EKONOMİK ANALİZ

advertisement
T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2776
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1734
EKONOMİK ANALİZ
Yazarlar
Prof.Dr. Erol KUTLU (Ünite 1, 6)
Yrd.Doç.Dr. Resul YAZICI (Ünite 2)
Yrd.Doç.Dr. Hasan İSLATİNCE (Ünite 3, 5)
Yrd.Doç.Dr. Zeynep ERDİNÇ (Ünite 4)
Prof.Dr. Bülent GÜNSOY (Ünite 7, 8)
Editör
Prof.Dr. Muharrem AFŞAR
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
i
www.hedefaof.com
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Copyright © 2013 by Anadolu University
All rights reserved
No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted
in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without
permission in writing from the University.
UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ
Genel Koordinatör
Doç.Dr. Müjgan Bozkaya
Genel Koordinatör Yardımcısı
Doç.Dr. Hasan Çalışkan
Öğretim Tasarımcıları
Yrd.Doç.Dr. Seçil Banar
Öğr.Gör.Dr. Mediha Tezcan
Grafik Tasarım Yönetmenleri
Prof. Tevfik Fikret Uçar
Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız
Öğr.Gör. Nilgün Salur
Kitap Koordinasyon Birimi
Uzm. Nermin Özgür
Kapak Düzeni
Prof. Tevfik Fikret Uçar
Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız
Grafikerler
Gülşah Karabulut
Özlem Ceylan
Dizgi
Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi
Ekonomik Analiz
ISBN
978-975-06-1450-7
1. Baskı
Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 3.000 adet basılmıştır.
ESKİŞEHİR, Ocak 2013
ii
www.hedefaof.com
İçindekiler
Önsöz
....
iv
1. Temel Ekonomik Kavramlar
..
2
2. Ekonominin İşleyiş Süreci
.
20
.............
48
.
68
....................
84
6. Döviz Piyasası ve Döviz Kuru........................................................................................
110
7. Ekonomik Konjoktür ve Yorumlanması........................................................................
130
8. Ekonominin Kamusal Boyutu........................................................................................
158
3. Milli Gelir Kavramları
4. Enflasyon ve Fiyat Endeksleri
5. Para ve Bankacılık
iii
www.hedefaof.com
Önsöz
Öncelikle iktisat ve ekonominin farklı dillerde ancak aynı anlama gelen iki kelime olduğunu
belirtmeliyim. Normal 4 yıllık lisans eğitiminde, olağan müfredat içinde eğitim alan bir iktisat öğrencisi
teorik ve pratik olarak ifade edilen yoğun bir eğitim sürecinden geçer. Bu eğitimin sonunda “İktisatçı”
(ekonomist) unvanını alır. Teorik eğitim; ekonomik olguları anlamamıza ve bu olguları açıklamakta pek
çok farklı bakış açısı olduğunu görmemizi sağlar. Pratik eğitim ise, teorik bilgimiz ışığında ekonomik
sorunlara çözüm yolları bulabilmemize yardımcı olur. Peki, burada şu soruyu soralım? Ekonomi sadece
iktisat ya da ekonomi öğrencilerini veya bu bağlamda sadece iktisatçıları mı ilgilendir? Sorunun
yanıtlanmasına ekonominin tanımını vererek başlayalım.
Ekonomi bir sosyal bilimdir. Bu bağlamda insanların ve toplumların ihtiyaçlarının karşılanmasını konu
almış bir bilim dalıdır. Ekonomi kıt kaynaklar ile sonsuz insan ihtiyaçlarını uyumlaştırmaya çalışan bir
bilim dalıdır. Bunun gibi birçok tanım yapılabilir. Fakat bunlar incelendiğinde ekonomiyle ilgili ortak
bazı özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz: Ekonomi toplum halinde yaşayan insanların ekonomik
faaliyetlerini ve bu yöndeki davranışlarını konu alan sosyal bir bilim dalıdır. İnsanların sınırsız kabul
edilen maddi ihtiyaçlarının karşılanması amacına yöneliktir. İnsanların ihtiyaçlarını karşılayan mal ve
hizmetler, sınırlı durumdaki üretim kaynaklarıyla üretilirler. Amaç kıt kaynakların kullanılmasından en
yüksek faydanın elde edilmesidir. Mevcut kaynak arzının artırılması bu kaynakların mal ve hizmet
üretiminde etkinliğinin artırılması ve kaynakların mülkiyetinin toplumda çeşitli kesimler arasında
dağılımında denge sağlanması amaçlar arasındadır.
Yukarıdaki özelliklerden anlaşılacağı gibi, ekonomi biliminin kapsamı oldukça geniştir. Hatta günümüzde
ekonomiyle ilişkisi bulunmayan insan ve toplum yoktur. Çünkü hepimiz bir ekonomik sistemin içinde
bulunuyoruz. Sabah kalkıp ise gidiyoruz, gazete sayfalarındaki iş ilanlarına başvuruyoruz. Akşam eve
giderken kendimiz ya da ailemiz için yiyecek bir şeyler satın alıyoruz. Ülkemizdeki işsizlik oranı
hepimizi etkiliyor, korkuyoruz ve beklide artık alışveriş merkezinde gördüğümüz o pahalı LCD TV’nin
pek de cazip olmadığını hissediyoruz. Bunun yanında enflasyon oranı yüksekse bu hepimizi etkiliyor.
Belki de kredi oranlarının düşmesi, ev satın alma planlarımızı öne çekiyor. Bunlar ve benzerleri doğrudan
ya da dolaylı ekonomi ile ilgili eylemlerdir. Ekonomi ülkemizdeki ve dünyadaki politik ve toplumsal
gelişmeleri kavramamızı ve fakirlik, azgelişmişlik, çevre gibi konulara duyarlı olmamızı sağlar. Ekonomi
sayesinde, hükümetlerin izlediği politikaları daha iyi anlarız.
Bilindiği gibi gerçekliğin kavramlar ve kavramların sistemli bir biçimde bir araya getirilmesi demek olan
teori aracılığıyla anlaşılabilmesi için, kullanılan kavramların içeriğini, oluşum sürecini bilmeye
ihtiyacımız var. Elinizdeki çalışma, ön lisansın belli bir alanında eğitim alan öğrencilere yönelik ve bu
anlamda bilinen “ekonomik analiz” kitaplarından içerik olarak farklı hazırlanmış bir kitaptır. Buradaki
amacımız öğrencilere ekonominin temel olarak ilgi alanının ne olduğunu vermek, günlük yaşamımızda
karşılaşılan temel ekonomik kavramların nasıl algılanması ve bazı ekonomik değişkenlerin nasıl
yorumlanması gerektiğini anlatmaktır. Bunun için temel ekonomi kavramlar ile tanımlar ve olgular ele
alınacaktır. Bu yönüyle ekonomik politikası uygulamalarının pratik hayatımıza etkilerinin daha iyi
algılanması hedeflenmektedir. Bununla birlikte siyasi ve ekonomik parametrelerin ışığında Türkiye
ekonomisini daha iyi yorumlanması sağlanacaktır. Bu bağlamda öğrencilere; ekonomik kavramları
öğrenmeleri, ekonominin mevcut durumunu analiz etmeye ve doğru kavramaya dönük birikimlerini
artırmaları hedeflenmektedir.
Elinizdeki kitap, yazımından tasarımına, grafikten, test araştırmasına ve dizgiye kadar uzun bir sürecin
sonunda oluşmuştur. Bu bağlamda birçok kişinin emeği bulunmaktadır. Öncelikle kitabın yazılması
olanağını sunan Anadolu Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Davut Aydın’a teşekkürü borç bilirim.
Ayrıca kitabın yazılmasındaki üstün çabalarından dolayı yazar arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
Bunun dışında süreç içinde yer alan bütün emeği geçenlere de teşekkürü borç bilirim. Başlangıcından
sonuna kadar bir çaba, özveri ve heyecanın ürünü olan kitabın bütün öğrencilerimize yararlı olmasını
diliyorum.
Editör
Prof.Dr. Muharrem AFŞAR
iv
www.hedefaof.com
www.hedefaof.com
1
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
İhtiyaç, mal ve hizmet, fayda, değer, üretim, üretim faktörlerini açıklayabilecek,
Ekonomik etkinlik, işbölümü, uzmanlaşma ve değişim, verimlilik, karlılık, kıtlık gibi kavramları
tanımlayabilecek,
Fırsat maliyeti, üretim imkânları sınırı ve ekonomik birimleri yorumlayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Ekonomi
Üretim
Fayda
İşbölümü
Fırsat Maliyeti
Değişim
Tüketim
Tercih
Mal
Uzmanlaşma
İçindekiler
Giriş
İhtiyaç
Mal ve Hizmet
Fayda
Değer
Üretim
Tüketim
Ekonomik Etkinlik
İşbölümü ve Uzmanlaşma
Verimlilik
Karlılık
Kıtlık
Tercih ve Fırsat Maliyeti
Üretim İmkânları Sınırı
Ekonomik Birimler
2
www.hedefaof.com
Temel Ekonomik Kavramlar
GİRİŞ
Ekonomi ya da iktisat değişik iktisatçılarca, farklı zamanlarda farklı şekillerde tanımlanmıştır. Fakat tüm
tanımların temel dayanak noktası kıtlık ve seçim kavramlarıdır. Ekonomi insanların sınırsız isteklerini
sınırlı kaynaklarla en iyi nasıl tatmin edileceğini inceleyen bir sosyal bilim dalıdır. Tüm ekonomik
sorunlar kıt kaynaklardan dolayı bütün istekleri karşılayamamaktan doğar. Ekonomi bilimi bireylerin,
şirketlerin, hükümetlerin kıtlık sorunuyla uğraşırken yaptıkları tercihleri inceler. Günlük hayatımızda
karşılaştığımız olayların tümünün ekonomik temelleri vardır. Örneğin sabah kahvaltı masamıza gelen
ekmeğin üretilmesi, dağıtılması, satın alınması, tüketilmesi ayrı ayrı incelenmesi gereken ekonomik
olaylardır. Yani ekonomi bilimi hayatla iç içedir. Bu nedenle ekonomi biliminde kullanılan kavramların
çoğu günlük konuşma dilinde de kullanılmaktadır. Fakat ekonomi biliminde kullanılan kavramlar bazen
günlük konuşma dilindeki anlamlarından farklı olabilir. Bu nedenle bu bölümde, temel bazı iktisadi ya da
ekonomik kavramların başlangıçta öğrenilmesi sağlanarak, ileriki ünitelerin daha kolay kıvranılması
sağlanacaktır.
İHTİYAÇ
Daha öncede ifade edildiği gibi, ekonomik faaliyetin temel nedeni kıtlıktır. İnsanlar ekonomik faaliyette
bulunurlarken bu kıtlığı yenmeyi amaçlarlar. Bu savaşın arkasında insanların ihtiyaç sahibi olması
gerçeği yatar. İnsanların bütün faaliyetleri, ihtiyaçlarını gidermek için harcadığı çabalardır. Çünkü
ihtiyaç; karşılandığı zaman insanlara haz, karşılanmadığı zaman acı veren duygulardır. Günlük yaşamda
kullanılan ihtiyaç kavramı ile ekonomi biliminde kullanılan ihtiyaç kavramı farklıdır. Örneğin hasta bir
kişinin ilaç ihtiyacı herkes tarafında ihtiyaç olarak kabul edilirken, zengin bir kişinin spor araba ihtiyacı
pek çok kişi için ihtiyaç olarak değerlendirilmez. Oysa ekonomi teorisinde bunların ikisi de ihtiyaçtır.
Kısacası bir toplumu oluşturan insanların her birinin ve herhangi birinin ihtiyaç saydığı her şey ekonomi
teorisinde ihtiyaç olarak kabul edilir.
İhtiyaçların Özellikleri
Tanımı yukarıdaki gibi yapılan ihtiyaçların, genel kabul görmüş çeşitli özellikleri bulunmaktadır. Bu
özellikleri başlıklar altında aşağıdaki gibi ortaya koyabiliriz:
•
İhtiyaçların şiddeti birbirinden farklılık gösterir: İnsanların bazı ihtiyaçlarının şiddeti diğer
ihtiyaçlarına oranla daha fazladır. Genel olarak zorunlu ihtiyaçların şiddeti zorunlu olmayanlara
göre daha fazladır. Örneğin beslenme ihtiyacı, müzik dinleme ihtiyacından genel olarak daha
şiddetlidir. İhtiyaçların şiddet açısından farklılık göstermesi insanları rasyonel davranmaya
zorlar. Bütün ihtiyaçların şiddeti aynı olsaydı insanlar sınırlı kaynaklarıyla hangisini önce
karşılayacaklarını bilemezlerdi. Şiddetlerin farklı olması nedeniyle insanlar ihtiyaçlarını
karşılarken bir tercih ve sıralama yaparlar.
•
İhtiyaçlar sonsuzdur: İnsanların gidermek istedikleri pek çok ihtiyaç vardır.Hayat standardının
yükselmesiyle birlikte, kültürel, yaşamsal ve lüks ihtiyaçlar olarak adlandırılan ihtiyaçlar her
geçen gün değişmekte ve artmaktadır. Toplumların sosyal ve ekonomik gelişmeleri, teknolojik
ilerlemeleri, insanların zevk ve tercihlerinin değişmesi ihtiyaçları sürekli artırmaktadır. 10 yıl
önce olmayan cep telefonu ve bilgisayarlar günümüzde en önemli ihtiyaçlardan bazılarıdır.
3
www.hedefaof.com
Benzer olarak gelecek toplumlar da bugün bizim hayal edemediğimiz tipte ve çeşitte yeni
ihtiyaçlarla tanışacaklardır.
•
İhtiyaçlar giderildikçe şiddeti azalır: Bir ihtiyaç giderildiğinde doğal olarak şiddeti azalır.
Örneğin çok susamış bir kişi için su içmek en şiddetli ihtiyaçtır. Bir ya da iki bardak su içip bu
ihtiyacı giderildikten sonra diğer ihtiyaçlar su ihtiyacının önüne geçer. Örneğin yemek ve
barınma gibi ihtiyaçlar daha önemli hale gelir.
•
İhtiyaçlar ve onları gideren araçlar birbirinin yerine ikame edilebilir: İhtiyaçlar çoğu zaman
birbirinin yerine geçebilir. Özellikle zorunlu olmayan ihtiyaçlarda bu durum görülür. Örneğin
kişi konser biletini pahalı bulursa, bu ihtiyacını müzik CD’si alarak karşılayabilir.
•
Alışkanlık ihtiyacın şiddetini artırır: İktisat bilimi açısından, bir mal kullanıldığında haz,
kullanılmadığında acı veriyorsa ihtiyaç olarak değerlendirilir. Yaratılan alışkanlık, önceleri
sürekli ve zorunlu olmayan bir ihtiyacı zamanla zorunlu hale getirebilir.
İhtiyaçlar ne gibi özellikler arz eder?
İhtiyaçların Gruplandırılması
İhtiyaçları ekonomik açıdan üç gruba ayırabiliriz. Bunlar yaşamsal ihtiyaçlar, kültürel ihtiyaçlar ve lüks
ihtiyaçlardır. Yaşamsal ihtiyaçlar insanların yaşamlarını sürdürmek için karşılamak zorunda oldukları
ihtiyaçlardır. Yemek, içmek, giyinme, barınma gibi ihtiyaçları bu gruba örnek olarak gösterebiliriz.
Kültürel ihtiyaçlar ise insanların zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra gerçekleştirmek istedikleri
ihtiyaçlardır. Sinema, spor, tatil gibi ihtiyaçlar bu gruba örnek olarak verilebilir. Lüks ihtiyaçlar ise,
modaya göre giyinme, havyarla beslenme, yurt dışında eğitim görme gibidir.
İhtiyaçları yaşamsal ve yaşamsal olmayan diye kesin olarak ayırmak güçtür. Çünkü ihtiyaçların çeşidi
yaşanan topluma, statüye, sosyal ve ekonomik konuma göre değişmektedir. Örneğin küçük bir köyde
yaşayan çiftçi için cep telefonu zorunlu bir ihtiyaç değilken değişik bölgelerde yatırımları olan bir holding
patronu için zorunlu ihtiyaç olarak kabul edilebilir. Aynı ülkede bile daha önce lüks sayılan ihtiyaçlar
zamanla zorunlu ihtiyaç haline dönüşebilmektedir. Örneğin ilk çıktığı yıllarda çok az evde bulunabilen
televizyon günümüzde dağ başındaki kulübede bile bulunmaktadır. Bu açıdan beslenme, giyinme,
barınma ve eğitim gibi ihtiyaçlar, hem yaşamsal, hem kültürel hem de lüks olabilmektedir.
Çevrenizde ulaşabildiğiniz İktisada giriş kitaplarında ihtiyaçlar konusunu okur musunuz?
MAL VE HİZMET
Genel olarak ihtiyaçları gideren araçlara mal denir. İnsan ihtiyaçlarını dolaylı ya da dolaysız olarak
karşılamaya elverişli ve bu amaç için kullanılmaya hazır her şeye mal denir. İhtiyaçları karşılamasına
rağmen fiziksel varlık özelliği taşımayan şeylere de hizmet denir. Bir berberin saç kesmesi, doktorun
hastasını muayene etmesi, garsonun servis yapması, devlet memurlarının yaptığı görevler hizmetlere
verilebilecek örneklerdendir.
Malların Sınıflandırılması
Mallar özelliklerine göre çeşitli sınıflara ayrılabilirler. Bu sınıflandırmayı gruplar halinde aşağıdaki gibi
ortaya koyabiliriz:
•
Ekonomik mal - Serbest mal: Herkese yetecek kadar bol olmayan, elde edilebilmesi için mut
laka belirli bir çaba harcanması ya da bir bedel ödenmesi gereken mallara ekonomik mal denir.
Doğada bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bol olan ve hiçbir çaba harcamadan ya
da bedel ödemeden elde edilebilen mallara ise serbest mal denir. Bir pınarın suyu ya da
soluduğumuz hava serbest mal niteliğindedir. Serbest malların üretiminde kıt kaynaklar
4
www.hedefaof.com
kullanılmadığından maliyeti sıfırdır. Ayrıca bir serbest malın üretimini arttırmak için diğer bir
malın üretimini azaltmamız gerekmez. Ekonomik mallarda ise kaynaklar kıt olduğundan bir
malın üretimini arttırmak için diğerinin üretimini azaltmamız gerekir. Bir malın serbest ya da
ekonomik mal olma özelliği zamanla değişebilir. Örneğin bir pınardaki su başlangıçta serbest
mal niteliğindeyken, şişelendikten sonra ekonomik mala dönüşebilir. Bir malın ekonomik mal
özelliği taşıyabilmesi için üç temel şart vardır. Bunlar faydalı olması, kıt bulunması ve
devredilebilir olmalısıdır.
•
Tüketim malları - Üretim malları: Tüketim malları insanların ihtiyaçlarını doğrudan karşılayan
mallardır. Bu mallara aynı zamanda dolaysız ya da nihai mallarda denir. Üretim malları ise
başka mallarının üretiminde kullanılarak ihtiyaçları dolaylı olarak karşılamış olurlar. Dolaylı
mallar ya da ara mallarda denilen üretim mallarının birikimi teknik sermayeyi oluşturduğundan
ekonomik kalkınma açısından çok önemlidirler. Bir makine, makinenin çalışmasında kullanılan
yakıt, fabrika binası üretim malı niteliğindedir.
•
Dayanıklı mallar - Dayanıksız mallar: Elde edildikten sonra uzun süre fayda sağlayan mallara
dayanıklı mal denir (televizyon, torna tezgâhı, masa gibi). Bu mallar kullanılırken tüketilmez,
onların faydasından yararlanılır. Dayanıksız malların ise bir defa kullanıldıklarında ömürleri
sona erer (kömür, kaynak elektrotu, kâğıt gibi). Yani bunlar fayda sağlandıktan sonra biten
mallardır. İktisat literatüründeki dayanıksız mal kavramı ile günlük hayatta kullanılan dayanıksız
mal kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. Çok çabuk yırtılan bir elbise günlük hayatta
dayanıksız mal olarak kabul edilmesine rağmen ekonomi literatürüne göre dayanıklı maldır.
•
Özel mallar – Kamusal mallar: Piyasa sisteminde alınıp satılan mallar özel mallardır. Özel
firmalar tarafından üretilen mallar iki önemli özelliğe sahiptir. Özel sektör tarafından üretilen bir
mal bir tüketici tarafından kullanılınca, diğer tüketicilerin o maldan kullanacakları miktar azalır.
Örneğin bir kişi bir mağazadan bir çift ayakkabı satın alınca, diğer kişilerin satın alabilecekleri
ayakkabı miktarı azalır. Bu özellik kısaca tüketimde rakiplilik diye nitelendirilir. Ayrıca özel
sektör tarafından üretilen bir maldan sadece o malı satın alan kişi kullanabilir. Bir başka deyişle,
özel sektör tarafından üretilen bir malın satın alan kişi dışındaki kişiler tarafından kullanılması
önlenebilir. Örneğin bir çift ayakkabıyı sadece onu satın alan kişi kullanır. Bu özellik kısaca
dışarıda tutulabilme diye nitelendirilir. Bu bağlamda rakiplilik ve dışarıda tutulabilme
özelliklerine sahip olan mallara özel mallar denir. Kamusal mallar ise tamamen piyasa sistemi
içinde üretilip satılmazlar. Ekonomistler tarafından kullanılan kamusal mal terimi, malın kamu
tarafından sağlanmasını gerektirmez. Bunun yerine mala ait iki özelliğe göre kamusal mal tanımı
yapılır. Bu iki özellik; Tüketimde rakip olmaması ve kimsenin dışarıda tutulamamasıdır. Belli
bir üretim seviyesinde, malın bir kişi tarafından tüketilmesi, diğerlerinin tüketim miktarını
azaltmıyorsa tüketimde rakipsizdir. Bu tanım biraz değişik gibi görünse de bu tür mallar vardır.
Düşman saldırılarının olasılığını azaltan bir nükleer denizaltı düşünelim. Bir kişinin elde ettiği
korunma diğerlerinin korunmasını azaltmayacaktır. Kamusal malların diğer özelliği kimsenin
dışlanamamasıdır. Dışlayamamak demek malın faydasının sadece seçilen belli kişilere olmasının
imkânsızlığı veya çok masraflı olmasıdır. Yani kişi para ödese de, ödemese de üretilen üründen
faydalanabilir.
•
İkame (rakip) mallar – Tamamlayıcı mallar: Birbirinin yerine kullanılabilen mallara ikame mal
lar denir (reçel-bal, portakal-mandalina gibi). Yalnız başına ihtiyacı karşılamadığından bir başka
malla birlikte kullanılan mallara tamamlayıcı mal denir (otomobil-benzin, kalem-mürekkep,
tebeşir-yazı tahtası gibi).
•
Bölünür mallar – Bölünmez mallar: Bölünür mallar küçük birimlere ayrılıp satılabilir. Bölün
mez malları ise bütün olarak almak gerekir.
•
Çoğaltılabilen mallar – Çoğaltılamayan mallar: Miktarlarının üretimle arttırılması mümkün
olan mallara çoğaltılabilen mallar denir (masa, sandalye, ayakkabı gibi). Çoğaltılamayan mallar
ise üretim yapılarak miktarlarının arttırılması imkansız olan mallardır (antika eşyalar, tarihi
eserler bu tür mallara örnektir).
İkame ve tamamlayıcı malları tanımlayıp, örnek veriniz.
5
www.hedefaof.com
FAYDA
Mal ve hizmet tüketimi sonucu elde edilen tatmine fayda denir. Örneğin açlık bir ihtiyaç, açlığı giderecek
olan yemek ise, bu ihtiyacı karşıladığı için faydaya sahiptir. Fayda kavramı subjektiftir, yani kişiden
kişiye değişebilir. Örneğin bir makasın faydası bir terzi için herhangi bir insana göre daha fazladır. Hatta
bir malın faydası aynı kişi için değişik zamanlarda farklı olabilir. Örneğin kişi çok susamış olduğu zaman
bir bardak suyun faydası diğer zamanlara göre daha fazla olacaktır. Bir malın faydasından
bahsedebilmemiz için öncelikle o mala ihtiyaç duyulması gerekir. Eğer mala ihtiyaç duyulmuyorsa onun
faydasından söz edilemez.
İktisadi anlamda kullandığımız fayda kavramı günlük yaşamda kullandığımız fayda kavramından
farklılık gösterebilir. Bir şeyin faydalı olabilmesi için ahlak ve yasalara uygun olması gerekmez.
İnsanların ihtiyaçlarını karşıladığı sürece kullanılan şey faydalıdır. Bir malın tüketilen tüm birimlerinin
sağladığı faydaların toplamına toplam fayda, bir malın tüketim miktarı bir birim artırıldığında toplam
fayda da meydana gelen değişmeye marjinal fayda, bir malın tüketilen miktarı artırıldığında, marjinal
faydanın giderek azalmasına da azalan marjinal fayda ilkesi adı verilir. Bu bilgiler ışığında şunları
söyleyebiliriz;
•
Toplam fayda maksimum iken marjinal fayda sıfırdır.
•
Toplam fayda artarken marjinal fayda azalır.
•
Toplam fayda azalırken marjinal fayda negatiftir.
DEĞER
Değer ekonomik mal ve hizmetlere verilen göreceli önemdir. Faydanın mutlak bir büyüklük olmasına
karşın, değer göreceli bir büyüklük ifade eder. Örneğin bir kişiye göre A malı B malından daha değerli
olabilir. Eğer dünyada tek bir mal olsaydı onun faydasından bahsedilebilir, fakat başka bir mal ile
karşılaştırılması mümkün olmadığından değerinden söz edilemezdi. Çünkü bir mal arz edenin gözünde
başka, talep edenin gözünde başka nedenlere dayanılarak değerlendirilmektedir.Bir malın bir başka mal
ile birçok açıdan karşılaştırılması yapılabilir. Fakat iktisatçıları ilgilendiren nokta, malların kişilere
sağladığı fayda ve malların elde edilmesi için katlanılan fedakarlık ya da maliyettir.
Değer Tanımlamaları
Değer, kullanım ve değişim değeri olarak iki başlık altında incelenebilir.
Kullanım Değeri: Bir malın kişiye sağladığı faydanın bir başka malın sağladığı fayda ile
karşılaştırılması sonucunda, mala verilen göreceli önemdir. Kullanım değeri kişinin malı kullanması
sonucunda ortaya çıktığından kişisel bir değerlendirmedir. Kullanım sonucunda elde ettiği faydaya göre
kullanım değeri değişir. Örneğin bir öğretmen için tebeşirin kullanım değeri bir aşçıya göre daha fazladır.
Aynı şekilde bir tencere de aşçıya daha faydalı olacağından, kullanım değeri öğretmene göre daha fazla
olacaktır.
Değişim Değeri: Bir mal veya hizmetin başka bir mal veya hizmetle değiştirilebilme oranıdır. Burada
söz konusu olan mal veya hizmetin fırsat maliyetidir. Örneğin bir buzdolabının fiyatı (1.500) bir fırının
fiyatının (500) üç katı ise bir buzdolabı ile üç tane fırın satın alınabilecektir. Yani buzdolabının değişim
değeri üç fırın olacaktır. Değişim değeri, kullanım değeri gibi kişiden kişiye değişmez. Herkes için aynı
olan bir büyüklüktür.
Değer Çelişkisi (Paradoksu)
Bir malın değerini o malın bir yandan talep ediliyor olması, diğer yandan da o malın azlığı ya da çokluğu
belirler. Bir mal hem talep ediliyor hem de kıtsa o mal başka mallara göre daha değerli olacaktır.
Yaşamımız için vazgeçilmez olmasına karşın, suyun bir elmas parçasından çok daha az değer taşıması
değer çelişkisini (paradoksunu) yaratır.
