.
3.3.2.Teknik Gereksinimlerin Belirlenmesi
Müşteri beklentilerinin önem dereceleri belirlendikten sonra bu beklentilerin nasıl karşılanacağının da tespit edilmesi gerekmektedir. Bu aşamada KFG takımını oluşturan;
bankacılık deneyimine sahip ve aktif birer banka çalışanı olan alanında uzman 3 bankacı ve
2 öğretim üyesiyle görüşülmüştür. Ayrıca bu konuyla ilgili çalışmalardan da yararlanılarak
(Gonzalez vd. (2004); Çelikçapa ve Emel, 2005) daha önce tespit edilmiş olan müşteri
beklentilerinin nasıl karşılanacağına dair cevaplar aranmış ve kalite evinin teknik gereksinimler kısmı aşağıda kısaca açıklanan gereksinimlerden oluşturulmuştur.
Eğitim Programlarının Düzenlenmesi: Personele gerek temel bankacılık hizmetleriyle
ilgili gerekse insan ilişkileri ve müşterilerle ilgili eğitimlerin verilmesini ifade eden bir gereksinimdir.
CRM (Müşteri İlişkileri Yönetimi) Raporlarının Oluşturulması: Müşterilerin beklentileri
doğrultusunda bankanın tüm birimlerini yönlendirmesi ve böylece müşteri beklentilerini
karşılayarak müşteri memnuniyetinin sağlaması anlamına gelmektedir. Çalışmada incelenen
bankalar düzenli olarak bu raporları takip etmektedir.
Dış Kaynak Kullanımı (Outsourcing): Bankanın temel yeteneklerini asıl faaliyet konusu olan alanlara odaklayıp, temel yeteneklerini kullanmadığı alanlar için bu işleri daha iyi
yapabilen başka bir işletmeye yaptırması anlamına gelen bir teknik gereksinimdir. Buna
örnek olarak; temizlik işleri, yemekhane, taşımacılık ve güvenlik işleri gösterilebilir. Bankalar
bu hizmetlere ilave olarak ekspertiz ve danışmanlık hizmetlerini de dışarıdan temin etmektedirler.
Yatırım: Burada kastedilen sadece fiziksel anlamdaki yeni şubelerin açılabilmesi ve
yeterli hizmetin ihtiyaç olunan bölgelere ulaştırılabilmesi için gerekli olan yatırımdır. Bankalar
yeni bilgi işlem ağları kurmak gibi teknoloji geliştirmek amaçlı olarak da yatırımlar yapmaktadırlar.
Nitelikli Personel: Yapılacak işin gerektirdiği eğitim düzeyi ve kişilik özelliklerine sahip
elemanların işe alınmasını amaçlayan bu gereksinim, personelin işe alımında ayırt edilebilmesini sağlayacak kıstaslara göre sınava tabi tutulmasını gerektirmektedir. Personeli, zaman
içerisinde performansını ölçmeye dayalı programlara tabi tutarak değerlendirme yapılmalıdır.
Bilgi İşlem Sistemi: İşlemlerin yapılması ve banka genelinde veri tabanının saklanması için gerekli alt yapının sağlanması ve geliştirilmesini amaçlayan teknik gereksinimdir.
Reklam: Müşterinin beyninde yer edebilmek için yazılı ve görsel basında yer almak
anlamına gelmektedir.
Teknik Alt Yapının Güçlendirilmesi: Bankanın güvenlik sisteminin gelişen teknolojiyle
desteklenmesi ve geliştirilmesini ifade eder.
43
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz
Web Sitesinin Kullanışlı Hale Getirilmesi: Anlaşılabilir, kullanımı kolay ve zengin içeriğe sahip bir web sitesi oluşturulması gerekliliğini ortaya koyan bu gereksinim, bankacılık
hizmetlerinin internet üzerinden yapılabilmesini, kullanıcının yeni gelişmelerden haberdar
olmasını amaçlamaktadır.
Ürün Geliştirme Toplantılarının Yapılması: Müşteri beklentileri doğrultusunda, kar
marjları göz önünde bulundurularak mevcut ürün ya da hizmetlerin değiştirilip geliştirilmesi
veya yeni ürün ya da hizmetlerin sunulması anlamına gelmektedir.
3.3.3. Müşteri İsteklerinin Ağırlıklandırılması
Çalışmada iki bölümden oluşan bir anket hazırlanmıştır (EK 1). Anketin birinci bölümü
müşteri beklentilerini önem derecelerine göre sıralamayı başka bir ifadeyle müşteri beklentilerini ağırlıklandırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla anketin yöneltildiği kişilerden, çalışmanın
yöntemi bölümünde verilen ikili karşılaştırma ölçeğinden (Tablo 1) yararlanarak müşteri
beklentilerini birbirine göre karşılaştırılması istenmiştir. 164 anketten elde edilen verilerin
geometrik ortalaması alınarak aşağıdaki ikili karşılaştırma matrisi elde edilmiştir. İkili
karşılaştırmalar için en az 10 anket yapılması yeterlidir (Lam ve Chin, 2005: 767).
GH
TM
YŞ
A=
MD
GH
TM
YŞ
MD
HH
B
GK
ŞB
İK
1
2
1/2
½
1/2
1
½
1
½
1/2
1/3
1/3
1
1/3
1/2
½
1
1/2
1/2
1
½
1
1
1
1
2
½
1
1
1
2
½
2
1
1
1/3
1/2
½
1
2
2
1
HH
B
GK
ŞB
1
İK
2
1
İkili karşılaştırma matrisinin Expert Choice for Windows programı yardımıyla değerlendirilmesi ile AHS yaklaşımına göre müşteri beklentilerinin önem derecesi Tablo 2’deki gibi
belirlenmiştir. Tablo 2’deki verilerden incelenmekte olunan banka müşterileri için %20,8 ile
en önemli müşteri beklentisinin “güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması” olduğu görülmektedir. Bu beklentiyi %13,5’lik önemle “her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık
hizmeti” ile “hızlı ve doğru hizmet” beklentileri takip etmektedir. Sonuçlara göre en düşük
önem düzeyi %5,2 ile “temiz düzenli ve hoş bir iç mekan” beklentisine aittir. Bu sonuçlardan
anlaşıldığı üzere bir banka müşterisi için en önemli beklenti güvendir. Güven ortamında talep
ettiği işlemlerin zamanında yapılması ve beklediği hizmetin sunulması öncelikli beklentisidir.
Sonuçlara bağlı olarak müşterilerin bankanın fiziksel durumunu bir yerde göz ardı ettiklerini
düşünmek de mümkündür.
Tablo 2: Müşteri İsteklerinin Önem Derecesi
Müşteri İstekleri
1.Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
2.Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti
3.Hızlı ve doğru hizmet (Kısa Bekleme Süreleri)
4.Müşteriye sunulan imkânlar ve kampanyalar
5.Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
6.Şube dışı bankacılık hizmetleri(Telefon bankacılığı internet bankacılığı)
7. Güler yüzlü ve samimi hizmet
8. Bilinirlik(Toplumun zihninde yer etme)
9.Temiz düzenli ve hoş bir iç mekan
44
%
20,8
13,5
13,5
11,9
11,9
9,6
7,6
6,1
5,2
Bankacılar Dergisi
3.3.4. İlişki Matrisinin Oluşturulması
Müşteri beklentileri ile teknik gereksinimler arasındaki ilişkinin belirlenmesi için puanlama sistemi kullanılarak ilişki matrisi oluşturulmuştur. Puanlama KFG takımı yardımıyla
yapılmıştır. Burada 9; çok önemli ilişki, 3; orta ilişki, 1; zayıf ilişki anlamına gelmektedir (Park
ve Noh, 2002: 394; Yenginol, 2000: 64). Müşteri beklentileri ve teknik gereksinimler arasındaki ilişki Tablo 3’deki gibi belirlenmiştir.
A
© ©
O
A
A
© ©
O
©
A
O
©
O
A
O
©
©
©
O
Ürün Geliştirme
Bölümünün
Oluşturulması
©
Web Sitesinin
Kullanışlı Hale
Getirilmesi
Bilgi İşlem Sistemi
©
Teknik Altyapının
Güçlendirilmesi
Nitelikli Personel
A
Reklam
Yatırım
O
Eğitim
Programlarının
Düzenlenmesi
CRM Biriminin
Oluşturulması
Dış Kaynak
Kullanımı
(Outsourcing)
Önem Puanı
Tablo 3 : İlişki Matrisi
Müşteri Beklentileri
Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin
Saklanması
Her Müşteriye Uygun
Çözüm Sağlama ve
Danışmanlık Hizmeti
Hızlı ve Doğru Hizmet(Kısa
Bekleme Süreleri)
Müşteriye Sunulan İmkanlar
ve Kampanyalar
Yaygın ve Ulaşılabilir Şube
Ağı
Şube Dışı Bankacılık
Hizmetleri(Tlf, İnternet
Bank.)
Güleryüzlü ve Samimi
Hizmet
Bilinirlik(Toplumun Zihninde
Yer Etme)
Temiz, Düzenli ve Hoş Bir İç
Mekan
20,5
9
A
13,6
3
O
O
12,8
2
12,7
3
11,7
8
O
9,50
A
O
7,82
©
O
5,09
©
©
©
©=9
O
©
©
A
6,16
A
O
O
©
A
O
O
O=3 A=1
3.3.5. Müşteri Bazlı Rekabet Matrisinin Oluşturulması
Anketin formunun ikinci bölümündeki sorular incelenmekte olan bankanın ve rakip
bankanın müşteri beklentileri bazında değerlendirilmesini ve müşteri beklentilerinin önem
puanın hesaplanmasına yöneliktir. Örnek kütlenin belirlenmesinde, olasılığa dayalı örnekleme yöntemlerinden biri olan basit tesadüfü örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Çalışma,
tesadüfen seçilen 8 ilde anket yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. Zaman ve maliyet kısıtlamaları
anketin uygulandığı illerin belirlenmesinde etkili olmuştur. Bu iller; Trabzon, İstanbul, Ankara,
Samsun, İzmir, Sivas, Rize ve Sakarya’dır. Anket sorularını aynı anda her iki bankanın da
müşterisi olan kişilere cevaplandırtmak gerektiği için ancak 300 anket yapılabilmiş ve 136
anket bazı soruları cevaplandırılmadığı için değerlendirme dışı tutulmuştur. Böylece 164
anketten elde edilen cevaplar çalışmanın verilerini oluşturmuştur. Ayrıca Türkiye genelinde
banka şubelerinin hem teknik hem de fiziki şartlar bakımından standart özelliklere sahip
olması nedeniyle yapılan anketlerin yeterli olduğu kanaatine varılmıştır. 164 banka müşterisinden anketi 5’li skalaya (1:Yetersiz, 2:Kısmen Yetersiz, 3:Ne Yeterli Ne Yetersiz, 4:Kısmen
Yeterli, 5:Yeterli) göre doldurmaları istenmiştir. Buradan elde edilen verilerin aritmetik
ortalaması hesaplanarak müşteri bazlı rekabet matrisi oluşturulmuştur. Bu değerler kalite
evinin müşteri bazlı rekabet matrisinde Mevcut banka sütununu oluşturmuştur. Benzer
değerlendirme rakip banka içinde yapılarak Rakip Banka sütunu elde edilmiştir. Bu değerler
Tablo 4’de verilmiştir. Tablo 4’deki sonuçlar incelendiğinde, müşterilerin gözünde Mevcut
Bankanın “Temiz düzenli ve hoş bir iç mekan” müşteri beklentisinde rakibinden daha iyi
olduğu, “Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı” ve “Şube dışı bankacılık hizmetleri” müşteri
beklentileri konusunda rakibinden çok az farkla da olsa daha iyi olduğu, “Hızlı ve doğru
hizmet” müşteri beklentisine bakıldığında ise rakibinin çok önünde olduğu anlaşılmaktadır.
45
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz
Burada dikkati çekecek asıl konu ise en önemli müşteri beklentisi olarak tespit edilen
“Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması” bakımından Mevcut Bankanın Rakip Bankadan
daha iyi olduğudur. “Güler yüzlü ve samimi hizmet”, “Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve
danışmanlık hizmeti”, “Bilinirlik” ve “Müşteriye sunulan imkanlar ve kampanyalar” müşteri
beklentilerine bakıldığında ise rakipten daha kötü olduğunu görülmektedir. Her bir müşteri
beklentisinin önem puanını hesaplayabilmek için ilerleme oranından yararlanılmaktadır.
Önem derecesinden yararlanarak ilerleme oranı ve önem puanı aşağıdaki gibidir:
İlerleme Oranı = Rakip Banka Verileri / Mevcut Banka Verileri
Önem Puanı = Müşteri İsteğinin Önem Derecesi x İlerleme Oranı
Tablo 4: Müşteri İsteklerinin Önem Puanları
Müşteri Beklentileri
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve
danışmanlık hizmeti
Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri)
Müşteriye sunulan imkanlar ve kampanyalar
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Şube dışı bankacılık hizmetleri(Telefon ve
internet bankacılığı)
Önem
Derecesi
20,80
Mevcut
Banka
4,24
Rakip
Banka
4,20
İlerleme
oranı
0,99
Önem
puanı
20,59
13,50
13,50
11,90
11,90
3,37
3,24
3,49
3,73
3,43
3,08
3,75
3,71
1,01
0,95
1,07
0,99
13,63
12,82
12,73
11,78
9,60
3,92
3,90
0,99
9,50
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Bilinirlik(Toplumun zihninde yer etme)
7,60
6,10
3,45
4,15
3,57
4,21
1,03
1,01
7,82
6,16
Temiz düzenli ve hoş bir iç mekan
5,20
3,88
3,84
0,98
5,09
Tablo 4’den Mevcut Bankanın Rakip Bankaya göre en yetersiz olduğu müşteri beklentisinin 1,07 ilerleme oranıyla “Müşteriye sunulan imkanlar ve kampanyalar” olduğu anlaşılmaktadır. İlerleme oranının 1,07 olmasının anlamı bankanın rakip bankaya göre 1,07 kat
iyileştirmeye gitmesi gerektiğidir. Diğer müşteri beklentilerinden “Güler yüzlü ve samimi
hizmet” için 1,03; “Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti” için 1,01;
“Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)” 1,01 kat iyileştirmeye gitmek gerektiği anlaşılacaktır.
Rakibin ise yetersiz olduğu örneğin “Hızlı ve doğru hizmet” beklentisinde incelenmekte
olunan banka seviyesine gelebilmesi için kendisini 1,05 (3,24/3,08) kat geliştirmesi gerekmektedir. Önem derecesi bakımından ilk sırada olan “Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması” müşteri beklentisine bakıldığında ise Mevcut Bankanın rakibine göre daha iyi olduğu
görülmektedir.
3.3.6.Teknik Bazlı Rekabet Matrisinin Oluşturulması
Teknik bazlı rekabet değerlendirmesinde, müşteri bazlı rekabet değerlendirmesinde
olduğu gibi teknik gereksinimlerin rakip banka ile kıyaslanması ve kendi aralarında
önceliklendirilmesi amaçlanmıştır. Her sütun için teknik önem düzeyi aşağıdaki şekilde
hesaplanmaktadır.
TÖD = ∑(Hücre Değerleri x Önem Puanı)
Örnek olarak “Eğitim programları düzenlenmesi” teknik gereksinimi için teknik önem
düzeyi şu şekilde hesaplanmıştır:
TÖD=(9x7,82)+(1x5,09)+(3x13,63)+(3x12,82)+(1x20,59)+(1x9,50)=184,91
Teknik gereksinimler için hesaplanan “teknik önem düzeyleri” toplam teknik önem düzeyi değerine bölünerek teknik önem yüzdeleri hesaplanmaktadır. En önemli teknik gereksinim %21 önem yüzdesi ile “Bilgi İşlem Sistemi” olarak bulunmuştur. Bu teknik gereksinimi
%14 önem yüzdesi ile “Nitelikli Personel”, %13 önem yüzdesi ile “CRM”, %12 önem yüzdesi
46
Bankacılar Dergisi
ile “Yatırım”, %11 önem yüzdesi ile “Web Sitesinin Kullanışlı Hale Getirilmesi”, %7 önem
yüzdeleri ile “Eğitim Programlarının Düzenlenmesi”, “Teknik Alt Yapının Güçlendirilmesi” ve
“Ürün Geliştirme Toplantılarının Düzenlenmesi”, %5 önem düzeyi ile ‘Dış Kaynak Kullanımı’
%3 önem yüzdesi ile “Reklam” teknik gereksinimleri takip etmektedir.
Tablo 5’de oluşturulan kalite evinde ilerleme oranı, önem puanı, teknik önem puanı,
teknik önem yüzdesi de yer almaktadır.
Sonuç
Günümüzde hızla değişen ve gelişen rekabet ortamında önemi artan kalite ve müşteri
memnuniyeti kavramlarını odak noktası olarak belirleyen bir teknik olan Kalite Fonksiyon
Göçerimi talep edileni tasarıma dönüştürmeyi amaçlayan sistematik bir metottur. Bu çalışma
Mevcut Banka müşterilerinin memnuniyetini ölçmek, müşteri beklentilerinin önem derecelerini
ve Mevcut Bankanın bu beklentileri karşılamadaki yeterliliğini belirlemeyi amaçlamaktadır. Bu
nedenle, yapılan anket çalışması Kalite Fonksiyon Göçerimi metodu ile değerlendirilmiştir.
Değerlendirmelerin yapıldığı örneklem için en önemli müşteri beklentisinin “Güvenlik
ve Kişisel Bilgilerin Saklanması” olduğu, bu beklentisi eşit öneme sahip “Her Müşteriye
Uygun Çözüm Sağlama ve Danışmanlık Hizmeti” ile “Hızlı ve Doğru Hizmet” müşteri
beklentileri takip ettiği belirlenmiştir. Çelikçapa ve Emel (2005) tarafından yapılan çalışmada
da en önemli müşteri beklentisinin hız ve güvenilirlik olması elde edilen sonuçları desteklemektedir (Çelikçapa ve Emel, 2005: 4). İspanya’da yapılan benzer bir çalışmada ise en
önemli müşteri beklentileri kolay kullanılan ATM’ler, olumlu personel-müşteri ilişkileri ve
güvenlik olarak tespit edilmiştir (Gonzalez vd. 2004: 322). En düşük önem düzeyi ise “Temiz
Düzenli ve Hoş Bir İç Mekan” müşteri beklentisine aittir. Bu sonuçlardan banka müşterilerinin
güvenliğe çok önem verdikleri ve bankanın işlemlerini mümkün olan en kısa zamanda, en
doğru biçimde yapmasını arzu ettikleri anlaşılmıştır.
47
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz
Çalışmada belirlenen en önemli teknik gereksinim olarak “Bilgi İşlem Sistemi” olarak
belirlenmiştir. En önemli müşteri beklentisi olan “Güvenlik ve Kişisel Bilgilerin Saklanması”
beklentisinin en önemli teknik gereksinim olarak tespit edilen “Bilgi İşlem Sistemi” ile güvenli
bir veri tabanı oluşturulma anlamında yakın ilişki içerisinde olduğu açıktır. Bilgi işlem
sisteminin güncellenmesi ve eksikliklerinin giderilmesi müşterilere hızlı ve doğru hizmet
sunmada, her müşteriye uygun çözüm sağlamada ve şube dışı bankacılık hizmetlerinde
avantaj sağlayacaktır. “Bilgi İşlem Sistemi” teknik gereksinimini “Nitelikli Personel” ve “CRM
Raporlarının Oluşturulması” teknik gereksinimleri izlemektedir. Gonzalez vd. (2004),
tarafından yapılan çalışmada ise en önemli teknik gereksinim pazar kampanyaları iken,
nitelikli personel ikinci sırada ve bilgi işlem sistemi üçüncü sırada yer almıştır
Banka çalışanlarının eğitim düzeyi müşterilerle pozitif ilişkileri kurmalarını ve böylece
bankaya dair olumlu düşüncelerin artmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda hizmet kalitesi
nitelikli personelin vereceği doğru cevaplar ve kısa işlem süreleri ile artacaktır. Müşteri
ilişkileri yönetimi (CRM) raporlarının düzenli olarak takip edilmesi müşterilere özelliklerine
göre hizmet sunulmasını sağlayacaktır. Çalışmanın bazı kısıtları bulunmaktadır. Çalışmada
değerlendirmeye alınan müşteri beklentileri ve teknik gereksinimler artırmak mümkündür.
Çalışmada KFG takımı ve literatür dikkate alınarak müşteri beklentileri teknik gereksinimler
belirlenmiştir. Diğer bir kısıt çalışma sadece bir özel banka ile rakibini kapsamaktadır. Bu
nedenle elde edilen sonuçları genellemek doğru değildir. Son olarak bundan sonra yapılacak
çalışmalarda KFG farklı sektörlere stratejik planlama, süreç tasarlama ve mamul tasarımı gibi
amaçlarla uygulanabilir.
Kaynakça
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
48
ABASOV, V. (2002), “Mamul ve Mamul Üretim Sistemlerinin Geliştirilmesinde Kalite Fonksiyon
Göçeriminin Rolü ve Bir Uygulama”, Dokuz Eylül Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme
Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi
AKBABA, A. (2005), “Yeni Ürün Geliştirme Sürecinde Kalite Fonksiyon Göçerimi (KFG): Turizm
İşletmeleri İçin KFG Temelli Bir Ürün Geliştirme Süreci Önerisi”, Selçuk Üniversitesi Karaman
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Sayı. 2 Cilt. 5, ss.38-59.
AKAO, Y (1997) “QFD: Past, Present, and Future”, In: Transactions of the Third International
Symposium on Quality Function Deployment, October 1–2, Link¨oping, Sweden, Vol. 1 Plenary
Sessions (downloadable from the QFD Institute’s website: http://www.qfdi.org).
AKAO, Y. ve MAZUR, G. (2003), “The Leading Edge In QFD: Past, Present And Future”, “The
Leading Edge İn QFD: Past, Present and Future”, International Journal of Quality and
Reliability Management, Vol.20, No.1, 2003, pp.20-35.
BHATTACHARYA, A., SARKAR, B. and KUMAR, M.S., (2005), “Integrating AHP With QFD For
Robot Selection Under Requirement Perspective”, International Journal of Production
Research, Vol. 43 No. 17, pp. 3671-3685.
BOUCHEREAU, V. ve ROWLANDS, H. (2000), “Methods And Techniques To Help Quality
Function Deployment (QFD)”. Benchmarking: An International Journal, Vol. 7, No.1, s.8-19.
ÇELİKÇAPA, F. O.and EMEL G. G. (2005), “E-Banking Options: Which One Best Fits For
Customer?”, 35th International Conference on Computers & Industrial Engineering, June
19-22, Istanbul.
CHAN, L.K. And WU, M.L.(2005), “A Systematic Approach To Quality Function Deployment With
A Full İllustrative Example”, Omega, Vol. 33, No. 2, pp. 119-139.
CHUANG, P.T. (2002), “A QFD Approach for Distribution ‘s Location Model” International
Journal of Quality and Reliability Management, Vol.19., No8/9,pp.1037-1054.
CROWE, T.J. and CHENG, C. (1996), “Using Quality Function Deployment In Manufacturing
Strategic Planning”, International Journal of Operations & Production Management, Vol. 16
No 4, pp. 35-48.
DELANO, G., PARNEL, G., SMİTH, C., and VANCE, N., (2000) Quality Function Deployment and
Decision Analysis”, International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.20,
No.5.pp.591-609.
ELDİN, N.A. (2002), “Promising Planning Tool: Quality Function Deployment”, Cost Engineering,
Vol. 44 No. 3, p.10-28.
Bankacılar Dergisi
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ENRIQUEZ, F.T., OSUNA, A. J. and BOSCH, V.G. (2004) “Prioritizing Customer Needs at
Spectator Events: Obtaining Accuracy at a Difficult QFD Arena”, International Journal of
Quality and Reliability Management, Vol.21, No.9, pp.984-990.
FUNG, R.Y.K., LAW, D.S.T. ve IP, W.H. (1999), “Design Targets Determination For InterDepartment Product Attributes In QFD Using Fuzzy Interference”, Integrated Manufacturing
Systems, Vol. 10, No. 6, s. 376-87.
GONZALEZ, M., QUESADA, G., PICADO, F., and ECKELMAN, C.A. (2004), “Customer
Satisfaction Using QFD: An E-Banking Case”, Managing Service Quality, Vol. 14, p317-330.
GRIFFIN, A. and HAUSER, J. (1993) “Voice of Customer”, Marketing Science, Vol. 12 No.1, pp.
1-27.
GÜLENÇ F. ve ARACI, Ö. (2008), “Kalite Fonksiyon Göçeriminin Özel Hastanelerin Poliklinik
Hizmetlerine Uygulanması”, İktisat İşletme ve Finans, Cilt. 23 Sayı. 262, ss.70-88.
GINN, D. and ZAIRI, M., (2005), “Best Pratice QFD Application: An Internal/External
Bencmarking Approach Based on Ford Motors Experience”, International Journal of Quality
and Reliability Management, Vol.22, No.1,pp.38-58.
HAN, S.B., CHEN, S.K., EBRAHİMPOUR, M. and SODHİ, M.S. (2001), “A Conceptual QFD
Planning Model”, International Journal of Quality and Reliability Management, Vol.18 No.8,
pp.796-812.
HERRMANN, A., HUBER, F., ALGESHEİME, R. and TOMCZAK, (2006) “An Empirical Study of
Quality Function Deployment on Company Performance”, International Journal of Quality &
Reliability Management, Vol. 23 No. 4, pp. 345-366.
JAGDEV, H. and BRADLEY, P.A (1997), “QFD Based Performance Measurement Tool”,
Computers in Industry, Vol. 33 No. 2/3, pp. 357-366.
KİLLEN, C.P., WALKER, M. and HUNT, R.A. (2005), “Strategic Planning Using QFD”,
International Journal of Quality & Reliability Management, Vol. 22 No. 1, pp. 17-29.
KUMAR, R. and MİDHA, P.S.A (2001), “QFD Based Methodology For Evaluating A Company's
PDM Requirements For Collaborative Product Development”, Industrial Management & Data
Systems, Vol. 101 No. 3/4, pp. 126-133.
KURUÜZÜM, A ve ATSAN, N (2001), “Analitik Hiyerarşi Yöntemi ve İşletmecilik Alanındaki
Uygulamaları”, Akdeniz Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Vol. 1, ss. 83-105
LAM, P. K. and CHİN, K. S. “Identifying and Prioritizing Critical Success Factors For Conflict
Management In Collaborative New Product Development”, Industrial Marketing Management,
Vol. 34, November 2005, pp. 761– 772.
MİGUEL, P.A.C. (2005), “Evidence of QFD Best Practices for Product Development: A Multiple
Case Study”, International Journal of Quality & Reliability Management, Vol. 22 No. 1, pp.
72-82.
OLHAGER, J., and WEST., B. M. (2002), The House Of Flexibility: Using The QFD Approach To
Deploy Manufacturing Flexibility, International Journal of Operations & Production
Management, 2002, Vol. 22, No 1, p50, 30p
ÖTER, Z., ve TÜTÜNCÜ, Ö. (2001), “Turizm İşletmelerinde Kalite Fonksiyon Göçerimi: Seyahat
Acentelerine Yönelik Varsayımsal Bir Yaklaşım”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Cilt 3 Sayı:3, ss. 95-116.
PARK, H., and NOH, S. J., (2002), Enhancement of Web Design Quality Through The QFD
Approach, Total Quality Management, Vol. 13, No. 3, p393-401.
RAMASAMY, V. ve SELLADURAİ R. (2004), Fuzzy Logic Approach To Prioritize Engineering
Characteristics İn Quality Function Deployment (FL-QFD), International Journal of Quality &
Reliability Management; Vol.21, No.9, s.1012-1023.
SAATY, T.L. (2006), “An Exposition of The Ahp In Reply to The Paper “Remarks on The Analytic
Hierarchy Process”, Management Science, Vol.36, No.3, pp. 259-268.
SAATY, T.L. (2006), Fundamentals of Decision Making and Priority Theory with The
Analytic Hierarchy Process, RWS Publications, Pittsburgh, USA.
SAATY, T.L. and VARGAS, L.G. (2001), Models, Methods, Concepts and Applications of The
Analytic Hierarchy Process, Kluwer Academic Publishers, Boston, USA.
SHER, S.S., (2006), “The Application of Quality Function Deployment (QFD) in Product
Development- The Case Study of Taiwan Hypermarket Building”, Journal of American
Academy of Business, Cambridge, Vol. 8 No. 2, pp. 292-295.
TANG, L.C. ve PAOLI, P. (2004), “A Spreadsheet-Based Multiple Criteria Optimization
Framework for Quality Function Deployment” International Journal of Quality and Reliability
Management, Vol.21, No.3, pp.329-347.
TBB, (2009), Bankalarımız 2008,Yayın no.264.
49
Yrd. Doç. Dr. Talha Ustasüleyman - Semra Abanoz
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
TBB, www.tbb.org.tr/tr/Banka_ve_Sektor_Bilgileri/Banka_Sube_Bilgileri.asp?tarih=(11.09.2009)
TRAN T.L., ve SHERİF J. S.(1995) “Quality Function Deployment (QFD): An Effective Technique
For Requirements Acquisition and Reuse”, California Institute of Technology, pp.191-200
YENGİNOL, F. (2000) “Yeni Ürün Geliştirmede Müşteri İstek ve İhtiyaçlarını Teknik Karakteristiklere Dönüştürmeye Sağlayan Bir Yöntem: Kalite Fonksiyon Göçerimi”, Dokuz Eylül Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Doktora Tezi.
YOO, K., and CHOI E. Y. C. (2006) “Analytic Hierarchy Process Approach for İdentifying Relative
İmportance of Factors to İmprove Passenger Security Checks at Airports”, Journal of Air
Transport Management 12, pp.135–142
EK-1
1. Bölüm: Aşağıdaki ikili eşleştirmeleri, önem dereceleri bakımından puan çizelgesinde verilen değerlere göre değerlendiriniz.
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri)
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı)
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Şube dışı hizmet(Telefon ve İnternet Bankacılığı)
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar
Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti
Hızlı ve doğru hizmet (Kısa bekleme süreleri)
Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti
Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)
Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti
Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı)
Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar
Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan
Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti
Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan
Hızlı ve doğru hizmet (Kısa bekleme süreleri)
Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan
Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)
Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan
Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı)
Hızlı ve doğru hizmet (Kısa bekleme süreleri)
Bilinirlik(Toplumun zihninde yer etme)
Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri)
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri)
Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı)
Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri)
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar
Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)
Şube dışı hizmet(Telefon ve İnternet Bankacılığı)
Temiz,düzenli ve hoş bir iç mekan
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Her müşteriye uygun çözüm ve danışmanlık hizmeti
Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı)
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Hızlı ve doğru hizmet(Kısa bekleme süreleri)
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar
Şube dışı hizmet (Telefon ve İnternet Bankacılığı)
Müşteriye Sunulan İmkanlar ve Kampanyalar
2. Bölüm: İsmi yazılı bankaları 1’den 5’e kadar bir numara vererek değerlendirir misiniz? (1:Yetersiz, 2:Kısmen Yetersiz, 3:Ne
Yeterli Ne Yetersiz, 4:Kısmen Yeterli, 5:Yeterli)
Müşteri İstekleri / Banka Adı
Güler yüzlü ve samimi hizmet
Temiz, düzenli ve hoş bir iç mekan
Yaygın ve ulaşılabilir şube ağı
Her müşteriye uygun çözüm sağlama ve danışmanlık hizmeti
Hızlı ve doğru hizmet (Kısa Bekleme Süreleri)
Bilinirlik (Toplumun zihninde yer etme)
Güvenlik ve kişisel bilgilerin saklanması
Şube dışı bankacılık hizmetleri(Telefon bankacılığı, internet bankacılığı)
Müşteriye sunulan imkânlar ve kampanyalar
50
Mevcut Banka
Rakip
Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009
5510 Sayılı Kanunla Bankalara Getirilen Yükümlülükler ve
Banka Sandıklarının Kuruma Devri
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu*
I. Giriş
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu pek çok sorunları ve
bilinmezlikleri ile birlikte 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdi. Kanunun yürürlüğünden en çok
etkilenen ise kuşkusuz bankalar oldu. Zira bankalar bir yandan işveren sıfatı ile Kanunun
yeniliklerine uyum sağlamaya çalışırken diğer yandan da özel olarak bankalar hakkında
öngörülen başka bazı yükümlülüklerle karşı karşıya kaldılar. Gerçekten, 5510 sayılı Kanunda
sistemin aksayan bazı yönlerini düzeltmek için bankacılık sisteminden yararlanılmak
istenilmiştir. Bu nedenle de bankalar adeta “kayıt dışılığı denetleyen” bir kuruma dönüştürülmüşlerdir. Bu bağlamda, kayıt dışılığı önlemek için bankalara bankacılık işlemleri sırasında
bilgi toplama ve sigortalılığın kontrolü yapma (m.8/VII); Kuruma sigortalılarla ilgili bilgi ve
belge verme (100); Bankalarla iş yapan işverenlerin sigorta primlerini ödeyip ödemediklerini
denetleme ve ödenmeyen primleri hak edişlerde kesme (m.90) yükümlülüğü getirilmiştir.
Yukarıda belirtilen hükümlerin dışında bankalar açısından bir diğer önemli düzenleme
de banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devrinin öngörülmesi olmuştur. Belirtelim ki, bu
konu esasında uzun yıllardan beri tartışılmaktaydı. Ancak söz konusu sandıkların hangi
esaslar çerçevesinde Kuruma devredileceği noktasında uzlaşma sağlanamadığı için de
somut bir adım atılamamıştı. Bu konuda son yıllardaki en önemli düzenleme 5411 sayılı
Bankacılık Kanununun Geçici 23. maddesi ile yapılmış ve sandıkların iştirakçileri ile malullük,
yaşlılık ve ölüm sigortasından aylık veya gelir bağlanmış olanlar ile bunların hak sahiplerinin
herhangi bir işleme gerek kalmaksızın bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç yıl içinde
Sosyal Sigortalar Kurumuna devredilerek 506 sayılı Kanun kapsamına alınması öngörülmüştü. Ancak Geçici 23. maddenin birincisi fıkrası Anayasa Mahkemesince Anayasanın 2.
maddesine aykırı bulunarak iptal edilmiş; birinci fıkranın iptali nedeniyle diğer fıkraların
ygulanabilirliğinin kalmaması da gözetilerek maddenin diğer tüm fıkraları iptal edilmişti1.
Bunun üzerine konu bu defa 5510 sayılı Kanunun geçici 20. maddesi ile düzenlenmiş ve
banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devri öngörülmüştür.
Bu çalışmada esas itibariyle 5510 sayılı Kanunla bankalara işveren sıfatı nedeniyle
değil, banka olmaları nedeniyle getirilen yükümlülükler üzerinde durulacaktır. Ayrıca bankalar
açısından önemli olan banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devri konusuna da kısaca
değinilecektir. Belirtelim ki, banka ve sigorta sandıklarının Kuruma devri esasında ayrı bir
çalışma konusu olabilecek niteliktedir. Bu çalışmada bu konunun ayrıntılarına değinilmeyecek, sadece genel olarak devre ilişkin bilgi verilecektir.
II. 5510 Sayılı Kanunda Bankalara Getirilen Ek Yükümlülükler
1. Genel olarak
Bilindiği gibi kayıt dışı sigortalı çalıştırma olgusu ülkemizin en önemli sorunlarından
biridir. Yüksek orandaki kayıt dışılık esas itibariyle sistemi de tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.
*
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Başkanı.
51
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
Kayıt dışılığın önlenmesi için pek çok yönteme başvurulmasına rağmen bu sorunun çözülmesi hala mümkün olmamıştır.
5510 sayılı Kanunda 506 sayılı Kanundan farklı olarak kayıt dışılıkla mücadele kapsamında bazı özel düzenlemelere yer verilmiştir. Bu bağlamda kayıt dışı sigortalı çalıştırma
olgusunun engellenmesi için sadece Kurumun denetim elemanları aracılığıyla yapılacak
denetim yeterli görülmemiş, başka kurum ve kuruluşlarının kayıtlarından yararlanılarak bir
kontrol sistemi kurulmak istenmiştir. Bunun için de 5510 sayılı Kanunun 8. maddesinin 7.
fıkrasında önemli bir hükme yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun m.8/VII’ye göre, “kamu idareleri ile bankalar, Kurumca sağlanacak
elektronik altyapıdan yararlanmak suretiyle, Kurumca belirlenecek işlemlerde, işlem yaptığı
kişilerin sigortalılık bakımından tescilli olup olmadığını kontrol etmek ve sigortasız olduğunu
tespit ettiği kişileri, Kuruma bildirmekle yükümlüdürler” (m.8/VII). Bu yükümlülüğün usul ve
esaslarının düzenlenmesi ise Kurum tarafından çıkarılacak yönetmeliğe bırakılmıştır.
Kanunda, söz konusu maddenin usul ve esaslarının bir yönetmelikle düzenleneceğinin belirtilmesine Kurumca doğrudan bu konuyu düzenleyen bir yönetmelik çıkarılmamıştır.
Bunun yerine, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin2 13. maddesinde konuya ilişkin genel
bir hükme yer verilmiş, daha doğru bir deyişle Yönetmeliğin 13. maddesi, Kanunun 8.
maddesinin yedinci fıkrasını aynen tekrarlamıştır. Ardından ikinci fıkrasında da, bu maddenin
uygulamasına ilişkin usul ve esasların bir tebliğle düzenleneceğini ifade etmiş, nihayet
28.09.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “5510 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesinin
Yedinci Fıkrasının Uygulanması Hakkında Tebliğ”le3 konu düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen gelişmeler göz önünde tutulduğunda öncelikle cevaplanması gereken soru, Kanunun yönetmelikle düzenleneceğini belirttiği bir konuda tebliğle düzenleme
yapılıp yapılamayacağıdır. Bu nedenle konu önce bu açıdan incelenecek, ardından tebliğ
hükümleri üzerinde durulacaktır.
2. Bankacılık İşlemleri Sırasında Başvuruda Bulunanlardan Bilgi Toplama
Yükümlülüğünün Yönetmelik Yerine Tebliğle Düzenlenmesi Sorunu
İdare Hukukunun genel ilkelerinden biri de “kanuni idare”dir. Kanuni idare, idarenin,
kanunun verdiği yetki ve görev doğrultusunda hareket etmesini ifade eder4. Ancak kanun
koyucu bazı durumlarda idareye takdir yetkisi de tanıyabilir. Takdir yetkisi, hukuk kurallarının
idareye belli bir doğrultuda hareket etmesi konusunda emir, yetki, görev vermediği durumlarda söz konusu olur5. Mevzuat bir idari işlemin nasıl yerine getirileceği konusunda idareye
yetki vermiş, serbest bir alan bırakmışsa takdir yetkisinden söz edilir. Fakat böyle bir yetki
verilmeksizin, idari işlemin nasıl yapılacağını kanunda açıkça düzenlenmişse artık idarenin
“bağlı yetkisi”nden söz edilir ve idare söz konusu işlemi ancak kanunun emrettiği biçimde
yapar6. Aksi halde idarenin kanuniliğinden söz etmek mümkün olmaz. 5510 sayılı Kanunun 8.
maddesinde, bu maddeye ilişkin usul ve esasların bir yönetmelikle düzenlenmesi emredildiği
için bu konuda idareye bir takdir yetkisi verilmemiştir. Dolayısıyla konu ancak bir yönetmelikle
düzenlenebilir.
Öte yandan, yukarıda da ifade edildiği gibi, 5510 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin usul ve esasları göstermek üzere Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği çıkarılmış ve bu
Yönetmeliğin 13. maddesinde, Kanunun 8. maddesinin 7. fıkrası aynen tekrarlanmış,
ardından da bu konunun bir tebliğle düzenleneceği belirtilmiştir. Böylece konu adeta önce
yönetmelikle düzenlenmiş, yönetmeliğin düzenlemediği hususlarda da tebliğ ile düzenleme
yapıldığı sonucu yaratılmak istenmiştir. Oysa yönetmeliklerin amacı kanunla genel esasları
gösterilen bir konunun ayrıntılarını düzenlemektir. Yoksa bir kanun hükmünü aynen tekrarlamak değildir. Bu nedenle Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 13. maddesinin bu amacı
52
Bankacılar Dergisi
gerçekleştirdiğinden söz edilemez. Bir başka deyişle Sosyal Güvenlik Kurumunun bu işlemi
kanuna uygunluk taşımamaktadır.
Belirtelim ki, Danıştay da, "5510 Sayılı Kanunun 8’inci Maddesinin 7’nci Fıkrasının
Uygulanması Hakkında Tebliğ"in 23. maddesinin iptali ve yürütülmesinin durdurulması
istemiyle açılan bir davada, 8. ve 100. maddeye ilişkin esasların Yönetmelik yerine tebliğle
düzenlenmesini normlar hiyerarşisine aykırı bulmuş ve yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.
Danıştay 10. Dairesinin kararına göre, “…davalı idarece, Tebliğin dayanakları arasında
28/8/2008 tarih ve 26981 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri
Yönetmeliğinin 13. maddesinin ikinci fıkrasının gösterildiği, anılan düzenleme uyarınca Tebliğ
çıkarılabileceği ileri sürülmüş ise de, 5510 sayılı Yasanın 8. ve 100. maddelerinde açıkça bu
maddelerin uygulanmasıyla ilgili usûl ve esasların Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle
düzenleneceği belirtildiğinden bu konuda yönetmelik çıkarılmamış olması ve yönetmelik
yerine tebliğle düzenleme yapılmış olmasında da hukuka uyarlık bulunmamaktadır”7.
3. Bankacılık İşlemleri Sırasında Başvuruda Bulunanlardan Bilgi Toplama ve
Kurum Gönderme
a) Bankalarca Sorulması Gereken Sorular
Yukarıda da belirtildiği gibi, 5510 sayılı Kanunda bankalara bazı bankacılık işlemleri
sırasında müşterilere sorular sorulması yükümlülüğü getirilmiştir. Kanunda, hangi işlemlerde
müşterilere soru sorulacağına ilişkin bir düzenleme ise bulunmamaktadır. Aksine Kanunda
bu hususun Kurumca belirleneceği ifade edilerek bu konudaki yetki Kuruma bırakılmıştır.
Kurum söz konusu işlemlerin neler olduğunu 5510 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesinin
Yedinci Fıkrasının Uygulanması Hakkında Tebliğ’in 5. maddesinde açıklığa kavuşturmuştur.
Tebliğe göre, gerek bizzat bankaya gidilerek gerek internet ve telefon bankacılığı aracılığıyla
ilk defa mevduat hesabı açtırılması, tüm kredi taleplerinin sonuçlandırılması, kredi kartı ve
çek karnesi verilmesinde, başvuru sahibinden “meslek bilgileri” ve “çalışılan yerin unvanı ve
açık adresi” bilgileri alınacaktır (Teb. m.5/I). Dolayısıyla, bankalar, mevduat hesabı açılması,
kredi talepleri ile kredi kartı ve çek karnesi verilmesi işlemleri sırasında kişilerin sigortalılığının tespitine yönelik olarak onlardan bilgi talep etmek zorundadırlar. Ancak belirtelim ki,
Kurum istediği takdirde bankalarca alınması gereken bilgi ve belgelerin içeriğini değiştirme
hakkına da sahiptir. Gerçekten, Tebliğe göre, “Bankalar ve kamu idareleri ile diğer kuruluşlardan, bu Tebliğ’de belirtilen bilgi ve belgelerin dışında, ayrıca bilgi ve belge istenmesinde
veya manuel olarak istenen bilgi ve belgelerin elektronik ortamda alınmasında Kurum
yetkilidir”. Hüküm incelendiğinde, Kurumun, herhangi bir objektif düzenleyici işleme gerek
kalmaksızın, istediği zaman, herhangi bir duyuru ile bankaların söz konusu bilgileri içeren
formlarının içeriğini değiştirerek bunlara yeni bölümler eklemelerini ya da elektronik ortamda
yeni sistemler oluşturmalarını talep edebileceği ortaya çıkmaktadır. Oysa, yarattığı sonuç
itibariyle bir özel sektör işvereni olan bankalara böylesine büyük iş yükü getiren, ek maliyetlere neden olan bu tür konuların baştan belirlenmesinde, hatta konunun doğrudan Kanunda
düzenlenmesinde yarar olduğu kuşkusuzdur. Tebliğe göre, bankalarca müşterilerinden
alınacak bilgilerin, manuel olarak yapılan işlemlerde formlara eklenmesi, internet işlemlerinde
de zorunlu alan olarak belirlenmesi gerekmektedir. Bu alanların doldurulmadan işlem
yapılmasına izin verilmesi ve telefon bankacılığında da bu bilgiler alınmadan işlemlerin
sonuçlandırılması mümkün değildir (Teb. m.5/II).
b) Toplanan Bilgilerin Kuruma Gönderilmesi
Bankalar Tebliğ kapsamında topladıkları bilgileri, sigortalılık kontrolü için Kurumca belirlenecek periyot ve elektronik ortamda verilecek şifreler aracılığıyla Kuruma göndermek
zorundadırlar (Teb. m.6/I). Nitekim söz konusu bilgi ve belgeler, bankalar ve kamu idareleri
53
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
ile diğer kuruluşlar tarafından 1.10.2008 tarihinden sonra yapılacak işlemler için alınmaya
başlanmıştır. Takvim ayı içerisinde alınan bu bilgilerin takip eden ayın 5. iş gününün mesai
saati (cuma günü, saat: 17:30) sonuna kadar Kuruma bildirilmesi gerekir (Teb. m.26/I).
