tc çukurova üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü iktisat anabilim dalı

advertisement
T.C
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
YABANCI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜMEYE ETKİSİ:
TÜRKİYE ÜZERİNE BİR UYGULAMA
Cafer ELBİR
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA / 2010
T.C
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
YABANCI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜMEYE ETKİSİ:
TÜRKİYE ÜZERİNE BİR UYGULAMA
Cafer ELBİR
Danışman: Prof. Dr. Erhan YILDIRIM
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA / 2010
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne,
Bu çalışma, jürimiz tarafından İKTİSAT Anabilim Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak
kabul edilmiştir.
Başkan: Prof.Dr. Erhan YILDIRIM
(Danışman)
Üye: Doç.Dr. Fikret DÜLGER
Üye: Yrd. Doç.Dr. Ersin KIRAL
ONAY
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım
25/02/2010.
Prof. Dr. Azmi YALÇIN
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve
fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.
i
ÖZET
YABANCI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜMEYE
ETKİSİ: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR UYGULAMA
Cafer ELBİR
Yüksek Lisans Tezi, İktisat Anabilim Dalı
Danışman: Prof. Dr. Erhan YILDIRIM
Ocak 2010, 125 sayfa
Ülke ekonomilerinin istikrarlı bir kalkınma düzeyine erişmek için ihtiyaç
duydukları yatırımların kaynağı tasarruflardır. Gelişmekte olan ülkelerde ise tasarruf
oranları düşüktür. Bu nedenle ekonomik kalkınmalarını sağlayabilmek için yabancı
sermaye’ye başvurmaktadırlar.
Türkiye’de Ekonomik kalkınmasını gerçekleştirebilmek için 1989 yılında 32
sayılı kararname ile yabancı sermaye hareketlerini serbestleştirmiş, fakat buna rağmen
yeterince yabancı sermaye çekememiştir. Giriş yapan yabancı sermaye içinde de
doğrudan yatırımlara ait payın düşük kaldığı, sermaye girişlerinin büyük bir bölümünün
spekülatif nitelikli sıcak para ve borç yaratan öğelerden oluştuğu görülmektedir. Bu tür
sermaye girişleri ise ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemektedir.
Bu yüksek lisans tezinde amaç, Ülkemize giren farklı yapıdaki yabancı sermaye
hareketlerinin ekonomik büyümeye etkilerini ADF birim kök testi ve Granger
nedensellik testini kullanarak test etmektir. Yapılan Granger nedensellik testlerine göre
Portföy yatırımları (PYSA)’dan, gayri safi sabit sermaye yatırımlarına (SSSA), cari
işlem dengesi (NXSA), toplan yurtiçi tasarruflar (SSA), ithalat (MSA), ihracat(XSA) ve
ara malı ithalatı (MRSA) arasında tek yönlü nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Fakat en
güçlü ilişki (PYSA)’dan, (SSSA)’ya doğrudur. Bu testlerde hem GSYİH’ya oranlanmış,
hem de GSYİH’ya oranlanmamış serilerde PYSA’dan, SSSA’ya doğru % 95 olasılıklı
nedensellik vardır. Bu sonuç SSSA yatırımlarının, PYSA’ya (özelikle spekülatif
nitelikli kısa vadeli sıcak para) bağımlı hale geldiğini göstermektedir. Nitekim yetersiz
yurtiçi tasarruflara rağmen, yatırımlar PYSA’nın giriş yaptığı dönemlerde artmış, çıkış
ii
yaptığı dönemlerde ise azalmıştır. Fakat yüksek reel faiz ve düşük döviz kuru
kullanılarak, yoğun bir şekilde girişi sağlanan bu sermaye türü, faizlerinin geri ödeme
dönemlerinde ekonomiye büyük yük getirmekte, spekülatif nitelikli olması nedeniyle de
herhangi bir olumsuzluk durumunda çıkış yaparak ekonomik krizlere neden olmaktadır.
Spekülatif nitelikli sermayenin ulusal ekonomiye yoğun şekilde girmesi, yüksek reel
faiz, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklarla birleşerek, doğrudan yatırımları dışlamıştır.
Spekülatif nitelikli sermaye girişleri ile açıkların finanse edilmesi, ekonomik sorunlar
için geçici bir çözümdür.
Anahtar Kelimeler: Ekonomik Büyüme, Tasarruf, Sabit Sermaye Yatırımı, Doğrudan
Yabancı Sermaye Yatırımları, Portföy Yatırımları, Cari Açık
iii
ABSTRACT
THE EFFECTS OF MOVEMENTS OF FOREİGN CAPİTAL TO ECONOMİC
GROWTH: AN APLICATION ON TURKEY
Cafer ELBİR
Master Thesis, Department of Economies
Supervisor: Prof. Dr. Erhan YILDIRIM
January 2010, 125 Pages
Domestic savings is the main source for financing the necessary investment for
economic development goals of the countries. In developing countries savings rates are
low. Therefore, foreign capital made possible an increase in domestic investment over
domestic saving.
Turkey initiated a long lasting structural adjustment programme in the 1980’s.
The liberalizing process intensified by dismantling the restrictions on the movements of
foreign capital in 1989. But this capital account liberalization did not magnetize much
foreign capital inflows to the Turkish economy. The share of the foreign direct
investment in total capital inflows remained low and the lions share in capital flows was
the short run speculative capital or “hot money”. This type of speculative capital
inflows would had adversely affect the economic growth of the country.
The basic aim of this dissertation is to assess the effects of capital inflows of
different structure on economic growth for the Turkish economy. In doing so, the
Granger non-causality tests are used to empirically examine the effects of foreign
capital movements on economic growth. The results suggest a one way causality, from
portfolio investments (PYSA) to gross fixed capital investments (SSSA); form current
account balance (NXSA), to total domestic savings (SSA); from import (MSA) to
export (XSA) and from intermediate goods import ( MRSA) to ? .
However, there exists a stronger relationship from portfolio investments (PYSA)
to gross fixed capital investments (SSSA). This finding is points out to some sorts of
iv
dependency between short run portfolio investments and fixed investments. For
example the fixed investment rises when short run capital inflows accelerated, and
decreases when speculative capital inflow fell down. Domestic interest rates stay high in
order to attract more capital inflows. High interest rates combined with economic and
political instability crowds out foreign direct investment. Financing deficits via
speculative foreign capital inflows is a temporary solution to economic problems.
Keywords: Economic Growth, Saving, Fixed Capital Investment, Foreign Direct
Investment, Portfolio Investment and Current Account Deficit
v
ÖNSÖZ
Tez çalışmamda yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen danışman hocam
Prof. Dr Erhan YILDIRIM’a ve tez çalışmamda ihtiyaç duyduğumda yardımlarını
esirgemeyen. Doç. Dr İsmail TUNCER ve Ekonometrik çalışma bölümündeki
yardımlarından dolayı Arş. Gör. Selim ÇAKMAKLI’ ya teşekkürü bir borç bilirim.
Ayrıca bu çalışmada İ.İ.B.F2009YL14 Numarası ile Çukurova Üniversitesi Bilimsel
Projeleri Destekleme Fonundan yararlanılmıştır.
vi
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET……………………………………………………………………………...
i
ABSTRACT……………………………………………………………………....
iii
ÖNSÖZ…………………...……………………………………………………….
iv
KISALTMALAR LİSTESİ……………………….…………………………….
vii
TABLOLAR LİSTESİ……………………………………..……………………
viii
GRAFİKLER LİSTESİ…………………………………………………………
ix
GİRİŞ………………………..……………………………………………………
1
BİRİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİ TANIM VE KAPSAMI
1.1. Uluslararası Sermaye Akımının Tanımı………………………………………
3
1.2. Uluslararası Sermaye Akımının Çeşitleri…………………………………….
7
1.2.1. Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları (DYY)……………….............
7
1.2.2. Portföy Yatırımları……………………………………………………..
9
1.2.3. Uzun Vadeli Sermaye Hareketleri…………………………….………..
10
1.2.4. Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri……………………………………....
11
İKİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK
BÜYÜME ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
2.1. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ekonomi Üzerindeki Etkileri………….
15
2.1.1. Sermaye ve Gelir Etkisi……….……………….……………………….
15
2.1.2. Ödemeler Dengesine Etkileri………………..…………………………
16
2.1.3. Teknoloji Etkisi………………………………………………………...
18
2.1.4. Ücretler Üzerindeki Etki…………………..…………………………...
20
2.1.5. Portföy Yatırımlarının Ekonomi Üzerindeki Etkileri……..……………
21
vii
2.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerini Etkileyen Faktörler………….…………..
23
2.2.1. DYY’leri Etkileyen Faktörler……………...…………………………...
23
2.2.1.1. Piyasa Büyüklüğü………..……………………………………
25
2.2.1.2. İşgücü Maliyeti………………………………………………..
27
2.2.1.3. Ticaret Engelleri…………………………………..…………..
28
2.2.1.4. Döviz Kuru…………..………………………………………..
29
2.2.1.5. Açıklık………………………..………………………………..
30
2.2.1.6. Vergiler…………………………...……………………………
31
2.2.1.7. Ekonomik Büyüme…………………………………………….
32
2.2.1.8. Ulaşım Maliyeti………………………………..………………
33
2.2.1.9. Politik Durum………………………………………………….
34
2.2.2. Portföy Yatırımlarını((Sıcak Para ) Etkileyen Faktörler……………….
35
2.2.3. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Dünya Üzerindeki Dağılımı…….
36
2.3. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi...
39
2.3.1. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Sermaye Birikimine Olan Etkisi
44
2.3.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ödemeler Bilançosu Üzerindeki
Etkisi…………………………………………………………………....
56
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE YABANCI SERMAYE HAREKETLERİ
3.1. Türkiye’de Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Tarihsel Gelişimi………….
65
3.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Türkiye Ekonomisinde Büyümeye
Katkısının Ekonometrik Yöntemlerle Ölçülmesi…………………………......
88
3.2.1. Araştırma Yöntemi……………………………………………………..
88
3.2.1.1. Durağanlık…………………………………………..…………
88
3.2.1.2. Birim Kök Testi……………………………………….….……
89
3.2.1.2.1. Arttırılmış Dickey-Fuller (ADF) Birim Kök Testi….
89
3.2.1.3. Nedensellik……………….……………………….…………...
90
3.2.1.3.1.Granger Nedensellik Testi…………….……………..
91
3.2.2. Veri Seti ve Birim Kök Testi Sonuçları……...………………………...
92
3.2.3. Korelasyon Analizi ve Sonuçları……………………………………….
96
viii
3.2.4. Granger Nedensellik Testi Sonuçları…………………..………………
96
3.2.4.1. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla Bileşenleri ve Sermaye Hareketleri
Arasında Yapılan Granger Nedensellik Testi Sonuçları…..…
96
3.2.4.1.1. GSYİH’ya Oranlanmış Seriler İçin Granger
Nedensellik Testi Sonuçları…………………..…….
97
3.2.4.1.2. GSYİH’ya Oranlanmamış Seriler İçin Granger
Nedensellik Testi Sonuçları……...………………...
3.2.5. Sermaye Hareketlerinin Türkiye Ekonomisi ve Büyümeye Etkileri...
3.2.5.1. Portföy Yatırımları ve Cari İşlemler Dengesi………………...
99
106
106
3.2.5.1.1. Portföy Yatırımları, Doğrudan Yatırımlar ve Cari
işlemler Dengesi…………………………………….
107
3.2.5.2. Portföy Yatırımları ve Toplam Yurtiçi Tasarruflar………..….
108
3.2.5.3. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye ve Gayri Safi Sabit Sermaye
Yatırımları……………………….…….……………………..
109
3.2.5.4. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, GSYİH ve Cari İşlemler
Dengesi………………………..……………………………..
110
3.2.5.5. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, Özel Kesim Nihai Tüketimi ve
Tüketim Malı İthalatı…………………………….…………...
111
SONUÇ……………………………………………………………………
113
KAYNAKÇA…………………………………….………………………..
117
ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………
125
ix
KISALTMALAR LİSTESİ
AB
:Avrupa Birliği
AGÜ
:Az Gelişmiş Ülkeler
BSB
:Bağımsız Sosyal Bilimciler
CIS
:Bağımsız Ülkeler Topluluğu
ÇUŞ
:Çok Uluslu Şirket
DÇM
:Dövize Çevrilebilir Mevduat
DİE
: Devlet İstatistik Enstitüsü
DPT
:Devlet Planlama Teşkilatı
DYY
:Doğrudan Yabancı Yatırımlar
EPU
:Avrupa Ödemeler Birliği
GOÜ
:Gelişmekte Olan Ülkeler
GSMH
:Gayri Safi Milli Hasıla
GSYİH
:Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
HDTM
:Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı
IBRD
:Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası
IDA
:Uluslararası Kalkınma Birliği
IMF
:Uluslararası Para Fonu
KKBG
:Kamu Kesimi Borçlanma Gereği
OECD
:Kalkınma İçin İşbirliği Örgütü
TCMB
:Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TMSF
:Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
TÜİK
:Türkiye İstatistik Kurumu
TÜSİAD
:Türkiye Sanayici İşadamları Derneği
UDY
:Uluslararası Doğrudan Yatırım
UNCTAD :Birleşmiş Milletler Ticaret ve Yatırım Konferansı
YASED
:Yabancı Sermaye Derneği
x
TABLOLAR LİSTESİ
Sayfa No
Tablo 1.1. 1980- 2008 Yılları Sermaye Hareketlerinin Dağılımı………………...
6
Tablo 1.2. 1989-1994 Dönemindeki Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri………….
14
Tablo 2.1. DYY’lerin Belirleyici Unsurları……………………………………..
24
Tablo 2.2. Dünyadaki Dolaysız Sermaye Girişleri 1970 -1980………………….. 36
Tablo 2.3. Dünyadaki Dolaysız Sermaye Giriş ve Çıkışları 1990 -2007………… 37
Tablo 2.4. En Fazla UDY Çeken İlk On Ülke ve Türkiye 2005 ve 2006……….
39
Tablo 2.5. Ekonominin Genel Dengesi ve Kamu Açıklarının Finansmanı……..
42
Tablo 2.6. Sermaye Hareketleri ve Büyüme…………………………………….
47
Tablo 2.7. GSMH’ya Oranla Ulusal Tasarruf ve Yatırımlar……………………
50
Tablo 2.8. Tasarruf, Yatırım ve Tasarruf Açığının GSYİH’ya Oranı…………..
52
Tablo 2.9. Sektörlerde Sabit Sermaye Birikimi, Toplamdan Paylar……………..
55
Tablo 2.10. Sektörel Yatırımların GSMH’dan Payları………………………….
55
Tablo 2.11. Seçilmiş Belirli Ekonomik Göstergeler………….………………….
58
Tablo 2.12. Mal Gruplarına Göre İthalat………………………………………..
60
Tablo 2.13. Başlıca Ekonomik Göstergeler……………………………………..
61
Tablo 2.14. Yıllık Ortalama Büyüme Hızları…………………….……………...
63
Tablo 2.15. Esneklikler(e) ve Reel Döviz Kuru………………………………...
64
Tablo 3.1.1946- 1960 Dış Sermaye Kaynakları………………………………….. 69
Tablo 3.2. 1950- 1960 Döneminde Sermaye Hareketleri……………………….
70
Tablo 3.3. 1961- 1974 Döneminde Sermaye Hareketleri……………………….
72
Tablo 3.4. 1975- 1979 Döneminde Sermaye Hareketleri………..……………….
74
Tablo 3.5. Dış Ticaret Göstergeleri………………………………………………. 77
Tablo 3.6. 1980- 1988 Döneminde Sermaye Hareketleri……………………….
77
Tablo 3.7. 1989- 1999 Döneminde Sermaye Hareketleri……………………….
79
Tablo 3.8. Bazı Ülkelere Yönelik Net Sermaye Akımları………………………
80
Tablo 3.9. Türkiye’de Hazine Bonolarının Karlılığı……………………………
81
Tablo 3.10. Türkiye’de Reel Faiz Getirileri……………………………………… 82
Tablo 3.11. Dış Ticaret Göstergeleri……………………………………………..
84
Tablo 3.12. 2000- 2008 Döneminde Sermaye Hareketleri……………………...
85
Tablo 3.13. Türkiye’ye 2006 Yılında Gelen Doğrudan Yabancı Sermaye
Yatırımları………………………………………………………….
87
xi
Tablo 3.14. Veri Tanımları ve Kısaltmalar……………………………………...
92
Tablo 3.15. GSYİH’ya Oranlanmış Seriler İçin ADF Birim Kök Sonuçları…..... 94
Tablo 3.16. GSYİH’ya Oranlanmamış Seriler İçin ADF Birim Kök Sonuçları….
95
Tablo 3.17. Korelasyon Analizi Sonuçları……………………………………….. 96
Tablo 3.18. GSYİH’ya Oranlanmış Seriler İçin İkili Granger Nedensellik Testi
Sonuçları……………………..………………………………………
102
Tablo 3.19. GSYİH’ya Oranlanmamış Seriler İçin İkili Granger Nedensellik
Testi Sonuçları……………………………………………………….. 104
xii
GRAFİKLER LİSTESİ
Sayfa
Grafik 1. Cari Açık ve Portföy Yatırımları Arasındaki İlişki…………….……...
107
Grafik 1.1. Cari Açıkların Portföy Yatırımları ve Doğrudan Yatırımlarla İlişkisi. 108
Grafik 2. Portföy Yatırımlarının, Yurtiçi Tasarruflara Etkisi…………………...
109
Grafik 3. Kısa Vadeli Yabancı Sermayenin, Gayri Safi Sabit Sermaye
Yatırımlarına Etkisi……………………………………….…………...
110
Grafik 4. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, GSYİH ve Cari Açıklar Arasındaki
İlişki…………………………………………………………………….
111
Grafik 5. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, Özel Kesim Nihai Tüketimi ve
Tüketim Malı İthalatı Arasındaki İlişki………….……………………..
112
1
GİRİŞ
Ülke ekonomilerinin istikrarlı bir büyüme oranına ulaşmak için ihtiyaç
duydukları yatırımların kaynağı tasarruflardır. Tasarrufları belirleyen unsur ise gelir
seviyesidir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde kişi başına düşen milli gelir seviyesinin
düşük olması, tasarruf hacminin de düşük olmasına yol açmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümeyi sağlayabilmeleri için önce
sermaye birikimini artırmaları gerekmektedir. Bunu da gelir seviyelerinin düşük olması
nedeniyle sağlayamadıklarından yabancı sermaye’ye ihtiyaç duymaktadırlar.
Türkiye’nin tasarruf yatırım eşitliği incelendiğinde toplam yatırımlar artarken
yurtiçi tasarrufların giderek azaldığı görülmektedir. Yani Türkiye’de toplam
yatırımların finansmanında dış kaynakların payı artarken, yurtiçi tasarrufların payı
azalmış, bu ise dış açıkların artmasına neden olmuştur. Yurtiçi tasarrufların düşmesine
neden olan temel unsur, tüketim harcamalarındaki artış ve kamu kesiminin eksi
tasarrufudur. Kamu kesimi 1991 yılından itibaren 1997 hariç hiç tasarruf yapamamış ve
toplam yurtiçi tasarrufların tamamı özel kesim tarafından gerçekleştirilmiştir.
Diğer taraftan kamu ve özel sektör sabit sermaye yatırımlarına baktığımızda
1980 sonrası kabul edilen ekonomik program gereği kamunun payı sürekli azalmış ve
1980’lerde GSMH içindeki payı % 8,7 iken 2008 yılında bu oran % 4’ler seviyesine
düşmüştür. Diğer taraftan özel sektörün GSMH’dan aldığı pay ise % 11ile % 20
arasında gidip gelmiştir. Yani özel sektörde istenildiği kadar yatırım yapamamış ve
kamu kesiminin boşalttığı yeri dolduramamıştır.
Konsolide Bütçe harcama ve gelirlerine bakıldığında da kamu harcamalarının
sürekli arttığı ve kamu gelirlerinin ise yüksek orandaki kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin
vergilendirilememesi sonucu, vergi gelirleri artırılamadığı için bütçe açıkları sürekli
artmıştır. Bütçe giderlerinin GSMH içindeki payının son yıllardaki yükseliş nedeni ise
Transfer harcamaları içinde yer alan iç ve dış faiz ödemelerindeki artıştır. Bütün bunlar
göstermektedir ki 24 Ocak 1980 sonrası kamu harcamaları özellikle yüksek faiz
ödemeleri nedeniyle düşürülememiş, aksine daha da artmıştır.
2
Türkiye’nin sermaye giriş kanallarına bakıldığında doğrudan yatırımlara ait
payın düşük kaldığı (2005 ve 2008 yılları arası hariç) sermaye girişlerinin önemlice bir
bölümünün daha çok portföy yatırımları ve dış krediler yoluyla borç yaratıcı
kaynaklardan elde edildiği anlaşılmaktadır. Türkiye’ye giren yabancı sermaye düzeyinin
yetersizliği, özellikle de doğrudan yatırımların çok düşük seviyede kalması Türkiye’nin
dinamik bir büyüme sürecine girmesini engellemiştir.
Diğer
taraftan
Hükümetler
yabancı
sermaye’ye
ekonomik
büyümeyi
sağlamaktan çok yüksek oranlarda seyreden cari açıklarını kapatmak için başvurmuştur.
Türkiye ekonomisi kriz yılları 1991, 1994, 1998 ve 2001 yılları hariç hep cari açık
vermiştir.
Bu
açıkları kapatabilmek
için
Hükümetler
TL’nin
adeta sürekli
değerlenmesine ve yüksek faizlere göz yummuşlardır. Yüksek faizler sonucu ülkeye
yoğun miktarda spekülatif amaçlı (sıcak para) sermaye girişleri olmuş ve cari açıklar
kapatılmıştır. Fakat herhangi bir olumsuzluk durumunda ise bu sermaye hızlı şekilde
çıkış yapmış ve birkaç yılda bir tekrarlanan krizlere neden olmuştur. Ayrıca aşırı değerli
TL ithal mallarını göreceli olarak ucuzlattığından, bunlara yönelik tüketim ve yatırım
talebi artmış ve böylece cari denge daha da bozulmuştur.
Aynı şekilde Türkiye’nin ithalatının büyük bir bölümünün ara mallarından
oluştuğu, son yıllarda üretimin büyük oranda ithalata bağımlı ara mallarından oluşması
nedeniyle, büyümeyle birlikte yatırımların artması nedeniyle ara mallarına olan talep
daha da artmakta ve bu da cari açığın artmasına neden olmaktadır. Türkiye’de iç
tasarrufların yetersiz olmasından dolayı dış kaynaklara (dış borç ve yabancı sermaye)
başvurulması zorunluluk haline gelmektedir.
Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak sürdürülebilir bir büyümeyi
sağlayabilmesi için ihracatı ve turizm gelirlerini artırıcı ve doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarını (özellikle yeni yatırımlar) teşvik edici politikaların geliştirilmesi
gerekmektedir. Çünkü doğrudan yatırımlar beraberinde teknoloji, bilgi ve kalifiye
eleman getirmekte, giriş yaptığı ülkede uzun dönemli kalarak daha hızlı ve istikrarlı bir
şekilde büyümesine ve kalkınmasına yardımcı olmaktadır.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARARASI SERMAYE HAREKETLERİ TANIM VE KAPSAMI
1.1. Uluslararası Sermaye Akımının Tanımı
Uluslararası sermaye akımı bir ülkedeki yerleşiklerin, bir başka ülkedeki
yerleşiklere Fon aktarması veya onlardan bir aktif satın almak üzere fon göndermesi ile
ortaya çıkmaktadır. Ödemeler dengesinin genel eşitlik prensibi içinde Cari işlemler
fazlası = Sermaye çıkışı+Rezervlerde artış olarak tanımlanmaktadır. Net sermaye
ihracatçısı ülke rezervleri azalmaya başlayana, kadar sermaye ithal eden ülkeye mal ve
hizmet ihracında bulunmak zorundadır.Bu finansal sermaye akımını doğuran reel
sermaye (mal ve hizmet ) akımıdır.
Bu reel sermaye akımı milli gelir hesabına ticaret fazlası (X-M) olarak girmektedir.
Y=C+I+G(X-M)
Ülke tasarrufları ve yatırımları arasındaki dengesizlik bir ülkeden diğer ülkeye
reel kaynakların aktarımı ile finanse edilmektedir.Net uluslararası sermaye akımı da
ülkelerin tasarruf ve yatırım dengesizliğinin yol açtığı ödemeler dengesi açıklarını
finanse etmektedir.Uluslararası sermaye hareketleri özel sermaye hareketleri ve resmi
sermaye hareketleri olarak ikiye ayrılır.
Uluslararası özel sermaye
hareketleri,
sanayileşmiş
ülkelerdeki
büyük
işletmelerin diğer ülkelerdeki pazarlara yönelik ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan
doğrudan yatırımlardan; bireysel ve kurumsal yatırımcıların risklerini dağıtmak için
yaptığı portföy yatırımlarından; uluslararası para ve sermaye piyasalarından sağlanan
ticari amaçlı kredilerden oluşur. Özel sermaye hareketleri, doğrudan yatırımlar, portföy
yatırımları ve diğer yatırımlar olmak üzere üç gruba ayrılır. Vadelerine göre ise kısa (1
yıldan az), orta (1- 5 yıl arası) ve uzun (5 yıldan fazla) vadeli olarak gerçekleşmektedir.
Sermaye piyasası işlemleri tahvil ve hisse senedi gibi menkul değerlerin alım satımıyla
gerçekleşmekte ve portföy yatırımları olarak adlandırılmaktadır (Karluk, 1996, 538).
4
Uluslararası portföy yatırımlarının açıklanmasında portföy teorisi önemli bir
yere sahiptir. Bu teoriye göre; yatırımcı sermaye fonlarını çeşitli menkul değerler
arasında, belirli bir risk düzeyinde en yüksek geliri elde edecek biçimde dağıtacaktır.
Yatırımcı en yüksek geliri hedefler iken tüm fonlarını tek bir menkule yatırmanın
getireceği riskten korunmak amacıyla yatırım araçlarını çeşitlendirecek ve böylelikle
yatırımcı yerli menkullerin yanında bir miktarda yabancı menkul alma yoluna
gidebilecektir. Menkullerin risk ve gelir seviyesindeki beklenti ve değişmeler ise
uluslararası özel sermaye hareketlerini etkileyebilecektir (Seyidoğlu, 1993, 257; Aslan,
1997, 52).
Para piyasalarında gerçekleştirilen uluslararası mali işlemler ise; ticari bankalar
tarafından dış ticaretin finansmanına yönelik kısa vadeli, likiditesi yüksek ve risk oranı
düşük banka kredileri şeklindeki işlemlerdir. Zamanla bu bankalar çok uluslu şirketlere,
yabancı
hükümetlere
ve
diğer
kuruluşlara
da
kredi
sağlamaya
başlamış
bulunmaktadırlar.
Uluslararası özel sermaye akımlarının para ve sermaye piyasalarından ticari
koşullara göre sağlanmaları en belirgin özellikleridir. Yardım niteliğinde olmamaları,
onları resmi sermaye hareketlerinden, üretime yönelik yatırım niteliğinde olmamaları
ise onları doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından ayırır (Seyidoğlu, 1993, 231).
Resmi sermaye hareketleri ise gelişmiş ekonomilerin, az gelişmiş ekonomilere
yaptıkları bağış ve kredi şeklindeki yardımlardır, yardımlar bağış şeklinde olursa
uluslararası bir transfer söz konusu iken, kredi şeklinde ise devletlerarası bir borçlanma
söz konusudur. Resmi krediler piyasa koşullarından uzak, düşük faizli ve uzun vadeli
kredilerdir (Ünsal, 1989, 16). Bu nedenle resmi sermaye hareketleri, bir tür dış yardım
niteliğindedir. OECD bünyesinde oluşturulan “Kalkınma için Yardım Komitesi
(DAC)”, yardım terimini, “kalkınma için kamusal yardım” veya
“resmi yardım
anlamında kullanılır. Kamusal yardımlar iki taraflı (Hükümetten hükümete ) ve çok
taraflı (Uluslararası kuruluşlar tarafından hükümete)olmak üzere iki grupta toplanır. İki
taraflı yardımlar: Mali transferler (proje kredileri), ayni yardımlar (Gıda yardımı) ve
teknik yardım olarak üçe ayrılır. Çok taraflı yardımlar, uluslararası kuruluşlar veya
örgütler tarafından sağlanır (Sönmez, 115-116)
5
Kredi ve bağış şeklindeki bu yardımların verilmesinde ekonomik, sosyal ve
siyasi bir takım faktörler etkili olabilmektedir. Genellikle dış devletler Dünya bankası
gibi mali kuruluşlar, ya da Avrupa yatırım bankası gibi bölgesel kalkınma bankalarınca
gerçekleştirilen bu yardımlardan faydalanan ülkeler bu yardımlarla döviz ve tasarruf
açıklarını kapatarak daha yüksek bir kalkınma hızına ulaşmaya çalışmaktadırlar.
(Seyidoğlu, 2007, 635).
1973 yılının mart ayında, birçok ülkenin paralarını dalgalanmaya bırakması ile
birlikte Bretton Woods sistemi yıkılmış ve uluslararası finansal sistemde serbestleşme
ve sermaye hareketlerinde liberalleşme başlamıştır. Özellikle 1990’lı yıllarda hız
kazanan finansal piyasalardaki küreselleşme olgusu dünya ticaretinin çok üzerinde para
hareketlerine neden olmuş ve gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları önemli
ölçüde artmıştır. Bu süreçte gerçekleşen sermaye akımlarının niteliği önceki yıllardan
daha farklı bir boyuttadır.1990’lı yıllardan sonra sermaye hareketleri,
spekülatif
nitelikli sıcak para şeklinde gelişmekte olan piyasalara giriş yapmaya başlamıştır
(obstfeld, 1994, 251).Yine aynı dönemde, sermaye girişleri resmi kanallardan özel
piyasalara kaymıştır. Özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda sağlanan uluslararası finansal
liberalizasyonla birlikte uluslararası sermaye çok daha rahat dolaşmaya başlamıştır.
Sermaye hareketlerinin yol açtığı gelişmelerde bilinmekle birlikte, bu süreçte
gelişmekte olan ülkelerin kırılganlıklarını arttırmış ve dünya ekonomilerini tekrarlanan
krizlere sürüklemiştir. Bu kapsamda 1991 yılındaki Meksika krizi,1994 yılında yaşanan
ve kısa bir sürede bölgesel krize dönüşen Asya krizi,1997 ve 1998 yıllarındaki Rusya ve
Brezilya krizleri,2001 yılında patlak veren Türkiye krizi kısa vadeli ve spekülatif
sermaye hareketlerinin neden olduğu ciddi krizlerdendir.
Tablo- 1. 1’dende görüldüğü üzere Türkiye’de 1980 sonrası sermaye akımlarının
rakamsal olarak arttığı görülmektedir. Bu artış 1990’lı yıllara gelindiğinde 1991,1994
ve 1998 yılları hariç tutulursa hızlanmıştır. Türkiye’ye giren yabancı sermaye miktarı
1989’da 780 milyon dolara,1990’da 4 milyar dolara,1995’de 4,5 milyar dolara,1996’da
5,5 milyar dolara yükselmiştir.
1991 Körfez krizi,1994 Asya krizi ve 1998 Rusya krizlerinin etkisiyle
ülkemizden önemli miktarda sermaye çıkışı yaşanmıştır.
6
Tablo 1.1. 1980- 2008 Yılları Sermaye Hareketlerinin Dağılımı
YILLAR
TOPLAM DOĞRUDAN PORTFÖY
SERMAYE SERMAYE
YATIRIM
NET
HAREKET HAREKET
NET
NET
UZUN VAD. KISA VAD.
SE
SERMAYE
RMAYE
HAREKET
HAREKET
NET
NET
1980
672
18
656
-2
1981
899
95
683
121
1982
280
55
127
98
1983
883
46
39
798
1984
73
113
612
-652
1985
1065
99
0
-513
1479
1986
2124
125
146
1041
812
1987
1891
106
282
1453
50
1988
-958
354
1178
-209
-2281
1989
780
663
1386
-685
-584
1990
4037
700
547
-210
3000
1991
-2397
783
623
-783
-3020
1992
3648
779
2411
-938
1396
1993
8903
622
3917
1370
2994
1994
-4257
559
1158
-784
-5190
1995
4565
772
237
-79
3635
1996
5483
612
570
1636
2665
1997
6969
554
1634
4788
-7
1998
-840
573
-6711
3985
1313
1999
4936
138
3429
345
1024
2000
9610
112
1022
4276
4200
2001
-13882
2769
-4515
-1130
-11006
2002
1237
939
-593
2170
-1279
2003
7044
1252
2465
-956
4283
2004
17602
2005
8023
6065
1509
2005
42742
8967
13437
13384
6954
2006
44216
19261
7373
28139
-10557
2007
49493
19940
717
33064
-4228
2008
32997
15633
-5046
23453
-1043
Kaynak: TCMB(Yıllık Raporlar)
7
1991 yılında Türkiye’den çıkan net sermaye miktarı 2,4 milyar dolar, 1994
yılında 4,2 milyar dolar, 1998 yılında ise 840 milyon dolardır.1999 ve 2000 yıllarında
ise sermaye girişlerinde artışlar yaşanmış net sermaye girişi 1999 yılında 4,9 milyar
dolar iken 2000 yılında 9,6 milyar dolara yükselmiştir. 2001 yılında ise kasım ve şubat
krizlerinin etkisiyle 14 milyar dolar civarında sermaye çıkışı yaşanmıştır. 2008 yılında
ise Amerikan morgate kredileriyle başlayan ekonomik kriz tüm dünyaya yayılmış ve
krize karşı zamanında önlemler alınmadığı için ülkemizi de derinden etkileyerek
sermaye girişinde düşüşlere, ekonomik büyümenin keskin bir şekilde düşmesine ve
birçok firmanın kapanmasına neden olmuştur. Hatta 2009 yılının ilk çeyreğinde
ekonomi % 13,5 oranında daralmış ve 1929 krizinden bu yana ülkemizdeki en büyük
krizlerden biri yaşanmaktadır ve halen devam etmektedir.
Türkiye’ye yönelen yabancı sermaye özellikle 1990’lı yıllarda dalgalanmalar
göstermiş önemli ve güvenli fon kaynakları sağlayamamıştır. Portföy yatırımları ve kısa
vadeli borç alımlarının hacmi arttıkça Türkiye aniden tersyüz edilebilen sermaye
çeşitleriyle yüz yüze gelmiş ve bu iki tür sermaye giriş ve çıkışlarında benzer özellikler
göstermişlerdir (Arın, 2001, 3–4).
1.2. Uluslararası Sermaye Akımının Çeşitleri
1.2.1. Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları (DYY)
Özel yabancı sermaye hareketleri içerisinde değerlendirilen Doğrudan yabancı
sermaye yatırımları konusunda pek çok tanımlama bulunmaktadır.
Doğrudan yatırımlar, bir ülkede bir firmayı satın almak, yeni kurulan bir firma
için kuruluş sermayesi sağlamak veya mevcut bir firmanın sermayesini arttırmak
yoluyla yapılan; sermayenin yanında teknoloji, işletmecilik bilgisini ve kontrol yetkisini
de yanında getiren yatırımlardır (Karluk, 2007, 566).
DYY’ler genel olarak şirket birleşmeleri satın alımları (Merger and Acquisition)
ile komple yeni yatırımlar (Greenfield) olarak iki biçimde gerçekleşmekte olup, her bir
tanım kendi içinde farklı etkileri içinde taşımaktadır. Yabancı firmaların tercihi ile ev
sahibi ülkenin toplumsal çıkarlarının birbiriyle çatışması müdahale için bir zemin
hazırlar. Ev sahibi ülke şirket birleşmelerindense, yeni yatırımları tercih eder. Çünkü
8
yeni yatırımlar teknoloji transferini getirirken, şirket birleşmeleri daha çok eski
teknolojiyle üretim yapmaktadır. Bu ise ev sahibi ülkenin çıkarlarıyla ters düşmektedir
(Matto, Olerreaga, Saggi, 2003).
OECD ve IMF tanımlamasına göre; doğrudan yabancı sermaye yatırımları, bir
ülkedeki yerleşik kişi ve kurumların, diğer bir ülkede kalıcı ekonomik çıkar elde etme
amacını yansıtmaktadır. Burada bahsedilen kalıcı çıkar kavramı ile yabancı yatırımcı,
yabancı yatırım girişimi ve bu girişimin yönetimi üzerindeki kontrol hakları arasında
uzun dönemli bir ilişkinin hüküm sürmesi ifade edilmektedir (Duce Espano, 2003).
Tahvil ve hisse senetlerinin bir diğer ülke veya ülkelerin kuruluşları tarafından
satın alınmasını ifade eden portföy yatırımları dışında kalan ve bir veya birden fazla
uluslararası yatırımcının tamamına sahip olarak veya yerli yatırımlar doğrudan yabancı
sermaye yatırımları olarak tanımlanmaktadır (DPT, 2000, 1).
DYY’ ların Özellikleri Şunlardır:
·
DYY şeklinde yabancı ülkede kurulan şirket doğrudan ana şirketin
denetimindedir. Bu şirketlerin başındaki yöneticiler genellikle ana şirket
tarafından atanan yöneticilerdir. Doğrudan yatırım ifadesi ile anlatılmak
istenen de şirket yönetimindeki yabancı yönetimi ifade eder.
·
DYY’ lar ev sahibi ülkeye sermaye ile birlikte, teknoloji, yönetim bilgisi ve
üretime etkinlik kazandırmaktadır.
·
DYY’ lar çok uluslu şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir.
·
DYY’ ların da belli bir amortismanı yoktur. İşletmecinin kazanç durumuna
bağlı olarak belirlenir.
DYY’ ların amacı sadece kâr değildir. Aynı zamanda yeni pazarlar elde ederek
piyasa paylarını genişletmektir.
Dünyada, ortalama Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırım girişlerinin %70’i
gelişmiş ülkeler tarafından yapılmakta ve bunun
% 80’i ise gelişmiş ülkelere
9
yapılmaktadır. Geriye kalan % 20 ise az gelişmiş ülkeler (AGÜ) tarafından
paylaşılmaktadır ve bunun büyük çoğunluğu ise Çin ve Hong-Kong’a gitmektedir.
Yabancı, sermayenin Türkiye’de yapmış olduğu fiziki yatırımları ifade eden
doğrudan yatırımların teşviki amacıyla 1980 sonrası yabancı sermaye mevzuatı tekrar
düzenlenmiştir. 1986, 1992 ve 1995 yıllarında yabancı sermaye çerçeve kararlarında
yapılan değişikliklerle mevzuat daha liberal hale gelmiş ve 1996 yılında AB ile
imzalanan Gümrük birliği ve 1999 yılında da uluslararası tahkim yürürlüğe girmiştir.
(TCMB, 2000,
52).Buna rağmen yabancı sermaye hareketlerinde, özellikle de
doğrudan yatırımlarda beklenilen artışlar gerçekleşmemiştir. 2004–2008 yılları arasında
doğrudan yatırımlarda büyük bir sıçrama olmuş, fakat bunlarda yeni yatırımlardan
ziyade o yıllarda yapılan özelleştirmelerden kaynaklanmaktır.
1.2.2. Portföy Yatırımları
Doğrudan yatırımların dışında, tahvil dışsatımı yada menkul kıymetler alım
satımı portföy yatırımı olarak tanımlanmaktadır (Kepenek ve Yentürk, 2000, 299).