6
www.hedefaof.com
Bir mal marjinal faydası çok düşük olmasına rağmen, çok yüksek toplam faydaya sahip olabilir.
Yaşam için zorunlu mallar, toplam faydalarının büyüklüğüne rağmen düşük fiyatla satılırken, elmas gibi
zorunlu olmayan mallar çok yüksek fiyatlardan alıcı bulabilmektedir. Eğer elmas da su kadar bol
bulunsaydı, marjinal faydası azalacağından fiyatı düşük olurdu. Kısaca suyun fayda değeri başka mallarla
karşılaştırılmayacak kadar yüksektir; ama değişim değeri, yani fiyatı da tam tersine çok düşüktür. Diğer
yandan çok daha düşük faydaya sahip elmasın çok yüksek bir değişim değeri, yani yüksek bir fiyatı
vardır.
ÜRETİM
Üretim, insanlara doğrudan ya da dolaylı olarak fayda sağlayan malların yaratılması faaliyetidir. Diğer bir
deyişle; insanların gereksinimlerini karşılayan mal ve hizmetlerin ortaya çıkarılması, miktar ve
faydalarının arttırılarak malların kıtlığının azaltılması yönündeki faaliyetlerdir. Yani üretim sadece
malların miktarının arttırılması değildir. Mal ve hizmetlerin miktarının yanında faydalarının arttırılması
yönündeki çabalar da ekonomide üretim faaliyeti olarak değerlendirilir. Bu tür faydaları şu şekilde
açıklayabiliriz:
•
Şekil faydası: Üretilmiş bazı malların şekillerinin değiştirilerek ihtiyaçları daha iyi karşılayacak
hale getirilmesidir. Örneğin bir miktar kumaş, elbise haline getiriliyorsa burada bir üretim
faaliyeti vardır. Bu sayede kumaş daha faydalı hale gelmiş olur.
•
Yer faydası: Mallar üretildikleri yerlerden, onlardan yararlanacak olan tüketicilerin bulunduğu
yerlere taşınarak faydaları arttırılabilir. Örneğin bir malın bol bulunduğu yerden kıt bulunduğu
yere taşınarak tüketicilerin gereksinimleri daha iyi karşılanabilir. Böyle bir işlemde malın
miktarı artmasa da maldan elde edilen fayda artmaktadır. Örneğin; Afyon ilinde üretilen
patatesin Eskişehir halkına faydalı olabilmesi için pazarlardaki tezgâhlara bu patatesin
getirilmesi gerekir.
•
Zaman faydası: Mallar üretildikleri anda hemen tüketilmezler. İhtiyaç duyulduğu zaman
tüketilebilmeleri için malların saklanması ya da stok yapılması gerekir. Mallar bol iken stoklanıp
kıt olduğu dönemlerde piyasaya sürülerek tüketiciler için bir fayda yaratılmış olur.
•
Mülkiyet faydası: Üretilmiş olan malların, onlara en fazla ihtiyaç duyanların eline geçmesine
aracılık edenlerin yaptıkları iş malların mülkiyet faydasını arttırmaktadır.
Üretimin tanımını yapınız.
Üretim Faktörleri
İhtiyaçların giderilmesine yönelik mal ve hizmetlerin elde edilmesinde kullanılması gereken kaynaklara
üretim faktörleri denir. Temel üretim faktörleri emek, doğal kaynaklar, sermaye ve girişimcilik olmak
üzere dört başlık altında sıralanmaktadır.
•
Emek: Üretimin en önemli unsuru olan emek, beşeri sermaye olarak da adlandırılır. Emek,
ihtiyaçların giderilmesine yönelik, insana özgü bedensel ya da zihinsel çabadır. İşgücü olarak da
adlandırılır. Örneğin bir inşaat işçisinin kol gücünden yararlanılırken, bir inşaat mühendisinin
beyin gücünden yararlanılır. Bu tanımdan emek ya da işgücünün sadece gelir elde etmeye
yönelik bir çaba harcaması gerektiğini anlamamız gerekmektedir. Emeğin üretime katılması
karşılığında elde elde ettiği getiriye ücret denir.
•
Doğal kaynaklar: Hava, su, toprak, madenler ve ormanlar gibi doğanın insanlara sağladığı
olanaklardır. Üretim faktörleri sayılırken doğal kaynaklar arasında ilk akla gelen toprak
olmaktadır. Bu alışkanlık eskiden toprağa dayalı üretimin yaygın olmasından
kaynaklanmaktadır. Günümüzde ise madenler, petrol gibi diğer doğal kaynakların önemi
artmıştır. Doğal kaynakların üretime katılmaları karşılığında elde ettikleri getiriye rant denir.
•
Sermaye: Sermayeyi, parayla ifade edilen ve üretimde kullanılan üretim araçları olarak
tanımlayabiliriz. Üretim sürecinde emeğin verimliliğinin arttırılmasına katkıda bulunan her çeşit
alet, makine, teçhizat, bina gibi daha önceden insanlar tarafından üretilmiş üretim araçlarıdır.
7
www.hedefaof.com
Sermayenin kullanılması emeğin verimini arttırır. Halk dilinde sermaye denildiğinde akla para,
tahvil, hisse senedi gibi finansal enstrumanlar gelmektedir. Oysa ekonomi dilinde sermaye reel
değer olup, fiziksel özelliğe sahip ve emek tarafından üretilen araçlardır. Para, tahvil gibi
finansal değerlere ise finansal sermaye adı verilir. Paranın kendisi bizzat üretimde
kullanılamayacağı için üretim faktörü anlamında sermaye değildir. Sermayenin üretime
katılması sonucunda elde ettiği getiriye faiz denir.
•
Girişimcilik: Emek, doğal kaynaklar ve sermayenin organize edilip, mal ve hizmet üretimini
gerçekleştirme çabasıdır. Bu çabayı gösteren kişiye ise girişimci adı verilir. Girişimci diğer
kaynakları kullanma karşılığı ücret, faiz ve rant ödemesi yaptıktan sonra kalan parayı geliri
olarak tutar. Bu paraya kar denir. Kar, girişimcinin risk alma, üretken kaynakları organize etme
ve yeni buluşlar ortaya çıkarma karşılığında aldığı bir ödüldür.
TÜKETİM
İhtiyaçların giderilmesi ya da hafifletilmesi için mal ve hizmetlerin kullanılmasına tüketim adı verilir.
İktisadi faaliyetin nihai amacı tüketimdir. İnsanların hayat standardının yükselmesinin en önemli
göstergesi daha yüksek tüketim düzeyine ulaşmalarıdır. Tüketimin söz konusu olabilmesi için mal ve
hizmetlerden faydalanmanın dolaysız olması gerekir. Örneğin evde yemek yapmak için doğalgaz
kullanmak, elektrik kullanmak gibi. Eğer doğalgaz ve elektrik bir fabrikada üretim sürecinde
kullanılıyorsa bu tüketim olarak değerlendirilmez, ara kullanım olarak adlandırılır.
Tüketim harcanabilir gelire bağlıdır. Harcanabilir gelir ile tüketim arasındaki ilişkiye tüketim
fonksiyonu denir. Gelir sıfır dahi olsa yapılan tüketime zorunlu tüketim denir. Gelirdeki bir birimlik
değişmenin ne kadarının tüketime gittiğini gösteren kavrama marjinal tüketim eğilimi denir. Marjinal
tüketim eğilimi, tüketimdeki değişmenin gelirdeki değişmeye oranıdır. Belli bir gelir düzeyinde tüketimin
gelire oranına ortalama tüketim eğilimi denir.
EKONOMİK ETKİNLİK
Kıt kaynakların tümünü çalışır duruma getiren bir ülke, bu kaynaklarla toplumun tercihlerine uygun bir
mal ve hizmet demetinin üretilmesini de başarmış ve bu arada üretimini en verimli, en ekonomik üretim
teknikleriyle en düşük maliyetlerle gerçekleştirebilmiş ise, o ülkede üretimin fiziksel sınırlarına ulaşılmış
demektir. Başka bir deyişle kaynakların tam kullanımıyla hangi malları, ne kadar ve hangi üretim
yöntemleriyle üretileceği sorunlarının çözümlenmesiyle, ülke, mevcut teknolojik bilgi ve faktör
donanımının izin verdiği maksimum fiziki hasılayı elde etmiş olacaktır. Buna üretimde etkinliğin
sağlanması diyoruz.
Kıt kaynakların toplum refahını maksimize edecek şekilde üretim sürecine katılması ve üretilen mal
ve hizmetlerin bireyler arasında adaletli olarak dağıtımının yapılması durumu ekonomik etkinliği sağlar.
Ekonomide etkinliği, üretimde ve bölüşümde etkinlik olmak üzere iki başlık altında ele alabiliriz.
Üretimde Etkinlik
Mevcut kaynaklarla en yüksek üretim düzeyine ulaşmayı ifade eder. Aynı çıktı miktarını daha az girdi
kullanarak elde etme seçeneği kalmadığında üretimde etkinlik sağlanmış olur. Belirli bir çıktıyı, girdilerin
biri ya da birkaçından daha az kullanarak üretme fırsatı varsa üretimde etkinsizlik var demektir.
Bölüşümde Etkinlik
Üretilen mal ve hizmetlerin üretime katılanlar arasında adaletli bir şekilde dağıtılmasıdır. Bir ekonomide
üretilen toplam çıktıyı, sosyal gruplardan birinin refah düzeyini kayda değer ölçüde azaltmaksızın, bir
başka grubun refah düzeyini yükseltecek biçimde yeniden bölüştürme seçeneği bulunmadığında
bölüşümde etkinlik sağlanmış olur. Bölüşümde etkinlik gelir dağılımı ile ilgilidir. Bir ülkede gelir
dağılımı adaletsiz ise bölüşümde etkinlik sağlanamamış demektir.
Ekonomik etkinlik nasıl sağlanır?
8
www.hedefaof.com
İŞ BÖLÜMÜ VE UZMANLAŞMA
Gerek işletme, gerekse ulusal ekonomi açısından iş yapabilme gücü ve dolayısıyla verimlilik, iş bölümü
sayesinde artar. Hiç kimse ihtiyaç duyduğu tüm ürünleri tek başına üretemez. Bu nedenle yapılan
işbölümü sonucunda herkes en başarılı olduğu alanda uzmanlaşmalı ve sadece o alanda çalışmalıdır. Daha
sonra ürettiklerini diğer alanlarda uzmanlaşan kişilerin ürünleri ile değiştirerek tüm ihtiyaçlarını
karşılamış olur.
Adam Smith’in ünlü toplu iğne örneğini hatırlarsak, bir kişi 1770 li yıllarda o zamanın teknolojisini ve
aletlerini kullanarak günde en fazla 20 toplu iğne üretebilir. Fakat toplu iğne üretim işini bölümlere ayırır
ve her bölümde bir kişiyi görevlendirirsek kurulan toplu iğne üretim tesisinde günde 48.000.000 tane
toplu iğne üretilebilir. Üretimdeki bu artış işbölümü ve uzmanlaşma sayesinde gerçekleşmektedir. Üretim
sürecinde çalışan işçilerden her biri belli bir alanda uzmanlaşır. Bir tanesi çeliği ince şeritler haline getirir,
diğeri küçük parçalara böler, bir başkası ucuna topları takar, diğeri paketlemesini yapar ve nihayet pazara
sunulur.
İşbölümü mesleki ve teknik işbölümü olarak ikiye ayrılabilir. Mesleki işbölümü, bireylerin herhangi
bir meslekte uzmanlaşmasıdır. Manav, berber, mühendis gibi. Teknik işbölümü ise işletmelerin bir malın
çeşitli üretim aşamalarının birinde uzmanlaşmasını ifade eder. Örneğin kumaşı ele alırsak, ipliğin
bükülmesi, kumaşın dokunması, boyanması, farklı işletmeler tarafından gerçekleştirilir.
İşbölümü ve uzmanlaşmanın ekonomiye birçok katkısı vardır. Yeteneğe göre çalışma, uzmanlaşma
sonucu zaman tasarrufu sağlama, malzeme tasarrufu, rasyonalizasyon, teknik buluşlar, verimliliği artışı,
ölçek ekonomilerinin gerçekleştirilmesine katkı, değişim ekonomisinin gerçekleşmesine yardımcı olma
bu katkılardan bazılarıdır.
VERİMLİLİK
Belli bir süre içinde elde edilen çıktının bunu sağlayan girdiye oranıdır ve teknik üretim sonucunun
(çıktının, ürünün) belirli bir büyüklüğe (işgücü sayısı, işgücü saati, makine saati) bölünmesiyle sayısal bir
değer olarak ifade edilir. Bu ifadeyi basit bir formüle dönüştürmek istersek :
Verimlilik = Üretim Miktarı Girdi Miktarı
Yukarıdaki formülle toplam verimlilik hesaplanır. Bunun yanında emek verimliliği ya da sermaye
verimliliği gibi kısmi verimlilikler de hesaplanabilir. Bu durumda üretim faktörlerinden sadece birisinin
dikkate alınması gerekir. Üretimde kullanılan girdiler ve sonuçta elde edilen üretim, miktar yönüyle
dikkate alınırsa fiziki verimlilik, üretimde kullanılan girdilerin ve üretimin parasal değerleri dikkate
alınırsa parasal verimlilik hesaplanmış olur.
Kullanılan faktör birimi başına üretim miktarını arttıran her şey verimliliğin artmasını sağlar. Örneğin
teknolojideki ilerlemeler sonucunda bir birim sermayeden daha fazla ürün elde edilmeye başlanmışsa
verimliliğin arttığını söyleyebiliriz. Ya da eğitim sonucunda işçilerin bilgi ve becerileri arttırılarak emek
birimi başına daha fazla ürün elde edilebilir. Bu durumda da verimlilik artışı gerçekleşmiş olur.
KARLILIK
Teknik verimliliğin işletme açısından yararlı olması; yani piyasanın üretim ve arzı artan ürüne, maliyet
masraflarını ve girişimciye kalacak karı karşılayacak bir fiyat ödemesi halinde, elde edilen karın derecesi,
karlılık aracılığıyla ölçülür. Karlılık, girişimcinin koyduğu öz sermayeye oranla net kar ya da girişimin
toplam sermayesine oranla net kar + yabancı sermaye faizidir. Bu tanımlama aşağıdaki formülasyonlar
aracılığıyla da ifade edilebilir.
•
Girişimci karlılığı: Net kar x 100 / Öz sermaye
Ya da
•
Girişim karlılığı: (Net kar + yabancı sermaye faizi ) x 100 / Toplam sermaye
9
www.hedefaof.com
KITLIK
Kaynakların miktarının tüm arzuları karşılamaya yetersiz olduğu duruma kıtlık denir. İnsanoğlunun
istekleri sınırsız, buna karşılık istekleri karşılamaya yönelik kaynaklar sınırlı olduğu için kıtlık sorunu
ortaya çıkmaktadır. Zaten ekonomi biliminin amacı sınırsız tüketim isteklerinin kıt kaynaklarla nasıl
tatmin edileceğini incelemektir. Kıtlık sorunu ekonomik faaliyetlerin açıklanmasını sağlar. Tüm
ekonomik birimlerin kıtlıkla mücadele etme eylemleri ekonomik faaliyet olarak tanımlanır. İktisadi
faaliyetler isteklerle kaynaklar arasındaki dengesizliği azaltarak, insanların refahını arttırmaya yöneliktir.
Sınırsız İstekler
İnsanların istekleri sonsuz denebilecek kadar çoktur. Bunu iki temel nedene bağlayabiliriz. Birincisi
insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için karşılamak zorunda oldukları biyolojik ihtiyaçlardır. Gıda ve
beslenme ihtiyacı, giyinme ihtiyacı, barınma ihtiyacı temel biyolojik ihtiyaçlardır. İkinci neden ise
insanların doğası gereği elindeki ile yetinmeyip yaşamak için gerekli olan asgari ihtiyaçlarından daha
fazlasını istemeleridir. Örneğin yaşamını sürdürmek için bir tabak yemek yeterli iken değişik yemek
türlerini tatmak isterler. Örtünme ihtiyacını karşılamak için bir elbise yeterli iken gardıroplarını elbise ile
doldururlar. Yani insanlar hayatlarını daha mutlu kılacak mal ve hizmetleri isterler. Ayrıca isteklerden
biri karşılanınca, istekler bitmez aksine onun yerine başkaları geçer. Örneğin arabası olmayan birisi araba
sahibi olduktan sonra bir de yat sahibi olsam demeye başlar. Yani istekler sonsuzdur. İsteklerin sayısının
artmasının bir nedeni de her gün yeni ürünlerin piyasaya çıkıyor olmasıdır. Sonuç olarak insanlar
isteklerine sınır koyamamaktadır.
Kıtlık Kanunu ve Ekonomi Bilimi
İnsanların ihtiyaçları sonsuzdur dedik. Buna karşılık bu ihtiyaçları karşılamakta kullanılan mal ve
hizmetler sınırlıdır. Yeni tesisler inşa edilerek üretim kapasiteleri devamlı arttırılsa da, her gün yeni
ürünler piyasaya çıkarılsa da bunun bir sınırı vardır. Bu sınır üretim faktörleri ile belirlenmektedir.
Üretimde kullanılan emek, sermaye ve doğal kaynakların miktarı bellidir. Yani üretilecek mal ve
hizmetler çok olsa bile sınırsız değildir.
İhtiyaçlar ile kaynaklar arasındaki dengesizlik toplumun yapısıyla, ekonomik durumuyla ya da
ekonomik sistemle ilgili bir sorun değildir. İster az gelişmiş olsun ister gelişmiş olsun tüm toplumlarda bu
sorun görülmektedir. İhtiyaçlar ile kaynaklar arasındaki bu dengesizlik kıtlık kanunu olarak adlandırılır.
Burada kıtlık ile bir kaynağın yokluğu değil, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek kadar fazla olmaması
anlatılmaktadır.
Kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının sınırsız olması ve kıt kaynakların farklı amaçlarla kullanma
olanağının var olması ortaya tercih yapma zorunluluğunu çıkarmaktadır. Kıt kaynakları kullanırken bir
ihtiyacı erteleyip, önce başka bir ihtiyacı karşılamaya karar vermek, seçme yapmak ya da tercih kararı
almak demektir. İşte bu tür tercih kararlarının alındığı her yerde mutlaka bir ekonomik sorun vardır ve
dolayısıyla bu kararların etkilerini inceleyen, onların sistemli ve tutarlı bir biçimde açıklamaya çalışan bir
ekonomi bilimine gerek vardır.
İhtiyaçların karşılanmasında kullanılan kaynaklar kıt olmasaydı, kaynakların bir fiyatı olmazdı. Bu
durumda hangi kaynakların hangi mal ve hizmetin üretiminde kullanılacağı, üretimden elde edilen gelirin
faktör sahiplerine nasıl dağıtılacağı, faktör sahiplerinin gelirlerini nasıl kullanacağı, yapılan
düzenlemelerle toplum refahının nasıl arttırılacağı gibi sorunlar olmaz, dolayısıyla ekonomi bilimine
gerek kalmazdı. Fakat kaynaklar kıt olduğundan tüm bu sorunlar çözüm beklemekte, hangi kaynakların
kullanılacağı sorusu bizi bir tercih yapmaya zorlamaktadır. Bu yönüyle ekonomi bir tercihler bilimi
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aslında tüm kaynaklarda var olan kıtlık, insanların arzuladıklarından daha az mal ve hizmete sahip
olacakları sonucunu doğurmaktadır. Elde edilmek istenen şeylerden sadece bazılarına sahip olma imkânı
söz konusudur. Bu nedenle insanlar seçim yapmak zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar. Kıtlık sorunu
insanları seçenekler arasında bir tercih yapmaya zorlar. Kişinin kaynağı tüm ihtiyaçlarını karşılamaya
yetmiyorsa, ihtiyaçları arasında en acil olanını tercih edip diğerlerinden vazgeçmek zorundadır.
10
www.hedefaof.com
TERCİH VE FIRSAT MALİYETİ
Tüm isteklerimizi karşılamadaki güçlük, bizi sınırlı kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl kullanabileceğimiz
konusunda seçim yapmaya zorlamaktadır. Kıt kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda akılcı seçimlerin
yapılması ekonominin temel konusunu oluşturmaktadır.
Kıtlığın seçme zorunluluğu getirmesi gibi, seçme gereği de bir ekonomik maliyetin varlığını gösterir.
Beğendiğimiz bir şeyi elde etmek istediğimizde ya da bir şey yapmak istediğimizde alternatif başka bir
şeye sahip olmaktan ya da başka bir şey yapmaktan vazgeçmemiz gerekir. Belirli bir tercih ya da davranış
için vazgeçmek zorunda kaldığımız en değerli alternatif bu seçimin ya da davranışın fırsat maliyetidir. Kıt
kaynakların kullanımıyla ilgili alınan her kararda, seçilen alternatifin maliyeti, seçimden vazgeçilen
alternatiftir. Bu nedenle kaçırılan fırsatlar anlamında fırsat maliyeti ya da alternatif maliyet denmektedir.
Örneğin bir tatil gününde sinemaya gitmek, maça gitmek ya da hafta içindeki sınav için çalışmak
alternatifleri arasında karar vermek durumunda olan bir öğrenciyi düşünelim. Zaman sınırlı olduğundan
tüm aktiviteleri gerçekleştiremeyecek ve alternatifler arasından seçim yapmak durumunda kalacaktır.
Eğer ders çalışmayı seçerse maça ya da sinemaya gitmekten fedakârlık etmek zorundadır. Ders
çalışmanın alternatif maliyeti vazgeçilen maç ya da sinemaya gitme alternatifidir.
Alternatif maliyet sadece bireyler için söz konusu değildir. Kıt kaynakları olan ve seçim yapmak
zorunda kalan her ekonomik birim alternatif maliyetle karşılaşacaktır. Hangi malı tüketeceğine karar
veren tüketiciler, hangi malın üretileceğine karar veren işletmeler ve harcamaların nasıl bölüştürüleceğine
karar veren devlet için alınan kararların alternatif maliyeti olacaktır.
ÜRETİM İMKANLARI SINIRI
Her çalışma gününde binlerce fabrikada, atölyede, ofislerde çeşit çeşit mal ve hizmetler üretilmektedir.
Fakat üretebileceğimiz mal ve hizmetlerin miktarı sahip olduğumuz kaynaklar ve teknoloji düzeyi ile
sınırlıdır. Bir malın üretilen miktarını arttırmak için başka bir malın üretimini azaltmak zorundayız. Yani
bir seçim yapmak durumundayız.
Üretim imkânları eğrisi belli bir süre içerisinde, mevcut tüm kaynaklar ve teknoloji ile üretilebilecek,
nihai mal ve hizmetlerin alternatif bileşimlerini gösterir. Bir ekonomide binlerce mal ve hizmetin
üretildiğini düşünürsek bir model kurmak için bazı varsayımlar yapmamız gerekecektir. Üretim imkânları
sınırını gösterebilmek için belli bir zamanda sadece iki malın üretildiğini kabul edip diğer mal ve hizmet
üretimlerini sabit kabul edeceğiz. Yani iki malın üretimi dışındaki her şeyin sabit olduğu bir ekonomik
model oluşturacağız.
Konuyu daha iyi açıklayabilmek için buğday ve bilgisayar gibi iki örnek mal ele alalım. Üretim
imkânları eğrisi bilgisayar ve buğday üretiminde kullanacağımız kaynaklar veri iken, bu iki maldan
üretebileceğimiz alternatif bileşimleri gösterir. Aşağıdaki tablo bir ay içerisinde mevcut kaynaklarla
üretilebilecek buğday ve bilgisayar kombinasyonlarını göstermektedir.
Gözlemler
Buğday (Ton)
Bilgisayar (Adet)
A
0
15
B
1
14
C
2
12
D
3
9
E
4
5
F
5
0
Aşağıdaki şekilde ise tabloda verilen üretim alternatifleri gösterilmiştir. X ekseninde üretilen buğday
miktarı, y ekseninde ise üretilen bilgisayar miktarı gösterilmiştir. Üretim imkânları sınırı eldeki
kaynaklarla gerçekleştirilebilecek maksimum miktarları gösterdiğinden, eğrinin dışındaki noktalara
11
www.hedefaof.com
ulaşamayız. Bu noktalar karşılanamayan istekleri göstermektedir. Üretim imkânları sınırının üzerinde ya
da iç bölgesinde herhangi bir yerde üretim gerçekleştirebiliriz. Bu noktalar ulaşabildiğimiz noktalardır.
Örneğin bir ayda 4 ton buğday ve 5 bilgisayar üretebildiğimizi düşünelim. Yukarıdaki şekilde bu
alternatif E noktasında gösterilmektedir. Şekilde diğer üretim alternatifleri de gösterilmektedir. Örneğin
buğday üretimini bırakıp tüm üretim faktörlerini bilgisayar üretimine yönlendirirsek şekil üzerindeki A
noktasına gelmiş oluruz. Bu durumda hiç buğday üretmeden 15 adet bilgisayar üretebiliriz. Ya da
bilgisayar üretimini bırakıp tüm faktörleri buğday üretiminde kullanırsak bir ayda 5 ton buğday
üretebiliriz. Bu olasılık da şekil üzerinde F noktasında gösterilmektedir.
Bilgisayar
Bu iki uç durumun dışında B, C, D, E gibi noktalarda her iki üründen de üretilmektedir. Eldeki
kaynaklar ve teknoloji düzeyi ile eğrinin dışındaki noktalara ulaşılamaz. Eğrinin içindeki noktalara
ulaşılmakla birlikte etkin üretim gerçekleştirilemez.
Şekil 1.1: Üretim İmkanları Sınırı
Bu bağlamda başka bir malın üretimini kısmadan bir malın üretimini arttıramıyorsak üretimde
etkinliğe ulaşmış oluruz. Eğer üretimde etkinlik sağlamışsa üretim imkânları sınırı üzerinde bir
noktadayız demektir. Eğer üretim imkanları sınırları içerisinde Z gibi bir noktadaysak, üretim etkin
değildir. Çünkü ya kullanmadığımız kaynaklar vardır, ya kaynakların dağılımını yanlış yapmışızdır ya da
her ikisi de geçerlidir. Örneğin bilgisayar mühendislerini buğdayları biçmeye gönderirsek kaynak
dağılımını yanlış gerçekleştirmiş oluruz.
Eğer üretim imkânları sınırları içinde Z gibi bir noktadaysak, kaynakları daha etkin kullanarak, daha
fazla buğday, daha fazla bilgisayar ya da her iki üründen de daha fazla üretim gerçekleştirebiliriz. Fakat
üretim imkânları sınırı üzerinde bir noktadaysak bir maldan daha fazla üretmek için diğer maldan daha az
üretmek zorundayız; yani bir seçim yapmak zorunda kalırız.
Yaptığımız seçimlerin ise bir maliyeti olur. Bir şeyden daha fazla elde etmek için diğer şeyden
vazgeçmek zorundayız. Örneğimize dönersek, daha fazla bilgisayar üretmek için buğdaydan vazgeçmek
zorundayız, ya da daha fazla buğday üretmek için bilgisayardan vazgeçmek zorundayız.