Ancak Kurum bilgilerin gönderilme periyodunu istediği zaman değiştirebilir. Bu konuda da
Kuruma Tebliğ ile yetki verilmiştir. Tebliğe göre, istenen bilgi ve belgelerin hangi periyotlarda
gönderileceği hususu Kurumca ayrıca belirlenebilir (Teb. m.28).
Gönderilen bu bilgilerden ilgililerin sigortalı kaydının bulunup bulunmadığının tespit
edilmesi amaçlanmaktadır. Bu konudaki tespit yükümlülüğü esas itibariyle Kuruma aittir
(m.6/II). Fakat Tebliğe bakıldığında Kurumun bu konudaki yükümlülüğünün geçici olduğu
anlaşılmaktadır. Zira, Tebliğde gerekli bilgisayar alt yapısı sağlanıncaya kadar sigortalılık
kontrolünün, banka, kamu idareleri ve diğer kuruluşlardan alınan bilgilerle Kurumca yapılacağı belirtilmektedir (geç. m.1/I). Gerekli bilgisayar alt yapısının sağlanmasından sonra ise,
işlem yapılan kişiler için elde edilen bilgilerden bankalarca sigortalılık kontrolü yapılacak ve
Tebliğ’de belirtilen usul ve esaslar dâhilinde sigortasız olanların Kuruma bildirilmesi gerekecektir. Dolayısıyla başlangıçta sadece toplanan bilgilerin Kuruma ulaştırılmasından ibaret
olan yükümlülük kısa bir süre sonra bu bilgilerin Kurum kayıtları ile karşılaştırılarak denetimlerinin de yapılması ve sigortasız olanların Kuruma bildirilmesi yükümlülüğüne dönüşecektir.
Bu ise bankalar için ek külfet, ekstra zaman kaybı ve hatta ek işgücü ihtiyacı ortaya çıkaracaktır.
Tüm bu hususlar göz önünde tutulduğunda Kurumun bu konuda bankalara sağlayacağı alt yapı desteğinin çok güçlü olması ve çok zaman harcamadan bu işlemlerin yapılabilmesine olanak tanıyıcı nitelikte bulunması şarttır. Aksi halde getirilen bu yükümlülükler
Anayasamızın 18. maddesinde düzenlenen “Angarya yasaktır” hükmünün ihlali niteliğinde
sayılabilecektir.
c) Toplanan Bilgi Ve Belgelerde Değişiklik Olup Olmadığını Dönemsel Olarak
Kontrol Yükümlülüğü
Toplanan bilgilerin Kuruma gönderilmesi ile bankaların yükümlülükleri sona ermemekte, söz konusu bilgilerde herhangi bir değişiklik olduğunda; bu değişikliklerin de Kuruma
ulaştırılması gerekmektedir. Tebliğe göre bilgilerinde değişiklik olan kişiye ait T.C. kimlik
numarası ile güncellenen meslek bilgileri Kurum tarafından belirlenecek dosya formatı ve
ortamında Kuruma gönderilecektir.
Yine, ilk mevduat hesabı açıldıktan sonra da, şahıs bazında tüm mevduat işlemleri ile
gerek bankaya gelinerek yüz yüze, gerek internet veya telefon bankacılığıyla yapılan havale
işlemleri ile bankada mevduat hesabı olanlar için telefon, su ve elektrik faturası tahsili gibi
diğer işlemlerin de, 6 aylık dönemlerde, T.C. kimlik numarası bazında, liste bilgilerinin
bankalarca Kuruma gönderilmesi gerekecektir.
d) Manyetik Ortamda Meydana Gelen Arıza Durumunda Bilgilerin Gönderilmesi
Manyetik ortamda gönderilecek bilgi ve belgeler için, gerek Kurumun gerekse de ilgili
banka ve kamu idareleri ile diğer kuruluşların bilgi işlem sistemlerinde herhangi bir nedenle
sorun olması ve bilgi ve belgelerin yukarıda belirtilen sürede gönderilememesi halinde;
sorunun ortadan kalktığı tarihi takip eden beşinci iş gününün sonuna kadar söz konusu bilgi
ve belgelerin Kuruma gönderilmesi gerekir.
Hangi arıza ve bozuklukların bilgi ve belgelerin Kuruma elektronik ortamda gönderilmesi bakımından sorun yaratabilecek nitelikte olduğu Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin
5. maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre, Kurum bilgisayar sisteminde, e-sigorta
uygulamasının çalışmasını engelleyecek şekilde; donanım ve yazılımdan kaynaklanan
54
Bankacılar Dergisi
arızalar, elektrik ve iletişim alt yapısında meydana gelen arızalar, yangın, yıldırım, infilak ve
benzeri olaylar sonucu meydana gelen ve işlem yapmayı engelleyici durumlar, sel veya su
baskını, fırtına, yer kayması, deprem gibi tabi afetler ile grev, lokavt, sabotaj, terör saldırıları,
Kurumun hizmet satın aldığı internet servis sağlayıcılarında meydana gelen arızalar ile
bunlar dışında Kurumca belirlenecek benzeri durumlar bu Yönetmelikte belirtilen belgelerin
Kanunda öngörülen sürenin son gününde Kurumca alınmasını engelleyici neden olarak kabul
edilir. Dolayısıyla banka, bu gibi nedenlerle Tebliğde öngörülen bilgi ve belgeleri belirtilen
sürede Kuruma gönderemediğinde geçerli bir nedeninin bulunduğundan söz edilir ve
işverene idari para cezası uygulanamaz.
Öte yandan,Tebliğe göre, Kurumun bilgi işlem sisteminde sorun olması halinde bu durum bankalar ve kamu idareleri ile diğer kuruluşlara bildirilmesi yeterlidir. Buna karşılık,
bankalar ve kamu idareleri ile diğer kuruluşların bilgi işlem sistemlerinde sorun bulunması
halinde bu hususun belgelenerek Kuruma bildirilmesi gerekir (Teb. m. 30). Hemen görüleceği
üzere, söz konusu düzenlemeye göre, bankanın sisteminde meydana gelen bir arıza ya da
sorunun Kuruma bildirilmesi yeterli olmayıp, ayrıca bu durumun belgelenmesi de gerekmektedir. Arıza ya da sorunu belgeleyemeyen banka, süresinde söz konusu bilgi ve belgeleri
Kuruma ulaştıramadığında idari para cezası ile karşı karşıya kalabilecektir. Bu nedenle
durumun Kuruma bildirilmesi sırasında bildirme ek olarak arızayı ya da sorunu ispatlayıcı
belgelerin de Kuruma gönderilmesi gerekir.
4. Bankaların Sosyal Güvenlik Kurumuna Bilgi ve Belge Verme Yükümlülüğü
a) Genel Olarak
Bilindiği gibi 5411 sayılı Kanunun 73. maddesi uyarınca bankaların ortakları, yönetim
kurulu üyeleri, mensupları, bunlar adına hareket eden kişiler ile görevlileri, sıfat ve görevleri
dolayısıyla öğrendikleri bankalara veya müşterilerine ait sırları, bu konuda kanunen açıkça
yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamazlar. Bankaların destek hizmeti aldığı
kuruluş ve çalışanları hakkında da bu hüküm uygulanır. Bu yükümlülük görevden ayrıldıktan
sonra da devam eder (f.III). Kuşkusuz müşterilerin bankada bulunan hesap bilgileri de bu
kapsamdadır. Dolayısıyla bankalar müşterilere ait bu bilgileri başkalarına veremez, onlarla
paylaşamazlar8.
Kural bu olmakla birlikte bu konudaki düzenlemeye 17.04.2008 tarihinde 5754 sayılı
Kanunla önemli bir istisna getirilmiştir. Buna göre, 818 sayılı Borçlar Kanunu, 5953 sayılı
Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında
Kanun, 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında çalıştırılan işçi,
gemiadamı ve gazetecinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikte her çeşit istihkak ödemelerinin
özel olarak açılan banka hesabına yapılması halinde, bu hesaplara ilişkin bilgi ve belgelerin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı ile bunlara
bağlı kurum ve kuruluşlara verilmesi sırrın ifşaı sayılmayacaktır9. Bir başka deyişle, fıkrada
adı geçen kurum ve kuruluşlar, söz konusu hesap bilgilerini her zaman talep edebileceklerdir.
Bankalardan bilgi istenmesine ilişkin hükümler yukarıda belirtilenlerle sınırlı kalmamıştır. 5510 sayılı Kanunun 100. maddesinde de yukarıda belirtilen hükme benzer biçimde
bilgi verme yükümlülüğü öngörülmüştür. Ancak 100. madde, yukarıdaki hükme göre çok
daha geniş, sınırları çizilemez ve bankanın tüm bilgilerine ulaşılmasına olanak sağlayacak
biçimde düzenlenmiştir. Gerçekten, 5510 sayılı Kanunun 100. maddesine göre, “5411 sayılı
Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar, döner sermayeli kuruluşlar ile diğer gerçek ve
tüzel kişiler doğrudan, münferit olarak bilgi ve belge istenmesi hariç olmak üzere kamu
idareleri ile kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar ise Kurumla yapılacak protokoller çerçevesinde, Devletin güvenliği ve temel dış yararlarına karşı ağır sonuçlar doğuracak hâller ile özel
hayat ve aile hayatının gizliliği ve savunma hakkına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla
55
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
özel kanunlardaki yasaklayıcı ve sınırlayıcı hükümler dikkate alınmaksızın gizli dahi olsa
Kurum tarafından kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması, 6183 sayılı Kanuna göre Kurum
alacaklarının takip ve tahsili ile bu Kanun kapsamında verilen diğer görevler ile sınırlı olmak
üzere istenecek her türlü bilgi ve belgeyi sürekli ve/veya belli aralıklarla vermeye, bilgilerin
elektronik ortamda görüntülenmesini sağlamaya, görüntülenen bu bilgilerin güvenliğini
sağlamaya, muhafaza etmek zorunda oldukları her türlü belge ile vermek zorunda oldukları
bilgilere ilişkin mikrofiş, mikrofilm, manyetik teyp, disket ve benzeri ortamlardaki kayıtlarını ve
bu kayıtlara erişim veya kayıtları okunabilir hale getirmek için gerekli tüm sistem ve şifreleri
incelemek için ibraz etmeye mecburdurlar (m.100/I). Bu madde kapsamında ilgili kişi, kurum
ve kuruluşlar Kurumun belirleyeceği süre içerisinde söz konusu talebe cevap vermek ve
gereken kolaylığı göstermekle yükümlüdürler” (m.100/II). Görüldüğü gibi bu maddeye
dayanarak Kurumun bankadan isteyebileceği bilgi ve belgenin sınırı yoktur. Ayrıca bu
biçimiyle madde Anayasamızda korunan birçok hakkın özüne dokunur niteliktedir.
Öncelikle belirtelim ki, Kanunda, 100. maddede belirtilen hususların uygulanması ile
ilgili usûl ve esasların, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir
(f.V). Ancak 5510 sayılı Kanunun 8. maddenin 7. fıkrasındaki duruma benzer biçimde, bu
konuda da yönetmelik çıkarılmamış, hükmün uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar bir
tebliğde düzenlenmiştir. Daha önce de ayrıntılı bir şekilde açıkladığımız gibi10, konunun
Tebliğ ile düzenlenmesi hukuka aykırıdır. Nitekim yukarıda bahsettiğimiz Danıştay 10.
Dairesinin kararı11 100. madde kapsamında çıkarılan tebliği de kapsamaktadır. Bir başka
deyişle, Danıştay bu tebliğ konusunda da yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.
Öte yandan, 100. maddede zaten oldukça geniş içerikte bir bilgi isteme hakkı düzenlenmişken konuya ilişkin olarak çıkarılan “5510 Sayılı Kanunun 100’üncü Maddesinin
Uygulanması Hakkında Tebliğ”12de konu daha da sınırsız hale getirilmiştir. Gerçekten,
Tebliğ, bankalar hakkında bilgi ve belge verme olarak değerlendirilemeyecek ek yükümlükler
öngörmüştür. Oysa yönetmelik ve tebliğle bağımlı düzenlemelerdir. Yani dayanakları olan
kanun hükmünün sadece uygulanmasına yönelik olabilirler, maddede düzenlenmeyen
konulara ilişkin bir hüküm içeremezler. Bunun yanında Tebliğde hukukun temel ilkelerine
aykırı, uygulanma olanağı bulunmayan hükümlere yer verilmiştir. Yine Tebliğ’de belirtilen
bilgi ve belgelerin dışında, ayrıca bilgi ve belge istenmesinde veya manuel olarak istenen
bilgi ve belgelerin elektronik ortamda alınmasında Kurum yetkili kılınmıştır. Bir başka deyişle,
bilgi ve belge istenmesinin Tebliğ’de belirtilen hallerle sınırlı olmadığı belirtilmiştir. Aşağıda
önce Kanun ve tebliğ hükümleri incelenecek, ardından da bu hükümlerin Anayasaya
aykırılığı sorunu üzerinde durulacaktır.
b) Bilgi İsteme Hakkının Amacı
5510 sayılı Kanunun 100. maddesinde düzenlenen bilgi isteme hakkının temelinde,
kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması, 6183 sayılı Kanuna göre Kurum alacaklarının takip
ve tahsili ile bu Kanun kapsamında verilen diğer görevler yatmaktadır. Bir başka deyişle,
Kurum bankalardan, kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması, 6183 sayılı Kanuna göre prim
alacaklarının tahsili ve Kanunda verilen diğer görevlerin yerine getirilmesi amacıyla bilgi talep
edebilir. Bu amaçlar dışında bu madde kapsamında bankalardan bilgi talep edilemez.
Hüküm bankalardan istenecek bilgilerin amacı konusunda bir sınırlama yapmış gibi
görünmesine rağmen esasında bir sınırlamadan söz etmek mümkün değildir. Gerçekten, bu
sebepler oldukça geniş bir içeriğe sahiptir. Özellikle “kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması
amacı”nın somutlaştırılması çok zordur. Pek çok durum bu amaca kolaylıkla dayandırılabilir.
Bunun sonucunda da Kurumun bankalardan her zaman ve istediği her bilgiyi talep edebileceği ortaya çıkmaktadır.
56
Bankacılar Dergisi
Öte yandan yeri gelmişken şunu da ifade edelim ki, kişilerin sosyal güvenliğinin sağlanması amacının önemi karşısında bankalara makul ölçüler içinde olmak kaydıyla belirli bazı
yükümlülükler getirilebileceğini kabul etmek gerekir. Ancak bunun yöntemi, kişilerin özel
yaşamına müdahale teşkil etmeyecek biçimde ve somut olarak hangi hallerde, hangi
bilgilerin isteneceğinin Kanunda açıkça düzenlenmesi şeklinde olmalıdır. Bu konuya aşağıda
ayrıca değinilecektir.
c) Bankalardan İstenecek Bilgiler
aa) Gelir ve aylık ödemesi yapan bankalardan istenecek bilgiler
Kurumdan gelir ve aylık almaya hak kazanan kişilerin bu haklarını zamanında ve tam
olarak alabilmeleri ne kadar önemli ise, bu hakka sahip olmayan ya da bu haklarını kaybetmiş kişileri tespit ederek söz konusu kişilere ödeme yapılmasını engellemek de Kurumun
gelir-gider dengesi açısından o kadar önemlidir. Gerçekten bazen sigortalılar hak sahipliği
(müstahaklık) koşullarını kaybetmelerine rağmen bu durumu Kuruma bildirmemekte ve
haksız olarak gelir ya da aylıklarını almaya devam edebilmektedirler. İşte bu durumun
yoklama işlemleri yapılmak suretiyle engellenmesi gerekir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanununun 55. maddesinin son fıkrasına göre, Kurum, gelir ve aylık
almakta olanlara ilişkin olarak yoklama işlemi yapmakla yükümlüdür13.
Kanun Kurumca yapılacak yoklama işlemlerinin ayrıntılarına yer vermemiş, bu işlemlere ilişkin usul ve esasların Yönetmelikle düzenleneceğini belirtmekle yetinmiştir. Yoklama
işlemlerinin usul ve esasları ise Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde gösterilmiştir. Buna
göre, gelir ve aylık sahiplerinin Kanun kapsamında sigortalı olup olmadıkları ile Kanuna göre
başka bir gelir veya aylık alıp almadıkları Kurumun ve diğer kurum ve kuruluşların ilgili
kayıtlarının belirli dönemlerle taranması ile tespit edilir (Yön. m.78/2). Kurum bu işlemleri
kendisi yapabileceği gibi, başka kurum ve kuruluşlara da yaptırabilir. Bu bağlamda Yönetmelikte Kurumun yoklama işlemleri yaptırabileceği diğer kuruluşlar arasında bankalar da
sayılmıştır (Yön. m.79/1).
5510 sayılı Kanunun 100. maddesine dayanılarak çıkarılan Tebliğde yoklama işlemi
ile bağlantılı bazı düzenlemelere yer verilmiştir. Öncelikle Tebliğe göre, gelir ve aylık
sahiplerinin maaş hesapları, görüntüleme amaçlı olarak Kuruma açılacaktır (m.6/1, c).
Ayrıca, gelir ve aylık ödemesi yapan bankalarca, ödenen gelir ve aylıklara ilişkin hesaplar her
ay kontrol edilerek, geriye yönelik 6 aylık dönemlerde hareket görmeyen kayıtlar elektronik
ortamda Kuruma bildirilecektir (m. 6/1, a). Böylece Kurum sigortalının yaşayıp yaşamadığını
araştırma olanağına kavuşacaktır. Yine Tebliğe göre, gelir ve aylık ödemesinin kanuni
temsilcilere yapılması durumunda, gerek kanuni temsilci değişiklikleri gerekse temsil
sürelerinin sona ermesine ilişkin bilgilerin de elektronik ortamda Kuruma bildirilmesi gerekir
(m.6/ 1, d).
Yukarıda belirttiğimiz ve esas itibariyle Kuruma bilgi verme yükümlülüğünü düzenleyen hükümler dışında Tebliğde öyle hükümler bulunmaktadır ki, bunları Tebliğin dayanağı
olan 100. maddenin içeriği ile bağdaştırma olanağı bulunmamaktadır. Gerçekten Tebliğ 5510
sayılı Kanunun “bilgi verme” yükümlülüğünü düzenleyen 100. maddesine istinaden çıkarılmıştır. Dolayısıyla Tebliğ, kapsamına giren kurum ve kuruluşlarca Sosyal Güvenlik Kurumuna “bilgi ve belge” verilmesinin esaslarını düzenlemek zorundadır. Nitekim Tebliğin 1.
maddesinde de bu esas vurgulanmış ve “Bu Tebliğin amacı … kurum ve kuruluşlardan bilgi
ve belge isteme yetkisinin usul ve esaslarını düzenlemektir” denilmiştir. Tüm bunlara rağmen,
Tebliğde 100. maddedeki bilgi ve belge verme yükümlülüğünün kapsamını aşan hükümlere
yer verilmiştir.
57
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
Bu kapsamda üzerinde durulması gereken ilk hüküm, bankalara gelir ve aylık sahiplerine ATM kartı verilirken yapılacak sözleşmelere, “kartla yersiz çekilen tutarların ilgilinin
birinci derece akrabalarından tahsil edileceği”ne ilişkin hüküm konulmasını öngören düzenlemedir (m.6/1, ç). Öncelikle böyle bir yükümlülük bilgi ve belge verme zorunluluğu kapsamında değerlendirilemez. Dolayısıyla Tebliğ çıkarılış amacının dışında düzenleme yapmış,
yetkisini aşmıştır. Ayrıca hüküm hukukun genel ilkeleri ile de uyumlu değildir. Zira bir
sözleşme ancak sözleşmeyi imzalayanları bağlar. Sözleşmeye taraf olmayan bir kişinin, sözleşmedeki hükmün kendisini de bağlayacağı konusunda açık bir taahhüdü olmadıkçaborç altına sokulması mümkün değildir. Bir başka deyişle, Hukukumuzda başkası lehine
sözleşme yapmaya izin verilmiştir, fakat üçüncü kişi aleyhine sözleşme yapılmasına izin
verilmemiştir. Bu nedenle, Tebliğde yer alan bu hükmün hiçbir anlamı bulunmamaktadır.
Bu konuda üzerinde durulması gereken bir diğer hüküm ise, hak edilen gelir ve aylıkların Kurum tarafından sehven farklı bir bankaya gönderilmesi ve ödeme yapıldıktan sonra
adres değişikliği olması durumunda, bu tür ödemelerin Ziraat Bankası şubelerince yapılması
sağlanacağına ilişkin düzenlemedir (m.6/1, e). Bu hüküm de bilgi ve belge verme yükümlülüğü ile ilgili değildir. Kaldı ki, hükmün içeriği de anlaşılamamaktadır. Bunun gibi, Kurumdan
gelir ve aylık alanlardan yapılan icra ve diğer kesinti iadelerinin, “icra dairesi”, “kurum adı”,
“icra dosya numarası” ve “kesinti dönemi” bilgilerini de ihtiva edecek şekilde ve elektronik
ortamda Kuruma bildirilmesinin sağlanmasına ilişkin hüküm de bankalara söz konusu tebliğin
amacını aşacak şekilde yükümlülük öngören düzenlemelerdir. Sigortalılara bir defaya
mahsus olarak ödenmek üzere gönderilen toptan ödemeler ve vereselerin de bankalarca her
ay geriye yönelik 6 aylık periyotlarla kontrollerinin yapılması ve ödemesi yapılmayanların
saptanarak elektronik ortamda Kuruma iade edilmesi gerekmektedir. Bankanın aylık ya da
gelir sahibi müşterinin hesabına geçen bir meblağı, kendiliğinden geri alarak Kuruma iade
etmesi de mümkün değildir. Bu durum da kişilerin mülkiyet haklarının ihlali söz konusu
olacaktır. Yukarıda belirtilen nedenlerle tüm bu hükümlerin tekrar gözden geçirilmesi ve
konunun bu gibi hükümlerden arındırılmış bir biçimde Yönetmelikle düzenlenmesi gerekmektedir.
bb) Tüm bankalar için öngörülen bilgi ve belge verme yükümlülüğü
aaa) Kayıt dışı sigortalılığı ve prime esas kazanç kaybını önlemeye yönelik
bildirimler
Daha önce de ifade edildiği gibi, ülkemizde kayıt dışı sigortalı çalıştırma oldukça
yüksek boyutlardadır. Öte yandan, sosyal sigorta uygulamasında kayıt dışılık sadece
sigortalıların Kuruma bildirilmemesi biçiminde gerçekleşmemekte; Kuruma bildirilen sigortalıların prime esas kazançları da eksik gösterilmektedir. Bu durum ise Kurum açısından prim
kaybına neden olmaktadır. İşte Tebliğin 7. maddesinin (ç) bendinden yer verilen hüküm bu iki
kaçağı önlemek için bankalardaki bilgilerden yararlanmayı öngörmekte; bu amaçla bankalar
tarafından Kuruma bilgi verilmesini düzenlemektedir.
Bu kapsamda bankaların ilk yükümlülüğü, Kurumca talep edilmesi ve işveren ile çalışanı arasında sigortalılık ilişkisinin tespiti amacıyla, ücret ödemesinin vadesiz mevduat
üzerinden yapılması durumunda, mevduat sahibi ve para yatırılan kişinin; havale ile
yapılması durumunda da havale gönderen ile havaleyi alanlara ait kimlik bilgilerinin Kuruma
bildirilmesidir (m.7/1, ç). Görüldüğü gibi bu madde kapsamında yükümlülüğün doğması için
Kurum tarafından talepte bulunulması gerekmektedir. Böyle bir talep yoksa bankanın bu tür
bilgileri Kuruma göndermesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
Sigortalıların prime esas kazançlarının eksik bildirilmesini önlemek için bankalar
tarafından yerine getirilmesi gereken bir diğer bildirim yükümlülüğü ise tüketici kredisi ile
bağlantılı olarak ele alınmıştır. Buna göre, tüketici kredisi talebinde bulunan ve bir işyerinde
hizmet akdiyle çalışanlardan istenen maaş (ücret) bordrosunun bankaca Kurumun internet
58
Bankacılar Dergisi
sitesinden ödenen prim miktarları ile karşılaştırılması ve eksik bildirimde bulunanların
Kuruma bildirilmesi gerekmektedir (m.7/1, d). Bir bankadan tüketici kredisi talebinde
bulunanların sayısı dikkate alındığında, bankaların bu bağlamda ne büyük yük altına
girdikleri de açığa çıkmaktadır. Zira bu hüküm sadece bir bildirim yükümlülüğünü düzenlememekte, aynı zamanda kişi bazında sigortalı kayıtlarını da Kurum kayıtları ile karşılaştırmayı öngörmektedir. Bu konuda da Kurum elektronik alt yapısının bu tür farklılıkları ortaya
çıkarma konusunda yeterli donanıma sahip olması ve toplamda karşılaştırma yaparak çok
kısa zamanda sonuca ulaşmayı gerçekleştirebilmelidir. Aksi halde bu yükümlülük de
bankalar için çok büyük bir zaman ve işgücü kaybına neden olabilecek ve Anayasamızda
düzenlenmiş olan angaryayı yasaklayan hükme aykırılık oluşturabilecektir.
bbb) Genel sağlık sigortasından yararlanacak muhtaç kişilerin saptanmasına yönelik
bildirim
Tebliğe göre, Kurumca talep edilmesi halinde, 5510 sayılı Kanunun 60. maddesi gereğince Kurumca aile içindeki geliri, kişi başına düşen aylık tutarı asgari ücretin üçte birinden
az olan vatandaşların bu miktarların üzerinde banka hesaplarında paralarının bulunup
bulunmadığı bilgisinin kimlik bilgileri ile birlikte elektronik ortamda Kuruma verilmesi sağlanır
(m.7/1, a).
Hüküm esas itibariyle, 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin (c) bendinin 1 numaralı
alt bendinde düzenlenen ve “Harcamaları, taşınır ve taşınmazları ile bunlardan doğan hakları
da dikkate alınarak, Kurumca belirlenecek test yöntemleri ve veriler kullanılarak tespit
edilecek aile içindeki geliri kişi başına düşen aylık tutarı asgari ücretin üçte birinden az olan
vatandaşlar”ın saptanmasını amaçlamaktadır. Bu saptamanın sonucuna göre kişi muhtaç
sayılacak ve bu kapsamda genel sağlık sigortalısı olacaktır. Bu maddede geçen “aile”
kavramı ise, aynı hane içerisinde yaşayan eş, evli olmayan çocuk, büyük ana ve büyük
babadan oluşur (m.60/son).
Tüm bu hükümlerin de ortaya koyduğu gibi, bankanın bu konudaki bildirim yükümlülüğüne uygun davranabilmesi ve kendisinde hesap açtırmış bulunan müşterisinin bankadaki
hesabının asgari ücretin üçte birinden daha fazla olduğunu belirleyebilmesi için hem söz
konusu kişinin ailesinin kaç kişiden oluştuğunu hem de diğer aile bireylerinin gelirlerini
bilmesi gerekir. Bir bankanın bu hususları bilmesi ise mümkün değildir. Ayrıca kişinin geliri
sadece bankadaki hesaptan oluşmadığı için, banka, söz konusu kişinin her türlü harcamalarını, taşınır ve taşınmaz mallardan edindiği gelirleri de bilmelidir. Ancak o zaman Kanuna
uygun bir saptama yapmak mümkün hale gelir. Biraz önce de ifade edildiği gibi, bir bankanın
bunları tespit edebilmesi olanaksızdır. Bu nedenle bu hükmün de uygulanabilirliği bulunmamaktadır.
Öte yandan belirtelim ki, bankaların bu konudaki yükümlülüğü ancak Kurum tarafından bu yönde bir talep olması halinde söz konusu olur. Böyle bir talep yoksa bankanın
kendiliğinden söz konusu araştırmayı yapması gerekmez. Zira, m.60/I, (c), 1 numaralı bent
kapsamında genel sağlık sigortalısı olunabilmesi için bu hükümden yararlanmak isteyen
kişinin Kuruma başvuruda bulunması gerekir. Böyle bir başvuru yoksa Kurumun kendiliğinden kişilerin mali durumunu araştırmasından, bu kapsamda da bankalardan yukarıda
belirtilen nitelikte bir araştırma yapmasını istemesinden söz edilemez.
ccc) Kuruma borcu bulunanların kayıtlarının bildirimi
Kanunun 100. maddesinde, bankalardan bilgi ve belge istenme sebepleri arasında
sadece kişilerin sosyal güvenliklerinin sağlanması değil, aynı zamanda Kurum alacaklarının
daha kolay tahsilini sağlayacak bilgilere ulaşılması da amaçlanmıştır. Nitekim Tebliğde bu
konuya ilişkin bazı hükümlere yer verilmiştir. Buna göre, bankaların veri tabanı kullanılarak,
59
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
Kuruma borçlarını vadesinde ödemeyen borçluların, işyeri ve ikamet adresleri ile hesap
bilgileri ve hareketlerinin Kurumca yetkilendirilen personele internet ortamında görüntülenmesi sağlanır (m.7/1, b). Ayrıca Kuruma borcu bulunanların ticari kredi talepleri Kuruma
bildirilir (m.7/1, e).
Kurumca, gerekli alt yapının sağlanması ile Kuruma borçlu olanların, bankalardaki
hesaplarına elektronik ortamda haciz konularak, hacze tabi meblağların Kurum hesaplarına
aktarılması sağlanır (m.7/1, c).
d) Bankaların Kuruma Bilgi ve Belge Verme Zorunluluğunun Anayasaya
Aykırılığı Sorunu
Sosyal güvenlik hakkı günümüzde bir “insan hakkı” olarak kabul edilmekte ve 1982
Anayasasında özel olarak korunmaktadır. Anayasamızın 60. maddesine göre herkes sosyal
güvenlik hakkına sahiptir. Yine aynı maddeye göre, Devlet bu güvenliği sağlayacak gerekli
önlemleri alır ve örgütü kurar. Dolayısıyla sosyal güvenlik hakkı, Devlete olumlu edimde
bulunma, bir başka deyişle bu hakkın sağlanması için aktif olarak faaliyetlerde bulunma
borcu yükleyen bir haktır14.
Devletin olumlu edimde bulunma yükümlülüğünün kapsamında, sadece gerekli örgütü
kurma değil, bu hakkın kullanımını engelleyen uygulamaları ortadan kaldırma görevi de
bulunmaktadır. Bu bağlamda kayıt dışı sigortalı çalıştırmanın önlenmesi yine 60. madde
uyarınca Devletin görevidir. Devlet kayıt dışılığı önlemek, bir başka deyişle sosyal güvenlik
hakkını sağlamak için, özel bazı önlemler alabilir, yasal düzenlemeler yapabilir. Bunun için,
diğer kurum ve kuruluşlardan bilgi talep etme hak ve yetkisini kullanabilir. Nitekim 5510 sayılı
Kanunun 100. maddesinde bu nitelikte bir düzenlemeye yer verilmiştir. Daha önce de ifade
edildiği gibi, bu maddeyle, Kuruma, kamu kurum ve kuruluşları ile bankalardan istediği her
türlü bilgi ve belgeyi talep etme hakkı tanımıştır. Maddede bununla da yetinilmemiş, söz
konusu kurum ve kuruluşlara, kayıtlarını ve bu kayıtlara erişim veya kayıtları okunabilir hale
getirmek için gerekli tüm sistem ve şifreleri incelemek için Kuruma ibraz etme mecburiyeti
getirilmiştir.
Görüldüğü gibi, maddede, bilgi ve belge verme yükümlülüğünün neleri kapsadığı açıkça gösterilmemiş, çok genel bir ifade kullanılmıştır. Bilginin neye ya da kime ilişkin olduğu
ya da hangi tür bilgilerin talep edilebileceği maddede açıklanmamıştır. Dolayısıyla Kurum,
bankalardan müşterilerine ilişkin her türlü kişisel bilgiyi ya da hesap bilgilerini talep etme
hakkına sahiptir. Oysa bankadaki hesapların içeriği kişinin özel yaşam alanına girer. Bu
bilgilerin gizli tutulması ve özel olarak korunması gerekir. Aksinin öngörülmesi, kişilerin özel
yaşam alanına müdahale oluşturur ve 1982 Anayasasında güvence altına alınan (m.20) özel
yaşamın gizliliği hakkının ihlalini oluşturur.
Bu bilgiler ışığında değerlendirme yapıldığında, 100. madde bir yandan sosyal güvenlik hakkının kullanımının yaygınlaştırılmasını sağlama amacı taşımakta, diğer yandan da özel
yaşamın gizliliği kuralını ihlal etmektedir. Bu bağlamda hangi hakka öncelik tanınacağı
cevaplanması gereken soruyu oluşturmaktadır. Bu sorunun cevabının da yine Anayasanın
genel ilkelerinden yola çıkılarak araştırılması gerekir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, 100. maddenin temelinde sosyal güvenlik hakkının sağlanması yatmaktadır. Dolayısıyla 100. madde özde meşru bir amaca dayanmaktadır. Ancak
100. maddedeki düzenleme meşru bir amaca dayansa da, başka bir temel hakkı sınırladığı
için yapılan bu düzenlemenin gerekli, ölçülü ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi
gerekir. Zira bir temel hakkı sınırlayan düzenleme ancak gerekli, ölçülü ve orantılı ise kabul
edilebilir ve anayasaya aykırı olmadığı söylenebilir15. Ayrıca getirilen sınırlama hakkın özüne
dokunamaz. Gerçekten Anayasanın 13. maddesine göre, temel hak ve hürriyetler, özlerine
60
Bankacılar Dergisi
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik
toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
100. madde bu açıdan incelendiğinde, maddenin, hakkın özüne zarar verecek kadar
geniş, ölçüsüz ve orantısız biçimde düzenlendiği ortaya çıkmaktadır. Öncelikle maddede,
Kurumun bankalardan hangi bilgileri isteyebileceği konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır16. Gerçekten, bankalar Kurumca istenecek her türlü bilgi ve belgeyi göndermek
zorundadırlar. Bu kapsamda müşteriye ilişkin tüm mahrem bilgiler istenebilir. Ayrıca bu
bilgilerin güvenliklerinin sağlanması konusunda da maddeye hiçbir hüküm konulmamıştır.
Bunun gibi, bu bilgileri kullanan kişilerin sorumlulukları konusunda herhangi bir hüküm
öngörülmemiştir. Yine maddede bu bilgilerin amacı dışında kullanımını engelleyen bir hükme
de yer verilmemiştir. Bu açılardan değerlendirildiğinde hüküm anayasaya özel yaşamın
gizliliğini ihlal edici nitelik taşımaktadır.
Öte yandan konu "kişisel verilerin korunması" hakkı bakımından da özel bir önem arz
etmektedir. Özel yaşamın gizliliği, insan onuru ve bireyin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi hakkı, bireyin kişisel nitelikli verilerinin korunması hakkının doğrudan anayasal
dayanaklarını oluşturmakta17 ve günümüzde artık çok geniş bir alanda işleme tabi tutulan ya
da saklanan kişisel bilgilerin kişi hak ve özgürlüklerini ihlal etmeyecek ve bu açıdan herhangi
bir tehlike oluşturmayacak nitelikte korunması gerektiği; bu verilere ilişkin işlem yapan
kişilerin sorumlu oldukları kabul edilmektedir18. Kaldı ki, 1982 Anayasa’sında ayrıca vurgu
yapılmayan kişisel bilgilerin korunması hakkı, Türkiye’nin de taraf olduğu ‘Birleşmiş Milletler
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde düzenlenmiştir. Buna göre, “Hiç kimsenin özel ve
aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale
edilemez; onuru veya itibarı hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamaz. Herkes bu tür
saldırılara veya müdahalelere karşı hukuk tarafından korunma hakkına sahiptir”.
Bu sözleşmenin kurduğu denetim mekanizmasını yürütmekten sorumlu İnsan Hakları
Komitesi’nin, 16 No’lu genel yorumunda 17.maddenin sınırları şu şekilde belirtilmiştir: “ Kamu
otoritelerinin, özel kişi veya kurumların bilgisayarlarında, data bankalarında veya benzeri
cihazlarda kişisel bilgileri toplaması veya saklaması hukuki düzenlemeye tabi tutulmalıdır.
Devletler, bir kimsenin özel hayatına dair bilgilerin hukuken bu bilgilere sahip olma ve
kullanma yetkisine sahip olmayanların eline geçmesini ve bu bilgilerin Sözleşme’nin
amaçlarına aykırılık teşkil edecek şekilde kullanılmasını engellemek için etkili tedbirler
almalıdır”19.
Türkiye bu Sözleşmeyi 4868 sayılı Kanunla20 onayladığı için Sözleşmenin yukarıda
belirtilen hükmü Anayasamızın 90. maddesi uyarınca Türkiye için bağlayıcıdır. Anayasanın
90. maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun
hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine
başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. Dolayısıyla bu hükümler göz
önünde tutulduğunda 100. madde Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesine
de aykırılık taşımaktadır.
Sonuç olarak, hem Anayasamız tarafından özel olarak korunan özel yaşamın gizliliği hem de imzalamış olduğumuz Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde
yer alan kişisel verilen korunması hakkına aykırılıklar taşıyan 5510 sayılı Kanunun 100.
maddesinin tekrar düzenlenmesi gerekmektedir. Yeni düzenlemede, banka ve diğer kamu
kurum ve kuruluşlarından istenecek bilgi ve belgelerin neler olduğu somutlaştırılmalıdır.
Ayrıca istenecek bilgi ve belgeler gereklilik ve ölçülülük ilkeleri çerçevesinde daha sınırlı bir
şekilde tespit edilmelidir. Bunun yanında bu bilgilerin güvenliklerinin sağlanmalı, yetkisiz
61
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
kişilerin eline geçmesini önleyecek tedbirler alınmalı ve kötüye kullanılmasına ilişkin olarak
da yaptırımlar öngörülmelidir.
5. Bankalardan İhale Yoluyla İş Alanların Kuruma Bildirilmesi ve Prim
Borçlarının Olup Olmadığının Araştırılarak Varsa Hakedişlerden Kesinti
Yapılması Yükümlülüğü
a) Genel Olarak
Sosyal güvenlik sistemimizin gelir gider dengesi açısından sorun yaşamasının temelinde yatan nedenlerinden biri kayıt dışılığın yaygınlığı ise bu kadar önemli bir diğer neden de
prim tahsilat oranlarının düşük olmasıdır. Gerçekten tahsilatı artırmak amacıyla bir çok
yönteme başvurulmasına rağmen istenilen oranlara bir türlü ulaşılamamaktadır. Oysa Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda öngörülen yardımların yapılabilmesi için
primlerin tam ve zamanında tahsil edilmesi gerekir.
5510 sayılı Kanunda prim tahsilatını artırmaya yönelik düzenlemelerden biri de 90.
maddede yer almaktadır21. Maddenin özünde belirli bazı kurum ve kuruluşlardan ihale yoluyla
iş alan işverenlere hak edişleri ödenmeden önce Kuruma prim borcunun olup olmadığını
sormak ve prim borcunun olduğunun anlaşılması halinde bunu kendilerine ödenmesi gereken
hak edişten kesmek yatmaktadır.
Belirtelim ki, Kanunda bu yükümlülük kapsamında sayılan kurum ve kuruluşlar, “kamu
idareleri ile döner sermayeli kuruluşlar ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki
kuruluşlar, kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar”dır. Bu kuruluşlar aşağıda daha ayrıntılı
olarak üzerinde duracağımız Yönetmelikte “idare” olarak adlandırmışlardır. Yönetmeliğe göre
“idare”, 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen kamu idareleri ve kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunların bağlı idare, ortaklık, müessese ve işletmeleri ve yukarıda belirtilenlerin
ödenmiş sermayesinin yüzde 50’sinden fazlasına sahip oldukları ortaklık ve işletmelerden
29.6.1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununa tabi olmayanlarla özel kanunlarına
göre personel çalıştıran diğer kamu kurumları ile döner sermayeli kuruluşları, 19.10.2005
tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununda tanımları yapılan mevduat bankaları, katılım
bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları, fon bankaları ve kanunla kurulan kurum ve
kuruluşlardır.
Kanunda, hakedişlerin mahsubu ve ödenmesi ile teminatların prim ve idari para cezası borçlarına karşılık tutulmasına ilişkin işlemlerin usûl ve esaslarının Bakanlar Kurulunca
çıkarılacak yönetmelikle tespit edileceği belirtilmiştir. Söz konusu yönetmelik “Sosyal
Güvenlik Kurumu Prim Ve İdari Para Cezası Borçlarının Hakedişlerden Mahsubu, Ödenmesi
Ve İlişiksizlik Belgesinin Aranması Hakkında Yönetmelik” adı ile çıkarılmış ve Bakanlar
Kurulunun 2008/14174 karar sayılı kararı ile 22.09.2009 tarihinde yürürlüğe konulmuştur22.
Bu hükme ilişkin olarak daha sonra 2008/88 sayılı Genelge çıkarılarak konunun ayrıntıları
Genelge ile düzenlenmiştir.
b) Bankalardan İhale Yoluyla İş Alanların Kuruma Bildirilmesi
aa) Maddede Geçen İhale Kavramının Değerlendirilmesi ve Kapsama Giren
Bankaların Belirlenmesi
Kanuna göre, kamu idareleri ile döner sermayeli kuruluşlar ve 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu kapsamındaki kuruluşlar, kanunla kurulan kurum ve kuruluşlar, ihale yolu ile
yaptırdıkları her türlü işleri üstlenenleri ve bunların adreslerini onbeş gün içinde Kuruma
bildirmekle yükümlüdür (m.90/I). Görüldüğü gibi bankaların bu madde kapsamında Kuruma
62
Bankacılar Dergisi
bildirimde bulunmaları gereken işler ihale yoluyla yaptırdıkları işlerdir. Maddenin uygulanması
açısından ihale kavramından ne anlaşılması gerektiği bu denli önemli olmasına rağmen ne
Kanunda ne de konuyu düzenleyen Yönetmelikte bir tanım bulunmamaktadır. Bu nedenle
“ihale” kavramını yorumlamak ve buna bir anlam vermek gerekir.
İhale kavramı, günlük dilde, “iş, mal vb.ni birçok istekli arasından en uygun şartlarla
kabul edene verme, eksiltme veya artırma”, “İş, mal ve hizmetlerin, açık ve rekabetçi bir
ortamda eksiltme veya artırma yöntemleriyle en uygun teklifte bulunana verilmesi” anlamına
gelmektedir23. Ancak bir hukuki metinde ihale kavramına verilecek anlam bakımından genel
kullanım yerine, varsa bu konudaki hukuki tanımın esas alınması gerekir. Zira kanun
koyucunun bir kavramı bir hukuki metinde başka, başka bir hukuki metinde daha başka kabul
etmemesi gerekir. Eğer ihtiyaçlar daha farklı bir kavramın esas alınmasını gerektiriyorsa, bu
durumda da kanun koyucunun söz konusu kanun açısından o kavrama verdiği anlamı
tanımlaması beklenir. Bizce hukuk güvenliği böyle bir yaklaşımı gerekli kılar.
