T.C ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI YABANCI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜMEYE ETKİSİ: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR UYGULAMA Cafer ELBİR YÜKSEK LİSANS TEZİ ADANA / 2010 T.C ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI YABANCI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜMEYE ETKİSİ: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR UYGULAMA Cafer ELBİR Danışman: Prof. Dr. Erhan YILDIRIM YÜKSEK LİSANS TEZİ ADANA / 2010 Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne, Bu çalışma, jürimiz tarafından İKTİSAT Anabilim Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir. Başkan: Prof.Dr. Erhan YILDIRIM (Danışman) Üye: Doç.Dr. Fikret DÜLGER Üye: Yrd. Doç.Dr. Ersin KIRAL ONAY Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım 25/02/2010. Prof. Dr. Azmi YALÇIN Enstitü Müdürü Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki hükümlere tabidir. i ÖZET YABANCI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜMEYE ETKİSİ: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR UYGULAMA Cafer ELBİR Yüksek Lisans Tezi, İktisat Anabilim Dalı Danışman: Prof. Dr. Erhan YILDIRIM Ocak 2010, 125 sayfa Ülke ekonomilerinin istikrarlı bir kalkınma düzeyine erişmek için ihtiyaç duydukları yatırımların kaynağı tasarruflardır. Gelişmekte olan ülkelerde ise tasarruf oranları düşüktür. Bu nedenle ekonomik kalkınmalarını sağlayabilmek için yabancı sermaye’ye başvurmaktadırlar. Türkiye’de Ekonomik kalkınmasını gerçekleştirebilmek için 1989 yılında 32 sayılı kararname ile yabancı sermaye hareketlerini serbestleştirmiş, fakat buna rağmen yeterince yabancı sermaye çekememiştir. Giriş yapan yabancı sermaye içinde de doğrudan yatırımlara ait payın düşük kaldığı, sermaye girişlerinin büyük bir bölümünün spekülatif nitelikli sıcak para ve borç yaratan öğelerden oluştuğu görülmektedir. Bu tür sermaye girişleri ise ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemektedir. Bu yüksek lisans tezinde amaç, Ülkemize giren farklı yapıdaki yabancı sermaye hareketlerinin ekonomik büyümeye etkilerini ADF birim kök testi ve Granger nedensellik testini kullanarak test etmektir. Yapılan Granger nedensellik testlerine göre Portföy yatırımları (PYSA)’dan, gayri safi sabit sermaye yatırımlarına (SSSA), cari işlem dengesi (NXSA), toplan yurtiçi tasarruflar (SSA), ithalat (MSA), ihracat(XSA) ve ara malı ithalatı (MRSA) arasında tek yönlü nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Fakat en güçlü ilişki (PYSA)’dan, (SSSA)’ya doğrudur. Bu testlerde hem GSYİH’ya oranlanmış, hem de GSYİH’ya oranlanmamış serilerde PYSA’dan, SSSA’ya doğru % 95 olasılıklı nedensellik vardır. Bu sonuç SSSA yatırımlarının, PYSA’ya (özelikle spekülatif nitelikli kısa vadeli sıcak para) bağımlı hale geldiğini göstermektedir. Nitekim yetersiz yurtiçi tasarruflara rağmen, yatırımlar PYSA’nın giriş yaptığı dönemlerde artmış, çıkış ii yaptığı dönemlerde ise azalmıştır. Fakat yüksek reel faiz ve düşük döviz kuru kullanılarak, yoğun bir şekilde girişi sağlanan bu sermaye türü, faizlerinin geri ödeme dönemlerinde ekonomiye büyük yük getirmekte, spekülatif nitelikli olması nedeniyle de herhangi bir olumsuzluk durumunda çıkış yaparak ekonomik krizlere neden olmaktadır. Spekülatif nitelikli sermayenin ulusal ekonomiye yoğun şekilde girmesi, yüksek reel faiz, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklarla birleşerek, doğrudan yatırımları dışlamıştır. Spekülatif nitelikli sermaye girişleri ile açıkların finanse edilmesi, ekonomik sorunlar için geçici bir çözümdür. Anahtar Kelimeler: Ekonomik Büyüme, Tasarruf, Sabit Sermaye Yatırımı, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları, Portföy Yatırımları, Cari Açık iii ABSTRACT THE EFFECTS OF MOVEMENTS OF FOREİGN CAPİTAL TO ECONOMİC GROWTH: AN APLICATION ON TURKEY Cafer ELBİR Master Thesis, Department of Economies Supervisor: Prof. Dr. Erhan YILDIRIM January 2010, 125 Pages Domestic savings is the main source for financing the necessary investment for economic development goals of the countries. In developing countries savings rates are low. Therefore, foreign capital made possible an increase in domestic investment over domestic saving. Turkey initiated a long lasting structural adjustment programme in the 1980’s. The liberalizing process intensified by dismantling the restrictions on the movements of foreign capital in 1989. But this capital account liberalization did not magnetize much foreign capital inflows to the Turkish economy. The share of the foreign direct investment in total capital inflows remained low and the lions share in capital flows was the short run speculative capital or “hot money”. This type of speculative capital inflows would had adversely affect the economic growth of the country. The basic aim of this dissertation is to assess the effects of capital inflows of different structure on economic growth for the Turkish economy. In doing so, the Granger non-causality tests are used to empirically examine the effects of foreign capital movements on economic growth. The results suggest a one way causality, from portfolio investments (PYSA) to gross fixed capital investments (SSSA); form current account balance (NXSA), to total domestic savings (SSA); from import (MSA) to export (XSA) and from intermediate goods import ( MRSA) to ? . However, there exists a stronger relationship from portfolio investments (PYSA) to gross fixed capital investments (SSSA). This finding is points out to some sorts of iv dependency between short run portfolio investments and fixed investments. For example the fixed investment rises when short run capital inflows accelerated, and decreases when speculative capital inflow fell down. Domestic interest rates stay high in order to attract more capital inflows. High interest rates combined with economic and political instability crowds out foreign direct investment. Financing deficits via speculative foreign capital inflows is a temporary solution to economic problems. Keywords: Economic Growth, Saving, Fixed Capital Investment, Foreign Direct Investment, Portfolio Investment and Current Account Deficit v ÖNSÖZ Tez çalışmamda yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr Erhan YILDIRIM’a ve tez çalışmamda ihtiyaç duyduğumda yardımlarını esirgemeyen. Doç. Dr İsmail TUNCER ve Ekonometrik çalışma bölümündeki yardımlarından dolayı Arş. Gör. Selim ÇAKMAKLI’ ya teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca bu çalışmada İ.İ.B.F2009YL14 Numarası ile Çukurova Üniversitesi Bilimsel Projeleri Destekleme Fonundan yararlanılmıştır. vi İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET……………………………………………………………………………... i ABSTRACT…………………………………………………………………….... iii ÖNSÖZ…………………...………………………………………………………. iv KISALTMALAR LİSTESİ……………………….……………………………. vii TABLOLAR LİSTESİ……………………………………..…………………… viii GRAFİKLER LİSTESİ………………………………………………………… ix GİRİŞ………………………..…………………………………………………… 1 BİRİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİ TANIM VE KAPSAMI 1.1. Uluslararası Sermaye Akımının Tanımı……………………………………… 3 1.2. Uluslararası Sermaye Akımının Çeşitleri……………………………………. 7 1.2.1. Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları (DYY)………………............. 7 1.2.2. Portföy Yatırımları…………………………………………………….. 9 1.2.3. Uzun Vadeli Sermaye Hareketleri…………………………….……….. 10 1.2.4. Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri…………………………………….... 11 İKİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜME ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 2.1. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ekonomi Üzerindeki Etkileri…………. 15 2.1.1. Sermaye ve Gelir Etkisi……….……………….………………………. 15 2.1.2. Ödemeler Dengesine Etkileri………………..………………………… 16 2.1.3. Teknoloji Etkisi………………………………………………………... 18 2.1.4. Ücretler Üzerindeki Etki…………………..…………………………... 20 2.1.5. Portföy Yatırımlarının Ekonomi Üzerindeki Etkileri……..…………… 21 vii 2.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerini Etkileyen Faktörler………….………….. 23 2.2.1. DYY’leri Etkileyen Faktörler……………...…………………………... 23 2.2.1.1. Piyasa Büyüklüğü………..…………………………………… 25 2.2.1.2. İşgücü Maliyeti……………………………………………….. 27 2.2.1.3. Ticaret Engelleri…………………………………..………….. 28 2.2.1.4. Döviz Kuru…………..……………………………………….. 29 2.2.1.5. Açıklık………………………..……………………………….. 30 2.2.1.6. Vergiler…………………………...…………………………… 31 2.2.1.7. Ekonomik Büyüme……………………………………………. 32 2.2.1.8. Ulaşım Maliyeti………………………………..……………… 33 2.2.1.9. Politik Durum…………………………………………………. 34 2.2.2. Portföy Yatırımlarını((Sıcak Para ) Etkileyen Faktörler………………. 35 2.2.3. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Dünya Üzerindeki Dağılımı……. 36 2.3. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi... 39 2.3.1. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Sermaye Birikimine Olan Etkisi 44 2.3.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ödemeler Bilançosu Üzerindeki Etkisi………………………………………………………………….... 56 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE YABANCI SERMAYE HAREKETLERİ 3.1. Türkiye’de Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Tarihsel Gelişimi…………. 65 3.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Türkiye Ekonomisinde Büyümeye Katkısının Ekonometrik Yöntemlerle Ölçülmesi…………………………...... 88 3.2.1. Araştırma Yöntemi…………………………………………………….. 88 3.2.1.1. Durağanlık…………………………………………..………… 88 3.2.1.2. Birim Kök Testi……………………………………….….…… 89 3.2.1.2.1. Arttırılmış Dickey-Fuller (ADF) Birim Kök Testi…. 89 3.2.1.3. Nedensellik……………….……………………….…………... 90 3.2.1.3.1.Granger Nedensellik Testi…………….…………….. 91 3.2.2. Veri Seti ve Birim Kök Testi Sonuçları……...………………………... 92 3.2.3. Korelasyon Analizi ve Sonuçları………………………………………. 96 viii 3.2.4. Granger Nedensellik Testi Sonuçları…………………..……………… 96 3.2.4.1. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla Bileşenleri ve Sermaye Hareketleri Arasında Yapılan Granger Nedensellik Testi Sonuçları…..… 96 3.2.4.1.1. GSYİH’ya Oranlanmış Seriler İçin Granger Nedensellik Testi Sonuçları…………………..……. 97 3.2.4.1.2. GSYİH’ya Oranlanmamış Seriler İçin Granger Nedensellik Testi Sonuçları……...………………... 3.2.5. Sermaye Hareketlerinin Türkiye Ekonomisi ve Büyümeye Etkileri... 3.2.5.1. Portföy Yatırımları ve Cari İşlemler Dengesi………………... 99 106 106 3.2.5.1.1. Portföy Yatırımları, Doğrudan Yatırımlar ve Cari işlemler Dengesi……………………………………. 107 3.2.5.2. Portföy Yatırımları ve Toplam Yurtiçi Tasarruflar………..…. 108 3.2.5.3. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye ve Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımları……………………….…….…………………….. 109 3.2.5.4. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, GSYİH ve Cari İşlemler Dengesi………………………..…………………………….. 110 3.2.5.5. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, Özel Kesim Nihai Tüketimi ve Tüketim Malı İthalatı…………………………….…………... 111 SONUÇ…………………………………………………………………… 113 KAYNAKÇA…………………………………….……………………….. 117 ÖZGEÇMİŞ……………………………………………………………… 125 ix KISALTMALAR LİSTESİ AB :Avrupa Birliği AGÜ :Az Gelişmiş Ülkeler BSB :Bağımsız Sosyal Bilimciler CIS :Bağımsız Ülkeler Topluluğu ÇUŞ :Çok Uluslu Şirket DÇM :Dövize Çevrilebilir Mevduat DİE : Devlet İstatistik Enstitüsü DPT :Devlet Planlama Teşkilatı DYY :Doğrudan Yabancı Yatırımlar EPU :Avrupa Ödemeler Birliği GOÜ :Gelişmekte Olan Ülkeler GSMH :Gayri Safi Milli Hasıla GSYİH :Gayri Safi Yurtiçi Hasıla HDTM :Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı IBRD :Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası IDA :Uluslararası Kalkınma Birliği IMF :Uluslararası Para Fonu KKBG :Kamu Kesimi Borçlanma Gereği OECD :Kalkınma İçin İşbirliği Örgütü TCMB :Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası TMSF :Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TÜİK :Türkiye İstatistik Kurumu TÜSİAD :Türkiye Sanayici İşadamları Derneği UDY :Uluslararası Doğrudan Yatırım UNCTAD :Birleşmiş Milletler Ticaret ve Yatırım Konferansı YASED :Yabancı Sermaye Derneği x TABLOLAR LİSTESİ Sayfa No Tablo 1.1. 1980- 2008 Yılları Sermaye Hareketlerinin Dağılımı………………... 6 Tablo 1.2. 1989-1994 Dönemindeki Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri…………. 14 Tablo 2.1. DYY’lerin Belirleyici Unsurları…………………………………….. 24 Tablo 2.2. Dünyadaki Dolaysız Sermaye Girişleri 1970 -1980………………….. 36 Tablo 2.3. Dünyadaki Dolaysız Sermaye Giriş ve Çıkışları 1990 -2007………… 37 Tablo 2.4. En Fazla UDY Çeken İlk On Ülke ve Türkiye 2005 ve 2006………. 39 Tablo 2.5. Ekonominin Genel Dengesi ve Kamu Açıklarının Finansmanı…….. 42 Tablo 2.6. Sermaye Hareketleri ve Büyüme……………………………………. 47 Tablo 2.7. GSMH’ya Oranla Ulusal Tasarruf ve Yatırımlar…………………… 50 Tablo 2.8. Tasarruf, Yatırım ve Tasarruf Açığının GSYİH’ya Oranı………….. 52 Tablo 2.9. Sektörlerde Sabit Sermaye Birikimi, Toplamdan Paylar…………….. 55 Tablo 2.10. Sektörel Yatırımların GSMH’dan Payları…………………………. 55 Tablo 2.11. Seçilmiş Belirli Ekonomik Göstergeler………….…………………. 58 Tablo 2.12. Mal Gruplarına Göre İthalat……………………………………….. 60 Tablo 2.13. Başlıca Ekonomik Göstergeler…………………………………….. 61 Tablo 2.14. Yıllık Ortalama Büyüme Hızları…………………….……………... 63 Tablo 2.15. Esneklikler(e) ve Reel Döviz Kuru………………………………... 64 Tablo 3.1.1946- 1960 Dış Sermaye Kaynakları………………………………….. 69 Tablo 3.2. 1950- 1960 Döneminde Sermaye Hareketleri………………………. 70 Tablo 3.3. 1961- 1974 Döneminde Sermaye Hareketleri………………………. 72 Tablo 3.4. 1975- 1979 Döneminde Sermaye Hareketleri………..………………. 74 Tablo 3.5. Dış Ticaret Göstergeleri………………………………………………. 77 Tablo 3.6. 1980- 1988 Döneminde Sermaye Hareketleri………………………. 77 Tablo 3.7. 1989- 1999 Döneminde Sermaye Hareketleri………………………. 79 Tablo 3.8. Bazı Ülkelere Yönelik Net Sermaye Akımları……………………… 80 Tablo 3.9. Türkiye’de Hazine Bonolarının Karlılığı…………………………… 81 Tablo 3.10. Türkiye’de Reel Faiz Getirileri……………………………………… 82 Tablo 3.11. Dış Ticaret Göstergeleri…………………………………………….. 84 Tablo 3.12. 2000- 2008 Döneminde Sermaye Hareketleri……………………... 85 Tablo 3.13. Türkiye’ye 2006 Yılında Gelen Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları…………………………………………………………. 87 xi Tablo 3.14. Veri Tanımları ve Kısaltmalar……………………………………... 92 Tablo 3.15. GSYİH’ya Oranlanmış Seriler İçin ADF Birim Kök Sonuçları…..... 94 Tablo 3.16. GSYİH’ya Oranlanmamış Seriler İçin ADF Birim Kök Sonuçları…. 95 Tablo 3.17. Korelasyon Analizi Sonuçları……………………………………….. 96 Tablo 3.18. GSYİH’ya Oranlanmış Seriler İçin İkili Granger Nedensellik Testi Sonuçları……………………..……………………………………… 102 Tablo 3.19. GSYİH’ya Oranlanmamış Seriler İçin İkili Granger Nedensellik Testi Sonuçları……………………………………………………….. 104 xii GRAFİKLER LİSTESİ Sayfa Grafik 1. Cari Açık ve Portföy Yatırımları Arasındaki İlişki…………….……... 107 Grafik 1.1. Cari Açıkların Portföy Yatırımları ve Doğrudan Yatırımlarla İlişkisi. 108 Grafik 2. Portföy Yatırımlarının, Yurtiçi Tasarruflara Etkisi…………………... 109 Grafik 3. Kısa Vadeli Yabancı Sermayenin, Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımlarına Etkisi……………………………………….…………... 110 Grafik 4. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, GSYİH ve Cari Açıklar Arasındaki İlişki……………………………………………………………………. 111 Grafik 5. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, Özel Kesim Nihai Tüketimi ve Tüketim Malı İthalatı Arasındaki İlişki………….…………………….. 112 1 GİRİŞ Ülke ekonomilerinin istikrarlı bir büyüme oranına ulaşmak için ihtiyaç duydukları yatırımların kaynağı tasarruflardır. Tasarrufları belirleyen unsur ise gelir seviyesidir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde kişi başına düşen milli gelir seviyesinin düşük olması, tasarruf hacminin de düşük olmasına yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümeyi sağlayabilmeleri için önce sermaye birikimini artırmaları gerekmektedir. Bunu da gelir seviyelerinin düşük olması nedeniyle sağlayamadıklarından yabancı sermaye’ye ihtiyaç duymaktadırlar. Türkiye’nin tasarruf yatırım eşitliği incelendiğinde toplam yatırımlar artarken yurtiçi tasarrufların giderek azaldığı görülmektedir. Yani Türkiye’de toplam yatırımların finansmanında dış kaynakların payı artarken, yurtiçi tasarrufların payı azalmış, bu ise dış açıkların artmasına neden olmuştur. Yurtiçi tasarrufların düşmesine neden olan temel unsur, tüketim harcamalarındaki artış ve kamu kesiminin eksi tasarrufudur. Kamu kesimi 1991 yılından itibaren 1997 hariç hiç tasarruf yapamamış ve toplam yurtiçi tasarrufların tamamı özel kesim tarafından gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan kamu ve özel sektör sabit sermaye yatırımlarına baktığımızda 1980 sonrası kabul edilen ekonomik program gereği kamunun payı sürekli azalmış ve 1980’lerde GSMH içindeki payı % 8,7 iken 2008 yılında bu oran % 4’ler seviyesine düşmüştür. Diğer taraftan özel sektörün GSMH’dan aldığı pay ise % 11ile % 20 arasında gidip gelmiştir. Yani özel sektörde istenildiği kadar yatırım yapamamış ve kamu kesiminin boşalttığı yeri dolduramamıştır. Konsolide Bütçe harcama ve gelirlerine bakıldığında da kamu harcamalarının sürekli arttığı ve kamu gelirlerinin ise yüksek orandaki kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin vergilendirilememesi sonucu, vergi gelirleri artırılamadığı için bütçe açıkları sürekli artmıştır. Bütçe giderlerinin GSMH içindeki payının son yıllardaki yükseliş nedeni ise Transfer harcamaları içinde yer alan iç ve dış faiz ödemelerindeki artıştır. Bütün bunlar göstermektedir ki 24 Ocak 1980 sonrası kamu harcamaları özellikle yüksek faiz ödemeleri nedeniyle düşürülememiş, aksine daha da artmıştır. 2 Türkiye’nin sermaye giriş kanallarına bakıldığında doğrudan yatırımlara ait payın düşük kaldığı (2005 ve 2008 yılları arası hariç) sermaye girişlerinin önemlice bir bölümünün daha çok portföy yatırımları ve dış krediler yoluyla borç yaratıcı kaynaklardan elde edildiği anlaşılmaktadır. Türkiye’ye giren yabancı sermaye düzeyinin yetersizliği, özellikle de doğrudan yatırımların çok düşük seviyede kalması Türkiye’nin dinamik bir büyüme sürecine girmesini engellemiştir. Diğer taraftan Hükümetler yabancı sermaye’ye ekonomik büyümeyi sağlamaktan çok yüksek oranlarda seyreden cari açıklarını kapatmak için başvurmuştur. Türkiye ekonomisi kriz yılları 1991, 1994, 1998 ve 2001 yılları hariç hep cari açık vermiştir. Bu açıkları kapatabilmek için Hükümetler TL’nin adeta sürekli değerlenmesine ve yüksek faizlere göz yummuşlardır. Yüksek faizler sonucu ülkeye yoğun miktarda spekülatif amaçlı (sıcak para) sermaye girişleri olmuş ve cari açıklar kapatılmıştır. Fakat herhangi bir olumsuzluk durumunda ise bu sermaye hızlı şekilde çıkış yapmış ve birkaç yılda bir tekrarlanan krizlere neden olmuştur. Ayrıca aşırı değerli TL ithal mallarını göreceli olarak ucuzlattığından, bunlara yönelik tüketim ve yatırım talebi artmış ve böylece cari denge daha da bozulmuştur. Aynı şekilde Türkiye’nin ithalatının büyük bir bölümünün ara mallarından oluştuğu, son yıllarda üretimin büyük oranda ithalata bağımlı ara mallarından oluşması nedeniyle, büyümeyle birlikte yatırımların artması nedeniyle ara mallarına olan talep daha da artmakta ve bu da cari açığın artmasına neden olmaktadır. Türkiye’de iç tasarrufların yetersiz olmasından dolayı dış kaynaklara (dış borç ve yabancı sermaye) başvurulması zorunluluk haline gelmektedir. Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayabilmesi için ihracatı ve turizm gelirlerini artırıcı ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını (özellikle yeni yatırımlar) teşvik edici politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Çünkü doğrudan yatırımlar beraberinde teknoloji, bilgi ve kalifiye eleman getirmekte, giriş yaptığı ülkede uzun dönemli kalarak daha hızlı ve istikrarlı bir şekilde büyümesine ve kalkınmasına yardımcı olmaktadır. 3 BİRİNCİ BÖLÜM ULUSLARARARASI SERMAYE HAREKETLERİ TANIM VE KAPSAMI 1.1. Uluslararası Sermaye Akımının Tanımı Uluslararası sermaye akımı bir ülkedeki yerleşiklerin, bir başka ülkedeki yerleşiklere Fon aktarması veya onlardan bir aktif satın almak üzere fon göndermesi ile ortaya çıkmaktadır. Ödemeler dengesinin genel eşitlik prensibi içinde Cari işlemler fazlası = Sermaye çıkışı+Rezervlerde artış olarak tanımlanmaktadır. Net sermaye ihracatçısı ülke rezervleri azalmaya başlayana, kadar sermaye ithal eden ülkeye mal ve hizmet ihracında bulunmak zorundadır.Bu finansal sermaye akımını doğuran reel sermaye (mal ve hizmet ) akımıdır. Bu reel sermaye akımı milli gelir hesabına ticaret fazlası (X-M) olarak girmektedir. Y=C+I+G(X-M) Ülke tasarrufları ve yatırımları arasındaki dengesizlik bir ülkeden diğer ülkeye reel kaynakların aktarımı ile finanse edilmektedir.Net uluslararası sermaye akımı da ülkelerin tasarruf ve yatırım dengesizliğinin yol açtığı ödemeler dengesi açıklarını finanse etmektedir.Uluslararası sermaye hareketleri özel sermaye hareketleri ve resmi sermaye hareketleri olarak ikiye ayrılır. Uluslararası özel sermaye hareketleri, sanayileşmiş ülkelerdeki büyük işletmelerin diğer ülkelerdeki pazarlara yönelik ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan doğrudan yatırımlardan; bireysel ve kurumsal yatırımcıların risklerini dağıtmak için yaptığı portföy yatırımlarından; uluslararası para ve sermaye piyasalarından sağlanan ticari amaçlı kredilerden oluşur. Özel sermaye hareketleri, doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları ve diğer yatırımlar olmak üzere üç gruba ayrılır. Vadelerine göre ise kısa (1 yıldan az), orta (1- 5 yıl arası) ve uzun (5 yıldan fazla) vadeli olarak gerçekleşmektedir. Sermaye piyasası işlemleri tahvil ve hisse senedi gibi menkul değerlerin alım satımıyla gerçekleşmekte ve portföy yatırımları olarak adlandırılmaktadır (Karluk, 1996, 538). 4 Uluslararası portföy yatırımlarının açıklanmasında portföy teorisi önemli bir yere sahiptir. Bu teoriye göre; yatırımcı sermaye fonlarını çeşitli menkul değerler arasında, belirli bir risk düzeyinde en yüksek geliri elde edecek biçimde dağıtacaktır. Yatırımcı en yüksek geliri hedefler iken tüm fonlarını tek bir menkule yatırmanın getireceği riskten korunmak amacıyla yatırım araçlarını çeşitlendirecek ve böylelikle yatırımcı yerli menkullerin yanında bir miktarda yabancı menkul alma yoluna gidebilecektir. Menkullerin risk ve gelir seviyesindeki beklenti ve değişmeler ise uluslararası özel sermaye hareketlerini etkileyebilecektir (Seyidoğlu, 1993, 257; Aslan, 1997, 52). Para piyasalarında gerçekleştirilen uluslararası mali işlemler ise; ticari bankalar tarafından dış ticaretin finansmanına yönelik kısa vadeli, likiditesi yüksek ve risk oranı düşük banka kredileri şeklindeki işlemlerdir. Zamanla bu bankalar çok uluslu şirketlere, yabancı hükümetlere ve diğer kuruluşlara da kredi sağlamaya başlamış bulunmaktadırlar. Uluslararası özel sermaye akımlarının para ve sermaye piyasalarından ticari koşullara göre sağlanmaları en belirgin özellikleridir. Yardım niteliğinde olmamaları, onları resmi sermaye hareketlerinden, üretime yönelik yatırım niteliğinde olmamaları ise onları doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından ayırır (Seyidoğlu, 1993, 231). Resmi sermaye hareketleri ise gelişmiş ekonomilerin, az gelişmiş ekonomilere yaptıkları bağış ve kredi şeklindeki yardımlardır, yardımlar bağış şeklinde olursa uluslararası bir transfer söz konusu iken, kredi şeklinde ise devletlerarası bir borçlanma söz konusudur. Resmi krediler piyasa koşullarından uzak, düşük faizli ve uzun vadeli kredilerdir (Ünsal, 1989, 16). Bu nedenle resmi sermaye hareketleri, bir tür dış yardım niteliğindedir. OECD bünyesinde oluşturulan “Kalkınma için Yardım Komitesi (DAC)”, yardım terimini, “kalkınma için kamusal yardım” veya “resmi yardım anlamında kullanılır. Kamusal yardımlar iki taraflı (Hükümetten hükümete ) ve çok taraflı (Uluslararası kuruluşlar tarafından hükümete)olmak üzere iki grupta toplanır. İki taraflı yardımlar: Mali transferler (proje kredileri), ayni yardımlar (Gıda yardımı) ve teknik yardım olarak üçe ayrılır. Çok taraflı yardımlar, uluslararası kuruluşlar veya örgütler tarafından sağlanır (Sönmez, 115-116) 5 Kredi ve bağış şeklindeki bu yardımların verilmesinde ekonomik, sosyal ve siyasi bir takım faktörler etkili olabilmektedir. Genellikle dış devletler Dünya bankası gibi mali kuruluşlar, ya da Avrupa yatırım bankası gibi bölgesel kalkınma bankalarınca gerçekleştirilen bu yardımlardan faydalanan ülkeler bu yardımlarla döviz ve tasarruf açıklarını kapatarak daha yüksek bir kalkınma hızına ulaşmaya çalışmaktadırlar. (Seyidoğlu, 2007, 635). 1973 yılının mart ayında, birçok ülkenin paralarını dalgalanmaya bırakması ile birlikte Bretton Woods sistemi yıkılmış ve uluslararası finansal sistemde serbestleşme ve sermaye hareketlerinde liberalleşme başlamıştır. Özellikle 1990’lı yıllarda hız kazanan finansal piyasalardaki küreselleşme olgusu dünya ticaretinin çok üzerinde para hareketlerine neden olmuş ve gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları önemli ölçüde artmıştır. Bu süreçte gerçekleşen sermaye akımlarının niteliği önceki yıllardan daha farklı bir boyuttadır.1990’lı yıllardan sonra sermaye hareketleri, spekülatif nitelikli sıcak para şeklinde gelişmekte olan piyasalara giriş yapmaya başlamıştır (obstfeld, 1994, 251).Yine aynı dönemde, sermaye girişleri resmi kanallardan özel piyasalara kaymıştır. Özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda sağlanan uluslararası finansal liberalizasyonla birlikte uluslararası sermaye çok daha rahat dolaşmaya başlamıştır. Sermaye hareketlerinin yol açtığı gelişmelerde bilinmekle birlikte, bu süreçte gelişmekte olan ülkelerin kırılganlıklarını arttırmış ve dünya ekonomilerini tekrarlanan krizlere sürüklemiştir. Bu kapsamda 1991 yılındaki Meksika krizi,1994 yılında yaşanan ve kısa bir sürede bölgesel krize dönüşen Asya krizi,1997 ve 1998 yıllarındaki Rusya ve Brezilya krizleri,2001 yılında patlak veren Türkiye krizi kısa vadeli ve spekülatif sermaye hareketlerinin neden olduğu ciddi krizlerdendir. Tablo- 1. 1’dende görüldüğü üzere Türkiye’de 1980 sonrası sermaye akımlarının rakamsal olarak arttığı görülmektedir. Bu artış 1990’lı yıllara gelindiğinde 1991,1994 ve 1998 yılları hariç tutulursa hızlanmıştır. Türkiye’ye giren yabancı sermaye miktarı 1989’da 780 milyon dolara,1990’da 4 milyar dolara,1995’de 4,5 milyar dolara,1996’da 5,5 milyar dolara yükselmiştir. 1991 Körfez krizi,1994 Asya krizi ve 1998 Rusya krizlerinin etkisiyle ülkemizden önemli miktarda sermaye çıkışı yaşanmıştır. 6 Tablo 1.1. 1980- 2008 Yılları Sermaye Hareketlerinin Dağılımı YILLAR TOPLAM DOĞRUDAN PORTFÖY SERMAYE SERMAYE YATIRIM NET HAREKET HAREKET NET NET UZUN VAD. KISA VAD. SE SERMAYE RMAYE HAREKET HAREKET NET NET 1980 672 18 656 -2 1981 899 95 683 121 1982 280 55 127 98 1983 883 46 39 798 1984 73 113 612 -652 1985 1065 99 0 -513 1479 1986 2124 125 146 1041 812 1987 1891 106 282 1453 50 1988 -958 354 1178 -209 -2281 1989 780 663 1386 -685 -584 1990 4037 700 547 -210 3000 1991 -2397 783 623 -783 -3020 1992 3648 779 2411 -938 1396 1993 8903 622 3917 1370 2994 1994 -4257 559 1158 -784 -5190 1995 4565 772 237 -79 3635 1996 5483 612 570 1636 2665 1997 6969 554 1634 4788 -7 1998 -840 573 -6711 3985 1313 1999 4936 138 3429 345 1024 2000 9610 112 1022 4276 4200 2001 -13882 2769 -4515 -1130 -11006 2002 1237 939 -593 2170 -1279 2003 7044 1252 2465 -956 4283 2004 17602 2005 8023 6065 1509 2005 42742 8967 13437 13384 6954 2006 44216 19261 7373 28139 -10557 2007 49493 19940 717 33064 -4228 2008 32997 15633 -5046 23453 -1043 Kaynak: TCMB(Yıllık Raporlar) 7 1991 yılında Türkiye’den çıkan net sermaye miktarı 2,4 milyar dolar, 1994 yılında 4,2 milyar dolar, 1998 yılında ise 840 milyon dolardır.1999 ve 2000 yıllarında ise sermaye girişlerinde artışlar yaşanmış net sermaye girişi 1999 yılında 4,9 milyar dolar iken 2000 yılında 9,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılında ise kasım ve şubat krizlerinin etkisiyle 14 milyar dolar civarında sermaye çıkışı yaşanmıştır. 2008 yılında ise Amerikan morgate kredileriyle başlayan ekonomik kriz tüm dünyaya yayılmış ve krize karşı zamanında önlemler alınmadığı için ülkemizi de derinden etkileyerek sermaye girişinde düşüşlere, ekonomik büyümenin keskin bir şekilde düşmesine ve birçok firmanın kapanmasına neden olmuştur. Hatta 2009 yılının ilk çeyreğinde ekonomi % 13,5 oranında daralmış ve 1929 krizinden bu yana ülkemizdeki en büyük krizlerden biri yaşanmaktadır ve halen devam etmektedir. Türkiye’ye yönelen yabancı sermaye özellikle 1990’lı yıllarda dalgalanmalar göstermiş önemli ve güvenli fon kaynakları sağlayamamıştır. Portföy yatırımları ve kısa vadeli borç alımlarının hacmi arttıkça Türkiye aniden tersyüz edilebilen sermaye çeşitleriyle yüz yüze gelmiş ve bu iki tür sermaye giriş ve çıkışlarında benzer özellikler göstermişlerdir (Arın, 2001, 3–4). 1.2. Uluslararası Sermaye Akımının Çeşitleri 1.2.1. Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları (DYY) Özel yabancı sermaye hareketleri içerisinde değerlendirilen Doğrudan yabancı sermaye yatırımları konusunda pek çok tanımlama bulunmaktadır. Doğrudan yatırımlar, bir ülkede bir firmayı satın almak, yeni kurulan bir firma için kuruluş sermayesi sağlamak veya mevcut bir firmanın sermayesini arttırmak yoluyla yapılan; sermayenin yanında teknoloji, işletmecilik bilgisini ve kontrol yetkisini de yanında getiren yatırımlardır (Karluk, 2007, 566). DYY’ler genel olarak şirket birleşmeleri satın alımları (Merger and Acquisition) ile komple yeni yatırımlar (Greenfield) olarak iki biçimde gerçekleşmekte olup, her bir tanım kendi içinde farklı etkileri içinde taşımaktadır. Yabancı firmaların tercihi ile ev sahibi ülkenin toplumsal çıkarlarının birbiriyle çatışması müdahale için bir zemin hazırlar. Ev sahibi ülke şirket birleşmelerindense, yeni yatırımları tercih eder. Çünkü 8 yeni yatırımlar teknoloji transferini getirirken, şirket birleşmeleri daha çok eski teknolojiyle üretim yapmaktadır. Bu ise ev sahibi ülkenin çıkarlarıyla ters düşmektedir (Matto, Olerreaga, Saggi, 2003). OECD ve IMF tanımlamasına göre; doğrudan yabancı sermaye yatırımları, bir ülkedeki yerleşik kişi ve kurumların, diğer bir ülkede kalıcı ekonomik çıkar elde etme amacını yansıtmaktadır. Burada bahsedilen kalıcı çıkar kavramı ile yabancı yatırımcı, yabancı yatırım girişimi ve bu girişimin yönetimi üzerindeki kontrol hakları arasında uzun dönemli bir ilişkinin hüküm sürmesi ifade edilmektedir (Duce Espano, 2003). Tahvil ve hisse senetlerinin bir diğer ülke veya ülkelerin kuruluşları tarafından satın alınmasını ifade eden portföy yatırımları dışında kalan ve bir veya birden fazla uluslararası yatırımcının tamamına sahip olarak veya yerli yatırımlar doğrudan yabancı sermaye yatırımları olarak tanımlanmaktadır (DPT, 2000, 1). DYY’ ların Özellikleri Şunlardır: · DYY şeklinde yabancı ülkede kurulan şirket doğrudan ana şirketin denetimindedir. Bu şirketlerin başındaki yöneticiler genellikle ana şirket tarafından atanan yöneticilerdir. Doğrudan yatırım ifadesi ile anlatılmak istenen de şirket yönetimindeki yabancı yönetimi ifade eder. · DYY’ lar ev sahibi ülkeye sermaye ile birlikte, teknoloji, yönetim bilgisi ve üretime etkinlik kazandırmaktadır. · DYY’ lar çok uluslu şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir. · DYY’ ların da belli bir amortismanı yoktur. İşletmecinin kazanç durumuna bağlı olarak belirlenir. DYY’ ların amacı sadece kâr değildir. Aynı zamanda yeni pazarlar elde ederek piyasa paylarını genişletmektir. Dünyada, ortalama Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırım girişlerinin %70’i gelişmiş ülkeler tarafından yapılmakta ve bunun % 80’i ise gelişmiş ülkelere 9 yapılmaktadır. Geriye kalan % 20 ise az gelişmiş ülkeler (AGÜ) tarafından paylaşılmaktadır ve bunun büyük çoğunluğu ise Çin ve Hong-Kong’a gitmektedir. Yabancı, sermayenin Türkiye’de yapmış olduğu fiziki yatırımları ifade eden doğrudan yatırımların teşviki amacıyla 1980 sonrası yabancı sermaye mevzuatı tekrar düzenlenmiştir. 