Fırsat Maliyeti, bir kararın fırsat maliyeti vazgeçilen en değerli alternatiftir. Üretim olanakları sınırı
fırsat maliyeti kavramamıza ve hesaplamamıza yardımcı olur. Üretim imkânları sınırı üzerinde sadece iki
mal vardır. Dolayısıyla bir malın üretimini arttırmak için vazgeçeceğimiz alternatif tektir. O da diğer
malın miktarıdır. Eldeki kaynaklar ve veri teknoloji düzeyi ile daha fazla buğday üretmemiz sadece daha
az bilgisayar üretirsek mümkün olmaktadır. İlave buğday üretiminin fırsat maliyeti üretiminden
vazgeçmek zorunda olduğumuz bilgisayar sayısıdır. Benzer şekilde, İlave bilgisayar üretiminin alternatif
maliyeti de üretiminde vazgeçmek zorunda olduğumuz buğday miktarıdır. Örneğin C noktasında, D
12
www.hedefaof.com
noktasına göre daha az buğday, daha fazla bilgisayar üretiriz. Eğer D noktasını C noktasına tercih
edersek, ilave edilen bir ton buğdayın maliyeti 3 bilgisayar olacaktır. Şekilde C noktasını D noktasına
tercih etmenin alternatif maliyetini de hesaplayabiliriz. D noktasından C noktasına doğru hareket edersek,
üretilen bilgisayar miktarı 3 artacak, üretilen buğday miktarı 1 ton azalacaktır. Yani C noktasını D
noktasına tercih edersek, ilave edilen 3 uçağın maliyeti 1 ton buğday olacaktır. Bir uçağın maliyeti ise 1/3
ton buğday olur.
Fırsat maliyeti bir orandır. Bir malın üretim miktarındaki azalmanın diğer malın üretim miktarındaki
artışa oranı bize fırsat maliyetini verir. Örneğimize göre ürettiğimiz bilgisayar sayısını bir adet arttırmanın
fırsat maliyeti, ilave bir ton buğday üretmenin fırsat maliyetinin tersidir. Üretim imkânları sınırı üzerinde
C noktasından D noktasına hareket edersek, bir ton buğday üretmenin alternatif maliyeti 3 tane
bilgisayardır. 3 ün tersi ise 1/3 tür. Yani D noktasından C noktasına doğru hareket edip buğday üretimini
azaltır ve bilgisayar üretimini arttırırsak bir uçağın fırsat maliyetinin 1/3 ton buğday olması gerekir.
Bunun doğru olduğunu şekle bakarak söyleyebiliriz. D noktasından D noktasına hareket edersek, 3 tane
fazla bilgisayar üretiriz ve buğday üretimini 1 ton azaltırız. 3 bilgisayarın maliyeti 1 ton buğday
olduğundan, 1 bilgisayarın fırsat maliyeti 1/3 ton buğday olacaktır.
Artan Fırsat maliyeti, bir maldan daha fazla üretilmesi için diğer maldan artan miktarlarda
vazgeçilmesi gereken durum olarak tanımlanır. Bir ton buğdayın fırsat maliyeti üretilen buğday miktarı
arttıkça artmaktadır. Aynı zamanda bir uçağın fırsat maliyeti de bilgisayar üretimi arttıkça artmaktadır.
Artan fırsat maliyetleri nedeniyle üretim imkânları sınırı orijine göre içbükey çizilmiştir.
A ve B noktaları arasında, üretilen bilgisayar miktarı çok ve buğday miktarı azken, eğrinin eğimi
düşüktür. Bu nedenle buğday miktarındaki artışın maliyeti bilgisayar miktarındaki küçük bir azalma
olacaktır. Yani bir ton buğdayın fırsat maliyeti düşük miktardaki bilgisayar olacaktır.
E ve F noktaları arasında olduğu gibi üretilen buğday miktarı çok ve bilgisayar miktarı azsa, üretim
imkânları eğrisi daha dik olacaktır. Buğday miktarındaki artışın maliyeti bilgisayar üretiminde daha
büyük bir düşüşe neden olur. Yani bir ton buğdayın fırsat maliyeti daha fazla bilgisayar olacaktır.
Buradan çıkan sonuç buğday üretmenin fırsat maliyetinin bilgisayar üretimi cinsinden sürekli arttığıdır.
Aynı şekilde bilgisayar üretmenin fırsat maliyeti de buğday üretimi cinsinden artmaktadır.
Şimdi de artan fırsat maliyetlerinin altında yatan temel mantığı açıklayalım. Var olan sınırlı
kaynaklardan bazıları buğday üretimi için uygun olurken, bazıları da bilgisayar üretimi için uygun nitelik
taşımaktadır. Örneğin, buğday üretiminde oldukça iyi olan işgücünün büyük bir bölümü bilgisayar
üretiminde iyi olmayabilir. Böyle bir durumda daha fazla bilgisayar üretimi gerçekleştirilmek
istendiğinde, giderek bilgisayar üretimi için uygun olmayan sadece tarımla ilgili kişiler ve kaynaklar da
bilgisayar üretimine kaydırılacaktır. Sonuçta verim düşüklüğü gözlenecek ve aynı sayıdaki bilgisayar
üretimindeki artış için giderek daha fazla miktarda buğday üretiminden vazgeçilecektir. Yani çiftçileri,
ziraat mühendislerini, gereğinden fazla toprağı bilgisayar üretimine kanalize ederseniz, bunun buğday
üretimi açısından çok maliyetli olacağını ve bilgisayar üretimine de çok az katkı yapacağını
söyleyebiliriz.
EKONOMİK BİRİMLER
Ekonomide ekonomik birimler hanehalkı, firmalar ve devlet olmak üzere üç gruba ayrılır. Bu üç gruba ek
olarak uluslararası ticaretin söz konusu olduğu ortamda diğer ülkelerdeki ev halkı, firmalar ve devleti
içeren bir dış dünya dördüncü aktör olarak sayılabilir.
Hane Halkı
Aynı evde yaşayan ve ortak finansal kararlar alan tüm insanlara hanehalkı denir. Hanehalkı kavramı içine
tüketiciler, üreticiler ile bina ve arazilerin sahipleri girer. Tüketici olarak hanehalkı firmalar tarafından
üretilen mal ve hizmetleri satın alır. Bir tüketici olarak hanehalkı belli bir satın alma gücüne sahip olarak
harcadığı her liradan mümkün olan en yüksek faydayı sağlamaya çalışır. Kaynak sahibi olarak hanehalkı
sahip olduğu kaynakları ya da faktörleri firmalara satarak üretim faaliyetlerine katılır.
13
www.hedefaof.com
Firmalar
Üretime katkı yapan, kaynakları kullanan ve ne üretileceğine karar veren, çeşitli özel firmalardan devlete
kadar uzanan tüm üretici birimleri içeren kuruluşlara firma denir. Firmalar üretim faktörlerini kullanarak
ürettikleri mal ve hizmetleri, hanehalkına, diğer firmalara ve devlete satarlar. Firmanın fonksiyonu
üretim, amacı ise üretim faaliyetinden maksimum kar elde etmektir.
Devlet
Hane halkı gelirinin bir kısmını vergi olarak toplayıp firmaların ürettikleri mal ve hizmetlerin bir
bölümünü satın alır. Devlet ayrıca özel bir firma gibi bazı mal ve hizmetlerin üretimini kendisi
gerçekleştirir. Bunlardan daha önemli işlevleri ise mülkiyet haklarının düzenlenmesi, firmaların
çalıştıkları piyasaların temizlenip gerekli düzenlemelerin yapılması, piyasa kurallarına uyumun
denetlenmesi, üretim ve rekabet için uygun ortamın hazırlanması, piyasaya işlerlik kazandırılmasıdır.
Böylece firmalar, tüketiciler ve kaynak sahipleri arasındaki ilişkilerin serbest piyasa koşulları
çerçevesinde gelişmesine katkıda bulunur.
Dış Dünya
Bir ülkenin ticaret yaptığı bütün ülkeleri ve dolayısıyla o ülkelerdeki ev halkını, firmaları ve hükümetleri
kapsar.
14
www.hedefaof.com
Özet
İhtiyaç; karşılandığı zaman insanlara haz, karşı
lanmadığı zaman acı veren duygulardır. Aşağı
daki özellikleri gösterirler; İhtiyaçların şiddeti
birbirinden
farklılık
gösterir,
İhtiyaçlar
sonsuzdur, İhtiyaçlar giderildikçe şiddeti azalır,
İhtiyaçlar ve onları gideren araçlar birbirinin
yerine ikame edilebilir, Alışkanlık ihtiyacın
şiddetini artırır. Ayrıca, İhtiyaçları ekonomik
açıdan üç gruba ayırabiliriz. Bunlar yaşamsal
ihtiyaçlar, kültürel ihtiyaçlar ve lüks ihtiyaçlardır.
Üretim, insanlara doğrudan ya da dolaylı olarak
fayda sağlayan malların yaratılması, diğer bir
deyişle; insanların gereksinimlerini karşılayan
mal ve hizmetlerin ortaya çıkarılması, miktar ve
faydalarının arttırılarak malların kıtlığının
azaltılması yönündeki faaliyetlerdir. Yani üretim
sadece malların miktarının arttırılması değildir.
Mal ve hizmetlerin miktarının yanında fayda
larının arttırılması yönündeki çabalar da ekono
mide üretim faaliyeti olarak değerlendirilir.
Genel olarak ihtiyaçları gideren araçlara mal
denir. İnsan ihtiyaçlarını dolaylı ya da dolaysız
olarak karşılamaya elverişli ve bu amaç için
kullanılmaya hazır her şeye mal denir. İhtiyaçları
karşılamasına rağmen fiziksel varlık özelliği
taşımayan şeylere de hizmet denir. Mallar
özelliklerine göre çeşitli sınıflara ayrılabilirler;
İktisadi mal-Serbest mal, Tüketim malları-Üretim
malları, Dayanıklı mallar-Dayanıksız mallar,
Özel mallar–Kamusal mallar, İkame(rakip)
mallar–Tamamlayıcı mallar, Bölünür mallar–
Bölünmez mallar, Çoğaltılabilen mallar– Çoğaltı
lamayan mallar
İhtiyaçların giderilmesi ya da hafifletilmesi için
faydalı mal ve hizmetlerin kullanılmasına tüketim
adı verilir. İktisadi faaliyetin nihai amacı
tüketimdir. İnsanların hayat standardının yüksel
mesinin en önemli göstergesi daha yüksek tüke
tim düzeyine ulaşmalarıdır.
Kaynakların miktarının tüm arzuları karşılamaya
yetersiz olduğu duruma kıtlık denir. İnsan
oğlunun istekleri sınırsız, buna karşılık istekleri
karşılamaya yönelik kaynaklar sınırlı olduğu için
kıtlık sorunu ortaya çıkmaktadır. Zaten ekonomi
biliminin amacı sınırsız tüketim isteklerinin kıt
kaynaklarla nasıl tatmin edileceğini incelemektir.
Mal ve hizmet tüketimi sonucu elde edilen
tatmine fayda denir. Bir malın tüketilen tüm
birimlerinin sağladığı faydaların toplamına
toplam fayda, bir malın tüketim miktarı bir birim
artırıldığında toplam fayda da meydana gelen
değişmeye marjinal fayda, bir malın tüketilen
miktarı artırıldığında, marjinal faydanın giderek
azalmasına da azalan marjinal fayda ilkesi adı
verilir. Bu bilgiler ışığında şunları diye biliriz;
Toplam fayda maksimum iken marjinal fayda
sıfırdır. Toplam fayda artarken marjinal fayda
azalır. Toplam fayda azalırken marjinal fayda
negatiftir.
15
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım
1. Kullanıldığında haz, kullanılmadığında acı veren maddelere ekonomi biliminde ne ad verilir?
6. Doğal kaynakların üretime katılmaları karşı
lığında elde ettikleri getiriye ne ad verilir?
a. İkame mal
a. Rant
b. Tamamlayıcı mal
b. Faiz
c. Düşük mal
c. Ücret
d. İhtiyaç
d. Ödül
e. Lüks mal
e. Borç
2. Bir malın bir kişi tarafından tüketilmesi,
diğerlerinin tüketim miktarını azaltmıyorsa, yani
tüketimde rakipsizse ve kimse dışarıda tutula-mıyorsa bu tür mallara ekonomide ne ad verilir?
7. Üretim imkânları sınırının dışındaki bir nokta
için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
a. Ulaşılamaz
a. Kamusal mallar
b. Kullanılmayan kaynaklar vardır
b. Serbest mallar
c. Fiyatlar düşerse ulaşılabilir
c. İkame mallar
d. Fiyatlar yükselirse ulaşılabilir
d. Ortak mallar
e. İthalat artarsa ulaşılabilir
e. Dayanıklı mallar
8. Alternatif maliyet aşağıdakilerden hangisidir?
3. Aşağıdakilerden hangisi bir üretim faktörü
değildir?
a. Yapılabilecek en iyi seçimdir
b. Vazgeçilen en iyi alternatiftir
a. Sermaye
c. Parasal maliyettir
b. Emek
d. Dolaylı maliyettir
c. Doğal kaynaklar
e. Direk maliyettir
d. Girişimcilik
9. Üretim imkânları sınırının genişlemesi nasıl
değerlendirilmelidir?
e. Bilgi ve beceri
4. Verimlilik kavramı aşağıdaki seçeneklerin
hangisinde en iyi ifade edilmektedir?
a. Ekonomik büyümedir
b. Kıtlığın bağlayıcı
ispatıdır
a. Üretimde kullanılan bir birim girdi başına
düşen mal ve hizmet miktarını
kısıt
olmadığının
c. Doğanın insanlığa bir armağanıdır
b. Tüm kaynakların kullanımı
d. Tarihte çok ender rastlanan bir durumdur
c. Üretim seviyesinin her sene artması
e. Enflasyonist ortamda fiyatların etkisidir
d. Kaynakların israf edilmemesi
10. “Üretime katkı yapan, kaynakları kullanan
ve ne üretileceğine karar veren, özel ya da
devlete ait tüm üretici birimleri içeren kuruluşlara
……….. denir”
e. Girdilerin idareli kullanılması
5. Üretilen mal ve hizmetlerin üretime katılanlar
arasında adaletli bir şekilde dağıtılması sonucun
da ulaşılan nedir?
Yukarıdaki cümlede noktalı yere aşağıdakilerden
hangisi gelmelidir?
a. Üretimde etkinlik
a. Devlet
b. Bölüşümde etkinlik
b. Hane halkı
c. Tüketimde etkinlik
c. Firma
d. Verimlilik
d. Dış dünya
e. Liberalizm
e. Birey
16
bir
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
faydalarının arttırılarak malların kıtlığının
azaltılması yönündeki faaliyetlerdir. Yani üretim
sadece malların miktarının arttırılması değildir.
Mal ve hizmetlerin miktarının yanında
faydalarının arttırılması yönündeki çabalar da
ekonomide üretim faaliyeti olarak değerlendirilir.
1. d Yanıtınız yanlış ise “İhtiyaç” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
2. b Yanıtınız yanlış ise “Mal ve Hizmet” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
3. e Yanıtınız yanlış ise “Üretim” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 4
Kıt kaynakların toplum refahını maksimize
edecek şekilde üretim sürecine katılması ve
üretilen mal ve hizmetlerin bireyler arasında
adaletli olarak dağıtımının yapılması durumu
ekonomik etkinliği sağlar.
4. a Yanıtınız yanlış ise “Verimlilik” başlıklı ko
nuyu yeniden gözden geçiriniz.
5. b Yanıtınız yanlış ise “Etkinlik” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
6. a Yanıtınız yanlış ise “Üretim Faktörleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
7. a Yanıtınız yanlış ise “Üretim İmkânları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Yararlanılan Kaynaklar
8. b Yanıtınız yanlış ise “Tercih ve Fırsat Maliyeti” başlıklı konuyu yeniden gözden
_________ (2003). İktisada Giriş, Eskişehir:
A.Ö.F. Yayınları.
9. a Yanıtınız yanlış ise “Üretim İmkânları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Begg D.,Fıscher S., Dornbush R. (2001).
Mikroiktisat (Çeviri),İstanbul:Alkim Yayınları.
10. c Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Birimler”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Bocutoğlu E., Berber, M., Çelik, K. (2000).
İktisada Giriş, Trabzon: Akademi Yayınevi, 2.
Baskı.
Çolak, Ö. F. (2007). İktisada Giriş, Ankara:
Gazi Kitabevi.
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
Dinler, Z. (1996). Mikro İktisat, Bursa: Ekin
Kitabevi.
İhtiyaçların temel özellikleri; İhtiyaçların şiddeti
birbirinden
farklılık
gösterir,
İhtiyaçlar
sonsuzdur, İhtiyaçlar giderildikçe şiddeti azalır,
İhtiyaçlar ve onları gideren araçlar birbirinin
yerine ikame edilebilir, Alışkanlık ihtiyacın
şiddetini artırır şeklinde belirtilebilir.
Dinler, Z. (2000). İktisada Giriş, Bursa: Ekin
Kitabevi.
Dirimtekin, H. (1989). Genel İktisat Teorisi II,
İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi.
Ertek, T. (2003). Mikroekonomiye
İstanbul: Beta Basım.
Sıra Sizde 2
Han, E. (2002). İktisada Giriş I, İktisada Giriş
II, Eskişehir:AnadoluÜnv.yay.
Birbirinin yerine kullanılabilen mallara ikame
mallar denir (reçel-bal, portakal-mandalina gibi).
Yalnız başına ihtiyacı karşılamadığından bir
başka malla birlikte kullanılan mallara
tamamlayıcı mal denir (otomobil-benzin, kalemmürekkep, tebeşir-yazı tahtası gibi).
Han, E., Kaya, A.(2002). Kalkınma Ekonomisi,
Eskişehir:Etam A.Ş.
Parasız,İ. (1998). İktisada Giriş, Bursa: Ezgi
Kitabevi, 5. Baskı.
Sıra Sizde 3
Parasız, İ. (2007). İktisadın Abc’si, Ezgi
Kitabevi, 10. Baskı,
Üretim, insanlara doğrudan ya da dolaylı olarak
fayda sağlayan malların yaratılması, diğer bir
deyişle; insanların gereksinimlerini karşılayan
mal ve hizmetlerin ortaya çıkarılması, miktar ve
Parasız, İ., Yıldırım, K. (1994). Uluslararası
Finansman, Bursa: Ezgi Kitabevi.
17
Giriş,
www.hedefaof.com
Parkın M. (2003). Economics, PearsonEducation
Inc., 6. Baskı.
Türkay, O. (1991). İktisat Teorisine Giriş,
Ankara: Adım Yayıncılık.
Türkay, O. (2001). Mikro İktisat Teorisi,
Ankara: İmaj Yayıncılık.
Unay, C. (1997). Genel İktisat, Bursa:Ekin
Kitabevi.
Ünsal, E. (1988). Mikro İktisat, Ankara:Kutsan
Matbaacılık.
Ünsal, E. (2005) Uluslararası İktisat, Ankara:
İmaj Yayıncılık.
Üstünel, B. (1988). Ekonominin Temelleri,
Ankara.
Yıldırım K., Şıklar, İ., Bakırtaş, İ. (2003). Mikro
İktisada Giriş, Bursa: Ekim Kitabevi.
Yıldırım, K., Karaman, D. (2001). Makro
Ekonomi, Eskişehir:Esbav.
18
www.hedefaof.com
www.hedefaof.com
2
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Ekonomik sistem ve türleri ile farklı yapılardaki ekonomik sistemlerin işleyiş sürecini ve
farklılıklarını ayırt edebilecek,
Ekonomide farklı analiz yöntemlerini ve bunlara niçin gerek duyulduğunu açıklayabilecek,
Ekonominin işleyiş sürecinde yer alan tarafların davranışlarını ve gerçekleştirdikleri ekonomik
faaliyetlerin döngüsel akımlarının oluş şekillerini açıklayabilecek,
Günümüz piyasa ekonomilerinin işleyiş sürecine ait bilgilerle piyasaları yorumlayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Ekonomik Sistem
Piyasa
Kapalı Ekonomi
Mikroekonomi
Açık Ekonomi
Makroekonomi
Mübadele Ekonomisi
Ceterisparibus
Kapitalizm
Hanehalkı
Sosyalizm
Girişimci
Karma Ekonomik Sistem
İthalat
Yeni Ekonomi
İhracat
Finansal Sistem
Tasarruf Paradoksu
İçindekiler
Giriş
Ekonomik Sistem ve Türleri
Ekonominin Analiz Yöntemleri
Ekonomik Faaliyetlerin Döngüsel Akımı
Günümüz Piyasa Ekonomilerinin İşleyiş Süreci
20
www.hedefaof.com
Ekonominin İşleyiş Süreci
GİRİŞ
Ekonomi bilimi, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde gerçekleşen iktisadi ilişkiler sistemini bir bütün
olarak inceleyen bir disiplindir. Bir ekonomik sistemde gerçekleşen işlemler için bazen herhangi bir birim
ya da kişi görevlendirilmemiş ve işleyiş piyasa ekonomisine bırakılmıştır. Bazen de düzenin işleyişi için
çok farklı mekanizmaların kurulması ve işletilmesi gerekmiştir. Çünkü ekonomik sistemin çözmek
zorunda olduğu ekonomik sorunlar çeşitlenmiş, karmaşık bir duruma gelmiştir. Böyle bir durum da
iktisatçıları, “aynı şartlar altında” veya “diğer durumlar sabit kalmak şartıyla” şeklinde basitleştirici
varsayımlarla analiz yapmaya sürüklemektedir.
Fakat bu basitleştirici koşullar bile; küreselleşme olgusuyla daha da karmaşıklaşan, farklı şekillerde
ortaya çıkabilen ekonomik sorunlara çözüm bulabilme, ekonomiyi analiz edebilme işinin zorluğunu
aşamamaktadır. Bu da iktisatçıların, seçimle başa gelen hükümetlerin, çözmek zorunda oldukları
sorunlarda gerekli kararları alma işini daha da zorlaştırmaktadır. Çünkü hükümetlerin başarılı olabilmesi
aynı zamanda vatandaşlarının ekonomik refahının artırılabilmesi için aşağıdaki ekonomik sorunları
çözmeleri gerekir. Bunlar:
•
Gelir ve istihdam düzeyinin artırılması,
•
Fiyatlar düzeyinde istikrarın sağlanması,
•
Ekonomik büyümede sürekliliğin gerçekleştirilmesi,
•
Bütçe açıklarının kontrolü ve finansmanının sağlanması,
•
Dış açıkların yönetilebilmesini sağlamak, olarak sıralanmaktadır.
Ekonominin işleyişi, çözüm bekleyen bu sorunlar hakkında öğrenilmesi gerekenlerin öğrenilmemesi,
zamanında alınması gereken kararların alınmaması, bireylerin veya toplumların katlandığı maliyeti
artırmaktadır. Bugün dünyada kimi ülkelerin yoksulluk yaşamalarının, kimilerinin ekonomik sorunlarla
karşı karşıya kalmalarının temel nedenleri; ekonomik sistemin işleyiş sürecine zamanında verilmesi
gereken desteklerin verilmemesi veya sisteme yapılan yanlış müdahaleler olmuştur.
Bu gelişmeleri ve ekonomiyi anlamak için öncelikle ekonomik sistemin tanımı ve ana türleri
verilerek; ekonominin dışa kapalı veya açık olması veya devletin de ekonomik sistemde yer alması gibi
durumlarda bir ekonomik sistemin işleyiş süreci ve farklılıkları anlamak gereklidir.
EKONOMİK SİSTEM VE TÜRLERİ
Sistem sözcüğü, bir sonuç elde etmeye yarayan yöntemler düzenini veya farklı görev ve fonksiyonları
yüklenen çeşitli parçaların birlikte bir sonuç üretmeye çalışmasıyla ortaya çıkan bir bütünü ifade eder.
Ekonomik sistem de, ulusal ekonomideki ihtiyaçlarla üretim arasındaki dengeyi en etkin şekilde, çok
farklı yapılarla sağlamaya çalışan bütünleşik bir mekanizmadır. Bu mekanizmada belirleyici faktör olan
insan davranışlarının önemi, ekonomiyi sosyal bir bilim dalı yapmaktadır. Bu yüzden ekonomi, sınırlı
kaynakların nasıl kullanılacağını incelerken insan davranışlarını da dikkate almak zorundadır. Çünkü
21
www.hedefaof.com
insanlar için de temel sorun, sınırlı gelirini ihtiyacı olan mal ve hizmetlere maksimum tatmini sağlayacak
şekilde dağıtmaktır.
Toplu halde yaşayan insanların sahip oldukları üretim faktörleri ve aldıkları eğitim gibi özellikleriyle;
mal ve hizmet üretiminde görev almalarıyla oluşan sosyal organizasyona-iş bölümüne ekonomik sistem
(iktisadi sistem) denilmektedir. Bu sistemin temel amacı, toplumun maksimum refah düzeyine ulaşması
için gerekli yolları göstermek yani ulusal ekonomideki ihtiyaçlar (talep) ile üretim (arz) arasında dengeyi
en iyi şekilde sağlamaktır.
Tüm ekonomilerin arz ve talep arasında dengenin sağlanabilmesi için yanıt aradığı üç temel soru;
neler üretilecek, nasıl üretilecek ve bunlar nasıl paylaşılacaktır? Bu soruların sorulmasının temel sebebi,
üretim faktörlerinin kıtlığı nedeniyle kaynakların etkin kullanımının gerekliliğidir. Bu yüzden her toplum
kıt kaynakları ile neler üreteceğine karar verirken tercih yapmak zorundadır. Örneğin:
•
Ne kadar tüketim malı ne kadar yatırım malı üretilecektir?
•
Kim veya kimler üretecektir yani devlet ne kadar, özel sektör ne kadar üretecektir?
•
Bu mal ve hizmetler nasıl üretilecektir, yani emek yoğun veya sermaye yoğun teknoloji mi
kullanılacaktır?
•
Toplumun ürettiği mal ve hizmetler nasıl paylaşılacaktır? Karne ile herkese eşit mi
paylaştırılacaktır? Yoksa parayı veren mi düdüğü çalacaktır?
•
Çalışamayacak durumda olanlar veya çalışmak istemeyenlere ne kadar pay verilecektir?
•
Bu gibi soruların yanıtlarını, kararlarını kim verecektir?
Tüm bu soruların farklı karşılıklarına göre uygulamada değişik ekonomik sistem türleri ortaya
çıkmaktadır. Bu yüzden iktisadi sistemler çeşitli şekillerde bölümlenebilir. Genel bir sınıflama ile; kapalı
ekonomi sistemleri ve mübadele (değişim) ekonomisi sistemleri olarak iki ana grupta toplamak
mümkündür.
Tarihte kalmış kapalı ekonomi sisteminde aileler (üreticiler) yalnız kendi ihtiyaçları için üretimde
bulunurlar. İhtiyaçlar basit olduğundan üretim yöntemi de karmaşık değildir. Arz-talep dengesi, dışa
kapalı grup içinde kurulur yani; dışarıdan mal almak veya dışarıya mal satmak yoktur. Hiyerarşik bir
sosyal yapıya sahip olan kapalı ekonomilerde; üretim faaliyetini ve ürünlerin dağılımını, iktidarın tek
sahibi olan reis, şef, senyör, kont, ağa vb. kişiler ayarlar. Güvende olma duygusunu sağlayan, garanti eden
iktidar sahibine tam itaat, bağımsızlık hissinden önce gelir.
Mübadele (değişim) ekonomisi sistemlerinin ilk uygulamalarında yani paranın olmadığı dönemlerde
(takas ekonomisi); her birey kendi ihtiyacından fazlasını üretir ve fazla olan kısmı, kendisinin üretemediği
diğer mallarla değiştirirdi. Bu ilk iş bölüşümü ve uzmanlaşma örnekleri sayesinde üretim artışı da ortaya
çıkmıştır. İş bölümü ve uzmanlaşma kadar ekonomik sistemin işleyişinin gelişiminde önemli bir unsur da
değişim araçlarının kullanımı olmuştur.