Hukukumuzda ihale kavramı 2002 tarih ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununda24 tanımlanmıştır. Buna göre ihale, “Bu Kanunda yazılı usul ve şartlarla mal veya hizmet alımları
ile yapım işlerinin istekliler arasından seçilecek birisi üzerine bırakıldığını gösteren ve ihale
yetkilisinin onayını müteakip sözleşmenin imzalanması ile tamamlanan işlemleri” ifade eder
(m.4). 4734 sayılı Kanunun amacı ise, kamu hukukuna tâbi olan veya kamunun denetimi
altında bulunan veyahut kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları
ihalelerde uygulanacak esas ve usulleri belirlemektir (m.1)25. Dolayısıyla söz konusu ihale
kavramı esas itibariyle kamu kurum ve kuruluşlarını kapsar. Aynı şekilde, 1983 tarih ve 2886
sayılı Devlet İhale Kanunu da, ihaleyi, “Bu Kanunda yazılı usul ve şartlarla, işin istekliler
arasından seçilecek birisi üzerine bırakıldığını gösteren ve yetkili mercilerin onayı ile
tamamlanan sözleşmeden önceki işlemler” olarak tanımlamış (m.4) ve Kanunun kapsamını,
bir diğer deyişle ihale usulünün esas olacağı kurum ve kuruluşları genel bütçeye dahil
dairelerle katma bütçeli idarelerin ve ayrıca özel idare ve belediyeler olarak belirlemiştir
(m.1). Tüm bu düzenlemeler göz önünde tutulduğunda, kanunlarımızdaki düzenleniş
biçimiyle “ihale yoluyla” iş yaptırmanın kamu kurum ve kuruluşları için öngörüldüğü ortaya
çıkmaktadır.
Öte yandan 90. maddenin birinci fıkrasında bankalardan söz edilirken “5411 sayılı
Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar” denilmek suretiyle bankaların kamu kuruluşu ya
da özel sektör kuruluşu olduğuna bakılmasızın tüm bankaların 90. madde kapsamına alındığı
gibi bir anlam çıkmaktadır. Nitekim konuya ilişkin Yönetmelikte de, Yönetmeliğin kapsamına
giren bankalar belirlenirken, “19.10.2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununda
tanımları yapılan mevduat bankaları, katılım bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları, fon
bankaları”nın bu yükümlülüğün kapsamında oldukları belirtilmiştir. Ancak, bir özel sektör
işvereninin Kamu İhale Kanununun ya da Devlet İhale Kanununun kapsamına girmeyecek bir
şekilde, özel hukuka tabi olarak, herhangi bir mal ya da hizmet alım işini, birden çok istekli
arasında istediği kişiye vermesini “ihale usulüyle iş yaptırmak” olarak benimsemek ve bunun
sonucunda da 90. maddede öngörülen yükümlülüğün kapsamına girdiklerini kabul etmek
bize isabetli görünmemektedir26.
Bizce madde hükmünü yorumlarken, “5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki
kuruluşlar” ibaresi ile “ihale yoluyla” iş yaptırılması ibaresini ve 4734 sayılı Kanun hükümlerini
bir bütün olarak göz önünde tutmak gerekir. Gerçekten, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun
2. maddesinin (e) bendinde, 4603 sayılı Kanun kapsamına giren bankaların yapım ihalelerinin anılan Kanunun kapsamına girdiği belirtilmektedir. 2000 tarih ve 4603 sayılı Kanun ise
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak
Bankası Anonim Şirketini27 düzenlemektedir. Bir başka deyişle söz konusu bankaların
yaptırdıkları mal ve hizmet alımları Kamu İhale Kanununun kapsamına girmektedir. Bunun
sonucunda da 90. maddede sözü geçen ibare ile esasında 5411 sayılı Kanunun kapsamına
63
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
girip aynı zamanda ihale yoluyla iş yaptırmak zorunda olan kuruluşlar amaçlanmıştır. 5411
sayılı Kanunda düzenlenen diğer bankaların ihale yapmak zorunda olmadıkları göz önünde
tutulduğunda bu sonuca ulaşılması gerekir.
Böyle bir yorum yapılmaması halinde 90. maddeye bir anlam vermek de zorlaşmaktadır. Gerçekten, 90. maddedeki yükümlülüğün kapsamına alınanlar esas itibariyle kamu
kurum ve kuruluşlarıdır. Söz konusu kuruluşların yanında ayrıca bankalar da sayılmışlardır.
Eğer bu bankaların 4603 sayılı Kanun kapsamındaki bankalar olmadığı sonucuna ulaşılırsa,
neden tüm özel sektör kuruluşları içinde sadece bankaların bu yükümlülüğün kapsamına
alındıklarını izah etmek zorlaşır. Kayıt dışı sigortalılığın önlenmesi amacıyla bilgi toplanması
ya da 100. madde çerçevesinde bilgi ve belge verme yükümlülüğünün kapsamına diğer
kamu kurum ve kuruluşlarının yanında bankaların da dahil edilmesi, bankaların nitelikleri göz
önünde tutulduğunda anlaşılabilir bir durumdur. Fakat 90. madde açısından bu yorumu
yapmak mümkün değildir. Bu nedenle hükmün yukarıda belirttiğim biçimde yorumlanması
gerekir kanaatindeyiz.
bb) Bankaların Bildirim Yükümlülüğünün Süresi ve Kapsamı
Kanunun 90. maddesinde, bankaların kendisinden iş alanları onbeş gün içinde Kuruma bildirmesi gerektiğinden söz edilmekte, onbeş günlük sürenin hangi tarihten itibaren
başlayacağı belirtilmemektedir. Bu husus Yönetmelikte açıklığa kavuşturulmuştur. Buna
göre, onbeş günlük süre sözleşmenin imzalanması tarihinden itibaren başlar (Yön. 5).
Bildirim, ihale konusu işin yapıldığı yeri çevresine alan Sosyal Güvenlik İl/Merkez Müdürlüğüne yapılır (Gen. 2). Kuruma bildirimlerde, taahhütlü, iadeli taahhütlü veya APS yolu ile
gönderilerde, söz konusu belgelerin postaya verildiği tarih; adi posta yoluyla yapılan
gönderilerde ise, Kurum kayıtlarına intikal tarihi, Kuruma bildirilen tarih olarak kabul edilir.
Öte yandan, 2008/88 sayılı Genelgeye göre, ihale konusu işin, piyasadan hazır halde
alınıp satılan mal teminine yönelik olması halinde, hazır halde alınıp satılan malların teminine
ilişkin işler için işçilik söz konusu olmayabileceğinden, işyeri dosyası tescil edilmeyecektir. Bu
bakımdan, İdareler, piyasadan hazır halde alınıp satılan mal teminine yönelik ihaleleri
üstlenenleri Kuruma bildirilmeyecektir.
c) Hakediş Ödemesi Yapmadan Önce Yapılacak İşlemler
Kanuna göre işverenlerin hakedişleri, Kuruma idari para cezası, prim ve prime ilişkin
borçlarının olmaması kaydıyla ödenir (m.90/II). Bu nedenle 90. madde kapsamındaki
bankalar, ihale yoluyla iş yaptırdıkları işverenlere her hak edişlerini ödemeden önce hizmet
alımı ve yapım işleri için, ilgili ihale konusu işyerinden dolayı; ihale suretiyle piyasadan hazır
halde alınıp satılan mal teslim işleri için, işverenin merkez adresinin bağlı bulunduğu Ünitede
işlem gören tüm işyerlerinden dolayı, Kuruma muaccel sigorta primi, işsizlik sigortası primi ve
idari para cezası ile bunlara ilişkin gecikme cezası, gecikme zammı ve diğer fer’ilerinden
oluşan borçlarının bulunup bulunmadığı hususunu yazı ile sormak zorundadırlar (Gen. 4).
Görüldüğü gibi, ihale suretiyle piyasadan hazır halde alınıp satılan teslim işleri için bankaların
Kuruma bildirim yükümlülükleri yoksa da, hak ediş ödemesi yapmadan önce bu gibi işler için
de söz konusu işverenlerin Kuruma borcu olup olmadığının bankalarca araştırılması
gerekmektedir.
Öte yandan Genelgeye göre, hizmet alımları ve yapım işlerine ilişkin ihale konusu işin
devamlı nitelikteki işyeri sigortalıları ile yapılmış olması halinde, hakedişlerden kesinti
yapılmasına esas olmak üzere ihale konusu işin yapıldığı dönemlere bakılmaksızın devamlı
nitelikteki işyerinin, sigorta primi, işsizlik sigortası primi ve idari para cezası ile bunlara ilişkin
gecikme cezası, gecikme zammı ve diğer fer’ilerinden oluşan tüm borçları da sorgulanacaktır.
64
Bankacılar Dergisi
Genelgede, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa da atıf yapılarak, söz konusu Kanunda
diğer ihale usulü olarak öngörülen açık ihale usulü, belli istekliler arasında ihale usulü ve
pazarlık usulü yöntemleriyle yapılan ihalelerde de işverenlerin Kuruma borçlarının bulunup
bulunmadığının sorulacağı belirtilmektedir. Buna karşılık, doğrudan temin usulü ile yapılan
mal ve hizmet alımları ile ilgili olarak hak ediş ödemesine esas muaccel borcun bulunup
bulunmadığı hususu Kuruma sorulmayacaktır.
İhale usulü ile iş yaptırılan işveren tescil edilmiş ihale konusu işyerlerinde çalışan sigortalılardan dolayı, sözleşmeye göre işe başlama tarihinden sonraki dönemlere ilişkin aylık
prim ve hizmet belgelerini vermemişse, bankaca, ihale konusu işte çalışan sigortalılara ilişkin
düzenlenecek olan aylık prim ve hizmet belgelerinden dolayı tahakkuk etmesi olası, sigorta
primi, işsizlik sigortası primi ve idari para cezası ile bunlara ilişkin gecikme cezası, gecikme
zammı ve diğer fer’ilerinden oluşan borçlar için hakedişten yüzde beş oranında kesinti
yapılması gerekmektedir. İdarece yapılacak kesinti tutarı, ödeme belgesinde gösterilecek ve
bu kesinti, ödeme makamınca muhasebe kayıtlarına intikal tarihinden itibaren onbeş gün
içinde Kuruma veya Kurumun önceden bildirilen banka hesabına yatırılacaktır. Hakediş
miktarı, işverenin ve varsa alt işverenlerinin Kuruma idari para cezası, prim ve prime ilişkin
gecikme cezası, gecikme zammı ve diğer ferilerinden oluşan borçları karşılamadığı durumda,
bakiye borç tutarı, daha sonra ödenecek olan hakedişlerden kesilerek Kuruma ödenecektir.
İhale konusu işyerlerinin muaccel hale gelmiş borçları, 6183 sayılı Kanunun 48 inci
maddesi gereğince tecil ve taksitlendirilmiş veya çeşitli Kanunlar gereğince yeniden yapılandırılmış ise28, tecil ve taksitlendirme veya yeniden yapılandırma anlaşması bozulmamış ise,
bu borçlar için hakedişten kesinti yapılmayacaktır.
Bankalar ihale yoluyla iş yaptırdıkları işverenlerin borçlarının bulunup bulunmadığını
Kuruma yazı ile sorabilecekleri gibi, bu konuda sorgulama yapabilmek için Kuruma yetki
başvurusunda bulunabileceklerdir. Başvurunun kabul edilmesi halinde bankalara görüntüleme yetkisi verilecektir. Bu konu ile ilgili esaslar Kurumun 2009/62 sayılı Genelgesinde29
açıklığa kavuşturulmuştur.
d) Kesin Teminatların İadesi
Kanunun 90. maddesinin ikinci fıkrasına göre, işverenlerin kesin teminatları ihale konusu işle ilgili olarak Kuruma borçlarının bulunmadığının tespit edilmesinden sonra iade
edilir. İhale konusu işle ilgili kesin teminat, Kurumca düzenlenmiş soğuk damgalı ilişiksizlik
belgesi işveren tarafından bankaya ibraz edilmediği sürece iade edilmeyecektir. İlişiksizlik
belgesinin düzenlenebilmesi için ise, işverenlerin, ihale konusu işle ilgili sigorta primi, işsizlik
sigortası primi, idari para cezası, fark işçilik üzerinden hesaplanan prim, damga vergisi,
eğitime katkı payı ve özel işlem vergisi ile bunlara ilişkin gecikme cezası, gecikme zammı ve
diğer fer’ilerinden oluşan borçların bulunmaması gerekmektedir.
İşveren tarafından, bankaya, ihale konusu işle ilgili borcunun bulunmadığına dair ilişiksizlik belgesinin ibraz edilmemesi halinde, banka, kesin teminatın mevzuatına göre
kısmen veya tamamen iadesi imkanının başladığı tarihten itibaren onbeş gün içinde,
işverenin Kuruma ihale konusu işten dolayı borcunun olup olmadığını sorarak, borcunun
bulunmaması halinde ilişkisizlik belgesinin düzenlenmesini yazı ile isteyecektir.
Belirtelim ki, Genelgede Kuruma asgari işçilik miktarının altında prim bildirimi yapılması halinde izlenecek yönteme ilişkin esaslar da belirtilmektedir.
65
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
6. Bankalar İçin Belirlenen Yükümlülüklere Uyulmamasının Yaptırımı
a) Bankacılık İşlemleri Sırasında Bilgi Toplama Yükümlülüğüne Uymamanın
Yaptırımı
Bankacılık işlemleri sırasında sigortalılardan bilgi toplamaya ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmeyen kamu idareleri ile bankalara sigortalı başına aylık asgari ücretin onda biri
tutarında idari para cezası uygulanır (m.102/I, g). İdari para cezası sigortalı sayısı başına
belirlendiği için, bankalara bu kapsamda uygulanabilecek idari para cezasının çok yüksek
meblağlara ulaşması mümkündür.
b) Kuruma Bilgi Ve Belge Verme Yükümlülüğüne Uymamanın Yaptırımı
Kurum tarafından bu Kanunun 100 üncü maddesi kapsamında Kurum tarafından istenen bilgi
ve belgeleri belirlenen süre içinde mücbir sebep olmaksızın vermeyen kamu idareleri,
bankalar, döner sermayeli kuruluşlar, kanunla kurulmuş kurum ve kuruluşlar ile diğer gerçek
ve tüzel kişiler hakkında, aylık asgari ücretin beş katı tutarında, geç verilmesi halinde ise
aylık asgari ücretin iki katı tutarında idari para cezası uygulanır (m.102/I, i).
c) 90. Maddedeki Yükümlülüklere Uymamanın Yaptırımı
Kanuna göre, 90. maddede belirtilen yükümlülükler yerine getirilmeden hak edişlerin
ödenmesi veya kesin teminatın iade edilmesi ya da diğer işlemlerin gerçekleştirilmesi
hallerinde, ilgililer hakkında genel hükümlere göre idarî ve cezaî işlem yapılır (m.90/V).
2008/88 sayılı Genelgede de benzeri bir hükme yer verilmiştir. Genelgeye göre, idare
(banka) veya ödeme makamınca, hakediş veya kesin teminatın, Sosyal Güvenlik Kurumu
Prim ve İdari Para Cezası Borçlarının Hakedişlerden Mahsubu, Ödenmesi ve İlişiksizlik
Belgesinin Aranması Hakkında Yönetmelikte belirtilen yükümlülükler yerine getirilmeden
ödenmesi/iade edilmesi halinde, ilgililer hakkında genel hükümlere göre işlem yapılacağından, bu gibi durumlar üzerine Kurumumuzun uğrayacağı zararın tazminini teminen durum
Ünitelerin Hukuk Servislerine intikal ettirilecektir.
90. maddedeki yükümlülüklere uymadan hak ediş ödemesi yapan işverenler hakkında
Kanunda ayrıca idari para cezası da öngörülmüştür. Buna göre, 90. maddenin birinci
fıkrasında belirtilen yükümlülükleri yerine getirmeyen kurum ve kuruluşlar ile tüzel kişilere,
aylık asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanır (m.102/I, g).
III. Banka ve Sigorta Sandıklarının Kuruma Devri
5510 sayılı Kanunun geçici 20. maddesine göre, 506 sayılı Kanunun geçici 20. maddesi kapsamındaki bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret odaları, sanayi odaları,
borsalar veya bunların teşkil ettikleri birlikler personeli için kurulmuş bulunan sandıkların
iştirakçileri ile aylık veya gelir bağlanmış olanlar ile bunların hak sahipleri herhangi bir işleme
gerek kalmaksızın bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç yıl içinde Sosyal Güvenlik
Kurumuna devredilerek bu Kanun kapsamına alınır. Üç yıllık süre Bakanlar Kurulu kararı ile
en fazla iki yıl daha uzatılabilir. Devir tarihi itibarıyla sandık iştirakçileri bu Kanunun 4 üncü
maddesinin (a) bendi kapsamında sigortalı sayılırlar (f.I). Esasında fıkradaki banka ve sigorta
sandıklarının Kuruma devredilmesi ile birlikte bu kişilerin m.4/I, (a) bendi kapsamında
sigortalı sayılacaklarına ilişkin hüküm gereksizdir. Zira, banka ve sigorta sandıklarında
çalışanlar bir hizmet akdine (iş sözleşmesine) dayanarak çalıştıkları için zaten 5510 sayılı
Kanunun m.4/I, (a) bendine göre sigortalı sayılacaklardır.
Öte yandan, devir işlemi tamamlanıncaya kadar, sandık iştirakçileri, sandıktan aylık ve
gelir alanlar ile bunların hak sahiplerinin sağlık ve sosyal sigorta yardımlarının sağlanması ile
66
Bankacılar Dergisi
primlerinin tahsil edilmesine, ilgili sandık mevzuat hükümlerine göre sandıklarca ve sandık
iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlarca devam edilir (geç. m. 20/IV). Devir işlemi tamamlandıktan sonra sandıklarca ödenen aylık ve gelirlerin, bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki
süreler için 506 sayılı Kanun, yürürlük tarihinden sonraki süreler için 5510 sayılı Kanun
hükümleri uygulanmak suretiyle hesaplanacak aylık ve gelirlerin üzerinde olması halinde söz
konusu farklar, peşin değer hesabında dikkate alınır ve Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından
ilgililere ödenmeye devam edilir. Devir tarihinden sonra bu kişilerin gelir ve aylıklarının durum
değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi ve yeniden bağlanması işlemleri
sırasında vakıf senetlerine göre yapılacak hesaplamalar ilgili sandıklar veya sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar tarafından Kurum kontrolünde yapılır (geç. m. 20/V).
Kanuna göre, devir tarihi itibariyle sandıklarda iştirakçi olanlar ile sandıklardan ayrılmış olup, aylık veya gelir almayanların sandıklara karşı hak sahibi olmaları halinde tahsis
talep tarihi itibariyle aylıkları, 5510 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi hükümlerine göre
hesaplanır. Geçici 2. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin uygulanmasında bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönem için 506 sayılı Kanun hükümlerine göre Kurum
tarafından ve vakıf senetlerine göre ilgili sandıklar ve sandık iştirakçilerini istihdam eden
kuruluşlar tarafından Kurum kontrolünde hesaplama yapılır. Geçici 2. madde kapsamında
hesaplanacak aylıklar ile sandıkta geçen süreler dikkate alınarak sandık hükümlerine göre
hesaplanacak aylıklar arasında fark olması halinde söz konusu farklar, peşin değer hesabında dikkate alınır ve Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ilgililere ödenmeye devam edilir. Bu
kişilerin gelir ve aylıklarının durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi
ve yeniden bağlanması işlemleri sırasında vakıf senetlerine göre yapılacak hesaplamalar
ilgili sandıklar veya sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar tarafından Kurum kontrolünde yapılır (geç. m. 20/VI).
Görüldüğü gibi, 5510 sayılı Kanunun Geçici 20. maddesine konulan hükümlerle, sandık mensuplarının gelir ve aylıklara ilişkin olarak devir nedeniyle uğrayabilecekleri zararlar
ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Yine bu hükümler yoluyla Sosyal Güvenlik Kurumu da
güvence altına alınmıştır. Gerçekten, Kurumun devraldığı sigortalılara yapması gereken
ekstra ödemelerin peşin sermaye değerinin hesaplanması ve devir esnasında sandıklardan
tahsil edilmesi yöntemiyle Kurumun daha sonra fazla ödemelerle karşı karşıya kalması
önlenmek istenmemiştir.
Kanunda bu konudaki asıl önemli hüküm geçici 20. maddenin yedinci fıkrasında yer
almaktadır. Buna göre, sandık iştirakçileri ile aylık ve/veya gelir bağlanmış olanlar ve bunların
hak sahiplerinin Sosyal Güvenlik Kurumuna devrinden sonra, bu kişilerin tabi oldukları vakıf
senedinde bulunmasına rağmen karşılanmayan diğer sosyal hakları ve ödemeleri, sandıklar
ve sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlarca karşılanmaya devam edilir (geç. m.
20/VII).
Öncelikle maddede geçen, “diğer sosyal hakları ve ödemeler” ile nelerden söz edildiği
tam olarak anlaşılamamaktadır. Kuruma devri öngörülen hakların malullük, yaşlılık ve ölüm
aylıkları ile iş kazası ve meslek hastalığı sonucu bağlanan gelirler olduğunu kabul etmek
gerekir. Dolayısıyla, vakıf senetlerinde sigortalılara aylık ve gelirler dışında bir ödeme
yapılması öngörülmüşse, bu ödemeler artık kurum tarafından karşılanmayacaktır. Bu
durumda da söz konusu ödemelerin devir sonrasında nasıl karşılanacağı sorunu ortaya
çıkacaktır. Zira, artık sandıkların kapsamında sigortalı kalmayacağı ve dolayısıyla da prim
(aidat) kesintisi yapılamayacağı için bir müddet sonra sandıkların mali açıdan sıkıntıya
düşmeleri söz konusu olacaktır. Böyle bir durumda ise söz konusu yardımların yapılması
amacıyla bankalarca Sandıklara kaynak aktarılması düşünülebilecektir. Oysa 5411 sayılı
Kanunun 58. maddesinde, bankalarca münhasıran çalışanlarına ait olmak üzere sağlık ve
sosyal yardım, emeklilik, ihtiyat ve tasarruf sağlama amaçlarıyla kurulan sandık ve vakıfların
açıklarının kapatılması için kaynak aktarımı yapılamaz. Gerçi, geçici 20. maddenin
67
Doç. Dr. Nurşen Caniklioğlu
ondördüncü fıkrasına göre, 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 58. maddesi hükümleri bu
madde kapsamında yapılacak devir ve diğer işlemler hakkında uygulanmayacaktır. Ancak bu
durum da banka açısından sorun yaratır nitelikte olacaktır. Bu nedenle bu konuda da daha
başlangıçta banka ve sigortalıların haklarının zarar görmeyeceği şekilde bir önlem alınması
gerekirdi.
Bu madde kapsamında sorun yaratacak bir diğer düzenleme de maddenin onikinci fıkrasında yer almaktadır. Buna göre, 30.4.2008 tarihinden itibaren, sandıklarca bağlanmış/bağlanacak olan gelir veya aylıklara yapılacak artışlar, 506 sayılı Kanuna göre bağlanan
gelir veya aylıklara yapılan artışlardan fazla olamaz (geç. m. 20/XII). Daha önce çok daha
yüksek prim ödeyen ve gelecekte bunun karşılığında daha yüksek aylık alacağını düşünen
sigortalıların bu düzenleme sonucunda zarar görecektir. Ayrıca bu husus Sosyal Sigortalar
Hukukunun temel ilkelerinden olan nimet-külfet dengesine aykırılık oluşturacaktır30.
Belirtelim ki, 5510 sayılı Kanunun kısa vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası
hariç diğer hükümleri bakımından; vakıf senetlerinde 5510 sayılı Kanuna aykırı hükümler
bulunması halinde, 5510 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır (geç. m. 20/XI).
Kanunda, devrin usul ve esaslarına ilişkin genel düzenlemeler de yapılmıştır. Buna göre, Sosyal Güvenlik Kurumu, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Plânlama
Teşkilatı Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu, her sandık için ayrı ayrı olmak üzere hesabı yapılan Sandığı temsilen bir ve
Sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşu temsilen bir üyenin katılımıyla bir komisyon
oluşturulacak ve komisyonca her bir sandık için sandıktan ayrılan iştirakçiler de dâhil olmak
üzere, devir tarihi itibarıyla devredilen kişilerle ilgili olarak, sandıkların bu Kanun kapsamındaki sigorta kolları itibariyle gelir ve giderleri dikkate alınarak yükümlülüğünün peşin değeri
hesaplanacaktır. Peşin değerin aktüeryal hesabında kullanılacak teknik faiz oranı yüzde 9,8
olarak esas alınır (geç. m. 20/II). Belirlenen peşin değer, onbeş yıldan fazla olmamak üzere,
yıllık eşit taksitlerle her yıl için ayrı ayrı Hazine Müsteşarlığınca açıklanacak Yeni Türk Lirası
cinsinden iskontolu ihraç edilen Devlet iç borçlanma senetlerinin yıllık ortalama nominal faizi
üzerinden sandıklardan ve bu sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlardan müteselsilen
Kurumca bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir (geç. m. 20/III).
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar ile bu maddenin beşinci ve altıncı
fıkralarında belirtilen farklara ilişkin peşin değerin ilk taksitle birlikte defaten veya taksitler
halinde ödenmesi konusu, Sosyal Güvenlik Kurumu, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı,
Devlet Plânlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar ile sandıkların
görüş ve önerileri alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenir. Taraflar, Sosyal Güvenlik
Kurumunca belirlenecek tarihe kadar görüş ve önerilerini yazılı olarak verirler (geç. m.
20/VIII). Bu maddenin uygulanmasına ilişkin iş ve işlemlerde Türkiye Odalar, Borsalar ve
Birlik Personeli Sigorta ve Emekli Sandığı Vakfı iştirakçilerini istihdam eden kuruluşları,
18/5/2004 tarihli ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar
Kanunu ile kurulan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği temsil eder (geç. m. 20/IX).
Söz konusu sandıklar ve sandık iştirakçilerini istihdam eden kuruluşlar ile Kurum, bu
madde uygulamasına ilişkin tüm işlemler nedeniyle doğacak her türlü vergi, resim ve harçtan
muaf olup (geç. m. 20/X), geçici 20. maddeye göre, geçici 20. maddenin beşinci ve altıncı
fıkralarına göre Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ödenecek olan aylık ve gelirler üzerindeki farklar ve bu madde çerçevesinde devre ilişkin belirlenecek usûl ve esaslar bu maddenin
yayımından önce 506 sayılı Kanunun ek 36 ncı maddesine göre devri gerçekleşmiş veya
devam eden sandıklar için uygulanmaz (geç. m. 20/XIII).
68
Bankacılar Dergisi
Dipnotlar:
1
AYM, 22.3.2007, E. 2005/139, K. 2007/33, Kazancı mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası, www. kazancı.com.tr.
RG, 28.08.2008, 26981.
3
RG, 28.09.2008, 27011.
4
Giritli, İsmet/Bilgen, Pertev/Akgüner, Tayfun: İdare Hukuku, Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş 3. Bası, Der
Yayınları, İstanbul 2008, 62-63.
5
Giritli/Bilgen/Akgüner, 84.
6
Takdir yetkisi ve bağlı yetki konusunda genel bilgiler için bkz. Giritli/Bilgen/Akgüner, 84 vd.; Gözler, Kemal: İdare
Hukuku, C.1, Bursa 2003, 817 vd.; Atay, Ender Ethem: İdare Hukuku, Ankara 2006, 398 vd.
7
Danıştay 10. Dairesi, 2.2.2009, E. 2008/9707. Karar için bkz. Kazancı Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası,
http://www.kazanci.com. Aynı yönde bir başka karar için bkz. Danıştay 6. Dairesi, 15.5.2007, E. 2007/1447,
K.2007/
8
Belirtelim ki, Türk Ceza Kanununda da müşteri sırlarının açıklanması suç olarak düzenlenmiştir. Buna göre, sıfat
veya görevi, meslek veya sanatı gereği vakıf olduğu ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi
veya belgeleri yetkisiz kişilere veren veya ifşa eden kişi, şikayet üzerine, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin
güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu bilgi veya belgelerin, hukuka aykırı yolla elde eden kişiler
tarafından yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi halinde de bu fıkraya göre cezaya hükmolunur (m.239/1).
9
Bu bilgi ve belgelerin verilmesine ilişkin usûl ve esaslar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı,
Hazine Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunca belirlenir
(m.73/III).
10
Bkz. yukarıda II, 2.
11
Bkz. dn.7’deki karar.
12
RG, 28.09.2008, 27011.
13
Yoklama işlemleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Güzel, Ali/Okur, A. Rıza/Caniklioğlu, Nurşen: Sosyal
Güvenlik Hukuku, 5510 sayılı Kanuna Göre Hazırlanmış 12. Bası, İstanbul 2009, 568.
14
Tanör, Bülent/Yüzbaşıoğlu/Necmi: 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, 8. Bası, İstanbul 2006, 171.
15
Ölçülülük ilkesi konusunda geniş bilgi için bkz. Yüksel, Metin: Ölçülülük İlkesi, Ankara 2002.
16
Bu madde 5510 sayılı Kanunda değişiklik yapan 5754 sayılı Kanunla tekrar düzenlenmiş ve 5754 sayılı Kanun
Tasarı halinde iken, bu maddedeki istenecek bilgilerin sınırı bulunmadığı ve hükmün yeniden düzenlenmesi
gerektiği eleştirisi için bkz. Caniklioğlu, Nurşen: 5510 Sayılı Yasa Tasarısı’nın İşverenlere Getirdiği Ek Yükümlülükler, İşveren Dergisi, Nisan 2008, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=2028&id=98
17
Doğan, http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/35_sayi/yeni/web/makaleler/Mehmet_DOGAN.htm
18
Doğan, Mehmet: Kişisel Verilerin Korunmasında Ab Standartları Ve Türkiye’nin Durumu,
http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/35_sayi/yeni/web/makaleler/Mehmet_DOGAN.htm
19
Bilgi için bkz., http://www.istabip.org.tr/hukuk/pr042007.asp
20
4.6.2003 tarih ve 4868 sayılı Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanunla bu Sözleşmeyi onaylamıştır, RG, 18.06.2003, 25142.
21
Diğer yöntemler ve düzenlemeler için bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 280 vd.
22
RG, 29.09.2008, 27012 2. Mük.
23
Bkz. Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük, http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=ihale&ayn=tam
24
RG, 22.1.2002, 24648.
25
Kanunun kapsamına hangi kurum ve kuruluşların girdiği 2. maddede sayılmıştır.
26
Nitekim 506 sayılı Kanunda da 90. maddeye benzer bir madde bulunmaktaydı. Fakat söz konusu maddede
bankalara ilişkin bir yükümlülük yer almamakta; madde doğrudan kamu kurum ve kuruluşları için yükümlülük
öngörmekteydi.
27
Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi T.C. Ziraat Bankası ve Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine
devredilmiştir (4603 s. K. geç. m.3).
28
Yeniden yapılandırma hakkında bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 296-298; 5458 sayılı Kanuna göre yapılandırma
hakkında geniş bilgi için bkz. Tezel, Ali/Kurt, Resul: 5458 Sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden
Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, Yorum ve Açıklaması, İSMMMO
yay., İstanbul 2006; Canbolat, Talat: Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 5458
sayılı Kanunun Uygulaması Üzerine Bir Değerlendirme, LEGAL İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, 2006/12,
1356 vd.
29
Genelge için bkz.
http://www.sgk.gov.tr/wps/wcm/connect/301b0c004dd01273a1c4a34b42be684a/2009_62.pdf?MOD=AJPERES
30
Bu konudaki Yargıtay kararları için bkz. 29.6.2001, E. 2001/3248, K. 2001/5114; YHGK, 21.9.2005, E. 2005/10419, K. 2005/494; YHGK, 21.9.2005, E. 2005/10-434, K. 2005/509, Kazancı Mevzuat ve İçtihat Bilgi Bankası,
www.kazanci.com.tr.
2
69
Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009
Finansal Kurumlar İçin Çevre ve Sürdürülebilir Bankacılık
Hülya Kurt*
I. Giriş
İklim değişikliğinin ekonomiyi şekillendirdiği, tükenebilir kaynakların hızla yok olduğu
ve sürdürülebilir bir yaşamın devamlılığının ancak sistematik ve çoğulcu bir kararlılıkla
korunabileceği bir dönüm noktasında bulunuyoruz. Atmosferde insanoğlundan kaynaklı
karbondioksit ve diğer sera gazları son 100 yıldır hızla artmakta olup, eğer 2050 yılına kadar
küresel ısınma artış hızı 2 oC altında kalması sağlanamaz ise geri dönüşü olmayan bir dizi
olumsuz iklim değişikliğinin oluşacağı ekonomiyi şekillendiren tüm paydaşlar tarafından
bilinmektedir. Bankacılık ve finans sektörü, ülkelerin ekonomik performasında ve ulusal
politikaların oluşturulmasında çok önemli role sahiptir. Bu yazının amacı, dünyada finans
sektöründe 1980’li yıllardan itibaren başlayan ve günümüzde daha fazla ülke ve kuruluş
tarafından benimsenen çevresel ve sosyal uygulamaların gelişimi, bu kapsamda gerek
zorunluluk gerek gönüllülük ilkesiyle yapılan uygulamalar hakkında genel çerçeveyi aktarmaktır.
Çevresel ve sosyal konular finansal kurumlar için sadece finansal değil, aynı zamanda itibar riski de oluşturmaktadır. Günümüzde eğer kurumlar bu riski sistematik olarak
yönetmeyi ve izlemeyi başarabilirlerse bu süreçten kendi kurumları özelinde bazı yeni iş
fırsatları ve alanlarını da yaratabilmektedir. Dünyada tüm finans kurumları (ticari ve yatırım
bankaları, finansal kiralama, sigorta, fon yönetimi şirketleri gibi) çevresel ve sosyal duyarlılığı,
iklim değişikliği, küresel ısınma konularını iş alanlarına dahil ederek bu konularda yeni
ürünler ve hizmetler geliştirmeye başlamışlardır.
II. Tarihçe
1960’lı yıllarda gelişmiş ülkelerde modern çevreci yaklaşımlar ilk defa gündeme gelmeye başlamış, bunu 1980’li yıllardaki sürdürülebilir kalkınma yaklaşımları takip etmiştir.
1990’lı yıllardan itibaren artan global yaklaşımların desteğiyle gelişmiş ülkelerde üretim/hizmet sektörü firmaları ve finansal kurumlar “sürdürülebilir kalkınmayı” gözeterek
büyüme stratejileri oluşturmaya başlamışlardır.
1980 yılında çevreye zararlı alanların temizlenmesi için oluşturulan program olan
“Superfund Act” ABD’deki bankaları faaliyetlerinden dolayı oluşan çevresel risk konusunda
bilinçli olmaya ve proaktif olarak çözümün bir parçası olmaya zorunlu kılmaya başlamıştır.
Finansal kurumlar, kredi verdikleri yatırım kapsamında oluşan çevresel kirliliğin giderilmesinin
kendi karlılıkları üzerine üzerine olacak olası etkilerini dikkate almaya ve bu konuları kredi
değerlendirme aşamasında etüt etmeye başlamışlardır. İngiltere’de 1990-95 yıllarında
yayınlanan çevre koruma kanunlarının hem endüstriyel faaliyetlerin hem finansal kurumların
daha duyarlı olması konusunda çok etkin olduğu gözlenmiştir.
1990’lı yıllardan başlamak üzere çevre konularında toplumun tüm kesimlerinde duyarlılığın artmasıyla bankacılık sektörünün de kredi operasyonlarından dolayı çevreyi olumsuz
(doğanın, bitki örtüsünün, biyo-çeşitliliğin, yer altı ve yer üstü sularının, doğal kaynaklar vs.)
yönde etkileyebileceği gündeme gelmeye başlamıştır. Bankalar tarafından yatırımlar yani
projeler finanse edilirken, bu yatırımlarla ilişkili çevresel konuların dikkate alınmasının çevre
mevzuatının uygulanması üzerine de olumlu katkı yapacağı farkedilmiştir.
*
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, Mühendislik Grup Yöneticisi ve Çevre Temsilcisi.
70
Bankacılar Dergisi
III. Bankacılık Gözüyle Çevresel Risk
Bankacılık sektörü için çevresel risk, kredilendirme faaliyetinden doğan çevresel konulardaki gerekli önlemlerin alınmamasıyla oluşacak ve yatırımcının karşı karşıya geleceği
maddi riskin finansal kuruma doğru ve dolaylı olarak yansıttığı risktir. Ancak, finansal riskten
daha da önemlisi, çevreye duyarlı olmayan yatırımların finanse edilmesinden dolayı finansal
kurumun da karşı karşıya geleceği “itibar riskidir” ve maddi risklerden daha da büyük önem
taşımaktır. Eğer finanse edilen yatırım ve proje sahibi çevresel gerekli önlemleri almamışsa
bu yatırımı kredilendiren banka da dolaylı olarak tanımlanması ve ölçülmesi çok güç olan
itibar riskine maruz kalmaktadır.
Bankacılık ve çevre birçok noktada buluşmaktadır; bunlardan en başta geleni kurumsal kredilendirme faaliyetleri ile doğal çevre üzerinde oluşacak olumlu ve/veya olumsuz
etkilerin izdüşümüdür. Bu perspektifle bankacilık sektörü bir “çevre ajanı” rolü ile çevreye
olumsuz etki bırakmayan sürdürülebilir kalkınma modelini destekleyen yatırımların finanse
edilmesi yolunu sadece gönüllülük ilkesiyle değil iş modeli olarak da benimseyebilir. Çevresel
konuları gözetmeyen ve gerekli çevresel izinleri ve eylem planlarını almayan yatırım
projelerini finanse etmeyerek sürdürülebilir kalkınma modelin oluşumuna katkı sağlayabilir.
Geçmişte bazı gelişmiş ülkelerde finansal kurumların, kredilendirdikleri yatırım projelerinden kaynaklanan çevresel kirliliğin temizlenmesinden sorumlu olabileceği tartışılmıştır.
Ancak çevresel konularda günümüzde kabul gören ve uygulamada olan yaklaşım “kirleten
öder” prensibidir, dolayısıyla finansal kurum oluşan bir çevresel problemin ortadan kaldırılmasının maddi sorumlusu değildir. Yatırım sahibi, oluşan çevresel kirlilikleri bertaraf etmekle
sorumludur. Firma, sebep olduğu çevresel kirlilik veya kazadan dolayı “kirleten öder”
prensibiyle karşı karşıya kaldığında, ödenecek tazminatın kredi ilişkisinde olduğu finansal
kuruma olacak yansımalarına bakıldığında;
a. tazminatın büyüklüğünün firmanın bankaya karşı olan kredi anapara ve/veya faiz
ödemelerini tehlikeye düşürecek boyutta olması, yatırımın devreye alınma tarihinin gecikmesi
ve finansal kuruma olan geri ödemelerde olası gecikmeler,
b. veya oluşan aksaklıktan dolayı firmanın üretimine uzun süreli ara vermesiyle
oluşacak potansiyel kayıplar ve bunların kreditörün nakit akımı projeksiyonunun olumsuz
yönde etkilemesidir.
Ek olarak, çevresel konuların tamamlayıcısı olan sosyal perspektif de dikkate alındığında iş ve işçi güvenliği, çalışanların sağlığı, güvenliği ve emniyetini tehdit edecek unsurların da gözetilmesiyle finansal kurumun karşı karşıya kalacağı “çevresel ve sosyal risk”
artabilir.
IV. Bankacılıkta Çevre
Bankacılık sektöründe çevresel ve sosyal konular iki başlıkta ele alınmaktadır:
1. Proje finansmanında çevresel ve sosyal riskin ele alındığı, kredi karar verme
sürecinde çevresel konuların gözetildiği sistematik bir yapının oluşturulması; çevreye
olumsuz etki yapacak yatırımların gerekli önlemler ve eylem planları alınmadan finanse
edilmemesi,
2. Kurumların çevre ve sosyal konuları dikkate alarak bu konularda olumlu katkı
sağlayacak ürün ve servisler oluşturması; çevre, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği
yatırımlarının finansmanı; çevreye duyarlı fonlar, konut ve tüketici kredilerine çevre temalı
farklılıklar yaratılması gibi.
71
Hülya Kurt
Proje finansmanında çevresel ve sosyal unsurlar:
Finans kurumları için çevresel ve sosyal konularda riskler genel olarak aşağıdaki kalemlerden oluşmaktadır:
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
Firmanın çevresel ve sosyal etkilerden dolayı yatırımına ve/veya üretimine ara vermesi,
yatırım döneminde oluşacak çevresel ve sorunlar nedeniyle yatırım sürecininin sekteye
uğraması,
Yatırımla çevreye yani bitki örtüsüne, biyo-çesitliliğe, yer altı ve yerüstü kaynaklarına,
ortama zarar verilmesi,
Yapılması planlanan yatırım için kamuoyunda olumsuz görüş oluşması, yatırım kararı
sırasında yöre halkının görüşlerinin alınmamış olması ve itilaflı durumların varlığı,
Yatırım ve/veya işletme döneminde alınan önlemlerin yetersizliği veya eksikliği sebebiyle
yoğun iş kazalarının olması,
Finanse edilen projenin yasal çevresel edimlerini yerine getirmeden başlanmış olması
(Çevresel Etki Değerlendirme sürecinin tamamlanmamış olması, yöre halkının mağdur
edilmesi gibi)
Yatırım döneminde gereklilikleri yerine getiren tesisin devreye alındıktan sonra çevreye
zarar vermeye başlaması (üretimden çıkan atıksuların arıtılmadan doğaya bırakılması
veya tehlikeli ve zehirli atıkların kayıtsızca ve uygun olmayan şekilde ortama bırakılması
ve hatta bu konularda yasal otorite ile çelişilmesi).
Dünyada çevresel ve sosyal konularındaki duyarlılğın artmasında iklim değişikliği
konusundaki olumsuz gelişmeler, finans kurumlarını proje finansmanı konusunda duyarlı ve
sistematik davranmaya kanalize etmiş ve bu durum yazının devamında açıklanacak olan
Ekvator Prensipleri’nin oluşumunu teşvik etmiştir.
V. Dünyadaki Çevresel Gelişimlerin Kronolojisi
Dünyada çevresel ve sosyal konulardaki yasama ve gönüllülük esasıyla oluşturulan
önemli dönüm noktaları aşağıda özetlenmektedir:
Yasama Düzeyindeki Gelişmeler
A.B.D.
1980
• Kongre tarafından geniş kapsamlı çevre cezalarını düzenleyen yasanın çıkarılması
(Superfund ve CERCLA)
• Tehlikeli atık alanları ile ilgili yasaklama ve düzenlemeler
• Tehlikeli atıklardan sorumlu kişi ve/veya kurumların sorumluluklarının saptanması
• Oluşan Kirliliklerin temizlenmesi/giderilmesinden sorumlu tarafların mesul tutulması
Avrupa Birliği
1993
• Avrupa Birliği Komisyonu çevresel kirliliklerin giderilmesinde kirleteni sorumlu tuttuğu
bültenin yayınlanması (“kirleten öder” prensibi ),
2004
• “Çevresel Sorumluluk Direktifi”nin yayınlanması (“kirleten öder” prensibi referans alınarak)
• Üye Ülke Devletleri gerekli düzenlemeleri yapmakla yetkilendirilmesi
2007
• “AB Çevresel Sorumluluk Direktifi”nin her ülkenin ulusal mevzuatı içine alınması için termin
verilmesi.
