1030 - Diş Hekimliği Fakültesi

advertisement
T.C.
Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi Psikiyatri
Anabilim Dalı Başkanlığı
ŞİZOFRENİ HASTALARINDA ORAL HİJYEN
ALIŞKANLIKLARI
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi Öznur BAKICI
Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Baybars VEZNEDAROĞLU
İZMİR-2012
ÖNSÖZ
Mezuniyet Tezimi hazırlamamda bana yardımcı olan ve her konuda hayatım boyunca
desteğini
benden
esirgemeyen
değerli
hocam
Prof.
Dr.
Baybars
VEZNEDAROĞLU’na sonsuz teşekkürler. Tez çalışmam boyunca desteğini
esirgemeyen değerli hocam Prof. Dr. Haluk BAYLAS’a, ve Uzman Hemşire Gülçin
SÜGÜN’e teşekkürlerimi sunarım. Zorlu ve yıpratıcı geçen üniversite hayatım
boyunca, sabır ve gayretle arkamda duran anneme, babama ve kardeşime de en içten
teşekkür ve minnetimi sunarım.
İzmir, 2012
Stj. Diş Hekimi Öznur BAKICI
ii
İÇİNDEKİLER
1.
GİRİŞ .................................................................................................................... 1
2.
GENEL BİLGİLER .............................................................................................. 2
2.1. Şizofreninin Tarihçesi ...................................................................................... 2
2.2. Şizofreni Kavramı ............................................................................................ 3
2.3. Şizofreni İçin Tanı Ölçütleri ............................................................................ 3
2.4. Şizofreni Epidemiyolojisi ................................................................................. 5
2.5. Şizofreni Gelişiminde Risk Etkenleri ve Etyoloji ............................................ 6
2.5.1. Prenatal dönem etkenleri ........................................................................ 6
2.5.2. Prenatal enfeksiyonlar............................................................................. 7
2.5.3. Obstetrik komplikasyonlar ...................................................................... 8
2.5.4. Çevresel faktörler .................................................................................... 9
2.5.5. Kişilik özellikleri .................................................................................... 9
2.5.6. Yaş ........................................................................................................ 10
2.5.7. Cinsiyet: ................................................................................................ 10
2.5.8. Medeni durum ....................................................................................... 10
2.5.9. Stresli yaşam olayları: ........................................................................... 11
2.5.10. Bağışıklık sistemi ............................................................................... 11
2.5.11. Endokrin sistem .................................................................................. 12
2.5.12. Genetik etkenler.................................................................................. 12
2.5.13. Nöroanatomik değişiklikler ................................................................ 13
2.5.14. Nörokimyasal değişiklikler ................................................................ 14
2.6. Şizofreni Klinik Belirti ve Bulgular ............................................................... 16
2.7. Şizofreni Ayırıcı Tanısı .................................................................................. 21
2.8. Şizofreni Prognozu ......................................................................................... 22
2.9. Şizofreni Tedavisi .......................................................................................... 22
2.9.1. Klasik Nöroleptikler ............................................................................. 22
2.9.2. Yeni Antipsikotikler ............................................................................. 24
2.9.3. Psikososyal Tedaviler ........................................................................... 25
2.9.4. Elektroşok tedavisi ................................................................................ 25
2.10. Şizofrenide Ağız-Diş Sağlığı ....................................................................... 26
2.11. Şizofrenide Diş Hekiminin Yaklaşımı ........................................................ 34
3. AMAÇ ................................................................................................................... 39
iii
4.
MATERYAL VE YÖNTEM .............................................................................. 40
5.
BULGULAR ....................................................................................................... 41
6.
TARTIŞMA ........................................................................................................ 44
7.
ÖZET................................................................................................................... 46
8.
EKLER ................................................................................................................ 47
9.
KAYNAKLAR ................................................................................................... 49
10. ÖZGEÇMİŞ ........................................................................................................ 51
iv
1. GİRİŞ
Şizofreni, kişinin efektif bir şekilde çalışabilme ve başkalarıyla efektif bir
şekilde
iletişim
kurabilme
yeteneğini
azaltan
farklı
derecelerde
kişilik
disorganizasyonu ile karakterize bir psikotik bozukluktur. Popülasyonun yaklaşık
olarak % 1-2'si hayatlarının bir döneminde bu bozukluk nedeniyle hospitalizasyona
ihtiyaç duyar. Hastalık çalışma, sosyal ilişkiler ve öz-bakım gibi rutin günlük
fonksiyonların en az 6 ay süren bozukluğu ile karakterizedir. Baskın bir karakteristik
özelliği, çeşitli psikolojik proseslerin bozulmasıdır. Düşünceler tuhaf (absürt ve
hayali) delüzyonlarla bozulmuştur. Eziyet verici delüzyonlar (kendisi hakkında
casusluk yapıldığı gibi) ve referans delüzyonları (diğer kişilere veya olaylara olağan
dışı bir şekilde negatif/olumsuz bir önem vermek, örneğin bir televizyon programının
özellikle kendisini hedef aldığını düşünmek gibi) oldukça yaygındır. Bu kişiler kendi
düşüncelerinin yayınlandığına ve duygularının ve dürtülerinin başka kişilerin
kontrolü altında bulunduğuna inanabilirler. Düşünceleri birbiriyle ilgisi olmayan
konular, nesneler arasında hızla kayar ve bu durum konuşmalarını tutarsız bir hale
getirir. Halüsinasyonların bulunması sonucunda algılamada majör bozukluklar
olabilir. Çoğunlukla düzleşmiş veya küntleşmiş bir afektif durumları (ruhsal durum,
duygulanım) vardır (monoton bir ses tonu ve ifadesiz bir yüzle birlikte duyguların
gösterilmemesi). Kendi kimliklerini sorgularlar ve böyle bir mantıksal sonuca
varabilmek için bir hareket dizisini takip edecek dürtüden yoksundurlar.
Bu kişiler genellikle konfüzyonda, depresif halde oldukları, toplumdan geri
çekildikleri veya anksiyeteli oldukları için dental bakımı genellikle ihmal veya
reddederler. Bu dental ihmal ve çoğunlukla kötü oral hijyen, bazı antipsikotik
ilaçların sebep olduğu xerostomia (ağız kuruluğu) ile birlikte artmış dental çürük ve
periodontal hastalık insidansına yol açar.
Ağız sağlığı, genel sağlık ve yaşam kalitesinin önemli bir belirleyicisi
olmasına karşın Şizofreni sürecinde düşük bir önceliği vardır. Kronik psikiyatrik
hastalıklar ve tedavileri, ağız sağlığı için doğal riskler taşımaktadır. Hem hastalık
hem de farmakolojik tedavi şekilleri, çok sık olarak klinikte diş çürükleri,
periodontal hastalıklar ve kserostomi gibi sorunlara ve yan etkilere yol açar. İleri
yaş, cinsiyet, hastanede yatış süresi, hastalık süresi, psikotropik ilaçlar kötü ağız
sağlığının en sık belirleyici faktörleridir. Kötü ağız hijyeni, sigara, karbonatların
fazla alınması, ağız sağlığı gereksinimlerinin yeterince algılanmaması, hastalığın ve
psikiyatrik tedavinin süresi ve diş tedavi hizmetlerinden yetersiz yararlanma, bu özel
topluluktaki ağız sağlığının kötü olma riskini artırmaktadır.
Çalışmamızda şizofrenide oral hijyen alışkanlıklarını şizofreni tanısı almamış
psikiyatrik açıdan sağlıklı bireylerin oral bakım alışkanlıkları ile karşılaştırarak
inceleyeceğiz.
2. GENEL BİLGİLER
2.1. Şizofreninin Tarihçesi
Şizofreni kavramının tarihsel gelişimini değerlendirdiğimizde, 17. yüzyılda
Willis'in, 18. yüzyılın başında İngiltere'de John Haslam ve George Man'in "gençlik
çağında başlayan endojen yapılı içe kapanma, düşünce ve heyecan bozukluğu ile
belirli" olarak tanımladıkları ve bir ad vermedikleri bozukluğun şizofreni olduğu
düşünülebilir. "Demantia preacox (erken bunama)" deyimini ilk olarak Morel, 1860
yılında kullandı. 1871'de Hecker "hebefreni"yi ve 1874'de Kahlbaum "katatoni"yi
tanımladıktan sonra, 1896'da tanımış Alman ruh hekimi Kreapelin bu iki hastalık
tipine, paranoid ve basit tipleri de ekleyerek, hepsini "dementia preacox" ismi altında
topladı. 1911'de yayınladığı "Dementia Preacox ve Şizofreniler Grubu" adlı kitabı ile
yeni bir çığır açmış olan İsviçreli ruh bilimci Eugen Bleuler, Kreapelin'in tanımladığı
gibi, hastalığın erken gelen yaşlarda başlamasının ve bunama ile sonuçlanmasının
şart olmadığını gösterdi. "Akıl bölünmesi" anlamına gelen şizofreni terimini ilk
olarak kullanan kişi, Bleuler'dir(1). Bugün bu terim geçerliliğini devam ettirmektedir.
Psikobiyoloji okulunun kurucusu olan Adolf Meyer, şizofreni ve diğer mental
bozuklukları çeşitli yaşam streslerine karşı birer tepki olarak değerlendirmiş, bu
sendroma da bu yüzden "şizofrenik" reaksiyon adını vermiştir. Kişiler arası
psikoanalitik okulun kurucusu olan Harry Stack Sullivan, toplumsal izolasyonun
şizofreninin hem bir nedeni hem de belirtisi olduğu üzerinde durmuştur. Gabriel
Langfeldt kurumsal formülasyonlara girmektense ampirik deneyimlerden yola
çıkarak bir takım ölçütler tanımlamıştır. Langfeldt, bu bozukluğu gerçek şizofreni ve
şizofreniform psikoz olarak ikiye ayırmıştır. Gerçek şizofreni tanısını, sinsi bir
başlangıç, otizm, duygusal küntlük, depersonalizasyon, dereelizasyon ve gerçek
dişilik duyguları bulgularına dayandırmıştır. Gerçek şizofreni, çekirdek şizofreni,
süreç şizofreni ya da remisyona girmeyen şizofreni olarak da adlandırılmaktadır.
Kurt Schneider şizofrenide birinci derecede semptomlar olarak adlandırdığı bir takım
semptomları tanımlamıştır (2). Echneider, bu semptomların sadece "şizofreniye
özgü" belirtiler olduğunu ileri sürmemiş ancak bunların tanı koymada değer taşıdığı
2
üzerinde durmuştur. Schneider, tanımladığı ikinci derece semptomlara dayanılarak
da şizofreni tanısı konabileceğini ileri sürmüştür.
2.2. Şizofreni Kavramı
Şizofreni; kronik, yaygın, yeti yitimine yol açan, dünya nüfusunun önemli bir
bölümünü etkileyen ve derinden yıkıcı psikopatolojik etkileri olan bir ruhsal
bozukluktur. Davranışın bilişsel, emosyonel, algısal ve diğer yönlerini kapsayan,
klinik görünümü değişkenlik gösteren bir sendromdur. Görünümü hastadan hastaya
ve zaman içerisinde izlemde değişkenlik gösterir. Hastalığın etkisi ağırdır ve uzun
sürelidir (1). Kişi alışılagelmiş algılama ve yorumlama biçimlerine yabancılaşır,
kendine özgü bir içe kapanım dünyasına çekilir. Kişiyi gençlik yıllarından itibaren
üretim dışına itebildiğinden ve çevresiyle önemli uyumsuzluk ve çatışmalar
yaşamasına yol açabildiğinden dolayı topluma maliyeti oldukça yüksektir.
2.3. Şizofreni İçin Tanı Ölçütleri
Amerikan Psikiyatri Birliği’ne (DSM-IV) göre;
A. Karakteristik Semptomlar: Bir aylık bir dönem boyunca (başarıyla
tedavi edilmişse daha kısa bir süre), bu sürenin önemli bir kesiminde aşağıdakilerden
ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması:
1 .Hezeyanlar (sanrılar)
2.Hallüsinasyonlar (varsanılar)
3.Dezorganize konuşma
4.İleri derecede dezorganize ya da katatonik davranış
5.Negatif semptomlar; yani affektif donukluk, aloji ya da avolisyon.
B.Toplumsal/mesleki işlev bozukluğu: İş, kişiler arası ilişkiler ya da
kendine bakım gibi önemli işlevsellik alanlarından bir ya da birden fazlası, bu
bozukluğun başlangıcından beri geçen sürenin önemli bir kesiminde, bu bozukluğun
başlangıcından önce erişilen düzeyin belirgin olarak altında kalmıştır. Başlangıcı
çocukluk ya da ergenlik dönemine uzanıyorsa, kişiler arası ilişkilerde, eğitimle ilgili
ya da mesleki başarıda beklenen düzeye erişilememiştir (2).
3
C. Süre: Bu bozukluğun süregiden belirtileri en az 6 ay süreyle kalıcı olur.
Bu bozukluğun belirtileri, prodromal ya da rezidüel dönemlerde, sadece negatif
semptomlarla sıralanan iki ya da daha fazla semptomun daha hafif biçimleriyle (örn.
acayip inanışlar, olağandışı algısal yaşantılar) kendilerini gösterebilir.
D. Şizoaffektif Bozukluğun ve Duygudurum Bozukluğunun Dışlanması:
Şizoaffektif Bozukluk ve Psikotik Özellikler Gösteren Duygu durum Bozukluğu
dışlanmıştır, çünkü ya aktif evre semptomları ile birlikte aynı zamanda Majör
Depresif, Manik ya da Mikst Epizodlar ortaya çıkmamıştır ya da aktif-evre
semptomları sırasında duygu durum epizodları ortaya çıkmışsa bile bunların toplam
süresi aktif ve rezidüel dönemlerin süresine göre daha kısa olmuştur.
E.Madde kullanımının genel tıbbi durumun dışlanması: Bu bozukluk bir
maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) doğrudan
fizyolojik etkilerine ya da genel tıbbi bir duruma bağlı olarak ortaya çıkmamıştır.
F.Bir Yaygın Gelişimsel Bozuklukla olan ilişkisi: Otistik Bozukluk ya da
diğer bir Yaygın Gelişimsel Bozukluk öyküsü varsa, ancak en az bir ay süreyle
(başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre) belirgin hezeyan ya da halüsinasyonlar
da varsa Şizofreni ek tanısı konabilir.
Şizofreni Alt Tipleri Tanı Ölçütleri
DSM IV tanı sistemi şizofreniyi klinik bulguları göz önünde bulundurarak
beş alttipe ayırmaktadır:
Paranoid Tip: Aşağıdaki ölçütlerin karşılandığı şizofreni tipidir:
A. Bir veya daha fazla hezeyan ya da sık işitsel halüsinasyonun olması
B. Şunlardan hiçbirinin belirgin olarak görülmemesi: dezorganize konuşma,
dezorganize ya da katatonik davranış, sığ ya da uygunsuz affekt.
Dezorganize Tip: Aşağıdaki ölçütlerin karşılandığı şizofreni tipidir:
Aşağıdakilerden hepsi belirgin olarak görülmelidir;
(I) Dezorganize konuşma
(II) Dezorganize davranış
4
(III) Sığ ya da uygunsuz duygulanım.
Katatonik Tip: Klinik görüntünün aşağıdaki ölçütlerden en az ikisi
tarafından baskın olarak oluşturulduğu şizofreni tipidir:
(I)
Katalepsi (balmumu esnekliği de dahil olmak üzere) ya da stuporla
izlenen motor hareketsizlik,
(II) Aşırı motor aktivite (dış uyaranla etkilenmeyen ve belirgin olarak
amaçsız olan motor aktivite artışı)
(III) Aşırı negativizm (tüm komutlara karşı kayıtsız biçimde direnç gösterme
ya da onu hareket ettirmeye yönelik yüm girişimlere karşın, kişideki
katı postürn korunması) ya da konuşmama (mutizm) durumu
(IV) Postür alma (istemli olarak uygunsuz ya da acayip postür, stereotipik
hareketler, belirgin manyerizm ya da grimas) ile görülen, istemli
hareketlerde acayiplikler
(V) Ekolali ya da ekopraksi
Ayrışmamış Tip: A ölçütlerini karşılayan belirtilerin gözlendiği, ancak bu
belirtilerin paranoid, dezorganize ya da katatonik tip ölçütlerini karşılamadığı
şizofreni tipidir.