Menkul değerlere yapılan yatırımlar (plasmanlar) olarak tanımlanan portföy
yatırımları, genellikle hükümet tahvilleri yada özel kuruluşların bono tahvilleri ile hisse
senedi satın alınması şeklinde gerçekleşir. Ayrıca son yıllardaki para piyasası araçları
ile finansal türevler araçları işlemleri de bu hesaplarda izlenmektedir.
Portföy yatırımlarının azalıp artmasında dış âlemde ki ve yurt içindeki faiz
oranları ile birlikte ülkelerdeki politikalar etkili olmaktadır.
Doğrudan yatırım ile portföy yatırımları arasında bazı önemli farklılıklar vardır.
En önemli fark, yabancı ülkede yapılan yatırımın yönetimi ve denetimi konusudur.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımı durumunda, şirket yönetimi ve denetiminde etkili
olmaktadır. Oysa portföy yatırımlarında yerleşik şirket üzerinde yönetim hakkı ve
denetim söz konusu değildir; bu yolla yerleşik şirket uluslararası piyasalardan kaynak
sağlamış olur. Ayrıca Portföy Yatırımlarında, yabancı yatırımcı sermayeden başka bir
katkı da bulunmamaktadır. Portföy yatırımlarını gerçek kişilerde yapabilmektedir, gelir
ve amortismanların geri ödeme koşulları önceden belirlenmektedir ve amaçları sadece
10
kâr
elde etmektir.
Portföy yatırımları ülkeye girdikleri kadar
kolay çıkış
yapabilmektedir. Ev sahibi ülkedeki en ufak bir kriz portföy yatırımlarının dışarı
kaçmasına neden olurken, ülkedeki krizin daha da büyümesine neden olabilmektedir.
Portföy yatırımları likiditelerindeki yükseklik nedeniyle en riskli yatırım türüdür
(Seyidoğlu, 1998).
Portföy yatırımları kalemi varlık ve yükümlülük ana başlıkları altında;
Hisse senetleri
Borç senetleri
Tahvil ve senetler
Para piyasası araçları
Finansal türevler
Ayrımında sektörel dağılımı da içerecek şekilde sınıflandırılmaktadır.
Portföy yatırımları ülkemize 1986 yılında gelmeye başlamış 1989 yılında
yürürlüğe konulan 32 sayılı kararname ile beraber bu yatırımların hacminde de önemli
artışlar olmuştur.Tablo -1-1`de görüldüğü gibi 1986- 1989 yılları arasında ülkemize
giren net portföy yatırımları 2,9 milyar dolar civarındayken,1993 yılında 3,9 milyar
dolara çıkmıştır. Bu artışın 3,7 milyarlık bölümü kamu açıklarını kapatmaya yönelik,
kamu ağırlıklı tahvil borçlanmasından kaynaklanmaktadır.1994 kriziyle, özellikle de
devletin tahvil yoluyla borçlanabilirliğinin azalmasıyla beraber portföy yatırımları
yaklaşık %70 oranında azalmış ve 1,2 milyar dolar olmuştur.Ülkemizdeki en yüksek
miktarlı portföy yatırımlarındaki çıkış ise: Asya ve Rusya krizlerinin etkisiyle 1998
yıllında yaşanmış ve çıkış net 6,6 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir.Bu miktarın
büyük bir kısmı ise 4,5 milyar dolarla yabancıların menkul kıymetlerden çıkışından
kaynaklanmıştır.Portföy yatırımları yıllar itibariyle Türkiye`de istikrarsız bir seyir
izlemiş ve bu yatırımların dalgalanması doğrudan yatırımlara göre daha yüksek
olmuştur.
1.2.3. Uzun Vadeli Sermaye Hareketleri
Uzun vadeli sermaye hareketleri bankaların, kamu sektörünün ve özel
şirketlerin, uluslararası finans kuruluşlarından, yabancı hükümetlerden aldıklar kredileri
ifade eder. Yatırım bankaları, IMF ve Dünya Bankası, bankaların oluşturduğu
11
konsorsiyumlar ve diğer kuruluşlar bu tür fonların kaynağını oluşturmaktadırlar.
Genellikle proje finansmanı ve makro ekonomik dengelerin düzeltilmesi amacıyla
verilen bu krediler, verimli alanlarda kullanıldığı takdirde faydalı olabilmekte ve
vadelerinin uzunluğu dolayısıyla istikrarsızlıklar yaratmayabilmektedirler (Kont, 1998,
694).
Fakat yıllar itibariyle Türkiye’nin kullandığı kredilere baktığımızda uzun vadeli
kredilere yeterince başvurulmamış, kolay elde edilmeleri nedeniyle daha çok kısa vadeli
kredilere başvurulmuştur, bu ise var olan krizlerin daha da ağırlaşmasına neden
olmuştur.
1.2.4. Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri
Kısa vadeli sermaye, vadesi bir yıla kadar olan özel ve resmi nitelikteki sermaye
akımlarıdır (genellikle 30- 60- 90 gündür). Günümüzde kısa vadeli yatırım araçları çok
çeşitlidir. Ticari bonolar, finansman bonoları, hazine bonoları, mevduat sertifikaları,
vadeli banka mevduatları, ihracat kredileri, prefinansman kredileri gibi araçlar kısa
vadeli yatırım araçları olarak sayılabilir. Kısa vadeli sermaye hareketleri aynı zamanda,
ticari krediler, vadesi bir yıldan kısa ticari banka kredileri ve dışarıdan veya yerleşik
olmayanlara satılan kısa vadeli özel ve kamu borçlanması gibi çok çeşitli finansal
hareketleri içermektedir (Rodrik ve Velasco 1999, 12).
Ödemeler dengesi sermaye hareketleri içerisinde yer alan kısa vadeli sermaye de
varlıklar ve yükümlülükler olarak iki bölümden oluşmaktadır. Varlıklar bölümünde
dışarıya verilen krediler, yükümlülükler bölümünde ise TCMM, ticari bankalar ve diğer
sektörlerin işlemlerinden kaynaklanan kısa vadeli borçlar yer almaktadır (Kepenek ve
Yentürk, 2000, 299).
Kısa vadeli sermaye akımlarında yatırımcılar, yatırım yapacakları ülkelerdeki iç
faiz oranlarını ve döviz kurundaki değişiklikleri göze almaktadırlar. Bu durum aşağıdaki
gibi gösterilmekte olup, bu oran yakalandığında yatırım kararı verilmektedir (Cihan,
2005).
.
(1+i1/1+e)1+i2
İ1=iç faiz oranı
12
İ2=dış faiz oranı
e =döviz kuru
Kısa vadeli sermaye hareketlerini kolaylaştıran ve arttırıcı ana nedenler arasında,
yurtiçi menkul kıymetlerin faiz oranlarındaki ani ve aşırı artışlar, döviz kurlarına ait
kısıtlamaların kaldırılması ve döviz kurlarında (yabancı paranın fiyatı açısından)
beklenen ya da gerçekleşen önemli değişiklikler olarak sıralanabilmektedirler
(Mackinnon, 1973).
Iversan, kısa vadeli sermaye hareketlerini
“gerçek ve eşitleyici” sermaye
hareketleri adı altında ikiye ayırır. Buna göre “gerçek” sermaye hareketi, sermayenin
bol olduğu ülkelerden, kıt olduğu ülkelere, faiz oranlarının yüksekliği avantajından
yararlanmak üzere kayışını belirtmek amacıyla kullanılır. “eşitleyici” sermaye
hareketleri ise, ödemeler bilânçosundaki bir dengesizliğin sonucu olarak döviz kurunda
ya da kısa dönem faiz oranlarında ortaya çıkan değişmelerin ülkeler arasında geçici
sermaye hareketlerine neden olmasıyla ortaya çıkar. Machlup, yüksek oranlı getiri
sağlamaktan öte, riskten korumayı amaçlayan türde sermaye hareketlerini ayrıca
tanımlar, Iversen ise bunu tamamen reddetmektedir. Ona göre vergi riskinden, ulusal
paranın değer yitirmesi riskinden ve politik risklerden korunmayı amaçlayan bu türlü
sermaye hareketleri tamamıyla ‘’gerçek’’sermaye hareketlerine dâhildir (Iversen,1967).
Kingleberger, kısa vadeli sermaye hareketlerinin gerçekleşebileceği kredi
enstrümanlarını üç ana sınıfta toplamıştır. Yabancı “para” ,yabancı “döviz’’, yabancı
“yatırımlar”.
Yabancı para, sahibi söz konusu ülkenin dışında bulunan nakit ve büyük ölçüde
banka mevduatlarından oluşur. Yabancı döviz adı altında, tüccarlar ya da bankalar
tarafından çekilebilen, ödenebilirlikleri bulunan ülkelerin dışında yaratılan ve tutulan
bütün döviz çekleri, senetleri, tahvilleri yer alır. Kısa vadeli yatırımlar faiz getiren
aktiflere dayanır. Ticari kâğıtlar, hisse senetleri, devlet tahvilleri bu kategoriye girer.
Kısa vadeli sermaye hareketlerinin bu şekilde ayrımı, para arzı üzerinde yarattıkları
etkilerin incelenmesi açısından önemlidir (Kingleberger,1965).
13
Kısa vadeli sermaye ekonominin gelişim potansiyeline göre değil, genellikle
finansal aktiflerdeki yüksek getiriden ve faiz –kur arbitrajından yararlanabilmek
amacıyla gelebilmektedir. Bu nedenle bu tür sermaye büyük ölçüde spekülatiftir. Ve
sıcak para özelliği taşıyabilmektedir. Vadelerinin kısalığı nedeniyle uzun dönemli
ekonomik büyümeye katkıda bulunamamakta, geçici olarak ödemeler dengesi ve kamu
açıklarını finanse etmektedir. (Kont,1998, 659- 707; Esen, 2000).
Kamu
açığının
yüksek
olduğu
bir
ortamda
sermaye
hareketlerinin
serbestleştirilmesi hükümete, yabancı sermaye girişinin özendirilmesiyle daha kolay
borçlanma olanağı sağlamakta ve kamu açıklarını rahatça kapatma imkânı
sağlamaktadır. Fakat kamu kesimi açığının finansmanı için hükümetin iç borçlanmaya
yönelmesi, yurt içi faiz hadlerinin yükselmesine ve de kısa vadeli sermaye akımlarının
ülkeye girişlerinin hızla artmasına neden olmaktadır. Kamunun bu yolla finansman
sağlaması üç olumsuz etkiyi de beraberinde getirmektedir.
1- Kamunun bütçe açıklarını kapatmak için iç borçlanmaya yönelmesi hem
ekonomide faiz hadlerini yükseltmekte hem de kamunun iç borç stokunu
arttırmaktadır. Bununla birlikte, yurt dışından daha ucuza borç temin
edebilecekken kısa vadeli sermaye hareketleri teşvik edilerek daha kolay
finansman imkânının sağlanması, hükümetin pahalıya borçlanmasına da neden
olmaktadır.
2- Hükümetin iç borçlanma yolu ile hem bütçe açıklarını kapatmaya çalışması
hem de dış borç ödemeye çalışması iç borç senetlerinin faizlerinin yüksek
seyretmesine ve dolayısıyla artan sermaye girişine neden olmaktadır. Böyle
bir durumda ise, ülkeye giren sermaye ile döviz arasındaki artış döviz kurları
üstünde baskı yaratmakta ve ulusal paranın değerlenmesine sebep olmakta,
zaman içerisinde faiz –kur arasındaki marjın giderek açılması ülkeye yönelik
spekülatif amaçlı sıcak parayı çekmektedir.
3- Kısa vadeli sermaye girişinin kamuya getirdiği bir başka yükte sermaye
akımını çekmeye yönelik uygulanan sterilizasyon politikası ile gelmektedir.
Türkiye’de de kısa vadeli sermaye hareketlerine cari açıkların kapatılması
amacıyla başvurulmuştur. Tablo- 1.2’ye baktığımızda 1990 yılında ekonomik büyüme
yüksek oranda artış göstermiş, ithalat artmış ve dış ticaret açığı büyüyerek cari işlemler
14
dengesinin açık vermesine neden olmuştur. Bu dönemde portföy yatırımları ve
doğrudan yatırımlar bu açığın ancak yarısını kapatabilmiştir. Kalan açığın kapatılması
ancak kısa vadeli sermaye girişi ile mümkün olmuştur.
Tablo 1.2. 1989–1994 Dönemindeki Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri
YIL
GSMH
İhracatın
Büyüme
İthalatı
Hızı
Karşılama
Sermaye
Oranı
Yat
Dış
Cari
Doğrudan
Portföy
Ticaret İşlemler Yatırımlar Yatırımları
Kısa
Vadeli
1989 1,6
73,6
-4167,5
961
663
1386
-584
1990 9,4
58,1
-9342,8
-2625
700
547
3000
1991 0,4
64,6
-7453,4
250
783
623
-3020
1992 6,4
64,3
-8156,4
-974
779
2411
1396
1993 8,1
52,2
-
-6433
622
3917
3054
-2631
559
1158
-5127
14083,4
1994 -6,1
76,8
-5164
Kaynak: Türkiye İş Bankası, Ekonomik Rapor, Ankara,1989- 1994
1994 yılı kısa vadeli sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkilerinin net
olarak yansıdığı bir yıl olmuştur.Bu dönemde mali piyasalardaki krizin reel kesime de
yansıması iç talebin daralmasına, ithalatın yavaşlamasına ve ekonomik büyümenin de
eksi değere ulaşmasına neden olmuştur.Faiz kur arasındaki marjın daralması hızla kısa
vadeli sermaye çıkışına ve hem de ülkedeki döviz-arz talep dengesinin bozulmasına
neden olmuştur. İhracattaki artışın sağladığı döviz girişleri tek başına döviz
dengesizliğini gideremediği gibi, diğer cari gelirlerdeki artış da sermaye çıkışının neden
olduğu döviz dengesizliğini telafi edememiştir. Bu yüzden alınan istikrar tedbirleri ile
birlikte, tekrar kısa vadeli sermaye girişleri teşvik edilerek, ülkedeki döviz dengesizliği
giderilmeye çalışılmıştır.
15
İKİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİNİN EKONOMİK BÜYÜME
ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
2.1. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ekonomi Üzerindeki Etkileri
Yabancı sermaye dolaylı ya da doğrudan girdiği ülke ekonomisi üzerinde çeşitli
etkiler yaratır. Bu etkiler konusunda gerek uygulamacılar, gerek politikacılar ve gerekse
bilim adamları arasında tam bir uzlaşı ve görüş birliği bulunmamaktadır. Gerek yabancı
sermaye hareketleri ve gerekse yabancı sermaye yatırımları girdiği ülkenin üretim,
istihdam, gelir, fiyat, dışsatım-dışalım, ekonomik kalkınma, ulusal gelir artışı, gelir
dağılımı, teknoloji, ödemeler dengesi, yönetim ve organizasyon düzeyi gibi alanlarda
çok ciddi etkiler yaratır.
Yabancı sermaye yatırımlarının ekonomi üzerinde yarattığı etkilerin başlıcaları
şunlardır.
2.1.1. Sermaye ve Gelir Etkisi
Yabancı sermaye yatırımlarının bir ülke ekonomisi için en önemli katkısı o ülke
ekonomisine yaptığı sermaye aktarımıdır. Doğrudan yatırım şeklinde yapılan
yatırımlarının ülkenin ekonomik kalkınmasına yararlı olup, olmadığı konusunda farklı
görüşler mevcuttur.
Bir görüşe göre, doğrudan yabancı yatırımlar ülkenin ekonomik kalkınmasının
ilk dönemlerinde mevcut olmayan üretim faktörlerini getirdiği için yararlı olmaktadır.
Diğer taraftan kalkınma ile birlikte gelişen yerli faktörleri kullanmadığı ve yerli
teşebbüslere engel teşkil ettiği savunulmaktadır. Ev sahibi ülke firmaları daha çok emek
yoğun teknoloji ile çalıştıkları için, batı teknolojisini kendi ülkelerine adapte
etmektedirler. Teknolojiyi kendi koşullarına uyarlama konusunda da diğer büyük çok
uluslu şirketler başarılı olamamakta ve daha az verimli çalışmaktadırlar. Bu durumda
ekonomik büyüme ve sermaye birikimi üzerinde bir süre sonra olumsuz etkiler
getirebilmektedir (Moran, 1985, 18- 9).
16
Diğer bir görüşe göre ise,yabancı yatırımlar gelişmekte olan ülkelerin ekonomik
kalkınmasında
önemli
bir
rol
oynamakta
ve
kalkınma
sürecini
hızlandırmaktadır.Yabancı şirketler ülkeye teknoloji transfer etmekte,ülke pazarının
yapısını değiştirerek rekabeti artırmakta,yetişmiş yönetici ve işgücü sağlamakta,dolaylı
ve dolaysız bir biçimde istihdam olanakları yaratmakta ülke içi ücretleri yükseltmekte
ve dış ticaret hadlerini iyileştirmektedir.Teorik olarak tam rekabet şartlarında,doğrudan
yatırımın sermayenin azalan marjinal geliri dolayısıyla ev sahibi ülke ekonomisine olan
katkısının, yatırımcının ülkeden çıkardığı ekonomik değerden mutlaka fazla olması
gerekmektedir.Ev sahibi ülke ekonomisinde yabancı yatırımların artması sermayenin
marjinal ürününü düşürecektir.Bu sebeple,daha önce yapılmış olan bütün yabancı
yatırımların net gelirinin düşmesi de kaçınılmaz olacaktır (Karluk, 1983, 24).
Yabancı yatırımların ülke ekonomisine net katkısını ölçebilmek için doğrudan
yatırımın çıktılarından girdilerin düşülmesi gerekir.Yabancı sermayeli yatırımların
ülkede yarattığı doğrudan gelir etkisi dışında dolaylı olarak yarattığı gelir etkileri de söz
konusudur. Yabancı sermayeli yatırımların etkin, verimli ve tam rekabet koşullarına
uygun üretim yapması ülke içinde etkinlikte bulunan yerli firmaları da etkisine alır.
Yabancı sermayeli kuruluşların yarattığı bu pozitif etkiler dışsal ekonomiler yaratır.
Yaratılan bu dışsal ekonomiler ülkede dolaylı gelir etkisi meydana getirir.
Yabancı sermaye hareketleri ülkeye ilk girdiği zaman ulusal gelirde doğrudan
sıçrama yaratır. Yaratılan bu sıçrama ekonomik genişletici etki yapar. Yabancı sermaye
hareketlerinin başka ülkelere çıkışında ya da yabancı sermayeli yatırımların kârlarının
yurt dışına aktarılmasında ise tam tersi bir etki söz konusudur. Bu durumda ulusal gelir
düzeyinde bir azalış ve gelirsel düzeyde ekonomide daralma meydana gelir (Batmaz,
2002).
2.1.2. Ödemeler Dengesine Etkileri
Gelişmekte olan ülkelerde yabancı sermayeden beklentilerinden birisi, ödemeler
dengesinde bir iyileşme yaratılmasıdır. Bir başka deyişle yatırım yapan firmanın, ticaret
açığının kapatılmasında ve ayrıca döviz girişinde pozitif bir etkisinin olmasıdır. Bunun
için firmaların ihracat ithalat sonuçlarına, sermaye girişlerine ve çıkışlarına bakmak
gerekir. Fabrika kurmak için ev sahibi ülkeye gelen doğrudan yatırım sermayesi bir
17
defaya mahsus olmak üzere ev sahibi ülkenin ödemeler dengesine olumlu bir etkide
bulunur. Yatırım, üretime başladığı zaman gerek ihracat yoluyla ve gerekse ithal
ikamesi şeklinde ödemeler dengesine katkıda bulunmaya devam eder. Ancak yüksek
gümrük duvarları ve kotalarla korunan geniş bir iç pazara sahip ülkelere yapılan
yatırımlar genelde iç piyasa hedefli olmakta ve ihracat yüzdesi düşük kalmaktadır.
Bunun yanı sıra eğer iç Pazar çok cazip değil, ülke ekonomik olarak iyi entegre olmuş
ve ucuz işgücü gibi bazı karşılaştırmalı avantajlar sunuyorsa bu durumda yüksek ihracat
yüzdeleri gerçekleşebilmektedir. Bunların yanı sıra yabancı sermayeli şirketler,
kendileri ihracat yapmasalar bile üretim kapasitelerini arttırarak yerli müteşebbisi
ihracata zorlamaktadırlar ki bu daha çok tercih edilen bir durumdur (YASED, 1998,
74).Diğer taraftan doğrudan yatırımı gerçekleştiren şirket, hammadde ve diğer girdileri,
üretimini devam ettirebilmek için ithal etmek zorundadır. Bu ithalat şüphesiz ev sahibi
ülkenin ödemeler dengesinde olumsuz bir etki yaratır. Doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının, ev sahibi ülkenin ticaret performansı üzerindeki etkilerini ayrıntılı olarak
incelemek istersek, dolaylı ve dolaysız etkilere ayırmak yararlı olacaktır. Dolaysız
etkileri incelerken ihracatı ve Çokuluslu şirket
(ÇUŞ) aktivitelerini üretim
karakteristiklerine göre dört farklı kategoriye ayırabiliriz.
* Yerel hammadde üretimi ve ticareti
* İthal ikameci endüstrilerin, ihracata dönük endüstrilere yakınlaşması
* Yeni emek yoğun ürün ihracatı
* Emek yoğun süreçler ve dikey bütünleşmiş uluslararası endüstrilerde uzmanlaşma
(Blomström, Kokko, 1996, 25–26).
ÇUŞ`lar, yerel piyasada üretilmiş hammaddelerin ihracatında yerel firmalardan
daha avantajlıdır, çünkü piyasa becerileri, dış piyasalardaki iş bağlantıları, ileri
teknolojileri ve know-how`ları daha gelişmiştir. Özellikle bu varlıklardan yoksun olan
gelişmekte olan ülkeler için, ihracatlarını arttırmak istemeleri durumunda yabancı
yatırımlar alternatiflerden birisini oluşturmaktadır. Ülkelerin ithal ikameci endüstriden
ihracata dönük endüstriye dönmesi durumunda da benzer ÇUŞ avantajları önemlidir.
İhraç mallarının üretilmesi yaygınlaştırılmak isteniyorsa ÇUŞ`lar serbest ticaret için
önemli bir faktör olabilir. Korumacı bir rejime sahip ülkelerde doğrudan yabancı
yatırımların artması; ülke içindeki sermaye verimliliği, hatta kamu sektöründeki
verimliliği arttırmaktadır. Bu durumda ülkenin ihracatını ve ödemeler dengesini pozitif
18
yönde etkilemektedir (Aizenman, Yi, 1997,ss 4-9).Fakat bunun yanında ÇUŞ
yatırımlarının kârlılığı korumacı bir piyasanın varlığını gerektiriyorsa, ÇUŞ’ lar
gelişmekte olan ülkelerdeki korumacılığı desteklemede istekli olacaklardır.
Ayrıca şirketin yabancı üretim faktörlerine ödemiş olduğu faktör gelirleri ev
sahibi ülkenin dış dengesini olumsuz yönde etkileyebilir. Firmaların ev sahibi ülkeye
getirdikleri sermaye uzun dönemde genellikle değişik biçimlerde dışarı transfer ettikleri
sermayeden küçük kalmaktadır. Bu negatif durum gelişmiş ülkeler için de söz
konusudur. Ancak gelişmekte olan ülkelerde dışarıya sermaye transferi gelişmiş
ülkelere göre çok daha yoğundur (Berksoy, Doğruel, 1989, ss- 36 ).Yine şirket
tarafından yaratılan yüksek gelir marjinal tüketim eğilimine bağlı olarak ev sahibi
ülkenin ithalatını uyarabilir. Son olarak yabancı sermayeli şirket ev sahibi ülkede
üretimi durdurduğu zaman yine bir defaya mahsus olmak üzere ülkeye getirmiş olduğu
sermayeyi ülke dışına çıkaracağı için ödemeler dengesi üzerinde olumsuz bir etkide
bulunur.
2.1.3. Teknoloji Etkisi
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, teknoloji transferinin bir diğer kanalıdır.
ÇUŞ ve ev sahibi ülkelerin teknoloji transferlerinden beklediği amaçlar birbirinden
farklıdır. Teknoloji kullanıcıları, bu teknolojileri mümkün olduğu kadar düşük fiyatla
elde etmekle ilgilenmektedirler. ÇUŞ’lar ise sahip oldukları taşınmaz varlıklarını ve
diğer avantajlarını korumak amacındadırlar. Söz konusu teknoloji özellikle modern ve
kompleks bir yapıda olduğu zaman ÇUŞ`lar sızıntılarını engellemek şirket
birleşmelerinden ziyade tamamen kendi şirketlerini kurma yoluna girmektedirler
(Blomström, 1991, 3).
Ev sahibi ülkenin teknolojik kapasitesi geniş ise örneğin iyi yetişmiş işgücüne
sahip ise gerçekleşecek teknoloji transferi fazla olacaktır. Yapılan ampirik çalışmalarda
ev sahibi ülkenin teknolojik kapasitesi arttıkça yapılan teknoloji transferinin maliyetinin
azaldığı gösterilmiştir. Maliyetlerin düşmesi yerel firmaların araştırma etkinliklerinin
artmasına ve yeni teknolojiler üretmelerine imkân tanımaktadır (Branstetter, 2000, 9).
19
Bütün bunların yanı sıra, ev sahibi ülke için teknoloji kaynağı olarak doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarının rolü ile ilgili önemli bir sorun vardır. Ev sahibi ülke
açısından bakıldığında doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının teknolojik yararlarının
ne olduğu ve bunların nasıl meydana geldiği çok açık değildir.
ÇUŞ’ların teknolojilerinin dışsallığı 3 şekilde olmaktadır. Bir firma sınır
ötesinde yavru şirket kurulduğunda ve çok uluslu bir şirket olduğu zaman, ev sahibi
ülkede daha önce kurulmuş olanlardan iki sebeple ayrılmış olmaktadır. Birincisi, kendi
firmalarına özgü spesifik avantajlarını oluşturmak ve tüketici tercihlerini, iş hayatı
tecrübelerine ve yerel piyasa hakkında daha fazla bilgiye sahip olan yerel firmalar
karşısında başarıyla rekabet etmesine izin verecek olan teknolojilerini beraberlerinde
getirmeleridir. İkincisi ise, ÇUŞ yavru şirketlerinin piyasaya girmesi var olan piyasa
dengesini altüst eder ve yerel firmaların kendi piyasa paylarını ve kârlarını korumaları
için daha fazla çalışmalarını kuvvetlendirir. Bu iki değişiklikte yerel firmaların
verimliliklerinin artmasına neden olur. Genel olarak dışsallığın, ÇUŞ’in yavru
şirketlerinin piyasaya girmesi sonucu ev sahibi ülkede yerel firmaların takip etmesiyle,
ÇUŞ’ların bütün verimlilik ya da etkinliğinin yararlarının semeresini alamadığı zaman
ortaya çıktığı söylenir. Belki de dışsallığın en temel örneği, yerel firmaların
verimliliğini aynı piyasada faaliyette bulunan ÇUŞ’ların kullandığı teknolojileri kopya
ederek arttırmasıdır. Dışsallığın bir diğer çeşidi, ÇUŞ’ların yerel piyasada daha fazla
rekabetçi bir ortama yol açması ile yerel firmaların var olan teknolojiyi kullanmak
zorunda kalması ve kaynakları daha etkin kullanmasıyla meydana gelir. Dışsallığın bir
üçüncü çeşidi rekabetçi bir ortamın yerel firmaları yenilik yapmak için zorlaması, daha
etkin teknolojiler kullanmasıyla meydana gelmektedir (Blomström, Kokko, 1996, 7).
Ev sahibi ülkenin bir diğer kazancı, yönetim bilgisinin ve emeğin daha kalifiye
olması ve bunların ekonomiden elde edilebilecek olmasıdır. ÇUŞ’larda çalışan işgücü
beşeri sermayelerini geliştirmek için avantajlar elde etmekte böylece bu avantajlarını
yerel firmalarda ya da kendi girişimlerinde kullanabilmektedir. Gelişmekte olan
ülkelerde yönetim becerisi, kalifiye işgücü ve bilimsel yeterlilik kısıtlı olduğu için bu
tür dışsallık gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere kıyasla daha önemlidir.
20
2.1.4. Ücretler Üzerindeki Etki
Yabancı firmalar, benzer vasıflara sahip işgücüne yerel firmalardan niçin daha
fazla ücret ödemektedirler. Ücret farklılığını gösteren veriler birkaç farklı formdan
gelmektedir. Bazıları ortalama ücret ya da endüstri bazındaki ortalama ücretlerin basit
karşılaştırılmasıdır ki ücret farklılıkları büyüklük ya da sermaye yoğunluğu, işgücünün
yaş ve eğitim gibi karakteristiklerini gösteren firma ya da fabrikaların etkilerini
yansıtmaktadır. Yapılan çalışmalarda ücretler ile yabancı mülkiyetli fabrikalar
arasındaki ilişki daha zayıf bulunmasına rağmen fabrika büyüklüğü, endüstriye ve
sermaye yoğunluğunu kontrol edebilen yabancı yatırımlar daha yüksek ücret
ödemektedir. Yabancı firmalar farklı girdi veya kaynak dağılımına sahip olan
ekonomilerde yatırım yaptıklarında kalifiye işgücü ve kalifiyesiz işgücü arasındaki ücret
farklılığına yol açmaktadır (Markusen, Venables, 1995, 25). Ayrıca yabancı firmalar
emek başına düşen sermaye miktarı ve emek başına düşen ara malı girdisi bakımından
da farklılık yaratmaktadır. Bu yüzdende yabancı firmalar, yerel firmalardan daha
yüksek ücret ödeyebilmektedirler.
Yabancı firmalardaki ücretler, yerel firmalardaki kadar yüksek olmasa da, fazla
sayıda yabancı yatırımın bulunması, o ülkede ya da endüstrideki ortalama ücret
seviyesine etki yapabilmektedir. Bu durum emek talebinin artmasıyla ya da yabancı
yatırımların kendileri tarafından ödenen yüksek ücretlerle meydana gelebilmektedir.
Aitken, Harrison ve Lipsey’ in çalışmasında Meksika ve Venezuela`da, ortalama
endüstri ücretlerinin yükselmesinde yabancı yatırımların önemli bir etkisinin olduğu
gösterilmiştir. Bu etki kalifiye işgücüne göre daha büyüktür (Lipsey, 2002, 32).
Taylor ve Driffield, (Foreign Direct Investment) FDI’in emek piyasaları
üzerinde bazı arzu edilmeyen etkilerinin olduğunu ve ücret eşitsizliğinin yaklaşık
%11’nin bu yatırımlar tarafından açıklanabildiğini belirtmişlerdir. Kalifiye işgücü
ücretlerinin payı ile yabancı firmaların istihdamdan aldıkları pay arasındaki
gözlemlenen paralel trend İngiltere ekonomisinde oluşan ücret eşitsizliğinin yabancı
yatırımlarla ilgili olduğunu göstermektedir (Taylor, Driffield, 2004, 3).
Fakat bunlarla tamamen zıt sonuçlara da ulaşılabilir. Doğrudan yabancı sermaye
yatırımları gerçekte göreceli ücretleri düşürebilir. Doğrudan yabancı sermaye
21
yatırımlarının göreceli ücretler üzerindeki negatif etkisini açıklamak için iki faktör
gösterilebilir. Birincisi, yabancı firmaların ileri ve etkin bir teknolojiyle birlikte
faaliyette bulunmalarıdır. Bu durum kalifiye işgücüne olan göreceli talebin azalmasına
ve göreceli ücretlerin daha düşük olmasına sebep olacaktır. İkincisi, genel olarak
ekonomik
kalkınmanın
önemli
süreçlerinden
biri
olan
ev
sahibi
ülkedeki
müteşebbislikle ilgili bir durumdur. Gelişmekte olan ülkelerin müteşebbisleri potansiyel
olarak fakir varsayılmakta ve bu kimselerinde genellikle kalifiye işgücü tarafından
belirlendiği düşünülmektedir. Yabancı yatırımların yerel piyasalara girmeleriyle birlikte
yerel girişimlerde kısmi bir dışlama (crowded out)etkisi meydana gelecektir. Bu
durumda yerel piyasadaki kalifiye işgücü arzında bir artış meydana gelecek ve ücret
farklılığı üzerinde bir azalma baskısı görülecektir (Das, 2002, 57).
2.1.5. Portföy Yatırımlarının Ekonomi Üzerindeki Etkileri
Dolaylı sermaye hareketleri (portföy yatırımları ve diğer yatırımlar ise ev sahibi
ülkenin
üretkenliğini
arttırıcı katkılarından
ziyade,
özel tüketim
ve
ithalat
harcamalarının artmasına neden olur (Wong and Carranza, 1998, 7).
1990’lı yılların başında, sanayileşmiş ülkelerdeki ekonomik durgunluk,
ellerindeki fon miktarı çok yüksek boyutlara ulaşan gelişmiş ülkelerdeki yatırımcıların,
yatırımları için yeni piyasalar aramasına neden olmuştur. Buna 1980’lerde birçok
gelişmekte olan ülkede yaşanan liberalizasyon dalgası da eklenince başta Latin
Amerika, Güneydoğu Asya’daki gelişmekte olan ülkeler, Doğu Avrupa’daki
bağımsızlıklarını kazanan geçiş ülkeleri ile Rusya, Meksika gibi ülkelere yoğun bir
şekilde sermaye akımı yönelmiştir.
Fakat bu sermayelerin büyük bir kısmı portföy yatırımları içinde yer alan kısa
vadeli sermaye hareketlerinden, diğer bir ifadeyle sıcak paradan oluşmaktadır. Sıcak
para’nın yoğun bir şekilde gelişmekte olan ülkelere yönelmesinin ardındaki nedenlerden
biri, birçok gelişmekte olan ülkede uygulanan sabit döviz kuru ve bu ülkelerde yaşanan
yüksek faiz oranlarından faydalanmak suretiyle, yatırımcıların yüksek kazanç sağlama
arzularıdır. Sıcak para o denli yüksek oranlara ulaşmıştır ki arbitraj olanaklarını ve
spekülasyonu arttırarak girdiği ülkelerin mali piyasalarında büyük ve ani akımlar
oluşturmuştur. Yoğun bir şekilde giriş yapan yabancı sermaye ilk etapta kamu
22
harcamalarının daha rahat finansmanını sağlayarak, tüketim ve yatırımı arttırmak
suretiyle büyümeyi olumlu yönde etkilese de, bankacılık sistemininde likiditesinin
artmasına ve ulusal paranın değer kazanmasına yol açmaktadır. Bankacılık sisteminde
likiditenin artması sistemin kredi hacmini genişleterek, şirketlerin yatırımlarını
arttırmakta, bunu da GSMH’nın büyümesi izlemektedir. Ulusal paranın değer
kazanması ise ithalatı teşvik etmekte iken ihracatı azaltmaktadır. Dolayısıyla artan
harcamaların büyük bir bölümü, hammadde, ara malı ve tüketim malları ithalatından
oluştuğundan, ithalat artarken ihracatın azalması cari işlemler açığını arttırmaktadır. Bu
durumda sermaye girişleri sonucu gerçekleşen olumlu hava, yön değiştirdiğinde,
piyasalarda spekülasyonlar oluşturmakta ve sermaye çıkışları başlamaktadır. Sabit döviz
kuru sistemine sahip ülkelerin, sermaye çıkışlarının etkisini telafi etmek için rezervlerini
kullanarak, döviz kurunun artmasını engellemeye çalışması, dış rezervlerin hızlı bir
şekilde erimesine yol açmakta ve ödemeler dengesinde olumsuzluklara yol açmaktadır.
Aynı zamanda en küçük bir olumsuzlukta kısa vadeli bu sermaye yoğun bir şekilde çıkış
yapmakta ve ekonomik krizlere yol açmaktadır. Bu kapsamda 1991 yılındaki Meksika
krizi,1994 yılında yaşanan ve kısa bir sürede bölgesel bir krize dönüşen Asya krizi,1997
ve 1998 yıllarındaki Rusya ve Brezilya krizleri, 2001 yılında patlak veren Türkiye krizi
kısa vadeli ve spekülatif sermaye hareketlerinin neden olduğu ciddi krizlerdendir.
Kısacası sıcak para şeklindeki kısa vadeli portföy yatırımları yoğun sermaye girişlerinde
ödemeler dengesi olumlu olarak etkilenirken, yoğun sermaye çıkışlarında ise olumsuz
bir şekilde etkilenmektedir.
Diğer yandan ulusal faiz oranı ve döviz kurunun sermaye hareketlerine teslim
olması sonucunda ulusal iktisat politikalarının iktisadi ve sosyal amaçlar dâhilin de
kullanılabilmesi de mümkün olamamaktadır. Aşırı değerlenmiş ulusal para politikası ile
cari açıkların büyümesi sürecine girilirken, faiz oranlarının yüksekliği sonucunda kamu
açığını kapatmanın maliyeti yükselmekte, bu ise yatırım ve üretimi azaltarak
ekonominin reel üretim ekonomisinden finansal işlemlerin ağırlıklı olduğu bir yapıya
çevrilmesine yol açmaktadır. Bu haliyle ulusal iktisat politikaları yüksek faiz-düşük kur
ikilemine teslim edilmektedir.
23
2.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerini Etkileyen Faktörler
2.2.1. DYY’leri Etkileyen Faktörler
Sermayenin çok akışkan bir yapıya sahip olduğu, kendini güvende hissettiği ve
en yüksek getiriyi elde etmeyi beklediği sektörlere ve bölgelere yöneldiği hiç şüphesiz
ki bir gerçektir. Girişimcinin kâr veya en yüksek kâr dışında bir amacının olabileceğini
düşünmek ekonomi ilkeleriyle bağdaşmaz. Ancak bunun yanında kârın bir unsuru
olarak yabancı girişimcilerin üzerinde durduğu diğer hususlar ise, kârlılığın devamlılığı
ve yabancı memlekette elde edilen kârın kendi ülkesine transfer edilebilmesidir. Kendi
ülkesine kârını transfer edemeyen girişimci için yabancı ülkede yaptığı yatırım önemini
kaybetmektedir. Dolayısıyla esas amaç5 kârlılık, kârın devamlılığı ve kâr transferidir Bu
hususların yerine getirilmesini sağlayan en önemli unsur ise istikrardır. Kalıcı bir
istikrar ise, sağlam bir demokrasi ile temel insan hakları, mülkiyet hakları ve girişim
özgürlüğünün
güvence
altında
olduğu
ortamlarda
mevcuttur
(YASED,
2004;Akdiş,1998).
Unctadın 1998 yılı Dünya Yatırım Raporunda yer alan bir analizde DYY’lerin
ülke tercihinde etkili olan faktörler, ekonomik faktörler, yatırım ortamına ilişkin
faktörler ve politik faktörler olarak gruplandırılmıştır (UNCTAD,1998, sf.91). Belirtilen
faktörlerin her birinin etkinliğini belirlemek mümkün olmadığından, söz konusu
ekonomik faktörlerin etkinliğini belirlemeyi amaçlayan çalışmalar aşağıdaki tabloda
verilmiştir.