1986, 1992 ve 1995 yıllarında yabancı sermaye çerçeve kararlarında yapılan değişikliklerle mevzuat daha liberal hale gelmiş ve 1996 yılında AB ile imzalanan Gümrük birliği ve 1999 yılında da uluslararası tahkim yürürlüğe girmiştir. (TCMB, 2000, 52).Buna rağmen yabancı sermaye hareketlerinde, özellikle de doğrudan yatırımlarda beklenilen artışlar gerçekleşmemiştir. 2004–2008 yılları arasında doğrudan yatırımlarda büyük bir sıçrama olmuş, fakat bunlarda yeni yatırımlardan ziyade o yıllarda yapılan özelleştirmelerden kaynaklanmaktır. 1.2.2. Portföy Yatırımları Doğrudan yatırımların dışında, tahvil dışsatımı yada menkul kıymetler alım satımı portföy yatırımı olarak tanımlanmaktadır (Kepenek ve Yentürk, 2000, 299). Menkul değerlere yapılan yatırımlar (plasmanlar) olarak tanımlanan portföy yatırımları, genellikle hükümet tahvilleri yada özel kuruluşların bono tahvilleri ile hisse senedi satın alınması şeklinde gerçekleşir. Ayrıca son yıllardaki para piyasası araçları ile finansal türevler araçları işlemleri de bu hesaplarda izlenmektedir. Portföy yatırımlarının azalıp artmasında dış âlemde ki ve yurt içindeki faiz oranları ile birlikte ülkelerdeki politikalar etkili olmaktadır. Doğrudan yatırım ile portföy yatırımları arasında bazı önemli farklılıklar vardır. En önemli fark, yabancı ülkede yapılan yatırımın yönetimi ve denetimi konusudur. Doğrudan yabancı sermaye yatırımı durumunda, şirket yönetimi ve denetiminde etkili olmaktadır. Oysa portföy yatırımlarında yerleşik şirket üzerinde yönetim hakkı ve denetim söz konusu değildir; bu yolla yerleşik şirket uluslararası piyasalardan kaynak sağlamış olur. Ayrıca Portföy Yatırımlarında, yabancı yatırımcı sermayeden başka bir katkı da bulunmamaktadır. Portföy yatırımlarını gerçek kişilerde yapabilmektedir, gelir ve amortismanların geri ödeme koşulları önceden belirlenmektedir ve amaçları sadece 10 kâr elde etmektir. Portföy yatırımları ülkeye girdikleri kadar kolay çıkış yapabilmektedir. Ev sahibi ülkedeki en ufak bir kriz portföy yatırımlarının dışarı kaçmasına neden olurken, ülkedeki krizin daha da büyümesine neden olabilmektedir. Portföy yatırımları likiditelerindeki yükseklik nedeniyle en riskli yatırım türüdür (Seyidoğlu, 1998). Portföy yatırımları kalemi varlık ve yükümlülük ana başlıkları altında; Hisse senetleri Borç senetleri Tahvil ve senetler Para piyasası araçları Finansal türevler Ayrımında sektörel dağılımı da içerecek şekilde sınıflandırılmaktadır. Portföy yatırımları ülkemize 1986 yılında gelmeye başlamış 1989 yılında yürürlüğe konulan 32 sayılı kararname ile beraber bu yatırımların hacminde de önemli artışlar olmuştur.Tablo -1-1`de görüldüğü gibi 1986- 1989 yılları arasında ülkemize giren net portföy yatırımları 2,9 milyar dolar civarındayken,1993 yılında 3,9 milyar dolara çıkmıştır. Bu artışın 3,7 milyarlık bölümü kamu açıklarını kapatmaya yönelik, kamu ağırlıklı tahvil borçlanmasından kaynaklanmaktadır.1994 kriziyle, özellikle de devletin tahvil yoluyla borçlanabilirliğinin azalmasıyla beraber portföy yatırımları yaklaşık %70 oranında azalmış ve 1,2 milyar dolar olmuştur.Ülkemizdeki en yüksek miktarlı portföy yatırımlarındaki çıkış ise: Asya ve Rusya krizlerinin etkisiyle 1998 yıllında yaşanmış ve çıkış net 6,6 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir.Bu miktarın büyük bir kısmı ise 4,5 milyar dolarla yabancıların menkul kıymetlerden çıkışından kaynaklanmıştır.Portföy yatırımları yıllar itibariyle Türkiye`de istikrarsız bir seyir izlemiş ve bu yatırımların dalgalanması doğrudan yatırımlara göre daha yüksek olmuştur. 1.2.3. Uzun Vadeli Sermaye Hareketleri Uzun vadeli sermaye hareketleri bankaların, kamu sektörünün ve özel şirketlerin, uluslararası finans kuruluşlarından, yabancı hükümetlerden aldıklar kredileri ifade eder. Yatırım bankaları, IMF ve Dünya Bankası, bankaların oluşturduğu 11 konsorsiyumlar ve diğer kuruluşlar bu tür fonların kaynağını oluşturmaktadırlar. Genellikle proje finansmanı ve makro ekonomik dengelerin düzeltilmesi amacıyla verilen bu krediler, verimli alanlarda kullanıldığı takdirde faydalı olabilmekte ve vadelerinin uzunluğu dolayısıyla istikrarsızlıklar yaratmayabilmektedirler (Kont, 1998, 694). Fakat yıllar itibariyle Türkiye’nin kullandığı kredilere baktığımızda uzun vadeli kredilere yeterince başvurulmamış, kolay elde edilmeleri nedeniyle daha çok kısa vadeli kredilere başvurulmuştur, bu ise var olan krizlerin daha da ağırlaşmasına neden olmuştur. 1.2.4. Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri Kısa vadeli sermaye, vadesi bir yıla kadar olan özel ve resmi nitelikteki sermaye akımlarıdır (genellikle 30- 60- 90 gündür). Günümüzde kısa vadeli yatırım araçları çok çeşitlidir. Ticari bonolar, finansman bonoları, hazine bonoları, mevduat sertifikaları, vadeli banka mevduatları, ihracat kredileri, prefinansman kredileri gibi araçlar kısa vadeli yatırım araçları olarak sayılabilir. Kısa vadeli sermaye hareketleri aynı zamanda, ticari krediler, vadesi bir yıldan kısa ticari banka kredileri ve dışarıdan veya yerleşik olmayanlara satılan kısa vadeli özel ve kamu borçlanması gibi çok çeşitli finansal hareketleri içermektedir (Rodrik ve Velasco 1999, 12). Ödemeler dengesi sermaye hareketleri içerisinde yer alan kısa vadeli sermaye de varlıklar ve yükümlülükler olarak iki bölümden oluşmaktadır. Varlıklar bölümünde dışarıya verilen krediler, yükümlülükler bölümünde ise TCMM, ticari bankalar ve diğer sektörlerin işlemlerinden kaynaklanan kısa vadeli borçlar yer almaktadır (Kepenek ve Yentürk, 2000, 299). Kısa vadeli sermaye akımlarında yatırımcılar, yatırım yapacakları ülkelerdeki iç faiz oranlarını ve döviz kurundaki değişiklikleri göze almaktadırlar. Bu durum aşağıdaki gibi gösterilmekte olup, bu oran yakalandığında yatırım kararı verilmektedir (Cihan, 2005). . (1+i1/1+e)1+i2 İ1=iç faiz oranı 12 İ2=dış faiz oranı e =döviz kuru Kısa vadeli sermaye hareketlerini kolaylaştıran ve arttırıcı ana nedenler arasında, yurtiçi menkul kıymetlerin faiz oranlarındaki ani ve aşırı artışlar, döviz kurlarına ait kısıtlamaların kaldırılması ve döviz kurlarında (yabancı paranın fiyatı açısından) beklenen ya da gerçekleşen önemli değişiklikler olarak sıralanabilmektedirler (Mackinnon, 1973). Iversan, kısa vadeli sermaye hareketlerini “gerçek ve eşitleyici” sermaye hareketleri adı altında ikiye ayırır. Buna göre “gerçek” sermaye hareketi, sermayenin bol olduğu ülkelerden, kıt olduğu ülkelere, faiz oranlarının yüksekliği avantajından yararlanmak üzere kayışını belirtmek amacıyla kullanılır. “eşitleyici” sermaye hareketleri ise, ödemeler bilânçosundaki bir dengesizliğin sonucu olarak döviz kurunda ya da kısa dönem faiz oranlarında ortaya çıkan değişmelerin ülkeler arasında geçici sermaye hareketlerine neden olmasıyla ortaya çıkar. Machlup, yüksek oranlı getiri sağlamaktan öte, riskten korumayı amaçlayan türde sermaye hareketlerini ayrıca tanımlar, Iversen ise bunu tamamen reddetmektedir. Ona göre vergi riskinden, ulusal paranın değer yitirmesi riskinden ve politik risklerden korunmayı amaçlayan bu türlü sermaye hareketleri tamamıyla ‘’gerçek’’sermaye hareketlerine dâhildir (Iversen,1967). Kingleberger, kısa vadeli sermaye hareketlerinin gerçekleşebileceği kredi enstrümanlarını üç ana sınıfta toplamıştır. Yabancı “para” ,yabancı “döviz’’, yabancı “yatırımlar”. Yabancı para, sahibi söz konusu ülkenin dışında bulunan nakit ve büyük ölçüde banka mevduatlarından oluşur. Yabancı döviz adı altında, tüccarlar ya da bankalar tarafından çekilebilen, ödenebilirlikleri bulunan ülkelerin dışında yaratılan ve tutulan bütün döviz çekleri, senetleri, tahvilleri yer alır. Kısa vadeli yatırımlar faiz getiren aktiflere dayanır. Ticari kâğıtlar, hisse senetleri, devlet tahvilleri bu kategoriye girer. Kısa vadeli sermaye hareketlerinin bu şekilde ayrımı, para arzı üzerinde yarattıkları etkilerin incelenmesi açısından önemlidir (Kingleberger,1965). 13 Kısa vadeli sermaye ekonominin gelişim potansiyeline göre değil, genellikle finansal aktiflerdeki yüksek getiriden ve faiz –kur arbitrajından yararlanabilmek amacıyla gelebilmektedir. Bu nedenle bu tür sermaye büyük ölçüde spekülatiftir. Ve sıcak para özelliği taşıyabilmektedir. Vadelerinin kısalığı nedeniyle uzun dönemli ekonomik büyümeye katkıda bulunamamakta, geçici olarak ödemeler dengesi ve kamu açıklarını finanse etmektedir. (Kont,1998, 659- 707; Esen, 2000). Kamu açığının yüksek olduğu bir ortamda sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi hükümete, yabancı sermaye girişinin özendirilmesiyle daha kolay borçlanma olanağı sağlamakta ve kamu açıklarını rahatça kapatma imkânı sağlamaktadır. Fakat kamu kesimi açığının finansmanı için hükümetin iç borçlanmaya yönelmesi, yurt içi faiz hadlerinin yükselmesine ve de kısa vadeli sermaye akımlarının ülkeye girişlerinin hızla artmasına neden olmaktadır. Kamunun bu yolla finansman sağlaması üç olumsuz etkiyi de beraberinde getirmektedir. 1- Kamunun bütçe açıklarını kapatmak için iç borçlanmaya yönelmesi hem ekonomide faiz hadlerini yükseltmekte hem de kamunun iç borç stokunu arttırmaktadır. Bununla birlikte, yurt dışından daha ucuza borç temin edebilecekken kısa vadeli sermaye hareketleri teşvik edilerek daha kolay finansman imkânının sağlanması, hükümetin pahalıya borçlanmasına da neden olmaktadır. 2- Hükümetin iç borçlanma yolu ile hem bütçe açıklarını kapatmaya çalışması hem de dış borç ödemeye çalışması iç borç senetlerinin faizlerinin yüksek seyretmesine ve dolayısıyla artan sermaye girişine neden olmaktadır. Böyle bir durumda ise, ülkeye giren sermaye ile döviz arasındaki artış döviz kurları üstünde baskı yaratmakta ve ulusal paranın değerlenmesine sebep olmakta, zaman içerisinde faiz –kur arasındaki marjın giderek açılması ülkeye yönelik spekülatif amaçlı sıcak parayı çekmektedir. 3- Kısa vadeli sermaye girişinin kamuya getirdiği bir başka yükte sermaye akımını çekmeye yönelik uygulanan sterilizasyon politikası ile gelmektedir. Türkiye’de de kısa vadeli sermaye hareketlerine cari açıkların kapatılması amacıyla başvurulmuştur. Tablo- 1.2’ye baktığımızda 1990 yılında ekonomik büyüme yüksek oranda artış göstermiş, ithalat artmış ve dış ticaret açığı büyüyerek cari işlemler 14 dengesinin açık vermesine neden olmuştur. Bu dönemde portföy yatırımları ve doğrudan yatırımlar bu açığın ancak yarısını kapatabilmiştir. Kalan açığın kapatılması ancak kısa vadeli sermaye girişi ile mümkün olmuştur. Tablo 1.2. 1989–1994 Dönemindeki Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri YIL GSMH İhracatın Büyüme İthalatı Hızı Karşılama Sermaye Oranı Yat Dış Cari Doğrudan Portföy Ticaret İşlemler Yatırımlar Yatırımları Kısa Vadeli 1989 1,6 73,6 -4167,5 961 663 1386 -584 1990 9,4 58,1 -9342,8 -2625 700 547 3000 1991 0,4 64,6 -7453,4 250 783 623 -3020 1992 6,4 64,3 -8156,4 -974 779 2411 1396 1993 8,1 52,2 - -6433 622 3917 3054 -2631 559 1158 -5127 14083,4 1994 -6,1 76,8 -5164 Kaynak: Türkiye İş Bankası, Ekonomik Rapor, Ankara,1989- 1994 1994 yılı kısa vadeli sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkilerinin net olarak yansıdığı bir yıl olmuştur.Bu dönemde mali piyasalardaki krizin reel kesime de yansıması iç talebin daralmasına, ithalatın yavaşlamasına ve ekonomik büyümenin de eksi değere ulaşmasına neden olmuştur.Faiz kur arasındaki marjın daralması hızla kısa vadeli sermaye çıkışına ve hem de ülkedeki döviz-arz talep dengesinin bozulmasına neden olmuştur. İhracattaki artışın sağladığı döviz girişleri tek başına döviz dengesizliğini gideremediği gibi, diğer cari gelirlerdeki artış da sermaye çıkışının neden olduğu döviz dengesizliğini telafi edememiştir. Bu yüzden alınan istikrar tedbirleri ile birlikte, tekrar kısa vadeli sermaye girişleri teşvik edilerek, ülkedeki döviz dengesizliği giderilmeye çalışılmıştır. 15 İKİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜME ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 2.1. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ekonomi Üzerindeki Etkileri Yabancı sermaye dolaylı ya da doğrudan girdiği ülke ekonomisi üzerinde çeşitli etkiler yaratır. Bu etkiler konusunda gerek uygulamacılar, gerek politikacılar ve gerekse bilim adamları arasında tam bir uzlaşı ve görüş birliği bulunmamaktadır. Gerek yabancı sermaye hareketleri ve gerekse yabancı sermaye yatırımları girdiği ülkenin üretim, istihdam, gelir, fiyat, dışsatım-dışalım, ekonomik kalkınma, ulusal gelir artışı, gelir dağılımı, teknoloji, ödemeler dengesi, yönetim ve organizasyon düzeyi gibi alanlarda çok ciddi etkiler yaratır. Yabancı sermaye yatırımlarının ekonomi üzerinde yarattığı etkilerin başlıcaları şunlardır. 2.1.1. Sermaye ve Gelir Etkisi Yabancı sermaye yatırımlarının bir ülke ekonomisi için en önemli katkısı o ülke ekonomisine yaptığı sermaye aktarımıdır. Doğrudan yatırım şeklinde yapılan yatırımlarının ülkenin ekonomik kalkınmasına yararlı olup, olmadığı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Bir görüşe göre, doğrudan yabancı yatırımlar ülkenin ekonomik kalkınmasının ilk dönemlerinde mevcut olmayan üretim faktörlerini getirdiği için yararlı olmaktadır. Diğer taraftan kalkınma ile birlikte gelişen yerli faktörleri kullanmadığı ve yerli teşebbüslere engel teşkil ettiği savunulmaktadır. Ev sahibi ülke firmaları daha çok emek yoğun teknoloji ile çalıştıkları için, batı teknolojisini kendi ülkelerine adapte etmektedirler. Teknolojiyi kendi koşullarına uyarlama konusunda da diğer büyük çok uluslu şirketler başarılı olamamakta ve daha az verimli çalışmaktadırlar. Bu durumda ekonomik büyüme ve sermaye birikimi üzerinde bir süre sonra olumsuz etkiler getirebilmektedir (Moran, 1985, 18- 9). 16 Diğer bir görüşe göre ise,yabancı yatırımlar gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmasında önemli bir rol oynamakta ve kalkınma sürecini hızlandırmaktadır.Yabancı şirketler ülkeye teknoloji transfer etmekte,ülke pazarının yapısını değiştirerek rekabeti artırmakta,yetişmiş yönetici ve işgücü sağlamakta,dolaylı ve dolaysız bir biçimde istihdam olanakları yaratmakta ülke içi ücretleri yükseltmekte ve dış ticaret hadlerini iyileştirmektedir.Teorik olarak tam rekabet şartlarında,doğrudan yatırımın sermayenin azalan marjinal geliri dolayısıyla ev sahibi ülke ekonomisine olan katkısının, yatırımcının ülkeden çıkardığı ekonomik değerden mutlaka fazla olması gerekmektedir.Ev sahibi ülke ekonomisinde yabancı yatırımların artması sermayenin marjinal ürününü düşürecektir.Bu sebeple,daha önce yapılmış olan bütün yabancı yatırımların net gelirinin düşmesi de kaçınılmaz olacaktır (Karluk, 1983, 24). Yabancı yatırımların ülke ekonomisine net katkısını ölçebilmek için doğrudan yatırımın çıktılarından girdilerin düşülmesi gerekir.Yabancı sermayeli yatırımların ülkede yarattığı doğrudan gelir etkisi dışında dolaylı olarak yarattığı gelir etkileri de söz konusudur. Yabancı sermayeli yatırımların etkin, verimli ve tam rekabet koşullarına uygun üretim yapması ülke içinde etkinlikte bulunan yerli firmaları da etkisine alır. Yabancı sermayeli kuruluşların yarattığı bu pozitif etkiler dışsal ekonomiler yaratır. Yaratılan bu dışsal ekonomiler ülkede dolaylı gelir etkisi meydana getirir. Yabancı sermaye hareketleri ülkeye ilk girdiği zaman ulusal gelirde doğrudan sıçrama yaratır. Yaratılan bu sıçrama ekonomik genişletici etki yapar. Yabancı sermaye hareketlerinin başka ülkelere çıkışında ya da yabancı sermayeli yatırımların kârlarının yurt dışına aktarılmasında ise tam tersi bir etki söz konusudur. Bu durumda ulusal gelir düzeyinde bir azalış ve gelirsel düzeyde ekonomide daralma meydana gelir (Batmaz, 2002). 2.1.2. Ödemeler Dengesine Etkileri Gelişmekte olan ülkelerde yabancı sermayeden beklentilerinden birisi, ödemeler dengesinde bir iyileşme yaratılmasıdır. Bir başka deyişle yatırım yapan firmanın, ticaret açığının kapatılmasında ve ayrıca döviz girişinde pozitif bir etkisinin olmasıdır. Bunun için firmaların ihracat ithalat sonuçlarına, sermaye girişlerine ve çıkışlarına bakmak gerekir. Fabrika kurmak için ev sahibi ülkeye gelen doğrudan yatırım sermayesi bir 17 defaya mahsus olmak üzere ev sahibi ülkenin ödemeler dengesine olumlu bir etkide bulunur. Yatırım, üretime başladığı zaman gerek ihracat yoluyla ve gerekse ithal ikamesi şeklinde ödemeler dengesine katkıda bulunmaya devam eder. Ancak yüksek gümrük duvarları ve kotalarla korunan geniş bir iç pazara sahip ülkelere yapılan yatırımlar genelde iç piyasa hedefli olmakta ve ihracat yüzdesi düşük kalmaktadır. Bunun yanı sıra eğer iç Pazar çok cazip değil, ülke ekonomik olarak iyi entegre olmuş ve ucuz işgücü gibi bazı karşılaştırmalı avantajlar sunuyorsa bu durumda yüksek ihracat yüzdeleri gerçekleşebilmektedir. Bunların yanı sıra yabancı sermayeli şirketler, kendileri ihracat yapmasalar bile üretim kapasitelerini arttırarak yerli müteşebbisi ihracata zorlamaktadırlar ki bu daha çok tercih edilen bir durumdur (YASED, 1998, 74).Diğer taraftan doğrudan yatırımı gerçekleştiren şirket, hammadde ve diğer girdileri, üretimini devam ettirebilmek için ithal etmek zorundadır. Bu ithalat şüphesiz ev sahibi ülkenin ödemeler dengesinde olumsuz bir etki yaratır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının, ev sahibi ülkenin ticaret performansı üzerindeki etkilerini ayrıntılı olarak incelemek istersek, dolaylı ve dolaysız etkilere ayırmak yararlı olacaktır. Dolaysız etkileri incelerken ihracatı ve Çokuluslu şirket (ÇUŞ) aktivitelerini üretim karakteristiklerine göre dört farklı kategoriye ayırabiliriz. * Yerel hammadde üretimi ve ticareti * İthal ikameci endüstrilerin, ihracata dönük endüstrilere yakınlaşması * Yeni emek yoğun ürün ihracatı * Emek yoğun süreçler ve dikey bütünleşmiş uluslararası endüstrilerde uzmanlaşma (Blomström, Kokko, 1996, 25–26). ÇUŞ`lar, yerel piyasada üretilmiş hammaddelerin ihracatında yerel firmalardan daha avantajlıdır, çünkü piyasa becerileri, dış piyasalardaki iş bağlantıları, ileri teknolojileri ve know-how`ları daha gelişmiştir. Özellikle bu varlıklardan yoksun olan gelişmekte olan ülkeler için, ihracatlarını arttırmak istemeleri durumunda yabancı yatırımlar alternatiflerden birisini oluşturmaktadır. Ülkelerin ithal ikameci endüstriden ihracata dönük endüstriye dönmesi durumunda da benzer ÇUŞ avantajları önemlidir. İhraç mallarının üretilmesi yaygınlaştırılmak isteniyorsa ÇUŞ`lar serbest ticaret için önemli bir faktör olabilir. Korumacı bir rejime sahip ülkelerde doğrudan yabancı yatırımların artması; ülke içindeki sermaye verimliliği, hatta kamu sektöründeki verimliliği arttırmaktadır. Bu durumda ülkenin ihracatını ve ödemeler dengesini pozitif 18 yönde etkilemektedir (Aizenman, Yi, 1997,ss 4-9).Fakat bunun yanında ÇUŞ yatırımlarının kârlılığı korumacı bir piyasanın varlığını gerektiriyorsa, ÇUŞ’ lar gelişmekte olan ülkelerdeki korumacılığı desteklemede istekli olacaklardır. Ayrıca şirketin yabancı üretim faktörlerine ödemiş olduğu faktör gelirleri ev sahibi ülkenin dış dengesini olumsuz yönde etkileyebilir. Firmaların ev sahibi ülkeye getirdikleri sermaye uzun dönemde genellikle değişik biçimlerde dışarı transfer ettikleri sermayeden küçük kalmaktadır. Bu negatif durum gelişmiş ülkeler için de söz konusudur. Ancak gelişmekte olan ülkelerde dışarıya sermaye transferi gelişmiş ülkelere göre çok daha yoğundur (Berksoy, Doğruel, 1989, ss- 36 ).Yine şirket tarafından yaratılan yüksek gelir marjinal tüketim eğilimine bağlı olarak ev sahibi ülkenin ithalatını uyarabilir. Son olarak yabancı sermayeli şirket ev sahibi ülkede üretimi durdurduğu zaman yine bir defaya mahsus olmak üzere ülkeye getirmiş olduğu sermayeyi ülke dışına çıkaracağı için ödemeler dengesi üzerinde olumsuz bir etkide bulunur. 2.1.3. Teknoloji Etkisi Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, teknoloji transferinin bir diğer kanalıdır. ÇUŞ ve ev sahibi ülkelerin teknoloji transferlerinden beklediği amaçlar birbirinden farklıdır. Teknoloji kullanıcıları, bu teknolojileri mümkün olduğu kadar düşük fiyatla elde etmekle ilgilenmektedirler. ÇUŞ’lar ise sahip oldukları taşınmaz varlıklarını ve diğer avantajlarını korumak amacındadırlar. Söz konusu teknoloji özellikle modern ve kompleks bir yapıda olduğu zaman ÇUŞ`lar sızıntılarını engellemek şirket birleşmelerinden ziyade tamamen kendi şirketlerini kurma yoluna girmektedirler (Blomström, 1991, 3). Ev sahibi ülkenin teknolojik kapasitesi geniş ise örneğin iyi yetişmiş işgücüne sahip ise gerçekleşecek teknoloji transferi fazla olacaktır. Yapılan ampirik çalışmalarda ev sahibi ülkenin teknolojik kapasitesi arttıkça yapılan teknoloji transferinin maliyetinin azaldığı gösterilmiştir. Maliyetlerin düşmesi yerel firmaların araştırma etkinliklerinin artmasına ve yeni teknolojiler üretmelerine imkân tanımaktadır (Branstetter, 2000, 9). 19 Bütün bunların yanı sıra, ev sahibi ülke için teknoloji kaynağı olarak doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının rolü ile ilgili önemli bir sorun vardır. Ev sahibi ülke açısından bakıldığında doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının teknolojik yararlarının ne olduğu ve bunların nasıl meydana geldiği çok açık değildir. ÇUŞ’ların teknolojilerinin dışsallığı 3 şekilde olmaktadır. Bir firma sınır ötesinde yavru şirket kurulduğunda ve çok uluslu bir şirket olduğu zaman, ev sahibi ülkede daha önce kurulmuş olanlardan iki sebeple ayrılmış olmaktadır. Birincisi, kendi firmalarına özgü spesifik avantajlarını oluşturmak ve tüketici tercihlerini, iş hayatı tecrübelerine ve yerel piyasa hakkında daha fazla bilgiye sahip olan yerel firmalar karşısında başarıyla rekabet etmesine izin verecek olan teknolojilerini beraberlerinde getirmeleridir. İkincisi ise, ÇUŞ yavru şirketlerinin piyasaya girmesi var olan piyasa dengesini altüst eder ve yerel firmaların kendi piyasa paylarını ve kârlarını korumaları için daha fazla çalışmalarını kuvvetlendirir. Bu iki değişiklikte yerel firmaların verimliliklerinin artmasına neden olur. Genel olarak dışsallığın, ÇUŞ’in yavru şirketlerinin piyasaya girmesi sonucu ev sahibi ülkede yerel firmaların takip etmesiyle, ÇUŞ’ların bütün verimlilik ya da etkinliğinin yararlarının semeresini alamadığı zaman ortaya çıktığı söylenir. Belki de dışsallığın en temel örneği, yerel firmaların verimliliğini aynı piyasada faaliyette bulunan ÇUŞ’ların kullandığı teknolojileri kopya ederek arttırmasıdır. Dışsallığın bir diğer çeşidi, ÇUŞ’ların yerel piyasada daha fazla rekabetçi bir ortama yol açması ile yerel firmaların var olan teknolojiyi kullanmak zorunda kalması ve kaynakları daha etkin kullanmasıyla meydana gelir. Dışsallığın bir üçüncü çeşidi rekabetçi bir ortamın yerel firmaları yenilik yapmak için zorlaması, daha etkin teknolojiler kullanmasıyla meydana gelmektedir (Blomström, Kokko, 1996, 7). Ev sahibi ülkenin bir diğer kazancı, yönetim bilgisinin ve emeğin daha kalifiye olması ve bunların ekonomiden elde edilebilecek olmasıdır. ÇUŞ’larda çalışan işgücü beşeri sermayelerini geliştirmek için avantajlar elde etmekte böylece bu avantajlarını yerel firmalarda ya da kendi girişimlerinde kullanabilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde yönetim becerisi, kalifiye işgücü ve bilimsel yeterlilik kısıtlı olduğu için bu tür dışsallık gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere kıyasla daha önemlidir. 20 2.1.4. Ücretler Üzerindeki Etki Yabancı firmalar, benzer vasıflara sahip işgücüne yerel firmalardan niçin daha fazla ücret ödemektedirler. Ücret farklılığını gösteren veriler birkaç farklı formdan gelmektedir. Bazıları ortalama ücret ya da endüstri bazındaki ortalama ücretlerin basit karşılaştırılmasıdır ki ücret farklılıkları büyüklük ya da sermaye yoğunluğu, işgücünün yaş ve eğitim gibi karakteristiklerini gösteren firma ya da fabrikaların etkilerini yansıtmaktadır. Yapılan çalışmalarda ücretler ile yabancı mülkiyetli fabrikalar arasındaki ilişki daha zayıf bulunmasına rağmen fabrika büyüklüğü, endüstriye ve sermaye yoğunluğunu kontrol edebilen yabancı yatırımlar daha yüksek ücret ödemektedir. Yabancı firmalar farklı girdi veya kaynak dağılımına sahip olan ekonomilerde yatırım yaptıklarında kalifiye işgücü ve kalifiyesiz işgücü arasındaki ücret farklılığına yol açmaktadır (Markusen, Venables, 1995, 25). Ayrıca yabancı firmalar emek başına düşen sermaye miktarı ve emek başına düşen ara malı girdisi bakımından da farklılık yaratmaktadır. Bu yüzdende yabancı firmalar, yerel firmalardan daha yüksek ücret ödeyebilmektedirler. Yabancı firmalardaki ücretler, yerel firmalardaki kadar yüksek olmasa da, fazla sayıda yabancı yatırımın bulunması, o ülkede ya da endüstrideki ortalama ücret seviyesine etki yapabilmektedir. Bu durum emek talebinin artmasıyla ya da yabancı yatırımların kendileri tarafından ödenen yüksek ücretlerle meydana gelebilmektedir. Aitken, Harrison ve Lipsey’ in çalışmasında Meksika ve Venezuela`da, ortalama endüstri ücretlerinin yükselmesinde yabancı yatırımların önemli bir etkisinin olduğu gösterilmiştir. Bu etki kalifiye işgücüne göre daha büyüktür (Lipsey, 2002, 32). Taylor ve Driffield, (Foreign Direct Investment) FDI’in emek piyasaları üzerinde bazı arzu edilmeyen etkilerinin olduğunu ve ücret eşitsizliğinin yaklaşık %11’nin bu yatırımlar tarafından açıklanabildiğini belirtmişlerdir. Kalifiye işgücü ücretlerinin payı ile yabancı firmaların istihdamdan aldıkları pay arasındaki gözlemlenen paralel trend İngiltere ekonomisinde oluşan ücret eşitsizliğinin yabancı yatırımlarla ilgili olduğunu göstermektedir (Taylor, Driffield, 2004, 3). Fakat bunlarla tamamen zıt sonuçlara da ulaşılabilir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları gerçekte göreceli ücretleri düşürebilir. Doğrudan yabancı sermaye 21 yatırımlarının göreceli ücretler üzerindeki negatif etkisini açıklamak için iki faktör gösterilebilir. Birincisi, yabancı firmaların ileri ve etkin bir teknolojiyle birlikte faaliyette bulunmalarıdır. Bu durum kalifiye işgücüne olan göreceli talebin azalmasına ve göreceli ücretlerin daha düşük olmasına sebep olacaktır. İkincisi, genel olarak ekonomik kalkınmanın önemli süreçlerinden biri olan ev sahibi ülkedeki müteşebbislikle ilgili bir durumdur. Gelişmekte olan ülkelerin müteşebbisleri potansiyel olarak fakir varsayılmakta ve bu kimselerinde genellikle kalifiye işgücü tarafından belirlendiği düşünülmektedir. Yabancı yatırımların yerel piyasalara girmeleriyle birlikte yerel girişimlerde kısmi bir dışlama (crowded out)etkisi meydana gelecektir. Bu durumda yerel piyasadaki kalifiye işgücü arzında bir artış meydana gelecek ve ücret farklılığı üzerinde bir azalma baskısı görülecektir (Das, 2002, 57). 2.1.5. Portföy Yatırımlarının Ekonomi Üzerindeki Etkileri Dolaylı sermaye hareketleri (portföy yatırımları ve diğer yatırımlar ise ev sahibi ülkenin üretkenliğini arttırıcı katkılarından ziyade, özel tüketim ve ithalat harcamalarının artmasına neden olur (Wong and Carranza, 1998, 7). 1990’lı yılların başında, sanayileşmiş ülkelerdeki ekonomik durgunluk, ellerindeki fon miktarı çok yüksek boyutlara ulaşan gelişmiş ülkelerdeki yatırımcıların, yatırımları için yeni piyasalar aramasına neden olmuştur. Buna 1980’lerde birçok gelişmekte olan ülkede yaşanan liberalizasyon dalgası da eklenince başta Latin Amerika, Güneydoğu Asya’daki gelişmekte olan ülkeler, Doğu Avrupa’daki bağımsızlıklarını kazanan geçiş ülkeleri ile Rusya, Meksika gibi ülkelere yoğun bir şekilde sermaye akımı yönelmiştir. Fakat bu sermayelerin büyük bir kısmı portföy yatırımları içinde yer alan kısa vadeli sermaye hareketlerinden, diğer bir ifadeyle sıcak paradan oluşmaktadır. Sıcak para’nın yoğun bir şekilde gelişmekte olan ülkelere yönelmesinin ardındaki nedenlerden biri, birçok gelişmekte olan ülkede uygulanan sabit döviz kuru ve bu ülkelerde yaşanan yüksek faiz oranlarından faydalanmak suretiyle, yatırımcıların yüksek kazanç sağlama arzularıdır. Sıcak para o denli yüksek oranlara ulaşmıştır ki arbitraj olanaklarını ve spekülasyonu arttırarak girdiği ülkelerin mali piyasalarında büyük ve ani akımlar oluşturmuştur. Yoğun bir şekilde giriş yapan yabancı sermaye ilk etapta kamu 22 harcamalarının daha rahat finansmanını sağlayarak, tüketim ve yatırımı arttırmak suretiyle büyümeyi olumlu yönde etkilese de, bankacılık sistemininde likiditesinin artmasına ve ulusal paranın değer kazanmasına yol açmaktadır. Bankacılık sisteminde likiditenin artması sistemin kredi hacmini genişleterek, şirketlerin yatırımlarını arttırmakta, bunu da GSMH’nın büyümesi izlemektedir. Ulusal paranın değer kazanması ise ithalatı teşvik etmekte iken ihracatı azaltmaktadır. Dolayısıyla artan harcamaların büyük bir bölümü, hammadde, ara malı ve tüketim malları ithalatından oluştuğundan, ithalat artarken ihracatın azalması cari işlemler açığını arttırmaktadır. Bu durumda sermaye girişleri sonucu gerçekleşen olumlu hava, yön değiştirdiğinde, piyasalarda spekülasyonlar oluşturmakta ve sermaye çıkışları başlamaktadır. Sabit döviz kuru sistemine sahip ülkelerin, sermaye çıkışlarının etkisini telafi etmek için rezervlerini kullanarak, döviz kurunun artmasını engellemeye çalışması, dış rezervlerin hızlı bir şekilde erimesine yol açmakta ve ödemeler dengesinde olumsuzluklara yol açmaktadır. Aynı zamanda en küçük bir olumsuzlukta kısa vadeli bu sermaye yoğun bir şekilde çıkış yapmakta ve ekonomik krizlere yol açmaktadır. Bu kapsamda 1991 yılındaki Meksika krizi,1994 yılında yaşanan ve kısa bir sürede bölgesel bir krize dönüşen Asya krizi,1997 ve 1998 yıllarındaki Rusya ve Brezilya krizleri, 2001 yılında patlak veren Türkiye krizi kısa vadeli ve spekülatif sermaye hareketlerinin neden olduğu ciddi krizlerdendir. Kısacası sıcak para şeklindeki kısa vadeli portföy yatırımları yoğun sermaye girişlerinde ödemeler dengesi olumlu olarak etkilenirken, yoğun sermaye çıkışlarında ise olumsuz bir şekilde etkilenmektedir. Diğer yandan ulusal faiz oranı ve döviz kurunun sermaye hareketlerine teslim olması sonucunda ulusal iktisat politikalarının iktisadi ve sosyal amaçlar dâhilin de kullanılabilmesi de mümkün olamamaktadır. Aşırı değerlenmiş ulusal para politikası ile cari açıkların büyümesi sürecine girilirken, faiz oranlarının yüksekliği sonucunda kamu açığını kapatmanın maliyeti yükselmekte, bu ise yatırım ve üretimi azaltarak ekonominin reel üretim ekonomisinden finansal işlemlerin ağırlıklı olduğu bir yapıya çevrilmesine yol açmaktadır. Bu haliyle ulusal iktisat politikaları yüksek faiz-düşük kur ikilemine teslim edilmektedir. 