İş bölümü, uzmanlaşma ve mübadele kavramları birlikte ele alınır. Bunun nedeni aralarında birinin
diğerinin nedeni ya da sonucu olma gibi yakın bir ilişkinin olmasıdır. Bir bireyin ihtiyaç duyduğu bütün
malları üreterek ihtiyacını karşılaması mümkün değildir. İlkel toplumlardan itibaren her birey yeteneği
doğrultusunda mal üretmiş, kendi ihtiyacından fazlasını başka mallarla değiştirme yolunu seçmiştir. Bu
şekildeki davranış biçimi iş bölümünü ortaya çıkarmıştır. İş bölümü, belirli işi yapan kişilerin zamanla o
alanda uzmanlaşmasına neden olur. Yani uzmanlaşma, iş bölümünün bir sonucudur.
Mal ve hizmetlerdeki uzmanlaşmanın ve onların sahip olduğu (birbirlerine göre) göreceli değeri
değişimin nasıl olacağı sorusunu sordurmuştur. Şöyle ki: İnsanoğlu, sahip olduğu - ürettiği her şeyin bir
değeri olduğunu fark etmesinden itibaren trampa (takas) ekonomisinin yarattığı sorunlardan
kurtulabilmek için, nadir olan yani en fazla değer verilen çeşitli nesneleri (malları) para niyetine
kullanarak mübadele sistemini oluşturmaya çalışmıştır. Tarihteki mal paradaki gelişimin son aşamasında
altın ve gümüşün para olarak kullanımı sonrasında, temsili paranın ve günümüzdeki (cebimizde olan
fiyat) paranın, banka parasının ve kredi kartlarının kullanımı da ekonomik işleyişi olumlu şekilde
22
www.hedefaof.com
değiştirmiştir. Çünkü para: Herkes tarafından kabul edilen bir alış-veriş (değişim) aracı olma; ortak değer
ölçüsü olma; değer saklama ve borç ödeme işlevleri sayesinde mübadele ekonomilerinin işleyişini de
geliştirmiştir.
Mübadele ekonomilerinde kullanılan üretim araçlarının sahipliği bakımından, bugüne kadar
uygulanabilmiş veya uygulaması süren başlıca iki ekonomik sistem: Kapitalizm (liberalizm, piyasa
ekonomisi) ve Sosyalizmdir (kumanda ekonomileri). İlkinde makine ve teçhizatın mülkiyeti sermaye
sınıfında yani kapitalist denilen kesime ait, ikincisinde ise mülkiyet işçi-kamu adına devlete aittir.
Ekonomilerin işleyişiyle ilgili bu iki sistem uç uygulamaları içerir. Yani bir uçta piyasa ekonomileri,
diğer uçta kumanda ekonomileri yer almaktadır. Bu iki uç sistem dışında her iki sistemin bir kısım
yönlerini kabul eden uygulamalar, karma ekonomik sistem olarak adlandırılmakta ve her ülkede farklı
şekilde uygulanmaktadır.
Tablo 2.1: Çeşitlenmiş Bir Ekonomi Tablosu
MÜBADELELER
EMEK KARŞILIĞI
GİRİŞİM
Piyasada
Ücretlendirilmiş
Kapitalist
Alternatif Piyasa
Alternatif Ücretlendirilmiş
Alternatif Kapitalist
Kamu teşekkülü (Kamu İktisadi
Teşebbüsü)
Kamu mallarının satışı
Serbest çalışma
Etik “adil ticaret” piyasaları
Kooperatif
Yerel mübadele sistemleri
Senede bağlama
Alternatif para birimleri
Karşılıklı emek
Yer altı piyasası
Ayni Ödeme
Kooperatifler arası
mübadele
Sosyal yardım işi
Yeşil kapitalist
Toplumsal sorumluluk taşıyan şirket
Kâr amacı gütmeme
Değiş tokuş
Kayıt dışı piyasa
Piyasa Dışında
Ücretlendirilmemiş
Kapitalist Olmayan
Hane içi akışlar
Ev işi
Komünal (kolektif yaşam biçimi)
Armağan
Aile bakımı
Bağımsız
Yerliler arası mübadele
Mahalle çalışması
Feodal
Devlet ödenekleri
Gönüllülük
Köle
İstimlâkler
(Kamulaştırmalar)
Boğaz tokluğuna
Köle emeği
Hasat sonu başak toplama
Avlanma, balık tutma,
toplama
Hırsızlık, kaçak av
Kaynak: Gibson-Graham J.K. (2010). (Bildiğimiz) Kapitalizmin Sonu Siyasal İktisadın Feminist Eleştirisi, Metis
Yayınları, s.16, İstanbul.
Tablo 2,1’de, kapalı ve açık ekonomilere ait çeşitli sistemlerdeki piyasa ve piyasa dışında, farklı
mübadele şekillerinin oluş örnekleri verilmektedir. Bu tabloyu sağdan sola değil, yukarıdan aşağıya doğru
örneğin, mübadeleler piyasada & piyasa dışında; girişim kapitalist& kapitalist olmayan şeklinde
okuyunuz. Tablonun ilk iki satırını birlikte sağdan başlayarak okuyalım: Kapitalist girişimci,
ücretlendirilmiş emeği alır, ürettiği mal ve hizmetlerin mübadelesi piyasada gerçekleşir. Tablonun sağ
sütunundaki Alternatif Kapitalist girişimler, kapitalist şirketlerden, kendilerini kamusal içerikli (çevre
dostu-toplumsal anlamda sorumluluk taşıyan) hizmetler sunma konusunda gittikçe daha fazla ayrıştırırlar.
23
www.hedefaof.com
Kamu İktisadi Teşebbüsü de, piyasa koşullarında ücretlendirilmiş emek kullanır; kar elde eder;
sermayebirikimi sağlar. Fakat kamusal fayda dağıtma imkânları, piyasaları disipline etmesi politik gücü
sayesinde yüksektir. Bölüm sonunda bu tablonun tekrar gözden geçirilmesi bakış açınızı değiştirecektir.
Piyasa, gerek üretim faktörlerinin, gerekse üretilen mal ve hizmetlerin alıcı ve satıcılarının karşı
karşıya gelmesini ve ekonomik kararların verilmesini sağlayan ortamlardır. Bu ortamların kesinlikle
belirli bir mekân olması şart değildir. Çünkü bilgi teknolojilerinin değişen boyutu piyasalarda mekân
kavramını da değiştirmektedir. Bu değişim ile piyasa, bir mal ve hizmetin alıcı ve satıcılarını bir araya
getiren semt pazarları, alışveriş merkezleri, fuarlar gibi belirli bir mekânda oluşabileceği gibi tarafların
cismen bir araya gelmemeleriyle de oluşabilir. Örneğin: teleks, telefon, faks, elektronik posta, elektronik
ticaret gibi sanal ortamlar da pazarın-piyasanın oluşmasını sağlar. Buradaki piyasa ekonomileri terimi ise
arz ve talebin karşı karşıya geldiği mekân kavramı dışında; alıcıları ve satıcıları bir araya getiren
kolaylıkları, piyasalara kolay erişim imkânlarını da ifade etmektedir.
Piyasa Ekonomileri Sistemi
Piyasa ekonomileri sisteminde, üretimi gerçekleştirmede kullanılan sermayenin (üretim araçlarının)
sahipliği özel mülkiyete aittir. Bu sistemde iktisadi denge yani; ne, nasıl ve kimler için üretilecek
sorularının cevapları piyasa mekanizması yoluyla kendiliğinden gerçekleşir. Bu duruma bazen
görünmeyen elin gücü de denir.
Serbest piyasanın kendi halinde işleyişini ifade eden görünmeyen el mekanizması kavramı, iktisadın
kurucusu Adam Smith tarafından ortaya atılmıştır. Görünmeyen el (fiyat mekanizması) mekanizması;
iktisadi hayatın temel sorunları olan hangi malların, nasıl, kimler için, ne miktarda üretileceği gibi temel
ekonomik sorunları çözümler. Bu yüzden hükümetler ekonomik hayata müdahale etmemelidir. Çünkü bu
mekanizma sayesinde ekonomide arz veya talep fazlalığı oluşmaz.
Her piyasa ekonomisindeki bu işlemlerin, temelde piyasada nasıl gerçekleştiğini; öncelikle piyasaların
özelliklerini vererek Şekil 2,1 aracılığıyla görelim. Açıklamaları, şekildeki taraflar arasındaki döngüsel
(sürekli tekrarlanan) hareketleri takip ederek daha kolay ilişkilendirebiliriz.
Piyasa ekonomilerinde bu ekonomik faaliyetler aşağıda görülen üç alt piyasada gerçekleşir.
Ekonominin işleyişini, piyasa ekonomilerinde üretim araçlarının sahibi olan girişimci-firmalar, piyasada
oluşan fiyatlar aracılığıyla organize ederler. Girişimciler, bu organizasyonda üretimi gerçekleştirirken
gerekli olan üretim faktörlerini, hane halklarının arzını oluşturduğu girdi (faktör) piyasalarından üretim
faktörü ödemeleri karşılığında satın alırlar. Girişimciler bu ödemeleri ya kendi kaynaklarından ya da
finans sisteminden finanse ederler. Girişimciler üretim faktörlerini kullanarak ürettiği mal ve hizmetleri,
hane halklarına-tüketicilere mal ve hizmet piyasalarında arz ederler.
•
Bu piyasalardan birincisinde, girişimciler, üretim faktörlerini hane halkından üretim faktörü
ödemeleri (emek karşılığında ücret, sermaye için faiz ve doğal kaynaklar için rant) karşılığında
satın alırlar. Bu üretim faktörleriyle tüketicilerin ihtiyacını karşılayacak nihai mal ve hizmetleri
üreten girişimciler-firmalar, piyasada dört önemli organizasyon işini yerine getirirler. Bunlar:
a. Üretim faktörlerini bir araya getirmek,
b. Reel sektörde mal; hizmetler sektöründe hizmet üretmek,
c. Ürünleri satmak,
d. Kar elde etmek, olarak sıralanmaktadır.
24
www.hedefaof.com
Girişimcilerin faktör talebini (üretim ve yatırım kararını), piyasadaki arz ve talep seviyesi ile oluşan
fiyatlar ve üretimin maliyet koşulları belirler. Bu üç piyasada dolayısıyla ekonomidegenel dengenin
oluşabilmesi için, öncelikle faktör piyasalarında, alım satıma konu olan üretim faktörlerinin arz ve talebi
arasında denge gerekir. Çünkü girişimcilerin üretim faktörlerine (toprak, emek ve sermayeye) olan talebi,
bu faktörlerin arzından daha fazla ise fiyatlar yükselecek, az ise düşecektir.
•
İkinci piyasa, girişimcilerin reel sektörde üreterek, hane halkının tüketimine hazır şekle
getirilmiş (nihai) mal ve hizmetlerin satışa arz edildiği mal ve hizmetler piyasasıdır.
Girişimcilerin, tüketicilerin ihtiyacını giderebilecek özelliklere kavuşturduğu mal ve hizmetlerin
satımının yapılabilmesi için bu mal ve hizmet piyasaları çok önemlidir. Örneğin, mal ve hizmet
piyasalarından alışveriş (AVM) merkezleri, stokların eriyerek üretim sürecinin tekrar devam
edebilmesi için önemlidir. Çünkü stokların erimesiyle girişimci, tekrar üretim yapmak için faktör
piyasalarına üretim faktörlerini talep eden olarak girecektir. Bu girdilerin reel sektörde
işlenmesiyle mal ve hizmet piyasalarına yeniden mal ve hizmet arz edilecektir. Eğer mal ve
hizmet piyasalarındaki artan talebe karşın arz olmaz ise bu piyasalarda fiyatlarda yükselme
olacaktır. Tersi durumda yani mal ve hizmetlere talep olmaması, arzın artması fiyatların
düşüşüne yol açacaktır. Bu durumların süreklilik kazanması ise ekonomi literatüründe enflasyon
ve deflasyon gibi kavramlar ile ifade edilmektedir.
•
Üçüncü piyasa ise ekonomideki atıl kaynakların, atıl fonların ekonomiye kazandırılmasını
sağlayan finans piyasalarını temsil eder. Doğal kaynaklar, emek ve sermaye gibi faktör sahibi
hane halkları, girişimcilere sattığı üretim faktörlerinden elde ettiği tüm gelirlerini
tüketmeyebilirler. Yani elde edilen gelirin tüketilmeyen, tasarruf edilen kısmının tekrar
ekonomiye kazandırılabilmesi için bunların, banka gibi finans kuruluşlarına mevduat olarak
ödünç verilmesi gerekmektedir. Bankaların da bunları kredi olarak kullandırmalarıyla ekonomik
faaliyetlerde süreklilik yaratılmaktadır. Kitlesel tüketim dönemine erişmiş kapitalist (ABD,
İngiltere, Almanya gibi) ekonomilere bakıldığında, finans sistemlerinin genel ifadesiyle hizmet
sektörlerinin gelişmiş olduğu görülecektir.
Girişimcilerin faktör talebini (üretim ve yatırım kararını); piyasadaki arz ve talep seviyesi ile oluşan
fiyatlar ve üretimin maliyet koşulları belirler. Şekil 2,1’de şematize edilen bu süreç şu şekilde
işlemektedir: Girişimcilerin, mal ve hizmet piyasalarına ne, ne kadar, nasıl üreteceği konusundaki kararını
etkileyen temel faktör; ürettiği mal ve hizmetlere, hane halkının olan talebi ve devam eden talep artışı
nedeniyle mal ve hizmet piyasalarında yükselen fiyatlardır. Fiyatlar yükselmesine rağmen, bu bedeli
ödemek isteyen tüketiciler için girişimcilerin mal ve hizmet üretim isteği; girişimcilerin girdi
piyasalarında üretim faktörlerine (emek, sermaye, toprak) olan talebini artıracaktır. Eğer bu faktörlere
olan talep, arzından (hane halkının faktör piyasalarına sunduğundan) fazla ise fiyatlar yükselecek, az ise
düşecektir. Girişimcilerin bu faktör talepleri hane halkının da gelirlerini oluşturur.
Piyasa ekonomisinin bu işleyiş sürecinde; ne, nasıl ve kimler için üretilecek sorularının cevaplarını
veren herhangi bir merkezi otorite yoktur. Kaynakların tahsisiyle ilgili kararlar bağımsız bireysel
girişimciler ve hane halkları tarafından alınır. Böyle bir sisteme serbest piyasa sistemi ya da piyasa
ekonomisi denir. Birbirlerinden bağımsız hane halkı, bireysel girişimciler, hükümetler ve diğer
organizasyonların kararları piyasalarda birbirleriyle etkileşim içindedir. Bu sistemde temel
koordinasyonu, değişimi, piyasada oluşan fiyatlar sağlar. Bu nedenle serbest piyasa sistemine çoğu kez
fiyat sistemi de (fiyat mekanizması) denir.
Piyasa mekanizmasının önemli aracı olan fiyat sistemi; hem üretim faktörlerinin, hem de üretilen
malların fiyatlarını ve dolayısıyla faktör sahiplerinin toplam üretimden alacakları payları belirler. Şöyle
ki; girişimciler tarafından mal ve hizmet piyasalarına arz edilmiş ürünlerine artan taleple yükselen
fiyatlar, girişimcilere piyasadan daha fazla pay almak, kârını artırmak için bir şeyleri yapması gerektiği
sinyallerini verir. Bunun için de örneğin, daha fazla mal üretmek veya ürettiği mal ve hizmetlere
farkındalık katarak rekabetçi ürünler elde etmek gerekmektedir. Bu da, üretim tekniğinin devamlı
gelişmesini ve ekonomide etkinliği, dolayısıyla mal ve hizmet piyasalarına daha fazla giriş, ekonomik
terimle arzda artış sağlar. Bu durum tüketicilerin daha farklı mal ve hizmetleri daha ucuza almalarını
sağlayacaktır. Tersi durumda ise yani düşen fiyatlar üreticilere üretimlerini kısma gibi kararları almak
yönünde işaretler vermektedir.
25
www.hedefaof.com
Şekil 2.1: Piyasa Ekonomisinde Ekonomik Birimlerin Gelir ve Harcama Akımları
Girişimcilerin üretimi gerçekleştirmek için gerekli olan üretim faktörleri talebi, hane halklarının
gelirlerini belirleyecektir. Faktör piyasalarına daha çok ve/veya daha nitelikli faktör arz eden girdi (emek,
sermaye, toprak) sahibi üretimden daha fazla pay alacaktır. Daha yüksek gelir elde edecektir. Fakat
piyasa ekonomisinin yani fiyat sisteminin bu mesajları en iyi şekilde verebilmesi, piyasanın iyi işlemesi,
sinyallerin taraflarca tam anlaşılabilmesi için fiyat düzeyinin istikrarlı olması gereklidir. Aynı zamanda;
üretim tekniğinin, teknolojinin gelişimi için de mülkiyet hakkının korunması, piyasalara müdahalenin
bulunmaması gerekmektedir.
Fiyatların piyasalarda serbestçe oluşması demek, hükümetlerin hiçbir rolünün bulunmadığı anlamına
gelmemelidir. Devletin gerek piyasaları düzenleyici-denetleyici görevleri ve gerekse de kamu
hizmetlerinin finansmanı için tahsil etmek istediği vergiler de, piyasada oluşacak mal ve hizmetlerin
fiyatlarını etkiler. Örneğin Devletin üretimi özendirmek için girişimcilere vereceği sübvansiyon
(destekleme) teşviki üretim maliyetini düşürürken, işletmelerden alacağı kurumlar vergisi gibi kamu
kesintileri üretim maliyetini ve fiyatları yükseltecektir. Devletin bazı hane halklarını desteklemek için
yapacağı (emekli maaşı, öğrenci bursları gibi) transfer ödemesi ise onların gelirini dolayısıyla talebini
artırırken; onlardan yapacağı katma değer vergisi, gelir vergisi gibi kesintiler de nihai mal ve hizmetlere
olan talebi azaltacaktır.
Sübvansiyon: Kamunun üreticileri korumak ve üretimi artırmak
amacıyla girişimcilere karşılıksız olarak para veya parasal değere sahip şeylerle yapılan
yardımdır. Transfer Ödemesi: Kamunun karşılığında herhangi bir mal, hizmet veya faktör
alımı olmaksızın hanehalkına ekonomik ve sosyal amaçlarla yapılan ödemeleri ifade eder.
Örneğin emeklilere yapılan maaş ödemeleri, öğrenci bursları, fakirlere yapılan kömür
yardımları vb.
Kumanda Ekonomileri Sistemi
Kumanda ekonomileri yani merkezi planlamanın geçerli olduğu (sosyalist) ekonomilerde piyasa
mekanizmasının temel aracı olan fiyat sisteminin yerini merkezi otoritenin kararları almaktadır. Özellikle
26
www.hedefaof.com
19. yüzyıldaki kapitalist sistemin acımasız uygulamaları, klasik ekonomi varsayımındaki tam rekabet
koşullarının oluşamaması ve emekçi sınıfın örgütlenmesine bağlı olarak sosyalist sistem (kumanda
ekonomisi sistemi), alternatif bir ekonomik model olarak ortaya çıkmıştır.
Kumanda ekonomisinin işleyişinde; ne, nasıl ve kimler için üretilecek sorularının cevapları merkezi
otoritenin planları aracılığıyla oluşturulmaya çalışılır. Bu sistemde üretim araçlarının sahipliği özel
mülkiyete değil, kamu adına devlete aittir. Bu durum ekonomide özel girişimci sınıf olmadığını
göstermektedir. Ülkede hem yönetenler hem de yönetilenler emekçi olduğuna göre, tek sınıflı bir toplum
görünümü vardır. Ancak tüm iktisadi işlemleri planlayacak, düzenleyecek ve denetleyecek bir bürokrat
ekibi emekçilerin önünde yer alacaktır. İlerleyen süreçte bu ekibin merkezden aldığı kararlarla iktisadi
dengenin sağlanmasının zor olduğu (eski Sovyetler Birliği örneğinde) görülmüştür.
Kumanda ekonomilerinde, üretim araçlarının sahipliğinin kamu
mülkiyetinde olması bireyler için bir teşvik unsuru oluşturmaz. Çünkü bireylerin sürekli
çalışma arzularının, buluşlarının ilave bir karşılığı yoktur. Bireysel çıkar ve kâr güdüsü
yerini kamuya hizmet ilkesine bırakmıştır. Bu da ekonomik gelişimdeki sürekliliği
olumsuz yönde etkilemiştir.
Karma Ekonomik Sistem
Özellikle geçmiş dönemlerde ülkelerin ekonomi politikalarına bakıldığında; gerek piyasa ekonomisi,
gerekse kumanda ekonomisi (sosyalist) sisteminin tek başına, yani tüm yapısal özellikleriyle
uygulanamadığı görülmektedir. Uygulamada ekonomik davranışların, biraz merkezi otorite ile biraz
piyasa ile biraz da gelenekler tarafından şekillendiği görülmektedir. Bu gerçeklerin ortaya çıkardığı
ekonomik model olarak karma ekonomik sistem; yukarıda açıklanan ve Tablo 2,2’de özetlenen piyasa
ekonomisi (kapitalizm) ve kumanda ekonomisinin (sosyalizm) bazı özelliklerinin, aynı anda ancak farklı
şekillerde benimsenmesiyle değişik biçimlerde yürütülebilmektedir.
Tablo 2.2: Ekonomik Sistemlerin Karşılaştırılması
Ekonomik Sistemin
İşleyişiyle İlgili Temel
Özellikler
Piyasa Ekonomileri Sistemi
Sistemin Temel Prensibi
Bireysel Özgürlük
Kamusal Çıkar
İşleyişi Yürüten
Ekonomik Birey
Merkezi Otorite
İşleyişi Yürüten Mekanizma
Görünmeyen El - Fiyat Mekanizması
Merkezi Otoritenin Kararları
Üretim - Yatırım Miktarı
Girişimcinin Kazancına Göre Artar
veya Zararına Göre Azalır.
Plan Hedeflerine Göre
Belirlenir.
Bölüşüm
Ekonomik Bireyin Üretimine Bağlı
Ekonomik Bireyin Üretimine
Bağlı Değil
Üretim Araçlarının
(Sermayenin) Sahipliği
Özel Mülkiyet
Kamu Adına Devlet
(Kapitalizm-Liberalizm)
Kumanda Ekonomileri
Sistemi
(Sosyalizm)
Uygulamada ülkeden ülkeye farklılık gösterebilen karma ekonomik sistem; özel mülkiyetle birlikte
kamu mülkiyetini de uygun bulan, piyasa ekonomisi yanında sosyalist sistemin bazı unsurlarını da
benimseyen, fiyat mekanizmasıyla birlikte merkezi planları da uygulama çabası içinde olan, bir sistem
olarak ifade edilebilir.
Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, ülkelerdeki liberal ekonomiye geçiş uygulamaları (başta kamu
kuruluşlarının özelleştirilmesi) faaliyetleriyle, piyasa sistemine daha da fazla yaklaşıldığı görülmektedir.
Fakat ortaya çıkan (finansal kriz gibi) ekonomik istikrarsızlıklar, devletin ekonomiye müdahalelerini
artırmaktadır. 2008 küresel finans krizinin uzun süren çözümsüzlüğü; özelleştirme yerine kamulaştırma
faaliyetlerinin tekrar gündeme gelmesine, devletin ekonomiye daha fazla müdahale etmesine neden
27
www.hedefaof.com
olmuştur. Kısaca söylemek gerekirse; ne Sosyalizm ne de Liberalizmin bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler temel felsefesi ekonomik model olarak tek başına yeterli değildir.
Piyasa ekonomisinde oluşan fiyatların yerine getirdiği görevler
nelerdir?
Yeni Ekonomi
18 ve 19. yüzyıldaki sanayi devrimi, o dönem ülkelerini tarımdan sanayi temelli ekonomilere
dönüştürmüştür. Aynı şekilde bilgi ve iletişim teknolojilerinin devrimsel gelişimi de, ekonomi yaşamının
her yönünü değiştirmiştir ve değiştirmeye devam etmektedir.
20. yüzyılın son dönemlerinde, küresel ekonominin zeminini hazırlayan, özellikle finans sektöründe
hızlı gelişimin kaynağı bilgi ve iletişim teknolojileri olmuştur. Bu teknolojilerin, reel sektörün tedarik,
üretim, pazarlama-satış süreçlerine uyarlanmasıyla; eski ekonomiyle yeni ekonomi yan yana yaşamakla
birlikte, iki ekonominin toplam üretim içindeki payı her geçen gün yeni ekonomi lehine artmaktadır.
Bu yeni dönemi ifade eden yeni ekonomi kavramı; firmaların iş yapma biçimlerini ve onların
müşterilerini de değiştirmektedir. Fakat ekonominin temel yasalarını, açıkladığımız ve açıklayacağımız
piyasaların belli başlı temel işleyiş sürecini değiştirmemektedir.
Yeni ekonomi olgusunun; işletmelerin iş yapma şekillerinin; tüketicilerin mal ve hizmetlere ulaşım
mekânlarındaki değişimin önemli bir göstergesi de bilgi toplumu kavramıdır. Çünkü bilgiyi araştırmaya
ve incelemeye önem veren, bilgi teknolojilerini kullanmayı öne çıkaran toplum yapıları sayesinde
ekonomi de kendini yenilemek zorunda kalmıştır ve yenilemeye devam edecektir. Günlük yaşamdaki edevlet, e-okul, e-ticaret, e-bilet, e-reçete, e-bankacılık gibi yaygın uygulamalar da bu değişime
verilebilecek bazı örneklerdendir.
Bu konudaki gelişmelerin zorunlu kıldığı mevzuat düzenlemesi olan 6102 Sayılı Yeni Türk Ticaret
Kanunu da, iş hayatında teknolojik yeniliklerin gerektirdiği düzenlemeleri yaparak, bilgi toplumu
hizmetlerine geniş yer vermektedir. Örneğin: Her sermaye şirketinin, birer internet sitesi sahibi olması ve
sitenin belli bir bölümünü bilgi toplumu hizmetlerine ayırması; kanunun öngördüğü içeriği yükleme ve
güncellemelerini yapmasını zorunlu kılması gibi düzenlemeler, yeni ekonomi kavramının önemini
göstermektedir. Çünkü geleceğin ekonomik yapılarında, işleyiş sürecinde, her zaman olduğu gibi, bilgiyi
kullanma gücü rekabet üstünlüğünü belirleyecektir.
İMKB’de Yeni Ekonomi Pazarı’nın oluşturulmasındaki amaç: Telekomünikasyon, bilişim, elektronik, internet, bilgisayar üretim, yazılım ve donanım, medya
veya Borsa Yönetim Kurulu’nca kabul edilecek benzeri alanlarda faaliyet gösteren
teknoloji şirketlerinin, sermaye piyasasından kaynak elde etmelerini sağlamak ve söz
konusu şirketlerin hisse senetlerinin Borsa’da güven ve şeffaflık ortamında, organize
ikincil piyasada işlem görmesini temin etmektir. İMKB’de Yeni Ekonomi Pazarı ve hisse
senedi piyasaları konusunda geniş bilgi için http://www.imkb.gov.tr adresini ziyaret
edebilirsiniz.
Ekonomik sistemlerin işleyişiyle ilgili yukarıdaki açıklamalar, farklılıklar ekonomiyi anlamanın
zorluklarını göstermektedir. Bu zorlukları, ekonomik sorunları, yapıları basitleştirerek aşmak,
ekonomistlerin uzmanlaşmalarını sağlamak için farklı ekonomik analiz yöntemleri geliştirilmiştir. Bu
analiz yöntemleri verildikten sonra ekonomik faaliyetlerde yer alan tarafların değişmesine göre ekonomik
faaliyetlerde döngüsel akımın nasıl gerçekleştiği verilecektir.
EKONOMİDE ANALİZ YÖNTEMLERİ
Sosyal bir bilim dalı olan ekonomi biliminin; kıt kaynaklar ile hangi malın, kimin için, ne miktarda
üretileceği gibi sorulara yanıt bulmaya çalışan bir bilim dalı olduğunu daha önce ifade etmiştik.