Rezidüel Tip: Aşağıdaki ölçütlerin karşılandığı şizofreni tipidir:
A. Belirgin hezeyan, halüsinasyon, dezorganize konuşma ve ileri derecede
dezorganize ve katatonik davranış bulunmamalıdır.
B. Negatif belirtiler veya iki ya da daha fazla A ölçütünü karşılayan
belirtilerin (garip inanışlar, alışılmadık algı deneyimleri vb.) hafif şekillerde
bulunması ile süreğenlik göstermelidir
2.4. Şizofreni Epidemiyolojisi
Şizofreninin toplumsal yaygınlığı; tanı ölçütleri zaman içinde değişmesine
rağmen, dünya çapında belirgin farklılıklar göstermemektedir. Yaşam boyu
prevalansı %0.5 ile %1.5 civarındadır.
5
Şizofreni genellikle 45 yaşın altında ortaya çıkar (3). Başlangıç yaşı,
erkeklerde 20-25 yaşları arası en yüksek tepe değerleri iken, ikinci tepe değeri 30-35
yaşlarında izlenmektedir.
Kadınlarda başlangıç yaşı erkeklere oranla ortalama 5 yıllık bir gecikme
süresi göstermektedir. Otuzlu yaşların ortalarına kadar erkeklerde daha sık
gözlenirken, 40 yaşından sonra kadın erkek oranı kadınların lehine yükselmektedir.
Cinsiyet farklılığı açısından bakıldığında ise erkeklerde %1.02, kadınlarda
%1.05 oranında izlenmektedir.
Sosyoekonomik
durum
yönünden
prevelanslar
karşılaştırıldığında;
sosyoekonomik durumu düşük olanlarda beş kat fazla görüldüğü belirtilmektedir .
Şizofreni hastalarının hiç evlenmemiş olma durumu sık, boşanmış ve ayrı
yaşama oranlan ise artmış olarak gözlenmektedir. Yapılan izlem çalışmaları bekar
olmanın şizofreni gelişimiyle erkeklerde 12-50 kat, kadınlarda ise 3-15 kat daha fazla
ilişkili olduğunu göstermiştir.
Evlenmemiş şizofreni hastalarının premorbid işlevinin daha bozuk olduğu,
psikozun daha erken yaşta başladığı ve hastalığın daha kötü bir gidiş gösterdiği
izlenmektedir.
2.5. Şizofreni Gelişiminde Risk Etkenleri ve Etyoloji
Şizofreni için risk etkenleri çok çeşitlidir:
2.5.1. Prenatal dönem etkenleri
Risk etkenleri incelendiğinde, öncelikle karşımıza prenatal dönemle ilgili
sorunlar ortaya çıkmaktadır:
Prenatal dönemde annenin yaşadığı aşın çevresel stresin fetüsü etkileyip,
şizofreni gelişimi için bir risk oluşturabileceği görüşü öne atılmıştır.
Prenatal birinci trimestrde yetersiz beslenmenin neden olduğu akut açlığın
şizofreni gelişimi bakımından hassasiyete ve artmış riske neden olabileceği ileri
sürülmüştür.
6
Yine preşizofrenik bebeklerde tanımlanan düşük doğum ağırlığı ve baş
çevresinin genişliğinde izlenen küçüklük de malnütrisyon ile bağdaştırılmıştır.
D vitamini eksikliğinin şizofreni için bir risk faktörü olabileceği ve bunun, D
vitamini düzeyinin en az olduğu kış sonu ve bahar başlangıcında doğanlarda izlenen
şizofreni sıklığını açıklayabileceği öne sürülmüştür.
2.5.2. Prenatal enfeksiyonlar
Gerek merkezi sinir sistemini tutan enfeksiyonlarda psikotik belirtilerin
izlenebilmesi, gerekse şizofreni hastalarının annelerinde hamilelik döneminde
izlenen enfeksiyonların sıklığı, şizofreni etyolojisinde viral enfeksiyonlar başta
olmak üzere intrauterin enfeksiyonların rolünü gündeme getirmiştir .
Bazı çalışmalarda geç kış ya da bahar aylarında doğanlarda % 5-8 oranında
daha fazla şizofreni hastalığı bildirilmiştir. Özellikle kadınlardaki şizofreni
oluşumuyla gestasyon dönemi geç kış ya da bahar aylarında olanlarda daha sık
izlenen ve özellikle de hamileliğin 2. trimestrinde geçirilen herpes virüs
enfeksiyonları arasında ilişki kuran çalışmalar ön planda gelmektedir. Bu konuda
herpes simplex virüsleri (herpes simplex virüsleri tip 1 ve tip 6, sitomegalovirüs,
varisella zoster virüs, epstein barr virüs gibi), enfluenza A ve B, Borna disease virüs,
mumps ve retro virüs enfeksiyonları ile difteri, zona, pnömoni, polio, nadiren rubella
gibi enfeksiyonların etkilerinden söz edilmektedir.
Virütik enfeksiyonlar hem enflamatuar hem de immünolojik süreçleri
etkilemektedir. Önce nonspesifik immun sistemi aşırı derecede aktive ederler. Buna
cevap olarak monosit ve gama delta hücrelerinde artış olur. İkinci olarak interlökin-6
düzeyi artışı ve de interlökin-6 aktivasyonu ile monosit ve makrofajların
aktivasyonuna sebep olurlar.
Enflamatuar süreçlerden kaynaklanan damarsal hasarlar ise kan/BOS
şeddinde bozulmayla sonuçlanabilir.
Merkezi sinir sisteminde harabiyet yapabilen virüslerin hücre içine girip,
genetik yapıları da etkileyebildikleri ileri sürülmektedir.
Bu verilere karşın virüslerin fetüs gelişimi üzerindeki toksik etkileri
konusunda yeterli kanıt bulunamadığı gibi, hastaların beyin omurilik sıvılarında ya
7
da
ölüm
sonrası
çalışmalarda
beyin
dokularında
viral
işaretleyiciler
de
bulunamamıştır. Bu arada herpes enfeksiyonlarının şizofreni oluşumundaki etkisini
doğrulamayan çalışmalara da rastlanmaktadır.
2.5.3. Obstetrik komplikasyonlar
Şizofreni etyolojisini araştıran çalışmalar, obstetrik komplikasyonlarla artmış
şizofreni riski arasında bir ilişki olduğunu göstermişlerdir.
Obstetrik risk etkenleri anneyle ilgili ve doğum ve bebekle ilgili nedenler
olarak sınıflandırılabilir.
Anneyle ilgili nedenler arasında çok sayıda doğum, gebelikte alkol alımı,
sigara kullanımı, gebelikte açlık, preeklampsi, RH uyuşmazlığı ile ilgili çalışmalar
yapılmıştır.
Anne karnındaki bebekte oksijen yetersizliği ya da travmaya neden olan
hipoksi, asfıksi, toksemi gibi perinatal anomalilerin şizofreni için risk faktörü
olabileceği ve bu komplikasyon ve anomalilerin şizofreninin ortaya çıkma riskini 1.3
ila 2 kat arttırdığı öne sürülmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak tüm bu etkenler içinde en çok üzerinde durulanı
preeklampsi ve hipoksidir. Malprezantasyon ve göbek bağıyla ilgili komplikasyonlar,
uzamış doğum, vakum tatbiki, fötal stres, düşük doğum ağırlığı ve prematür doğum
ile ilgili çalışmalar da yapılmıştır(2).
Risk etkenlerinin özellikle 25 yaş öncesinde başlayan şizofrenilerde etkili
olabileceği, geç başlangıçlı şizofrenide ise bunun olası bir neden olarak
gösterilemeyeceği öne sürülmektedir.
Hipoksi sonucu ortaya çıkabilecek iskemi nedeniyle gelişebilecek ventriküler
kanamaların
şizofrenideki
ventriküler
genişlemelere
neden
olabileceği
düşünülmüştür.
Hipoksiye eşlik eden sitotoksik hasarın şizofreni oluşumunda rolü olduğu
düşünülen glutamaterjik işlevleri olumsuz etkileyebileceği düşünülmektedir.
Şizofreninin beyin gelişiminin çok erken dönemlerinde oluşan ve korteksde
bulunan sinapslardaki azalmayla ilişkili olabileceği öne sürülmektedir.
8
Obstetrik komplikasyonların şizofreni oluşumundaki etkileri ya da şizofreni
riskini arttırıcı etkileri konusundaki bilgiler kesin değildir. Şizofreni oluşumundaki
olası rolleri konusunda bu anomalilerin tek başlarına olan etkilerinden çok, bunların
genetik etkenlerle olan karşılıklı etkileşimleri üzerinde durulmaktadır. Çünkü beynin
gelişim sürecinde ortaya çıkan ve beyin gelişimini olumsuz olarak etkileyen benzer
etkenler tüm kişilerde benzer olumsuz etkileri göstermediği gibi, farklı zamanlarda
izlenen ve beyin gelişimini bozan etkenler de benzer bir hastalık tablosuna neden
olabilmektedir (4).
2.5.4. Çevresel faktörler
Sosyal yönden yoksunluk gösteren ailede doğmanın şizofrenide bir risk
etkeni olabileceği öne sürülmektedir. Kırsal kesimlerde doğan, büyüyen ya da
çocukluk döneminin çoğunu kırsal kesimlerde geçiren kişilerdeki şizofreni riskinin
de, şehirde doğup büyüyenlerden daha fazla olduğu öne sürülmektedir. Bu konuda
hamilelik ile ilgili risklerin, beslenme yetersizliklerinin, enfeksiyonların ya da toksik
etkenlerin rolü olabileceği düşünülmekte ancak halen kesin veriler elde
edilememektedir.
Düşük ekonomik koşullar ya da sosyal ortamlarda yaşayanlarda şizofreni
riskinin daha fazla olduğu yönünde yapılan çalışmalarda bunu doğrulayan veriler
elde edilmiştir.
Ayrıca stres düzeyi yüksek ve çocuklarından aşırı beklentileri olan üst sosyal
sınıftan
ebeveynlerin,
çocuğu
etkileyip
hastalığın
ortaya
çıkmasında
rol
oynayabileceği ileri sürülmüştür.
2.5.5. Kişilik özellikleri
Şizofreni için risk etkenleri arasında erken çocukluk özellikleri ve kişilik
yapısı da incelenmiştir. Çocukluk dönemindeki şizoid ve şizotipal kişilik özellikleri
üzerinde durulmuştur. Erken gelişim özellikleri olarak konuşma ve eğitim sorunları,
tek başına oynama eğilimi, yakın arkadaşı olmayışı, küçük grupları tercih etme,
sosyal ortamlarda tedirginlik duyma, ergenlikte zayıf sosyal uyum, karşı cinsten
sürekli bir arkadaşının olmayışı gibi özelliklerin varlığından söz edilmiştir.
9
Birçok şizofreni hastası içe dönük, fazla arkadaş edinemeyen, kendi başına
yaşamayı yeğleyen sosyal yönden izole bir yaşam biçimi gösterir. Bu izolasyonun
hastalığın oluşmasından çok önce, hatta çocukluk döneminde başladığı ve bunun da
hastalıkla ilişkili olduğu düşünülmektedir.
2.5.6. Yaş
Şizofreninin risk faktörlerinden biridir. Şizofreniyi geç başlangıçlı ve erken
başlangıçlı olmak üzere ikiye ayıran bazı araştırmacılar vardır.
Şizofreni başlama yaşı arttıkça genetik belirleyiciliğin azaldığına dair
çalışmalar vardır.
Şizofreni hastalığı kadınlara göre erkeklerde 20-25 yaşlar arası gibi daha
erken başlamakta, daha sık nüks etmekte, prognozu da daha kötü olmaktadır. Bu
konuda erkeklerdeki bazı olumsuz nörogelişimsel etkenlerden (travmalar, biyolojik
etkenler) söz edilmişse de kesin kanıtlar ortaya konmamıştır.
Başlangıç yaşı arttıkça akrabalardaki şizofreni riski düşmektedir.
2.5.7. Cinsiyet:
Yaşın ilerlemesiyle beraber şizofreniye kadınlarda daha yüksek oranda
rastlanmaktadır. 40 yaşından sonra bu oran artmakta, 60 yaşından sonra 1 erkeğe
karşı 4 ya da 6 kadına çıkmaktadır. Bunlara karşın dünya sağlık örgütünün 10 ülkeyi
içeren çalışmasında 54 yaşına kadar şizofreninin kadın ve erkeklerdeki risk oranı eşit
olarak bulunmuştur.
Erkeklerin kadınlara göre şizofreniye daha duyarlı olduğu öne sürülmektedir.
Bu hipoteze göre erkekler, hastalığı daha erken dönemde geliştirirler. Erkeklerdeki
bu yüksek duyarlılık seks kromozomları aracılığıyla geçiş gösterir. Bu genetik
duyarlılık nöronal gelişimde bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu
nöronal gelişim bozukluğu sonuçta şizofreninin ortaya çıkmasına neden olur.
2.5.8. Medeni durum
Hastanın medeni durumu incelendiğinde evlenmemiş olmak bir risk faktörü
olarak değerlendirilebilir.
10
2.5.9. Stresli yaşam olayları:
Hem akut şizofreni belirtilerinin başlamasından önce hem de hastalığın
nükslerinden önceki sürelerde, kişinin yaşadığı ağır stresli yaşam olaylarının
varlığından söz edilmektedir.
Stresli yaşam olayları, ailedeki sağlıksız duygu dışavurumu, madde
kullanımı, kafa travmaları da risk etkenleri olarak değerlendirilip çalışmalar
yapılmıştır.
Kişisel
ve
ailevi
göç
öyküsü
önemli
bir
risk
etkeni
olarak
değerlendirilmektedir. Ancak burada rol oynayan nedenler hala kesin olarak
bilinmemektedir. Bazı yazarlar bu kişilerin zaten hastalanmaya başladıkları için belli
bir yerde barınamayıp göç ettiklerini ileri sürerken, bazıları da hastalığa yatkınlığı
olan kişilerde değişen çevrenin, sosyal eşitsizliği algılamanın etkili olabileceğini ileri
sürmektedir.
Göç edenlerin ikinci kuşaklarında da şizofreni riskinde artış izlenmekte olup,
burada da kişileri etkileyen; yaşam zorlukları, enfeksiyonlar, madde kullanımı,
toplumda yaşadıkları ırk ayrımcılığı gibi çevresel etkenlerin işe karıştığı öne
sürülmektedir.
Şehirlerde ve endüstriyel bölgelerde köylere göre şizofreni insidansı daha
yüksektir (2).
Sosyal ve ekonomik destek zayıflığı da şizofreni insidansını arttıran
faktörlerden biridir.
2.5.10. Bağışıklık sistemi
Şizofreni tanılı kişilerde, bağışıklık sistemiyle ilgili bazı değişiklikler
görülmektedir. Bunların başlıcaları T hücresi interlökin 2 üretiminde azalma,
lenfositlerin sayısında ve etkinliğinde azalma, nöronlara karşı anormal hücresel ve
hümoral reaktivite ve beyin dokusuna karşı antikorların varlığıdır.
Bu bulguların nörotoksik bir virüs enfeksiyonuna ya da endojen bir
otoimmun hastalığa bağlı olabileceği düşünülmüştür.
11
2.5.11. Endokrin sistem
Şizofrenide endokrin sistem anormallikleri de bildirilmiştir. Şizofreni
hastalarında deksametazon supresyon testine normallere oranla nonsuprese cevap
ortaya çıktığı görülmüştür. Luteinizan hormon ve folikül uyarıcı hormon
düzeylerinde azalma saptanmış, tirotropin salgılatıcı hormon ve gonadotropin
hormon ile yapılan uyarılmaya karşı prolaktin ve büyüme hormonu yanıtlarında
küntleşme bildirilmiştir. Apomorfîne büyüme hormonu yanıtı da küntleşmiştir.
