major depresyon tanısıyla izlenmekte olan bir grup hastada

advertisement
T.C
Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman
Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
5. Psikiyatri Kliniği
Başhekim: Doç. Dr. Erhan Kurt
Klinik Şefi: Doç. Dr. Duran Çakmak
MAJOR DEPRESYON TANISIYLA İZLENMEKTE OLAN BİR
GRUP HASTADA YAPILANDIRILMIŞ GÖRÜŞME ÇİZELGESİ
VE BOYUTSAL DEĞERLENDİRME YÖNTEMİ İLE TANININ
YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
Uzmanlık Tezi
Dr. Rıdvan Üney
İstanbul 2009
ÖNSÖZ
Öncelikle mesleğimin kutsallığını öğrenmemi ve sevmemi sağlayan tüm psikiyatri
hastalarına,
Başhekimimiz Doç. Dr. Erhan Kurt’a,
Uzmanlık eğitimim boyunca bana bilgi ve deneyimlerinden yararlanma olanağı sağlayan
klinik şefim Doç. Dr. Duran Çakmak’a,
Bana zaman ve emek harcayan, eski klinik şefim, tez danışmanım, ve de ağabeyim Doç.Dr.
E. Timuçin Oral’a,
Asistanlık dönemim boyunca ve hastanemizden ayrıldığı halde benden desteğini hiçbir
zaman esirgemeyen, psikiyatrideki her adımımda yanımda olan, sevgili dostum Dr. Ahmet
Kocabıyık’a,
Bugün artık kapanmış olan ancak psikiyatri yolculuğumun başladığı II. Nevroz Kliniğinde
bana her konuda destek olan Doç. Dr. Peykan Gökalp, Doç.Dr. Fulya Maner,Dr.Dilek
Çavaş’a ve diğer tüm çalışanlarına,
Hastanede deneyimlerden yaralandığım saygıdeğer klinik şeflerim, Prof.Dr. Musa Tosun,
Doç.Dr. Medaim Yanık, Dr. Nihat Alpay, Dr. Niyazi Uygur, Doç.Dr. Sevim Baybaş ve Dr.
Ahmet Türkcan’a,
Tez jürim, Doç.Dr. Mehmet Emin Ceylan ve Doç.Dr. Solmaz Türkcan’a,
Tezimdeki emeği ve bana gösterdiği sabırdan dolayı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri
A.B.D. Öğretim üyesi Prof.Dr. Simavi Vahip’e,
Bilgi ve bakış açılarından çok şey öğrendiğim, Dr. Cem Tüz, Dr. Hüseyin Soysal, Dr. Şeref
Özer, Dr. Meltem Efe Sevim, Dr.Fatih Öncü, Dr. Ömer Saatçioğlu, Dr. Yavuz Altunkaynak,
Dr. Musa Öztürk, Dr.Cengiz Dayan, Dr. Çağatay Karşıdağ, Doç.Dr. Murat Erkıran, Dr. Evrim
Erten ve Dr. Selime Çelik’e,
Asistanlık ve tez sürecim boyunca en sıkıntılı ve en mutlu anlarımı paylaştığım, her anlamda
yanımda olan sevgili dostlarım ve mesai arkadaşlarım Dr. Deniz Güneş, Dr. Müjgan Özen,
Dr. Burcu Rahşan Erim, Dr. Gülten Erben, Dr. Mevlüt Murat Gündüz, Dr. Çezar Atasoy, Dr.
Özgür Önder, Ergül Atmaca, Dr.Murat Başar Gürbüz, Dr. Muzaffer Kaşar, Dr. Özgür Deniz
Değer, İsmail Bulat ve Dr.Nergis Serhadlı’ya,
Tezim boyunca bana desteğini esirgemeyen çalışma arkadaşlarım, Dr. Faruk Aslaner,
Dr.Sıdıka Bataş, Dr. Tuğba Devecioğlu, Dr. Nilay Deniz, Dr. Müge Ülkü, Dr. Eren Yıldızhan,
Dr. Meltem Taşdemir, Evin Aktar, Dr. Müberra Kılıç, Dr. Mustafa Tatlı, Dr. Sevda bağ, Dr.
Bahar Tezcan, Dr. Sergun Yıldız, Dr. Dilek Yeşilbaş, Dr. Meltem Temiz, Dr. Mine Durkaya,
Dr. Süleyman Gündüz, Dr. Özlem yıldız, Dr. Filiz Alkan, Dr. Ece Uçunay Sönmez, Dr. Filiz
Alkan, Dr. Orhan Karaca, Dr. Rabia Çetin, Dr. Cenk Varlık, Dr. Kürşat Altıntaş, Dr. Alaaddin
Bulut, Dr. Esra Uğuğrlu, Psikolog Kemal Yerlikaya’ya
1
Her zaman desteğini hissettiğim Raşit Tahsin Duygudurum hemşirelerinden Cavide
Çakmak,ve Aysel Özer ve de ATÜ’de beraber çalıştığımız hemşireler Cennet Dikici, Rana
Şahin ve tüm ATÜ personeline, servis sorumlu hemşiremiz Nalan Gül ve hemşire Nucihan
Aksüt, Semra Enginkaya’ya,
Literatür desteklerinden dolayı, ilaç firması çalışanlarından Murad Çakır, Vahap Yılmaz,
Erkan Bayar veTolga Balık’a,
Desteklerinden Dolayı Prof.Dr. Ahmet Türkcan, Levent Özdoğan’a
Ve tüm hastane çalışanlarına…
Ve bütün bu değerli insanlarla beraber olduğum çatım, okulum, hastanem Bakırköy’e,
Ve de en çok bugün burada olmamı sağlayan, sevgili ailem, babam merhum Naci Üney,
annem Bedriye Üney, ablam Reyhan Üney Andaç, kardeşim Ruhan Üney, Serdar Andaç’a,
ve neşe kaynağımız, yeğenim Deniz Andaç’a,
Sonsuz minnet ve teşekkürlerimle…
2
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ
GENEL BİLGİLER
1. Geleneksel olarak Duygudurum Bozukluğu
1.1.
Duygudurum Bozukluklarının tarihsel gelişimi
1.2.
Unipolar Depresyon tanımı
1.3.
Bipolar Bozukluk tanımı
2. Tartışmalı yönleriyle Duygudurum Bozukluğu
2.1.
Unipolar/Bipolar ayrımı
2.2.
Hatalı tanı olasılığı
2.3.
Bipolar Bozukluk tanısındaki karmaşa
2.4.
Bipolar Spektrum kavramı
2.5.
Bipolar Bozukluğa kategorik ve boyutsal yaklaşımın
karşılaştırılması
2.6.
Bipolar Bozukluğu tanımanın seyir ve tedavi açısından önemi
YÖNTEM VE ARAÇLAR
BULGULAR
TARTIŞMA
SONUÇ
ÖZET
SUMMARY
KAYNAKLAR
EK: Bipolarite İndeksi
3
GİRİŞ VE AMAÇ
Bir çok çalışma Bipolar Bozukluk tanısının, oldukça karmaşık ve zor olduğunu
göstermektedir. Yapılan bir çalışmada, Bipolar hastaların %40’ına başlangıçta yanlış
tanı konduğu ve doğru tanıya ulaşılmasının ise yıllar alabileceği gösterilmiştir (1).
Yanlış tanı oranının yüksekliği, bipolar bozukluğun prevelansının gerçekte daha
yüksek olabileceğini ve bir çok hastanın bipolar bozukluk yerine unip
olar depresyon tanısıyla izlendiğini gösteriyor olabilir (2). Tanının gecikmesi, uygun
tedavi yaklaşımına ulaşılmasını engelleyerek hastanın yaşam kalitesini bozar,
işlevsellik kaybının ve tedavi maliyetlerinin artmasına sebep olur. Bütün bu risk ve
maliyetler, bipolar bozukluk için, akut dönemlerin tedavisine olduğu kadar, uzun
dönemde hastalığın tekrarlamasını önlemeye yönelik, etkili ve iyi tolere edilen bir
tedavi stratejisi geliştirilmesi zorunluluğunu ortaya çıkartmaktadır (3). Hastalığın farklı
dönemlerinin olması, epizod özellikleri, tedaviye yanıt, genetik yüklülük ve hastalık
seyri gibi hastalığa ait özellikler tüm yönleriyle değerlendirildiğinde, hastalığın
prognozu hakkında görüş bildirmenin ancak çok yönlü bir inceleme ile mümkün
olabileceği görülmektedir. Polikliniğe depresif semptomlar ile başvuran hastaların,
hipomanik/manik semptomlarının sorgulanması ve bipolar spektrumda yer alıp
almadığının belirlenmesi, tanının gecikmesini önlemekle birlikte, uygun tedaviye
erken başlanmasını sağlayarak, hastalığın prognozunda belirleyici rol oynayabilir.
DSM IV-TR de Major Depresif bozukluk ve Bipolor bozukluk Depresif epizodun tanı
kriterlerinin
aynı
olması
Unipolar/Bipolar
ayrımını
güçleştirmektedir.
Bipolar
bozukluğun ilk epizodunun genelde depresif epizod olması, bu güçlüğü artırmaktadır.
Bu çalışmanın amacı, genel psikiyatri polikliniğinde, unipolar major depresif
bozukluk
tanısıyla
takip
edilen
hastalarla
ayrıntılı
bir
görüşme
yapılıp,
sosyodemografik özellikler, klinik özellikler, epizod özellikleri, psikiyatrik ek tanı alıp
almaması; DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I)
ölçeğiyle değerlendirilerek, bipolar bozukluk ile ilgili geniş ölçekli bir çalışmada
kullanılmış olan Bipolarite İndeksi yardımıyla, yanlış major depresif bozukluk tanısı
konup konmadığının araştırılmasıdır. Dolayısıyla kısa sürede bir çok hastanın
değerlendirilmek zorunda kalındığı genel psikiyatri polikliniği şartlarında, özellikle
depresif yakınmalarla başvuran bir hastada, ek tanıların saptanması, görüşmenin
4
klinik ve epizod özellikleri açısından ayrıntılandırılması, Hipomanik/Manik epizodlara
ilişkin sorgulamanın yapılması ve boyutsal olarak değerlendirilmesinin tanıya
katkısının olup olmayacağı, erken ve doğru tanıya olanak sağlayıp sağlamayacağı ve
hastalığın uzunlamasına seyri ile ilgili öngörü sağlamasının mümkün olup
olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.
5
GENEL BİLGİLER
1.Geleneksel Olarak Duygudurum Bozukluğu
Duygudurum bozukluğu, belirlenmiş tanı kriterlerinden oluşan, kategorik bir
sınıflama sistemi içinde yer almaktadır. Sınıflamanın ana çerçevesi, DSM-IV ve ICD10’da tanımlanmış, epizod kriterleri ve polarite kavramına dayalı olarak şekillendiği
söylenebilir. Aşağıdaki bölümde, günümüze kadar uzanan tarihsel gelişimiyle birlikte,
bu tanımların bir özetini vermek amaçlanmıştır.
1.1.Duygudurum Bozukluğunun Tarihsel Gelişimi:
Duygudurum bozukluuğu, yaklaşık olarak 2500 yıldan bu yana, en sık görülen
hastalıklar arasında tanımlanmıştır. Mani ve melankoli tanımlarının ilk kullanımı eski
Yunan ve Roma dönemine ait olup, günümüzde de Duygudurum bozukluğu hakkında
bilinenlerin çoğu aynı döneme işaret etmektedir.
Mani ve melankoli kavramlarını, ilk kez sistematik olarak tanımlayan Hipokrat (M.Ö.
460-357), melankoliyi (diğer adı ile ”kara safra”), “iştahsızlık, ümitsizlik, uykusuzluk,
çabuk sinirlenme ve huzursuzluk’’ hali olarak tanımlamıştır (4). Kapadokyalı Arateus
(M.S 150), iki temel duygudurum arasındaki bağlantıyı tanımlarken, melankoliyi
maninin başlangıcı ve bir parçası olarak ifade etmiş ve böylece öforik maniyi
bugünkü haliyle betimlemiştir. Üstelik daha da ileri bir bakış açısıyla, günümüzde
yanlışlıkla kişilik bozukluğu ek tanısı alan bazı durumları da, hastalığın seyri
sırasındaki kişilik değişiklikleri olarak ele almıştır. Ayrıca mevsimsel döngüyü de ilk
kez fark eden, yine Arateus olmuştur (5).
Bilim ve tıp alanındaki gelişmelerin duraksadığı ortaçağın karanlık döneminden
sonra, tamamıyla Duygudurum bozukluğuna ayrılmış ilk İngilizce metin; Burton’ un
1621’de yayınlanan “Melankolinin Anatomisi” adlı eseridir. Eserde, ‘Nedensiz’
melankolilerin yanı sıra, hipokondriyazis, yas ve aşk melankolileri gibi, çok çeşitli
nedensel kategorilerde sınıflamıştır. Burton da, Melankolilerin, hemen bütün öncülleri
gibi, erkeklerde daha sık görüldüğünü bildirmiştir (6).
1600’lü yılların başındaki Duygudurum bozukluğu tanım ve sınıflamalarından
sonraki ilk ayrıntılı tanım ve incelemelere, 150-200 yıl sonra, Pinel (1745-1826)'in
mani, J.E. Esquirol (1772-1840)'in ise melankoli üzerine yaptıkları çalışmalarda
6
rastlamaktayız (7). J.P. Esquirol, depresyonun çoğu türünün ve bağlantılı Paranoid
Psikozların temelinde, birincil olarak, bir duygudurum bozukluğu olduğu fikrini öne
süren, ilk modern psikiyatristtir (4). Esquirol’ün iki öğrencisi Baillarger (1809-1890 ) ve
Falret (1794-1870), bu klinik antiteye sırasıyla ‘’folie a double forme’’
ve ‘’folie
circulare-sirküler delilik’’ adını vermişlerdir. ‘’Folie circulare- Sirküler delilik’’ kavramı
dünyada geniş oranda kabul görmüş ve bilimsel dergilerde yer almaya başlamıştır
(4). Alman psikiyatrisinin kurucularından Griesinger (1845), hastalığın “düzenli olarak
değişen iki tip arasında gidip gelen bir döngü” olduğunu savunmuştur, daha sonra da
“mevsimsel affektif bozuklukları” ve “hızlı döngülü affektif bozuklukları” tanımlamıştır
(8, 9). Yine aynı yıllarda, İngiliz psikiyatrist Maudsley (1835-1918), “affektif bozukluk”
terimini ilk kullanan kişi olmuştur (6).
Tüm bu tarihsel gelişmeler ışığında Kraepelin (1856–1926), akılcı bir yöntem ile
hastalığı ele almış ve hastalığın doğasına dair oldukça önemli katkılarda
bulunmuştur. Prognoz merkezli bakış açısıyla, ortak genetik miras, depresyondan
maniye ve maniden depresyona geçişler, hastalığın iki dönem özelliklerini de
bünyesinde barındıran karma durumlar ve yineleyen gidiş üzerine vurgular yapmıştır
(9). Böylece “manik depresif hastalık” kavramıyla, hastalığa bütünleyici bir yaklaşım
getirmiştir. Hastalığın görünümlerinin, mizaç özelliklerinden başlayarak, depresif,
karma, manik ve psikotik durumlara varan bir yelpazede yer aldığı fikri ile bugünkü
bipolar bozukluk spektrumu kavramının, temelleri atılmıştır (9). Yine, 20. yüzyılın
başlarında İsviçre’li A. Meyer (1866-1950), psike ve soma arasındaki ayrımı
köprüleştirmek amacıyla “psikobiyoloji” terimini getirmiş, biyografi ve psikososyal
nedenlere dikkat çekmiştir. Melankoli terimi yerine, biyolojik çağrışımları olmadığı
için, “depresyon” (“pressed down”, aşağı bastırılmış) terimini tercih etmiştir (6).
Endojen/eksojen
(benzer
şekilde;
otonom/reaktif,
biyolojik/karakterolojik,vb)
depresyon ayrımı, bir çok araştırmacı çoğu depresyon formunun, endojen ve ekzojen
etyolojik komponentleri içerdiği konusunda fikir birliği içinde olduğundan dolayı,
bugün büyük ölçüde terk edilmiştir. Bugün üzerinde fikir birliğine varılması çok daha
zor gibi görünen durum, komorbid durumlar olan anksiyete bozuklukları, madde
kullanım bozuklukları ve kişilik bozuklukları ile depresif bozukluklar arasındaki
sınırları netleştirmektir (6).
Duygudurum bozukluklarının tedavisinde, 1950’lerde antidepresan tedavilerin
7
ortaya çıkışı ile devrimsel bir değişim yaşanmaya başlanmış ve o dönemden bu yana
geçen yıllar içinde bu ilaçların etkinliği çok iyi bir şekilde araştırılmıştır. Bununla
beraber, aynı dönemde belirgin sayıda hastada, bu ilaçların, hastalığın gidişini
istenmeyen biçimde etkilediklerini gösteren bildiriler, literatürde bulunmaktadır.
İlaçların,
bipolar
ve
unipolar
hastalarda
maniyi
tetikledikleri,
duygudurum
epizodlarının sıklığını ve tekrarlamalarını artırdıkları, hastalığın, maninin depresyonla
değiştiği döngüsel bir seyre eğilimini artırdıkları bildirilmiştir (10).
1.2. Unipolar Depresyon Tanımı
DSM IV-TR’ye göre, major depresif bozukluk (unipolar depresyon ), manik, karma ya
da hipomanik dönem (epizod) öyküsü olmaksızın ortaya çıkmaktadır. Bir major
depresif dönem, en az 2 hafta sürmeli ve tipik olarak, major depresif tanılı bir kişi,
iştah ve kilo değişiklikleri, uyku ve aktivitede değişiklikler, enerji eksikliği, suçluluk
duyguları, düşünme ve karar vermede sorunlar ve yineleyici ölüm ya da intihar
düşüncelerini içeren listeden en az dört belirtiyi yaşamalıdır (4). Major Depresif
Bozukluk prevalansı yaklaşık %15, erkeklerde %5-12 arasında iken kadınlarda ise
%10-25 kadar görülen bir bozukluktur (4). Epizod terimi; trajedilerde iki koro şarkısı
arasında kalan bölümlere denir, ancak psikiyatrik terminolojide hastalığın belirtilerinin
başlaması ile remisyon(düzelme)a kadar geçen dilim veya dönem olarak kullanılır.
DSM IV-TR’ye göre, Major depresif bozukluk tanısal kodunun dördüncü basamağı,
bunun tek epizod (yalnızca ilk epizodlar için kullanılır) mu, yoksa Rekürran
(yineleyici) mı olduğunu gösterir. Bazen artıp azalan semptomlarla giden tek bir
epizodla, iki ayrı epizodu birbirinden ayırmak zor olur. Ardışık 2 ay süreyle Major
Depresif Epizodun tanı ölçütleri tam karşılanmazsa o epizodun sonlandığı kabul
edilir. Bu 2 aylık süre içinde semptomlar ya tam yatışmıştır ya da major depresif
epizodun tanı ölçütlerini tam karşılamayan depresif semptomlar vardır (Kısmi
Remisyonda) (11).
Majör Depresif bozukluk için DSM IV-TR’de, gidiş belirleyicisi olarak tek veya
rekürran (yineleyici) epizodik seyir nulunmaktadır. Hastalık herhangi bir yaşta
başlayabilir.
Ancak
ortalama
başlangıç
yaşı
20’li
yaşların
ortalarıdır.