28
www.hedefaof.com
Ekonomistler, çeşitli ekonomik olayları-sorunları tespit etmek ve etkili çözümleri zamanında alabilmek
için, bazen basit bazen de gelişmiş çeşitli analiz teknikleri kullanmaktadırlar. Çünkü ekonomik bir olayı
etkileyen değişkenlerin sayısı arttıkça olay karmaşık hale geldiğinden analiz de gittikçe zorlaşmaktadır.
Bir ekonomik olayın analizinde, öncelikle onun içerdiği değişkenler ve değişkenler arasındaki ilişkilerle o
ekonomik olayın alanı-bölümü belirlenir. Ekonominin en kabul gören bölümlenmesi mikroekonomi ve
makroekonomi şeklindedir. Diğer sınıflama yöntemleri: Mevcut durumu tespit eden veya ne olması
gerektiğini ifade eden pozitif ve normatif analiz; zaman ölçütüne göre durağan ve dinamik analiz;
değişkenlerin sayısına göre kısmi ve genel denge analizi şeklindedir.
Mikroekonomi ve Makroekonomi
Mikroekonomi, ismindeki mikro ön eki Yunanca mikros kelimesinden gelir ve küçük anlamındadır.
Dolayısıyla mikroekonomi, ekonominin küçük üniteleri olan bireylerin-tüketicilerin ve girişimcilerinfirmaların ekonomik davranışlarını inceler. Aynı zamanda mikroekonomi rasyonel ve çıkarları peşinde
koşan bireylerin etkileşimlerinin yarattığı sosyal sonuçları inceler. Örneğin tüketicilerin, ihtiyaçlarını
gideren mal ve hizmetlerden elde edeceği faydalar nedeniyle bu mal ve hizmetlere verdikleri değeri;
firmaların da bu mal ve hizmetleri üretme koşullarına göre oluşan fiyatın ne olacağını; piyasa türleri,
piyasaların işleyiş mekanizması ve farklı piyasa koşullarında firma dengesinin nasıl oluşacağı gibi
konuları araştırmaktır. Mikroekonominin ilgilendiği sorulara günlük hayatımızdan şu örnekler verilebilir:
Masaüstü bilgisayar mı, yoksa dizüstü bilgisayar mı almalıyım? Toplama bilgisayar mı, yoksa bilinen bir
marka mı almalıyım? Akıllı telefonum mu, yoksa tabletim mi olsun? İkisini de alabilmem için kredi
almam gerekir. Acaba alacağım kredinin maliyetine katlanmaya değer mi? Benzin fiyatları artarsa
insanlar dizel arabalara yönelirler mi? Gelir vergisindeki azalma insanların daha çok çalışmasını teşvik
eder mi? Gelir vergisindeki artma insanların tasarruflarını azaltır mı?
Makroekonomi, ismindeki makro ön eki ise Yunanca büyük anlamına gelen makros kelimesinden
gelmektedir. Yani makroekonomi, ulusal ekonomide devletin, firmaların ve bireylerin tercihlerinin,
davranışlarının toplam etkisiyle ilgilenir. İstihdam oranı, büyüme hızı, kamu dengesi, faiz oranı,
enflasyon, dış ticaret, ödemeler dengesi gibi konu başlıkları makroekonominin alanına girmektedir. Bu
çerçevede makroekonominin cevap aradığı bazı sorulara şu örnekleri verebiliriz: 2001 krizi Türkiye'de
işsizliği ne kadar artırmıştır? 2008 küresel finans krizi, Türkiye'nin ihracat yaptığı ülkeler de nasıl bir
değişim yapmasına neden olmuştur? Avrupa ülkelerinin kamu borç stokları artarken Türkiye’de mali
disiplin niçin göreceli olarak daha iyidir? Enflasyonun nedenleri nelerdir?
Tablo 2.3: Mikroekonomi ve Makroekonominin Temel Konuları
Mikroekonomi
Makroekonomi
Hanehalklarının, ekonomik
davranışlarını;karşılıklı etkileşimlerinin yarattığı
bireysel, sosyal sonuçları inceler.
Bir ulusal ekonomideki tarafların, tercihlerinin;
davranışlarının toplam etkisiyle ilgilenir.
Girişimcilerin, ekonomik davranışlarını;
piyasalardaki gücünü; etkileşimlerinin piyasalara
tesirlerini inceler.
İlgili ulusal ekonomideki, büyüme ve kalkınma
sorunlarını; çözüm yollarını ve sonuçlarını inceler.
(Bunlar için de: Milli gelir, istihdam ve işsizlik
oranı, büyüme hızı, enflasyon oranı, kamu
dengesi, faiz oranı, enflasyon, dış ticaret,
ödemeler dengesivb. makro göstergeleri takip
eder.)
Piyasalarda arz ve talebin oluşturduğu fiyatları;
bu fiyatların taraflara yönelik etkilerini inceler.
Ulusal ekonominin, izleyebileceği ekonomi
(maliye, para, dış ticaret vb.) politikalarının neler
olabileceğini ve etkilerini; bu politikaların
uluslararası ekonomik ilişkileri nasıl
yönlendirebileceğini inceler.
Ekonomistlerin 1750’lerden itibaren ekonomide büyümeye, uluslararası ticarete ve enflasyona ilişkin
çalışmalara yer vermesine rağmen, makroekonomi 20. Yüzyıla kadar ayrı bir disiplin olarak
algılanmamıştır. Makroekonominin gelişmesinde üç olay özellikle önemlidir. Birincisi, ekonomi
29
www.hedefaof.com
istatistikçilerinin makroekonomik araştırmaların bilimsel temelini oluşturan verileri toplamaya ve
sistematikleştirmeye başlamalarıdır. İkicisi, ekonomik dalgalanmaların tekrarlanan ekonomik olgular
biçiminde olmasının tespit edilmiş olmasıdır. Üçüncüsü “Büyük Buhran”dır.
Mikroekonomi, hane halkının ve girişimcilerin ekonomik konulardaki
seçimlerini ve bu seçimlerin birbirleri ile etkileşimini, devletin de bu tercihlere etkisini
araştırır. Ekonomi ile bir bütün olarak ilgilenen makroekonomi ise, devletin, firmaların ve
hane halkı tercihlerinin, davranışlarının toplam etkisini araştırır
Pozitif ve Normatif Analiz
Pozitif analiz bir ekonomik olayın-sistemin mevcut halini inceleyerek nasıl çalıştığını açıklamaya çalışır,
durumunu tespit eder. Normatif analiz ise yorum içeren yani “ne olmalı” ya da “nasıl olmalı” gibi soruları
soran, değer yargılarını içeren bir analizdir.
Pozitif ve normatif analiz ayırımı için örneğin: “Türkiye’de hisse senedi piyasalarında (İMKB’de)
tasarrufları değerlendirme - yatırım kültürü düşüktür” ifadesi bir tespit olduğundan pozitif analiz
kapsamındadır. “Bankacılık dışında, hisse senedi piyasalarının da tasarrufların değerlendirildiği bir mecra
olabilmesi için finansal okuryazarlık geliştirilmelidir” ifadesi ise normatif analizdir.
Finansal okuryazarlık, finansal kararlar alabilme yeteneğinin
oluşması için finansal ürün ve uygulamalar hakkında temel düzeyde bilgi sahibi olma
yeteneği olarak ifade edilebilir. Finansal işlemlerde gittikçe çeşitlenmeyle birlikte
karmaşıklığı da yarattığı için finansal okuryazarlık önem kazanmaktadır. Çünkü teknik
özellikleri nedeniyle karmaşıklaşan, maliyet avantajları farklılaşan finansal araçları daha
sık kullanmaya başlayan hane halkları ve girişimcilerin, en iyi kararları verebilmesi için
bu ürünleri tanıması gereklidir. Bunlar; farklı özelliklere, vadelere sahip kredi kartlarının
karşılaştırılmasından, değişik ödeme yöntemlerinden hangilerinin tercih edileceğine,
mümkünse ne miktarda tasarruf yapılacağından bunun hangi yatırım aracına
yatırılacağına veya en iyi koşullarda kredinin nereden temin edileceğine kadar pek çok
finansal üründe rasyonel kararı gerektirmektedir. Bunlara ilave olarak Türkiye’de finansal
okuryazarlığın geliştirilmesinin önemli bir gereklilik göstergesi kayıt dışı ve yastık altı
ekonomisidir. Çünkü hane halkı hem varlık hem de yükümlülüklerini, kayıt dışı veya
yastık altı ekonomisi (nedenleri dini inanç veya sisteme olan güvensizlik vb.) nedeniyle
gizlediğinden aldığı risklerin farkında değildir.
Durağan ve Dinamik Analiz
Ekonominin belirli bir andaki durumunun tespiti – fotoğrafının çekilmesi durağan analizdir. Örneğin:
31.12.2011 tarihinde Türkiye’nin milli geliri, işsizlik, bütçe açığı, cari oranı gibi makro değerlerin tespiti
durağan bir analizdir. Ekonominin belirlenmiş dönemler arasındaki durumunun incelenmesi
“karşılaştırmalı durağan analiz”dir. Bu bağlamda 31.12.2010 tarihindeki Türkiye’nin milli geliri, işsizlik,
bütçe açığı, cari oranı gibi değerlerinin 31.12.2011 tarihi verileriyle karşılaştırılması, “karşılaştırılmalı
durağan analiz”e örnek verilebilir.
Belirlenmiş zamanlar içinde ekonomide meydana gelen değişikliklerin analizi ise “dinamik analiz”
olarak ifade edilir. Örneğin Türkiye’nin milli gelirinde üçer aylık dönemlerde, nasıl bir değişimin
meydana geldiğinin incelenmesi bir “dinamik analiz” yöntemidir.
Kısmi ve Genel Denge Analizi
Değişkenlerin çokluğunun ekonomik analizi karmaşık hale getirmesi nedeniyle, diğer bilimlerde olduğu
gibi, iktisatçılar bazı basitleştirici varsayımlar altında çalışmalarını yürütmektedir. Bunların en
önemlilerinden birisi “ceteris paribus” varsayımıdır. Latince bir terim olan “ceteris paribus"; “diğer şeyler
eşit", “aynı şartlar altında”, “diğer tüm durumlar sabit kalmak şartıyla” ve “diğerleri sabit kalmak üzere”
gibi anlamlara gelmektedir. Bu basitleştirmeden amaç, herhangi bir faktörün, ilgilendiğimiz değişken
30
www.hedefaof.com
üzerindeki etkisini ölçebilmek için diğer tüm faktörlerin değişmediğini varsaymaktır. Aksi hâlde, birden
çok faktördeki değişme, analiz ettiğimiz faktörü de eş zamanlı olarak etkileyeceğinden, diğer
değişkenlerin her birinin etkilerinin ne kadar olduğunu belirlememiz mümkün olmayacaktır. Bu şekilde
yapılan basitleştirme ile gerçekleştirilen analiz kısmi analizdir. Basitleştirme olmadan yapılan analiz ise
Genel denge analizidir. Örneğin Ceteris paribus varsayımı altında yapılan kısmı analiz tek bir piyasa
analizini kapsar. Genel denge analizi ise, bir piyasadaki değişmenin bu piyasalarla etkileşim (ilişki) içinde
olunan tüm piyasalardaki etkilerini inceler.
Kısmi analiz, "diğer şeyler eşit" veya “diğer tüm durumlar sabit
kalmak şartıyla” şeklindeki basitleştirici varsayımlarla; ekonominin bir biriminin veya bir
bölümünün dengesinin analizini inceler. Kısmi denge analizinin karşıtı olan genel denge
analizi ise, ekonominin bir biriminin veya bir bölümünün değil; onların karşılıklı etki ve
bağlılıklarının tüm ekonomi üzerindeki etkilerini inceler.
Ekonomik
olayların
analizinde
niçin
basitleştirici
yöntemlere
başvurulur?
EKONOMİK FAALİYETLERİN DÖNGÜSEL AKIMI
Karar Birimleri ve Genel Görevleri
Ekonominin işleyiş sürecinde yer alan ekonomik birimlerden; hane halkı, devlet ve girişimcinin
birbirleriyle olan ilişkileri ekonominin döngüsel akımlarını oluşturur. Ekonominin bu döngüsel akımlarını
yani birimler arasındaki varlıkların değişiminin kolaylaşmasını sağlayan diğer bir birim de finansal
sistemdir. Ekonomik birimlerin, ekonominin döngüsel akımındaki genel görevleri Şekil 2,2’de
özetlenmiştir. İlgili ekonomik birim hakkındaki açıklamaları bu şekil üzerinden takip edebiliriz.
Hane Halkı
Hane halkı; sahibi olduğu üretim faktörlerini faktör piyasalarına arz ederek elde ettiği kazancı, aralarında
akrabalık bağı bulunup bulunmadığına bakılmaksızın aynı konutta birlikte yaşadığı kişilerle paylaşan,
yaşadığı konutun masraf-hizmet ve yönetimine katılan, bir veya birden fazla kişiden oluşan topluluktur.
Ekonomide harcama ve tasarruf yapma kararlarının çoğunluğu hane halkları tarafından verilir. Ekonomik
birim olan hane halkı, faktör piyasalarındaki (emek, sermaye, toprak) arzıyla gelir elde eder. Hane
halkının, sahibi olduğu üretim faktörüne göre gelirini elde etme şekilleri değişir. Örneğin: Emeğini,
becerilerini emek piyasasında girişimcilere satan hane halkı ücret geliri; tasarrufları olan hane halkı
bunları finansal sisteme ödünç vererek faiz geliri; gayrimenkulleri olan hane halkı bunları piyasaya arz
ederek kira geliri elde eder. Hane halkı, elde ettiği bu gelirlerinin harcama ya da tasarruf kararlarını verir.
Bu karar girişimcileri (reel sektörü) ve finansal sektörü de ilgilendirir.
Firmalar
Ekonomideki ana üretim birimi olan girişimcilerin oluşturduğu firmalar, yapmış oldukları organizasyon
ile şahıs şirketinden devlete kadar bütün üretici birimleri oluşturur. Mal ve hizmet piyasalarına üretim
(arz) yapabilmek için faktör piyasalarından üretim faktörlerini (kaynaklarını) talep ederler. Yani üretim
süreci organizasyonunda diğer üç faktörü bir araya getiren girişimcilerdir. Gerçek ve tüzel kişi
girişimciler, yapmış oldukları organizasyon ile şahıs şirketinden devlete kadar bütün üretici birimleri
oluşturur. Onlar, ürettikleri mal ve hizmetleri tüketicilere satılmak üzere mal ve hizmet piyasalarına
satarlar. Kısaca bir firmanın temel iki rolü vardır: Üretim faktörlerini satın alma ve ürettikleri mal ve
hizmetleri satmaktır. Girişimciler, üretim ve yatırım kararı verirken toplam talep seviyesine ve üretim
faktörü maliyetlerine bakar. Malın fiyatını, bu maliyet unsurlarına göre belirler.
31
www.hedefaof.com
Şekil 2.2: Ekonomik Birimlerin Ekonominin Döngüsel Akımında Genel Görevleri
Devlet
Piyasaların düzenlenmesinde-denetlenmesinde önemli görevi olan devlet; aynı zamanda arz ve talebin
oluşmasında dolaysız ve dolaylı bir şekilde belirleyicidir. Başka bir ifade ile devlet, ekonominin işleyiş
sürecinin lokomotifidir. Hükümet uygulamalarını, kamunun gelir elde etme ve harcama kararlarını
şekillendiren maliye politikası aracı, hane halkı ve girişimcinin gelir ve harcama kararlarını ve devletin
bütçesini etkiler. Devlet yaptığı harcamalar ile hem diğer iki karar biriminin gelirini artırıcı etkiye sahip,
hem de topladığı vergiler ile onların gelirini düşürücü bir güce-araçlara sahiptir. Fakat kamunun, gelirini
aşan harcamalar nedeniyle oluşan bütçe açıklarının finansmanı da, finansal sistemde kontrol edilebilir
seviyeleri aştığında, piyasada borç alma ve borç verme faiz oranları yükselir.
Harcamalar ve vergilendirme yoluyla devlet, ekonomide kaynak dağılımını etkiler. Sigaraya vergi
koyarak içilen sigara sayısını azaltır ve böylece insan sağlığını iyileştirir. Benzine vergi koyarak ise
kamyon şoförlerinin ve otomobil sürücülerinin tepkisini çeker, ancak hava kirliliğini azaltır. İşten
kazanılan gelire vergi koyan bir devlet, insanların çalışma sürelerini etkiler. Karma bir ekonominin
işleyişi üzerinde vergilerin büyük bir ağırlığı vardır. Vergiler toplumun kıt kaynaklarının ne şekilde tahsis
edileceğini önemli düzeyde etkiler.
Piyasaların düzenlenmesinde-denetlenmesinde devlet: Piyasaların etkin şekilde işlemesi için
kuralları-yasaları düzenleyen devlet bu kuralların işleyip-işlemediğine; oyunun kurallarına uyulup
uyulmadığına; firmalar arasında rekabet kurallarının işletilip işletilmediğine; kayıt dışı çalışılıp
çalışmadığına bakar.
Kamunun, ekonominin üretim ve satış sürecine dolaysız bir şekilde müdahale etme yerine, piyasaları
düzenleyici ve denetleyici rolü günümüzde gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bu görevi Türkiye’de yapan
bağımsız düzenleyici-denetleyici kurumlar şunlardır: Sermaye Piyasası Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu, Rekabet Kurumu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu, Kamu İhale
32
www.hedefaof.com
Kurumu. Bu kurumların genel hatlarıyla görevlerini: Piyasa katılımcılarının piyasa kurallarına uygun
çalışıp çalışmadığını kontrol etmek; aykırı davrananlara yaptırımlar uygulamak; taraflar arasındaki
uyuşmazlıkların çözümünde arabuluculuk ve hakemlik yapmak şeklinde özetleyebiliriz.
Türkiye’de bağımsız düzenleyici-denetleyici kurumlardan birisi olan
Rekabet Kurumu, mal ve hizmet piyasalarının serbest ve sağlıklı bir rekabet ortamı içinde
örgütlenmesini ve gelişmesini sağlamak amacıyla 4054 sayılı Rekabetin Korunması
Hakkında Kanun ile kurulmuştur. Bu kanunda Rekabet Kurumu’nun esas görevi,
kendisine verilen yetkileri kullanarak mal ve hizmet piyasalarındaki rekabetçi sürecin
tehdit edilmesini engellemektir. Rekabetçi sürecin korunması yoluyla, kesimler arasında
kaynakların etkin dağılımının sağlanması; toplumsal refahın arttırılması; Rekabet
Kurumu’nun görevinin temel dayanağını oluşturmaktadır. Rekabet Kurumu hakkında
ayrıntılı bilgi için http://www.rekabet.gov.tr internet adresine başvurabilirsiniz.
Piyasalarda arz ve talebin oluşmasında dolaysız ve dolaylı devlet: Devlet, özel sektörün ürettiği mal
ve hizmetlerden satın alabildiği gibi; kendisi de kamu sektörü olarak dolaysız bir şekilde çeşitli mal ve
hizmetler üretebilir. Kendisinin üretim yaptığı veya yapmadığı piyasalarda; arzın artmasını isteği
alanlarda iseözel sektörün üretimini teşvik için vereceği sübvansiyon, vergi teşviki ile dolaylı bir şeklide
onların üretim maliyetleri azaltılarak arzın artması sağlanabilir. Devlet hane halkına yaptığı maaş ve
transfer ödemelerinde artış ve düşük gelir vergisi alınması uygulamalarıyla toplam talebin artmasını
dolaylı bir şekilde sağlayabilir.
Finansal Sistem
Ekonomik sistemi oluşturan üç birimden (hane halkı, devlet, firma); fon fazlası (tasarrufu) olanlardan, fon
açığı (tasarruf açığı) olanlara fon transferinin gerçekleştirilmesine finansal sistem aracılık yapar. Bu temel
hizmetiyle finansal sistemde, paranın fiyatı yani kredinin bedeli olan faiz ve dövizin fiyatı olan döviz
kuru belirlenir. Finansal sistemin, ekonominin işleyişi üzerindeki etkisi için geniş bilgiyi Şekil 2.6 ve
2,7’de bulabilirsiniz.
Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunmadığı Dışa Kapalı Ekonomilerde
Döngüsel Akım
Dışa kapalı ekonomi, diğer ulusların ekonomileriyle dış ticaret (ihracat-ithalat) ilişkisinin olmamasını
ifade eder. Devletin de girişimci olarak ekonominin işleyişinde yer almaması ile gerçekleşen ekonomik
işleyiş; devletin ekonomik faaliyette bulunmadığı dışa kapalı ekonomide döngüsel akım olarak
adlandırılır. Şekil 2,3’de de görüldüğü gibi bu basit döngüsel akımda iki birim bulunur. Burada finansal
sistem ise aracılık yapmaktadır. Şekilde hane halkı ve ekonomi dışa kapalı olduğu için sadece yerli
firmalar arasında girdiler ve karşılığında ödenen bedellerin nasıl dolaştığı gösterilmektedir. Şekildeki
döngüsel akımda; tüketiciler ile firmalar arasında, dış çemberde mal ve hizmet akışı şeklindeki reel
değerler ve bunun tersi yönünde parasal hareketler iç çemberde gerçekleşmektedir.
Hane halkları ve yerli firmalar, ekonomik faaliyetlerini, girdi (faktör) piyasaları ilemal ve hizmet
piyasaları aracılığıyla yürütürler. Yerli firmalar, mal ve hizmet üretmek için hanehalkları tarafından girdi
(faktör) piyasalarına sunulan ve bu piyasada fiyatı oluşan faktörleri, talep ederler. Hane halkları, bu faktör
arzı karşılığında faktör gelirleri elde ederler. Yerli firmaların bu faktör talebi, mal ve hizmet piyasalarına
arz edilecek mal ve hizmet arzının(Y) üretimi için kullanılır. Mal ve hizmet piyasalarına arz edilen
ürünleri, tüketim harcamaları (C) karşılığında talep edecek olan hane halkları, elde ettikleri faktör
gelirlerini harcayarak gerçekleştirirler. Hane halklarının bu harcamaları ise yerli firmaların satış gelirlerini
oluşturacaktır.
33
www.hedefaof.com
Şekil 2.3: Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunmadığı Dışa Kapalı Ekonomilerde Döngüsel Akım
Yukarıdaki şemadan aşağıdaki eşitlik ortaya çıkmaktadır:
“Tüketim Harcamaları (C) = Satış Gelirleri = Mal ve Hizmet Talebi = Mal ve Hizmet Arzı (Y)”
Ancak bu eşitliğin gerçek hayatta sağlanması pek mümkün değildir. Hane halklarının hepsi, elde ettiği
kazançlarının (faktör gelirlerinin) tamamını tüketim harcaması olarak tüketmezler. Yani elde ettiği
gelirinin bir bölümünü tüketmeyerek tasarruf (S) yapabilir. Yapılan bu tasarruflar (S), finansal sistem
aracılığıyla firmalara, yeni mal üretmek; yatırım yapmak için kredi olarak aktarılacaktır. Böylece finansal
sistem, Tasarruf (S) = (I) Yatırım eşitliğinin gerçekleşmesine aracılık yapar. Aksi durumda yapılan
tasarruflar, hane halklarının elinde (yastık altında) atıl olarak bekleyecektir.
Bu döngüsel akım süreci kısaca şöyle özetlenebilir: Mal ve Hizmet Arzını (Y) yani bir ulusal
ekonominin mili gelirini üretmek için yerli firmaların hane halklarına yaptığı ödemeler, ya tüketime (C)
ya da tasarrufa (S) dönüşecektir. Bu durumda eşitlik bu sistemde Y= C + S denkleminde görüldüğü gibi
gerçekleşecektir. Denklemdeki S (tasarruf) simgesi, ekonomide yapılan üretim kadar tüketimin
gerçekleşmemesi yani stokta, yapılan tasarruflar kadar mal birikmesi oluşmuşanlamına gelir. Bu sorunun
çözümü: Hane halklarının tasarrufunun (S), finansal sistem aracılığıyla firmalara aktarılarak;S=I
eşitliğinin gerçekleşmesiyle; ekonomide genel dengenin de Y= C + I oluşmasını; bir başka deyişle,ülkede
üretilen milli gelirin (Y), tüketim (C) ve yatırım (I) harcamaları şeklinde kullanılmasını sağlamaktır.
Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunduğu Dışa Kapalı Ekonomilerde
Döngüsel Akım
Devletin verdiği temel kamu hizmetlerinin (alt yapı, güvenlik, adalet, eğitim, sağlık gibi faaliyetlerin)
finansmanı için ana gelir kaynağı vergilerdir. Eğer devlet, girişimci olarak KİT’leri işletiyorsa, oradan
elde ettiği satış gelirleri de kamu harcamalarının finansmanında kullanılır. Vergiler, gerek hane halkından
gerekse de firmalardan tahsil edilir.
Günümüz dünyasında, devletin ekonominin işleyiş sürecinde yer aldığı gerçeğiyle, döngüsel akımın
nasıl gerçekleştiğini Şekil 2.4 yardımıyla takip edelim. Şekildeki döngüsel akımda; tüketiciler ile firmalar
arasında, dış çemberde mal ve hizmet akışı şeklindeki reel değerler ve bunun tersi yönünde parasal
hareketler iç çemberde gerçekleşmektedir. Devletin iç çemderdeki parasal hareketleri; satış gelirleri,
faktör giderleri ve vergi tahsilatı şeklindedir. Devletin dış çembere katkısı ise: KİT’lerde üretim yapmak
34
www.hedefaof.com
için faktör talebi ve ürettiği malları mal ve hizmet piyasalarına arz etmek şeklindedir. (Açıklamaları
şekille birlikte takip ederseniz daha kolay yorumlayabilirsiniz.)
Mal ve hizmet piyasalarında devlet, vereceği kamu hizmetlerinde kullanılmak üzere özel sektörün
ürettiği mal ve hizmetlerden satın alabilir. Ayrıca kendisi de kamu sektörü olarak sahibi olduğu Kamu
İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ile çeşitli mal ve hizmetler üretebilir. Böylece mal ve hizmet piyasalarındaki
alım-satıma konu olan nihai mal ve hizmetlerin fiyatının (arz ve talebin) oluşmasına bir şekilde etkide
bulunur. Bunun dışında devlet; üretim yapmadan arzın artmasını veya hane halkının alım gücünün
yükseltilmesiyle talebinin artmasını sağlayarak, dolaylı bir etkide de bulunabilir.
Şekil 2.4: Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunduğu Dışa Kapalı Ekonomilerde Döngüsel Akım
Bunlardan birincisinde, yani arzın artırılmasında devlet; kendisinin üretim yaptığı veya yapmadığı,
arzın artmasını isteği piyasalarda özel sektörün üretimini teşvik edebilir. Bunun için devlet; vereceği
sübvansiyon, vergi indirimi teşviki gibi kamu harcamaları ile firmaların üretim maliyetlerinin azaltılarak,
arzın artmasını sağlayabilir.
Devletin toplam talebi artırması ise işlettiği KİT’lerde; hizmet verdiği kamu kurumlarında; üretimde
kullandığı girdiler için üretim faktörlerini kullanmasıyla mümkündür. Bunun için de faktör piyasalarında
hane halkına yaptığı faktör ödemeleri onların talebini artıracağı gibi, faktör sahibi olmayan (işi olmayan,
emekli, yoksul, öğrenci vb.) kesimlere yapılan transfer ödemeleri de toplam talebi artırabilir. Diğer bir
uygulamada, hane halkından düşük vergi alınmasıyla, toplam talebin dolaylı bir şekilde artırılmasıdır.