2.5.12. Genetik etkenler
Birçok toplumsal ve biyolojik etkenin şizofreni riski ile ilişkileri araştırılmış
ve bunların bir kısmı etyoloji konusundaki kuramlar için çıkış noktası olmuştur.
Başlıca risk etkenlerinin başında genetik etkenler gelmektedir.
Hastalığın ailevi yüklülüğü konusundaki çalışmalarda; hasta bir akraba ile
paylaşılan gen oranında şizofreni riskinin de artış gösterdiği ortaya koyulmaktadır.
Genetik çalışmalar şizofreni gelişim riskinin en sık monozigot ikizlerde, bunu
takiben anne ve babanın her ikisinin de şizofreni hastası olduğu çocuklarda, daha
sonra dizigot ikizlerde ve birinci derecede akrabalarında bulunanlarda artış
gösterdiğini bildirmektedir.
Monozigot ikizlerde hastalık konkordansı %33-78 oranında değişirken,
dizigot ikizlerde oran % 8-28 arasında değişir.
Şizofrenlerin birinci derecede akrabalarında şizofreni gelişme oranı normal
kişilerin akrabalarına göre 10 kat daha yüksektir. Hem anne hem babanın şizofren
olduğu durumda, çocuklarda şizofreni gelişme şansı % 40'dır.
Genetik etkenler hastalığın etyolojisinde önemli bir role sahip olmakla
birlikte şizofreninin belirti ve sonlanış biçimlerindeki çeşitlilikten dolayı, tek bir oluş
nedeninin şizofreniyi ortaya çıkardığını söyleyebilmek olası değildir. Kanıtlanmış
biyokimyasal bir bozukluk yoktur ve şizofreniyi ortaya çıkaracak özgün bir stres
kaynağı gösterilememiştir.
Ailede hastalığın sık görülmesi aynı çevresel faktörlerden etkilenmeye bağlı
olabileceğinden, aile çalışmaları genetik yatkınlık açısından kesin kanıt olarak kabul
edilmemektedir. Şizofrenideki olası genetik geçişin, geleneksel otozomal dominant
12
ya da resesif özelliklerle bilinen mendel tipi kalıtıma uymadığı bilinmektedir.
Bununla birlikte belli kromozom bölgelerinde orta düzeyde etkisi olan genlerin
varlığına ilişkin yineleyen bulgular elde edilmiştir. Moleküler genetik çalışmaları
ışığında D3 ve 5-HT2A reseptörlerini kodlayan en az iki allelin varlığının şizofreniye
yatkınlığı arttırdığı düşünülmektedir. Yapılan çalışmalar 22qll bölgesinin etkisini ve
5. kromozom üzerindeki lokusun varlığını göstermektedir. X kromozomunun ve 18.
ve 19. kromozomların şizofreni ile ilişkili olabileceği bildirilmiştir.
Bu bulgular şizofrenide genetik yatkınlığı düşündürmekle birlikte, tek ve çift
yumurta ikizi çalışmalarında tek yumurta ikizlerinde konkordansın %100 olmaması
genetik olmayan faktörlerin de şizofreni patogenezinde önemli rolleri olacağını
ortaya koymaktadır.
Şu ana dek şizofreni ile kesin nedensel ilişkisi olan bir gen tanımlanamamıştır.
2.5.13. Nöroanatomik değişiklikler
Şizofreni hastalarında nöroanotomik değişikliklerin saptanması hastalığın
etyoloj isinde bu değişikliklerin rol oynayabileceğini düşündürmüştür.
En sık bildirilen nöroanatomik bulgu; sağlıklı kontrollere göre, lateral ve
üçüncü ventriküllerde genişleme olmasıdır. Ventriküllerde genişlemenin yanı sıra,
sulkuslarda genişleme ve serebellumda atrofi bildirilmektedir.
Manyetik rezonans görüntüleme ile yapılan çalışmalarda beyin hacminde,
frontal lob hacminde azalma bildirilmiştir. Bu bulgular degeneratif bir süreçten çok
gelişimsel bir bozukluğun olduğunu düşündürmektedir. Devam eden çalışmalarda
talamus, amigdala, hipokampus, parahipokampus, medyal temporal lob, singulat
girus ve üst temporal loblarda da hacim azalması tespit edilmiştir.
Pek çok çalışmada toplam beyin dokusunda azalma ve beyin omurilik
sıvısında artma olduğu yinelenmektedir.
Kortikal gri cevherde genel bir azalma olduğu yinelenen bir bulgu iken,
beyaz cevherde azalma saptayan çalışmalar da vardır.
13
Şizofrenide
beyin
görüntüleme
yöntemleri
ile
saptanan
gelişimsel
bozukluklar arasında en sık bildirilen; büyük kavum septum pallusidum olmasıdır.
Ayrıca korpus kallosumun bulunmaması da şizofrenide artmış oranda izlenmektedir.
Gri cevher heterotopisi gibi nöron göçünde bozukluğu yansıtan bulgular da
şizofrenide sık gözlenmektedir.
Şizofrenide işlevsel ve metabolik bozuklukları saptamak amacıyla Pozitron
Emisyon Tomografisi (PET), tek foton emisyon bilgisayarlı tomografi (SPECT),
fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme kullanılarak yapılan çalışmalarda;
frontal bölge olan kan akımında ve glukoz metabolizmasında azalma olduğu
gözlenmiştir.
2.5.14. Nörokimyasal değişiklikler
Şizofrenide dopaminerjik etkinlikte artış olduğunu iddia eden "dopamin
varsayımı" şizofreni fizyopatolojisini açıklamaya çalışan en popüler varsayımlardan
birisidir. Bu varsayım, dopamin sistemi üzerinden etki eden ilaçlarla ilgili gözlemlere
dayanmaktadır.
Pek çok kanıt şizofreniden sorumlu olaylar zincirinde dopaminerjik
aktivasyon artışının rolü olduğunu desteklemektedir. Ancak negatif ve bilişsel
belirtilerin, dopaminerjik aktiviteyi
azaltan antipsikotiklere
yeterince
yanıt
vermemesi, hatta kimi zaman negatif belirtilerin şiddetlenmesine yol açması; bu
varsayımı yetersiz hale getirmekte ve şizofrenide dopaminerjik aktivite artışında
başka faktörlerin de rol oynadığını düşündürmektedir.
Fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmaları negatif belirtilerin ve bilişsel
işlev bozukluklarının prefrontal korteks işlevlerinde azalmayla ilişkili olabileceğini
göstermiştir.
Dopamin varsayımına göre; mezensefalondan limbik sisteme uzanan
dopaminerjik yolaklardaki aktivite artışı pozitif psikotik belirtilere, mezensefalondan
prefrontal kortekse uzanan dopaminerjik yolaklardaki aktivite eksikliği ise negatif
belirtiler ve bilişsel bozukluğa neden olmaktadır.
Nörogelişimsel yaklaşıma uygun olan bir görüşe göre; prefrontal korteksteki
dopaminerjik yetersizliği kompanse etmek üzere, işlevsel olarak ve yaygın bir
14
şekilde limbik alanlarda dopaminerjik aktivite artmakta ve bu durum pozitif
belirtilere neden olmaktadır.
Günümüzde geliştirilen ilaçların yalnız dopaminerjik sisteme değil diğer
nörotransmitter sistemlerine de etkisi olduğu görülmekte, dolayısıyla; şizofrenide
Serotonin, Glutamat, Gama amino bütirik asit, Kolesistokinin, Asetilkolin gibi diğer
nöromodülatörlerin de rolü olduğu ileri sürülmektedir. Nörotransmitter sistemleri
aralarında karşılıklı etkileşimler vardır.
Serotonin; merkezi sinir sisteminde basit bir diyet aminoasidi olan
triptofandan sentezlenen bir nörotransmitterdir. Dopamin ile güçlü bir etkileşimi
vardır ve dopamini inhibe eden düzenekleri ayarlamaktadır.
Dopaminerjik
nörotransmisyondaki
bozukluklar
araştırılırken,
son
zamanlarda yapılan çalışmalarda şizofrenide glutamaterjik disfonksiyon ve özellikle
NMDA reseptör aracılı nöroiletim üzerinde durulmaktadır (2).
Glutamat, merkezi sinir sisteminin başlıca eksitatör nörotransmitteridir. Diğer
bir eksitatör esansiyel aminoasit olan Aspartat ile nörogelişim ve nörotoksisitede rol
oynar. Glutamatın, dopamin ve diğer nörotransmisyon yolakları ile bağlantıları
nedeniyle, şizofreni oluşumundaki olası rolü üzerinde durulmaktadır. Glutamat sinir
sistemi gelişimi sırasında aksonların hedeflerine yönelmelerinde ve gerek genetik,
gerek sinaptik, gerekse yapısal düzeylerdeki nöronal plastisitenin oluşumunda rol
almaktadır. Şizofrenide beynin belirli bölgelerinde glutamaterjik nöronal iletim
anomalileri olabileceği, NMDA reseptör düzeyinin düşmesi ve reseptör aktivitesinin
azalması sonucu ortaya çıkan "azalmış glutamaterjik aktivite" ile ilişkili olabileceği
öne sürülmüştür. NMDA reseptörlerinin olası rolü daha fazla vurgulanmakla beraber
AMPA ve kainat reseptörlerinin ekspresyonlarından da söz edilmektedir.
GABA ise merkezi sinir sisteminin ana inhibitör nörotransmitteridir. GABA
nöronlarının dopaminerjik ve glutaminerjik nöronlar üzerine potent inhibitör etkisi
olduğundan, prefrontal korteksteki GABA'erjik değişikliklerin şizofrenide rolü
olabileceği düşünülmektedir.
Bu
veriler
ışığında
sonuç
olarak,
şizofreninin
risk
faktörlerinin
incelenmesinde en az dört ana elemanın birbiriyle bütünleştirilmesi gerekir:
15
a. bir hastalığın ekspresyonuna genetik yatkınlık,
b. bireyin yaşam olayları, stres etkenleri,
c. bireyin kişiliği, başa çıkma becerileri ve çevresinin ona sunduğu sosyal
destek,
d. birey ve genomu üzerine etkili olan, virüsler, toksinler ve çeşitli hastalıklar
dahil olmak üzere diğer çevresel etkenler
2.6. Şizofreni Klinik Belirti ve Bulgular
Şizofreni genellikle genç yaşlarda başlar. En çok görülen yaş aralığı, 15-40
yaşları arasındadır. Başlangıç şekilleri çeşitlidir. Önceleri yakınları tarafından
anlaşılmayabilir ve zamanla hastalık yerleşir. Yoğun olarak 18-25 yaşlan arasında
yığılma vardır. Hastalık belirtileri ortaya çıkmadan öce çoğunlukla şizoid ve şizotipal
kişilik özellikleri gösterir (3). Sinsi ve yavaş başladığı gibi, akut olarak da başlar.
Bazıları aşın mistik konulara eğilim duyar, bazıları metafizik ya da obsesyonel,
somatik şikayetler yahut depresif durumlar tarzında başlayabilir. Kimi uç konularla
ilgilenir, kimisi de hipokondriyak şikayetlerle uğraşır. Bu bakımdan şizofreni
başlangıcının farklılığından dolayı tanı için belli bir süreye ihtiyacı vardır (3).
Görünüm ve davranış, akut şizofren hastaların birçoğu normal görünürler,
ancak ilk bakışta sosyal davranışlarında kafaları meşgul, toplumdan çekilmiş ya da
başka türlü tuhaflıklar gibi kaba tutumlar görülmektedir. Sebepsiz gülmeler,
huzursuz tutumlar, gürültülü veya ani, beklenmedik davranışlarda bulunabilirler. Bir
kısmı da arkadaş ve yakın çevresinden uzaklaşır, zamanının çoğunu tek başına yalnız
olarak odasında belki de yatağında hareketsiz bir şekilde uzanıp derin düşünceye
dalmış gibi görünürler.
Konuşma ve düşünce şekli; Konuşmayı izlemek güç olabilir. Soyut düşünce
kaybolabilir,
somut
düşünce
yerleşir,
konuşmalar
arasında
ilişkiler
bozulmuştur.Düşünceler arasındaki bağlantılar illojiktir, dikişsiz, ilgisiz, yeni kelime
uydurma, tekrarlamalar, teğetsel konuşmalar, bloklaşma, klang çağrışımı, düşüncede
yoğunlaşma, gözlenebilir.
Düşünce muhtevasında (içeriğinde)ki bozukluklar; Delüzyon (hezeyansanrı)lar; sistemsiz, dağınık, düzensiz ve acayiptirler (bizar). Perseküsyon (kötülük
16
görme) hezeyanları, referans (alınma) düşünceleri, seksüel hezeyanlar, somatik
hezeyanlar, etkilenme hezeyanları, düşüncelerin okunması, depersonalizasyon
hezeyanları, büyüklük (grandiyöz) ve mistik hezeyanlar.
İdrak (algı-perception) bozuklukları; idrak bozuklukları şizofrenide
sıklıkla görülmektedir. Basit olarak birtakım gürültüler, karmaşık ses ya da müzik
sesleri duyulabilir. Bazen emir verir şekildedir, bazen tek kelime ya da bütünüyle
konuşma tarzında olabilir. Bir ses hastanın düşünceleriyle yüksek sesle ya da onların
düşünceleriyle yahut hemen arkasından konuşabilir. Bazen iki ya da daha fazla ses,
üçüncü şahıs olarak hasta ile tartışabilir, diğer sesler onun hareketini yönetebilirler.
Şizofrenide işitme halüsinasyonları, diğerlerinden daha fazla görülmektedirler.
Vizüel (görme), taktil (dokunma), koku, tat ve somatik halüsinasyonlara da az da
olsa rastlanabilmektedir.
Duygulanım (affekt) bozuklukları: Affekt değişiklikleri, depresyonda
görüldüğü gibi, anksiyete, irritabilite ya da öfori tarzında görülebilir. Akut dönemde,
affektin değişiminde bir azalma, düzleşme ortaya çıkar ve değişmeyen bir affekt
(indifere) halini alır. Bazen de ileri yıkım evrelerinde affekt küntlüğü denilen nötr bir
durum belirginleşir. Affektte uygunsuzluk, affektte sapma ve anhedonia gibi
belirtilere de rastlanılmaktadır (4).
Kognitif bozukluklar; Akut şizofrenide oryantasyon genelde bozulmamıştır.
Dikkat ve konsantrasyon bozulabilir, prodromal dönemde, hafızada azalma,
yürütmede bozulma olmaktadır.
İnsight (içgörü); genellikle bozulmuştur, hasta olduklarını kabul etmezler,
sıklıkla diğer insanların hareketlerini kötü niyetli olarak, onlara atfederek kendilerini
onların yerine koyarlar. İçgörünün bu tarzda yokluğu sıklıkla tedaviyi istemeyenlerde
görülür.
Kronik
sendrom
pozitif
semptomlardan
ziyade
negatif
belirtilerle
karakterizedir. Bunları kısaca, düşük aktivite, dürtü yokluğu, sosyal çekilme,
emosyonel apati ve düşünce bozukluğu olarak özetleyebiliriz.
İrade bozukluğu; Dürtü ve insiyatif kaybı yani irade zayıflığı olarak, hasta
kendini bırakmış, inaktif amaçsız ve tekrarlayıcı aktivitelerle meşgul gibi görünebilir.
17
Günlük hayat becerilerinin bozulması; Sosyal davranışları sıklıkla
bozulmuştur.
Hastalar
kendi
hijyenik
bakımlarını
ihmal
ederler.
Sosyal
karşılaşmalardan çekinirler, bazıları sosyal kuralları değiştirecek şekilde davranırlar,
bazıları gereksiz eşya biriktirirler, dağınık, kirli ve her tarafı tıka basa doldururlar.