İngiltere
1995
19931998
72
• Hükümetin “Çevre Kanunu” çıkartarak finansal kurumları da verdikleri yatırım kredileri ile
oluşan çevre kaza ve hasarlarının giderilmesinden sorumlu tutmaya başlaması
• İngiliz Bankalar Birliği’nin yayın yoluyla finansal kurumlar için çevresel sorumluluğun
gelişimi, metodolojilerin oluşumu ve çevresel riskin daha iyi yönetilmesi konusunda duyarlılığın
artmasına yardımcı olması
Bankacılar Dergisi
Gönüllülük İlkesiyle Gelişen Yaklaşımlar
Birleşmiş Milletler
1972
• Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (United Nations Environment Program: UNEP)
oluşturulması
1987
• Sürdürülebilir Kalkınmanın tanımlanması
1992
• Birleşmiş Milletler Çevre Pogramı Finans İnsiyatifi’nin kurulması (UNEP FI): finansal
kurumların çevresel risklerini nasıl yöneteceklerinin tanımlanması
1997
• Evrensel Raporlama İnsiyatifi’nin kurulması, sürdürülebilirlik raporu ile ilgili uluslararası
rehberlerin geliştirilmesi (Global Reporting Initiative:GRI)
2000
• Yenibinyıl Hedeflerinin oluşumu: Sosyo ekonomik koşulların iyileşmesini ve sürdürülebilir
kalkınmaya destek olmak üzere 2015 yılına kadar ulaşılması hedeflenen evrensel işbirliği (The
Millenium Goals)
2000
• Evrensel Sözleşmenin açıklanması (Global Compact); yatırımcılarla STK’ların birlikte
çalışarak insan hakları, çalışanların hakları, çevre ve rüşvetle mücadelede bulunulan koşulların
iyileştirilmesi hedeflenmiştir
2006
• Sorumlu Yatırım İlkeleri (The Principle for Responsible Investment) açıklanmıştır;
yatırımcılara yatırım kararlarını verirken sosyal ve çevresel konulardaki kılavuzun oluşturulması
A.B.D.
1994
1999
Almanya
1994
İngiltere
2002
• Finansal kurumlara çevresel risk yönetimi ve prosedürlerinin hazırlanması konusunda
destek vermek için Çevreci Bankalar Birliği’nin kurulması
• Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksi’nin oluşumu (Bu konudaki ilk evrensel endekstir),
sürdürülebilirlik konusundaki öncü firmaları kapsamaktadır.
• Bankalar ve sigorta firmalarına çevresel raporlamalarda yardımcı olabilmek için Çevresel
Yönetim Birliği’nin kurulması
• Sürdürülebilir Kalkınma için “Londra Prensiplerinin” yayınlanması
Bu prensiplerle;
1. Finansal kurumlarda şeffaflığın sağlanması,
2. Çevresel ve sosyal risklerin oluşturacağı maliyetlerin ürün fiyatlaması içine yansıtılması,
3. Çevresel ve sosyal yatırımlara finansal destek sağlanması.
• Financial Times ve IFC çeşitli kategorilerde “Sürdürülebilir Bankacılık Ödülü” vermeye
başlanması.
Uluslararası Gelişmeler
1995
• “Dünya İş Konseyi-Sürdürülebilir Kalkınma” kuruluşu, bugün 160 girişimcinin katılımcısı ile
sosyal sorumluluğun özendirilmesini hedeflenmektedir,
2006
2003
• Ekvator İlkelerinin yayınlanması,
2005
• Kyoto Protokolü’nün resmi olarak uygulanmaya başlaması.
Avrupa Birliği
1993
2002
• EU Çevre Eylem Planı’nın açıklanması, finansal kurumların kredilendirdikleri yatırımlarda
projelerin çevresel ve sosyal boyutlarını da dikkate almalarını konusunda yaptırım uygulamaya
sevk edilmesi
• Çevresel Eylem Planı, bir önceki eylem planının da ötesine geçerek finansal kurumlara
çevre dostu projelerin finansmanına yönelik yatırım politikaları izlemeleri özendirilmiştir.
Avrupa Birliği çevre yatırımlarının geliştirilmesi konularında finansal kurumlarla birlikte
çalışmaya söz vermiştir.
1990’lı yıllardan başlayarak sürdürülebilir kalkınma ve çevre konularında gelişmeler
özellikle Birleşmiş Milletler’in de desteğiyle konu evrensel bir kimliğe ulaşmıştır.
73
Hülya Kurt
Çevresel ve sürdürülebilir bankacılık ilkelerinin şekillenmesinde önem taşıyan gelişmeler, girişimler ve programlar aşağıda ana başlıklarıyla özetlenmektedir:
a. Birleşmiş Milletler Çevre Programı Finans Girişimi (UNEP FI)
UNEP FI Bildirisini imzalayan 170’nin üzerinde finans kurumu çevre, sürdürülebilirlik
ve finansal performans arasında bağ kurup geliştirmek için birlikte çalışmaktadır. Kapsamlı
bir çalışma programı, bölgesel aktiviteler, eğitim ve araştırma yoluyla UNEP FI, finansal
kurumların operasyonlarının tüm düzeylerinde en iyi çevre ve sürdürülebilirlik uygulamalarını
belirlenmesi, teşviki ve gerçekleştirilmesi misyonunu benimsemiştir.
Kuruluşların UNEP FI’ya üyelik değerlendirmelerinde, genel anlamda bazı kriterler
göz önünde bulundurulmaktadır:
•
Sürdürülebilir kalkınmaya destek vermek,
•
Çevre Yönetim Sistemine sahip olmak; faaliyetlerinde ve karar mekanizmalarında
çevresel ve sosyal etkileri gözetmek, bu konuda yeterli altyapıya sahip olmak,
•
Çevresel ve sosyal konularda duyarlılığı artırmak üzere faaliyetler göstermek,
•
Bu konularda düzenli olarak raporlamalar yapmak,
•
Sürdürülebilir kalkınma iş konularını sosyal sorumluluk projeleriyle de entegre
edebilmek.
UNEP FI’ya üye ülkeler arasında Avrupa ülkeleri yüzde 48’lik payla önde gelmektedir.
b. Küresel Raporlama Girişimi (Global Reporting Initiative: GRI)
Küresel Raporlama Girişimi (GRI), Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve Küresel İşbirliği gibi uluslararası girişimlerle yakın işbirliği içinde çalışan, dünya çapında faaliyet
gösteren ve kar amacı gütmeyen çoklu paydaşa sahip bir kuruluştur. Dünya çapında
Süreklilik Raporlama Prensipleri Çerçevesi’ni hazırlayan, geliştiren ve kapasite yaratan
birçok sayıda paydaştan oluşan bir uzmanlar grubudur. GRI’nin vizyonu, tüm kurumların
ekonomik, sosyal ve çevresel performanslarının raporlanmasında sistematik oluşturulmasıdır.
Şirketler neden GRI raporlama yaklaşımını tercih ediyor?
•
Dünya çapında kabul görmüş ve standart hale getirilmiş tek sürdürülebilirlik raporu
çerçevesidir,
•
Devletler, iş dünyası, yatırım çevreleri gibi paylaşlar tarafından onaylanmıştır,
•
Küresel bir marka ve disiplindir.
1997-98 yıllarında başlayan çalışmaların akabinde 1999 yılında UNEP’in de katılımıyla evrenselleşen ilkeler ile ilk taslak rehberin hazırlanmasıyla 1999 yılından başlayarak tüm
sektörlerde yer alan şirketler (otomotiv, kimya, enerji, inşaat, havacılık, finans ve diğer) bu
rehberi kullanarak sürdürülebilirlik raporlarını yazmaya başlamışlardır.
74
Bankacılar Dergisi
Yıllar bazında GRI’ye kaydedilen sürdürülebilirlik raporları aşağıdaki verilmektedir:
Tüm sektörler
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009*
10
45
123
140
175
287
376
515
578
1031
238
Finans sektörü
4
11
9
16
20
35
92
117
153
63
* 22 Ağustos 2009 itibariyle
Sürdürülebilirlik konusunda artan duyarlılık, yıllar itibariyle şirketlerin bu alanda
raporlama sayılarına da doğru orantılı olarak yansımıştır. Dünyada finans sektörünün bu
konuyu çok önemsediği yıllar itibariyle artan rapor sayısı ile net olarak görülmektedir. 2000
yılında sadece 4 finansal kurum sürdürülebilir raporu hazırlarken bu sayı 2008 yılında 153’e
ulaşmıştır.
c. Binyıl Kalkınma Hedefleri
Eylül 2000’de toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 147 devlet ya da hükümet
başkanı (ve toplam 189 üye ülke) ‘küresel düzeyde insan onuru, eşitlik ve esenlik ilkelerinin
güçlendirilmesi için topluca sorumluluğu olmayı’ kabul ederek Binyıl Bildirgesini ilan
etmişlerdir. Söz konusu ilkelerin hayata geçirilmesi için sekiz adet “binyıl kalkınma hedef”i
belirlenmiştir.
Aşırı yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılması
Evrensel ilköğretimin gerçekleştirilmesi
Kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve kadınların konumunun güçlendirilmesi
Çocuk ölümlerinin azaltılması
Anne sağlığının iyileştirilmesi
HIV/AIDS, sıtma ve öteki hastalıklarla mücadele edilmesi
Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması
Kalkınma için küresel bir ortaklık geliştirilmesi
75
Hülya Kurt
Bu sekiz hedef üzerinde her ülke için 2015 yılına kadar sürdürülebilir kalkınma ve
yoksullukla mücadele alanında sağlanan ilerlemeyi ölçülebilir ve izlenebilir bir biçimde
gösterecek yapı oluşturulmuştur. Bu sekiz hedef kurumların sosyal sorumluluk projelerinin
belirlenmesinde de etkin rol oynamaktadır.
d. Küresel İlkeler Sözleşmesi
Birleşmiş Milletler (BM) Küresel İlkeler Sözleşmesi, sürekli rekabet içindeki iş dünyasına ortak bir kalkınma kültürü oluşturmak üzere evrensel ilkeler öneren yenilikçi bir kurumsal
sorumluluk yaklaşımıdır. Vizyonu, “sürdürülebilir ve kapsamlı küresel ekonomi” olan
Sözleşme’ye taraf olmak tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Küresel İlkeler, dünya
ekonomisinin yaklaşık yüzde 90’ının özel sektör tarafından yönetildiği günümüzde, özel
sektörün sürdürülebilir kalkınma yolunda attığı adımlar dikkate alındığında da çok önemli bir
konuma sahiptir.
Arkasında özel sektörün sürdürülebilir kalkınma yolundaki adımlarıyla evrensel idealleri birleştiren bir katalizörlük işlevi bulunmaktadır. BM Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin
dizaynında sürdürülebilir kalkınmada özel sektörün öneminin giderek artmakta olduğu
gerçeği bulunmaktadır.
Küresel İlkeler Sözleşmesi, şirketlerin davranış ve hareketlerini denetlemez veya zorlamaz. Gönüllülük ilkesiyle değişimi, sorumlu vatandaşlığı, yaratıcı çözümleri ve ortaklıkları
teşvik eden bir sistematiğe sahiptir. Ağustos 2009 itibari ile tüm dünyada 330 finansal kurum
Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne katılmıştır. Küresel İlkeler Sözleşmesi’nde yer alan dört ana
başlık altındaki 10 temel evrensel ilke aşağıda verilmektedir:
İnsan Hakları
1. İş dünyası ilan edilmiş insan haklarını desteklemeli ve bu haklara saygı duymalı
2. İş dünyası, insan hakları ihlallerinin suç ortağı olmamalı
Çalışma
Standartları
3.
4.
5.
6.
Çevre
7. İş dünyası çevre sorunlarına karşı ihtiyati yaklaşımları desteklemeli
8. Çevresel sorumluluğu artıracak her türlü faaliyete ve oluşuma destek vermeli
9. Çevre dostu teknolojilerin gelişmesini ve yaygınlaşmasını desteklemeli
Yolsuzlukla
Mücadele
10. İş dünyası rüşvet ve haraç dahil her türlü yolsuzlukla savaşmalı
İş dünyası çalışanların sendikalaşma ve toplu müzakere özgürlüğünü desteklemeli
Zorla ve zorunlu işçi çalıştırma uygulamasına son verilmeli
Her türlü çocuk işçi çalıştırılmasına son verilmeli
İşe alım ve işe yerleştirmede ayrımcılığa son verilmeli
e. Ekvator Prensipleri
Ekvator Prensipleri; 10 finansal kurumun öncülüğünde Haziran 2003 tarihinde tüm
dünyada projelerin/yatırımların finansmanı sırasında çevresel ve sosyal konuların aynı
standart ve yaklaşımla değerlendirilmesi için oluşturulmuş gönüllülük esasına dayalı bir
metodolojidir. Ekvator Prensipleri, IFC’nin çevsel, sosyal ve sürdürülebilirlik konularındaki
çalışma rehberleri ile performans kriterleri referans alınarak hazırlanmıştır. Ekvator İlkelerini
imzalayan finans kurumları proje finansmanı yaparken o proje ile oluşacak çevresel ve
sosyal boyutların yatırımın yapılacağı ülkenin ilgili yasal mevzuatına uygun olmasını ve
aşağıda açıklanmakta olan IFC Performans Kriterlerini sağlamasını gözetmektedir.
76
Bankacılar Dergisi
1
2
3
4
5
6
7
8
IFC Performans Kriterleri
Sosyal ve Çevresel Değerlendirme ve Yönetim Sistemi
İş ve Çalışma Koşulları
Kirlilik Önleme ve Azaltma
Halk Sağlığı, Güvenliği ve Emniyeti
Arazi Satınalma ve Gönülsüz Yerdeğiştirme
Biyoçeşitliliğin Korunması ve Sürdürülebilir Doğal Kaynak Yönetimi
Yerel İnsanlar
Kültürel Miras
Ekvator Prensibine göre, projeler IFC Performans Kriterleri dikkate alınarak çevresel
ve sosyal boyutlarına göre “A, B ve C” olmak üzere üç farklı kategoriye ayrılmaktadır. Her bir
kategori için farklı değerlendirme, raporlama ve eylem planlarının yapılması gerekmektedir.
Özetle “A” çevresel ve sosyal etkisi yüksek, “B” çevresel ve sosyal etkisi orta ölçekte olan
projeleri, “C” ise çevresel ve sosyal etkisi çok az veya hiç olmayan proje ve yatırım türlerini
ifade etmektedir.
6 Haziran 2006 tarihinde Ekvator Prensipleri daha güçlü hale gelmesi için revize edilmiştir. Ana başlıklar:
Ekvator İlkeleri sektör veya coğrafya ayırt ekmeksizin tüm projelerin değerlendirilmesinde dikkate alınmase gereken sosyal ve çevresel riskin tanımlanması, değerlendirilmesi
ve yönetilmesi için oluşturulmuştur.
Projeler için IFC kriterleri dikkate alınarak risk kategorizasyonu ve raporlaması yapılmaktadır.
Ekvator Prensipleri yatırım tutarı 10 milyon ABD Doları olan tüm projelere uygulanır.
2003 yılında 50 milyon ABD doları olan bu limit, 2006 yılı revizyonları ile aşağı
çekilmiştir.
ƒ
ƒ
ƒ
Bu ilkeler proje finansmanı danışmanlık faaliyetlerine de uygulanabilir.
Finanse edilen projeler çevresel ve sosyal konulara ilişkin raporlamalar yapılarak yıllık
bazda tüm paydaşlarla paylaşılması gerekmektedir.
Üye olmak isteyen kurum Ekvator İlkelere uyumlu davranacağını beyan eder, gerekli
kriterleri dikkate alarak kendi iç altyapısını oluşturmaktadır.
Üye bankalar, her yıl EP kapsamında değerlendirilen proje sayısı ve kategorizasyon
sonuçlarını açıklamak zorundadır.
ƒ
ƒ
ƒ
Ağustos 2009 itibariyle Ekvator İlkelerini imzalayan 67 finansal kurum ülkeleri bazında tabloda verilmektedir:
Genel olarak Ekvator Prensiplerinde izlenen yol haritası ise aşağıda özetlenmektedir:
Projelerin gözden geçirilmesi ve kategorize edilmesi,
Sosyal ve çevresel değerlendirme,
Uygulanabilir Sosyal ve Çevresel Standartların saptanması,
Eylem planı ve çevre yönetim sisteminin oluşturulması,
Halkın katılımı toplantısı yapılması ve sonuçların paylaşımı,
Çevre yönetim sistemi içinde itirazların dikkate alındığı yapının oluşturulması,
Bağımsız gözden geçirme,
Yatırım kapsamında dikkat edilmesi gereken çevresel ve sosyal konuların kredi
sözleşmesine entegre edilmesi,
ƒ Bağımsız izleme ve gözden geçirme,
ƒ Üye bankaların değerlendirme sonuçlarını en az yıl bazında açıklaması.
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
77
Hülya Kurt
Tablo: Ekvator İlkelerini imzalayan ülkeler:
Japonya
32.Mizuho Corporate Bank, Ltd.
33.SMBC
34.The Bank of Tokyo-Mitsubishi UFJ,Ltd
Hollanda
35.FMO
36.Fortis Bank
37.ING Group
38.Rabobank Group
Nijerya
39.Access Bank Plc
Norveç
40.DnB Nor
Kanada
12.BMO Financial Group
13.Canadian Imperial Bank of
Commerce
14.Export Development
Canada
15.Manulife
16.Royal Bank of Canada
17.Scotiabank
18.TD Bank Financial Group
Umman
41.Bank Muscat
Şili
19.Corpbanca
Portekiz
Çin
20.Industrial Bank Co., Ltd
Güney Afrika
Cumhuriyeti
Kolombiya
21.Bancolombia S.A.
İspanya
Kostarika
22.CIFI
İsveç
Arjantin
Avustralya
Belçika
Brezilya
Mısır
Fransa
1. Banco Galicia
2.ANZ
3.EFIC
4.National Australia Bank
5.Westpac Banking
Corporation
6.Dexia Group
7.Fortis Bank NV/SA
8.KBC Bank N.V.
9.Banco Bradesco
10.Banco do Brasil
11.Itau Unibanco S/A
23.Arab African International
Bank
24.BNP Paribas
25.Calyon Corporate and
Investment Bank
26.Societe Generale
42.Banco Espírito Santo Group
43.Millennium bcp
44.FirstRand Bank Ltd
45.Nedbank Group
46.Standard Bank Group
47.Banco Santander
48.BBVA S.A.
49.Caja Navarra
50.La Caixa
51.Nordea
52.SEB
İsviçre
53.Credit Suisse Group
Togo
54.Financial Bank
Danimarka
27.Eksport Kredit Fonden
İngiltere
Almanya
28.HypoVereinsbank
29.KfW IPEX-Bank
30.WestLB AG
Amerika
İtalya
31.Intesa Sanpaolo
Uruguay
55.Barclays Plc
56.HBOS
57.HSBC Group
58.Lloyds TSB
59.Standard Chartered Bank
60.The Royal Bank of Scotland
61.Bank of America,
62.Citigroup.
63.E+Co
64.JPMorgan Chase
65.Wachovia
66.Wells Fargo
67.Banco de la República Oriental del
Uruguay
Ekvator Prensipleri ile özellikle sanayileşirken iklim değişikliğinin önlenmesi, tükenebilir kaynakların, doğanın, biyolojik çeşitliliğin, tarihsel ve kültürel mirasın korunması, yapılan
yatırımların yerel halk tarafından kabul edilmesi ve yöre halkının yapılacak yatırımın
sonuçlarından dolayı mağdur kalmaması gibi konuların kreditör finans kuruluşları tarafından
sistematik olarak ele alındığı kurallar bütünüdür. Bu ilkeleri benimseyen banka sayısının da
her yıl arttığı gözlenmektedir.
78
Bankacılar Dergisi
e. Kyoto Protokolü
Sera gazlarının küresel bir sorun olduğu ilk kez 1992 tarihinde Rio de Janerio’de yapılan Birleşmiş Milletler Toplantısı’nda gündeme gelmiştir. 1994 yılında Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) imzalanmıştır. Sera gazından kaynaklı iklim
değişikliğini önlemek için taraflar antlaşmaya varmıştır.
Kyoto Protokolü ise 1997 yılında Japonya’da, BM İklim Değişikliği Paneli görüşmeleri
sırasında imzalanarak, sera gazı emisyonunun azaltılması sözleşmeye bağlanmıştır. Kyoto
Protokolü uygulaması, Rusya’nın da katılımıyla 16.02.2005 tarihinde başlamıştır. 2005-2008
I. Dönem tamamlanmıştır, emisyon indirimi 2008—2012 yılları arası II. Dönem için geçerlidir.
Protokolde yer alan ülkelerin konumu aşağıda yer almaktadır:
Ek I
Ek B
Ek I Dışı
1992 yılındaki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi Toplantısı’na katılan gelişmiş ve OECD ülkelerinden
oluşmaktadır. Bu ülkeler sera gazı emisyonunu düşürebilmek için
ulusal eylem planları hazırlama sözü vermişlerdir.
EK I’de yer alan bu ülkeler (Türkiye ve Belarus hariç), 20082012 döneminde CO2 emisyonlarını, 1990 yılına göre yüzde5,2
azaltmayı taahhüt etmişlerdir.
Gelişmekte olan ülkeler, Kyoto Protokolü’nü imzalayan ancak
taahhüt altına girmeyen ülkelerden oluşmaktadır. Çin, Hindistan ve
Brezilya gibi sadece sera gazı emisyonlarını izleme sözü vermişlerdir.
ABD, Ek B ülkesi olarak yer almasına rağmen Kyoto Sözleşmesi’ni henüz imzalamamıştır. Türkiye 13 Mayıs 2009 yılında sözleşmeyi imzalamıştır, ancak halihazırda devam
etmekte olan 2008-2012 yılları arasındaki dönem için emisyon indirimine tabi değildir.
Türkiye’nin 2007 yılı seragazı envanteri, 2006 yılına göre yüzde 12 artışla 373 milyon ton
CO2 eşdeğeri olarak açıklanmıştır. 1990 yılına göre artış ise yüzde119’dur.
AB Emisyon Ticaret Sistemi (EU ETS) 1 Ocak 2005’ten itibaren aktiftir, CO2 ticareti
yapılmaktadır. Burada emisyon indirimi taahhüt eden ülkelerdeki enerji, çimento, demir-çelik,
rafineri, selüloz-kağıt gibi sektörlerdeki yaklaşık 10.000 firmaya ait emisyon kotaları işlem
görmektedir.
Kyoto Protokolü’ne, 2008-2012 yılları sonrasını kapsayacak olan 2012-2020 döneminde “ulaşım, havacılık, denizcilik, alüminyum, petro-kimya” gibi sektörlerin de dahil olması
beklenmektedir. Kyoto Protokolü II. Dönem, 2012 yılında sona erecektir ve 2012-2020
yıllarını kapsayan yeni bir dönem başlayacaktır. Bu yeni dönemde sera gazı artışını belirli bir
seviyede tutabilmek için yüzde20 sera gazı salınımında azalma hedeflenmektedir. Aralık
2009 tarihinde Kopenhag’da, 2012 sonrası izlenecek yaklaşım ve politikalar görüşülecektir.
Bu toplantı Türk Sanayiisi ve finans sektörü için de kritik önem taşımaktadır.
f.
Birleşmiş Milletler Sorumlu Yatırım İlkeleri (Responsible Investment
Principle: UN RPI)
Bu ilkeler, Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde yatırım kararları verilirken ‘çevre, sosyal
ve yönetişim (ÇSY)’ ilkelerinin gözetilerek, yatırımcılara uzun vadeli yatırım kararlarının
alınmasında yardımcı olmak için 27 Nisan 2006 tarihinde oluşturulmuştur. Bu ilkeler, uzun
vadeli bakış açısı elde edebilmek, varlıklardan kazanç oranını artırmak ve ortakların risklerini
azaltmak ve yatırım faaliyetlerine toplumsal faydaları daha iyi dikkate alabilmek için uygulamaya koyulmuştur. UN PRI, sorumlu yatırımcılar vasıtasıyla ÇYS konularında iş birliğini ve
en iyi uygulamaları teşvik etmekte ve ilan edilmesinden bu yana şirketleri çevresel, sosyal ve
79
Hülya Kurt
kurumsal yönetişim konularında başarılı yönetim planları kurarak faaliyetlerine devam
etmeye özendirmektedir. Gözetilen ana başlıklar aşağıdaki gibidir:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
ÇSY konularının yatırım analiz ve karar verme süreçlerinde dikkate alınması,
ÇSY konularını mülkiyet politikaları ve uygulamalarıyla birleştirilmesi,
Yatırımcıların ÇSY konularını açıklamasını sağlanması,
Yatırım dünyasında “sorumlu yatırım ilkelerinin” teşvik edilmesi,
En iyi ve etkin şekilde uygulamak için paydaşlarla birlikte çalışılması,
Alınan eylemleri ve ilerlemelerinin ve sonuçların açıklanması.
VI. Sonuçlar
Görüldüğü üzere bankacılık sektörü için “sosyal ve çevresel risk” 1990’lardan itibaren
önem kazanan, toplumsal baskılar, yasal düzenleme, yükümlülüklerle ve gönüllülük esasıyla
yürütülen her geçen yıl daha fazla kurum tarafından benimsenen yeni bir alan olmuştur. Bu
yeni konsept “sürdürülebilir bankacılık” olarak tanımlanmaktadır. Bankacılığın “sürdürülebilir”
olabilmesi için, iki temel yapının bünyeye adapte edilmesi gerekir:
• Çevresel, sosyal sorumluluk ve kurumsal yönetişimin konularının banka operasyonları içine entegre edilmesi, tüm çalışanlar tarafından benimsenerek uygulanması,
bankacılık faaliyetlerinin çevreye minimum etkiyle gerçekleştirilmesi, sosyal sorumluluk
projeleri ile sürdürülebilir iş süreçleri yaklaşımının desteklenmesi,
• Çevresel ve sosyal sorumluluğun kurum felsefesi haline gelmesi, kurumsal yönetişimin benimsenmesi, ana iş kollarına dahil edilmesi, kurum kültür, politika ve stratejisine
yansıtılmasıdır.
Finansal kurumlar “sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasına” katkı da bulunulurken
artan çevre problemleri, iklim değişikliği, ormanların azalması, hava kalitesi, biyoçeşitliliğin
azalması, azalan doğal kaynak konularına duyarlılık göstermeye ve sistematik girişimlerle bir
araya gelerek ortak çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Finansal kurumların bu duyarlılığı
dünyada sürdürülebilir finans veya bankacılık denilen oluşuma öncülük etmiştir. İklim
değişikliğinin etkileri içinde yaşadığımız gezegendeki yaşamı olumsuz yönde değiştirmeye
başlaması, ekonominin tüm oyuncularını ve paydaşları bu konuda duyarlı olmaya ve düşük
karbon ekonomisi üzerine kurulu yeni iş dinamikleri yaratmaya zorunlu kılmaktadır. Konu bir
ülkenin veya bir kıtanın ötesinde global sorundur ve çözümünde de global ve çoğulcu
yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır.
Kaynakça:
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
80
Aizava M., The Equator Principles in Action, (Haziran 2007) www.infrastructurejournel.com.
Environmental and Social Aspects in Portugal’s Banking and Insurance Sector, (2007), Bölüm:6).
Global Reporting Initiative, http://www.globalreporting.org/GRIReports/GRIReportsList/
Green Financial Products and Services, North Americak Task Force of the UNEP FI (2007), sayfa 9-15
Kruger R., Sustainable development-The Banking&Finance Sector (daha fazla detay malesef
veremiyorum)
Lawrence P., Impact Assessment and Project Appraisal,( Mart 2009), “Equator Principles”
STERN, N. (2006), The Economics of Climate Change, The Stern Review.
Thompson P., International Journal of Bank Marketing, (1998) “Bank lending and the environment:
policies and opportunities, sayfa 243-252,
UNEP FI: http://www.unepfi.org/signatories/index.html?&no_cache=1,
http://www.un.org/millenniumgoals/pdf/MDG%20Report%202009%20ENG.pdf
http://www.equator-principles.com/
Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009
Gelecek Nesilde
Devletin ve Kamu Finansmanının Rolü*
Vito Tanzi**
Bu makale, mevcut güncel vergi sistemlerinin nasıl ortaya çıktığından ve finansal ‘termit’lerin vergi sistemlerinin temellerini nasıl zayıflatabileceğinden başlayarak devletin 20’nci yüzyıl boyunca değişen ve gelişen
ekonomik rolünü tartışmakta; devletin rolünün harcama yönünü incelemekte ve özellikle Latin Amerika
bağlamında gelecekteki olası gelişmeler hakkında tahminler yapmakta ve yorumda bulunmaktadır.
1. Giriş
Bu makale, devletin 20’nci yüzyıl boyunca değişen ve gelişen ekonomik rolünü tartışmakta ve bu rolün gelecek on yıllar boyunca nasıl ve ne yönde gelişebileceği hakkında
tahminler yapmakta ve yorumda bulunmaktadır. Elimizde onlar hakkında istatistiksel veri ve
bilgiler mevcut olduğu için, bu makalede gelişmiş ülkeler üzerinde daha fazla duracağız. Bu
makale, o kıta ve bölgede ülkelerin kişi başına düşen milli gelirleri ve ekonomik kalkınma ve
gelişme düzeyleri arasındaki farklılaşmanın daha büyük olduğunun bilinciyle, Latin Amerika’daki gelişmeleri de irdeleyecektir. Ancak ele alınan bu konunun geniş kapsamlı olması,
tartışmayı kaçınılmaz olarak yüzeysel ve biraz da izlenimci (empresyonist) hale getirmektedir. Kamu finansmanının gelecekteki kapsamı hakkında bir tartışma, kaçınılmaz olarak
geçmiş olayların ve gelişmelerin incelenmesi ve gözden geçirilmesiyle başlamalıdır. Geçmiş,
gelecek için daima bir başlangıç ve öndeyiştir ve her zaman geçmişi araştırmakla öğrenilebilecek pek çok şey mutlaka vardır. Biz de konuya mevcut güncel vergi sistemlerinin nasıl
geliştiği sorusuyla başlayacağız ve daha sonra devletin oynadığı rolün harcama yönüne
geçeceğiz. Son bölümde, devletin oynadığı bu rolün kamu harcamaları ve vergiler dışında
araçlarla da oynanabileceğini göstereceğiz ve anlatacağız.
Modern vergi sistemleri, büyük ölçüde ve oranda, (a) Büyük Buhran sırasında ve II.
Dünya Savaşı sırasında ticarete konulan büyük kısıtlamalarla; (b) portföy sermayesinin sınırlı
düzeyde hareketleriyle; (c) doğal kaynaklara yapılan doğrudan yatırımlar hariç, ülkeler arası
yatırımların çok az olmasıyla; (d) II. Dünya Savaşından sonraki göç dalgaları hariç uluslararası insan hareketliliği ve göçlerinin çok az olmasıyla ve (e) insanların ülkeler arası hemen
hemen hiç alışveriş etmemesiyle karakterize olmuş bir dönem olan 1930 ile 1960 arası
dönemde gelişmişlerdir. Latin Amerika’da, bu dönem, zamanında CEPAL’ın (Comisión
Económica para América Latina y el Caribe; Latin Amerika ve Karaipler İçin Ekonomik
Komisyon) ve Raul Prebisch’in hararetle ve kuvvetle destekledikleri ithal ikamesi politikalarının popüler hale geldiği bir dönemdi. Bu on yıllar boyunca, egemen entelektüel rüzgarlar
onları bu yönde itmeye ve zorlamaya başlamış olmasına rağmen, hükümetlerin daha sonraki
on yıllarda üstlenecekleri geniş sosyal ve ekonomik sorumlulukları yüklenmeleri ve üstlenmeleri henüz beklenmiyordu. Vergi yükleri, genellikle, 1960’lı yıllara kadar, sanayileşmiş
ülkelerin gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 30’unun altındaydı ve gelişmekte olan
ülkelerde ve Latin Amerika ülkelerinde GSYİH’nin yüzde 20’sinin hayli altındaydı.
* OECD’nin izni alınarak Türkçe’ye çevirisi Türkiye Bankalar Birliği tarafından yapılmıştır.
Orijinal Kaynak: OECD Yayını, Vito Tanzi “The Role of the State and Public Finance in the Next Generation” in
the OECD publication OECD Journal of Budgetting: Volume 2008 Issue 2, (tüm hakları saklıdır).
** Profesör Vito Tanzi, Uluslararası Para Fonu’nun Mali İşler Departmanı’nın eski Direktörüdür. Bu makale,
ECLAC’ın (Birleşmiş Milletler Latin Amerika ve Karaipler İçin Ekonomik Komisyon) 28-31 Ocak 2008 tarihleri
arasında Şili, Santiago’da yaptığı 20’nci Bölgesel Mali Politika Seminerinde bildiri olarak sunulmuştur.
(www.eclac.cl)
81
Vito Tanzi
1930 ile 1960 yılları arasında, vergi alanında iki önemli teknolojik yenilik gerçekleştirildi. Bunlar, “global ve artan oranlı” gelir vergisi sistemi ve katma değer vergisiydi (KDV).
Sanayileşmiş ülkelerde o on yılları karakterize eden ulusal gelirde maaş ve ücretlerin artan
payları üzerinden uygulanan sosyal sigorta (güvenlik) vergileriyle birlikte bu iki gelişme, o
ülkelerin vergi geliri seviyelerinde meydana gelen artışın çoğunu yaratan faktörlerdi ve OECD
ülkelerinin çoğunda bu vergi geliri seviyeleri 1990’lı yıllara kadar GSYİH’nın yüzde 40’ını ve
hatta birkaç ülkede GSYİH’nin yüzde 50’sini bile geçti. Buna rağmen. Arjantin, Brezilya,
Uruguay ve bazı başka ülkeler hariç Latin Amerika ülkelerinde vergi seviyeleri bugün bile
GSYİH’nin yüzde 20’sinin altındadır.
1938 yılında yayımladığı etkileyici bir kitabında, o tarihte Chicago Üniversitesi’nde
profesör olan Henry Simons, bireylerin tüm gelir kaynaklarının ayrı parçalar olarak değil bir
bütün olarak vergilendirilmesi (buna global gelir diyordu) ve bu toplam gelirin de yüksek ve
artan oranlı bir sistemle vergilendirilmesi yönünde kuvvetle desteklenen bir öneride bulundu.
Bu öneri, geçmiş uygulamalardan radikal bir ayrılmayı ve değişimi simgeliyordu. Georg
Schanz gibi bazı Alman ekonomistler de benzer tavsiyelerde bulunmuşlardı (Musgrave,
1998’e bakınız). Yüksek marjinal vergi oranlarının caydırıcı ve engelleyici etkileri önemsiz
görülerek hâlâ reddedilirken gelir dağılımının giderek artan bir kaygı ve endişe kaynağı
olduğu bir dönemde bu yaklaşımın gelir ve özsermaye hedeflerini daha iyi karşılayacağı ileri
sürülmüştü. Büyük Buhran sırasında (Roosevelt’in Yeni Düzeninden hemen sonra) ve II.
Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde önerilen bu yüksek ve artan oranlı global kişisel gelir
vergisi Amerika Birleşik Devletleri’nde çok popüler hale geldi ve İkinci Dünya Savaşı’nın
finanse edilmesine yardımcı oldu. Bu vergi kısa zamanda “en adil” vergi olarak görülmeye
başlandı. 1970’li yıllara kadar popülaritesini sürdürdü.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyadaki Amerikan etkilerinden dolayı, global gelir
vergisi kavramı kısa zamanda diğer ülkelere de yayıldı. Savaştan sonra ve birkaç on yıl
boyunca, Amerikan vergi danışmanları bu vergiyi hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte
olan ülkelerde teşvik ettiler ve desteklediler. 1960’lı yıllarda, Latin Amerika’da, bu vergi,
Amerikan Devletler Örgütü, Amerika Kıtası Kalkınma Bankası ve Birleşmiş Milletler’in
Kennedy döneminde yarattıkları ve “Müşterek Vergi Programı” olarak isimlendirilen bir
programla desteklendi. Bununla birlikte, Latin Amerika’da elde edilen sonuçlar, gelir üretme
açısından, gelişmiş ülkelere kıyasla daha az üretken ve daha az verimli oldu.
Diğer “teknolojik” yenilik olan katma değer vergisi ilk kez Fransa’da doğdu. Bu vergi,
zaman içinde Avrupa Birliği’ni doğuracak ve Avrupa Birliği’ne dönüşecek olan Avrupa Kömür
ve Çelik Topluluğu’nun altı üyesi de dahil Avrupa ülkelerinin çoğunda yaygın olan işlemler
üzerinden alınan hasılat (ciro, işlem) vergilerinin (aşamalı vergiler) yerini kısa zamanda aldı.
KDV, o Topluluğun üyeleri tarafından memnuniyetle karşılandı, çünkü ihracata sıfır vergi
oranı uygulanmasına ve ithalata vergi konulmasına ve tarh edilmesine izin veriyor ve
böylece, bir yandan ülkelere istedikleri oranlarda vergi uygulama ve salma özgürlüğünü
sağlarken bir yandan da ticari ortaklar arasındaki uyumsuzluğu ortadan kaldırıyordu. Ülkeler,
büyük olasılıkla, uluslararası ticaret akışlarına müdahale etmeden, istedikleri veya gereksinim duydukları oranda KDV uygulamakta serbesttiler. Bu özelliği, KDV’yi, gümrük birliğine
dahil olan ülkeler için faydalı bir enstrüman haline getirdi. Böylece, katma değer vergisi,
ülkelerin çoğu için büyük ve önemli bir gelir kaynağı olarak kendisini kanıtlamış oldu. Latin
Amerika da bu vergiyi Brezilya, Uruguay ve bazı başka ülkelerde derhal benimsedi ve
uygulamaya soktu. Ardından, bu vergi diğer ülkelere de hızla yayıldı.
Sanayileşmiş ülkelerde, kamu emeklilik fonlarını finanse etmek amacıyla işçi ücretleri
ve gelirleri üzerinden alınan sosyal sigorta (güvenlik) vergileriyle birlikte, yukarıda bahsi
geçen iki gelişme, çoğu ülkenin vergi sistemlerinin, özellikle refah devletleri olarak adlandırılan ve anılan ülkelerde devletin giderek artan fonksiyonları ve görevlerinin kamu gelirleri
üzerinde yarattığı artış talebi ve baskısını finanse etmelerine olanak sağladı (bkz. Tanzi ve
82
Bankacılar Dergisi
Schuknecht, 2000). Bununla birlikte, Latin Amerika ülkeleri, hükümetlerinin kamu harcamaları yoluyla ekonomide daha büyük roller üstlenmelerine ve oynamalarına olanak sağlayacak
yüksek vergi seviyeleri ve gelirlerini yaratma konusunda son yıllara kadar daha az başarılı
olmuşlardı. Bunun ikili bir sonucu oldu: birincisi, daha fazla gelir elde etme çabası içinde kötü
vergilere başvurulması; ikincisi, sosyal hedeflere ulaşmak için kamu harcamalarından daha
az etkili ve verimli olan araçlara bel bağlanması ve dayanılması. Bu konu, makalenin sonuç
bölümünde irdelenmekte ve tartışılmaktadır.
2. Globalleşme ve Vergiler
Son on yıllarda ve özellikle 1980 yılından beri, daha önceki on yılları karakterize etmiş
bulunan ekonomik tabloyu ve manzarayı değiştirmekte olan bazı önemli gelişmeler meydana
gelmektedir. Bu gelişmelerin sadece vergi sistemleri için değil aynı zamanda harcama
politikaları için de önemli tezahürleri ve etkileri olmaktadır. Bu etkiler arasında en önemli
olanlar şunlardır:
• Ekonomilerin dışa açılması ve uluslararası ticarette olağanüstü artış ve büyüme. İthal
ikamesi teorileri ve politikaları artık modaya uygun ve revaçta değildir. Dünya ekonomisi
geçmişte olduğundan çok daha entegre ve bütünleşik bir hale gelmiştir. Bu büyümeye ve
değişime hem gelişmiş ülkeler hem de gelişmekte olan ülkeler katkıda bulunmuşlardır. Latin
Amerika için, bu globalleşme trendi ve eğilimi, 1950’li ve 1960’lı yılların ithal ikamesi
politikalarına kıyasla gerçekten çok büyük ve asli bir değişimi temsil etmekte ve simgelemektedir.
• Sınır-ötesi sermaye hareketlerinde fevkalade artış. Bu artışı, sermayenin hareketliliğinin
önündeki engellerin kaldırılması teşvik etmiş ve kolaylaştırmıştır. Bu engellerin kaldırılması
ise, iletişimi hem ucuz hem de hızlı hale getiren teknolojik yenilik ve icatlarla ve uygulamaya
sokulan yeni politikalarla kolaylaştırılmıştır. Artık tüm sınırları günlük olarak geçmeye
başlayan finansal sermaye miktarında olağanüstü bir artış olmuştur. Bu sermaye doğrudan
yatırımları finanse etmekte, portföy yatırımlarını beslemekte, cari işlemlerdeki dengesizlikleri
kapatmakta ve telafi etmekte ve yurtdışı gezilere çıkanların gereksinim duyduğu dövizi
sağlamaktadır. Böylece, geçmişte bir ülkenin tasarruf oranı ile yatırım oranı arasında mevcut
olan ve Feldstein ve Horioka tarafından vurgulanmış bulunan bağıntıyı bir dereceye kadar
gevşetmiştir. Bu büyük sermaye akışı, aynı zamanda, hükümetlerin artık sadece yurtiçi
tasarruflara dayanmak zorunda olmadıkları için daha büyük mali bütçe açıklarını bile finanse
etmelerini de kolaylaştırmıştır.
• Hem doğrudan yatırımların finanse edilmesi anlamında (hem doğal kaynaklardan elde
edilen girdilerin üretilmesi hem de işlenmiş ürünlerin, yani imalat mallarının üretilmesi için)
hem de ve özellikle aynı işletmelerin ve kuruluşların farklı ülkelerde bulunan bağlantılı
parçaları arasında ticaretin teşvik edilmesi ve artırılması anlamında çokuluslu şirketlerin
önemi çok fazla artmıştır. Şirketlerin çoğunun kendi ürünlerini sadece aynı ülke içinde ve
hatta faaliyet gösterdikleri aynı şehir veya bölge içerisinde ürettikleri ve sattıkları dönemler
artık çok gerilerde kalmıştır. İşletme ve kuruluşların farklı ülkelerde bulunan bağlantılı
parçaları arasında ticaret, toplam dünya ticaretinde büyük ve giderek daha da artan bir paya
sahip olmuştur. Bu ticaret, artık toplam dünya ticaretinin yarıdan fazlasını temsil etmektedir.
• Kişi başına düşen milli gelirdeki artışla, hem mallar hem de insanlar için ulaşım ve nakliye
giderlerindeki keskin düşüşle, nispi fiyatlardaki değişim hakkında ve bu değişimin yarattığı iş
fırsatları hakkında insanların hızla ve hemen bilgi edinmesine olanak sağlayan bilgi akışındaki gelişmelerle ve daha liberal politikalarla birlikte bu uluslararası faaliyet ve gelişmeler de,
ekonomik aktörler olarak oynadıkları rol anlamında ya da sadece turist ve tüketici olarak
insanların hareketliliğinde yüksek ve büyük bir artışa da yol açmıştır. Hem sanayileşmiş
ülkelerde hem de gelişmekte olan veya yükselen piyasalarda çok büyük ve giderek artan
83
Vito Tanzi
sayıda insan artık gelirlerinin tamamını veya bir kısmını doğdukları ve resmi ikamet adreslerinin halen bulunduğu ülkeler dışında başka ülkelerde kazanmaktadırlar. Aynı zamanda, çok
büyük ve giderek artan sayıda insanlar, gelirlerinin bir kısmını resmen yaşamakta oldukları
ülkelerin dışında da harcıyorlar. Sonuç olarak, artık tüm pazarlar daha global hale gelmiş
bulunmaktadır.
Bu gelişmelerin ülkelerin vergi sistemleri ve devletin ekonomik rolü üzerindeki tezahür
ve etkilerini politikacılar, karar vericiler veya ekonomistler hâlâ tam olarak anlamamış
bulunmaktadırlar. Devletin yüz yıl kadar önce klasik ekonomistler tarafından tanımlanmış
bulunan açık ve sınırlı rolü, artık çok daha karmaşık ve çok daha az iyi-tanımlanmış ve daha
sınırlandırılmış bir role doğru evrilmektedir. Giderek artan sayıda kanıt ve bulgular, yukarıda
açıklanan gelişmelerin ülkelerin çoğunda vergi yöneticileri için güçlükler ve sadece birkaç
tanesi için bazı fırsatlar da yaratmakta olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, bu gelişmeler, hem mevcut güncel ekonomilerde hem de özellikle geleceğin daha fazla globalleşmiş
ekonomilerinde devletin optimum rolü hakkında sorular doğurmaktadır. Öncelikle bu vergi
sorunları ve etkilerini, daha sonra da devletin optimum rolüne ilişkin sorunları ve etkileri ele
alacağız.