24
Tablo 2.1. DYY’lerin Belirleyici Unsurları
DYSY
Farklı
çalışmalarda Doğrudan
Yabancı Sermaye Yatırımları
Potansiyel
Üzerinde
Gözlemlenen Etkiler
Belirleyicileri
Pozitif
Negatif
Önemsiz
Piyasa Büyüklüğü
Bondera&White(1968)
Caves(1974)
Goldsrough(1979)
Owen(1982)
Swedenborg(1979)
Saunders(1982)
Gupta(1983)
Nankani(1979)
Flam(1984)
Lukas(1990)
Wheeler%Mody(1992)
Schneider&Frey(1985)
Rofle&White(1991)
Culem(1988)
Sader(1993)
Shamsuddin(1994)
Tsai(1994)
Schmitz&Bieri(1975)
Swedenborg(1979)
Lunn(1980)
Dunning(1980)
Root&Ahmed(1979)
Kravis&Lipsey(1982)
Nigh(1985)
Schneider&Frey(1985)
Culem(1988)
Wheeler&Mody(1992)
Sader(1993)
Tsai(1994)
Billington(1999)
Pistoresi(2000)
Shamsuddin(1994)
İşgücü Maliyeti
Pistoresi(2000)
Ticaret Engelleri
Schmitz&Bieri(1972)
Culem(1988)
Beaurdeau(1986)
Lunn(1980)
Blonigen&Feenstra(1996)
Büyüme
Banra%White(1968)
Night(1988)
Oranı
Lunn(1980)
Tsai(1994)
Schneider&Frey(1985)
Culem(1988)
Billington(1999)
25
Tablo 2.1. (Devamı)
Açıklık
Krevis&Lipsey(1982)
Schmitz&Bieri(1972)
Culem(1988)
Wheeler&Mody(1992)
Edwards(1990)
Pistoresi(2000)
Ticaret Açığı
Culem(1988)
Torissi(1985)
Tsai(1994)
Shamsuddin(1994)
Schneider&Frey(1985)
Hein(1992)
Dolar(1992)
Lucas(1993)
Pistoresi(2000)
Döviz Kuru
Edwards(1994)
Caves(1988)
Calderon&Rossel(1985)
Contractor(1990)
Sader(1991)
Froot&Stein(1991)
Bloningen(1997)
Bionigen(1995)
Tuman&Emmert(1999)
Bionigen&Freenstra(19
96)
Vergiler
Swenson(1994)
Hartman(1984)
Wheeler&Mody(1992)
Grubert&Muti(1991)
Jackson&Markowski(1995
Hines&Rice(1994)
Yulin&Reed(1995)
Loree&Guisinger(1995)
Parcano&Price(1996)
Guisinger(1995)
Cassou(1997)
Kemsley(1998)
Barrel&Paint(1998)
Billington(1999)
Kaynak: Avik Chakrabati, The Determinants of Foreign Direct Investment Sensitivity Analysis of CrossCountry Regression, KYKLOS, Volume;54
2.2.1.1. Piyasa Büyüklüğü
Piyasa büyüklüğü, ev sahibi ülkenin kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hâsılası ile
ölçülmektedir. Genel kabul görmüş piyasa büyüklüğü hipotezine göre ev sahibi
ülkedeki piyasanın büyümesi ve bununla birlikte artan talep doğrudan yatırımlarda bir
artışa yol açmaktadır. Doğrudan yatırımlarda yaşanan bir artışa karşılık ev sahibi ülkeye
26
yönelen diğer bileşenlerde (ihracat v.b) ise bir değişiklik görülmemektedir. Ev sahibi
ülkelerdeki piyasanın büyümesi ilgili ülkenin yanı sıra diğer yerel piyasaları da
etkilemektedir. Gelişen bir piyasaya komşu olan diğer ülkelerde doğrudan yabancı
sermaye çekmede avantajlı bir konuma gelmektedir. Rakip ekonomilerin piyasa
büyüklüğünde görülen artış da ev sahibi ekonomideki yabancı yatırımların artmasına
yol açacaktır. Bu artışın sebebi rakip piyasada görülen genişleme ile birlikte bu piyasaya
yapılabilecek ihracatın ve ticaretin artmış olmasıdır. Çok uluslu şirket ürünleri ülkeler
arasındaki ticarete konu olmaya devam ettiği sürece rakip ekonomilerin piyasalarının
büyümesi ev sahibi ekonomideki doğrudan yabancı yatırımları değil aynı zamanda diğer
bölgelerdeki yatırımları da arttıracaktır. Bu durum ise ev sahibi ülkedeki yabancı
sermaye yatırımlarını belirsiz bir konumda bırakmaktadır (Chakrabarti, 2003, 161).
Root ve Ahmed, 1979 yılında 1966- 1970 dönemini kapsayan 58 gelişmekte
olan ülke üzerinde yaptıkları ekonometrik analizlerinde kişi başına Gayri Safi Milli
Hâsılanın kişi başına doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önemli bir belirleyicisi
olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Kravis ve Lipsey 1982 yılındaki çalışmalarında
American Çokuluslu şirketlerinin yaptıkları doğrudan yatırımlarda ev sahibi ülkenin
piyasa büyüklüğünün doğrudan etkili olduğunu gözlemlemişlerdir. Schneider ve Frey
1985 yılında 54 az gelişmiş ülke üzerinde yaptıkları çalışmalarında reel kişi başına
Gayrı Safi Milli Hâsılanın, kişi başına doğrudan yabancı yatırımların önemli
belirleyicisi olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Piyasa hacminin az gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkeler için önemli bir etken olduğu yukarıdaki tablodan ve açıklamalardan
anlaşılabilmektedir. Bunun yanında piyasa hacmi gelişmiş ülkeler açısından da önemli
bir etken olmakla birlikte az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından daha
önemlidir. Wheeler ve Mody Amerikan çokuluslu şirketlerinin 1982–1988 döneminde
42 ülkedeki yatırımlarını kapsayan çalışmalarında, piyasa hacminin doğrudan yatırımlar
için önemli bir belirleyici olduğu, fakat bu etkinin gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş
ülkelere kıyasla daha ön plana çıktığını saptamışlardır (Singh, Jun,1995, 7).
UNCTAD(1991), DYY’lerin ev sahibi ülkeleri tercihinde dikkate aldığı piyasa
yapısı faktörünü test etmek için nominal GSYİH, reel GSYİH’nın büyüme oranı ve kişi
başına GSYİH ile politik istikrar gibi açıklayıcı değişkenleri kullanarak gerçekleştirdiği
çalışmasında 142 GOÜ’ ye yönelik 1980- 1985 dönemine ilişkin verileri kullanmıştır.
Uygulamadan elde edilen sonuç, ev sahibi ülkelerin reel GSYİH’ sının büyüme oranı ve
27
politik istikrarın sonucu olarak kurumsal yapı DYY’lerin yatırımda bulunacakları
ülkede temel unsurlar olduğu sonucuna ulaşmıştır (UNCTAD, World Investment
Report, 1991, 135-138)
Yapılan çalışmalarda GSYİH verisinin GSMH rakamına kıyasla doğrudan
yabancı yatırımları açıklamada daha başarılı olduğu gözlenmiştir. GSMH, bir taraftan
ulusal firmaların yabancı piyasalarda elde ettiği kazançları ele aldığı için;
piyasa
büyüklüğünü daha yüksek tahmin etmekte, diğer taraftan da yabancı yatırımların ev
sahibi ülke piyasasında elde ettiği kazançları dışladığı için ev sahibi ülkenin piyasa
büyüklüğünü olması gerekenden düşük tahmin etmektedir (Chakrabarti, 2001, 98). Bu
sebeplerden dolayı GSMH rakamları GSYİH rakamlarına kıyasla daha muğlâk (abartılı)
sonuçlara yol açabilmektedir.
2.2.1.2. İşgücü Maliyeti
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının analizinde cari fiyatlarla endüstri
ücret oranı (industrial wage rate)kullanılmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımların
belirleyicileri arasında en tartışmalı olan işgücü maliyetidir. Genel görüşe göre yüksek
ücret seviyesi doğrudan yatırım seviyesinin düşmesine yol açar. Çünkü yüksek ücretler,
ülkede üretilen çeşitli malların fiyatlarının yüksek olmasına yol açar ve bu da o malın
hem ulusal piyasada hem de yabancı piyasalarda daha düşük rekabet gücü kazanmasına
neden olur. Bu yüzden doğrudan yabancı yatırımlar, ücretlerin artmasıyla birlikte ev
sahibi ülke piyasalarından diğer piyasalara kayacaktır. Bu yüzden ücret seviyesi ev
sahibi ülkenin çekeceği doğrudan yabancı sermaye yatırımları üzerinde negatif bir
etkiye sahiptir. Almanya üzerinde yapılan çalışmalarda aynı sonuçlara ulaşılmıştır.
Almanya’daki yüksek ücretler yabancı yatırımların bu ülkeden diğer ülkelere kaymasına
sebep olmuştur (Agarwal, Gubitz, Nunnenkamp, 1991, 15).
Yatırım kararı alınmasında, aslında sadece ücretlerin etkili olduğunu söylemek
pek yerinde olmaz. İşgücünün ücretler yanında işgücü verimliliği, yetenekleri, becerileri
de değerlendirmeye alınmalıdır1. Yüksek verimliliğe ve becerilere sahip işgücü,
1
Günümüzde gerçekleştirilen DYY’lerde özellikle yatırım yerinin tespitinde geçmiş yıllara göre önemli değişiklikler
olmuştur. Geçmişte ucuz işçilik, pazara ya da doğal kaynağa yakınlık temel faktör iken günümüzde üretim içindeki
maliyetleri düştüğü için bunlar ikincil faktörler haline gelmiştir. Buna karşın üst düzey yöneticilerin gelişmiş
ülkelerdeki maliyetleri çok yükseldiğinden, uluslararası yatırımcılar yatırım yeri olarak genellikle iyi eğitilmiş insan
gücüne sahip GOÜ’leri tercih etmeye başlamışlardır. Bayraktar (2003).
28
ücretleri yüksek dahi olsa, üretimde kârlılığın yanı sıra kalitede de önemli etki
yaratacaktır. Kısaca düşük ücretle, yüksek kalitede işgücü bulunabiliyorsa bu yabancı
sermaye için kilit faktör olacaktır (TÜSİAD ve YASED, 2004; Pacheco ve Lopez,
2003,Gövdere, 2003; Larudeee ve Koechlin; Cömert, 1998).
İşgücüne yönelik bir diğer husus ise, işgücünün verimliliği ve işgücüne ödenen
ücretlerin yanı sıra, ülkenin sahip olduğu aktif çalışabilir nüfus oranı da DYY’ler
açısından önem arz etmektedir. Eğer ev sahibi ülkenin aktif olarak çalışabilecek işgücü
nüfusu yüksek ise, Bunun DYY’leri pozitif yönde etkilemesi beklenebilir. Kore, HongKong, Singapur ve Tayvan ucuz işgücü imkânlarıyla DYY’leri kendine çekmeyi
başarmış ülkelerdir (Akdiş,1998).
Ücretler ile doğrudan yatırımlar arasında bir ilişki olamayacağını savunan
görüşler, ücretlerin üretim maliyetleri içindeki payının giderek azalması üzerinde
durmuşlardır. Üretim sürecinin giderek daha fazla sermaye yoğun bir hal alması
işgücünün üretim sürecindeki önemini göreli olarak azaltmış ve sermayeyi daha fazla ön
plana çıkarmıştır. Bu argümana göre diğer bir görüş ise bir piyasanın yabancı yatırımlar
için sadece ücretlerin değil işgücü verimliliğinin de önemli olduğu şeklindedir.
Yatırımların ücret seviyesinden daha çok verimliliği göz önüne alacakları ve böylelikle
yatırımlar ile ücret seviyesi arasında doğrudan bir ilişkinin olamayacağı belirtilmiştir
(Gövdere, 2003, 30).
2.2.1.3. Ticaret Engelleri
Ticaret engelleri ara mallar ve nihai malların üzerine konan ortalama vergi
oranları dikkate alınarak ölçülmektedir. Ticaret engellerinin doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının belirleyicileri arasında olduğu genel olarak kabul görmekle birlikte, bu
belirleyicinin
gücüde
tartışmalıdır.
Ticaret
engellerinin
doğrudan
yatırımları
engellediğini savunan görüşe göre tarifelerin ek yük getirmesi sonucunda ticaretin
engellenmesiyle
yatırımların
miktar
olarak
azalacağı
beklenmektedir.
Culem
çalışmasında ticaret engelleri ve doğrudan yabancı yatırımlar arasında önemli derecede
negatif bir ilişki olduğunu belirtmiştir. Schmitz ve Bieri ile Lunn ise çalışmalarında bu
iki değişken arasında önemli derecede pozitif bir ilişki olduğunu gözlemlemişlerdir
(Chakrabarti, 2001, 100).Her hangi bir yerel piyasada korumacılık oranlarının ya da
29
ticarete konulan vergilerin arttırılmasıyla çok uluslu şirketler o piyasalardaki
üretimlerini yavru şirketleri aracılığıyla arttırma yoluna gideceklerdir. Yüksek tarifeler,
doğrudan yatırımların alternatif piyasalardaki payını azaltırken yerli piyasadaki payını
ise arttırmaktadır. Çünkü yüksek tarifeler yerel piyasadaki yabancı ürünleri yerli
ürünlere kıyasla daha pahalı ve daha az rekabet edilebilir bir pozisyona getirmiştir. Bu
hipoteze göre ticarete konulan engeller ev sahibi ülkeye ürün ihracatını zorlaştırdığı için
yabancı yatırımlar ev sahibi ülke piyasasına yönelmektedir. Korumacı politikalar, hem
üretim maliyetlerini hem de fiyatları yükselterek monopol kârlarını yükseltici bir etki
yapabilmektedir. Sonuç olarak koruma oranları ile ev sahibi ülkenin yabancı sermaye
yatırımları içindeki payı arasında pozitif bir ilişki vardır. Fakat bu hipotezin ileri
sürdüğü pozitif etki, yani yabancı yatırım çekilmesinde, yerel piyasanın bu doğrultuda
şekillenmesine ve yerel piyasanın rekabet gücünün artmasındaki etkisi kesin değildir
(Blonigen, Tomlin, Wilson, 2002, 1).
2.2.1.4. Döviz Kuru
Döviz kurunun düzeyi ve değişkenliği doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını
etkilediği için hesaba katılmaktadır. Fakat bu ilişki kesin değildir. Ve üretilen malların
hedefine yani amacına bağlıdır. Yabancı sermaye yatırımları literatüründe genellikle
güçlü para ev sahibi ülkenin rekabetçi gücünün belirleyicisi olarak yorumlanmaktadır.
Bu düşüncede döviz kuru rekabet gücünü iki kanaldan etkilemektedir, gelir etkisi ve
maliyet etkisi. Değerlenmiş para yabancı sermaye yatırımlarının seviyesinin artmasına
yol açabileceği gibi azalmasına da neden olabilir. Ev sahibi ülke parasının ana ülke
parasına göre daha güçlü olması yani ulusal paranın değerlenmesi bu piyasada üretilen
ürünlerin satımını çokuluslu şirketler için daha cazip kılacaktır.
Döviz kurlarının doğrudan yatırımlar üzerindeki etkisi açısından Japon
yatırımları iyi bir örnek teşkil etmektedir.1971 yılında Japon Yen’inin ABD Doları
karşısında keskin bir değer kazanmasına yol açan Bretton Woods sistemi çökmüştür. Bu
Japonya’daki ücret oranlarının, komşu ülkelere göre büyük oranda artmasına neden
olmuştur. Tekstil ve elektrikli makine gibi emek yoğun endüstrilerde pek çok Japon
firması üretimi sanayileşmekte olan ülkelere kaydırmak durumunda kalmıştır (Komiya
and Wakasugi, 1991).
30
Döviz kurundaki volatiliteninde (oynaklık) yabancı yatırımlar üzerindeki etkisi
kesin değildir. Eğer döviz kuru üzerinde güçlü bir belirsizlik var ise yabancı yatırımların
çıktılarının yerel piyasada satımı daha yararlı olacaktır. Fakat bu kârlılık ihracata
yönelik yatırımlar için yok olmaktadır, yabancı yatırımcılar ihracat yerine yerel
piyasadaki satımları ön plana çıktığı zaman döviz kurundaki volatilite karşısında daha
cesaretle durmaktadırlar. Döviz kuru riskinin artması yani volatilitenin yükselmesi,
firmaları riskten kaçınmaya yöneltmekte ve kur riskini azaltmak için yatırımlarını
değiştirmektedirler (Aizenman,1995, 20).Döviz kuru riski ve beklentilerinin doğrudan
yatırımlar, girdilerin nereden alındığı, üretimin nerede yapıldığı, finansal sermayenin
nereden sağlandığı ve çıktıların nerede satıldığı gibi dört farklı durum göz önüne
alınarak incelendiği zaman, riskin doğrudan etkisinin yabancı sermayenin maliyetini
düşürdüğü ve yatırımları arttırdığı söylenebilir. Bunun yanında çıktıların dış ticarete
konu olmasıyla birlikte girdi maliyetleri etkilendiği zaman verimlilik farklılıkları ya da
çıktı fiyatlarının değişmesinin doğrudan yatırımları azalttığı vurgulanabilir. (Batmaz,
2005, 24).
2.2.1.5. Açıklık
Literatürde dış ticaretin (ihracat ve ithalat toplamının) Gayri Safi Yurtiçi
Hâsılaya (GDP)oranı ekonominin açıklık oranının ölçülmesinde kullanılmaktadır. Bu
oran aynı zamanda ticaret kısıtlamalarının ölçümü olarak da yorumlanmaktadır.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının belirlenmesinde açıklığın anlamlılığı
bakımından birbirinden farklı çalışmalar mevcuttur. Geçerliliğini koruyan hipoteze göre
birçok yatırım projesinin ticaret edebilir (tradeble) sektörlere yönelmesi varsayımı
altında uluslararası ticarette ülkenin açıklık derecesi karar vermede önemli bir faktördür
(Chakrabarti, 2001, 99). Aslında açıklığın doğrudan yabancı sermaye yatırımları
üzerindeki etkisi yatırımların türüne bağlıdır. Yatırımlar yerel piyasaya yönelik ise yani
yatırım yapılan ülke piyasasında ticaret yapma amacı güdülüyorsa, ticaret kısıtlamaları
buna bağlı olarak düşük bir açıklık oranı, doğrudan yabancı sermaye yatırımları
üzerinde pozitif bir etkide bulunacaktır. Bu sonuç, yabancı firmaların yerel piyasaya
yapacakları ithalatlarının zorlaşması durumunda o ülke piyasasında yatırım yapacakları
fikrini ileri süren ticaret kısıtlamaları (tariff jumping ) hipotezinden doğmaktadır. Bu
durumun aksine ihracata yönelik yatırım yapan Çokuluslu şirketler, ticarete getirilen
korumacılığın işlem maliyetlerini yükseltmesiyle aksak rekabet şartlarının artmasından
31
dolayı, daha çok açıklık oranına sahip yerel ekonomileri tercih edeceklerdir (Asıdue,
2002, 111).
Yabancı yatırımcının yatırımda bulunacağı ülkede aradığı kriterler arasında
şeffaflık ilkesi önemli bir yere sahiptir. Çünkü yatırımcının yatırımın risk ve getirisini
hesaplayabilmesi için önünü görebilmesi gerekmektedir. Elbette kurumsal nitelikteki bir
gelişmişlik ekonomik açıdan gelişmişliğin bir göstergesi olmakla birlikte, ekonomik
gelişmişlikte kurumsal gelişmişliğin göstergesidir. Kısacası çift yönlü bir nedensellik
ilişkisi söz konusudur. Zengin ülkelerin daha fazla DYY girişi sağlamalarının
arkasındaki en büyük etken, kurumsal ve ekonomik gelişmişliğin
birbirini
beslemesinden kaynaklanmaktadır. Oysa pek çok fakir ülkenin bu tür kurumsal
düzenlemelerden yoksun olduğu ya da kurumsal düzenlemelerin sağlıklı bir biçimde
işleyemediği bu sebeple DYY’leri çekmede başarısız oldukları ifade edilmektedir
(Rodrik, 2004).
2.2.1.6. Vergiler
Burada vergi tabiri ile kurumlar vergisi ve gelir vergisi ile yapılan işlemler
üzerinden alınan damga ve harçlar ifade edilmektedir. Bazı durumlarda işlem vergileri
gelir üzerinden alınan vergilerden daha etkili olabilmektedir.
DYY’ler için yalnızca vergi oranı değil, vergi idaresinin yaklaşımı, mevzuatın
kolay anlaşılır ve uygulanabilir olması, vergi adaletinin ve vergi bürokrasisinin gerekli
düzeyde sağlanması gerekmektedir (Çapraz ve Demircioğlu).
Yabancı yatırımları uyarmak için kullanılan en yaygın yöntemlerden birisi vergi
teşvikleridir. Bu teşviklerin yatırımlar üzerindeki olumlu etkisinin yanında gelir kaybına
neden olması, yönetim zorluğu ve maliyeti ile kaynak dağılımını etkilediğinden dolayı
yaratacağı sosyal maliyetleri de vardır. Teşviklerin bu olumsuz yönlerinin üstesinden
gelebilmenin yolu, verilen vergi teşviklerinin şeffaf olması ve kolay hesaplanabilir
olmasıdır (Zee, Stotsky, Ley, 2002, 1501–1502).
Literatürde, vergi oranlarının yatırımlar üzerindeki etkisinin genellikle yerel
piyasada çalışan yada spesifik avantajlara sahip olan firmalardan ziyade ihracata dönük
32
firmalar üzerinde daha kuvvetli olduğunu kabul eden görüşler vardır. Yatay yatırımlar
için politika içermeleri ev sahibi ülkedeki vergilerin uluslararası yatırımların yer seçimi
kararlarında çok küçük bir etkisinin olabileceğini ileri sürmektedir. Ülkedeki bütün
yatırımlar benzer vergiler, ticaretteki ve ulaşımdaki yüksek maliyetlerle üretim
yaptıkları zaman ithalattan daha cazip bir hale gelecektir. Fakat üretimin amacı ihracat
piyasaları ise yani dikey bütünleşmiş bir yatırım söz konusu ise bu piyasada rekabet
eden firmalar benzer vergilere bağlı değildir. Bunun sonucunda ev sahibi ülkedeki
vergiler rekabet etme şansı bakımından büyük bir rol oynayacaktır (Muti Grubert, 2004,
338).
Yüksek kurumlar vergisi oranına sahip hükümetlerin rekabetçi güçlerini
arttırabilmek için önlerinde birkaç tane seçenekleri vardır. Bir tanesi seçilmiş belli bir
grup firmaya veya sektöre vergi avantajı sağlamaktır. Bunun alternatifi ise genel mali
sistemde bütün firmalar ve sektörler için vergi oranlarını daha aşağı bir seviyeye
çekmektir. Vergi oranlarının indirilmesi yabancı yatırımlar için bir cezp edici unsurdur,
çünkü yatırımcılar kârlarının daha büyük bir oranını ellerinde tutabilmektedir. Bunun
yanında hükümetin elde ettiği vergi gelirlerinde de çok büyük bir değişiklik
olmamaktadır. Bunun sebebi ise vergi oranlarındaki bir indirim ulusal piyasadaki
yatırım ortamının iyileşmesine yardımcı olacak ve yeni yatırımları çekerek geliri
arttıracaktır. Bunun yanında bir hükümetin yaptığı vergi indirimi diğer hükümetlerin
yapacağı karşı davranışlarla dengelenebilmekte ve beklenen sonuç her zaman
alınamamaktadır. Bu sebeplerden dolayı birçok hükümet belli bir grup firmaya ya da
sektöre yönelik vergi indirimlerine başvurmaktadır Bu yöntem hem kamunun vergi
gelirlerindeki azalmayı engellemekte hem de ekonomi için uzun dönemde yararlı olacak
verimli sektörlerin geliştirilmesine olanak sağlamaktadır (Morisset, Pirnia, 2001, 78).
2.2.1.7. Ekonomik Büyüme
Ekonomik
büyüme
yıllık
baz
da
GSMH’nın
büyüme
oranı
olarak
tanımlanmaktadır. Ekonomik büyümenin doğrudan yabancı sermaye yatırımları
üzerindeki etkisi tartışmalı bir konudur. Genel olarak kabul edilmiş büyüme hipotezine
göre hızlı bir şekilde büyüyen ekonomiler daha az ya da hiç büyümeyen ekonomilere
kıyasla göreceli olarak daha iyi ve daha yüksek kâr elde etme fırsatları sunmaktadır.
Yüksek kâr elde etme fırsatı da, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını büyüyen
33
ekonomiye doğru çekmektedir. Ekonomik özgürlük ile kalkınma süreci ve ekonomik
büyüme arasında da pozitif ve anlamlı bir ilişkinin olduğu gösterilmiştir. Ekonomik
özgürlük ve büyüme arasındaki ilişki güçlüdür. Çünkü ekonomik özgürlük büyümeyi iki
farklı kanaldan etkilemektedir. Birincisi direkt olarak, ikincisi ise yabancı yatırımları
etkileyerek dolaylı olarak etkilemektedir. Ekonomik özgürlüğün daha yüksek olduğu
ülkeler yabancı yatırımcılar için daha cezp edicidir ve yatırımların artması da büyümeyi
etkilemektedir (Bengoa, Robles, 2003, 530).
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ileri teknolojinin gelişmiş ekonomilerden
gelişmekte olan ekonomilere aktarmadaki önemli araçlardan bir tanesidir. Genel olarak
gelişmekte olan ülkeler yeni buluşların, icatların ve dizaynların geliştirilmesinde gerekli
olan altyapıya sahip değillerdir. Yabancı yatırımlarla yaşanan teknoloji yayılması ev
sahibi ülkenin diğer kesimlerinde de yerli yatırımcıları cesaretlendirecek ve
verimliliklerini arttıracaktır. İlave olarak yabancı yatırımlar sermaye yapıları olarak
güçlüdür ayrıca uluslararası piyasalarda ödünç fon bulmada ve borçlanmada oldukça
rahattırlar.
Ekonomik büyüme ile yabancı yatırımlar arasındaki güçlü ilişki gelişmekte olan
ülkeler için daha güçlüdür. Gelişmiş ülkeler için yapılan çalışmalarda ekonomik
büyüme ile yabancı yatırımlar arasında zayıf bir ilişki bulunmuştur. Bununda nedeni bu
ülkelere yönelen yatırımların amaçlarının ve niteliklerinin farklı olmasıdır. Borensztein,
Gregorio ve Lee’nin gelişmiş ülkelerden 69 gelişmekte olan ülkeye yönelik yabancı
yatırımlar üzerinde yaptıkları araştırmada ekonomik büyüme, beşeri sermaye ve
doğrudan yabancı yatırımlar arasında güçlü bir ilişki bulunmuştur. Bu ülkelerde yabancı
firmalar yerli firmalara kıyasla daha verimli çalışmakta ve bir yandan ülkenin teknolojik
ve beşeri altyapısını kuvvetlendirirken diğer yandan da ekonomik büyümeye katkı
sağlamaktadır (Borensztein, Gregorio, Lee, 1998, 117).Yaşanan ekonomik büyüme ve
gelişme de yabancı yatırımları cezp etmektedir.
2.2.1.8. Ulaşım Maliyetleri
Ulaşım
maliyetleri
doğrudan
yabancı
yatırımları
iki
farklı
kanaldan
etkilemektedir. Birincisi yerel ekonomi içindeki ulaşım maliyetlerinin artmasıdır ki
buda yabancı yatırımların azalmasına sebep olacaktır. Bu düşüncenin altında yüksek
34
ulaşım maliyetlerinin yerel ürünleri göreceli olarak daha pahalı hale getireceği ve bunun
sonucunda ulusal piyasanın ithal ürünler karşısında rekabetçi gücünü kaybedeceği fikri
bulunmaktadır. Bu etki sadece yerel piyasada faaliyet göstermek için gelen yatırımlar
üzerinde etkili olacak, diğer amaçlar için gelen (ihracata dönük yatırımlar) yatırımlar
üzerinde ise bir etkisi olmayacaktır. İkincisi ise ülkeler arasındaki ulaşım maliyetlerinin
yükselmesidir. Bu durum yerel piyasada faaliyet göstermek için gelen yabancı
yatırımları uyarırken, ihracata dönük yapılan yabancı yatırımları caydıracaktır. Bu
durumda yatırımları olumsuz yönde etkileyecektir.Uluslararası piyasadaki ulaşım
maliyetlerinin artmasının ülkenin yabancı yatırımlar içindeki payı ve yatırım seviyesi
üzerindeki net etkisi hakkında kesin bir sav ileri sürmek mümkün olmayacaktır
(Chakrabarti, 2003, 164).
2.2.1.9. Politik Durum
Signh’na göre yabancı yatırımcılar için üç türlü risk vardır. Ekonomik, Politik
ve Kur riski. Ancak yabancı firmalar politik riski, diğer faktörlere göre daha önemli
görmektedir çünkü politik risk daha büyük kayıplara neden olabilir ve yatırım
kararlarında ilk önce dikkat edilen faktör olmaktadır (Shıh, 1985, 44- 45).Genel olarak
politik istikrar, ülkenin anayasal düzen içinde olması, anayasal düzeni değiştirme
konusunda radikal söylemlerin özellikle eylemsel baz da zayıf olması ve reformların
anayasal düzen içerisinde yapılması anlaşılmaktadır. Politik istikrarsızlık denildiğinde
genel olarak grevler, hükümet karşıtı gösteriler, devrimler, koalisyon hükümetleri
sonucunda ortaya çıkan hükümet krizleri, sivil ve sınır savaşları, parlamentonun
kutuplaşması, seçimlerin idaresi ve zamanlaması ve seçmenlerin karasızlığı olarak
anlaşılmaktadır. Genel olarak politik istikrarsızlık makro politikalar ve makro hedefler
üzerinde belirsizlik ortaya çıkarmakta ve bu belirsizlik ortamı da yabancı yatırımları
olumsuz yönde etkilemektedir (Eren, Bildirici, 2001, 31- 34).
Yabancı sermaye yatırımlarında siyasi sayılabilecek bir diğer korku da, yabancı
yatırımların karşılığının verilmeden millileştirilmesidir. 1928- 1939 yılları arasında
Türkiye’de özel statülü çoğunlukla hukuki ve fiili tekeller oluşturan yabancı sermayeli
birçok şirketin ve 1951 yılı sonrasında Rusya, İran, Mısır, Libya ve Guatemala ‘daki
millileştirme hareketleri bu konunun göstergesidir (Emil, 2003; Hazine Dergisi, 1998).
Fakat Türkiye’nin durumu sayılan diğer ülkelerden farklıdır. Diğer ülkeler millileştirme
35
sonucu hiçbir ödemede bulunmazken,1926-1950 döneminde Türkiye’de 24 ayrıcalıklı
şirket millileştirilmiş ve bu millileştirmeler için 154,7 milyon TL bedel belirlenmiştir.
Türkiye’nin millileştirmeler karşılığı yüklendiği borç, faiz giderleri de dâhil edildiğinde
daha yüksek meblağlara ulaşılmaktadır (Tezel, 1994, ss 217-218).
Çokuluslu şirketlerin yerel piyasalarda yaptıkları üretimin potansiyel geliri o
piyasada mevcut olan politik istikrarın mevcut bir fonksiyonudur. Bir bölgedeki güçlü
politik istikrara çokuluslu şirketlerin o bölgede faaliyet gösteren yerel firmalardan daha
fazla gelir elde etme olasılığını arttırır. Chakrabarti çalışmasında yerel ülkedeki politik
istikrar ile yabancı yatırımlar arasında pozitif ve çok güçlü bir ilişki bulmuştur
(Chakrabarti, 1998, 22- 23).
2.2.2. Portföy Yatırımlarını (sıcak para ) Etkileyen Faktörler
1. Döviz kurunda yerli paranın değer kaybedeceği beklentisi
Sıcak para giriş-çıkışına neden olan ana unsurlardan birinin döviz kurunun
değişme olasılığı olduğu konusunda bir görüş birliği bulunmaktadır.
2. Ülkeler arası faiz oranı farklılığı ve faiz arbitrajı
Faiz arbitrajı ülkeler arası faiz oranları farklılığından yararlanmak için para
piyasalarında yapılan kısa süreli işlemleri ifade eder gelişmiş ülkelerdeki yatırımcılar
kendi ülkelerindeki düşük faiz hadleri yerine gelişmekte olan ülkelerdeki yüksek faiz
haddini görerek yüksek kâr sağlamak amacı ile bu ülkelere yönelik para transferinde
bulunurlar.
3. Ülkeler arası risk ve kârlılık farklılıkları
Sermaye akımlarında etkin olan nedenlerden bir tanesi de risk ve kârlılık
farklılıklarıdır yabancı yatırımcılar ellerindeki parayı yüksek gelir yaratan alanlara
yöneltirken bu alanda kârlılık ve risk birlikte değerlendirilir.
36
2.2.3. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Dünya Üzerindeki Dağılımı
Tablo-2,2’de görüldüğü gibi 1980’lerden önce dünyadaki dolaysız yabacı
sermaye yatırımlarından, gelişmekte olan ülkeler içerisinde en büyük payı Çin ve Latin
Amerika ülkeleri paylaşırdı. 1980 başlarında ortaya çıkan dış borç krizi dolayısıyla
bölgedeki üretim artışının ciddi biçimde yavaşlaması üzerine bu durum değişti. Latin
Amerika ülkelerinde büyük istikrazsızlıklar yaşanırken, Doğu Asya ülkeleri hızlı
biçimde büyümekte ve dünya ekonomisi ile bütünleşmekte idiler. Dolayısıyla o
tarihlerden sonra Doğu Asya ülkeleri dolaysız yabancı sermaye yatırımlarının en çok
tercih ettiği bölge durumuna gelmiştir.1990`lardan sonra hızla gelişen Çin, yabancı
sermayenin yeni gözdesi olmuştur. Bugün Çin tüm az gelişmiş ülkeler içinde tek başına
en fazla yabancı sermaye çeken ülke konumundadır.
Tablo 2.2. Dünyadaki Dolaysız Yabancı Sermaye Girişleri, 1970-1980
(Milyar dolar)
Dolaysız Yabancı Sermaye Girişleri
Bölge, ülke
1970
1971
1972
1973
1974
1975
1976
1977
1978
1979
Dünya
14,151 14,440 15,769 25,938 24,475 28,597 28,414 28,740 39,352 62,885
Gelişmiş
14,100 14,395 15,657 25,808 24,185 28,057 27,920 28,124 38,578 62,454
ülkeler
Avrupa
5,095
5,839
6,973
11,110 11,503 10,618 12,667 13,144 17,405 28,820
Asya
364
364
723
1,904
2,012
1,761
1,997
1,651
2,378
2,899
China
51
45
113
130
289
536
494
616
774
431
Amerika
8,521
8,076
7,828
12,519 10,409 15,496 12,953 13,031 18,503 30,317
Latin
31
11
63
36
118
222
235
221
187
310
120
116
132
275
262
183
303
298
292
418
Amerika
Oceania
Kaynak:İnternet adresi-http//stats.unctad.org/FDI/Tableviewer.aspx
Tablo- 2,3’de 1994- 2007 döneminde dünyadaki dolaysız yabancı sermaye
yatırımlarına ilişkin rakamlar hem yatırım yapılan, hem de yatırım yapan ülkeler
açısından gösterilmiştir. Buna göre,1994- 1999 döneminde ortalama yıllık 548,1 milyar
37
dolar olan dünya yabancı sermaye yatırımları,2005 yılında 916,3 milyar dolara
çıkmıştır. Bu yatırımlardan en fazla pay alan gelişmiş ülkelerdir. Nitekim gelişmiş
ülkelerin oranı 1994–1999 döneminde yüzde 68,2 ve 2005 yılında yüzde 59,2`dır.
Gelişmiş ülkeler için de en fazla dolaysız sermaye yatırımı, Avrupa birliğine
yapılmaktadır.2005 yılında bu bölgede 421,9 milyar dolar dolaysız yabancı sermaye
yatırımı gerçekleştirilmiştir (gelişmiş ülke yatırımlarının yüzde 75,8’i).
Tablo 2.3. Dünyadaki Dolaysız Yabancı Sermaye Giriş ve Çıkışları,1990–2007
(Milyar dolar ve yüzde)
Dolaysız yabancı sermaye Girişleri
Bölge ve ülke
1990-00
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
Yıllık ortalama
Dünya
492,6
832,2
617,7
557,9
710,8
916,3
1411,2
1833,3
Gelişmiş ülkeler
357,2
599,3
441,2
358,5
396,1
542,3
940,9
1247,6
Dünya top%
73
72,0
71,4
64,3
55,7
59,2
66,7
68
Avrupa
218,3
393,1
314,2
274,1
217,7
433,6
599,3
848,5
Avrupa bir.
209,5
382
307,1
253,7
213,7
421,9
562,5
804,3
Japonya
3,15
6,2
9,2
6,3
7,8
2,8
—6,5
22,6
ABD
109,5
159,5
74,5
53,1
122,4
99,4
236,7
232,9
Az gel. ülk.
126,6
221,4
163,6
175,1
275
334,3
433,5
541,4
Dünya top %
26,6
26,6
26,5
31,4
38,7
36,5
30,7
29,5
Doğu Asya
44,9
106,3
116,2
131,9
156,7
Çin
30,1
46,9
52,7
53,5
60,6
72,4
72,7
83,5
Türkiye
0,7
3,4
1,1
1,7
2,9
9,8
20
22
Latin Amer.
30
85,3
37,15
44,3
43,1
71,7
Afrika
68,9
17,2
18
29,5
45,8
53
Güney ve doğu 8,8
11,5
12,9
24,2
39,6
38,7
36,9
44,2
1,4
2,1
4,3
5,6
4,3
0,26
0,25
Avrupa
Dünya top %
0,2
38
Tablo 2.3. (Devamı)
Dolaysız Yabancı Sermaye Yatırımı Yapanlar
Dünya
492,6
764,2
539,5
561,1
813,1
778,7
1323,2
1996,5
Gelişmiş ülkel.
438,3
684,8
485,1
514,8
686,3
646,2
1087,2
1692,2
89
88,2
89,6
89,9
84,4
83
82
84,8
Avrupa
300,5
474
281,7
317
368
618,8
736,9
1216,5
Avrupa bir.
280,4
435,4
265,8
286,1
334,9
554,8
640,5
1142,3
Japonya
25,4
38,3
32,3
28,8
31
45,8
50,3
73,6
92
124,9
134,9
129,4
222,4
-12,7
221,7
313,8
34,426
76,7
49,7
35,6
112,8
117,5
139,6
230,1
Dünya top %
0,7
10
9,2
6,3
13,9
15,1
10,6
11,5
Doğu Asya
29,5
63
48,9
82,3
102,9
1,8
11,3
21,2
22,5
Dünya top%
ABD
Az gel. ülk.
6,9
2,5
-0,2
Çin
22
Latin Amer.
44
12,9
12,1
36,8
15,5
19,2
20,5
22,8
78,29
60,5
Afrika
Güney ve doğu
Avrupa
20,1
2,7
4,7
10,7
14
15,1
96,3
74,3
Dünya top %
0,4
0,4
0,9
1,9
1,7
1,9
0,7
0,4
*Bağımsız Ülkeler Topluluğu (CIS) dâhil
Kaynak:UNCTAD,World Investment Report Overview, 2006, 2 ve World Investment
Report 2008,www.unctad.org
1994- 1999 döneminde ortalama 30,4 olan az gelişmiş ülkelerin payı yaşanan
mali krizler nedeniyle 18,9’a kadar düşmüş, ancak 2003 yılında 1994 - 1999
ortalamasının üzerine çıkabilmiştir. Oysa bu ülkelerin kalkınmaları açısından dolaysız
yabancı sermaye yatırımlarından beklentileri çok daha büyüktür.