Son
zamanlardaki epidemiyolojik veriler bu bozukluğun başlangıç yaşının, daha erken
saptanabildiğine işaret etmektedir. Rekürran Major Depresif Bozukluğun gidişi
değişkendir. Bazı kişilerin, herhangi bir depresif semptomunun olmadığı bir çok yılla
8
birbirinden ayrılan epizodları olabilirken, bazılarının epizodları kümelenmiş olarak
ortaya çıkmaktadır. Eldeki kimi veriler, söz konusu bozukluğun başlarında, remisyon
dönemlerinin genellikle daha uzun olduğunu düşündürmektedir. Önceki epizodların
sayısı, daha sonra Major Depresif Epizod ortaya çıkma olasılığının, ne denli yüksek
olduğunun öngörülmesini sağlar. Tek epizod Major Depresif Bozukluk geçiren
kişilerde en azından % 60’ının da ikinci bir epizodunun daha olacağı beklenebilir.
İkinci epizodu geçiren kişilerin, üçüncü bir epizod geçirme olasılığı %70’tir, üç epizod
geçirenlerin dördüncü bir epizod geçirme olasılığı %90’dır (11).
1.3. Bipolar Bozukluk Tanımı
Bipolar bozukluk (iki uçlu bozukluk), yineleyici, belli bir kurala bağlı olmaksızın,
depresif, manik ya da her ikisini de kapsayan, karma (mikst) dönemlerle ve dönem
aralarında, kişinin bazen eşik altı belirtiler sergilediği bazen de hiçbir belirtinin
bulunmadığı “sağlıklı” dönemlerle giden, kronik seyirli bir hastalıktır. Araştırmalarda,
toplumda bipolar bozukluğun yaşam boyu yaygınlığının, % 0,5 – 1,5 oranları
arasında olduğu gösterilmiştir. Düzenli tedavi gerektiren bipolar bozukluk, olguların
büyük bir kısmında, kişiye ve ailesine, sosyal ve mesleki yükler getirmektedir (12,13).
Bipolar bozukluk, yineleyici özellikte, işlev kaybına yol açan, Dünya Sağlık Örgütü
tarafından, toplumda yeti yitimi oluşturan hastalıklar arasında sekizinci sırada yer
aldığı bildirilen, önemli bir psikiyatrik hastalıktır (14).
Bipolar Bozukluk DSM-IV-TR’de:
1. Bipolar I Bozukluk
2. Bipolar II Bozukluk
3. Siklotimik Bozukluk
4. Başka Türlü Adlandırılamayan Bipolar Bozukluk,
olarak sınıflandırılır.
Bipolar Bozukluğun başlıca özelliği, bir ya da birden çok manik epizodun ya da
karma epizodun tanımlandığı klinik gidişin olmasıdır. DMS-IV TR’ye göre manik
epizod tanısı konması için, en az bir hafta boyunca, kabarmış, taşkın ya da irritabl
duygudurumun bulunması gerekir. Manik epizodlar, benlik saygısında abartılı artma
ya da grandiosite, uyku gereksiniminde azalma, basınçlı konuşma, fikir uçuşmaları,
distraktibilite (dikkat dağınıklığı), amaca yönelik etkinliklerde artma ya da psikomotor
9
ajitasyon ve kötü sonuçlar doğurma olasılığı yüksek, zevk veren etkinliklere katılma
ile karakterizedir. Manik epizoda, psikotik belirtiler eşlik edebilir. Şiddetli olgularda
çoğunlukla yatarak tedavi gerekir (14).
Depresif dönemlerin süresi; bipolar olmayan depresyona göre çoğunlukla daha
uzun sürer ve şiddeti değişkendir. Kesitsel olarak bakıldığında bipolar depresyon,
pek çok yönden farklılık gösterir. Bipolar depresyonlu hastalar, bipolar bozukluğu
olmayan
depresyonlu
hastalarla
karşılaştırıldığında,
daha
fazla
psikomotor
retardasyon ve azalmış total uyku süresi, özkıyım girişimi, sanrı ve varsanılar, birden
kapanma türü depresyonlar, postpartum başlangıç, bölünmüş REM uykusu, epizodlar
arası değişkenlik ve epizod içi duygudurum oynaklığı gösterirler. Öte yandan,
anksiyete, aşırı öfke dışavurumları, bedensel yakınmalar, psikomotor ajitasyon,
ağrıya duyarlılık ve kilo yitiminin de bipolar olmayan depresyonlarda daha sık
görüldüğü, çeşitli çalışmalarda bildirilmiştir (11).
Bipolar bozuklukda genetik geçişinin olduğuna ilişkin birçok kanıt bulunmaktadır.
Hastalıktan etkilenmiş kardeşlerde başlangıç yaşları birbirine yakındır ve aile
öyküsünde bipolar bozukluk olanlarda, ergenlik döneminde başlaması nadir değildir.
Bu dönemde, doğru tanı ve tedavinin uygulanabilmesi, hastalığın gidişini etkiler (15).
Yanlış veya gecikmiş tanı durumlarında, subsendromal depresif belirtiler ortaya
çıkabilmekte veya dönemler arası iyileşme kalitesinde bozulma görülebilmektedir
(16). Bununla birlikte bipolar bozukluk; başlangıç yaşı oldukça değişken, klinik olarak
heterojen bir durum olarak tanımlanır (17).
Bipolar bozukluğu olan hastalarda, yüksek oranda intihar girişimi ve intihar sonucu
ölüm gözükmektedir. Hasta olarak geçirilen zaman, hastalığın şiddeti, yüksek
komorbidite oranı, psikososyal işlevsellikte azalma, hastaların yaşam kalitesini ciddi
bir biçimde etkilemektedir (17).
2.Tartışmalı yönleriyle Duygudurum Bozukluğu
Geleneksel olarak var olan kategorik tanıların dışında, literatürde, duygudurum
bozukluklarının sınıflandırılması konusunda, son yıllarda artan bir tartışma olduğu
görülmektedir. Bu tartışmalı alanın, tanısal kategorilerin sınırlarının bulanıklığında ve
özellikle epizod kriterleri ve unipolar/ bipolar ayrımının netliğinin kaybolmasında
10
yoğunlaşmıştır. Aşağıdaki bölümlerde, alt başlıklar halinde bu tartışma konusuna yer
verilmeye çalışılacaktır.
2.1. Unipolar/Bipolar ayrımı:
Kraepelin’in, 20. yüzyılın başında, klinik görüntü (maninin varlığı yada yokluğu),
ailede mani öyküsü tekrarlaması (bipolar bozuklukta daha yüksek), başlangıç yaşı
(bipolar bozuklukta daha erken) ile desteklenen bütünleyici kavramı, “manik depresif
delilik” olarak tanımlamıştır (Bu tanımların yerini günümüzde, “unipolar-bipolar
dikotomisi” almıştır). Kraepelin’in bu üniter yaklaşımı, Leonhard ‘ın, 1957 yılında ilk
kez,
sadece klinik tanımlamaya dayanan ve monopolar/bipolar ayrımını içeren
sınıflandırmayı önerene kadar, geçerliliğini korumuştur.
Major Depresif Bozukluk, DSM IV-TR’de, Bipolar Bozuklukdan ayrı olarak
sınıflandırılmışsa da, Bipolar I Bozukluk depresif epizodları ve Major Depresyon
epizodları için, benzer tanı kriterleri verilmiştir. DSM IV-TR ve ICD 10’a göre
duygudurum bozukulukları, bipolar ve unipolar depresif bozukluklar olarak kategorize
edilmiştir. Bu kategorik ayırmada temel unsur, epizodlar için, polarite kavramıdır.
Leonhard, karşılaştığı vakalar arasında, mani öyküsü (kendisi bipolar tanımını
kullanıyordu)
bulunanların
ailelerinde
mani
insidansının,
depresyon
öyküsü
(monopolar) bulunanların, ailelerindekinden daha yüksek olduğunu belirtmiştir. Fakat
Leonhard’ın bu ayrımına, 70’li yılların başından itibaren, kliniğe dayalı olarak
araştırmacıların bir takım itirazları olduğu görülmüştür. Hem Leonhard’ın orjinal
görüşünde, hem de onu takip eden Angst, Perris ve Winokur’un çalışmaları
sonucunda, bipolar ve unipolar kavramlarının her ikisi de, otonom ve endojen
karakterli ve açıkça işlevsellik kaybına yol açan, tekrarlayıcı hastalık dönemleriyle
karakterize, döngüsel bir seyir gösteren vakalar için kullanılmıştır (18).
Tarihsel olarak 60’lı ve 70’li yıllardan itibaren var olan, unipolar ve bipolar ayrımı
üzerindeki tartışma, günümüzde de canlı bir biçimde sürmektedir. Epizod tanımı
nedeniyle, bipolar depresyon ile, unipolar depresyon kategorik olarak aynı grupta yer
almalarına karşın, sosyodemografik ve klinik özellikler açısından pek çok farklılık
göstermektedirler (19). Bu farklılıkların ortaya konarak ayrımın yapılabilmesi merak
konusudur. Bu amaçla, bu bozuklukların çeşitli yönlerine odaklanan, kesitsel
çalışmalar yapılmıştır. Demografik açıdan unipolar depresyonda, kadın cinsiyet
baskınlığı saptanırken, bipolar depresyon; daha erken yaşta başlama eğilimindedir
11
(20). Önde gelen belirtilerin, unipolar depresyonda; istek ve enerji kaybı, bipolar
bozuklukta ise, ajitasyon, psikotik özellikler ve yavaşlamış düşünce olduğu
bildirilmektedir (20). Epizodların ani ortaya çıkışı ve depresif dönem içinde
duygudurum oynaklığının varlığı, bipolar depresyonda gözlenen öteki özelliklerdir. Bu
farklar, çalışmalarla gösterilmiş olmasına karşın, patognomonik nitelik taşımadığı ve
bipolar tanısının, ancak uzunlamasına değerlendirmede, manik ya da hipomanik
dönem varlığı ile konulduğu unutulmamalıdır (21, 22).
Hem bipolar, hem de unipolar gruptaki heterojen görünüme rağmen, unipolarbipolar farklarının yaygınlığı etkileyicidir. Genetik, klinik, biyolojik ve farmakolojik
olmak üzere dört ayrı kategoride incelenmiş olan tüm bu farklılıklara rağmen, bipolar
ve yineleyici unipolar bozukluklar, birçok önemli açıdan birbirlerine oldukça
benzemektedirler (örneğin; lityum profilaksisine yanıt). Geniş perspektifli ve kapsayıcı
bir bakış açısıyla tüm bu sonuçlar yordandığında, eğer varsa unipolar ve bipolar
arasındaki kesme noktasının, hala manik yönlere değişik derecelerde yapılan
vurgulara
dayalı
ve
salt
tanımlayıcı
bir
yaklaşımın
ürünü
olduğu
unutulmamalıdır(5,23).
12
90’lı yıllara kadar yapılan tartışma ve araştırmalar sonucunda; bipolar depresyonla,
unipolar depresyon arasındaki, en temel, klinik farklar aşağıda Tablo 1'de
özetlenmiştir:
Tablo 1. Bipolar ve unipolar depresyonlar arasındaki klinik farklar (24)
Anksiyete
UP>BP
Aşırı öfke dışavurumları
UP>BP
Bedensel yakınmalar
UP>BP
Psikomotor retardasyon
BP>UP
Psikomotor ajitasyon
UP>BP
Ölçülmüş bedensel etkinlik
UP>BP
Epizodlar arası belirti değişkenliği
BP>UP
Epizod içinde duygudurumda oynaklık
BP>UP
Total uyku süresi
BP>UP
Birden kapanma (shut down) depresyonları
BP>UP
Postpartum epizodlar
BP>UP
Ağrıya duyarlılık
UP>BP
Bölünmüş REM uykusu
BP>UP
Kilo yitimi
UP>BP
Tablo 1’deki farklar mutlak değildir. Uzunlamasına seyri katmaksızın, tek başına
klinik özelliklerden, Bipolar/Unipolar (BP/UP) ayrımını yapmak olanaksızdır. Yine de
ayırıcı tanıda klinisyene yardımcı olarak kabul edilebilirler.
Son
10
yılda
alandaki
tartışma
ve
araştırmaların
aynı
hızda
sürdüğü
gözlenmektedir (25). Bipolar depresyonda, unipolar depresyona göre, psikotik
özellikleri daha fazla saptamışlardır. Unipolar ve bipolar depresyonda, atipik
özelliklerin prevelansını saptamaya yönelik çalışmalarda, daha çok bipolar II
13
bozukluğun atipik özellikler sergilediği görülmüştür. Bipolar I hastaların, eşleştirilmiş
unipolar depresif hastalara göre, retarde melankolik özellikler sergilediklerini ve daha
önceden psikotik depresyon epizodları olma olasılığının daha yüksek olduğunu
bildirmişledir. Psikomotor retardasyon da, yine bipolar grubunda, sayısal üstünlük
göstermektedir.
Aslında
görülmektedir(25,26,27,28).
gene
de
Unipolar
retardasyon
depresyon
ile
ile
çelişkili
bipolar
bulgular
depresyonun
karşılaştırılmasında, hem ajite hem de retarde hastaların öne çıkabileceğini
belirtmiştir. Bununla birlikte DSM bu konuda yansız kalmaktadır (29). Mevsimsellik
yönünden iki grup arasında fark bulunmamıştır ve bipolar bozukluk için literatür
tarafından desteklenen genel, net bir mevsimsel örüntü bulunmadığı, Dünya
Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan seride de bildirilmiştir (30). Bununla birlikte
mevsimsel özelliğin, unipolar bozukluğa oranla, bipolar bozuklukta daha yaygın
olduğuna ilişkin yabana atılmayan veriler bulunmaktadır. Unipolar ve bipolar
bozuklukların, diğer psikiyatrik bozukluk ektanıları üzerine yapılan çalışmalarda,
anksiyete bozukluklarının, Bipolar-I bozukluktan farklı olarak; unipolar depresyon ve
Bipolar-II bozuklukta benzer ve yüksek oranlarda yaşam boyu komorbidite gösterdiği
görülmektedir(31). Bu alandaki ilk çalışmalar, anksiyete bozukluğu ektanısı için,
geniş ölçüde, major depresyon ve anksiyete bozukluklarına odaklanmıştır. Bipolar
bozuklukta anksiyete bozukluğu ektanısı etraflıca incelenmemiş olup, son yıllarda
daha çok ilgi çekmeye başlamıştır. Klinik çalışmalar, hasta seçimine bağlı olarak
(önde gelen tanı, poliklinik hastaları, yatan hastalar, psikiyatri kliniği veya genel
hastane hastaları vs gibi),
farklılıklar gösteren ektanı oranları bildirmektedir. Bu
farklılık, metodolojiden de etkilenmektedir (incelenen klinik durumların sayısı, tanısal
enstrumanlar, izlem periyodu vs. gibi). Anksiyete bozukluğu olan hastalarda yapılan
klinik ve epidemiyolojik çalışmalarda bipolar bozukluk komorbiditesinin ihmal
edilmesinin nedenleri olarak, bipolar II bozukluğun yanlışlıkla unipolar veya kişilik
bozukluğu
olarak
değerlendirilmesi
ve
yeterli
yapılandırılmış
görüşmelerin
bulunmaması gösterilmektedir (32,33). Anksiyete bozukluğu ile bipolar bozukluk
birlikteliği hakkındaki bilgi yetersizliği, bu hastaların tedavi seçimine de olumsuz etki
yaratmaktadır. Anksiyete bozuklukları genellikle antidepresanlarla tedavi edilmekte,
bu da hipomaniyi tetikleyebilmektedir. Diğer taraftan klasik nöroleptikler gibi
antimanik
ajanlar,
anksiyöz,
fobik
ve
obsessif–kompulsif
semptomatolojiyi
etikleyebilmekte veya interepizodik-residüel kronisiteye yol açabilmektedir (34,35).
Komorbiditenin doğru değerlendirilmesi, tanı, prognoz ve tedavi açısından önem
14
taşır. PB ve OKB hastaları üzerinde yapılan çalışmalar, yüksek oranda afektif
bozukluklar prevelansı bildirmektedir. Ancak, metodolojik sınırlamalar ve örneklerin
seçimindeki sorunlar nedeniyle, çeşitli anksiyete bozuklukları arasında klinik olarak
anlamlı farklılıklar olup olmadığı ve afektif bozukluklar ile olan birlikteliğin herhangi bir
özelliğinin olup olmadığı tam olarak açık değildir. Bu nedenle, anksiyete
bozukluklarında bipolar bağlantının, daha ileri araştırmalar yapılmasını gerektirdiği
öne sürülmektedir (36).
Ne yazık ki unipolar ve bipolar depresyonu, kesitsel olarak ayıracak güvenilir
kriterlerin henüz oluşturulamamıştır. Bu nedenle bu iki bozukluk arasında kategorik
bir ayrımın yapılması çok güç olduğu konusunda uzlaşılmıştır. Ayrım, hipomani
hikayesinin tanımlanmasına dayanabilir ama bu da sıklıkla zordur. İki yeni çalışmada,
çelininebilirlik, fikir uçuşması/yarışması ve psikomotor ajitasyon gibi belirtilerin,
kolaylıkla atlanabildiği gösterilmiştir. Kişiler, hipomanik dönemlerinde, kendilerini
oldukça iyi hissederler ve bu epizodları spontan olarak bildirmek eğiliminde
değillerdir. Hatta direkt olarak sorgulandığında inkar bile edebilirler. Bunun ötesinde,
hiç hastane yatışına veya başka türlü bir tedaviye neden olmamış,
geçmiş
hipomanik epizodlara dair, hiçbir kayıt olmayabilir. Klinisyen, hipomaninin gizli
belirtilerine karşı, duyarlı ve/veya dikkatli olmalıdır (37).
15
Tablo 2’de Bipolar Bozukluk göstergesi olabilecek özellikler, genel hatlarıyla sıklık
açısından gösterilmiştir. Hasta görüşmesinde bu özelliklere daha fazla dikkat edilmeli
ve görüşme bu yönde derinleştirilmelidir (38).
Tablo 2. Bipolar Bozukluğun göstergesi olabilecek özellikleri gösteren tablo (38).
Bipolar
Unipolar
Madde kötüye kullanımı
Çok yüksek
Orta
Aile öyküsü
Çok sık
Bazen
Mevsimsellik
Sık
Ara sıra
İlk epizodun 25 yaşından önce olması
Çok sık
Bazen
Postpartum hastalık
Çok sık
Bazen
35 yaşından önce psikotik özellikler
Oldukça
Nadir
Atipik özellikler örn. hipersomni, hiperfaji,
Sık
Ara sıra
Hızlı on/off paterni
Tipik
Olağandışı
>3, reküren major depresif epizod
Sık
Olağandışı
Antidepresanın tetiklediği mani/hipomani
Öngörücü
Nadir
Kısa majör depresif epizodlar
Anlamlı
Olağandışı
Antidepresanların etkinliğinin kaybolması
Anlamlı
Nadir
Karma epizodlar
Öngörücü
Ender
Dışadönüklük, yenilik arama ve yargılama
Yüksek
Düşük
Sık
Ender
duygudurum reaktivitesi ve leadenparalizisi
yetisinde bozulma için psikolojik test skorları
Hipertimik mizaç
Duygudurum
bozukluklarının
polarite
tabanlı
ayrımını
destekleyen
genetik
çalışmalar, yeterli sonuca ulaşamamıştır. Son genetik çalışmalar, duygudurum
bozukluklarını sınıflandırmada, başlangıç yaşının, polariteye oranla daha yararlı
olduğunu göstermiştir. Bir çok genetik çalışmanın, bipolar-unipolar örneklerini ayrı
ayrı ölçmede sınırlılıkları vardır. Bu da, polarite tabanlı sınıflamaların, genetik
çalışmalardaki
yetersizliğini
ortaya
koymuştur.