23 2.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerini Etkileyen Faktörler 2.2.1. DYY’leri Etkileyen Faktörler Sermayenin çok akışkan bir yapıya sahip olduğu, kendini güvende hissettiği ve en yüksek getiriyi elde etmeyi beklediği sektörlere ve bölgelere yöneldiği hiç şüphesiz ki bir gerçektir. Girişimcinin kâr veya en yüksek kâr dışında bir amacının olabileceğini düşünmek ekonomi ilkeleriyle bağdaşmaz. Ancak bunun yanında kârın bir unsuru olarak yabancı girişimcilerin üzerinde durduğu diğer hususlar ise, kârlılığın devamlılığı ve yabancı memlekette elde edilen kârın kendi ülkesine transfer edilebilmesidir. Kendi ülkesine kârını transfer edemeyen girişimci için yabancı ülkede yaptığı yatırım önemini kaybetmektedir. Dolayısıyla esas amaç5 kârlılık, kârın devamlılığı ve kâr transferidir Bu hususların yerine getirilmesini sağlayan en önemli unsur ise istikrardır. Kalıcı bir istikrar ise, sağlam bir demokrasi ile temel insan hakları, mülkiyet hakları ve girişim özgürlüğünün güvence altında olduğu ortamlarda mevcuttur (YASED, 2004;Akdiş,1998). Unctadın 1998 yılı Dünya Yatırım Raporunda yer alan bir analizde DYY’lerin ülke tercihinde etkili olan faktörler, ekonomik faktörler, yatırım ortamına ilişkin faktörler ve politik faktörler olarak gruplandırılmıştır (UNCTAD,1998, sf.91). Belirtilen faktörlerin her birinin etkinliğini belirlemek mümkün olmadığından, söz konusu ekonomik faktörlerin etkinliğini belirlemeyi amaçlayan çalışmalar aşağıdaki tabloda verilmiştir. 24 Tablo 2.1. DYY’lerin Belirleyici Unsurları DYSY Farklı çalışmalarda Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Potansiyel Üzerinde Gözlemlenen Etkiler Belirleyicileri Pozitif Negatif Önemsiz Piyasa Büyüklüğü Bondera&White(1968) Caves(1974) Goldsrough(1979) Owen(1982) Swedenborg(1979) Saunders(1982) Gupta(1983) Nankani(1979) Flam(1984) Lukas(1990) Wheeler%Mody(1992) Schneider&Frey(1985) Rofle&White(1991) Culem(1988) Sader(1993) Shamsuddin(1994) Tsai(1994) Schmitz&Bieri(1975) Swedenborg(1979) Lunn(1980) Dunning(1980) Root&Ahmed(1979) Kravis&Lipsey(1982) Nigh(1985) Schneider&Frey(1985) Culem(1988) Wheeler&Mody(1992) Sader(1993) Tsai(1994) Billington(1999) Pistoresi(2000) Shamsuddin(1994) İşgücü Maliyeti Pistoresi(2000) Ticaret Engelleri Schmitz&Bieri(1972) Culem(1988) Beaurdeau(1986) Lunn(1980) Blonigen&Feenstra(1996) Büyüme Banra%White(1968) Night(1988) Oranı Lunn(1980) Tsai(1994) Schneider&Frey(1985) Culem(1988) Billington(1999) 25 Tablo 2.1. (Devamı) Açıklık Krevis&Lipsey(1982) Schmitz&Bieri(1972) Culem(1988) Wheeler&Mody(1992) Edwards(1990) Pistoresi(2000) Ticaret Açığı Culem(1988) Torissi(1985) Tsai(1994) Shamsuddin(1994) Schneider&Frey(1985) Hein(1992) Dolar(1992) Lucas(1993) Pistoresi(2000) Döviz Kuru Edwards(1994) Caves(1988) Calderon&Rossel(1985) Contractor(1990) Sader(1991) Froot&Stein(1991) Bloningen(1997) Bionigen(1995) Tuman&Emmert(1999) Bionigen&Freenstra(19 96) Vergiler Swenson(1994) Hartman(1984) Wheeler&Mody(1992) Grubert&Muti(1991) Jackson&Markowski(1995 Hines&Rice(1994) Yulin&Reed(1995) Loree&Guisinger(1995) Parcano&Price(1996) Guisinger(1995) Cassou(1997) Kemsley(1998) Barrel&Paint(1998) Billington(1999) Kaynak: Avik Chakrabati, The Determinants of Foreign Direct Investment Sensitivity Analysis of CrossCountry Regression, KYKLOS, Volume;54 2.2.1.1. Piyasa Büyüklüğü Piyasa büyüklüğü, ev sahibi ülkenin kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hâsılası ile ölçülmektedir. Genel kabul görmüş piyasa büyüklüğü hipotezine göre ev sahibi ülkedeki piyasanın büyümesi ve bununla birlikte artan talep doğrudan yatırımlarda bir artışa yol açmaktadır. Doğrudan yatırımlarda yaşanan bir artışa karşılık ev sahibi ülkeye 26 yönelen diğer bileşenlerde (ihracat v.b) ise bir değişiklik görülmemektedir. Ev sahibi ülkelerdeki piyasanın büyümesi ilgili ülkenin yanı sıra diğer yerel piyasaları da etkilemektedir. Gelişen bir piyasaya komşu olan diğer ülkelerde doğrudan yabancı sermaye çekmede avantajlı bir konuma gelmektedir. Rakip ekonomilerin piyasa büyüklüğünde görülen artış da ev sahibi ekonomideki yabancı yatırımların artmasına yol açacaktır. Bu artışın sebebi rakip piyasada görülen genişleme ile birlikte bu piyasaya yapılabilecek ihracatın ve ticaretin artmış olmasıdır. Çok uluslu şirket ürünleri ülkeler arasındaki ticarete konu olmaya devam ettiği sürece rakip ekonomilerin piyasalarının büyümesi ev sahibi ekonomideki doğrudan yabancı yatırımları değil aynı zamanda diğer bölgelerdeki yatırımları da arttıracaktır. Bu durum ise ev sahibi ülkedeki yabancı sermaye yatırımlarını belirsiz bir konumda bırakmaktadır (Chakrabarti, 2003, 161). Root ve Ahmed, 1979 yılında 1966- 1970 dönemini kapsayan 58 gelişmekte olan ülke üzerinde yaptıkları ekonometrik analizlerinde kişi başına Gayri Safi Milli Hâsılanın kişi başına doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önemli bir belirleyicisi olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Kravis ve Lipsey 1982 yılındaki çalışmalarında American Çokuluslu şirketlerinin yaptıkları doğrudan yatırımlarda ev sahibi ülkenin piyasa büyüklüğünün doğrudan etkili olduğunu gözlemlemişlerdir. Schneider ve Frey 1985 yılında 54 az gelişmiş ülke üzerinde yaptıkları çalışmalarında reel kişi başına Gayrı Safi Milli Hâsılanın, kişi başına doğrudan yabancı yatırımların önemli belirleyicisi olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Piyasa hacminin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için önemli bir etken olduğu yukarıdaki tablodan ve açıklamalardan anlaşılabilmektedir. Bunun yanında piyasa hacmi gelişmiş ülkeler açısından da önemli bir etken olmakla birlikte az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından daha önemlidir. Wheeler ve Mody Amerikan çokuluslu şirketlerinin 1982–1988 döneminde 42 ülkedeki yatırımlarını kapsayan çalışmalarında, piyasa hacminin doğrudan yatırımlar için önemli bir belirleyici olduğu, fakat bu etkinin gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere kıyasla daha ön plana çıktığını saptamışlardır (Singh, Jun,1995, 7). UNCTAD(1991), DYY’lerin ev sahibi ülkeleri tercihinde dikkate aldığı piyasa yapısı faktörünü test etmek için nominal GSYİH, reel GSYİH’nın büyüme oranı ve kişi başına GSYİH ile politik istikrar gibi açıklayıcı değişkenleri kullanarak gerçekleştirdiği çalışmasında 142 GOÜ’ ye yönelik 1980- 1985 dönemine ilişkin verileri kullanmıştır. Uygulamadan elde edilen sonuç, ev sahibi ülkelerin reel GSYİH’ sının büyüme oranı ve 27 politik istikrarın sonucu olarak kurumsal yapı DYY’lerin yatırımda bulunacakları ülkede temel unsurlar olduğu sonucuna ulaşmıştır (UNCTAD, World Investment Report, 1991, 135-138) Yapılan çalışmalarda GSYİH verisinin GSMH rakamına kıyasla doğrudan yabancı yatırımları açıklamada daha başarılı olduğu gözlenmiştir. GSMH, bir taraftan ulusal firmaların yabancı piyasalarda elde ettiği kazançları ele aldığı için; piyasa büyüklüğünü daha yüksek tahmin etmekte, diğer taraftan da yabancı yatırımların ev sahibi ülke piyasasında elde ettiği kazançları dışladığı için ev sahibi ülkenin piyasa büyüklüğünü olması gerekenden düşük tahmin etmektedir (Chakrabarti, 2001, 98). Bu sebeplerden dolayı GSMH rakamları GSYİH rakamlarına kıyasla daha muğlâk (abartılı) sonuçlara yol açabilmektedir. 2.2.1.2. İşgücü Maliyeti Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının analizinde cari fiyatlarla endüstri ücret oranı (industrial wage rate)kullanılmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımların belirleyicileri arasında en tartışmalı olan işgücü maliyetidir. Genel görüşe göre yüksek ücret seviyesi doğrudan yatırım seviyesinin düşmesine yol açar. Çünkü yüksek ücretler, ülkede üretilen çeşitli malların fiyatlarının yüksek olmasına yol açar ve bu da o malın hem ulusal piyasada hem de yabancı piyasalarda daha düşük rekabet gücü kazanmasına neden olur. Bu yüzden doğrudan yabancı yatırımlar, ücretlerin artmasıyla birlikte ev sahibi ülke piyasalarından diğer piyasalara kayacaktır. Bu yüzden ücret seviyesi ev sahibi ülkenin çekeceği doğrudan yabancı sermaye yatırımları üzerinde negatif bir etkiye sahiptir. Almanya üzerinde yapılan çalışmalarda aynı sonuçlara ulaşılmıştır. Almanya’daki yüksek ücretler yabancı yatırımların bu ülkeden diğer ülkelere kaymasına sebep olmuştur (Agarwal, Gubitz, Nunnenkamp, 1991, 15). Yatırım kararı alınmasında, aslında sadece ücretlerin etkili olduğunu söylemek pek yerinde olmaz. İşgücünün ücretler yanında işgücü verimliliği, yetenekleri, becerileri de değerlendirmeye alınmalıdır1. Yüksek verimliliğe ve becerilere sahip işgücü, 1 Günümüzde gerçekleştirilen DYY’lerde özellikle yatırım yerinin tespitinde geçmiş yıllara göre önemli değişiklikler olmuştur. Geçmişte ucuz işçilik, pazara ya da doğal kaynağa yakınlık temel faktör iken günümüzde üretim içindeki maliyetleri düştüğü için bunlar ikincil faktörler haline gelmiştir. Buna karşın üst düzey yöneticilerin gelişmiş ülkelerdeki maliyetleri çok yükseldiğinden, uluslararası yatırımcılar yatırım yeri olarak genellikle iyi eğitilmiş insan gücüne sahip GOÜ’leri tercih etmeye başlamışlardır. Bayraktar (2003). 28 ücretleri yüksek dahi olsa, üretimde kârlılığın yanı sıra kalitede de önemli etki yaratacaktır. Kısaca düşük ücretle, yüksek kalitede işgücü bulunabiliyorsa bu yabancı sermaye için kilit faktör olacaktır (TÜSİAD ve YASED, 2004; Pacheco ve Lopez, 2003,Gövdere, 2003; Larudeee ve Koechlin; Cömert, 1998). İşgücüne yönelik bir diğer husus ise, işgücünün verimliliği ve işgücüne ödenen ücretlerin yanı sıra, ülkenin sahip olduğu aktif çalışabilir nüfus oranı da DYY’ler açısından önem arz etmektedir. Eğer ev sahibi ülkenin aktif olarak çalışabilecek işgücü nüfusu yüksek ise, Bunun DYY’leri pozitif yönde etkilemesi beklenebilir. Kore, HongKong, Singapur ve Tayvan ucuz işgücü imkânlarıyla DYY’leri kendine çekmeyi başarmış ülkelerdir (Akdiş,1998). Ücretler ile doğrudan yatırımlar arasında bir ilişki olamayacağını savunan görüşler, ücretlerin üretim maliyetleri içindeki payının giderek azalması üzerinde durmuşlardır. Üretim sürecinin giderek daha fazla sermaye yoğun bir hal alması işgücünün üretim sürecindeki önemini göreli olarak azaltmış ve sermayeyi daha fazla ön plana çıkarmıştır. Bu argümana göre diğer bir görüş ise bir piyasanın yabancı yatırımlar için sadece ücretlerin değil işgücü verimliliğinin de önemli olduğu şeklindedir. Yatırımların ücret seviyesinden daha çok verimliliği göz önüne alacakları ve böylelikle yatırımlar ile ücret seviyesi arasında doğrudan bir ilişkinin olamayacağı belirtilmiştir (Gövdere, 2003, 30). 2.2.1.3. Ticaret Engelleri Ticaret engelleri ara mallar ve nihai malların üzerine konan ortalama vergi oranları dikkate alınarak ölçülmektedir. Ticaret engellerinin doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının belirleyicileri arasında olduğu genel olarak kabul görmekle birlikte, bu belirleyicinin gücüde tartışmalıdır. Ticaret engellerinin doğrudan yatırımları engellediğini savunan görüşe göre tarifelerin ek yük getirmesi sonucunda ticaretin engellenmesiyle yatırımların miktar olarak azalacağı beklenmektedir. Culem çalışmasında ticaret engelleri ve doğrudan yabancı yatırımlar arasında önemli derecede negatif bir ilişki olduğunu belirtmiştir. Schmitz ve Bieri ile Lunn ise çalışmalarında bu iki değişken arasında önemli derecede pozitif bir ilişki olduğunu gözlemlemişlerdir (Chakrabarti, 2001, 100).Her hangi bir yerel piyasada korumacılık oranlarının ya da 29 ticarete konulan vergilerin arttırılmasıyla çok uluslu şirketler o piyasalardaki üretimlerini yavru şirketleri aracılığıyla arttırma yoluna gideceklerdir. Yüksek tarifeler, doğrudan yatırımların alternatif piyasalardaki payını azaltırken yerli piyasadaki payını ise arttırmaktadır. Çünkü yüksek tarifeler yerel piyasadaki yabancı ürünleri yerli ürünlere kıyasla daha pahalı ve daha az rekabet edilebilir bir pozisyona getirmiştir. Bu hipoteze göre ticarete konulan engeller ev sahibi ülkeye ürün ihracatını zorlaştırdığı için yabancı yatırımlar ev sahibi ülke piyasasına yönelmektedir. Korumacı politikalar, hem üretim maliyetlerini hem de fiyatları yükselterek monopol kârlarını yükseltici bir etki yapabilmektedir. Sonuç olarak koruma oranları ile ev sahibi ülkenin yabancı sermaye yatırımları içindeki payı arasında pozitif bir ilişki vardır. Fakat bu hipotezin ileri sürdüğü pozitif etki, yani yabancı yatırım çekilmesinde, yerel piyasanın bu doğrultuda şekillenmesine ve yerel piyasanın rekabet gücünün artmasındaki etkisi kesin değildir (Blonigen, Tomlin, Wilson, 2002, 1). 2.2.1.4. Döviz Kuru Döviz kurunun düzeyi ve değişkenliği doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını etkilediği için hesaba katılmaktadır. Fakat bu ilişki kesin değildir. Ve üretilen malların hedefine yani amacına bağlıdır. Yabancı sermaye yatırımları literatüründe genellikle güçlü para ev sahibi ülkenin rekabetçi gücünün belirleyicisi olarak yorumlanmaktadır. Bu düşüncede döviz kuru rekabet gücünü iki kanaldan etkilemektedir, gelir etkisi ve maliyet etkisi. Değerlenmiş para yabancı sermaye yatırımlarının seviyesinin artmasına yol açabileceği gibi azalmasına da neden olabilir. Ev sahibi ülke parasının ana ülke parasına göre daha güçlü olması yani ulusal paranın değerlenmesi bu piyasada üretilen ürünlerin satımını çokuluslu şirketler için daha cazip kılacaktır. Döviz kurlarının doğrudan yatırımlar üzerindeki etkisi açısından Japon yatırımları iyi bir örnek teşkil etmektedir.1971 yılında Japon Yen’inin ABD Doları karşısında keskin bir değer kazanmasına yol açan Bretton Woods sistemi çökmüştür. Bu Japonya’daki ücret oranlarının, komşu ülkelere göre büyük oranda artmasına neden olmuştur. Tekstil ve elektrikli makine gibi emek yoğun endüstrilerde pek çok Japon firması üretimi sanayileşmekte olan ülkelere kaydırmak durumunda kalmıştır (Komiya and Wakasugi, 1991). 30 Döviz kurundaki volatiliteninde (oynaklık) yabancı yatırımlar üzerindeki etkisi kesin değildir. Eğer döviz kuru üzerinde güçlü bir belirsizlik var ise yabancı yatırımların çıktılarının yerel piyasada satımı daha yararlı olacaktır. Fakat bu kârlılık ihracata yönelik yatırımlar için yok olmaktadır, yabancı yatırımcılar ihracat yerine yerel piyasadaki satımları ön plana çıktığı zaman döviz kurundaki volatilite karşısında daha cesaretle durmaktadırlar. Döviz kuru riskinin artması yani volatilitenin yükselmesi, firmaları riskten kaçınmaya yöneltmekte ve kur riskini azaltmak için yatırımlarını değiştirmektedirler (Aizenman,1995, 20).Döviz kuru riski ve beklentilerinin doğrudan yatırımlar, girdilerin nereden alındığı, üretimin nerede yapıldığı, finansal sermayenin nereden sağlandığı ve çıktıların nerede satıldığı gibi dört farklı durum göz önüne alınarak incelendiği zaman, riskin doğrudan etkisinin yabancı sermayenin maliyetini düşürdüğü ve yatırımları arttırdığı söylenebilir. Bunun yanında çıktıların dış ticarete konu olmasıyla birlikte girdi maliyetleri etkilendiği zaman verimlilik farklılıkları ya da çıktı fiyatlarının değişmesinin doğrudan yatırımları azalttığı vurgulanabilir. (Batmaz, 2005, 24). 2.2.1.5. Açıklık Literatürde dış ticaretin (ihracat ve ithalat toplamının) Gayri Safi Yurtiçi Hâsılaya (GDP)oranı ekonominin açıklık oranının ölçülmesinde kullanılmaktadır. Bu oran aynı zamanda ticaret kısıtlamalarının ölçümü olarak da yorumlanmaktadır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının belirlenmesinde açıklığın anlamlılığı bakımından birbirinden farklı çalışmalar mevcuttur. Geçerliliğini koruyan hipoteze göre birçok yatırım projesinin ticaret edebilir (tradeble) sektörlere yönelmesi varsayımı altında uluslararası ticarette ülkenin açıklık derecesi karar vermede önemli bir faktördür (Chakrabarti, 2001, 99). Aslında açıklığın doğrudan yabancı sermaye yatırımları üzerindeki etkisi yatırımların türüne bağlıdır. Yatırımlar yerel piyasaya yönelik ise yani yatırım yapılan ülke piyasasında ticaret yapma amacı güdülüyorsa, ticaret kısıtlamaları buna bağlı olarak düşük bir açıklık oranı, doğrudan yabancı sermaye yatırımları üzerinde pozitif bir etkide bulunacaktır. Bu sonuç, yabancı firmaların yerel piyasaya yapacakları ithalatlarının zorlaşması durumunda o ülke piyasasında yatırım yapacakları fikrini ileri süren ticaret kısıtlamaları (tariff jumping ) hipotezinden doğmaktadır. Bu durumun aksine ihracata yönelik yatırım yapan Çokuluslu şirketler, ticarete getirilen korumacılığın işlem maliyetlerini yükseltmesiyle aksak rekabet şartlarının artmasından 31 dolayı, daha çok açıklık oranına sahip yerel ekonomileri tercih edeceklerdir (Asıdue, 2002, 111). Yabancı yatırımcının yatırımda bulunacağı ülkede aradığı kriterler arasında şeffaflık ilkesi önemli bir yere sahiptir. Çünkü yatırımcının yatırımın risk ve getirisini hesaplayabilmesi için önünü görebilmesi gerekmektedir. Elbette kurumsal nitelikteki bir gelişmişlik ekonomik açıdan gelişmişliğin bir göstergesi olmakla birlikte, ekonomik gelişmişlikte kurumsal gelişmişliğin göstergesidir. Kısacası çift yönlü bir nedensellik ilişkisi söz konusudur. Zengin ülkelerin daha fazla DYY girişi sağlamalarının arkasındaki en büyük etken, kurumsal ve ekonomik gelişmişliğin birbirini beslemesinden kaynaklanmaktadır. Oysa pek çok fakir ülkenin bu tür kurumsal düzenlemelerden yoksun olduğu ya da kurumsal düzenlemelerin sağlıklı bir biçimde işleyemediği bu sebeple DYY’leri çekmede başarısız oldukları ifade edilmektedir (Rodrik, 2004). 2.2.1.6. Vergiler Burada vergi tabiri ile kurumlar vergisi ve gelir vergisi ile yapılan işlemler üzerinden alınan damga ve harçlar ifade edilmektedir. Bazı durumlarda işlem vergileri gelir üzerinden alınan vergilerden daha etkili olabilmektedir. DYY’ler için yalnızca vergi oranı değil, vergi idaresinin yaklaşımı, mevzuatın kolay anlaşılır ve uygulanabilir olması, vergi adaletinin ve vergi bürokrasisinin gerekli düzeyde sağlanması gerekmektedir (Çapraz ve Demircioğlu). Yabancı yatırımları uyarmak için kullanılan en yaygın yöntemlerden birisi vergi teşvikleridir. Bu teşviklerin yatırımlar üzerindeki olumlu etkisinin yanında gelir kaybına neden olması, yönetim zorluğu ve maliyeti ile kaynak dağılımını etkilediğinden dolayı yaratacağı sosyal maliyetleri de vardır. Teşviklerin bu olumsuz yönlerinin üstesinden gelebilmenin yolu, verilen vergi teşviklerinin şeffaf olması ve kolay hesaplanabilir olmasıdır (Zee, Stotsky, Ley, 2002, 1501–1502). Literatürde, vergi oranlarının yatırımlar üzerindeki etkisinin genellikle yerel piyasada çalışan yada spesifik avantajlara sahip olan firmalardan ziyade ihracata dönük 32 firmalar üzerinde daha kuvvetli olduğunu kabul eden görüşler vardır. Yatay yatırımlar için politika içermeleri ev sahibi ülkedeki vergilerin uluslararası yatırımların yer seçimi kararlarında çok küçük bir etkisinin olabileceğini ileri sürmektedir. Ülkedeki bütün yatırımlar benzer vergiler, ticaretteki ve ulaşımdaki yüksek maliyetlerle üretim yaptıkları zaman ithalattan daha cazip bir hale gelecektir. Fakat üretimin amacı ihracat piyasaları ise yani dikey bütünleşmiş bir yatırım söz konusu ise bu piyasada rekabet eden firmalar benzer vergilere bağlı değildir. Bunun sonucunda ev sahibi ülkedeki vergiler rekabet etme şansı bakımından büyük bir rol oynayacaktır (Muti Grubert, 2004, 338). Yüksek kurumlar vergisi oranına sahip hükümetlerin rekabetçi güçlerini arttırabilmek için önlerinde birkaç tane seçenekleri vardır. Bir tanesi seçilmiş belli bir grup firmaya veya sektöre vergi avantajı sağlamaktır. Bunun alternatifi ise genel mali sistemde bütün firmalar ve sektörler için vergi oranlarını daha aşağı bir seviyeye çekmektir. Vergi oranlarının indirilmesi yabancı yatırımlar için bir cezp edici unsurdur, çünkü yatırımcılar kârlarının daha büyük bir oranını ellerinde tutabilmektedir. Bunun yanında hükümetin elde ettiği vergi gelirlerinde de çok büyük bir değişiklik olmamaktadır. Bunun sebebi ise vergi oranlarındaki bir indirim ulusal piyasadaki yatırım ortamının iyileşmesine yardımcı olacak ve yeni yatırımları çekerek geliri arttıracaktır. Bunun yanında bir hükümetin yaptığı vergi indirimi diğer hükümetlerin yapacağı karşı davranışlarla dengelenebilmekte ve beklenen sonuç her zaman alınamamaktadır. Bu sebeplerden dolayı birçok hükümet belli bir grup firmaya ya da sektöre yönelik vergi indirimlerine başvurmaktadır Bu yöntem hem kamunun vergi gelirlerindeki azalmayı engellemekte hem de ekonomi için uzun dönemde yararlı olacak verimli sektörlerin geliştirilmesine olanak sağlamaktadır (Morisset, Pirnia, 2001, 78). 2.2.1.7. Ekonomik Büyüme Ekonomik büyüme yıllık baz da GSMH’nın büyüme oranı olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik büyümenin doğrudan yabancı sermaye yatırımları üzerindeki etkisi tartışmalı bir konudur. Genel olarak kabul edilmiş büyüme hipotezine göre hızlı bir şekilde büyüyen ekonomiler daha az ya da hiç büyümeyen ekonomilere kıyasla göreceli olarak daha iyi ve daha yüksek kâr elde etme fırsatları sunmaktadır. Yüksek kâr elde etme fırsatı da, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını büyüyen 33 ekonomiye doğru çekmektedir. Ekonomik özgürlük ile kalkınma süreci ve ekonomik büyüme arasında da pozitif ve anlamlı bir ilişkinin olduğu gösterilmiştir. Ekonomik özgürlük ve büyüme arasındaki ilişki güçlüdür. Çünkü ekonomik özgürlük büyümeyi iki farklı kanaldan etkilemektedir. Birincisi direkt olarak, ikincisi ise yabancı yatırımları etkileyerek dolaylı olarak etkilemektedir. Ekonomik özgürlüğün daha yüksek olduğu ülkeler yabancı yatırımcılar için daha cezp edicidir ve yatırımların artması da büyümeyi etkilemektedir (Bengoa, Robles, 2003, 530). Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ileri teknolojinin gelişmiş ekonomilerden gelişmekte olan ekonomilere aktarmadaki önemli araçlardan bir tanesidir. Genel olarak gelişmekte olan ülkeler yeni buluşların, icatların ve dizaynların geliştirilmesinde gerekli olan altyapıya sahip değillerdir. Yabancı yatırımlarla yaşanan teknoloji yayılması ev sahibi ülkenin diğer kesimlerinde de yerli yatırımcıları cesaretlendirecek ve verimliliklerini arttıracaktır. İlave olarak yabancı yatırımlar sermaye yapıları olarak güçlüdür ayrıca uluslararası piyasalarda ödünç fon bulmada ve borçlanmada oldukça rahattırlar. Ekonomik büyüme ile yabancı yatırımlar arasındaki güçlü ilişki gelişmekte olan ülkeler için daha güçlüdür. Gelişmiş ülkeler için yapılan çalışmalarda ekonomik büyüme ile yabancı yatırımlar arasında zayıf bir ilişki bulunmuştur. Bununda nedeni bu ülkelere yönelen yatırımların amaçlarının ve niteliklerinin farklı olmasıdır. Borensztein, Gregorio ve Lee’nin gelişmiş ülkelerden 69 gelişmekte olan ülkeye yönelik yabancı yatırımlar üzerinde yaptıkları araştırmada ekonomik büyüme, beşeri sermaye ve doğrudan yabancı yatırımlar arasında güçlü bir ilişki bulunmuştur. Bu ülkelerde yabancı firmalar yerli firmalara kıyasla daha verimli çalışmakta ve bir yandan ülkenin teknolojik ve beşeri altyapısını kuvvetlendirirken diğer yandan da ekonomik büyümeye katkı sağlamaktadır (Borensztein, Gregorio, Lee, 1998, 117).Yaşanan ekonomik büyüme ve gelişme de yabancı yatırımları cezp etmektedir. 2.2.1.8. Ulaşım Maliyetleri Ulaşım maliyetleri doğrudan yabancı yatırımları iki farklı kanaldan etkilemektedir. Birincisi yerel ekonomi içindeki ulaşım maliyetlerinin artmasıdır ki buda yabancı yatırımların azalmasına sebep olacaktır. Bu düşüncenin altında yüksek 34 ulaşım maliyetlerinin yerel ürünleri göreceli olarak daha pahalı hale getireceği ve bunun sonucunda ulusal piyasanın ithal ürünler karşısında rekabetçi gücünü kaybedeceği fikri bulunmaktadır. Bu etki sadece yerel piyasada faaliyet göstermek için gelen yatırımlar üzerinde etkili olacak, diğer amaçlar için gelen (ihracata dönük yatırımlar) yatırımlar üzerinde ise bir etkisi olmayacaktır. İkincisi ise ülkeler arasındaki ulaşım maliyetlerinin yükselmesidir. Bu durum yerel piyasada faaliyet göstermek için gelen yabancı yatırımları uyarırken, ihracata dönük yapılan yabancı yatırımları caydıracaktır. Bu durumda yatırımları olumsuz yönde etkileyecektir.Uluslararası piyasadaki ulaşım maliyetlerinin artmasının ülkenin yabancı yatırımlar içindeki payı ve yatırım seviyesi üzerindeki net etkisi hakkında kesin bir sav ileri sürmek mümkün olmayacaktır (Chakrabarti, 2003, 164). 2.2.1.9. Politik Durum Signh’na göre yabancı yatırımcılar için üç türlü risk vardır. Ekonomik, Politik ve Kur riski. Ancak yabancı firmalar politik riski, diğer faktörlere göre daha önemli görmektedir çünkü politik risk daha büyük kayıplara neden olabilir ve yatırım kararlarında ilk önce dikkat edilen faktör olmaktadır (Shıh, 1985, 44- 45).Genel olarak politik istikrar, ülkenin anayasal düzen içinde olması, anayasal düzeni değiştirme konusunda radikal söylemlerin özellikle eylemsel baz da zayıf olması ve reformların anayasal düzen içerisinde yapılması anlaşılmaktadır. Politik istikrarsızlık denildiğinde genel olarak grevler, hükümet karşıtı gösteriler, devrimler, koalisyon hükümetleri sonucunda ortaya çıkan hükümet krizleri, sivil ve sınır savaşları, parlamentonun kutuplaşması, seçimlerin idaresi ve zamanlaması ve seçmenlerin karasızlığı olarak anlaşılmaktadır. Genel olarak politik istikrarsızlık makro politikalar ve makro hedefler üzerinde belirsizlik ortaya çıkarmakta ve bu belirsizlik ortamı da yabancı yatırımları olumsuz yönde etkilemektedir (Eren, Bildirici, 2001, 31- 34). Yabancı sermaye yatırımlarında siyasi sayılabilecek bir diğer korku da, yabancı yatırımların karşılığının verilmeden millileştirilmesidir. 1928- 1939 yılları arasında Türkiye’de özel statülü çoğunlukla hukuki ve fiili tekeller oluşturan yabancı sermayeli birçok şirketin ve 1951 yılı sonrasında Rusya, İran, Mısır, Libya ve Guatemala ‘daki millileştirme hareketleri bu konunun göstergesidir (Emil, 2003; Hazine Dergisi, 1998). Fakat Türkiye’nin durumu sayılan diğer ülkelerden farklıdır. Diğer ülkeler millileştirme 35 sonucu hiçbir ödemede bulunmazken,1926-1950 döneminde Türkiye’de 24 ayrıcalıklı şirket millileştirilmiş ve bu millileştirmeler için 154,7 milyon TL bedel belirlenmiştir. Türkiye’nin millileştirmeler karşılığı yüklendiği borç, faiz giderleri de dâhil edildiğinde daha yüksek meblağlara ulaşılmaktadır (Tezel, 1994, ss 217-218). Çokuluslu şirketlerin yerel piyasalarda yaptıkları üretimin potansiyel geliri o piyasada mevcut olan politik istikrarın mevcut bir fonksiyonudur. Bir bölgedeki güçlü politik istikrara çokuluslu şirketlerin o bölgede faaliyet gösteren yerel firmalardan daha fazla gelir elde etme olasılığını arttırır. Chakrabarti çalışmasında yerel ülkedeki politik istikrar ile yabancı yatırımlar arasında pozitif ve çok güçlü bir ilişki bulmuştur (Chakrabarti, 1998, 22- 23). 2.2.2. Portföy Yatırımlarını (sıcak para ) Etkileyen Faktörler 1. Döviz kurunda yerli paranın değer kaybedeceği beklentisi Sıcak para giriş-çıkışına neden olan ana unsurlardan birinin döviz kurunun değişme olasılığı olduğu konusunda bir görüş birliği bulunmaktadır. 2. Ülkeler arası faiz oranı farklılığı ve faiz arbitrajı Faiz arbitrajı ülkeler arası faiz oranları farklılığından yararlanmak için para piyasalarında yapılan kısa süreli işlemleri ifade eder gelişmiş ülkelerdeki yatırımcılar kendi ülkelerindeki düşük faiz hadleri yerine gelişmekte olan ülkelerdeki yüksek faiz haddini görerek yüksek kâr sağlamak amacı ile bu ülkelere yönelik para transferinde bulunurlar. 3. Ülkeler arası risk ve kârlılık farklılıkları Sermaye akımlarında etkin olan nedenlerden bir tanesi de risk ve kârlılık farklılıklarıdır yabancı yatırımcılar ellerindeki parayı yüksek gelir yaratan alanlara yöneltirken bu alanda kârlılık ve risk birlikte değerlendirilir. 36 2.2.3. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Dünya Üzerindeki Dağılımı Tablo-2,2’de görüldüğü gibi 1980’lerden önce dünyadaki dolaysız yabacı sermaye yatırımlarından, gelişmekte olan ülkeler içerisinde en büyük payı Çin ve Latin Amerika ülkeleri paylaşırdı. 1980 başlarında ortaya çıkan dış borç krizi dolayısıyla bölgedeki üretim artışının ciddi biçimde yavaşlaması üzerine bu durum değişti. Latin Amerika ülkelerinde büyük istikrazsızlıklar yaşanırken, Doğu Asya ülkeleri hızlı biçimde büyümekte ve dünya ekonomisi ile bütünleşmekte idiler. Dolayısıyla o tarihlerden sonra Doğu Asya ülkeleri dolaysız yabancı sermaye yatırımlarının en çok tercih ettiği bölge durumuna gelmiştir.1990`lardan sonra hızla gelişen Çin, yabancı sermayenin yeni gözdesi olmuştur. Bugün Çin tüm az gelişmiş ülkeler içinde tek başına en fazla yabancı sermaye çeken ülke konumundadır. Tablo 2.2. Dünyadaki Dolaysız Yabancı Sermaye Girişleri, 1970-1980 (Milyar dolar) Dolaysız Yabancı Sermaye Girişleri Bölge, ülke 1970 1971 1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979 Dünya 14,151 14,440 15,769 25,938 24,475 28,597 28,414 28,740 39,352 62,885 Gelişmiş 14,100 14,395 15,657 25,808 24,185 28,057 27,920 28,124 38,578 62,454 ülkeler Avrupa 5,095 5,839 6,973 11,110 11,503 10,618 12,667 13,144 17,405 28,820 Asya 364 364 723 1,904 2,012 1,761 1,997 1,651 2,378 2,899 China 51 45 113 130 289 536 494 616 774 431 Amerika 8,521 8,076 7,828 12,519 10,409 15,496 12,953 13,031 18,503 30,317 Latin 31 11 63 36 118 222 235 221 187 310 120 116 132 275 262 183 303 298 292 418 Amerika Oceania Kaynak:İnternet adresi-http//stats.unctad.org/FDI/Tableviewer.aspx Tablo- 2,3’de 1994- 2007 döneminde dünyadaki dolaysız yabancı sermaye yatırımlarına ilişkin rakamlar hem yatırım yapılan, hem de yatırım yapan ülkeler açısından gösterilmiştir. Buna göre,1994- 1999 döneminde ortalama yıllık 548,1 milyar 37 dolar olan dünya yabancı sermaye yatırımları,2005 yılında 916,3 milyar dolara çıkmıştır. Bu yatırımlardan en fazla pay alan gelişmiş ülkelerdir. Nitekim gelişmiş ülkelerin oranı 1994–1999 döneminde yüzde 68,2 ve 2005 yılında yüzde 59,2`dır. Gelişmiş ülkeler için de en fazla dolaysız sermaye yatırımı, Avrupa birliğine yapılmaktadır.2005 yılında bu bölgede 421,9 milyar dolar dolaysız yabancı sermaye yatırımı gerçekleştirilmiştir (gelişmiş ülke yatırımlarının yüzde 75,8’i). Tablo 2.3. Dünyadaki Dolaysız Yabancı Sermaye Giriş ve Çıkışları,1990–2007 (Milyar dolar ve yüzde) Dolaysız yabancı sermaye Girişleri Bölge ve ülke 1990-00 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Yıllık ortalama Dünya 492,6 832,2 617,7 557,9 710,8 916,3 1411,2 1833,3 Gelişmiş ülkeler 357,2 599,3 441,2 358,5 396,1 542,3 940,9 1247,6 Dünya top% 73 72,0 71,4 64,3 55,7 59,2 66,7 68 Avrupa 218,3 393,1 314,2 274,1 217,7 433,6 599,3 848,5 Avrupa bir. 209,5 382 307,1 253,7 213,7 421,9 562,5 804,3 Japonya 3,15 6,2 9,2 6,3 7,8 2,8 —6,5 22,6 ABD 109,5 159,5 74,5 53,1 122,4 99,4 236,7 232,9 Az gel. ülk. 126,6 221,4 163,6 175,1 275 334,3 433,5 541,4 Dünya top % 26,6 26,6 26,5 31,4 38,7 36,5 30,7 29,5 Doğu Asya 44,9 106,3 116,2 131,9 156,7 Çin 30,1 46,9 52,7 53,5 60,6 72,4 72,7 83,5 Türkiye 0,7 3,4 1,1 1,7 2,9 9,8 20 22 Latin Amer. 30 85,3 37,15 44,3 43,1 71,7 Afrika 68,9 17,2 18 29,5 45,8 53 Güney ve doğu 8,8 11,5 12,9 24,2 39,6 38,7 36,9 44,2 1,4 2,1 4,3 5,6 4,3 0,26 0,25 Avrupa Dünya top % 0,2 38 Tablo 2.3. (Devamı) Dolaysız Yabancı Sermaye Yatırımı Yapanlar Dünya 492,6 764,2 539,5 561,1 813,1 778,7 1323,2 1996,5 Gelişmiş ülkel. 