39
Tablo 2.4. En Fazla UDY Çeken İlk 10 Ülke ve Türkiye (Milyar Dolar)
2005
2006
1-İNGİLTERE
193,70
1-ABD
175,40
2-ABD
101,00
2-İNGİLTERE
139,50
3-FRANSA
81,10
3-FRANSA
81,10
4-ÇİN
72,40
4-BELÇİKA
72,00
5-HOLLANDA
41,60
5-ÇİN
69,50
6-ALMANYA
35,90
6-KANADA
69,00
7-BELÇİKA
35,90
7-HONG KONG
42,90
8-HONG KONG
33,60
8-ALMANYA
42,90
9-KANADA
28,90
9-İTALYA
39,20
10-İSPANYA
25,00
10-LÜKSEMBURG
29,30
23-TÜRKİYE
9,80
16 -TÜRKİYE
20,10
‘’Transnational Extractive Industries and Development ‘’,UNCTAD
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı 2007 yılı raporu 8,World investment report 2007
Tablo 2,4’te Doğrudan yatırım yapılan ilk 10 ülke’ye batığımız zaman yine ilk
sıraları Çin ve Hong Kong’u saymazsak sanayileşmiş ülkelerin aldığını görmekteyiz.
Gelişmekte olan ülkeler ise DYY’lardan yeterince pay alamamaktadır. Türkiye’de 2005
yılında 9,80’lik oranıyla ancak 23’nci sırada yer almış, 2006 yılında ise 20,10 milyar
dolarlık yatırımla 16’ncı sıraya yükselmiştir. Bu yıllarda büyük oranda özelleştirmelerin
yapıldığı göz önüne alınırsa yeni yatırım şeklindeki yabancı sermaye yatırımlarının çok
daha düşük olduğu ve yeterince yabancı sermaye çekilemediği görülecektir.
2.3. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi
Ekonomik büyümeyi, bir ülkenin reel gelirindeki artış olarak tanımlarsak, bunu
sağlamanın daha fazla üretim yapmaktan geçtiği hususunda hiç şüphe yoktur. Üretimin
dört belirleyici unsuru emek, sermaye, hammadde ve girişimdir. Gelişmekte olan ve az
gelişmiş ülkelerin üretim konusunda en büyük sorunu yeterli miktarda sermayeye sahip
olamamaktır.
GOÜ’lerin gelişmiş ülkeleri yakalayabilmeleri için, içinde bulundukları şu üç
açığı kapatabilmeleri gerekmektedir. (Demir, 2002)
40
—Dünyaya yayılan bilgileri elde etme, işleme ve yerel bilgiye adapte ederek
yeni arayışlara yönelme açığı,
—Genel temel eğitim, kadınların eğitimi, yaşam boyu öğrenme, üçüncü kademe
eğitimin, özellikle mühendislik eğitiminin teşviki gibi yollarla insanların
kafasını bilgiyle meşgul etme açığı,
—Yeni bilgi ve iletişim teknolojilerinin avantajlarından yararlanma, özel kesim
hizmet üreticileri arasında rekabet doğurarak bu hizmetleri yoksulların bile
yararlanacağı hale getirme açığı,
Yukarıda bahsedilen açıkların giderilebilmesinde dört kaynak belirtilmektedir
Bunlar, yatırım ya da sermaye birikimi, beşeri sermaye ya da insan gücünün yüksek
niteliği, kaynakların tarım gibi düşük verimli alanlardan sanayi gibi yüksek verimli
alanlara aktarılması, teknolojik gelişme ya da yeniliklerdir (Bulutay, 2005).
Bilindiği gibi bir ekonomide yaratılan milli gelir, Y,en geniş anlamıyla kamu
harcanabilir gelirinden, Yg ve özel sektör harcanabilir gelirinden, Yp, oluşmaktadır.
Dolayısıyla,
(1)
Y=Yg+Yp
İfadesi geçerlidir. Her iki kesim de harcanabilir gelirini tüketim, C, ya da tasarruf,
S,biçiminde kullandığına göre,
(2)
Y= (Cg+Sg) + (Cp+Sp) bileşenlerini
Özdeşliğini elde etmek mümkündür.
Öte yandan, milli geliri, üzerine yapılan toplam harcamalar yönünden değerlendirirsek,
(3)
Y= (Cg+Cp) + (Ig+Ip) + (X-M)
Eşitliğini yazabiliriz. Yani milli gelir harcamaları kamunun tüketim (Cg) ve yatırımı
(Ig); artı özel sektörün tüketim (Cp) ve yatırımı (Ip),artı dış denge(ihracat eksi ithalat, XM)kalemlerinden oluşmaktadır. Birer özdeşlik biçiminde kullanacağımız (2) ve (3) nolu
ifadeler değişik bakış açılarından milli gelir toplamını vermektedir. Her iki ifadeyi de
birbirine eşitlersek,
(Cg+Sg) + (Cp+Sp) = (Cg+Cp) + (Ig+Ip) + (X-M)
Tüketim (Cg ve Cp) değerlerini iki taraftan da düşüp, kalanları yeniden sıralarsak şu
ifadeyi elde edebiliriz:
(4)
(Ig-Sg) = ( Sp-Ip ) + (M-X)
41
Yani kamu kesimi tasarruf açığı (Ig-Sg),özel sektör tasarruf-yatırım fazlası ve dış
açık (M-X) tarafından finanse edilecektir.
Bu yaklaşımdan hareketle, Türkiye ekonomisinin ele aldığımız dönemlerdeki
genel denge yapısının bileşenlerini Tablo-2,5’de vermekteyiz. Tablo, gayri safi milli
hâsılanın (GSMH) harcama ve gelirlerin kullanımı yönünden yukarıda açıkladığımız
kalemlerini reel 1987 fiyatlarıyla ve GSMH’ya oranlar olarak vermektedir. Tablo’dan
elde ettiğimiz ilk gözlem,1989-1994 arasında kamu harcanabilir gelirindeki hızlı aşınma
sürecidir. Söz konusu dönemde, kamu harcanabilir geliri gerek reel fiyatlarla düzey
olarak, gerekse GSMH’ya oran olarak değer yitirmiştir.1988’de ulusal gelirin
%18,3’ünü veren kamu kesimi harcanabilir geliri,1990 yılında %13 düzeyine indikten
sonra,1993’te %9,6’ya;1999’da da tarihsel olarak en düşük düzeyi olan %7’ye
gerilemiştir. Bu sürece koşut olarak 1980’lerin sonunda ulusal gelirin %1,6’sına
düşürülmüş olan kamu tasarruf-yatırım açığı hızla büyümüş;1993’te ulusal gelirin
%10’una ulaşmıştır.1999 itibariyle kamu tasarruf-yatırım açığının,1987 fiyatlarıyla
hesaplanan reel düzeyi,1988 yılındaki değerinin 10 mislinden fazladır. Bu rakam 1994
krizi öncesinde görülen açığa çok yakın durmaktadır (9,7 milyar TL). Nitekim 1989’u
izleyen 10 yıllık finansal serbestleştirme deneyimi altında kamu tasarruf-yatırım
açığının reel olarak on mislinden fazla büyümesi söz konusu dengesizliğin
kendiliğinden oluşan, rassal bir süreç olamayacağını da vurgulamaktadır. 1988 yılından
itibaren hızlı bir ivmelenmeyle yaşanan bu açığın ulusal ekonomide yeni uyum
mekanizmalarını devreye sokacağı ve bu mekanizmaların ekonominin bölüşüm
dinamiklerini derinden etkileyeceği açıktır.
-1024
-1233
-2048
-4377
-5876
-6864
-9739
-4342
-3858
-7637
-6459
-10060
-14629
1985
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999c
-13.4
-8.4
-5.5
-7.2
-3.9
-4.7
-10.0
-7.6
-6.9
-5.2
-2.6
-1.6
-1.6
-7.2
-0.4
11323
9158
2014
2874
659
5694
4999
5078
4098
1727
1970
2042
-192
10.4
7.7
1.7
2.7
0.7
6.2
5.1
5.6
4.8
2.0
2.5
2.7
-0.3
c.Gerçekleşme Tahmini (Yeldan,2006 109)
b.İkinci sütundaki sayılar GSMH’ye % oranları vermektedir.
3307
902
4444
4763
3199
-1352
4739
1785
1778
2650
79
-810
1216
3875
(M-X)a,b
(SP-IP)a,b
-204
Dış Kaynak
Tasarruf Fazlası
Özel Sektör
a-Reel 1987fiyatlarıylafi yatls, G zımni fiyat SMH deflatörü ile indirgenmişt ir.
-3671
1980
Açığı(SG-IG)a,b
Yatırım
Kamu Tasarruf-
3.0
0.8
3.8
4.5
3.2
-1.5
4.9
2.0
2.1
3.1
0.1
-1.1
1.9
7.6
GSMH a,b
Kamu
109291
119610
116945
106080
99029
91733
97678
90326
84891
84596
77357
76120
63993
50990
7670
10817
13460
8409
9351
8781
9357
10255
10001
11354
10163
10337
11711
8923
Geliri a,b
Harcanabilir
Tablo.2.5 Ekonominin Genel Dengesi ve Kamu Açıklarının Finansmanı
42067
52283
65783
67208
73242
74896
80091
88321
82952
89678
97671
103485
107663
101621
17.5
18.3
13.6
13.1
13.4
11.8
11.4
9.6
9.6
9.4
7.9
11.5
9.0
7.0
Gelir a,b
Harcanabilir
Özel
93.0
90.0
88.5
92.1
90.6
90.4
90.4
88.7
88.2
86.6
86.9
86.4
81.7
82.5
42
43
Tablo’daki veriler,1980’lerin ilk yarısında özel sektöründe, kamu kesimi
yanında “açık” veren bir konumda olduğunu, ancak bu dönemde (bir kriz yılı olan
1980’i bir yana bırakırsak) her iki kesimin de açık miktarlarının makul düzeylerde
olduğunu göstermektedir. Kamu açıklarının finansmanında,1994’e değin özel sektör
tasarruf-fazlasının belirleyici olduğunu tespit etmekteyiz. Dış kaynaklı finansman
ise,1988’deki eksi değerinden sonra giderek önemli bir unsur haline dönüşmüş ve kamu
açığının kapatılmasında önemli bir nicel boyuta ulaşmıştır.
Bir mini kriz yılı olan 1988’de hem kamu sektörü, hem de dış ekonomi dengeleri
eksi yönlüdür. Ulusal gelirin % 2,7’sini bulan toplam açık özel tasarruf fazlası ile
kapatılmıştır.1989’dan başlayarak kamu açığı hızla artmış ve 1993’e gelindiğinde ulusal
gelirin %10’una ulaşmıştır. Söz konusu açığın kapatılması ancak özel sektör
tasarruflarının, özel yatırımların üzerinde, ulusal gelire oran olarak % 5,1’e ulaşan bir
fazla vermesiyle ve dış tasarrufların (ithalat-ihracat) % 4,9’luk katkısıyla mümkün
olmuştur. Özel sektörün tasarruf fazlası özellikle 1994 krizinin aşılmasında nicel olarak
çok önemli bir rol oynamıştır. Süper faizli hazine bonolarının devreye sokulduğu 1994
yılında özel sektör tasarruf-yatırım fazlası, ulusal gelirin % 6,2’sine ulaşarak tarihsel bir
rekor kırmıştır.
Dış kaynağa dayalı finansmanda en önemli gelişmenin kısa vadeli spekülatif
sermaye akımlarının serbestliğine dayalı sıcak para girişlerinden kaynaklanmıştır. Bu
anlamda,1989 sonrasında kambiyo rejiminin kuralsızlaştırılması, ulusal mali piyasaların
dünya finans merkezleriyle eklemlenmesi sonucunu doğurmuş ve ekonominin kısa
vadeli likidite gereksinimlerinin karşılanmasını olası kılmıştır. (Yeldan, 2006, ss 107111).
Özel sektör, devlet ve dış ticaretin bulunduğu bir ekonomide büyüme için
gerekli formülü bu şekilde formüle edebiliriz.
S-I= (G+TR-TA) +Nx
Bu son özdeşlik, özel kesim hesapları ile (S-I), kamu kesimi hesapları (G+TRTA) ve dış kesim arasında önemli bir ilişkiyi ortaya koymaktadır.Özel kesimin tasarruf
fazlası(yatırımları aşan tasarruflar), kamu bütçesi açığıyla,net ihracatın toplamına eşittir.
44
Buna göre örneğin özel kesim tasarruf ve yatırımları eşitse, bütçe açığı aynı tutarda bir
dış açık ile karşılanacaktır.
Devlet özel sektörden de borçlanmasına rağmen kamu açıklarının kapatılmasına
yetmemekte, sürekli dış açığı büyümekte ve dış borçlarımız artmaktadır.1990’lı yıllarla
birlikte ise özel sektör ve dış borçlarla açıkların kapatılmasının yanında, yabancı
sermaye yatırımlarını çekerek bütçe açıkları kapatılmakta ve ekonomik büyüme
(kalkınma) sağlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de özellikle 11 Ağustos 1989 tarihinde
yayınlanan 32 sayılı kararnameden sonra yapılan çeşitli düzenlemelerle mali piyasalar
kısa vadeli sermaye hareketleri için serbest hale gelmiştir. Spekülatif sermayenin giriş
dönemlerinde yapay bir büyüme, çıkış dönemlerinde ise ciddi krizler yaşanmıştır.
2.3.1. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Sermaye Birikimine Olan Etkisi
Türkiye gibi gelişme yolunda olan ülkeler de ekonomik sorunların başında
“kaynak yetersizliği” gelmektedir. Çünkü ekonomik kalkınma için yatırım yapılması bir
zorunluluktur. Yatırım olmadan kalkınma (gelişme) sağlanmaz, üretim artmaz. Bu
sebeple yatırımlar ekonominin kalkınma sürecinde büyük bir öneme sahiptir (Karluk,
2007)
Ülke ekonomilerinin istikrarlı bir büyüme oranına ulaşmak için ihtiyaç
duydukları yatırımların kaynağı tasarruflardır. Toplam yurtiçi tasarrufları artırmak ise
iki yolla mümkündür. Bunlardan birincisi özel tasarrufların artırılması, ikincisi ise kamu
tasarruflarının artırılmasıdır. GOÜ’lerin handikabı buradadır. Çünkü bu ülkelerde fert
başına gelir düşüktür. Tasarrufları belirleyen unsur ise gelir seviyesidir. Özellikle
gelişmekte olan ülkelerde kişi başına düşen milli gelir seviyesinin düşük olması ve bu
gelirle
nüfusun
büyük
çoğunluğunun
temel
ihtiyaç
maddelerini
dahi
karşılayamamasının bir sonucu olarak, bu ülkelerde tasarruf eğilimlerinin düşük olduğu
bilinmektedir. Gelişmekte olan ülkelerle ilgili yapılan çalışmalar bu ülkelerde tasarruf
hacmi az olduğu için yatırımlarında az, yatırımlar az olduğu için kişi başına düşen milli
gelir az, milli gelir az olduğu için tasarruf hacmi az sonucuna ulaşılmakta ve gelişmekte
olan ülkelerin içinde bulunduğu kısır döngü tanımlanmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla
gelişmekte olan ülkelerin dış kaynak olmadan kalkınamayacakları görüşü ortaya
atılmaktadır (Yılmaz, 1994, 102- 103). Fakat Ragnar Nurkse bu kuramı çürütmüştür.
45
Ragnar Nurkse’ye göre; kişi başına düşük reel gelir, düşük verimlilik demektir; düşük
verimlilik kişi başına kapital kullanımının yetersizliğiyle ilgilidir; kapital yetersizliği,
tasarruf kapasitesinin yetersizliğinden doğar; kişi başına düşük reel gelir de düşük
tasarruf kapasitesini açıkladığına göre, bu toplumlar tasarruf kapasitesi açısından,
içinden çıkılmaz bir çember içerisindedir. Diğer taraftan yatırım dürtüleri piyasanın
genişliğiyle sınırlıdır; piyasanın genişliğini belirleyen başlıca etken, satın alma gücüdür;
bu da AGÜ’ de düşük verimlilik dolayısıyla zayıftır; düşük verimlilik, üretimde
kullanılan kapitalin azlığı; bu sonuç da hiç olmazsa kısmen, düşük yatırım dürtüsüyle
ilgilidir. Kapital arzı, tasarruf kapasitesi ve arzusu; kapital talebi, yatırım dürtüsüyle
belirlendiğine göre, kapital teşekkülünün, hem arz hem talep yönünde, bir kısır döngü
vardır. Kısacası bir ülke fakir olduğu için fakir kalır. Nurkse kuramı da az gelişmiş
ülkelerin ancak sanayileşme ile kalkınabileceklerini, Sanayileşmenin de bütün sanayi
dallarında
hep
birlikte
gerçekleştirilmesi
gereken
dengeli
bir
gelişmeyle
sağlanabileceğini savunan bir kuramdır. Nurkse’ye göre az gelişmiş ülkeler ihracat için
hammadde üretiminden vazgeçmelidirler, kendi ürettiklerini de iç pazarda satmalı ve
ihraç etmemelidirler. Özel kaynaklardan ve devletten yatırımlar sağlamalıdırlar. Az
gelişmiş ülkeler ancak bu şekilde planlı ve dengeli bir kentleşmeyle kalkınabilirler.
Hammadde ve yarı mamul üretimi onları büsbütün yoksulluğa düşürür (Nurkse, 1964).
Ancak günümüzde dış finansman kaynaklarının yurtiçi tasarruflara katkısına
ilişkin görüşlerde farklılık göstermektedir. Bir görüşe göre, yabancı kaynaklar yurtiçi
tasarruflara katkıda bulunmaktadır. Çünkü yabancı sermaye, bir ülkenin mevcut
kaynaklarının toplam arzında bir artış yaratmakta ve böylece yurtiçi harcamaların
gelecekteki boyutunu artırmaktadır. Dolayısıyla yurtiçi tasarruflar üzerinde pozitif etki
meydana getirebilmektedir. Diğer bir görüş ise, yurtiçi kaynaklara ilave herhangi bir
kaynağın, yatırımlardan çok tüketime gideceğini böyle bir durumda özel ve kamu
kesimindeki tüketimi artırmak için kullanılacak dış kaynakların yurtiçi tasarruflarda bir
etki yaratmayacağını savunmaktadır (Şimşek,1997, 27).
Gelişmekte olan ülkeler için yapılan bazı ampirik çalışmalarda yabancı
tasarrufların, yurtiçi tasarruf açığını kapatmadığını, bu tasarrufların yatırım ve büyüme
için ek bir kaynak yaratmadığını, hatta yabancı tasarrufların tüketimi ve dışarıya kaynak
transferini artırdığı ileri sürülmektedir (Yentürk, 1996, 155- 156).
46
Bu ülkelerde yabancı sermaye girişinin artışıyla ortaya çıkan aşırı borç yükü,
yurtiçi tasarrufların önemli bir oranının yatırımlara dönüşmeden yurt dışına aktarılmak
için kullanılmasına neden olabilmekte, tüketici kredisi ve tüketim malı ithalatını
karşılayarak iç tasarruflara etki yapabilmektedir. Ayrıca kamu açıklarının arttığı ve
kamunun faiz yükünün çok yükseldiği ekonomilerde sermaye akımının yarattığı borç
yükü faiz oranlarının yükselmesine neden olarak kamu tasarruflarını azaltabilmektedir
(Yentürk1997, 137-138).
Türkiye’nin sermaye giriş kanallarına bakıldığında doğrudan yatırımlara ait
payın düşük kaldığı, sermaye girişlerinin önemlice bir bölümünün daha çok portföy
yatırımları ve dış krediler yoluyla elde edildiği anlaşılmaktadır (Tablo 1.1).Türkiye’de
özellikle 1990’lı yıllardan sonra kısa süreli sermaye hareketleri için spekülatif
kazançlarda artış meydana gelmiştir. Bunun sonucu olarak, Türkiye’ye yönelik sermaye
hareketlerinin volatilitesi (oynaklığı) yüksek seyretmiştir. Spekülatif sermayenin giriş
dönemlerinde yapay bir büyüme, çıkış dönemlerinde ise ciddi krizler yaşanmıştır.
Gelişmekte olan ülkelerde doğrudan yatırımların payı düzenli bir şekilde artış
göstermiş, son 12- 13 yıl içerisinde doğrudan yatırımların bu ülkelere ait GSYİH
içerisindeki payı ortalama % 3,AB’de % 3,6 ve Türkiye’de ise % 0,8 düzeyinde
gerçekleşmiştir. Türkiye’nin 2005 yılına kadar, doğrudan yatırım girişlerinde önemli bir
başarı sağlayamadığı açıkça görülmektedir. 2005 yılında özelleştirmelerin hızlanması
ile birlikte doğrudan yatırımlarda önemli bir sıçrama yaşanmış ve 9,6 milyar $ düzeyine
ulaşmıştır. Özelleştirmelerin bu yıllardan sonrada devam etmesi nedeniyle doğrudan
yatırımlar artmaya devam etmiştir.
Türkiye’ye giren sermaye düzeyinin yetersizliği, özellikle de doğrudan
yatırımların çok düşük seviyede kalması Türkiye’nin dinamik bir büyüme sürecine
girmesini engellemiştir. Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak, öncelikle doğrudan
yatırım kanalı ile (özellikle yeni yatırım şeklinde) sermaye girişini tercih etmesi
gerekmektedir. Çünkü doğrudan yatırımlar beraberinde teknoloji, bilgi ve kalifiye
elaman getirmekte, giriş yaptığı ülkede uzun dönemli kalarak ülkelerin daha hızlı ve
istikrarlı bir şekilde büyümesine ve kalkınmasına yardımcı olmaktadır. (Örnek, 2006)
47
Sermaye Hareketleri ve Büyüme
Cumhuriyetin
83
yıllık
büyüme
politikasını
dönem
dönem
gözden
geçirdiğimizde gördük ki Türkiye ekonomisinin büyüme hızı 1980 sonrasında önceki
dönemlere göre düşmekte; üstelik yeni yüzyıla girerken daha da yavaşlamaktadır.
Tablo 2.6. Sermaye Hareketleri ve Büyüme (%)
Yabancı Sermaye/GSMH
Büyüme
1980-1989
2,0
4,8
1990-1995
2,6
3,8
1996-2002
3,7
1,5
1990
3,0
9,4
1991
0,2
0,4
1992-1993
5,9
7,3
Kriz:1994
(-4,8)
-6,1
1995-1997
5,0
7,7
1998-1999
3,3
-1,2
2000
6,5
6,1
Kriz:2001
(-8,6)
-9,4
2002
2,3
7,8
2003-2007
5,1
6,9
Kriz:2008
4,8
1,1
Kaynak: DPT Web Sitesi,1950-2006 Ekonomik Sosyal Göstergeler ve Yıllık Raporlar kullanılarak
hesaplanmıştır.
Şimdi 1980 sonrasında milli gelirin nasıl bir seyir gösterdiğini, büyüme,
durgunluk ve gerileme yıllarını ayırarak inceleyelim. Bunun için yukarıdaki tabloya
bakalım. Tablonun ilk sütunu yabancı kökenli yabancı kökenli sermaye hareketlerinin
(net girişler artı, net çıkışlar eksi ile gösterilerek) milli gelire oranını (Yabancı
sermaye/GSMH başlığı altında) ikinci sütun ise GSMH’nın büyüme hızını yüzdeler
olarak veriyor. İlk üç sütunun birikimli ortalamalarına baktığımızda, ilginç bir gözlem
yapabiliyoruz. Yabancı kökenli sermaye girişlerinin milli gelire oranı giderek artmakta;
ancak aynı dönemlerde büyüme hızı düşmektedir. Hemen söyleyelim ki sermaye
48
girişleri içinde “doğrudan yatırım” adı altında üretime, kapasite artırımına dönük
hareketler çok sınırlıdır.% 80-90’ı borç yaratan öğeler, bazı yıllarda da sıcak para”
türleri ağır basmaktadır. 2003-2007 döneminde yabancı sermaye girişleri ve büyüme
artmıştır. Bu durum o yıllarda kamunun eğitim, sağlık ve sosyal yatırıma yönelik
yatırımların kısılması ve kamu tüketiminin azaltılması sonucu, kamu yatırım-tasarruf
açığının azalması, bunun sonucunda da özel sektör tasarruflarının, kamu açıkları yerine
yatırımlara yönelmesi ve yoğun özelleştirmeler sonucu doğrudan yatırımlara dayalı
yabancı sermaye girişlerinin artması sonucu gerçekleşmiştir. Fakat bu durum 2008
yılında tekrar tersine dönmüş ve büyük bir ekonomik krize girilmiş ve GSMH sadece
%1,1 oranında büyümüştür.
Kritik dönüm noktası, sermaye giriş ve çıkışlarının serbestleştirildiği 1989
yılıdır. Beklentiler neydi ne oldu? Türkiye ekonomisinin tasarruf yetersizliği, dış
dünyadan Türkiye’ye aktarılacak kaynakların artmasıyla giderilecek; yatırımlar ve
büyüme hızı bu sayede yukarıya çekilecekti. Net sermaye girişleri mutlak ve göreceli
olarak artmıştır;ancak büyüme hızını yukarı çeken hiçbir katkı yapmadan…ve
Türkiye’nin dış borcunu on üç yılda 90 milyar dolar artırma “başarı”sını
gerçekleştirerek…
Büyüme hızı artan sermaye girişlerine rağmen düşmekle kalmıyor; birde giderek
artan bir çalkantı gösteriyor…1980-1989 döneminde milli gelir hiçbir yıl düşmemiştir.
Buna karşılık 1990’ı izleyen on sekiz yılın üçünde (1994, 1999 ve 2001’de) büyüme
hızı eksidir. Bunlara sadece binde 4 büyüdüğü için kişi başına milli gelirin düştüğü
1991’ide ekleyebiliriz. Kısacası, Türkiye ekonomisi 1980-89 arasında ağır, fakat
istikrarlı;1990-98 arasında bir ileri, bir geri; son yıllarda ise sık sık tersine çevrilen bir
film gibi bir ileri-bir geri yalpalayarak gelişmektedir.
Büyüme sürecinde artan istikrarsızlık nereden kaynaklanıyor? Bunu da her yıla
ait sermaye hareketlerinin milli gelire oranını büyüme hızları ile karşılaştırarak
yanıtlamaya çalışalım. Görülüyor ki sermaye girişlerinin düştüğü yıllarda genellikle
büyüme hızı da aşağı çekilmekte; net sermaye girişlerinin eksiye döndüğü, yani yabancı
sermayenin borsadan,hazine bonolarından çıktığı, dış kredilerin yenilenmediği yıllarda
(1994 ve 2001’de) ise ekonomi finansal krizlerin içinden geçerek küçülmektedir. Bu
saptamanın anlamı şudur. Ekonominin büyüme, yavaşlama veya daralma süreçlerine
49
girmesi giderek yabancı kökenli sermaye hareketlerindeki artış, yavaşlama veya tersine
dönüşlere bağımlı hale gelmektedir. Yatırımların, özel ve kamusal tüketimin, ihracatithalat farkının, kısacası efektif talebin genişleyip daralması artık maliye, para ve döviz
kuru politikaları ile belirlenmemekte; dış kaynakların giriş ve çıkışlarının ekonomiye
farklı mekanizmalarla getirdiği dürtüler belirleyici olmaktadır.
Dış dünyadan kaynaklanan sermaye hareketlerinin büyük bölümü oynaktır,
istikrarsızdır; Türkiye’den çıkar, Rusya’ya, Meksika’ya gider; her giriş- çıkışta da
ulusal ekonomi rüzgâra kapılmış bir yaprak gibi dalgalanır. Üstelik bu çalkantıların
genelinin sağladığı ortalama büyüme hızı sermaye hareketlerinin kısıtlı olduğu
dönemlerin de altındadır. Bu etkene, bir de yerli aktörlerden kaynaklanan ve giderek
artan kayıtlı ve kayıt dışı sermaye çıkışları da eklenmektedir. Bunlar mal hareketlerinin
serbestleştirilmesinden sonra,1989 yılında IMF’nin önerdiği finansal serbestleştirme
sonrası gelişmekte olan ülkelere yönelen spekülatif sermaye hareketlerinin sonuçlarıdır.
(Boratav, 2004, 268-271).
Düşük Yatırım, Düşük Tasarruf
Türkiye ekonomisinin
büyüme bilançosunu
gözden geçirdiğimizde iki
vurgulama yapabileceğimizi gösterdik:
(1) 1980 sonrasında büyüme hızı düşmektedir ve ekonomi son yıllarda daha
da durgunlaşmaktadır.
(2) Son yıllarda büyüme süreci çok istikrarsız bir seyir göstermektedir ve bu
duruma sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra gerçekleşen dış
kaynak dalgalanmaları katkı yapmaktadır. Büyüme hızındaki düşme
eğilimlerinin nedenlerine baktığımızda ise şu gerçeklerle karşılaşmaktayız.
Türkiye’nin durumuna baktığımızda faal nüfusun hala çok önemli bir bölümü
aile işletmelerine dayalı tarımda yer aldığına ve kent ekonomilerinde de çok büyük
sayılara ulaşan marjinal, atıl nüfus düşük verimli durumda ise, bu nüfusu yeni
oluşturulan üretken kapasitelere çekebilmek ve toplam hasılayı artırmak(yani
büyümek)mümkün olur. Büyümeyi sağlamak için ise milli gelirin sermaye birikimine
ayrılan oranlarının düşük olmaması ve zaman içinde artması gereklidir. Kısacası bizim
50
gibi ekonomilerin hızlı ve istikrarlı büyümesinin anahtarı yüksek yatırım/yüksek
tasarruf yapabilmelerinde yatar.
Oysa finansal serbestleştirmeyle beraber Türkiye’ye yıllar itibariyle giriş yapan
yabancı sermaye artmış olmakla beraber (kriz yılları hariç) yurtiçi tasarruflarda ve
yatırımlarda artış olmamış, aksine düşmüştür. Bunda yüksek faiz oranları ve değerli
döviz kuru nedeniyle, büyük oranda spekülatif amaçlı (sıcak para) kısa vadeli yabancı
sermayenin Türkiye’ye girmesine izin verilmesinin payı büyüktür. Yüksek faiz oranları
dış borç faiz yükünü artırarak, giriş yapan sermayenin yatırım yerine, dış borç ve faiz
ödemelerine gitmesine neden olmuştur. Aşırı miktarda giriş yapan spekülatif amaçlı
sıcak para ise, yatırımlar yerine, açık veren sektörlere (kamu) kayarak cari harcamalara
yönelmiş veya yerli bankalar aracılığıyla kredi kullanımında kullanılmıştır. Bankaların
verdikleri
bu
krediler
ise
tüketici
kredileri
ve
gayrimenkul
alımlarında
yoğunlaşmaktadır. Toplam talep artışını etkileyen bu faktör, özel bankaların
kredilerindeki artışların aynı bankaların mevduat artışından daha hızlı olmalarından
kaynaklanmaktadır. Toplam talepteki artış ise reel sektör yerine, ticarete konu olmayan
sektörlerde yatırım artışına yol açmaktadır.(Boratav vd., 1996; Yentürk, 2005, 159164).
Özetle,
finansal
serbestlikle
birlikte
faiz
oranının
yükselmesi,
kamu
yatırımlarının azalması, dış borçların artması, bankacılık sektörünün kırılganlaşması,
firmaların finansal yapılarının bozulması gibi birçok faktör yatırımları olumsuz
etkilemiştir. Yine finansal serbestlikle ortaya çıkan döviz kurundaki değerlenme ve
tüketim talebinin yükselmesi gibi olguların ticarete konu olmayan sektörler üzerinde
olumlu etkileri ortaya çıkmıştır.
Tablo 2.7. GSMH’ya Oranla Ulusal Tasarruf ve Yatırımlar,1988–2008 ( %)
GSMH’ nın Yüzdesi olarak
Dönemler
Ulusal
Dış
Toplam
Sabit Sermaye Yatırımları
Tasarruflar
Kaynak
Yatırımlar
Toplam
Özel
Kamu
1989- 94(D)
22.9
0.5
23.4
24.2
17.0
7.2
1995- 97(C)
20.9
3.9
24.8
24.9
19.9
5.1
51
Tablo 2.7. (Devamı)
Ortalama
22.3
1.5
23.8
24.4
17.9
6.6
1998–
19.9
2.1
22.0
22.1
15.7
6.4
18.4
5.8
24.1
19.2
14.0
5.2
2008(D)*
17.6
4.8
22.4
21.6
17,9
3,7
Ortalama
18.6
4.2
22.8
21.0
15.9
5.1
2001(D)
2002–
2007(C)
(1) Kaynak: Aktaran BSB, - 88, DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 1950- 2006 ve Yıllık
Programlardan Hesaplanmıştır.2008 yılı DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, Resmi İstatistik
Programına Katkılardan hesaplanmıştır.
(2) (D):Durgunluk Evresi
(3) (C):Canlılık Evresi
(4) *2008 yılı geçici
Yukarıda ki tablo 2,7 son yıllardaki sermaye birikimi (sabit sermaye yatırımı), yurtiçi
tasarruflar ve Dış kaynak kullanımının milli gelir (GSMH) içindeki oranlarını veriyor.
Bazı saptamalar yapalım:
· %25’leri pek aşmayan yatırım ve % 23’lere ulaşamayan tasarruf oranları ile
Türkiye ekonomisine olgunluk ve gelişkinlik özellikleri kazandırmak söz
konusu değildir. Son çeyrek yüzyılda, azgelişmişlik çemberini kırma
doğrultusunda önemli mesafeler alan Doğu Asya ekonomilerinde bu oranlar
hep %30’ların üzerinde seyretmiştir.
· Daha da vahimi, 1993’ten bu yana her iki oranda düşmektedir. Sermaye
hareketlerinin serbestleşmesinin ilk aşaması (1989-1993) içinde, yatırım
oranları(tasarruflardan bağımsız olarak) yükseltilebilmiştir.
· Türkiye’de kamunun tasarruf-yatırım açığının yüksek olduğu, bu açığın ise
özel sektör tasarruf-yatırım fazlası ve dış kaynak girişi ile karşılanmasıdır.
· Birkaç yıllık istisna dışında ekonomide sürekli dış kaynak kullanılmıştır. Bu
olgu, ekonomiye yurtiçi tasarruflardan daha yüksek bir oranda yatırım
yapılması olanağı sağlamaktadır. Dışarıdan kaynak kullanılabildiği ölçüde
büyüme mümkün olabilmekte, dışarıya kaynak transferi yapıldığında ise
ekonomik krize girilmektedir.
52
· Finansal krizler ve onlara refakat eden IMF programları sermaye birikimi ve
tasarruf oranlarını, özellikle 1999’dan itibaren çok ciddi boyutta aşındırmıştır.
Bir “canlanma yılı” olarak alkışlanan 2002’de bu stratejik oranların %15-16
eşiğinde gerçekleşmiştir. 2004 yılında sabit sermaye yatırımları artış
göstermiş, fakat buna rağmen 1993 seviyesine ulaşamamış ve 2006 yılından
sonra ise tekrar düşmeye başlamıştır. Bütün bunlar önümüzdeki yıllarda
durgunluğun ve krizin habercisidir. (Boratav, 2004, 271-273 ve Yentürk,
2005, 38-39). Nitekim 2008 yılında derin bir krize grilmiş ve halen devam
etmektedir. Henüz Merkez Bankası tarafından yayınlanmamış olmasına
rağmen, Aralık,2009’da yapılan bütçe görüşmelerinde açıklanan rakama göre
ekonominin % 9 küçüldüğü, küçülmenin 2010 yılında da devam edeceği ve
%10 olacağı öngörülmektedir. Yani 2011 yılına kadar ekonomide bir düzelme
beklenmemektedir.
Tablo 2.8. Tasarruf, Yatırım ve Tasarruf Açığının GSYİH ‘ya Oranı %
Yatırımlar/GSMH
Tasarruflar/GSMH
Tasarruf Açığı/GSMH
1980–88
1980–88
1980–88
19,59
21,54
—1,95
1989–99
1989–99
1989–99
21,80
24,07
—2,27
2000–08
2000–08
2000–08
18,95
17,40
1,55
Kaynak: DPT Web sitesi,1950- 2006 Ekonomik ve Sosyal göstergeler ve yıllık programlardan
hesaplanmıştır.
Not–2007 ve 2008 yılları DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, Resmi İstatistik Programına
Katkılardan Hesaplanmıştır.
Yurtiçi tasarrufların ve gayri safi sabit sermaye yatırımlarının GSMH’ya oranı o
ülkenin dış finansmanı açığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Tablo 2,8’de
görüldüğü üzere 1988 yılı hariç yatırımların GSMH’ya oranı sürekli olarak tasarrufların
GSMH’ya oranının altında seyretmektedir. Dışa açılma kararlarının alındığı 1980 yılı
hariç tasarruf açığının GSMH’ya oranının en yüksek olduğu yıl % -5,3’le 1996 yılında
53
gerçekleşmiştir. Ülkenin ekonomik kriz yaşadığı 1994 ve 2001 yıllarının bir yıl
öncesinde de söz konusu açığın GSMH’ya oranının belirgin bir şekilde yüksek olduğu
görülmektedir.
Dışa açılma ile birlikte istikrarlı ekonomik büyüme olarak adlandırılan 1980–88
döneminde tasarruf açığının GSMH’ya oranı -1.95olarak gerçekleşmiştir. Bu büyüme
ise sadece dışa açılma değil, o dönemde askeri yönetim ve onun ardından gelen sivil
görünümlü otoriter yönetim altında kontrollü enflasyonist baskı, ücret artışlarının
sınırlandırılması ve çalışma saatlerinin artırılarak, kapasite kullanım oranlarının
artırılmasına bağlı olarak üretimin sosyal maliyetinin düşürülmesi sonucu sağlanmıştır.
Ayrıca 1988’e dek TL düşük değerli tutularak ülke içinde üretilen malların dış
piyasalarda, değerinin düşük tutularak ihracatın özendirilmesi sağlanmıştır. Buna birde
düşük ücretler nedeniyle alım gücünün zayıflaması nedeniyle ithalat oranlarının da
azalması eklenince ihracatın,/ithalatı karşılama oranı yükselmiş ve bu şekilde cari açık
düşürülerek büyüme sağlanmıştır. Fakat 1980-88 döneminde hiçbir yatırım yapmadan
sadece 1980 öncesi yatırımlarının, kapasite kullanım oranları artırılarak ve ücretlerin
baskı altına alınarak gerçekleştirilen büyüme bir noktadan sonra tıkanmış ve her şey
tersine dönmüştür. Bunun sonucunda 1989- 99 döneminde bu oran -2.27 seviyesine
çıkmıştır, bu oranının belirgin bir şekilde yüksek olduğu görülmektedir. Bu iç
tasarrufların yetersiz olması nedeni ile sağlanan büyümenin dış tasarruflarla
gerçekleştirildiği şeklinde değerlendirilebilir.2000 sonrası ise tasarruf yatırım farkının,
yatırımlar lehine artmasında kamu tüketim ve yatırımının azalmasının payı vardır.