Şekil 2.3’de, C + S = Y = C + I denkleminde S=I eşitliğinin sağlanmasında önemli fonksiyonu olan
finansal sistemin aracılık görevi anlatılmıştı. Bu ve sonrasındaki kısımda, ekonominin işleyiş sürecinin
anlatılmasında, şekil karşıklığı yaratmamak için, finansal sistem şekle konmamıştır. Bu konu, günümüz
piyasa ekonomilerinin işleyiş süreci başlığında, Şekil 2,6 yardımıyla anlatılacaktır. Bu döngüde de
finansal sistemin yapılan tasarrufları, kredi olarak kullandırmasının işleyişi Şekil 2,3’deki açıklamalar ile
aynıdır.
35
www.hedefaof.com
Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT), iktisadi devlet teşekkülü (İDT) ile ka
mu iktisadi kuruluşu (KİK)'nın ortak adıdır.
•
İktisadi Devlet Teşekkülü, sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara
göre faaliyet göstermek üzere kurulan kamu iktisadi teşebbüsüdür.
•
Kamu iktisadi kuruluşu (KİK), sermayesinin tamamı devlete ait olan ve tekel niteliğindeki
mallar ile temel mal ve hizmet üretmek ve pazarlamak üzere kurulan; kamu hizmeti
niteliği ağır basan kamu iktisadi teşebbüsüdür. Türkiye’de, liberal ekonomi
uygulamalarının hız kazanmasının önemli bir göstergesi de özelleştirme faaliyetleridir.
Özelleştirme faaliyetleri ile Türkiye’de devletin, ekonomideki mal ve hizmet üretme
şeklindeki aktif-dolaysız görevini terk ettiği; bunun yerine; oyunun kurallarını koyma,
piyasaları düzenleme - denetleme şeklinde görevleri tercih ettiği görülmektedir. Bu tercih
ve uygulamalar ile Türkiye’deki karma ekonomik yapıda, özel sektörün payının ağırlığı
artmaktadır. Devletin ekonomideki payı, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlar,
özelleştirme uygulamaları için http://www.oib.gov.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunduğu Dışa Açık Ekonomilerde
Döngüsel Akım
Günümüz dünyasında dış ticaret sektörünü bir ulusal ekonominin döngüsel akımına yerleştirirsek, o
ekonomi dışa açık hale gelir. Bu konudaki açıklamalarımızda basitleştirme yaparak, dış ticaret sektöründe
sadece gerçekleşen ticari ilişkinin ihracat ve ithalat boyutunu inceliyoruz. Şekil 2,5’deki döngüsel
akımda; tüketiciler ile firmalar arasında, dış çemberde mal ve hizmet akışı şeklindeki reel değerler ve
bunun tersi yönünde parasal hareketler iç çemberde gerçekleşmektedir. Dış ticaret sektörü, ithal ettiği
mallarla mal ve hizmet piyasalarında arza katkıda bulurken; bunların parasal ödemeleri, ulusal
ekonomiden sızıntı olarak yurt dışına, yabancı ülkelerin-firmaların geliri olarak çıkmaktadır. Bu
döngüdeki ihracat, ulusal ekonominin mal ve hizmet piyasalarından yurt dışına mal satışıdır. Bunların
karşılığında elde edilecek döviz geliri sayesinde ulusal gelir ve firma gelirlerinde artış sağlanacaktır.
İthalat, bir ulusal ekonominin mal ve hizmet piyasalarına, başka ulusal ekonomilerden (dış ülkelerden)
mal ve hizmet girişidir. Ülkede yerleşik hane halklarının, dışarıdan mal ve hizmet ithal etmeleri bu
ülkenin döngüsündeki gelir akımında sızıntıya yol açacaktır. Mal ve hizmeti üretip satan ülke milli
gelirinde, döviz gelirlerinde, ülke refahı gibi makroekonomik göstergelerinde artış olacaktır.
İhracat, bir ulusal ekonominin kendi döngüsünde ürettiği mal ve hizmetleri, başka ulusal ekonomilere
(dış ülkelere) satmasıdır. Satışı yapan ülkedeki yerli firmaların, dışarıya mal ve hizmet ihraç etmeleri,
hem firmanın satış gelirlerinde artış hem de ülkenin döngüsündeki gelir akımında artışa yol açacaktır.
Mal ve hizmeti ithal eden ülkenin döviz gelirlerinde, o ülkede üretilen mal ve hizmet miktarında,
dolayısıyla ülke refahı gibi makroekonomik göstergelerinde azalış olacaktır.
Dış ticaret politikalarının temel ilkesi ise uluslararası uzmanlaşma ve işbölümünün sağladığı
imkânlardan geniş ölçüde faydalanmak biçiminde dile getirilebilir. Dış ticaretin yalnızca gelişmekte olan
ülkeler açısından değil, gelişmiş ülkeler bakımından da önemi büyüktür. Birçok gelişmiş ekonominin
canlılığı, uluslararası iktisadi ilişkilere bağlı olduğu gibi, dışa en az bağlı batı ülkelerinde bile dış ticaret
sağladığı piyasa genişliği aracılığı ile önemli bir rol oynamaktadır. Şu halde gelişmiş ekonomiler
açısından uluslararası uzmanlaşma ve işbölümünün önemi daha da büyük olmaktadır. Şimdi, uluslararası
işbölümünün ne olduğunu açıklamaya çalışalım. Ne tür olursa olsun ticaretin amacı, alım satım sonunda
her iki yanın da bir fayda elde etmesidir. Zaten böyle bir amaç olmasaydı kimse mal ve hizmet alım
satımına girişmezdi.
36
www.hedefaof.com
Şekil 2.5: Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunduğu Dışa Açık Ekonomilerde Döngüsel Akım
Türkiye’deki bireylerin ithal marka malları tercih etmelerinin ekonomik sonuçlarını analiz ediniz.
GÜNÜMÜZ PİYASA EKONOMİLERİNİN İŞLEYİŞ SÜRECİ
Çağdaş ekonomik hayatın en önemli özelliği, işbölümünün son derece gelişmiş ve gelişmekte olmasıdır.
İnsanlar, aletler ve genel olarak sermaye donanımı, yaptıkları işler bakımından, uzmanlaşmışlardır. Emek
gibi bir kaynağın, bir özel iş için etkinliğinin yoğunlaştırılmasına ve geliştirilmesine uzmanlaşma; farklı
çalışan grupların, üretimin çeşitli kısımlarında uzmanlaşmasına iş bölümü denir. İşbölümü ile birlikte,
zorunlu olarak, mübadeleler artmış, bu da para kullanımının yayılmasına neden olmuştur. Para
ekonomisinin genişlemesi, mal-mal biçimindeki mübadeleyi ikiye bölmüş ve böylece üretim ile satış
arasındaki doğal bağ kopmuştur. Bu durum, esas olarak birbirine bağlı olması gereken, üretim ile tüketim
ve yatırım ile tasarruf faaliyetlerinin birbirlerinden bağımsız olarak yürümelerine neden olmaktadır.
Gerçekten modern kapitalist ekonomi düzeninde, üretim-tüketim, yatırım-tasarruf kararları ayrı ayrı
birimler tarafından ve farklı güdülerle verilmektedir. Örneğin girişimciler (müteşebbisler) kar elde etmek
için yatırım yaparlar, hane halkı ise girişimciler kar etsinler diye değil, geleceklerini güvence altına almak
için ya da başka motiflerle tasarrufta bulunurlar.
Günümüz piyasa ekonomilerinin (kapitalizmin) işleyiş süreci, birden bire ortaya çıkmamıştır. Uzun
bir gelişim sürecine sahip olmasına rağmen en yoğun şekilde, Sanayi Devrimiyle birlikte, önce Avrupa’da
daha sonra da Dünya’nın hemen tüm bölgelerinde farklı özellik ve uygulamalarla kendini göstermiştir.
37
www.hedefaof.com
Ekonomik bir sistem olarak evrensel özellik kazanan kapitalizmin veya bu sistemin bir toplumdaki
uygulanma basamaklarında göstereceği gelişim aşamalarını, Amerikalı iktisatçı Walt Whitman Rostow
5’e ayırmıştır:
•
Geleneksel Toplum: Bu birinci aşamada, toplumda geleneklerin egemen, kültür düzeyinin
genellikle çok düşük olduğu görülür. Bu dönemde nüfusun çoğunluğu geçimini tarımsal faaliyet
sonucunda elde eder. Toprağa dayalı ekonomi koşullarındaki üretimden en yüksek payı büyük
toprak sahipleri, yani egemen sınıflar alır.
•
Hazırlık veya Geçiş Süreci: İkinci aşama ise tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin
gerektirdiği uyum çalışmalarının başlandığı dönem olarak kabul edilmektedir. Şehirlerde yeni iş
alanlarının ortaya çıkmaya başlamasıyla, köyden şehre akın başlamıştır. Kitlesel nüfus
hareketleriyle şehirlerde, inşaat faaliyetlerinin özellikle demiryolları, karayolları, barajlar,
limanlar, sulama tesisleri gibi alt yapı yatırımlarının arttığı görülür. Bu gelişmelerle, toplumda
eğitim seviyesi yüksek işgücü, sermaye birikimini artıran girişimci ruhu gibi faktörler
fazlalaşmaya başlamıştır.
•
Kalkış Dönemi: Üçüncü aşama, artık kalkınma ve büyüme önündeki engellerin ortadan
kaldırılmaya başlandığı dönemdir. Bu yapılanmayla birlikte üretimde verimlilik artmış, sermaye
birikimi hızlanmış, uluslararası ekonomik ilişkiler de genişlemeye başlamıştır.
•
Olgunluk Dönemi: Dördüncü aşama, üretimde modern teknolojinin kullanılmasıyla kaliteli,
rekabetçi mal ve hizmet üretiminin başarılması ve piyasa olarak dışa (ihracata) açılım
gösterildiği bir dönemdir. Teknolojik gelişme ve sermaye birikiminde belirli bir büyüme hızının
yakalanmış olması kadar, bunun sürekliliğinin sağlanması da gerekir. Çünkü ekonomik
büyümeyle birlikte nüfus artışının hızlanmasına karşın, yatırım kararlarında yapılan hatalar,
finansman eksikliği, daha fazla tüketim, ithalatın artması, ihracatın azalması, cari açığın
oluşması gibi olumsuz etmenler, sonraki dönemlerde büyüme hızında olumsuz etkiler
yaratmaktadır. Birçok ülke bu nedenlerden ve artan küresel rekabet yüzünden kalkınmasını
tamamlayamamaktadır.
•
Kitlesel Tüketim Dönemi: Bu son aşama, katma değeri yüksek malların üretim ve tüketiminin
kitlesel hale geldiği ve refahın arttığı dönemdir. Bu aşamanın sürekliliği, küresel pazarlara sahip
olma ve üretim seviyesinde devamlılığı sağlama sayesinde mümkündür.
Kapitalist sistemin bu aşamalarının hızla geçilmesinde dinamik görevi olan girişimciyi, risk alma
konusunda motive eden faktör kârdır. Kâr etme güdüsüyle organizasyonu sağlayan girişimci, üretim
faktörlerini faktör piyasalarından satın alır, ürettiği malları da hane halkının tüketimine hazır bir şekilde
nihai mal ve hizmetler piyasasında tüketicilere satar (Şekil 2,6’da görüldüğü gibi).
Piyasa ekonomisinde hane halkları, elde ettikleri faktör gelirlerinden ne kadar harcama ya da tasarruf
yapacağının kararını kendisi verir. Hane halkının, elde ettiği gelirden devlete ödenecek vergi gibi
kesintiler düşüldükten sonra kalan harcanabilir gelirden yapılacak harcama miktarı, girişimci gelirlerini
oluşturur. Fakat bazı hane halklarının verdiği tasarruf yapma kararı ise ekonominin işleyiş döngüsünde
dolaşımda olan gelirde yani parada bir sızıntı, girişimci gelirlerinde azalma yaratacaktır.
Hane halkının, elde ettiği gelirde artma olmadan giderek daha yüksek oranda tasarruf etmesi ile
tüketim harcamalarını azaltması, firmaların stoğa üretim yapmalarına yani ürettikleri malları
satamamalarına neden olacaktır. Ekonominin işleyişini anlatan döngüsel akım şekillerinden biliyoruz ki
hane halkının mal ve hizmet talebi girişimci gelirlerini oluşturur. Bu gelirler yani hane halklarının mal ve
hizmet talebi durursa firmalar da üretimi durduracaktır. Başka bir ifadeyle, faktör piyasalarından üretim
faktörü özellikle emek talep edilmediğinden, ekonomide hem kişisel gelir hem döngüsel gelir akımı
azalacaktır. Çünkü girişimcinin faktör talebi de hane halkı gelirlerini oluşturur. Bu durum da sonraki
dönemlerde firmaların, yatırım harcamalarında daralmaya neden olacağından, ekonomik büyüme ve
tasarruflar azalacaktır. Kısacası, işin başında iyi gözüken tasarruf eğiliminin artması, uzun dönemde
toplam tasarrufları azaltması şeklinde bir çelişki yaşatacaktır. Bu duruma tasarruf paradoksu (çelişkisi)
denir.
38
www.hedefaof.com
Elde ettiği gelirde artma olmadan yani aynı gelir düzeyinde iken, hane
halklarının daha fazla tasarruf etmek istemelerinden dolayı, toplam tüketim azalmasının
sonraki dönem gelirlerini eksiltmesiyle, toplam tasarrufların azalması olayına tasarruf
paradoksu denir.
Şekil 2.6: Ekonominin İşleyişi ve Finansal Sistemin Önemi
Çelişkinin ortadan kaldırılabilmesi ve tasarrufların tekrar ekonomiye kazandırılabilmesi için, atıl
fonların finans sektörüne yönlenmesi gerekir. Bunun için tasarrufların-sızıntıların, mevduat olarak (faiz,
kar payı gibi belli bir bedel karşılığında) finansal sisteme ödünç olarak akması sağlanmalıdır. Böylece
finansal sisteminin verebileceği kaynaklar-fonlar-krediler artacaktır.
Finansal sistemin, ekonominin döngüsel akımında sızıntıları önleyebilmesiyle sürekliliği sağlama
görevi, şu şekilde gerçekleşir: Ekonomideki üç birimden bazıları, gelirlerinin tamamını harcamayarak
tasarrufta bulunabilir. Tasarrufta bulunmak, elde edilen gelirin harcanmaması mikro anlamda (birey için)
iyi olabilir. Çünkü hane halkı, gelecekteki harcamaları (çocukları) için bugünden tasarruf ediyor olabilir.
Ama elde edilen gelirin artarak tüketilmemesi, tasarruf edilen kısmın, ekonominin döngüsel akımından
çekilmesi ekonomik sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Döngüsel akımın devamlılığı için artan
bireysel tasarrufun, finansal sistem aracılığıyla tekrar bu döngüsel sistemde kalması, ekonomide makro
dengesizlikleri önler. Bu durumu şöyle ifade edebiliriz: Ekonomide çoğu hane halkının tasarruflara
yönelmesi, üretilen mal ve hizmetlere talep azalması demektir. Bu durum ekonomide stok artışı doğurur.
Fakat tasarruf edenler yani bugünkü tüketimini erteleyenler, mali kaynaklarını finansal sisteme belli bir
bedel karşılığında ödünç (mevduat) olarak verdiklerinde sorun oluşmayacaktır. Çünkü geliri bugünkü
tüketimine yetmeyen hane halkı da finansal sistemden borçlanarak, kredi alarak gelecekte tüketebileceği
mal ve hizmetleri bugünden tüketebilir.
Finansal sistemin aracılığı sayesinde tasarruf sahibi parasını en iyi şekilde değerlendirmiştir.
Borçlanan, tasarruf açığı olan kesim de, gelecekte ulaşabileceği konfora kredi maliyetini ödeyerek
ulaşabilmiştir. Mikro anlamdaki bu yararları yanı sıra, makro ekonomik açıdan da satışa arz edilen mal ve
hizmetlerin stokta beklemesi ve girişimci gelirlerinde bir azalma ortaya çıkmayacaktır. Yani firmaların
mal üretim süreciyle üretim faktörlerini istihdam etmesi durumu, dolayısıyla hane halkı gelirlerinin
devamlılığı sağlanmıştır.
39
www.hedefaof.com
Hane halkı harcama, tasarruf ve yatırım kararlarını şekillendirirken finansal sistemin imkânlarını da
kullanmaktadır. Özellikle finansal sistemin gelişmiş olduğu ekonomilerdeki etkin finansal aracılık
faaliyetleri, tüketim ve yatırım talebini uyararak, hane halklarının, harcama gücünü ve refah düzeyini
dolayısıyla, şirketlerin üretim ve satış performanslarını etkilemektedir.
Günümüz piyasa ekonomilerinde devlet, iç ve dış güvenlik, temel sağlık ve eğitim hizmetlerini temin
eder. Düzenleyici ve denetleyici yapıların örgütlenmesini ve işlemesini sağlayarak piyasa başarısızlık
larının oluşmamasını veya olması durumunda geçici olarak devreye girerek piyasaların tekrar dengeye
gelmesini sağlar.
Devletin, ekonominin işleyişi ve finansal sistem ile ilişkisinde alacağı kararları tüm kesimleri etkiler.
Maliye politikası aracı ile hükümet, yaptığı harcamalar ile gelirleri artırıcı etki yaparken, topladığı
vergiler ile hane halkının ve firmaların gelirini düşürebilir. Örneğin kamu harcamalarını artırma ve/veya
ekonomik birimlerden tahsil edilecek verginin yükünü azaltma kararı ekonomik birimlerin toplam
tüketim harcamalarını çoğaltabilir. Ama devletin, kendi bütçe açıkları sorun olabilir. Çünkü siyasi
tercihlerle, popülist şekilde uygulanan ekonomi politikalarının ve konjonktürün de etkisiyle artarak ortaya
çıkan kamu bütçe açıklarının finansmanını sağlamak, yönetilmesi zor olan konuları oluşturmaktadır.
Vergi alma borç al felsefesiyle kamu harcamaları finanse edilmiş ve bu kaynaklar gelir getirmeyen
alanlara yatırılmış ise kamunun bütçe açıkları gittikçe artacaktır. Bugünkü borçlanmayla finanse edilen
kamu harcamaları, bugün vazgeçilen veya alınamayan ama yarın fazlasıyla alınacak vergilerdir. Vergiler,
ekonomik birimlerin elde ettiği gelirlerden tahsil edilir. Hane halkının ve girişimcinin kazançlarını düşük
göstermek amaçlı kayıt dışına yönelmeleri de devletin tahsil edeceği vergi gelirlerini azaltacaktır. Devlet
bütçesi gelir ve gider dengesinde açık olması yani bütçe açığının olması durumunda, devletin de finans
sisteminden borçlanması mümkündür. Ancak kamunun borçlanma amaçlı finans sistemine başvurması,
sistemden talep edilen toplam kredi miktarını artırdığından, piyasada faizler yükselecektir. Bu da tüm
finans sisteminden borçlanan tüm kesimlerin kredi maliyetini artırır.
Şimdi de girişimcilerin ekonominin işleyişindeki görevlerini yerine getirirken finans sistemi ile ilişki
sinin genel çerçevesini çizelim. Bunun için de şu temel soruları sorarak işe başlayalım:
•
Girişimciler, mal ve hizmet üretmek için kuracağı firmalarının yatırımını nasıl finanse edecektir?
•
Girişimciler, mal ve hizmet üretmek veya yeniden üretim yapmak için satın alacağı üretim
faktörlerinin finansmanını nasıl sağlayacaktır?
•
Girişimciler, yurtiçi ve yurt dışına mal sattıklarında satış bedelini nasıl tahsil edecektir?
•
Girişimciler, üretimde kullandıkları girdikleri yurt dışından ithal ettiklerinde para transferlerini
nasıl yapacaktır?
Bu soruların yanıtlarında da, finansal sistemin girişimciler için önemini göreceksiniz. Girişimciler,
mal ve hizmet üretmek için kuracağı firmalarının yatırımını, ya kendi fonları ile ya da finansal sistemdeki
sermaye piyasalarından uzun vadeli borçlanarak karşılayacaklardır. Eğer finansal sistemde uzun vadeli
kaynak sağlayan kurumlar (sermaye piyasaları) oluşmaz ise ekonomide kendi sermayesi olmayan
girişimcilerin yeni yatırım yapmaları imkânsızlaşacaktır. Bu da ekonominin yeterli istihdam ve büyüme
yaratamamasına ya da ekonominin işleyişinin düşük hızla gerçekleşmesine sebep olacaktır.
Genel olarak finansal sistemin işleyişi: Şekil 2.7’de görüldüğü gibi,
ellerinde fon fazlası bulunan ve bunu belli bir getiri karşılığında değerlendirmek isteyen
fon arz edenler sol tarafta, bu fonları talep edenler ise sağ taraftadır. Sistemde en önemli
fon arz edenler hane halklarıdır. En önemli fon talep edenler ise firmalar ve hükümettir.
Sistemde doğrudan finansmanda, fon talep edenler kendilerine ait değerli kâğıtları (hisse
senedi, tahvil, bono vb.), finansal piyasalarda fon arz edenlere satarak fon temin ederler.
Bu durumda borçlu olan ekonomik birimler, borçlarını gelecekte elde edecekleri gelirden
ödemeyi taahhüt etmektedirler. Dolaylı yoldan finansmanda ise fon talep edenler, ihtiyacı
olan fonu, finansal aracılardan temin ederler. Burada tasarrufçu, fon kaynağını finansal
aracıya aktarır. Kredi kullanmak isteyen de fon gereksinimini finansal aracıdan sağlar.
Burada taraflar yüz yüze değil aracı kurumlar sayesinde birbirlerini görmeden işlemlerini
gerçekleştirir.
40
www.hedefaof.com
Şekil 2.7: Finansal Sistem Aracılığıyla Fon Akışı
Girişimcilerin, ekonominin döngüsel akımlarında sürekliliği sağlamak kısacası yeniden üretim
yapmak için gerekli olduğu kaynak işletme sermayesidir. Sabit sermaye yatırımı yapmak için gerekli olan
yatırım sermayesidir. Eğer girişimcinin kendi tasarrufları yeterli değil ise birincisi para piyasalarından
(dolaylı finansman); ikicisi sermaye piyasalarından (doğrudan finansman-menkul kıymet piyasalarısermaye piyasalarından) karşılanır.
Kendi işletme sermayesi olmayan firmalar, satın alacağı üretim faktörlerinin finansmanı için finansal
sistemde (dolaylı finansman) bankalardan (vb. aracılardan) kredi talep edeceklerdir. Üretimde kullanmak
için ödünç aldığı sermayede faiz giderine katlanan firmalar, bunu üretim maliyetlerine yani satış fiyatına
yansıtacaklardır. Finansal sistemin verebileceği kredi miktarının olmaması veya faizinin çok yüksek
olması; işletme sermayesi ihtiyacı olan firmaların üretimlerini devam ettirmemelerine yol açacaktır.
Doğal olarak bunun sonucunda, hane halkı gelirlerinin devamlılığı sağlanamayacaktır.
Şirketlerin finansman biçimi ülkeden ülkeye farklılık göstermesine
karşın, ABD, Kanada, İngiltere, Japonya, İtalya, Almanya ve Fransa gibi gelişmiş
ülkelerde yapılan araştırmalar; işletmelerin faaliyetlerinin finansmanı amacıyla fona
ihtiyaç duymaları halinde; bu fonları, doğrudan menkul kıymet piyasalarından değil,
genellikle finansal kurumlar aracılığı ile dolaylı yoldan elde ettiklerini göstermektedir.
Dünyadaki en gelişmiş finansal piyasalara sahip olan ABD ve Kanada’da bile işletme
finansmanında, finansal aracılardan alınan krediler, menkul kıymet piyasalarına göre çok
daha önemli bir kaynak niteliğindedir. Bu tür kaynaklar için menkul kıymet piyasalarını en
az kullanan ülkeler Almanya ve Japonya’dır. Bu ülkelerde finansal aracılardan sağlanan
kaynaklar menkul kıymet piyasalarından sağlanan kaynaklardan yaklaşık on kat fazladır.
Ancak Japon piyasalarında son yıllarda yaşanan serbestleştirme önlemleri sonucunda;
işletmelerin finansman ihtiyacının karşılanmasında; finansal aracıların payı, menkul
kıymet piyasalarına göre düşme eğilimi göstermektedir.
Girişimciler, yurt içi ve yurt dışına mal sattıklarında satış bedelini, finansal sistemin vereceği
hizmetlerle tahsil edeceklerdir. Aynı şekilde üretimde kullandıkları girdikleri-üretim faktörlerini, yurt
dışından ithal ettiklerinde, para transferlerini yine finansal sistemin aracılığıyla, finansal sistemin yurt dışı
bağlantılarıyla gerçekleştireceklerdir.
Finansal piyasaların, daha önceden sayılan hizmetlerine karşılık, asıl fonksiyonu etkin bir fon akışı
gerçekleştirmektir. Bunun için etkin çalışan finansal piyasaların rolü yadsınamaz. Çünkü ülkelerin az
gelişmişlik, fakirlik seviyelerinin nedenlerinden en önemlisi, bu iyi işlemeyen veya oluşmayan finans
piyasalarıdır. Öyle ki, finansal piyasalardaki ekonomik faaliyetler aynı zamanda kişilerin servetleri,
şirketlerin ve tüketicilerin davranışları ile ekonominin döngüsel performansı üzerinde doğrudan etkilidir
Ekonominin işleyişinde, finansal sistemin kesimler arasında aracılığını özetleyelim: Finansal sistem,
ekonomik birey ve kurumların gerçekleştirdikleri ekonomik faaliyetleri sonucunda elde ettikleri
41
www.hedefaof.com
gelirlerinin harcamadıkları yani atıl kısmını, tasarruflarını alır. Bu atıl fonları, yine ihtiyacı olan kesimlere
kullandırarak döngüde kesinti, yavaşlama olmamasını sağlar. Ödünç alınan fonların hem mal ve
hizmetlere talebi, hem de arzını artıracak şekilde kullanılması, ekonominin gelecekteki gelirini
dolayısıyla gelirden yapılacak tasarrufları da artıracaktır.
Finans sektörü ile diğer kesimler arasındaki bu karşılıklı etkileşim; kaynak aktarma mekanizmasının
(finansal sistemin), ekonomilerin işleyişindeki önemini göstermektedir. Bunun için de istikrarlı bir
ekonomik yapıda, güçlü bir sermaye yapısına sahip ve etkin işleyen finans kurumları özellikle etkin
işleyişi için çok önemlidir.
Yatırım dünyasına adım atar atmaz, ağzı sütten yanan çok kişi vardır.
Bu durumdaki kişilerin hikâyeleri de, dilden dile anlatılır. Bu nedenle, bazı yatırım
araçlarını kimse sevmez. Finansal piyasalar temelde risklerle doludur. Ancak bir o kadar
da kazanç fırsatları vardır. Finansal piyasalara girerken, denize girmek üzere sahip
olduğunuz kadar donanım sahibi değilseniz, boğulma riski gibi tüm yatırımlarınızı
kaybetme riski ile karşı karşıyasınız demektir. Bu konularda bireysel tasarruf sahiplerini
bekleyen riskler ve önlemleri için; finansal okuryazarlığınızı geliştirmek için
http://www.yatirimyapiyorum.gov.tr/ adresini ziyaret ediniz.
Ekonominin işleyiş sürecinde finansal okuryazarlığın önemini
tartışınız.