438,3 684,8 485,1 514,8 686,3 646,2 1087,2 1692,2 89 88,2 89,6 89,9 84,4 83 82 84,8 Avrupa 300,5 474 281,7 317 368 618,8 736,9 1216,5 Avrupa bir. 280,4 435,4 265,8 286,1 334,9 554,8 640,5 1142,3 Japonya 25,4 38,3 32,3 28,8 31 45,8 50,3 73,6 92 124,9 134,9 129,4 222,4 -12,7 221,7 313,8 34,426 76,7 49,7 35,6 112,8 117,5 139,6 230,1 Dünya top % 0,7 10 9,2 6,3 13,9 15,1 10,6 11,5 Doğu Asya 29,5 63 48,9 82,3 102,9 1,8 11,3 21,2 22,5 Dünya top% ABD Az gel. ülk. 6,9 2,5 -0,2 Çin 22 Latin Amer. 44 12,9 12,1 36,8 15,5 19,2 20,5 22,8 78,29 60,5 Afrika Güney ve doğu Avrupa 20,1 2,7 4,7 10,7 14 15,1 96,3 74,3 Dünya top % 0,4 0,4 0,9 1,9 1,7 1,9 0,7 0,4 *Bağımsız Ülkeler Topluluğu (CIS) dâhil Kaynak:UNCTAD,World Investment Report Overview, 2006, 2 ve World Investment Report 2008,www.unctad.org 1994- 1999 döneminde ortalama 30,4 olan az gelişmiş ülkelerin payı yaşanan mali krizler nedeniyle 18,9’a kadar düşmüş, ancak 2003 yılında 1994 - 1999 ortalamasının üzerine çıkabilmiştir. Oysa bu ülkelerin kalkınmaları açısından dolaysız yabancı sermaye yatırımlarından beklentileri çok daha büyüktür. 39 Tablo 2.4. En Fazla UDY Çeken İlk 10 Ülke ve Türkiye (Milyar Dolar) 2005 2006 1-İNGİLTERE 193,70 1-ABD 175,40 2-ABD 101,00 2-İNGİLTERE 139,50 3-FRANSA 81,10 3-FRANSA 81,10 4-ÇİN 72,40 4-BELÇİKA 72,00 5-HOLLANDA 41,60 5-ÇİN 69,50 6-ALMANYA 35,90 6-KANADA 69,00 7-BELÇİKA 35,90 7-HONG KONG 42,90 8-HONG KONG 33,60 8-ALMANYA 42,90 9-KANADA 28,90 9-İTALYA 39,20 10-İSPANYA 25,00 10-LÜKSEMBURG 29,30 23-TÜRKİYE 9,80 16 -TÜRKİYE 20,10 ‘’Transnational Extractive Industries and Development ‘’,UNCTAD Kaynak: Hazine Müsteşarlığı 2007 yılı raporu 8,World investment report 2007 Tablo 2,4’te Doğrudan yatırım yapılan ilk 10 ülke’ye batığımız zaman yine ilk sıraları Çin ve Hong Kong’u saymazsak sanayileşmiş ülkelerin aldığını görmekteyiz. Gelişmekte olan ülkeler ise DYY’lardan yeterince pay alamamaktadır. Türkiye’de 2005 yılında 9,80’lik oranıyla ancak 23’nci sırada yer almış, 2006 yılında ise 20,10 milyar dolarlık yatırımla 16’ncı sıraya yükselmiştir. Bu yıllarda büyük oranda özelleştirmelerin yapıldığı göz önüne alınırsa yeni yatırım şeklindeki yabancı sermaye yatırımlarının çok daha düşük olduğu ve yeterince yabancı sermaye çekilemediği görülecektir. 2.3. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi Ekonomik büyümeyi, bir ülkenin reel gelirindeki artış olarak tanımlarsak, bunu sağlamanın daha fazla üretim yapmaktan geçtiği hususunda hiç şüphe yoktur. Üretimin dört belirleyici unsuru emek, sermaye, hammadde ve girişimdir. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin üretim konusunda en büyük sorunu yeterli miktarda sermayeye sahip olamamaktır. GOÜ’lerin gelişmiş ülkeleri yakalayabilmeleri için, içinde bulundukları şu üç açığı kapatabilmeleri gerekmektedir. (Demir, 2002) 40 —Dünyaya yayılan bilgileri elde etme, işleme ve yerel bilgiye adapte ederek yeni arayışlara yönelme açığı, —Genel temel eğitim, kadınların eğitimi, yaşam boyu öğrenme, üçüncü kademe eğitimin, özellikle mühendislik eğitiminin teşviki gibi yollarla insanların kafasını bilgiyle meşgul etme açığı, —Yeni bilgi ve iletişim teknolojilerinin avantajlarından yararlanma, özel kesim hizmet üreticileri arasında rekabet doğurarak bu hizmetleri yoksulların bile yararlanacağı hale getirme açığı, Yukarıda bahsedilen açıkların giderilebilmesinde dört kaynak belirtilmektedir Bunlar, yatırım ya da sermaye birikimi, beşeri sermaye ya da insan gücünün yüksek niteliği, kaynakların tarım gibi düşük verimli alanlardan sanayi gibi yüksek verimli alanlara aktarılması, teknolojik gelişme ya da yeniliklerdir (Bulutay, 2005). Bilindiği gibi bir ekonomide yaratılan milli gelir, Y,en geniş anlamıyla kamu harcanabilir gelirinden, Yg ve özel sektör harcanabilir gelirinden, Yp, oluşmaktadır. Dolayısıyla, (1) Y=Yg+Yp İfadesi geçerlidir. Her iki kesim de harcanabilir gelirini tüketim, C, ya da tasarruf, S,biçiminde kullandığına göre, (2) Y= (Cg+Sg) + (Cp+Sp) bileşenlerini Özdeşliğini elde etmek mümkündür. Öte yandan, milli geliri, üzerine yapılan toplam harcamalar yönünden değerlendirirsek, (3) Y= (Cg+Cp) + (Ig+Ip) + (X-M) Eşitliğini yazabiliriz. Yani milli gelir harcamaları kamunun tüketim (Cg) ve yatırımı (Ig); artı özel sektörün tüketim (Cp) ve yatırımı (Ip),artı dış denge(ihracat eksi ithalat, XM)kalemlerinden oluşmaktadır. Birer özdeşlik biçiminde kullanacağımız (2) ve (3) nolu ifadeler değişik bakış açılarından milli gelir toplamını vermektedir. Her iki ifadeyi de birbirine eşitlersek, (Cg+Sg) + (Cp+Sp) = (Cg+Cp) + (Ig+Ip) + (X-M) Tüketim (Cg ve Cp) değerlerini iki taraftan da düşüp, kalanları yeniden sıralarsak şu ifadeyi elde edebiliriz: (4) (Ig-Sg) = ( Sp-Ip ) + (M-X) 41 Yani kamu kesimi tasarruf açığı (Ig-Sg),özel sektör tasarruf-yatırım fazlası ve dış açık (M-X) tarafından finanse edilecektir. Bu yaklaşımdan hareketle, Türkiye ekonomisinin ele aldığımız dönemlerdeki genel denge yapısının bileşenlerini Tablo-2,5’de vermekteyiz. Tablo, gayri safi milli hâsılanın (GSMH) harcama ve gelirlerin kullanımı yönünden yukarıda açıkladığımız kalemlerini reel 1987 fiyatlarıyla ve GSMH’ya oranlar olarak vermektedir. Tablo’dan elde ettiğimiz ilk gözlem,1989-1994 arasında kamu harcanabilir gelirindeki hızlı aşınma sürecidir. Söz konusu dönemde, kamu harcanabilir geliri gerek reel fiyatlarla düzey olarak, gerekse GSMH’ya oran olarak değer yitirmiştir.1988’de ulusal gelirin %18,3’ünü veren kamu kesimi harcanabilir geliri,1990 yılında %13 düzeyine indikten sonra,1993’te %9,6’ya;1999’da da tarihsel olarak en düşük düzeyi olan %7’ye gerilemiştir. Bu sürece koşut olarak 1980’lerin sonunda ulusal gelirin %1,6’sına düşürülmüş olan kamu tasarruf-yatırım açığı hızla büyümüş;1993’te ulusal gelirin %10’una ulaşmıştır.1999 itibariyle kamu tasarruf-yatırım açığının,1987 fiyatlarıyla hesaplanan reel düzeyi,1988 yılındaki değerinin 10 mislinden fazladır. Bu rakam 1994 krizi öncesinde görülen açığa çok yakın durmaktadır (9,7 milyar TL). Nitekim 1989’u izleyen 10 yıllık finansal serbestleştirme deneyimi altında kamu tasarruf-yatırım açığının reel olarak on mislinden fazla büyümesi söz konusu dengesizliğin kendiliğinden oluşan, rassal bir süreç olamayacağını da vurgulamaktadır. 1988 yılından itibaren hızlı bir ivmelenmeyle yaşanan bu açığın ulusal ekonomide yeni uyum mekanizmalarını devreye sokacağı ve bu mekanizmaların ekonominin bölüşüm dinamiklerini derinden etkileyeceği açıktır. -1024 -1233 -2048 -4377 -5876 -6864 -9739 -4342 -3858 -7637 -6459 -10060 -14629 1985 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999c -13.4 -8.4 -5.5 -7.2 -3.9 -4.7 -10.0 -7.6 -6.9 -5.2 -2.6 -1.6 -1.6 -7.2 -0.4 11323 9158 2014 2874 659 5694 4999 5078 4098 1727 1970 2042 -192 10.4 7.7 1.7 2.7 0.7 6.2 5.1 5.6 4.8 2.0 2.5 2.7 -0.3 c.Gerçekleşme Tahmini (Yeldan,2006 109) b.İkinci sütundaki sayılar GSMH’ye % oranları vermektedir. 3307 902 4444 4763 3199 -1352 4739 1785 1778 2650 79 -810 1216 3875 (M-X)a,b (SP-IP)a,b -204 Dış Kaynak Tasarruf Fazlası Özel Sektör a-Reel 1987fiyatlarıylafi yatls, G zımni fiyat SMH deflatörü ile indirgenmişt ir. -3671 1980 Açığı(SG-IG)a,b Yatırım Kamu Tasarruf- 3.0 0.8 3.8 4.5 3.2 -1.5 4.9 2.0 2.1 3.1 0.1 -1.1 1.9 7.6 GSMH a,b Kamu 109291 119610 116945 106080 99029 91733 97678 90326 84891 84596 77357 76120 63993 50990 7670 10817 13460 8409 9351 8781 9357 10255 10001 11354 10163 10337 11711 8923 Geliri a,b Harcanabilir Tablo.2.5 Ekonominin Genel Dengesi ve Kamu Açıklarının Finansmanı 42067 52283 65783 67208 73242 74896 80091 88321 82952 89678 97671 103485 107663 101621 17.5 18.3 13.6 13.1 13.4 11.8 11.4 9.6 9.6 9.4 7.9 11.5 9.0 7.0 Gelir a,b Harcanabilir Özel 93.0 90.0 88.5 92.1 90.6 90.4 90.4 88.7 88.2 86.6 86.9 86.4 81.7 82.5 42 43 Tablo’daki veriler,1980’lerin ilk yarısında özel sektöründe, kamu kesimi yanında “açık” veren bir konumda olduğunu, ancak bu dönemde (bir kriz yılı olan 1980’i bir yana bırakırsak) her iki kesimin de açık miktarlarının makul düzeylerde olduğunu göstermektedir. Kamu açıklarının finansmanında,1994’e değin özel sektör tasarruf-fazlasının belirleyici olduğunu tespit etmekteyiz. Dış kaynaklı finansman ise,1988’deki eksi değerinden sonra giderek önemli bir unsur haline dönüşmüş ve kamu açığının kapatılmasında önemli bir nicel boyuta ulaşmıştır. Bir mini kriz yılı olan 1988’de hem kamu sektörü, hem de dış ekonomi dengeleri eksi yönlüdür. Ulusal gelirin % 2,7’sini bulan toplam açık özel tasarruf fazlası ile kapatılmıştır.1989’dan başlayarak kamu açığı hızla artmış ve 1993’e gelindiğinde ulusal gelirin %10’una ulaşmıştır. Söz konusu açığın kapatılması ancak özel sektör tasarruflarının, özel yatırımların üzerinde, ulusal gelire oran olarak % 5,1’e ulaşan bir fazla vermesiyle ve dış tasarrufların (ithalat-ihracat) % 4,9’luk katkısıyla mümkün olmuştur. Özel sektörün tasarruf fazlası özellikle 1994 krizinin aşılmasında nicel olarak çok önemli bir rol oynamıştır. Süper faizli hazine bonolarının devreye sokulduğu 1994 yılında özel sektör tasarruf-yatırım fazlası, ulusal gelirin % 6,2’sine ulaşarak tarihsel bir rekor kırmıştır. Dış kaynağa dayalı finansmanda en önemli gelişmenin kısa vadeli spekülatif sermaye akımlarının serbestliğine dayalı sıcak para girişlerinden kaynaklanmıştır. Bu anlamda,1989 sonrasında kambiyo rejiminin kuralsızlaştırılması, ulusal mali piyasaların dünya finans merkezleriyle eklemlenmesi sonucunu doğurmuş ve ekonominin kısa vadeli likidite gereksinimlerinin karşılanmasını olası kılmıştır. (Yeldan, 2006, ss 107111). Özel sektör, devlet ve dış ticaretin bulunduğu bir ekonomide büyüme için gerekli formülü bu şekilde formüle edebiliriz. S-I= (G+TR-TA) +Nx Bu son özdeşlik, özel kesim hesapları ile (S-I), kamu kesimi hesapları (G+TRTA) ve dış kesim arasında önemli bir ilişkiyi ortaya koymaktadır.Özel kesimin tasarruf fazlası(yatırımları aşan tasarruflar), kamu bütçesi açığıyla,net ihracatın toplamına eşittir. 44 Buna göre örneğin özel kesim tasarruf ve yatırımları eşitse, bütçe açığı aynı tutarda bir dış açık ile karşılanacaktır. Devlet özel sektörden de borçlanmasına rağmen kamu açıklarının kapatılmasına yetmemekte, sürekli dış açığı büyümekte ve dış borçlarımız artmaktadır.1990’lı yıllarla birlikte ise özel sektör ve dış borçlarla açıkların kapatılmasının yanında, yabancı sermaye yatırımlarını çekerek bütçe açıkları kapatılmakta ve ekonomik büyüme (kalkınma) sağlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de özellikle 11 Ağustos 1989 tarihinde yayınlanan 32 sayılı kararnameden sonra yapılan çeşitli düzenlemelerle mali piyasalar kısa vadeli sermaye hareketleri için serbest hale gelmiştir. Spekülatif sermayenin giriş dönemlerinde yapay bir büyüme, çıkış dönemlerinde ise ciddi krizler yaşanmıştır. 2.3.1. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Sermaye Birikimine Olan Etkisi Türkiye gibi gelişme yolunda olan ülkeler de ekonomik sorunların başında “kaynak yetersizliği” gelmektedir. Çünkü ekonomik kalkınma için yatırım yapılması bir zorunluluktur. Yatırım olmadan kalkınma (gelişme) sağlanmaz, üretim artmaz. Bu sebeple yatırımlar ekonominin kalkınma sürecinde büyük bir öneme sahiptir (Karluk, 2007) Ülke ekonomilerinin istikrarlı bir büyüme oranına ulaşmak için ihtiyaç duydukları yatırımların kaynağı tasarruflardır. Toplam yurtiçi tasarrufları artırmak ise iki yolla mümkündür. Bunlardan birincisi özel tasarrufların artırılması, ikincisi ise kamu tasarruflarının artırılmasıdır. GOÜ’lerin handikabı buradadır. Çünkü bu ülkelerde fert başına gelir düşüktür. Tasarrufları belirleyen unsur ise gelir seviyesidir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde kişi başına düşen milli gelir seviyesinin düşük olması ve bu gelirle nüfusun büyük çoğunluğunun temel ihtiyaç maddelerini dahi karşılayamamasının bir sonucu olarak, bu ülkelerde tasarruf eğilimlerinin düşük olduğu bilinmektedir. Gelişmekte olan ülkelerle ilgili yapılan çalışmalar bu ülkelerde tasarruf hacmi az olduğu için yatırımlarında az, yatırımlar az olduğu için kişi başına düşen milli gelir az, milli gelir az olduğu için tasarruf hacmi az sonucuna ulaşılmakta ve gelişmekte olan ülkelerin içinde bulunduğu kısır döngü tanımlanmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerin dış kaynak olmadan kalkınamayacakları görüşü ortaya atılmaktadır (Yılmaz, 1994, 102- 103). Fakat Ragnar Nurkse bu kuramı çürütmüştür. 45 Ragnar Nurkse’ye göre; kişi başına düşük reel gelir, düşük verimlilik demektir; düşük verimlilik kişi başına kapital kullanımının yetersizliğiyle ilgilidir; kapital yetersizliği, tasarruf kapasitesinin yetersizliğinden doğar; kişi başına düşük reel gelir de düşük tasarruf kapasitesini açıkladığına göre, bu toplumlar tasarruf kapasitesi açısından, içinden çıkılmaz bir çember içerisindedir. Diğer taraftan yatırım dürtüleri piyasanın genişliğiyle sınırlıdır; piyasanın genişliğini belirleyen başlıca etken, satın alma gücüdür; bu da AGÜ’ de düşük verimlilik dolayısıyla zayıftır; düşük verimlilik, üretimde kullanılan kapitalin azlığı; bu sonuç da hiç olmazsa kısmen, düşük yatırım dürtüsüyle ilgilidir. Kapital arzı, tasarruf kapasitesi ve arzusu; kapital talebi, yatırım dürtüsüyle belirlendiğine göre, kapital teşekkülünün, hem arz hem talep yönünde, bir kısır döngü vardır. Kısacası bir ülke fakir olduğu için fakir kalır. Nurkse kuramı da az gelişmiş ülkelerin ancak sanayileşme ile kalkınabileceklerini, Sanayileşmenin de bütün sanayi dallarında hep birlikte gerçekleştirilmesi gereken dengeli bir gelişmeyle sağlanabileceğini savunan bir kuramdır. Nurkse’ye göre az gelişmiş ülkeler ihracat için hammadde üretiminden vazgeçmelidirler, kendi ürettiklerini de iç pazarda satmalı ve ihraç etmemelidirler. Özel kaynaklardan ve devletten yatırımlar sağlamalıdırlar. Az gelişmiş ülkeler ancak bu şekilde planlı ve dengeli bir kentleşmeyle kalkınabilirler. Hammadde ve yarı mamul üretimi onları büsbütün yoksulluğa düşürür (Nurkse, 1964). Ancak günümüzde dış finansman kaynaklarının yurtiçi tasarruflara katkısına ilişkin görüşlerde farklılık göstermektedir. Bir görüşe göre, yabancı kaynaklar yurtiçi tasarruflara katkıda bulunmaktadır. Çünkü yabancı sermaye, bir ülkenin mevcut kaynaklarının toplam arzında bir artış yaratmakta ve böylece yurtiçi harcamaların gelecekteki boyutunu artırmaktadır. Dolayısıyla yurtiçi tasarruflar üzerinde pozitif etki meydana getirebilmektedir. Diğer bir görüş ise, yurtiçi kaynaklara ilave herhangi bir kaynağın, yatırımlardan çok tüketime gideceğini böyle bir durumda özel ve kamu kesimindeki tüketimi artırmak için kullanılacak dış kaynakların yurtiçi tasarruflarda bir etki yaratmayacağını savunmaktadır (Şimşek,1997, 27). Gelişmekte olan ülkeler için yapılan bazı ampirik çalışmalarda yabancı tasarrufların, yurtiçi tasarruf açığını kapatmadığını, bu tasarrufların yatırım ve büyüme için ek bir kaynak yaratmadığını, hatta yabancı tasarrufların tüketimi ve dışarıya kaynak transferini artırdığı ileri sürülmektedir (Yentürk, 1996, 155- 156). 46 Bu ülkelerde yabancı sermaye girişinin artışıyla ortaya çıkan aşırı borç yükü, yurtiçi tasarrufların önemli bir oranının yatırımlara dönüşmeden yurt dışına aktarılmak için kullanılmasına neden olabilmekte, tüketici kredisi ve tüketim malı ithalatını karşılayarak iç tasarruflara etki yapabilmektedir. Ayrıca kamu açıklarının arttığı ve kamunun faiz yükünün çok yükseldiği ekonomilerde sermaye akımının yarattığı borç yükü faiz oranlarının yükselmesine neden olarak kamu tasarruflarını azaltabilmektedir (Yentürk1997, 137-138). Türkiye’nin sermaye giriş kanallarına bakıldığında doğrudan yatırımlara ait payın düşük kaldığı, sermaye girişlerinin önemlice bir bölümünün daha çok portföy yatırımları ve dış krediler yoluyla elde edildiği anlaşılmaktadır (Tablo 1.1).Türkiye’de özellikle 1990’lı yıllardan sonra kısa süreli sermaye hareketleri için spekülatif kazançlarda artış meydana gelmiştir. Bunun sonucu olarak, Türkiye’ye yönelik sermaye hareketlerinin volatilitesi (oynaklığı) yüksek seyretmiştir. Spekülatif sermayenin giriş dönemlerinde yapay bir büyüme, çıkış dönemlerinde ise ciddi krizler yaşanmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde doğrudan yatırımların payı düzenli bir şekilde artış göstermiş, son 12- 13 yıl içerisinde doğrudan yatırımların bu ülkelere ait GSYİH içerisindeki payı ortalama % 3,AB’de % 3,6 ve Türkiye’de ise % 0,8 düzeyinde gerçekleşmiştir. Türkiye’nin 2005 yılına kadar, doğrudan yatırım girişlerinde önemli bir başarı sağlayamadığı açıkça görülmektedir. 2005 yılında özelleştirmelerin hızlanması ile birlikte doğrudan yatırımlarda önemli bir sıçrama yaşanmış ve 9,6 milyar $ düzeyine ulaşmıştır. Özelleştirmelerin bu yıllardan sonrada devam etmesi nedeniyle doğrudan yatırımlar artmaya devam etmiştir. Türkiye’ye giren sermaye düzeyinin yetersizliği, özellikle de doğrudan yatırımların çok düşük seviyede kalması Türkiye’nin dinamik bir büyüme sürecine girmesini engellemiştir. Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak, öncelikle doğrudan yatırım kanalı ile (özellikle yeni yatırım şeklinde) sermaye girişini tercih etmesi gerekmektedir. Çünkü doğrudan yatırımlar beraberinde teknoloji, bilgi ve kalifiye elaman getirmekte, giriş yaptığı ülkede uzun dönemli kalarak ülkelerin daha hızlı ve istikrarlı bir şekilde büyümesine ve kalkınmasına yardımcı olmaktadır. (Örnek, 2006) 47 Sermaye Hareketleri ve Büyüme Cumhuriyetin 83 yıllık büyüme politikasını dönem dönem gözden geçirdiğimizde gördük ki Türkiye ekonomisinin büyüme hızı 1980 sonrasında önceki dönemlere göre düşmekte; üstelik yeni yüzyıla girerken daha da yavaşlamaktadır. Tablo 2.6. Sermaye Hareketleri ve Büyüme (%) Yabancı Sermaye/GSMH Büyüme 1980-1989 2,0 4,8 1990-1995 2,6 3,8 1996-2002 3,7 1,5 1990 3,0 9,4 1991 0,2 0,4 1992-1993 5,9 7,3 Kriz:1994 (-4,8) -6,1 1995-1997 5,0 7,7 1998-1999 3,3 -1,2 2000 6,5 6,1 Kriz:2001 (-8,6) -9,4 2002 2,3 7,8 2003-2007 5,1 6,9 Kriz:2008 4,8 1,1 Kaynak: DPT Web Sitesi,1950-2006 Ekonomik Sosyal Göstergeler ve Yıllık Raporlar kullanılarak hesaplanmıştır. Şimdi 1980 sonrasında milli gelirin nasıl bir seyir gösterdiğini, büyüme, durgunluk ve gerileme yıllarını ayırarak inceleyelim. Bunun için yukarıdaki tabloya bakalım. Tablonun ilk sütunu yabancı kökenli yabancı kökenli sermaye hareketlerinin (net girişler artı, net çıkışlar eksi ile gösterilerek) milli gelire oranını (Yabancı sermaye/GSMH başlığı altında) ikinci sütun ise GSMH’nın büyüme hızını yüzdeler olarak veriyor. İlk üç sütunun birikimli ortalamalarına baktığımızda, ilginç bir gözlem yapabiliyoruz. Yabancı kökenli sermaye girişlerinin milli gelire oranı giderek artmakta; ancak aynı dönemlerde büyüme hızı düşmektedir. Hemen söyleyelim ki sermaye 48 girişleri içinde “doğrudan yatırım” adı altında üretime, kapasite artırımına dönük hareketler çok sınırlıdır.% 80-90’ı borç yaratan öğeler, bazı yıllarda da sıcak para” türleri ağır basmaktadır. 2003-2007 döneminde yabancı sermaye girişleri ve büyüme artmıştır. Bu durum o yıllarda kamunun eğitim, sağlık ve sosyal yatırıma yönelik yatırımların kısılması ve kamu tüketiminin azaltılması sonucu, kamu yatırım-tasarruf açığının azalması, bunun sonucunda da özel sektör tasarruflarının, kamu açıkları yerine yatırımlara yönelmesi ve yoğun özelleştirmeler sonucu doğrudan yatırımlara dayalı yabancı sermaye girişlerinin artması sonucu gerçekleşmiştir. Fakat bu durum 2008 yılında tekrar tersine dönmüş ve büyük bir ekonomik krize girilmiş ve GSMH sadece %1,1 oranında büyümüştür. Kritik dönüm noktası, sermaye giriş ve çıkışlarının serbestleştirildiği 1989 yılıdır. Beklentiler neydi ne oldu? Türkiye ekonomisinin tasarruf yetersizliği, dış dünyadan Türkiye’ye aktarılacak kaynakların artmasıyla giderilecek; yatırımlar ve büyüme hızı bu sayede yukarıya çekilecekti. Net sermaye girişleri mutlak ve göreceli olarak artmıştır;ancak büyüme hızını yukarı çeken hiçbir katkı yapmadan…ve Türkiye’nin dış borcunu on üç yılda 90 milyar dolar artırma “başarı”sını gerçekleştirerek… Büyüme hızı artan sermaye girişlerine rağmen düşmekle kalmıyor; birde giderek artan bir çalkantı gösteriyor…1980-1989 döneminde milli gelir hiçbir yıl düşmemiştir. Buna karşılık 1990’ı izleyen on sekiz yılın üçünde (1994, 1999 ve 2001’de) büyüme hızı eksidir. Bunlara sadece binde 4 büyüdüğü için kişi başına milli gelirin düştüğü 1991’ide ekleyebiliriz. Kısacası, Türkiye ekonomisi 1980-89 arasında ağır, fakat istikrarlı;1990-98 arasında bir ileri, bir geri; son yıllarda ise sık sık tersine çevrilen bir film gibi bir ileri-bir geri yalpalayarak gelişmektedir. Büyüme sürecinde artan istikrarsızlık nereden kaynaklanıyor? Bunu da her yıla ait sermaye hareketlerinin milli gelire oranını büyüme hızları ile karşılaştırarak yanıtlamaya çalışalım. Görülüyor ki sermaye girişlerinin düştüğü yıllarda genellikle büyüme hızı da aşağı çekilmekte; net sermaye girişlerinin eksiye döndüğü, yani yabancı sermayenin borsadan,hazine bonolarından çıktığı, dış kredilerin yenilenmediği yıllarda (1994 ve 2001’de) ise ekonomi finansal krizlerin içinden geçerek küçülmektedir. Bu saptamanın anlamı şudur. Ekonominin büyüme, yavaşlama veya daralma süreçlerine 49 girmesi giderek yabancı kökenli sermaye hareketlerindeki artış, yavaşlama veya tersine dönüşlere bağımlı hale gelmektedir. Yatırımların, özel ve kamusal tüketimin, ihracatithalat farkının, kısacası efektif talebin genişleyip daralması artık maliye, para ve döviz kuru politikaları ile belirlenmemekte; dış kaynakların giriş ve çıkışlarının ekonomiye farklı mekanizmalarla getirdiği dürtüler belirleyici olmaktadır. Dış dünyadan kaynaklanan sermaye hareketlerinin büyük bölümü oynaktır, istikrarsızdır; Türkiye’den çıkar, Rusya’ya, Meksika’ya gider; her giriş- çıkışta da ulusal ekonomi rüzgâra kapılmış bir yaprak gibi dalgalanır. Üstelik bu çalkantıların genelinin sağladığı ortalama büyüme hızı sermaye hareketlerinin kısıtlı olduğu dönemlerin de altındadır. Bu etkene, bir de yerli aktörlerden kaynaklanan ve giderek artan kayıtlı ve kayıt dışı sermaye çıkışları da eklenmektedir. Bunlar mal hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra,1989 yılında IMF’nin önerdiği finansal serbestleştirme sonrası gelişmekte olan ülkelere yönelen spekülatif sermaye hareketlerinin sonuçlarıdır. (Boratav, 2004, 268-271). Düşük Yatırım, Düşük Tasarruf Türkiye ekonomisinin büyüme bilançosunu gözden geçirdiğimizde iki vurgulama yapabileceğimizi gösterdik: (1) 1980 sonrasında büyüme hızı düşmektedir ve ekonomi son yıllarda daha da durgunlaşmaktadır. (2) Son yıllarda büyüme süreci çok istikrarsız bir seyir göstermektedir ve bu duruma sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra gerçekleşen dış kaynak dalgalanmaları katkı yapmaktadır. Büyüme hızındaki düşme eğilimlerinin nedenlerine baktığımızda ise şu gerçeklerle karşılaşmaktayız. Türkiye’nin durumuna baktığımızda faal nüfusun hala çok önemli bir bölümü aile işletmelerine dayalı tarımda yer aldığına ve kent ekonomilerinde de çok büyük sayılara ulaşan marjinal, atıl nüfus düşük verimli durumda ise, bu nüfusu yeni oluşturulan üretken kapasitelere çekebilmek ve toplam hasılayı artırmak(yani büyümek)mümkün olur. Büyümeyi sağlamak için ise milli gelirin sermaye birikimine ayrılan oranlarının düşük olmaması ve zaman içinde artması gereklidir. Kısacası bizim 50 gibi ekonomilerin hızlı ve istikrarlı büyümesinin anahtarı yüksek yatırım/yüksek tasarruf yapabilmelerinde yatar. Oysa finansal serbestleştirmeyle beraber Türkiye’ye yıllar itibariyle giriş yapan yabancı sermaye artmış olmakla beraber (kriz yılları hariç) yurtiçi tasarruflarda ve yatırımlarda artış olmamış, aksine düşmüştür. Bunda yüksek faiz oranları ve değerli döviz kuru nedeniyle, büyük oranda spekülatif amaçlı (sıcak para) kısa vadeli yabancı sermayenin Türkiye’ye girmesine izin verilmesinin payı büyüktür. Yüksek faiz oranları dış borç faiz yükünü artırarak, giriş yapan sermayenin yatırım yerine, dış borç ve faiz ödemelerine gitmesine neden olmuştur. Aşırı miktarda giriş yapan spekülatif amaçlı sıcak para ise, yatırımlar yerine, açık veren sektörlere (kamu) kayarak cari harcamalara yönelmiş veya yerli bankalar aracılığıyla kredi kullanımında kullanılmıştır. Bankaların verdikleri bu krediler ise tüketici kredileri ve gayrimenkul alımlarında yoğunlaşmaktadır. Toplam talep artışını etkileyen bu faktör, özel bankaların kredilerindeki artışların aynı bankaların mevduat artışından daha hızlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Toplam talepteki artış ise reel sektör yerine, ticarete konu olmayan sektörlerde yatırım artışına yol açmaktadır.(Boratav vd., 1996; Yentürk, 2005, 159164). Özetle, finansal serbestlikle birlikte faiz oranının yükselmesi, kamu yatırımlarının azalması, dış borçların artması, bankacılık sektörünün kırılganlaşması, firmaların finansal yapılarının bozulması gibi birçok faktör yatırımları olumsuz etkilemiştir. Yine finansal serbestlikle ortaya çıkan döviz kurundaki değerlenme ve tüketim talebinin yükselmesi gibi olguların ticarete konu olmayan sektörler üzerinde olumlu etkileri ortaya çıkmıştır. Tablo 2.7. GSMH’ya Oranla Ulusal Tasarruf ve Yatırımlar,1988–2008 ( %) GSMH’ nın Yüzdesi olarak Dönemler Ulusal Dış Toplam Sabit Sermaye Yatırımları Tasarruflar Kaynak Yatırımlar Toplam Özel Kamu 1989- 94(D) 22.9 0.5 23.4 24.2 17.0 7.2 1995- 97(C) 20.9 3.9 24.8 24.9 19.9 5.1 51 Tablo 2.7. (Devamı) Ortalama 22.3 1.5 23.8 24.4 17.9 6.6 1998– 19.9 2.1 22.0 22.1 15.7 6.4 18.4 5.8 24.1 19.2 14.0 5.2 2008(D)* 17.6 4.8 22.4 21.6 17,9 3,7 Ortalama 18.6 4.2 22.8 21.0 15.9 5.1 2001(D) 2002– 2007(C) (1) Kaynak: Aktaran BSB, - 88, DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 1950- 2006 ve Yıllık Programlardan Hesaplanmıştır.2008 yılı DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, Resmi İstatistik Programına Katkılardan hesaplanmıştır. (2) (D):Durgunluk Evresi (3) (C):Canlılık Evresi (4) *2008 yılı geçici Yukarıda ki tablo 2,7 son yıllardaki sermaye birikimi (sabit sermaye yatırımı), yurtiçi tasarruflar ve Dış kaynak kullanımının milli gelir (GSMH) içindeki oranlarını veriyor. Bazı saptamalar yapalım: · %25’leri pek aşmayan yatırım ve % 23’lere ulaşamayan tasarruf oranları ile Türkiye ekonomisine olgunluk ve gelişkinlik özellikleri kazandırmak söz konusu değildir. Son çeyrek yüzyılda, azgelişmişlik çemberini kırma doğrultusunda önemli mesafeler alan Doğu Asya ekonomilerinde bu oranlar hep %30’ların üzerinde seyretmiştir. · Daha da vahimi, 1993’ten bu yana her iki oranda düşmektedir. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesinin ilk aşaması (1989-1993) içinde, yatırım oranları(tasarruflardan bağımsız olarak) yükseltilebilmiştir. · Türkiye’de kamunun tasarruf-yatırım açığının yüksek olduğu, bu açığın ise özel sektör tasarruf-yatırım fazlası ve dış kaynak girişi ile karşılanmasıdır. · Birkaç yıllık istisna dışında ekonomide sürekli dış kaynak kullanılmıştır. Bu olgu, ekonomiye yurtiçi tasarruflardan daha yüksek bir oranda yatırım yapılması olanağı sağlamaktadır. Dışarıdan kaynak kullanılabildiği ölçüde büyüme mümkün olabilmekte, dışarıya kaynak transferi yapıldığında ise ekonomik krize girilmektedir. 52 · Finansal krizler ve onlara refakat eden IMF programları sermaye birikimi ve tasarruf oranlarını, özellikle 1999’dan itibaren çok ciddi boyutta aşındırmıştır. Bir “canlanma yılı” olarak alkışlanan 2002’de bu stratejik oranların %15-16 eşiğinde gerçekleşmiştir. 2004 yılında sabit sermaye yatırımları artış göstermiş, fakat buna rağmen 1993 seviyesine ulaşamamış ve 2006 yılından sonra ise tekrar düşmeye başlamıştır. Bütün bunlar önümüzdeki yıllarda durgunluğun ve krizin habercisidir. (Boratav, 2004, 271-273 ve Yentürk, 2005, 38-39). Nitekim 2008 yılında derin bir krize grilmiş ve halen devam etmektedir. Henüz Merkez Bankası tarafından yayınlanmamış olmasına rağmen, Aralık,2009’da yapılan bütçe görüşmelerinde açıklanan rakama göre ekonominin % 9 küçüldüğü, küçülmenin 2010 yılında da devam edeceği ve %10 olacağı öngörülmektedir. Yani 2011 yılına kadar ekonomide bir düzelme beklenmemektedir. Tablo 2.8. Tasarruf, Yatırım ve Tasarruf Açığının GSYİH ‘ya Oranı % Yatırımlar/GSMH Tasarruflar/GSMH Tasarruf Açığı/GSMH 1980–88 1980–88 1980–88 19,59 21,54 —1,95 1989–99 1989–99 1989–99 21,80 24,07 —2,27 2000–08 2000–08 2000–08 18,95 17,40 1,55 Kaynak: DPT Web sitesi,1950- 2006 Ekonomik ve Sosyal göstergeler ve yıllık programlardan hesaplanmıştır. Not–2007 ve 2008 yılları DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, Resmi İstatistik Programına Katkılardan Hesaplanmıştır. Yurtiçi tasarrufların ve gayri safi sabit sermaye yatırımlarının GSMH’ya oranı o ülkenin dış finansmanı açığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Tablo 2,8’de görüldüğü üzere 1988 yılı hariç yatırımların GSMH’ya oranı sürekli olarak tasarrufların GSMH’ya oranının altında seyretmektedir. Dışa açılma kararlarının alındığı 1980 yılı hariç tasarruf açığının GSMH’ya oranının en yüksek olduğu yıl % -5,3’le 1996 yılında 53 gerçekleşmiştir. Ülkenin ekonomik kriz yaşadığı 1994 ve 2001 yıllarının bir yıl öncesinde de söz konusu açığın GSMH’ya oranının belirgin bir şekilde yüksek olduğu görülmektedir. Dışa açılma ile birlikte istikrarlı ekonomik büyüme olarak adlandırılan 1980–88 döneminde tasarruf açığının GSMH’ya oranı -1.95olarak gerçekleşmiştir. Bu büyüme ise sadece dışa açılma değil, o dönemde askeri yönetim ve onun ardından gelen sivil görünümlü otoriter yönetim altında kontrollü enflasyonist baskı, ücret artışlarının sınırlandırılması ve çalışma saatlerinin artırılarak, kapasite kullanım oranlarının artırılmasına bağlı olarak üretimin sosyal maliyetinin düşürülmesi sonucu sağlanmıştır. Ayrıca 1988’e dek TL düşük değerli tutularak ülke içinde üretilen malların dış piyasalarda, değerinin düşük tutularak ihracatın özendirilmesi sağlanmıştır. Buna birde düşük ücretler nedeniyle alım gücünün zayıflaması nedeniyle ithalat oranlarının da azalması eklenince ihracatın,/ithalatı karşılama oranı yükselmiş ve bu şekilde cari açık düşürülerek büyüme sağlanmıştır. Fakat 1980-88 döneminde hiçbir yatırım yapmadan sadece 1980 öncesi yatırımlarının, kapasite kullanım oranları artırılarak ve ücretlerin baskı altına alınarak gerçekleştirilen büyüme bir noktadan sonra tıkanmış ve her şey tersine dönmüştür. Bunun sonucunda 1989- 99 döneminde bu oran -2.27 seviyesine çıkmıştır, bu oranının belirgin bir şekilde yüksek olduğu görülmektedir. Bu iç tasarrufların yetersiz olması nedeni ile sağlanan büyümenin dış tasarruflarla gerçekleştirildiği şeklinde değerlendirilebilir.2000 sonrası ise tasarruf yatırım farkının, yatırımlar lehine artmasında kamu tüketim ve yatırımının azalmasının payı vardır. Bunlar eğitim, sağlık ve sosyal güvenliğe yönelik yatırımların azalması sonucu sağlanmıştır. Önemli olan bu açığın daha etkin vergi toplayarak ve transfer harcamalarını kısarak sağlanmasıdır. Ancak ne şekilde olursa olsun, ortaya çıkan kamu tasarruf-yatırım farkındaki bu azalma reel faiz oranlarını düşürmüş, özel sektörün tasarruf yatırım farkını azaltmıştır. Bunun sonucunda özel sektör tasarruflarını kamuya borç vermek yerine, yatırımlara yöneltmeyi sağlamıştır.2004 sonrasında ise kamutasarruf yatırım açığı düşmeye devam etmiş, bunda da kamu harcamalarının kısılması ve 2004 sonrasında gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucu, artan doğrudan yatırım girişlerinin payı büyüktür. Kamu tasarruf-yatırım açığının düşmesi sonucu, özel sektör tasarruflarının, kamu açıklarını kapatmak yerine, yatırıma yönelmesiyle 1980 sonrası ilk kez 2000-2008 döneminde yatırımların oranı, tasarrufların üzerine çıkmıştır (Azgün, 2006; Yentürk, 2005, 35-38) 54 Yatırımların Profilinde Değişmeler 1989 sonrası liberal serbestleştirme sonucu gerçekleşen, yoğun spekülatif sermaye girişi iç talebi şişirmiştir.Artan iç talebin yatırımlar üzerinde olumlu bir etki yaratabilmesi mümkündür.Nitekim bazı gelişmekte olan ülkelerde sermaye akımlarının artması sonucu yatırımlarda bir artış görülmektedir.Ancak Sektörel olarak incelendiğinde bu artışın ticarete konu olmayan sektörlerdeki artıştan kaynaklandığı görülmektedir (Boratav vd.,1996). Daha öncede belirtildiği gibi, aşırı sermaye girişi sonucu yerli paralar yabancı paralar karşısında değer kazanmaktadır. Yerli paranın yabancı paralar karşısında reel olarak değer kazanması, bir anlamda ticarete konu olan ve olmayan malların göreli fiyatlarının ikincisi lehine değişmesi demektir. Dolayısıyla yerli paranın reel olarak değer kazandığı bir ortamda, ticarete konu olmayan sektörlerdeki üreticiler artan yurtiçi özel tüketim talebini değerlendirerek ticarete konu olan sektörlere oranla daha yüksek fiyat ayarlamaları yapabilmektedirler. son yıllarda Türkiye’nin Sektörel olarak yatırımlarında da bu durumu görmekteyiz. Aşağıdaki tabloya baktığımızda,1980’li yıllarda yatırımların dağılımında önemli bir sapma gerçekleşiyor. Ekonominin tarım ve sanayiden oluşan “Belkemiği”nin toplam sermaye birikiminden aldığı payı neredeyse yarı yarıya düşüyor. Bu “üretken” sektörler aynı zamanda ekonominin “dış ticaret konusu olan” üretim kollarını oluşturur; ihracat yoluyla veya rakip ithalatın yerine geçerek dış ticaret dengesini düzeltir; büyüme hızını belirler. Fakat 1980’li yıllarda yatırımlardan aslan payını, dış ticaretle hiç ilişkisi olmayan konut sektörü almıştır. Ve bu pay % 15 gibi oldukça yüksek bir orandır. Bu konutların çoğu da barınma amaçlı konutlardan ziyade, Tekirdağ ve Silifke arasındaki sahil şeridinde yer alan ve yıl içerisinde ortalama kullanım süresi bir ayı pek geçmeyen konutlarla ilgilidir.1990 sonrası konut yatırımları aşınırken, tarım-sanayi sektörlerinin payı fazlaca değişmiyor; diğer üç sektörün payları 5-7 puan arası ilerliyor.”Diğer hizmetlerin payları, büyük kentlerin profilini değiştiren “finans, medya ve shopingcenter ve plaza gibi yapılaşmalarla ilgilidir.2000’li yıllarda ise Enerji ve Ulaştırmahaberleşme gibi altyapı alanındaki yatırımlar ön planda olmuştur (Boratav, 2004, 274275). 