Başlangıç
yaşı,
duygudurum
bozukluklarını sınıflamada, polariteye oranla, daha uygun bir alternatif olabilir (39).
Benzer bir şekilde duygudurum bozukluğu için kategorik bir ayrım yerine,
contiuum/spectrum modeli veya kategorik/boyutsal model karmalarının daha uygun
olacağı düşünülmektedir. Bu konudaki çalışmalar, duygudurum bozukluğunu
16
sınıflamada polarite kavramına göre rekurran kavramının daha üstün olduğunu
desteklemektedir. Tıpkı Kraepelin’in yaptığı gibi, manik-depresif deliliğin çekirdek
özelliği olarak rekürrana (örneğin gidişat), polariteye oranla (klinik görüntü); daha
fazla ağırlık vermektedir (39).
Sonuç olarak son yıllardaki tüm çalışmalar göz önüne alındığında, literatürde
aradan geçen zamanla birlikte, Kraepelin’in kapsayıcı ve bütünleyici yaklaşıma geri
dönülmesi dikkat çekicidir.
2.2. Yanlış Tanı
Bipolar bozukluk tanısının, özellikle hastalığın erken dönemlerinde çoğunlukla
atlandığı yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Bazı vakalarda ilk psikiyatrik başvuru ile,
doğru tanıya ulaşılması arasında geçen sürenin 10 yıla kadar uzadığı ve yanlış tanı
oranının %40’lara ulaştığı bildirilmektedir. Yanlış tanıya yol açan nedenlerden birinin,
hastaların
özellikle
manik
belirtileri
inkar
etmeleri
veya
yeteri
kadar
tanımlayamamalarına neden olan içgörü eksikliği olduğu bildirilmiştir. Bipolar
bozukluğun tanı amaçlı değerlendirilmesinde, hastaların yakınlarının manik belirtileri,
iki kat daha fazla tanımlayabilmeleri, aile bireylerinden alınan bilginin önemini
doğrulamaktadır. Fakat hipomanik veya manik belirtilerin, klinisyen tarafından,
sistematik olarak sorgulanmamasının da tanı gecikmesinde rolü vardır (40). Ayrıca,
bipolar bozukluk ile ilişkilendirilebilecek diğer belirteçlerin de değerlendirilmesi
önemlidir; ailede bipolar bozukluk öyküsü, hastalığın seyri (başlangıç yaşı, yineleyen,
kısa depresif dönemler, hipersomni ve anerji gibi atipik belirtiler, psikotik depresyon,
postpartum başlangıç) ve antidepresan tedaviye yanıt (özellikle mani, tolerans ve
yanıtsızlık) (1). Bunların yanında, geçmişteki duygudurum değişikliğinden çok aktivite
artışına odaklanmanın (hastanın bu dönemlerdeki öfori ve/veya irritabilitesini
hatırlatabilir), bipolariteyi saptama oranlarını arttırdığını belirtmişlerdir (41).
Bipolar bozukluk genellikle ergenlik ve genç erişkinlik döneminde başlar, ilk affektif
epizodları %40-60 oranında depresif atak şeklindedir. İlk görüşmede bipolar
bozukluğu tanımak zordur ve %40’ın aşkın bipolar hasta, ilk olarak major depresyon
tanısı alır (4,42). Yapılan bir çok izleme çalışmasında, major depresyon tanısının
izlem süresince, değişik oranlarda bipolar bozukluk tanısına değiştiği bildirilmektedir.
Örneğin, Adolesanlarda yapılan prospektif bir çalışmada, major depresyon sebebiyle
17
hastaneye yatırılan yaşları 13-16 arasında değişen 60 çocukta, 3-4 yıl içinde
%20’sinde bipolar sonlanım gözlendi. Bipolar sonlanımle ilişkili şu prediktörler ön
görüldü (43);
1. Hızlı semptom başlangıcı,
2. Aile ağacında affektif yüklülük, bipolar bir aile öyküsü,
3. Farmakolojik hipomani.
Yine uzun dönemli prospektif bir çalışmada, Hindistan Madurai’de 109’u endojen
depresyon vakası olan 122 vaka, tanı konulduktan sonra 3 ile 13 yıl arasında
izlenmiştir. 28 vakada rekürrens görülmemiştir, 42 vaka bipolar tanısına değişmiştir,
28 vaka unipolar olarak kalmıştır. Depresif epizodların sonucu manik epizod
olmuştur. Depresif kutuptan, manik kutpa değişim başlangıç depresif epizodu takip
eden 3 yıl içinde görülmektedir. Diğer kaymaların 3 ile12 yıl arasında olmasına
rağmen maninin başlamasından önce depresif epizodların sayısı 1’den 3’e kadar
değişmektedir. Bu çalışmada 40 yaşından önce ilk depresyon atağının görülmesi
rekürrens açısından hazırlayıcı faktör olarak belirlenmiş, ayrıca 40 yaşından sonra
depresyon gelişimi kronikleşme açısından risk faktörü olduğu bildirilmiştir (44).
Dunner ve arkadaşları, rekürren depresyon hastalarının bipolar olma riskini %5
civarında hesaplamıştır (42). Coryell ve arkadaşları, 381 bipolar olmayan ve major
depresyonu olan hastaların 10 yıllık izlem çalışmasında, 19 hastada hipomanik
kayma bulguları (%19) bulurken, Akiskal ve ark 559 hastayı içeren 11 yıllık ileriye
dönük bir çalışmada, %8.6 oranında bipolar II’ye dönüşüm bildirdi (42). Goldberg ve
arkadaşları, 74 genç unipolar depresyon hastasının yatırılarak izlendiği 15 yıllık bir
çalışmada, daha yüksek, %27 spontan kayma oranları buldu (45). Ghaemi ve
arkadaşları, ortalama 11.6 yıllık bir sürede, BP II hastaların ilk görüşmede
geçmişlerinde mani veya hipomani öyküsü olmadığı ve %37’sinin unipolar major
depresyon tanısı aldığını bildirmişlerdir (46).
Özetlemek gerekirse, unipolardan bipolar bozukluğa spontan değişim oranı
literatürde çok çeşitlidir, %0 ve %37.5 arasında değişmektedir, ortalama %9.7 olarak
alınabilir (42).
18
2.3. Bipolar Bozukluk Tanısındaki Karmaşa
Geleneksel olarak Bipolar bozukluk tanısı ile ilgili karmaşa, hastalığın şizofreniden
ayırt edilmesi, ara formların veya şizoaffektif bozukluğun tanımlanması ile ilgilidir.
Günümüzde antipsikotiklerin, şizofreni ve manide oldukça benzer etkinlikte oldukları
görülmektedir. Yapılan genetik çalışmalar sonucunda, özellikle duygudurumla
uyumsuz psikotik belirtileri olan vakaların, şizofreni ile ortak genetik özellikler
gösterdiklerinin saptanması , bu benzerlik ilgi çekici olmaya devam etmektedir (46).
Fakat akut tedavi dikkate alındığında, ayırıcı tanı, tedavi stratejilerinde, önemli bir
değişikliğe neden olmamaktadır. Bununla birlikte, muhtemelen klinik önemi daha
fazla olan bipolar-unipolar ayrımı, tedavi stratejisini belirlemek açısından ön plana
çıkmıştır (46).
Bipolar II Bozukluk (BP-II) ise, duygudurum yükselmelerinin, sadece hipomani
olarak görüldüğü durumlar olarak tanımlanabilir. Hastalığın en önemli belirleyicisi,
çoğunlukla hastayı klinisyenle karşılaştıran tekrarlayıcı depresyonların olmasıdır.
Hipomani, halen tartışmalı bir terimdir. Hipomanik epizodların DSM IV-TR ve ICD10’da farklı tanımlandıkları görülmektedir. ICD-10’a göre hipomani tanısı için,
işlevsellikte bozulma olması gerekli iken, DSM IV-TR’de hipomaniyi, maninin, daha
hafif ve disfonksiyonun görülmediği formu olarak tanımlar. Her iki tanımlama sistemi
de, hipomani tanısı için gereken süreyi 4 gün olarak belirlemişlerdir. İşte bu belki de
en tartışmalı alandır (45). Angst ve arkadaşlarının 2003 yılında yaptıkları bir çalışma,
hipomani süresi kısaltıldığında, toplum örnekleminde, hipomani yaşantısı olanların
oranının belirgin olarak arttığı sonucunu göstermiştir. Çok daha liberal kriterlerin
uygulanması halinde bipolar bozukluk prevalansı %7’den, neredeyse %50’lere kadar
çıktığı görülebilir (47).
Bipolar II bozukluk ve hipomanik epizodun, süre kriteri üzerinde var olan
tartışmalar, klinik pratikte oldukça önem taşımaktadır. En objektif yaklaşımda,
klinisyenlere, bipolar II bozukluk teşhisini, hastalarının depresif bir periyottan önceki
veya sonraki hipomanik semptomlarını bildirmelerini sağlayıp, onları daha dikkatli bir
biçimde
sorgulamaları
önerilmektedir.
Hastaların
bazı
semptomlarını
inkar
edebileceği, bildirmeyi gerekli görmeyebileceği, semptomlarını iletmekte gönülsüzce
davranabileceği için, hastaların arkadaşları veya yakınlarından da bilgi alınabileceği
bildirilmektedir. Hastalara, dakika dakika duygudurum değişkenliği hakkında sorular
19
sorulması, altta yatan bipolar bozukluğu ortaya çıkartmakta yarar sağalayabileceği
belirtilmektedir (37).
Ayrıca DSM IV’te BP II, rekürren major depresif epizodlar ile spontan olabilen
hipomanik epizodlar olarak tanımlanır. Antidepresan ve diğer durumlarla indüklenen
hipomani/mani, bu grupta yoktur. Bu vakalar, DSM IV’te, “Bipolar Bozukluk BTA
(Başka Türlü Adlandırılamayan)” olarak sınıflandırılır ve maddenin indüklediği bipolar
bozukluk olarak kategorize edilerek, depresyon alt başlığında incelenir. ICD-10’da da
bu durumun aydınlatılamadığı görülmektedir. Aslında bu affektif formun doğası
çözülememiştir. Antidepresana bağlı gelişen maninin, bir yan etki mi, yoksa bipolar
yaralanabilirliğin maskesinin düşmüş hali mi olduğu sorusu, hala net olarak
cevaplanamamıştır (48).
Bipolar bozukluk tanısı halen kesin geçerlilik kazanmaması, belirlenebilir bir
nedenden
kaynaklanmaması
ya
da
objektif
nörobiyolojik
işaretlerle
ölçülememesinden dolayı, kliniğe dayalı gözlemlerden temel alır (5).
Özellikle bipolar II tanısıyla ilgili karmaşa, uzun süre devam edecek gibi
görünmektedir. Bu alandaki karmaşanın oluşturduğu tanısal sorunları, bipolar
spektrum kavramının büyük ölçüde çözüme kavuşturma iddiasında olduğu
görülmektedir.
2.4. Bipolar Spektrum kavramı:
Spektrum’’ terimi, psikiyatride ilk olarak, 1968 yılında şizofreni için kullanılmıştır
(49). Bipolar-unipolar ayrımının, arada kalan pek çok affektif tabloyu belirsiz ve
tanımsız hale getirmesinden yola çıkılarak, son dönemlerde tekrar eski bütünsel
yaklaşıma dönülmüş ve bu klinik görünümlerin tamamını kapsayan “bipolar
spektrum” kavramı, tartışılmaya başlanmıştır (23). Bu spektrumun bir ucunda
“şizobipolar” yer alırken, bir ucunda da “hipertimik affektif mizaç” yer almaktadır (50).
Bugün Kraepelin’in, manik tip (hipertimik) bireyleri, bipolar spektruma dahil ettiği
görüşünü destekleyen, bir çok kanıt vardır.
Unipolar ve bipolar ayrımı tartışmaları, 20. yüzyılın son 35 yılında Angst (51,52) ve
Goldberg (45) gibi yazarlar tarafından, depresif bozuklukların, daha katı biçimde
tanımlanan bipolar bozuklukdan, net olarak ayırt edilmesiyle ivme kazanmıştır.
Klinik araştırmada büyük bir buluşsal değeri olduğu kanıtlanmış olan bu ayrım,
20
unipolar ve bipolar bozukluğun arasında yer alan, bir çok duygulanım bozukluğunu
tanımlamaktan uzaktır (23).
Spektrum kavramını zorunlu kılan etmen; koruyucu hekimlik açısından, daha erken
ve daha ılımlı bir aşamasında tanı koyarak, mortalite ve morbiditeyi en aza indirgeme
gereksinimidir.
Spektrum kavaramının getirdiği bakış açısı, eşik ve eşikaltı duygudurum belirtilerini
kucaklayarak klinik sürekliliği sağlamış olur. Bu klinik durumlar:
a.Eksen I bozuklukların çekirdek alttipleri,
b.İşaretler, ayrımlaşmış belirtiler, belirti kümelerinin ve davranış biçimlerinin
prodromal olabilecek çekirdek belirtilerle ilişkisi ve tamamen açıklanmamış
durumların ön belirleyicisi olarak gösterilmesi,
c.Huy ya da kişilik özellikleri ve yaşam biçimini kapsamaktır. Bu sayede spektrum
kavramı alttiplere parçalanması kaçınılmaz olan tek boyutlu modele de destek vermiş
olur (5).
Bu bakış açısına ilk ve en önemli destek, Angst tarafından, Zürih’teki Bürzholg
Psikiyatri Hastanesi’ne 1920 ile 1982 yılları arasında başvuran hastaların kayıtlarını
incelediği, epidemiyolojik çalışmadaki verilerden gelmiştir. Subklinik seyreden
hastalardaki psikososyal sonuçlar, ilk kez bu çalışmayla gözler önüne serilmiştir
(5,51,52). Klasik mani ötesindeki bipolar durumları ifade etmek için kullanılan “Soft
(Silik) Bipolar Spektrum” terimi, bipolar bozukluklar için hipomanik ataklar, siklotimik
ve hipertimik özelliklerle birlikte ailevi bipolaritesi olanlarla birlikte, ilaç tedavisi veya
başka somatik tedaviler sırasında oluşan hipomani ataklarını da içeren daha
kapsamlı bir terimdir (24,53). Tam olarak manik bipolar tablo göstermeyen depresif
belirtileri olan, bu hastalıklar için kullanılan alternatif terimler; 1975’te Kupfer ve
arkadaşları tarafından önerilen, "Unipolar-L", 1976’da Mendels tarafından önerilen,
“psödounipolar depresyon" ve 1980’de Angst ve arkadaşları tarafından önerilen,
"Dm" paternini içerir. İlk iki tanımlama, lityum karbonata farmakolojik yanıt temelinde
görünürde bir çok Unipolar bozukluğun bipolar bozuklukla ilişkili olabilme ihtimalini
vurgulamaktadır (23).
21
Angst ve arkadaşları, klasik MD (major depresyonla birlikte mani) ve Md (ılımlı
depresyonla) birlikte mani alt türlerinin, bu genetik varyantları için Dm (major
depresyon ve hipomani) kavramını literatüre sokmuşlardır. Angst’ın bu yaklaşımı,
bipolar spektrum kavramının, eşikaltı belirtilerle seyreden durumları da (kısa
hipomani) kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini destekler niteliktedir (24).
DSM-III’in yayınlanmasından birkaç yıl sonra, Amerikan Psikiyatri Derneğinin
(American Psychiatry Association) yeni tanı elkitabının tüm afektif bozukluklar
tanısını yeterince kapsayıp kapsamadığı sorusuna yanıt olarak şahsen incelenmiş
ardışık afektif rahatsızlık olguları serisinde, yukarıdaki bipolar spektrumunun en
azından unipolar karşıtları kadar yaygın olduğu gösterilmiştir (23,43).
Bipolarite spektrumu konsepti, DSM IV-TR gibi resmi sınıflandırmalarda gerekli
görülen 4 günlük eşik kriterinden daha kısa süreli hipomani epizodlarının çok yaygın
olduğunu gösteren Angst’ın, epidemiyolojik çalışmalarıyla büyük ölçüde takviye
edilmiştir. Unipolar-bipolar karşıtlığını desteklemede çok etkili olan gruptan bir
araştırmacı, spektrumun ağır bozukluk (psikotik manik) ve eşikaltı (kısa süreli
hipomani) uçlarında bipolarite kavramının genişletilmesini ikna edici biçimde iddia
etmektedir. Burada önemli bir nokta, semptomatoloji açısından, ‘eşikaltı’ denilen
belirtilerin depresyonla ilişkili olarak önemli olumsuz psikososyal sonuçları olduğunun
kanıtlanmış olmasıdır (23,43).
Bertelsen ve arkadaşlarının önemli araştırması ise, belki de geniş bipolarite
kavramı için en ikna edici kanıtları sağlamıştır. Katı tanımlı duygudurum bozuklukları
açısından birbirleriyle çelişen monozigot ikizler, spektrumun hafif semptomatik
ucunda kararsız (tedavi edilmemiş) duygudurum bozuklukları, spektrumun ağır
hastalıklar
ucundaki
klasik
afektif
bozuklukların
sınırları
dışındaki
mizaçla
uyumsuzluk, psikozlar için benzerlik göstermekteydi (23).
İki güncel derleme makalesi, bipolar bozukluğun sınırları konusunda zıt görüşleri
temsil etmektedir. Cassano ve arkadaşları, tanısal ve değerlendirme metodolojisi
açısından, bipolar spektrumun bir “klinik realite” olduğunu açıklamıştır (43).
Baldessarini’nin
başka
bir
makalesi,
halen
kabul
edilen
resmi
sınırların
genişletilmesini kısıtlayan daha ihtiyatlı bir yaklaşımı benimsemiştir. Ancak
Baldessarini’nin bipolar konseptin tarihsel gelişimi tablosu çalışmaları, büyük ölçüde
genişletilmiş bipolar bozukluk spektrumunu destekleyen yazarlar ve araştırmacıları
22
içermektedir. Bunun nedeni, bipolar bozukluktaki tarihsel gelişmelerin, geniş bir
spektrumu teşvik etmesidir. Gerçekten bu kavramın doğruluğunu onaylayan, klinik
açıdan kullanılabilir kriterler dahil çok sayıda çalışma yapılmıştır. Baldessarini ve
Cassano’nun yaklaşımları, pratik düşüncelere karşı bazı araştırmalar için gerekli
olabilen, “metodolojik saflık” konusunda birleşmektedir. Ancak pratikte uygulamaların,
saf metodolojik tasarımlara ve klinik ortamda gerçekçi olmayan kullanışsız
değerlendirme araçlarına gerek duymadığı açıktır (2,54).