Hareket bozuklukları; Çoğunlukla katatoni formunda görülmektedir. Stupor
ve uyarılma bulgusu dikkate değer bir bulgudur. Hastanın şuuru yerindedir ama,
hareketsiz, sessiz ve uyaranlara cevap vermez fakat, birden bire hızlı ve kontrolsüz
bir motor aktiviteye ve eksitasyona kadar değişik davranışlarda bulunabilir (katatonik
eksitasyon).
Kronik şizofrenler, bazen acaip tuhaf ve uygun olmayan hareketleri sürekli
tekrarlayabilirler. Doğrudan amacı olmayan bu hareketlere stereotipi denilmektedir.
Doğrudan
amaçlı
gibi
görünen
bu
tarz
hareketler
de
manyerizm
diye
adlandırılmaktadır. Kas tonusundaki bozulmalarda hastaya verilen bir pozisyon uzun
süre amaçsız muhafaza edilir, buna flexibilites cerea:balmumlaşma denmektedir.
Fizyolojik belirtiler; şizofrenide genellikle metabolizma bozulmaktadır, aşırı
ve düzensiz beslenme, uyku düzensizlikleri, aşırı zayıflama, libido artma ya da
azalması ve ağrı eşik seviyesinin yükselmesi görülmektedir.
Klinik özellikleri etkileyen faktörler
Başlangıç yaşı; Adolesan ve genç yetişkinlerde daha çok, düşünce mood ve
davranış bozukluklarıdır. Yaşın ilerlemesiyle paranoid belirtiler öne geçer ve
davranış bozuklukları azalma gösterirler.
Cinsiyet; Hastalığın seyri erkeklerde daha ağır ve ciddidir.
Sosyal background; delüzyonlar ve halüsinasyonların ortaya çıkmasında,
hastalık öncesi içinde bulunduğu çevrenin etkisi vardır.
Sosyal uyarı; Uyarının azlığı "negatif semptom" lan arttırır, aşırı uyarımlar
"pozitif semptom"ları ortaya çıkarırlar.
Yüksek emosyonel ifade; Hastanın hayatında çevre tarafından yüksek
emosyonel ifadenin, semptomları arttıran sosyal uyarı faktörlerinden biri olarak
kabul edilmektedir. Hastaya yöneltilen eleştirinin açıkça ifade edilmesi çok
önemlidir.
18
Şizofreniye benzer bir şekilde söylenmelerine rağmen aslında farklı hastalık
oluşumları olan 2 hastalık vardır. Şizoafektif bozukluk, aynı anda hem şizofreninin
hem de bir duygulanım bozukluğunun (depresyon gibi) özelliklerini gösterir. Diğer
taraftan, şizofreniform bozukluk şizofreninin 2 veya daha fazla semptomunu
içermelidir ama şizofreninin aksine 1 - 6 ay arasında çok daha kısa süre devam eder.
Diğer psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi şizofreni tanısı da genellikle, her
biri klinik bir öneme veya bir bozukluk kriterine sahip olan belirli semptomların bir
araya toplanmasına dayanır. Kuzey Amerikada psikiyatrik hastalık tanımlaması ve
sınıflandırması için standart referans kabul edilen Mental Bozukluklar Tanı ve
İstatistik El Kitabı 4. Baskısını oluşturan metodoloji budur. Şu an için şizofreni tanısı
koyduran bir kan testi, röntgen filmi veya BT bulunmamaktadır. Şizofreninin uzun
dönemdeki sonucu kişiler arasında büyük farklılıklar gösterir. Hastaların yaklaşık
olarak %25'i hastalık semptomlarının ciddi bir remisyonunu (gerilemesini,
kaybolmasını, iyileşmesini) yaşarken bir diğer %25'lik kısım hafif ama persistant
(devam eden) semptomlar sergileyebilmektedir. Ancak etkilenen hastaların daha
büyük bir bölümü (yaklaşık %50'si) ömürleri boyunca kronik, orta ve şiddetli
derecede semptom ve bulgular gösterdiklerini ifade etmektedir (6).
Şizofreninin
semptomatoloji
profili
pozitif,
negatif
ve
disorganize
semptomlar olarak ifade edilen semptomları kapsar. Hastalığın akut fazında psikotik
semptomlar hakimdir ve hastalığın "pozitif işaretleri olarak ifade edilen işaretleri
yansıtırlar. Bunlar iyi semptomlar olmayıp hastalığın sağlıklı bir kişide bulunmaması
gereken yönlerini yansıtırlar. Bu tür pozitif semptomlar kişideki delüzyonları,
halüsinasyonları, düşünce bozukluklarını ve bazen katatonik davranışları içerir.
Pozitif semptomların baskın olmasının, hastalığın güncel farmakolojik yönetimine
eninde sonunda daha iyi bir yanıt ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Auditör (işitsel)
halüsinasyonlar pozitif semptomlar içinde en yaygın olanlardandır ve hastanın
başkalarına ait olan ve bazen iltifat edici ya da rahatlatıcı olan ama çoğu zaman
negatif, olumsuz, cezalandırıcı ve suçlayıcı olan sesleri duymasını yansıtır. Bu tür
olumsuz yorumlar intihar davranışına katkıda bulunma konusunda kritik olabilir. Bu
sesleri duyma sıklığının azalması genellikle, belli bir anti-psikotik ilacın etkinliğinin
ölçüldüğü önemli bir standarttır. Bu seslerin sebebi iyi anlaşılmamıştır ama bu
fenomeni açıklamak için çeşitli teoriler öne sürülmüştür. Bu teorilerden biri,
beyindeki iletişim sisteminde dopamin reseptörlerindeki artış sebebiyle ya da bu
19
reseptörlerin artmış hassasiyetinden dolayı beyne gelen algıların beynin ayırt etme,
yönlendirme ve biriktirme kapasitesini aştığı bir fonksiyon bozukluğunun olduğunu
öne sürmektedir. Bunun sonucunda o kişide bu tür sinyallerin yanlış yönlendirilmesi
olmakta ve bu da normal düşünce, duygu ve yanıt işlemlerinin bozulması söz konusu
olmaktadır. MRI kullanılarak yapılan en son çalışmalar, kronik auditör halülasyonlar
yaşayan şizofreni hastalarında insan sesini işleme kapasitesi ile ilişkili beyin
bölgelerindeki spesifik yapısal ve fonksiyonel anormallikleri keşfetmiştir. Zaman
içinde bu tür bölgelerin tanımlanması ve işaretlenmesi daha etkili tedavi stratejilerini
ortaya çıkartabilir (7).
Delüzyonlar, kişi tarafından algılanan ve gerçekçi bir temeli bulunmayan
fikirlerdir. Bunlar bir kişinin, kendi düşünceleri üzerinde kontrol sahibi olmadığı
veya düşüncelerinin ve hareketlerinin başka birileri tarafından kontrol edildiği
inancını yansıtabilir. Düşünce yayımı, fikir yerleştirilmesi ve fikir çekilmesi vb bu
semptom kategorisini oluşturur. Örneğin bir kişi, diş ekstraksiyonu veya dolgusu gibi
bir dental prosedür sonucunda dişine veya ekstraksiyon soketine bir yayın cihazının
yerleştirildiğini düşünebilir. Bu, Dişhekimi ile psikiyatrist arasında, hastayı böyle bir
düşüncenin tamamen yanlış olduğu konusunda rahatlatmak için çok sayıdaki işbirliği
ilişkilerinden birini gerektirebilir. Literatürde ayrıca, kendine zarar verme
hareketlerinin akut psikotik epizotlar esnasında meydana geldiği ve oto-ekstraksiyon,
glosektomi, gözlerin kendi kendine enüklee edilmesi (çıkartılması) ve gingival
dokuların keskin tırnaklarla kazınması şeklinde görülebildiği bildirilmiştir. Şizofreni
ile ilgili ilk çalışmalarda "negatif semptomlar olarak da adlandırılan semptomlar,
hastalığın hastalık semptomatolojisine dayanan ilk alt-tiplendirmesinin bir bölümünü
oluşturmaktaydı . O zamanlarda bu negatif semptomların hastalığın kronisitesi
(kronikliği) ile korelasyon gösterdiği düşünülmekteydi. Motivasyonsuzluk veya apati
maalesef çoğu zaman basit bir tembellikle karıştırılmaktadır. Bu, kişinin sadece özbakımını değil ama aynı zamanda özellikle oral bakımını da ihmal etmesine yol
açacaktır. Küntleşmiş afektif durum (duygulanım) da duygusal ifadenin düzleşmesi
anlamına gelir ama genelde kişinin güçlü duygular hissetmeye ve başkalarından
nezaket ve düşüncelilik beklemeye devam edebilme konusundaki içsel yeteneğini
yansıtmaz. Depresyon ve sonunda nihai sosyal geri çekilme negatif semptom
kompleksini tamamlar ve bu hasta popülasyonunda yüksek teşebbüs edilen intihar
oranında bir rol oynar (6).
20
Disorganize semptomlar, şizofreniden muzdarip olan hastalarda ifade
edilebilecek
semptomatoloji
triadını
(üçlüsünü)
tamamlar.
Bu
semptomlar
düşüncelerin hızlı bir şekilde değişmesini (uçuşmasını) ve bir konu üzerinde uzun bir
süre boyunca konsantre olunamamayı yansıtan düşük düşünce ilişkilerini içerir.
Tuhaf stereotipik davranışlar yüz ekşitme (buruşturma), tekrarlayıcı hantal (sakar,
beceriksizce) davranışlar, adım atma ve hatta mutizm (sessizlik, konuşmama) ile
kendini belli edebilir.
Hastalığın semptom ve bulguları genelde, daha karakteristik psikotik
semptomlardan bazılarının (delüzyonlar, halüsinasyonlar ve tuhaf davranışlar)
mevcut bulunduğu hastalığın aktif bir dönemini kapsayacak şekilde en az 6 aydan
beri devam ediyor olmalıdır. Hastalığın en erken fazı, sık tanımlanan sosyal geri
çekilme, iş veya okul performansında bozulma, konsantrasyon azalması, irritabilite
ve şüphecilik semptomlarının hepsinin belirgin hale geldiği prodrom fazı olarak ifade
edilmektedir. Hastalığın aktif fazı veya relapsı delüzyonlar, halüsinasyonlar,
ajitasyon ve tuhaf davranışları içeren ve pozitif semptomlar olarak adlandırılan
semptomların ortaya çıkması ile karakterizedir. Hastalığın bu aşamasında hem
kişinin kendi güvenliği için hem de tıbbi tedaviye başlayabilmek ve hastaya istirahat
ve nutrisyon (beslenme) imkanı sunabilmek için sıklıkla hospitalizasyon gerekir.
Şizofreninin rezidüel fazında negatif semptomlar daha bariz/belirgin bir hale gelir ve
motivasyon ve emosyonların olmamasını/yokluğunu (düz/künt duygulanım), kötü
genel ve oral hijyeni, geri çekilmeyi ve kötü düşünce ve konuşma paternlerini içerir.
Bu hastalık için açıklanan (tanımlanan) son faz, kişinin sosyal, eğitim ve iş/çalışma
ortamlarına yavaş bir şekilde tekrar entegre olabilmesine imkan veren tıbbi girişim
ve psikoterapi yoluyla başarılabilen biraz stabilitenin olduğu iyileşme, (normale
dönme) veya idame/devam fazıdır. Ancak bu genellikle, hastalığın son 3 fazının her
biri arasında sürekli bir akıştır ve bu da maalesef, şizofreniden muzdarip olan
kişilerde görülen yüksek kronik hospitalizasyon oranına katkıda bulunur.
2.7. Şizofreni Ayırıcı Tanısı
1-Organik Sendromlar (drog alımına bağlı durumlar, temporal lob epilepsisi,
deliryum dementia, diffüz beyin hastalıkları, metabolik hastalıklar)
2-Affektif Bozukluklar
21
3-Personalite (kişilik) Bozuklukları
4-Şizoaffektif Bozukluklar
2.8. Şizofreni Prognozu
 Tamamen iyileşen akut hastalar
%20
 Tekrarlayan akut hastalar
%20
 Akut olarak başlayan kronik hastalar
%20
 Gizli (sinsi) başlayıp kronikleşen hastalar
%20
 Suisid (intihar) ile kaybedilenler
%10-15
Tekrarlayan akut epizodlu hastalar sıklıkla önceki seviyede iyileşmezler. Her
relapstan sonra yavaş yavaş ağırlaşırlar. Suicide riski, genç hastalarda hastalığın ilk
dönemlerinde, içgörü bozukluğunda, umutsuzluk ve hastalık etkilerinin ciddi
devamında yüksektir (3).
Prognozda bir stresi takibeden akut başlangıçlı olanlar iyi sonuç
vermektedirler. Stresli hayat olayları relapsları hazırlayabilir, aşırı stimüle eden
çevrede pozitif semptomlar aktive olurlar, aksine az uyarıcı bir çevre de negatif
semptomları arttırmaktadır. Aile içi yaşam bu bakımdan önem taşımaktadır.
Özellikle, aşırı eleştiriler, düşmanlık ifadeleri relaps riskini arttırmaktadır.
2.9. Şizofreni Tedavisi
Şizofreni tedavisinde ilaç tedavileri, psikoterapötik yaklaşımlar, aile
yönelimli yaklaşımlar ve rehabilitasyona yönelik yaklaşımların uygulandığı çok
yönlü tedavi esastır. Antipsikotik ilaçlar ise bu tedavinin kilit noktasını
oluşturmaktadır (4).
2.9.1. Klasik Nöroleptikler
Bu ilaçlar dopamin antagonisti etki gösterip, postsinaptik reseptörlerde blokaj
yapmaktadırlar. Dopaminerjik nöronların depolarizasyonuna bağlı olarak etkileri 3-6
hafta arasında ortaya çıkar. Antipsikotik tedaviye alınacak olanlarda karaciğer işlev
22
testleri, hareket bozukluğu ölçekleri, kan basıncı ve nabız hızına bakılmalıdır.
Günümüzde yeni ilaçların keşfi ve antipsikotiklerin yan etkilerinin giderek daha iyi
bilinmesi bu ilaçların kullanım alanlarını giderek daraltmaktadır. Çocuklarda
şizofreninin farmakolojik tedavisine ilişkin sonuçlar klinisyen deneyimleri ya da olgu
sunumları ile sınırlı olup, sistemli çalışmalar ancak yakın zamandaki literatürde yer
almaktadır. Bunlardan biri onaltı çocuk ile yapılan çift-kör plasebo kontrollü bir
çalışmadır ve yazarlar izleme çalışmasının sürdürüldüğünü bildirmişlerdir. Sonuçta
haloperidol varsanılar ve perseküsyon düşüncelerini de içeren pek çok belirtiyi
azaltmada plaseboya üstünlük göstermiştir.
Çocuklar için kullanılan en yaygın doz günde 0.25-6.0 mg haloperidol ya da
10-200 mg klorpromazin ya da eşdeğer dozda diğer antipsikotik ilaçlardır. Geç
ergenlik döneminde erişkin dozları kullanılabilir. Erken ergenlik bunların arasında
olup dozun denenerek ayarlanması gerekir. Sürdürme tedavisinde genellikle yatma
zamanı günlük tek doz tercih edilse de titrasyon aşamasında yan etkiyi en az düzeye
indirmek ve daha uygun doz ayarlaması yapmak için bölünmüş dozlar verilebilir.
Pek çok nöroleptik, çocuk ve ergenlerde orta düzeyde etkinlik gösterirler.