55 Tablo 2.9. Sektörlerde Sabit Sermaye Birikimi, Toplamdan Paylar (1),% Tarım, Altyapı Sanayi Eğitim, Konut D.Hizmetler Sağlık 1980 40,1 29,2 3,0 21,6 6,1 1989 22,2 26,7 3,7 36,7 10,7 1998 24,9 30,6 7,1 26,4 11,0 2002 23,8 34,1 8,8 26,8 16,1 2008(2) 29,3 35,8 8,6 6,8 16,8 Kaynak: DPT Web Sitesi 1950-2006 Ekonomik Sosyal Göstergeler ve yıllık raporlar. (1) Cari fiyatlarla (2) Program Aşağıdaki tablo ise, beş ana sektördeki yatırımların milli gelirden aldıkları payların değişimini vermektedir. Burada Türkiye’nin iktisat politikalarının ve kamu harcamalarının IMF denetimi altına girdiği yakın tarih, yani 1999 sonrasına baktığımızda; Faiz dışı fazlayı artırma çabaları sonunda kamu yatırımlarının gerilemesi özel yatırımları da aşağıya çekmiş; 1998-2002 arasında yatırım oranı 8 puan gerilemiş; bu da “diğer hizmetler” dışındaki tüm sektörlere farklı boyutlarda yansımıştır. 2002 yılına gelindiğinde tarım-sanayi yatırımlarının milli gelirden aldığı payı, yirmi iki yıl öncesinin tamı tamına yarısına düşmüş durumdadır. Son yıllarda sermaye birikimi oranında yatırımların dağılımında gözlemlediğimiz yetersizlikler ve sapmalar planlamanın fiilen tarihe karışmış olduğunun göstergesidir. Ve büyüme hızlarındaki düşmeyi bu olguyu dikkate almadan açıklamak yetersiz olacaktır (Boratav, 2004, 276-277). Tablo 2.10. Sektörel Yatırımların GSMH’dan Payları,% Tarım, Altyapı Sanayi Eğitim, Konut D.Hizmetler Sağlık 1980 7,8 5,7 0,6 4,2 1,2 1989 5,0 6,0 0,8 8,3 2,4 1998 6,1 7,5 1,7 6,4 2,7 2002 3,9 5,6 1,4 2,8 2,7 Kaynak: DPT Web Sitesi 1950-2006 Ekonomik Sosyal Göstergeler. 56 2.3.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ödemeler Bilançosu Üzerindeki Etkisi Yabancı sermaye yatırımlarının ev sahibi ülkenin ödemeler bilânço’su üzerine etkilerini DYY’ lar olarak bakarsak, DYY’lerin ödemeler bilânçosu üzerinde ilk olumlu etkiyi yaratırken, daha sonra yatırımların üretime başlamasıyla, gerek ihracatta yarattığı artış nedeniyle gerek ithal –ikameci üretim vasıtasıyla ödemeler bilânçosu üzerinde pozitif etki devam edecektir. Bu etki yabancı sermayeli şirketlerin ihracat olanaklarının fazla olması ile orantılıdır. Yabancı sermayeli şirketlerin uluslararası piyasalardaki etkinlikleri yüksek ise, ev sahibi ülkeye gelen sermaye imalat sektörüne yönelik yatırımlarda kullanılarak, üretilen ürünlerin ihraç edilmesi sağlanarak, döviz kazandırıcı etkide bulunabiliyor ise ödemeler bilançosu üzerindeki olumlu etki devam ettirilebilecektir. DYY’lerin yatırım malları ve ara malları üreten sektörlere yapılması ithalat talebini azaltarak, kıt olan döviz kaynağını koruyucu etki yaratabilecektir (Akdiş, 1998; Seyidoğlu, 1998). DYY’lerin ödemeler bilançosuna olan katkı ve maliyetlerini cebirsel olarak gösterebiliriz. K = Ev sahibi ülkeye yapılan ilk sermaye akışı X = Bağlı şirket tarafından gerçekleştirilen ihracat S = İthal –ikamesi Ödemeler Dengesine Katkı = K+X+S R** = Ülkeden çıkan kar transferi F** = Yabancı üretim faktörlerine ödenen bütün ödemeler, M* =Marjinal tüketim eğilimine bağlı olarak mahalli yüksek gelir tarafından uyarılmış ithalat, D = Yatırımda meydana gelecek herhangi bir çözülmeyi ifade etmektedir. Ödemeler Dengesinde Maliyet = (R**+F**)+(M+M*)+D DYY’lerin ev sahibi ülkenin ödemeler dengesine olan net fayda/maliyet oranı şu şekilde bulunabilir. K+X+S/(R**+F**)+(M+M*)+D Kısa dönemde yabancı sermayeli şirket, kendisinin milli hâsılaya olan katkısından daha fazla tüketimde bir artış meydana getirebilmektedir. Özetle yabancı sermayeli şirketler kar transferi, yatırım ve ara malı ithali ile ödemeler bilançosu 57 üzerindeki olumsuz etkileri, üretim kapasitesi ve ev sahibi ülke ihracatındaki yarattıkları artışla bu olumsuz etkiyi giderebilmektedir. Diğer taraftan sağladıkları ithal-ikameci üretimle döviz kazandırıcı işlev görmektedir (Akdiş, 1998). Dış Ticaret 24 Ocak 1980 kararları ile bir dönem kapanmış, yeni bir dönem ve dönüşüm süreci başlamıştır. Bu dönüşümün temel amacı, bir yandan ulusal ekonominin birikim ve kaynakların dağılımı mekanizmalarında Pazar fiyatlarının belirleyici unsur oluşturması, diğer yandan da mal ve hizmet ihracatını arttırmaya yönelik yoğun bir devlet desteği ile sürdürülen dışa açılma stratejisidir. Bu genel strateji altında imalat sanayinin ihracat pazarlarına yöneltilmesi öncelik kazanmış ve amaca uygun olarak, bir yandan yoğun bir teşvik sistemi uygulamaya konulurken, bir yandan da döviz kuru aşınmaya bırakılmıştır. Bunlara ek olarak, 1981’den başlayarak faiz ve kredi tahsisi üzerindeki kontroller kaldırılarak ulusal mali piyasaların “derinlik” kazanması hedeflenmiştir.1980 sonrası dönüşümü yurtiçi talebe dönük ve dış ticarette koruma rantları ile beslenen ulusal sanayinin öngördüğü iktisadi artık biçimlerinin nitelik değiştirmesine yol açmış ve giderek devletin düzenleyici olarak rol aldığı, daha dolaylı bir transfer ve kaynak aktarımı mekanizmasının devreye sokulduğu yeni bir büyüme ve birikim modelini geliştirmiştir.1980’li yılların temel özelliği, ücretlerin düşürülmesi yoluyla yurtiçi talebin daraltılarak, yoğun bir teşvik politikası altında yurtdışı pazarlara ihraç edilmesine dayalı bir “klasik” birikim şeması verdiği görülmektedir. Devletin yoğun denetim ve desteği altında sürdürülen bu tür dışa açılma ve ihracata yönelme stratejisi kısa zamanda meyvelerini vermiş ve imalat sanayi reel ihracatı 1988 sonuna değin %15 artmıştır. Buna koşut olarak ihracatın GSMH içindeki payı 1980’de %5,1 iken,1988’de %12,8’e ulaşmıştır (Yeldan, 2006, 25-45). Seksenli yıllarda ihracat gelirleri önemli ölçüde artmış olmasına karşın dışa yönelik bir sanayileşmenin veya sınaî yapısının oluşturulmaması sonucunda iç piyasa daha cazip hale gelmiştir. Bu noktada seksenli yıllarda özellikle sanayi sektöründeki ihracat artışını destekleyen başlıca dört ana etkenin olduğunu vurgulamak gerekmektedir (Tablo 2.11). Söz konusu etkenleri başlıca dört grupta toplamak olanaklıdır (Sönmez, 1998, 490). 58 · Reel ücretler üzerindeki baskı · Kur politikası · Emek verimliliğindeki hareketler · Kapasite kullanımındaki artışlar Tablo 2.11. Seçilmiş Belirli Ekonomik Göstergeler (%) Yıllar Reel Döviz Kuru* İmalat Sanayi Kapasite İmalat Sanayinde Kesimler Kullanım Oranları (üretim İtibariyle değerleri Reel İşgücü ile Maliyeti Endeksi (1) ağırlıklandırılmış) 1980 55,20 1981 56,70 169,80 1982 100 59,40 1983 95,84 60,30 1984 89,62 74,30 1985 82,84 70,30 145,40 1986 83,20 70,00 133,50 1987 76,82 78,20 143,10 1988 77,23 74,80 133,70 Kaynak: DPT web sitesi(Reel Döviz Kuru ve Kapasite kullanım oranı 1950–2006 ekonomik ve sosyal göstergeler, ücretler ise 1950–1998 ekonomik ve sosyal göstergelerden alınmıştır. *Reel döviz kuru (1982 = 100) 0,75$+0,25 Euro sepetine göre düzenlenmiştir. 1-Reel işgücü maliyeti 1985 yılına kadar beşer yıllık aralarla alınmıştır. Tablo 2,11’dende görüldüğü gibi 1980 sonrası üretimdeki artış yeni yatırımlar yaparak değil var olan işletmelerin kapasite kullanım oranları artırılarak sağlanmıştır, diğer yandan tablodan da görüldüğü gibi ücretler baskı altında tutularak devamlı düşürülmüş ve reel döviz kuru yüksek tutulmuştur. Bu etkenlere özellikle 1980 -1983 kesitindeki konjoktürel bir neden olarak ele alınması gerekli İran-Irak savaşı ve ihracatı özendirici bir önlem olarak ihracatta vergi iadesi de eklenmelidir. Askeri yönetim ve ardından gelen sivil görünümlü otoriter yönetim altında ücretler baskı altına alınmış ve reel anlamda ciddi bir erozyon yaşanmıştır. Nitekim 59 1980’de alınan şok kararlara bağlı olarak enflasyon oranı önce %100’ün üzerine çıkarılmış, ardından önemli oranda düşürülmesine karşın izleyen üç yılda yüksek bir oran olan % 30’lar düzeyinde tutulmuştur. Kontrollü enflasyonist baskı ve ücret artışlarının sınırlandırılmasına bağlı olarak iç talep daralmış ve üretimin sosyal maliyeti düşürülmüştür. 1988’e dek TL’nin iç ve dış enflasyon farkının ötesinde düşük değerli tutulduğu gözlenmektedir. Bir başka deyişle yüksek döviz kuru uygulanmıştır. Bu uygulama ülke içinde üretilen malların dış piyasalardaki dolar (döviz) cinsinden fiyatını düşük tuttuğu ve gene dolar cinsinden ücretleri düşürdüğü için ihracatın özendirilmesinde önemli bir işleve sahip olmuştur. Fakat 1980 sonrası ihracata yoğun teşvik, ücret maliyetlerinin bastırılması ve atıl kapasitelerin devreye sokularak, imalat sanayinde sağlanan ihracat ve üretim artışları; gerekli sabit sermaye yatırımlarının yerine getirilememesi sonucunda “sürdürülebilir” bir stratejiye dönüştürülememiştir. 1980 sonrası Türk ihracatına yönelik büyüme stratejisinin en önemli yapısal sorunu işte ihracat öncelikleri ile yatırım öncelikleri arasında yaşanmış bulunan bu uyumsuzlukta yatmaktadır. Kendi içinde gerekli yatırımlarını sağlayamayan ve emek gelirlerinin daraltılmasına dayalı “yapay” nitelikli bu yapı 1988’den başlayarak “siyasi-toplumsal” gerçeklerle çatışmaya başlamıştır. Nitekim 1988’e ait tüm göstergeler ulusal ekonominin makro düzeyde bir durgunluğa girdiğini vurgulamaktadır.1988’de GSMH büyüme hızı %2,1’e gerilemiş, imalat sanayi büyümesi %1,6’da kalmış; enflasyon oranı ise 1980’lardaki düşme eğilimini terk ederek % 68,8’e sıçramıştır. Türk lirası 1980 dışa açılım reformları altında ilk kez aşırı değerlenmeye başlamış ve ihracata yönelik teşviklerde gerilemeler yaşanmıştır. Bu belirsizlik ortamı ile birikim ve büyümenin finansmanı artık kendi iç tasarrufları ile sürdürülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, kamu bürokrasisinin bir tercihi olarak 1989 finansal serbestleştirme dönüşümü gerçekleşti (Yeldan, 2006, 48-49). 1988 yılından sonra gerek dış ticaret politikasındaki değişiklikler, gerekse 1989 yılında gerçekleştirilen finansal serbestleştirmenin ardından, Türkiye ekonomisinin yatırım ve birikim önceliklerinin tamamen uluslararası finans piyasalarının denetimine giren yüksek ulusal faiz ve düşük döviz kuru (aşırı değerli ulusal para)tarafından belirlendiği görülmektedir. Bunun üzerine Türkiye yüksek arbitraj geliri sağlamayı amaçlayan kısa vadeli spekülatif uluslararası sermayeye “sıcak para” sıkça ev sahipliği yapmıştır (Yeldan, 2006, 50). Türkiye’deki yüksek reel faiz ve düşük döviz kuru, 60 spekülatif sıcak para akımlarını teşvik etmekte, bu da TL’nin aşırı değerli hale gelmesine neden olmaktadır. Aşırı değerli kur, ithal mallarını göreceli olarak ucuzlattığından bunlara yönelik tüketim ve yatırım talebi artmakta, artan talep nedeniyle ithalat patlaması yaşanmakta, ihracatın ithalatı karşılama oranı düşmekte ve böylece cari denge daha da bozulmaktadır. Türkiye’nin ihracat yapısının ithal girdi bağımlılığı bilinmektedir: ne var ki genellikle ihracat artış hızının ithalat artış hızından daha düşük olduğu gözlemlenmiştir ( İktisat, İşletme ve Finans, 2002 Ağustos, 97). Özetle, aşırı spekülatif sermaye girişi reel döviz kurunun değerlenmesi, faiz oranlarının yükselmesi ve iç talebin artması sonucunu doğurmuştur. Ortaya çıkan talep artışı, ticarete konu olan sektörlerde esas olarak ithalat ile karşılanırken ticarete konu olmayan sektörlerde fiyat ve yatırım artışı olarak karşılanmaktadır. İç talep artışının reel sektör üzerindeki etkisi bu nedenlerle çok düşük kalmaktadır. 1989 sonrasında ulusal makro politikalar ve büyüme süreci doğrudan doğruya sermaye girişleri=>büyüme=>cari açık ilişkisine bağımlı kılınmış ve dolayısıyla, ulusal ekonomide büyüme ve birikim süreçleri tamamen dış sermaye hareketleri ve dünya finans piyasalarına terk edilmiş durumdadır. Boratav (2004); Boratav, Türel ve Yeldan (1996); Yentürk (1999); Öniş ve Baysan (2000); ve Cizre-Sakallıoğlu ve Yeldan (2000). Tablo 2.12. Mal Gruplarına Göre İthalat (Milyon $) Yıllar Sermaye % Tüketim % (Yatırım) Ara % Diğer % Toplam % malı 1994 5220 22,5 1381 5,9 16565 71,2 104 0,4 23270 100 1995 8119 22,7 2416 6,8 25078 70,2 96 0,3 35709 100 1996 10336 27.3 4424 10,1 28738 65,9 129 0,3 43627 100 1997 11052 22,8 5335 11 31871 65,6 301 0,6 48559 100 1998 10665 23,2 5322 11,6 29562 64,4 372 0,8 45921 100 1999 8727 21,4 4820 11,8 26854 66 270 0,8 40671 100 2000 11365 20.9 6928 12,7 36010 66 200 0,4 54503 100 2001 6940 16,8 3813 9,2 30301 73,2 345 0,8 41399 100 2002 8400 16,3 4898 9,5 37656 73 1,2 51554 100 600 61 Tablo 2.12. (Devamı) 2003 11326 16,3 7813 11,3 49735 71,7 466 0,7 69340 100 2004 17397 17,8 12100 12,4 67549 69,3 494 0,5 97540 100 2005 20363 17,4 13975 12 81868 70,1 568 0,5 116774 100 2006 23348 16,7 16116 11,5 99605 71,4 508 0,4 139577 100 2007 27054 15,9 18694 11 123640 72,7 675 0,4 170063 100 2008 28021 13,9 21489 10,7 151747 75,1 707 0,3 201964 100 Kaynak: TÜİK (DPT web sitesinden alınmıştır) 1-1983 yılından itibaren Birleşmiş Milletler geniş ekonomik kategoriler (BEC) sınıflamasına göredir. 2-2001 yılından itibaren altın dâhil olarak verilmiştir. Tablo 2,12’dende görüleceği üzere Türkiye’nin ithalatının büyük bir bölümünün ara malı ve tüketim mallarından oluştuğu, son yıllarda üretimin büyük oranda ithalata bağımlı ara mallarından oluşması nedeniyle ara mallarına olan talep daha da artmakta ve cari açığın daha da artmasına neden olmaktadır. Nitekim 1990 ve 1993 yıllarında büyümenin GSMH’ya oranları sırasıyla 9,4 ve 8,1 gibi yüksek oranlarda seyrettiği bir durumda dış ticaret ve cari açık miktarları da büyüme oranları gibi çok yüksek seyretmektedir. (Tablo 2.13) Bu da özellikle 90’lı yıllarla birlikte Türkiye’nin üretiminin ve ihracatının büyük oranda ithal girdilere bağımlı hale geldiğini göstermektedir. Tablo 2.13. Başlıca Ekonomik Göstergeler Yıllar İhracat İthalat Dış Ticaret X/M GSMH- Cari ($) ($) Açığı ($) Büyüme Açık (%) ($) (%) 1989 11624 15792 —4168 0,74 1,6 938 1990 12959 22302 —9343 0,58 9,4 —2625 1991 13593 21047 —7454 0,65 0,3 250 1992 14713 22871 —8157 0,65 6,4 —974 1993 15345 29428 —14084 0,52 8,1 —6433 1994 18106 23270 —5164 0,77 -6,1 1995(1) 21637 35709 —14072 0,61 8,0 2631 —2339 62 Tablo 2.13. (Devamı) 1996(1) 23224 43627 —20403 0,54 7,1 —2437 1997(1) 26261 48585 —22332 0,54 8,3 —2638 1998(1) 26974 45921 —18947 0,59 3,9 —1984 X/GSMH: İhracatın gayri safi milli hâsıla içindeki payı M: İthalat miktarı (milyon $) Açıklamalar: X: İhracat miktarı (milyon $) X/M: İhracatın ithalatı karşılama oranı (1) Bavul ticareti dâhildir. Kaynak: 1950- 1996 DPT, DİE (DPT web sitesinden alınmıştır.) Kaynak: 1995- 2008 TÜİK, TCMB, DPT ve HDTM Fakat 90’lı yıllarla birlikte yüksek oranlı cari açıkları kapatmak için sık sık kısa vadeli spekülatif (sıcak para) yabancı sermaye’ye başvurulmakta bu ise var olan sorunları kapatmak bir yana yüksek faiz oranları ve kısa vadeleri nedeniyle ekonomiye yükleri daha da artırmaktadır.Nitekim 1994 yılı kısa vadeli sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkilerinin net olarak yansıdığı bir yıl olmuştur.Bu dönemde mali piyasalardaki krizin reel kesime de yansıması iç talebin daralmasına, ithalatın yavaşlamasına ve ekonomik büyümenin de eksi değere ulaşmasına neden olmuştur.Ayrıca faiz kur arasındaki marjın daralması sonucu hızla kısa vadeli sermaye çıkışına yol açmış ve ülkede döviz arz talep dengesinin bozulmasına neden olmuştur.İhracattaki artışın sağladığı döviz girişleri tek başına döviz dengesizliğini gideremediği gibi, diğer cari gelirlerdeki artış da yoğun sermaye çıkışının neden olduğu döviz dengesizliğini telafi edememiştir. Türkiye Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarını yeterince çekemediği için 2000’li yılların ilk yarısında da gene spekülatif nitelikli kısa vadeli “sıcak para” akımlarına başvurmuştur. Bu ise var olan cari açıkları kapatmak bir yana daha da artırmıştır. Örneğin büyüme hızının % 9,4 ve % 8,3’lük oranlara ulaştığı 1990 ve 1997 yıllarında cari açık/GSMH oranı %1,7 ve %1,4 ile sınırlı kalmıştı. Bu durum %9,9 ve %7,6’lık büyümenin gerçekleştiği 2004 ve 2005 yıllarında %5,2 ve %6,3 oranlarındaki dış açıklarla karşılaştırıldığında son yıllardaki “bozulma” çarpıcı bir biçimde ortaya çıkıyor (BSB, 2008). Dahası büyüme hızının üst üste düştüğü 2006 ve 2007 yıllarında dış açık oranının adım, adım yükselmesindeki “patolojik” duruma da bu bağlamda dikkat etmek gerekiyor. 63 Özellikle sıcak para girişlerinin sağladığı aşırı değerlenme, bir yandan ithalat maliyetlerini ucuzlatıp ekonomik büyümeyi finanse ederken diğer yandansa finansal piyasalarda spekülatif kazançları özendirmiştir. Ancak “spekülatif” nitelikli bu büyüme dalgası hiçbir zaman uzun erimli olmamış ve her bir genişleme dönemi (1990- 93); 1995–98; 2000; 2006–2007) sırasıyla 1994, 1999, 2001 ve 2008 krizleri ile sonuçlanmıştır (Yeldan, 2006, –59). 2000’li yıllarda büyüme hızı ile cari işlem açıkları arasındaki bağlantının bozulmasına yol açan etkenlerden biri, imalat sanayinde ithalat bağımlılığının dramatik artışıdır. Gümrük Birliği 1995 sonrasında “üçüncü ülkelere” (Örneğin Türkiye’nin dış ticaret açığının hızla büyüdüğü Çin’e ) karşı koruma oranlarının asimetrik biçimde (tek yönlü olarak) ve hızla düşmesine yol açarak bu dönüşüme katkı yapmıştır. İlk önemli saptama, sınaî ihracatın yıllık artış oranları ile imalat sanayinin büyüme hızı arasındaki makasın 2002- 2005 yıllarında çarpıcı boyutta açılmış olmasıdır.(Tablo 2.14) Tablo 2.14. Yıllık Ortalama Büyüme Hızları, % GSMH İmalat X:İmalat X:Toplam M:Ara M:Toplam Reel Kur mal 1995– 1993=100* 7.0 8.5 11.4 10.4 15.1 18.1 105.7 7.8 8.9 26.0 25.4 29.3 31.1 81.4 1998 2002– 2005 (*): Kapsanan dönemin son yılındaki dövizin (ÜFE’ ye göre) reel fiyatı alındı. Indeks artışları (azalışları) reel devalüasyon (değerlenme )anlamında. Not: X,M:İhracat ve İthalat anlamında Kaynak: Aktaran BSB, 140 ( TCMB/EVDS.) Bu olguya iç talepteki daralma ile değil, sanayi sektörü ihracatının giderek daralan oranlarda katma değer yaratmasıyla açıklayabiliriz. İmalat sanayinin girdi talebine dönük ara mal ithalatındaki artış hızının ikinci alt dönemde ikiye katlanması bu bakımdan aydınlatıcıdır. Ara mal ithalatının, imalat sanayi hâsılasına göre esnekliğinin iki alt dönem arasında 2,7’den 4,7’ye yükselmesi aynı olguya işaret ediyor (Tablo 2.15). 64 2002’yi izleyen yıllarda ihracattaki büyümenin, ithalattaki büyümeye bağımlı hale gelmiş olması da aynı olguyla açıklanabilir. Tablo 2.15. Esneklikler(e) ve Reel Döviz Kuru e:M/GSMH e:M/GSMH e:M Ara mal/ e:M/Aramal/ Reel Yıllık 4 yıl birikimli İmalat İmalat kur*% Yıllık 4 yıl birikimli Değişme Ortala. Ortalama 1995- 2.45 3.90 0.0 2.66 -3.8 3.93 6.18 3.28 4.72 -8.4 1998 20022005 Not: M Ara Mal: Ara Malı İthalatı Kaynak: Aktaran BSB, 140,TCMB web sayfasındaki verilerden hesaplanmıştır. 65 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE YABANCI SERMAYE HAREKETLERİ Bu bölümde, Türkiye ekonomisinde sermaye hareketleri tarihsel gelişim süreci içerisinde ele alınmış ve sermaye hareketlerinin ekonomik büyümeye katkısı ekonometrik yöntemlerle ölçülmeye çalışılmıştır. 3.1. Türkiye’de Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Tarihsel Gelişimi Türkiye ekonomisinde sermaye hareketlerinin genel eğilimleri, tarihsel gelişim süreci içerisinde 1980 öncesi ve 1980 sonrası başlıkları altında incelenebilir. Bu dönemler, genel olarak ekonomik yapı ve uygulanan iktisat politikaları açısından farklılık gösterir. 1980 öncesinde, ithal ikameci üretim ön plana çıkmıştır. İthal ikameci yaklaşım tercihi beraberinde dışa kapalı bir ekonomik yapıyı ve korumacı dış ticaret politikasını getirmiştir.1980 sonrasında ise üretimim yönü dış dünyaya yönlendirilmiş, dışa açık bir ekonomi ve serbest dış ticaret politikasına geçilmiştir. Bu politika değişikliğiyle birlikte piyasa ağırlığı yüksek bir ekonominin oluşması yönünde kararlar alınmıştır. Türkiye ekonomisi, diğer GOÜ’e benzer şekilde dış gelişmelere daha duyarlı uluslararası sermayenin daha yoğun giriş –çıkış yaptığı bir ekonomik yapı yönünde değişmiştir. Bu eğilim 1990’lı yıllarda daha belirgin hale gelmiştir. 1980 Öncesi Dönem: Dışa Kapalı Türkiye Ekonomisi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında doğrudan yatırımlar, devletçi sanayileşme döneminde ve II. Dünya savaşı yıllarında, resmi krediler şeklinde ülkeye sermaye girişi olmuştur. Sermaye hareketleri dünyadaki hareketlere paralel olarak, 1950’li yıllarda bağışlar ve yardımlar; 1960’lı yıllarda program ve proje kredileri, 1970’li yıllarda ise uluslararası banka kredileri şeklinde olmuştur.1980 öncesi dönem,1923- 1945 dönemi,1946- 1960 dönemi ve 1961- 1979 dönemi alt başlıkları altında incelenebilir. 66 1923- 1945 Dönemi Osmanlı Devletinin son yıllarında yaşanan dış borç sorunları2ve kurtuluş savaşı ile başlayan tam bağımsızlık düşüncesi, dış kaynaklara fazla bağımlı olmama çabasına yol açmıştır. 1920’lerin başında yabancı sermaye çevrelerinin desteğine başvurma konusunda şekillenen bu politikayı, birbirine karşıt iki ayrı değerlendirme ve eğilimin etkilediği görülmektedir. Kemalistler, Osmanlı imparatorluğundaki yarı sömürge ve statü ve kurumlarını ortadan kaldırabilmek için Lozan da büyük bir mücadele vermişlerdir. Yarı-sömürge olma tecrübesi o kadar canlıydı ki, yabancı sermaye çevreleri ile yeni ilişkilerin eskisine benzer bir yarı sömürge statüsüne yol açması, yeni Türk devletinin siyasal bağımsızlığını sınırlandırmasından korkulmaktaydı. Öte yandan yurt içindeki sermaye birikimi ve teknik bilgi, beceri eksikliklerinin iktisadi ve sosyal gelişme çabalarının önüne çıkardığı engelleri aşmak için yabancı sermaye çevrelerinden yaralanılmasını kaçınılmaz gören bir eğilimde vardı. Diğer taraftan, ülkenin imarı ve kalkınması için yurtiçi kaynakların yetersizliği ile batılılaşma anlayışı, uluslararası sermayeye karşı açık bir tavrın ortaya çıkmasını engellemiştir. Uluslararası sermaye Cumhuriyetin ilk yıllarında doğrudan yatırımlar şeklinde gelmiş ve 1923- 1930 yılları arasında kurulan 201 Türk anonim şirketinden 66’sında yer almıştır. Uluslararası sermayeli ortaklıkların toplam sermaye ( 73 milyon TL) içerisindeki payı % 43 ( 31,5 milyon TL) civarında olmuş ve dokuma, gıda, çimento, elektrik-havagazı gibi alt dallarda yoğunlaşmıştır. 1929 ekonomik bunalımıyla beraber iç ve dış koşulların zorlamasıyla devlet sanayileşmede daha fazla rol almaya başlamıştır3. Doğrudan yatırımlara karşı kapalı bir tutum izlenmiş ve sanayileşme planlarındaki projelerin finansmanına yönelik dış krediler kullanılmıştır. ABD’den sağlanan 10 milyon $’lık kredi, TCMB’ nın kurulmasında; SSCB’den sağlanan 10,5 milyon TL’lik (= 8,3 milyon $) kredi, sanayileşme kapsamında dokuma sektöründe ve 2 Osmanlı Devleti,1838 Ticaret Anlaşması ve iç pazarını yabancı tüccarlara açması ile başlayan ekonomik ilişkiler, Osmanlı Devletinin itibar yitirmesi, ulusal ekonomik haklarından vazgeçilmesi, politik ve askeri baskılara maruz kalınması ile sonuçlanmıştır (Uras, 1979, 91- 101). 3 Orhan Kurmuş’un ithalatın bileşimi, ithal fiyatları ve tarifelerini dikkate alarak yaptığı hesaplama sonucunda, Lozan Anlaşmasıyla saptanan gümrük tarifesi ulusal ekonomiye % 12,9’luk bir koruma derecesi sağladığını bulmuştur. Bu koruma oranı, devletçilik dönemindeki uygulamalar sonucunda %45,7’e yükselmiştir (Aktaran: Boratav, 1988, 36). 67 İngiltere’den sağlanan 16 milyon sterlin de Karabük Demir Çelik Fabrika ‘sının kurulmasında kullanılmıştır (Kepenek ve Yentürk, 1997, 32- 59). Türkiye, II. Dünya Savaşı yıllarında tarafsız kalmış, ama bir yandan da her an savaşa girilecekmiş gibi silahlanarak asker sayısı yükseltilmiştir. Sayısı artan ordunun beslenmesi için piyasadan tüketim mallarının çekilmesi; işgücünün ve kaynaklarının üretimden çekilerek savunmaya aktarılması, ekonomide kaynak dağılımı ve mevcut dengeleri bozulmuştur. Savaşan ülkelerin, Türkiye`yi yanlarına çekebilmek ya da tarafsızlığını sağlamak için yoğun bir çaba içine girmeleri, çeşitli yollarla dış kaynak girişini arttırmıştır. 1939- 1940 yılarında İngiltere`den 17,5 milyon Sterlin ticari, 29,5 milyon Sterlin askeri kredi olmak üzere toplam 47 milyon Sterlin 1940 yılında Fransa`dan 1,5 Sterlin ticari kredi;1941 yılından ABD`den 45milyon $`lık savaş malzemesi kredi (Bu kredinin 5 milyon $ì kullanılmıştır) ve Almaya`dan 35 milyon $ kredi sağlanmıştır. Türkiye, dış ticaret fazlaları ve dış kredi kullanımı artışı sayesinde, altın ve döviz rezervlerini artırmıştır. Savaş sonunda, büyük bir rezerv birikimi(1946 yılında Türkiye ekonomisinde, W. Hale`ye göre 262 milyon $, M Singerè göre ise 307 milyon $ değerinde döviz ve altın rezervleri oluşmuştur. Y. Tezel’e göre ise savaş yıllarında rezervler 250 milyon $ arttırmıştır.) oluşmuştur (Aktaran: Şahin, 1997, 8485). 1946- 1960 Dönemi II. Dünya savaşı sonrasında yeni bir ekonomik ve siyasi ortam oluşmuştur. Türkiye tercihini Batılı ülkelere göre daha yakın olmak için kullanmış, II. Dünya Savaşı sonrasında Batı dünyasında kurulan tüm siyasi ve ekonomik kuruluşlara üye olmuştur. II. Dünya savaşı yıllarında başlayan Türkiye –İngiltere yakınlaşmasının yerini, ABD’nin dünya lideri olması nedeniyle Türkiye –ABD yakınlaşması almış ve ulusal ekonomi politikalarının oluşturulmasında daha etkili hale gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk devalüasyon 7 eylül 1946 tarihinde yapılmıştır. TL yaklaşık olarak %54,3 oranında devalüe edilmiştir. Bu devalüasyon, döviz sıkıntısının olmadığı bir dönemde yapılmıştır. Ancak devalüasyon sonrasında ithalat yükselmeye devam etmiş, ihracatta beklenen artış sağlanamamış ve 1947 yılında dış ticaret açık vermiştir. Hükümet bu açıkları savaş yıllarında biriktirilen rezervler ve 68 Marshall yardımı çerçevesinde ülkeye giren kaynaklarla karşılamaya çalışmıştır.1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti hükümeti, ithalatı % 60 oranında serbestleştirmiş ve ithalat kısa süre içerisinde artmıştır. Dış ticaret açıkları, 1950 yılından 1956 yılına kadar büyüyerek devam etmiştir. Dış açıklar, dış krediler ve bağışlarla kapatılmaya çalışılmıştır (Şahin, 1997, 105–106). 1950’li yılların ortalarında kredi veren çevreler, devalüasyon yapılması için baskılar yapmıştır. Hükümet dış kredilerin durdurulmasıyla istikrar programı hazırlamaya mecbur kalmıştır.4 Ağustos 1958 kararları istikrar programı ile alınan önlemler: TL’nin devalüasyonu (1$’ın değeri, 2,8 TL’den 9 TL’ye yükseltilmiştir.), ithalata yeniden serbesti getirilmesi, KİT ürünlerinin fiyatlarının yükseltilmesi, sıkı para politikası ve maliye politikalarının uygulanması (Kepenek ve Yentürk, 1997, 112). 1950 yılından sonra liberal ekonomi politikalarının benimsenmesi sonucu yabancı sermayenin ülkeye girişi ile ilgili hukuki tedbirler alınmaya başlanmıştır. Bu dönemde çıkarılan 5583 sayılı kanun ile yabancı sermayeye transfer garantisi ve Türk özel sektörünün dış borçlarının faizini transfer etme imkânı getirmiştir. Bu kanundan yeterli verimin alınamaması sonucu, 1954 yılında Amerikan Dış Ekonomik Politika Komisyonu Başkanı Randall yönetiminde hazırlanan ( Hazine, 2003, 111) 6224 sayılı “Yabancı Sermaye’yi Teşvik Kanunu’’, ile yabancı sermaye’ye yerli özel teşebbüslere açık bırakılan alanlarda çalışma imkânı verilmiş ve kanundan yaralanacak faaliyet kolları daha da genişletilmiştir (Başol, 2001, - 309). Yine 1954 yılında çıkarılan “Petrol Kanununa göre’’ yabancı sermaye yatırımları, Türkiye’de petrol arama, sondaj, üretim, tasfiye ve dağıtım işlemleri ile ilgili olarak faaliyette bulunabilmektedir (Tuncer, 1968, 79). 69 Tablo 3.1. 1946–1960 Dış Sermaye Kaynakları4 Dönemler ABD Yardımları Ekonomik Özel Sermaye Girişi 3 Diğer2 Borç Bağış 1946–1950 79,2 -------- 5,0 ------- 1950–1953 51,2 198,7 135,6 7,541 1954–1957 75,6 329,1 17,3 42,736 1958–1960 146,9 296,4 162,5 53,604 TOPLAM 352,9 824,2 320,4 103,881 Açılamalar: 1) Uluslararası sermaye miktarları, dönemler için toplam miktarlardır. Bu tablodaki verilere ek olarak, 1954–1963 döneminde 1.533.157 TL ( = 182.248 $ ) tutarında özel sermaye petrol alanına gelmiş ve 1946–1963 döneminde 2.023.800 $ askeri yardım alınmıştır. 2) Diğer kredi kuruluşları, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’na (IBRD) Uluslararası Kalkınma Birliği (IDA), Uluslararası Para Fonu (IMF), Avrupa Ödemeler Birliği (EPU) , Kalkınma İçin İşbirliği Örgütü (OECD) ve Batı Almanya Devleti. 3) Özel sermaye bin TL,diğerleri milyon ABD $’dır. Kaynaklar: BAD bağış ve kredileri: Haris, George S.Troubled Allience, age. 182 Diğer kuruluşlar: Bulutoğlu, Kenan.100 soruda Türkiye’de Yabancı sermaye Age, 118- 119 Yabancı Sermaye: US AID. Economic and Social Indicators, Turkey, August 1973, Ankara: 1973,38. Petrol alanındaki yabancı sermaye: US, AID, age. 39 (Aktaran: Kepenek ve Yentürk,1997,93,Tablo V.3’ün düzenlenmesi ile hazırlanmıştır). 4 Tablo 3,1’de görüldüğü gibi 1954-1957 döneminde uluslararası mali kuruluşların verdiği kredi miktarlarında büyük düşüş olmuştur. 