42
www.hedefaof.com
Özet
Ekonomik
sistem,
ulusal
ekonomideki
ihtiyaçlarla üretim arasındaki dengeyi en etkin
şekilde, çok farklı yapılarla sağlamaya çalışan
bütünleşik bir mekanizmadır. Bu mekanizmadaki
arz ve talep arasında dengenin sağlanabilmesi
için ekonomistlerin yanıt aradığı üç temel soru;
neler üretilecek, nasıl üretilecek ve bunlar nasıl
paylaşılacaktır? Bu soruların farklı karşılıklarına
göre uygulamada değişik ekonomik sistem türleri
ortaya
çıkmaktadır.
Üretimde
kullanılan
sermayenin sahipliği bakımından bilinen iki uç
ekonomik sistem, Kapitalizm ve Sosyalizmdir.
İlkinde makine ve teçhizatın mülkiyeti sermaye
sınıfına ait, ikincisinde ise mülkiyet devlete aittir.
Bu iki uç sistem dışında her iki sistemin bir kısım
yönlerini kabul eden uygulamalar, karma
ekonomik sistem olarak adlandırılmakta ve her
ülkede farklı şekilde uygulanmaktadır. Piyasa
ekonomilerinde ekonomik faaliyetler üç piyasada
gerçekleşir. Ekonominin işleyişini, piyasa
ekonomilerinde üretim araçlarının sahibi olan
girişimciler, piyasada oluşan fiyatlar aracılığıyla
organize
ederler.
Girişimciler,
üretimi
gerçekleştirirken gerekli olan üretim faktörlerini,
hane halklarının arzını oluşturduğu girdi
piyasalarından
üretim
faktörü
ödemeleri
karşılığında satın alırlar. Girişimciler bu
ödemeleri ya kendi kaynaklarından ya da finans
sisteminden finanse ederler. Girişimciler üretim
faktörlerini kullanarak ürettikleri mal ve
hizmetleri, hane halklarına mal ve hizmet
piyasalarında arz ederler.
Hane halkı, elde ettiği bu gelirlerinin harcama ya
da tasarruf kararlarını verir. Ekonomideki ana
üretim birimi olan girişimcilerin oluşturduğu
firmalar, yapmış oldukları organizasyon ile şahıs
şirketinden devlete kadar bütün üretici birimleri
oluşturur.
Ekonominin
işleyiş
sürecinin
lokomotifi olan devlet de, hem piyasaların
düzenlenmesinde-denetlenmesinde; hem de arz
ve talebin oluşmasında, dolaysız ve dolaylı bir
şekilde belirleyicidir. Ekonomik sistemi oluşturan
bu üç birimden; fon fazlası olanlardan fon açığı
olanlara, fon transferinin gerçekleştirilmesine
finansal sistem aracılık yapar. Bu temel
hizmetiyle finansal sistemde, paranın fiyatı olan
faiz ve dövizin fiyatı olan döviz kuru belirlenir.
Dışa
kapalı
ekonomi,
diğer
ulusların
ekonomileriyle, dış ticaret ilişkisinin olmamasını
ifade eder. Günümüz dünyasında gerçek
ekonominin işleyişinde olduğu gibi, dış ticaret
sektörünü, bir ulusal ekonominin döngüsel
akımına yerleştirirsek o ekonomi dışa açık hale
gelir. Dış ticaret faaliyetlerinin temel ilkesi ise
uluslararası uzmanlaşma ve işbölümünün
sağladığı imkânlardan geniş ölçüde faydalanmak
biçiminde dile getirilebilir.
Günümüz piyasa ekonomilerinin işleyiş süreci,
birden bire ortaya çıkmamıştır. Uzun bir gelişim
sürecine sahip olmasına rağmen en yoğun
şekilde, Sanayi Devrimiyle birlikte önce
Avrupa’da daha sonra da Dünya’nın hemen tüm
bölgelerinde farklı özellik ve uygulamalarla
kendini göstermiştir. Bu uygulamalarda önemli
bir yeri olan, ülkelerin ekonomik gelişmişlik
seviyesini yükselten finansal sistem olmuştur.
Ama diğer taraftan, finansal sistemde ortaya
çıkan krizler nedeniyle bu sektör, ekonominin
işleyiş döngüsünde önemli bir engel olarak
durmaktadır.
Çünkü
finansal
sistemde
yönetilemeyecek riskler alınmıştır. İstikrarlı bir
ekonomik yapıda, güçlü bir sermaye yapısına
sahip ve etkin işleyen finans kurumları, günümüz
piyasa ekonomilerinin bugünkü ve gelecekteki
büyüme hedefleri, özellikle etkin işleyişi için çok
önemlidir.
Ekonomistler, kıt kaynaklar ile hangi malın,
kimin için, ne miktarda üretileceği gibi sorulara
yanıt bulmaya çalışırken bazen basit bazen de
gelişmiş analiz teknikleri kullanmaktadırlar. Bir
ekonomik olayın analizinde öncelikle onun
içerdiği değişkenler ve değişkenler arasındaki
ilişkilerle o ekonomik olayın alanı belirlenir.
Ekonominin en kabul gören bölümlenmesi
mikroekonomi ve makroekonomi şeklindedir.
Diğer sınıflama yöntemleri: Mevcut durumu
tespit eden veya ne olması gerektiğini ifade eden
pozitif ve normatif analiz; zaman ölçütüne göre
durağan ve dinamik analiz; değişkenlerin sayısına
göre kısmi ve genel denge analizi şeklindedir.
Ekonominin işleyiş sürecinde yer alan ekonomik
birimlerden hane halkı, devlet ve girişimcinin
birbirleriyle olan ilişkileri ekonominin döngüsel
akımlarını oluşturur. Ekonomideki bu döngüsel
akımların, kolaylaşmasını sağlayan diğer bir
birim de finansal sistemdir. Ekonomide tüketim
birimi olan hane halkı, faktör piyasalarındaki
(emek, sermaye, toprak) arzıyla gelir elde eder.
43
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım
1. Üretim faktörlerinin el değiştirdiği piyasaya ne
ad verilir?
5. Hükümetin harcamalar ve vergiler yoluyla
ekonominin işleyişini etkilemek için uyguladığı
politikalara ne denir?
a. Para piyasası
a. Gelirler politikası
b. Faktör piyasası
b. Para politikası
c. Finansal piyasa
c. Maliye politikası
d. Tedarik piyasası
d. Enflasyon Hedefleme Politikası
e. Üretim piyasası
e. Dış ticaret politikası
2. Üretilen mal ve hizmetlerin alıcı ve satıcı
larının karşı karşıya gelmesini ve ekonomik
kararların verilmesini sağlayan ortama ne ad
verilir?
6. Bir ulusal ekonominin kendi döngüsünde
ürettiği mal ve hizmetleri başka ulusal ekonomilere satmasına ne denir?
a. Finansal kurum
a. Sermaye hareketi
b. Finansal sistem
b. İhracat
c. Faktör
c. Ödemeler dengesi
d. Piyasa
d. İthalat
e. Ekonomik sistem
e. Dış ticaret
3. Bir ekonomide harcama ve tasarruf yapma
kararlarının çoğunluğunu veren ekonomik birim
aşağıdakilerden hangisidir?
7. Piyasa ekonomisi sisteminde temel koordinasyonu aşağıdakilerden hangisi sağlar?
a. Merkezi Otorite
a. Hanehalkı
b. Gelir düzeyi
b. İşletmeler
c. Paranın değeri
c. Devlet
d. Fiyatlar
d. Yabancılar
e. Hükümet
e. Üreticiler
8. Özel mülkiyet yanında kamu mülkiyetini,
piyasa ekonomisi yanında merkezi plan yaklaşımını da benimseyen ekonomik sisteme ne denir?
4. Aşağıdaki sorulardan hangisi makroekonominin ilgi alanına giren sorulardan biri değildir?
a. Merkezi planlı ekonomik sistem
a. Kamunun bütçe açığı ekonomiyi nasıl etkiler?
b. Piyasa sistemi
b. Finans krizlerin nedenleri nelerdir?
c. Ekonomik
nelerdir?
büyümenin
önündeki
c. Kumanda ekonomileri sistemi
engeller
d. Karma ekonomik sistem
e. Özel mülkiyet sistemi
d. Piyasa arz eğrisi nasıl elde edilir?
9. Piyasa ekonomisinin iyi işlemesi için aşağıda
kilerden hangisi gerekli değildir?
e. Ülkeler arasındaki gelir farklılıklarının neden
leri nelerdir?
a. Piyasalara müdahalenin bulunmaması
b. Mülkiyet hakkının korunması
c. Fiyat düzeyinin istikrarlı olması
d. Fiyatların serbestçe belirlenmesi
e. Hükümetin
belirlemesi
44
www.hedefaof.com
fiyatları
piyasa
koşullarında
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
10. Aşağıdakilerden hangisi piyasa ekonomisinde oluşan fiyatların yerine getirdiği görevlerden
değildir?
Sıra Sizde 1
Piyasa ekonomisinde oluşan fiyatların yerine
getirdiği görevler:
a. Transfer ödemelerini belirler
b. Girişimcilerin üretimlerine
mekanizmalarını oluşturur.
c. Bireylerin tüketimlerine
mekanizmalarını oluşturur.
yönelik
yönelik
d. Gelirin paylaşım mekanizması
önemli görevler üstlenir.
karar
• Ne üretileceği ve tüketileceği konusunda
sinyal verirler.
karar
• Bireylerin tüketimlerine ve girişimcilerin
üretimlerine yönelik karar mekanizmalarını
oluşturur.
üzerinde
• Ulusal ekonomide üretilen gelirin paylaşım
mekanizması üzerinde önemli görevler
üstlenir.
e. İnsanların hangi mal ve hizmetleri
tüketeceklerine yönelik teşvik mekanizması
oluşturur
Sıra Sizde 2
Bir ekonomik olayı etkileyen değişkenlerin
(etmenlerin-faktörlerin) sayısı arttıkça olay
karmaşık hale geldiğinden analiz de gittikçe
zorlaşır. Bu zorluğu aşmak için analizler
yapılırken
bazı
basitleştirici
yöntemlere
başvurulur.
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
1. b Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve
Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
Sıra Sizde 3
2. d Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve
Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
Söz gelişi Türkiye’de hanehalklarının Alman
otomobil markasını tercih etmeleri durumunu
analiz edelim: Alman otomobilini üreten Alman
girişimci, üretimi yapmak için kendi ülkesindeki
hanehalkından üretim faktörlerini satın alarak
arabayı üretmiştir. Kendi ulusal ekonomik
döngüsünde yarattığı milli gelirin bedelini,
yarattığı katma değerin maliyetini Türkiye’deki
hanehalkı ödediği için bu ödeme kadar
Türkiye’nin
döngüsel
akımından
sızıntı
gerçekleşmiştir. Türkiye’den döviz çıkışı
olmuştur. Bu ticaret Almanya Ekonomisine
ihracat olarak, kendi döngüsel akımındaki gelirde
artış olarak yansımıştır. Döviz gelirlerinde artış
olmuştur.
3. a Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Faaliyetlerin
Döngüsel Akımı” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz.
4. d Yanıtınız yanlış ise “Ekonominin Analiz
Yöntemleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
5. c Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Faaliyetlerin
Döngüsel Akımı” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz.
6. b Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Faaliyetlerin
Döngüsel Akımı” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 4
Finansal okuryazarlığı, finansal kararlar alabilme
yeteneğinin oluşması için finansal ürün ve
uygulamalar hakkında temel düzeyde bilgi sahibi
olma yeteneği olarak ifade etmiştik. Bu yeteneğin
geliştirilmesinin hanehalkları ve girişimcilere
somut katkıları olacaktır. Özellikle teknolojinin
ilerlemesiyle tüm piyasalara, bilgiye (özellikle
finansal piyasalara) kolay erişim maliyetleri
düşmüş, (görünürde) riskleri azaltmış ve mali
hizmetlerin kapsamını genişletmiştir. Fakat bu
gelişim,
finansal
işlemlerde
gittikçe
çeşitlenmeyle birlikte karmaşıklığı da yarattığı
için finansal okuryazarlık önem kazanmaktadır.
Çünkü hanehalkları ve girişimcilerin sahip
olduğu gelir kıtlaşmaktadır. Bu yüzden artan
7. d Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve
Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
8. d Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve
Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
9. e Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve
Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. a Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve
Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
45
www.hedefaof.com
Yararlanılan Kaynaklar
finansman ihtiyacının veya gelecek için yapılacak
tasarrufların yönetilmesi, günlük yaşamda olası
finansal içerikli risklerin minimize edilmesi
gerekmektedir. Bunun için de teknik özellikleri
nedeniyle karmaşıklaşan, maliyet avantajları
farklılaşan finansal araçları daha sık kullanmaya
başlayan hanehalkları ve girişimcilerin, en iyi
kararları verebilmesi için bu ürünleri tanıması
gereklidir. Bunlar; farklı özelliklere, vadelere
sahip kredi kartlarının karşılaştırılmasından,
değişik ödeme yöntemlerinden hangilerinin tercih
edileceğine, mümkünse ne miktarda tasarruf
yapılacağından
bunun
hangi
enstrümana
yatırılacağına veya en iyi koşullarda kredinin
(finansmanın) nereden temin edileceğine kadar
pek çok finansal üründe rasyonel kararı
gerektirmektedir.
Alkin, E. (2009). Herkes İçin “Ekonomi”,
İstanbul Ticaret Odası Yayın No: 2009-21,
İstanbul,
Begg, D. ve Diğerleri (2010). İktisat, (Çeviri
Editörü: Serin V.), Türkiye İş Bankası Yayınları,
İstanbul.
Bocutoğlu, E. ve Diğerleri (2005). Genel
İktisada Giriş, Derya Kitabevi, Trabzon.
Case, K. E. ve Diğerleri (2011). Ekonominin
İlkeleri, (Çeviri Editörleri: Deliktaş E. ve
Diğerleri), Palme Yayıncılık, Ankara.
Gibson-Graham J.K. (2010). (Bildiğimiz)
Kapitalizmin Sonu Siyasal İktisadın Feminist
Eleştirisi, Metis Yayınları, İstanbul.
Mishkin, Frederic S. (2007). TheEconomics of
Money, Banking, and Financial Markets,
Eighth
Edition,
Columbia
University,
PearsonAddison-Wesley, Boston.
Mishkin, F. S. (2000). Finansal Piyasalar ve
Kurumlar
(Bankalar,
Diğer
Finansal
Kurumlar), (Çeviri: Şıklar İ. ve Diğerleri), Bilim
Teknik Yayınevi, İstanbul.
Parasız, İ. (2003). İktisada Giriş, 7. Baskı, Ezgi
Kitabevi, Bursa.
Parkin, M. (2012). Economics, Global Edition,
Tenth Edition, University of Western Ontario,
Pearson, Boston.
Yıldırım K. ve Diğerleri, (2011). Makro
İktisada Giriş, Pelikan Yayıncılık Ltd.Şti.,
Ankara.
46
www.hedefaof.com
www.hedefaof.com
3
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ve Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) kavramlarını ve bunların
temel özelliklerini açıklayabilecek,
Milli gelir hesaplama yöntemlerini ifade edebilecek,
Satın alma gücü paritesi kavramını tanımlayabilecek,
Uluslararası refah karşılaştırma ölçütü olarak satın alma gücü paritesinin önemini aktarabilecek,
Milli Gelir ile ilgili alternatif kavramları listeleyebilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Gayrisafi Yurtiçi Hasıla
Satın Alma Gücü Paritesi
Gayrisafi Milli Hasıla
Hacim Endeksi
Nominal ve Reel GSYİH
İçindekiler
Giriş
Gayri Safi Yurt içi Hasıla
GSYİH’nın Ölçülmesi
Nominal ve Reel GSYİH
GSYİH’nin Ölçümündeki Sorunlar
Satınalma Gücü Paritesi
Gayri Safi Milli Hasıla
Diğer Milli Gelir Kavramları
Büyüme Hızı
48
www.hedefaof.com
Milli Gelir Kavramları
GİRİŞ
Bir toplumda yaşayan bireylerin tüm çabası, daha fazla gelir elde etmek ve elde etmiş olduğu gelirle daha
fazla mal ve hizmet tüketerek refahını yükseltmektir. Ülkeler için de aynı durum söz konusudur. Daha
fazla mal ve hizmet üreten ülkeler, daha zengin ve gelişmiş ülkelerdir ve dolayısıyla bu ülkeler yüksek
refah düzeyine ulaşmış kabul edilirler.
Bir ülkenin üretim performansının izlenebilmesi için, ülkenin üretmiş olduğu mal ve hizmet
miktarında reel olarak bir artışın gerçekleşip gerçekleşmediğinin ölçülmesi gerekir. Bundan dolayı “Milli
Gelir”in hesaplanması ekonomik hayatın incelenmesinde temel konuyu oluşturmaktadır. Milli gelir’in
hesaplanması bir ülkedeki ekonomik faaliyetlerin kapsamlı bir analizine imkan verecektir.
GAYRİ SAFİ YURT İÇİ HASILA
Gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH),bir ülkede yerleşiklerin (ülke vatandaşı ve yabancılar) sahip oldukları
üretim faktörleri ile belli bir yılda ürettikleri tamamlanmış mal ve hizmetlerin piyasa değerini ifade eder.
Tanımda üzerinde durulması gereken üç önemli konu bulunmaktadır. Bunlar; “tamamlanmış mal”, “cari
dönem üretimi” ve “piyasa fiyatları” olarak sıralanmaktadır.
Tamamlanmış Mal- Aramalı- Katma Değer
GSYİH’da, parasal değerleri toplanan malların tamamlanmış (nihai) mal olması gereklidir. Tamamlanmış
mal, tüketiciler tarafından kullanılmaya hazır durumdaki mal demektir. Ayrıca, ekonomide bazı mal ve
hizmetlerde diğer mal ve hizmetlerin yaratılmasında kullanılmaktadır. Biz bunlara ara malı diyoruz. Bir
başka değişle ara mallar, bir firma tarafından üretilen ve diğer bir firmanın başka bir mal üretirken
kullandığı mallardır. GSYİH hesaplanırken hem tamamlanmış mallar, hem de ara malları hesaplamaya
dahil edilirse bu durumda çifte sayım yapmış oluruz ve GSYİH’ nın değeri gerçeğinden büyük çıkar. Bu
sorunu gidermek için, her işletmenin kendi üretimi sonucunda GSYİH’ ya net olarak kattığı değeri
bulmak ve toplamak gerekir. Her aşamada yaratılan bu ilave değer “katma değer” olarak bilinir.
Konuyu basit bir örnekle açıklayabiliriz; Ekmek tamamlanmış mal olarak masamıza gelene kadar bir
takım aşamalardan geçmektedir. Şimdi bu aşamaları ve her aşamada gerçekleşen üretim değerini
karşılarına yazarak bir tablo hazırlayalım.
Tablo 3.1: Katma Değerin Hesaplanması
Üretim
Satış Değeri
Yaratılan Katma Değer
Aşamaları
()
()
Buğday
20
20
Un
45
25
Ekmek
100*
55
Toplam
165
100*
49
www.hedefaof.com
Tablo:3,1’de yer alan üç maldan iki tanesi ara malı bir tanesi tamamlanmış maldır. Eğer buğdayın,
unun ve ekmeğin değerleri hep birlikte toplanırsa 165 üretim değeri elde ederiz.Hâlbuki tamamlanmış
mal niteliğindeki ekmeğin değeri 100 dir. Bu değerin içine daha önce yaratılan katma değerler dahildir.
Eğer her üretim aşamasındaki üretim değerlerini toplarsak daha önce de bahsettiğimiz gibi çifte sayım
yapmış oluruz ve bir adet ekmeğin GSYİH katkısı 100 iken, tekrar sayma nedeniyle 165 gibi daha
yüksek bir değer elde ederiz. Bu sorundan kaçınabilmek için, ya üretimin her aşamasında yaratılan katma
değerler toplanır (20+25+55=100) ya da sadece mal ve hizmet üretimindeki tamamlanmış (nihai) çıktı
değerleri (100) toplanır.
Cari Dönem Üretimi
GSYİHnın tanımında üzerinde durulması gereken ikinci konu, GSYİH nın sadece cari dönemde üretilen
çıktının değerinden oluşmasıdır. Bu yüzden daha önceki dönemlerde üretilmiş mallarla ilgili işlemler
hesaba katılmaz. Örneğin yeni bir konut yapılması GSYİH’yı arttırırken, cari dönem öncesinde yapılan
konutun satışı GSYİH’yı etkilemez.
Piyasa Fiyatları
GSYİH nın tanımında üzerinde durulması gereken üçüncü konu, GSYİH’nın hesaplanmasında malların
piyasa fiyatları üzerinden hesaplanmasıdır. Birçok malın piyasa satış fiyatı dolaylı vergileride
kapsamaktadır, bu yüzden malların piyasa fiyatı satıcıların elde ettiği fiyatla aynı şey değildir. Piyasa
fiyatından, dolaylı vergiler çıkarılırsa, malın üretiminde kullanılan faktörlerin elde ettikleri gelir
hesaplanmış olur.
GSYİH tanımında dikkat edilmesigereken hususlar nelerdir?
GSYİH’NIN ÖLÇÜLMESİ
GSYİH üç farklı yöntemle hesaplanabilir. Bunlar; Üretim Yöntemi, Gelir Yöntemi ve Harcama Yönte
midir.
Üretim Yöntemi
Ekonomide belirli bir dönemde yaratılan geliri ölçmenin birinci yolu, üretilen her bir mal ve hizmetin
üretim miktarları ile fiyatlarının çarpılması sonucu bulunacak üretim değerlerinin toplanmasıdır. Ancak,
üretilen mal ve hizmetlerin bir kısmı üretim sürecinde başka malların üretimi için ara malı olarak da
kullanılabilmektedir. Dolayısıyla ara malı ve tamamlanmış mal ayrımı yapılmadan bütün malların
değerlerinin toplanması durumunda daha önce de açıklandığı gibi çifte sayım sorunu ile karşılaşılacaktır.
Doğal olarak, uygulama da üretilen milyonlarca tamamlanmış malın tek tek üretim değerlerini
hesaplamak hemen hemen imkânsızdır. Bunun yerine, tarım, sanayi, ulaştırma - haberleşme, ticaret,
madencilik, enerji v.b. ekonominin üretim kesimlerinin toplam üretime katkısı hesaplanır. Her kesimin
katma değeri; diğer kesimlerden aldığı ara mal ve hizmetler toplamına kendi yarattığı mal ve hizmetleri
üretim zinciri içinde bir sonraki halkaya geçirirken kattığı değer olacaktır. Üretim kesimlerinin katma
değerlerinin toplamı, ekonominin nihai gelirine eşit kabul edilecektir.
Gelir Yöntemi
GSYİH’nın hesaplanmasında kullanılan ikinci yöntem, gelir yöntemi veya faktör gelirleri yöntemidir.
Üretim, mal ve hizmet meydana getirebilmek amacıyla üretim faktörlerinin bir araya getirilmesi olduğuna
göre, yaratılan gelirin değerine bu faktörlere yapılan ödemeler toplamından da ulaşmak mümkündür.
Üretim faktörleri; emek, sermaye, doğa ve teşebbüs olmak üzere dört temel gruba ayrılır. Bu dört üretim
faktörüne yapılan ödemeler sırasıyla, ücret, faiz, kira (rant) ve kâr olarak tanımlanır.Bu gelirlerin
toplanmasıyla elde edilen GSYİH,gelir yöntemi ile GSYİH olacaktır.
50
www.hedefaof.com
GSYİH = Ücret+Faiz+Kira(Rant)+Kâr
Gelir yöntemiyle GSYİH’nın hesaplanabilmesi için, toplumu oluşturan kişi ve grupların gelirleriyle
ilgili ayrıntılı bilgilere ihtiyaç vardır. Tüm gelirlerin (Ücret,Faiz, Rant, Kâr) vergi beyannamelerinde yer
alması gerekir. Vergi kaçağının fazla olduğu ya da geniş bir kesimin vergi beyannamesi vermediği az
gelişmiş ülkelerde, bu yöntemle GSYİH’nın hesaplanabilmesi çok güçtür.
Harcama Yöntemi
Bir ekonomide belirli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin üretiminde yer alan üretim faktörlerinin
sahipleri, elde etmiş oldukları gelirleri, üretilmiş olan mal ve hizmetlerin satın alımında harcayacaklardır.
Bu durumda toplumdaki kişilerin yapmış oldukları harcamaların toplamı harcamalar yöntemine göre
GSYİH’yı verecektir. Bir ekonomide belirli bir dönemde yapılan harcamalar; O ekonomideki kişilerin ve
firmaların yapacakları tüketim ve yatırım harcamaları ile devletin tüketim ve yatırım harcamalarından
oluşmaktadır. Bu durumda harcamalar yöntemi ile GSYİH’yı aşağıdaki eşitlik ile ifade edebiliriz;
GSYİH = C+/+G+X-M
Bu eşitlikte yer alan harcamaları kısaca özetlersek,
Özel Tüketim Harcamaları (C)
Tüketicilerin ihtiyaçlarını doğrudan karşılayacak olan mal ve hizmetlere yaptıkları toplam harcama
miktarıdır. Tüketim harcamaları, dayanıklı tüketim mallarına (Beyaz eşya, mobilya, araba v.s), dayanıksız
tüketim mallarına (yiyecek maddeleri, ayakkabı, eğlence v.s.) ve hizmetlere yapılan harcamalar şeklinde
sınıflandırılabilir.
Yatırım Harcamaları (I)
Yatırım harcamaları; makine teçhizat, tesis harcamaları ve stoklardaki değişiklikler olarak üç ana grupta
sınıflandırılabilir. Bu sınıflamada yeterince açık olmayan stoklardaki değişikliklerin ve halen yapılmakta
olan (yani üretim bandında olan) üretimin de yatırım sayılıp sayılmayacağıdır. Henüz satılmamakla
birlikte bunları üreten üretim faktörleri faktör ödemelerini almaktadır (ücret, faiz, rant vb..,). Dolayısıyla
stok artışlarını ve halen yapılmakta olan üretimi göz ardı edersek üretim ile, gelir ve harcama yönünden
yapılan hesaplar arasında bir fark oluşur. Bu nedenle stoklara yapılan ilaveler ve halen yapılmakta olan
üretim de sanki firmalar tarafından satın alınmış gibi görülmelidir. Bu yüzden bunlar GSMH’ ya dahil
edilmelidir.
Devletin Tüketim Harcamaları (G)
Bu harcama grubunda devletin, hizmetlerini yerine getirebilmek amacıyla gerçekleştirdiği her türlü mal
ve hizmetlere yönelik yaptığı harcamalar yer alır. Örneğin, askeri harcamalar, istihdam edilen personele
yapılan ödemeler, büro malzemelerine ve kırtasiye alımlarına ait harcamalar bu grup içinde yer
almaktadır.
Net ihracat (X-M) ya da NX
Bir ülkede bir yıl içinde üretilen mallar sadece o ülke tarafından değil yabancı ülkeler tarafından da satın
alınır. Buna kısaca ihracat denir. Yabancıların üretmiş olduğu mal ve hizmetlere yapılan harcamalar ise,
ithalat olarak tanımlanmaktadır. Bu ikisi arasındaki fark net ihracattır. Bir başka değişle net ihracat,
ihracat gelirleri ile ithalat harcamaları arasındaki farktır. Toplam net ihracat, ithalatın ihracattan az olması
durumunda pozitif, aksi halde negatif olacaktır.
GSYİH’nın farklı yöntemlerle hesaplanmasının nedeni, bir yöntemle hesaplanamayan katma değerin
diğer bir yöntemle hesaplanabiliyor olmasıdır. Örneğin otomobil üretimi ile ortaya çıkan katma değer,
51
www.hedefaof.com
üretim yöntemi ile hesaplanabilirken, bir savcının yarattığı katma değer, gelir yöntemi ile hesaplanabilir.
Ayrıca devlet tarafından gerçekleştirilen harcamalarda harcama yöntemi ile hesaplanabilir.