Yukarıda tanımlanan ve açıklanan gelişmelerden ötürü, bir ülkenin potansiyel vergi
tabanı ve matrahı, artık eskiden olduğu gibi sadece o ülkenin kendi sınırlarıyla ve topraklarıyla sınırlı değildir ve bir ölçüde ve bir dereceye kadar dünyanın geri kalan kısımlarını da
kapsayacak şekilde genişlemiş bulunmaktadır. Bunun nedeni, ülkelerin artık (a) yabancı
finansal sermayeyi, (b) yabancı doğrudan yatırımları, (c) yabancı tüketicileri, (d) yabancı
işçileri ve (e) emekliler de dahil gelir düzeyi yüksek yabancı insanları kendi ülkesine çekmeye
ve tamamen veya kısmen vergilendirmeye çalışabilmesidir. Bu olanaklar geçmişte mevcut
değildi ve bunlar ülkeler arasında “vergi rekabetini” körüklemektedir, çünkü en azından
teoride her ülke bu yeni olasılık ve olanaklardan avantaj elde etmeye çalışabilir. Vergi
rekabeti, bir dereceye ve ölçüye kadar, bir ülkenin vergi yükünün de en azından kısmen ihraç
edilebileceği anlamına gelmektedir. Özellikle, artık küçük bir ülke de başka ülkelerin vergi
tabanları ve matrahlarına geçmişte mümkün olmayan yol ve yöntemlerle “saldırabilmektedir”.
Aynen okyanuslar ve atmosfer gibi “dünya vergi tabanı ve matrahı” da artık bir tür “ortak alan
ya da orta malı” haline gelmektedir: bir dereceye ve ölçüye kadar tüm ülkelerin kendi avantaj
ve yararları için ve muhtemelen başka ülkelerin zararına istifade etmeye çalışabilecekleri,
ancak mülkiyet hakları ve sınırları açıkça belirlenmemiş bulunan bir ortak kaynak. Latin
Amerika ülkeleri de bu problemden bağışık değildirler.
Vergi rekabeti, kısmen, ülke için vergilemenin ve vergileme için ülkenin önemiyle de
bağlantılı ve ilgilidir. Bu vergi rekabeti, bazı hassas faaliyetlerdeki ve işlerdeki vergi yükünü
hafifleterek, belirli yer ve ülkeleri (örneğin Kosta Rika veya İrlanda veya Lüksemburg) bazı
yatırımcılar için ve belirli bazı faaliyet ve işler için diğer yer ve ülkelere kıyasla daha çekici ve
cazip hale getirmeyi hedefler.
Bu konu, özellikle sermayeyi bir ülkeye cezp etmek ve rakip ülkelerden uzaklaştırmak
amacıyla kullanılan vergi teşvikleri açısından büyük önem taşır. Bir yerin veya ülkenin
çekiciliği: (a) işletme ve kurumların gelirleri üzerinden alınan kanuni vergi oranları; (b) vergi
uygulamaları (idari giderler ve uyum giderleri); (c) vergi sisteminin kestirilebilirliği ve öngörülebilirliği ya da hem vergi oranları hem de idari koşullar ve gereklilikler açısından zaman
içinde “vergilerin kesinliği”; (d) hukuki saydamlık ya da bir başka deyişle vergi kanunlarının
açık ve berrak olması; (e) vergi gelirlerinin kullanımı ya da bir başka deyişle, vatandaşların
veya kurumların ödedikleri vergiler karşılığında devletten aldıkları hizmetler; (f) gelecekteki
vergi artışlarının kestirilmesine yardımcı olabilecekleri için mali bütçe açıkları ve kamu
borçları ve daha genel olarak, (g) ülkenin mevzuattan, yolsuzluklardan, suç eylemlerinden,
hukukun üstünlüğü ve egemenliğinden ve benzeri faktörlerden çok etkilenen ekonomik iklimi
veya yatırım iklimi gibi çeşitli farklı faktörlere ve kıstaslara bağlıdır.
84
Bankacılar Dergisi
İnsanlar, günümüz ortamında yüksek vergi oranlarıyla ya da düşmanca ve hasmane
bir vergi iklimiyle karşılaştıklarında: (a) ceteris paribus (diğer tüm konuların sabit olması ve
diğer tüm konularda eşitlik) koşulunun da gerçekleşmesi şartıyla, “tercihlerini ayaklarıyla
gösterebilir” ve kendilerine daha dostça ve daha iyi davranan başka bir finansal ortama göç
edebilirler; (b) finansal varlık ve birikimlerini yurtdışına, daha güvenli ve daha düşük vergi
alan ülkelere göndererek “tercihlerini portföyleriyle gösterebilirler”; (c) ülke içinde kalabilir,
fakat vergiden kaçınmak için her fırsatı daha titizlikle ve daha sıkı takip eder ve kullanırlar ve
(d) açıkça vergi kaçırabilir ya da kaçırdıkları vergiyi artırabilirler. Globalleşme ve vergi
rekabeti, hem bireylerin hem de kurum ve şirketlerin bu seçenekleri kullanmalarını kolaylaştırmaktadır. Bu faktörler, vergi matrahlarının vergi oranlarına göre esnekliğini artırmıştır. Bu
gelişme ve eylemler de, devletin gelecekte oynaması beklenen veya oynayabileceği rolü
etkilemektedir.
Vergi rekabeti, olumlu bir global gelişme mi, yoksa olumsuz bir global gelişme midir?
Bu soruya verilecek yanıt hakkında görüşler arasında keskin ve derin farklılıklar vardır. Bazı
ekonomistler, özellikle de kuramsal ekonomistler ve kamunun tercihi ve seçimi temayülüne
yakın olan ekonomistler, vergi rekabetini açıkça faydalı ve yararlı bir olgu olarak görme
eğilimindedirler. Maliye bakanları, vergi yöneticileri ve politika-odaklı ekonomistler ise vergi
rekabetini daha ziyade bir problem olarak görme eğilimini göstermektedirler. Vergi rekabeti
lehine ileri sürülen temel tez ve görüşler şöyledir:
•
Vergi rekabeti, ülkeleri, özellikle finansal sermaye ve çok kalifiye işçiler gibi hareketli vergi
tabanları ve matrahları üzerindeki yüksek vergi oranlarını düşürmeye zorlar.
•
Vergi rekabeti, toplam vergi gelirini azaltarak devletleri verimsiz kamu harcamalarını
azaltmaya zorlar. Bu “starve the beast” teorisi Milton Friedman tarafından desteklenmiş
ve Amerika Birleşik Devletleri’nde 1980’li yıllarda Reagan yönetimi sırasında popüler hale
gelmiştir.
•
Vergi rekabeti, büyük olasılıkla, dünya ekonomik tasarruflarını daha verimli ve üretken
yatırımlara yöneltir.
•
Daha düşük vergi gelirinden dolayı, politikacıları (karar vericileri) devletin ekonomik
rolünü daha odaklı ve daha etkin ve verimli hale getirmeye zorlar.
•
Vergi rekabeti, hareketsiz vergi tabanları ve matrahlarına daha fazla bağımlı olan bir vergi
yapısına yol açar ve bu da, vergilemenin refah maliyetini azaltır.
Bu argümanlara ve tezlere karşı, vergi rekabetini zarar verici bulan başkaları da vardır. Bu görüşlerin belli başlıları şunlardır:
•
Kamu harcamaları sıklıkla azalma ve düşürme baskılarına karşı politik ya da hukuki
sebeplerle inatçı ve durağan olduğu için, vergi rekabeti, mali bütçe açıklarının ve kamu
borçlarının artmasına ve dolayısıyla makroekonomik istikrarsızlıklara sebep olabilir ve yol
açabilir.
•
Hükümetler, vergi rekabetinden ötürü kamu harcamalarını kısmaya ve azaltmaya
zorlandıklarında, onu koruyan güçlü politik seçmenleri etkileyebilecek verimsiz kamu
harcamalarını kısmazlar, daha ziyade ve daha çok sermaye (yatırım) harcamalarını ya da
işletme ve bakım harcamalarını kısma eğilimi gösterirler.
•
Vergi rekabeti, “vergi bozulması” diye adlandırabileceğimiz bir duruma da yol açabilir ya
da bir başka deyişle, hükümetler kaybettikleri vergi gelirlerini telafi etmek için kötü vergiler
çıkartarak ve salarak kamu gelirlerinin düzeyini korumaya yeltenebilir ve çalışabilirler.
85
Vito Tanzi
•
Vergi yükünün mobil ve hareketli unsurlardan (finansal sermaye ve çok kalifiye insanlar)
hareketsiz unsurlara (büyük ölçüde emek geliri) doğru kayması vergi sistemini daha az
adil hale getirir.
•
Emek geliri üzerinden alınan vergilerin artması, yeraltı (kayıt dışı) ekonominin ve vergi
kaçağının büyümesi ve artması için uyarıcı etki yapar ve gayri resmi faaliyet ve eylemleri
teşvik eder.
•
Vergi rekabeti (ve ona gösterilen tepkiler), vergi idaresini ve vergi uyumunu daha pahalı
ve güç hale getirebilir. Vergi karmaşıklığının artması, vergi rekabetinin sıklıkla karşılaşılan
bir sonucudur, çünkü vergi idarecileri vergi rekabetiyle daha karmaşık kurallar getirerek
savaşmaya çalışırlar. Bu sebeple, vergi sistemleri giderek daha karmaşık ve içinden
çıkılmaz hale gelmektedir (Bkz. Tanzi, 2006b).
Globalleşmenin vergi gelirleri üzerindeki niceliksel etkisini tahmin etmek ve belirlemek
güçtür. Bu da, bazı gözlemcilerin globalleşmenin vergi geliri üzerindeki etkisini göz ardı
etmelerine yol açmıştır. Ancak aslında bu etkinin yakından gözlemlenmesi en azından bazı
etkilerin tanımlanmasına yardımcı olabilir ve yüksek vergi uygulayan ülkeler için gelecekte
giderek artacak olan güçlüklere işaret edebilir:
•
Bir grup olarak alındıklarında OECD ülkelerinde, pek çok ülkede büyük mali bütçe açıkları
daha yüksek vergi geliri gerektirmesine rağmen, vergilerin GSYİH’a oranındaki artış
1990’lı yıllarda durmuştur. Giderek artan sayıda OECD ülkesinde, ortalama vergi
rasyosu, içinde bulunduğumuz on yıl içerisinde düşmüştür. Tam tersine, Latin Amerika’da, birkaç önemli ülkede son yıllar olumlu ekonomik döngünün de kolaylaştırdığı bir
etkiyle daha yüksek vergi geliri getirmiştir.
•
Kısmen vergi rekabetinin etkileriyle son iki on yıllık dönem içerisinde çoğu ülkede hem
marjinal kişisel gelir vergilerinin hem de kurumlar vergilerinin oranları önemli oranda ve
düzeyde düşmüştür. Bununla birlikte, vergi tabanları ve matrahlarındaki genişleme ve
büyümeden dolayı ve bazı ülkelerde işletmelerin ve kurumların gelirlerinin milli gelir içindeki payının artmasından dolayı kurumlar vergilerinin GSYİH içindeki paylarında bir düşüş olmamıştır.
•
Lüks mallardan alınan tüketim (gider) vergilerinin oranları, son iki on yıllık dönem içinde
çoğu ülkede büyük oranda düşürülmüş ve bu da, bu vergilerden elde edilen gelirde büyük
azalmalara yol açmıştır. Bu düşüş, katma değer vergilerinde ve bazı ülkelerde de petrol
ve tütün ürünleri vergilerinde yapılan artışlarla telafi edilmiş ve karşılanmıştır. Lüks mal ve
ürünlerden alınan vergilerdeki azalma, kısmen, vergi mükelleflerinin yurtdışı gezilerinin
artması ve böylece, taşınması kolay ve pahalı mallar üzerinden alınan tüketim (gider)
vergisi oranının en düşük seviyede olduğu yerlerden alışveriş yapma olanaklarının artmasının da bir sonucudur. İnternet aracılığıyla alışveriş yapma olanakları da bu sonuca
katkıda bulunan etkenler arasındadır.
•
“Global gelir vergisi”, popülaritesini yitirmektedir. İskandinav ülkelerinin ve Uruguay da
dahil bazı başka ülkelerin getirdikleri çifte gelir vergileri de, global gelir vergisinin cazibe
ve çekiciliğini kaybetmesinin bir örneğidir. Çifte gelir vergisi, geçmişte gelir üzerinden
vergilerde uygulanmış bulunan “farklı kaynaklardan sağlanan gelirlerin farklı tarifeye göre
ayrı ayrı vergilendirilmesi” sistemine bir de facto (fiili) geri dönüştür.
•
Götürü usulle (düz oranlı) vergilendirmeye ve “tüketime dayalı vergilere” ilgi giderek
artmaktadır. Bununla birlikte, şu ana kadar bu vergileri sadece birkaç ülke çıkartmış ve
koymuş bulunmaktadır.
86
Bankacılar Dergisi
Son on yıl içerisinde yazdığım bazı makalelerde, finansal ‘termitler’ olarak adlandırdığım etkenlerin yükselmesinden söz ettim. Bu ‘termitler’, globalleşme, vergi rekabeti ve yeni
teknolojiler arasındaki karşılıklı etkileşimden kaynaklanmaktadırlar. Biyolojik muadillerinin
ahşap binalarda yaptıkları etkiler gibi, finansal ‘termit’ler de vergi sistemlerinin temellerini
zayıflatabilir ve ülkelerin yüksek vergi seviyelerini yükseltmelerini ve tercih ettikleri vergi
yapısını sürdürmelerini giderek daha güç ve zor hale getirirler. Bu konuda çok fazla detaya
girmeden sadece bu ‘termit’lerin bir kısmından söz edeceğim. Bu konuda daha detaylı bilgi
ve açıklama için, bkz. Tanzi (2001).
Bu ‘termit’lerin birincisi elektronik ticarettir. Elektronik ticaret, hem tüketim malları ve
hizmetleri için hem de ara malların ve yatırım mallarının girdileri için hem ülke içinde hem de
ülkeler arasında çok hızlı artmakta ve büyümektedir. Elektronik ticaretteki bu büyümeye,
ülkelerin gayrisafi yurtiçi hasılalarında fiziksel ürünlerden gayrimaddi sermaye ve aktifler de
dahil dijital ürünlere doğru giderek artan yönelim de eşlik etmekte ve onu kolaylaştırmaktadır.
Bu tip ticaret, eski faturaya-dayanan ticarete kıyasla örneğin gümrük memurlarının fark
edebileceği daha az izler bırakmaktadır ve bundan ötürü vergilendirilmesi de daha güçtür.
Elektronik ticaret, bu nedenle, zaman zaman onunla nasıl başa çıkacaklarını bilemez gibi
görünen hem vergi idarecileri hem de kanun yapıcılar ve yasama organları için büyük sorun
ve güçlükler çıkartmaktadır. Katma değer vergilerinden elde edilen gelirler bu gelişmeden
açıkça etkilenmiş durumdadır.
İkinci ‘termit’, elektronik paradır (kredi kartları ve diğer tipler). Gerçek para giderek artan bir oranda yerini elektronik kartların çiplerine gömülmüş ve iliştirilmiş elektronik paraya
bırakmaktadır. Yabancı bankalardaki mevduatlar veya gizli banka hesapları kullanılarak bir
“purse” yazılım satın alınabilir ve bu da çeşitli ticari işlemlerin takip edilmesini ve vergilendirilmesini daha da güçleştirebilir. Elektronik paranın kullanılması, ülkelerin kağıt para
emisyonundan elde ettikleri “senyoraj” gelirlerini de azaltabilir.
Üçüncü bir önemli ‘termit’ de, aynı çokuluslu şirketin farklı ülkelerde bulunan farklı kısım ve birimleri arasındaki işlemlerden (yani, şirket-içi veya grup-içi işlemler) kaynaklanır. Bu
işlemler bir çokuluslu şirketin kendi iç işlemleri olduğundan dolayı, bu işlemlerde “transfer
fiyatları” kullanmak gerekir - yani, çokuluslu şirketin belirli bir ülkede kurulu bulunan bir
biriminin aynı şirketin farklı vergi sistemleri uygulayan ve şirketlerin gelirleri üzerinden farklı
oranlarda vergiler alan başka ülkelerde kurulu bulunan başka birimlerinden mal veya hizmet
“satın alması” halinde uygulanan fiyatlar. Nihai ürünler için bir girdiden ibaret olduklarından
ötürü, bu satılan veya satın alınan mal veya hizmetler, açık pazara çıkartılamaz ve açık
pazarda alınıp satılamaz. Bundan dolayı, bu işlemde referans alınabilecek piyasa rayiçleri
ya da “serbest piyasa” fiyatları mevcut olmayabilir. Özellikle: (a) özel olarak belirli bir nihai
ürün (örneğin, belirli bir jet uçağı) için yapılan ve hazırlanan girdilerde; (b) belirli bir değer
tespit edilmesi gereken telif hakları, ticari markalar ve patentlerin kullanılması halinde; (c)
genel merkez Ar&Ge giderlerinin veya diğer sabit giderlerinin dağıtımı ve tahsisinde ve (d) bir
çokuluslu şirketin bir biriminin başka bir birimine açtığı ve kullandırdığı krediler ve borçlar
üzerinden uygulanacak ve belirli bir cari piyasa oranı tespit etmenin güç olduğu faizlerde
problemler ortaya çıkar. Bu maliyet ve gider kalemlerinin tespit edilmesi ya da aynı şirketin
farklı birimleri arasında alınıp satılan mal ve hizmetlerin fiyatlarının tespit edilmesi genellikle
güçtür ve keyfidir. Bu sistem, şirketleri, kurum ve şirket kârları üzerinden uygulanan nominal
vergi oranlarının düşük olduğu (İrlanda gibi) ülkelerde daha fazla kâr ya da bu vergi oranlarının yüksek olduğu (Almanya gibi) ülkelerde daha az kâr göstermeye ve beyan etmeye
yönelik manipülasyonlar yapmaya sevk eder. Şirketlerin “transfer fiyatlarını” stratejik
amaçlarla kullanmaları, çokuluslu şirketlerin ödediği toplam vergilerde önemli bir azalmaya
yol açarak vergi idarecilerine büyük ve önemli sorunlar yaratabilir.
Başka bir ‘termit’ de, offshore (kıyı bankacılığı) finans merkezleri ve vergi cenneti olarak adlandırılan yerlerin var olması ve hızla büyümeye devam etmesidir. Hem Uluslararası
87
Vito Tanzi
Para Fonu hem de Birleşmiş Milletler, bu vergi cennetlerinde tutulan mevduatların toplamının
dev boyutlara ulaştığını tahmin etmektedirler. Bu vergi cennetlerinin ayırt edici karakteristikleri şöyledir: (a) yabancı finansal sermayeyi çekmek ve cezp etmek amacına yönelik düşük
vergi oranları; (b) bu ülkelerde tutulan mevduatların sahiplerinin kimliğini tespit etmeyi
olanaksız kılan ya da güçleştiren kurallar (isimsiz hesaplar, bankacılık sırrı, vb.) ve (c) bu
mevduatların sahiplerinin ikamet ettiği ülkelerin elinde bu mevduatlar hakkında herhangi bir
bilginin bulunmaması ya da bu ülkelerin bu mevduatlar üzerinde herhangi bir düzenleyici
(yasama veya yürütme) yetkisinin bulunmaması. Bu vergi cennetleri, sermayenin kaynağını
aldığı ülkelerden gerçek kişiler ve tüzel kişilerin ilgili ulusal vergi otoritelerinin vergilendirmesi
güç olan gelirler elde etmelerine ve kazanmalarına olanak sağlamaktadırlar.
Başka bir önemli ‘termit’ de, finans piyasasına son yıllarda devamlı ve kesintisiz girmekte olan yeni, egzotik ve kompleks finansal enstrümanlardan oluşmaktadır. Normal ve
sıradan bir vatandaşın tasarruflarını yatırdığı finansal enstrümanları kavrayabildiği, anlayabildiği ve kolaylıkla seçebildiği günler artık çok gerilerde kalmıştır. Yeni finansal enstrümanlar,
artık son derece zeki ve yüksek ücretli kişiler için tasarlanmaktadır ve zaman zaman da
özellikle ve bilhassa vergi ödemekten kaçınacak şekilde (vergi kaçıracak şekilde değil)
tasarlanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde, bu durum, bazı milyarderlerin gelirleri
üzerinden bizzat kendi şoförlerinin bile ödediği oranlardan çok daha düşük oranlarda vergi
ödeyebilmelerine olanak sağlamıştır. Sonuç olarak, (normal bir eğitim almış bulunan ve
mütevazı gelir ve maaşları olan) vergi idaresi çalışanlarının da bu gelişmeleri takip etmeleri
giderek daha güç hale gelmektedir.
Yukarıda açıklanan ve sayılan gelişmelerin ve burada bahsi geçmeyen diğer etkenlerin vergi gelirleri ve vergilendirme yapıları üzerinde ve belirli vergi matrahları ve tabanlarının
kullanımı üzerinde giderek büyüyen ve artan bir etkisi olacaktır. Bu etki, doğal olarak, bazı
ülkeler için daha büyük ve diğerleri için daha az önemli olabilir ve olacaktır. Devletin uzun
vadede kamu harcamaları yoluyla oynadığı rol ülkelerin vergileri ve özellikle belirli tiplerde
vergileri artırma ve vergi gelirlerini yükseltme kabiliyetlerine bağlı olduğu için, bu rol de doğal
olarak etkilenecektir.
Bu finansal ‘termit’lerin varlığından tabii ki tüm ülkeler etkileneceklerdir. Bununla birlikte, Arjantin, Brezilya ve Uruguay veya benzeri birkaç Latin Amerika ülkesi ve çeşitli Avrupa
ülkeleri gibi vergi oranlarının yüksek olduğu ülkelerin bunlardan daha fazla etkilenecekleri
tahmininde de bulunabiliriz. Aynen elektronik ticaret gibi transfer fiyatları da tüm ülkeler için
açık bir endişe ve kaygı kaynağıdır ve Latin Amerika’da giderek daha fazla sayıda yatırımın
özsermayeyle değil bu vergi cennetlerinden gelen ve aktarılan kredilerle finanse edilmesi
olasılığı da tabii ki aynı kaygıyı yaratmaktadır.
Latin Amerika ülkeleri başka bir dertten de muzdariptirler: ulusal gelir içinde maaş ve
ücretlere giden pay, sanayileşmiş ülkelere kıyasla çok daha düşüktür. Bunun anlamı şudur:
devletin gelirini artırmak için, ya maaş ve ücretler üzerinden çok yüksek oranlarda vergi
almak gerekmektedir ya da maaş ve ücret dışı gelir kalemlerinin makul oranlarda vergiye tâbi
tutulması gerekmektedir. İkincisiyle yaşanan problem, maaş ve ücretler dışında kalan ve
büyük şirketlerden veya kamu sektöründen elde edilen bu gelir kalemlerini vergilendirmenin
çeşitli sebeplerle güç olmasıdır: bu gelir kalemlerinin bir kısmı gayri resmi (kayıt-dışı)
sektörden ya da serbest meslek sahiplerinden gelmektedir; bir kısmı ve bazıları (faizler,
temettüler, sermaye kazançları, kira gelirleri ve bazı diğer kâr tipleri gibi) sermaye getirileri ve
geri dönüşleridir ve bunları tespit etmek ve bulmak güç olabilir ve bunlar, genellikle, bu gelir
kalemlerini yaratan sermayenin kolaylıkla ve rahatlıkla ülke dışına kaçabileceği korkusu ve
endişesiyle hafif ve düşük oranda vergilendirilirler. Sonuç, anormal ve olağandışı bir
durumdur: Latin Amerika’da egemen olan yüksek Gini katsayılarından dolayı kişisel gelir
içinde baskın bir pay sahibi olan üst gelir dilimleri (ondabirlik dilimler) çok az vergi öderler ve
bu da toplam vergi geliri üzerinde kuvvetli bir aşağı doğru inme baskısı yaratır. Sabit oranlı
88
Bankacılar Dergisi
(götürü) vergilere yönelmek, bu problemin çözümünde faydalı olmaz. Çeşitli farklı kaynaklara
göre, Latin Amerika’daki (ağırlıklandırılmamış) vergileme seviyeleri son on yıllar içerisinde
çok az değişmiş ve GSYİH’nin yüzde 20’sinin altında kalmıştır (Bkz. Lora, 2007a).
3. Kamu Harcamalarının Rolü
Son yarım yüzyıl, Latin Amerika ülkeleri de dahil hem gelişmekte olan ülkelerde hem
de sanayileşmiş ülkelerde hükümet ve devletlerin kamu harcamaları yoluyla oynadıkları rolde
önemli gelişmelere tanıklık etmiştir. Bu bölümde, bu gelişmelerin bir kısmı ele alınacak ve
irdelenecektir. Daha sonraki bir bölümde ise, hükümetlerin ve devletlerin gelecekte oynayabileceği rolün üzerindeki perdeyi kaldırmaya çalışacağız.
Pek çok sanayileşmiş ülkede vergi seviyeleri, bugün tarihsel olarak en yüksek düzeylerine yakındır ve hatta bir yüzyıl önceye kıyasla çok daha yüksek bir düzeydedir. Şu anda
gelişmiş ülkeler sınıfında olan ve hakkında veri ve bilgiler bulunan 18 ülkeden oluşan bir
grubun kamu harcamaları ve vergi geliri seviyeleri, 1870 yılında GSYİH’lerinin sadece yüzde
13’ü kadardı. Amerika Birleşik Devletleri’nde daha da düşük seviyeler vardı (Bkz. Tanzi ve
Schuknecht, 2000). Bu istatistiksel veriler, son on yıllar boyunca Latin Amerika’da hâkim olan
düşük seviyelerden bile çok daha düşüktü. Sonuç olarak, o tarihlerde kamu harcamaları çok
kısıtlı ve sınırlıydı ve büyük oranda milli savunma, insanların ve malların korunması, kamu
idaresi, adalet ve büyük kamusal işler ve projeler gibi “temel” veya olmazsa olmaz fonksiyonlar üzerinde odaklanmıştı. Bunlar, ana hatlarıyla ve geniş olarak, Adam Smith’in 1776 yılında
yayımladığı “The Wealth of Nations” (Ulusların Serveti) isimli eserinde tanımladığı fonksiyonlardı. O tarihte, savaşlar sebebiyle, Latin Amerika’da vergi oranları Avrupa’daki vergi
oranlarından daha yüksekti.
20’nci yüzyılda, devletin ekonomik rolüne yönelik kamusal davranış kalıplarında ve
bakış açılarında değişim görülmeye başlandı. Hükümetler ve özellikle doğrudan genel oy
hakkını tanımış bulunan demokratik hükümetler, devletin ekonomik rolünün bazı sosyal
ve/veya yeniden dağıtım fonksiyonlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi yönünde,
kendi vatandaşlarından gelen baskılar altındaydılar. Bu baskılar, özellikle 20’nci yüzyılın
ikinci yarısında, kamu harcamalarında fevkalade ve olağanüstü bir genişlemeye yol açtı.
Kamu harcamaları, I. Dünya Savaşı sırasında büyümeye ve artmaya devam etti, fakat
büyüme ve artış hızı 1960 yıllarına kadar yavaş seyretti. Bu konudaki en büyük artış ve
hızlanma, başta Avrupa ülkelerinin çoğu olmak üzere pek çok ülkenin, bireylerin “beşikten
mezara kadar” ekonomik koruma altına alınmasını hedefleyen kamusal programlar oluşturdukları ve uygulamaya koydukları 1960 ile 1980 arası dönemde gerçekleşti. Bu programlar
arasında kamu emeklilik fonları, halk sağlığı programları, ücretsiz devlet okulları, büyük ve
geniş ailelere verilen sübvansiyonlar, işsizlik tazminatı, özürlülere verilen destekler, kamu
konut programları ve benzeri planlar sayılabilir. Bu programların bir sonucu olarak, çeşitli
Avrupa ülkelerinde kamu harcamalarının düzeyi 20’nci yüzyılın sonlarına doğru GSYİH’nin
yüzde 50’sine yaklaştı ve hatta bu oranı aştı.
Latin Amerika ülkeleri, vergi geliri seviyelerini yükseltemedikleri için kamu harcamalarını Avrupa ülkeleri düzeyine çıkartamadılar. Sadece Arjantin ve Uruguay ve daha sonraları
Brezilya gibi Avrupa etkilerine en fazla açık olan Latin Amerika ülkeleri, kamu harcamalarını
ve bunları finanse etmek için gereken vergileri yükseltmeye çalıştılar. Ancak bu ülkeler, kamu
harcamalarının düzeyi Avrupa seviyelerine ulaşmamış olsa bile, makroekonomik sorunlar ve
güçlüklerden kaçınmak için yeterli oranda vergi de toplayamadılar.(1) Brezilya bu konvoya geç
katılanlardandı, çünkü 1970’li yıllara kadar hem vergi geliri hem de harcama düzeyi düşüktü.
Ancak daha sonraki yıllarda, özellikle kamu emeklilik fonları için yaptığı harcamaların
etkisiyle, kamu harcamaları (ve vergi gelirleri) köklü ve çarpıcı oranda arttı ve son yıllarda
Avrupa seviyelerine yaklaştı.
89
Vito Tanzi
Vergi geliri seviyelerini önemli oranda yükseltemeyen, fakat buna rağmen ekonomide
daha büyük ve önemli roller üstlenme baskısı altında kalan Latin Amerika ülkeleri, benzer
hedef ve amaçlara ulaşmak için kamu harcamaları dışındaki araçları da giderek artan bir
oranda kullanmaya başladılar. Bu konuya daha ileri bölümlerde tekrar döneceğiz.
Sanayileşmiş ülkelerde ve özellikle Avrupa ülkelerinde kamu harcamalarında görülen
büyük artışın (aynı dönem içerisinde kişi başına düşen milli gelirde görülen büyüme ve
artıştan ayrı olarak) bu ülkelerin vatandaşlarının çoğunluğunun refahında hakiki ve gerçek bir
artış ve yükselmeye katkıda bulunup bulunmadığı hakkında ya da kamu harcamalarında
daha düşük bir artış olsaydı ve daha az kamu hizmeti almalarına rağmen, (daha düşük vergi
ödedikleri için) vatandaşların ceplerinde daha çok para kalsaydı bunun vatandaşlar için daha
iyi olup olmayacağı hakkında çeşitli tartışmalar olmuştur ve olmaktadır. Kamu harcamalarındaki artış, sıklıkla yukarıda bahsi geçen sosyal hizmetlerin bedelini ödemek doğrultusunda ve
yönünde olmuştur. Kamu sektörünün bu müdahaleleri, sıklıkla ve genellikle, kâr amacı
gütmeyen hayır kurumları ve kuruluşlarının ya da özel karşılıklı yardım ve asistans kuruluşlarının yerini aldığı için, vatandaşların özel programlar kanalıyla aldıkları veya alabilecekleri
sosyal korumaya yönelik gayri resmi düzenlemelere ve programlara, net bazda, mutlaka ya
da kendiliğinden bir ekleme veya artış yapmamaktadırlar. Bazı ülkelerde, gerçekten
gereksinimi olan insanlara gayri resmi yollarla önemli sosyal korumalar sağlayan çok
kapsamlı sosyal ve toplumsal ağlar kurulmuştu ve vardı.
Gerçekçi olmak gerekirse, vatandaşların refahının, hükümetlerin kamu harcamaları
politikaları kanalıyla ve yoluyla etkilemek istedikleri, beklenen ortalama yaşam süresi, bebek
ölüm oranı, eğitimde sağlanan başarılar, okuryazarlık oranları, kişi başına düşen milli gelirde
artış, enflasyon ve benzerleri gibi belirli sosyoekonomik göstergeler ve değerlere bağlı
olduğu düşünülebilir ve varsayılabilir (Bkz. Tanzi ve Schuknecht, 1997 ve 2000). Tanzi ve
Schuknecht’in topladığı bulgu ve kanıtlar, bir tarafta ülkelerin kamu harcamalarının onların
GYSİH’leri içindeki paylarında gözlemlenen değişimler ile diğer tarafta yukarıda sayılan bu
sosyoekonomik göstergelerde (istenen yönde) gözlemlenen değişimler arasında, gelişmiş
ülkelerde son on yıllar boyunca varsa bile sadece çok az ve küçük bir ilişki bulunduğunu
göstermiştir. Kamu harcamalarının diğer ülkelerden çok daha fazla ve daha büyük oranda
artmasına izin veren ülkeler (“büyük devlete sahip” ülkeler), ortalama olarak, devletlerini daha
küçük ve daha zayıf tutan ülkelere kıyasla bu göstergeler açısından aslında daha iyi
niceliksel sonuçlar elde etmediler ve göstermediler.
Tanzi ve Schuknecht’in ulaştıkları bu sonuçlar (2000), UNDP’nin hazırladığı “İnsani
Gelişmişlik Endeksi” (İGE) tahminleriyle de kuvvetli bir biçimde desteklendi.(2) Ancak bu
İGE’lerin hazırlanıp yayımlandığı son yıl 2005 yılıdır. İGE’lerin aynı yıl için kamu harcamalarının GSYİH içindeki paylarına karşı grafiği çizilerek haritası çıkartılabilir. Daha fazla kamu
harcaması yapmak daha yüksek seviyelerde “insani gelişmişliği” desteklese ve teşvik etse
idi, daha yüksek düzeyde ve daha fazla kamu harcaması yapan ülkelerde insani gelişmişlik
seviyelerinin de daha yüksek olması gerekirdi. Tablo 1, 19 gelişmiş ülke için, 2005 yılında
kamu harcamalarının GSYİH içindeki paylarını ve bu ülkelerin İGE açısından sıralamasını
göstermektedir. Şekil 1 ise, bu ilişkinin görsel bir temsilini ve gösterimini sunmaktadır.
Ulaşılan dikkate değer bir sonuç da, kamu harcamaları ile İGE arasında pozitif bir ilişki ve bağıntının mutlak yokluğudur. Daha yüksek kamu harcaması yapan ülkelerin İGE
sıralamasındaki yerleri daha yukarıda değildir. Örneğin, İGE sıralamasında en yüksek sıraları
paylaşan dört ülkenin - Norveç, Avustralya, Kanada ve İrlanda - kamu harcamalarının
GSYİH’leri içindeki paylarının ortalaması yüzde 37,6 iken, kamu harcamalarının en yüksek
seviyede olduğu dört ülkenin - İsveç, Fransa, Danimarka ve Finlandiya - ortalama İGE
sıraları 9’un üzerindedir. Bu son dört ülkenin kamu harcamalarının GSYİH’leri içindeki
paylarının ortalaması yüzde 53,5’dir. Kamu harcamalarının GSYİH’leri içindeki payları yüzde
44,7 ile yüzde 56,6 arasında olan on ülkenin ortalama İGE sıraları 12,7 iken, kamu harcama90
Bankacılar Dergisi
larının GSYİH’leri içindeki payları yüzde 34,4 ile yüzde 42,3 arasında olan ülkelerin ortalama
İGE sıraları 7’dir. Dolayısıyla, en azından kişi başına düşen milli gelirleri ve gelişmişlik ve
kalkınmışlık düzeyleri açılarından çok farklı olmayan bu çok gelişmiş ülkeler grubu için, İGE
kriterine göre yapılan ölçümlerin ışığında, kamu harcamaları ile refah arasında, en iyi
ihtimalle, herhangi bir pozitif ilişki ve bağıntı yoktur. En kötü ihtimalle ise, negatif bir ilişki ve
bağıntı var gibi gözükmektedir.(3) Kamu harcamalarında gelişmiş ülkeler için yüzde 40
civarında olduğu anlaşılan belli bir düzeye ulaşıldıktan sonra, en azından İGE kriteriyle
yapılan ölçümlerin gösterdiğine göre, daha fazla kamu harcaması yapmak ülkenin refahını
artırır gibi gözükmemektedir. Bu ülkeler grubunu bırakmadan önce, 1990’lı yıllarda çok
yüksek seviyelerde kamu harcaması yapmış bulunan ve en iyi performansı gösteren ülkelerin
bir kaç tanesinin kamu harcamalarını keskin bir şekilde ve önemli düzeyde düşürdükleri ve
bundan dolayı görünürde herhangi bir ciddi sorunla veya sonuçla karşılaşmadıklarından
bahsetmek de kayda değer olabilir (Tablo 2’ye bakınız).
Tablo 1: 2005 yılında sanayileşmiş ülkelerde kamu harcamalarının düzeyi ve
insani gelişmişlik endeksleri
Ülke
İsveç
Fransa
Danimarka
Finlandiya
Avusturya
Belçika
İtalya
Almanya
Hollanda
İngiltere
Norveç
Kana
Yeni Zelanda
Japonya
İspanya
ABD
İsviçre
Avustralya
İrlanda
Kamu Harcaması
(GSYH’nın yüzdesi)
56.6
54.0
52.8
50.4
49.9
48.8
48.3
46.9
45.5
44.7
42.3
39.3
38.3
38.2
38.2
36.6
35.8
34.6
34.4
Sıralama
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
İnsani Gelişim
Endeksi
Sıralama
5
9
13
10
14
16
18
19
8
15
1
3
17
7
12
11
6
2
4
Kaynaklar: Kamu harcamaları verileri OECD’den (2007), OECD Ekonomik Görünüm No. 81, Cilt
2007/1, Haziran, OECD, Paris yayınından alınmıştır; insani gelişmişlik endeksleri (İGE) ise
UNDP’den (2007), İnsani Gelişmişlik Raporu 2007/2008, Birleşmiş Milletler, New York yayınından
alınmıştır.
Tablo 1 ve Tablo 2’deki veri ve bilgiler, bir ülkenin hükümetinin bir pazar ekonomisinde
bir kamu sektörünün harcama eylemleriyle ulaşılması ve gerçekleştirilmesi gerçekçi olarak
beklenebilecek ve umulabilecek olan hedeflerin tümüne ulaşması ve bu hedefleri gerçeğe
dönüştürmesi için GSYİH’nin diyelim ki yüzde 35’i civarında bir kamu harcaması düzeyinin
yeterli olması gerektiği sonucunu destekler gibi gözükmektedir.
Kamu harcamaları etkin ve verimli yapıldığı ve iyi odaklandığı takdirde, daha düşük bir
harcama yüzdesi ve oranı bile yeterli ve mümkün olabilir. Ancak maalesef ülkelerin çoğunda
kamu harcamaları ne verimli ve etkindir ne de iyi odaklanmıştır. Bunun sonucu da, daha
fazla kamu harcaması yapmanın kitlelerin mutluluğunun ve sosyal refahın artırılacağı
yönünde bir garantisinin olmamasıdır.
91
Vito Tanzi
Tablo 2: Seçilmiş belirli ülkelerde kamu harcamaları (GSYH’nın yüzdesi)
Ülke
Norveç
Avustralya
Kanada
İrlanda
İsveç
İGE Sıralama
1
2
3
4
5
Kamu Harcaması 1992 2007
55.7
41.0
38.6
34.0
53.3
39.1
45.1
34.4
71.1
54.1
Fark
-14.7
-4.6
-14.2
-10.7
-16.7
Kaynaklar: Kamu harcamaları verileri OECD’den (2007), OECD Ekonomik Görünüm No. 81, Cilt
2007/1, Haziran, OECD, Paris yayınından alınmıştır; insani gelişmişlik endeksleri (İGE) ise
UNDP’den (2007), İnsani Gelişmişlik Raporu 2007/2008, Birleşmiş Milletler, New York yayınından
alınmıştır.
Tablo 1’de atıf yapılan gelişmiş ülkeleri bırakıp Latin Amerika ülkelerine geçtiğimizde,
Latin Amerika’da, çoğu ülkede yetersiz olduğu ve yetersiz kaldığı anlaşılan kurumsal ve
fiziksel altyapıları geliştirme ve iyileştirme gereksinimi nedeniyle, gelir dağılımının çok
dengesiz olması nedeniyle ve yoksulluğun çok yaygın olması nedeniyle kamu sektörü
müdahalesine duyulan gereksinimin açıkça daha fazla ve daha büyük gözüktüğünü kavrıyor
ve anlıyoruz. Aynı zamanda, Latin Amerika ülkelerinde kamu sektörlerinin Tablo 1’de
gösterilen ülkelerin kamu sektörlerinden muhtemelen daha az verimli ve daha az etkin
olduğu gerçeğiyle de yüz yüze geliriz. Tüm bunlara ek olarak, bu ülkelerin gelir elde etme ve
paralarını verimli ve etkin bir biçimde harcama kapasitesi de çok daha sınırlıdır.
Yukarıda bahsi geçen ikilem, Latin Amerika ülkelerinin vatandaşlarının anket sorularına verdikleri yanıtlara da yansımaktadır. Yeni yayımlanmış bir OECD raporunda da (OECD,
2007b, sayfa 37) açıkça belirtildiği gibi: “Latin Amerikalıların çoğu, kendi ülkelerinde temel
kamu hizmetlerinin kalitesinin iyi olmadığını söylüyorlar. Latinobarometro kamuoyu anketlerine göre, Latin Amerikalıların yüzde 92’si kendi hükümetlerinin temel eğitime daha fazla para
ayırması ve harcaması gerektiği, yüzde 75’i de kendi hükümetlerinin sosyal güvenliğe daha
fazla para ayırması ve harcaması gerektiği görüşünü ifade etmektedirler (vurgular tarafımızdan eklenmiştir)”. OECD, ayrıca, nüfusun sadece küçük bir kesiminin (2003 yılında yüzde 15
ve 2005 yılında yüzde 21) vergilerin iyi ve doğru harcandığına güvendiğini ve Latin Amerika’da uygulanan mali politikaların gelir dağıtımının düzelmesinde ve iyileşmesinde sadece
çok az ve küçük bir olumlu etki yaptığına inandığını da rapor etmektedir.(4) Dolayısıyla, bir
lokantada porsiyonların küçük ve yemeklerin kötü olduğundan yakınan bir müşterinin klasik
örneğiyle karşı karşıyayız. Latin Amerikalıların çoğu, hükümetin sağlık, eğitim ve sosyal
güvenlik ve sigorta için daha fazla harcama yapmasını istemekte, fakat yine çoğu bu
harcamaları artırmanın sorunları iyileştirme ve düzeltme konusunda çok az etki yapacağına
da inanmaktadır. Daha fazla kamu harcaması yapmak daha fazla vergi veya daha fazla
kamu borcu anlamına geldiği için, toplanan daha fazla vergi gelirinin verimli ve etkin harcanıp
harcanmayacağı sorusu da gündeme gelecektir.
İnsani Gelişmişlik Endeksinde, Latin Amerika ülkelerinin sıralaması ve derecelemesinin de kamu harcamaları seviyesiyle çok az ilişkisi ve bağıntısı var gibi gözükmektedir. Tablo
3, çeşitli farklı Latin Amerika ülkelerinin bu endeksle ilgili bağıl konumları ve pozisyonlarını
göstermektedir. Bu ülkeler için konuyu karmaşıklaştıran bir faktör de, ülkelerin kişi başına
düşen milli gelirleri ve ekonomik gelişmişlik ve kalkınmışlık düzeyleri arasında büyük farklar
bulunması ve bu farkların da sıralama ve derecelemeyi kaçınılmaz olarak etkilemesidir,
çünkü daha zengin olan ülkeler, hükümetlerinin ne yaptığına ve nasıl bir politika izlediğine
bakılmaksızın daha yüksek İGE puanları alma eğilimi göstermektedirler. Tüm bunlara
rağmen, düşük İGE sırası ve derecesinden ve çok yüksek harcama seviyelerinden dolayı
Brezilya’nın durumu ve konumu çarpıcı düzeyde ilginçtir. Küba’nın sırası ve derecesinin de
gösterdiği gibi, belirli odaklara yönelmiş sosyal harcamaların bir ülkenin kişi başına düşen
milli gelirinden beklenen seviyeye kıyasla çok daha yüksek bir derece ve sıra üretebileceği
ve yaratabileceğini de ekleyebiliriz.
92
Bankacılar Dergisi
Yüksek kamu harcamalarını finanse etmek için gereksinim duyulan daha yüksek vergi
geliri, bu vergi gelirini sağlayan mükelleflerin serbest kullanabilecekleri gelirlerini azaltır ve bu
da, onların ekonomik özgürlüklerini ve pazardan istedikleri şeyleri satın alma kabiliyetlerini
kısıtlar ve azaltır. Özellikle vergilerin verimli ve etkin olmayan bir biçimde toplanması ve
harcanan paranın verimsiz ve kötü kullanılması halinde, uzun vadede, yüksek vergi seviyelerinin ekonominin etkinliği ve verimliliği üzerinde ve ekonomik gelişme ve kalkınma üzerinde
olumsuz bir etki yapması da çok muhtemeldir.