Bunlar eğitim, sağlık ve sosyal güvenliğe yönelik yatırımların azalması sonucu
sağlanmıştır. Önemli olan bu açığın daha etkin vergi toplayarak ve transfer
harcamalarını kısarak sağlanmasıdır. Ancak ne şekilde olursa olsun, ortaya çıkan kamu
tasarruf-yatırım farkındaki bu azalma reel faiz oranlarını düşürmüş, özel sektörün
tasarruf yatırım farkını azaltmıştır. Bunun sonucunda özel sektör tasarruflarını kamuya
borç vermek yerine, yatırımlara yöneltmeyi sağlamıştır.2004 sonrasında ise kamutasarruf yatırım açığı düşmeye devam etmiş, bunda da kamu harcamalarının kısılması
ve 2004 sonrasında gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucu, artan doğrudan yatırım
girişlerinin payı büyüktür. Kamu tasarruf-yatırım açığının düşmesi sonucu, özel sektör
tasarruflarının, kamu açıklarını kapatmak yerine, yatırıma yönelmesiyle 1980 sonrası ilk
kez 2000-2008 döneminde yatırımların oranı, tasarrufların üzerine çıkmıştır (Azgün,
2006; Yentürk, 2005, 35-38)
54
Yatırımların Profilinde Değişmeler
1989 sonrası liberal serbestleştirme sonucu gerçekleşen, yoğun spekülatif
sermaye girişi iç talebi şişirmiştir.Artan iç talebin yatırımlar üzerinde olumlu bir etki
yaratabilmesi mümkündür.Nitekim bazı gelişmekte olan ülkelerde sermaye akımlarının
artması
sonucu
yatırımlarda
bir
artış
görülmektedir.Ancak
Sektörel
olarak
incelendiğinde bu artışın ticarete konu olmayan sektörlerdeki artıştan kaynaklandığı
görülmektedir (Boratav vd.,1996). Daha öncede belirtildiği gibi, aşırı sermaye girişi
sonucu yerli paralar yabancı paralar karşısında değer kazanmaktadır. Yerli paranın
yabancı paralar karşısında reel olarak değer kazanması, bir anlamda ticarete konu olan
ve olmayan malların göreli fiyatlarının ikincisi lehine değişmesi demektir. Dolayısıyla
yerli paranın reel olarak değer kazandığı bir ortamda, ticarete konu olmayan
sektörlerdeki üreticiler artan yurtiçi özel tüketim talebini değerlendirerek ticarete konu
olan sektörlere oranla daha yüksek fiyat ayarlamaları yapabilmektedirler. son yıllarda
Türkiye’nin Sektörel olarak yatırımlarında da bu durumu görmekteyiz.
Aşağıdaki tabloya baktığımızda,1980’li yıllarda yatırımların dağılımında önemli
bir sapma gerçekleşiyor. Ekonominin tarım ve sanayiden oluşan “Belkemiği”nin
toplam sermaye birikiminden aldığı payı neredeyse yarı yarıya düşüyor. Bu “üretken”
sektörler aynı zamanda ekonominin “dış ticaret konusu olan” üretim kollarını oluşturur;
ihracat yoluyla veya rakip ithalatın yerine geçerek dış ticaret dengesini düzeltir; büyüme
hızını belirler. Fakat 1980’li yıllarda yatırımlardan aslan payını, dış ticaretle hiç ilişkisi
olmayan konut sektörü almıştır. Ve bu pay % 15 gibi oldukça yüksek bir orandır. Bu
konutların çoğu da barınma amaçlı konutlardan ziyade, Tekirdağ ve Silifke arasındaki
sahil şeridinde yer alan ve yıl içerisinde ortalama kullanım süresi bir ayı pek geçmeyen
konutlarla ilgilidir.1990 sonrası konut yatırımları aşınırken, tarım-sanayi sektörlerinin
payı fazlaca değişmiyor; diğer üç sektörün payları 5-7 puan arası ilerliyor.”Diğer
hizmetlerin payları, büyük kentlerin profilini değiştiren “finans, medya ve shopingcenter ve plaza gibi yapılaşmalarla ilgilidir.2000’li yıllarda ise Enerji ve Ulaştırmahaberleşme gibi altyapı alanındaki yatırımlar ön planda olmuştur (Boratav, 2004, 274275).
55
Tablo 2.9. Sektörlerde Sabit Sermaye Birikimi, Toplamdan Paylar (1),%
Tarım,
Altyapı
Sanayi
Eğitim,
Konut
D.Hizmetler
Sağlık
1980
40,1
29,2
3,0
21,6
6,1
1989
22,2
26,7
3,7
36,7
10,7
1998
24,9
30,6
7,1
26,4
11,0
2002
23,8
34,1
8,8
26,8
16,1
2008(2)
29,3
35,8
8,6
6,8
16,8
Kaynak: DPT Web Sitesi 1950-2006 Ekonomik Sosyal Göstergeler ve yıllık raporlar.
(1) Cari fiyatlarla
(2) Program
Aşağıdaki tablo ise, beş ana sektördeki yatırımların milli gelirden aldıkları
payların değişimini vermektedir. Burada Türkiye’nin iktisat politikalarının ve kamu
harcamalarının IMF denetimi altına girdiği yakın tarih, yani 1999 sonrasına
baktığımızda; Faiz dışı fazlayı artırma çabaları sonunda kamu yatırımlarının gerilemesi
özel yatırımları da aşağıya çekmiş; 1998-2002 arasında yatırım oranı 8 puan gerilemiş;
bu da “diğer hizmetler” dışındaki tüm sektörlere farklı boyutlarda yansımıştır. 2002
yılına gelindiğinde tarım-sanayi yatırımlarının milli gelirden aldığı payı, yirmi iki yıl
öncesinin tamı tamına yarısına düşmüş durumdadır.
Son
yıllarda
sermaye
birikimi
oranında
yatırımların
dağılımında
gözlemlediğimiz yetersizlikler ve sapmalar planlamanın fiilen tarihe karışmış
olduğunun göstergesidir. Ve büyüme hızlarındaki düşmeyi bu olguyu dikkate almadan
açıklamak yetersiz olacaktır (Boratav, 2004, 276-277).
Tablo 2.10. Sektörel Yatırımların GSMH’dan Payları,%
Tarım,
Altyapı
Sanayi
Eğitim,
Konut
D.Hizmetler
Sağlık
1980
7,8
5,7
0,6
4,2
1,2
1989
5,0
6,0
0,8
8,3
2,4
1998
6,1
7,5
1,7
6,4
2,7
2002
3,9
5,6
1,4
2,8
2,7
Kaynak: DPT Web Sitesi 1950-2006 Ekonomik Sosyal Göstergeler.
56
2.3.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Ödemeler Bilançosu Üzerindeki Etkisi
Yabancı sermaye yatırımlarının ev sahibi ülkenin ödemeler bilânço’su üzerine
etkilerini DYY’ lar olarak bakarsak, DYY’lerin ödemeler bilânçosu üzerinde ilk olumlu
etkiyi yaratırken, daha sonra yatırımların üretime başlamasıyla, gerek ihracatta yarattığı
artış nedeniyle gerek ithal –ikameci üretim vasıtasıyla ödemeler bilânçosu üzerinde
pozitif etki devam edecektir. Bu etki yabancı sermayeli şirketlerin ihracat olanaklarının
fazla olması ile orantılıdır. Yabancı sermayeli şirketlerin uluslararası piyasalardaki
etkinlikleri yüksek ise, ev sahibi ülkeye gelen sermaye imalat sektörüne yönelik
yatırımlarda kullanılarak, üretilen ürünlerin ihraç edilmesi sağlanarak, döviz kazandırıcı
etkide bulunabiliyor ise ödemeler bilançosu üzerindeki olumlu etki devam
ettirilebilecektir. DYY’lerin yatırım malları ve ara malları üreten sektörlere yapılması
ithalat talebini azaltarak, kıt olan döviz kaynağını koruyucu etki yaratabilecektir (Akdiş,
1998; Seyidoğlu, 1998).
DYY’lerin ödemeler bilançosuna olan katkı ve maliyetlerini cebirsel olarak
gösterebiliriz.
K = Ev sahibi ülkeye yapılan ilk sermaye akışı
X = Bağlı şirket tarafından gerçekleştirilen ihracat
S = İthal –ikamesi
Ödemeler Dengesine Katkı = K+X+S
R** = Ülkeden çıkan kar transferi
F** = Yabancı üretim faktörlerine ödenen bütün ödemeler,
M* =Marjinal tüketim eğilimine bağlı olarak mahalli yüksek gelir tarafından uyarılmış
ithalat,
D = Yatırımda meydana gelecek herhangi bir çözülmeyi ifade etmektedir.
Ödemeler Dengesinde Maliyet = (R**+F**)+(M+M*)+D
DYY’lerin ev sahibi ülkenin ödemeler dengesine olan net fayda/maliyet oranı şu şekilde
bulunabilir.
K+X+S/(R**+F**)+(M+M*)+D
Kısa dönemde yabancı sermayeli şirket, kendisinin milli hâsılaya olan
katkısından daha fazla tüketimde bir artış meydana getirebilmektedir. Özetle yabancı
sermayeli şirketler kar transferi, yatırım ve ara malı ithali ile ödemeler bilançosu
57
üzerindeki olumsuz etkileri, üretim kapasitesi ve ev sahibi ülke ihracatındaki yarattıkları
artışla bu olumsuz etkiyi giderebilmektedir. Diğer taraftan sağladıkları ithal-ikameci
üretimle döviz kazandırıcı işlev görmektedir (Akdiş, 1998).
Dış Ticaret
24 Ocak 1980 kararları ile bir dönem kapanmış, yeni bir dönem ve dönüşüm
süreci başlamıştır. Bu dönüşümün temel amacı, bir yandan ulusal ekonominin birikim
ve kaynakların dağılımı mekanizmalarında Pazar fiyatlarının belirleyici unsur
oluşturması, diğer yandan da mal ve hizmet ihracatını arttırmaya yönelik yoğun bir
devlet desteği ile sürdürülen dışa açılma stratejisidir. Bu genel strateji altında imalat
sanayinin ihracat pazarlarına yöneltilmesi öncelik kazanmış ve amaca uygun olarak, bir
yandan yoğun bir teşvik sistemi uygulamaya konulurken, bir yandan da döviz kuru
aşınmaya bırakılmıştır. Bunlara ek olarak, 1981’den başlayarak faiz ve kredi tahsisi
üzerindeki kontroller kaldırılarak ulusal mali piyasaların “derinlik” kazanması
hedeflenmiştir.1980 sonrası dönüşümü yurtiçi talebe dönük ve dış ticarette koruma
rantları ile beslenen ulusal sanayinin öngördüğü iktisadi artık biçimlerinin nitelik
değiştirmesine yol açmış ve giderek devletin düzenleyici olarak rol aldığı, daha dolaylı
bir transfer ve kaynak aktarımı mekanizmasının devreye sokulduğu yeni bir büyüme ve
birikim modelini geliştirmiştir.1980’li yılların temel özelliği, ücretlerin düşürülmesi
yoluyla yurtiçi talebin daraltılarak, yoğun bir teşvik politikası altında yurtdışı pazarlara
ihraç edilmesine dayalı bir “klasik” birikim şeması verdiği görülmektedir. Devletin
yoğun denetim ve desteği altında sürdürülen bu tür dışa açılma ve ihracata yönelme
stratejisi kısa zamanda meyvelerini vermiş ve imalat sanayi reel ihracatı 1988 sonuna
değin %15 artmıştır. Buna koşut olarak ihracatın GSMH içindeki payı 1980’de %5,1
iken,1988’de %12,8’e ulaşmıştır (Yeldan, 2006, 25-45).
Seksenli yıllarda ihracat gelirleri önemli ölçüde artmış olmasına karşın dışa
yönelik bir sanayileşmenin veya sınaî yapısının oluşturulmaması sonucunda iç piyasa
daha cazip hale gelmiştir. Bu noktada seksenli yıllarda özellikle sanayi sektöründeki
ihracat
artışını destekleyen
başlıca dört
ana etkenin
olduğunu
vurgulamak
gerekmektedir (Tablo 2.11). Söz konusu etkenleri başlıca dört grupta toplamak
olanaklıdır (Sönmez, 1998, 490).
58
·
Reel ücretler üzerindeki baskı
·
Kur politikası
·
Emek verimliliğindeki hareketler
·
Kapasite kullanımındaki artışlar
Tablo 2.11. Seçilmiş Belirli Ekonomik Göstergeler (%)
Yıllar
Reel Döviz Kuru*
İmalat
Sanayi
Kapasite İmalat Sanayinde Kesimler
Kullanım Oranları (üretim İtibariyle
değerleri
Reel
İşgücü
ile Maliyeti Endeksi (1)
ağırlıklandırılmış)
1980
55,20
1981
56,70
169,80
1982
100
59,40
1983
95,84
60,30
1984
89,62
74,30
1985
82,84
70,30
145,40
1986
83,20
70,00
133,50
1987
76,82
78,20
143,10
1988
77,23
74,80
133,70
Kaynak: DPT web sitesi(Reel Döviz Kuru ve Kapasite kullanım oranı 1950–2006 ekonomik ve sosyal
göstergeler, ücretler ise 1950–1998 ekonomik ve sosyal göstergelerden alınmıştır.
*Reel döviz kuru (1982 = 100) 0,75$+0,25 Euro sepetine göre düzenlenmiştir.
1-Reel işgücü maliyeti 1985 yılına kadar beşer yıllık aralarla alınmıştır.
Tablo 2,11’dende görüldüğü gibi 1980 sonrası üretimdeki artış yeni yatırımlar
yaparak değil var olan işletmelerin kapasite kullanım oranları artırılarak sağlanmıştır,
diğer yandan tablodan da görüldüğü gibi ücretler baskı altında tutularak devamlı
düşürülmüş ve reel döviz kuru yüksek tutulmuştur.
Bu etkenlere özellikle 1980 -1983 kesitindeki konjoktürel bir neden olarak ele
alınması gerekli İran-Irak savaşı ve ihracatı özendirici bir önlem olarak ihracatta vergi
iadesi de eklenmelidir.
Askeri yönetim ve ardından gelen sivil görünümlü otoriter yönetim altında
ücretler baskı altına alınmış ve reel anlamda ciddi bir erozyon yaşanmıştır. Nitekim
59
1980’de alınan şok kararlara bağlı olarak enflasyon oranı önce %100’ün üzerine
çıkarılmış, ardından önemli oranda düşürülmesine karşın izleyen üç yılda yüksek bir
oran olan % 30’lar düzeyinde tutulmuştur. Kontrollü enflasyonist baskı ve ücret
artışlarının sınırlandırılmasına bağlı olarak iç talep daralmış ve üretimin sosyal maliyeti
düşürülmüştür. 1988’e dek TL’nin iç ve dış enflasyon farkının ötesinde düşük değerli
tutulduğu gözlenmektedir. Bir başka deyişle yüksek döviz kuru uygulanmıştır. Bu
uygulama ülke içinde üretilen malların dış piyasalardaki dolar (döviz) cinsinden fiyatını
düşük
tuttuğu ve gene dolar
cinsinden ücretleri düşürdüğü
için
ihracatın
özendirilmesinde önemli bir işleve sahip olmuştur.
Fakat 1980 sonrası ihracata yoğun teşvik, ücret maliyetlerinin bastırılması ve atıl
kapasitelerin devreye sokularak, imalat sanayinde sağlanan ihracat ve üretim artışları;
gerekli sabit sermaye yatırımlarının yerine getirilememesi sonucunda “sürdürülebilir”
bir stratejiye dönüştürülememiştir. 1980 sonrası Türk ihracatına yönelik büyüme
stratejisinin en önemli yapısal sorunu işte ihracat öncelikleri ile yatırım öncelikleri
arasında yaşanmış bulunan bu uyumsuzlukta yatmaktadır. Kendi içinde gerekli
yatırımlarını sağlayamayan ve emek gelirlerinin daraltılmasına dayalı “yapay” nitelikli
bu yapı 1988’den başlayarak “siyasi-toplumsal” gerçeklerle çatışmaya başlamıştır.
Nitekim 1988’e ait tüm göstergeler ulusal ekonominin makro düzeyde bir durgunluğa
girdiğini vurgulamaktadır.1988’de GSMH büyüme hızı %2,1’e gerilemiş, imalat sanayi
büyümesi %1,6’da kalmış; enflasyon oranı ise 1980’lardaki düşme eğilimini terk ederek
% 68,8’e sıçramıştır. Türk lirası 1980 dışa açılım reformları altında ilk kez aşırı
değerlenmeye başlamış ve ihracata yönelik teşviklerde gerilemeler yaşanmıştır. Bu
belirsizlik ortamı ile birikim ve büyümenin finansmanı artık kendi iç tasarrufları ile
sürdürülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, kamu bürokrasisinin bir tercihi olarak 1989
finansal serbestleştirme dönüşümü gerçekleşti (Yeldan, 2006, 48-49).
1988 yılından sonra gerek dış ticaret politikasındaki değişiklikler, gerekse 1989
yılında gerçekleştirilen finansal serbestleştirmenin ardından, Türkiye ekonomisinin
yatırım ve birikim önceliklerinin tamamen uluslararası finans piyasalarının denetimine
giren yüksek ulusal faiz ve düşük döviz kuru (aşırı değerli ulusal para)tarafından
belirlendiği görülmektedir. Bunun üzerine Türkiye yüksek arbitraj geliri sağlamayı
amaçlayan kısa vadeli spekülatif uluslararası sermayeye “sıcak para” sıkça ev sahipliği
yapmıştır (Yeldan, 2006, 50). Türkiye’deki yüksek reel faiz ve düşük döviz kuru,
60
spekülatif sıcak para akımlarını teşvik etmekte, bu da TL’nin aşırı değerli hale
gelmesine neden olmaktadır. Aşırı değerli kur, ithal mallarını göreceli olarak
ucuzlattığından bunlara yönelik tüketim ve yatırım talebi artmakta, artan talep nedeniyle
ithalat patlaması yaşanmakta, ihracatın ithalatı karşılama oranı düşmekte ve böylece cari
denge daha da bozulmaktadır. Türkiye’nin ihracat yapısının ithal girdi bağımlılığı
bilinmektedir: ne var ki genellikle ihracat artış hızının ithalat artış hızından daha düşük
olduğu gözlemlenmiştir ( İktisat, İşletme ve Finans, 2002 Ağustos, 97).
Özetle, aşırı spekülatif sermaye girişi reel döviz kurunun değerlenmesi, faiz
oranlarının yükselmesi ve iç talebin artması sonucunu doğurmuştur. Ortaya çıkan talep
artışı, ticarete konu olan sektörlerde esas olarak ithalat ile karşılanırken ticarete konu
olmayan sektörlerde fiyat ve yatırım artışı olarak karşılanmaktadır. İç talep artışının reel
sektör üzerindeki etkisi bu nedenlerle çok düşük kalmaktadır.
1989 sonrasında ulusal makro politikalar ve büyüme süreci doğrudan doğruya
sermaye girişleri=>büyüme=>cari açık ilişkisine bağımlı kılınmış ve dolayısıyla, ulusal
ekonomide büyüme ve birikim süreçleri tamamen dış sermaye hareketleri ve dünya
finans piyasalarına terk edilmiş durumdadır. Boratav (2004); Boratav, Türel ve Yeldan
(1996); Yentürk (1999); Öniş ve Baysan (2000); ve Cizre-Sakallıoğlu ve Yeldan (2000).
Tablo 2.12. Mal Gruplarına Göre İthalat (Milyon $)
Yıllar Sermaye
%
Tüketim %
(Yatırım)
Ara
%
Diğer %
Toplam %
malı
1994
5220
22,5 1381
5,9
16565
71,2 104
0,4
23270
100
1995
8119
22,7 2416
6,8
25078
70,2 96
0,3
35709
100
1996
10336
27.3 4424
10,1 28738
65,9 129
0,3
43627
100
1997
11052
22,8 5335
11
31871
65,6 301
0,6
48559
100
1998
10665
23,2 5322
11,6 29562
64,4 372
0,8
45921
100
1999
8727
21,4 4820
11,8 26854
66
270
0,8
40671
100
2000
11365
20.9 6928
12,7 36010
66
200
0,4
54503
100
2001
6940
16,8 3813
9,2
30301
73,2 345
0,8
41399
100
2002
8400
16,3 4898
9,5
37656
73
1,2
51554
100
600
61
Tablo 2.12. (Devamı)
2003
11326
16,3 7813
11,3 49735
71,7 466
0,7
69340
100
2004
17397
17,8 12100
12,4 67549
69,3 494
0,5
97540
100
2005
20363
17,4 13975
12
81868
70,1 568
0,5
116774
100
2006
23348
16,7 16116
11,5 99605
71,4 508
0,4
139577
100
2007
27054
15,9 18694
11
123640 72,7 675
0,4
170063
100
2008
28021
13,9 21489
10,7 151747 75,1 707
0,3
201964
100
Kaynak: TÜİK (DPT web sitesinden alınmıştır)
1-1983 yılından itibaren Birleşmiş Milletler geniş ekonomik kategoriler (BEC)
sınıflamasına göredir.
2-2001 yılından itibaren altın dâhil olarak verilmiştir.
Tablo 2,12’dende görüleceği üzere Türkiye’nin ithalatının büyük bir bölümünün
ara malı ve tüketim mallarından oluştuğu, son yıllarda üretimin büyük oranda ithalata
bağımlı ara mallarından oluşması nedeniyle ara mallarına olan talep daha da artmakta
ve cari açığın daha da artmasına neden olmaktadır. Nitekim 1990 ve 1993 yıllarında
büyümenin GSMH’ya oranları sırasıyla 9,4 ve 8,1 gibi yüksek oranlarda seyrettiği bir
durumda dış ticaret ve cari açık miktarları da büyüme oranları gibi çok yüksek
seyretmektedir. (Tablo 2.13) Bu da özellikle 90’lı yıllarla birlikte Türkiye’nin
üretiminin ve ihracatının büyük oranda ithal girdilere bağımlı hale geldiğini
göstermektedir.
Tablo 2.13. Başlıca Ekonomik Göstergeler
Yıllar
İhracat
İthalat
Dış Ticaret X/M
GSMH-
Cari
($)
($)
Açığı ($)
Büyüme
Açık
(%)
($)
(%)
1989
11624
15792
—4168
0,74
1,6
938
1990
12959
22302
—9343
0,58
9,4
—2625
1991
13593
21047
—7454
0,65
0,3
250
1992
14713
22871
—8157
0,65
6,4
—974
1993
15345
29428
—14084
0,52
8,1
—6433
1994
18106
23270
—5164
0,77
-6,1
1995(1)
21637
35709
—14072
0,61
8,0
2631
—2339
62
Tablo 2.13. (Devamı)
1996(1)
23224
43627
—20403
0,54
7,1
—2437
1997(1)
26261
48585
—22332
0,54
8,3
—2638
1998(1)
26974
45921
—18947
0,59
3,9
—1984
X/GSMH: İhracatın gayri safi milli hâsıla içindeki payı
M: İthalat miktarı (milyon $) Açıklamalar: X: İhracat miktarı (milyon $)
X/M: İhracatın ithalatı karşılama oranı
(1) Bavul ticareti dâhildir.
Kaynak: 1950- 1996 DPT, DİE (DPT web sitesinden alınmıştır.)
Kaynak: 1995- 2008 TÜİK, TCMB, DPT ve HDTM
Fakat 90’lı yıllarla birlikte yüksek oranlı cari açıkları kapatmak için sık sık kısa
vadeli spekülatif (sıcak para) yabancı sermaye’ye başvurulmakta bu ise var olan
sorunları kapatmak bir yana yüksek faiz oranları ve kısa vadeleri nedeniyle ekonomiye
yükleri daha da artırmaktadır.Nitekim 1994 yılı kısa vadeli sermaye hareketlerinin
ekonomi üzerindeki etkilerinin net olarak yansıdığı bir yıl olmuştur.Bu dönemde mali
piyasalardaki krizin reel kesime de yansıması iç talebin daralmasına, ithalatın
yavaşlamasına
ve
ekonomik
büyümenin
de
eksi değere
ulaşmasına
neden
olmuştur.Ayrıca faiz kur arasındaki marjın daralması sonucu hızla kısa vadeli sermaye
çıkışına yol açmış ve ülkede döviz arz talep dengesinin bozulmasına neden
olmuştur.İhracattaki artışın sağladığı döviz girişleri tek başına döviz dengesizliğini
gideremediği gibi, diğer cari gelirlerdeki artış da yoğun sermaye çıkışının neden olduğu
döviz dengesizliğini telafi edememiştir.
Türkiye Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarını yeterince çekemediği için
2000’li yılların ilk yarısında da gene spekülatif nitelikli kısa vadeli “sıcak para”
akımlarına başvurmuştur. Bu ise var olan cari açıkları kapatmak bir yana daha da
artırmıştır. Örneğin büyüme hızının % 9,4 ve % 8,3’lük oranlara ulaştığı 1990 ve 1997
yıllarında cari açık/GSMH oranı %1,7 ve %1,4 ile sınırlı kalmıştı. Bu durum %9,9 ve
%7,6’lık büyümenin gerçekleştiği 2004 ve 2005 yıllarında %5,2 ve %6,3 oranlarındaki
dış açıklarla karşılaştırıldığında son yıllardaki “bozulma” çarpıcı bir biçimde ortaya
çıkıyor (BSB, 2008). Dahası büyüme hızının üst üste düştüğü 2006 ve 2007 yıllarında
dış açık oranının adım, adım yükselmesindeki “patolojik” duruma da bu bağlamda
dikkat etmek gerekiyor.
63
Özellikle sıcak para girişlerinin sağladığı aşırı değerlenme, bir yandan ithalat
maliyetlerini ucuzlatıp ekonomik büyümeyi finanse ederken diğer yandansa finansal
piyasalarda spekülatif kazançları özendirmiştir. Ancak “spekülatif” nitelikli bu büyüme
dalgası hiçbir zaman uzun erimli olmamış ve her bir genişleme dönemi (1990- 93);
1995–98; 2000; 2006–2007) sırasıyla 1994, 1999, 2001 ve 2008 krizleri ile
sonuçlanmıştır (Yeldan, 2006, –59).
2000’li yıllarda büyüme hızı ile cari işlem açıkları arasındaki bağlantının
bozulmasına yol açan etkenlerden biri, imalat sanayinde ithalat bağımlılığının dramatik
artışıdır. Gümrük Birliği 1995 sonrasında “üçüncü ülkelere” (Örneğin Türkiye’nin dış
ticaret açığının hızla büyüdüğü Çin’e ) karşı koruma oranlarının asimetrik biçimde (tek
yönlü olarak) ve hızla düşmesine yol açarak bu dönüşüme katkı yapmıştır.
İlk önemli saptama, sınaî ihracatın yıllık artış oranları ile imalat sanayinin
büyüme hızı arasındaki makasın 2002- 2005 yıllarında çarpıcı boyutta açılmış
olmasıdır.(Tablo 2.14)
Tablo 2.14. Yıllık Ortalama Büyüme Hızları, %
GSMH
İmalat
X:İmalat
X:Toplam M:Ara M:Toplam Reel Kur
mal
1995–
1993=100*
7.0
8.5
11.4
10.4
15.1
18.1
105.7
7.8
8.9
26.0
25.4
29.3
31.1
81.4
1998
2002–
2005
(*):
Kapsanan
dönemin
son
yılındaki
dövizin
(ÜFE’
ye
göre)
reel
fiyatı
alındı.
Indeks artışları (azalışları) reel devalüasyon (değerlenme )anlamında.
Not: X,M:İhracat ve İthalat anlamında
Kaynak: Aktaran BSB, 140 ( TCMB/EVDS.)
Bu olguya iç talepteki daralma ile değil, sanayi sektörü ihracatının giderek
daralan oranlarda katma değer yaratmasıyla açıklayabiliriz. İmalat sanayinin girdi
talebine dönük ara mal ithalatındaki artış hızının ikinci alt dönemde ikiye katlanması bu
bakımdan aydınlatıcıdır. Ara mal ithalatının, imalat sanayi hâsılasına göre esnekliğinin
iki alt dönem arasında 2,7’den 4,7’ye yükselmesi aynı olguya işaret ediyor (Tablo 2.15).
64
2002’yi izleyen yıllarda ihracattaki büyümenin, ithalattaki büyümeye bağımlı hale
gelmiş olması da aynı olguyla açıklanabilir.
Tablo 2.15. Esneklikler(e) ve Reel Döviz Kuru
e:M/GSMH
e:M/GSMH
e:M Ara mal/
e:M/Aramal/
Reel
Yıllık
4 yıl birikimli
İmalat
İmalat
kur*%
Yıllık
4 yıl birikimli
Değişme
Ortala.
Ortalama
1995-
2.45
3.90
0.0
2.66
-3.8
3.93
6.18
3.28
4.72
-8.4
1998
20022005
Not: M Ara Mal: Ara Malı İthalatı
Kaynak: Aktaran BSB, 140,TCMB web sayfasındaki verilerden hesaplanmıştır.
65
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE YABANCI SERMAYE HAREKETLERİ
Bu bölümde, Türkiye ekonomisinde sermaye hareketleri tarihsel gelişim süreci
içerisinde ele alınmış ve sermaye hareketlerinin ekonomik büyümeye katkısı
ekonometrik yöntemlerle ölçülmeye çalışılmıştır.
3.1. Türkiye’de Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Tarihsel Gelişimi
Türkiye ekonomisinde sermaye hareketlerinin genel eğilimleri, tarihsel gelişim
süreci içerisinde 1980 öncesi ve 1980 sonrası başlıkları altında incelenebilir. Bu
dönemler, genel olarak ekonomik yapı ve uygulanan iktisat politikaları açısından
farklılık gösterir.
1980 öncesinde, ithal ikameci üretim ön plana çıkmıştır. İthal ikameci yaklaşım
tercihi beraberinde dışa kapalı bir ekonomik yapıyı ve korumacı dış ticaret politikasını
getirmiştir.1980 sonrasında ise üretimim yönü dış dünyaya yönlendirilmiş, dışa açık bir
ekonomi ve serbest dış ticaret politikasına geçilmiştir. Bu politika değişikliğiyle birlikte
piyasa ağırlığı yüksek bir ekonominin oluşması yönünde kararlar alınmıştır. Türkiye
ekonomisi, diğer GOÜ’e benzer şekilde dış gelişmelere daha duyarlı uluslararası
sermayenin daha yoğun giriş –çıkış yaptığı bir ekonomik yapı yönünde değişmiştir. Bu
eğilim 1990’lı yıllarda daha belirgin hale gelmiştir.
1980 Öncesi Dönem: Dışa Kapalı Türkiye Ekonomisi
Türkiye
Cumhuriyeti’nin
ilk
yıllarında
doğrudan
yatırımlar,
devletçi
sanayileşme döneminde ve II. Dünya savaşı yıllarında, resmi krediler şeklinde ülkeye
sermaye girişi olmuştur. Sermaye hareketleri dünyadaki hareketlere paralel olarak,
1950’li yıllarda bağışlar ve yardımlar; 1960’lı yıllarda program ve proje kredileri,
1970’li yıllarda ise uluslararası banka kredileri şeklinde olmuştur.1980 öncesi
dönem,1923- 1945 dönemi,1946- 1960 dönemi ve 1961- 1979 dönemi alt başlıkları
altında incelenebilir.
66
1923- 1945 Dönemi
Osmanlı Devletinin son yıllarında yaşanan dış borç sorunları2ve kurtuluş savaşı
ile başlayan tam bağımsızlık düşüncesi, dış kaynaklara fazla bağımlı olmama çabasına
yol açmıştır. 1920’lerin başında yabancı sermaye çevrelerinin desteğine başvurma
konusunda şekillenen bu politikayı, birbirine karşıt iki ayrı değerlendirme ve eğilimin
etkilediği görülmektedir. Kemalistler, Osmanlı imparatorluğundaki yarı sömürge ve
statü ve kurumlarını ortadan kaldırabilmek için Lozan da büyük bir mücadele
vermişlerdir. Yarı-sömürge olma tecrübesi o kadar canlıydı ki, yabancı sermaye
çevreleri ile yeni ilişkilerin eskisine benzer bir yarı sömürge statüsüne yol açması, yeni
Türk devletinin siyasal bağımsızlığını sınırlandırmasından korkulmaktaydı. Öte yandan
yurt içindeki sermaye birikimi ve teknik bilgi, beceri eksikliklerinin iktisadi ve sosyal
gelişme çabalarının önüne çıkardığı engelleri aşmak için yabancı sermaye çevrelerinden
yaralanılmasını kaçınılmaz gören bir eğilimde vardı. Diğer taraftan, ülkenin imarı ve
kalkınması için yurtiçi kaynakların yetersizliği ile batılılaşma anlayışı, uluslararası
sermayeye karşı açık bir tavrın ortaya çıkmasını engellemiştir.
Uluslararası sermaye Cumhuriyetin ilk yıllarında doğrudan yatırımlar şeklinde
gelmiş ve 1923- 1930 yılları arasında kurulan 201 Türk anonim şirketinden 66’sında yer
almıştır. Uluslararası sermayeli ortaklıkların toplam sermaye ( 73 milyon TL)
içerisindeki payı % 43 ( 31,5 milyon TL) civarında olmuş ve dokuma, gıda, çimento,
elektrik-havagazı gibi alt dallarda yoğunlaşmıştır. 1929 ekonomik bunalımıyla beraber
iç ve dış koşulların zorlamasıyla devlet sanayileşmede daha fazla rol almaya
başlamıştır3. Doğrudan yatırımlara karşı kapalı bir tutum izlenmiş ve sanayileşme
planlarındaki projelerin finansmanına yönelik dış krediler kullanılmıştır. ABD’den
sağlanan 10 milyon $’lık kredi, TCMB’ nın kurulmasında; SSCB’den sağlanan 10,5
milyon TL’lik (= 8,3 milyon $) kredi, sanayileşme kapsamında dokuma sektöründe ve
2
Osmanlı Devleti,1838 Ticaret Anlaşması ve iç pazarını yabancı tüccarlara açması ile başlayan ekonomik
ilişkiler, Osmanlı Devletinin itibar yitirmesi, ulusal ekonomik haklarından vazgeçilmesi, politik ve askeri
baskılara maruz kalınması ile sonuçlanmıştır (Uras, 1979, 91- 101).
3
Orhan Kurmuş’un ithalatın bileşimi, ithal fiyatları ve tarifelerini dikkate alarak yaptığı hesaplama
sonucunda, Lozan Anlaşmasıyla saptanan gümrük tarifesi ulusal ekonomiye % 12,9’luk bir koruma
derecesi sağladığını bulmuştur. Bu koruma oranı, devletçilik dönemindeki uygulamalar sonucunda
%45,7’e yükselmiştir (Aktaran: Boratav, 1988, 36).
67
İngiltere’den sağlanan 16 milyon sterlin de Karabük Demir Çelik Fabrika ‘sının
kurulmasında kullanılmıştır (Kepenek ve Yentürk, 1997, 32- 59).
Türkiye, II. Dünya Savaşı yıllarında tarafsız kalmış, ama bir yandan da her an
savaşa girilecekmiş gibi silahlanarak asker sayısı yükseltilmiştir. Sayısı artan ordunun
beslenmesi için piyasadan tüketim mallarının çekilmesi; işgücünün ve kaynaklarının
üretimden çekilerek savunmaya aktarılması, ekonomide kaynak dağılımı ve mevcut
dengeleri bozulmuştur. Savaşan ülkelerin, Türkiye`yi yanlarına çekebilmek ya da
tarafsızlığını sağlamak için yoğun bir çaba içine girmeleri, çeşitli yollarla dış kaynak
girişini arttırmıştır. 1939- 1940 yılarında İngiltere`den 17,5 milyon Sterlin ticari, 29,5
milyon Sterlin askeri kredi olmak üzere toplam 47 milyon Sterlin 1940 yılında
Fransa`dan 1,5 Sterlin ticari kredi;1941 yılından ABD`den 45milyon $`lık savaş
malzemesi kredi (Bu kredinin 5 milyon $ì kullanılmıştır) ve Almaya`dan 35 milyon $
kredi sağlanmıştır. Türkiye, dış ticaret fazlaları ve dış kredi kullanımı artışı sayesinde,
altın ve döviz rezervlerini artırmıştır. Savaş sonunda, büyük bir rezerv birikimi(1946
yılında Türkiye ekonomisinde, W. Hale`ye göre 262 milyon $, M Singerè göre ise 307
milyon $ değerinde döviz ve altın rezervleri oluşmuştur. Y. Tezel’e göre ise savaş
yıllarında rezervler 250 milyon $ arttırmıştır.) oluşmuştur (Aktaran: Şahin, 1997, 8485).
1946- 1960 Dönemi
II. Dünya savaşı sonrasında yeni bir ekonomik ve siyasi ortam oluşmuştur.
Türkiye tercihini Batılı ülkelere göre daha yakın olmak için kullanmış, II. Dünya Savaşı
sonrasında Batı dünyasında kurulan tüm siyasi ve ekonomik kuruluşlara üye olmuştur.
II. Dünya savaşı yıllarında başlayan Türkiye –İngiltere yakınlaşmasının yerini,
ABD’nin dünya lideri olması nedeniyle Türkiye –ABD yakınlaşması almış ve ulusal
ekonomi politikalarının oluşturulmasında daha etkili hale gelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk devalüasyon 7 eylül 1946 tarihinde
yapılmıştır. TL yaklaşık olarak %54,3 oranında devalüe edilmiştir. Bu devalüasyon,
döviz sıkıntısının olmadığı bir dönemde yapılmıştır. Ancak devalüasyon sonrasında
ithalat yükselmeye devam etmiş, ihracatta beklenen artış sağlanamamış ve 1947 yılında
dış ticaret açık vermiştir. Hükümet bu açıkları savaş yıllarında biriktirilen rezervler ve
68
Marshall yardımı çerçevesinde ülkeye giren kaynaklarla karşılamaya çalışmıştır.1950
yılında iktidara gelen Demokrat Parti hükümeti, ithalatı % 60 oranında serbestleştirmiş
ve ithalat kısa süre içerisinde artmıştır. Dış ticaret açıkları, 1950 yılından 1956 yılına
kadar büyüyerek devam etmiştir. Dış açıklar, dış krediler ve bağışlarla kapatılmaya
çalışılmıştır (Şahin, 1997, 105–106).
1950’li yılların ortalarında kredi veren çevreler, devalüasyon yapılması için
baskılar yapmıştır. Hükümet dış kredilerin durdurulmasıyla istikrar programı
hazırlamaya mecbur kalmıştır.4 Ağustos 1958 kararları istikrar programı ile alınan
önlemler: TL’nin devalüasyonu (1$’ın değeri, 2,8 TL’den 9 TL’ye yükseltilmiştir.),
ithalata yeniden serbesti getirilmesi, KİT ürünlerinin fiyatlarının yükseltilmesi, sıkı para
politikası ve maliye politikalarının uygulanması (Kepenek ve Yentürk, 1997, 112).
1950 yılından sonra liberal ekonomi politikalarının benimsenmesi sonucu
yabancı sermayenin ülkeye girişi ile ilgili hukuki tedbirler alınmaya başlanmıştır. Bu
dönemde çıkarılan 5583 sayılı kanun ile yabancı sermayeye transfer garantisi ve Türk
özel sektörünün dış borçlarının faizini transfer etme imkânı getirmiştir. Bu kanundan
yeterli verimin alınamaması sonucu, 1954 yılında Amerikan Dış Ekonomik Politika
Komisyonu Başkanı Randall yönetiminde hazırlanan ( Hazine, 2003, 111) 6224 sayılı
“Yabancı Sermaye’yi Teşvik Kanunu’’, ile yabancı sermaye’ye yerli özel teşebbüslere
açık bırakılan alanlarda çalışma imkânı verilmiş ve kanundan yaralanacak faaliyet
kolları daha da genişletilmiştir (Başol, 2001, - 309). Yine 1954 yılında çıkarılan “Petrol
Kanununa göre’’ yabancı sermaye yatırımları, Türkiye’de petrol arama, sondaj, üretim,
tasfiye ve dağıtım işlemleri ile ilgili olarak faaliyette bulunabilmektedir (Tuncer, 1968, 79).