Akiskal 1995 yılında, bipolaritenin altında yatan nedenin mizaçta yer alan yapısal
bir anormallik olduğu görüşünü ortaya atmıştır. Bu teoriye göre, yapısal özellik bipolar
sendrom değil, mizaçtaki değişkenliklerdir. Dolayısıyla mizaçtaki değişkenlik ne kadar
aşırı olursa, bireyin bipolar bozukluk geliştirme riski de o kadar yüksektir. Bu modele
göre, hem bipolar bozukluk hem de mizaç değişkenlikleri, duygudurumun biyolojik
olarak disregülasyonu sonucu olduğundan, biyolojik çeşitliliğin mizaca daha
doğrudan etkili olmasının mümkün olduğu savunulur. Genetik çerçevede bu; kalıtımın
daha yüksek penetrans gösterdiği durumlarda daha etkili olduğu ve genetik olarak
kuvvetli bir bipolar bozukluğa işaret ettiği anlamına gelmektedir (5,23,43).
Tüm bu bulgular çerçevesinde, 1999 yılında Akiskal ve Pinto, Bipolar Spektrum
Bozukluklarını aşağıdaki gibi tekrar sınıflandırmışlardır (55).
•
Bipolar ½ : Şizobipolar Bozukluk
•
Bipolar I: Manik-depresif hastalık
•
Bipolar I ½: Uzamış hipomanilerle birlikte depresyon
•
Bipolar II: Spontan hipomanik epizodlar ve depresyon
•
Bipolar II ½: Siklotimik mizaç zemininde depresyon
•
Bipolar III: Yineleyici depresyon ve antidepresan veya diğer tedavilerle ilişkili
hipomani
•
Bipolar III ½: Psikostimulan ve/veya alkol kullanımı ile ilişkili duygudurum
dalgalanmaları
•
Bipolar IV: Hipertimik mizaç zemininde depresyon.
Özet olarak, üzerinde en fazla uzlaşma sağlanmış genişletilmiş bipolar spektrum
kavramı içine; şizobipolar bozukluk, mani, karma durumlar, hipomanili depresyonlar
(süresine bakılmaksızın), farmakolojik ajanlarla tetiklenmiş hipomaniyle birlikte
siklotimik ve hipertimik mizaçlarla ilişkili olanlar ve son olarak bipolar aile öyküsü
23
veya lityuma yanıt veren döngüsel depresyonlara (psödounipolar) sahip adayların
dahil edilmesi önerilmiştir (55).
2.5. Bipolar Bozukluğa Kategorik ve Boyutsal Yaklaşımın Karşılaştırılması
Psikiyatride bir bozukluk için, %100 spesifik semptom yoktur (42). Bu şekilde
bakıldığında psikiyatrik tanımlama, çoğunlukla geçici ve aslında varsayımsaldır. En
yaygın tıbbi sınıflandırma sistemi olan “kategorik yaklaşım”, büyük bir tanı grubunda
sınırları keskin tanısal özellikler veya alttiplerden oluşur. “Boyutsal yaklaşım”da ise
birey, birden fazla boyutta değerlendirilerek, patolojinin nereye denk geldiği
belirlenmeye çalışılır. Bu modelde her birey, farklı parametrelerin kesiştiği bir noktayı
temsil eder. Yapılan bilimsel araştırmalarda, her iki model de geçerli bulunmuştur.
Fakat kategorik model, hem uygulama kolaylığı, hem de istatistiksel olarak
değerlendirilebilmesindeki kolaylıklar gibi nedenlerle, daha çok tercih edilmektedir.
Buna karşın çok boyutlu yaklaşımlar, hastayı oldukça iyi tanımlamaya yardımcı
olmalarına rağmen, genelleştirmenin yapılamadığı durumlarda, pek yardımcı
olamamaktadırlar (46).
İyi ve kullanışlı bir tanı sisteminden beklenilenler; hastalığın kökenine gönderme
yapması, koruyucu hekimlik alanı açısından ön kestirimde bulunulacak bir takım
prediktörleri içermesi, net bir biçimde ayırıcı tanıya olanak tanıması ve “çöp kutusu”
olarak nitelendirilebilecek ayırt edilemeyen grupların mümkün olduğunca dar
tutulması olarak sıralanabilir (5).
Kraepelin, manik depresif hastalığı şizofreniden ayırırken, unipolar durumları da
ciddi bipolar bozukluk içerisinde değerlendirmiştir. Bipolar ve unipolar ayrımı,
Kraepelin’den çok sonra Angst ve Perris’in çalışmaları sonucu belirlenmiş ve bir çok
tedavi endikasyonları ile de desteklenmiştir. Sonuçta bipolar ve unipolar durumlar
kutuplaşmıştır. Akiskal ve arkadaşları, 1977 yılında, bipolar tanımının unipolar
vakaları da içerdiği geniş bir bipolar spektrum kavramı tanımlamışlardır. Daha kısa
süreli ve hafif seyirli duygudurum yükselme dönemlerinin hipomani olarak
tanımlandığı durumlarda, bipolar gruba dahil olan hasta sayısının artacağını
belirtmişlerdir (53).
Duygudurum bozukluğuna tanı koymak ve belirtilerin şiddetini değerlendirmek için
tanısal görüşme listeleri, klinisyen değerlendirme listeleri ve hastanın kendisinin
doldurduğu anketleri içeren oldukça geniş bir grup ölçek bulunmaktadır. Bu
24
ölçeklerden bazıları hastalık sırasında görülen semptomların şiddetini belirlemeye
yardımcı olurken, bir kısmı da
duyguduruma ait belirtilerin hayatın herhangi bir
döneminde var olup olmadığı ile ilgili bilgi edinmek için kullanılmaktadırlar. Bir
ortamda işe yarayan ve doğru sonuç veren bir ölçeğin, psikiyatri uygulama şartları
göz önünde bulundurulduğunda, başka bir ortamda benzer sonucu vermemesi
beklenebilir bir durumdur. Günümüzde, duygudurum bozuklukları için, her ortam ve
populasyonda yeterli bilgi sağlayıp değerlendirme hedeflerinin tümüne ulaşmamızı
sağlayabilecek
tek
bir
ölçek
yoktur.
Bütün
ortamlar
ve
populasyonlarda
değerlendirmelerin hedefleri oldukça değişken olmakla birlikte, iyi bir ölçekten
beklenenler şunlardır;
•
Daha detaylı değerlendirme gerektiren bireylerin belirlenmesi
•
Duygudurum bozukluklarında ayırıcı tanının belirlenmesi
•
Araştırmalar için uygun bireylerin tespit edilmesi
•
Bireylerin tedavi yanıtlarının izlenmesi (56).
Kategorik ve boyutsal ölçümler arasındaki temel farklar, değerlendirmenin
sonucuyla birlikte (tanıya karşı hastalık şiddeti ölçümü), psikiyatrik hastalıkların,
özellikle duygudurum bozukluklarının, kavramlaştırılmasından ileri gelmektedir (5).
Duygudurum bozukluğu için kullanılan derecelendirme ölçekleri, kategorik/tanısal
ve boyutsal olarak ikiye ayrılmaktadır;
Kategorik ölçekler, major depresyon, distimi, bipolar I ve II ve siklotimiyi içeren
duygudurum bozukluklarının varlığını belirlemeye yarayan tanısal karar verme
ölçekleridir. Bu tarz öçekler DSM-IV-TR ve ICD-10 gibi, duygudurum bozuklukları
dışında
diğer
hastalık
gruplarını
da
tanımlamaya
yarayan
sınıflandırma
sistemlerinden türetilmişlerdir (Ör. DSM IV Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış
bir klinik görüşme çizelgesi olan SCID).
Boyutsal ölçekler ise, semptom envanter, klinik derecelendirme ölçekleri ve
tarama testi şeklinde olabilirler ve bireyin semptomatolojisi veya durumunun göreceli
düzeyi ile ilgili bilgi verirler. Bu ölçekler, hastanın içinde bulunduğu durumdaki
semptom şiddetinin ve sıklığının bir süreklilik içinde yerleştirilmesini sağlarlar (ör.
daha az veya daha çok depresif). Boyutsal ölçekler klinisyen tarafından uygulanan ve
hastanın kendisi tarafından cevaplanan özbildirim testleri olmak üzere iki alt gruba
ayrılır. Klinisyen tarafından uygulanan ölçeklerin büyük kısmı mani veya depresyon
25
gibi tek bir duygudurum semptomuna odaklanırlar (Ör. Hamilton Depresyon Ölçeği,
Young Mani Derecelendirme Ölçeği) . Özbildirim testleri arasında ise, hem tek bir
duygudurum unsurunu dikkate alanlar (Ör. Beck Depresyon Envanteri) hem de
birden fazla alanda hastanın durumunu değerlendiren global testler (Ör. Duygudurum
Bozuklukları Anketi-MDQ) vardır. Global testler çoğunlukla duygudurumun farklı
elemanlarını içeren bir veya daha fazla alt başlıktan oluşmaktadır.
Kategorik
yaklaşımın
taraftarları,
psikiyatrik
hastalıkların
kesin
sınırlarının
belirlenmesinin, pratik ve teorik açıdan gerekli olduğunu savunmaktadırlar. Bu
ölçümlerin hastalıkların toplumdaki oranları, görülme sıklıkları ile ilgili bilgi verdiğini,
görülme sıklıklarının da toplum sağlığı projelerinin belirlenmesinde önemli rol
oynadığını belirtmektedirler. Buna karşın, boyutsal yaklaşımın savunucuları,
kategorik bakış açısını, hastalıkları büyük bir oranda biyomedikal temellere
dayandırması, bireyleri hasta veya hasta olmayan olarak değerlendirmesi ve
psikiyatrik hastalıkları, sosyolojik etyolojilerini göz ardı ederek sadece genetik ve
biyolojik
yapılanmaların
yansımaları
olarak
görmesinden
dolayı
uygunsuz
bulmaktadırlar (56). Bunların yanında, bir çok boyutsal ölçüm, hastanın durumundaki
değişiklikleri belirleyebilecek ölçüde duyarlı iken, kategorik temelli ölçümler örneğin
tedavi sırasında oluşabilecek psikolojik durum değişikliklerine duyarlı değillerdir (57).
Günümüzde kullanılmakta olan tanı ölçeklerine bakıldığında, bir çoğunun DSM-III,
DSM-III-R veya ICD-10 üzerine kurulduğu görülebilir. Bu testlerden
en sık
kullanılanlardan biri olan SCID’in (Structured Clinical Interview for DSM Disorders)
çok merkezli ve tekrarlı güvenilirlik çalışmaları sonucunda,
hastalardan oluşan
örneklemde hastalığın anlık epizodunu belirlemede iyi olduğu ancak hasta
olmayanlarda
belirleyiciliğinin
zayıf
olduğu
gösterilmiştir
(58).
Duygudurum
Bozuklukları için kategorik olanlardan çok daha fazla sayıda boyutsal temelli
tanımlama testi vardır. Bunlardan en iyi bilinenleri, duygudurum semptomlarını
derecelendirmekte kullanılan Hamilton Depresyon Ölçeği, Montgomery Asberg
Depresyon Ölçeği, Young Mani Derecelendirme Ölçeği’dir. Bipolar Spektrum
semptomlarını saptamak üzere kullanılan CGI-BP (Clinical Global İmpression Scale
for use in Bipolar Illness) mevcut belirtileri, SCI-MOODS (Structured Clinical Interview
for Mood Spectrum) ise yaşamın herhangi bir dönemindeki belirtileri saptamak için
klinisyen tarafından uygulanırlar (16).
26
Bipolar spektrum bozukluklarının nozolojik sınırlarının genişlemesi ve bunun
sonucunda hastalık prevalansındaki artış, bipolar semptomları olan daha fazla sayıda
hastanın uygun tedaviye yönlendirilmesini sağlayacak geniş kapsamlı tarama
testlerinin geliştirilmesini gerektirmiştir. Bipolar depresyon vakalarının sıklıkla yanlış
olarak unipolar depresyon veya birinci eksende komorbid hastalıklarla tanımlanması,
tüm depresyon vakalarının bipolar bozukluk açısından taranması görüşünün temelini
oluşturmaktadır. Bu amaçla geniş populasyonlarda kullanılmak üzere bipolar
hastaların ayırt edilmesi için bazı tarama ölçekleri geliştirilmiştir (16). Bunlardan bir
tanesi de bipolarite indeksidir.
Bipolarite İndeksi; boyutsal değerlendirilmede kullanılmak üzere geliştirilmiş,
ABD’de Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH) desteğiyle planlanan, iyi tanımlanmış
geniş bir bipolar örneklem üzerinden hastalığın seyrini ve tedaviye yanıtını
incelemek, dolayısıyla karşı karşıya kalınabilecek riskleri öngörmek amaçlı yürütülen
STEP-BD (Systematic Treatment Enhancement Program for Bipolar Disorder)
çalışmasında kullanılan, bir çok skaladan biridir. Kategorik yaklaşımı olan DSM tanı
sisteminden farklı olarak, hastanın boyutsal değerlendirilmesine olanak verir. Böylece
hastanın ne oranda ve nasıl bipolar olduğunu belirtmekle kalınmamış, aynı zamanda
bipolaritenin nicel olarak da görülmesi sağlanmış olur (3). Bipolarite İndeksi
hesaplanırken,
beş
ayrı
boyutta
değerlendirilen
hastadan
alınan
bilgiler
puanlanmaktadır. Hastanın profili, Bipolar I Bozukluğun en karakteristik özelliklerine
olan
uyumu
esas
alınarak
çıkarılmaktadır.
İndeks,
deneyimli
Bipolar
araştırmacılarından oluşan bir kurul tarafından (Sachs G, Baldassano C, Ghaemi SN,
Demopoulos C) geliştirilmiştir. Bu kurul, her kategoriyi görülen klinik özelliklere göre
eşit ağırlıklı olarak 0-20 arasında puanlamıştır; en yüksek puan olan 20 puan,
karakteristik olarak Bipolar I’e ait en tipik özellikleri tanımlamaktadır. Öte yandan bu
indekse yönelik eleştiriler, hiç manik ya da hipomanik dönem tanımlamayan bir
kişinin
bile,
diğer
kategorilerden
aldığı
puanla
60’ın
üzerinde
bir
skora
ulaşabileceğinin gözardı edilmemesi gerektiği yönündedir (14).
Bir vaka örneği olarak 16 yaşında, psikotik seyirli bir depresif epizod geçiren. Madde
kullanımı olan, duygudurum dengeleyicileriyle dört haftada tam iyileşme görülen ve
annesinin bipolar bozukluk tanısı olan bir hasta, jiç hipomanik/manik kayması
olmadığı halde Tablo 3’de görüldüğü gibi Bipolarite İndeksinden 75 puan
alabilmektedir.
27
Tablo. 3 Vaka Örneğinin Bipolarite İndeksinden aldığı puanlar(63)
Bulgular
Aile Öyküsü
Puan
Belgelenmiş bipolar hastalığı olan en azından bir birinci
20
dereceden akraba
Atipik ya da psikotik seyirli tek bir depresif epizod
Epizod
Özelliği
15-19 yaşları arası başlangıç
Başlangıç
Yaşı
Hastalık Seyri Madde kötüye kullanımı komorbiditesi
Duygudurum dengeleyici tedavi ile 4 hafta içinde tam iyileşme
Tedaviye
Yanıt
Bipolarite Indeksi Toplam puan:
5
20
10
20
75
Ek olarak bir çok boyutsal ölçüm, hastanın durumundaki değişiklikleri belirleyebilecek
ölçüde duyarlı iken, kategorik temelli ölçümler, örneğin tedavi sırasında oluşabilecek,
psikolojik durum değişikliklerine duyarlı değillerdir. Bunlardan en iyi bilinenleri,
duygudurum semptomlarını derecelendirmekte kullanılan Hamilton Depresyon
Ölçeği, Montgomery Asberg Depresyon Ölçeği, Young Mani Derecelendirme
Ölçeği’dir. Bipolar Spektrum semptomlarını saptamak üzere kullanılan CGI-BP
(Clinical Global İmpression Scale for use in Bipolar Illness) mevcut belirtileri, SCIMOODS (Structured Clinical Interview for Mood Spectrum) ise yaşamın herhangi bir
dönemindeki belirtileri saptamak için klinisyen tarafından uygulanırlar (59).
Yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı, bu çalışmada da bipolarite indeksinin
kullanılması tercih edilmiştir.
2.6.Bipolar Bozukluğu Tanımanın Seyir ve Tedavi Açısından Önemi
Bipolar temeli olan hastalarda yanlış konulan tek tanı depresyon değil, yanlış
konulan tanılar içinde özellikle önem taşıyan en sık klinik antitedir. Major
depresyonun
standart
tedavisi,
antidepresan
tedavidir.
Bipolar
depresyon
tedavisinde, antidepresan kullanımını uygun gösteren, sadece bir tane hatalı çalışma
datası vardır. Bununla beraber, antidepresan kullanımıyla ilişkili hipomani, mani ve
döngüsellik riski artışını, tüm datalar destekler gözükmektedir. Standart uygulamada,
araştırmalar tarafından desteklenen bu risk, major depresif epizodun iyileşmesinin
ardından bir yıl ya da daha uzun süre antidepresan kullanımıyla ilişkilendirilir. Bipolar
temelli hastalarda, uzun süreli antidepresan tedavi hızlı döngülülük riskini arttırır.
28
Antidepresan kullanımının getirdiği riskleri daha iyi anlamak için, otörler, komplike
olmamış bipolar depresif epizodlarda daha kısa süreli tedaviler önermektedir (59).
Bununla beraber bipolar bozukluk fark edilmediğinde klinisyen, göreceli olarak, daha
kısa bir görüşmeden sonra sürdürüm tedavisinde zorlanır.
Ek olarak hastalığı yaşam boyunca 3 ile 8 epizod olanlar, hem akut mani hem de
profilakside lityumdan daha az yararlanırlar (57). Cevap azlığında, depresif faz
tehditinin olduğu dönemde uygunsuz bir tedavi kullanımı olan bipolar hastalarda,
nöronal sistemin lityuma dirençli bir döneme dönüşebilmesinin olası olduğu öne
sürülmektedir. Yayınlanan bir çalışmada, lityum ve valproat karşılaştırılmış ve
valproatla tedavi edilen hastalarda yaşam boyu epizod sayısı önemsenmediğinde
yanıt eşit bulunmuştur (64). Epizodlar ve lityum yanıtı arasında bağlantı şöyle
açıklanabilir; çok sayıda epizodu olan hastalar bipolar bozukluğun lityuma düşük
yanıtlı bir formu olabilir.
Özetle, bipolar bozukluğun yanlış teşhisi ve major depresyon gibi tedavisi
hakkındaki bu bulgular iki klinik sonucu içerir:
Şu anki teşhis şeması ve kaynaklardaki sınırlılıklar, çok sayıda hastanın,
duygudurum dengeleyecilerden yaralanmaksızın, antidepresanla tedavi edilmesi
anlamına gelir. Bu sebeple klinisyenlerin, özellikle ilk epizod major depresyonda,
antidepresan kürü sırasında, bipolarite gelişimin ipuçlarına yönelik, uyanık olması
gerekmektedir. Ek olarak hastalar bipolariteyi ortaya koyan, onları tanımaya yardım
eden ve antidepresanların uygunsuz etkilerini gösteren bazı riskler taşıyabilir (37).
Altshuller ve arkadaşları belirli bir kişide antidepresana bağlı mani olmasının, tekrar
meydana gelme ihtimalini artırdığını ve o kişinin, hastalığının seyri sırasında, bir
noktada antidepresana bağlı siklüs akselerasyonu riskinin de artmış olabileceğini ileri
sürmüşlerdir. Yapılan çalışmalar ışığında antidepresan kullanımının uzun vadede
bipolar hastalık seyrini olumsuz yönde etkilediğini söylemek mümkündür (60). Angst
ve arkadaşları bipolar bozukluk vakalarının %16’sında seyrin kronikleştiğini
belirtmişlerdir (51,52).