70 Tablo 3.2. 1950- 1960 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $) YILLAR 1950 1951 1952 1953 1954 1955 1956 1957 1958 1959 1960 A.Cari İŞL. -50 -94 -198 -164 -177 -177 -75 -64 -64 -145 -139 126 156 165 183 166 173 128 136 171 129 -18 -22 -20 -73 -106 -89 -83 -69 -60 -65 0 0 0 0 0 0 14 32 42 27 22 2 7 10 8 8 3 2 17 13 7 24 4.Proje Kre. 5 1 6 11 14 15 8 5 4 1 2 5.Bedelsiz 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 100 115 77 61 108 127 95 70 97 147 115 0 21 85 105 126 127 143 87 49 49 31 DENG. B.SERMAY 92 E HAREKET. 1.Dış Borç -15 A.para Öde. 2.Gıda İthalatı TL. 3.Özel Yaban serm İthalat 6.Program Kredileri 7.Diğer Serm. Kredileri Kaynak: TCMB (Aktaran DPT, sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998), dış ticaret ve ödemeler dengesi göstergeleri, Tablo 3.10’un düzenlenmesi ile elde edilmiştir. İnternet adresi ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip) Bu dönemde dışa açılma politikasının doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla büyümeye katkı yapma amacının çok etkili işlediği söylenemez. Dışa açık büyüyen sanayi mamul ihracatçısı ülkelerde yabancı sermayenin dolaysız yatırımlar ve çeşitli hizmet şirketleriyle ülkenin dışa açıklığını sağlayan serbest bölge olgusu Türkiye’de var bile olamamıştır. Ayrıca Ülkeye giren doğrudan yabancı sermaye yatırım tutarı çok azdır. Bu dönemde alınan toplam dış kredilerin % 5’ine bile ulaşamaz (Kazgan, 1988, 272). 71 1961- 1979 Dönemi Bu dönem, 1950- 1960 döneminde uygulanan politikalar sonucunda yaşanan istikrarsızlıklara bir tepki olarak 27 Mayıs 1960 yılında yapılan askeri darbeyle başlamıştır. Planlı dönemde ithal ikameci sanayileşme, 1930’lu yıllara göre daha bilinçli bir şekilde uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak ekonominin dış kaynaklara olan ihtiyacı, daha ileri boyutlara ulaşmıştır. 1961 yılında, ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi için kalkınma planları hazırlamak ve uygulamak için Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuştur. 1950’li yıllarda dünya ekonomisinde başlayan ekonomik büyüme, 1960’lı yıllarda refah artışına yol açmış ve yeni tüketim kalıplar oluşmuştur. Bu yeni tüketim kalıplarını ülkemizde bir yansıması sonucu, dayanıklı tüketim mallarına olan talep artmıştır. Bu talebi karşılamak ve kıt döviz kaynaklarının bu malların ithalatında kullanılmasını önlemek için, dayanıklı tüketim mallarının ithal ikamesine yönelik sanayileşme biçimi ortaya çıkmıştır. Tüketim malları-dayanıklı tüketim malları-ara malları-yatırım malları şeklinde sıralanan ithal ikameci üretim tarzı 1960’lı ve 1970’li yılların ilk yarısında Türkiye ekonomisinde başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Fakat 1973-1974 yıllarında yaşanan petrol şoku ve 1974 Kıbrıs barış harekâtını izleyen ambargo ile olumlu gelişmeler tersine çevrilmiştir. Diğer taraftan Türkiye ekonomisine giriş yapan uluslararası sermaye, ithal yasaklarını aşıp iç piyasalardaki aşırı kârlardan yararlanmak amacında olmuştur. Türkiye`ye yardım ve borç vermek için OECD bünyesinde, 31 Temmuz 1962 tarihinde Türkiye`ye Yardım Konsorsiyumu kurulmuştur. Bu konsorsiyum aracılığıyla Türkiye`ye, proje, program ve prefinansman kredileri sağlanmıştır. Konsorsiyum üyeleri (ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İsveç, Norveç, Avustralya, İsviçre ve Danimarka), hangi tür kredileri vereceklerini kararlaştırdıktan sonra, kredi türlerine göre Türkiye ile anlaşmalar yapmışlardır (Şenses, 1998, 31-32). Türkiye,1960’lı yılların sonunda dış ödeme güçlüğüne düşmüş ve kredi veren dış çevrelerde devalüasyon beklentileri oluşmuştur. Hükümet, devalüasyon baskılarına dayanamamış ve Ağustos 1970`de TL`yi % 40 devalüe ederek 1$ìn değeri 9 TL`den 15 72 TL`ye yükseltilmiştir. Bu devalüasyon sonucunda dış açıklar azalmış, yurtdışındaki işçilerimizin gönderdiği dövizlerdeki artışında etkisiyle 1970`li yılların ortasına kadar ekonomi, dış ödemeler açısından rahatlamıştır (Şahin, 1997, 150- 151). 1968 yılında başlayan İBYKP döneminde, proje kredileri kullanımı yükselmiş ve en yüksek hacimli sermaye girişi bu tür kredilerle gerçekleşmiştir. Özel sermaye ise 1970’li yıllara kadar yok denilebilecek bir düzeyde olmuş,1970’li yıllardan itibaren artmaya başlamıştır (Tablo 3,3) Türkiye’nin ara ve yatırım mallarından oluşan ithalatının maliyeti, sanayileşmiş ülkeler (SÜ)’in petrol fiyatlarındaki olağanüstü artışı, kendi ürünlerine yansıtmasıyla daha maliyetli hale gelmiştir. Kıbrıs Barış Harekâtı ise savunma harcamalarını yükseltmiştir. ABD ve Batılı Ülkeler, bu harekâta tepki olarak Türkiye’ye ambargo uygulamışlardır. İç ve dış koşullardaki bu ani değişmeler, Türkiye ekonomisini ciddi bir bunalıma sürüklemiştir. Bütün dünya petrol tasarrufuna yönelmişken Türkiye’nin petrole sübvansiyon vererek tüketimini artırması, yaşanan ilginç bir gerçektir.1972- 77 arasında Türkiye’de petrol tüketimi 10,8 milyon tona ve petrolün enerji tüketimindeki payı ise % 50’ye çıkmıştır (Kazgan, 1995, 169- 170). Tablo 3.3. 1961–1974 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $) YILLAR 1961 1962 1963 1964 1965 1966 1967 A.CARİ İŞLEMLER DENGESİ -170 -242 -300 -109 -78 -164 -115 B.SERMAYE HAREKET. 181 199 251 127 146 150 175 1.Dış Borç Anapara Ödemeleri -84 -97 -119 -131 -184 -146 -99 2.Gıda İthalatı TL. 65 71 88 31 29 17 0 3.Özel Yaban sermaye 34 36 21 25 22 30 17 4.Proje Kredisi 7 26 81 40 57 56 83 5.Bedelsiz İthalat 0 0 5 5 5 11 12 6.Program Kredileri 118 94 115 117 167 162 162 7.Diğer Sermaye Kredileri 41 69 60 40 50 20 0 73 Tablo 3.3. (Devamı) YILLAR 1968 1969 1970 1971 1972 1973 1974 -224 -220 -171 -109 -8 484 -719 235 257 413 344 160 433 290 -72 -108 -158 -91 -235 -72 -126 2.Gıda İthalatı TL. 0 41 83 55 18 0 0 3.Özel Yaban sermaye 13 24 58 45 43 79 88 4.Proje Kredisi 127 174 179 219 222 328 237 5.Bedelsiz 22 20 34 27 39 50 58 145 106 217 89 73 48 33 0 0 0 0 0 0 0 İŞLEMLER A.CARİ DENGESİ B.SERMAYE HAREKET. 1.Dış Borç Anapara Ödemeleri İthalat 6.Program Kredileri 7.Diğer Sermaye Kredileri Kaynak: TCMB (Aktaran DPT, sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998), dış ticaret ve ödemeler dengesi göstergeleri, Tablo 3.10’un düzenlenmesi ile elde edilmiştir. İnternet adresi ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip) Petrol şokunun ilk etkileri, 1970 devalüasyonu ve yurtdışındaki işçilerimizin gönderdiği gelirleriyle yüksek bir düzeye çıkan döviz rezervleri ile karşılanmıştır. Rezervlerin erimesiyle Avrupa Euro –döviz piyasalarında kısa vadeli ve yüksek faizli borçlanma yoluna gidilmiştir. Dövize çevrilebilir mevduat (DÇM)5 adı verilen pahalı ve kısa vadeli borçlanma yöntemine dayalı büyüme stratejisi benimsenmiştir. Alınan krediler ile kısa vadeli sıkıntılar atlatılmış ama büyük bir borç yükü altına girilmiştir. 5 DÇM, TL’nin yabancı paralar karşısında değer kaybından ortaya çıkabilecek zararların TCMB tarafından karşılanacağının garantisi altında, Türkiye’deki ticari bankalarda açılan hesaplardır. DÇM uygulamasına 09.06.1967 tarihinde başlanmıştır. DÇM, döviz açısından çok zor bir dönemde tek çare haline gelmiş, dış borç yapısını kısaltmış ve borç servisini yükseltmiştir. Bu durum sonraki yıllarda yaşanan döviz sıkıntısının nedenlerinden biri olmuştur. DÇM uygulamasında verilen kur garantisi ise enflasyonist baskıyı artırmış, Merkez Bankası açısından parasal kontrolü güçleştirmiştir (Keyder, 1996, 181- 183). 74 Borçlarını geri ödeyemeyecek duruma düşen Türkiye,1970’li yılların sonunda derin bir ekonomik ve mali krize sürüklenmiştir. İthalata büyük ölçüde bağımlı ekonomiye dış kaynak girişinin kesilmesi ve dış borç servisini yerine getirmede tıkanması sonucunda ekonomik kriz tüm yoğunluğuyla yaşanmaya başlamıştır (Seyidoğlu, 1996; Sönmez, 1998). 1973 yılının sonlarında yaşanan petrol şoku ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı izleyen ambargo, 1970’li yıllarda ekonomide başlayan olumlu gelişmeleri tersine çevirmiştir. 1973 yılında 484 milyon ABD $ fazla veren cari işlemler bilançosu, 1974 – 1979 yılları arasında büyük açıklar vermiştir. Bu yıllarda yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle Türkiye ekonomisi 1979 yılında ekonomik bunalıma sürüklenmiş ve uluslararası sermaye Türkiye’yi terk etmeye başlamıştır (Tablo 3,3 ve 3,4). Tablo 3.4. 1975–1979 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $) YILLAR 1975 1976 1977 1978 1979 A.CARİ İŞLEMLER DENGESİ -1648 -2029 -3140 -1265 -1413 B.SERMAYE HAREKETLERİ 327 1132 1645 848 -393 114 10 27 34 75 0 0 0 0 0 173 1049 650 412 532 40 73 968 402 -1000 (REZERV HARİÇ) DOĞRUDAN YATIRIMLAR PORTFÖY YATIRIMLARI UZUN VE ORTA VADE. SERM. HARE. KISA VADELİ SERMAYE HARE. Kaynak: TCMB (Aktaran DPT, sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998), dış ticaret ve ödemeler dengesi göstergeleri, Tablo 3.10’un düzenlenmesi ile elde edilmiştir. İnternet adresi ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip) 1980 Sonrası Dönem: Dışa Açık Türkiye Ekonomisi Türkiye 1980’li yıllara kadar içe dönük bir sanayileşme stratejisi uygulamıştır. 1970’lerin sonunda ortaya çıkan ödemeler bilançosu problemleri dış ticaret ve sermaye bilançosunun serbestleştirilmesine dönük reformların yapılması sonucunu doğurmuştur. 75 Bu reformlarla dış denge problemlerinin ortadan kaldırılıp, finansal araçlar yardımıyla yurtiçi kaynakların yatırımlara doğru yönlendirilmesi amaçlanmıştır (Günçavdı, Belaney ve Mckay, 1999, 222). Bu dönem ithal ikamesine dayalı büyüme modelinin terk edilerek, 24 Ocak 1980 sonrası ihracata dayalı dışa açık ekonomik modelin kabul edilmesi nedeniyle bir dönüm noktasıdır. 24 Ocak kararları kısa vadeli ve uzun vadeli hedeflere yönelik olmuştur. Kısa vadede, ekonomide fiyat istikrarının sağlanması, dış ödeme güçlüklerinin önlenmesi ve ekonomide atıl kapasitenin kullanılması ile ekonomik büyümeyi hızlandırmak; uzun vadede ise içe dönük ithal ikameci politikadan, dışa dönük ihracata dayalı ekonomi politikalarına geçilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için 24 Ocak kararları ve sonraki tarihlerde birçok önlemler alınmıştır. Bu önlemlerin en önemlileri, kısaca şöyledir (Şahin, 1997, 173–176). § Devletin ekonomideki yerinin daraltılması, ekonomiye müdahalelerin azaltılması ve fiyat oluşumunun piyasaya bırakılması: Bu yönde alınan kararlar sigara tekelinin kaldırılması, madenlerin kamulaştırılması kararının kaldırılması, Kamu İktisadi Kuruluşları (KİT)’nın özelleştirilmesi çalışmalarının başlatılması, KİT’e ürettikleri malların fiyatlarının tespitinde özerklik verilmesi, Fiyat Tespit ve Kontrol Komitesinin kaldırılması, tarımsal destekleme alım kapsamının daraltılması, taban fiyatlarının düşük tutulması olarak sayılabilir. § Faiz hadlerinin serbestleştirilmesi ve reel faiz uygulamaları: Faiz hadlerinin piyasada Oluşması için düzenlemeler yapılmıştır. 1980 yılına kadar yatırımları teşvik amaçlı uygulanan negatif reel faiz politikası, yerini pozitif reel faiz politikasına bırakmıştır. 1 Temmuz 1980 tarihinden itibaren bankaların mevduat ve kredi faizlerini belirlemeleri serbest bırakılmıştır. Ancak 1982 yılında meydana gelen banka krizleri nedeniyle bu uygulamaya 1983 yılında son verilmiştir. § İthalat ve ihracat rejimindeki değişikliklerle dış ticarette serbestleşmeye geçilmesi: Resmi döviz kurunun piyasa döviz kuruna yaklaştırılmasıyla, ihracat artışlarının sağlanması, faiz hadlerinin ve döviz kurlarının piyasa tarafından belirlenmesine yönelik önlemler alınması. 76 § Uluslararası sermayenin yapacağı doğrudan yatırımlara büyük ölçüde Teşvikler getirilmesi: Serbest Bölgeler Genel müdürlüğünün kurulması, yabancı bankaların Türkiye’de çalışmalarının teşviki ile ilgili yasal düzenlemeler, turizm alanında uluslararası sermaye yatırımlarının teşviki için yabancı sermaye çerçeve kararnamesi ve Finansal Kiralama ile ilgili düzenlemelerin yapılması. § Ücretler ve sendikal faaliyetlerle ilgili düzenlemeler yapılması: Toplu sözleşme Koordinasyon Komitesi kurulmuştur. Bu komitenin görevi, grevleri önlemek ve ücret artışlarını denetim altına almak olmuştur. Sendikal faaliyetler, yasaklanmış ve reel ücretler, düşük tutulmuştur. Bu uygulamalar sonucu, ekonomide kapasite kullanım oranı yükseltilmiş, işgücü maliyetleri düşürülerek ihracat kesiminin rekabet gücü artırılmıştır. 1980- 1988 döneminde sermaye hareketleri düşük miktarlarda olmuştur. 24 Ocak karaları ile elde edilen makroekonomik gelişmelerin katkısı ve finansal sistemin oluşumu ile birlikte 1980’li yılların ortalarından itibaren sermaye girişi hızlanmıştır. Sermaye girişlerinin kaynağı, para piyasalarına yönelik kısa ve uzun vadeli sermaye hareketleridir. Doğrudan yatırımlar yok denecek kadar düşüktür. 1980–1988 döneminde sadece 1988 ekonomik durgunluk döneminde sermaye çıkışı olmuştur. Bu çıkış, kısa vadeli sermaye hareketlerinden kaynaklanmıştır (Tablo 3, 6). 77 Tablo 3.5. Dış Ticaret Göstergeleri YILAR X X/GSYİH M X/M 1980 2.910 4,2 7.513 0,39 1981 4.703 6,5 8.567 0,55 1982 5.890 8,9 8.518 0,69 1983 5.905 9,5 8.895 0,66 1984 7.134 11,7 10.138 0,71 1985 7.959 11,7 11003 0,73 1986 7.457 9,8 10.559 0,71 1987 10.190 11,6 13.463 0,76 1988 11.662 12,8 13.545 0,86 Açıklamalar: X: İhracat miktarı (milyon $) X/GSYİH: İhracatın gayri safi milli hâsıla içindeki payı M: İthalat miktarı (milyon $) X/M: İhracatın ithalatı karşılama oranı İhracat ve İthalat FOB olarak alınmıştır. Kaynak: TCMB ve DPT web sitesi, 1950- 2006 Ekonomik ve Sosyal Göstergeler Tablo 3.10’un düzenlenmesi ile elde edilmiştir). TABLO 3.6. 1980- 1988 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $) YILLAR A.CARİ İŞL. 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 -3408 - -952 -1923 -1439 -1013 -1465 -806 1596 DENGESİ B.SERMAYE 1936 672 899 280 883 73 1065 2124 1891 -958 Doğrudan Yatırımlar 18 95 55 46 113 99 125 106 354 Portföy Yatırımları 0 0 0 0 0 0 146 282 1178 656 683 127 39 612 -513 1041 1453 -209 -2 121 98 798 -652 1479 812 50 -2281 HAREKETLERİ (REZERV HARİÇ) Uzun Vadeli Serm. Hare. Kısa Vadeli Sermaye Hare. Kaynak: TCMB(1975- 1995 dönemini aktaran DPT,sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998),dış ticaret ve ödemeler dengesi göstergeleri,Tablo 2.10’un düzenlenmesi ile elde edilmiştir.İnternet adresi ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip) 78 1987 yılının sonlarında resmi döviz kuru arasındaki farkın artması, ekonomik ajanların devalüasyon beklentileri ve ekonomide yükselen enflasyon oranları, tasarruf sahiplerinin dövize yönelmesine neden olmuş; bu koşulların yarattığı durgunluk ortamını aşmak için hükümet, 4 Şubat 1988 istikrar kararlarını almak zorunda kalmıştır.4 Şubat 1988 istikrar kararlarıyla alınan önlemler, TL, cinsinden tutulan tasarrufların çekiciliğini artırmaya, ithalatı frenlemeye, ihracatı tekrar canlandırmaya ve kamu harcamalarını kısarak ekonomideki aşırı ısınmayı soğutmaya yönelik olmuştur. Ekonomi, bu önlemler sonucunda 1988 yılının ikinci yarısından itibaren durgunluğa ve aynı yılın sonlarında daralmaya girmiştir (TCMB, 1989 Yıllık Bülteni, 11). 1989- 2008 Dönemi 1988–1989 yılarında yaşanan ekonomik durgunluktan çıkabilmek ve yabancı sermayeyi çekebilmek için 1989 yılında 32 sayılı kanun hükmünde kararname çıkarılarak, sermaye hareketleri tamamen serbestleştirilmiştir. Türkiye, bu kararname ile sermaye hareketleri açısından en serbest ülkelerden birisi olmuştur. Yabancı finans kurumlarının mali piyasalarda, özellikle menkul kıymetler piyasalarında serbestçe faaliyetleri sağlanmış, portföy yatırımları teşvik edilmiş ve yerli kurumlarında aynı faaliyetleri yurtdışı mali piyasalarda yapmaları serbest bırakılmıştır. Döviz TL’nin tam ikamesi haline gelmiş ve döviz kurları, cari işlemler hesabının açıkları ve fazlalıkları yerine, sermaye hareketlerinin belirlediği bir fiyata dönüşmüştür. 79 Tablo 3.7. 1989- 1999 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $) YILLAR A.CARİ İŞL. 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 938 -2625 250 -6433 2631 -2339 -2437 -974 DENGESİ 1997 1998 1999 - 2000 -925 2638 B.SERMAYE 780 4037 HAREKET. - 3648 8903 2397 - 4565 5483 6969 -840 4936 4257 (REZ. HARİÇ) DOĞRUDAN 663 700 783 779 622 559 772 612 554 573 138 1386 547 623 2411 3917 1158 237 570 1634 - 3429 YATIRIMLAR PORTFÖY YATIRIM. 6711 UZUN VADE. -685 -210 -783 -938 1370 -784 -79 1636 -584 3000 - 1396 2994 - 3635 2665 4788 3985 345 SERM. HARE. KISA VADE. SERM. HARE. 3020 -7 1313 1024 5190 Kaynak: TCMB(1975- 1995 dönemini aktaran DPT, sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998), dış ticaret ve ödemeler dengesi göstergeleri, Tablo 2.10’un düzenlenmesi ile elde edilmiştir.1995- 1999 dönemi TCMB üç aylık bültenlerinden derlenmiştir.İnternet adresi ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip) 1990’lı yıllar boyunca, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle, portföy yatırımı amacıyla ülkemize gelen sermaye miktarında hızlı bir artış görülmüştür. Portföy yatırımı amacıyla ülkeye sermaye girişinin brüt sermaye girişine oranı, 1992 yılında menkul kıymetler piyasalarının açılmasıyla, hızla artmış ve 1990 yılında % 8 olan bu oran 1992’den itibaren % 45 ile % 55 arasında değişmiştir. Buna karşılık doğrudan yabancı sermaye girişlerinin brüt sermaye girişine oranı, 1990’lı yıllar için ortalama % 4 civarında gerçekleşmiş,1999 yılında % 2’ye kadar düşmüştür. Tablo 3,7 ‘den görüleceği üzere Türkiye’nin yabancı sermaye yapısı 1990’lı yıllara bakıldığında kısa vadeli sermaye girişi ağırlıklıdır. Özellikle Doğrudan yabancı sermaye girişinin oldukça düşük düzeylerde kaldığı göze çarpan diğer bir noktadır. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden bu yana ülkemiz, sermaye akışını kısa vadeliden, uzun vadeliye değiştirememiş,1990’lı yıllar içerisinde iki defa krizle 80 karşılaşmış, 2000’li yıllarda da 2001 ve 2008 yıllarında ekonomik krizlere yakalanmaktan kurtulamamıştır. Net sermaye akımları 1996 ve 1997 yıllarında GSMH’nın % 4’üne kadar ulaşmıştır. 1991 ve 1994 krizleri dışında net sermaye akımları 1990’lı yıllarda GSMH’nın % 2’si seviyesinde bulunmaktaydı. Tablo 3.8. Bazı Ülkelere Yönelik Net Sermaye Akımları (GSMH’ya oranı %) 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 Meksika 3,3 8,2 7,6 Brezilya -1,3 -1,3 Taylan 10,8 Endonezya 4,1 1997 8,6 3,9 -4,4 1,3 1,6 1,8 1,5 4,3 12,2 8,7 8,6 8,7 13,3 10,8 -10,0 4,6 4,6 3,7 2,3 5,3 5,0 0,7 Bu oran Tablo 3,8’den anlaşılacağı üzere o dönem Brezilya ve Endonezya’daki orandan düşük, Meksika ve Tayland’dan daha düşük bir orandır. 1989 yılında çıkarılan 32 sayılı kararname ile serbest bırakılan sermaye hareketleri sonucu doğrudan yabancı sermaye hareketlerinde fazla bir değişiklik olmazken, kısa vadeli sermaye girişlerde büyük artışlar olmuştur. Yüksek faizli ve kısa vadeli kamusal borçlanma senetlerinin ihracı yoluyla sürdürülen borçlanma politikası, borç stokunun giderek kabarmasına ve borcu borç ile ödeme kısır döngüsüne yol açmıştır. Risk ve getiri açısından son derece cazip kamusal borçlanma senetlerine yatırım yaparak para kazanma alışkanlığını edinen özel sektör birimleri, uzun vadeli üretim faaliyetlerini hayata geçirmede çekingen bir tutum göstermişlerdir. Türkiye’de borç stokundaki artış eğilimi özellikle 1989 yılından sonra belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır.1989 yılında sermaye hareketlerinin önündeki engellerin ortadan kaldırılması sonucu, kısa vadeli sermaye girişlerinde ciddi bir artış ortaya çıkmıştır. Dış finansal serbestleşme stratejisinin uygulanması ile birlikte, sermaye girişlerini özendiren asıl faktör, yüksek faizli ve kısa vadeli kamusal borçlanma senetlerinin sağladığı cazip getiridir Tablo (3,9). Mali disiplini sağlamak bir yana, ekonomideki yapısal sorunlara kayıtsız kalan siyasal iktidarlar, popülist harcamalarını finanse etmek amacıyla, ulusal paranın değerlenmesine yol açan kur politikasını uygulamaktan çekinmeyerek, kısa 81 vadeli sermaye girişleri ile desteklenen bir finansman politikası uygulamışlardır. Bu ortamda bankacılık sektörü de özel kesime kredi olanağı sağlamak yerine yüksek getirili kamusal borçlanma senetlerine yatırım yapmayı tercih etmiştir. Kurların baskı altında olduğunu gören bankalar, döviz cinsinden ifade edilen yükümlülüklerinin artması pahasına, dışarıdan ucuz maliyetler ile sağladıkları fonları yüksek reel faizler ile devlete borç vermişlerdir. Görünürde kârlı gibi görünen bu strateji, kurlarda bir artış olduğunda ülkeyi ciddi finansal krizler ile karşı karşıya bırakmıştır. TABLO 3.9. Türkiye’de Hazine Bonolarının Karlılığı Fark (%) (C-D) (E) 1990 9,4 60,2 69,6 Hazine Bonosu Faiz Oranı (%) (D) 54,0 1991 0,3 66,0 66,3 81,4 -15,1 1992 6,4 70,1 76,5 88,2 -11,7 1993 8,1 66,4 74,5 87,5 -13,0 1994 -6,1 106,2 100,1 152,4 -52,3 1995 8,0 93,2 101,2 122,8 -21,6 1996 7,1 79,4 87,1 135,2 -48,1 1997 8,3 85,3 93,6 109,7 -16,1 1998 3,9 83,6 87,5 118,1 -30,6 1999 -6,1 63,6 57,5 109,5 -52,0 2000 6,3 53,9 60,2 38,5 21,7 2001 -9,5 53,9 44,5 83,6 -39,1 2002 7,9 44,8 52,6 75,2 -22,6 YILLAR GSMH Büyüme Oranı(%) (A) Kaynak: Akdiş (2004),11 TEFE (%) (B) (TOPLAM (A+B) C) 15,6 82 TABLO 3.10. Türkiye’de Reel Faiz Getirileri Döviz Kuru Değişimleri (%) (C) Fark (%) (A-C) (D) 54,0 Döviz Kurları (1$/TL) (B) 2927 0,0 - 1991 81,4 5074 73,4 8,0 1992 88,2 8555 68,6 19,6 1993 87,5 14458 69,0 18,5 1994 152,4 38418 165,7 -13,3 1995 122,8 61054 58,9 63,9 1996 135,2 107555 76,1 59,1 1997 109,7 204750 90,5 19,2 1998 118,1 312720 52,7 65,4 1999 109,5 540098 72,7 36,8 2000 38,5 671765 24,4 14,1 2001 83,6 1439567 114,3 -30,7 2002 75,2 1634501 13,5 61,7 YILLAR Hazine Bonosu Faiz Oranı (%) (A) 1990 Kaynak: Akdiş (2004),12 1990’lar boyunca portföy yatırımlarının büyük bir bölümü kısa vadeli akımlar şeklinde gerçekleşmiştir. Bu portföy yatırımları, hisse senetlerinden ziyade, Hazinenin çıkarmış olduğu borç senetlerine yönelik olarak gerçekleşmiştir. Bu tür likidite artışı öncelikle kamu harcamalarının rahatlıkla finanse edilmesine olanak sağlayarak, kamu harcamalarının artmasına ve aynı zamanda yerli paranın değer kazanmasına neden olup ithalatı ucuzlatarak iç mal piyasasındaki toplam talep baskısının artmasına yol açmıştır. ( Balkan, Biçer, Yeldan, 2002, 3). Türkiye’deki hazine bonolarının getirilerine bakıldığında da, borçlanmanın çok yüksek bir maliyetle gerçekleştiği görülmektedir. Hazine bonosu faizleri, 1990 yılından itibaren, enflasyon ve GSMH büyüme oranı toplamından yaklaşık % 13 ile % 53 oranında bir fazlalık göstermiştir. Bu durum reel faizi yabancı yatırımcılar için çok cazip kılmaktaydı (Ercan, 2003; Gürlesel, 2003). 83 Türkiye’deki döviz kuru değişimleri, hazine bonolarının faiz getirilerini telafi etmekten uzak kalmış, 1994 ile 2001 yılları hariç (bu iki dönem kriz dönemleridir ve yabancı sermaye çıkış yapmaktadır) Tablo 3.10’dan da görüleceği üzere 1990- 2002 yılları arasındaki dönemde, yatırımcılar yaklaşık % 8 ile % 65 gibi çok büyük kârlar elde etmişlerdir. Dünyadaki reel faiz bu dönemde ortalama % 2 seviyesinde olduğu düşünülürse, Türkiye’deki reel faiz bu dönemde ortalama % 15 seviyesinde bulunmakta olup bu da uluslararası piyasalar açısından oldukça yüksek bir oranı temsil etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’ye dışarıdan gelen sıcak para için çok büyük kârlar elde etmek mümkün hale gelmiştir. Faiz farklılıklarından kaynaklanan pozitif getiri, 1990’lı yıllarda 1991 yılındaki Körfez savaşı dönemi hariç, 1989- 1999 yılları arasında spekülatif amaçlı fonları(sıcak parayı) uyarıcı bir etken olmuştur.1994 yılındaki ekonomik kriz nedeniyle zamanın hükümeti IMF ile yapılan anlaşma sonrası, IMF’nin de telkinleriyle Özelleştirme, KİT’lerin iyileştirilmesi, kamu sektöründe daha akılcı istihdam, yerel yönetimlere ilişkin idari ve mali düzenlemeler ile sosyal güvenlik reformu düzenlenmiştir. Bu reform sonucu ekonomide iç talepteki canlanmanın etkisiyle 1995- 1997 döneminde GSMH büyüme hızı ortalama % 7,8 oranında gerçekleşmiştir, (TCMB, 1999 Yıllık Bülten, 26). Fakat 1998 yılında Rusya krizinin etkisiyle yılın ikinci yarısında yoğun sermaye çıkışları nedeniyle net sermaye girişi 1 milyar $’ın altına inmiştir (Tablo 3,7) 1995 yılında erken seçim kararı alınması, istikrar programı uygulamalarına son verilmesi ve seçim ekonomisi uygulanmaya başlanması sonucu, tekrar kamu açıkları artmaya başlamış ve gene bu açıklar sıcak para girişleriyle desteklenmeye başlamıştır. Bu yıllarda TL yine değer kazanmaya başlamış ve ihracatın ithalatı karşılama oranı tekrar düşmüştür. 1990’lı yıllara bakıldığında ihracatın ithalatı karşılama oranı kriz dönemlerinde daha yüksektir, bu ise o dönemlerde uygulanan istikrar programları, iç piyasada tüketim talebinin daralması, ekonomik büyümenin eksi değerlere düşmesi sonucu ara malı ithalatının azalması gibi sebeplerle ithalat düşmekte ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yükselmektedir. 84 Tablo 3.11. Dış Ticaret Göstergeleri YILLAR X X/GSYİH M X/M 1989 11.625 10,7 15.792 0,74 1990 12.959 8,6 22.302 0,58 1991 13.593 8,9 21.047 0,65 1992 14.715 9,1 22.871 0,64 1993 15.345 8,5 29.428 0,52 1994 18.106 13,8 22.270 0,81 1995 21.637 12,6 35.709 0,61 1996 23.224 12,6 43.627 0,53 1997 26.261 13,5 48.585 0,54 1998 26.974 13,1 45.921 0,59 1999 25.587 13,6 40.671 0,63 2000 27.755 13,7 54.503 0,51 2001 31.334 15,9 41.399 0,76 20021 36.059 15,6 51.554 0,70 15,5 69.340 0,68 20031 47.253 20041 63.167 16,2 97.540 0,65 20051 73.476 15,3 116.774 0,63 20061 85.535 16,2 139.576 0,61 20071 107.272 16,5 170.063 0,63 20081 132.027 17,1 201.964 0,65 X/GSMH: İhracatın gayri safi milli hâsıla içindeki payı M: İthalat miktarı (milyon $) Açıklamalar: X: İhracat miktarı (milyon $) X/M: İhracatın ithalatı karşılama oranı (1) 2001 yılından itibaren para tabanlı altın dışında kalan tüm altın ticareti dâhil edilmiştir. Kaynak: TCMB (Elektronik veri dağıtım sistemi). 85 Tablo 3.12: 2000- 2008 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $) YILLAR 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 A.CARİ - 3760 -626 -7515 -14431 -22088 - - - 32051 38219 41490 İŞLEMLER 9920 DENGESİ B.SERMAYE 9610 HAREKETLER - 1237 7044 17602 42742 44216 49493 32997 13882 (REZERV HARİÇ) 112 2769 939 1252 2005 8967 19261 19940 15633 1022 -4515 -593 2465 8023 13437 7373 717 -5046 U. VADELİ 4276 -1130 2170 -956 6065 13384 28139 33064 23453 - - 4283 1509 6954 - -4228 -1043 DOĞRUDAN YATIRIM. PORTFÖY YATIRIM. SERM. HAR. K.VADELİ SERM. HAR. 4200 11006 1279 10557 Kaynak: TCMB yıllık bültenlerinden derlenmiştir. 2000’li yıllara baktığımızda ise 2004 ve sonrası yıllarda yapılan özelleştirme ve yabancılara gayrimenkul satışı nedeniyle artan doğrudan yatırımların dışında pek bir farklılık göremiyoruz. Yine cari açıklar ve ekonomik krizler görülmekte, cari açıklar ise yine büyük oranda kısa vadeli portföy yatırımlarıyla kapatılmakta ve tek fark olarak, cari açıkları kapatmak için bu kez özeleştirmeler dolayısıyla artan doğrudan yatırımların da devreye girmesini söyleyebiliriz. 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonucunda 13,8 milyar ABD doları net sermaye çıkışı yaşanmıştır.Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin bir sonucu olarak, 2001 yılında 2000 yılına göre önemli şekilde değişmiştir.2000 yılında Hazine’nin yurtdışı piyasalardan sağladıkları kısa vadeli krediler ve kasım krizine kadar olan dönemlerde yabancıların portföy yatırımları, yıl genelinde gerçekleşen sermaye girişlerini oluşturmuştur. 2001 yılında ise yaşanan ekonomik krizle beraber sözü geçen 86 kanalların tümünden net sermaye çıkışı yaşanmış, net sermaye girişi ağırlıklı olarak doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından kaynaklanmıştır. Bu artış da 2001 yılında üçüncü GSM lisans satış gelirinin tahsil edilmesi, TMSF bünyesindeki bir bankanın yabancı bir bankaya satılması ve bir otomotiv üreticisinin ortaklık payını yabancı ortağına satması sonucunda elde edilen gelirlerin payı büyüktür, nitekim bu satışlar sonucunda o yıl doğrudan yabancı yatırımlar 3,3 ABD Doları olarak gerçekleşmiştir, (net olarak ise 2,769 ABD Doları olarak gerçekleşmiştir), (TCMB,2001 yıllık bülten). 2002 yılında ise 2001 krizinin etkisiyle portföy yatırımları çıkışlar nedeniyle negatif olmuş, doğrudan yatırımlar ise yabancı yatırımcıların güvensizliklerinden dolayı ancak 863 milyon ABD Doları olmuştur. Bankacılık dışı özel sektörün uzun vadeli kredi kullanımına yönelmesiyle uzun vadeli krediler artarak 2.170 milyon dolara çıkmış ve cari açıklar bu şekilde kapatılmıştır. 2003 yılında ise yine kısa vadeli krediler ve portföy yatırımları belirleyici olmuştur.2004 yılında ise yine 2002 yılındaki gibi özel sektörün kullanmış olduğu uzun vadeli krediler belirleyici olmuştur. 2005 yılında da 2004 yılında olduğu gibi sermaye hareketleri giriş yönlü olmuştur. Doğrudan yatırımlar yabancıların yurtiçinde sermaye yatırımları ve gayrimenkul alımları şeklinde gerçekleşmiştir. 2005 yılının ardından 2006 yılında da özelleştirme ve şirket birleşmelerinin devam etmesi doğrudan yatırımları yüksek seviyelere çıkarmıştır. Ve yabancıların yurtiçinde gayrimenkul alımları da doğrudan yatırım girişlerinde önemli bir yer tutmaktadır.2006 yılında gerçekleştirilen özelleştirme ve şirket birleşmeleri Tablo 3.13’de verilmiştir. Bu tablo’da dikkat çeken diğer bir nokta Türkiye’ye özelleştirme ve şirket birleşmeleri şeklinde yatırım yapan yatırımcılar, çoğunlukla Bankacılık, Sigortacılık, Taşımacılık, Perakende gıda ve içecek sektörü ile Haberleşme alanları gibi kısa sürede kendini amorti edecek, iç piyasaya hizmet eden ve iç piyasada getirisi yüksek alanlara yatırım yapmışlardır. Bu durum 24 Ocak 1980 politikalarında belirtilen ithal ikamesi yerine, dışa açık büyüme modeliyle çelişmektedir. 87 Tablo 3.13. Türkiye’ye 2006 Yılında Gelen Doğrudan Yabancı Sermaye yatırımları (Milyon ABD Doları) Yatırım Yapan Gelen Sermaye Sektör Yatırım Vodafone International Holdings Vodafone/Telsim Taşıma, Depo, Haberleş 4690 National Bank of Greece Finansbank Finansal Aracılık 2774 Dexia Denizbank Finansal Aracılık 3220 Oger Telekom Oger/Türk telek. Taşıma, Depo, Haberleş. 1500 OMV Aktiengesellhaft Doğan Hold./POAŞ Toptan ve Perk. Tic. 1054 Goldman Sachs/Babcock£Brown/ Tepe/Afken/TAV Taşıma, Depo, Haberleş 395 TPG Partners IV LP Martini/Mey içki Toptan ve Perk. Tic. 333 Groupama International Başak Sig.£tEmekli. Finansal Aracılık 268 Fortis Banque Fortisbank Finansal Aracılık 201 Tarshish Hapoalim £t Investments Bankpozitif Finansal Aracılık 93 Canbury Schweppes Kent Gıda Gıda, Meşru. ve Tüt. 95 The International Investor Adabank Finansal Aracılık 29 Global Inv. House/İslam Kalk. Bnk. Diğer Doğrudan Serm. Yat. Toplam 3165 17,817 Not: Tablo yıl içinde gerçekleşen sermaye transferlerini göstermektedir. Kaynak: TCMB, 2006 yılık rapor, 21 2007 ve 2008 yıllarında portföy yatırımlarında düşüş, doğrudan yatırımlarda ise özelleştirme ve gayrimenkul satışları nedeniyle artışlar devam etmiştir. 2008 yılında ekonomik krizle birlikte cari açık 41,6 milyar dolar seviyesine ulaşarak, büyük bir artış göstermiştir. Burada da diğer krizlerde olduğu gibi cari açıktaki kötüleşme bir yıl öncesinden başlamaktadır. Yine 2001 krizinde olduğu gibi kısa vadeli portföy yatırımlarında yurt dışına çıkışlar yaşanmıştır. Ayrıca 2009 yılı ilk çeyreğinde gerçekleşen %13,5 oranındaki küçülme de 1929 ekonomik krizinden bu yana gerçekleşen en büyük küçülme oranıdır. 