69
Tablo 3.1. 1946–1960 Dış Sermaye Kaynakları4
Dönemler
ABD
Yardımları
Ekonomik
Özel Sermaye Girişi 3
Diğer2
Borç
Bağış
1946–1950
79,2
--------
5,0
-------
1950–1953
51,2
198,7
135,6
7,541
1954–1957
75,6
329,1
17,3
42,736
1958–1960
146,9
296,4
162,5
53,604
TOPLAM
352,9
824,2
320,4
103,881
Açılamalar: 1) Uluslararası sermaye miktarları, dönemler için toplam miktarlardır. Bu tablodaki verilere
ek olarak, 1954–1963 döneminde 1.533.157 TL ( = 182.248 $ ) tutarında özel sermaye petrol alanına
gelmiş ve 1946–1963 döneminde 2.023.800 $ askeri yardım alınmıştır.
2) Diğer kredi kuruluşları, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’na (IBRD) Uluslararası
Kalkınma Birliği (IDA), Uluslararası Para Fonu (IMF), Avrupa Ödemeler Birliği (EPU) , Kalkınma İçin
İşbirliği Örgütü (OECD) ve Batı Almanya Devleti.
3) Özel sermaye bin TL,diğerleri milyon ABD $’dır.
Kaynaklar: BAD bağış ve kredileri: Haris, George S.Troubled Allience, age. 182
Diğer kuruluşlar: Bulutoğlu, Kenan.100 soruda Türkiye’de Yabancı sermaye
Age, 118- 119
Yabancı Sermaye: US AID. Economic and Social Indicators, Turkey, August 1973,
Ankara: 1973,38.
Petrol alanındaki yabancı sermaye: US, AID, age. 39
(Aktaran: Kepenek ve Yentürk,1997,93,Tablo V.3’ün düzenlenmesi ile hazırlanmıştır).
4
Tablo 3,1’de görüldüğü gibi 1954-1957 döneminde uluslararası mali kuruluşların verdiği kredi
miktarlarında büyük düşüş olmuştur.
70
Tablo 3.2. 1950- 1960 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $)
YILLAR
1950 1951 1952 1953 1954 1955 1956 1957 1958 1959 1960
A.Cari İŞL. -50
-94
-198
-164
-177
-177
-75
-64
-64
-145
-139
126
156
165
183
166
173
128
136
171
129
-18
-22
-20
-73
-106
-89
-83
-69
-60
-65
0
0
0
0
0
0
14
32
42
27
22
2
7
10
8
8
3
2
17
13
7
24
4.Proje Kre.
5
1
6
11
14
15
8
5
4
1
2
5.Bedelsiz
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
100
115
77
61
108
127
95
70
97
147
115
0
21
85
105
126
127
143
87
49
49
31
DENG.
B.SERMAY
92
E
HAREKET.
1.Dış Borç -15
A.para Öde.
2.Gıda
İthalatı TL.
3.Özel
Yaban
serm
İthalat
6.Program
Kredileri
7.Diğer
Serm.
Kredileri
Kaynak: TCMB (Aktaran DPT, sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998), dış ticaret ve ödemeler
dengesi
göstergeleri,
Tablo
3.10’un
düzenlenmesi
ile
elde
edilmiştir.
İnternet
adresi
ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip)
Bu dönemde dışa açılma politikasının doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla
büyümeye katkı yapma amacının çok etkili işlediği söylenemez. Dışa açık büyüyen
sanayi mamul ihracatçısı ülkelerde yabancı sermayenin dolaysız yatırımlar ve çeşitli
hizmet şirketleriyle ülkenin dışa açıklığını sağlayan serbest bölge olgusu Türkiye’de var
bile olamamıştır. Ayrıca Ülkeye giren doğrudan yabancı sermaye yatırım tutarı çok
azdır. Bu dönemde alınan toplam dış kredilerin % 5’ine bile ulaşamaz (Kazgan, 1988,
272).
71
1961- 1979 Dönemi
Bu dönem, 1950- 1960 döneminde uygulanan politikalar sonucunda yaşanan
istikrarsızlıklara bir tepki olarak 27 Mayıs 1960 yılında yapılan askeri darbeyle
başlamıştır. Planlı dönemde ithal ikameci sanayileşme, 1930’lu yıllara göre daha bilinçli
bir şekilde uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak ekonominin dış kaynaklara olan ihtiyacı,
daha ileri boyutlara ulaşmıştır. 1961 yılında, ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi
için kalkınma planları hazırlamak ve uygulamak için Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)
kurulmuştur.
1950’li yıllarda dünya ekonomisinde başlayan ekonomik büyüme, 1960’lı
yıllarda refah artışına yol açmış ve yeni tüketim kalıplar oluşmuştur. Bu yeni tüketim
kalıplarını ülkemizde bir yansıması sonucu, dayanıklı tüketim mallarına olan talep
artmıştır. Bu talebi karşılamak ve kıt döviz kaynaklarının bu malların ithalatında
kullanılmasını önlemek için, dayanıklı tüketim mallarının ithal ikamesine yönelik
sanayileşme biçimi ortaya çıkmıştır. Tüketim malları-dayanıklı tüketim malları-ara
malları-yatırım malları şeklinde sıralanan ithal ikameci üretim tarzı 1960’lı ve 1970’li
yılların ilk yarısında Türkiye ekonomisinde başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Fakat
1973-1974 yıllarında yaşanan petrol şoku ve 1974 Kıbrıs barış harekâtını izleyen
ambargo ile olumlu gelişmeler tersine çevrilmiştir. Diğer taraftan Türkiye ekonomisine
giriş yapan uluslararası sermaye, ithal yasaklarını aşıp iç piyasalardaki aşırı kârlardan
yararlanmak amacında olmuştur.
Türkiye`ye yardım ve borç vermek için OECD bünyesinde, 31 Temmuz 1962
tarihinde Türkiye`ye Yardım Konsorsiyumu kurulmuştur. Bu konsorsiyum aracılığıyla
Türkiye`ye, proje, program ve prefinansman kredileri sağlanmıştır. Konsorsiyum
üyeleri (ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya, Belçika, Hollanda,
Lüksemburg, İsveç, Norveç, Avustralya, İsviçre ve Danimarka), hangi tür kredileri
vereceklerini kararlaştırdıktan sonra, kredi türlerine göre Türkiye ile anlaşmalar
yapmışlardır (Şenses, 1998, 31-32).
Türkiye,1960’lı yılların sonunda dış ödeme güçlüğüne düşmüş ve kredi veren
dış çevrelerde devalüasyon beklentileri oluşmuştur. Hükümet, devalüasyon baskılarına
dayanamamış ve Ağustos 1970`de TL`yi % 40 devalüe ederek 1$ìn değeri 9 TL`den 15
72
TL`ye yükseltilmiştir. Bu devalüasyon sonucunda dış açıklar azalmış, yurtdışındaki
işçilerimizin gönderdiği dövizlerdeki artışında etkisiyle 1970`li yılların ortasına kadar
ekonomi, dış ödemeler açısından rahatlamıştır (Şahin, 1997, 150- 151).
1968 yılında başlayan İBYKP döneminde, proje kredileri kullanımı yükselmiş
ve en yüksek hacimli sermaye girişi bu tür kredilerle gerçekleşmiştir. Özel sermaye ise
1970’li yıllara kadar yok denilebilecek bir düzeyde olmuş,1970’li yıllardan itibaren
artmaya başlamıştır (Tablo 3,3)
Türkiye’nin ara ve yatırım mallarından oluşan ithalatının maliyeti, sanayileşmiş
ülkeler (SÜ)’in petrol fiyatlarındaki olağanüstü artışı, kendi ürünlerine yansıtmasıyla
daha maliyetli hale gelmiştir. Kıbrıs Barış Harekâtı ise savunma harcamalarını
yükseltmiştir. ABD ve Batılı Ülkeler, bu harekâta tepki olarak Türkiye’ye ambargo
uygulamışlardır. İç ve dış koşullardaki bu ani değişmeler, Türkiye ekonomisini ciddi bir
bunalıma sürüklemiştir.
Bütün dünya petrol tasarrufuna yönelmişken Türkiye’nin petrole sübvansiyon
vererek tüketimini artırması, yaşanan ilginç bir gerçektir.1972- 77 arasında Türkiye’de
petrol tüketimi 10,8 milyon tona ve petrolün enerji tüketimindeki payı ise % 50’ye
çıkmıştır (Kazgan, 1995, 169- 170).
Tablo 3.3. 1961–1974 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $)
YILLAR
1961
1962
1963
1964
1965
1966
1967
A.CARİ İŞLEMLER DENGESİ
-170
-242
-300
-109
-78
-164
-115
B.SERMAYE HAREKET.
181
199
251
127
146
150
175
1.Dış Borç Anapara Ödemeleri
-84
-97
-119
-131
-184
-146
-99
2.Gıda İthalatı TL.
65
71
88
31
29
17
0
3.Özel Yaban sermaye
34
36
21
25
22
30
17
4.Proje Kredisi
7
26
81
40
57
56
83
5.Bedelsiz İthalat
0
0
5
5
5
11
12
6.Program Kredileri
118
94
115
117
167
162
162
7.Diğer Sermaye Kredileri
41
69
60
40
50
20
0
73
Tablo 3.3. (Devamı)
YILLAR
1968
1969
1970
1971
1972
1973
1974
-224
-220
-171
-109
-8
484
-719
235
257
413
344
160
433
290
-72
-108
-158
-91
-235
-72
-126
2.Gıda İthalatı TL.
0
41
83
55
18
0
0
3.Özel Yaban sermaye
13
24
58
45
43
79
88
4.Proje Kredisi
127
174
179
219
222
328
237
5.Bedelsiz
22
20
34
27
39
50
58
145
106
217
89
73
48
33
0
0
0
0
0
0
0
İŞLEMLER
A.CARİ
DENGESİ
B.SERMAYE HAREKET.
1.Dış
Borç
Anapara
Ödemeleri
İthalat
6.Program
Kredileri
7.Diğer Sermaye
Kredileri
Kaynak: TCMB (Aktaran DPT, sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998), dış ticaret ve ödemeler
dengesi
göstergeleri,
Tablo
3.10’un
düzenlenmesi
ile
elde
edilmiştir.
İnternet
adresi
ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip)
Petrol şokunun ilk etkileri, 1970 devalüasyonu ve yurtdışındaki işçilerimizin
gönderdiği gelirleriyle yüksek bir düzeye çıkan döviz rezervleri ile karşılanmıştır.
Rezervlerin erimesiyle Avrupa Euro –döviz piyasalarında kısa vadeli ve yüksek faizli
borçlanma yoluna gidilmiştir. Dövize çevrilebilir mevduat (DÇM)5 adı verilen pahalı ve
kısa vadeli borçlanma yöntemine dayalı büyüme stratejisi benimsenmiştir. Alınan
krediler ile kısa vadeli sıkıntılar atlatılmış ama büyük bir borç yükü altına girilmiştir.
5
DÇM, TL’nin yabancı paralar karşısında değer kaybından ortaya çıkabilecek zararların TCMB
tarafından karşılanacağının garantisi altında, Türkiye’deki ticari bankalarda açılan hesaplardır. DÇM
uygulamasına 09.06.1967 tarihinde başlanmıştır. DÇM, döviz açısından çok zor bir dönemde tek çare
haline gelmiş, dış borç yapısını kısaltmış ve borç servisini yükseltmiştir. Bu durum sonraki yıllarda
yaşanan döviz sıkıntısının nedenlerinden biri olmuştur. DÇM uygulamasında verilen kur garantisi ise
enflasyonist baskıyı artırmış, Merkez Bankası açısından parasal kontrolü güçleştirmiştir (Keyder, 1996,
181- 183).
74
Borçlarını geri ödeyemeyecek duruma düşen Türkiye,1970’li yılların sonunda derin bir
ekonomik ve mali krize sürüklenmiştir. İthalata büyük ölçüde bağımlı ekonomiye dış
kaynak girişinin kesilmesi ve dış borç servisini yerine getirmede tıkanması sonucunda
ekonomik kriz tüm yoğunluğuyla yaşanmaya başlamıştır (Seyidoğlu, 1996; Sönmez,
1998).
1973 yılının sonlarında yaşanan petrol şoku ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı
izleyen ambargo, 1970’li yıllarda ekonomide başlayan olumlu gelişmeleri tersine
çevirmiştir. 1973 yılında 484 milyon ABD $ fazla veren cari işlemler bilançosu, 1974 –
1979 yılları arasında büyük açıklar vermiştir. Bu yıllarda yaşanan ekonomik ve
siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle Türkiye ekonomisi 1979 yılında ekonomik bunalıma
sürüklenmiş ve uluslararası sermaye Türkiye’yi terk etmeye başlamıştır (Tablo 3,3 ve
3,4).
Tablo 3.4. 1975–1979 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $)
YILLAR
1975
1976
1977
1978
1979
A.CARİ İŞLEMLER DENGESİ
-1648
-2029
-3140
-1265
-1413
B.SERMAYE HAREKETLERİ
327
1132
1645
848
-393
114
10
27
34
75
0
0
0
0
0
173
1049
650
412
532
40
73
968
402
-1000
(REZERV HARİÇ)
DOĞRUDAN YATIRIMLAR
PORTFÖY YATIRIMLARI
UZUN VE ORTA VADE. SERM.
HARE.
KISA VADELİ SERMAYE HARE.
Kaynak: TCMB (Aktaran DPT, sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998), dış ticaret ve ödemeler
dengesi
göstergeleri,
Tablo
3.10’un
düzenlenmesi
ile
elde
edilmiştir.
İnternet
adresi
ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip)
1980 Sonrası Dönem: Dışa Açık Türkiye Ekonomisi
Türkiye 1980’li yıllara kadar içe dönük bir sanayileşme stratejisi uygulamıştır.
1970’lerin sonunda ortaya çıkan ödemeler bilançosu problemleri dış ticaret ve sermaye
bilançosunun serbestleştirilmesine dönük reformların yapılması sonucunu doğurmuştur.
75
Bu reformlarla dış denge problemlerinin ortadan kaldırılıp, finansal araçlar yardımıyla
yurtiçi kaynakların yatırımlara doğru yönlendirilmesi amaçlanmıştır (Günçavdı,
Belaney ve Mckay, 1999, 222). Bu dönem ithal ikamesine dayalı büyüme modelinin
terk edilerek, 24 Ocak 1980 sonrası ihracata dayalı dışa açık ekonomik modelin kabul
edilmesi nedeniyle bir dönüm noktasıdır.
24 Ocak kararları kısa vadeli ve uzun vadeli hedeflere yönelik olmuştur. Kısa
vadede, ekonomide fiyat istikrarının sağlanması, dış ödeme güçlüklerinin önlenmesi ve
ekonomide atıl kapasitenin kullanılması ile ekonomik büyümeyi hızlandırmak; uzun
vadede ise içe dönük ithal ikameci politikadan, dışa dönük ihracata dayalı ekonomi
politikalarına geçilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için 24 Ocak
kararları ve sonraki tarihlerde birçok önlemler alınmıştır. Bu önlemlerin en önemlileri,
kısaca şöyledir (Şahin, 1997, 173–176).
§ Devletin ekonomideki yerinin daraltılması, ekonomiye müdahalelerin
azaltılması ve fiyat oluşumunun piyasaya bırakılması: Bu yönde alınan kararlar
sigara tekelinin kaldırılması, madenlerin kamulaştırılması kararının kaldırılması, Kamu
İktisadi Kuruluşları (KİT)’nın özelleştirilmesi çalışmalarının başlatılması, KİT’e
ürettikleri malların fiyatlarının tespitinde özerklik verilmesi, Fiyat Tespit ve Kontrol
Komitesinin kaldırılması, tarımsal destekleme alım kapsamının daraltılması, taban
fiyatlarının düşük tutulması olarak sayılabilir.
§ Faiz hadlerinin serbestleştirilmesi ve reel faiz uygulamaları: Faiz
hadlerinin piyasada Oluşması için düzenlemeler yapılmıştır. 1980 yılına kadar
yatırımları teşvik amaçlı uygulanan negatif reel faiz politikası, yerini pozitif reel faiz
politikasına bırakmıştır. 1 Temmuz 1980 tarihinden itibaren bankaların mevduat ve
kredi faizlerini belirlemeleri serbest bırakılmıştır. Ancak 1982 yılında meydana gelen
banka krizleri nedeniyle bu uygulamaya 1983 yılında son verilmiştir.
§ İthalat ve ihracat rejimindeki değişikliklerle dış ticarette serbestleşmeye
geçilmesi: Resmi döviz kurunun piyasa döviz kuruna yaklaştırılmasıyla, ihracat
artışlarının sağlanması, faiz hadlerinin ve döviz kurlarının piyasa tarafından
belirlenmesine yönelik önlemler alınması.
76
§ Uluslararası sermayenin yapacağı doğrudan yatırımlara büyük ölçüde
Teşvikler getirilmesi: Serbest Bölgeler Genel müdürlüğünün kurulması, yabancı
bankaların Türkiye’de çalışmalarının teşviki ile ilgili yasal düzenlemeler, turizm
alanında uluslararası sermaye yatırımlarının teşviki için yabancı sermaye çerçeve
kararnamesi ve Finansal Kiralama ile ilgili düzenlemelerin yapılması.
§ Ücretler ve sendikal faaliyetlerle ilgili düzenlemeler yapılması: Toplu
sözleşme Koordinasyon Komitesi kurulmuştur. Bu komitenin görevi, grevleri önlemek
ve ücret artışlarını denetim altına almak olmuştur. Sendikal faaliyetler, yasaklanmış ve
reel ücretler, düşük tutulmuştur. Bu uygulamalar sonucu, ekonomide kapasite kullanım
oranı yükseltilmiş, işgücü maliyetleri düşürülerek ihracat kesiminin rekabet gücü
artırılmıştır.
1980- 1988 döneminde sermaye hareketleri düşük miktarlarda olmuştur. 24
Ocak karaları ile elde edilen makroekonomik gelişmelerin katkısı ve finansal sistemin
oluşumu ile birlikte 1980’li yılların ortalarından itibaren sermaye girişi hızlanmıştır.
Sermaye girişlerinin kaynağı, para piyasalarına yönelik kısa ve uzun vadeli sermaye
hareketleridir. Doğrudan yatırımlar yok denecek kadar düşüktür. 1980–1988 döneminde
sadece 1988 ekonomik durgunluk döneminde sermaye çıkışı olmuştur. Bu çıkış, kısa
vadeli sermaye hareketlerinden kaynaklanmıştır (Tablo 3, 6).
77
Tablo 3.5. Dış Ticaret Göstergeleri
YILAR
X
X/GSYİH
M
X/M
1980
2.910
4,2
7.513
0,39
1981
4.703
6,5
8.567
0,55
1982
5.890
8,9
8.518
0,69
1983
5.905
9,5
8.895
0,66
1984
7.134
11,7
10.138
0,71
1985
7.959
11,7
11003
0,73
1986
7.457
9,8
10.559
0,71
1987
10.190
11,6
13.463
0,76
1988
11.662
12,8
13.545
0,86
Açıklamalar: X: İhracat miktarı (milyon $)
X/GSYİH: İhracatın gayri safi milli hâsıla içindeki payı
M: İthalat miktarı (milyon $)
X/M: İhracatın ithalatı karşılama oranı
İhracat ve İthalat FOB olarak alınmıştır.
Kaynak: TCMB ve DPT web sitesi, 1950- 2006 Ekonomik ve Sosyal Göstergeler Tablo 3.10’un
düzenlenmesi ile elde edilmiştir).
TABLO 3.6. 1980- 1988 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $)
YILLAR
A.CARİ
İŞL.
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
-3408
-
-952
-1923
-1439
-1013
-1465
-806
1596
DENGESİ
B.SERMAYE
1936
672
899
280
883
73
1065
2124
1891
-958
Doğrudan Yatırımlar
18
95
55
46
113
99
125
106
354
Portföy Yatırımları
0
0
0
0
0
0
146
282
1178
656
683
127
39
612
-513
1041
1453
-209
-2
121
98
798
-652
1479
812
50
-2281
HAREKETLERİ
(REZERV HARİÇ)
Uzun Vadeli Serm.
Hare.
Kısa Vadeli Sermaye
Hare.
Kaynak: TCMB(1975- 1995 dönemini aktaran DPT,sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998),dış
ticaret ve ödemeler dengesi göstergeleri,Tablo 2.10’un düzenlenmesi ile elde edilmiştir.İnternet adresi
ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip)
78
1987 yılının sonlarında resmi döviz kuru arasındaki farkın artması, ekonomik
ajanların devalüasyon beklentileri ve ekonomide yükselen enflasyon oranları, tasarruf
sahiplerinin dövize yönelmesine neden olmuş; bu koşulların yarattığı durgunluk
ortamını aşmak için hükümet, 4 Şubat 1988 istikrar kararlarını almak zorunda
kalmıştır.4 Şubat 1988 istikrar kararlarıyla alınan önlemler, TL, cinsinden tutulan
tasarrufların çekiciliğini artırmaya, ithalatı frenlemeye, ihracatı tekrar canlandırmaya ve
kamu harcamalarını kısarak ekonomideki aşırı ısınmayı soğutmaya yönelik olmuştur.
Ekonomi, bu önlemler sonucunda 1988 yılının ikinci yarısından itibaren durgunluğa ve
aynı yılın sonlarında daralmaya girmiştir (TCMB, 1989 Yıllık Bülteni, 11).
1989- 2008 Dönemi
1988–1989 yılarında yaşanan ekonomik durgunluktan çıkabilmek ve yabancı
sermayeyi çekebilmek için 1989 yılında 32 sayılı kanun hükmünde kararname
çıkarılarak, sermaye hareketleri tamamen serbestleştirilmiştir. Türkiye, bu kararname ile
sermaye hareketleri açısından en serbest ülkelerden birisi olmuştur. Yabancı finans
kurumlarının mali piyasalarda, özellikle menkul kıymetler piyasalarında serbestçe
faaliyetleri sağlanmış, portföy yatırımları teşvik edilmiş ve yerli kurumlarında aynı
faaliyetleri yurtdışı mali piyasalarda yapmaları serbest bırakılmıştır. Döviz TL’nin tam
ikamesi haline gelmiş ve döviz kurları, cari işlemler hesabının açıkları ve fazlalıkları
yerine, sermaye hareketlerinin belirlediği bir fiyata dönüşmüştür.
79
Tablo 3.7. 1989- 1999 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $)
YILLAR
A.CARİ
İŞL.
1989
1990
1991 1992
1993
1994
1995
1996
938
-2625
250
-6433
2631
-2339
-2437
-974
DENGESİ
1997 1998 1999
-
2000 -925
2638
B.SERMAYE
780
4037
HAREKET.
-
3648
8903
2397
-
4565
5483
6969
-840
4936
4257
(REZ. HARİÇ)
DOĞRUDAN
663
700
783
779
622
559
772
612
554
573
138
1386
547
623
2411
3917
1158
237
570
1634
-
3429
YATIRIMLAR
PORTFÖY
YATIRIM.
6711
UZUN VADE.
-685
-210
-783
-938
1370
-784
-79
1636
-584
3000
-
1396
2994
-
3635
2665
4788 3985 345
SERM. HARE.
KISA VADE.
SERM. HARE.
3020
-7
1313 1024
5190
Kaynak: TCMB(1975- 1995 dönemini aktaran DPT, sosyal ve ekonomik göstergeler (1950- 1998), dış
ticaret ve ödemeler dengesi göstergeleri, Tablo 2.10’un düzenlenmesi ile elde edilmiştir.1995- 1999
dönemi
TCMB
üç
aylık
bültenlerinden
derlenmiştir.İnternet
adresi
ftp://ftp.dpt.gov.tr/pub/ekosos/dtod.zip)
1990’lı yıllar boyunca, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesiyle, portföy
yatırımı amacıyla ülkemize gelen sermaye miktarında hızlı bir artış görülmüştür.
Portföy yatırımı amacıyla ülkeye sermaye girişinin brüt sermaye girişine oranı, 1992
yılında menkul kıymetler piyasalarının açılmasıyla, hızla artmış ve 1990 yılında % 8
olan bu oran 1992’den itibaren % 45 ile % 55 arasında değişmiştir. Buna karşılık
doğrudan yabancı sermaye girişlerinin brüt sermaye girişine oranı, 1990’lı yıllar için
ortalama % 4 civarında gerçekleşmiş,1999 yılında % 2’ye kadar düşmüştür.
Tablo 3,7 ‘den görüleceği üzere Türkiye’nin yabancı sermaye yapısı 1990’lı
yıllara bakıldığında kısa vadeli sermaye girişi ağırlıklıdır. Özellikle Doğrudan yabancı
sermaye girişinin oldukça düşük düzeylerde kaldığı göze çarpan diğer bir noktadır.
Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden bu yana ülkemiz, sermaye akışını kısa
vadeliden, uzun vadeliye değiştirememiş,1990’lı yıllar içerisinde iki defa krizle
80
karşılaşmış, 2000’li yıllarda da 2001 ve 2008 yıllarında ekonomik krizlere
yakalanmaktan kurtulamamıştır.
Net sermaye akımları 1996 ve 1997 yıllarında GSMH’nın
% 4’üne kadar
ulaşmıştır. 1991 ve 1994 krizleri dışında net sermaye akımları 1990’lı yıllarda
GSMH’nın % 2’si seviyesinde bulunmaktaydı.
Tablo 3.8. Bazı Ülkelere Yönelik Net Sermaye Akımları (GSMH’ya oranı %)
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
Meksika
3,3
8,2
7,6
Brezilya
-1,3
-1,3
Taylan
10,8
Endonezya
4,1
1997
8,6
3,9
-4,4
1,3
1,6
1,8
1,5
4,3
12,2
8,7
8,6
8,7
13,3
10,8
-10,0
4,6
4,6
3,7
2,3
5,3
5,0
0,7
Bu oran Tablo 3,8’den anlaşılacağı üzere o dönem Brezilya ve Endonezya’daki
orandan düşük, Meksika ve Tayland’dan daha düşük bir orandır.
1989 yılında çıkarılan 32 sayılı kararname ile serbest bırakılan sermaye
hareketleri sonucu doğrudan yabancı sermaye hareketlerinde fazla bir değişiklik
olmazken, kısa vadeli sermaye girişlerde büyük artışlar olmuştur. Yüksek faizli ve kısa
vadeli kamusal borçlanma senetlerinin ihracı yoluyla sürdürülen borçlanma politikası,
borç stokunun giderek kabarmasına ve borcu borç ile ödeme kısır döngüsüne yol
açmıştır. Risk ve getiri açısından son derece cazip kamusal borçlanma senetlerine
yatırım yaparak para kazanma alışkanlığını edinen özel sektör birimleri, uzun vadeli
üretim faaliyetlerini hayata geçirmede çekingen bir tutum göstermişlerdir. Türkiye’de
borç stokundaki artış eğilimi özellikle 1989 yılından sonra belirgin bir şekilde ortaya
çıkmıştır.1989 yılında sermaye hareketlerinin önündeki engellerin ortadan kaldırılması
sonucu, kısa vadeli sermaye girişlerinde ciddi bir artış ortaya çıkmıştır. Dış finansal
serbestleşme stratejisinin uygulanması ile birlikte, sermaye girişlerini özendiren asıl
faktör, yüksek faizli ve kısa vadeli kamusal borçlanma senetlerinin sağladığı cazip
getiridir Tablo (3,9). Mali disiplini sağlamak bir yana, ekonomideki yapısal sorunlara
kayıtsız kalan siyasal iktidarlar, popülist harcamalarını finanse etmek amacıyla, ulusal
paranın değerlenmesine yol açan kur politikasını uygulamaktan çekinmeyerek, kısa
81
vadeli sermaye girişleri ile desteklenen bir finansman politikası uygulamışlardır. Bu
ortamda bankacılık sektörü de özel kesime kredi olanağı sağlamak yerine yüksek getirili
kamusal borçlanma senetlerine yatırım yapmayı tercih etmiştir. Kurların baskı altında
olduğunu gören bankalar, döviz cinsinden ifade edilen yükümlülüklerinin artması
pahasına, dışarıdan ucuz maliyetler ile sağladıkları fonları yüksek reel faizler ile devlete
borç vermişlerdir. Görünürde kârlı gibi görünen bu strateji, kurlarda bir artış olduğunda
ülkeyi ciddi finansal krizler ile karşı karşıya bırakmıştır.
TABLO 3.9. Türkiye’de Hazine Bonolarının Karlılığı
Fark (%)
(C-D)
(E)
1990
9,4
60,2
69,6
Hazine
Bonosu
Faiz Oranı
(%)
(D)
54,0
1991
0,3
66,0
66,3
81,4
-15,1
1992
6,4
70,1
76,5
88,2
-11,7
1993
8,1
66,4
74,5
87,5
-13,0
1994
-6,1
106,2
100,1
152,4
-52,3
1995
8,0
93,2
101,2
122,8
-21,6
1996
7,1
79,4
87,1
135,2
-48,1
1997
8,3
85,3
93,6
109,7
-16,1
1998
3,9
83,6
87,5
118,1
-30,6
1999
-6,1
63,6
57,5
109,5
-52,0
2000
6,3
53,9
60,2
38,5
21,7
2001
-9,5
53,9
44,5
83,6
-39,1
2002
7,9
44,8
52,6
75,2
-22,6
YILLAR
GSMH
Büyüme
Oranı(%)
(A)
Kaynak: Akdiş (2004),11
TEFE (%)
(B)
(TOPLAM
(A+B)
C)
15,6
82
TABLO 3.10. Türkiye’de Reel Faiz Getirileri
Döviz Kuru
Değişimleri
(%) (C)
Fark (%)
(A-C)
(D)
54,0
Döviz
Kurları
(1$/TL)
(B)
2927
0,0
-
1991
81,4
5074
73,4
8,0
1992
88,2
8555
68,6
19,6
1993
87,5
14458
69,0
18,5
1994
152,4
38418
165,7
-13,3
1995
122,8
61054
58,9
63,9
1996
135,2
107555
76,1
59,1
1997
109,7
204750
90,5
19,2
1998
118,1
312720
52,7
65,4
1999
109,5
540098
72,7
36,8
2000
38,5
671765
24,4
14,1
2001
83,6
1439567
114,3
-30,7
2002
75,2
1634501
13,5
61,7
YILLAR
Hazine Bonosu
Faiz Oranı
(%) (A)
1990
Kaynak: Akdiş (2004),12
1990’lar boyunca portföy yatırımlarının büyük bir bölümü kısa vadeli akımlar
şeklinde gerçekleşmiştir. Bu portföy yatırımları, hisse senetlerinden ziyade, Hazinenin
çıkarmış olduğu borç senetlerine yönelik olarak gerçekleşmiştir.
Bu tür likidite artışı öncelikle kamu harcamalarının rahatlıkla finanse edilmesine
olanak sağlayarak, kamu harcamalarının artmasına ve aynı zamanda yerli paranın değer
kazanmasına neden olup ithalatı ucuzlatarak iç mal piyasasındaki toplam talep
baskısının artmasına yol açmıştır. ( Balkan, Biçer, Yeldan, 2002, 3).
Türkiye’deki hazine bonolarının getirilerine bakıldığında da, borçlanmanın çok
yüksek bir maliyetle gerçekleştiği görülmektedir. Hazine bonosu faizleri, 1990 yılından
itibaren, enflasyon ve GSMH büyüme oranı toplamından yaklaşık % 13 ile % 53
oranında bir fazlalık göstermiştir. Bu durum reel faizi yabancı yatırımcılar için çok
cazip kılmaktaydı (Ercan, 2003; Gürlesel, 2003).
83
Türkiye’deki döviz kuru değişimleri, hazine bonolarının faiz getirilerini telafi
etmekten uzak kalmış, 1994 ile 2001 yılları hariç (bu iki dönem kriz dönemleridir ve
yabancı sermaye çıkış yapmaktadır) Tablo 3.10’dan da görüleceği üzere 1990- 2002
yılları arasındaki dönemde, yatırımcılar yaklaşık % 8 ile % 65 gibi çok büyük kârlar
elde etmişlerdir. Dünyadaki reel faiz bu dönemde ortalama % 2 seviyesinde olduğu
düşünülürse, Türkiye’deki reel faiz bu dönemde ortalama % 15 seviyesinde bulunmakta
olup bu da uluslararası piyasalar açısından oldukça yüksek bir oranı temsil etmektedir.
Dolayısıyla, Türkiye’ye dışarıdan gelen sıcak para için çok büyük kârlar elde etmek
mümkün hale gelmiştir.
Faiz farklılıklarından kaynaklanan pozitif getiri, 1990’lı yıllarda 1991 yılındaki
Körfez savaşı dönemi hariç, 1989- 1999 yılları arasında spekülatif amaçlı fonları(sıcak
parayı) uyarıcı bir etken olmuştur.1994 yılındaki ekonomik kriz nedeniyle zamanın
hükümeti IMF ile yapılan anlaşma sonrası, IMF’nin de telkinleriyle Özelleştirme,
KİT’lerin iyileştirilmesi, kamu sektöründe daha akılcı istihdam, yerel yönetimlere
ilişkin idari ve mali düzenlemeler ile sosyal güvenlik reformu düzenlenmiştir. Bu
reform sonucu ekonomide iç talepteki canlanmanın etkisiyle 1995- 1997 döneminde
GSMH büyüme hızı ortalama % 7,8 oranında gerçekleşmiştir, (TCMB, 1999 Yıllık
Bülten, 26). Fakat 1998 yılında Rusya krizinin etkisiyle yılın ikinci yarısında yoğun
sermaye çıkışları nedeniyle net sermaye girişi 1 milyar $’ın altına inmiştir (Tablo 3,7)
1995 yılında erken seçim kararı alınması, istikrar programı uygulamalarına son
verilmesi ve seçim ekonomisi uygulanmaya başlanması sonucu, tekrar kamu açıkları
artmaya başlamış ve gene bu açıklar sıcak para girişleriyle desteklenmeye başlamıştır.
Bu yıllarda TL yine değer kazanmaya başlamış ve ihracatın ithalatı karşılama oranı
tekrar düşmüştür. 1990’lı yıllara bakıldığında ihracatın ithalatı karşılama oranı kriz
dönemlerinde daha yüksektir, bu ise o dönemlerde uygulanan istikrar programları, iç
piyasada tüketim talebinin daralması, ekonomik büyümenin eksi değerlere düşmesi
sonucu ara malı ithalatının azalması gibi sebeplerle ithalat düşmekte ve ihracatın ithalatı
karşılama oranı yükselmektedir.
84
Tablo 3.11. Dış Ticaret Göstergeleri
YILLAR
X
X/GSYİH
M
X/M
1989
11.625
10,7
15.792
0,74
1990
12.959
8,6
22.302
0,58
1991
13.593
8,9
21.047
0,65
1992
14.715
9,1
22.871
0,64
1993
15.345
8,5
29.428
0,52
1994
18.106
13,8
22.270
0,81
1995
21.637
12,6
35.709
0,61
1996
23.224
12,6
43.627
0,53
1997
26.261
13,5
48.585
0,54
1998
26.974
13,1
45.921
0,59
1999
25.587
13,6
40.671
0,63
2000
27.755
13,7
54.503
0,51
2001
31.334
15,9
41.399
0,76
20021
36.059
15,6
51.554
0,70
15,5
69.340
0,68
20031
47.253
20041
63.167
16,2
97.540
0,65
20051
73.476
15,3
116.774
0,63
20061
85.535
16,2
139.576
0,61
20071
107.272
16,5
170.063
0,63
20081
132.027
17,1
201.964
0,65
X/GSMH: İhracatın gayri safi milli hâsıla içindeki payı
M: İthalat miktarı (milyon $) Açıklamalar: X: İhracat miktarı (milyon $)
X/M: İhracatın ithalatı karşılama oranı
(1) 2001 yılından itibaren para tabanlı altın dışında kalan tüm altın ticareti dâhil edilmiştir.
Kaynak: TCMB (Elektronik veri dağıtım sistemi).
85
Tablo 3.12: 2000- 2008 Döneminde Sermaye Hareketleri (Milyon $)
YILLAR
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
A.CARİ
-
3760
-626
-7515
-14431
-22088
-
-
-
32051
38219
41490
İŞLEMLER
9920
DENGESİ
B.SERMAYE
9610
HAREKETLER
-
1237
7044
17602
42742
44216
49493
32997
13882
(REZERV
HARİÇ)
112
2769
939
1252
2005
8967
19261
19940
15633
1022
-4515
-593
2465
8023
13437
7373
717
-5046
U. VADELİ 4276
-1130
2170
-956
6065
13384
28139
33064
23453
-
-
4283
1509
6954
-
-4228
-1043
DOĞRUDAN
YATIRIM.
PORTFÖY
YATIRIM.
SERM. HAR.
K.VADELİ
SERM. HAR.
4200
11006 1279
10557
Kaynak: TCMB yıllık bültenlerinden derlenmiştir.
2000’li yıllara baktığımızda ise 2004 ve sonrası yıllarda yapılan özelleştirme ve
yabancılara gayrimenkul satışı nedeniyle artan doğrudan yatırımların dışında pek bir
farklılık göremiyoruz. Yine cari açıklar ve ekonomik krizler görülmekte, cari açıklar ise
yine büyük oranda kısa vadeli portföy yatırımlarıyla kapatılmakta ve tek fark olarak,
cari açıkları kapatmak için bu kez özeleştirmeler dolayısıyla artan doğrudan yatırımların
da devreye girmesini söyleyebiliriz.
2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonucunda 13,8 milyar ABD doları net
sermaye çıkışı yaşanmıştır.Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin bir sonucu olarak,
2001 yılında 2000 yılına göre önemli şekilde değişmiştir.2000 yılında Hazine’nin
yurtdışı piyasalardan sağladıkları kısa vadeli krediler ve kasım krizine kadar olan
dönemlerde yabancıların portföy yatırımları, yıl genelinde gerçekleşen sermaye
girişlerini oluşturmuştur. 2001 yılında ise yaşanan ekonomik krizle beraber sözü geçen
86
kanalların tümünden net sermaye çıkışı yaşanmış, net sermaye girişi ağırlıklı olarak
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından kaynaklanmıştır. Bu artış da 2001 yılında
üçüncü GSM lisans satış gelirinin tahsil edilmesi, TMSF bünyesindeki bir bankanın
yabancı bir bankaya satılması ve bir otomotiv üreticisinin ortaklık payını yabancı
ortağına satması sonucunda elde edilen gelirlerin payı büyüktür, nitekim bu satışlar
sonucunda o yıl doğrudan yabancı yatırımlar 3,3 ABD Doları olarak gerçekleşmiştir,
(net olarak ise 2,769 ABD Doları olarak gerçekleşmiştir), (TCMB,2001 yıllık bülten).