Bipolar bozuklukta gidiş ve sonlanım geleneksel olarak klinik, relaps, hastaneye
yatış sayısı ve semptomların azalma oranı ölçülerek değerlendirilse de son
araştırmalar artık yaşam kalitesine odaklanmaktadır. Yaşam kalitesi, karışık bir
29
konsept olarak gözükse de temelde iş yaşantısında, duygusal, sosyal ve fiziksel
alandaki işlevsellik üzerinden tanımlanır (61). Klinik olarak, ötimik olsalar bile, bipolar
bozukluğu olan hastaların yaşam kaliteleri bozulmaktadır (62).
Sonuçta unutulmaması gereken nokta; her hastanın, hastalığı yaşantılama şeklinin
dolayısıyla da gidiş ve sonlanımının farklı olmasının kaçınılmaz olduğu gerçeğidir. Bu
konuda en önemli yol gösterici hastalığın, o döneme dek ortaya çıkan klinik seyir
özellikleridir (5).
Genel bilgilerde bahsettiğimiz tüm bu bilgilerin doğrultusunda çalışmamızda, Major
depresyon tanılı hastaların yeniden değerlendirerek
hatalı tanı olasılığının
araştırılması amaçlanmıştır.
30
YÖNTEM VE ARAÇLAR
a.Çalışma Evreni:
Araştırmaya, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ayaktan Tedavi Ünitesi’nde Ekim 2008-Şubat 2009
tarihleri arasında “Major Depresyon” tanısı ile tedavi altına alınmış olan, bipolar
bozukluk tanısı almamış, araştırma kriterlerini karşılayan, 18-65 yaş arasında en az
okur yazar olan, bir yakınıyla hastaneye gelmiş bulunan 300 hasta ile ardışık şekilde
görüşülmüş ve araştırmanın amacı anlatılarak yazılı gönüllü onayları alınan toplam
220’si dahil edilmiştir. Araştırmaya katılanlara araştırmanın amacı anlatıldıktan sonra,
yazılı gönüllü onayları istenecektir.
b. Dışlama Ölçütleri:
• Duygudurum Bozukluğuna neden olduğu düşünülen organik etiyolojili tablolar
(Demans, Deliryum vb tablolar)
• Epilepsi ve nöbet öyküsü
• Bilinç kaybının da olduğu kafa travması
• Mental retardasyon.
• Onay vermeyenler
c. Tanı Araçları ve Ölçekler:
1.Hasta İzlem Formu: Bu form;
• Sosyodemografik Veriler,
• Birinci derece akrabalardaki psikiyatrik hastalık öyküleri,
• Psikiyatrik ve fiziksel hastalık ektanıları,
• İntihar öyküsü,
• Epizodlara ait bilgileri (ortaya çıkartan olay, şiddeti, epizoda giriş ve epizoddan
çıkış özellikleri, epizodun özelliği, gidiş belirleyiciler, postpartum başlangıç)
içermektedir.
31
2.DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I):
Majör DSM-IV Eksen I tanılarının konması için geliştirilmiş ve yapılandırılmış bir
klinik görüşme ölçeğidir (64). Yapılandırılmış görüşme, tanısal değerlendirmenin
ölçülecek biçimde uygulanmasını sağlayarak tanının güvenilirliğinin ve DSM-IV tanı
ölçütlerinin taranmasını kolaylaştırarak tanıların geçerliliğinin artırılması, belirtilerin
sistematik olarak araştırılması için geliştirilmiştir. SCID-I ’in Türkiye için uyarlama ve
güvenilirlik çalışmaları 1999 yılında Çorapçıoğlu ve arkadaşları tarafından yapılmıştır
(65).
3.Bipolarite İndeksi: Bipolar Bozukluk vakalarını, dönem özelliği, başlangıç yaşı,
hastalık seyri, tedavi yanıtı, aile yüklülüğünden oluşan 5 alt başlıkta boyutsal olarak
değerlendiren ve tipik Bipolar Bozukluğa uyumu doğrultusunda skorlayan bir
sistemdir.
Amerikan
Ruh
Sağlığı
Enstitüsü
tarafından
planlanan
STEP-BD
çalışmasında, bir çok merkezde, geniş bir bipolar vaka grubuna uygulanmıştır.
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Raşit Tahsin Duygudurum Markezinde Türkçeye çevirisi
yapılmış olup Dr. Nergis Aküzüm tarafından “Bipolarite İndeksinin Kısa Süreli
Değerlendirme ile Bipolar Hastalarin Tanınmasındaki Yeri” konulu uzmanlık tezinde
kullanılarak, klinik kullanımının değeri test edilmiştir(3).
d. İşlem Yolu:
Genel psikiyatri polikliniklerinde Major Depresyon tanısı alan hastalara SCİD-I
uygulanarak
Major
Depresyon
tanıları
doğrulanacaktır.
Kaşılaştırmaların
yapılabilmesi için hastalar, olası;
1.Bipolar bozukluk,
2.Unipolar Major Depresif Bozukluk, Tek Epizod
3.Unipolar Major Depresif Bozukluk, Yineleyici
4.Unipolar Major Depresif Bozukluk, Tek Epizod, Psikiyatrik Bozukluk Ektanılı,
5.Unipolar Major Depresif Bozukluk, Yineleyici, Psikiyatrik Bozukluk Ektanılı,
olarak 5 alt grupta toplanacaktır. Bu gruplardan bipolar bozukluk grubu diğer dört
grupla, sosyodemografik özellikler, klinik özellikler, epizod özellikleri açısından ve
Bipolarite indeksi uygulanarak, karşılaştırılacaktır.
32
e. Istatiksel Yöntem:
Çalışmanın biyoistatistiksel çözümlemesinde, değişkenler Ortalama, Standart
Sapma, analizde kullanılan denek sayıları ile tanımlanmış, gruplar arası frekans ve
yüzdelerin kıyaslanmasında Ki-kare ve Fisher kesin olasılık testi, ölçümsel ve normal
dağılıma uygun ölçütler için iki grup kıyaslamalarında Student t testi, kulanılmıştır.
Yorumlamalarda anlamlılık sınırı p=0.05 alınmıştır.
Çözümlemelerde SPSS for Windows Sürüm 11.5 istatistiksel paket programı
kullanılmıştır.
33
BULGULAR
1.DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER: Araştırmaya katılan 220 hastanın ortalama yaşı
40,41 ± 1,505 idi.
Tablo.4’de araştırmaya katılan hastaların sosyodemografik
özellikleri gösterilmiştir.
Tablo 4. Araştırmaya katılanların Demografik Özellikler
Yaş (ortalama)
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Eğitim düzeyi
Okur-yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
Yüksek
Çalışma durumu
İşsiz
Çalışıyor
Emekli
Ev kadını
Öğrenci
Medeni durumu
Bekar
Evli
Dul
Boşanmış-ayrı yaşıyor
n=220 (%) 40,41±1,505
197
23
(%89,5)
(%10,5)
11 (%5,0)
134 (%60,9)
19 (%8,6)
36 (%16,4)
20 (%9,1)
8
46
17
145
4
(%3,6)
(%20,9)
(%7,7)
(%65,9)
(%1,8)
21
172
13
14
(%9,5)
(%78,2)
(%5,9)
(%6,4)
34
Araştırmaya katılan hastaların DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış
Klinik Görüşme (SCID-I) ölçeğiyle elde edilen Bipolar Bozukluk (BP) ve Unipolar
Major Depresif Bozukluk (MD) tanıları verilmektedir. Araştırmaya katılan hastaların
SCID-I ölçeğiyle elde edilen tanılarından BP (n=15) tanısının %6,66 (n=1)’sı BP I,
%93,34 (n=14)’sı BP II’dir.(Tablo 5) MD tanısı alan hastaların %6,4(n=14)’ü MD, Tek
Epizod (Psikiyatrik ektanı yok), %12,7 (n=28)’si MD, Tek Epizod (Psikiyatrik ektanı
var), %35,9(n=79)’u MD, Yineleyici (Psikiyatrik ektanı yok) ve %38,2(n=84)’si MD,
Yineleyici (Psikiyatrik ektanı var) olarak tanımlanmıştır.(Tablo 6)
Tablo 5. Bipolar Bozukluk Grubu
Bİpolar Bozukluk (BP)
Bipolar-I Bozukluk
n=15 (%6,8)
n=1 (%0,45)
Bipolar-II Bozukluk
n=14 (%6,4)
Tablo 6. Unipolar Depresif Grup
MD Tek Epizod
Psikiyatrik Ektanısı olmayan
Psikiyatrik Ektanısı olan
MD, Yineleyici
Psikiyatrik Ektanısı olmayan
Psikiyatrik Ektanısı olan
Unipolar Depresif Bozukluk
n=205(%93,2)
n=52 (%19,1)
n=14 (%6,4)
n=28 (%12,7)
n=163(%74,1)
n=79 (%35,9)
n=84 (%38,2)
Tablo 7.’de araştırmaya katılan hastaların DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin
Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I) ölçeğiyle elde edilen Bipolar Bozukluk (BP)
ve Unipolar Major Depresif Bozukluk (MD) tanılarının sosyodemografik özellikleri
verilmektedir. BP olan hastalarla, MD tanısı olan hastalar arasında sosyodemografik
veriler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır.
35
Tablo 7. Bipolar Bozukluk ile Unipolar Major Depresif Bozukluğun
Demografik Özellikler açısından karşılaştırıması
Yaş (ortalama)
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Eğitim düzeyi
Okur-Yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
Yüksek
Çalışma durumu
İşsiz
Çalışıyor
Emekli
Ev Kadını
Öğrenci
Medeni durumu
Bekar
Evli
Dul
Boşanmış-Ayrı Yaşıyor
Bipolar Bozukluk
(BP)
Unipolar Depresif
Bozukluk (MD)
33,93±9,968
40,89±11,498
2 (%13,3)
13 (%86,7)
21 (%10,2)
184 (%89,8)
0
7
3
4
1
(%0)
(%46,7)
(%20,0)
(%26,7)
(%6,7)
11 (%5,4)
127 (%62,0)
16 (%7,8)
32 (%15,6)
19 (%9,3)
0
5
0
9
1
(%0)
(%33,3)
(%0)
(%60,0)
(%6,7)
8 (%3,9)
41 (%20,0)
17 (%8,3)
136 (%66,3)
3 (%1,5)
4 (%26,7)
10 (%66,7)
0 (%0)
1 (%6,7)
17 (%8,3)
162 (%79,0)
13 (%6,4)
13 (%6,3)
36
2.EKTANILAR: Ektanılı tek epizod ve ektanılı yineleyici Major Depresif Bozukluk ile
Bipolar Bozukluğu olan hastaların (SCID-I)ölçeğiyle elde edilen ektanıları Tablo 8’de
gösterilmiştir.
Tablo 8. Major Depresif Bozukluk ile Bipolar Bozukluğu olan hastalarda Psikiyatrik
Ektanılar
BP
MD, Tek Epizod
MD, Yineleyici
(n=15)
(n=93)
(n=112)
Ek Tanı Yok
8 (%53,3)
%15,1(n=14)
%25,0(n=28)
Panik Bozukluğu
%6,7(n=1)
%10,8(n=10)
%6,3(n=7)
Obsesif Kompulsif Bozukluk
%6,7(n=1)
%20,4(n=19)
%24,1(n=27)
Travma Sonrası Stres
%6,7(n=1)
%0(n=O)
%1,8(n=2)
Özgül fobi
%0(n=0)
%0(n=O)
%0,9(n=1)
Yaygın Anksiyete Bozukluğu
%0(n=0)
%14,0(n=13)
%6,3(n=7)
BTA Anksiyete Bozukluğu
%26,7(n=4)
%35,5(n=33)
%28,6(n=32)
Somatizasyon Bozukluğu
%0(n=0)
%2,2(n=2)
%6,3(n=7)
Alkol kötüye kullanımı
%0(n=0)
%2,2(n=2)
%,0,9(n=1)
Bozukluğu
37
3.TANI GRUPLARININ KARŞILAŞTIRMASI: Bipolar bozukluk tanısı olan hastalar
diğer Major Depresif Bozukluk gruplarıyla (MD Tek epizod, ektanısız/MD Tek epizod,
ektanılı/MD Yineleyici, ektanısız/MD Yineleyici, ektanılı) klinik özellikler, epizod
özellikleri ve Bipolarite İndeksi açısından karşılaştırılmışlardır.
3.1.Bipolar Bozukluk tanısı olan hastalarla MD Tek epizod, ektanısız olan hastaların
klinik özellikleri (Tablo 9), epizod özellikleri (Tablo 10) ve Bipolarite İndeksi (Tablo 11)
açısından karşılaştırmaları yapılmıştır.
Tablo 9. BP/MD Tek Epizod, Ektanısız gruplarının klinik özellikler açısından
karşılaştırması
BP
MD Tek Epizod,
(n=15)
Ektanısız
t/ x2
P
(n=14)
Hastalık başlama yaşı
Tedaviye başvuru yaşı
25,60±7,139
29,00±5,695
30,64±10,188
31,64±9,974
t=1,553
t=0,868
0,132
0,395
Hastaneye yatış sayısı
1.derece
akrabada
hastalık
öyküsü
Unipolar Depresif bozukluk
Bipolar Bozukluk
Diğer Psikiyatrik Bozukluklar
0,13±0,516
0,00±0,00
t=1,000
0,334
%46,7(n=7)
%0(n=0)
%20(n=3)
%35,7(n=5)
%0(n=0)
%14,3(n=2)
x2=0,83°3
0,659
%66,7(n=10)
%100(n=14)
0,27±0,458
%33,3(n=5)
17,40±0,894
%80(n=12)
0,29±0,825
%35,7(n=5)
22,40±5,595
%85,7(n=12)
Eşlik eden, psikiyatrik olmayan
hastalık
İntihar girişimi
Sigara kullanımı
Sigaraya başlangıç yaşı
Epizodu tetikleyici yaşam olayı
∗ Fisher’s exact test A.D. : p=1,000
0,042∗
t=0,78
1,000∗
t=1,973
0,939
A.D.∗
0,116
A.D.∗
38
Tablo 10. BP/MD Tek Epizod, Ektanısız gruplarının Epizod özellikleri açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
Epizod şiddeti
Hafif-Orta
Şiddetli
Epizoda giriş
Ani başlangıç
Yavaş başlangıç
Epizoddan çıkış
Ani sonlanım
Yavaş sonlanım
Postpartum başlangıç
Epizod ve gidiş belirleyicileri
Katatonik özellik
Melankolik özellik
Atipik özellik
Psikotik özellik
MD Tek Epizod,
Ektanısız
(n=14)
P
%86,7(n=13)
%13,3(n=2)
%100(n=14)
%0(n=0)
0,483∗
%66,7(n=10)
%33,3(n=5)
%64,3(n=9)
%35,7(n=9)
A.D.∗
%66,7(n=10)
%33,3(n=5)
%50(n=7)
%50(n=7)
0,462∗
%26,7(n=4)
%7,1(n=1)
O,330∗
%6,7(n=1)
%26,7(n=4)
%53,3(n=8)
%33,3(n=5)
%0(n=0)
%14,3(n=2)
%42,9(n=6)
%7,1(n=1)
A.D.∗
0,651∗
0,715∗
0,169∗
∗ Fisher’s exact test A.D. : p=1,000
Tablo 11. BP/MD Tek Epizod, Ektanısız gruplarının Bipolarite İndeksi açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
Aile Öyküsü
Epizod Özelliği
Başlangıç Yaşı
Hastalık Seyri
Tedaviye Yanıt
Bipolarite Indeksi
(Toplam puan)
3,33±4,806
9,00±3,381
15,00±3,273
13,67±4,806
6,60±7,317
47,60±13,757
MD Yineleyici,
Ektanısız
(n=14)
1,79±3,926
0,43±0,852
13,21±4,209
1,79±1,968
3,36±4,893
20,71±12,130
t
P
0,946
9,502
1,280
8,816
1,411
5,566
0,353
0,0001
0,211
0,0001
0,171
0,0001
39
3.2.Bipolar Bozukluk tanısı alan hastalarla Unipolar Major Depresif Bozukluk,
Rekürran (Yineleyici) (psikiyatrik ektanı olmayan) tanısı alan hastaların klinik
özellikler (Tablo 12), epizod özellikleri (Tablo 13) ve Bipolarite İndeksi (Tablo 14) ile
karşılaştırmaları aşağıda gösterilmiştir.
Tablo. 12 BP/MD Yineleyici, Ektanısız gruplarının klinik özellikler açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
Hastalık başlama yaşı
Tedaviye başvuru yaşı
Hastaneye yatış sayısı
1.derece
akrabada
hastalık
öyküsü
Unipolar Depresif bozukluk
Bipolar Bozukluk
Diğer Psikiyatrik Bozukluklar
Eşlik eden, psikiyatrik olmayan
hastalık
İntihar girişimi
Sigara kullanımı
Sigaraya başlangıç yaşı
Epizodu tetikleyici yaşam olayı
t/ x2
P
t=0,770
t=0,963
t=1,479
0,446
0,341
0,147
0,167
25,60±7,139
29,00±5,695
0,13±0,516
MD Yineleyici,
Ektanısız
(n=28)
28,50±13,571
31,75±12,958
0,50±1,106
%46,7(n=7)
%0(n=0)
%20(n=3)
%66,7(n=10)
%28,6(n=8)
%14,3(n=4)
%7,1(n=2)
%78,6(n=22)
x2=5,062
0,27±0,458
%33,3(n=5)
17,40±0,894
%80(n=12)
0,86±1,758
%21,4(n=6)
18,50±4,231
%60,7(n=17)
t=1,272
0,473∗
t=0,566
0,211
0,473∗
0,585
0,308∗
∗ Fisher’s exact test
40
Tablo 13. BP/MD Yineleyici, Ektanısı olmayan gruplarının Epizod özellikleri
açısından karşılaştırması
4,07±5,203
MD
Yineleyici,
Ektanısız
(n=28)
2,93±1,359
%86,7(n=13)
%13,3(n=2)
%42,9(n=12)
%57,1(n=16)
0,009∗
%66,7(n=10)
%33,3(n=5)
%42,9(n=12)
%57,1(n=16)
0,203∗
%66,7(n=10)
%33,3(n=5)
%42,9(n=12)
%57,1(n=16)
0,203∗
%26,7(n=4)
%17,9(n=5)
0,696∗
%6,7(n=1)
%26,7(n=4)
%53,3(n=8)
%33,3(n=5)
%53,3(n=8)
%3,6(n=1)
%32,1(n=9)
%53,6(n=15)
%21,4(n=6)
%57,1(n=16)
A.D.∗
A.D.∗
A.D.∗
0,473∗
A.D.∗
BP
(n=15)
Epizod sayısı
Epizod şiddeti
Hafif-Orta
Şiddetli
Epizoda giriş
Ani başlangıç
Ani bitiş
Epizoddan çıkış
Ani başlangıç
Ani bitiş
Postpartum başlangıç
Epizod ve gidiş belirleyicileri
Katatonik özellik
Melankolik özellik
Atipik özellik
Psikotik özellik
Mevsimsel özellik
t/ x2
p
t=0,832
0,418
∗ Fisher’s exact test A.D. : p=1,000
Tablo 14. BP/MD Yineleyici, Ektanısız gruplarının Bipolarite İndeksi açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
Aile Öyküsü
Epizod Özelliği
Başlangıç Yaşı
Hastalık Seyri
Tedaviye Yanıt
Bipolarite Indeksi
(Toplam puan)
3,33±4,806
9,00±3,381
15,00±3,273
13,67±4,806
6,60±7,317
47,60±13,757
MD Yineleyici,
Ektanısız
(n=28)
4,29±7,138
2,54±1,575
14,46±5,153
3,39±2,132
6,11±5,718
30,86±13,213
t
0,462
8,587
0,415
7,875
0,244,
3,905
P
0,646
0,0001
0,680
0,0001
0,808
0,0001
41
3.3.Bipolar Bozukluk tanısı alan hastalarla Unipolar Major Depresif Bozukluk, Tek
epizod (psikiyatrik ektanısı olan) tanısı alan hastaların klinik özellikler(Tablo 15),
epizod özellikleri (Tablo 16) ve Bipolarite İndeksi (Tablo 17) ile karşılaştırılmaları
tablolar ile gösterilmiştir.