Geleneksel bir nöroleptiğin bir diğerine üstünlüğü kanıtlanmasa da düşük
potensli olanlar sedasyon, bilişsel donukluk ve hafıza kaybı yapmaları nedeniyle
okulda öğrenmeyi ve tedavi programlarını etkileyeceği düşünülerek tercih
edilmemektedir. Haloperidol gibi yüksek potensli olanlar bile yetişkinlerden daha sık
sedasyona neden olurlar. Nöroleptiklerin neden olduğu ekstrapiramidal belirtilerin
sıklığında yaşa bağlı farklılıklar vardır. Bu belirtiler okul öncesi çocuklarda göreceli
olarak seyrek görülürken, 10-19 yaşları arasında distoni ve parkinsonizm belirtileri
en yüksek sıklık düzeyine ulaşırlar (4). Akatizi ise bundan farklı olarak 20-30 yaşlar
arasında en sık görülür. Sürekli hareket halinde olma, tedirginlik gibi belirtilerle
ortaya çıkan akatizinin çocuklarda hiperaktiviteden ayırdedilmesi güç olabilir. Çocuk
ve ergenlerde nöroleptiklerin neden olduğu geç diskinezinin sıklığı çeşitli
araştırmalarda %8-51 arasında bulunmuştur. Geç diskinezi çocuk ve ergenlerde 5 ay
gibi kısa bir süre içinde ortaya çıkabilir, hatta sabit bir tedavi dozu sürerken
görülebilir. Tipik bir nöroleptiğin uzun süre kullanımının geç diskineziye yol
açabileceği gözönüne alındığında genç şizofreni hastaları için negatif belirtilerin
tedavisinde klozapin gibi atipik antipsikotikler uygun bir seçenek olarak
düşünülmektedir.
23
2.9.2. Yeni Antipsikotikler
Düşük nörolojik yan etki ve yüksek antipsikotik etki gösteren bu ilaçlar klasik
antipsikotik ilaçlar kadar etkilidirler. Etki mekanizmaları klasik antipsikotik
ilaçlardan
farklıdır.
Bu ilaçlar
yüksek
oranda D2 reseptörleri
ve diğer
nörotransmitterler üzerinden etkili olup çok az oranda ekstrapiramidal belirtiye yol
açarlar (5). Atipik antipsikotiklerin klasik ilaçlara yanıt alınamayan ya da bu ilaçlarla
ciddi yan etkiler ortaya çıkan olgularda kullanılmaları önerilmektedir. Ancak son
yıllardaki yayınlarda bu ilaçların şizofreni tedavisinde ilk seçenek olarak seçilip
seçilmeyeceği tartışılmaya başlanmıştır.
Geliştirilen yeni antipsikotiklerin klasik nöroleptik ilaçların yerini alabileceği
düşünülmektedir. Çift kör bir çalışmada klozapin çocuk ve ergenlerdeki erken
başlangıçlı şizofrenide hem pozitif hem de negatif belirtiler yönünden haloperidole
üstün bulunmuştur. Risperidon erişkinde hızla tercih edilen bir ilaç olmaktadır, bu
ilaç genç şizofreni hastaları için de uygun olabilir, ancak bu alanda sadece küçük
olgu serileri yayınlanmıştır. Risperidonun yan etki profili diğer nöroleptiklerden daha
ılımlı olsa da çocuklar ilaca bağlı ekstrapiramidal belirtilere daha hassastırlar.
Yeni antipsikotik ilaçlar hem dopamin hem de serotonin reseptörlerine
etkilidirler. Ortalama etkin dozları ile ilgili bilgiler sınırlıdır. Bu ilaçlara ilişkin elde
edilen bilgiler genellikle erişkin hastalarla yapılan araştırma sonuçlarına dayanmakta,
çocuk ve ergenlerde sınırlı sayıda ve olgu sunumu ya da küçük olgu serilerini içeren
araştırmaya
rastlanmaktadır.
Çocuk
ve
ergenlerde
atipik
antipsikotiklerin
kullanımına ilişkin yazın bilgisini gözden geçirdikleri araştırmalarında Toren ve
arkadaşları (1998), birinin klozapin, ikisinin amisülpirid ve ikisinin de tiyaprid ile
olmak üzere toplam 5 adet çift kör plasebo kontrollü klinik çalışma yapıldığını
(toplam 105 hasta ile); klozapinle (10 araştırma), risperidonla (7 araştırma),
olanzapinle (1 araştırma), sulpiridle (4 araştırma), tiyapridle (1 araştırma) ve
remoksiprid ile (1 araştırma) olmak üzere toplam 24 açık etiketli araştırma (toplam
387 hasta ile) yapıldığı; olanzapinle bir geriye dönük araştırma (8 hasta ile) yapıldığı,
ayrıca; klozapinin (14 araştırma), risperidonun (13 araştırma), sülpiridin (3
araştırma), tiyapridin (1 araştırma), klotiyapinin (1 araştırma) ve olanzapinin (1
araştırma) kullanıldığı 33 olgu serisinin yayınlandığını belirlemişlerdir (5).
24
Tedavide kullanılan yeni antipsikolitikler şunlardır:
Klozapin
Olanzapin
Risperidon
Sülpirid
Tiaprid
Amisülpirid
Remoksiprid
Klotiapin
Melperon
Ketiyapin
Sertindol
Ziprasidon
2.9.3. Psikososyal Tedaviler
Erken başlangıçlı ilaç tedavisini yanısıra psikososyal tedavileri de içeren çok
yönlü bir tedavi programının önemi bilinmektedir. Psikososyal tedavide amaç hastayı
erişkinlerdeki gibi hastalık öncesi işlev düzeyine getirmekle kalmayıp çocuğun
bulunduğu yaşı ile ilgili gelişimsel basamaklarda ilerlemesini sağlamaktır. Güvenli
ve sürekli bir ilişki kurulmasının çok önemli olduğu bu tedaviler çocuğun gelişimsel
düzeyine göre ayarlanmalı, hastalıkla ilgili eğitimsel bilgilerin yanısıra kendine
yardım becerileri, problem çözme ve sosyal beceri eğitimi gibi bilişsel davranışçı
yöntemlerin kullanılmasını da içermelidir. Erken başlangıçlı şizofrenide aile ile iyi
bir işbirliği içinde olmak zorunludur. Hasta ve ailesi ile kurulan güvene dayalı bir
ilişki tedaviye uyumu sağlamalarının yanısıra relapsların erken saptanması açısından
da önem taşımaktadır. Aileye danışmanlık ve gerekirse aile tedavisi de
uygulanmalıdır.
2.9.4. Elektroşok tedavisi
EKT, katatoni, belirgin affektif belirtiler, kısa süreli ataklarda önemini
25
korumaktadır. Süregen psikotik belirtiler üzerinde etkisi ise daha az belirgindir. Tek
başına psikoterapiden daha iyidir, düşük doz nöroleptikten ise daha kötüdür.
Nöroleptikle kombinasyonu tedaviye yanıt olasılığını arttırmaktadır. Nöroleptiğe
dirençli olguların bir bölümü EKT'den yararlanıyor gibi görünmektedir. Bazı
olgularda 20 seansa çıkılması gerekli olmakla birlikte ortalama seans sayısı 13.6'dır.
Baskın olmayan hemisfere tek yanlı uygulama önerilmektedir. Bu yöntemin klasik
yönteme göre üstünlüğü bilişsel yan etkilerinin daha az oluşudur (5).
2.10. Şizofrenide Ağız-Diş Sağlığı
Ruh sağlığı ve ağız sağlığının birbirini etkileyebildiği birçok alan mevcuttur.
Tedavi için kullanılan ilaçlar, diş hekimliğinde kullanılan ilaçlar ile etkileşime
girebilir. Bazı ağız sağlığı sorunları, ruhsal hastalığın belirtilerinde ikincil ortaya
çıkabilir ya da psikiyatri ilaçlarının yan etkisi olabilir. Birçok araştırmacı, kötü ağız
sağlığı ve ruhsal hastalık arasında bir ilişki olduğunu ileri sürmektedir. Nitekim,
şizofreni hastası bireylerde çok miktarda şeker kullanımına bağlı diş çürükleri, kötü
ağız hijyeni, aşırı sigara ile ilişkili periodontal hastalık sıklığının artışı, ağız sağlığı
ve psikiyatrik hastalıklar arasındaki ilişkiyi destekleyen bulgulardır (6).
Kronik şizofreni hastalarında yapılan çalışmalarda, diş çürükleri DMFT
(çürük-eksik-dolgulu diş sayısı toplamı) skoru kullanarak, periodontal gereksinimler
ise, OHI-S (oral health index-ağız sağlığı indeksi), BI (bleeding index-kanama
indeksi), veya CPI (periodontal indeks) ölçümlerinden biri veya birkaçı kullanılarak
ölçülmüştür. Çalışmaların her biri farklı ülkelerde yapılmış olmasına karşın, ağız
sağlığının, genel topluma göre bu hastalarda daha kötü olduğu, karşılanmamış tedavi
gereksinimlerinin çok olduğu ve/veya bu topluluktaki yetersiz ağız diş sağlığı
hizmetleri konusunda ortak bulgular bildirilmiştir
Şizofreni hastalarının DMFT skorunun incelendiği çalışmalardan, diş çürüğü
ve eksik diş sayısının genel topluma göre yüksek olduğu; bunların yaş, hastanede
yatış süresi ve hastalık süresiyle anlamlı bir şekilde arttığı, dolgulu diş sayısının ise
genellikle çok düşük olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum bu hastaların diş tedavi
hizmetlerinden yeterince yararlanamadığını göstermektedir.
Klinik gözlemler ve epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen veriler olumsuz
yaşam koşullarının ve psikolojik faktörlerin periodontal hastalık riskine katkıda
26
bulunduğunu bildirmektedir. Şizofreni hastalarında, tükürüğün kalitesi ve miktarının
yanısıra oral mikrobiyal floranın değişmesi ile endokrin işlev bozukluğu ve
enfeksiyonlara karşı azalmış direnç, periodontal hastalık sıklığını ve derecesini
artırmaktadır. Hastanede yatan şizofreni hastalarının ileri derecede periodontal
hastalığa sahip olduğu birçok araştırmanın ortak bulgusudur. Genel olarak bu
konudaki öneriler, kronik şizofreni hastaların periodontal sağlığı için koruyucu ve
önleyici programları içermektedir. Farklı ülkelerdeki hastanelerdeki kronik
psikiyatrik hastaların periodontal sağlığını inceleyen çalışmalardaki CPI skorları
incelendiğinde ise, her ülkenin farklı tedavi ihtiyaçları olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kronik şizofreni hastalarının periodontal tedavi ihtiyaçlarındaki farklı ülkelerdeki
araştırmalar arasındaki bu farklılıklar, incelenen hasta gruplarındaki yaş ve mevcut
diş sayısı farklılıklarına dayandırılmıştır. Şizofreni hastaları, ruhsal durum veya uzun
süreli ciddi duygusal gerilim ve psikotropik ilaçların yan etkileri nedeniyle
temporomandibular eklem (TME) hastalıkları için de yüksek risk grubunu
oluşturmaktadırlar. TME rahatsızlığı olan hastalarda stres, anksiyete, depresyon ve
somatizasyon sıklığında önemli oranda artış olduğundan, psikolojik faktörlerin, TME
hastalıklarının etyopatogenezinde önemli bir rol oynayabileceği bildirilmiştir. Ruhsal
hastalıklarla ilişkili yaşam gerilimleri, daha sonra TME hastalıklarına yol açabilen
yüz kaslarında gerilim ve bruksizm gibi sonuçları doğurabilir. Öte yandan, TME
hastalıkları ile beraber olan ağrı ve stres, ruhsal bozukluklara neden olabilir.
Hangisinin daha önce oluştuğu henüz netlik kazanmamıştır (6).
Şizofreniye eşlik eden TME hastalık oranı %66-76 arasındadır. Ruhsal
hastalığı olan bireyler TME hastalık belirtilerine ve bruksizme daha yatkındır.
Bruksizm, antipsikotik ve antidepresan ilaçların bir yan etkisi olarak da ortaya
çıkabilir. Ancak, TME hastalığı ve bruksizm belirtilerinin şizofreni hastalarında daha
sık olmasının, santral sinir sistemi aktivitelerinde bozulma veya psikotropik ilaçlarla
başlatılan yan etkilerle ilişkili olup olmadığı henüz kesinlik kazanmamıştır (7).
Şizofrenik hastalıklarda ağız-diş sağlığını etkileyen faktörlere ilişkin olarak
yapılmış çalışmalar değerlendirildiğinde; ileri yaş, hastanede yatış süresi, psikiyatrik
hastalığın süresi, cinsiyet, ve psikotropik ilaçlar kötü ağız sağlığına neden olduğu
bildirilen ve en sık karşılaşılan faktörlerdir. Kronik şizofreni hastalığı olanların ağız
sağlığına ilişkin çalışmalarda tıbbi durumlar, psikotropik ilaçların yan etkileri ve
çevresel faktörlerin etkisine ilişkin veriler yoğun değildir. Alt ve üst çene dişlerinin
27
kapanış bozuklukları (maloklüzyon), TME hastalıkları ve kanser üzerine çelişkili
tartışmaların olması ise; ruhsal hastalığı olan yetişkinlerde karmaşık diş tedavisi ve
ortodontik tedavinin daha az planlanması ve bildirilen verilerin yetersizliği ile
açıklanabilir.
Klinik ve demografik özellikler incelendiğinde, Dünya Sağlık Örgütü
ölçütlerine göre, DMFT indeksinin kadın şizofreni hastalarında daha yüksek olduğu
ve bu indeks puanının hastanın yaşı ve hastanede yatış süresi ile arttığı bildirilmiştir.
Kronik şizofreni hastalarının yatış süresi ne kadar uzunsa diş çürüğü, periodontit ve
sonuçtaki diş kaybı da o kadar fazla olmaktadır ve ayaktan tedavi gören hastalar uzun
süredir yatan hastalardan daha iyi ağız sağlığına sahiptirler. Öte yandan, hastaneye
yatışın, ağız sağlığının korunması veya düzelmesi için bir fırsat sağlayabileceği de
ileri sürülmüştür. Araştırmacılar bu durumu, ağız sağlığı hizmetini sunan birimler ve
hastane arasında iyi iletişim ağı ile ağız-diş sağlığı hizmetine erişimin
kolaylaşmasıyla açıklamışlardır. Bu nedenle ayaktan tedavisini sürdüren kişilerin
ağız sağlığı ihtiyaçlarını gidermek için ikamet ettikleri yerlerde ağız diş sağlığı
birimlerine ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. Bazı araştırmacılar, ağız-diş sağlığı
hizmetlerindeki yetersizlik gibi kurumsal faktörleri, şizofreni hastalarının ağız
hastalıklarındaki
artışın
sebebi
olarak
görmüşlerdir.
Dünyadaki
psikiyatri
hastanelerinin çoğunda uygun diş klinikleri yoktur ve düzenli diş tedavisi
sağlanamamaktadır. Şizofreni hastaları için çok önemli olmasına rağmen hemşireler
ve diğer psikiyatri çalışanları arasında, ağız – diş bakımına öncelik verilmemektedir.
Psikiyatristler, kronik psikiyatrik hastalıkların seyri süresince ağız hastalıkları riskini,
derecesini ve bunların psikolojik etkilerini gözardı edebilmektedirler. Bakıcıların,
personelin ve yöneticilerin ilgisizliği mevcut ağız diş sağlığı sorunlarını
ağırlaştırmaktadır. Şizofreni hastalarını tedavi etme zorluğu nedeniyle, diş
hekimlerinin de konservatif tedavilerde oldukça isteksiz oldukları ve sıklıkla ağrılı
dişleri tedavi etmek yerine çekmeyi tercih ettikleri birkaç çalışmada bildirilmiştir.
Şizofreni hastalarının DMFT indeksinin incelendiği çalışmalarda eksik diş
komponentinin oldukça yüksek, dolgulu diş komponentinin ise çok düşük bulunması
bu bulguları doğrulamaktadır (9).
Antipsikotik ilaçların yan etkileri, şizofreni hastalarındaki kötü ağız sağlığını
etkileyen önemli faktörlerden biridir. Bu hastaların tedavisinde sıklıkla uzun süre ilaç
kullanılması gerekmektedir. Bunun sonucu olarak da klinisyenler kserostomi yan
28
etkisi ile hiç de azımsanmayacak oranda karşı karşıya gelmektedirler. Şizofreni
tedavisinde kullanılan antipsikotik ilaçlar kserostomiye, oral pigmentasyona, ciddi
extrapiramidal belirtilere ve disfajiye neden olabilirler. Düşük potanslı klasik
antipsikotik ilaçlar, özellikle klorpromazin ve tiyoridazin, tükürük bezlerinin
parasempatik uyarımını bloke ederek (antikolinerjik etki) bu hastalarda derin bir
hiposalivasyona neden olabilir.