2002 yılında ise 2001 krizinin etkisiyle portföy yatırımları çıkışlar nedeniyle negatif
olmuş, doğrudan yatırımlar ise yabancı yatırımcıların güvensizliklerinden dolayı ancak
863 milyon ABD Doları olmuştur. Bankacılık dışı özel sektörün uzun vadeli kredi
kullanımına yönelmesiyle uzun vadeli krediler artarak 2.170 milyon dolara çıkmış ve
cari açıklar bu şekilde kapatılmıştır. 2003 yılında ise yine kısa vadeli krediler ve portföy
yatırımları belirleyici olmuştur.2004 yılında ise yine 2002 yılındaki gibi özel sektörün
kullanmış olduğu uzun vadeli krediler belirleyici olmuştur. 2005 yılında da 2004 yılında
olduğu gibi sermaye hareketleri giriş yönlü olmuştur. Doğrudan yatırımlar yabancıların
yurtiçinde sermaye yatırımları ve gayrimenkul alımları şeklinde gerçekleşmiştir. 2005
yılının ardından 2006 yılında da özelleştirme ve şirket birleşmelerinin devam etmesi
doğrudan yatırımları yüksek seviyelere çıkarmıştır. Ve yabancıların yurtiçinde
gayrimenkul alımları da doğrudan yatırım girişlerinde önemli bir yer tutmaktadır.2006
yılında gerçekleştirilen özelleştirme ve şirket birleşmeleri Tablo 3.13’de verilmiştir. Bu
tablo’da dikkat çeken diğer bir nokta Türkiye’ye özelleştirme ve şirket birleşmeleri
şeklinde yatırım yapan yatırımcılar, çoğunlukla Bankacılık, Sigortacılık, Taşımacılık,
Perakende gıda ve içecek sektörü ile Haberleşme alanları gibi kısa sürede kendini
amorti edecek, iç piyasaya hizmet eden ve iç piyasada getirisi yüksek alanlara yatırım
yapmışlardır. Bu durum 24 Ocak 1980 politikalarında belirtilen ithal ikamesi yerine,
dışa açık büyüme modeliyle çelişmektedir.
87
Tablo 3.13. Türkiye’ye 2006 Yılında Gelen Doğrudan Yabancı Sermaye yatırımları
(Milyon ABD Doları)
Yatırım Yapan
Gelen Sermaye
Sektör
Yatırım
Vodafone International Holdings
Vodafone/Telsim
Taşıma, Depo, Haberleş
4690
National Bank of Greece
Finansbank
Finansal Aracılık
2774
Dexia
Denizbank
Finansal Aracılık
3220
Oger Telekom
Oger/Türk telek.
Taşıma, Depo, Haberleş.
1500
OMV Aktiengesellhaft
Doğan Hold./POAŞ
Toptan ve Perk. Tic.
1054
Goldman Sachs/Babcock£Brown/
Tepe/Afken/TAV
Taşıma, Depo, Haberleş
395
TPG Partners IV LP
Martini/Mey içki
Toptan ve Perk. Tic.
333
Groupama International
Başak Sig.£tEmekli. Finansal Aracılık
268
Fortis Banque
Fortisbank
Finansal Aracılık
201
Tarshish Hapoalim £t Investments
Bankpozitif
Finansal Aracılık
93
Canbury Schweppes
Kent Gıda
Gıda, Meşru. ve Tüt.
95
The International Investor
Adabank
Finansal Aracılık
29
Global Inv. House/İslam Kalk. Bnk.
Diğer Doğrudan Serm. Yat.
Toplam
3165
17,817
Not: Tablo yıl içinde gerçekleşen sermaye transferlerini göstermektedir.
Kaynak: TCMB, 2006 yılık rapor, 21
2007 ve 2008 yıllarında portföy yatırımlarında düşüş, doğrudan yatırımlarda ise
özelleştirme ve gayrimenkul satışları nedeniyle artışlar devam etmiştir. 2008 yılında
ekonomik krizle birlikte cari açık 41,6 milyar dolar seviyesine ulaşarak, büyük bir artış
göstermiştir. Burada da diğer krizlerde olduğu gibi cari açıktaki kötüleşme bir yıl
öncesinden başlamaktadır. Yine 2001 krizinde olduğu gibi kısa vadeli portföy
yatırımlarında yurt dışına çıkışlar yaşanmıştır. Ayrıca 2009 yılı ilk çeyreğinde
gerçekleşen %13,5 oranındaki küçülme de 1929 ekonomik krizinden bu yana
gerçekleşen en büyük küçülme oranıdır.
88
3.2. Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Türkiye Ekonomisinde Büyümeye
Katkısının Ekonometrik Yöntemlerle Ölçülmesi
3.2.1. Araştırma Yöntemi
Bu araştırmada kullanılan yöntem, zaman serisi ekonometrisidir. Zaman
serilerine ilişkin iki temel varsayım vardır. Geçmiş dönemlerdeki değişmelerin gelecek
dönemlerde de tekrarlanarak aynı eğilimleri taşıyacağı ve verilerin olasılık kurallarına
göre toplandığıdır. Zaman serisi ekonometrisi, gözlemlenmiş verilerden yola çıkarak,
stokastik sürecin yapısı ve özellikleri hakkında çıkarımlar yapar. Geçmiş dönemlerde
serinin izlediği yolun gelecek dönemlerde de tekrarlanarak devam edeceği varsayımı ile
geçmiş açıklanmaya ve gelecek tahmin edilmeye çalışılır (Işığıçok, 1994, 44-45).
Zaman serisi ekonometrisi yöntemi kapsamında, durağanlık (Stationarity)için
Arttırılmış Dickey-Fuller Birim Kök Testi yapılmıştır. Model konusunda ise Granger
Nedensellik Testi kullanılmıştır.
3.2.1.1. Durağanlık
Zaman serisi ekonometrisi yönteminde kullanılan serilerin istatistiksel açıdan
anlamlı ( durağan) olması şartı aranır. Eğer iki değişken arasında istatistiksel olarak
anlamlı bulduğumuz bir regresyon, serilerin aynı dereceden durağan olmaması
durumunda değişkenler arasında ilişkinin gerçekliğine şüphe düşürür ve bu durum sahte
regresyon sorununu ortaya çıkarır. Zaman serisi ekonometrisi yöntemi yardımıyla
yapılan öngörüler ise serilerin durağan olmaması durumunda geçerliliğini kaybeder.
Stokastik bir (yt) sürecinin bütün ( t) ve (t-s) değerleri için aşağıdaki koşulların
sağlanması durumunda durağan olduğu kabul edilir (Enders, 1995, 68-69):
E (yt)= E(yt-s)=µ
2
( 3.01)
2
E [ (yt-µ) ] = E [ ( yt-s-µ) ]=
σy2
[var(yt)=var(yt-s)=
σy2]
E[(yt-µ)(yt-s-µ)]=E[(yt-j-µ)(yt-s-j-µ)]=ys[cov(yt, yt-s)=cov(yt-j,yt-s-j)]
burada µ (ortalama),
σy2 (varyans) ve
s
(3.02)
(3.03)
(kovaryans) sabittir. Yukarıdaki koşulların
birlikte gerçekleşmesi durumunda (yt) serisinin kovaryans durağan olduğu söylenir.
Zaman serilerinin durağan olup olmadığı, otokokorelasyon testi (korelogram yaklaşımı)
veya birim kök testi sonuçlarına göre belirlenir.
89
3.2.1.2. Birim Kök Testi
Birinci dereceden bir otoregresif modeli ele alalım,
Yt= yt-1+ t
(3.04)
Burada ( t) terimi stokastik hata terimidir. (3.04) no’lu modelde | |< 1 ise (yt)
durağan bir seri olduğu söylenir. Eğer |p |=1 ise (yt) durağan bir seri değildir ve serinin
varyansı (t. σy2
) olup zamana bağlı olarak artar. Yapılan araştırmalar sonucunda
makroekonomik zaman serilerinin çoğunda ( ) parametresinin,( ≤1)olduğu tespit
edilmiştir. Birim kök testlerinde bu durum dikkate alınır ve | |=1olduğunu ileri süren
Ho hipotezi, H1: | |<1 hipotezine karşı test edilir (Yamak, 1997, 36).Birim kök testleri,
yaygın olarak Arttırılmış Dickey-Fuller (ADF) birim kök testi ve Philips-Perron (PP)
birim kök testi yöntemine göre yapılmaktadır.
3.2.1.2.1. Arttırılmış Dickey- Fuller (ADF) Birim Kök Testi
Dickey ve Fuller (1979) durağanlığı test etmek için (3.04) no’lu modele bazı
ilaveler ile birim kök sürecini tespit etmeye yönelik bir yaklaşım geliştirmişlerdir.(3.05)
no’lu denklemin her iki tarafına (-yt-1) terimi eklendiğinde,
∆Yt=( -1)yt-1+ t=γyt-1+
t
(3.05)
Elde edilir. Burada γ = -1,birim kök testinde kullanılan hipotezler ise Ho: γ = 0
ve H1: γ <0’dır.Dickey ve Fuller birim kök testi için aşağıdaki üç modeli kurmuşlardır
(Enders, 1995,221-225):
∆Yt = γyt-1+ t (saf tesadüfî yürüyüş modeli)
∆Yt =a0+ γyt-1+ t (sürüklenme modeli)
∆Yt =a0+ γyt-1+a2t+ t (sürüklenme ve doğrusal trend modeli)
(3.06)
(3.07)
(3.08)
DF birim kök testinin gücünün arttırılmasına yönelik (3.06), (3.07) ve (3.08)
no’lu denklemlere∑
∆ yt-i terimi eklenir ve elde edilen test, Arttırılmış Dickey-
Fuller (ADF) testi adını alır. İncelenen zaman serisinin birim köke sahip olup olmadığı,
90
H0 hipotezinin kabulü veya reddi ile ilgilidir. Bilgisayar paket programlarının
hesapladığı t- istatistiği, − istatistiği ya da ADF test istatistiği adını alır. H0hipotezine
ait karar için, ADF testinden elde edilen sonuç ile MacKinnon tarafından Monte Carlo
simülasyonuna göre elde hesaplanan %1, % 5, ve % 10 önemlilik düzeyini temsil eden
MacKinnon kritik değerleri karşılaştırılır. ADF test istatistiğinin mutlak değerinin,
MacKinnon kritik değerinden büyükse serinin durağan olduğuna, küçükse serinin
durağan olmadığına ilgili önemlilik düzeyinde karar verilir (Ertek, 1996,187).
3.2.1.3. Nedensellik
Galileo Galilei ve David Hume’den bu yana, nedensellik terimi “neden” ve
“etki” terimleriyle yakından bağlantılıdır. Buna göre, x değişkeni y’nin nedeni ve/veya
x’in etkisi olarak yorumlanabilirse, x değişkeni y değişkenine nedensel olabilir.
Bununla beraber, böyle bir yorum yapmak için gerekli bilgiyi nereden elde edeceğiz?
Geleneksel ekonometride, içsel ve dışsal (önceden belirlenmiş) değişkenler ayrımına
gidildiğinden, böyle bir bilginin a priori olarak mevcut olduğu varsayılır. Fakat
değişkenler arasında eşanlılık söz konusu olduğunda sorun ortaya çıkmaktadır; yani
hem x’in y’nin nedenseli hem de y’nin x’in nedenseli olması olanaklı olabilir. Eşanlı
denklemlerin belirlenmesi için kullanılan sayma ve mertebe koşulları farklı ilişkilerin
ancak ek bir bilgi varsa/olanaklıysa ayırt edilebileceğini göstermektedir. Böyle bir bilgi
mevcut değilse, farklı değişkenler arasındaki eşanlı nedensellik ilişkisinin yönü
belirlenemez (Kirchgassner ve Wolters, 2007, 93).
Bununla beraber David Hume’un neden her zaman etkiyi önceler ifadesinden
beri geçerli olan zamandaki ardışıklılık düşüncesi nedensellik düşüncesiyle yakından
ilgilidir. Geleneksel ekonometri de aynı görüşü paylaşmaktadır. Bununla beraber, yıllık
verilerle (ya da sıklık düzeyi düşük verilerle) yapılan analizlerde bir değişkenin
ilerleyen dönemlerde diğer değişkenleri etkileyen ana unsur olduğunu ileri sürmek
zordur. Zaman serisi analizleri daha yüksek sıklıklı verilerle gerçekleştirildiği zaman
durum farklı hale gelmektedir. Aylık veri kullanılarak, pek çok durumda bir
değişkendeki değişimin ileri aylarda diğer değişkenlerdeki değişimin tek etkileyicisi
olduğu varsayılabilir. Böylece zamandaki ardışıklığı iki seri arasındaki nedensel
ilişkinin varlığını ortaya koymak için kullanmak kabul edilebilir bir kriter olmaktadır
91
(Kirchgassner ve Wolters, 2007, 94). Buradan Granger nedenselliğin tanımına
geçebiliriz.
It’nin t döneminde mevcut olan toplam bilgi olduğunu varsayalım. Bu bilgi seti
iki zaman serisi x ve y’yi kapsar. x*, x’in tüm cari ve geçmiş değerlerinin bir kümesi
olsun, yani x*:={xt,xt-1,……xt-k…..}. Benzer biçimde y* tanımlayalım. σ2(.)
tahmin/öngörü hatalarına denk gelen varyans olsun; öngörü varyansı. Böyle bir durum
için x ve y arasındaki Granger nedensellik aşağıdaki gibi tanımlanır.
(i)
Granger Nedensel: Ancak ve ancak bir optimal, doğrusal öngörü
fonksiyonunun uygulanması s 2 ( y t +1 II t ) p s 2 ( yt +1II t - xt* ) sonucuna yol
açıyorsa, x, y’ye Granger nedenseldir denilir. Bir başka ifadeyle, x’in cari
ve geçmiş değerleri kullanılarak y daha iyi öngörülebiliyorsa, x değişkeni
y’ye Granger nedenseldir.
(ii)
Eşanlı Granger Nedensellik: x ancak ve ancak bir optimal, doğrusal
öngörü uygulaması s 2 ( y t +1II t , xt +1 ) p s 2 ( yt +1II t ) sonucuna yol açıyorsa,
x, y’ye Granger nedenseldir denilir. Bir başka ifadeyle, x’in cari ve
geçmiş değerlerine ek olarak gelecek değerleri de kullanılarak y daha iyi
öngörülebiliyorsa, x değişkeni y’ye Eşanlı Granger nedenseldir.
(iii)
Geri Bildirim: x değişkeni y değişkenine ve y’de x’e neden oluyorsa x ve
y arasında geri bildirim mevcuttur (Kirchgassner ve Wolters, 2007, 9596).
3.2.1.3.1. Granger Nedensellik Testi
X değişkeninin y değişkenine neden olup olmadığını test etmek takip edilecek
süreci iki aşamada açıklayabiliriz. Öncelikle “x değişkeni y değişkenine neden olmaz”
boş hipotezini aşağıdaki iki regresyon denklemini tahmin ederek test ederiz;
m
m
i =1
i =1
Sınırlanmamış regresyon y = å a i y t -i + å b i xt -i + e t
(3.09)
m
Sınırlanmış regresyon
y = å a i y t -i + e t
(3.10)
i =1
Buradan elde ettiğimiz kalıntı kareleri toplamı kullanılarak F istatistiğini hesaplarız ve
b katsayılarının anlamı bir şekilde sıfırdan farklı olup olmadığını test ederiz. Eğer b
92
katsayıları sıfırdan farklı ise “x değişkeni y değişkenine neden olmaz” boş hipotezini
reddederiz. İkinci olarak aynı yöntem takip edilerek “y değişkeni x değişkenine neden
olmaz” boş hipotezi test edilir. X değişkeninin y değişkenine neden olduğu sonucuna
ulaşmak için öncelikle birinci aşamadaki boş hipotez reddedilmeli ve ikinci aşamadaki y
değişkeni x değişkenine neden olmaz” boş hipotezi kabul edilmelidir (Pindyck ve
Rubinfeld, 1998, 243).
3.2.2. Veri Seti ve Birim Kök Testi Sonuçları
Bu araştırmada kullanılan veriler, Tablo 3.14’de verilmiştir. Veriler ödemeler
dengesi kalemlerinden ve reel milli gelir ve bileşenlerinden seçilmiştir.
Tablo 3.14. Veri Tanımları ve Kaynakları
ÖDEMELER DENGESİ DEĞİŞKENLERİ
TANIMI
AÇIKLAMASI
KAYNAĞI
DYSA
Doğrudan Yabancı Yatırımlar (Milyar ABD $)
TCMB veri dağıtım sistemi
PYSA
Portföy Yatırımları (Milyar ABD $)
TCMB veri dağıtım sistemi
NXSA
Cari Denge (Milyar ABD $)
TCMB veri dağıtım sistemi
TOPLAM TALEP DEĞİŞKENLERİ
GSYİH
1987 fiyatlarıyla Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (Milyar TL)
TCMB veri dağıtım sistemi
SSSA
1987 fiyatlarıyla Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımları (Milyar TL)
TCMB veri dağıtım sistemi
SSA
1987 fiyatlarıyla Toplam Yurtiçi Tasarruflar (Milyar TL)
TCMB veri dağıtım sistemi
NTSA
1987 fiyatlarıyla Özel Kesim Tüketimi (Milyar TL)
TCMB veri dağıtım sistemi
GNTSA
1987 fiyatlarıyla Nihai Tüketim(devlet) (Milyar TL)
TCMB veri dağıtım sistemi
MSA
1987 fiyatlarıyla İthalat (Milyar TL)
TCMB veri dağıtım sistemi
XSA
1987 fiyatlarıyla İhracat (Milyar TL)
TCMB veri dağıtım sistemi
MRSA
Ara Malı İthalatı (Milyar ABD $)
TCMB veri dağıtım sistemi
MSSA
Sermaye Malı İthalatı (Milyar ABD $)
TCMB veri dağıtım sistemi
MTSA
Tüketim Malı İthalatı (Milyar ABD $)
TCMB veri dağıtım sistemi
Türkiye ekonomisinde sermaye hareketleri TCMB web sitesinde ödemeler
dengesi istatistiklerinden, ithalatın alt kalemleri TCMB web sitesi dış ticaret
istatistiklerinden ve diğer veriler ise TCMB web sitesi GSYİH istatistikleri altında
alınmıştır. Sermaye hareketleri, cari denge ve ithalatın alt kalemleri dolar olarak alınmış
93
ve ortalama döviz kuruna göre Tl’ye çevrilmiştir. Diğer kalemler ise 1987 sabit
fiyatlarıyla TL olarak alınmıştır.Çalışmamızda net sermaye hareketi türleri ve net cari
denge,reel GSYİH ve alt bileşenleri serilerine göre sınanmıştır. Çalışmada üçer aylık
serilerden oluşan örneklem kullanılmıştır ve 1991 .1. çeyrek - 2009. 3. çeyrek dönemini
kapsar.
Bu çalışmada ekonometrik paket program olarak Eviews kullanılmıştır. Tüm
değişkenlerinin
doğal
logaritması
alınmış
ve
mevsimsel
dalgalanmalardan
arındırılmıştır. Eviews programının kullandığı ADF birim kök testinin aşamaları
aşağıdadır.
Model A:
H0 : γ=0
Dyt= a0 + γyt-1+ a2t + åpi=2 bi Dyt-i+1+et
(3.11)
Model B:
H0 : γ=0
Dyt= a0 + γyt-1+åpi=2 bi Dyt-i+1+ et
(3.12)
Model C :
H0 : γ=0
Dyt= γyt-1+ åpi=2 bi Dyt-i+1+ et
(3.13)
Model A, sürüklenme, doğrusal trend ve arttırılmış gecikmeleri; Model
B,sürüklenme ve arttırılmış gecikmeleri; Model C, saf tesadüfi yürüyüş ve arttırılmış
gecikmeleri içerir. Birim kök testinde, her bir model için H0 : γ=0 hipotezi,
H1 : γ<0
hipotezine karşı test edilir (Acaravcı, 2000, 98-99)
Tablo 3.15 ve Tablo 3.16 birim kök sonuçlarını gösterir. Tablo 3.15 GSYİH’ya
oranlanmış, Tablo 3.16 ise GSYİH’ya oranlanmamış olarak test edilmiştir. GSYİH’ya
oranlanmış seride ntsa, gntsa, pysa, msa ve mtsa serileri yüzde 5 önemlilik düzeyinde
durağan serilerdir. GSYİH’ya oranlanmamış seride ise gntsa, pysa ve mtsa yüzde 5
önemlilik düzeyinde durağan serilerdir. Tablolardaki ADF değerleri, GSYİH’ya
oranlanmış seride 2 gecikmeye ve GSYİH’ya oranlanmamış seride ise 4 gecikmeye
sahip Arttırılmış Dickey-Fuller (ADF ) modeline göre elde edilen ADF testi
sonuçlarıdır. ADF testi sonuçları 2 alınmak üzere yuvarlanmıştır.
94
Birim kök testinde % 95 olasılık sınırı dikkate alınmıştır. (*) işareti 5 önemlilik
düzeyinde serinin durağan olmadığının reddini, yani serilerin durağan olduğunun
kabulünü ifade eder.
GSYİH’ya Oranlanmış Seriler İçin Sonuçlar
Tablo 3.15. ADF Birim Kök Testi Sonuçları
Model A
Model B
Model C
Dyt= a0 + γyt-1+ a2t + åpi=2 bi Dyt-
Dyt= a0 + γyt-
Dyt= γyt-1+ åpi=2 bi
p
1+å i=2
i+1+e t
bi Dyt-i+1+
Dyt-i+1+ et
et
dysa
-2,63
-1,94
-1,52
nxsa
-2,29
-1,75
-1,20
mrsa
-1,92
-0,29
1,09
ssa
-2,98
-1,70
-1,23
sssa
-1,74
-1,70
-0,42
xsa
-1,93
-1,01
2,38
mssa
-1,55
-0,21
1,64
ntsa
-4,23
-3,15
-0,17
gntsa
-2,95
-2,94 *
0,04
pysa
-5,58
-5,60
-5,46
msa
-3,51
*
-1,37
1,13
mtsa
-8,40
*
-6,93
-3,09
*
*
Kritik Değerler
%1
-4,09
-3,52
-2,59
%5
-3,47
-2,90
-1,94
%10
-3,16
-2,58
-1,61
Kaynak: TCMB veri dağıtım sistemi, Üç aylık veriler.
Açıklamalar: 1) Veriler 3 aylık seriler olarak alınmıştır.(1987 sabit fiyatlarıyla),1987
yılı 2007 Yılı 3. dönemde bittiğinden, sonraki dönemler 1995 sabit
95
fiyatları ile logaritması alınarak hesaplanmıştır ve 2009 üçüncü
döneminde son bulmaktadır.
2) dysa, nxsa, mrsa, mssa, pysa ve mtsa verileri ortalama döviz kuru
alınarak TL’ye çevrilmiştir ve net değerleri vermektedir.diğer
parametreler ise 1987 yılı sabit fiyatlarıyla ve üçer aylık veriler
olarak alınmıştır.
Bu bölümdeki seriler GSYİH’ya oranlanmışlardır. Tablo 3.15 ADF test
sonuçlarını vermektedir. ADF birim kök testi uygulanırken en geniş modelden
başlanarak (Model A) serilerin birim kök içerip içermediği test edilmiştir. Model B ve
Model C daha dar kapsamlı olduğundan A Modeli öncelikli olarak alınmıştır. Çünkü B
Modelinde a2t anlamlılığı yok, C Modelinde ise hem a0, hem de a2t anlamlılığı
bulunmamaktadır.
GYİH’ya Oranlanmamış Seriler İçin Sonuçlar
Tablo 3.16. ADF Birim Kök Testi Sonuçları
Model A
Model B
Model C
dysa
-2,59
-1,98
-1,61
nxsa
-1,69
-1,46
-1,07
mrsa
-2,07
-0,41
0,66
ssa
-2,51
-1,98
-1,01
sssa
-2,59
-2,11
-0,09
xsa
-2,52
-0,25
2,66
mssa
-1,58
0,21
1,25
ntsa
-1,98
-0,53
2,00
gntsa
-3,89 *
-0,41
2,21
pysa
-5,79
-5,79
-5,67*
msa
-3,20
-0,87
0,80
mtsa
-8,14*
-3,70
-2,91
ghsa
-2,43
-0,48
2,27
gmsa
-2,46
-0,85
1,47
Kritik Değerler
%1
-4,09
-3,52
-2,59
%5
-3,47
-2,90
-1,94
%10
-3,16
-2,58
-1,61
96
3.2.3. Korelasyon Analizi ve Sonuçları
İktisadi değişkenler arasında varolan ilişkileri ölçmek için kullanılan bir
yöntemdir. Değişimleri rakamla ifade edilen olaylar arasındaki ilişki korelasyon analizi
adı verilen metotla incelenir. Korelasyon iki veya daha çok değişken arasındaki ilişkinin
derecesinde tayininde kullanılmaktadır. Tesadüfi etkiler altında bulunan kolektif
nitelikteki olaylar arasındaki ilişkiyi açıklamada kullanılan korelasyon kavramı
istatistikte önemli bir rol oynamakta ve kantitatif değişkenlerin incelendiği tüm alanlara
başarı ile uygulanabilmektedir.
Tablo 3.17. Korelasyon Analizi Sonuçları
Korelasyon Katsayıları
DYSA
PYSA
DYSA
0,074
GNTSA -0,371
-0,278
MRSA
0,771
0,097
MSA
0,631
0,188
MSSA
0,754
0,135
MTSA
0,698
0,264
NTSA
-0,453
-0,162
NXSA
-0,782
-0,229
PYSA
0,074
SSA
-0,748
-0,208
SSSA
0,300
0,117
XSA
0,577
0,089
3.2.4. Granger Nedensellik Testi Sonuçları
3.2.4.1. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla Bileşenleri ve Sermaye Hareketleri Arasında
Yapılan Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Bu başlık altında, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları (DYSA) ve Portföy
Yatırımları (PYSA)’ nın birbirleriyle ve hangi toplam talep bileşeni ile ne yönde bir
nedensellik ilişkisi olduğu araştırılmıştır. Bu örneklemde yer alan toplam talep
97
bileşenleri: Özel Kesim Tüketimi (NTSA), Devletin Nihai Tüketimi (GNTSA), İthalat
(MSA), ve Tüketim Malı İthalatı (MTSA)’dır. Serileri durağan hale getirmek için farkı
alınan toplam talep bileşenleri ise şunlardır. Farkları alınan bileşenlerin başına (D)
eklenmiştir. Ve mevsimsel düzeltme yapıldığı için bileşenlerin sonuna (SA) eklenmiştir.
Ara Malı İthalatı (DMRSA),Toplam yurtiçi Tasarruf (DSSA), Gayri Safi Sabit Sermaye
Yatırımları (DSSSA), İhracat (DXSA), İthalat (DMSA), Sermaye Malı İthalatı
(DMSSA),Özel Kesim Tüketimi (DNTSA), Cari Denge (DNXSA), Gayri Safi Yurtiçi
Hasıla (DGHSA), Gayri Safi Milli Hasıla (DGMSA) dır. Örneklem 1991.1 – 2009.3
çeyrek
dönemlerini
kapsamaktadır.
Granger
nedensellik
testinden
GSYİH’ya
oranlanmış seriler için sonuçlar Tablo 3.18 ve GSYİH’ya oranlanmamış seriler için
sonuçlar ise Tablo 3.19’ dadır.
3.2.4.1.1. GSYİH Oranlanmış Seriler İçin Granger Nedensellik Testi Sonuçları
· Aramalı
ithalatı
(DMRSA),
Doğrudan
yabancı
sermaye
yatırımları
(DDYSA)’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DDYSA’dan, DMRSA’ya
doğru Granger nedensellik yoktur.
Aramalı ithalatından doğrudan yatırımlara olan nedensellik ara malı ithalat
harcamalarının doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını uyardığını göstermektedir.
· DSSA, DDYSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DDYSA’dan,
DSSA’ya Granger nedensellik yoktur.
Yetersiz Toplam yurtiçi tasarruflar,
doğrudan
yabancı sermaye’yi
uyarmaktadır. Toplam yurtiçi tasarruflardan doğrudan yatırımlara doğru elde edilen
nedensellik, işgücüne yaptığı katkı, vergi ödemeleri, teknolojik yenilikler ve ihracat
gelirleri sayesinde yurtiçi tasarruflara katkı sağlamaktadır. Dış kaynak kullanımı
sayesinde yurtiçi tasarrufların üzerinde yatırımlar gerçekleşmiştir.
· DSSSA, DDYSA’nın ve DDYSA’da, DSSSA, nın Granger nedenseli
değildir.
· DXSA’ dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, DXSA’ ya Granger nedensellik
yoktur.
98
· NTSA, DDYSA, nın ve DDYSA’da NTSA’ nın Granger nedenseli değildir.
· GNTSA, DDYSA’nın ve DDYSA’da, GNTSA’ nın Granger nedenseli
değildir.
· PYSA, DDYSA’nın ve DDYSA’da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir.
· MSA’ dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, MSA’ ya Granger nedensellik
yoktur.
· MTSA’dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, MTSA’ya Granger nedensellik
yoktur.
· PYSA, DMRSA’nın, DMRSA’da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir.
· PYSA, DSSA’ nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DSSA, PYSA’nın
Granger nedenseli değildir.
Portföy yatırımlarından, toplam yurtiçi tasarruflara doğru elde edilen
nedensellik, yabancı sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra tasarrufların
dahi yabancı sermaye giriş ve çıkışları tarafından belirlendiğini göstermektedir.
·
PYSA, DSSSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DSSSA,
PYSA’nın Granger nedenseli değildir.
Bu durum yatırımlardaki artışların yabancı sermaye girişlerine bağımlı hale
geldiğini göstermektedir. Yabancı sermaye girişlerinin olduğu dönemlerde yatırımlar
artmakta, çıkışların olduğu dönemlerde ise azalmaktadır.
·
DXSA, PYSA’nın, PYSA, da DXSA’ nın Granger nedenseli değildir.
·
PYSA, NTSA’ nın, NTSA’da PYSA’nın Granger nedenseli değildir.
·
PYSA, GNTSA’nın, GNTSA’da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir.
·
MSA, PYSA’ nın Granger nedenseli değildir. PYSA, MSA’ nın % 95
olasılıklı Granger nedenselidir.
Portföy yatırımlarından ithalat harcamalarına doğru elde edilen nedensellik,
yabancı sermaye girişleri sayesinde ihracat olanaklarının üzerinde bir ithalat seviyesi
sürdürülebildiğini göstermektedir.
99
·
MTSA, PYSA’ nın, PYSA’da, MTSA’nın Granger nedenseli değildir.
3.2.4.1.2. GSYİH Oranlanmamış Seriler İçin Granger Nedensellik Testi Sonuçları
· Gayri Safi Yurtiçi Hâsılaya oranlanmamış seride de aynı Gayri Safi Yurtiçi
Hâsılaya oranlanmış seride olduğu gibi Aramalı ithalatı (DMRSA), Doğrudan
yabancı sermaye yatırımları ( DDYSA)’nın % 95 olasılıklı Granger
nedenselidir. DDYSA’dan, DMRSA’ya doğru Granger nedensellik yoktur.
Bu durum, Aramalı ithalatından doğrudan yatırımlara güçlü bir nedensellik
ilişkisi olduğunu ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını uyardığını göstermektedir.
·
DSSA, DDYSA’nın, DDYSA’da, DSSA’ Granger nedenseli değildir.
· DSSSA, DDYSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir. DDYSA,
DSSSA, nın Granger nedenseli değildir.
Bu durum sabit sermaye yatırımlarının, yetersiz yurtiçi tasarruflar nedeniyle
dış kaynak kullanımı sayesinde gerçekleştiğini göstermektedir.
· DXSA’ dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, DXSA’ ya Granger nedensellik
yoktur.
· DNTSA, DDYSA, nın % 95 olasılıklı nedenselidir. DDYSA, D NTSA’ nın
Granger nedenseli değildir.
Özel kesim harcamalarındaki artış, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını
uyarmıştır. Fakat son yıllarda bu yatırımlar, reel yatırımlardan ziyade, ticarete konu
olmayan sektörlere yönelik olmuştur.
· GNTSA, DDYSA’nın ve DDYSA’da, GNTSA’ nın Granger nedenseli
değildir.
· MSA’ dan, DDYSA’ya ve DDYSA’dan, MSA’ ya Granger nedensellik
yoktur.
· DDYSA’dan, MTSA’ya Granger nedensellik yoktur. MTSA, DDYSA, nın %
95 olasılıklı Granger nedenselidir.
100
1990 yıllarla birlikte yüksek döviz kuru nedeniyle TL yabancı paralar karşısında
değerlenmiştir. Değerlenen TL nedeniyle ithal tüketim mallarının fiyatları ucuzlamış ve
bu mallara yönelik tüketimi artmıştır. Bankaların bol keseden dağıttıkları tüketici
kredileri ise bunu tetiklemiştir. İthal mallarına olan bu aşırı talep ise özellikle gıda,
telekomünikasyon, bankacılık ve otomotiv sektöründe üretim yapan yabancı sermayeyi
çekmiştir.
· DDYSA’dan, DMSSA’ya ve DMSSA’dan, DDYSA’ya Granger nedensellik
yoktur.
· DDYSA’dan,
DNXSA’
ya
Granger
nedensellik
yoktur.
DNXSA,
DDYSA’nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir.
Cari açıklardan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına doğru elde edilen
nedensellik, cari açıkların özellikle 2000’li yıllarda özelleştirme yoluyla elde edilen
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla kapatıldığını, özelleştirme gelirlerinin
yatırımlardan ziyade cari açıklar için kullanıldığını göstermektedir.
· DMRSA, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. PYSA, DMRSA’nın % 95
olasılıklı Granger nedenselidir.
Portföy yatırımlarından aramalı ithalat harcamalarına doğru elde edilen
nedensellik, bu harcama kalemi harcamalarının portföy yatırımları girişleri ile finanse
edildiğini işaret etmektedir.
· PYSA, DSSA’ nın, DSSA, da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir.
· Gayri Safi Yurtiçi Hâsılaya oranlanmamış seride de aynı Gayri Safi Yurtiçi
Hâsılaya oranlanmış seride olduğu gibi PYSA, DSSSA’nın % 95 olasılıklı
Granger nedenselidir. DSSSA, PYSA’nın Granger nedenseli değildir.
Bu durum yatırımların, dolayısıyla büyümenin tamamen yabancı sermaye
girişlerine bağımlı hale geldiğini göstermektedir.
101
· DXSA, PYSA’nın Granger nedenseli değildir. PYSA, DXSA’ nın % 95
olasılıklı Granger nedenselidir.
Bilindiği gibi Türkiye’deki cari açığın asıl sebebi İhracatın, ithalatı
karşılayamamasıdır. İhracat artışının ithalata bağımlı olması, ihracat artışıyla birlikte
cari açığı artırmaktadır. Cari açıktaki artışında sermaye girişini artırıcı etkisi vardır.
· PYSA, GNTSA’nın, GNTSA’da, PYSA’nın Granger nedenseli değildir.
· MTSA, PYSA’ nın, PYSA’da, MTSA’nın Granger nedenseli değildir.
· DNXSA, PYSA’ nın Granger nedenseli değildir. PYSA, DNXSA’nın % 95
olasılıklı Granger nedenselidir.
Portföy yatırımlarından cari dengeye doğru elde edilen nedensellik. Cari
açıkların sermaye girişleri ile finanse edildiğini göstermektedir. Cari açıkların finansı
için yüksek reel faiz ve değerli döviz kuru politika araçları kullanılmakta ve yabancı
sermaye girişi uyarılmaktadır.
· DMSA, PYSA’nın, PYSA’da, DMSA’ nın Granger nedenseli değildir.
· DMSSA, PYSA’nın, PYSA’da, DMSSA’
nın
Granger
nedenseli
değildir.
· DNTSA, PYSA’nın, PYSA’da, DNTSA’nın Granger nedenseli değildir.
· DGHSA, PYSA’nın, PYSA’da, DGHSA’nın Granger nedenseli değildir.
· DGMSA, PYSA’nın, PYSA’da DGMSA’nın Granger nedenseli değildir.
· DYSA, DGMSA’nın, DGMSA’da DDYSA’nın Granger nedenseli değildir.
102
GSYİH Oranlanmış Seriler İçin Sonuçlar
Tablo 3.18: İki Serili Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Örnek: 1991Q1 2009Q3
Gecikme: 2
H0 Hipotezi
Sonuç
DMRSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret
DDYSA, DMRSA’nın Nedenseli Değildir
Kabul
DSSA, DDYSA’nın Nedenseli Değildir
Ret
DDYSA, DSSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DSSSA, DDYSA’nın Nedenseli Değildir
Kabul
DDYSA, DSSSA’nın Nedenseli Değildir
Kabul
DXSA, DDYSA’nın Nedenseli Değildir
Kabul
DDYSA, DXSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
NTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DDYSA, NTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
GNTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
Gözlem F-İstatistiği Olasılık
69
69
69
69
68
68
DDYSA, GNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
PYSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DDYSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
MSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DDYSA, MSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
MTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DDYSA, MTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
68
68
68
389.639
0.02530
0.74811
0.47735
398.997
0.02328
112.264
0.33174
0.86453
0.42611
0.24381
0.78436
203.866
0.13857
0.87447
0.42200
101.311
0.36892
0.93481
0.39804
239.675
0.09927
0.16819
0.84557
0.83061
0.44050
114.600
0.32444
252.627
0.08803
0.30723
0.73658
213.068
8.6E-08
201.050
1.8E-07
103
Tablo 3.18. (Devamı)
PYSA, DMRSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DMRSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DSSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
DSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DSSSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
DSSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DXSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DXSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, NTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
NTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, GNTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
GNTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
MSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, MSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
MTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, MTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
68
68
68
68
69
69
69
69
131.882
0.27473
0.28640
0.75193
578.193
0.00495
0.29095
0.74856
567.169
0.00543
156.162
0.21781
200.153
0.14363
202.463
0.14055
0.13380
0.87501
0.40877
0.66619
166.943
0.19645
143.213
0.24635
130.890
0.27725
385.433
0.02627
0.09261
0.91167
210.922
0.12969
104
GSYİH Oranlanmamış Seriler İçin Sonuçlar
Tablo 3.19. İki Serili Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Örnek: 1991Q1 2009Q3
Gecikme: 4
H0 Hipotezi
Sonuç
GNTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, GNTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
MTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, MTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DGHSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DGHSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DGMSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DGMSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DMRSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA DMRSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
DMSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DMSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DMSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DMSSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DNTSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DNTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DNXSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DNXSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
Gözlem F- İstatistiği
67
67
66
66
66
66
66
66
66
Olasılık
0.97070
0.43059
250.115
0.05216
122.333
0.31089
154.504
1.2E-08
0.24614
0.91084
179.821
0.14179
0.13181
0.97011
165.069
0.17415
0.50082
0.73520
262.808
0.04370
0.14216
0.96573
248.915
0.05327
245.013
0.05632
376.571
0.00871
0.29007
0.88325
206.035
0.09802
0.75145
0.56118
381.847
0.00809
105
Tablo 3.19. (Devamı)
DSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DSSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DSSSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DSSSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
DXSA, PYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
PYSA, DXSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
DDYSA, GNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
66
66
66
66
GNTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
DDYSA, MTSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
MTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
DDYSA, DGMSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
66
67
DGMSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
DDYSA, DMRSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
67
DMRSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret
DDYSA, DMSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DMSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DDYSA, DMSSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
67
67
DMSSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
DDYSA, DNTSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
67
DNTSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret
DDYSA, DNXSA’ nın Nedenseli Değildir Kabul
DNXSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir Ret
67
113.837
0.34775
250.212
0.05229
0.45903
0.76543
428.270
0.00424
176.902
0.14770
399.048
0.00636
0.80031
0.53003
122.292
0.31127
315.287
7.4E-14
329.346
0.01695
0.79588
0.53273
228.596
0.07092
0.51031
0.72834
396.474
0.00653
0.97467
0.42846
206.133
0.09763
0.16604
0.95477
818.491
2.6E-05
159.057
0.18899
253.214
0.04990
203.354
0.10155
499.448
0.00158
106
Tablo 3.19. (Devamı)
DDYSA, DSSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DSSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DDYSA, DSSSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DSSSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Ret
DDYSA, DXSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
DXSA, DDYSA’ nın Nedenseli Değildir
Kabul
67
67
67
156.158
0.19671
224.546
0.07514
0.86442
0.49082
326.402
0.01755
102.262
0.40332
143.715
0.23328
3.2.5. Sermaye Hareketlerinin Türkiye Ekonomisi ve Büyüme’ye Etkileri
3.2.5.1. Portföy Yatırımları ve Cari İşlemler Dengesi
Portföy Yatırımları (PYSA) ile cari işlemler dengesi (NXSA) arasında tek yönlü
bir ilişki vardır. GSYİH’ya oranlanmamış seride de görüldüğü gibi PYSA’dan,
NXSA’ya doğru % 95 olasılıklı Granger nedensellik söz konusudur (Tablo 3.19). Grafik
1’e baktığımızda da portföy yatırımlarıyla cari işlemler dengesi arasında güçlü bir
ilişkinin olduğunu görebiliriz. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi sonrası, cari
açıkları kapatabilmek için yüksek reel faiz ve yüksek döviz kuru araçları kullanılarak,
portföy yatırımları içerisinde yer alan kısa vadeli sıcak para girişleri uyarılmıştır.