Tablo 15. BP/MD Tek Epizod, Ektanılı gruplarının klinik özellikler açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
25,60±7,139
29,00±5,695
0,13±0,516
Hastalık başlama yaşı
Tedaviye başvuru yaşı
Hastaneye yatış sayısı
1.derece
akrabada
hastalık
öyküsü
%46,7(n=7)
Unipolar Depresif bozukluk
%0(n=0)
Bipolar Bozukluk
%20(n=3)
Diğer Psikiyatrik bozukluklar
Eşlik eden, psikiyatrik olmayan
hastalık
İntihar girişimi
Sigara kullanımı
Sigaraya başlangıç yaşı
Epizodu tetikleyici yaşam olayı
∗ Fisher’s exact test A.D. : p=1,000
MD Tek Epizod,
Ektanılı
(n=79)
37,90±11,495
39,57±11,451
0,00±0,000
%39,2(n=31)
%2,5(n=2)
%6,3(n=5)
%66,7(n=10)
%87,3(n=69)
0,27±0,458
%33,3(n=5)
17,40±0,894
%80(n=12)
0,23±0,576
%31,6(n=25)
25,04±11,598
%69,6(n=55)
t/ x2
p
t=5,462
t=5,407
t=1,000
0,0001
0,0001
0,334
x2 =4,208
0,240
0,60∗
t=0,246
t=3,307
0,806
A.D.∗
0,003
0,542∗
42
Tablo 16. BP/MD Tek Epizod, Ektanılı gruplarının Epizod özellikleri açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
MD Tek Epizod,
Ektanılı
(n=79)
p
Epizod şiddeti
Hafif-Orta
Şiddetli
Epizoda giriş
Ani başlangıç
Ani bitiş
%86,7(n=13)
%13,3(n=2)
%79,7(n=63)
%20,3(n=16)
0,728∗
%66,7(n=10)
%33,3(n=5)
%55,7(n=44)
%44,3(n=35)
0,572∗
Epizoddan çıkış
Ani başlangıç
Ani bitiş
%66,7(n=10)
%33,3(n=5)
%53,2(n=42)
%46,8(n=37)
0,404∗
%26,7(n=4)
%2,5(n=2)
0,005∗
%6,7(n=1)
%26,7(n=4)
%53,3(n=8)
%33,3(n=5)
%0(n=0)
%17,7(n=14)
%39,2(n=31)
%8,9(n=7)
0,160∗
0,476∗
0,394∗
0,021∗
Postpartum başlangıç
Epizod ve gidiş belirleyicileri
Katatonik özellik
Melankolik özellik
Atipik özellik
Psikotik özellik
∗ Fisher’s exact test
Tablo 17. BP/MD Tek Epizod, Ektanılı gruplarının Bipolarite İndeksi açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
Aile Öyküsü
Epizod Özelliği
Başlangıç Yaşı
Hastalık Seyri
Tedaviye Yanıt
Bipolarite Indeksi
(Toplam puan)
3,33±4,806
9,00±3,381
15,00±3,273
13,67±4,806
6,60±7,317
47,60±13,757
MD Tek Epizod,
Ektanılı
(n=79)
2,20±4,142
0,47±0,959
9,94±4,702
4,11±2,112
4,06±5,314
20,87±9,495
t
p
0,943
9,700
3,983
7,561,
1,280
9,250
0,348
0,0001
0,0001
0,0001
0,218
0,0001
43
3.4.Bipolar Bozukluk tanısı alan hastalarla Unipolar Major Depresif Bozukluk,
Rekürran (Yineleyici) (psikiyatrik ektanı olmayan) tanısı alan hastaların klinik
özellikler(Tablo 18), epizod özellikleri(Tablo 19) ve Bipolarite İndeksi (Tablo 20) ile
karşılaştırılmaları tablolar ile aşağıda gösterilmiştir.
Tablo 18. BP/MD Yineleyici, Ektanılı gruplarının klinik özellikler açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
Hastalık başlama yaşı
Tedaviye başvuru yaşı
Hastaneye yatış sayısı
1.derece
akrabada
hastalık
öyküsü
Unipolar Depresif bozukluk
Bipolar Bozukluk
Diğer Psikiyatrik Bozukluklar
Eşlik eden, psikiyatrik olmayan
hastalık
İntihar girişimi
Sigara kullanımı
Sigaraya başlangıç yaşı
Epizodu tetikleyici yaşam olayı
∗ Fisher’s exact test A.D. : p=1,000
25,60±7,139
29,00±5,695
0,13±0,516
MD Yineleyici,
Ektanılı
(n=84)
31,61±10,482
35,30±9,474
0,11±0,381
%46,7(n=7)
%0(n=0)
%20(n=3)
%66,7(n=10)
%31,0(n=26)
%3,6(n=3)
%9,5(n=8)
%94(n=79)
x2 =3,975
0,27±0,458
%33,3(n=5)
17,40±0,894
%80(n=12)
0,31±0,711
%20,2(n=17)
21,50±5,067
%82,1(n=69)
t=0,225
t/ x2
p
t=2,128
t=3,504
t=0,232
0,036
0,001
0,817
0,264
0,07∗
t=3,255
0,823
0,313∗
0,004
A.D.∗
44
Tablo 19. BP/MD Yineleyici, Ektanılı gruplarının Epizod özellikleri açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
Epizod sayısı
Epizod şiddeti
Hafif-Orta
Şiddetli
Epizoda giriş
Ani başlangıç
Ani bitiş
Epizoddan çıkış
Ani başlangıç
Ani bitiş
Postpartum başlangıç
Epizod
ve
gidiş
belirleyicileri
Katatonik özellik
Melankolik özellik
Atipik özellik
Psikotik özellik
Mevsimsel özellik
4,07±5,203
MD Yineleyici,
Ektanılı
(n=84)
2,81±2,553
%86,7(n=13)
%13,3(n=2)
%61,9(n=52)
%38,1(n=32)
0,080∗
%66,7(n=10)
%33,3(n=5)
%75,0(n=63)
%25,0(n=21)
0,531∗
%66,7(n=10)
%33,3(n=5)
%72,6(n=61)
%27,4(n=23)
0,757∗
%26,7(n=4)
%14,3(n=12)
0,257∗
%6,7(n=1)
%26,7(n=4)
%53,3(n=8)
%33,3(n=5)
%53,3(n=8)
%0(n=0)
%23,8(n=20)
%36,9(n=31)
%13,1(n=11)
%58,3(n=49)
0,152∗
0,754∗
0,261∗
0,064∗
0,781∗
t
P
t=0,916
0,374
∗ Fisher’s exact test
Tablo 20. BP/MD Yineleyici, Ektanılı gruplarının Bipolarite İndeksi açısından
karşılaştırması
BP
(n=15)
Aile Öyküsü
Epizod Özelliği
Başlangıç Yaşı
Hastalık Seyri
Tedaviye Yanıt
Bipolarite
Indeksi
(Toplam puan)
3,33±4,806
9,00±3,381
15,00±3,273
13,67±4,806
6,60±7,317
47,60±13,757
MD Yineleyici,
Ektanılı
(n=84)
3,45±5,509
2,12±1,091
11,93±4.528
4,19±2,165
5,01±5,711
26,62±12,095
t
p
0,078
7,811
3,137
7,502
0,949
6,061
0,938
0,0001
0,004
0,0001
0,345
0,0001
45
TARTIŞMA
Bu araştırmaya Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ayaktan Tedavi Ünitesine başvurusu olan araştırmacı
dışındaki diğer doktorlar tarafından major depresif bozukluk tanısı konularak izlenen
rastgele 220 hasta dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 41’di ve çoğunluğu kadındı
(%89,5). Araştırmaya alınan hastaların büyük bir kısmı ilkokul mezunu (%60,9), ev
kadını (%65,9) ve evliydi (%78,2). Araştırmaya alınan tüm hastalarla ayrı bir görüşme
yapılıp, DSM IV-TR Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID-I)
ölçeğiyle değerlendirilmesi sonucu, klinisyen tarafından hatalı Major Depresyon tanısı
konulan 15 hasta tespit edildi (%6,81). BP tanısı alan bu 15 hastanın yalnızca 1
tanesi Bipolar I Bozukluk, diğerleri Bipolar II Bozukluktu.
Randomize
oluşturulan
hasta
örnekleminde,
araştırma
popülasyonunun
çoğunluğunun kadın olması Major Depresyon tanısının kadınlarda daha yüksek
görülmesiyle uyumludur (66,67). Bipolar Bozukluk ve Major Depresyon tanılı gruplar
arası karşılaştırmalarda hastaların büyük çoğunluğu kadınlardan oluşmakta ve başta
cinsiyet olmak üzere, yaş, eğitim düzeyi, medeni durum gibi sosyodemografik
özellikler açısından fark saptanmadı (66). Kadınlarda bipolar bozukluğa göre major
depresyonun daha fazla görüldüğü en çok saptanan bulgulardan birisidir (66,67).
Bununla birlikte özellikle Bipolar II Bozukluğa ilişkin araştırmalarda kadın cinsiyetinin
hızlı döngülülükle bağlantılı olarak major depresyondaki gibi daha fazla olduğu
bildirilmektedir. Araştırmamızda bipolar bozukluk ve major depresyon grupları
arasında cinsiyet açısından fark saptanmadı ve bildirilen son literatürle uyumludur
(5,66,67). Bazı vakalarda ilk psikiyatrik başvuru ile doğru tanıya ulaşılması arasında
geçen sürenin 10 yıla kadar uzadığı ve yanlış tanı oranının %30-60’lara ulaştığı
bildirilmektedir (40,53,68,69).
Son yıllarda major depresyon tanısı olan hastalar arasında %40’a varan oranda
bipolar bozukluk bulunduğu, hatta Major Depresyon/Bipolar Bozukluk oranının 1/1
olduğunu iddia eden artan sayıda araştırma ve prevalans çalışmaları bildirilmektedir
(53,70,55). Gerçekte bipolar bozukluk olup, unipolar major depresyon olarak
başlangıçta, bazende kaçınılmaz olarak hatalı tanı konulduğunda, seyir ve tedavi
açısından ciddi olumsuz sonuçlar oluştuğuna dair literatürün, gittikçe arttığı
46
görülmektedir (37). Bu nedenle major depresyon yanlış tanısını önleme çalışmaları
ve bipolar bozukluğu yordayıcılığı açısından erken başlangıç, atipik depresif özellikler
gibi bipolar bozukluğa işaret eden belirleyiciler üzerinde araştırmalar yoğun olarak
sürdürülmektedir (37,71). Yanlış tanı konmasının nedenleri daha fazla ilgi ve
araştırmayı hak eden bir konu olmakla birlikte, bu çalışmanın odaklandığı yerin
dışındadır. Çünkü bu araştırmada major depresyon tanısıyla izlenen ancak bipolar
bozukluk olma olaılığı bulunanan hastaların saptanması amaçlanmıştır. Ayrıca bu
amaçla; araştırma yöntemine uygun olarak, SCID’le saptanan Bipolar Bozukluğu olan
hastalar, Major Depresyon gruplarıyla kıyaslanarak literatürde bipolarite işaretleri
olarak belirtilen klinik ve epizodik özellikler açısından sınandı.
Literatürde ektanının hem bipolar bozuklukta hem major depresyonda çok fazla
görüldüğü, hatta Bipolar II Bozukluk için istisnadan çok bir kural olduğu
bildirilmektedir (37). Ayrıca bipolar bozuklukta ektanıların olmasının; tanı, tedavi ve
seyir açısında olumsuz sonuçlara yol açtığı ifade edilmektedir (36,72). Araştırmamızda SCID’le yapılan değerlendirme ile hem bipolar bozukluk hem de
unipolar gruptaki hastalar ektanılar aldı. Özellikle tanısal karmaşa yaratan ektanını
varlığı nedeniyle, major depresyon grubu ektanılı ve ektanısız olarak gruplandırılarak
belirtilen bipolarite işaretleri açısından karşılaştırmaya tabi tutulmuştur. Ek tanı
oranları da bir diğer araştırma alanıdır. Bipolar I Bozukluk hastalarda görece daha
düşük ek tanı, unipolar majör depresyon ve Bipolar II Bozuklukta ise birbirine benzer
şekilde yüksek ek tanı bildirilmektedir (31).
Araştırmamızda BP hasta grubuyla, 4 unipolar major depresyon grubunun klinik
özellikler açısından ayrı ayrı yapılan karşılaştırılmasında bazı özellikler açısından
anlamlı farklar saptanmıştır. Hastalığın başlama yaşı ve tedaviye başvuru yaşı;
BPgrupla, Major Depresyon tek epizod-ektanılı ve Major Depresyon yineleyiciektanılı gruplarla yapılan karşılaştırmada istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu.
Bipolar bozukluk olan grupta diğer iki gruba kıyasla, hastalığın daha erken başladığı
ve hastaların tedaviye daha erken başvurduğu saptandı (17). Erken başlangıç yaşı
açısından, Major Depresyon yineleyici-ektanısız, Major Depresyon tek epizodektanısız gruplarla Bipolar Bozukluk olan grup arasında fark saptanmadı. Bu bulgu,
başlangıç yaşı ve tedaviye başvuru yaşının, unipolar major depresyonu bipolar
bozukluktan ayırmada, ek tanısız gruba oranla ek tanılı Major Depresyon grubunda
47
daha iyi bir belirleyici olduğunu düşündürür. Erken başlangıç yaşı unipolar
depresyonu bipolar bozukluktan ayırma açısından literatürde en çok üzerinde durulan
belirleyicilerden birisidir ve üzerinde kısmen bir uzlaşma sağlanmıştır (17).
Araştırmamız, ektanısız unipolar grubun bipolar bozukluk olan gruptan ayırt
edilmesinde
erken
başlangıç
yaşının
dışında
başka
belirleyicilere
ihtiyaç
duyulduğunu göstermektedir. Tüm vakalar içerisinde 3 hastada alkol kötüye kullanımı
2 hastada ise madde kötüye kullanımı tespit edildi. Bu hastalardan 4 tanesi unipolar
ektanılı gruplarda 1 tanesi ise BP grupta idi. Alkol ve madde kötüye kullanımı olan
hastaların yalnızca 5 adet olması nedeniyle istatistiksel değerlendirme yapılmadı.
Sigara kullanımı olup olmaması açısından gruplar arası karşılaştırmada fark
bulunmamakla birlikte, sigaraya başlama yaşı bipolar bozukluk olan grupta major
depresyon tek epizod-ektanlı ve major depresyon yinleyici-ektanılı gruba göre daha
erkendi. Diğer iki grupla bipolar bozukluk olan grup arasındaki karşılaştırmada
sigaraya başlama yaşı açısından fark yoktu (73).bu literatür burada olmaz
Değerlendirmeye alınan diğer klinik özelliklerden eşlik eden bedensel hastalık
varlığı açısından yapılan karşılaştırmalarda bipolar bozukluk olan grupla major
depresyon tek epizod-ektanılı ve major depresyon yineleyici-ektanılı grupları
arasında fark bulundu. Her iki major depresyon grubunda da bipolar bozukluk olan
gruba oranla eşlik eden bedensel hastalık daha fazlaydı. Diğer klinik özellikler
açısından gruplar arası karşılaştırmada ortalama hastaneye yatış sayısı, ailede
psikiyatrik hastalık öyküsü, intihar girişimi ve epizodu tetikleyici yaşam olayı
açısından fark saptanmadı. Epizod özellikleri açısından bipolar grupla diğer gruplar
arasında karşılaştırmalar yapıldı. Epizod sayısı, epizod şiddeti, epizodun ani ya da
yavaş başlama ve bitişine göre epizoda giriş-çıkış özelliği, postpartum başlangıç olup
olmaması ve katatonik, melankolik, atipik, psikotik ve mevsimsel özellik olup
olmamasını içeren epizodun gidiş belirleyicileri değerlendirmeye alındı (74). Bipolar
grupla karşılaştırıldığında ektanılı ve ektanısız yineleyici major depresyon grubunda
epizod şiddeti daha yüksek bulundu. Psikotik özellik olup olmaması açısından
karşılaştırmalarda bipolar bozukluk olan grupta tek ya da yineleyici ektanılı major
depresyon grubuna göre daha fazla oranda psikotik özellik saptandı. Postpartum
başlangıç özelliği ise sadece bipolar bozukluk ve major depresyon tek epizod-ektanılı
grupları arasındaki karşılaştırmada farklı bulundu. Fark, bipolar bozukluk olan grupta
48
daha fazla oranda postpartum başlangıç olması şeklindeydi. Gruplar arası
karşılaştırmalarda diğer epizod özellikleri açısından fark bulunmadı (74). Epizod özellikleri açısından saptanan bulguları özetleyecek olursak epizod şiddeti
ektanıdan bağımsız olarak yineleyici major depresyon gruplarında fark oluşturdu.
Psikotik özellik olup olmaması tek ya da yineleyici epizod karakterinden bağımsız
olarak ektanılı major depresyon gruplarında farklı bulundu. Postpartum başlangıç
yalnızca tek epizod-ektanılı major depresyon grubunda farka yol açtı. Başka bir
şekilde ifade edersek major depresyon gruplarıyla bipolar bozukluk grubu ayrı ayrı
karşılaştırıldığında epizod şiddeti, ektanıdan bağımsız olarak özellikle yineleyici
major depresyonda, psikotik özellik ise daha çok ektanılı major depresyon
gruplarında bipolar bozukluğu major depresyondan ayırmada daha iyi belirleyci
olarak gözükmektedir (14,40,67,74).
Sonuç olarak; klinik takiplerinde major depresyon tanısı konan ve araştırmacı
tarafından SCID’le değerlendirme sonucu saptanan major depresyon gruplarıyla
bipolar bozukluk grubu arasındaki karşılaştırmalarda; hastalık başlama yaşı, tedaviye
başlama yaşı, epizod şiddeti ve psikotik özellik değişkenlerinde ektanılı major
depresyon gruplarıyla bipolar bozukluk grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmıştır. Grupları unipolar ve bipolar bozukluk olarak ikiye ayırıp karşılaştırma
yapıldığında da unipolar gruba göre bipolar grupta daha erken başlangıç yaşı,
tedaviye daha erken başvuru yaşı ve daha fazla oranda psikotik özellik
saptanmaktadır. Epizod şiddeti açısından ise fark bulunamamıştır. Klinik ve epizod
özellikleri açısından ayrı ayrı major depresyon grupları ve bipolar grup arasında ve
ayrım yapmadan major depresyon grubuyla bipolar bozukluk grubu arasında yapılan
karşılaştırmalarda erken başlangıç yaşı, tedaviye başvuru yaşı ve psikotik özellik ön
planda yer almaktadır. Literatürde major depresif epizod yaşayan hastalarda bipolar
bozukluk belirleyicileri açısından yapılan hemen tüm çalışmalarda erken başlangıç
yaşı ve psikotik özellik bildirilmektedir (14,40,67).