88 3.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Türkiye Ekonomisinde Büyümeye Katkısının Ekonometrik Yöntemlerle Ölçülmesi 3.2.1. Araştırma Yöntemi Bu araştırmada kullanılan yöntem, zaman serisi ekonometrisidir. Zaman serilerine ilişkin iki temel varsayım vardır. Geçmiş dönemlerdeki değişmelerin gelecek dönemlerde de tekrarlanarak aynı eğilimleri taşıyacağı ve verilerin olasılık kurallarına göre toplandığıdır. Zaman serisi ekonometrisi, gözlemlenmiş verilerden yola çıkarak, stokastik sürecin yapısı ve özellikleri hakkında çıkarımlar yapar. Geçmiş dönemlerde serinin izlediği yolun gelecek dönemlerde de tekrarlanarak devam edeceği varsayımı ile geçmiş açıklanmaya ve gelecek tahmin edilmeye çalışılır (Işığıçok, 1994, 44-45). Zaman serisi ekonometrisi yöntemi kapsamında, durağanlık (Stationarity)için Arttırılmış Dickey-Fuller Birim Kök Testi yapılmıştır. Model konusunda ise Granger Nedensellik Testi kullanılmıştır. 3.2.1.1. Durağanlık Zaman serisi ekonometrisi yönteminde kullanılan serilerin istatistiksel açıdan anlamlı ( durağan) olması şartı aranır. Eğer iki değişken arasında istatistiksel olarak anlamlı bulduğumuz bir regresyon, serilerin aynı dereceden durağan olmaması durumunda değişkenler arasında ilişkinin gerçekliğine şüphe düşürür ve bu durum sahte regresyon sorununu ortaya çıkarır. Zaman serisi ekonometrisi yöntemi yardımıyla yapılan öngörüler ise serilerin durağan olmaması durumunda geçerliliğini kaybeder. Stokastik bir (yt) sürecinin bütün ( t) ve (t-s) değerleri için aşağıdaki koşulların sağlanması durumunda durağan olduğu kabul edilir (Enders, 1995, 68-69): E (yt)= E(yt-s)=µ 2 ( 3.01) 2 E [ (yt-µ) ] = E [ ( yt-s-µ) ]= σy2 [var(yt)=var(yt-s)= σy2] E[(yt-µ)(yt-s-µ)]=E[(yt-j-µ)(yt-s-j-µ)]=ys[cov(yt, yt-s)=cov(yt-j,yt-s-j)] burada µ (ortalama), σy2 (varyans) ve s (3.02) (3.03) (kovaryans) sabittir. Yukarıdaki koşulların birlikte gerçekleşmesi durumunda (yt) serisinin kovaryans durağan olduğu söylenir. Zaman serilerinin durağan olup olmadığı, otokokorelasyon testi (korelogram yaklaşımı) veya birim kök testi sonuçlarına göre belirlenir. 89 3.2.1.2. Birim Kök Testi Birinci dereceden bir otoregresif modeli ele alalım, Yt= yt-1+ t (3.04) Burada ( t) terimi stokastik hata terimidir. (3.04) no’lu modelde | |< 1 ise (yt) durağan bir seri olduğu söylenir. Eğer |p |=1 ise (yt) durağan bir seri değildir ve serinin varyansı (t. σy2 ) olup zamana bağlı olarak artar. Yapılan araştırmalar sonucunda makroekonomik zaman serilerinin çoğunda ( ) parametresinin,( ≤1)olduğu tespit edilmiştir. Birim kök testlerinde bu durum dikkate alınır ve | |=1olduğunu ileri süren Ho hipotezi, H1: | |<1 hipotezine karşı test edilir (Yamak, 1997, 36).Birim kök testleri, yaygın olarak Arttırılmış Dickey-Fuller (ADF) birim kök testi ve Philips-Perron (PP) birim kök testi yöntemine göre yapılmaktadır. 3.2.1.2.1. Arttırılmış Dickey- Fuller (ADF) Birim Kök Testi Dickey ve Fuller (1979) durağanlığı test etmek için (3.04) no’lu modele bazı ilaveler ile birim kök sürecini tespit etmeye yönelik bir yaklaşım geliştirmişlerdir.(3.05) no’lu denklemin her iki tarafına (-yt-1) terimi eklendiğinde, ∆Yt=( -1)yt-1+ t=γyt-1+ t (3.05) Elde edilir. Burada γ = -1,birim kök testinde kullanılan hipotezler ise Ho: γ = 0 ve H1: γ <0’dır.Dickey ve Fuller birim kök testi için aşağıdaki üç modeli kurmuşlardır (Enders, 1995,221-225): ∆Yt = γyt-1+ t (saf tesadüfî yürüyüş modeli) ∆Yt =a0+ γyt-1+ t (sürüklenme modeli) ∆Yt =a0+ γyt-1+a2t+ t (sürüklenme ve doğrusal trend modeli) (3.06) (3.07) (3.08) DF birim kök testinin gücünün arttırılmasına yönelik (3.06), (3.07) ve (3.08) no’lu denklemlere∑ ∆ yt-i terimi eklenir ve elde edilen test, Arttırılmış Dickey- Fuller (ADF) testi adını alır. İncelenen zaman serisinin birim köke sahip olup olmadığı, 90 H0 hipotezinin kabulü veya reddi ile ilgilidir. Bilgisayar paket programlarının hesapladığı t- istatistiği, − istatistiği ya da ADF test istatistiği adını alır. H0hipotezine ait karar için, ADF testinden elde edilen sonuç ile MacKinnon tarafından Monte Carlo simülasyonuna göre elde hesaplanan %1, % 5, ve % 10 önemlilik düzeyini temsil eden MacKinnon kritik değerleri karşılaştırılır. ADF test istatistiğinin mutlak değerinin, MacKinnon kritik değerinden büyükse serinin durağan olduğuna, küçükse serinin durağan olmadığına ilgili önemlilik düzeyinde karar verilir (Ertek, 1996,187). 3.2.1.3. Nedensellik Galileo Galilei ve David Hume’den bu yana, nedensellik terimi “neden” ve “etki” terimleriyle yakından bağlantılıdır. Buna göre, x değişkeni y’nin nedeni ve/veya x’in etkisi olarak yorumlanabilirse, x değişkeni y değişkenine nedensel olabilir. Bununla beraber, böyle bir yorum yapmak için gerekli bilgiyi nereden elde edeceğiz? Geleneksel ekonometride, içsel ve dışsal (önceden belirlenmiş) değişkenler ayrımına gidildiğinden, böyle bir bilginin a priori olarak mevcut olduğu varsayılır. Fakat değişkenler arasında eşanlılık söz konusu olduğunda sorun ortaya çıkmaktadır; yani hem x’in y’nin nedenseli hem de y’nin x’in nedenseli olması olanaklı olabilir. Eşanlı denklemlerin belirlenmesi için kullanılan sayma ve mertebe koşulları farklı ilişkilerin ancak ek bir bilgi varsa/olanaklıysa ayırt edilebileceğini göstermektedir. Böyle bir bilgi mevcut değilse, farklı değişkenler arasındaki eşanlı nedensellik ilişkisinin yönü belirlenemez (Kirchgassner ve Wolters, 2007, 93). Bununla beraber David Hume’un neden her zaman etkiyi önceler ifadesinden beri geçerli olan zamandaki ardışıklılık düşüncesi nedensellik düşüncesiyle yakından ilgilidir. Geleneksel ekonometri de aynı görüşü paylaşmaktadır. Bununla beraber, yıllık verilerle (ya da sıklık düzeyi düşük verilerle) yapılan analizlerde bir değişkenin ilerleyen dönemlerde diğer değişkenleri etkileyen ana unsur olduğunu ileri sürmek zordur. Zaman serisi analizleri daha yüksek sıklıklı verilerle gerçekleştirildiği zaman durum farklı hale gelmektedir. Aylık veri kullanılarak, pek çok durumda bir değişkendeki değişimin ileri aylarda diğer değişkenlerdeki değişimin tek etkileyicisi olduğu varsayılabilir. Böylece zamandaki ardışıklığı iki seri arasındaki nedensel ilişkinin varlığını ortaya koymak için kullanmak kabul edilebilir bir kriter olmaktadır 91 (Kirchgassner ve Wolters, 2007, 94). Buradan Granger nedenselliğin tanımına geçebiliriz. It’nin t döneminde mevcut olan toplam bilgi olduğunu varsayalım. Bu bilgi seti iki zaman serisi x ve y’yi kapsar. x*, x’in tüm cari ve geçmiş değerlerinin bir kümesi olsun, yani x*:={xt,xt-1,……xt-k…..}. Benzer biçimde y* tanımlayalım. σ2(.) tahmin/öngörü hatalarına denk gelen varyans olsun; öngörü varyansı. Böyle bir durum için x ve y arasındaki Granger nedensellik aşağıdaki gibi tanımlanır. (i) Granger Nedensel: Ancak ve ancak bir optimal, doğrusal öngörü fonksiyonunun uygulanması s 2 ( y t +1 II t ) p s 2 ( yt +1II t - xt* ) sonucuna yol açıyorsa, x, y’ye Granger nedenseldir denilir. Bir başka ifadeyle, x’in cari ve geçmiş değerleri kullanılarak y daha iyi öngörülebiliyorsa, x değişkeni y’ye Granger nedenseldir. (ii) Eşanlı Granger Nedensellik: x ancak ve ancak bir optimal, doğrusal öngörü uygulaması s 2 ( y t +1II t , xt +1 ) p s 2 ( yt +1II t ) sonucuna yol açıyorsa, x, y’ye Granger nedenseldir denilir. Bir başka ifadeyle, x’in cari ve geçmiş değerlerine ek olarak gelecek değerleri de kullanılarak y daha iyi öngörülebiliyorsa, x değişkeni y’ye Eşanlı Granger nedenseldir. (iii) Geri Bildirim: x değişkeni y değişkenine ve y’de x’e neden oluyorsa x ve y arasında geri bildirim mevcuttur (Kirchgassner ve Wolters, 2007, 9596). 3.2.1.3.1. Granger Nedensellik Testi X değişkeninin y değişkenine neden olup olmadığını test etmek takip edilecek süreci iki aşamada açıklayabiliriz. Öncelikle “x değişkeni y değişkenine neden olmaz” boş hipotezini aşağıdaki iki regresyon denklemini tahmin ederek test ederiz; m m i =1 i =1 Sınırlanmamış regresyon y = å a i y t -i + å b i xt -i + e t (3.09) m Sınırlanmış regresyon y = å a i y t -i + e t (3.10) i =1 Buradan elde ettiğimiz kalıntı kareleri toplamı kullanılarak F istatistiğini hesaplarız ve b katsayılarının anlamı bir şekilde sıfırdan farklı olup olmadığını test ederiz. Eğer b 92 katsayıları sıfırdan farklı ise “x değişkeni y değişkenine neden olmaz” boş hipotezini reddederiz. İkinci olarak aynı yöntem takip edilerek “y değişkeni x değişkenine neden olmaz” boş hipotezi test edilir. X değişkeninin y değişkenine neden olduğu sonucuna ulaşmak için öncelikle birinci aşamadaki boş hipotez reddedilmeli ve ikinci aşamadaki y değişkeni x değişkenine neden olmaz” boş hipotezi kabul edilmelidir (Pindyck ve Rubinfeld, 1998, 243). 3.2.2. Veri Seti ve Birim Kök Testi Sonuçları Bu araştırmada kullanılan veriler, Tablo 3.14’de verilmiştir. Veriler ödemeler dengesi kalemlerinden ve reel milli gelir ve bileşenlerinden seçilmiştir. Tablo 3.14. Veri Tanımları ve Kaynakları ÖDEMELER DENGESİ DEĞİŞKENLERİ TANIMI AÇIKLAMASI KAYNAĞI DYSA Doğrudan Yabancı Yatırımlar (Milyar ABD $) TCMB veri dağıtım sistemi PYSA Portföy Yatırımları (Milyar ABD $) TCMB veri dağıtım sistemi NXSA Cari Denge (Milyar ABD $) TCMB veri dağıtım sistemi TOPLAM TALEP DEĞİŞKENLERİ GSYİH 1987 fiyatlarıyla Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (Milyar TL) TCMB veri dağıtım sistemi SSSA 1987 fiyatlarıyla Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımları (Milyar TL) TCMB veri dağıtım sistemi SSA 1987 fiyatlarıyla Toplam Yurtiçi Tasarruflar (Milyar TL) TCMB veri dağıtım sistemi NTSA 1987 fiyatlarıyla Özel Kesim Tüketimi (Milyar TL) TCMB veri dağıtım sistemi GNTSA 1987 fiyatlarıyla Nihai Tüketim(devlet) (Milyar TL) TCMB veri dağıtım sistemi MSA 1987 fiyatlarıyla İthalat (Milyar TL) TCMB veri dağıtım sistemi XSA 1987 fiyatlarıyla İhracat (Milyar TL) TCMB veri dağıtım sistemi MRSA Ara Malı İthalatı (Milyar ABD $) TCMB veri dağıtım sistemi MSSA Sermaye Malı İthalatı (Milyar ABD $) TCMB veri dağıtım sistemi MTSA Tüketim Malı İthalatı (Milyar ABD $) TCMB veri dağıtım sistemi Türkiye ekonomisinde sermaye hareketleri TCMB web sitesinde ödemeler dengesi istatistiklerinden, ithalatın alt kalemleri TCMB web sitesi dış ticaret istatistiklerinden ve diğer veriler ise TCMB web sitesi GSYİH istatistikleri altında alınmıştır. Sermaye hareketleri, cari denge ve ithalatın alt kalemleri dolar olarak alınmış 93 ve ortalama döviz kuruna göre Tl’ye çevrilmiştir. Diğer kalemler ise 1987 sabit fiyatlarıyla TL olarak alınmıştır.Çalışmamızda net sermaye hareketi türleri ve net cari denge,reel GSYİH ve alt bileşenleri serilerine göre sınanmıştır. Çalışmada üçer aylık serilerden oluşan örneklem kullanılmıştır ve 1991 .1. çeyrek - 2009. 3. çeyrek dönemini kapsar. Bu çalışmada ekonometrik paket program olarak Eviews kullanılmıştır. Tüm değişkenlerinin doğal logaritması alınmış ve mevsimsel dalgalanmalardan arındırılmıştır. Eviews programının kullandığı ADF birim kök testinin aşamaları aşağıdadır. Model A: H0 : γ=0 Dyt= a0 + γyt-1+ a2t + åpi=2 bi Dyt-i+1+et (3.11) Model B: H0 : γ=0 Dyt= a0 + γyt-1+åpi=2 bi Dyt-i+1+ et (3.12) Model C : H0 : γ=0 Dyt= γyt-1+ åpi=2 bi Dyt-i+1+ et (3.13) Model A, sürüklenme, doğrusal trend ve arttırılmış gecikmeleri; Model B,sürüklenme ve arttırılmış gecikmeleri; Model C, saf tesadüfi yürüyüş ve arttırılmış gecikmeleri içerir. Birim kök testinde, her bir model için H0 : γ=0 hipotezi, H1 : γ<0 hipotezine karşı test edilir (Acaravcı, 2000, 98-99) Tablo 3.15 ve Tablo 3.16 birim kök sonuçlarını gösterir. Tablo 3.15 GSYİH’ya oranlanmış, Tablo 3.16 ise GSYİH’ya oranlanmamış olarak test edilmiştir. GSYİH’ya oranlanmış seride ntsa, gntsa, pysa, msa ve mtsa serileri yüzde 5 önemlilik düzeyinde durağan serilerdir. GSYİH’ya oranlanmamış seride ise gntsa, pysa ve mtsa yüzde 5 önemlilik düzeyinde durağan serilerdir. Tablolardaki ADF değerleri, GSYİH’ya oranlanmış seride 2 gecikmeye ve GSYİH’ya oranlanmamış seride ise 4 gecikmeye sahip Arttırılmış Dickey-Fuller (ADF ) modeline göre elde edilen ADF testi sonuçlarıdır. ADF testi sonuçları 2 alınmak üzere yuvarlanmıştır. 94 Birim kök testinde % 95 olasılık sınırı dikkate alınmıştır. (*) işareti 5 önemlilik düzeyinde serinin durağan olmadığının reddini, yani serilerin durağan olduğunun kabulünü ifade eder. GSYİH’ya Oranlanmış Seriler İçin Sonuçlar Tablo 3.15. ADF Birim Kök Testi Sonuçları Model A Model B Model C Dyt= a0 + γyt-1+ a2t + åpi=2 bi Dyt- Dyt= a0 + γyt- Dyt= γyt-1+ åpi=2 bi p 1+å i=2 i+1+e t bi Dyt-i+1+ Dyt-i+1+ et et dysa -2,63 -1,94 -1,52 nxsa -2,29 -1,75 -1,20 mrsa -1,92 -0,29 1,09 ssa -2,98 -1,70 -1,23 sssa -1,74 -1,70 -0,42 xsa -1,93 -1,01 2,38 mssa -1,55 -0,21 1,64 ntsa -4,23 -3,15 -0,17 gntsa -2,95 -2,94 * 0,04 pysa -5,58 -5,60 -5,46 msa -3,51 * -1,37 1,13 mtsa -8,40 * -6,93 -3,09 * * Kritik Değerler %1 -4,09 -3,52 -2,59 %5 -3,47 -2,90 -1,94 %10 -3,16 -2,58 -1,61 Kaynak: TCMB veri dağıtım sistemi, Üç aylık veriler. Açıklamalar: 1) Veriler 3 aylık seriler olarak alınmıştır.(1987 sabit fiyatlarıyla),1987 yılı 2007 Yılı 3. dönemde bittiğinden, sonraki dönemler 1995 sabit 95 fiyatları ile logaritması alınarak hesaplanmıştır ve 2009 üçüncü döneminde son bulmaktadır. 2) dysa, nxsa, mrsa, mssa, pysa ve mtsa verileri ortalama döviz kuru alınarak TL’ye çevrilmiştir ve net değerleri vermektedir.diğer parametreler ise 1987 yılı sabit fiyatlarıyla ve üçer aylık veriler olarak alınmıştır. Bu bölümdeki seriler GSYİH’ya oranlanmışlardır. Tablo 3.15 ADF test sonuçlarını vermektedir. ADF birim kök testi uygulanırken en geniş modelden başlanarak (Model A) serilerin birim kök içerip içermediği test edilmiştir. Model B ve Model C daha dar kapsamlı olduğundan A Modeli öncelikli olarak alınmıştır. Çünkü B Modelinde a2t anlamlılığı yok, C Modelinde ise hem a0, hem de a2t anlamlılığı bulunmamaktadır. GYİH’ya Oranlanmamış Seriler İçin Sonuçlar Tablo 3.16. ADF Birim Kök Testi Sonuçları Model A Model B Model C dysa -2,59 -1,98 -1,61 nxsa -1,69 -1,46 -1,07 mrsa -2,07 -0,41 0,66 ssa -2,51 -1,98 -1,01 sssa -2,59 -2,11 -0,09 xsa -2,52 -0,25 2,66 mssa -1,58 0,21 1,25 ntsa -1,98 -0,53 2,00 gntsa -3,89 * -0,41 2,21 pysa -5,79 -5,79 -5,67* msa -3,20 -0,87 0,80 mtsa -8,14* -3,70 -2,91 ghsa -2,43 -0,48 2,27 gmsa -2,46 -0,85 1,47 Kritik Değerler %1 -4,09 -3,52 -2,59 %5 -3,47 -2,90 -1,94 %10 -3,16 -2,58 -1,61 96 3.2.3. Korelasyon Analizi ve Sonuçları İktisadi değişkenler arasında varolan ilişkileri ölçmek için kullanılan bir yöntemdir. Değişimleri rakamla ifade edilen olaylar arasındaki ilişki korelasyon analizi adı verilen metotla incelenir. Korelasyon iki veya daha çok değişken arasındaki ilişkinin derecesinde tayininde kullanılmaktadır. Tesadüfi etkiler altında bulunan kolektif nitelikteki olaylar arasındaki ilişkiyi açıklamada kullanılan korelasyon kavramı istatistikte önemli bir rol oynamakta ve kantitatif değişkenlerin incelendiği tüm alanlara başarı ile uygulanabilmektedir. Tablo 3.17. Korelasyon Analizi Sonuçları Korelasyon Katsayıları DYSA PYSA DYSA 0,074 GNTSA -0,371 -0,278 MRSA 0,771 0,097 MSA 0,631 0,188 MSSA 0,754 0,135 MTSA 0,698 0,264 NTSA -0,453 -0,162 NXSA -0,782 -0,229 PYSA 0,074 SSA -0,748 -0,208 SSSA 0,300 0,117 XSA 0,577 0,089 3.2.4. Granger Nedensellik Testi Sonuçları 3.2.4.1. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla Bileşenleri ve Sermaye Hareketleri Arasında Yapılan Granger Nedensellik Testi Sonuçları Bu başlık altında, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları (DYSA) ve Portföy Yatırımları (PYSA)’ nın birbirleriyle ve hangi toplam talep bileşeni ile ne yönde bir nedensellik ilişkisi olduğu araştırılmıştır. Bu örneklemde yer alan toplam talep 97 bileşenleri: Özel Kesim Tüketimi (NTSA), Devletin Nihai Tüketimi (GNTSA), İthalat (MSA), ve Tüketim Malı İthalatı (MTSA)’dır. Serileri durağan hale getirmek için farkı alınan toplam talep bileşenleri ise şunlardır. Farkları alınan bileşenlerin başına (D) eklenmiştir. Ve mevsimsel düzeltme yapıldığı için bileşenlerin sonuna (SA) eklenmiştir. Ara Malı İthalatı (DMRSA),Toplam yurtiçi Tasarruf (DSSA), Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımları (DSSSA), İhracat (DXSA), İthalat (DMSA), Sermaye Malı İthalatı (DMSSA),Özel Kesim Tüketimi (DNTSA), Cari Denge (DNXSA), Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (DGHSA), Gayri Safi Milli Hasıla (DGMSA) dır. Örneklem 1991.1 – 2009.3 çeyrek dönemlerini kapsamaktadır. Granger nedensellik testinden GSYİH’ya oranlanmış seriler için sonuçlar Tablo 3.18 ve GSYİH’ya oranlanmamış seriler için sonuçlar ise Tablo 3.19’ dadır. 3.2.4.1.1. GSYİH Oranlanmış Seriler İçin Granger Nedensellik Testi Sonuçları · Aramalı ithalatı (DMRSA), Doğrudan yabancı sermaye yatırımları (DDYSA)’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DDYSA’dan, DMRSA’ya doğru Granger nedensellik yoktur. Aramalı ithalatından doğrudan yatırımlara olan nedensellik ara malı ithalat harcamalarının doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını uyardığını göstermektedir. · DSSA, DDYSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DDYSA’dan, DSSA’ya Granger nedensellik yoktur. Yetersiz Toplam yurtiçi tasarruflar, doğrudan yabancı sermaye’yi uyarmaktadır. Toplam yurtiçi tasarruflardan doğrudan yatırımlara doğru elde edilen nedensellik, işgücüne yaptığı katkı, vergi ödemeleri, teknolojik yenilikler ve ihracat gelirleri sayesinde yurtiçi tasarruflara katkı sağlamaktadır. Dış kaynak kullanımı sayesinde yurtiçi tasarrufların üzerinde yatırımlar gerçekleşmiştir. · DSSSA, DDYSA’nın ve DDYSA’da, DSSSA, nın Granger nedenseli değildir. · DXSA’ dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, DXSA’ ya Granger nedensellik yoktur. 98 · NTSA, DDYSA, nın ve DDYSA’da NTSA’ nın Granger nedenseli değildir. · GNTSA, DDYSA’nın ve DDYSA’da, GNTSA’ nın Granger nedenseli değildir. · PYSA, DDYSA’nın ve DDYSA’da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. · MSA’ dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, MSA’ ya Granger nedensellik yoktur. · MTSA’dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, MTSA’ya Granger nedensellik yoktur. · PYSA, DMRSA’nın, DMRSA’da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. · PYSA, DSSA’ nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DSSA, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. Portföy yatırımlarından, toplam yurtiçi tasarruflara doğru elde edilen nedensellik, yabancı sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra tasarrufların dahi yabancı sermaye giriş ve çıkışları tarafından belirlendiğini göstermektedir. · PYSA, DSSSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DSSSA, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. Bu durum yatırımlardaki artışların yabancı sermaye girişlerine bağımlı hale geldiğini göstermektedir. Yabancı sermaye girişlerinin olduğu dönemlerde yatırımlar artmakta, çıkışların olduğu dönemlerde ise azalmaktadır. · DXSA, PYSA’nın, PYSA, da DXSA’ nın Granger nedenseli değildir. · PYSA, NTSA’ nın, NTSA’da PYSA’nın Granger nedenseli değildir. · PYSA, GNTSA’nın, GNTSA’da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. · MSA, PYSA’ nın Granger nedenseli değildir. PYSA, MSA’ nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. Portföy yatırımlarından ithalat harcamalarına doğru elde edilen nedensellik, yabancı sermaye girişleri sayesinde ihracat olanaklarının üzerinde bir ithalat seviyesi sürdürülebildiğini göstermektedir. 99 · MTSA, PYSA’ nın, PYSA’da, MTSA’nın Granger nedenseli değildir. 3.2.4.1.2. GSYİH Oranlanmamış Seriler İçin Granger Nedensellik Testi Sonuçları · Gayri Safi Yurtiçi Hâsılaya oranlanmamış seride de aynı Gayri Safi Yurtiçi Hâsılaya oranlanmış seride olduğu gibi Aramalı ithalatı (DMRSA), Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ( DDYSA)’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DDYSA’dan, DMRSA’ya doğru Granger nedensellik yoktur. Bu durum, Aramalı ithalatından doğrudan yatırımlara güçlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını uyardığını göstermektedir. · DSSA, DDYSA’nın, DDYSA’da, DSSA’ Granger nedenseli değildir. · DSSSA, DDYSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DDYSA, DSSSA, nın Granger nedenseli değildir. Bu durum sabit sermaye yatırımlarının, yetersiz yurtiçi tasarruflar nedeniyle dış kaynak kullanımı sayesinde gerçekleştiğini göstermektedir. · DXSA’ dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, DXSA’ ya Granger nedensellik yoktur. · DNTSA, DDYSA, nın % 95 olasılıklı nedenselidir. DDYSA, D NTSA’ nın Granger nedenseli değildir. Özel kesim harcamalarındaki artış, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını uyarmıştır. Fakat son yıllarda bu yatırımlar, reel yatırımlardan ziyade, ticarete konu olmayan sektörlere yönelik olmuştur. · GNTSA, DDYSA’nın ve DDYSA’da, GNTSA’ nın Granger nedenseli değildir. · MSA’ dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, MSA’ ya Granger nedensellik yoktur. · DDYSA’dan, MTSA’ya Granger nedensellik yoktur. MTSA, DDYSA, nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. 100 1990 yıllarla birlikte yüksek döviz kuru nedeniyle TL yabancı paralar karşısında değerlenmiştir. Değerlenen TL nedeniyle ithal tüketim mallarının fiyatları ucuzlamış ve bu mallara yönelik tüketimi artmıştır. Bankaların bol keseden dağıttıkları tüketici kredileri ise bunu tetiklemiştir. İthal mallarına olan bu aşırı talep ise özellikle gıda, telekomünikasyon, bankacılık ve otomotiv sektöründe üretim yapan yabancı sermayeyi çekmiştir. · DDYSA’dan, DMSSA’ya ve DMSSA’dan, DDYSA’ya Granger nedensellik yoktur. · DDYSA’dan, DNXSA’ ya Granger nedensellik yoktur. DNXSA, DDYSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. Cari açıklardan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına doğru elde edilen nedensellik, cari açıkların özellikle 2000’li yıllarda özelleştirme yoluyla elde edilen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla kapatıldığını, özelleştirme gelirlerinin yatırımlardan ziyade cari açıklar için kullanıldığını göstermektedir. · DMRSA, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. PYSA, DMRSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. Portföy yatırımlarından aramalı ithalat harcamalarına doğru elde edilen nedensellik, bu harcama kalemi harcamalarının portföy yatırımları girişleri ile finanse edildiğini işaret etmektedir. · PYSA, DSSA’ nın, DSSA, da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. · Gayri Safi Yurtiçi Hâsılaya oranlanmamış seride de aynı Gayri Safi Yurtiçi Hâsılaya oranlanmış seride olduğu gibi PYSA, DSSSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DSSSA, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. Bu durum yatırımların, dolayısıyla büyümenin tamamen yabancı sermaye girişlerine bağımlı hale geldiğini göstermektedir. 101 · DXSA, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. PYSA, DXSA’ nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. Bilindiği gibi Türkiye’deki cari açığın asıl sebebi İhracatın, ithalatı karşılayamamasıdır. İhracat artışının ithalata bağımlı olması, ihracat artışıyla birlikte cari açığı artırmaktadır. Cari açıktaki artışında sermaye girişini artırıcı etkisi vardır. · PYSA, GNTSA’nın, GNTSA’da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. · MTSA, PYSA’ nın, PYSA’da, MTSA’nın Granger nedenseli değildir. · DNXSA, PYSA’ nın Granger nedenseli değildir. PYSA, DNXSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. Portföy yatırımlarından cari dengeye doğru elde edilen nedensellik. Cari açıkların sermaye girişleri ile finanse edildiğini göstermektedir. Cari açıkların finansı için yüksek reel faiz ve değerli döviz kuru politika araçları kullanılmakta ve yabancı sermaye girişi uyarılmaktadır. · DMSA, PYSA’nın, PYSA’da, DMSA’ nın Granger nedenseli değildir. · DMSSA, PYSA’nın, PYSA’da, DMSSA’ nın Granger nedenseli değildir. · DNTSA, PYSA’nın, PYSA’da, DNTSA’nın Granger nedenseli değildir. · DGHSA, PYSA’nın, PYSA’da, DGHSA’nın Granger nedenseli değildir. · DGMSA, PYSA’nın, PYSA’da DGMSA’nın Granger nedenseli değildir. · DYSA, DGMSA’nın, DGMSA’da DDYSA’nın Granger nedenseli değildir. 102 GSYİH Oranlanmış Seriler İçin Sonuçlar Tablo 3.18: İki Serili Granger Nedensellik Testi Sonuçları Örnek: 1991Q1 2009Q3 Gecikme: 2 H0 Hipotezi Sonuç DMRSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DDYSA, DMRSA’nın Nedenseli Değildir Kabul DSSA, DDYSA’nın Nedenseli Değildir Ret DDYSA, DSSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DSSSA, DDYSA’nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, DSSSA’nın Nedenseli Değildir Kabul DXSA, DDYSA’nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, DXSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul NTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, NTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul GNTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul Gözlem F-İstatistiği Olasılık 69 69 69 69 68 68 DDYSA, GNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul MSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, MSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul MTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, MTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul 68 68 68 389.639 0.02530 0.74811 0.47735 398.997 0.02328 112.264 0.33174 0.86453 0.42611 0.24381 0.78436 203.866 0.13857 0.87447 0.42200 101.311 0.36892 0.93481 0.39804 239.675 0.09927 0.16819 0.84557 0.83061 0.44050 114.600 0.32444 252.627 0.08803 0.30723 0.73658 213.068 8.6E-08 201.050 1.8E-07 103 Tablo 3.18. (Devamı) PYSA, DMRSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DMRSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DSSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DSSSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DSSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DXSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DXSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, NTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul NTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, GNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul GNTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul MSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, MSA’ nın Nedenseli Değildir Ret MTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, MTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul 68 68 68 68 69 69 69 69 131.882 0.27473 0.28640 0.75193 578.193 0.00495 0.29095 0.74856 567.169 0.00543 156.162 0.21781 200.153 0.14363 202.463 0.14055 0.13380 0.87501 0.40877 0.66619 166.943 0.19645 143.213 0.24635 130.890 0.27725 385.433 0.02627 0.09261 0.91167 210.922 0.12969 104 GSYİH Oranlanmamış Seriler İçin Sonuçlar Tablo 3.19. İki Serili Granger Nedensellik Testi Sonuçları Örnek: 1991Q1 2009Q3 Gecikme: 4 H0 Hipotezi Sonuç GNTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, GNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul MTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, MTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DGHSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DGHSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DGMSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DGMSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DMRSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA DMRSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DMSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DMSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DMSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DMSSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DNTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DNXSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DNXSA’ nın Nedenseli Değildir Ret Gözlem F- İstatistiği 67 67 66 66 66 66 66 66 66 Olasılık 0.97070 0.43059 250.115 0.05216 122.333 0.31089 154.504 1.2E-08 0.24614 0.91084 179.821 0.14179 0.13181 0.97011 165.069 0.17415 0.50082 0.73520 262.808 0.04370 0.14216 0.96573 248.915 0.05327 245.013 0.05632 376.571 0.00871 0.29007 0.88325 206.035 0.09802 0.75145 0.56118 381.847 0.00809 105 Tablo 3.19. (Devamı) DSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DSSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DSSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DSSSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DXSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul PYSA, DXSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DDYSA, GNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul 66 66 66 66 GNTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, MTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul MTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DDYSA, DGMSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul 66 67 DGMSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, DMRSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul 67 DMRSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DDYSA, DMSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DMSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, DMSSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul 67 67 DMSSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, DNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul 67 DNTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DDYSA, DNXSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DNXSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret 67 113.837 0.34775 250.212 0.05229 0.45903 0.76543 428.270 0.00424 176.902 0.14770 399.048 0.00636 0.80031 0.53003 122.292 0.31127 315.287 7.4E-14 329.346 0.01695 0.79588 0.53273 228.596 0.07092 0.51031 0.72834 396.474 0.00653 0.97467 0.42846 206.133 0.09763 0.16604 0.95477 818.491 2.6E-05 159.057 0.18899 253.214 0.04990 203.354 0.10155 499.448 0.00158 106 Tablo 3.19. (Devamı) DDYSA, DSSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DSSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DDYSA, DSSSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DSSSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret DDYSA, DXSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul DXSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul 67 67 67 156.158 0.19671 224.546 0.07514 0.86442 0.49082 326.402 0.01755 102.262 0.40332 143.715 0.23328 3.2.5. Sermaye Hareketlerinin Türkiye Ekonomisi ve Büyüme’ye Etkileri 3.2.5.1. Portföy Yatırımları ve Cari İşlemler Dengesi Portföy Yatırımları (PYSA) ile cari işlemler dengesi (NXSA) arasında tek yönlü bir ilişki vardır. GSYİH’ya oranlanmamış seride de görüldüğü gibi PYSA’dan, NXSA’ya doğru % 95 olasılıklı Granger nedensellik söz konusudur (Tablo 3.19). Grafik 1’e baktığımızda da portföy yatırımlarıyla cari işlemler dengesi arasında güçlü bir ilişkinin olduğunu görebiliriz. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi sonrası, cari açıkları kapatabilmek için yüksek reel faiz ve yüksek döviz kuru araçları kullanılarak, portföy yatırımları içerisinde yer alan kısa vadeli sıcak para girişleri uyarılmıştır. Grafikten de görüldüğü gibi portföy yatırımlarının giriş yaptığı dönemlerde cari açıklar azalmış, çıkış yaptığı dönemlerde ise artmıştır. Kısacası portföy yatırımlarına ekonomik büyümeyi sağlamak için değil, cari açıkları kapatabilmek için başvurulmuştur. Ayrıca kısa vadeli kredilerin yüksek miktarda tutan faiz geri ödemeleri cari açıkları daha da artırmıştır. 