Bu etkinin sıklığı ve şiddeti antikolinerjik
antiparkinson ilaçların eş zamanlı olarak verilmesiyle artar. Sonuçta oluşan
hiposalivasyon, ağız ortamındaki istenmeyen değişimlere bağlı olarak periodontal
hastalığın şiddetlenmesine ve hızlı çürük oluşumuna sebep olur. Ağız kuruluğu,
mukozal dokuların mekanik travmalara karşı direncinde azalmaya neden olur.
Normal miktarda tükürük olmaması hareketli protez kullanan hastalarda büyük
zorluklar yaşanmasına neden olur. Bu tablo hastanın sadece beslenme durumunu
değil ayrıca psikolojik durumunu da olumsuz etkiler. Bu olumsuz etkiler, klinikte
konuşma, çiğneme, yutkunma zorluğu, ağız ve dudak köşelerinde çatlaklara,
protezlerin retansiyonu ve dengesi ile ilgili sorunlar ve protez travması olarak ortaya
çıkabilir.
Ağız kuruluğu dil papillalarında atrofiye de neden olur. Ayrıca, tükürük
bileşiminde ilaçların etkileriyle oluşabilecek biyokimyasal, immünolojik veya
mikrobiyolojik değişimler tükürüğün kalitesini azaltır ve infeksiyon riskini artırır.
Tükürüğün mekanik temizleme ve nemlendirici etkisi azaldığı için özellikle kandida
tipi enfeksiyonlar görülür. Kserostominin ilerleyen süreçte neden olduğu başlıca
sorunlar; diş çürükleri, periodontal hastalıklar, glossit ve stomatit gibi ağız içi
enfeksiyonlar ve bazı ileri vakalarda tükürük bezlerinin akut enflamasyonudur.
Kserostomili kişilerin kök çürüğü oluşumu bakımından daha fazla risk altında
oldukları bilinmektedir.
Yüksek çürük indeksi nedeniyle kserostomisi olan hastalarda beslenmenin
kontrolü özellikle önemlidir. Alınan besinlerin fiziksel özellikleri de bakteriyel plak
birikimini etkiler. Yumuşak diyetle beslenenlerde bakteri plağı ve diştaşı birikimi
fazladır. Ayrıca, hastalar öğünler arasında şeker kullanmamaları gerektiği konusunda
uyarılmalıdır. % 0.5 sodyum fluorid ağız gargaraları, özel kaşıklar içinde fluorid
jelleri veya %1.1 sodyum fluoridli diş macununun günlük kullanımı diş minesinin
remineralizasyonunu kolaylaştırır ve diş çürüğü sıklığını azaltır. Klorheksidin
glukonat içeren ağız gargaraları gingivitis şiddetini azaltmada etkili olabilir. Likit
29
veya jel formunda tükürük ürünleri dişli hastalarda ve tam protez kullanan dişsiz
hastalarda belirtilerin geçici olarak hafiflemesini sağlar. Alkollü ve kafeinli
içeceklerden kaçınılması, kserostomi şiddetini de azaltacaktır. Gün boyunca sık su
içilmesi ve şekersiz sakız kullanımı tükürük akışını uyararak belirtilerin hafiflemesini
sağlayabilir.Bunun yanısıra, kserostominin şiddetine bağlı olarak hastaya randevular
3-4 aylık aralarla verilip, değerlendirmeler sıklaştırılabilir (8).
Psikotrop ilaçların olası yan etkileri arasında, kserostomiye ek olarak
yumuşak doku travması, ağız boşluğundaki yanma hissi, protez stomatiti, dil ödemi,
fissürlü veya atrofik dil, ağzın özgül olmayan enflamasyonu (stomatit), gingivit, ağız
ülserleri, disgeusia ve bruksizm bulunmaktadır. Siyalore yani tükürüğün aşırı üretimi
ise, şizofreni tedavisinde önemli bir yer tutan klozapinin iyi bilinen bir yan etkisidir.
Siyalore hem hasta hem de çevresindekiler için hoş bir durum değildir, salya akışına
ve yüzde ağrıya yol açabilir (9).
Psikotrop ilaçların birçok olası orofasiyal yan etkileri vardır. Antipsikotik,
duygudurum düzenleyici ve antidepresan ilaçlar tükrük bezi fonksiyonunu bozarak
kserostomiye neden olurken lityum ile valproat sodyum kullanımı ve yoğun
karbonhidrat alma isteğine sebep olabilir. Hastalar kserostomi varlığında ve
karbonhidrattan zengin beslenme biçiminde, sıklıkla şekerli içecek kullanımını
artırırlar. Antipsikotik ilaçlar nadiren de olsa disgeusia (tat duyusunda bozulma) ve
stomatit gibi istenmeyen etkilere neden olabilirler. Benzodiazepinler ise hem
kserostomi hem de sialoreye neden olabilir. Duygudurum düzenleyici ilaçlardan
lityumun kserostomi ve disgeusiaya neden olduğu, buna karşın valproat sodyum ve
karbamapezin ile tedavi sırasında kserostomi ve glossit görülebildiği bildirilmiştir.
Antidepresan ilaçların çoğunun kserostomi, glossit ve stomatit’e neden
olduğu, bu ilaçların küçük bir kısmının ise sialadenit, gingivit ile dilin ödemine ve
boyanmasına sebep oldukları gösterilmiştir. Antidepresan ilaçlardan bupropionun
trigeminal sinirin oftalmik ve maksiller bölümlerinin hiperestezisine sebep olduğu
bildirilmiş, ancak oluşum mekanizması tanımlanamamıştır.
Uzun süreli lityum tedavisinin oral yan etkilerine ilişkin çeşitli veriler
mevcuttur. Likenoid stomatit, lityum karbonatın istenmeyen bir yan etkisidir ve
lityum tedavisiyle başlatılan immunregülasyondaki değişimlere olan yanıtı
simgelediği düşünülmektedir. Lityum tedavisiyle birlikte özgül olmayan stomatit de
bildirilmiştir. Çeşitli hastalar ise lityum tedavisi devam ederken ağızda metalik bir tat
30
alma duyusu bildirmişlerdir. Özellikle tedaviye dirençli olgularda kullanılan bir
antipsikotik ilaç olan klozapine bağlı gelişen agranülositoz ve lökopeni ağızda
buccomukozal ülserasyonlar ve kandida infeksiyonları olarak belirti verebilir.
Antipsikotik ilaçların yan etkilerden bir diğeri ise, protez kullanımını zor hale
getirebilen ekstrapiramidal sistem yan etkileridir. Ayrıca bu yan etkinin tedavisinde
kullanılan biperiden gibi antikolinerjik ilaçlar da kendi başlarına tükürük azalmasına
neden olurlar. Diskinezi ve distoni, uzun süreli antipsikotik ilaç kullanımının en
önemli yan etkileridir ve bazen anormal çene hareketleriyle birlikte, dil ve yüz
kaslarının anormal istem dışı hareketleriyle karakterizedir. Dil protrüzyonu ve
retraksiyonu ve yüz buruşturma sık görülen belirtilerdir. Bu belirtiler diş tedavisinin
sağlanmasında hastaya, bakıcıya ve ağız-diş sağlığı hizmeti veren ekibe sorun
oluşturabilir.
Orofasiyal diskinezi istemsiz, tekrarlayıcı, stereotipik yüz, dil ve ağrılı
olabilen çene hareketleridir. Diskinezi tutucu protezlerin yapılmasına engel olur ve
bireyin protezlerini kullanabilmesini zor hale getirir. Diskineziler spontan
(kendiliğinden-idiopatik) veya tardif (ilaçla başlatılan) olabilir. Diş hekimleri,
orofasiyal diskinezinin; diş aşınması ve kırılması, protez hasarı ve yerinden çıkması,
dişsiz bireylerde aşırı kemik kaybı, orofasyal ağrı, TME dejenerasyonu, dil ve yanak
ısırma sonrası ülserler, disartri, disfaji, çiğneme zorlukları, yetersiz besin alımı ve
kilo kaybı ve yüz estetiğinin bozulması sonucunda sosyal çekingenlik gibi iyi bilinen
komplikasyonlarının farkında olmalıdır. Tardif diskinezi ile beraber olan aralıksız
mandibular hareketler, hareketli protezlerin oynamasına, mukoza ülserlerinden
kaynaklanan orofasiyal ağrıya ve çiğneme kaslarında yorulmaya sebep olabilir. Bu
istemsiz hareketler anormal çiğneme alışkanlıklarına ve yüzde tiklere de neden
olabilir. Prematüre diş aşınması, hareketli protez tutuculuğunun bozulması,
konuşmanın bozulması ve sosyal sıkıntılar bu durumun diğer sonuçlarıdır.
Santral sinir sistemini etkileyen kronik şizofreni, Alzheimer hastalığı,
demans, otizm, mental retardasyon ve Rett sendromu gibi çeşitli hastalıklarda
spontan orofasiyal diskinezi görülebilir. Spontan orofasiyal diskinezi ayrıca protetik
stereotipler olarak isimlendirilen uyumsuz hareketli protezler, ağız ağrısı ve yetersiz
ağız hijyeni algısının sonucu olarakta ortaya çıkabilir. Uyumsuz protezleri
kullanmanın, oral steorotipler için protez kullanmayanlardan daha fazla risk taşıdığı
ileri sürülmüştür. Orofasyal diskinezi ve tardiv diskinezi süreç içerisinde dişlerin
31
tamamen dökülmesine yol açabilir. Tam dişsizlik, hareketli protezler ve spontan oral
diskinezi arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak için daha detaylı çalışmalardan elde
edilecek verilere gereksinim vardır.
Oromandibular distoni çiğneme, fasiyal veya lingual kasların tekrarlayıcı
veya devamlı spazmlarıyla giden bir fokal distonidir. Bu süreç; istemsiz ve
muhtemelen ağrılı çene açma, kapama, sapma veya geriye doğru hareketler veya bu
hareketlerin bir kombinasyonu ile sonuçlanır. Bu hastalara yanlışlıkla TME
disfonksiyonu, TME dislokasyonu tanısı konabilir ya da psikolojik bir tabloya bağlı
olduğu şeklinde bir yorum yapılabilir. Atipik antipsikotikler, benzodiazepinler,
duygudurum düzenleyici ve antidepresan ilaçların orofasiyal yan etkileri aşağıdaki
tabloda özetlenmiştir (Tablo 1).
Tablo 1. Atipik antipsikotikler, benzodiazepinler, duygudurum düzenleyici ve
Siyalore
Disfaji
Siyaladenit
Disguesia
Stomatit
Gingivit
Glosit
Dil ödemi
Boyalı dil
Bruksizm
Klozapin
Risperidon
+
+
+
+
+
+
+
-
+
+
+
+
-
+
+
-
Olanzapin
+
+
+
-
-
+
+
+
+
-
-
Ketiapin
+
+
+
-
+
+
+
+
+
-
+
Lorazepam
-
+
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Klonazepam
+
+
-
-
+
-
+
-
-
-
-
Lityum
+
-
-
+
+
+
-
-
-
-
-
Valproat
+
-
-
-
+
-
-
+
-
-
-
Karbamazepin
+
-
-
-
-
+
-
+
-
-
-
Sitalopram
+
-
-
-
+
+
+
+
-
-
+
Fluoksetin
+
-
-
+
+
+
+
+
_
+
+
Fluvoksamin
Paroksetin
Sertralin
Bupropion
+
+
+
+
-
-
+
-
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
-
+
-
+
+
+
Diğer
Kserostomi
antidepresan ilaçların orofasiyal yan etkileri
Diş ağrısı, Dilde paralizi
Boyunda rijidite, Fasiyal ödem,
Oral moniliasis, Dişeti absesi
Bucco-glosal sendrom,Çürük,
Ağız ülserleri,Dişeti kanaması
Paslı dil, dilde kalınlık hissi,
periorbital ödem, diş ağrısı,
pyrosis,çene ağrısı
Karbonhidrat isteği
Periodontal abse, Sinüzit,
Boyun ağrısı, Karbonhidrat
isteği
Eritema Multiform,
Karbonhidrat isteği
Çene ağrısı, bucco-glosal
sendrom
Diş ağrısı,
Çürük, disfaji
Disfaji, gingival hiperplazi
Diş ağrısı, oral ödem, disfaji
Klasik antipsikotik ilaçlar, TME dislokasyonu, bozulmuş öğürme refleksi ve
obstrüktif disfajiye bağlı ölüm sıklığının artmasına sebep olabilen çene kasları
spazmlarına da yol açabilirler. Dislokasyon, artiküler disk boşluğunun kollapsıdır.
Disk eminens ile direkt ilişkide olan kondile doğru anterior yönde itilir. Bu pozisyon
kondilin biyomekanik sınırından daha fazla rotasyon yapması ile olur. Ağzın genişçe
32
açılmasının ardından prognatik pozisyonda kilitlenme olur ve mandibula
kapatılamaz. Vertikal yönde hareket yaptırılamaz. Kondiller preauriküler bölgede
depresyonlara neden olabilir (10).
Klasik antipsikotik ilaçların sıkça görülen hareket bozuklukları yan etkisi;
klozapin, risperidon, olanzapin ve ketiyapin, ziprasidon, aripiprazol gibi yeni kuşak
antipsikotiklerde daha az görülür. Bu yeni ilaçlar dopamin reseptörlerine daha düşük
bağlanma afiniteleri nedeniyle, daha düşük ekstrapiramidal yan etki riskine sahiptir
ve aynı zamanda şizofreninin hem pozitif hem de negatif belirtilerine karşı
etkindirler. Bruksizm sık görülen, diş gıcırdatma ve/veya diş sıkma ile giden güçlü
çene hareketlerinin neden olduğu olağandışı artmış çene aktivitesidir. Geçmiş
yıllarda, oklüzal bozukluklar ve orofasiyal bölgenin kemik yapısının anatomisi gibi
morfolojik faktörlerin bruksizme neden olduğu öne sürülmüştür. Ancak günümüzde
santral sinir sistemindeki çeşitli nörotransmitterlerin, özellikle dopaminerjik
sistemdeki düzensizliklerin, afferent ve efferent talamik ve/veya striatopallidal
yollardaki işlev bozukluğunun, hareketlerin koordinasyonunda rol oynayan bazal
gangliyonların rolü üzerinde durulmaktadır.
Bruksizm, parkinsonizm gibi bir nörolojik hastalık, depresyon, şizofreni gibi
bir psikiyatrik bozukluk sırasında ya da bir ilaç kullanımı ile ortaya çıkıyorsa "ikincil
bruksizm" olarak adlandırılır. Dopamin antagonisti ilâçların bruksizm ortaya çıkarıcı
veya mevcut bruksizmi kötüleştirici etkisi bulunmaktadır. Venlafaksin ve seçici
serotonin geri alım inhibitörleri (selective serotonin reuptake inhibitors-SSRI) ile
bruksizmin arttığını bildiren olgu sunumları vardır. SSRI kullanmakta olan bazı
hastalarda periodontit de şiddetlenebilir çünkü bu ilaçların bruksizmi de içine alan bir
hareket hastalığına neden olduğu gösterilmiştir. Bu ilaçlar ekstrapiramidal serotonin
seviyelerini artırarak ve böylelikle bu kontrol hareketlerinin dopaminerjik yollarını
baskılayarak bruksizm oluşturabilirler.
Stresin bruksizmi tetiklediği yönündeki genel kanıya karşın, anksiyolitik
etkili ilaçların bruksizmi ortadan kaldırıcı etkisi ile ilgili bulgular çelişkilidir.