Tablo 3: Çeşitli Latin Amerika ülkelerinde insani gelişmişlik endeksine göre
sıralamalar, 2005
Ülke
Barbados
Arjantin
Şili
Uruguay
Kosta Rica
Bahamalar
Küba
Meksika
Trinidad - Tobago
Panama
Brezilya
Dominik
Sıralama
31
38
40
46
48
49
51
52
59
62
70
71
Ülke
St. Lucia
Venezuella
Kolombiya
Dominik Cum.
Belize
Grenada
Surinam
Peru
Ekvator
Paraguay
Bolivya
Sıralama
72
74
75
79
80
82
85
87
89
95
117
Kaynak: UNDP (2007), İnsani Gelişmişlik Raporu 2007/2008, Birleşmiş Milletler
Daha yüksek kamu harcaması yapan ülkeler için yanıtlanması gereken açık bir soru
da, toplumsal refahı azaltmadan ve daha yoksul olan nüfus kesimlerini incitmeden yapılabildiği takdirde, kamu harcamaları seviyesinin (ve dolayısıyla vergi seviyeleri ve oranlarının)
düşürülmesi gerekip gerekmediği sorusudur. Bir başka deyişle, kamu harcamaları seviyesini
düşürdüğümüzde objektif bir kritere göre toplumsal ve sosyal refah azalmıyorsa, kamu
harcamaları azaltılabilir ve vergi gelirleri kesilebilir. Bu, insanların çoğunun kendi vergiden
önceki gelirlerinin daha büyük bir kısmı üzerinde takdir ve seçim hakkına sahip olmalarına ve
özel olarak onlara sağlanan faydalara ve mallara daha fazla erişme imkanı bulmalarına da
olanak sağlayacaktır. Yani kısaca bu paranın nasıl harcanacağına hükümet değil vatandaşların kendileri karar vereceklerdir.(5) Tabii ki, vergi seviyelerinin ve kamu harcamalarının temel
kamusal mallar için gereksinim duyulan asgari düzeyde kaynağı bile temin edemeyecek
kadar düşük düzeyde olduğu ülkelerde böyle bir argüman anlamsız ve mantıksızdır. Kamu
harcamaları düzeyi çok yüksek olabileceği gibi, çok düşük de olabilir.
Başta özellikle gerçekten yoksul olan insanlara yardım etme gereği olmak üzere, devletin ekonomide harcamalar yoluyla etkili olma rolünü haklı çıkartmak için ekonomistlerin ileri
sürdükleri ve savundukları teorik gerekçe ve sebepler, hükümetler daha etkili olabilirlerse ve
daha verimli eylemlere girebilirlerse ve vergi gelirlerinin doğru kullanımı üzerinde daha iyi
odaklanabilirlerse, kamu harcamalarının GSYİH içindeki payı açısından bugün çoğu ülkede
gördüğümüzden çok daha küçük paylarla pekâlâ tatmin edilebilir ve karşılanabilir.(6)
Günümüzde kamu harcamalarının büyük çoğunluğu sadece orta ve daha yüksek sınıfların
“yararına” olmaktadır. Ancak aynı zamanda, vergi “yükünün” de çoğu bu aynı sınıflara
yüklenmektedir. Konuyu farklı bir şekilde ifade edersek, hükümet bu sınıfları bir yandan
vergilendirirken bir yandan da sübvanse etmekte ve böylece, klasik bir aracı rolünü oynamaktadır. Hükümet açısından ve cephesinden, bu aracılık, kaçınılmaz olarak hem vergilendirme tarafında hem de kamu harcamaları tarafında verimsizlikler ve engelleyici ve vazgeçirici etkiler yaratmaktadır.
Tartışmamıza devam etmeden önce, şimdi, çeşitli farklı Latin Amerika ülkelerinde
sosyal harcamalarla ilgili bazı istatistiksel verileri inceleyelim. Bu harcamalar, her biri yüzde
93
Vito Tanzi
yirmilik beş dilime ayrılmaktadır (ayrıca OECD 2007b, sayfa 40’a da bakınız). Tablo 4,
eğitimle ilgilidir. Tablo 5, sağlıkla ilgilidir. Tablo 6 ise sosyal güvenlik ve sigortayla ilgilidir. Bu
tablolar, bize zaten bildiğimiz şeyleri söylemektedirler, fakat bunu çok çarpıcı bir tarzda ve
biçimde yapmaktadırlar. Tablo 4’den çıkartılacak temel ders şudur: temel eğitim için yapılan
kamu harcamaları hemen hemen herkesin faydasına ve yararına olur iken - ve hatta nüfusun
en yoksul yüzde 20’sine çocuklarını özel okullara gönderebilen en zengin kesimden ve
dilimden çok daha fazla faydalı gibi gözükürken - orta ve özellikle yüksek eğitime geçtiğimizde ve geçerken, kamu harcamaları içindeki pay en zengin nüfus kesimleri ve dilimlerine
doğru yükselmektedir. Bu harcamalardan en fazla faydayı sağlayan kesim, aslında daha
zengin olan dilimlerdir. Bu, hakkında istatistiksel veri bulunan tüm ülkelerin karakteristik bir
özelliği gibi görünmektedir ve özellikle yüksek eğitim için en açık ve en belirgin düzeyindedir.
Guatemala’da, yüksek eğitim için yapılan kamu harcamalarının tam olarak yüzde 82’si
sadece en üst yüzde yirmilik nüfus dilimine gitmektedir. Brezilya’da bu oran yüzde 76’dır.
Paraguay’da ise yüzde 56’dır. Devletin nüfusun en üst yüzde 20’lik dilimini sübvanse eden bir
harcama rolünü üstlenmesini savunmak güçtür. Devletin yüksek eğitim vermek konusunda
özel sektörden daha verimli ve daha etkin olduğunu söylemek ve savunmak da güçtür.
Sağlık için yapılan harcamalar ise daha düzgün ve daha düzenli dağılır gibi görünmektedir ve bu da, özel sektörün yoksulların parasını karşılayabilecekleri etkin ve verimli bir
sağlık hizmetleri pazarı yaratmasının daha güç ve daha zor olmasından dolayı bu alanda
kamu harcamaları için daha kuvvetli bir temel yaratmaktadır. Tabii ki, bu da, sağlık için
yapılan kamu harcamalarına duyulan gereksinimi aydınlatmaktadır.
Sosyal güvenlik ve sigorta için yapılan sosyal harcamalar konusunu ele almadan önce, Tablo 4 ve Tablo 5’de verilen veri ve bilgilerin sosyal harcamaları faydalar arasında değil
yüzde yirmilik nüfus dilimleri arasında paylaştırdıkları ve dağıttıkları gözlemini eklemek de
faydalı olabilir. Ekonomistler arasında sosyal harcamaları sağladıkları faydalarla tanımlamak
gibi bir alışkanlık olagelmiştir. Bununla birlikte, aslında bu ikisinin farklı kavramlar olduklarını
ve aralarında önemli farklılık ve ayrılıkların olabileceğini kavramamız ve bilmemiz gerekir.
Yapılan sosyal harcamalar, sıklıkla, kamu hizmetlerini kullanan vatandaşlara değil, okul
öğretmenleri, okul idarecileri, doktorlar veya hemşireler gibi bu hizmetleri sağlayan ve veren
kişilere gider. Oysa faydaların okul çocukları (öğrenciler), hastalar ve benzerleri gibi bu
kamu hizmetleri kullanan kişiler tarafından alındığı varsayılır. Çoğu durumda, kamu hizmetlerini sağlayan ve sunan kişiler, hizmetlerden yararlanan kişilere kıyasla daha yüksek gelir
dilimlerinden gelen insanlardır. Bazı durumlarda, özellikle verimsizlik, yetersizlik (beceriksizlik) veya yolsuzluk gibi sorunlar varsa, sosyal harcamalar bu hizmetleri alan kişiler için bir
“fayda” bile olmayabilir. Bundan dolayı, harcamalara göre dağılım yapmak, bu faydaların
daha yoksul gruplara dağılımını abartabilir. Bazı hallerde, kamu hizmetlerini sağlayan ve
sunan kişiler, faydaların çoğunu örneğin yüksek maaş ve ücretler yoluyla kendilerine kanalize
edebilirler (Bkz. Tanzi, 1974). Bu, tabii ki, emekli maaşı gibi nakdi faydalar için sözkonusu
değildir.
Tablo 6, sosyal güvenlik ve sigorta faydalarının daha yüksek gelire sahip sınıflar tarafından ne ölçüde ve derecede kendilerine özgülenebileceği hakkında açık bir izlenim
sunmaktadır. Tabloda gösterilen ülkeler için, nüfusun en alt yüzde 40’ı toplam faydanın
sadece maksimum yüzde 24’ü (Arjantin) ile minimum yüzde 2’si (Kolombiya) arasında bir
yerlerde pay almaktadır. Öte yandan, nüfusun en üst yüzde 20’lik dilimi ise, toplam faydanın
yüzde 80’i (Kolombiya) ile yüzde 30’u (Arjantin) arasında bir yerlerde pay almaktadır. Kamu
emeklilik sistemlerinden emekli olan kişiler nüfusun toplamına göre izafi bir azınlıktan ibarettir
ve aslında emeklilik yaşına ulaşan en yoksul vatandaşlar da değildirler. Dolayısıyla, genellikle kayıt dışı sektörlerde çalışan ve düzenli işi bulunmayan yoksullar bu emeklilik programlarından istifade etmedikleri için, sosyal gereksinim ve ihtiyaçlar tezine dayanarak devletin
emeklilik sistemlerindeki rolünü savunmak ve gerekçelendirmek aslında güçtür.
94
Bankacılar Dergisi
Tablo 4: Seçilmiş Latin Amerika ülkelerinde eğitim için yapılan sosyal harcamaların
nüfusun gelir dilimlerine dağılımı (Yüzde)
Ülke
Arjantin (1998)
Bolivya (2002)
İlk öğretim
Orta öğretim
Yüksek öğretim
Brezilya (1997)
İlk öğretim
Orta öğretim
Yüksek öğretim
Şili (2003)
Kolombiya (2003)
İlk öğretim
Orta öğretim
Yüksek öğretim
Kosta Rica (2000)
İlk öğretim
Orta öğretim
Yüksek öğretim
Ekvator (1999)
İlk öğretim
Orta öğretim
Yüksek öğretim
El Salvador (2002)
İlk öğretim
Orta öğretim
Guatemala (2000)
İlk öğretim
Orta öğretim
Yüksek öğretim
Jamaika (1997)
İlk öğretim
Orta öğretim
Meksika (2002)
İlk öğretim
Orta öğretim
Yüksek öğretim
Nikaraguay (1998)
Paraguay (1998)
İlk öğretim
Orta öğretim
Yüksek öğretim
Peru (2000)
Dominik Cum.
Uruguay 1998)
1.
21
17
25
15
3
17
26
7
0
35
24
37
24
3
21
32
18
3
15
35
15
3
2.
20
17
25
18
5
18
27
12
1
27
23
28
27
8
20
25
21
8
20
26
24
13
3.
21
21
23
24
17
18
23
28
3
19
20
19
23
17
19
19
22
14
20
20
25
16
4.
20
22
18
24
30
19
17
33
22
13
19
12
19
31
21
15
22
30
22
13
22
28
5.
18
23
10
19
45
27
8
19
76
6
14
4
8
42
19
10
17
45
23
6
14
40
27
11
17
21
3
0
25
20
21
25
12
0
23
26
21
23
23
6
17
25
21
21
31
11
8
18
21
10
32
82
31
10
19
30
14
1
11
21
30
14
2
16
25
28
27
15
20
26
20
7
14
20
26
18
5
18
26
23
21
25
19
20
21
15
20
20
21
25
8
19
24
19
15
30
23
16
26
33
21
20
15
24
29
21
16
16
6
20
19
8
19
44
35
19
8
19
56
26
9
15
Kaynak: Inter-American Development Bank için çeşitli resmi kaynaklardan toplanan bilgi ve verilerden adapte edilmiştir. CEPAL (2006), Panorama Social de America Latina (Latin Amerika’nın Sosyal Panoraması), Latin Amerika ve Karaipler Ekonomik Komisyonu, Santiago’ya da bakınız.
Varılan en önemli sonuç şudur: Genel olarak orantılı ve hatta (şahsi gelirler üzerinden
ve hem reel hem de finansal servetler üzerinden alınan düşük vergilerden dolayı) azalan
oranlı olan vergi sistemleriyle birlikte, sosyal güvenlik ve sigorta da dahil son yıllarda
ortalama olarak GSYİH’nin yaklaşık yüzde 15’i oranında olan ve son iki on yıl boyunca
artmakta olan (Bkz. ECLAC, 2005 ve Lora, 2007a) ve Latin Amerika’da “sosyal kamu
95
Vito Tanzi
harcamaları” adı verilen harcamalar, dünyada en yüksek düzeyde olan Gini katsayılarıyla
karakterize olma niteliğini sürdüren gelir dağılımını iyileştirme ve düzeltme konusunda çok az
etkili olmaktadır. OECD (2007b, sayfa 31) ve IMF (2007, sayfa 30), Latin Amerika’da
uygulanan mali politikaların Gini katsayılarını bölgenin tamamında normalde en fazla yüzde
bir ya da iki puan azaltma ve esas olarak Panama’dan ötürü sadece Orta Amerika bölgesinde ortalama yüzde 4,5 puan civarında azaltma yönünde bir marjinal etki yaptığı gerçeğine
dikkati çekmişlerdir. Aynı zamanda, (aslında verimsiz ve etkisiz olan) sosyal harcamalara
gösterilen dikkat ve ilginin, hükümetleri, modern bir toplumun gereksinim duyduğu kurumsal
ve reel altyapıları kurma konusundaki temel ve asli rolünden uzaklaştırdığı ve asıl ilgiyi ve
dikkati gerçekten yoksul olan kesimlere göstermekten ve onlar üzerinde odaklanmaktan
alıkoyduğu argümanı da pekâlâ ileri sürülebilir.
Tablo 5: Seçilmiş Latin Amerika ülkelerinde sağlık için yapılan sosyal harcamaların
nüfusun gelir dilimlerine dağılımı (Yüzde)
Ülke
Arjantin (1998)
Bolivya (2002)
Brezilya (1997)
Şili (2003)
Kolomiya (2003)
Kosta Rica (2000)
Ekvator (1999)
El Salvador (2002)
Guatemala (2000)
Honduras (1998)
Meksika (2002)
Nikaraguay (1998)
1.
30
11
16
30
18
29
19
26
17
22
15
18
2.
23
15
20
23
19
25
23
23
18
24
18
23
3.
20
14
22
20
19
20
23
21
23
24
21
22
4.
17
25
23
17
22
15
24
18
25
17
23
19
5.
10
35
19
9
22
11
11
12
17
14
22
18
Kaynak: Inter-American Development Bank için çeşitli resmi kaynaklardan toplanan bilgi ve verilerden
adapte edilmiştir. CEPAL (2006), Panorama Social de America Latina (Latin Amerika’nın Sosyal Panoraması), Latin Amerika ve Karaipler Ekonomik Komisyonu, Santiago’ya da bakınız.
Tablo 6: Seçilmiş Latin Amerika ülkelerinde sosyal güvenlik ve sigorta için yapılan
sosyal harcamaların nüfusun gelir dilimlerine dağılımı (Yüzde)
Ülke
Arjantin (1998)
Bolivya (2002)
Brezilya (1997)
Kolombiya (2003)
Kosta Rica (2000)
Ekvator (1999)
Guatemala (2000)
Meksika (2002)
Uruguay (1998)
1.
10
10
7
0
12
4
1
3
3
2.
14
13
8
2
12
7
3
11
7
3.
20
14
15
5
12
21
5
17
15
4.
27
24
19
13
18
22
15
28
24
5.
30
39
51
80
45
46
76
42
52
Kaynak: Inter-American Development Bank için çeşitli resmi kaynaklardan toplanan bilgi ve verilerden
adapte edilmiştir. CEPAL (2006), Panorama Social de America Latina (Latin Amerika’nın Sosyal Panoraması), Latin Amerika ve Karaipler Ekonomik Komisyonu, Santiago’ya da bakınız.
Çeşitli farklı devlet reformları (politik reform ve adalet ve yargı sistemi reformu, kamu
idaresi, vergi sistemleri, mali ademi-merkeziyetçi düzenlemeler, düzenleyici çerçeve,
emeklilik sistemleri ve programları ve benzeri reformları da dahil) sonucunda bir kaç Latin
Amerika ülkesinde bir miktar ilerleme ve düzelme sağlandığı yönündeki raporlara rağmen
(Bkz. Lora, 2007b), Latin Amerika’da devletin hangi ekonomik rolleri üstlenmesi ve oynaması
gerektiği konusunda hâlâ önemli oranda bir kafa karışıklığı mevcuttur. Çoğu ülkede (esas
olarak Arjantin ve Brezilya hariç) son iki on yıl içerisinde vergi gelirlerinde bir artış görülmediği, fakat buna rağmen sosyal harcamalar arttığı için, kamu kaynaklarının temelde kamu
yararlarını finanse etmekten çıktığı ve aslında çoğu gerçekten yoksul olan insanlar - yani,
96
Bankacılar Dergisi
gelir dağılımının en alttaki yüzde yirmilik dilimi üzerinde odaklanmayan sosyal programlara
kanalize edildiği yönünde bir endişe ve kaygı varlığını sürdürmektedir.(7) Son yıllarda, bazı
kamu transferlerini daha fazla odaklı hale getirmeye yönelik daha çok çaba gösterilmiştir. Bu
kamu transferleri, bunları alan nüfus kesimlerine sunulan özel teşviklerle birleştirilmiş ve
böylece şartlı hale getirilmiştir. Bu programlara örnek olarak Şili’deki solidario, Arjantin,
Brezilya, Panama ve Peru’daki Bolsa Familio, Meksika’daki Progresa ve Nikaragua’daki
Hambre Cero gösterilebilir. Bunlar elbette önemli programlardır, fakat vergi teşvikleri
değişmediği sürece ve sosyal harcamalardan en büyük faydayı nüfusun daha üst dilimleri ve
kesimleri almaya devam ettiği sürece, bu programların Gini katsayıları üzerindeki etkisi
mütevazı ve az olacaktır.
4. Devlet Müdahalesi İçin Kullanılan Finansal Enstrümanlar
Sanayileşmiş ülkelerde ve Latin Amerika ülkelerinde devletin gelecekte oynayacağı
rolün tartışıldığı son bölüme geçmeden önce, kaynakların dağılımı, ekonominin
stabilizasyonu, gelirin yeniden dağıtılması ve ekonomik kalkınma ve gelişme gibi çeşitli
hedeflere ulaşmak için hükümetlerin kullandıkları ve kullanabilecekleri çeşitli enstrümanları
kısaca tanımlamak ve açıklamak faydalı olabilir. Musgrave’in (1959) ünlü yaptığı üçlüye
(triloji), ekonomik kalkınma ve gelişmenin de ek bir hedef olarak ilave edildiği fark edilecektir.
Bunun sebebi, şu anda hükümetlerin izlemekte oldukları politikaların çoğunun üç ünlü
Musgrave hedefinden herhangi birisine kolaylıkla girmemeleri, fakat bunun kamu faydasını
artırmak amacıyla kaynakların tahsisi ve dağılımının otomatik bir sonucu olmasına izin
vermektense, ekonomik kalkınma ve gelişmeyi teşvik etmeyi hedeflemesidir.
“Mali politikayı” sadece ve münhasıran vergiler ve kamu harcamaları terimleriyle ve
bu açılardan düşünme yönünde bir eğilim olagelmiştir. Bu miyop yaklaşım, mali politikanın
vergiler ve kamu harcamaları gibi geleneksel enstrümanlar dışında başka enstrümanlarla
teşvik edilebileceğini ve geliştirilebileceğini anlayamamış ve kavrayamamıştır. Mevcut
koşullara ve içinde bulunulan zamana bağlı olarak, bu enstrümanların bazıları kullanılmış ve
diğerlerine tercih edilmiştir. Ancak bazen ve zaman zaman enstrümanlar değişmesine
rağmen, aslında devletin ana ve temel hedeflerinin hep yukarıda sayılan dört hedef olarak
kaldığı not edilmeli ve anlaşılmalıdır. Şimdi, “mali” enstrümanlar adını verdiğim enstrümanların daha tam bir listesini vereyim. Daha kapsamlı ve geniş olmasına rağmen bu liste yine de
bazı önemli enstrümanları unutmuş olabilir.
•
Kamu (devlet) harcamaları, tabii ki ve doğal olarak en geleneksel ve en açık mali
enstrümandır. Kamu harcamalarının hem seviyesi hem de yapısı veya bileşimi önemlidir
ve bunlar ayrı enstrümanlar olarak da düşünülebilirler.
•
Vergiler de bir diğer açık mali enstrümandır. Fakat vergiler aslında en azından dört adet
birbirinden ayrılabilir ve potansiyel enstrümandan oluşmaktadırlar: vergilerin seviyesi,
vergi sisteminin yapısı, “vergi harcamaları” ve vergi teşvikleri. Bunların tümü kullanılmışlardır, fakat bazı ülkeler daha ziyade ve daha çok vergilerin seviyesi ve vergi sisteminin
yapısına dayanırlarken (İskandinav ülkeleri), diğerleri daha çok ve daha ziyade “vergi
harcamaları” (Anglo-Sakson ülkeleri) ve vergi teşvikleri (Asya ülkeleri ve gelişmekte olan
ülkelerin çoğu) üzerinde durmaktadırlar.
•
Kurum ve kuruluşların millileştirilmesi ve özelleştirilmesi. Farklı dönemlerde ve farklı
ülkelerde, millileştirme (devletleştirme) ya da özelleştirme politikaları hükümetin hedef ve
amaçlarını gerçekleştirmek için enstrümanlar olarak kullanılmışlardır. Çoğu ülke için, II.
Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllar millileştirme (devletleştirme) yıllarıydı. 1980’li yıllar ve
özellikle Washington Uzlaşısının popüler hale geldiği 1990’lı yıllar ise özelleştirme dönemi ve yılları oldular.
97
Vito Tanzi
•
Araziler gibi belirli mal ve varlıkların kamulaştırılması, zaman zaman, özellikle Latin
Amerika ülkelerinde, mali politikanın güçlü bir enstrümanı olmuştur. Fakat günümüz
dünyasında bu enstrüman artık daha az kullanılmaktadır.
•
Zorunlu askerlik. Hükümet, bazı vatandaşları, örneğin gençleri, karşılığında herhangi bir
ücret ödemeden (ya da çok küçük bir ücret karşılığında) zorunlu askerlik hizmeti veya
başka kamu hizmetleri yapmaya zorlayarak vergilendirebilir. Geçmişte insanların emeklerini yollar ve kamu binaları inşa etmek, savaşlarda savaşmak ve benzeri gibi amaçlarla
sarf etmeye zorlandıkları geçmiş yıllarda zorunlu askerlik çok önemliydi. Fakat bu enstrüman da bugün artık daha az kullanılmaktadır.
•
Belgelendirme ve ruhsatlandırma. Hükümet, bazı ekonomik faaliyetlerin yapılabilmesi
ve yürütülebilmesi için doğrudan doğruya devletten ya da devletin yetki verdiği belirli
kurum ve kuruluşlardan belirli bazı ekonomik belge ve ruhsatların alınması şartını getirebilir. Bazı ülkelerde, pek çok ekonomik faaliyete girmek için sertifika ve ruhsat alma zorunluluğu vardır. Geçmişte zaman zaman belgelendirme ve ruhsatlandırma etkinliği belirli
kişi grupları için “konuma bağlı rant” yaratmanın bir aracı olarak kullanılmıştır.
•
Regülasyonlar da, kolaylıkla ve benzer etkilerle vergilerin ve harcamaların yerini
alabilirler (Bkz. Tanzi. 1998). Regülasyonlar sık sık harcamaların ve vergilerin yerini
almışlardır. Regülasyonlar; çoklu kur oranları, parasal baskı ve politik amaçlara yönelik
krediler, fiyat ve ücret kontrolleri, tercihli ve imtiyazlı istihdam kotaları ve benzerleri gibi
enstrümanlar aracılığıyla izlenebilir ve uygulanabilir. Her durum ve koşulda, net sonuç,
bazı ekonomik faaliyetleri (dolaylı ve üstü kapalı yollarla) vergilendirirken, diğerlerini
sübvanse etmektir. Regülasyonlar, geçmiş on yıllar boyunca Latin Amerika ülkelerinde
çok önemli ve baskın bir rol oynamışlardır.
Son olarak, bazı Latin Amerika ülkeleri de dahil pek çok yerde giderek daha önemli
hale gelmekte olan, nispeten yeni iki enstrümandan söz etmeliyiz. Bunlardan birincisi, şarta
bağlı borç ve sorumluluktur - yani, belirli bazı ekonomik operatör gruplarının faaliyetleriyle
ilgili ve bağlantılı olarak gelecekte ortaya çıkabilecek ve doğabilecek borç ve yükümlülüklere
ilişkin sorumluluğun hükümet tarafından üstlenilmesi. Bu şarta bağlı borç ve sorumlulukların
üstlenildikleri sırada herhangi bir maliyetleri yoktur, fakat özellikle belirli gelişmelerin vukuu
halinde bunlar gelecek yılarda çok pahalı ve maliyetli hale gelebilirler.
Şarta bağlı borç ve sorumlulukların çeşitli örnekleri şunlardır: (a) hükümetin terörist
eylemler konusunda havayolu şirketlerine verdiği güvenceler ve sigortalar; (b) kamu-özel
sektör ortaklıkları bağlamında özel şirketlerin yaptığı yatırımlar için olası düşük getiri ve geri
dönüş oranlarıyla ilgili riskin devlet tarafından üstlenilmesi; (c) sel, su baskını, deprem, fırtına
ve medcesir gibi doğal afetlerle bağlantılı olası zararlar için hükümetin verdiği aleni veya
zımni korumalar; (d) nüfusun yaşlanmasıyla bağlantılı olarak gelecekteki masraflar için
üstlenilen borç ve sorumluluklar (emeklilik sorumlulukları, sağlık giderleri, çok yaşlıların
bakımı, vb. sorumluluklar); (e) özellikle fonlanmamış görevlerle bağlantılı olarak, mahalli
idarelerin mali bütçe açıkları için üstlenilen sorumluluklar; (f) bankacılık krizleriyle ilgili
sorumluluklar; (g) global ısınma ile ilgili potansiyel sorumluluklar ve benzerleri. Bu şarta bağlı
borçlar ve sorumluluklara ilişkin temel problemler, bunların hükümet ve devlet için maliyetinin
çok yüksek olabilecek olmasıdır, fakat buna rağmen bu borç ve sorumluluklar hükümet
tarafından üstlenildiğinde bütçelerde gözükmemektedir. Buna rağmen, hükümet, bunlar
aracılığıyla ve bunları kullanarak, ekonominin gidişat ve davranışlarını etkileyebilir. Örneğin,
hükümet belirli bazı altyapıları özel operatörlere ve işletmecilere kurdurtabilir.
Diğer enstrüman, hâlâ bebeklik evresinde olan, fakat gelecekte hükümetin politikalarında önemli bir araç haline gelebilecek olan enstrüman ise, gelecek varlıkların belirli
vatandaş kategorilerine ve gruplarına tahsisi ve kullandırılmasıdır. Örneğin, bir hükümet,
98
Bankacılar Dergisi
sosyal programlar yerine, her yeni doğan çocuk için ya da diyelim ki belirli bir yaşa (16? ya
da 18?) ulaşan her vatandaş için içinde belirli miktarda para bulunan bir banka hesabı
açacağını ve ilgili kişilerin piyasadan hastalıklar, işsizlik, vb. gibi belirli risklere karşı istedikleri
sigorta korumasını satın almalarına izin vereceğini öngören bir kanun çıkartabilir. Böylece,
kamu harcamalarıyla bağlantılı akış harcamaları hisse tahsisleri ve dağıtımları haline gelir ve
hükümet sosyal hizmetlerin verilmesi ve sunulmasındaki katılımını azaltmış olur. Bu tahsis ve
dağıtımlar kesin olarak demografik bilgilere dayandırılabilir.
Bu enstrümanların tümü, devletin ekonomide oynadığı ekonomik rol içinde belirli roller
üstlenmiş ve oynamışlardır ve gelecekte de muhtemelen oynamaya devam edeceklerdir.
Bununla birlikte, bu enstrümanların izafi önemleri gelecekte muhtemelen değişebilir.
5. Gelişmiş Ülkelerde Devletin Gelecekte Oynayacağı Rol
Yukarıda, gelişmiş ülkelerde kamu harcamalarının çok yüksek olabileceğini ileri sürmüştük. Devletin ekonomide üstlendiği rolü azaltma ve değiştirme konusunda bir hükümetin
karşılaşabileceği en büyük gerçek güçlük, daha az harcama yapan bir devletin mutlaka ve
her halükârda ekonomik refahta bir azalmaya yol açması değil, daha az harcama yapan bir
devletin cari veya beklenen yaşam standartları mevcut kamusal programlara bağımlı
olagelmiş bulunan toplumsal kesimlerin göstereceği güçlü bir politik reaksiyonla karşı karşıya
kalmasıdır. Kamusal harcama programları, kaçınılmaz olarak kuvvetli seçmen kitlelerini de
yaratır: emekliler, emeklilik yaşına yaklaşmış olanlar, öğretmenler, devlet memurları ve kamu
çalışanları, kamusal sübvansiyon ve yardımlardan istifade edenler ve diğerleri. Bu seçmen
kitleleri, kamu harcamalarındaki bir azalmayı bir negatif-toplama oyunu (negative-sum game)
olarak algılar ve görürler. Bundan dolayı, kamu harcamaları nispeten düşük düzeylerde olan
bazı ülkelerin iyi çalıştıkları ve işledikleri bulgusu, yüksek miktarda kamu harcamaları yapan
ülkelerin kamu harcamaları düzeylerini kolaylıkla ve ağrısız sancısız azaltabileceklerinin bir
göstergesi olarak algılanamaz ve yorumlanamaz. Bu bulgu, sadece, reformların kısa veya
orta-vadeli maliyetleri ödendikten sonra, doğru reformları yapmış bulunan bir ülkenin önemli
oranda daha düşük kamu harcamalarıyla ve daha fazla bireysel özgürlükle yüksek sosyoekonomik göstergelere (yüksek toplumsal refah seviyesi) sahip olmaya devam edebileceği
anlamına gelir. Bu, kamu harcamalarında keskin ve büyük azalmaların yapıldığı bir on yıllık
süreç sonrasında insani gelişmişlik endeksinin yükseldiği gözlemlenen Kanada’da böyle
olmuştur.
Herhangi bir zamanda kamu harcamalarının seviyesini belirleyen kriter, o günün
mevcut en iyi ve en sağlam bulgularına dayanan bilgi-temelli kararlardan ziyade geçmiş
politik trendler, eğilimler ve politikalardır.(8) Yıllık bütçeler tipik olarak ve normalde artan
oranlı bütçelerdir. Yıllık bütçeler, bir faaliyete veya çalışmaya devam edilip edilmeyeceği
sorusunu çok nadiren yanıtlarlar. Bu sebeple, sıfır-bazlı bütçeleme sistemi çok fazla başarı
kazanmamıştır. Herhangi bir belirli anda, kamu harcamaları seviyesi, büyük oranda sıklıkla
daha önceki hükümetler tarafından geçmiş dönemlerde yaratılan ve mevcut hükümete
yönelen yetkilere ve taleplere bağlıdır. Bu seviye, modern ve daha karmaşık ve gelişmiş bir
pazar ekonomisinde devletin ne olabileceği veya ne olması gerektiği hakkında iyidüşünülmüş ve iyi-tartılmış analizlere ve mülahazalara bağlı değildir. Bu seviye, modern bir
hükümetin statükoyu değiştirme cesareti ve özgürlüğü olsa idi gerçekleştirmek isteyebileceği
kamu harcamaları düzeyiyle nadiren eşleşir.
Yukarıda bahsi geçen ve açıklanan sebeplerle, herhangi bir zamanda devletin optimum ekonomik rolünün hakiki sıfır-bazlı değerlendirilmesi için genellikle ve sıklıkla gerçekçi
bir olasılık mevcut değildir. Bununla birlikte, mevcut cari yüksek kamu harcamaları seviyesini
belirleyen faktör geçmişte yapılan hatalar ya da geçmişte yanlış yöne sevk edilen eylemler
ise, bu seviyenin ekonomik ve hatta politik anlamda ve bağlamda optimum ya da hemen
hemen optimum olduğu kesinlikle ve asla düşünülemez ve böyle bir hipotez yapılamaz. Bu
99
Vito Tanzi
seviye, sadece politik oportünizmin bir sonucudur. Bundan ötürü, en azından analitik olarak,
uzun vadede devletin üstlenebileceği optimum rolünü devletin bugünkü rolünden ayırt
edebilmek önemlidir.
Günümüzün gelişmiş ülkelerinin hükümetlerinin tek yapması gereken statükoyu kabul
etmek midir? Yoksa uzun vadede - diyelim ki bir nesil sonra - devletin rolünü ideal ya da
güncel ve ekonomik olarak optimum rolüne daha yakınlaştırabilecek radikal reformlar
uygulamalı ve hayata geçirmeli midirler? Aynı soruyu sormanın başka bir yolu da şudur: 21.
yüzyılda gelişmiş sanayileşmiş ülkelerde özellikle kamu harcamaları açısından devlet hangi
ekonomik rolü üstlenmeli ve oynamalıdır? Bu, yanıtlanması zor bir sorudur, çünkü kaçınılmaz
olarak bu sorunun yanıtı, hem bugün bulunduğumuz yerden ve noktadan şimdiden diyelim ki
20 ya da 30 yıl sonra bulunabileceğimiz yere ulaşmanın geçiş maliyetlerine kişinin verdiği
önemi hem de politik önyargıları ve koşullanmaları yansıtmalıdır. Kişinin geçiş dönemi
maliyetlerine ve özellikle politik maliyetlere ve bedellere verdiği önem ne kadar fazlaysa,
politika yapıcıların ve karar alıcıların statükoyu korumaya ve cari kamu harcamaları programlarını sürdürmeye gösterdikleri eğilim de o kadar büyük olacaktır. Hükümetlerin çok fazla
politik sermaye gerektiren reformlar yaparak riske girmektense iktidarda kalmayı istemeleri
ve tercih etmeleri doğaldır. Şimdi, yukarıda sorduğumuz soruyu yanıtlamaya çalışırken
dikkate almamız gereken bazı temel ve olmazsa olmaz unsur ve etmenler üzerinde odaklanalım.
Bu unsur ve etmenlerin birincisi, bir pazar ekonomisinde, pazarın yapabilecekleri ve
verebilecekleri ile hükümetin yapması gerekenler arasında bir ilişki bulunması gerektiğinin
kavranması ve anlaşılmasıdır. Herşeyden önce, bir pazar ekonomisinde, devletin pazarın
yerini alması değil, pazarın yaptığı hataları düzeltmesi ya da pazarın eksiklerini kapatması ve
telafi etmesi beklenir. Daha etkin ve daha verimli pazarlar daha az hükümet ve devlet
müdahalesi gerektiren pazarlardır. Pazarın çeşitli farklı sebeplerle az gelişmiş olduğu ve
bundan ötürü bazı önemli görevlerini iyi ifa edemediği ve yerine getiremediği bir toplumda,
devletin bu görev ve fonksiyonların bir kısmında pazarın hatalarını düzeltmek veya pazarın
eksiklerini kapatmak ve tamamlamak amacıyla müdahale etmesi için daha fazla teorik
gerekçe ve sebep olacaktır. Özellikle geçen yüzyılın ikinci yarısında uzun yıllar boyunca
devletin ekonomik rolünde meydana gelen müthiş genişleme ve artışın altında yatan ana tez
ve argüman işte bu olmuştur. Bu argüman, aynı zamanda, gelişmekte olan ülkelerde daha
fazla pazar müdahalesi için sıklıkla zemin hazırlamış bulunan argümandır.
Pazarlar geliştikçe ve çeşitli görev ve fonksiyonların ifasında ve kişilerin - ekonomik
sonuçları olabilecek belirli olaylara karşı koruma satın alma gereksinimi de dahil - çeşitli
gereksinimleri hükümetin ve devletin müdahalesi yoluyla değil de doğrudan doğruya tatmin
etmesinde ve karşılamasında potansiyel olarak daha etkin ve verimli hale geldikçe, kamu
harcamaları yoluyla hükümet ve devlet müdahalesinin teorik gerekçesi azalır ve zayıflar. Bu
da kamu harcamalarında bir azalmayla sonuçlanmalıdır. Mükemmel bir pazar, gerçekten var
ise, tabii ki herhangi bir hükümete sahip olma gereksiniminden tamamen vazgeçecektir.
Ancak buna rağmen mükemmel bir pazar asla var olamaz. Ayrıca ve ek olarak, pazarı
olabileceği kadar etkin ve verimli yapmak veya etkinliğini ve verimliliğini sürdürmek için bir
miktar düzenleyici devlet rolüne her zaman gerek duyulacaktır.(9)
İkinci bir önemli unsur ve kriter de, geçmiş on yıllar boyunca hükümetlerin belirli bir
sektöre girdiklerinde o sektöre kendi müdahalelerini kolaylaştıracak ve haklı çıkartacak
nitelikte kanun ve yönetmelikler çıkartmış olmalarıdır. Bu da, kaçınılmaz olarak, özel
sektörün o pazarda özel sektör alternatifleri geliştirmesini güçleştirmiş ya da zaman zaman
tamamen olanaksız hale getirmiştir. Hükümetin ve devletin pazara girmesi, özel sektör
alternatifleri geliştirme olanağı ve olasılığını ortadan kaldıran kamu tekelleri yaratmıştır. Çoğu
Avrupa ülkesinde, enerji, iletişim, posta hizmetleri, ulaşım ve nakliye, emeklilik sigortası,
sağlık hizmetleri, eğitim ve bir kaç başka faaliyet alanı ve pazarında mevcut kamu tekelleri,
100
Bankacılar Dergisi
pazarın bu alanlarda mevcut olan kamu programlarına potansiyel olarak etkin ve verimli özel
sektör alternatifleri geliştirmesini engellemiştir. Bu da, kamunun büyük bir kesimi ve bölümünde, vatandaşların refahının korunması ve sürdürülmesi isteniyorsa kamu sektörünün bu
alanlarda ve pazarlarda varlığını sürdürmesi gerektiği yönünde bir inanç yaratmıştır.
Üçüncü bir unsur ve kriter de, vatandaşların gereksinim duyduğu hizmetleri sunma
koşullarını değiştiren diğer faktörlerdir: (a) hızlı teknolojik gelişmeler ve buluşlar; (b) pazarın
global ölçekte giderek artan karmaşıklığı ve gelişmişliği; (c) global finans hizmetlerinin
gelişmesi ve (d) genel olarak globalleşme. Pek çok ülkede devletin halen oynamakta
bulunduğu rol, çoğunlukla, çeşitli farklı sebeplerle pazarların bugün olduklarından veya
olabileceklerinden daha az gelişmiş bulunduğu II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde
gelişmiş ve artmıştır. Aynı zamanda pazarlar bugüne kıyasla çok daha kapalıydılar. Bu
dönem, merkezi planlama ile pazar ekonomilerinin unsurlarını birleştiren ve devlete büyük ve
müşfik bir ekonomik rol ve fonksiyon yükleyen bir “karma ekonomi” kavramının doğal
görüldüğü ve çok popüler hale geldiği bir dönemdi. O zamanlarda, hükümetin pek çok yeni
sorumluluk ve görev üstlenmesi makul ve doğru gözükmüş olmalıdır. Ekonomi meslekleri
genellikle onları bunu yapmaya teşvik etmiştir (Bkz. Tanzi, 2006a).
Hükümetlerin pazarlara koydukları pek çok engele ve pek çok kamu ve devlet tekelinin mevcudiyetine rağmen, pazarlar yıllar içerisinde ve yıllar boyunca çok daha karmaşık ve
sofistike hale geldiler. Doğru bir hükümet yönlendirmesi ve yol göstericiliğiyle, çok daha
karmaşık ve sofistike hale gelebilirlerdi. Ancak çeşitli gelişmeler ve olaylar, özel sektörün
daha önce kamuya ait olan faaliyetleri üstlenmesini ve devralmasını olanaklı hale getirmiştir.
Teknolojik gelişmeler, elektrik üretiminde, çeşitli ulaşım araçları ve yollarında (demiryolları,
havayolları gibi), iletişimde (telefon, telgraf gibi), posta hizmetlerinde ve bazı başka alan ve
sektörlerde “doğal tekellerin” bulunduğu varsayımını da ortadan kaldırmış ve yıkmıştır. Bazı
çeşitli ülkelerde, hükümet bu faaliyetlerin bir kısmından çekilmeye başlamış ve bunun üzerine
nispeten iyi-çalışan ve işleyen özel pazarlar bu alanlarda hızla gelişmişlerdir. Özel emeklilik
sigortaları, finans hizmetleri, ulaşım ve nakliye ve iletişim alanlarında da aynısı olmuştur.
Çoğu durumda, bu olay ve gelişmeler, sıradan ve ortalama vatandaşın ekonomik refahına
zarar vermemiştir. Tam aksine ve sıklıkla çok fazla dikkat çekilen ve sözü edilen bazı
istisnalara rağmen, bu hizmetler sıklıkla kaliteyi iyileştirmiş ve düzeltmiş ve öte yandan
fiyatlar da önemli oranda düşmüştür.
Uluslararası sermaye hareketliliğindeki artışla birlikte finans pazarlarındaki büyük ve
önemli gelişmeler, mali tasarrufların mutlaka iç pazarlara yatırılması gerektiği ve özel
tasarrufların ve kredilerin tahsisi ve dağıtımına da hükümetlerin müdahil olması gerektiği
yönündeki varsayımı ortadan kaldırmış ve yıkmıştır. Bununla birlikte, hem finans pazarlarında hem de yukarıda bahsi geçen diğer alan ve pazarlarda, hükümetlerin üstlenmesi ve yerine
getirmesi gereken çok önemli bir denetleyici ve düzenleyici fonksiyon da vardır. Bu fonksiyon, özel sektöre bırakılamaz veya bırakılmamalıdır. Bu fonksiyon, hükümetlerin ciddiye
almaları gereken, fakat bugüne kadar daha ziyade harcama rolleri üzerinde odaklandıkları
için ihmal ettikleri ve ciddiye almadıkları bir fonksiyondur. Bu düzenleyici fonksiyon, aslında
devletin asli ve merkezi faaliyetlerinin bir parçası olmalıdır.
Dördüncü bir unsur ve kriter ise, çeşitli açılardan ve yönlerden, globalleşmenin pazarların işlemekte oldukları veya işleyebilecekleri yol ve yöntemlerde büyük değişiklikler
getirmekte olmasıdır. Yabancı rekabeti, yerli özel tekellerin gücünü kırarak veya azaltarak ve
alternatifler getirerek iç yerli pazarların daha etkin ve verimli çalışmasına olanak sağlayabilir.
Globalleşme, kamu sektörü faaliyetlerini başka yollardan ve açılardan etkilemektedir ve
etkileyebilir. Sınırları ortadan kaldırarak ya da sınırları daha az kısıtlayıcı ve engelleyici hale
getirerek, globalleşme, hem vatandaşlar hem de hükümetler için daha çok seçenek ve daha
çok alternatif potansiyeli yaratmaktadır. Örneğin, eğitim ve sağlık hizmetleri, artık geçmişte
olduğundan çok daha kolay bir biçimde başka ülkelerden de alınabilmektedir. Bir açıdan
101
Vito Tanzi
bakıldığında, eğitim ve sağlık da alınıp satılabilen mallar haline gelmişlerdir.(10) Kamu
sektörü tedarik, ihale ve alımları da yabancı katılımından artık fayda sağlamaktadır ve bu da
devletin maliyetini ve harcamalarını azaltmaktadır. Artık tasarruflar yurtdışına yatırılabilir.