Bizim çalışmamızda literatürde en fazla bildirilen atipik ve melankolik özellikler,
mevsimsel özellik, epizoda ani giriş ve sonlanım özelliği, epizod sayısı, aile öyküsü
gibi değişkenler açısından unipolar ve bipolar grup arasında fark saptanmamıştır.
Araştırmamızda unipolar major depresyon olan hastaları epizod sayısı ve ektanı olup
olmamasına göre gruplara ayırarak bipolar grupla bipolarite belirleyiciler açısından
49
karşılaştırmanın ayrı bir önemi olduğunun düşünüyoruz. Çünkü bu araştırmada fark
saptanan belirleyiciler belirli gruplarda toplanmıştır. Literatürde bipolar belirleyiciler
için çok sayıda araştırma sonuçları bildirilmesine rağmen bu çalışmada yapıldığı gibi
unipolar gruplar arası karşılaştırma çalışmaları az sayıdadır. Araştırmamızın ortaya
çıkan bulguları, bipolar belirleyicilerin ektanılı Major Depresyon grubunda, ektanısız
gruba oranla unipolar-bipolar ayrımı için daha iyi işlev gördüğünü düşündürtmektedir.
Son yıllarda literatürde epizod süresini daha kısa belirlemek gibi daha esnek
tanımlanan epizod kriterlerine ve DSM IV-TR bipolar bozukluk kategorilerinin dışında
bipolar spektrum bozukluklarına daha fazla vurgu yapmaktadır. SCID gibi
yapılandırılmış görüşme yöntemlerinin bipolar spektrum bozukluklarını tanımakta
yetersiz kaldığı ileri sürülmektedir (75,76). Bipolariteyi unipolar bozukluktan ayırmaya
yönelik araştırmalar; ağırlıklı olarak, major depresyon tanısı alan hastalarda bipolar
spektrum bozukluklarını daha esnek kriterlerle saptamaya yöneliktir (76). Bu amaçla
yapılan çalışmalarda, major depresyon tanısı alanların yaklaşık %50’sinin Bipolar
Spektrum Bozukluklarına dahil olduğu belirtilmektedir. Araştırmamızda SCID’le
tarama yapıldığında, major depresyon vakalarının %6,81’i BP olarak saptandı.
Araştırmamız,
Bipolar
Spektrum
Bozukluklarını
taramaya
yönelik
odaklanmadığından, spektrumun silik formlarını yakalayamama olasılığı çok
yüksektir. Gene de sadece SCID ile yapılan görüşme major depresyonlu 14 hastadan
birinde, DSM IV-TR’de tanımlanan bipolar bozukluk yakalayabilmiştir (37,77). Başka
bir deyişle SCID ile yapılandırılmış bir görüşme Bipolar Spektrum Bozukluklarının
silik formlarını tanımaz. Bu nedenle araştırmamızda saptanan kategorik Bipolar II
Bozukluk vakaları, bipolar belirleyiciler açısından ektanısı olmayan unipolar grupla
fark göstermezken, ektanılı gruptan daha belirgin bir biçimde ayrılabilmektedir.
Çünkü silik formların ektanılı grupta daha fazla görülme olasılığı daha yüksektir.
Ektanısı olmayan grupta da DSM IV-TR’deki kategorik bipolarların görülme olasılığı
daha yüksektir(36).
Araştırmamızda
Bipolarite
İndeksi
açısından
yapılan
gruplar
arası
karşılaştırmalarda; bipolar grupla diğer dört unipolar grup arasında fark saptandı.
Bipolar grupta ayrı ayrı dört gruba kıyasla, Bipolarite İndeksi toplam puanı daha
yüksek bulundu. Oysa SCID’le olan değerlendirmede bipolar belirleyiciler açısından,
yalnızca iki unipolar grupla olan karşılaştırmalarda fark saptanmıştı. Bipolar grubun
50
ortalama bipolarite indeks toplam puanı 47 idi. Literatürde Bipolar-I Bozukluk tanısı
almış hastaların %70’inin 65 ve üzerinde skor aldıklarını bildirilmiştir (3,14).
Araştırmamızdaki bipolar vakalar ise 1kişi hariç Bipolar II tanılı hastalardan
oluşmaktadır. Bipolarite İndeksi açısından karşılaştırmalarda saptanan bulgularımız
hem toplam puan hem de alt skalaların puanları açısından yukarıda saptanan
sonuçları doğrular niteliktedir. Alt skalalardan başlangıç yaşı bipolar grupta epizod
sayısından bağımsız olarak, ektanılı unipolar gruplara kıyasla daha yüksek puan
almıştır. Ektanısız gruplarla bipolar grup arasında ise Bipolarite İndeksinin başlangıç
yaşı alt skalası ortalama puanlarında fark saptanmamıştır. Hastalık seyri ve epizod
özelliği alt skalaları ise bipolar grupta, diğer tüm unipolar gruplara göre anlamalı
olarak daha yüksek puanlara sahiptir. Özetleyecek olursak SCID’le tarama sonucu
saptanan bipolar vakalar, Bipolarite İndeksiyle uyumlu olarak daha yüksek puanlara
sahiptir. Bu nedenle indeksin major depresyonlu hastalarda, bipolariteyi taramak
açısından SCID’le eşdeğer bir işlevsellie sahip olduğu, hatta SCID’den daha iyi bir
tarama ölçeği olduğu söylenebilir.
Bu konuda daha geniş bir örneklem grubu üzerinde yapılacak çalışmalara ihtiyaç
olması, araştırmanın metodolojisi gereği araştırmacının klinisyenler tarafından konan
major depresyon tanısına kör olmayışı, daha esnek epizod kriterler kullanılarak Silik
Bipolar Spektrumun taranmamış olması, bu araştırmanın kısıtlılıkları arasında
sayılabilir.
,
51
SONUÇ
Araştırmamızda, unipolar major depresyon tanısı alan hastalarda SCID’le yapılan
ayrı bir değerlendirmede, azımsanmayacak oranda Bipolar II Bozukluğu olan hasta
saptadık. Hatalı tanı konan bu hastaların, Bipolarite İndeksiyle de unipolar gruptan
daha yüksek puanlar aldığını ve SCID’le ortaya çıkan sonucun Bipolarite İndeksiyle
de teyid edildiğini belirledik. Ayrıca araştırmamızın bulguları SCID’le yapılan
değerlendirmeye oranla, Bipolarite İndeksiyle yapılan taramanın hatalı tanı olasılığını
azaltmakta daha işlevsel olduğunu ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, hatalı tanının
hastalığın seyir ve tedavisi açısından olumsuz etkilere yol açması nedeniyle, olası
tanı değişiminin farkında olabilmek önemlidir. SCID’le yapılan değerlendirme ya da
Bipolarite indeksiyle yapılan tarama bu olasılığı azaltmaktadır. Bundan sonra
yapılacak prospektif çalışmalarla, Bipolarite İndeksinin kesitsel taramalardaki
belirleyiciliğinin uzunlamasına seyirde sınanması önerilebilir. Ayrıca, daha esnek
epizod kriterleri kullanıldığında Silik Bipolar Spektrumu taramaktaki işlevselliğiyle silik
spektrum bozuklukları ve Bipolar II Bozukluk için kesme puanlarına yönelik
çalışmalar yapılmalıdır.
52
ÖZET
Giriş: Bipolar Bozukluk, önemli ölçüde işlevsellik kaybına yol açan, kronik bir
hastalıktır. Bir çok çalışmada, Bipolar hastaların %40’ına başlangıçta yanlış tanı
konduğu, ve doğru tanıya ulaşılmasının yıllar alabileceği gösterilmiştir. Hastalığın
yüksek oranda (%40-60) depresif epizodla başlaması, tanıyı geciktiriyor ve hatalı tanı
konmasına neden oluyor olabilir. Araştırmamızda major depresyon tanısı ile tedavi
gören hastalarda yapılandırılmış değerlendirme ile bipolar bozukluk sıklığının
saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmamıza, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar
Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ayaktan
Tedavi Ünitesi’nde Bipolar Bozukluk tanısı olmayan ve “Major Depresyon” tanısı ile
tedavi altında olan, araştırma kriterlerini karşılayan, bir yakınıyla hastaneye gelmiş
bulunan 300 hasta ile ardışık şekilde görüşülmüş ve araştırmanın amacı anlatılarak
yazılı gönüllü onayları alınan toplam 220’si dahil edilmiştir. Hastalar; bipolar grup,
unipolar depresyon tek epizod grubu psikiyatrik ektanılı olanlar ve ektanısı
olmayanlar, yineleyici unipolar depresyon grubu psikiyatrik ektanılı olan ve ektanısı
olmayanlar olarak beş gruba ayrılmışlardır. Hastalara DSM-IV Eksen I Bozuklukları
için yapılandırılmış klinik görüşme çizelgesi (SCID) ve boyutsal değerlendirme
yöntemi (Bipolarite İndeksi) uygulanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastalarda
SCID-I ile % 6,81 Bipolar Bozukluk (BP), %93,2 Unipolar Depresyon (MD) tespit
edilmişdir. BP (n=15) tanısının %6,66 (n=1)’sı BP-I’iken, %93,34 (n=14)’sı BP-II’dir.
MD tanısı konan hastaların %6,4 (n=14)’ü MD, Tek Epizod, %12,7 (n=28)’si MD, Tek
Epizod-Ektanılı, %35,9 (n=79)’u MD, Yineleyici ve %38,2 (n=84)’si MD, YineleyiciEktanılı olarak tanımlanmıştır. BP olan grupla, diğer MD grupları; sosyodemografik
veriler, klinik özellikler, epizod özellikleri ve BPİ açısından ayrı ayrı karşılaştırılmış
sosyodemografik veriler açısından anlamlı fark bulunamamıştır. Hastalığın başlama
yaşı ve tedaviye başvuru yaşı, sigaraya başlama yaşının; BP grupta daha erken
olduğu saptandı. Eşlik eden bedensel hastalık varlığı açısından BP gruba oranla
ektanılı MD grupta daha fazla idi. BP grupta, BPİ toplam puanı diğer dört MD
grubundan daha yüksek bulundu (p<0,0001). Tartışma: Gruplar arasındaki
karşılaştırmalarda, literatürle uyumlu olarak başlangıç yaşı ve tedaviye başvuru yaşı
BP lehine daha erkendi. Bipolar belirleyiciler olarak değerlendirilen Atipik ve
melankolik özellikler, mevsimsel özellik, epizoda ani giriş ve sonlanım özelliği, epizod
53
sayısı, aile öyküsü gibi değişkenler açısından Unipolar ve bipolar grup arasında fark
saptanmamıştır. Araştırmamızda MD olan hastaları epizod sayısı ve ektanı olup
olmamasına göre gruplara ayırarak BP grupla bipolarite belirleyiciler açısından
karşılaştırmanın ayrı bir önemi olduğunun düşünüyoruz. Çünkü bu araştırmada fark
saptanan belirleyiciler belirli gruplarda toplanmıştır. Literatürde bipolar belirleyiciler
için çok sayıda araştırma sonuçları bildirilmesine rağmen bu çalışmada yapıldığı gibi
unipolar gruplar arası karşılaştırma çalışmaları az sayıdadır. Araştırmamızın ortaya
çıkan bulguları, bipolar belirleyicilerin ektanılı MD grubunda, ektanısız gruba oranla
unipolar-bipolar
ayrımı
için
daha
iyi
işlev
gördüğünü
düşündürtmektedir.
Araştırmamızda BPİ yardımıyla BP grup diğer gruplardan ayrılmıştı. Bu nedenle
indeksin MD’lu hastalarda bipolariteyi taramak açısından SCID’e eşdeğer bir
işlevselliğinin olduğu ve iyi bir tarama ölçeği özelliği taşıdığı söylenebilir.
Sonuç: Unipolar MD tanısı alan hastalarda azımsanmayacak oranda BP-II
Bozukluğu saptandı. Bu hastalar, BPİ’nde Unipolar gruptan daha yüksek puanlar
almış ve SCID’le ortaya çıkan sonuç bu değerlendirmeyle de teyid edilmiştir. SCID’le
yapılan değerlendirme ya da BPİ ile yapılan tarama hastalığın seyir ve tedavisi
açısından olumsuz etkilere yol açması olasılığını azaltmaktadır.
54
SUMMARY
Background: Bipolar disorder is a severely disabling chronic mental illness. It has
been demonstarted in a number of studies that many bipolar patients(40%) are
misdiagnosed at the time of initial assesment and it takes a pretty long time for an
accurate diagnosis. The illness mostly starts with a depressive epizode (40%-60%)
which might lead to misdiagnosis and delay of the real diagnosis.This study aims to
evaluate the frequency of bipolar disorder with a structured interview in patients
diagnosed as major depressive disorder.
Methods : 300 patients being followed with a diagnosis of major depressive disorder
(who never had been diagnosed as “bipolar disorder”) in the outpatient clinic of Prof.
Dr. Mazhar Osman Mental Health Hospital were interviewed consecutively. 220 of
those who fullfilled the inclusion criteria and signed out the written informed consent
form were included in the study. Patients were grouped into 5 as folowing; the
“bipolar group”, the “unipolar depression (single epizode) with psychiatric comorbidity
group”,
the “unipolar depression (single epizode) without psychiatric comorbidity
group”, the “recurrent unipolar depression with psychiatric comorbidity group” and
finally the
“recurrent unipolar depression without psychiatric comorbidity group”.
Patients were interviewed with the Structured Clinical Interview for DSM-IV Axis –I
disorders ( SCID) and the Bipolarity Index was applied for dimensional evaluation.
Results: 6.81% of patients included in the study and interviewed with SCID were
found to have bipolar diorder(BD) while 93.2% were found to fullfill diagnosis criteria
for unipolar major depression(MD). Of the 15 patients to be dignosed as BD, 6.66%
(n=1) were found to be BP-I and 93.34(n=14) were found to be BP-II. Of the patients
diagnosed as MD 6.4%(n=4) were found to have MD , single epizode; 12,7% (n=28)
were found to have MD , single epizode with psychiatric comorbidity, 35,9% (n=79)
were found to have recurrent MD and finally 38,2%(n=84) were found to have
recurrent MD, with psychiatric comorbidity. When patients in the BP group were
compared with the patients in the MD groups in terms of sociodemographic data,
clinical features, epizodic features and BPI there was no difference between the
groups in terms of soiodemographic data. However it was found that onset of disease
and first treatment seeking as well as onset of smoking was earlier in the BP group.
Comorbid somatic disease was more frequent in the “MD with psychiatric comorbidity
55
group” than the BP group. BPI scores were statistically higher in the BP group than
all the 4 MD groups(p<0.0001)
Conclusion: Focusing on the comparison between the BP and the MD groups, (in
accordance with the literature) time of disease onset and time of first treatment
seeking was earlier in the BP group. In terms of atypical features, melancholic
features, seasonal pattern, epizodes rapidly starting and ending and family history
which are all accepted to be determinants of bipolarity there was no satatistical
difference among the unipolar and bipolar groups. We suggest that grouping MD
patients according to the number of epizodes and comorbid conditions and
comparing them with the BP group in terms of bipolarity determinants is an important
part of this study. Differentiating determinants were found to be cumulated in specific
groups in this study. Although there are many studies about bipolar determinants,
only few studies have been conducted evaluating unipolar groups seperately and
comparing them with eachother. According to the findings of this study we suggest
that bipolar detrminants in the “MD with psychiatric comorbidity group” are more
functional in differentiating unipolar from bipolar illness than in the “MD group without
psychiatric comorbidity”. In addition we have been able to differentiate the BP group
from the other groups with the BPI. Therefore we claim that the index might be as
functional as SCID in screening bipolarity in MD patients.
Comments:
We detected BP-II in a pretty high number of patients who had a
diagnosis of MD. BP-II patients scored higher in the BPI than the unipolar group and
these findings were validated with SCID. Evaluating patients with SCID or screening
them with BPI may decrease the chance of misdiagnosis or underdiagnosis, and
therefore provide a basis for timely accurate treatment and good prognosis.
56
KAYNAKLAR
1. Ghaemi SN, Ko JY, Goodwin FK. (2002), ‘Cade’s Disease’ and beyond:
misdiagnosis, antidepressant use and proposed definition for bipolar spectrum
disorder. Can J Psychiatry 47, 125-134.
2. Ghaemi SN, Lennox ML, Baldessarini RJ. (2001), Effectiveness and safety of
antidepressants in long term treatment of bipolar disorder. J Clin Psychiatry
62:565-569.
3. Sachs GS. (2004), Strategies for improving treatment of bipolar disorder:
integration of measurement and management. Acta Psychiatr Scand Suppl.
422:7-17.
4. Akiskal HS Mood disorders: Historical introduction and cenceptual overview
(2005) Kaplan&Sadock’s comprehensive texbook of psychiatry / editors,
Kaplan HI, Sadock BJ, 8 th. Edition, Lippincott Williams & Wilkins Chapter,
Philadelphia C:13.1 P:1559-1575
5. Akiskal HS, Bourgeois ML, Angst J, Post R, Möller H, Hirschfeld R (2000), Re-
evaluating the prevalance of and diagnostic composition within the broad
clinical spectrum of bipolar disorders. Journal of Affective Disorders 59:5-30.
6. Akiskal HS(1995), Mood Disorders: introduction and overview. Comprehensive
Textbook of Psychiatry/ VI, 1. cilt içinde. Kaplan HI, Sadock BJ editörler.
Baltimore: Williams and Wilkins; p 1067-1079.
7. Babaoğlu A (2002), Psikiyatri Tarihi. İstanbul: Okuyan Us Yayın. s 56, 95, 188-
189.
8. Angst J, Marneros A. (2001), Bipolarity from ancient to modern times:
conception, birth and rebirth. J Affect Disord. 67(1-3):3-19.
9. Goodwin FK, Jamison KR (1990), The Manic-Depressive Spectrum. Manic-
Depressive Illness, Oxford University Press, New York. Sf:74-84.
10. Wehr TA, Goodwin FK (1987), Can antidepressants cause mania and worsen
the course of affective illness? Am J Psychiatry;144:1403–1411.
11. Amerikan Psikiyatri Birliği (2000), Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El
kitabı, Yeniden gözden geçirilmiş tam metin, Dördüncü Baskı (DSM-IV-TR)
57
Amerikan Psikiyatri Birliği, çeviri editörü Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği,
Ankara, 2007. S 527-532.
12. Abood Z, Abood A, Sharkey M, Weeb A, Kelly and M. Gill (2002), Are patients
with bipolar affective disorder socially disadvantaged? A comparison with a
control group. Bipolar Disord; 4: 243 – 48.
13. Bijl RV, Ravelli A. (2000), Current and residual functional disability associated
with psychopathology, Findings from the Netherlands mental health survey and
incidence study (NEMESIS). Psychol Med a; 30: 657 – 68.