Örneğin; klonazepamın TME hastalıklarına etkili olduğu, ancak bruksizme etkisi
olmadığı bildirilmiştir. Diazepamın bruksizmi azalttığı yönünde bulgular vardır.
Ancak, genel olarak benzodiazepinlerin bruksizmi arttırabileceği de unutulmamalıdır
(12).
33
2.11.
Şizofrenide Diş Hekiminin Yaklaşımı
Şizofreni gibi psikiyatrik bozuklukları bulunan kişilerin tedavi edilmesi için
diş hekimlerine genellikle ihtiyaç duyulacaktır. Bu hastalıkların semptomları ve
bulguları çoğunlukla o kadar barizdir ki diş hekimlerinin üzerine düşen görev, sık
rastlanan psikiyatrik bozukluklarla ilgili olarak bu hastalıkların seyirlerini ve tıbbi
yönetimlerini de kapsayacak bir şekilde, temel bir anlayışa sahip olmaktır. Bu tür
bozuklukların farmakoterapötik yönetiminde kullanılan çok sayıdaki psikotropik
ilaçların yan etkileri de dahil olmak üzere çeşitli belirtileri olarak ortaya çıkan pek
çok oral sağlık probleminin daha ileri düzeyde anlaşılmasında önemli olacaktır.
Psikiyatrik problemler genellikle gözle görülmez oldukları için, bu bozuklukların her
birinin gerçekten integral bir parçası olan ilişkili ve çok gerçek bozukluklar itiraf
edilemeyebilir. Bu konuda odak noktası, bütün psikiyatrik hastalıklar içinde en
ciddilerinden biri olan şizofreninin açıklanması ve bu hastalığın diş hekimlerinin
bakış açısından sahip olabileceği etkilerin incelenmesidir (7).
Belli bir yıl içinde her yüz Kanadalıdan yaklaşık olarak biri şizofreni
geçirmekte ve bu hastalıktan muzdarip olmaktadır. Kanada'da mental hastalıklar için
yapılan hospitalizasyonların (hastane yatışlarının) yaklaşık olarak %85'i, yaklaşık her
12 hastane yatağından 1'inin şizofrenili hastalar için kullanıldığı genel hastanelerde
gerçekleşmektedir. Bu, kardiyovasküler hastalıkların dışında diğer herhangi bir
hastalık için gerek duyulandan daha fazla yatak sayısını temsil etmektedir (7).
Kanada'da yapılan epidemiyolojik çalışmalar, şizofreninin Kanada nüfusunun
yaklaşık olarak %1'ini (her 100 erişkinden birini) etkilediğini ve hastalık
başlangıcının genellikle geç ergenlik döneminden, kişilerin daha ileri eğitim
fırsatlarını takip ettikleri veya yeni bir kariyer yolu aradıkları erken erişkinlik
döneminde olduğunu ortaya çıkarmıştır . Kadınlar ve erkekler hastalıktan eşit şekilde
(derecede) etkilenirken semptomlar erkeklerde genellikle daha erken gelişme eğilimi
gösterir. Çocuklarda meydana gelen şizofreni nadir olup yaklaşık olarak her 40.000
çocukta 1 olgu insidansı bildirilmektedir. Semptomatoloji esas olarak erişkinlerde
görülenle aynıdır ama otizm gibi diğer bozukluklarda ayırımda zorluklarla
karşılaşılabilir. Kırk beş yaşından sonra, geçbaşlangıçlı şizofreni olarak adlandırılan
durumda kadınlar erkeklere göre hospitalizasyon oranları da dahil olmak üzere daha
yüksek hastalık oranlarına sahip olma eğilimi gösterirler. Bu istatistiklerin önemi,
hemen hemen bütün oral sağlık bakım pratiğinin belli bir psikiyatrik hastalığa
34
yakalanmış olan ama semptomatolojsi genellikle çok bariz olmayan veya kolaylıkla
tanınmayan hastaları da içerecektir.
Paranoid şizofrenili hastalar çok şüpheci olabilirler ve bu kişilere hem verbal
(sözel) hem de fiziksel olarak çok yavaş ve tehdit edici olmayan bir şekilde
yaklaşılmalıdır. Ani hareketlerde bulunulmamalıdır. Hasta, beklenen şeyler
konusunda uyarılmalı ve kendisine bir sonraki aşamada ne yapılacağı gösterilmelidir.
Dental görüşme sırasında bu kişilerde ayağa kalkma ve hareket etme isteği olabilir.
Nöroleptik ajanlarla aşırı solunum depresyonuna yol açabilecek sinerjik bir
reaksiyonun önlenmesi için dental sedatif ilaçların dikkatle kullanılması gerekir.
Epinefrinle lokal anestezi normotansif hastalarda advers etkilere sebep olmaz (8).
Şizofrenili hastaların yaklaşık olarak % 70'i sigara içerken genel
popülasyonda bu oran %25 civarındadır. Dolayısıyla, akciğer kanserinden ölüm
insidansının genel popülasyondakinin yaklaşık 2 katı kadar olması sürpriz değildir.
Sigara içmenin kişinin oral sağlığı üzerindeki etkisi sadece periodontal bir bakış
açısından değil ama aynı zamanda artmış oral kanser riski açısından da anlamlıdır.
Bu durum diş hekimi hijyenist tarafında kapsamlı baş ve boyun muayenesinin bir
parçası olarak şüpheli oral lezyonların erken tespit edilmesi konusunda artmış bir
vijilansı (canlılığı) gerektirmektedir, Bilhassa ağız tabanı, dilin ventral yüzeyi ve alt
dudak gibi böyle yüksek riskli yerler her hasta için tam/titiz bir şekilde
değerlendirilmelidir. Ayrıca, sigara içmenin metabolizmayı ve antipsikotik ilaç
tedavisinin etkinliğini değiştirmesi de bu tür ilaçların yüksek dozlarının
uygulanmasını ve dikkatli bir şekilde titre edilmesini gerektirir. Bu risk faktörlerinin
azaltılmasında yaşam tarzı değişikliklerinin kritik olmasına karşın şizofrenili hastalar
bu açıdan ek bariyerlerle karşı karşıya bulunmaktadır.
Sistemik bir hastalıkla seyreden herhangi bir hastanın tam olarak
değerlendirilmesi gerektiği için, kronik şizofreni öyküsüyle bize başvuran
hastalarımızı da rahat/konforlu bir şekilde değerlendirmemiz gerekir, diğer şeylerin
yanında ayrıca alınan güncel ilaçların doğru bir listesini, hastalığın stabilite
derecesini, onanım kabul edilmesiyle ilgili sorularla beraber ve hem hastalığın hem
de uygulanan güncel tedavinin yan etkilerini belirlememiz gerekir. Şizofreni tanısına
özgü zorluklar bazı daha tipik klinik oral bulgularla ilgilidir. Bu zorluklar arasında iş
kaybına bağlı finansal meseleler, yüksek yeniden hastaneye yatış oranları, aile
desteğinin ve/veya sosyal destek ağlarının yokluğu ve hastalığın, bu hasta grubunda
35
eninde sonunda yüksek dental carries ve periodontal hastalık oranına katkıda bulunan
kendi stigmaları (damgalama) yer almaktadır . Xerostomia yani ağız kuruluğu, pek
çok antipsikotik ilacın özellikle artmış kök carries insidansı başta olmak üzere
çürüme prosesine daha fazla katkıda bulunan şiddetli bir oral yan etkisi olmayı
sürdürmektedir. Xerostomia ayrıca sıklıkla ağrılı oral ülserasyonlarla (örneğin protez
ile ilişkili travmayla), ağız yanmasıyla, disfajiyle, konuşma zorluğuyla ve candidiasis
ile sonuçlanır. Normal bir miktarda salyanın bulunmaması sebebiyle protezlerin rahat
bir şekilde takılmasında büyük zorluklar yaşanabilir. Bu da hastanın sadece genel
nutrisyonel durumunu (beslenme durumunu) değil ama aynı zamanda psikolojik
durumlarını da etkilemektedir. Polifarmasi (çok sayıda ilaç kullanımı), şizofreni de
dahil olmak üzere psikiyatrik hastalıkların farmakoterapötik yönetiminde çoğu
zaman önemli bir faktör olmaktadır; bu ilaç kombinasyonları ağız kuruluğu
semptomlarının
ve
bulgularını
arttırmaktadır.
Hastanın
hekimiyle
veya
psikiyatristiyle konsültasyondan sonra yapılan ilaç değişiklikleri çoğu zaman söz
konusu olmamaktadır ve ağız kuruluğunun şiddetini azaltmaya yardımcı olması için
düzeltici önlemlere çoğu zaman ihtiyaç duyulmaktadır.
Bunun başarılması için önleyici/koruyucu (preventive) dental eğitim, diğer
kronik mental hastalıklardan olduğu kadar kronik şizofreniden de muzdarip olan bir
hastada dental yönetimin kritik bir yönünü oluşturmaya devam etmektedir. İş birliği
zaman içinde büyük farklılıklar gösterebilir. Uygun dental bakıma hastanın
uymaması (uyumsuzluğu), genel olarak tıbbi girişimlere karşı uyumsuz bir tavrı
(tutumu) yansıtabilir ve diş hekimi için en zorlayıcı çıkan şey bu ihtiyaç algılamaları
olabilir. Bu durum, özellikle psikotrop ilaç tedavisine bağlı olarak şiddetli
xerostomiden muzdarip olan hastalarda daha sık görüşme planlanmasını yapılmasını
gerektirebilir. Motivasyonsuzluk ve ilgisizlik yüzünden günlük oral hijyen
pratiklerini rutin olarak yerine getirmeyen hastalarda oral hijyen tekniklerinin
öğretilmesi için aile üyelerinin desteğinin listelenmesi gerekebilir. Ağız kuruluğu
yönetim protokolünün bir parçası olarak piyasada bulunan ticari salya muadilleri,
önerilmektedir. Ayrıca şekersiz sakız ve şekerleme gibi salya uyarıcıları da
önerilmektedir. Alkollü, kafeinli ve gazlı (karbonatlı) içeceklerden kaçınılması
xerostomia şiddetinin azaltılmasına yardımcı olduğu gibi bu tür içeceklerin zaten
bozulmuş olan dentisyon üzerindeki sekonder/ikincil erozif etkilerini de azaltır.
Diyet ayrıca, diş hekimi için yüksek carries indeksinin azaltılması çabası içinde çok
36
önemli bir amaçtır. Orta ve şiddetli derecede ağız kuruluğu yaşayan bir kişide
çoğunlukla, kaba ve daha kıvamlı yiyeceklerden kaçınılarak daha kolay yenilebilen
karbonhidratlı çerez türü gıdaların tüketilmesi yönünde bir eğilim vardır.
Klorheksidin içeren antibakteriyel ağız gargaralarının, bu tedavi modalitesiyle
görülebilen dişlerde geçici renk değişikliği ve tat değişiklikleri etkilerinin akılda
tutulması şartıyla gingivit şiddetini azaltmada etkili olduğu kanıtlanmıştır. Diş
macunu ve %0.4 kalay-florürlü ağız yıkamaları gibi florür içeren diğer ürünler de
koruyucu donanımın kritik bir kısmını oluşturmaktadır. Düzenli kök temizliği,
proflaksi ve oral hijyen eğitimi, ardından gereken her türlü restoratif, cerrahi ve
prostetik bakımın uygulandığı her türlü dental hijyen programının köşe taşı olmayı
sürdürmektedir. Yeniden muayene, proflaksi ve topikal florür yıkama/parlatma
tedavileri için genellikle 3-aylık geri çağırma aralıklarına ihtiyaç vardır.
Etkili bir geri çağırma programı hayata geçirilebilmek amacıyla, görüşme
programı için hastanın koordine edilmesi gerekebilir (14).
Doğru/geçerli bir şekilde vazokonstriktör kullanılan lokal anestezikler pek
çok prosedürde kullanılabilir. Ancak şiddetli bir aşırı duyarlılık (hipersensitivite)
epizodunun önlenmesi için genellikle l:100.000'lük solüsyondan en fazla 2 kartuş
önerilmektedir. Bu, diş hekiminin veya dental hijyenistin enjeksiyon esnasında aspire
ettiğini ve ayrıca yavaş bir şekilde enjeksiyon yaptığını var saymaktadır. Retraksiyon
kordonlarında veya hemorajinin kontrol altına alınması için uygulanan epinefrin
(adrenalin) kontrendikedir (13).
Klozapin alan/kullanan hastalar agranülositoz ile ilgili semptom ve bulgular
gelişimi açısından artmış bir risk altındadırlar ve bu sebeple diş hekimleri de bu ilacı
alan kişilerde ağrı (oral ülserasyonlardan kaynaklanan), ateş ve boğaz ağrısı
semptomları konusunda uyanık olmalıdırlar. Alkol veya uyuşturucu kullanımı
öyküsünün bulunması da şizofreni öyküsü olan bir hastanın dental yönetimini
komplike eden faktörler olabilmektedir. Karaciğer fonksiyonunun irreversibl bir
şekilde bozulmuş olması kişiyi artmış bir hemoraji riskine, gecikmiş yara
iyileşmesine, artmış enfeksiyon riskine ve diş hekimliğinde yaygın olarak kullanılan
asetaminofen, amid-içeren lokal anestezikler ve kodein gibi pek çok ilacın
metabolizmasında değişikliğe predispoze hale getirebilir. Diş hekimleri ayrıca,
antipsikotik ilaçlarla tedavi edilmekte olan hastalarda meydana gelebilecek ciddi ilaç
etkileşimlerini de tanımalıdır.
37
Ön değerlendirme araştırmaları şizofreninin, gerçek bir psikotik bozukluk
olmaktan çok psikozun mevcut bulunduğu gelişimsel bir bozukluktan daha fazlası
olduğu teorisini öne sürmektedir. Bu teori, vücutta ve özellikle de oral kavitede eş
zamanlı gelişimsel anormalliklerin gösterilmesiyle ortaya çıkmıştır. Şizofrenili
hastaların anlamlı bir şekilde daha geniş damaklarının olduğu ve ayrıca bu hastalarda
diastema, diş rotasyonu, crowding, peg lateral ve arklar arası diş boyutu uyumsukları
gibi diğer gelişimsel dental anormalliklerin de daha yüksek bir insidansla görüldüğü
gösterilmiştir. Hem kendi kanıtlarına hem de şizofrenide hem fiziksel hem de
nöropsikiyatrik komorbidite ile ilgili diğer araştırmacıların kanıtlarına bakan bu
araştırmacı grubu, büyük ölçüde psikotik semptomatoloji temelinde tanımlanan bir
şizofreni modeli yerine şizofreni ile ilgili daha tek parça bir model önermektedir.
Diğer araştırmalar psikiyatrik hastalarda hem bruksizmin hem de temporomandibüler
bozuklukların (TMD) daha yüksek bir prevalansa sahip olduğunu göstermiştir ki bu
durum primer hastalık (yani şizofreni) ile ilgili bir diğer anlamlı komorbiditeyi
yansıtmaktadır. Özellikle şizofreni hastalarının, yaşa göre eşleştirilmiş sağlıklı
kontrol olgularından daha yüksek ağrı eşiklerine ve ağrı tolerans düzeylerine sahip
oldukları gösterilmiştir. TMD ve bruksizm bulgularının anormal santral sinir sistemi
aktivitelerini mi yansıttığı yoksa nöroleptiklerle indüklenen problemler mi olduğu
hala belirlenmemiştir. Ağrı eşiğindeki değişiklik tanı ve tedavide gecikmeye yol
açabilir ve bu da uzun dönemde daha ciddi klinik sonuçlara yol açabilir (11).