Yabancı pazarlara erişim imkanı, geleneksel olarak sadece yerli pazarlarda bulunan ve
sıklıkla sadece kamu sektöründen alınabilen seçeneklerin yanı sıra yeni ve başka seçenekler
de yaratmış bulunmaktadır.
Çoğu Avrupa ülkesinin halen uygulamakta oldukları kamu harcamaları politikaları,
demografik gelişmelerin kamu harcamaları üzerindeki etkisinden ve globalleşmenin devlet
gelirleri üzerindeki etkisinden dolayı gelecek on yıllarda muhtemelen artık sürdürülemez hale
gelecektir. Politikada değişiklik yapılmaması halinde bu demografik gelişmeler, başta sağlık,
emeklilik ve çok yaşlıların bakımı olmak üzere çeşitli kamu harcamalarını önemli oranda
yükseltecek ve artıracaktır. Kamu harcamalarındaki bu artış, çeşitli Avrupa ülkelerinde zaten
sallantıda ve tehlikede olan kamu finansmanının ve zaten yüksek olan vergi oranları ve kamu
borçları seviyelerinin üzerine binecektir.
Globalleşmenin devlet gelirleri üzerindeki etkisi ve vergi rekabeti, çoğu Avrupa ülkesinin bir yandan zaten çok yüksek olan ve çeşitli durum ve hallerde bugünün bile kamu
harcamalarını finanse edemeyecek durumda olan vergi seviyelerini sürdürürken, bir yandan
da Çin, Hindistan, Kore, Meksika, Vietnam ve diğerleri gibi ülkelerle rekabet etmelerini
olanaksız hale getirebilir. Bebek patlamasının sosyal harcamalar üzerindeki etkisi henüz tam
olarak hissedilmemiştir ve globalleşmenin ve vergi rekabetinin vergi gelirleri üzerindeki etkisi
de kendisini daha yeni yeni hissettirmeye başlamıştır. Gelecek on yıl içinde her iki etki de
tam güçlerine erişebilirler. Gelecekte karşılaşılabilecek büyük ve önemli mali güçlükleri
önlemek için yapılabilecek tek bir şey ve başvurulabilecek tek bir çıkış yolu vardır: bir yandan
hem kamu sektörünün hem de özel sektörün etkinliğini ve verimliliğini artırmak için ciddi,
uzmanca ve gelişmiş çabalar gösterirken, bir yandan da devletin ekonomideki harcama
rolünü sabırla, sistemli bir şekilde ve rasyonel yol ve yöntemlerle azaltmaya çalışmak. Bu,
özel sektörün vatandaşların karşı karşıya oldukları bazı önemli ekonomik riskleri karşılamak
için devreye girmesini ve devletin rolünü üstlenmesini olanaklı hale getirecek ve böylece,
kamu sektörünün harcamalarını azaltmasının yolunu da açacaktır.
Devletin harcama rolünün azaltılması çabası üç temel direk üzerine oturtulmalıdır. Birincisi, hükümetin düzenleyici etki ve gücünün verimli kullanılması yoluyla özel pazarların
işlerliği ve çalışmasının iyileştirilmesi ve güçlendirilmesi olmalıdır. Bu rolünde, hükümetin
acımasız, etkin ve verimli olması gerekir. Bir pazar ekonomisinde, devletin en önemli rolü
tabii ki ve kesinlikle budur.
Bireylerin ekonomik sonuçları olabilecek risklere karşı korunması konusunda hükümetin üstlendiği bu yeni rol, iki yolla oynanabilir ve yerine getirilebilir: Birincisi, insanların bazı
asgari korumaları doğrudan doğruya pazardan satın almalarını isteyerek. Hükümetler,
bireyleri: (a) arabaları için sigorta yaptırmaya; (b) sürücü ehliyetleri almaya; (c) bazı binalara
yangın alarmları taktırmaya; (d) emniyetli ve güvenli binalar inşa etmeye; (e) araba kullanırken emniyet kemeri takmaya; (f) kamuya açık yerlerde sigara içmemeye; (g) bazı hastalıklara
karşı aşı olmaya; (h) belirli bir yaşa kadar okula devam etmeye ve (i) bireylerin kendilerini ve
başkalarını etkileyebilecek olaylar ve riskler için para ödemesini ya da bunlardan zarar
görmekten kaçınmasını sağlamayı hedefleyen başka tedbirler almaya zaten zorlamaktadır. O
halde, büyük ve önemli hastalıkların tedavisi, asgari emeklilik maaşının ödenmesi veya
benzeri başka gereksinimleri karşılamak için de neden aynı prensibi uygulamayalım ve
kullanmayalım?
İkinci direk; evrensel, ücretsiz veya hemen hemen ücretsiz erişime açık olan programların yerini, sadece ve münhasıran belirlenmiş ve kanıtlanmış gereksinimlere dayanan ve
gerçekten yoksul olan kesimleri hedefleyen programların kademeli bir şekilde alması ve
102
Bankacılar Dergisi
ikame etmesidir. Evrensel programlar (herkes için ücretsiz sağlık hizmetleri, herkes için
ücretsiz yüksek eğitim, vb. gibi) politik açıdan daha kolaydır, fakat pahalıdır. Belirli hedeflere
yönelik programlar çok para tasarruf edilmesine olanak sağlayabilir, fakat politik açıdan ve
bilgi açısından daha çok çaba ve dikkat gerektirir. Yoksulluk tuzaklarıyla bağlantılı problemlere özel ilgi ve dikkat göstermek gerekir. Bu değişikliklerdeki güçlükler asgari düzeye
indirilemez.
Üçüncü direk ise, gelişmiş ve ayrıntılı tıbbi girişimler ve prosedürler, gelişmiş teknik
eğitim, yaşlılık günleri için ayrılan tasarruflar için nispeten emniyetli ve güvenli yatırım
kanalları ve benzerleri gibi, yerli pazarlarda bulunmayan ya da yerli pazarlarda maliyeti çok
yüksek olan hizmetler için globalleşmenin sunduğu yeni fırsatlardan kademeli olarak istifade
edilmesi ve bu fırsatların kullanılmasıdır. Yerli özel pazar bu hizmetleri rekabet edici düzeyde
fiyatlarla veremediği takdirde ve hükümetin hâlâ bu hizmetleri bazı vatandaşlara verme
yükümlülüğü ve taahhüdü devam ediyorsa, bu hizmetler artık yabancı hizmet tedarikçilerinden satın alınabilmektedir.
Kamu harcamalarının ve vergilerin seviyelerinin kademeli olarak ve etkin bir biçimde
indirilmesi için gelecek on yıllar boyunca konu üzerinde çok fazla düşünmenin ve çok fazla
deneme yapmanın gerekli olacağı açıktır. Bu süreçte hataların yapılması da kaçınılmazdır.
Fakat dönüşüm gündeme geldiğinde, yukarıda bahsi geçen üç direğin de bu dönüşüme dahil
olması ihtimali vardır. Bu dönüşüm yapılmadığı takdirde, kamu harcamaları seviyeleri yüksek
olan çeşitli ülkelerin kamu finansmanı, giderek daha büyük bir endişe ve kaygı kaynağı haline
gelecektir.
6. Latin Amerika’da Devletin Gelecekteki Ekonomik Rolü
Uzun yıllar boyunca, Latin Amerika ülkeleri, iyi-gelişmiş ve kurulmuş pazarlara sahip
olamadılar ve yüksek vergi gelirlerini artırma konusunda çok az kapasiteleri veya çok az
istekleri vardı. Baskı altına alınmış finans pazarları, çoklu kur oranları, yüksek ithalat tarife
oranları, fiyat kontrolleri ve politik olaylardan etkilenen kamu kuruluşları ve işletmeleri özel
pazarların gelişmesini önemli oranda ve düzeyde engelledi ve kısıtladı. Daha önce gördüğümüz ve açıkladığımız gibi, (ağırlıklandırılmamış) vergi seviyesi son on yıllar boyunca çok az
artış gösterdi. Sadece son yıllarda, başta Arjantin ve Brezilya olmak üzere bazı önemli Latin
Amerika ülkeleri, vergi geliri seviyelerini önemli oranda artırma konusunda başarılı oldular.
Bununla birlikte, vergileri artırma kabiliyetleri kısıtlanmış olmasına rağmen, Latin Amerika
hükümetleri ekonomide daha büyük bir sosyal rol üstlenme ve daha fazla kamu harcaması
yapma konusunda kuvvetli popülist baskılardan da azade ve muaf değillerdi. Vergi seviyeleri
ve oranlarını yükseltemediklerinden ötürü, böyle bir harcama rolünü oynayabilmek için
regülasyonlara dayandılar. Bu da, özel pazarların gelişmesini ve güçlenmesini daha da
zorlaştırdı.
Bazı kredileri kayıran baskı altındaki finans piyasaları, bazı ithalatları kayıran çoklu
kur oranları, bazı ithalat malları üzerinde yüksek tarifeler ve diğerleri üzerinde düşük tarifeler,
çok fazla sayıda insan istihdam eden ve bazı hizmetlerini çok ucuza satan kamu kuruluşları
ve kurumları, işten çıkarmayı çok maliyetli hale getiren kontrollü emek piyasaları, asgari
ücretler, bazı temel emtialar için kontrollü fiyat uygulaması, konutlar üzerinde kira kontrolleri,
bazı malların iç piyasadaki fiyatlarını azaltmak amacına yönelik ihracat vergileri ve benzerleri,
ekonomide hükümetin ve devletin büyük bir rol üstlenmesi ve oynamasına bir alternatif
olarak, yani, yüksek kamu harcamalarına bir alternatif olarak görülebilir. Aslında ve gerçekte,
hükümetler, sonuçları açısından olmasa bile en azından niyet olarak ilkel düzenleyici refah
devletleri yaratmış bulunmaktadırlar.
“Washington Uzlaşısı”, büyük ölçüde ve oranda, bu devlet rolüne yönelik bir doğrudan
ve cepheden saldırıydı. Bu uzlaşının hedefi ve amacı, Latin Amerika hükümetlerinin 1990’lı
103
Vito Tanzi
yıllardan önceki on yıllar boyunca kent işçilerini kamu harcamaları yoluyla değil regülasyonlar
yoluyla korumak için kullandıkları regülasyonların çoğunu kaldırmaktı. Devletin bu rolünü
eleştirmek kolaydır, çünkü bu rolün etkisiz ve verimsiz olduğu ve ekonomik gelişme ve
kalkınmanın önünde bir engel olduğu açıktır ve bu nokta Washington Uzlaşısında da
vurgulanmıştır. Bununla birlikte, çoğu işçi için (ve özellikle kent işçileri için) bu koruma gerçek
ve hatta faydalı ve yararlı görünüyordu. Bu “düzenleyici refah devletinin” kaldırılması, çeşitli
Latin Amerika ülkelerinde Washington Uzlaşısına karşı son yıllardaki reaksiyon ve tepkilere
yol açmış olabilir. Bu reaksiyonlar, Latin Amerika vatandaşlarının Latinobarometro’nun
sorduğu sorulara verdikleri yanıtlardan ve son seçim sonuçlarından açıkça belli olmaktadır.
Prensip olarak, bu regülasyonların çoğunun kaldırılması, kamu harcamalarıyla telafi edilebilir
ve karşılanabilirdi. Fakat bölgedeki ülkelerin çoğunda vergi gelirlerinin sınırlı ve kısıtlı olması
bunu da olanaksız hale getirdi. Böylece, kent işçileri sahip olduklarını düşündükleri dolaylı
sosyal korumaların bir kısmını kaybettiler. Bazıları da kamu kurum ve kuruluşlarındaki işlerini
ya da yüksek tarife duvarlarıyla korunan işletmelerdeki işlerini kaybettiler.
Gelecekte, vergilerin düşük seviyede olduğu Latin Amerika ülkelerinin hükümetlerinin
vergi sistemlerini daha verimli ve daha üretken hale getirmek için çaba göstermeleri
gerekecektir. Bununla birlikte, kişisel gelir vergileri toplam vergi gelirine az katkıda bulunmaya devam ettiği sürece bunu yapmak güç olacaktır.(11) Gini katsayılarının 0,60’a yaklaştığı
ülkelerde, düz-oranlı vergiler, gereksinim duyulan gelir düzeyini muhtemelen yaratamayacaktır ve Latin Amerika hükümetlerinin düşünmesi ve uygulaması gereken politikalar değildir.
Potansiyel vergi tabanı ve matrahının büyük kısmı, gelir dağılımının üst yüzde yirmilik
dilimlerindedir. Bu nokta, politika yapıcılar ve kanun koyucular tarafından da bilinmeli ve
vergilendirmeye yansıtılmalıdır.(12)
Daha fazla vergi toplanabilirse ve toplanabildiği takdirde, elde edilen daha yüksek
vergi gelirleri öncelikle devletin sunduğu temel hizmetlerin kalitesini artırmak ve güçlendirmek
yoluyla devletin modernize edilmesine ayrılmalı ve yönlendirilmelidir. Temel eğitime ve temel
sağlık hizmetlerine tam ve eksiksiz dikkat gösterilmeli, fakat kişisel emniyet, adalet, kamu
ulaşımı ve benzeri gibi kamu hizmetlerine de dikkat edilmelidir.
Devlet, özellikle bu nüfus gruplarının bu hizmetleri doğrudan doğruya pazardan satın
alabileceği durumlarda, maliyeti yüksek olan, fakat esas olarak ve çoğunlukla daha yüksek
gelir gruplarının kullanmakta olduğu faaliyetlere katılımını ve müdahalesini azaltmalıdır.
Yüksek eğitim, bu faaliyet alanlarından birisidir. Yaşlılık emeklilik sigortası için gelirler de bir
başka alan olabilir. Bununla birlikte, düzenli bir işi olmadığından dolayı yaşlılık günleri için
tasarruf yapamayacak kadar yoksul olan ve yaşlılık günlerine emekli maaşı olmadan gelmiş
bulunan yaşlı insanlara yardım edilmesi gerektiği argümanı ileri sürülebilir. Bu grup, Latin
Amerika ülkelerinin nüfuslarında önemli bir paya sahiptir.
Yukarıda ele aldığımız ve tartıştığımız gibi, kamu emeklilik sistemlerinin koruması altında olan insanlar sıklıkla emeklilik yaşına ulaşanlar içinden en yoksul olan kesimler
değildirler. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda, kamu (devlet) emeklilik sistemlerinin gelecek
yıllardaki yükümlülükleri hakkında yapılan tahminler (yani, cari mevzuata göre işçilere ve
çalışanlara söz verilen gelecek emekli maaşları akışının şimdiki değerinden gelecek sosyal
sigorta ve güvenlik vergileri akışının şimdiki değeri düşüldüğünde bulunan değer) çoğu
ülkede kamu emeklilik sistemlerinin finansal yükümlülük ve yüklerinin artmakta olduğunu
göstermektedir. Son yıllarda, dünyanın farklı bölgelerinde çeşitli ülkelerin emeklilik sistemlerinin tamamını veya bir kısmını özelleştiren ve ilk kez Şili’de 1981 yılında uygulanan bir
emeklilik modeli versiyonunu benimsemeye başlamalarının altında yatan ana sebep işte bu
büyük ve yüksek emeklilik sistemi yükümlülükleri (ya da bir başka deyişle gizli emeklilik
borçları) olmuştur.
104
Bankacılar Dergisi
Şili modelinde, hükümet, kamu harcaması yapma sorumluluğunu azaltır ve düzenleyici sorumluluğunu artırır. Bu, sosyal sorumluluklarını vergilendirme ve kamu harcamaları
yoluyla değil, vatandaşlarından öngörülen belirli işlemleri yapmalarını isteyerek yerine getiren
ve karşılayan bir devlete doğru atılmış temel bir adımı temsil eder.(13) Daha sonra, devlet,
kamu harcamaları rolünü gerçekten kamu yararını sağlamak üzerinde ve kendilerine
bakabilecek durumda olmaları gereken orta veya üst sınıflar yerine gerçekten yoksul ve
ihtiyacı olanlara yardım etmek üzerinde odaklayabilir. Devlet, sosyal hedef ve işlevlerini terk
etmemektedir; sadece ve esas olarak, bu hedeflere ulaşmak için kullandığı enstrümanlarda
bir değişiklik yapmaktadır.
Pek çok pazarın daha etkin, daha verimli ve daha global olduğu veya olabileceği bir
dünyada, belki de uluslararası kurum ve örgütlerin baskısıyla, hükümetler düzenleyici
rollerinde daha kuvvetli ve tesirli ve daha etkin ve verimli hale gelirlerse, hükümetlerin
özellikle kamu emeklilik sistemlerinde oynadıkları aracı rolünü, harcama rolünü ve vergileme
rolünü azaltmaları mümkün olabilir. Geleneksel kamu emeklilik sisteminde, işçiler çalışma
yaşamları boyunca hükümete ve devlete (maaş ve ücretleri temelinde hesaplanan) sosyal
güvenlik ve sigorta vergileri öderler. Resmi emeklilik yaşına ulaştıklarında, hükümetin,
çalışma yaşamları boyunca işçilerin ödedikleri vergilerle bir dereceye kadar belli bir ilişkisi
bulunan, fakat sıklıkla yakın bir ilişkisi bulunmayan aylık emekli maaşları formunda geri
ödeme yapması gerekir ve beklenir. Bir başka deyişle, bir açıdan bakıldığında, hükümet,
işçilerin her biri için bir tasarruf bankası işlevini görür, fakat sadece bankadan ileride
alacaklarını bankaya şimdi fiilen kattıklarının belirleyeceği doğrultusunda gerçek bir garanti
vermez. Buradaki problem, bankanın kasasının çoğu zaman boş olması ve bankanın sıklıkla
zararda ve borçlu bakiyede olmasıdır. Mevcut işçilerin ödedikleri katkı payları, hızla, emekliye
ayrılmış bulunan işçilerin emekli maaşlarına gider. İşçiler, ödedikleri bu katkı paylarını
genellikle bir tasarruf olarak değil bir vergi olarak görürler.
Sıklıkla hükümetler emekli maaşı yükümlülüklerini karşılayabilmek için genel kamu ve
devlet gelirlerini kullanmak zorunda kalırlar, çünkü mevcut işçilerin ödedikleri katkı payları bu
emekli maaşı yükümlülüklerini karşılamak için yeterli değildir. Bu sistem, çalışan işçilerin
sayısına kıyasla emeklilerin sayısını artıran demografik değişikliklerin, hükümetlerin tahsil
ettikleri ve topladıkları vergileri üretken ve verimli kullanma konusundaki verimsizlik ve
beceriksizliklerinin, emekli maaşları seviyesinin artırılmasına yönelik politik baskıların ve en
önemlisi, resmi ve kayıt-içi ekonominin bir parçası olmadıklarından dolayı herhangi bir katkı
payı ödememiş bulunan insanların, ihtiyaç duyup duymadıklarına bakılmaksızın, emeklilik
yaşına geldiklerinde bir kamu emekli maaşı alma hakkına sahip bulunmamalarının yarattığı
problemlere maruz ve açık kalmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin ve yükselen pazarların ekonomilerinin karakteristik özellikleri açısından bakıldığında, hükümetlerin gayri resmi ve kayıt-dışı ekonomide yer almış
insanları unuturken, resmi ve kayıt-içi emek piyasasında iş bulabilecek kadar şanslı olanları
korumak olagelmiş bulunan temel rollerini değiştirmeleri gerektiğini önermek için yeterli ve
geçerli sebep vardır. Unutulan grup, sıklıkla ve genellikle yoksul çoğunluktur. Devletin temel
rolü ve görevinin gerçekten yoksul olan insanlara daha fazla ilgi ve dikkat göstermesini
gerektirdiği argümanı ileri sürülebilir. Bu da, kamunun rolü ve görevini, belirli bir yaşlılık
çağına gelen tüm vatandaşlara bir asgari gelir veya bir asgari emekli maaşı ödemek olarak
görmek suretiyle gerçekleştirilebilir. Bu sistemde, bu geliri alma hakkına sahip olmanın tek
kriteri yaş olacaktır.
Asgari emekli maaşı, bu bilgilerin ilân edildiği ve açıklandığı en son yıl için o ülkenin
kişi başına düşen milli gelirinin belirli sabit bir oranı (diyelim ki, örneğin yüzde 25) olarak
tahmin edilebilir. Böylelikle, kişi başına düşen milli gelir değiştikçe emekli maaşının mutlak
düzeyi de otomatik olarak değişecektir. Emeklilik yaşı da, ortalama ömür süresinin belirli
sabit bir oranı, diyelim ki o ülkenin ortalama yaşam beklentisi ve ömür süresinin yüzde 80’i ya
105
Vito Tanzi
da yüzde 90’ı olarak belirlenebilir. Böylelikle, ortalama
değiştikçe emeklilik yaşı da otomatik olarak değişecektir.
den değil, genel kamu gelirinden ödenecektir. Bundan
sigorta vergilerinin emek piyasaları üzerinde herhangi
olmayacaktır.
yaşam beklentisi ve ömür süresi
Emekli maaşları, bordro vergilerindolayı, yüksek sosyal güvenlik ve
bir caydırıcı ve engelleyici etkisi
Özetlersek, gereken değişkenler şunlardır: (a) ülkenin kişi başına düşen milli geliri; (b)
ülkenin ortalama yaşam beklentisi ve ömür süresi ve (c) emeklilerin yaşı.(14) Bu emekli
maaşlarının yoksulluğun azaltılması üzerinde önemli bir etkisi olacaktır, çünkü yaşlı ve yoksul
olan insanların çoğunun herhangi bir geliri yoktur ya da çok düşük bir geliri vardır. Bu emekli
maaşlarını alan insanlar isterlerse ekonomik olarak aktif hayatlarını sürdürebilirler. Bunu
yapsalar bile emekli maaşı almaya hak kazanacaklardır. Bu emekli maaşlarının yönetimi
basit olacak ve ülkeye maliyeti çok yüksek olmayacaktır, çünkü emeklilik yaşı bu maaşa hak
kazanan insanların sayısını sınırlı tutacak bir seviyede belirlenebilir. Devlet böylece temel rol
ve görevlerinden birini, yani yoksullara yardımcı olma görevini yerine getirmiş olacak ve bunu
yaparken de emek piyasasını bozmuş olmayacak ya da bireysel sorumluluk ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmayacaktır.(15) Bu sistem, mevcut sistemlere bir alternatif olarak önerilmektedir. Fakat tabii ki mevcut emeklilik sistemlerinde belirli kazanılmış hakları bulunan insanlar
uzun bir süre daha bu sistemlerden emekli maaşlarını almaya devam edeceklerdir.
Bu genel ve temel şemaya ek olarak, hükümet, bunu yapmak isteyen tüm vatandaşlarına tasarruflarının bir kısmını emekli olduklarında asgari emekli maaşına ek olarak ve katkı
için ilave finansal kaynaklar sağlayacak olan gelir (faiz) getirici varlıklara yatırmalarında
yardımcı olan bir düzenleyici çerçeve sağlayarak (ve gereken bilgileri vererek), resmi ve
kayıt-içi emek piyasasında çalışan işçilere yardımcı olabilir. Belirli varlık ve enstrüman
kategorilerine kanalize edildikleri takdirde, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde IRA
hesaplarının (bireysel emeklilik düzenlemeleri) yaptığı gibi, bu yatırımlar da vergiye tâbi
gelirden bir kesintiden istifade edebilirler. Bu da, insanları kendi eylemleri için kişisel
sorumluluk üstlenmeye teşvik eden bir kültür yaratabilir. Belirli geçiş dönemi problemlerinin
halledilmesi ve çözümlenmesi gerekeceği ve bu problemlerin güç sorunlar olabileceği de tabii
ki açıktır.
7. Sonuç Niteliğinde Görüşler
Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde devletin ekonomik meselelerde oynadığı rol, geçmişin ideolojilerinden çok etkilenmiştir. Bu ideolojiler sıklıkla ve çoğunlukla
modern düşünceyi, modern gereksinimleri ve modern olanakları yansıtmamaktadır. Tartışmalar genellikle ve sıklıkla kullanılan enstrümanlar üzerinde odaklanmış ve ulaşılmak istenen
hedefler yeterince tartışma konusu olmamıştır. Örneğin, mevcut kanıt ve bulguların çoğu
bunun yoksullara genelde inanılandan çok daha az faydalı olduğunu göstermiş olsa bile
kamu harcamaları hem savunulmuştur.
Ayrıca ve ek olarak, kamu harcaması “tüketici” nitelikte - yani, kaynakları doğrudan
doğruya kullanan tipte - olabilir ya da nakdi olabilir. Bu alternatiflerin nispi kullanımı, kamu
sektörü kurum ve kuruluşlarının belirli bazı faaliyetlerin yürütülmesindeki etkinliği ve verimliliğine bağlı olmalıdır. Avrupa’nın yüksek kamu harcaması yapan refah devletleri son on yıllık
süreç içinde kamu harcamalarını azalttıklarında, genellikle, reel hizmetlere transferlerden
ziyade nakit transferleri azaltmayı tercih ettiler. Bununla birlikte, sosyal hizmetleri sağlayan
ve sunan kurumların genelde daha az etkili ve daha az verimli çalıştıkları Latin Amerika için
bunun daha iyi bir politika olacağı o kadar açık ve kesin değildir. Bundan ötürü, bu ülkelerde
tercih edilen alternatif, belirli koşullarda, devletin objektif kriterlere (örneğin yaş) dayanan bir
rol üstlenmesi ve belirli nüfus gruplarına nakit transferlerin kullanılması veya bloke edilmiş
nakit tahsis ve dağıtımların yapılması olabilir. Ancak bu tip olasılıklar konusunda daha fazla
analiz yapmamız gerekmektedir.
106
Bankacılar Dergisi
Dipnotlar:
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
Arjantin deneyimi için, bir Avrupa-tarzı ve tipi refah devleti yaratma çabası hakkında, bkz. Tanzi (2007).
İnsani Gelişmişlik Raporu 2007/2008 (UNDP, 2007, sayfa 225)’den alıntı: “İGE, bir ülkede sağlanan ortalama
başarıları insani gelişmişliğin üç temel boyutuyla ölçen bir bileşik endekstir: uzun ve sağlıklı bir yaşam; bilgiye
erişim olanağı ve iyi bir yaşam ve geçim standardı. Bu temel boyutlar, doğum anındaki ortalama yaşam
beklentisi ve süresiyle, yetişkinlerin okuryazarlığıyla ve temel, ikincil ve üçüncül seviyede eğitime birleşik
toplam katılım düzeyiyle ve satınalma gücü paritesinde kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılayla (GSYİH)
(ABD Doları) ölçülürler.
Daha yüksek kamu harcamaları seviyeleri ile (daha zayıf ve düşük) İGE puanları arasında fiilen ve açıkça bir
0,33 bağıntı vardır. Şekil 1’deki çizgiye bakınız.
Vergilerin iyi yerlere harcandığını düşünen kişilerin oranı Peru’da yüzde 10 gibi düşük bir seviyeden Şili ve
Venezuela’da yüzde 37-38 gibi yüksek bir seviye arasında değişiyordu.
Burada, özel vatandaşların kontrolleri altındaki parayla iyi ve doğru kararlar alamayacakları görüşünü ve
fikrini reddediyoruz.
Gerçek şudur: gerçekten yoksul olanlar (diyelim ki, gelir dağılımı çizelgesinin en alt yüzde 20’lik kesimi) için
harcanan para, ülkelerin çoğunda toplam harcama düzeyinin çok küçük bir kısmına tekabül etmektedir.
Aslında, vergi gelirleri üzerinde odaklanmak, Latin Amerika hükümetlerinin kullanabilecekleri kamu (devlet)
gelirleri hakkında çarpıtılmış ve yanlış bir izlenim vermektedir. Latin Amerika hükümetlerinin çoğu sahip
oldukları doğal kaynaklardan büyük miktarlarda kamu gelirleri elde etmektedirler. Bu, özellikle Bolivya, Ekvator, Meksika, Venezuela ve bir kaç başka ülke için kesinlikle böyledir. 2005 yılında toplam kamusal gelir
düzeyi GSYİH’nin yüzde 28’i kadardı; yani, uluslararası standartlara göre yüksekti.
Bu bölüm, Tanzi’den (2005) alınmıştır.
Adam Smith’in ta 1776 yılında fark ettiği ve anladığı gibi, hükümet ve devlet kontrolü olmadan, özel sektör,
tekelci uygulamalara girme eğilimindedir. Bundan ötürü, Paul Krugman’ın da ifade ettiği gibi, hükümetin
“vahşi bir seyir gösteren pazarlarda bir yetişkin denetimi ve gözetimi uygulaması” gereklidir.
Bugün İngiltere’nin en büyük ihraç kalemi eğitim hizmetleridir. Sağlık hizmetlerinin uluslararası pazarda alınıp
satılması giderek yaygın hale gelmektedir ve bazı hastaneler özellikle yabancı hastaları çekmek amacıyla ve
çekecek şekilde kurulmaktadır.
Latin Amerika ülkelerinin çoğunda gelirin yüksek konsantrasyonu dikkate alındığında, kişisel gelir vergileri
toplam vergi gelirine şok edici düzeyde az katkıda bulunurlar.
Düz-oranlı vergiler, çeşitli “geçiş dönemi” ülkeleri gibi Gini katsayısı düşük olan ülkeler için iyi araçlar ve
enstrümanlar olabilir.
Bu, devletin harcamadan daha ziyade görevlere dayanan pederşahi bir rolüdür. Her ikisi de devletin herhangi
bir rol oynamadığı bireysel sorumluluk ve görevlere dayanan bir devlet anlayışından farklıdır.
Bazı vatandaşların hiç kaydının bile bulunmadığı ülkelerde, bu bir problem olacaktır.
Alınan emekli maaşlarının en yoksul kesimi temsil eden insanların gelirleri içinde büyük bir payı oluşturacağını, oysa yüksek dilimlerde bulunan insanların gelirlerinde hemen hemen hiç bir önemi olmayan bir pay oluşturacağını not ediniz.
107
Bankacılar Dergisi, Sayı 70, 2009
Etkin Mevduat Sigorta Sistemleri İçin
Temel Prensipler*
Basel Komite - Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği
Giriş ve Hedefler
1. Finansal İstikrar Forumu’nun “Piyasanın ve Kurumsal Esnekliğin Geliştirilmesi” konulu
raporu (Nisan 2008) yakın zamanda yaşanan uluslararası finansal çalkantı sırasında
yaşanan olayların, mudi ödemelerine yönelik etkin düzenlemelerin önemini ortaya koyduğuna işaret etmektedir. FSF raporu “İlgili makamların etkin mevduat sigorta sistemleri
için uluslararası bir grup prensip üzerinde anlaşmaları gereklidir. Söz konusu prensipler,
mevduat sigorta sistemleri için hedefleri karşılayacak bu prensiplerin de ötesinde düzenlemeler olabileceğini kabul etmeli ve oldukça geniş ülke koşullarına uygulanabilir olmalıdır. Prensipler geliştirilirken, düzenleyici ve denetleyici çerçeveler ve müflis kuruluşlar
için çözümleme prosedürleri de dâhil olmak üzere, finansal güvenlik ağı düzenlemelerinin farklı özellikleri yakın olarak dikkate alınmalıdır.” tavsiyelerinde bulunmaktadır.
2. Basel Komitesi’nin “Etkin Bankacılık Denetimi için Temel Prensipler” i (Ekim 2006),
dikkatle tasarlanmış bir mevduat sigorta sisteminin finansal sistemdeki kamu güvenine
katkıda bulunabileceğini ve bu sayede sorunlu bankalardan kaynaklanan bulaşma etkisini sınırlayabileceğini, ancak hâlihazırda etkin mevduat sigorta sistemleri için rehberlik
sağlamadığını kabul etmektedir.
3. Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği (IADI) Şubat 2008’de etkin mevduat sigorta
sistemleri için bir dizi temel prensip oluşturmuştur1. IADI Temel Prensipleri mevduat sigorta sistemlerinin etkinliğini artırmak için tasarlanmış olup IADI araştırmaları ve rehber
çalışmaları esas alınmıştır Temel Prensipleri oluştururken IADI, üyelerinin gerçek tecrübelerinden büyük ölçüde yararlanmıştır.
4. Temmuz 2008’de Basel Bankacılık Komitesi (BCBS) ile IADI, IADI Temel Prensiplerini
esas alarak üzerinde uluslararası uzlaşma sağlanmış “Etkin Mevduat Sistemleri İçin
Temel Prensipler” i oluşturmak üzere işbirliği yapmaya karar verdiler. Temel Prensipleri
geliştirerek BCBS ve IADI’nin inceleme ve onayına sunmak üzere bir ortak çalışma grubu oluşturuldu. Söz konusu ortak çalışma grubu, BCBS’in Sınır Ötesi Banka Çözümleme
Grubu (CBRG) ve IADI’nin Rehber Grubu’nun temsilcilerinden oluşmaktaydı. Aşağıdaki
çalışmada CBRG – IADI ortak çalışma grubunun Temel Prensiplere ilişkin çalışması ile
buna eşlik eden ve genel olarak etkin mevduat sigorta sistemlerini desteklemek için gerekli dış unsurlara işaret eden Önkoşullar seti sunulmaktadır.
Temel Prensipler
5. Kanun yapıcıların mudilerin korunması ve finansal sistemin istikrarına nasıl katkıda
bulunabileceklerine ilişkin seçenekleri bulunmaktadır. Açık mevduat sigortası, örtülü
*Bu çeviri ilgili kurumların izni alınarak Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu tarafından hazırlanmıştır.
Kaynak: “Core Principles for Effective Deposit Insurance Systems” - final paper, June 2009,
(http://www.bis.org/publ/bcbs156.htm)
108
Bankacılar Dergisi
koruma gibi başka alternatiflere göre tercih edilen seçenek haline gelmiştir.2 Bir mevduat
sigorta sistemi, ilgili makamın mudilere (kapalı bir sistemse, üyelerine) karşı yükümlülüklerini açıklığa kavuşturur, kamuoyu nezdinde farkındalığın gelişmesine katkıda bulunabilir, müflis bankaların çözümlenme maliyetinin denetim altında tutulmasına yardımcı olur
ve ülkelere sorunlu bankaların nasıl çözümleneceğine, bankalara ise iflas maliyetini nasıl
fonlayacaklarına dair sistemli bir süreç sunabilir.3
6. Bir mevduat sigorta sisteminin başlatılması veya yeniden düzenlenmesi ülkenin bankacılık sistemi sağlıklı ve kurumsal ortamı düzgün olduğunda daha başarılı olabilir. Bir mevduat sistemi, güvenilir olabilmek ve ahlaki riskle sonuçlanabilecek bozulmalardan kaçınabilmek için doğru şekilde tasarlanmış ve iyi uygulamaya konulmuş bir finansal sistem
güvenlik ağının bir parçası olmalıdır. Bir finansal güvenlik ağı genellikle ihtiyati düzenleme ve denetim, son borç verme mercii ve mevduat sigortasını içerir. Finansal güvenlik
ağının katılımcıları arasında yetki ve sorumlulukların nasıl dağıtılacağı, kamu politikası
seçimi ve bağımsız ülke koşulları meselesidir.
7. Bir mevduat sigorta sistemi tek başına sistemik önem taşıyan banka iflasları veya bir
sistemik krizle ilgilenmek amacı gütmez. Bu tür durumlarda finansal güvenlik ağının katılımcıları etkin bir şekilde ortak çalışmalıdır. Buna ek olarak, sistemik iflasların maliyeti
yalnızca mevduat sigorta sistemi tarafından üstlenilmemeli, hükümet gibi başka unsurlarca da ele alınmalıdır.
8. Temel Prensipler geniş aralıkta değişen ülke koşulları, düzenlemeleri ve yapılarını
yansıtacak şekilde ve bunlarla uyumlu olmak üzere tasarlanmalıdır. Temel prensipler,
etkin mevduat sigortası uygulamaları için gönüllü bir çerçeve oluşturmak amacındadır;
ulusal makamlar etkin bir mevduat sigorta sistemine ulaşmak için kendi yargı alanları
içinde gerek gördükleri ek tedbirleri almakta özgürdür. Temel prensipler her bankacılık
sisteminin tüm ihtiyaç ve koşullarını karşılamak üzere tasarlanmamıştır. Bunun yerine,
kamu politikası hedeflerini ve mevduat sigorta sisteminin görevlerini yerine getirmeye
yönelik yetkiler ve mevcut kanunlar kapsamında özel ülke koşulları daha uygun şekilde
gözönüne alınmalıdır.
9. Temel Prensiplere büyük ölçüde uyum sağlanması finansal sistem istikrarına katkıda
bulunacak ve mudi korumasını geliştirecektir.
Önkoşullar
10. Etkin bir mevduat sigorta sistemi bir takım dış unsurlara veya ön koşullara dayanmalıdır.
Her ne kadar çoğunlukla mevduat sigorta sisteminin doğrudan yetki alanının dışında
kalsa da, söz konusu ön koşullar sistem üzerinde direkt bir etkiye sahiptir. Bunlar:
•
•
•
•
Ekonomi ve bankacılık sisteminin sürekli olarak değerlendirilmesi;
Finansal güvenlik ağını oluşturan kurumların doğru şekilde idaresi;
Sağlam ihtiyati düzenleme ve denetim ve
Gelişmiş bir yasal çerçeve, muhasebe ve bilgilendirme sistemi.
Mevcut koşulların ideal olmadığı durumlarda, bunların tanımlanması önemlidir. Eğer
birtakım eylemler zorunlu ise, bu eylemler mevduat sigorta sisteminin oluşturulması veya
yeniden yapılandırılması öncesinde veya sırasında olarak gerçekleştirilebilirler.
11. Mevduat sigorta sisteminin oluşturulması veya yeniden yapılandırılması, ekonominin
veya bankacılık sisteminin istikrarına esas konuların ele alınmamış olması halinde çok
daha zor olacaktır. Bankacılık sisteminin sağlamlığını ve mevduat sigorta sisteminin
etkinliğini etkilediğinden, politika yapıcılar ekonomik ortamın durumsal bir analizini yap109
Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği
malıdırlar. Bankaların sermayesi, likiditesi, kredi kalitesi, risk yönetim yaklaşımları ve
uygulamalarının ayrıntılı bir değerlendirmesinin yapılması dâhil olmak üzere, bankacılık
sisteminin sağlamlığı tespit edilmeli ve sorunların boyutu ölçülmelidir. Bankaların sayısı,
türü ve özellikleri mevduat sigorta sisteminin tasarımı üzerinde etkiye sahip olacağından,
bankacılık sisteminin yapısı dikkate alınmalıdır.
12. Mevduat sigorta sistemleri, ilgili kanunların bulunmaması veya hukuki yapıda tutarsızlıklar yeralması halinde etkin olmayacaktır. İyi oluşturulmuş bir hukuki çerçeve; şirketler
hukuku, iflas hukuku, sözleşme hukuku ve tüketicinin korunmasına ilişkin düzenlemeler
ile özel mülkiyet hukuku da dâhil olmak üzere bir iş kanunları sistemini içermeli, tutarlı
şekilde uygulanmalı ve anlaşmazlıkların adil biçimde çözümlenmesi için bir düzenek
teşkil etmelidir. Dikkate alınması gereken diğer unsurlar; hukuki yapının sorunlu bankalara zamanında müdahale edilmesine veya bankaların kapatılmasına elverişli olması, varlıkların açık ve düzgün şekilde tasfiye edilmesine ve alacaklı taleplerinin çözümlenmesine yönelik hükümler bulunması ve finansal sistem güvenlik ağı kuruluşları ve bu kuruluşlar için çalışan kişilerin yasal koruma altında olmasıdır.
13. Finansal sistem güvenlik ağını oluşturan kuruluşların sağlam şekilde yönetilmesi finansal
sistemin yapısını güçlendirir ve finansal sistemin istikrarına doğrudan katkıda bulunur.
Sağlam yönetişimin dört ana unsuru operasyonel bağımsızlık, hesap verebilirlik, şeffaflık
ve bilgilendirme, dürüstlüktür. Söz konusu unsurların hepsi eşit derecede öneme sahip
olup, sağlam yönetişimin desteklenmesinde birbirlerini pekiştirmektedir.
14. İhtiyati düzenleme ve denetimin gücü bir mevduat sigorta sisteminin etkinliği üzerinde
doğrudan etkiye sahiptir. Güçlü ihtiyati düzenleme ve denetim yalnızca yaşayabilir bankaların faaliyetlerine devam etmesine ve mevduat sigorta sisteminin üyesi olmalarına
olanak vermelidir. Bankaların sermaye durumu iyi olmalı ve bankalar güçlü ve basiretli
risk yönetimi, yönetişim ve diğer iş uygulamaları gerçekleştirmelidir. Diğer unsurlar bankalar için etkin bir lisans ve ruhsat sistemi, düzenli ve dikkatli teftişler, bankaların risk
değerlemesi ve sorunlu bankaların erken tespiti, zamanında müdahale edilmesi ve çözümlenmesi için bir çerçevedir.
15. Güçlü muhasebe ve bilgilendirme düzenleri etkin bir mevduat sigorta sistemi için
gereklidir. Söz konusu düzenler tarafından raporlanan doğru, güvenilir ve güncel bilgiler,
yönetim, mudiler, piyasa ve bankanın risk profili hakkında kararlar alan ilgili makamlarca
kullanılabilir ve piyasada, düzenleme ve denetimde disiplini artırabilir. Güçlü bir muhasebe ve bilgilendirme düzeni, kapsamlı ve iyi tanımlanmış muhasebe ilkeleri ve uluslararası
kabul gören kurallar içermelidir. Mali tabloların kullanıcılarının, bankalar da dâhil olmak
üzere, ilgili hesapların şirketin mali durumu hakkında gerçek ve adil bir görünüm sağladığı ve oluşturulmuş muhasebe standartlarına göre hazırlandığı hususunda hesap verebilir durumda olan denetçiler tarafından bağımsız teminini sağlamak üzere, belli büyüklükteki şirketler için bir bağımsız denetim sistemi gerekmektedir.
16. İyi oluşturulmuş bir finansal sistem güvenlik ağı finansal sistemin istikrarına katkıda
bulunur; ancak eğer kötü tasarlanmış ise riskleri, özellikle ahlaki riski artırabilir. Mevduat
sigorta sisteminin özelliklerinin oluşturulmasında ahlaki riskin ele alınmasına ek olarak
söz konusu risk, finansal sistem güvenlik ağının diğer öğeleri tarafından iyi kurumsal
yönetişim, bankaların herbirinin güçlü risk yönetimi, etkin piyasa disiplini ve güçlü ihtiyati
düzenleme, denetim ve kanunlar çerçevesinde (sorunlu bankaların zamanında çözümlenmesi ile kayıp riskinin minimize edilmesi de dâhil olmak üzere) uygun saiklerin
oluştulması ve teşvik edilmesi suretiyle azaltılmalıdır. Söz konusu unsurlar ödünleşme
içerir ve en çok birlikte yürütüldüklerinde etkindirler.
110
Bankacılar Dergisi
Temel Prensipler: Açıklamalar ve yardımcı rehber
Hedeflerin belirlenmesi
1. Prensip - Kamu politikası hedefleri: Bir mevduat sigorta sistemi benimsenirken
veya yeniden düzenlenirken ilk adım, ulaşılması beklenen doğru kamu politikası hedeflerinin
belirlenmesidir. Söz konusu hedefler mevduat sigortası sisteminin tasarımında resmi olarak
belirtilmiş ve sistem ile iyi bir şekilde birleştirilmiş olmalıdır. Mevduat sigorta sistemlerinin asli
hedefleri, finansal sistemin istikrarına katkıda bulunmak ve mudileri korumaktır.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Kamu politikası genellikle belirli bir kapsam dâhilinde hedeflerin belirlenmesi ve bunlara ulaşma yöntemlerinin seçilmesini içerir. Kamu politikası hedefleri kamu politikalarının bir
bileşenidir ve normalde resmi ve gayrıresmi niyet beyanıdır ve amaç ve odak belirleme
amacı gütmektedir. Kamu politikası hedefleri resmi olarak, örneğin mevzuatla veya kanun
gerekçesi ile belirtilmiş olmalıdır.
Korumanın odak noktası, genellikle mevduatlarını yatırdıkları bankanın batma riskinin
bilgilendirilmiş bir değerlemesini yapacak durumda olmayan mudiler (örneğin perakende ve
küçük işletme mudileri) olmalıdır. Bu sebeple politika hedefi de en çok ihtiyaç duyanların (ve
dolayısıyla kaybı kaldıramayacak durumda olanların) korunmasıdır.