107 Grafik 1: Cari Açık ve Portföy Yatırımları Arasındaki İlişki 3.2.5.1.1. Portföy Yatırımları, Doğrudan Yatırımlar ve Cari İşlemler Dengesi Bu duruma grafik 1.1’de görüldüğü gibi doğrudan yatırımları da dâhil ettiğimizde görüyoruz ki, izlenen politikalar sonucu doğrudan yabancı sermaye yatırımları 1992 yılından 2004 yılına kadar çok yetersiz kalmış ve sabit bir seyir izlemiştir.2004 sonrası özelleştirmeler, şirket birleşmeleri ve edinimler şeklinde, Doğrudan yabancı sermaye ( DY) girişleri artmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak 2006 yılından sonra yabancı sermaye içinde portföy yatırımlarının oranı yüzde olarak düşmüş ve bir süre rahatlamaya yol açmıştır. Hazine verilerine göre 2006 yılında birleşmeler ve edinimler biçiminde giriş yapan DY’ ların sadece % 6 gibi küçük bir kısmı ticarete konu olan sektörlere (sanayi ve tarım ) yönelmiştir. Geriye kalan % 94 ise ithal ikamesi ve ihracat ile ilgisi çok zayıf olan (örneğin bankacılık, sigortacılık ve alışveriş merkezleri gibi ) hizmetler sektöründeki şirket alımlarına ve gayrimenkul edinimlerine gitmiştir. Reel üretime yönelmeyen bu tür yatırımların ise ekonomik büyümeye katkısı oldukça düşük olacaktır. Nitekim reel üretim sektörlerine yönelik gelmeyen doğrudan yatırımlar ve günü kurtarmaya yönelik elde edilen portföy yatırımları içindeki sıcak para girişleri o an için cari açıkları (NXSA) kapatsa dahi kalıcı bir çözüm üretmemektedir. 108 Grafik 1.1. Cari Açıkların Portföy Yatırımları ve Doğrudan Yatırımlarla İlişkisi 3.2.5.2. Portföy Yatırımları ve Toplam Yurtiçi Tasarruflar Portföy yatırımları (PYSA ) ile toplam yurtiçi tasarruflar (SSA ) arasında tek yönlü bir ilişki vardır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya oranlanmış seride de görüldüğü gibi PYSA, DSSA’ nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir (Tablo 3.18). Cari işlemler bölümünde de değinmiş olduğumuz gibi yüksek reel faiz ve değerli döviz kuru araçları kullanılarak sağlanan, kısa vadeli yoğun sıcak para girişleri, tüketimi ve cari açığı artırdığından, yurtiçi tasarrufların düşmesine neden olmaktadır. Yurtiçi tasarrufların önemli bir bölümü, aşırı dış borçlanmayla beraber faiz ödemelerinin yükünün artmasından dolayı, yurt dışına transferleri finanse etmek için kullanılmaktadır. Grafik 2’de bunu doğrulamaktadır. 109 Grafik 2. Portföy Yatırımlarının, Toplam Yurtiçi Tasarruflara Etkisi Portföy yatırım girişlerinin azaldığı dönemlerde toplam yurtiçi tasarruflar artmış, girişlerin arttığı dönemlerde ise yurtiçi tasarruflar azalmıştır. Talebin artması yönünde baskı yapan bir başka önemli faktörde, özel bankaların kredi stoklarındaki büyüme oranının mevduatlarındaki büyüme oranından yüksek olmasıdır. Bankaların stoklarındaki büyüme büyük oranda tüketici ve konut kredisi dağıtmalarını sağlamış ve toplam yurtiçi tasarrufları olumsuz olarak etkilemiştir. Bilindiği gibi yatırımların, bir başka deyişle büyümenin kaynağı tasarruflardır. Tasarrufların düşmesi yatırımları azalttığından, ekonomik büyümeyi de yavaşlatacaktır. 3.2.5.3. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye ve Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımları Kısa vadeli sermaye akımlarını motive eden temel faktör reel yatırımlar değil, rantiyelerin spekülatif faaliyetleridir. Spekülatif sermaye girişleri ile yükselen faiz oranları reel yatırımları düşürmekte ve ülke parasının yabancı paralar karşısında değer kazanması, göreceli fiyatlarda ticarete konu olmayan sektörler lehine bir değişim yaratmaktadır.1980’den itibaren izlenen politikalar sonucu Türkiye’de ticarete konu olan sektörlerde özel yatırımlar azalmaktadır. Ve ticarete konu olmayan malların 110 fiyatlarındaki değişime paralel olarak yatırımlar bu sektörlere doğru kaymaktadır. Grafik 3’tede görüldüğü gibi kısa vadeli sermaye akımlarındaki çok sert iniş çıkışlara rağmen sabit sermaye yatırımlarını pek etkilememektedir. Sabit yatırımlar sabit bir seyir izliyor gözükmesine rağmen reel üretimdeki eksilmenin yerini, ticarete konu olmayan yatırımların almasından dolayı yatırımlar durağanmış gibi gözükmektedir. Grafikte (SSSA) gayri safi sabit sermaye yatırımları, (STSA) ise kısa vadeli yabancı sermaye yatırımlarını ifade etmektedir. Reel üretimin düşmesi ise ekonomik büyümenin yavaşlamasına, hatta eksi değerlere düşmesine neden olmaktadır. 40 35 30 25 20 15 STSA 10 SSSA 5 2009Q1 2008Q1 2007Q1 2006Q1 2005Q1 2004Q1 2003Q1 2002Q1 2001Q1 2000Q1 1999Q1 1998Q1 1997Q1 1996Q1 1995Q1 -10 1994Q1 -5 1993Q1 0 -15 Grafik 3. Kısa Vadeli Yabancı Sermayenin, Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımlarına Etkisi 3.2.5.4. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla ve Cari İşlem Dengesi Portföy yatırımları ve cari işlem dengesi anlatılırken anlatıldığı gibi yüksek reel faiz ve değerli döviz kuru araçları kullanılarak elde edilen kısa vadeli sermaye cari açıkların daha da artmasına neden olmaktaydı. Kısa vadeli yabancı sermaye hareketleri GSYİH’yıda etkilemesine rağmen, bu etkilenmeler küçük dalgalar şeklinde olmaktadır. Sermaye girişlerinin olduğu dönemlerde GSYİH hafif yukarı doğru dalgalanmakta, 111 çıkışlarda ise biraz düşüşlere sebebiyet vermektedir. Bu durumu grafik 4’te görmekteyiz. 60 40 20 2009Q1 2008Q1 2007Q1 2006Q1 2005Q1 2004Q1 2003Q1 2002Q1 2001Q1 2000Q1 1999Q1 1998Q1 1997Q1 1996Q1 1995Q1 1994Q1 -20 1993Q1 0 -40 NXSA STSA GSYİH -60 -80 -100 -120 Grafik 4: Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, GSYİH ve Cari Açıklar Arasındaki İlişki 3.2.5.5. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, Özel Kesim Nihai tüketimi ve Tüketim Malı İthalatı Yüksek miktarlarda kısa vadeli spekülatif sermaye girişleri (STSA) sonucunda ülke parasının değer kazanması nedeniyle yurtiçi tüketim artmaktadır. Türkiye de özellikle 1990 sonrası bankaların ellerinde büyük kredi stokları birikmiş ve mevduatlarının üzerine çıkmıştır. Bankalar bu stokları eritebilmek için yoğun bir şekilde tüketici ve konut kredisi vererek stokları eritme yoluna gitmişlerdir. Bu ise özel kesim tüketim harcamalarının (NTSA) daha da artmasına yol açmıştır. İç tüketim harcamalarındaki en küçük artış ise yüksek döviz kuru nedeniyle ucuzlayan tüketim malı ithalatında daha büyük artışlara sebebiyet vermiş ve tüketim malı ithalatının (MTSA), toplam ithalat harcamaları içinde hızla yükselmesine yol açmıştır (grafik 5). Bu ise zaten yetersiz olan yurtiçi tasarrufların azalmasına, yatırımlara gitmesi gereken sermayenin ise yurt dışına çıkmasına yol açmakta ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemektedir. 112 100% 80% 60% 40% 2009Q1 2008Q1 2007Q1 2006Q1 2005Q1 2004Q1 2003Q1 2002Q1 2001Q1 2000Q1 1999Q1 1998Q1 -40% 1997Q1 -20% 1996Q1 NTSA 1995Q1 0% 1994Q1 MTSA 1993Q1 20% STSA -60% -80% -100% Grafik 5: Kısa vadeli yabancı sermaye, Özel kesim nihai tüketimi ve Tüketim malı ithalatı arasındaki ilişki 113 SONUÇ Bu araştırmada, GOÜ’e ve Türkiye ekonomisine yönelik sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkileri, uluslararası sermaye hareketlerini etkileyen faktörler, sermaye hareketlerinin dünya üzerindeki dağılımları ve tarihsel gelişimi, nedenleri ve etkileri incelenmiştir. Araştırma üç bölümden oluşmuştur. İlk bölüm, yabancı sermaye çeşitleri ve bunlara ilişkin tanımlamaları içermekte; ikinci bölüm, sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkileri, uluslararası sermaye hareketlerini etkileyen faktörler, uluslararası sermaye hareketlerinin dünya üzerindeki dağılımları ve uluslar arası sermaye hareketlerinin Türkiye’nin ekonomik büyümesine etkilerini ele almaktadır. Son bölümde ise Türkiye’de uluslararası sermaye hareketlerinin tarihsel gelişimi ve uluslar arası sermaye hareketlerinin Türkiye ekonomisinde ekonomik büyümeye etkilerinin sınanmasına yönelik yapılan ekonometrik uygulamalar ve değerlendirmelerden oluşmaktadır. 1973 yılının mart ayında birçok ülkenin paralarını dalgalanmaya bırakması ile birlikte Bretton Woods sistemi yıkılmış ve uluslar arası finansal sistemde serbestleşme ve sermaye hareketlerinde liberalleşme başlamıştır. Özellikle 1990’lı yıllarda hız kazanan finansal piyasalardaki küreselleşme olgusu dünya ticaretinin çok üzerinde para hareketlerine neden olmuş ve gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları önemli ölçüde artmıştır. Fakat 1990’lı yıllardan sonraki bu sermaye akımları spekülatif nitelikli sıcak para şeklinde gelişmekte olan piyasalara giriş yapmıştır. Yoğun şekilde giriş yapan bu sermaye türü ilk etapta kamu harcamalarının daha rahat finansmanını sağlayarak, tüketim ve yatırımı arttırmak suretiyle büyümeyi olumlu yönde etkilese de, herhangi bir olumsuzluk durumunda yoğun bir şekilde çıkış yaparak, özellikle gelişmekte olan ülkelerin kırılganlıklarını arttırmış ve dünya ekonomilerini tekrarlanan krizlere sürüklemiştir. Gelişmekte olan ülkeler içerisinde sermaye hareketlerinden en karlı çıkan ülkeler doğu asaya ülkeleri olmuştur. Bu ülkeler spekülatif nitelikli sermayeden çok, doğrudan yatırım şeklinde yabancı sermaye yatırımlarını çekerek hızlı bir şekilde büyümeyi başarmışlardır. Özellikle Çin ve Hong-Kong yabancı sermayeyi çekmede oldukça başarılı olmuşlardır. Türkiye ise ancak GSYİH’nın % 0,8’i kadar DY çekebilmiştir. 114 Türkiye’nin sermaye giriş kanallarına bakıldığında doğrudan yatırımlara ait payın düşük kaldığı, sermaye girişlerinin büyük bir bölümünün spekülatif nitelikli kısa vadeli yabancı sermayeden oluştuğu görülmektedir. Nitekim 1980 sonrası yabancı sermayenin, milli gelire oranı artmış olmasına rağmen, büyüme hızı düşmektedir. Bunda sermaye girişlerinin % 80-90’nının borç yaratan öğelerden oluşmasının payı büyüktür. Borç yaratan öğelerin ise yüksek faizli olması, dış borç faiz yükünü arttırarak, giriş yapan sermayenin yatırım yerine, dış borç ve faiz ödemelerine gitmesine neden olmaktadır. Ayrıca spekülatif nitelikli sıcak para açık veren sektörlere (kamu) ve ithalat harcamalarının finansmanında kullanılarak cari harcamalara yönelmiş veya yerli bankalar aracılığıyla kredi kullanımında kullanılmıştır. Bu durum ise toplam talepte artışlara yol açmıştır. Fakat bu talep artışı reel sektör yerine, ticarete konu olmayan sektörlerde yatırım artışına yol açmıştır. Kısacası yetersiz tasarruflar nedeniyle birkaç yılık istisna dışında dış kaynak kullanılmıştır. Bu durum tasarruflardan daha yüksek bir oranda yatırım yapma olanağı sağlamıştır. Kısacası dışarıdan kaynak bulunabildiği ölçüde büyüme mümkün olabilmekte dışarıya kaynak transferi yapıldığında ise krize girilmektedir. Türkiye ekonomisinin tarihsel gelişimi 1980 öncesi dönem ve 1980 sonrası dönem olarak incelenmiştir.1980 öncesinde, ithal ikameci bir üretim ön plana çıkmış ve yapı üzerinde, korumacı dış ticaret politikası uygulanmıştır. Dışa kapalı bir ekonomik yapı üzerinde, resmi kurumlar aracılığıyla sınırlı miktarlarda sermaye girişleri olmuştur. Bununla birlikte bu dönemdeki sermayenin çoğu doğrudan yatırım şeklinde gelmiş ve Türkiye’de birçok ekonomik sektörün kurulmasına öncülük etmişlerdir.1980 sonrası ise,24 ocak kararları ile dışa açık bir ekonomi ve serbest dış ticaret politikası benimsenmiştir.1989 yılına kadar cari işlemler bilançosu serbestleştirilmiş ve 32 sayılı Kanun Hükmünde kararname ile sermaye hareketlerinde serbestleşmeye gidilmiştir.1990’lı yıllarda, Türkiye ekonomisi, diğer GOÜ’lerde olduğu gibi spekülatif nitelikli yoğun sermaye giriş ve çıkışlarına sahne olmuştur. Uluslararası sermaye hareketlerinin Türkiye ekonomisindeki yeri ve ekonomik büyümeye olan etkileri, son bölümde sunulmuştur. Türkiye oldukça liberal sermaye mevzuatı, yüksek reel faiz ve yüksek hisse senedi getirilerine rağmen, sermaye hareketlerinden yeterince yaralanamamıştır. 1980 sonrası sermaye girişlerinin yetersizliği sıkça uygulanan seçim ekonomisi sonucu oluşan ekonomik ve siyasi 115 istikrarsızlıklardan ve yapısal sorunların çözümünü sürekli ileriye atan kısa vadeli politikalardan kaynaklanmıştır. 1950-1990 arası dönemde Türkiye, her on yılda bir krize ve IMF istikrara programları ile 2-3 yıl süren stagflasyon dönemi sonucu krizi atlatarak tekrar büyüme sürecine girmiştir.1990 ve 2000’li yıllarda finansal krizler ortalama her üç yılda bir (1991,1994,1997-1998,2001 ve 2008) yaşanmış ve 1-2 yıl sürmüştür. Fakat 2008 krizinin etkisi diğer krizlere göre daha ağır olmuş ve hala devam etmektedir. Sermaye hareketleri serbestleştirilirken, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların devam etmesi ve yapısal sorunların çözümünün sağlanamaması nedeniyle finansal krizlere yakalanma sayısı artmıştır. Yerli ve yabancı yatırımcıların ulusal ekonomiye spekülatif amaçlı sermaye girişi sağlaması, kısa vadeli dış borçların birikmesine ve ulusal ekonomilerin küçük şoklara bile duyarlı hale gelmesine yol açmıştır. Türkiye ekonomisinde sermaye hareketlerinin büyük bir bölümü kısa vadeli spekülatif amaçlı fonlardan (KVSH ve PY) oluşmuş ve ardışık yıllarda farklı eğilimler göstererek istikrarsız bir tablo çizmiştir. Yüksek reel faizler, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, doğrudan yatırımları dışlamıştır. Türkiye ekonomisi için sermaye hareketlerinin hangi unsurlardan etkilendiği ve bu sermaye türlerinin ekonomik büyümeyi ne yönde etkilediğinin araştırılması için doğrudan yatırımlar (DYSA), cari işlemler dengesi (NXSA), ara malı ithalatı (MRSA), gayri safi sabit sermaye yatırımları (SSSA), toplam yurtiçi tasarruflar (SSA), ihracat(XSA), sermaye malı ithalatı (MSSA), özel kesim tüketimi (NTSA), devletin nihai tüketimi (GNTSA), portföy yatırımları(PYSA), ithalat (MSA), ve tüketim malı ithalatı (MTSA) değişkenleri seçilmiştir. SH ile belirleyicileri arasındaki nedensellik hemen hemen teorik beklentileri desteklemiştir. Sermaye hareketlerinin ekonomik büyümeye ne denli etkili olduğu sorusu, sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkilerinin araştırılmasında temel alınmıştır. Ekonometrik çalışma konusu, bu temel soru doğrultusunda oluşturulan hipotezlerin sınanmasını içermiştir. Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisi, Granger nedensellik yöntemine göre araştırılmıştır. PYSA ile SSSA arasında hem GSYİH’ya oranlanmış, hem de GSYİH’ya 116 oranlanmamış serilerde, tek yönlü, fakat güçlü bir ilişki bulunmuştur. Bu sonuç yetersiz yurtiçi tasarruflara rağmen, gayri safi sabit sermaye yatırımlarının, portföy yatırım girişleri ile desteklendiğini göstermektedir. Sabit sermaye oluşumu PYSA’nın giriş dönemlerinde artmış, çıkış dönemlerinde ise azalmıştır. Ayrıca bankalar tarafından yoğun şekilde girişi sağlanan PYSA içindeki spekülatif nitelikli kısa vadeli sermaye, bankaların kredi olanaklarını artırmış, bol miktarda dağıtılan tüketici ve konut kredileri ise toplam talep artışını tetiklemiştir. Buna değerli ulusal para nedeniyle ithal mallarının fiyatlarının düşmesi de eklenince ithalat aşırı derecede artmış ve ihracatın, ithalatı karşılama oranı düşmüştür. Bütün bu olumsuzluklar PYSA içindeki spekülatif nitelikli yoğun sermaye girişlerine bağımlılığı arttırarak, cari dengeyi daha da bozmuştur. Kısacası faiz ve döviz kuru arasındaki dengesizlikten kaynaklanan arbitraj öğesine dayanan sermaye girişi, faiz oranlarının devamlı olarak yüksek, döviz kurunun ise değerli olmasını gerektirmekte, bu ise ulusal ekonominin gerek iç gerekse dış dengelerinin daha da bozulmasına yol açmaktadır. Bu gelişmeler sonucunda sermaye akımlarının ulusal ekonomiler üzerindeki etkileri yoğun olarak tartışılmaya başlanmış, yoğun bir şekilde GOÜ ekonomilerine giriş yapan spekülatif nitelikli bu sermaye hareketlerinin ekonomik krizlerin en önemli nedeni olduğu görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bununla birlikte bu tür sermaye akımlarının kontrolü ve bu kontrolün nasıl gerçekleştirileceği tartışılmaya başlamıştır. 117 KAYNAKÇA Acaravcı, Ali (2000), “Uluslararası Sermaye Hareketleri ve Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eylül 2000,ADANA. Agarwal, Jamuna. P. ; Gubitz, Andrea; Nunnenkamp Peter (1991) ,Foreign Direct Investment in Developing Countries The Case of Germany, Tubingen, Kieler Studien. Aizenman, Joshua; Yİ Sang-Seung, (1997), “Controlled Opennes and Foreign Direct Investment”, NBER Working Paper Series, No:6123, 1-20. Akdiş, Muhammet (1998), “Dünya’da ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve Beklentiler”, YASED Yayınları No:33,1998. Akdiş, Muhammed (2004), “Kısa Vadeli Sermayenin Yol Açtığı Finansal Krizler ve Bu krizleri Önlemede Kullanılabilecek Araçlar: Tobin Vergisi”, Active Bankacılık ve Finans Dergisi, S.36, 36-48,İstanbul. Akyüz, Y. ve Boratav, K. (2003) “The Making of the Turkish Crises” ,World Development, 31(9), 1549-1566. Arın, T. (1999), “Financial Markets and Globalization on Turkey”, Topics In Middle Eastern and North African Economies, New york. http://www.gsb.luc.edu/depts/economies/meea/volume1/arîn.html. (24.06.2009). Asıedu, Elizabeth (2002), “On The Determinats of Foreign Direct Investment to Developing Countries: Is Africa Different?”, World Development, 30, 107-119. Bağımsız Sosyal Bilimciler (2008), 2008 Kuşağında Türkiye, Siyaset İktisat ve Toplum, İstanbul: Yordam Kitap Basım ve Yayın Ticaret Ltd. Şti. Batmaz, Nihat; Tunca, Halil (2005), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları, (1.Baskı), İstanbul: Beta Basım Dağıtım A.Ş, Mayıs 2005. Bengoa, Marta; Sanchez-Robles, Blanca (2003), “Foreign Direct Investment Economic Freedom and Growth: New Evidence from Latin America”, Europen Journal of Political Economy,19, 529-545. 118 Berksoy, Taner; Doğruel A.S.(1989), Türkiye’de Yabancı Sermaye, Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı. Blonigen, Bruce. A; Tomlin, Kasaundra; Wilson, Wesley. W. (2002), “Tariff-Jumping FDI and Domestic Firms Profits”, NBER Working paper Series, No:9027, 1-33. Blomström, Magnus (1991), “Host Country Benefits of Foreign Investment”, NBER Working paper, No:3615, 1-35 Blomström, Magnus; Kokko, Ari (1996), “The Impact of Foreign Investment on Host Countries: A Review of the Empricial Evidence”, NBER Working paper, 1–36. Boratav, Korkut (1988), Türkiye İktisat Tarihi,1908-1985, İstanbul: Gerçek Yayınevi. Boratav, Korkut (1994), “İktisadi Kriz ve Değişim Dinamikleri”, İktisat Dergisi, S.351, 17-18. Boratav, Korkut; Oktar, Türel ve Erinç, Yeldan (1996), “Dilemmas of Structural Adjustment and Environmental Policies Under Instability: Post-1980 Turkey”, World Development, 24(2), 373-393. Boratav, Korkut (2001), “Finansal Kriz IMF’nin Eseridir”, Ankara Üniversitesi, SBF; teksir. Boratav, Korkut (2001), “2000-2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, İktisat İşletme ve Finans, S.186, 7-18. Boratav, Korkut (2004), Yeni Dünya Düzeni Nereye? (2.Baskı),İstanbul: İmge Kitabevi Yayınları, Aralık 2004. Borensztein E.vd, (1998), “How Does Foreign Direct Investment Affect Economic Growth”, Journel of International Economics,45, 115–135. Branstetter, Lee (2000), “Is Foreign Direct Investment A Channel of Knowledge Spıllovers? Evidence from Japan’s FDI in the United States”, NBER Working Paper Series, No:8015, 1-38. Chakrabarti, Avik (1998), “Foreign Direct Investment and Host Country Interaction: A Strategic Aproach”, The Michigan University, PhD Thesis, 1-119. Chakrabarti, Avik (2001), “The Determinats of Foreign Direct Investments: Sensitivity Analyses of Cross-Country Regressions”, Kyklos,54, 89-113. Chakrabarti, Avik (2003), “A Theory of the Spatial Distribution of Foreign Direct Investment”, International Rewiev of Economics and Finance, 12,149169. 119 Cihan, Ömer (2005), “Gelişmekte olan ülkelere ve Türkiye’ye yönelik kısa vadeli sermaye hareketleri”, Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü, Hazine Uzmanlık Tezi, Şubat 2005, Ankara, Erişim:http://www.hazder2.google Pages.com/OmerCihan Tez Sermaye Hareketleri.pdf./ ,Temmuz,2009 Cizre-Sakallıoğlu, Ümit ve Erinç Yeldan (2000) “Politics, Society and Financial Liber alization: Turkey in the 1990s”, Development and Change, 31(1) :ss 481508. Cömert, Faruk (1998), “Yabancı Sermayenin Dünü Bugünü ve Geleceği”, Hazine Dergisi; S.12, ss 1–25, Ekim, 1998. Çalışkan, Özgür (2003), “Dünya Yatırım Raporu–2002 Çerçevesinde Doğrudan Yabancı Yatırımlar Üzerine Değerlendirmeler”, Dış Ticaret Dergisi, S.27,80-106, Ankara. Das, Satya. P. (2002), “Foreign Direct Investment and The Relative Wage in a Developing Economy”, Journal of Development Economics,67, pp.5577. DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) (2000), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara.Erişim:http://ekutup.dpt.gov.tr/yabancıs/otk532.pdf.(19.05.2009). Emil, Dilek (2003), “Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze İzlenen Yabancı Sermaye Politikaları”, Hazine Dergisi, 80.Yıl Özel Sayısı, ss 113–123. Enders, Walter (1995), Applied Econometric Time Series, USA: John Wiley&Sons, Inc. Eren, Ercan; Bildirici, Melike (2001), “Türkiye’de Siyasal ve İktisadi İstikrarsızlık 1980–2001”, İşletme ve Finans Dergisi, S.187, ss 27–43. Ertek, Tümay (1996), Ekonometriye Giriş (2.Baskı),İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Esen, Oğuz,(1998), “Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanan Finansal Serbestleşme Programlarına Eleştirel Bir Yaklaşım”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, S.145,Nisan 1998. Gebhard, Kirchgassner ve Jürgen, Wolters, (2007), Introduction to Modern Time Series Analysis, Springer. Gövdere, Bekir (2003), “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Belirleyicilerinin Günümüzdeki Geçerliliği”, Dış Ticaret Dergisi, S. 28, 26-42,Ankara. Gujarati, Damodar (1999), Temel Ekonometri, (1.Baskı), Çevirenler: Ümit Şenesen ve Gülay Günlük Şenesen, İstanbul: Literatür Yayıncılık. 120 Günçavdı, Öner; Michael, Bleaney and Andrew, Mckay (1999), “The Response of Private Investment to Structural Adjustment –A Case Study of Turkey”, Journal of International Development, Vol.2, 221–239. Gürlesel, Can Fuat (2003). “Sıcak para nasıl önlenir”, www.eso.es.net (Erişim:29.08.2009). Hazine Dergisi (1998), “75.Yıl Özel Sayısı”. Hazine Müsteşarlığı, 2007 Yıllık Rapor, 8. Hiç, Mükerrem (1975), Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, İstanbul Üniversitesi Yayınları No:372, İktisat Fakültesi No:2143,İstanbul. Işığıçok, Erkan (1994), Zaman Serilerinde Nedensellik Çözümlemesi, Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayın No:94, Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi. Iversan, Carl (1967), “Aspects of Theory of International Capital Movements”, Newyork, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, ss 97, Ağustos 2002. Karluk, S. Rıdvan (1983), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, İstanbul Ticaret Odası Ekonomik Yayınları Dizisi No:13. Karluk, S.Rıdvan (2004), “Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının EkonomikBüyüme’ye OlanKatkısı”, Erişim:http://www.tcmb.gov.tr/,Mayıs,2009. Karluk, S. Rıdvan (2007), “Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyüme’ye Katkısı”, Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye Paneli, Erişim:http://www.tcmb.gov.tr/ ,Temmuz,2009. Karluk, Rıdvan (2007), Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm (11.Baskı), İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Kazgan, Gülten (1988), Ekonomide Dışa Açık Büyüme, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi. Kazgan, Gülten (1995), Yeni Ekonomik Düzen’de Türkiye’nin Yeri (2.Baskı), İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi. Kepenek, Yakup ve Nurhan Yentürk (1997), Türkiye Ekonomisi (9.Baskı), İstanbul: Remzi Kitabevi. Kepenek, Yakup ve Nurhan Yentürk (2000), Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Remzi Kitabevi. Keyder, Nur (1996), Para Teori-Politika-Uygulama (5.Baskı), Ankara: Bizim Büro Basımevi. 121 Kingleberger, Charles P.(1965), International Short-term Capital Movements Reprints of Economic Classics, New York. Kirmanoğlu, H.ve Ö.Özçiçek (1999), “The Effect of Short-term Capital Inflows on the Turkish Economy”, Yapı Kredi Economic Review, 10(1), 27-34. Komiya,R.R.Wakasagi (1991), “Annuals of The American Academy of Political&Sciences,Jan, Erişim:http://ebscohost.com,08 Ekim 2009. Kont, B. (1998), Sermaye Girişleri ve Makroekonomik Etkileri: Türkiye Deneyimi (1990-1996), İktisat Politikası, İstanbul: Alfa Basımevi, 635-739. Kruger, A.O. (1987), “Debt, Capital Flows, and LDC Growth”, The American Economic Review, Vol.77, 159-164. Krugman, Paul. R and Maurice Obstfeld (1994), International Economics: Theory and Policy, Harper Collins, Third Edition, Copyright 1994, 100-101. Larudee, Mehrene; Tim, Koechlin (1999), “Wages, Productivity and Foreign Direct Inveestment Flows”, Journal of Economics Issues, VOL. XXXIII, No.2. Lipsey, Robert. E. (2002), “Home and Host Country Effects of FDI”, NBER Working paper, No:9293, 1-78. Markusen, James. R; Venables, Anthony. J. (1996), “Multinational Production, Skilled Labor and Real Wages”, NBER Working Papers Series, No:5438, 1-38. McKinnon, Ronald. L. (1973), “Optimum Currency Areas”, American Economic Review American Economic Association Business Office;161. Moran, Theodere. H.(1985), Multinational Corporation: The Political Economy of Foreign Direct Investment, Lexington Boks, D.C.Heathand Company. Morisset, Jacques; Pirnia, Nede (2001), How Tax Policy and Incentives Affect Foreign, Direct İnvestment Erişim: 69-101, Eylül, 2009. Muti J. ;Grubert H.(2004), Empricial Asymmetries in Foreign Direct Investment and Taxation, Journal of International Economics, 62, 337-358. Nurse, Ranger (1964), Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü, Çeviren: Şevki Adalı, Yöneten: Yüksel Ülken, İktisat Teorisi Kitaplığı, Seri No.1,Yayınevi: Menteş Kitabevi, İstanbul. Öniş, Ziya ve Ahmet. F.Baysan (1999) “Neoliberal Globalisation, the Nation –State and Financial Crises in the Semi-Periphery: A Comparative Analysis”, Third World Qarterly, 21(1): 119-139. Örnek, İbrahim (2005), “Yabancı Sermaye Akımlarının Yurtiçi Tasarruf ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği”, Ankara Üniversitesi SBF 122 Dergisi, 63-2. Erişim:http://www.dergiler.ankara.edu.tr/dergiler./42/934/11648pdf. Haziran, 2009. Pcaheco-Lopez, Penelope (2004), “Foreign Direct Investment, Export and İmport in Mexico”, Departmant of Economics, Keynes College, University of Kent, Canterbury. Razin, A. (2002), “FDI Contribution to Capital Flows and Investment in Capacity”, National Bureau of Economic Research, Working Paper, No:9204. Robert S. Pindyck ve Daniel L. Rubinfeld, (1998), Econometric Models and Economic Forecast, McGrawHill Rodrik, Dani ve Velasco, A.(1999), “Short Term Capital Flow”, NBER Working Paper, 7364, ss 352-369. Rodrik, Dani (2004), Getting Institutions Right, Erişim:http//www.kgshome. Harvard. Edu, Haziran,2009. Seyidoğlu, Halil (1996), Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama, (11.Baskı), İstanbul: Güzem Yayınları no.11. Seyidoğlu, Halil (2007), Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama, (16.Baskı), İstanbul: Güzem Can Yayınları no.22, İstanbul. Sönmez, Sinan (1998), Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, (1.Baskı), Ankara: İmge Kitabevi. Shıh C.T.(1985), “A Methodology to Develop Country Risk for Foreign Investment”, phD Thesis, The University of Texas, 1-125. Singh, Harinder; Jun, Kwang. W.(1995), “Some New Evidence on Determinants of Foreign Direct Investment in Developing Countries”, World Bank Policy Research Working Paper, No:1531, 1-48. Şahin, Hüseyin (1997), Türkiye Ekonomisi (4.Baskı), Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları. Şenses, Fikret (1998), “Kriz, Dış Yardım ve Neoliberal Politikalar”, Toplum ve Bilim S.77, ss 31–32. Şimşek, M. (1997), “Türkiye’deki Yabancı Sermayenin Yurtiçi Tasarruflar Üzerindeki Etkisi: Ampirik Bir Yaklaşım”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi (12), 25-37. Taylor, Karl; Driffield, Nigel. (2005), Wage İnequality and The Role of Multinational: Evidence from UK Panel data, Labour Economics, 12, 223-249. TCMB,1989 Yıllık Bülteni. 123 TCMB, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, Üç Aylık Ve Yıllık Veriler, www.tcmb.gov.tr. Tuncer, Baran (1968), Türkiye’de Yabancı Sermaye Sorunu, AÜ SBF Yayınları No:214, Ankara. TÜSİAD ve YASED(2004), “FDI Attractivenes of Turkey A Comparative Analysis”, Erişim:http//www.tusiad.us/content/uploaded/Turkey-Foreign-DirectInvestment. Attractıvenespdf/, Temmuz,2009 UNCTAD, World Investment Report, (1991), The Triad in Foreign Direct Investment. UNCTAD, World Investment Report,(1998). UNCTAD, World Investment Report Overview,(2006). UNCTAD, World Investment Report,(2008). www.unctad.org Uras, T.Güngör (1979), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, (1.Baskı), İstanbul: Formül Matbaası. Uygur, Ercan (2004), “Cari Açık Tartışmaları”, İktisat, İşletme ve Finans, S.222, 5–19. YASED (1998), Dünyada ve Türkiye’de Sermaye Yatırımları ve Beklentiler, Yayın No:33. Yeldan, Erinç (1996) “Türkiye Ekonomisinde 1980-Sonrasında Gelir Bölüşümünü Belirleyen Makroekonomik Süreçler”, İktisat Dergisi, No 359, 26-29. Yeldan, Erinç (1999) “The Impact of Financial Liberalization and the Rise of the Financial Rent On Income Inequalty: The Case of Turkey”, A. Cornia (der.) Rising Income Inequaliyt and Poverty Reduction: Are They Compatible? UN-WIDER. Yeldan, Erinç (2006), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, (12.Baskı), İstanbul: İletişim Yayınları 710. Yentürk, Nurhan (2005), Körlerin Yürüyüşü: Türkiye Ekonomisi ve 1990 Sonrası Krizler, (2.Baskı), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları (46). Yılmaz, S. (1994), “Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Tasarrufa Duyulan İhtiyacın Nedenleri”, Hazine ve Dış Ticaret Dergisi (20), 102-103. Zee, Howell. H; Stotsky, Janet. G.; Ley, Eduardo (2002), Tax Incentives for Business Investment:APrimer for Policy Makers in Developing Countries, World Development, 30, 1501-1512. Erişim:http//stats.unctad.org/FDI/Tableviewer.aspx,Ekim,2009. Wong, Charng-Huey and Luis Carranza (1998), “Policy Respenses to External Imbalances in Emerging Market Economies”, IMF Working Paper 124 WP/98/103. Erişim:http://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/wp97103.pdf., Ağustos,2009. 125 ÖZGEÇMİŞ KİŞİSEL BİLGİLER Adı Soyadı : Cafer ELBİR Doğum Yeri Ve Yılı : Elazığ-1964 Adres : Gazi Mh.1305 sok. Ateş apt. No: 17/1, Mersin. Yabancı Dil : İngilizce E-mail : [email protected] ÖĞRENİM DURUMU 1991-2010 : Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, Adana. 1982-1986 : Lisans, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi İktisat Anabilim Dalı, Eskişehir. 1978-1981 : Çemişgezek Lisesi Çemişgezek, Tunceli. İŞ TECRÜBESİ 2007-2009 : M.I. P (Mersin Limanı) Saha Planlamacı. 2004-2007 : Nata Gemi Acent. A.Ş Finans ve Operasyon Bölümü. 1997-2002 : Coca Cola A.Ş Ambar Sorumlusu ve Stok Kontrol. 1995-1997 : Coca Cola A.Ş Finans.