Şizofreniden muzdarip olan hasta için tedavi planlama konulan hem esnek
hem de gerçekçi olmalıdır ve pek çok olguda koruyucu bakım açısından agresif
olmalıdır. Her türlü tedavi planının amacı oral sağlığın, konforun ve fonksiyonun
sürdürülmesi olacaktır ve bu spesifik hasta popülasyonunda güncel farmakoterapötik
rejimleri, psikolojik durumu ve gerektiğinde tedavi onamı ve yetkinliği ile ilgili
konuları belirlemede bir hekimle veya bir psikiyatristle profesyoneller arası bir
konsültasyonu gerektirir. Ayrıca, dental tedavinin uygulanmasından önce bazı sedatif
(sakinleştirici) modalitelerin uygulanması ile ilgili konular, güncel psikotrop ilaçların
yan etkilerinin herhangi bir şekilde potansiyalize olmasının (güçlenmesinin,
şiddetlenmesinin) önlenmesi için önceden hekim konsültasyonu yapılmasını
gerektirir. İmplant tedavisi gibi ileri prosedürler xerostomia derecesi, oral hijyen
düzeyi ve pek çok olguda finansal kaynakların veya desteğin bulunması açısından
daha detaylı bir olgu çalışmasını ve analizi gerektirebilir.
38
3. AMAÇ
Bu çalışmanın amacı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Psikoz
Polikliniğine başvuran 30 şizofreni hastası ile Ege Üniversitesi Diş Hekimliği
Fakültesi Oral Diagnoz Bilim Dalına tedavi ihtiyacı ile başvuran 30 psikiyatrik
açıdan sağlıklı bireyin oral hijyen alışkanlıklarının karşılaştırılmasıdır.
39
4. MATERYAL VE YÖNTEM
Çalışmamızın deneklerini yaş sınırlaması yapılmaksızın ege üniversitesi tıp
fakültesi hastanesi psikoz polikliniğine başvuran 11 kız, 19 erkek toplam 30 şizofreni
hastası ile ege üniversitesi dişhekimliği fakültesi oral diagnoz bilim dalına tedavi
ihtiyacı ile başvuran bilinen bir psikiyatrik hastalığı bulunmayan ve psikotrop bir ilaç
kullanmayan 17 kız 13 erkek toplam 30 rastgele seçilmiş hasta oluşturmuştur.
Materyal toplama işlemi için ege üniversitesi diş hekimliği fakültesi
periodontoloji bilim dalı başkanı Prof. Dr. Haluk Baylas gözetiminde hazırlanan
anket formu kullanılmıştır. Anketin çalışmaya katılmayı kabul eden hastalar
tarafından yanıtlanması sağlanarak ardından isteyen hastalara oral hijyen eğitimi
verilmiştir. Anket ekler bölümünde yer almaktadır.
40
5. BULGULAR
Çalışmamızda elde edilen veriler ege üniversitesi fen fakültesi istatistik
bölümünde SPSS 16.0 programı kullanılarak analiz edilmiştir. Tablo 2-11
Tablo 2. Şizofreni hastalarında diş fırçalama sıklığı
Sıklık
N
%
Ara sıra
12
40
Günde üç defa
1
3
Günde iki defa
4
13
Günde bir defa
10
30
Fırçalamıyor
3
10
Toplam
30
Tablo 3. Kontrol grubunda diş fırçalama sıklığı
Sıklık
N
%
Ara sıra
3
10
Günde üç defa
1
3
Günde iki defa
14
46
Günde bir defa
10
30
Fırçalamıyor
2
6
Toplam
30
Tablo 4. Şizofreni hastalarında diş ipi kullanım sıklığı
Sıklık
N
%
Kullanmıyor
29
96
Günde bir defa
0
0
Haftada bir defa
0
0
Ara sıra
1
3
Toplam
30
41
Tablo 5. Kontrol grubunda diş ipi kullanım sıklığı
Sıklık
N
%
Kullanmıyor
21
70
Günde bir defa
0
0
Haftada bir defa
2
6
Ara sıra
7
23
Toplam
30
Tablo 6. Şizofreni hastalarında diş hekimine gitme sıklığı
Sıklık
N
%
Diş ağrıdığı zaman
15
50
Altı ayda bir
2
6
Yılda bir
1
3
Gitmiyor
12
40
Toplam
30
Tablo 7. Kontrol grubunda diş hekimine gitme sıklığı
Sıklık
N
%
Diş ağrıdığı zaman
17
56
Altı ayda bir
4
13
Yılda bir
9
30
Gitmiyor
0
0
Toplam
30
Tablo 8. Şizofreni hastalarında diş fırçasını değiştirme sıklığı
Sıklık
N
%
Çok eskidiğinde
8
26
Altı ayda bir
8
26
Yılda bir
8
26
Değiştirmiyor
6
20
Toplam
30
42
Tablo 9. Kontrol grubunda diş fırçasını değiştirme sıklığı
Sıklık
N
%
Çok eskidiğinde
2
6
Altı ayda bir
23
76
Yılda bir
5
16
Değiştirmiyor
0
0
Toplam
30
Tablo 10. Şizofreni hastalarında sigara kullanım sıklığı
Sıklık
N
%
Kullanmıyor
12
40
Günde bir, iki tane
2
6
Günde yarım paket
1
3
Günde bir paket
8
26
Günde iki paket
7
23
Toplam
30
Tablo 11. Kontrol grubunda sigara kullanım sıklığı
Sıklık
N
%
Kullanmıyor
24
80
Günde bir, iki tane
5
16
Günde yarım paket
1
3
Günde bir paket
0
0
Günde iki paket
0
0
Toplam
30
SPSS 16.0 programı kullanılmıştır.
43
6. TARTIŞMA
Tablo 2 ve tablo 3 de görüldüğü gibi şizofreni hastalarının %40 ünde diş
fırçalama sıklığı ara sıra %3 ünde günde 3 defa %13 ünde günde 2 defa % 30 unda
günde 1 defa %10 unda fırçalamıyor iken, kontrol grubunun %10 unda ara sıra
% 3 ünde günde 3 defa % 46’sında günde 2 defa % 30 unda günde 1 defa %6’sında
fırçalamıyor olarak tespit edilmiştir.ancak bu verilerin doğruluğu tartışılabilir, günde
iki defa fırçaladığını söyleyen bir hasta hiç fırçalamıyor da olabilir.bu veriler baz
alındığında her iki grup arasında diş fırçalama sıklığı açısından fark anlamlı
bulunmuştur.bu veriler oral hijyen alışkanlıklarının her iki grupta farklı olduğunu
göstermektedir.diş fırçalama sıklığı yetersiz saptanan şizofreni hastalarının sayısı
kontrol grubu hastalarından anlamlı oranda daha fazladır.
Tablo 4 ve tablo 5 de görüldüğü gibi şizofreni hastalarının %96’sında dişipi
kullanım sıklığı kullanmıyor % 3 ünde arasıra iken, kontrol grubunun % 70 inde
dişipi kullanım sıklığı kullanmıyor % 6’sında haftada bir defa % 23 ünde arasıra
olarak tespit edilmiştir.her iki grup arasında dişipi kullanım sıklığı açısından fark
anlamlı bulunmuştur.
Tablo 6 ve tablo 7 da görüldüğü gibi şizofreni hastalarının % 5 inde diş
hekimine gitme sıklığı dişi ağrıdığı zaman % 6’sında altı ayda bir % 3 ünde yılda bir
defa % 40 ında gitmiyor şeklinde iken, kontrol grubunun %56’sında dişi ağrıdığı
zaman %13 ünde altı ayda bir %30 unda yılda bir olarak tespit edilmiştir.her iki grup
arasında diş hekimine gitme sıklığı açısından fark anlamlı bulunmuştur.diş hekimine
gitme sıklığı yetersiz saptanan şizofreni hastalarının sayısı kontrol grubu
hastalarından anlamlı oranda daha fazladır.
Tablo 8 ve tablo 9 da görüldüğü gibi şizofreni hastalarının %26’sında diş
fırçası değiştirme sıklığı çok eskidiğinde % 26’sında altı ayda bir % 26’sında yılda
bir %2 sinde değiştirmiyor iken kontrol grubunun %6’sında çok eskidiğinde
%76’sında altı ayda bir %16’sında yılda bir olarak tespit edilmiştir.her iki grup
arasında diş fırçasını değiştirme sıklığı açısından fark anlamlı bulunmuştur.
Tablo 10 ve tablo 11 da görüldüğü gibi şizofreni hastalarının %40 ında sigara
kullanım sıklığı kullanmıyor % 6’sında günde bir iki tane % 3 ünde günde yarım
44
paket % 26’sında günde bir paket % 23 ünde günde iki paket iken kontrol grubunun
% 8 inde kullanmıyor, % 16’sında günde bir iki tane % 3 ünde günde yarım paket
olarak tespit edilmiştir.bu veriler baz alındığında her iki grup arasında sigara
kullanım sıklığı açısından fark anlamlı bulunmuştur.sigara kullanım sıklığı fazla olan
şizofreni hastalarının sayısı kontrol grubu hastalarından anlamlı oranda fazladır.
Sonuç olarak,çalışmamızda şizofreni hastalarında oral bakım alışkanlıklarının
kontrol grubuna göre daha yetersiz olduğu tespit edilmiştir.çalışmaya katılan tüm
bireylerde,ağız hijyenine olan ilginin,şizofreni hastalarında daha düşük olmak
üzere,genelde düşük düzeyde olduğu görülmüştür.ancak kesin yargılara daha çok
sayıda hasta ve daha geniş araştırmalarla ulaşılabilir.ayrıca şizofreni hastalarında
sigara
kullanımının
kontrol
grubuna
göre
oldukça
fazla
olduğu
dikkat
çekmiştir.toplumda ağız bakımı farklı toplumsal kesimlerde farklılıklar göstermekle
beraber şizofreni gibi özbakım alışkanlıklarının belirgin düzeyde azaldığı bazı
psikiyatrik hastalıklarda özellikle gerilemektedir.ağız diş sağlığı konusunda
farkındalık azalmakta bakım ve gerekli tedaviler ihmal edilebilmektedir.
45
7. ÖZET
Şizofreni hastalarında oral hijyenin toplum genelinden daha düşük olması
nedeniyle ülkemizde ve dünyada ağız diş sağlığı eğitim programlarının şizofreni
hastalarını
da
kapsayacak
şekilde
yaygınlaştırılmasının
gerekli
olduğu
düşünülmektedir. Şizofreni hastalarının oral hijyen konusunda daha fazla
bilgilendirilmesi ve daha yoğun bir tedavi yaklaşımının olması gerekmektedir.sigara
kullanımının şizofreni hastalarında toplum geneline göre daha fazla olması
dolayısıyla sigarayla mücadeleye yönelik yürütülen ulusal politikalarda şizofreni
hastalarına özel önemin verilmesi gerekmektedir.şizofreni hastalarının toplumsal
rehabilitasyonu ve terapi çalışmaları içine ağız diş sağlığı eğitimlerinin de dahil
edilmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
46
8. EKLER
AĞIZ-DİŞ BAKIM ANKETİ
Protokol No: ..............................................................
1-Adı-Soyadı: ............................................................................................................
2-Yaş: ........................................................................................................................
3-Cinsiyet: .................................................................................................................
4-Meslek: ...................................................................................................................
5-Yaşadığı Şehir/ Semt: ............................................................................................
6-En Son Mezun Olduğu Okul: ................................................................................
7-Geçirdiği Önemli Hastalıklar: ................................................................................
8-Şuan Var Olan Hastalıklar: ....................................................................................
9-Sürekli Kullanılan İlaçlar: .......................................................................................
10-Dişlerinizi Hangi Sıklıkla Fırçalıyorsunuz?
A-Ara Sıra
B-Günde Üç Defa
C-Günde İki Defa
D-Günde Bir Defa
E-Fırçalamıyorum
11-Dişipi Kullanıyor Musunuz? Kullanıyorsanız Hangi Sıklıkla Kullanıyorsunuz?
A-Kullanmıyorum
B-Kullanıyorum
A-Günde Bir Defa
B-Haftada Bir Defa
C-Ara Sıra
12-Diş Hekimine Hangi Sıklıkla Gidiyorsunuz?
A-Dişim Ağrıdığı Zaman
B-Altı Ayda Bir Defa
C-Yılda Bir Defa
D-Gitmiyorum
47
13-Diş Fırçanızı Hangi Sıklıkla Değiştiriyorsunuz?
A-Çok Eskidiği Zaman
C-Yılda Bir Defa
B-Altı Ayda Bir Defa
D-Değiştirmiyorum
14 Dişlerinizi Fırçalarken Dişetlerinde Kanama oluyor mu?
A-Evet
B-Hayır
15-Sigara Kullanıyor Musunuz? Kullanıyorsanız Ne Kadar Sıklıkla Kullanıyorsunuz?
A-Kullanmıyorum
B-Kullanıyorum
A-Günde 1-2 Tane
B-Günde Yarım Paket
C-Günde Bir Paket
D-Günde İki Paket
16 Ağzınızda Şuan Bildiğiniz Tedavi Edilmemiş Çürük Diş Var Mı? Varsa Kaç Tane Var?
A- Yok
C- Var
B-Bilmiyorum
A-Birtane
B-Bir Taneden Fazla
17-Ağzınızda Şuan Eksik Diş Var Mı? Varsa Kaç Tane Var?
A- Yok
B-Var
A-Bir Tane
B-Bir Taneden Fazla
18-Ağzınızda Şuan Hareketli Yada Sabit Protez Var Mı?
A-Yok
B-Var
Katkınızdan Dolayı Teşekkür Ederiz
48
9. KAYNAKLAR
1. Müge ÜZÜMLÜOĞLU COŞKUN: Şizofreni Etyopatologenezinde Oksidatif
Stresin Rolü, Uzmanlık Tezi, Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar
Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul, 2008.
2.
Ebru Özben ÖZALMETE: Şizofreni Hastalarının tedavisinde antipsilotik
Poliformasi uygulamasının Değerlendirilmesi, Uzmanlık Tezi, Sağlık
Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, 2006.
3. Ruhi YAVUZ: Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar, İ.Ü.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri, İstanbul, Mart
2008, S:49-58.
4. Selahattin ŞENOL: Çocuk ve Ergenlik Dönemi Şizofrenisinde Tedavi,
Uzmanlık Tezi, Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk psikiyatrisi
Anabilimdalı, Ankara, 2001.
5. Nevzat YÜKSEL: Dirençli Şizofreni Tedavisi, Uzmanlık Tezi, Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilimdalı, Ankara 2007.
6. Gürbüz Ö. Altınbaş K., Kurt E: Psikiyatrik Hastalarda Ağız Sağlığı
Psikiyatride Güncel Yaklaşmalar, 2011, 3-4, 628-646.
7. David B.C: Dentel ar efor the patient with schizophrenia Can J. Dent
Hygiene, 2008,42-1:17-24.
8. Cormoc I, Jenkins P: Understanding he importance of oral health in
psychiatric patients, Advanced in Psychialtric Treatment, 1999, 5-1, 53-60.
9. Gümüş
A.:
Şizofreni
Hastalarının
ve
yakınlarının
sağlık
eğitimi
gereksinimleri, Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2006, 7:33-42
10. Yağcıoğlu E.A: Antipsikotik ilaçların etki mekanizmaları: Şizofreni
tedavisinde atipiklik bir üstünlük mü? Türk Psikiyatri Dergisi 2007, 18-4,
364-374.
11. Murat REZAK: Şizofreni Nörobiyolojisine Kısa bir bakış, Uzmanlık Tezi,
Hacettepe Üniversitesi Tıp fakültesi Psikiyatri Anabilimdalı, Ankara, 2005.
49
12. Işılay C.T, Özsan H.: Şizofrenide viral ve otimmun etyoloji, Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası 1998, 51-52, 101-106.
13. Kızıl E.T: Basit şizofreni, Klinik Psikiyatri Dergisi 2006, 9-1,82-88.
14. Hariri A.G., Özer UG: Şizofreni Etyolojisinde Nörogelişimsel Hipotez,
Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 1999, 9-2,99-103.
50
10. ÖZGEÇMİŞ
1978 yılında İzmir’de doğdum. 1995 yılında Ahmet Adnan Saygun
Lisesinden mezun oldum. 1996 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Biyoloji
Bölümünde öğrenim gördükten sonra 1998 yılında Ege Üniversitesi Diş
Hekimliği Fakültesini kazandım.
51
Download