Her ne kadar bunlar mevduat sigorta sistemleri için en çok göze çarpan ve genel olarak uygulanabilir kamu politikası hedefleri ise de, daha az yaygın ve daha az genel olarak
uygulanabilir olan başka hedefler de bulunmaktadır. Bazı örnekler şunlardır: Bankaların iflas
maliyetini fonlamaları için bir mekanizma sağlanması, bankacılık sektöründe rekabete dayalı
sınırları yumuşatarak finans sektöründe rekabetin teşvik edilmesi ve sınırsız mevduat
koruma sisteminden sınırlı kapsama geçişe olanak sağlanması.
2. Prensip - Ahlaki riski azaltmak: Ahlaki risk, mevduat sigorta sisteminin uygun
tasarım özelliklerini içermesinin sağlanması ve finansal güvenlik ağının diğer öğeleri yoluyla
azaltılmalıdır (bakınız “Önkoşullar” paragraf 16).
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Ahlaki risk, bankalar veya korumadan yararlananlarca aşırı risk alımını ifade etmektedir. Böyle bir davranış, örneğin mudilerin ve diğer alacaklı olanların kayıplara karşı
korunmaları veya koruma altında olduklarına inanmaları yahut bir bankanın iflasına müsaade
edilmeyeceğini düşünmeleri halinde ortaya çıkabilir.
Bir mevduat sigorta sisteminin; sigortalanan miktara sınırlama getirilmesi, bazı mudi
kategorilerinin kapsam dışı bırakılması ve farklılaştırılmış yahut risk esaslı prim
uygunlanması gibi tasarım öğelerine sahip olmasının sağlanması ahlaki riski azaltabilir.
Ahlaki risk, mevduat sigorta sisteminin tasarımına ek olarak, finansal sistem güvenlik ağının
diğer öğeleri tarafından iyi kurumsal yönetişim ve bankaların herbirinin sağlam risk yönetimi,
etkin piyasa disiplini ve güçlü sağgörülü düzenleme, denetim ve kanunlar çerçevesinde
uygun saiklerin oluşturulması ve teşvik edilmesi suretiyle azaltılmalıdır.
Sorumluluk ve yetkiler
3. Prensip – Sorumluluklar: Mevduat sigortacısı için seçilen sorumlulukların açık ve
resmi olarak ortaya konmuş olması ve açıklanan kamu politika hedefleri ile mevduat
sigortacısına verilen yetki ve sorumlulukların uyumlu olması oldukça önemlidir.
111
Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği
4. Prensip – Yetkiler: Bir mevduat sigortacısı sorumluluklarını yerine getirmek için ihtiyaç duyacağı tüm yetkilere sahip olmalı ve bu yetkiler resmi olarak belirtilmelidir. Tüm
mevduat sigortacıları tazminleri finanse edebilme, sözleşmelere girebilme, dahili işletme
bütçeleri ve düzenlemeleri oluşturma ve mudilere karşı yükümlülüklerini ivedililkle yerine
getirebilmek için güncel ve doğru bilgiye erişebilme yetkilerine ihtiyaç duyar.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Bir kuruluşun sorumluluk alanı, bir resmi talimatlar seti veya amaç açıklamasıdır. Tüm
mevduat sigortacıları için geçerli tek bir sorumluluk ya da sorumluluklar seti bulunmamaktadır. Mevcut mevduat sigortacıları “pay-box” olarak adlandırılan dar kapsamdan, zarar veya
risk minimizasyonu/yönetimi gibi daha geniş yetki ve sorumlulukları içeren yetkilere kadar
çeşitli kombinasyonlarda değişen sorumluluklara sahiptirler.
Pay-box ödeme sistemleri genellikle banka kapatıldıktan sonra mudilerin taleplerini
ödemekle sınırlıdır. Dolayısıyla ihtiyati denetim ve gözetim sorumlulukları veya müdahale
yetkileri bulunmamaktadır. Bununla beraber bir pay-box ödeme sistemi, bankalar kapatıldığında sigortalı mudilere etkili ve zamanında ödeme yapılabilmesi için mevduat bilgilerine
erişim ve yeterli kaynakların yanısıra uygun yasal yetkilerin varlığını gerektirir.
Zararların veya riskin azaltılması yahut yönetilmesi ile görevlendirilen bir mevduat sigortacısının göreceli olarak daha geniş sorumlulukları ve bu doğrultuda daha fazla yetkileri
olacaktır. Bu yetkiler arasında; mevduat sigorta sistemine giriş ve çıkışın kontrol edilmesi,
kendi risklerini belirleme ve yönetme ve bankalarda inceleme yürütme veya inceleme talep
etme bulunmaktadır. Bu sistemler sorunlu bankalar için finansal destek sağlayabilirler.
Yönetişim
5. Prensip – Yönetişim: Mevduat sigortacısı operasyonel anlamda bağımsız, şeffaf,
hesap verebilir ve usulsüz politik ve sektörel baskıdan yalıtılmış konumda olmalıdır.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Yönetişim, bir kuruluşun yönetiminin yönlendirilmesinde ve denetlenmesinde kullanılan bilgi, yapı ve süreçler anlamına gelmektedir. Kuruluş ile ona sorumluluk veren veya
hesap vermesi gereken makam arasındaki ilişki ile ilgilidir. Sağlam yönetişim dört ana unsuru
kapsar. Operasyonel bağımsızlık, hesap verebilirlik, şeffaflık ve açıklama, doğruluk. Bu
öğelerin tamamı eşit derecede önemli olup, her biri güçlü yönetişimin desteklenmesinde bir
diğerini pekiştirir.
Finansal güvenlik ağının diğer katılımcıları ile ilişkiler ve sınır ötesi hususlar
6. Prensip - Finansal Güvenlik Ağının Diğer Katılımcıları ile İlişkiler: Finansal sistem güvenlik ağı katılımcıları ile mevduat sigortacısı arasında düzenli olarak ve aynı
zamanda belirli bankalarla ilgili olarak yakın işbirliği ve bilgi paylaşımına yönelik bir çerçeve
olmalıdır. Söz konusu bilgiler (talep halinde gizliliğe tabi olmak üzere) doğru ve güncel
olmalıdır. Bilgi paylaşımı ve işbirliğine yönelik düzenlemeler somutlaştırılmalıdır.
7. Prensip - Sınır Ötesi Hususlar: Gizliliğin korunması şartıyla, farklı yetki alanlarındaki mevduat sigortacıları ve hatta mevduat sigortacıları ile diğer yabancı güvenlik ağı
katılımcıları arasında ilgili tüm bilgiler uygun olması durumunda paylaşılmalıdır. Birden fazla
mevduat sigortacısının kapsamdan sorumlu olduğu durumlarda, ödeme sürecinden hangi
mevduat sigortacısının veya sigortacılarının sorumlu olacağının belirlenmesi önemlidir. Vergi
ve primlerin tespitinde, menşe ülke sistemince sağlanan mevcut sistem tanınmalıdır.
112
Bankacılar Dergisi
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Bir mevduat sigortacısının kurumlararası ilişki yönetimi, sorumluluğuna ve yetkisine
göre değişmelidir. Bir kuruluş tek başına tüm güvenlik ağı fonksiyonlarını yerine getirdiği
takdirde, olası gerilimlerin düzgün biçimde çözümlenmesi sorumlulukların açıklığına ve ilgili
bölümler arasındaki hesap verebilirlik düzeninin yeterliliğine bağlıdır. Ancak, görevler farklı
kuruluşlara verildiği zaman, bilgi paylaşımı, yetki ile sorumlulukların dağıtılması ve farklı
fonksiyonların çalışmaları arasındaki uyumun sağlanması ile ilgili konular daha karmaşıktır
ve açık ve kesin olarak tanımlanmış olmaları gereklidir.
Bankaların kendilerinin yanısıra, denetim otoritesi de genellikle bankalar ile ilgili temel
bilgi kaynağıdır. Bu bilgiler, mudilerin hak iddialarını karşılamak için gerekli olan bilgileri
içerebilir. Risk azaltıcı sorumluluğu olan bir mevduat sigortacısının her bir bankanın finansal
durumunu değerlendirebilmesi için zamanında ve doğru bilgilere ulaşmaya gereksinimi
vardır. Birçok mevduat sigortası sisteminde mevduat sigortacısını etkileyebilecek finansal
sistem konularında merkez bankası da bilginin kaynağı olabilir. Bankalar üzerindeki raporlama yükünü azaltırken, mevduat sigortacısının ihtiyaç duyduğu bilgilere ulaşabilmesi
sağlanmalıdır. Bilginin toplanmasının ve paylaşılmasının eşgüdümünü sağlamak oldukça
önemlidir.
Bilgi paylaşımıyla ilgili resmi olmayan düzenlemelerin işe yaramasına rağmen, bilgi
paylaşımı kanunlarla, iyi niyet anlaşmalarıyla, yasal anlaşmalarla veya bunların birleşimleri
ile somutlaştırılmalıdır. Söz konusu düzenlemeler güvenlik ağı katılımcılarının, ilgili çalışmalarının eşgüdümünde de genel bir çerçeve oluşturulması için yardımcı olabilecektir.
Mevduat sigortacıları ve diğer finansal güvenlik ağı katılımcıları arasındaki güçlü eşgüdüm ve
bilgi paylaşımı bazı bankalar konusunda olduğu kadar, düzenli olarak sınır ötesi bankacılık
açısından da oldukça önemlidir. Birden fazla mevduat sigortacısı tarafından kapsam altına
alınan alanlarda, hangi mevduat sigortacısının ya da sigortacılarının geri ödeme sürecinden
sorumlu olacağına karar vermek önemlidir ve bu konuda iki ya da daha çok taraflı anlaşmaların yapılması mantıklıdır.
Etkilenen bölgelerdeki mudilere geri ödeme süreci konusunda (uygulanan kapsam,
talepte bulunma) bilgi sağlanırken gerekli dikkat gösterilmelidir ve sağlanan bilgiler açık ve
kolayca anlaşılır biçimde olmalıdır.
Üyelik ve Kapsam
8. Prensip - Zorunlu üyelik: Mevduat sigortacılığı sisteminde ters seçimin önlenebilmesi amacıyla korunmaya en çok ihtiyacı olduğu düşünülen mudilerden (örneğin perakendeciler ve küçük ölçekli kuruluşlar) mevduat toplayan tüm finansal kuruluşlar için üyelik
zorunlu olmalıdır.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Ters seçim, sistemdeki üyeliğin gönüllü olması durumunda daha yüksek riske sahip
olan bankaların mevduat sigortasını tercih etmeleri ve daha düşük riske sahip olan bankaların ise mevduat sigortasından çıkmaları eğilimidir.
Mevduat sigorta sistemindeki bankalar güçlü basiretli düzenleme ve denetimlere tabi
olmadıkça, mevduat sigorta sistemi kabul edilemez risklere maruz kalacaktır. Hali hazırda
üye bankalarla aynı tip düzenlemelere tabi olmayan mikro-kredi veya kredi kuruluşları gibi
geleneksel olmayan bankaların, mevduat sigorta sistemine dâhil olmaları durumunda bunun
özel bir önemi vardır4.
113
Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği
Politika yapıcılar, uygun bankalara üyeliğin kendiliğinden mi verileceğine yoksa sisteme giriş için başvurmaları gerekip gerekmediğine karar vermelidir. İkinci seçenek, sisteme
giriş kriterlerinin belirleyerek mevduat sigortacısına üstlenmiş olduğu riskleri kontrol edilebilmede belli bir esneklik sağlamaktır. Ek olarak basiretli düzenlemelere ve standartlara uyum
sağlanmasını da arttırabilir. Bu gibi durumlarda uygun bir geçiş planı bulunmalı ve bu plan
üyeliği kazanmak için gerekli olan kriterler, süreç ve zaman dilimi gibi ayrıntıları içermelidir ve
söz konusu kriterler şeffaf olmalıdır.
Bazı mevduat sigortası sistemlerinde üyelik, bankacılık faaliyetini yapmanın koşuludur ve eğer düzenleyici, bankaya bankacılık yetkisi vermişse mevduat sigortacısının
bankanın mevduat garanti sistemine girişini reddetmesi mümkün değildir. Bu tarz sistemlerde
mevduat sigortacısı değil düzenleyici, bankaya yetki verilip verilmeyeceğine karar vermelidir.
Bu gibi durumlarda mevduat sigortacısının yeni bir banka için hazırlanması için, mevduat
sigortacısına önceden bankanın yetki başvurusuyla ilgili danışılmalı veya bilgi verilmelidir.
Mevduat garanti sisteminde yer alan bankacılık yetkisine sahip olan bir bankanın bu
yetkisi, denetleyici kurum tarafından geri alındığı takdirde, bankanın mevduat sigortası üyeliği
de aynı zamanda sonlandırılmalıdır (veya eğer bankanın üyeliği mevduat garanti sistemi
tarafından sonlandırılmışsa, söz konusu bankanın faaliyet izni de ilgili kurum tarafından geri
alınmalıdır).
9. Prensip - Kapsam: Politika yapıcılar sigortalanabilecek mevduatın ne olduğunu
kanunla, ihtiyati düzenlemeler veya tüzüklerle açıkça tanımlamalıdır. Sigorta kapsamı sınırlı,
ancak güvenilir ve süratle belirlenebilir olmalıdır. Kapsam sistemin kamu politikası hedeflerini
karşılayabilmek üzere mudilerin büyük çoğunluğunu yeterli düzeyde kapsamalı ve sistemin
diğer tasarımsal özellikleri ile iç tutarlılığa sahip olmalıdır.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Politika yapıcılar sigortalı mevduatın tanımlanmasında yabancı para birimi cinsinden
mevduatlar ve yurtdışı yerleşiklerin mevduatları gibi mevduatlar da dahil olmak üzere farklı
mevduat araçlarının göreli önemini, ve bu araçların mevduat sigorta sisteminin kamu
politikası amaçları ile ilişkisini göz önünde bulundurmalıdır.
Kapsamın tutarı sınırlı olmalıdır ve bankalardaki mevduatın dağılımının boyutunu
gösteren istatistiksel bilgi gibi ilgili veriler doğrultusunda tespit edilmelidir. Bu, belli bir tutarın
yeterliliğinin belirlenmesinde politika yapıcılara, garanti kapsamındaki mevduatın oranı gibi
objektif bir ölçü sağlamaktadır. Aynı kapsam tutarı mevduat sigortası sistemindeki tüm
bankalara uygulanmalıdır.
Kapsam tutarının enflasyon, reel gelir artışı, yeni finansal araçların geliştirilmesi ve bu
hususların etkileri ile mevduatın bileşimi ile büyüklüğünün değişmesi gibi hususlar nedeniyle
gözden geçirilmesi ve gerek duyulduğunda bu değişimlere göre yeniden düzenlenmesi
gerekebilir.
10. Prensip – Tam garantiden sınırlı mevduat sigorta sistemine geçiş: Bir ülke
tam garantiden sınırlı mevduat sigortası sistemine geçmeye veya mevcut sınırsız garanti
sisteminde değişiklik yapmaya karar verdiğinde, söz konusu değişim ülke koşullarının
elverdiği ölçüde süratli olmalıdır. Tam garanti uzun süre sürdürüldüğünde başta ahlaki risk
olmak üzere bir takım olumsuz etkiler doğurabilir. Politika yapıcılar geçiş döneminde
kamuoyu davranış ve beklentilerine özel önem göstermelidir.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Bazı ülkeler bir finansal kriz boyunca bazı banka mudilerini ve olasılıkla diğer alacaklıları tamamen korumak için açık tam garanti sistemine geçmiştir.5 Yüksek finansal belirsizlik
114
Bankacılar Dergisi
sürecinde bankacılık sistemine yurtiçi ve uluslararası güvenin sağlanması için bu gibi
garantilerin verilmesi kaçınılmaz hale gelebilmektedir.
Tam garantiden sınırlı mevduat garanti sistemine geçmeyi düşünen bir ülke, zımni koruma uygulamasını terk edecek bir ülkenin yaptığı durumsal analizin aynısını yapmalıdır.
Tam koruma uygulamasını terk edecek olan ülkelerin 3 önemli hususu göz önünde bulundurmaları gereklidir. Birinci husus mudiler ve olasılıkla diğer alacaklılar için korumanın
daraltılacağıdır. Bu husus kamuda endişe oluşturabilir. Bu nedenle, politika yapıcılar kamusal
tutum ve beklentilere özel olarak dikkat göstermelidir. Yüksek sermaye akışkanlığı ve/veya
bir bölgesel bütünleşme politikası olan ülkeler, diğer ülkelerin koruma düzeylerinin ve diğer
ilgili politikalarının etkilerini dikkate almalıdır.
İkinci olarak, politika yapıcılar bankacılık sisteminin yeni bir mevduat garanti sistemini
fonlama kapasitesini dikkate almalıdır. Sınırlı kapsama geçiş, genellikle bankalara yeni ya da
düzeltilmiş primlerin ya da vergilerin uygulanmasını da beraberinde getirmektedir. Eğer bu
fonlar tam garantinin maliyetini ödemek için yetersizse – özellikle de bu sistemik bir krizden
kaynaklanıyorsa – söz konusu maliyet genellikle bankalar ve hükümet arasında paylaşılmaktadır. Hükümet bütçesel kaynaklara (daha yüksek vergi gibi), varlık satışlarına ya da borç
kâğıdı ihracına da başvurulabilir. Her koşulda, mevduat garantisi sisteminin geçiş süreci
boyunca ve sonrasında yeterli fona ulaşabilmesini sağlayacak mekanizmalara sahip olması
önemlidir.
Dikkat edilecek son husus ise geçiş sürecinin ne kadar hızlı ilerlemesi gerektiğidir.
Genel olarak, geçiş süreci ülke koşullarının izin verdiği ölçüde çabuk olmalıdır. Bazı ülkeler
krizin ardından adlandırılan hızlandırılmış geçiş sürecini başarılı biçimde yürürlüğe koymuştur. Buülkeler bankacılık sisteminin finansal durumunu hızlı biçimde düzeltecek şekilde
yeniden yapılandıran ve hali hazırda güçlü basiretli düzenleme ve denetimin, etkin yasal
altyapının ve güçlü muhasebe ve kamuyu aydınlatma usullerinin bulunduğu ülkelerdir.
Diğer ülkelerde tam garantinin yürürlüğe konması, kapsamlı kriz sonrası banka yeniden yapılandırma stratejisive basiretli düzenleme ve denetlemeyi geliştirecek önlemlerle,
yasal çerçeve ve muhasebe ve kamuyu aydınlatma usulleriyle yakından ilgilidir. Bu durumun
hem tam garantinin devam etmesi için gerekli olan sürenin uzunluğuna hem de geçiş
sürecinin hızına etkisi olmaktadır. Tam garanti uygulamasının aşamalı olarak terk edilmesi,
yasal ve denetimsel yeniden düzenlemeleri de kapsayan gerekli kurumsal değişikliklere
uyum sağlayabilmek için bankalara zaman kazandırmaktadır. Dahası, aşamalı geçiş süreci
banka yöneticilerine risk yönetimi kültürü eğitimi almak imkânını ve mudilere yeni düzenlemelere uyum sağlamak için gerekli zamanı vermektedir. Ancak, aşamalı geçiş sürecinin önemli
bir sakıncası, geçiş sürecinin uzun olarak algılanması ve mudilerin ve alacaklıların hükümetin
sınırsız garanti uygulamasından vazgeçmek taahhütünden şüphe duymaya başlamasıdır.
Dahası, sınırsız garanti uygulaması ne kadar uzun süre devam ederse, daha fazla ahlaki
tehlike oluşturması o kadar olasıdır.
Fonlama
11. Prensip – Fonlama: Bir mevduat sigortası sistemi mudilerin geri ödeme taleplerini hızlı biçimde karşılayabilmek amacıyla gerekli likiditeyi sağlamak için ilave yardımcı fonlar
da dâhil olmak üzere gerekli tüm fonlama mekanizmalarına sahip olmalıdır. Mevduat
sigortası yükümlülüklerini karşılamanın birinci derecede sorumluluğu, etkin bir mevduat
sigorta sistemine sahip olunmasından hem bankalar hem de müşterileri doğrudan faydalandıkları için, bankalarca üstlenilmelidir.
İster ex-ante, ister ex-post veya karma olsun, risk esaslı prim sistemlerinden yararlanan mevduat sigortası sistemleri için kullanılan kriterler tüm katılımcılar için şeffaf olmalıdır.
115
Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği
Bunun yanısıra, risk esaslı prim sisteminin düzgün şekilde yönetilmesi için gerekli tüm
kaynaklar mevcut olmalıdır.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Güçlü fonlama düzenlemeleri etkin bir mevduat sigorta sistemi için oldukça önemlidir.
Politika yapıcılar ex-ante, ex-post ve karma (ex-ante ve ex-post karışımı) fonlama mekanizmalarından birini tercih edebilirler.
Ex-ante fonlama mevduat sigortası tazminatlarının ve ilgili giderlerin karşılanabilmesi
için iflasın gerçekleşmesi öncesinde fon birikimini ve korunmasını gerektirmektedir. Ex-ante
fonlama temel olarak üyelerin katkılarıyla, sigorta primleriyle ve diğer araçlarla
fonlanmaktadır. Fonlar ekonomik koşulların daha güçlü olduğu, zararların düşük olduğu
dönemlerde ekonomik koşulların bozulabileceği ve zararların yükselebileceği gelecek
dönemlerdeki ihtiyaçlar için biriktirilmektedir. Bu durum ise fonlamanın ekonomik dalgalanmalara olan bağlılığını azaltmaktadır. Ex-ante fonlama, finansal stres ve kriz dönemlerinde
mevduat sigorta sisteminin kamusal kaynaklara olan bağımlılığını azaltabilmektedir. Ex-ante
hedef fon rasyosunu veya aralığını kullanan ülkeler için, seçilen yöntem fonun iflas etme
olasılığını kabul edilebilir asgari seviyeye indirmeye yeterli olmalıdır.
Ex-post fonlama sistemlerinde, mevduat sigorta hak iddialarını kapsayacak fonlar üye
bankalardan, ancak banka iflas ettiğinde ve oluşacak hak iddialarının kapsanması gerektiğinde toplanır. Ex-post sistemler, çok az sayıda iflas olduğunda ya da hiç iflas olmadığında,
daha az prim toplandığından ve prim toplama ve fon yönetimine ilişkin idari maliyet daha az
olduğundan, (bankacılık sistemine daha çok fon bıraktığından) üye bankalar için daha
zahmetsiz olabilir. Ex-post sistemlerin etkin olması için (kendi fonları hiç olmadığından ya da
çok az olduğundan) yedek fonlamaya çok hızlı biçimde erişebilmesi gerekir.
Ex-ante sistemlerinin pek çoğu ex-post sistemlerin ögelerini kapsadığından (örneğin
prim artırma, ek vergi koyma ve tasfiye kazançlarını alma hakları gibi) bileşik ya da karma
fonlama sistemleri olarak kabul edilebilirler.
İster bir ex-ante, ister bir ex-post, ister bir karma sistem seçilmiş olsun, mevduat sigortası yükümlülüklerini karşılamanın birinci derecede sorumluluğu, etkin bir mevduat sigorta
sistemine sahip olunmasından hem bankalar hem de müşterileri doğrudan faydalandıkları
için, bankalarca üstlenilmelidir. Fakat sistemik kriz gibi, mali istikrarın riske girdiği özel
durumlarda, bunun böyle olmayabileceği anlaşılmalıdır.
Kamuoyu farkındalığı
12. Prensip – Kamuoyu farkındalığı: Bir mevduat sigorta sisteminin etkin olabilmesi
için, kamuoyunun, sistemin yararları ve sınırlamaları hakkında düzenli olarak bilgilendirilmesi
önemlidir.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Mevduat sigortasının kamuoyu farkındalığı, varlığı ve çalışma şekli (sigortanın kapsam ve tutarı ile hak iddia etme sürecinin nasıl gerçekleştiği dâhil) sağlam bir mevduat
sigorta sistemini desteklemekte önemli bir rol oynar.
Tüm mevduat sigortacıları, kamuoyunun güvenini sürdürmek ve güçlendirmek için,
mevduat sigorta sistemi konusunda kamuoyu farkındalığını artırmalıdır. Kamuoyu farkındalığı
programının amaçları, açık biçimde belirlenmiş ve kamuoyu politika hedefleri ve mevduat
sigortacısının sorumlulukları ile uyumlu olmalıdır.
116
Bankacılar Dergisi
Mevduat sigortacıları bir kamuoyu farkındalığı programı tasarlarken, birincil hedef kitle grupları ve altgrupları (örneğin genel kamuoyu, mevduat sahipleri, üye bankalar) açıkça
tanımlamalıdır. Çok çeşitli iletişim araç ve kanallarının kullanılması mevduat sigortacılarının
mesajlarının hedef kitleye taşınmasını sağlamaya yardım edebilir.
Mevduat sigortacısı genel anlamda mevduat sigortasına dair kamuoyu farkındalığını
geliştirmekten birinci derecede sorumlu olmalıdır ve sağlanan bilgide tutarlılığı temin etmek
ve sinerjileri artırmak için üye bankalar ve diğer güvenlik ağı katılımcılarıyla yakın ilişki
içerisinde çalışmalıdır. Tüm bu kurumların ve görevlilerinin oynayacakları rolleri vardır.
Kamuoyu farkındalık programlarının bütçesi mevduat sigortasının hedef kitledei oluşması istenen görünürlük ve farkındalık düzeyine göre belirlenmelidir. Ve bir mevduat
sigortacısı için, farkındalığın düzeyinin düzenli olarak bağımsız bir değerlendirmesinin
yapılması etkin bir uygulamadır.
Mevduat sigortacısı, tek banka iflası, çok sayıda banka iflasları ve sistemik bir kriz
meydana gelme olasılığına karşı önceden hazırlık olarak bir kamuoyu farkındalığı programı
geliştirmelidir.
Belirli hukuki konular
13. Prensip – Yasal koruma: Mevduat sigortacısı ve onun için çalışan bireyler yetkilerini ifa ederken “iyi niyetle” aldıkları kararlar ve gerçekleştirdikleri eylemlerden dolayı
açılacak davalara karşı korunmalıdır. Ancak bireyler hesap verebilir kalabilmelerini temin
etmek için uygun çıkar çatışması kurallarını ve davranış kurallarını izlemekle yükümlü
olmalıdır. Yasal koruma hukuki ve yönetsel düzenlemelerle tanımlanmalı ve uygun şartlar
altında tazmin edilen taraflar için hukuki masrafları kapsamalıdır.
14. Prensip – Banka iflasında kusurlu olanlara karşı muamele: Mevduat sigortacısı veya ilgili başka bir makama, bir banka iflasında kusuru bulunan taraflara karşı yasal
tazminat talep etme yetkisinin verilmesi gerekir.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Resmi ya da yasal korumanın yokluğu bireylerin sorumluluklarını yerine getirmelerine
özen göstermelerinin teşvikini azaltabilir –özellikle mevduat sigortacıları ve diğer mali sistem
güvenlik ağı üyelerinin, batık bankaların belirlenmesi, batık bankalara müdahale edilmesi ve
bu bankaların çözümlenmesinin zamanında yerine getirilmesini vurgulayan sorumlulukları
konusunda. Yasal koruma sağlanması için çeşitli yaklaşımlar bulunmaktadır. En bilinenlerinden bazıları şunlardır:
ƒ Yasal sorumluluklarının yerine getirilmesinde aldıkları kararlar, hareketleri ya da
ihmalleri için hukuki ve cezai yükümlülükten bireylere yasal koruma sağlanması;
ƒ Mevduat sigorta örgütüne yasal muafiyet sağlanması;
ƒ İş sözleşmelerine uygun güvence şartları eklenmesi; ya da
ƒ Bu yaklaşımların bir karışımı.
Fakat iyi davranışları teşvik etmek için, bireyler için geçerli yasal ya da akdi şartlar
geniş ve açık olmalıdır. Ayrıca, bireyler, hareketlerinin ve kararlarının (harekete geçmeme
kararları dâhil) makul olduğunu ve ihmalkâr olmadığını ispatlamak zorunda bırakılarak bu
koruma kısıtlanmamalıdır.
Yasal korumaya dair çok sayıda yaklaşım bulunsa da, en azından mevduat sigortacısı ve mevduat sigortacısı ve diğer finansal sistem güvenlik ağı katılımcıları için çalışan
117
Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği
bireyler, sorumluluklarını yerine getirirken “iyiniyet” kapsamında gerçekleşen karar ve
hareketlerinden (veya harekete geçmeme kararlarından)
dolayı açılacak davalardan
korunmalıdır. Fakat yasal koruma kötü niyetle hareket ettikleri durumlarda, örneğin hileli ya
da kasten hareket ettiklerinde, bireyleri koruyacak kapsamda genişletilmemelidir.
Yasal koruma, açık hesap verilebilirliğin olduğu bir ortamda bir arada var olmalıdır.
Bu, bireylerin yasal olarak korunurken, onların hesap verebilir kalabilmelerini temin etmek
için, uygun çıkar çatışması kurallarını ve davranış kurallarını izlemekle yükümlü olmaları
anlamına gelmektedir. Son olarak, yasal koruma, bireylerin --ülkeye has yükümlülük
uygulamalarına bağlı olarak- mevduat sigortacısı ya da diğer kurumlar tarafından tazmin
edilmesi hakkı ile uyumlu olmalıdır.
Mevduat sigortacısı veya ilgili başka bir makama, bir banka iflasında kusuru bulunan
taraflara karşı yasal tazminat talep etme yetkisinin verilmesi gerekir. Örneğin, yönetim kurulu,
müdürler, yöneticiler, denetçiler ve iflas etmekte olan/etmiş bankanın ilişkili tarafları benzeri
taraflardan yasal tazminat talep edilmesi, bir mevduat sigortacısı için geri kazanımların
artırılmasına yardımcı olabilir ve görevi kötüye kullanmaya karşı güçlü teşvikler sağlayarak
ahlaki risk sorunlarını azaltabilir.
Çözümleme
15. Prensip – Erken tespit ve zamanında müdahale ve çözümleme: Mevduat sigortacısı finansal sistem güvenlik ağı kapsamında zor durumdaki bankaların erken tespiti,
zamanında müdahale ve çözümlenmesini sağlayan çerçevenin bir parçası olmalıdır. Bir
bankanın ciddi bir mali sıkıntı içinde olduğu veya böyle bir sıkıntıya girebileceği beklentisinin
belirlenmesi ve tanımlanması, bağımsız ve hareket gücü olan güvenlik ağı katılımcıları
tarafından ivedilikle ve açıkça tanımlanmış kriterler temelinde yapılmalıdır.
16. Prensip – Etkin çözümleme süreçleri: Etkin çözümleme süreçleri; mevduat sigortacısının yükümlülüklerini karşılamasına olanak sağlamalı, mudilere yapılacak ödemenin
derhal ve doğru olarak adaletli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak dâhil olmak üzere,
çözümleme maliyetlerini ve piyasa karışıklığını minimize etmeli, varlıkların geri kazanımını
maksimize etmeli, özensizlik ve diğer hatalara karşı yasal tedbirler ile disiplini kuvvetlendirmelidir. Ayrıca, mevduat sigortacısı ya da ilişkili diğer finansal sistem güvenlik ağı katılımcısı,
kritik bankacılık işlevlerinin sürdürülmesine yardım etmek üzere, uygun bir yapı tarafından
iflas etmiş bir bankanın varlıklarının satın alınmasını ve yükümlülüklerinin üstlenilmesini
sağlayarak esnek bir mekanizma kurma yetkisine sahip olmalıdır (örneğin mevduat sahiplerinin fonlarına sürekli biçimde ulaşabilmelerini ve takas ve ödeme işlemlerini sürdürmek).
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Mevduat sigortacılarının, denetim, ihtiyati düzenleme ve sorunlu bankaların çözümlenmesinin farklı yanlarına ilişkin sorumlulukları ülkeye özeldir ve finansal güvenlik ağı
katılımcılarının belirli sorumluluklarını yansıtır. Fakat herhangi bir ülkedeki mevduat sigortacısının özel sorumlulukları ne olursa olsun; bankaların ne şekilde denetlendiğinin, düzenlendiğinin ve sorunlu bankaların nasıl çözümlendiğinin mevduat sigorta sisteminin maliyetlerine
ve diğer yönlerine başlıca bir etkisi vardır.
Önemli olan, bu konuda sorumlu kim olursa olsun, bir bankanın ciddi bir mali sıkıntı
içinde olduğu veya böyle bir sıkıntıya girebileceği beklentisinin belirlenmesi ve tanımlanmasının ivedilikle yapılması ve müdahale ve çözümleme sürecinin açıkça tanımlanmış kriter
temelinde başlatılması hususunun farkında olunmasıdır. Bu, çözümleme maliyetinin
düşmesine yardım edebilir ve gereksiz karışıklığı önleyebilir. Kriterler ülkeler arasında
değişiklik gösterir ve bir bankanın sermaye yeterliliğini karşılama gücü; erişilebilir likiditenin
118
Bankacılar Dergisi
düşük olması; varlık kalitesinin ya da değerinin azalması hususlarını içinde bulundurur ve
bankanın güvenilir olmayan ve basiretsiz bir şekilde yönetildiğine dair bir bulguya ilişkin
olabilir.
Sorunlu bankaların çözümlenmesinin üç temel yolu vardır: tasfiye ve mevduat sahiplerinin mevduatlarının ödenmesi (genellikle bankanın kapatılmasını içerir), satın alma ve
üstlenme işlemleri (satışlar) ve açık banka finansal desteği. Ayrıca, mevduat sigortacısı ya da
ilişkili diğer finansal sistem güvenlik ağı katılımcısı, kritik bankacılık işlevlerininin sürdürülmesine yardım etmek üzere, uygun bir varlık yapısı tarafından iflas etmiş bir bankanın varlıklarının satın alınmasını ve yükümlülüklerinin üstlenilmesini sağlayarak esnek bir mekanizma
kurma yetkisine sahip olmalıdır (örneğin bir köprü banka kullanılması, destekli devralma ya
da geçici yönetme yoluyla).
İflas kanunları ve diğer yasalar, ülkelere göre oldukça farklılık gösterdiği ve bazı durumlarda belirli çözümleme metotlarının uygulanmasını zorlaştırdığı için, çözümleme
metodunun seçilmesini büyük ölçüde etkilemektedir. Bankaların ve banka iflaslarının özel
önemi nedeniyle, politika yapıcılar iflas yasalarının zor durumda bulunan bankaların
sistemden çıkışını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığı hususunu gözden geçirmek isteyebilirler.
Bu durumda, bankalar için ayrıca bir çözümleme düzeni oluşturulması göz önüne alınmalıdır.
Mudilere ödeme yapılması ve geri kazanımlar
17. Prensip – Mudilere ödeme yapılması: Mevduat sigorta sistemi mudilere, sigortalı fonlarına hızlıca erişim imkânı sağlamalıdır. Bundan ötürü mevduat sigortacısı ödemenin
gerekebileceği koşullara dair önceden yeterince uyarılmalı ya da bilgilendirilmeli, mevduat
bilgisine önceden erişimi sağlanmalıdır. Mevduat sahipleri kapsam sınırına kadar olan
mevduatlarını talep etme yasal hakkına sahiptir ve yürürlükteki kapsam sınırlarının yanısıra
ne zaman ve hangi koşullarda mevduat sigortacısının ödeme sürecine başlayacağını,
ödemelerin süreleri, herhangi bir ön ödeme ya da geçici ödeme yapılıp yapılmayacağını
bilmelidir.
18. Prensip – Geri kazanımlar: Mevduat sigortacısı geri kazanım süreçlerinde batık
bankanın varlıklarından elde edilen hasılatları paylaşmalıdır. Batık bankanın varlıklarının
(mevduat sigortacısı veya bu işi yürüten bir diğer tarafça) yönetimi ve geri kazanımı süreci,
ticari beklentiler ve varlıkların ekonomik değerleri hedef alınarak yürütülmelidir.
Açıklamalar ve yardımcı rehber
Banka kapatılmadan önce gerekli mudi bilgisine (örneğin kayıtlar) erişim, kayıtlarda
hile yapılmasıi riskini azaltır, ödeme sürecinin tamamlanması için gereken süreyi kısaltır ve
kamuoyu güveninin korunmasına yardımcı olur. Mevduat sigorta sistemine, kime ödeme
yapılacağı, mevduat sigorta sınırı altındaki her bir mevduatın miktarı ve (bu mekanizmayı
kullanan mevduat sigorta sistemleri için) netleşmeden sonra kalan mudi talepleri gibi konuları
belirleyebilmeleri için, sorunlu bankalarda tutulan mudi bilgisinin zamanında hazırlık
incelemesini üstlenmek üzere gereken sistemler ve süreçler sağlanmalıdır.
Mevduat sigortacıları ve diğer güvenlik ağı katılımcıları tarafından oynanan varlık yönetim rolleri ve talep ve geri kazanımlardaki sorumluluklar arasında ciddi farklar vardır.
Mevduat sigorta ödemeleri genellikle bir bankanın tasfiyesi üzerine yapılırken, mevduat
sigortacısı çoğunlukla sigorta kapsamındaki mudilerin haklarını devralır ve dava açması ve
mevduat sigorta ödemesinden doğan hak iddiasını etkin bir şekilde yönetmesi olasıdır.
Mudiye ivedilikle ödeme yapılmadıysa ya da bankaca tutulan mudi kayıtlarının kalitesi
kötüyse, mudinin hak iddiası için mevduat sigortacısıyla beraber dava açması gerekebilir.6
119
Basel Komite-Uluslararası Mevduat Sigortacıları Birliği
Bazı durumlarda mevduat sigortacılarının geri kazanım sürecinde, örneğin bir borç
veren, alacaklı olan ya da olası tasfiyeci ve çözümleyici gibi ciddi rolleri vardır. Ve öyle
olmasa bile, mevduat sigortacısı bir tasfiyeci atayabilir ya da tasfiyeciyi denetleme ya da
alacaklı komitelerine katılım gibi diğer yollarla tasfiye sürecinde ciddi bir rol oynayabilir. Diğer
durumlarda bu işlevler güvenlik ağındaki diğer kurumların sorumluluğudur. Durum ne olursa
olsun, mevduat sigortacısı, üye bankalarının iflası ile bağlantılı geri kazanımlardan elde
edilen hâsılatları paylaşmalıdır.
Mudi tercih kanunlarının bulunduğu ülkelerde, sigorta kapsamında olmayan mudiler
ve mevduat sigortacısının (devralma yoluyla), batık bankaların varlıklarından geri kazanılan
fonlarda, genellikle diğer alacaklı olanlara göre önceliği olacaktır. Mudi hak iddialarını
netleştiren ülkelerde, uygulama iflas kanunuyla tutarlı olmalıdır.
Son olarak, batık bankanın varlıklarının yönetimi ve geri kazanımı süreci, ticari beklentiler ve varlıkların ekonomik değerleri hedef alınarak yürütülmelidir. Bu, varlıkların kalitesi,
piyasaların derinlik ve durumu, varlık yönetimi ve elden çıkarılmasında uzmanlığın mevcut
olması, varlıkların elden çıkarılmasına ilişkin yasal gereklilikler ve kamu politikası hedefleri
gibi hususların gözönüne alınması anlamına gelir.
Dipnotlar:
1
IADI 2002 yılında, rehberlik ve uluslararası işbirliğini geliştirerek mevduat sigortacılığının etkinliğini
arttırmaya katkıda bulunmak amacıyla kurulmuştur. IADI Temel Prensipleri, mevduat sigortası sistemi
kuracak veya mevduat sigorta sistemini yenilecek ülkelerin faydalanmaları için geliştirilmiştir.
2
Zımni mevduat koruması, mudiler ve belki diğer alacaklılar da dâhil olmak üzere, kamunun, banka
iflaslarında, bir tarz korunma beklemesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Bu beklenti çoğunlukla
hükümetlerin geçmişteki davranışları veya resmi görevliler tarafından yapılmış olan açıklamalar
nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Zımni koruma, resmi olarak hiç tanımlanmamıştır. Banka yükümlülüklerinin uygunluğuna, sağlanan korumanın seviyesine ya da geri ödemenin şekline ilişkin hiçbir yasal
kural yoktur. Fonlama ihtiyaridir ve genellikle hükümetin kamusual fonlara erişebilme yeteneğine
bağlıdır.
3
Bu çalışmada “banka” kavramı sigortalı mevduatı kabul eden finansal kurumları belirtmek amacı ile
kullanılmıştır.
4
Politikaclar tarafından, bu kuruluşları mevduat sigorta sistemine dâhil edecek şekilde üyeliğin
genişletilmesinin göz önüne alınmasının nedenlerinden bazıları: benzer ürünler sunan farklı kuruluşlar
arasında rekabet şeklinin bozulmasına neden olmak istememe; mevduat ve mevduat benzeri ürünleri
kabul eden tüm kuruluşları dahil ederek finansal sistemin istikrarını arttırma hedefi; bu kuruluşlara
ihtiyati düzenleme ve denetleme kuralları uygulamak isteme; olabilir.
5
Tam Garanti, kurumlar tarafından, sınırlı mevduat sigortası koruması ya da diğer düzenlemelerle
sağlanan korumaya ek olarak, bazı mevduatların ve muhtemelen diğer finansal ürünlerin de
korunacağının açıklanmasıdır. Tam garanti başlatılırken, garantinin kapsamı (örneğin kapsamdaki
kurumların, ürünlerin türü ve vade dönemleri) ve garantiden faydalanan bankaların garantinin
sağlanması maliyetine bir şekilde katılması gerekip gerekmeyeceği gibi kararları da içeren çok sayıda
etken dikkate alınmalıdır.
6
Böyle durumlarda mudilerin mevduat sigortacısına hak iddiasında bulunabileceği zaman süresine
dair zaman sınırları olmalıdır.
120
Yazarlara Duyuru
1. Bankacılar dergisinde yayımlanmak üzere gönderilecek makaleler, word
formatında arial yazı karakterinde, 11 punto ile tek aralıklı ve paragraflar arasında bir
satır boşluk bırakılmak üzere Türkçe olarak yazılmalıdır.
2. Yazının kapak sayfasında şu bilgiler yer almalıdır; a) yazının başlığı, b) yazar(lar)ın
bağlı bulundukları kuruluşlar ve ünvanları, c) varsa yazar(lar)ın yardımlarını gördüğü
kişi ve/veya kurumlara teşekkür, d) iletişim kurulacak yazarın adı, adresi varsa telefon
ve faks numaraları.
3. Yazı içinde yer alan tablo ve şekiller arial yazı karakterinde 10 punto ile
hazırlanmalı, başlık ve sıra numarası verilmeli, kaynakları ise alta yazılmalıdır.
Denklemlere sıra numarası verilmelidir. (Denklemlerin türetilişi kısa olarak
gösteriliyorsa, hakemlere verilmek üzere türetme işlemi tüm basamaklarıyla ek bir
sayfada gösterilmelidir).
4. Dipnotların numaralandırılması ve ayrı bir sayfada “Dipnotlar” başlığı altında
toplanması gerekmektedir.
5. Kaynaklara göndermeler dipnotlarla değil, metin içinde açılacak ayraçlarla
yapılmalıdır. Ayraç içindeki sıra; yazar(lar)ın soyadı, kaynağın yılı, sayfa numaraları
şeklinde olmalıdır.
6. Metinde gönderme yapılan veya yapılmayan tüm kaynaklar, kaynaklar listesinde
yer almalıdır. Kaynaklar ayrı bir sayfada alfabetik sırayla yazılmalıdır. Kaynakçada
aşağıda örneklenen biçim kuralına uyulmalıdır.
Kitaplar
GIOVANNINI, A. (1990), European Financial Integration, Cambridge, Cambridge
University Press.
Dergiler
EKINCI, N.K. (1991), “Para Politikası, Faiz ve Döviz Kuru”, Muhasebe, İşletme ve
Finans, Sayı 58, s.53-57.
Derlemeler
GORAN, M. (1965), “The Roots of Scientific Method”, E.Wayne Courtney (eds), in
Applied Research in Education, New Jersey: Littlefield, s.75-80.
Internet adresleri
TUNA,
K.
(2005),
“Bankacılık
Kanununda
Kurumsal
Yönetim”,
http://bsy.marmara.edu.tr/TR/konferanslar/2005/2005tebligleri/9.doc (20.05.2006)
Download