Grafikten de görüldüğü gibi portföy yatırımlarının giriş yaptığı dönemlerde cari açıklar
azalmış, çıkış yaptığı dönemlerde ise artmıştır. Kısacası portföy yatırımlarına ekonomik
büyümeyi sağlamak için değil, cari açıkları kapatabilmek için başvurulmuştur. Ayrıca
kısa vadeli kredilerin yüksek miktarda tutan faiz geri ödemeleri cari açıkları daha da
artırmıştır.
107
Grafik 1: Cari Açık ve Portföy Yatırımları Arasındaki İlişki
3.2.5.1.1. Portföy Yatırımları, Doğrudan Yatırımlar ve Cari İşlemler Dengesi
Bu duruma grafik 1.1’de görüldüğü gibi doğrudan yatırımları da dâhil
ettiğimizde görüyoruz ki, izlenen politikalar sonucu doğrudan yabancı sermaye
yatırımları 1992 yılından 2004 yılına kadar çok yetersiz kalmış ve sabit bir seyir
izlemiştir.2004 sonrası özelleştirmeler, şirket birleşmeleri ve edinimler şeklinde,
Doğrudan yabancı sermaye ( DY) girişleri artmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak
2006 yılından sonra yabancı sermaye içinde portföy yatırımlarının oranı yüzde olarak
düşmüş ve bir süre rahatlamaya yol açmıştır. Hazine verilerine göre 2006 yılında
birleşmeler ve edinimler biçiminde giriş yapan DY’ ların sadece % 6 gibi küçük bir
kısmı ticarete konu olan sektörlere (sanayi ve tarım ) yönelmiştir. Geriye kalan % 94 ise
ithal ikamesi ve ihracat ile ilgisi çok zayıf olan (örneğin bankacılık, sigortacılık ve
alışveriş merkezleri gibi ) hizmetler sektöründeki şirket alımlarına ve gayrimenkul
edinimlerine gitmiştir. Reel üretime yönelmeyen bu tür yatırımların ise ekonomik
büyümeye katkısı oldukça düşük olacaktır. Nitekim reel üretim sektörlerine yönelik
gelmeyen doğrudan yatırımlar ve günü kurtarmaya yönelik elde edilen portföy
yatırımları içindeki sıcak para girişleri o an için cari açıkları (NXSA) kapatsa dahi kalıcı
bir çözüm üretmemektedir.
108
Grafik 1.1. Cari Açıkların Portföy Yatırımları ve Doğrudan Yatırımlarla İlişkisi
3.2.5.2. Portföy Yatırımları ve Toplam Yurtiçi Tasarruflar
Portföy yatırımları (PYSA ) ile toplam yurtiçi tasarruflar (SSA ) arasında tek
yönlü bir ilişki vardır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya oranlanmış seride de görüldüğü gibi
PYSA, DSSA’ nın % 95 olasılıklı Granger nedenselidir (Tablo 3.18). Cari işlemler
bölümünde de değinmiş olduğumuz gibi yüksek reel faiz ve değerli döviz kuru araçları
kullanılarak sağlanan, kısa vadeli yoğun sıcak para girişleri, tüketimi ve cari açığı
artırdığından, yurtiçi tasarrufların düşmesine neden olmaktadır. Yurtiçi tasarrufların
önemli bir bölümü, aşırı dış borçlanmayla beraber faiz ödemelerinin yükünün
artmasından dolayı, yurt dışına transferleri finanse etmek için kullanılmaktadır. Grafik
2’de bunu doğrulamaktadır.
109
Grafik 2. Portföy Yatırımlarının, Toplam Yurtiçi Tasarruflara Etkisi
Portföy yatırım girişlerinin azaldığı dönemlerde toplam yurtiçi tasarruflar artmış,
girişlerin arttığı dönemlerde ise yurtiçi tasarruflar azalmıştır. Talebin artması yönünde
baskı yapan bir başka önemli faktörde, özel bankaların kredi stoklarındaki büyüme
oranının
mevduatlarındaki
büyüme
oranından
yüksek
olmasıdır.
Bankaların
stoklarındaki büyüme büyük oranda tüketici ve konut kredisi dağıtmalarını sağlamış ve
toplam yurtiçi tasarrufları olumsuz olarak etkilemiştir. Bilindiği gibi yatırımların, bir
başka deyişle büyümenin kaynağı tasarruflardır. Tasarrufların düşmesi yatırımları
azalttığından, ekonomik büyümeyi de yavaşlatacaktır.
3.2.5.3. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye ve Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımları
Kısa vadeli sermaye akımlarını motive eden temel faktör reel yatırımlar değil,
rantiyelerin spekülatif faaliyetleridir. Spekülatif sermaye girişleri ile yükselen faiz
oranları reel yatırımları düşürmekte ve ülke parasının yabancı paralar karşısında değer
kazanması, göreceli fiyatlarda ticarete konu olmayan sektörler lehine bir değişim
yaratmaktadır.1980’den itibaren izlenen politikalar sonucu Türkiye’de ticarete konu
olan sektörlerde özel yatırımlar azalmaktadır. Ve ticarete konu olmayan malların
110
fiyatlarındaki değişime paralel olarak yatırımlar bu sektörlere doğru kaymaktadır.
Grafik 3’tede görüldüğü gibi kısa vadeli sermaye akımlarındaki çok sert iniş çıkışlara
rağmen sabit sermaye yatırımlarını pek etkilememektedir. Sabit yatırımlar sabit bir seyir
izliyor gözükmesine rağmen reel üretimdeki eksilmenin yerini, ticarete konu olmayan
yatırımların almasından dolayı yatırımlar durağanmış gibi gözükmektedir. Grafikte
(SSSA) gayri safi sabit sermaye yatırımları, (STSA) ise kısa vadeli yabancı sermaye
yatırımlarını ifade etmektedir. Reel üretimin düşmesi ise ekonomik büyümenin
yavaşlamasına, hatta eksi değerlere düşmesine neden olmaktadır.
40
35
30
25
20
15
STSA
10
SSSA
5
2009Q1
2008Q1
2007Q1
2006Q1
2005Q1
2004Q1
2003Q1
2002Q1
2001Q1
2000Q1
1999Q1
1998Q1
1997Q1
1996Q1
1995Q1
-10
1994Q1
-5
1993Q1
0
-15
Grafik 3. Kısa Vadeli Yabancı Sermayenin, Gayri Safi Sabit Sermaye Yatırımlarına
Etkisi
3.2.5.4. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla ve Cari İşlem
Dengesi
Portföy yatırımları ve cari işlem dengesi anlatılırken anlatıldığı gibi yüksek reel
faiz ve değerli döviz kuru araçları kullanılarak elde edilen kısa vadeli sermaye cari
açıkların daha da artmasına neden olmaktaydı. Kısa vadeli yabancı sermaye hareketleri
GSYİH’yıda etkilemesine rağmen, bu etkilenmeler küçük dalgalar şeklinde olmaktadır.
Sermaye girişlerinin olduğu dönemlerde GSYİH hafif yukarı doğru dalgalanmakta,
111
çıkışlarda ise biraz düşüşlere sebebiyet vermektedir. Bu durumu grafik 4’te
görmekteyiz.
60
40
20
2009Q1
2008Q1
2007Q1
2006Q1
2005Q1
2004Q1
2003Q1
2002Q1
2001Q1
2000Q1
1999Q1
1998Q1
1997Q1
1996Q1
1995Q1
1994Q1
-20
1993Q1
0
-40
NXSA
STSA
GSYİH
-60
-80
-100
-120
Grafik 4: Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, GSYİH ve Cari Açıklar Arasındaki İlişki
3.2.5.5. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye, Özel Kesim Nihai tüketimi ve Tüketim Malı
İthalatı
Yüksek miktarlarda kısa vadeli spekülatif sermaye girişleri (STSA) sonucunda ülke
parasının değer kazanması nedeniyle yurtiçi tüketim artmaktadır. Türkiye de özellikle
1990 sonrası bankaların ellerinde büyük kredi stokları birikmiş ve mevduatlarının
üzerine çıkmıştır. Bankalar bu stokları eritebilmek için yoğun bir şekilde tüketici ve
konut kredisi vererek stokları eritme yoluna gitmişlerdir. Bu ise özel kesim tüketim
harcamalarının (NTSA) daha da artmasına yol açmıştır. İç tüketim harcamalarındaki en
küçük artış ise yüksek döviz kuru nedeniyle ucuzlayan tüketim malı ithalatında daha
büyük artışlara sebebiyet vermiş ve tüketim malı ithalatının (MTSA), toplam ithalat
harcamaları içinde hızla yükselmesine yol açmıştır (grafik 5). Bu ise zaten yetersiz olan
yurtiçi tasarrufların azalmasına, yatırımlara gitmesi gereken sermayenin ise yurt dışına
çıkmasına yol açmakta ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemektedir.
112
100%
80%
60%
40%
2009Q1
2008Q1
2007Q1
2006Q1
2005Q1
2004Q1
2003Q1
2002Q1
2001Q1
2000Q1
1999Q1
1998Q1
-40%
1997Q1
-20%
1996Q1
NTSA
1995Q1
0%
1994Q1
MTSA
1993Q1
20%
STSA
-60%
-80%
-100%
Grafik 5: Kısa vadeli yabancı sermaye, Özel kesim nihai tüketimi ve Tüketim malı
ithalatı arasındaki ilişki
113
SONUÇ
Bu araştırmada, GOÜ’e ve Türkiye ekonomisine yönelik sermaye hareketlerinin
ekonomi üzerindeki etkileri, uluslararası sermaye hareketlerini etkileyen faktörler,
sermaye hareketlerinin dünya üzerindeki dağılımları ve tarihsel gelişimi, nedenleri ve
etkileri incelenmiştir. Araştırma üç bölümden oluşmuştur. İlk bölüm, yabancı sermaye
çeşitleri ve bunlara ilişkin tanımlamaları içermekte; ikinci bölüm, sermaye
hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkileri, uluslararası sermaye hareketlerini etkileyen
faktörler, uluslararası sermaye hareketlerinin dünya üzerindeki dağılımları ve uluslar
arası sermaye hareketlerinin Türkiye’nin ekonomik büyümesine etkilerini ele
almaktadır. Son bölümde ise Türkiye’de uluslararası sermaye hareketlerinin tarihsel
gelişimi ve uluslar arası sermaye hareketlerinin Türkiye ekonomisinde ekonomik
büyümeye etkilerinin sınanmasına yönelik yapılan ekonometrik uygulamalar ve
değerlendirmelerden oluşmaktadır.
1973 yılının mart ayında birçok ülkenin paralarını dalgalanmaya bırakması ile
birlikte Bretton Woods sistemi yıkılmış ve uluslar arası finansal sistemde serbestleşme
ve sermaye hareketlerinde liberalleşme başlamıştır. Özellikle 1990’lı yıllarda hız
kazanan finansal piyasalardaki küreselleşme olgusu dünya ticaretinin çok üzerinde para
hareketlerine neden olmuş ve gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları önemli
ölçüde artmıştır. Fakat 1990’lı yıllardan sonraki bu sermaye akımları spekülatif nitelikli
sıcak para şeklinde gelişmekte olan piyasalara giriş yapmıştır. Yoğun şekilde giriş
yapan bu sermaye türü ilk etapta kamu harcamalarının daha rahat finansmanını
sağlayarak, tüketim ve yatırımı arttırmak suretiyle büyümeyi olumlu yönde etkilese de,
herhangi bir olumsuzluk durumunda yoğun bir şekilde çıkış yaparak, özellikle
gelişmekte olan ülkelerin kırılganlıklarını arttırmış ve dünya ekonomilerini tekrarlanan
krizlere sürüklemiştir.
Gelişmekte olan ülkeler içerisinde sermaye hareketlerinden en karlı çıkan ülkeler
doğu asaya ülkeleri olmuştur. Bu ülkeler spekülatif nitelikli sermayeden çok, doğrudan
yatırım şeklinde yabancı sermaye yatırımlarını çekerek hızlı bir şekilde büyümeyi
başarmışlardır. Özellikle Çin ve Hong-Kong yabancı sermayeyi çekmede oldukça
başarılı olmuşlardır. Türkiye ise ancak GSYİH’nın % 0,8’i kadar DY çekebilmiştir.
114
Türkiye’nin sermaye giriş kanallarına bakıldığında doğrudan yatırımlara ait
payın düşük kaldığı, sermaye girişlerinin büyük bir bölümünün spekülatif nitelikli kısa
vadeli yabancı sermayeden oluştuğu görülmektedir. Nitekim 1980 sonrası yabancı
sermayenin, milli gelire oranı artmış olmasına rağmen, büyüme hızı düşmektedir.
Bunda sermaye girişlerinin % 80-90’nının borç yaratan öğelerden oluşmasının payı
büyüktür. Borç yaratan öğelerin ise yüksek faizli olması, dış borç faiz yükünü arttırarak,
giriş yapan sermayenin yatırım yerine, dış borç ve faiz ödemelerine gitmesine neden
olmaktadır. Ayrıca spekülatif nitelikli sıcak para açık veren sektörlere (kamu) ve ithalat
harcamalarının finansmanında kullanılarak cari harcamalara yönelmiş veya yerli
bankalar aracılığıyla kredi kullanımında kullanılmıştır. Bu durum ise toplam talepte
artışlara yol açmıştır. Fakat bu talep artışı reel sektör yerine, ticarete konu olmayan
sektörlerde yatırım artışına yol açmıştır. Kısacası yetersiz tasarruflar nedeniyle birkaç
yılık istisna dışında dış kaynak kullanılmıştır. Bu durum tasarruflardan daha yüksek bir
oranda yatırım yapma olanağı sağlamıştır. Kısacası dışarıdan kaynak bulunabildiği
ölçüde büyüme mümkün olabilmekte dışarıya kaynak transferi yapıldığında ise krize
girilmektedir.
Türkiye ekonomisinin tarihsel gelişimi 1980 öncesi dönem ve 1980 sonrası
dönem olarak incelenmiştir.1980 öncesinde, ithal ikameci bir üretim ön plana çıkmış ve
yapı üzerinde, korumacı dış ticaret politikası uygulanmıştır. Dışa kapalı bir ekonomik
yapı üzerinde, resmi kurumlar aracılığıyla sınırlı miktarlarda sermaye girişleri olmuştur.
Bununla birlikte bu dönemdeki sermayenin çoğu doğrudan yatırım şeklinde gelmiş ve
Türkiye’de birçok ekonomik sektörün kurulmasına öncülük etmişlerdir.1980 sonrası
ise,24 ocak kararları ile dışa açık bir ekonomi ve serbest dış ticaret politikası
benimsenmiştir.1989 yılına kadar cari işlemler bilançosu serbestleştirilmiş ve 32 sayılı
Kanun
Hükmünde
kararname
ile
sermaye
hareketlerinde
serbestleşmeye
gidilmiştir.1990’lı yıllarda, Türkiye ekonomisi, diğer GOÜ’lerde olduğu gibi spekülatif
nitelikli yoğun sermaye giriş ve çıkışlarına sahne olmuştur.
Uluslararası sermaye hareketlerinin Türkiye ekonomisindeki yeri ve ekonomik
büyümeye olan etkileri, son bölümde sunulmuştur. Türkiye oldukça liberal sermaye
mevzuatı, yüksek reel faiz ve yüksek hisse senedi getirilerine rağmen, sermaye
hareketlerinden yeterince yaralanamamıştır. 1980 sonrası sermaye girişlerinin
yetersizliği sıkça uygulanan seçim ekonomisi sonucu oluşan ekonomik ve siyasi
115
istikrarsızlıklardan ve yapısal sorunların çözümünü sürekli ileriye atan kısa vadeli
politikalardan kaynaklanmıştır.
1950-1990 arası dönemde Türkiye, her on yılda bir krize ve IMF istikrara
programları ile 2-3 yıl süren stagflasyon dönemi sonucu krizi atlatarak tekrar büyüme
sürecine girmiştir.1990 ve 2000’li yıllarda finansal krizler ortalama her üç yılda bir
(1991,1994,1997-1998,2001 ve 2008) yaşanmış ve 1-2 yıl sürmüştür. Fakat 2008
krizinin etkisi diğer krizlere göre daha ağır olmuş ve hala devam etmektedir. Sermaye
hareketleri serbestleştirilirken, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların devam etmesi ve
yapısal sorunların çözümünün sağlanamaması nedeniyle finansal krizlere yakalanma
sayısı artmıştır. Yerli ve yabancı yatırımcıların ulusal ekonomiye spekülatif amaçlı
sermaye girişi sağlaması, kısa vadeli dış borçların birikmesine ve ulusal ekonomilerin
küçük şoklara bile duyarlı hale gelmesine yol açmıştır. Türkiye ekonomisinde sermaye
hareketlerinin büyük bir bölümü kısa vadeli spekülatif amaçlı fonlardan (KVSH ve PY)
oluşmuş ve ardışık yıllarda farklı eğilimler göstererek istikrarsız bir tablo çizmiştir.
Yüksek reel faizler, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, doğrudan yatırımları
dışlamıştır.
Türkiye ekonomisi için sermaye hareketlerinin hangi unsurlardan etkilendiği ve
bu sermaye türlerinin ekonomik büyümeyi ne yönde etkilediğinin araştırılması için
doğrudan yatırımlar (DYSA), cari işlemler dengesi (NXSA), ara malı ithalatı (MRSA),
gayri safi sabit sermaye yatırımları (SSSA), toplam yurtiçi tasarruflar (SSA),
ihracat(XSA), sermaye malı ithalatı (MSSA), özel kesim tüketimi (NTSA), devletin
nihai tüketimi (GNTSA), portföy yatırımları(PYSA), ithalat (MSA), ve tüketim malı
ithalatı (MTSA) değişkenleri seçilmiştir. SH ile belirleyicileri arasındaki nedensellik
hemen hemen teorik beklentileri desteklemiştir.
Sermaye hareketlerinin ekonomik büyümeye ne denli etkili olduğu sorusu,
sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkilerinin araştırılmasında temel alınmıştır.
Ekonometrik çalışma konusu, bu temel soru doğrultusunda oluşturulan hipotezlerin
sınanmasını içermiştir.
Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisi, Granger nedensellik yöntemine göre
araştırılmıştır. PYSA ile SSSA arasında hem GSYİH’ya oranlanmış, hem de GSYİH’ya
116
oranlanmamış serilerde, tek yönlü, fakat güçlü bir ilişki bulunmuştur. Bu sonuç yetersiz
yurtiçi tasarruflara rağmen, gayri safi sabit sermaye yatırımlarının, portföy yatırım
girişleri ile desteklendiğini göstermektedir. Sabit sermaye oluşumu PYSA’nın giriş
dönemlerinde artmış, çıkış dönemlerinde ise azalmıştır. Ayrıca bankalar tarafından
yoğun şekilde girişi sağlanan PYSA içindeki spekülatif nitelikli kısa vadeli sermaye,
bankaların kredi olanaklarını artırmış, bol miktarda dağıtılan tüketici ve konut kredileri
ise toplam talep artışını tetiklemiştir. Buna değerli ulusal para nedeniyle ithal mallarının
fiyatlarının düşmesi de eklenince ithalat aşırı derecede artmış ve ihracatın, ithalatı
karşılama oranı düşmüştür. Bütün bu olumsuzluklar PYSA içindeki spekülatif nitelikli
yoğun sermaye girişlerine bağımlılığı arttırarak,
cari dengeyi daha da bozmuştur.
Kısacası faiz ve döviz kuru arasındaki dengesizlikten kaynaklanan arbitraj öğesine
dayanan sermaye girişi, faiz oranlarının devamlı olarak yüksek, döviz kurunun ise
değerli olmasını gerektirmekte, bu ise ulusal ekonominin gerek iç gerekse dış
dengelerinin daha da bozulmasına yol açmaktadır.
Bu gelişmeler sonucunda sermaye akımlarının ulusal ekonomiler üzerindeki
etkileri yoğun olarak tartışılmaya başlanmış, yoğun bir şekilde GOÜ ekonomilerine
giriş yapan spekülatif nitelikli bu sermaye hareketlerinin ekonomik krizlerin en önemli
nedeni olduğu görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bununla birlikte bu tür sermaye
akımlarının kontrolü ve bu kontrolün nasıl gerçekleştirileceği tartışılmaya başlamıştır.
117
KAYNAKÇA
Acaravcı, Ali (2000), “Uluslararası Sermaye Hareketleri ve Türkiye Ekonomisi Üzerine
Etkileri”, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Eylül 2000,ADANA.
Agarwal, Jamuna. P. ; Gubitz, Andrea; Nunnenkamp Peter (1991) ,Foreign Direct
Investment in Developing Countries The Case of Germany, Tubingen,
Kieler Studien.
Aizenman, Joshua; Yİ Sang-Seung, (1997), “Controlled Opennes and Foreign Direct
Investment”, NBER Working Paper Series, No:6123, 1-20.
Akdiş, Muhammet (1998), “Dünya’da ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve
Beklentiler”, YASED Yayınları No:33,1998.
Akdiş, Muhammed (2004), “Kısa Vadeli Sermayenin Yol Açtığı Finansal Krizler ve Bu
krizleri Önlemede Kullanılabilecek Araçlar: Tobin Vergisi”, Active
Bankacılık ve Finans Dergisi, S.36, 36-48,İstanbul.
Akyüz, Y. ve Boratav, K. (2003) “The Making of the Turkish Crises” ,World
Development, 31(9), 1549-1566.
Arın, T. (1999), “Financial Markets and Globalization on Turkey”, Topics In Middle
Eastern and North African Economies, New york.
http://www.gsb.luc.edu/depts/economies/meea/volume1/arîn.html.
(24.06.2009).
Asıedu, Elizabeth (2002), “On The Determinats of Foreign Direct Investment to
Developing Countries: Is Africa Different?”, World Development, 30,
107-119.
Bağımsız Sosyal Bilimciler (2008), 2008 Kuşağında Türkiye, Siyaset İktisat ve Toplum,
İstanbul: Yordam Kitap Basım ve Yayın Ticaret Ltd. Şti.
Batmaz, Nihat; Tunca, Halil (2005), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları, (1.Baskı),
İstanbul: Beta Basım Dağıtım A.Ş, Mayıs 2005.
Bengoa, Marta; Sanchez-Robles, Blanca (2003), “Foreign Direct Investment Economic
Freedom and Growth: New Evidence from Latin America”, Europen
Journal of Political Economy,19, 529-545.
118
Berksoy, Taner; Doğruel A.S.(1989), Türkiye’de Yabancı Sermaye, Türkiye Sosyal
Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı.
Blonigen, Bruce. A; Tomlin, Kasaundra; Wilson, Wesley. W. (2002), “Tariff-Jumping
FDI and Domestic Firms Profits”, NBER Working paper Series,
No:9027, 1-33.
Blomström, Magnus (1991), “Host Country Benefits of Foreign Investment”, NBER
Working paper, No:3615, 1-35
Blomström, Magnus; Kokko, Ari (1996), “The Impact of Foreign Investment on Host
Countries: A Review of the Empricial Evidence”, NBER Working paper,
1–36.
Boratav, Korkut (1988), Türkiye İktisat Tarihi,1908-1985, İstanbul: Gerçek Yayınevi.
Boratav, Korkut (1994), “İktisadi Kriz ve Değişim Dinamikleri”, İktisat Dergisi, S.351,
17-18.
Boratav, Korkut; Oktar, Türel ve Erinç, Yeldan (1996), “Dilemmas of Structural Adjustment and Environmental Policies Under Instability: Post-1980 Turkey”,
World Development, 24(2), 373-393.
Boratav, Korkut (2001), “Finansal Kriz IMF’nin Eseridir”, Ankara Üniversitesi, SBF;
teksir.
Boratav, Korkut (2001), “2000-2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, İktisat İşletme ve
Finans, S.186, 7-18.
Boratav, Korkut (2004), Yeni Dünya Düzeni Nereye? (2.Baskı),İstanbul: İmge Kitabevi
Yayınları, Aralık 2004.
Borensztein E.vd, (1998), “How Does Foreign Direct Investment Affect Economic
Growth”, Journel of International Economics,45, 115–135.
Branstetter, Lee (2000), “Is Foreign Direct Investment A Channel of Knowledge
Spıllovers? Evidence from Japan’s FDI in the United States”, NBER
Working Paper Series, No:8015, 1-38.
Chakrabarti, Avik (1998), “Foreign Direct Investment and Host Country Interaction: A
Strategic Aproach”, The Michigan University, PhD Thesis, 1-119.
Chakrabarti, Avik (2001), “The Determinats of Foreign Direct Investments: Sensitivity
Analyses of Cross-Country Regressions”, Kyklos,54, 89-113.
Chakrabarti, Avik (2003), “A Theory of the Spatial Distribution of Foreign Direct
Investment”, International Rewiev of Economics and Finance, 12,149169.
119
Cihan, Ömer (2005), “Gelişmekte olan ülkelere ve Türkiye’ye yönelik kısa vadeli
sermaye hareketleri”, Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü, Hazine
Uzmanlık Tezi, Şubat 2005, Ankara, Erişim:http://www.hazder2.google
Pages.com/OmerCihan Tez Sermaye Hareketleri.pdf./ ,Temmuz,2009
Cizre-Sakallıoğlu, Ümit ve Erinç Yeldan (2000) “Politics, Society and Financial Liber alization: Turkey in the 1990s”, Development and Change, 31(1) :ss 481508.
Cömert, Faruk (1998), “Yabancı Sermayenin Dünü Bugünü ve Geleceği”, Hazine
Dergisi; S.12, ss 1–25, Ekim, 1998.
Çalışkan, Özgür (2003), “Dünya Yatırım Raporu–2002 Çerçevesinde Doğrudan
Yabancı Yatırımlar Üzerine Değerlendirmeler”, Dış Ticaret Dergisi,
S.27,80-106, Ankara.
Das, Satya. P. (2002), “Foreign Direct Investment and The Relative Wage in a
Developing Economy”, Journal of Development Economics,67, pp.5577.
DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) (2000), Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Özel
İhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı,
Ankara.Erişim:http://ekutup.dpt.gov.tr/yabancıs/otk532.pdf.(19.05.2009).
Emil, Dilek (2003), “Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze İzlenen Yabancı Sermaye
Politikaları”, Hazine Dergisi, 80.Yıl Özel Sayısı, ss 113–123.
Enders, Walter (1995), Applied Econometric Time Series, USA: John Wiley&Sons, Inc.
Eren, Ercan; Bildirici, Melike (2001), “Türkiye’de Siyasal ve İktisadi İstikrarsızlık
1980–2001”, İşletme ve Finans Dergisi, S.187, ss 27–43.
Ertek, Tümay (1996), Ekonometriye Giriş (2.Baskı),İstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım A.Ş.
Esen, Oğuz,(1998), “Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanan Finansal Serbestleşme
Programlarına Eleştirel Bir Yaklaşım”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi,
S.145,Nisan 1998.
Gebhard, Kirchgassner ve Jürgen, Wolters, (2007), Introduction to Modern Time Series
Analysis, Springer.
Gövdere, Bekir (2003), “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Belirleyicilerinin
Günümüzdeki Geçerliliği”, Dış Ticaret Dergisi, S. 28, 26-42,Ankara.
Gujarati, Damodar (1999), Temel Ekonometri, (1.Baskı), Çevirenler: Ümit Şenesen ve
Gülay Günlük Şenesen, İstanbul: Literatür Yayıncılık.
120
Günçavdı, Öner; Michael, Bleaney and Andrew, Mckay (1999), “The Response of
Private Investment to Structural Adjustment –A Case Study of Turkey”,
Journal of International Development, Vol.2, 221–239.
Gürlesel, Can Fuat (2003). “Sıcak para nasıl önlenir”,
www.eso.es.net (Erişim:29.08.2009).
Hazine Dergisi (1998), “75.Yıl Özel Sayısı”.
Hazine Müsteşarlığı, 2007 Yıllık Rapor, 8.
Hiç, Mükerrem (1975), Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, İstanbul Üniversitesi
Yayınları No:372, İktisat Fakültesi No:2143,İstanbul.
Işığıçok, Erkan (1994), Zaman Serilerinde Nedensellik Çözümlemesi, Uludağ
Üniversitesi
Güçlendirme
Vakfı
Yayın
No:94,
Bursa:
Uludağ
Üniversitesi Basımevi.
Iversan, Carl (1967), “Aspects of Theory of International Capital Movements”,
Newyork, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, ss 97, Ağustos 2002.
Karluk, S. Rıdvan (1983), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, İstanbul Ticaret
Odası Ekonomik Yayınları Dizisi No:13.
Karluk, S.Rıdvan (2004), “Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının
EkonomikBüyüme’ye OlanKatkısı”,
Erişim:http://www.tcmb.gov.tr/,Mayıs,2009.
Karluk, S. Rıdvan (2007), “Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik
Büyüme’ye Katkısı”, Ekonomik İstikrar, Büyüme ve Yabancı Sermaye
Paneli, Erişim:http://www.tcmb.gov.tr/ ,Temmuz,2009.
Karluk, Rıdvan (2007), Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde
Yapısal Dönüşüm (11.Baskı), İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
Kazgan, Gülten (1988), Ekonomide Dışa Açık Büyüme, İstanbul: Altın Kitaplar
Yayınevi.
Kazgan, Gülten (1995), Yeni Ekonomik Düzen’de Türkiye’nin Yeri (2.Baskı), İstanbul:
Altın Kitaplar Yayınevi.
Kepenek, Yakup ve Nurhan Yentürk (1997), Türkiye Ekonomisi (9.Baskı), İstanbul:
Remzi Kitabevi.
Kepenek, Yakup ve Nurhan Yentürk (2000), Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
Keyder, Nur (1996), Para Teori-Politika-Uygulama (5.Baskı), Ankara: Bizim Büro
Basımevi.
121
Kingleberger, Charles P.(1965), International Short-term Capital Movements Reprints
of Economic Classics, New York.
Kirmanoğlu, H.ve Ö.Özçiçek (1999), “The Effect of Short-term Capital Inflows on the
Turkish Economy”, Yapı Kredi Economic Review, 10(1), 27-34.
Komiya,R.R.Wakasagi
(1991),
“Annuals
of
The
American
Academy
of
Political&Sciences,Jan, Erişim:http://ebscohost.com,08 Ekim 2009.
Kont, B. (1998), Sermaye Girişleri ve Makroekonomik Etkileri: Türkiye Deneyimi
(1990-1996), İktisat Politikası, İstanbul: Alfa Basımevi, 635-739.
Kruger, A.O. (1987), “Debt, Capital Flows, and LDC Growth”, The American
Economic Review, Vol.77, 159-164.
Krugman, Paul. R and Maurice Obstfeld (1994), International Economics: Theory and
Policy, Harper Collins, Third Edition, Copyright 1994, 100-101.
Larudee, Mehrene; Tim, Koechlin (1999), “Wages, Productivity and Foreign Direct
Inveestment Flows”, Journal of Economics Issues, VOL. XXXIII, No.2.
Lipsey, Robert. E. (2002), “Home and Host Country Effects of FDI”, NBER Working
paper, No:9293, 1-78.
Markusen, James. R; Venables, Anthony. J. (1996), “Multinational Production, Skilled
Labor and Real Wages”, NBER Working Papers Series, No:5438, 1-38.
McKinnon, Ronald. L. (1973), “Optimum Currency Areas”, American Economic
Review American Economic Association Business Office;161.
Moran, Theodere. H.(1985), Multinational Corporation: The Political Economy of
Foreign Direct Investment, Lexington Boks, D.C.Heathand Company.
Morisset, Jacques; Pirnia, Nede (2001), How Tax Policy and Incentives Affect Foreign,
Direct İnvestment Erişim: 69-101, Eylül, 2009.
Muti J. ;Grubert H.(2004), Empricial Asymmetries in Foreign Direct Investment and
Taxation, Journal of International Economics, 62, 337-358.
Nurse, Ranger (1964), Az Gelişmiş Ülkelerde Sermaye Teşekkülü, Çeviren: Şevki Adalı,
Yöneten: Yüksel Ülken, İktisat Teorisi Kitaplığı, Seri No.1,Yayınevi:
Menteş Kitabevi, İstanbul.
Öniş, Ziya ve Ahmet. F.Baysan (1999) “Neoliberal Globalisation, the Nation –State
and Financial Crises in the Semi-Periphery: A Comparative Analysis”,
Third World Qarterly, 21(1): 119-139.
Örnek, İbrahim (2005), “Yabancı Sermaye Akımlarının Yurtiçi Tasarruf ve Ekonomik
Büyüme Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği”, Ankara Üniversitesi SBF
122
Dergisi,
63-2.
Erişim:http://www.dergiler.ankara.edu.tr/dergiler./42/934/11648pdf.
Haziran, 2009.
Pcaheco-Lopez, Penelope (2004), “Foreign Direct Investment, Export and İmport in
Mexico”, Departmant of Economics, Keynes College, University of
Kent, Canterbury.
Razin, A. (2002), “FDI Contribution to Capital Flows and Investment in Capacity”,
National Bureau of Economic Research, Working Paper, No:9204.
Robert S. Pindyck ve Daniel L. Rubinfeld, (1998), Econometric Models and Economic
Forecast, McGrawHill
Rodrik, Dani ve Velasco, A.(1999), “Short Term Capital Flow”, NBER Working Paper,
7364, ss 352-369.
Rodrik,
Dani
(2004),
Getting
Institutions
Right,
Erişim:http//www.kgshome.
Harvard. Edu, Haziran,2009.
Seyidoğlu, Halil (1996), Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama, (11.Baskı),
İstanbul: Güzem Yayınları no.11.
Seyidoğlu, Halil (2007), Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama, (16.Baskı),
İstanbul: Güzem Can Yayınları no.22, İstanbul.
Sönmez, Sinan (1998), Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, (1.Baskı), Ankara: İmge
Kitabevi.
Shıh C.T.(1985), “A Methodology to Develop Country Risk for Foreign Investment”,
phD Thesis, The University of Texas, 1-125.
Singh, Harinder; Jun, Kwang. W.(1995), “Some New Evidence on Determinants of
Foreign Direct Investment in Developing Countries”, World Bank Policy
Research Working Paper, No:1531, 1-48.
Şahin, Hüseyin (1997), Türkiye Ekonomisi (4.Baskı), Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
Şenses, Fikret (1998), “Kriz, Dış Yardım ve Neoliberal Politikalar”, Toplum ve Bilim
S.77, ss 31–32.
Şimşek, M. (1997), “Türkiye’deki Yabancı Sermayenin Yurtiçi Tasarruflar Üzerindeki
Etkisi: Ampirik Bir Yaklaşım”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi (12),
25-37.
Taylor, Karl; Driffield, Nigel. (2005), Wage İnequality and The Role of Multinational:
Evidence from UK Panel data, Labour Economics, 12, 223-249.
TCMB,1989 Yıllık Bülteni.
123
TCMB, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, Üç Aylık Ve Yıllık Veriler, www.tcmb.gov.tr.
Tuncer, Baran (1968), Türkiye’de Yabancı Sermaye Sorunu, AÜ SBF Yayınları No:214,
Ankara.
TÜSİAD ve YASED(2004), “FDI Attractivenes of Turkey A Comparative Analysis”,
Erişim:http//www.tusiad.us/content/uploaded/Turkey-Foreign-DirectInvestment. Attractıvenespdf/, Temmuz,2009
UNCTAD, World Investment Report, (1991), The Triad in Foreign Direct Investment.
UNCTAD, World Investment Report,(1998).
UNCTAD, World Investment Report Overview,(2006).
UNCTAD, World Investment Report,(2008).
www.unctad.org
Uras, T.Güngör (1979), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, (1.Baskı), İstanbul:
Formül Matbaası.
Uygur, Ercan (2004), “Cari Açık Tartışmaları”, İktisat, İşletme ve Finans, S.222, 5–19.
YASED (1998), Dünyada ve Türkiye’de Sermaye Yatırımları ve Beklentiler, Yayın
No:33.
Yeldan, Erinç (1996) “Türkiye Ekonomisinde 1980-Sonrasında Gelir Bölüşümünü
Belirleyen Makroekonomik Süreçler”, İktisat Dergisi, No 359, 26-29.
Yeldan, Erinç (1999) “The Impact of Financial Liberalization and the Rise of the
Financial Rent On Income Inequalty: The Case of Turkey”, A. Cornia
(der.) Rising Income Inequaliyt and Poverty Reduction: Are They
Compatible? UN-WIDER.
Yeldan, Erinç (2006), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve
Büyüme, (12.Baskı), İstanbul: İletişim Yayınları 710.
Yentürk, Nurhan (2005), Körlerin Yürüyüşü: Türkiye Ekonomisi ve 1990 Sonrası
Krizler, (2.Baskı), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları (46).
Yılmaz, S. (1994), “Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Tasarrufa Duyulan İhtiyacın
Nedenleri”, Hazine ve Dış Ticaret Dergisi (20), 102-103.
Zee, Howell. H; Stotsky, Janet. G.; Ley, Eduardo (2002), Tax Incentives for Business
Investment:APrimer for Policy Makers in Developing Countries, World
Development, 30, 1501-1512.
Erişim:http//stats.unctad.org/FDI/Tableviewer.aspx,Ekim,2009.
Wong, Charng-Huey and Luis Carranza (1998), “Policy Respenses to External
Imbalances in Emerging Market Economies”, IMF Working Paper
124
WP/98/103.
Erişim:http://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/wp97103.pdf.,
Ağustos,2009.
125
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Adı Soyadı
: Cafer ELBİR
Doğum Yeri Ve Yılı
: Elazığ-1964
Adres
: Gazi Mh.1305 sok. Ateş apt. No: 17/1, Mersin.
Yabancı Dil
: İngilizce
E-mail
: [email protected]
ÖĞRENİM DURUMU
1991-2010
: Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İktisat Anabilim Dalı, Adana.
1982-1986
: Lisans, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi İktisat
Anabilim Dalı, Eskişehir.
1978-1981
: Çemişgezek Lisesi Çemişgezek, Tunceli.
İŞ TECRÜBESİ
2007-2009
: M.I. P (Mersin Limanı) Saha Planlamacı.
2004-2007
: Nata Gemi Acent. A.Ş Finans ve Operasyon Bölümü.
1997-2002
: Coca Cola A.Ş Ambar Sorumlusu ve Stok Kontrol.
1995-1997
: Coca Cola A.Ş Finans.
Download