14. Sachs GS, Thase ME, Otto MW, Bauer M, Miklowitz D, Wisniewski SR, Lavori
P, Lebowitz B, Rudorfer M, Frank E, Nierenberg AA, Fava M, Bowden C,
Ketter T, Marangell L, Calabrese J, Kupfer D, Rosenbaum JF (2003),
Rationale, design and methods of the systematic treatment enhancement
program for bipolar disorder (STEP-BD). Biol Psychiatry 53(11):1028-42.
15. Vahip S. (1999), Araştırmalardan Klinik Uygulamaya Bipolar Depresyon
Tedavisi, Klinik Psikofarmokoloji Bülteni; 9: 213-221.
16. Baldassano CF. (2005), Assessment tools for screening and monitoring bipolar
disorder. Bipolar Disord.7 Suppl 1:8-15.
17. Askland K, Parsons M. (2006), Toward a biaxial model of "bipolar" affective
disorders: spectrum phenotypes as the products of neuroelectrical and
neurochemical alterations. J Affect Disord. Aug;94(1-3):15-33. Review.
18. Leboyer M, Henry C, Paillere-Martinot ML, Bellivier F. (2005), Age at onset in
bipolar affective disorders: a review. Bipolar Disord. 7(2):111-118. Review.
19. Pichot P. (1995), The birth of the bipolar disorder. Eur Psychiatry. 10:1-10.
20. Vahip S, Kesebir S, Alkan M, Yazıcı O, Akiskal K, Akiskal HS. (2005), Affective
temperaments in clinically-well subjects in Turkey: initial psychometric data on
the TEMPS-A Journal of Affective Disorders March; Vol. 85, Issue 1, Pages
113-125.
21. Szadoczky E, Papp Z, Vitrai J, Rihmer Z, Furedi J (1998), The prevalence of
major depressive and bipolar disorders in Hungary. J Affect Disord, 50:153-62.
22. Katz MM, Robins E, Croughan J ve ark. (1982), Behavioural measurement and
drug response characteristics of unipolar and bipolar depression. Psychol Med,
12:25-36.
58
23. Brockington IF, Altman E, Hillier V ve ark. (1982), The clinical picture of bipolar
affective disorder in its depressed phase: a report from London and Chicago.
Br J Psychiatry, 141:558-562.
24. Akiskal HS. (2002), İki uçlu bozuklukların sınıflandırılması, tanısı ve sınırları:
gözden geçirme. İki Uçlu Bozukluk (Orj: Bipolar Disorder Ed. M Maj, HS
Akiskal, J Lopez-Ibor, N Sartorius. John Wiley& Sons Ltd.) Türkçe çev. ed. Oral
ET. CSA Medikal Yayın Ajansı, İstanbul, sf:1-52.
25. Parker G, Roy K, Wilhelm K, Mitchell P, Hadzi-Pavlovic D (2000), The nature of
bipolar depression: implications for the definition of melancholia. J Affect
Disord, 59: 217-224.
26. Benazzi
F. (2000), Depression with DSM-IV atypical features: a marker for
bipolar II disorder, Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci, 250 :53–55.
27. Mitchell PB, Wilhelm K, Parker G, Austin MP, Rutgers P, Malhi GS (2001), The
clinical
features
of
bipolar
depression:
a
comparison
with
matched
majordepressive disorder patients. J Clin Psychiatry, 62: 212-216.
28. Benazzi F. (1999), Prevalence of bipolar II disorder in atypical depression, Eur
Arch Psychiatry Clin Neurosci, 249 :62–65.
29. Benazzi F. (2002), The clinical features of bipolar depression J Clin Psychiatry
Jan;63(1):77-8.
30. Silverstone T (2002), İki Uçlu Bozukluklarda Mevsimsel Değişimlerin Rolü, İki
Uçlu Bozukluk, WPA Serisi (içinde). CSA Yayınları İstanbul, s. 187-189.
Editörler: Maj M., Akiskal H.S., Lobez-Ibor J.J., Sartorius N.
31. Rihmer Z, Szádóczky E, Füredi J, Kiss K, Papp Z. (2001), Anxiety disorders
comorbidity in bipolar I, bipolar II and unipolar major depression: results from a
population-based study in Hungary. J Affect Disord.;67(1-3):175-9, Dec.
32. Akiskal HS. (1996), The prevalent clinical spectrum of bipolar disorders:
beyond DSM IV. J Clin Psychopharm; 16 (Suppl 3): 117 – 22.5.
33. Angst J. (1998), The emerging epidemiology of hypomania and bipolar II
disorder. J Affect Disord; 50: 143 – 51.
34. Van Putten T, Marder SR. (1987), Behavioral toxicity of antipsychotic drugs. J
Clin Pschiatry; 48 (Suppl sept.) 13 – 9.
35. Argyle N. (1990), Panic attacs in chronic schizophrenia. Br J Psychiatry; 157:
430–53.
59
36. Perugi G, Akiskal HS, Ramacciotti S, Nassini S, Toni C, et al (1999),
Depressive comorbidity of panic, social phobic and obsessive – compulsive
disorders re-examined: is there a bipolar II connection? J Psychiatric Res. ;
33:53 – 61.
37. Bowden C.L. (2001), Strategies to reduce misdiagnosis of bipolar depression.
Psychiatr. Serv. 52, 51–55.
38. Kaye NS. (2005), Is your depressed patient bipolar? J Am Board Fam Pract.
Jul-Aug;18(4):271-81.
39. Benazzi F. (2009), Classifying mood disorders by age-at-onset instead of
polarity, Progress in Neuropsychopharmacology&Biological Psychiatry 33: 86–
93.
40. Phelps JR, Ghaemi SN. (2006), Improving the diagnosis of bipolar disorder:
Predictive value of sreening tests. J Affect Disord. 92:141-148.
41. Akiskal HS, Benazzi F. (2005), Optimizing the detection of bipolar II disorder in
outpatient private practice: toward a systematization of clinical diagnostic
wisdom. J Affect Disord. 92:141-148.
42. Chun BJDH, Dunner DL. (2004), A review of antidepressant-induced
hypomania in major depression: suggestion for DSM-V. Bipolar Disord; 6:32–
42.
43. Akiskal H.S, Walker P,Puzantian V.R, King D, Rosenthal T.L, Dranon M.
(1983), Bipolar outcome in the course of depressive illness: phenomenologic,
familial and pharmacolgic predictors. J. Affect. Disord; 5:115-128.
44. Rao AV, Nammalvar N. (1977), The course and outcome in depressive illness.
A follow-up study of 122 cases in Madurai, İndia. Br J Psychiatry. 130: 392396.
45. Goldberg JF, Harrow M, Whiteside JE. (2001), Risk for Bipolar Illness in
Patients Initially Hospitalized for Unipolar Depression, Am J Psychiatry
158:1265–1270.
46. Goodwin GM. (2002), Hypomania-whats in a name? British J Psychiatry.
181:94-95.
47. Angst J, Gamma A, Benazzi F, Ajdacic V, Eich D, Rössler W. (2003), Toward a
re-definition of subthreshold bipolarity: epidemiology and proposed criteria for
bipolar-II, minor bipolar disorders and hypomania. J Affect Disord. 73:133-146.
60
48. Akiskal HS, Hantouche EG, Allilaire JF, et al (2003), Validating antidepressant
associated hypomania (bipolar III): a systematic comparison with spontaneous
hypomania (bipolar II). J Affect Disord. ; 73:65–74.
49. Angst J. (2007), The bipolar spectrum, British journal of psychiatry; 190, 189-
191.
50. Işık E. Depresyon ve Bipolar Bozukluklar.(2003,)Görsel Sanatlar, İstanbul
S:515
51. Angst J. 1985): Switch from depression to mania. A record study over decades
between 1920 and 1982. Psychopathology 18: 140.145.
52. Angst J. Dobler-Mikola A. (1985), The Zurich study: a continuum from
depression to anxiety disorder. Eur Arch Psychiatr Neurol Sci 235:179-186.
53. Akiskal HS, Mallya G. (1987), Criteria for the soft bipolar spectrum: treatment
implications. Psychopharmacol. Bull 23:68-73.
54. Cassano G.B., Akiskal H.S., Savino M., Musetti L., Perugi G., Soriani A.
(1992). Proposed subtypes of bipolar II and related disorders: with hypomanic
epizodes (or cyclothymia) and with hyperthymic temperament. J. Affect. Disord.
26, 127-140.
55. Akiskal H.S., Pinto O. (1999), The evolving bipolar spectrum. Prototypes I, II,
III, and IV. Psychiatr Clin North Am 22, 517–534.
56. Mirowsky J, Ross CE. (2002), Measurement for a human science. J Health
Soc Behav 43:152-170.
57. Dew MA, Switzer GE, Myaskovsky L, DiMartini AF, Tovt-Korshynska MI.
(2006), Rating Scales for Mood Disorders. Textbook of Mood Disorders (Ed.
D.J. Stein, D.J. Kupfer, A.F. Schatzberg) Sf.69-97 American Psychiatric
Publishing, Inc. Arlington.
58. Williams JBW, Gibbon M, First MB. (1992), The Structured Clinical interview for
DSM-III-R (SCID) II: multisite test-retest reliability. Arch Gen Psychiatry 49:630636.
59. D. Levy R., Kimhi Y., Barak A., Aviv A. Elizur (1998), Antidepressant-
associated
mania:
a
study
of
anxiety
disorders
patients.
J.Clin.
Psychopharmacol 136:243.246.
60. Altshuller L.L, Post R.M, Leverich G.S, Mikalauskas K, Rossof A, Ackerman L.
(1995), Antidepressant-induced mania and cycle acceleration: a contoversy
revisited. Am J. Psychiatry, 152: 1130-1138.
61
61. Michalak EE, Yatham LN, Kolesar S, Lam RW. (2006), Bipolar disorder and
quality of life: a patient-centered perspective. Quality Life Res 15 (1):25-37.
62. Michalak EE, Yatham LN, Lam RW. (2005), Quality of life in bipolar disorder: a
review of the literature. Health and Quality Life Outcomes 15;3:72.
63. Aküzüm N. Bipolarit indeksinin kısa süreli değerlendirme ile bipolar hastaların
tanınmasındaki yeri Uzmanlık tezi, 2008 S:14-15
64. First MB, Spitzer RL, Gibbon M et al (1997), Structured Clinical Interview for
DSM-IV Axis I Disorders (SCID-I). Washington DC, American Psychiatric
Press.
65. Çorapçıoğlu A., Aydemir Ö, Yıldız M, et al (1999), DSM-IV eksen I ruhsal
bozukluklarına göre Türkçe yapılandırılmış klinik değerlendirmenin güvenilirliği.
İlaç ve tedavi dergisi İTD, 12:33/36.
66. Bowden CL (2005), A different depression: clinical distinctions between bipolar
and unipolar depression. J Affect Disord, 84: 117-125.
67. Şahinol EŞ, Aydemir Ö., İçelli İ. (2007), Depresyonda Bipolar–Unipolar Ayrımı:
Kesitsel, Karşılaştırmalı Bir Sınıflandırma Çalışması Türkiye'de Psikiyatri;
9(2):71-78.
68. Benazzi F. (1997), Prevalence of bipolar II disorder in outpatient depression: a
203-case study in private practice. J. Affect. Disord. 43, 163-166.
69. Ghaemi S.N., Boiman E.E., Goodwin F.K. (2000), Diagnosing bipolar disorder
and the effect of antidepressants: a naturalistic study. J. Clin. Psychiatry 61,
804-808.
70. Angst
J.
(1997),
Recurrent
brief
psychiatric
syndromes:
hypomania,
depression, anxiety and neurasthema. In: Judd L.L., Saletu B., Filip V. (Eds.),
Basic and Clinical Science of Mental and Addictive Disorder. Karger, Basel, pp.
33–38.
71. Ateşçi FÇ, Karadağ F, Özdel O, Oğuzhanoğlu NK (2001), Bipolar ve yineleyici
majör depresif bozuklukların klinik özellikleri: karşılaştırmalı bir çalışma.
Türkiye’de Psikiyatri, 3: 95-102.
72. Freeman MP, Freeman SA., McElroy SL. (2002), The comorbidity of bipolar
and anxiety disorders: prevalence, psychobiology and treatment issues. J
Affect Disord; 68: 1 – 23.
62
73. Wilens TE, Biederman J, Milberger S, Hahesy AL, Goldman S, Wozniak J,
Spencer TJ. (2000), Is bipolar disorder a risk for cigarette smoking in ADHD
youth, Am J Addict. 2000 Summer;9(3):187-95.
74. Perlis RH, Brown E, Baker RW, Nierenberg AA (2006), Clinical features of
bipolar depression versus major depressive disorder in large multicenter trials.
Am J Psychiatry. 163: 225-231.
75. Angst J. (1990), Recurrent brief depression. A new concept of depression.
Pharmacopsychiatry; 23: 63–66.
76. Angst J., Gamma A. (2002), A new bipolar spectrum concept: a brief review.
Bipolar. Disord. 4 (Suppl 1), 11–14.
77. Perlis R. (2005), Misdiagnosis of Bipolar Disorder Am J Manag Care. 11:S271-
S274.
63
EK: BİPOLARİTE İNDEKSİ
I
DÖNEM (EPİZOD) ÖZELLİĞİ
20 Æ Göze çarpan öfori, grandiözite veya bulaşıcı olma ile belirli, belgelenmiş akut mani
veya karma dönem (önemli genel tıbbi durum veya bilinen sekonder etyoloji olmayacak)
15 Æ Açık, net akut karma dönem veya disforik/irritabl mani (önemli genel tıbbi durum veya
bilinen sekonder etyoloji olmayacak)
10 Æ Açık, net hipomani (önemli genel tıbbi durum veya bilinen sekonder etyoloji
olmayacak) Açık, net siklotimi (önemli genel tıbbi durum veya bilinen sekonder etyoloji
olmayacak)
5 Æ Açık, net antidepresan kullanımına sekonder hipomani. Hipomaninin tipik
semptomlarının olduğu epizodlar; ama semptomlar, süre veya şiddet hipomani veya siklotimi
için eşik altında. Psikotik veya atipik özelikli tek bir major depresif epizod (Atipik -3’ün 2’si;
hipersomnia, hiperfaji, kollar-bacakların kurşun paralizisi) Postpartum depresyon
2 Æ Yineleyen tipik unipolar major depresif bozukluk. Geçmişte herhangi bir psikotik
özellikli dönem öyküsü ( sanrı, varsanıların, referans fikirlerinin veya büyüsel düşüncenin
varlığı)
0 Æ Önemli duygudurum yükselmesi, yineleyen depresyon veya psikoz hikayesi yok.
II
BAŞLANGIÇ YAŞI (İlk duygudurum dönemi / sendrom )
20 Æ 15-19 yaşları arası.
15 Æ 15 yaş altı veya 20-30 yaşları arası.
10 Æ İlk epizod 30-45 yaşları arası.
5 Æ İlk epizod 45 yaş üstü.
0 Æ Duygudurum hastalığı öyküsü yok ( siklotimi, distimi veya bipolar epizodu yok)
64
III
HASTALIK / İLGİLİ ÖZELLİKLERİN GİDİŞİ ( HASTALIK SEYRİ)
20 Æ Tam iyileşme periyodları ile ayrılmış farklı manik dönemlerin tekrarı.
15 Æ Dönem arası iyileşmenin tam olmadığı farklı manik dönemlerin tekrarı.
Epizodlar arası iyileşmenin tam olduğu farklı hipomanik epizodların tekrarı.
10 Æ Madde kötüye kullanımı komorbiditesi.
Sadece akut duygudurum dönemleri süresince psikotik özellikler.
Gözaltına alınma veya manik davranışla ilgili tekrarlayan suçlar (örn; dükkanlardan
mal aşırma, gözü kara araba kullanma, iflas)
5 Æ Üç veya daha fazla major depresif dönemlerle yineleyen unipolar major depresif
bozukluk
Dönem arası tam iyileşmenin olmadığı farklı hipomanik epizodların yinelemesi
Tekrarlayan tedavi uyumsuzluğu.
Borderline kişilik komorbiditesi.
Anksiyete veya yeme bozuklukları komorbiditesi (örn; OKB, panik bzk, bulimia)
Çocuklukta DEHB öyküsü ve ortalamanın üstünde akademik veya sosyal işlevsellik
periyodları.
Hasta, arkadaşlar veya aile için problem olacak şekilde kumar oynama, riskli yatırım,
fazla para harcama, düşüncesizce cinsel davranış (açığa çıkmamış olsa da).
Duygudurum semptomlarının perimenstrüel alevlenmesinin davranışsal kanıtları.
2 Æ Temelde hipertimik kişilik (manik veya depresif olmadığında).
Üç veya daha fazla evlilik (aynı kişiyle tekrarlayan evlilik dahil)
Yeni bir işe iki veya daha fazla yıl içinde başlamış olmak ve bir yıldan daha kısa süre
sonra iş değiştirmek.
0 Æ Yukarıdakilerden hiçbiri.
65
IV
TEDAVİYE YANIT
20 Æ Duygudurum dengeleyici tedavi ile 4 hafta içinde tam iyileşme.
15 Æ Duygudurum dengeleyici tedavi ile 12 hafta içinde tam iyileşme veya tedaviye devam
edilmeyen 12 hafta içinde relaps.
Yeni bir antidepresana başlanılan veya dozunun arttırıldığı 12 hafta içinde maniye
kayma (saf veya karma).
10 Æ Disforinin kötüleşmesi veya karma semptomların, eşik altı maninin antidepresanlarla
tedavisi sırasında ortaya çıkması.
Bir veya iki duygudurum dengeleyici tedaviye 12 hafta içinde kısmi yanıt.
Antidepresanın neden olduğu yeni veya kötüye giden hızlı döngülüye gidiş.
5 Æ Tedaviye direnç: Üç veya daha fazla antidepresanla tamamlanmış denemelere
yetersiz yanıt.
Antidepresan geri çekilmesi ile mani veya hipomaniye kayma.
2 Æ Antidepresanlara şimdiki tama yakın yanıt (1 hafta veya daha az süre içinde)
0 Æ Yukarıdakilerden hiçbiri veya tedavi yok.
V
AİLE ÖYKÜSÜ
20 Æ Belgelenmiş bipolar hastalığı olan en azından bir birinci dereceden akraba.
15 Æ Belgelenmiş yineleyen unipolar major depresif bozukluk veya şizoafektif bozukluğu
olan birinci dereceden akraba.
10 Æ Belgelenmiş bipolar hastalığı olan herhangi bir akraba.
Belgelenmiş yineleyen unipolar major depresif bozukluk ve bipolar hastalığı
düşündüren davranışsal kanıt olan herhangi bir akraba.
5 Æ Belgelenmiş madde kötüye kullanımı olan birinci dereceden akraba veya olası bipolar
bozukluğu olan herhangi bir akraba.
2 Æ Olası yineleyici unipolar major depresif bozukluğu olan birinci dereceden bir akraba
İlgili hastalık tanısı olan birinci derece akraba : Anksiyete bozukluğu , yeme
bozukluğu, DEHB.
0 Æ Yukarıdakilerden hiçbiri veya ailede psikiyatrik hastalık yok.
DÖNEM ÖZELLİĞİ
20
BAŞLANGIÇ YAŞI
20
HASTALIK SEYRİ
20
TEDAVİYE YANIT
20
AİLE ÖYKÜSÜ
20
66
Download