GSYİH’nın üretim yöntemine gore hesaplanması bize ekonomideki sektörlerin ülkede yaratılan katma
değere yaptıkları katkıyıda göstermektedir. Bu durumda tarım, sanayi, hizmetler gibi sektörlerin GSYİH
içindeki paylarına bakarak söz konusu sektörlerin gelişimlerine yönelik analiz yapabiliriz.
GSYİH’nın gelir yöntemiyle hesaplanması ise bize, ücret, kar, faiz ve rant (kira) olarak elde edilen
faktör gelirlerinin düzeyini göstermektedir. Eğer bir ülkede ücret ve kar gelirleri düşerken bunun
karşılığında faiz ve rant gelirleri artıyor ise, bu ülkenin bütçe açığı, düşük yatırım, gelir dağılımı, borç
yükü gibi sorunlarla karşılaşabileceğini tahmin edebiliriz.
GSYİH gelirler yöntemi ile nasıl hesaplanır?
NOMİNAL VE REEL GSYİH
GSYİH değerleri zaman içinde, hem fiyatlardaki değişmelere hem de üretim miktarındaki değişmelere
bağlı olarak değişir. Söz konusu değişmelerin bazıları nominal bazıları reel değişmelerdir. Nominal ve
reel değişmenin ne olduğunu aşağıdaki tablo yardımıyla açıklayabiliriz.
Tablo 3.2: Nominal ve Reel Değişmeler
YILLAR
ÜRETİM(Q)
FİYAT(P)
GSYİH=(QXP)
2007
2008
2009
2010
40 Birim
40 Birim
50 Birim
60 Birim
4
6
4
4
160 Nominal Artış
240 Nominal Artış
200 Reel Artış
240 Reel Artış
Tablo: 3.2 değerler incelendiğinde, 2007-2008 yıllarında üretim miktarı sabit kalırken fiyatların 2007
yılında 4 iken, 2008 yılında 6 ye çıktığı görülmektedir. Fiyatlarda meydana gelen bu artışa bağlı
olarak, 2007 ylında 160 olan GSYİH’da 2008 yılında 240 ye çıkmıştır. Bu durumda GSYİH’da 20072008 yılları arasında ortaya çıkan 80’lik artış fiyatların yükselmesinden kaynaklanan nominal artıştır.
2009-2010 yıllarında ise fiyatlar sabit kaldığı halde üretim miktarı artmıştır. Fiyatların artmadığı bu
durumda GSYİH’nın 200 den 240 ye yükselmesi sonucu ortaya çıkan 40’ lik artış reel artıştır.
Ekonomilerin performansları karşılaştırılırken nominal GSYİH yerine reel GSYİH kullanılmaktadır.
Çünkü nominal GSYİH artışı üretim artışından kaynaklanmayıp sadece malların fiyatlarının artışından
kaynaklanır. Bu yüzden ülkenin gerçek üretim gücünü yansıtmaz. Buna karşılık reel GSYİH ülkedeki
gerçek üretim artışını ifade eder.
Günlük yaşam içinde hem üretim miktarı hem de fiyatlar artabilmektedir. Böyle bir durumda
GSYİH’daki artışın, nominal ya da reel mi olduğunu anlamak için, fiyatlardaki artış oranı ile üretim
miktarındaki artış oranına bakılır. Üretim miktarındaki artış oranı fiyatlardaki artış oranından büyük ise
GSYİH artışı reeldir. Buna karşılık, fiyatlardaki artış oranı üretim miktarındaki artış oranından büyükse,
GSYİH artışı nominaldir.
Nominal ve Reel GSYİH’nın Ölçülmesi
Nominal ve reel değişmelerin ne anlama geldiğini gördükten sonra, nominal ve reel GSYİH’nın nasıl
ölçüleceğini inceleyebiliriz.
Bir ekonomide herhangi bir yılın üretim miktarı aynı yılın fiyatları ile çarpılıyorsa buna
nominalGSYİH’ ya da cari fiyatlarla GSYİH denir. Örneğin, 2010 yılının üretim miktarı ile 2010 yılının
fiyatları çarpıldığında bulunan değer nominal GSYİH’dır.
52
www.hedefaof.com
Bir ekonomide herhangi bir yılın üretim miktarı ilgili yılın (aynı yılın) fiyatlarıyla değil, belirlenmiş
ve istikrarlı kabul edilen ve baz yılı olarak da bilinen, başka bir yılın fiyatları ile çarpılıyor ise, bu
durumda hesaplanan GSYİH’ya reel GSYİH denir. Reel GSYİH aynı zamanda sabit fiyatlarla GSYİH
olarak da bilinir. Böylece reel GSYİH, fiyat artışlarının etkisini gidererek üretimdeki dönemler arası
gerçek değişmeleri mümkün kılar.
GSYİH Deflatörü
Nominal GSYİH’yı reel GSYİH’ya dönüştürmek için, GSYİH deflatörü adı verilen endeks sayılarına
ihtiyaç duyulmaktadır. GSMH deflatörü, belirli bir baz (temel) yıla gore GSYİH’yı meydana getiren
bütün mal vehizmetlerin fiyatlarındaki değişmeleri gösteren endeks sayısıdır. Deflatör, belli bir yıldaki
nominal GSYİH’nın o yılın reel GSYİH değerine oranlanması sonucunda bulunur.
GSYİH Deflatörü= Nominal GSYİH/Reel GSYİH
Aşağıdaki tablo 3,3’de GSMH deflatörü sütununda yer alan “1987=100” ifadesi, deflatörün
hazırlanmasında esas alınan baz yılınının 1987 olduğunu göstermektedir.
Tablo 3.3: Nominal GSYİH’nınReelGSYİH’ya Dönüştürülmesi
YILLAR
2000
2001
2002
Nominal
Reel
GSYİH
125.596
176.500
273.500
GSYİH
119.1
107.8
116.2
GSYİHDeflatörü
(1987=100)
1054.1
1637.3
2353.7
Nominal GSYİHyı reel GSYİH’ya dönüştürmek için;
Reel GSYİH= (Nominal GSYİH / GSYİH Deflatörü) X 100 Formülü kullanılır.
Tablo: 3.3’den hareketederek, 2001 ve 2002 yıllarına ait nominal GSYİHyı reel GSYİHya
çevirebiliriz.
2001 yılı nominal GSYİHdeğeri = 176.500
2001 yılıGSYİHdeflatörü =1637.3
Reel GSYİH(2001) = (176.500/1673.3) x 100=107.8
Reel GSYİH(2002) = (273.500/2353.7) x 100 = 116.2
olarak hesaplanır. 2001 ve 2002 yıllarınaait nominal ve reel GSYİH değerleri karşılaştırıldığında,
aralarındaki farkın çok fazla olduğu görülmektedir. Bu farkların sebebi ülkedeki fiyat artışlarından yani
enflasyondan kaynaklanmaktadır.
Nominal GSYİH’nın reel GSYİH’yadönüşümünüyukarıdainceledik. Eğer reel GSYİH’yı nominal
GSYİH’yadönüştürmekistersek, budurumdaaşağıdakiformülükullanabiliriz.
Nominal GSYİH = (Reel GSYİH X GSYİH Deflatörü) / 100
Tablo: 3.3 den hareket ederek 2001 ve 2002 yıllarının nominal GSYİH değerlerini hesaplayabiliriz:
Nominal GSYİH2001 = (107.8 X 1637.3) /100 = 176.5
Nominal GSYİH2002= (116.2 X 2353.7)/100 = 273.5
GSYİH deflatörüne neden ihtiyaç duyulmaktadır?
53
www.hedefaof.com
GSYİH’NIN ÖLÇÜMÜNDEKİ SORUNLAR
GSYİH sadece ülke üretiminin bir ölçüsü olarak değil, aynı zamanda ülkede yaşayan insanların refahının
bir ölçüsü olarak da kullanılır. Bu bağlamda GSYİH artışı insanların yaşamlarındaki iyileşmenin bir
göstergesi olarak yorumlanabilir. Ancak aşağıda açıklanacak nedenlerden dolayı GSYİH verileri üretimin
ya da refahın tam bir ölçüsü olmaktan uzaktır.
•
GSYİH heasplarına sadece piyasadan alınıp satılan mal ve hizmetlerin değeri girer. Halbuki bazı
ürünler piyasada sunulmadıkları için GSYİH hesaplarına dahil edilmezler. İnsanların evlerde
kendi başlarına yapmış oldukları faaliyetler bunun en belirgin örneğidir. Evinizi badana
yaptırmak için bir badanacı ile anlaşırsanız bu GSYİH hesaplarına girecektir. Ancak evi
kendiniz badana yaparsanız, bu durum GSYİH hesaplarında yer almayacaktır. Aynı zamanda ev
hanımlarının evde yaptıkları örgü, temizlik, yemek gibi işler de GSYİH hesabına katılmaz.
Gelişmiş ülkelerde kadınların işgücüne katılım oranları az gelimiş ülkelere nazaran daha yüksek
olduğu için, evde yapılacak pek çok işin piyasadan sağlanması gerekecektir. Bu durumda
gelişmiş ülkelerin GSYİH’nın hesaplanmasında dikkate alınan işler, Gelişmekte olan ülkelerde
ev kadınlarınca yapıldığı için GSYİH hesabında yer almayacaktır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerin
GSYİH rakamları Gelişmekte olan ülkelerin GSYİH rakamlarına gore daha büyük gözükür.
•
GSYİH hesaplanırken çevre kirliliği ve çevrenin bozulması dikkate alınmamaktadır. Firmalar
üretim sürecinde, hava, su, toprak kısaca çevre üzerinde dışsal maliyetler yaratmaktadırlar.
Gerçekleştirilen üretim bir taraftan ülkenin üretim gücünü arttırırken, diğer taraftan meydana
getirdiği dişsal maliyetlerle yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu durumda dışsal maliyetler
GSYİH’dan düşülmediği için, GSYİH değeri olduğundan büyük hesaplanmaktadır.
•
GSYİH hesaplanırken kayıt dışı ekonomi hesaplara dahil edilemez. Kayıt dışı ekomomi yasal
olmayan ve beyan edilmeyen işlemlerden oluşur. Örneğin bir memurun ikinci işinden elde ettiği
gelir bilinmez. Ayrıca “katma değer vergisi” ödememek için nakit ödeme yapmanız durumunda,
lokantacı yemek bedeli olarak size daha düşük bir fiyat çıkarabilir. Bunun gibi yine kumar,
uyuşturucu, fuhuş gibi yeraltı ekonomisi sektörlerinin üretimleri GSYİH içinde yer almaz.
•
Malların kalitesindeki gelişmeleri de doğru bir biçimde GSYİH hesabına katmak güçtür. Bu
duruma, fiyatları düşerken kalitesi yükselen bilgisayarlar, otomabiller, televizyonlar,
buzdolapları vb mallar örnek olarak verilebilir.
Yukarıdaki açıklamalara bağlı olarak şunu söyleyebiliriz, GSYİH ister harcamalar isterse gelirler
yöntemine gore hesaplanmış olsun, bulunan değer bir ülkenin üretim gücünün iyi bir göstergesi olmasına
rağmen, her zaman en doğru göstergesi değildir.
SATINALMA GÜCÜ PARİTESİ
Satınalma gücü paritesi (SAGP), ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldırarak, farklı
para birimlerinin satın alma gücünü eşitleyen bir değişim oranıdır. SAGP’nin amacı, GSYİH ve
bileşenlerinin uluslararası reel karşılaştırmasına yönelik geöstergelerin elde edilmesidir. GSYİH bir
ülkenin ekonomik büyüklüğünü gösterirken, Kişi başına GSYİH o ülkede yaşayanların refah seviyesini
göstermektedir. SAGP, iki ülkede aynı tanıma sahip bir ürünün fiyat oranı şeklinde hesaplanır.
Örneğin, 1 kg dana etinin fiyatı Türkiye’de 15, ABD’de 20$ ise; dana eti için 1 ABD dolarının satın
alma gücü paritesi;
Bulunan değer, dana eti için ABD’de ödenecek her bir dolara karşılık, Türkiye’de 0,75 ödeneceği
anlamını taşımaktadır. Bir başka ifade ile diyebilirizki, aynı mal ve hizmet sepetini Türkiye’de 3000
54
www.hedefaof.com
dolara, ABD’de ise 4000 dolara satın alıyorsak, Türkiye’de 3000 dolar aylığı olan bir kişi ile ABD’de
4000 dolar geliri olanın satın alma gücü yani refah düzeyleri aynıdır
Satın alma gücü paritesinin amacı nedir?
TÜİK ile Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (EUOSTAT) ve Ekonomik İşbirliği Kalkınma Teşkilatı
(OECD) tarafından birlikte gerçekleştirilen SAGP çalışmalarına bağlı olarak, 2010 yılı geçici
tahminlerine göre,GSYİH hacim endeksleri tablo 3.4’de verilmiştir.
Tablo 3.4: Kişi Başına GSYH Hacim Endeksleri, 2010 (AB27=100)
www.tuik.gov.tr, 2011.
Tablo ile ilgili açıklamalara geçmeden önce iki kavramın açıklanması yararlı olacaktır. Bunlardan
birincisi hacim endeksi diğeri kişi başına hacim endeksidir.
Hacim Endeksi, bir ülkenin reel GSYİH değerlerinin, karşılaştırmada yer alan ülkelerin toplamı
içindeki oranını gösteren bir endekstir.
Hacim Endeksi=Reel GSYİH A ülkesi/ Reel GSYİH Toplam (Örnek, OECD)
Kişi Başına Hacim Endeksi, kişi başına reel GSYİH değerlerinin, ülke grubu (Örneğin, OECD)
ortalamasına göre değişimini gösterir.
55
www.hedefaof.com
Tablo 3.4’de27 Avrupa Birliği ülkesi, 4 aday ülke (Türkiye, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ), 3
Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) ülkesi (İsviçre, İzlanda, Norveç) ile 3 Batı Balkan ülkesi
(Arnavutluk, Bosna_Herseh, Sırbistan) yer almaktadır. Karşılaştırmalarda, SAGP kullanılarak elde edilen
kişi başına reel GSYİH değerleri baz alınmıştır. Endeksler, 37 ülke için Avrupa Birliğine üye 27 ülkenin
ortalaması 100 olacak şekilde kişi başına reel GSYİH değerlerini ifade etmektedir. Endeks rakamı 100
üzerinde olan ülkeler Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin ortalamasının üzerinde iken, 100 altındaki
ülkeler, Avrupa Birliği’ne üye 27 ülkenin ortalamasından düşüktür.
Türkiye’nin 2010 yılı kişi başı hacim endeksi 48 olarak açıklanmış ve bu rakam Avrupa Birliği üyesi
27 ülkenin 100 olan ortalam rakamının çok altındadır. Karşılaştırmada yer alan 37 ülke içinde kişi başına
hacim endeksi en yüksek ülke 283 ile Lüksemburg, en düşük ülke ise 29 ile Arnavutluktur. Bu durumda
kişi başına hacim endeksi 48 olarak açıklanan Türkiye Avrupa’nın fakir ülkeleri arasında yer almaktadır.
SAGP ülkelerin refah düzeylerinin karşılaştırmasında güvenilir bir değişken olarak kullanılırken,
döviz kuru uygun bir değişim oranı olarak kabul edilmez. Çünkü döviz kuru kullanımının bazı sakıncaları
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi farklı nedenlerden kaynaklanan (sıcak para girişi, spekülasyonlar, faiz
oranlarındaki değimele vb.) kur dalgalanmalarıdır. Bu durumda, döviz kuru ile hesaplanan GSYİH değeri
temel alındığında, ülkenin ekonomik büyüklüğü kur dalgalanmalarına bağlı olarak olması gerekenden
daha büyük ya da küçük çıkabilir. Diğer bir sakınca ise, döviz kurunun bir ülkede üretilen mal ve
hizmetlerin fiyat düzeyini yansıtmamasıdır. Bu sakıncalarına bağlı olarak uluslar arasıkarşılatırmalarda
döviz kuru değişkeninin yerini SAGP almıştır. Döviz kuru ile SAGP arasındaki temel fark; döviz kuru
paranın satın alabileceği döviz (ABD Doları, Euro vb) miktarını gösterirken, SAGP ise paranın satın
alabileceği mal ve hizmetin miktarını gösterir.
Uluslararası karşılaştırmalarda döviz kuru yerine neden SAGP tercih
edilmektedir.
GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA
Gayri safi milli hasıla (GSMH), bir ülkenin vatandaşlarının ülke içinde elde ettikleri faktör gelirleri ile
ülke dışında elde edip de ülkeye transfer ettikleri faktör gelirlerini kapsar. Kısaca GSMH, ülkenin
vatandaşlarının bir yılda ürettiği tüm mal ve hizmetlerin değeridir. Ülkenin vatandaşlarının üretimi nerede
gerçekleştirdikleri önemli değildir.GSYİH ile GSMH arasındaki fark, belli bir ülkede üretilen çıktının bir
kısmının yabancılara ait üretim faktörleri tarafından üretilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin,
Libya’da faaliyet gösteren bir inşaat firmasının elde ettiği kâr Türkiye GSMH’ sına dahil edilirken, bir
Fransız firmasının Türkiye’deki kârı Türkiye GSMH hesaplarına dahil edilmemektedir.
GSMH’nın hesaplanabilmesi için, GSYİH’dan yabancıların üretimdeki payı çıkarılır ve buna
Türkiye’de yerleşik olanların yurt dışında yaptıkları üretim eklenir ve böylece GSMH hesaplanır.
GSMH = GSYİH+Net Dış Alem Faktör Gelirleri
Formülde “Net” kelimesi ile ifade edilen; yurt içinde yabancıların ürettikleri toplam değer ile
Türkiye’de yerleşik olanların yurt dışında yaptıkları üretim değerleri arasındaki farktır.
Örneğin, Türkiye’de 2000 yılında üretilen tüm mal ve hizmetlerin cari fiyatlarla değeri 1000 olsun.
Bu yurt içi üretimin (1000) 250 si Türkiye’de oturan yabancılartarafında üretilmişse, bu tutar 1000
den düşülür. Buna karşılık Türkiye’deki yerleşiklerin yurt dışında ürettikleri tutar ise, bulunan tutara
eklenir. Bu tutarın 200 olduğunu varsayalım.
Bu durumda GSYİH 1000 iken bunun 250 si Türkiye’ de oturan yabancılar tarafından yaratıldığı
için GSYİH’dan çıkarılır. Türkiye’deki yerleşiklerin yurt dışındayarattıkları değer olarak 200
GSYİH’ya eklenir ve bu şekilde GSMH hesaplanmış olur.
GSMH = GSYİH – (Yabancıların Türkiye’de Ürettikleri) + (Türkiye’deki Yerleşiklerin Yurt Dışıda
Ürettikleri)
56
www.hedefaof.com
GSMH = GSYİH+Net Dış Alem Faktör Gelirleri
GSMH = 1000 -250 + 200
Net Dış Alem Faktör Gelirleri = -250 + 200
Net Dış Alem Faktör Gelirleri = -50
GSMH = 1000-50= 950
Örneğimizde, yabancıların Türkiye’de üretmiş olduklar değer, Türkiye’de yerleşiklerin yurt dışında
üretmiş oldukları değerden fazla olduğu için GSMH, GSYİH’dan küçük çıkmıştır.
GSMH ile GSYİH arasındaki temel farklılık nedir?
Günümüzde gelişmiş ülkelerin hemen hemen tamamında, ekonomik faaliyetlerin ölçülmesi için
GSYİH kullanılmaktadır. GSMH ile GSYİH arasındaki fark bazı istisnalar dışında çok küçüktür.
DİĞER MİLLİ GELİR KAVRAMLARI
Milligelir hesaplanmasında, GSYİH ve GSMH dışında farklı milli gelir kavramları da kullanılmaktadır.
Aşağıda bu kavramları açıklanacaktır.
Net Milli Gelir (NMG)
GSMH ve GSYİH tanımları yapılırken üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerine “gayri safi” yani “net
olmayan” denilmesinin sebebi, üretilen mal ve hizmetlerin üretimi sırasında kullanılan üretim
faktörlerinden sermaye mallarının (makine, teçhizat gibi üretimde kullanılan her türlü araç) uğradığı
aşınma ve yıpranmanın (amortisman) göz önüne alınmamış olmasıdır. Bu aşınma payı GSMH’ dan
çıkartılırsaNet Milli Gelir (NMG) elde edilir.
NMG= GSMH - Amortismanlar
NMG, ekonominin cari dönemdeki gerçek üretim gücünün ölçüsüdür. Ancak amortismanların kesin
olarak belirlenmesi mümkün değildir. Bu yüzden uluslar arası karşılaştırmalarda NMG yerine daha çok,
GSMH ya da GSYİH temel alınır.
Milli Gelir (MG)
Net milli gelirin piyasa fiyatları ile hesaplanması durumunda bu fiyatların içine belli bir oranda vergide
dahildir. (Dolaylı vergi) Örneğin satın aldığımız bir çift ayakkabı için 40 ödemiş isek, bunun içinde %18
oranında katma değer vergisi (KDV) de bulunmaktadır. Bu vergi malın fiyatının içinde bulunmasına
rağmen malın değeri ileilgili değildir. Aynı zamanda bu vergi vatandaş için gelir niteliği taşımaz. Bu
yüzden NMG’ den dolaylı vergileri çıkarırsak Milli Gelire (MG) ulaşmış oluruz. Bu durumda piyasa
fiyatları ile MG’ i şu şekilde yazabiliriz.
MG = NMG – Dolaylı vergiler
Elde edilen bu büyüklük, diğer taraftan ülkedeki üretim faktörlerine yapılan gelir ödemelerinin (ücret,
faiz, kâr, rant) toplamına eşit olmak zorundadır. Bir başka değişle;
MG =NMG (faktör fiyatlarıyla)
MG (Faktör fiyatlarıyla) = Ücret+Faiz+Kâr+Rant
57
www.hedefaof.com
Hem GSMH hem de NMG üretilen mal ve hizmetlerin piyasa
fiyatları ile ifade edilen değerleri toplamıdır. Bundan dolayı istatistiklerde ve bazı
çalışmalarda piyasa fiyatlarıyla GSMH ve piyasa fiyatlarıyla NMG adı ile geçerler. Milli
gelir ise, NMG’ in faktör gelirleri toplamı olarak ifade edilir. Bu durumda milli gelire faktör
fiyatları ile NMG de denilebilir.
Kişisel Gelir (KG)
Kişisel gelir (KG), halkın cebine giren gelir şeklinde tanımlanabilir. KG iki şekilde MG’den
farklılaşmaktadır. Birinci olarak, üretime katıldıkları için gelir elde eden bazı üretim faktörleri fiilen bu
geliri elde edemezler. Örneğin bir firmanın elde ettiği kârın tamamı bu firmanın sahiplerine ait olduğu
halde, bu kârın tamamı firma sahiplerinin eline geçmez. Çünkü yasalar gereği bu kârın bir kısmı işletme
bünyesinde tutulmak zorundadır (yedek akçeler gibi). Diğer yandan çalışanlar veya işverenler de
kazandıkları gelirin tamamına sahip olamazlar. Çünkü kazandıkları gelirin birkısmını Sosyal Sigortalar
Kurumu, Emekli Sandığı, Bağ-Kur gibi sosyal güvenlik kurumlarına prim olarak öderler. Bu yüzden bu
tür ödemelerin MG’ den düşülmesi gerekir. İkinci olarak, bir üretim faktörü sahibi olmadıkları ve üretime
katılmadıkları halde bazı kişilere yapılan transfer ödemeleri ise, MG’ e ilave edilir. Bu durumda kişisel
gelir şu şekilde yazılabilir.
KG= MG - Sigorta primleri - Kurumlar vergisi - Dağıtılmayan kârlar + Transfer ödemeleri
Kişisel gelir ile milli gelir arasındaki farklılık nereden kaynaklan
maktadır?
Harcanabilir Gelir (HG)
Harcanabilir gelir (HG), bir ülkede kişilerin eline geçen ve harcayabilecekleri gelirlerin toplamını ifade
eder. Kullanılabilir gelir olarak da bilinir. Elde edilen kişisel gelir kavramını oluşturan değerlerin tümü,
kişiler tarafından istense bile harcanamaz. Bunun nedeni, kişilerin elde ettikleri gelirin bir kısmını devlete
dolaysız vergi olarak ödemek zorunda olmalarıdır. Bu yüzden harcanabilir geliri hesaplayabilmek için
kişisel gelirden, dolaysız vergileri ( Gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi v.b.)
çıkarmak gerekir.
Bu durumda harcanabilir gelir aşağıdaki gibi yazılır
HG= KG- Dolaysız vergiler
Buraya kadar açıklanan hasıla ve gelir kavramlarını kişi başına göre de hesaplayabiliriz. Bir ülkenin
GSMH’sı o ülkenin nufusuna bölündüğü zaman (GSMH = GSMH/Nüfus), kişi başına düşen GSMH
bulunur. Aynı şekilde bir ülkenin GSYİH’sı o ülkenin nufusuna bölündüğü zaman (GSYİH/Nüfus) ise,
kişi başına GSYİH elde edilir.
Kişi başına düşen milli gelirin ölçümü önemlidir. Çünkü bir ülkenin yurttaşlarının ortalama gelir
düzeyi hakkında bilgi verir. Uluslararası karşılaştırmalarda milli gelir genellikle ABD doları cinsinden
belirtilir. Dolar cinsinden, GSYİH’yı ya da kişi başına düşen GSYİH’yı bulmak için nominal GSYİH’yı
döviz kuruna bölmek gerekir. Bu bağlamda yapılan hesaplamalara göre dolar cinsinden GSYİH açısından
Türkiye’deki durum tablo 3,5’de gösterilmektedir. Buna göre; Türkiye ekonomisinin sürekli büyümesine
bağlı olarak yaşam standartlarıda önemli ölçüde yükselmiştir. Kişi başı GSYİH, 2002 yılında 3.492 ABD
doları iken, 2010 yılında 10.079 ABD dolarına yükselmiştir. (Tablo: 3,5)
58
www.hedefaof.com
Tablo 3.5: Kişi Başına GSYİH (USD)
Kaynak: TÜİK
BÜYÜME HIZI
Ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman içinde mal ve hizmet üretimi miktarında meydana gelen
artışları ifade etmektedir.Ekonominin büyümehızı, geleneksel olarak reel GSYİH artış hızıdır. Buna gore
büyüme hızı (g), aşağıdaki formül yardımıyla hesaplanır.
Örneğin 2008 yılı (sabit fiyatlarla) büyüme hızını tablo:3,6’da yer alan verilerden hareket ederek
hesaplayabiliriz
59
www.hedefaof.com
Tablo 3.6: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla Sonuçları
Yıllar Cari fiyatlarla Gelişme Hızı Cari Fiyatlarla Gelişme Hızı Sabit Fiyatlarla Gelişme Hızı
GSYH (Milyon ) %
GSYH (Milyon ) %
GSYH (Milyon )
%
1998
70.203
270.947
70.203
1999 104.596
49,0
247.544
-8,6
67.841
-3,4
2000 166.658
59,3
265.384
7,2
72.436
6,8
2001 240.224
44,1
196.736
-25,9
68.309
-5,7
2002 350.476
45,9
230.494
17,2
72.520
6,2
2003 454.781
29.8
304.901
32,3
76.338
5,3
2004 559.033
22,9
390.387
28,0
83.486
9,4
2005 648.932
16,1
481.497
23,3
90.500
8,4
2006 758.391
16,9
526.429
9,3
96.738
6,9
2007 843.178
11,2
648.625
23,2
101.255
4,7
2008 950.534
12,7
742.094
14,4
101.922
0,7
2009 952 559
0,2
616.703
-16,9
97.003
-4,8
2010 1 105 101
16,0
735.828
19,3
105.680
8,9
Kaynak: TÜİK
2010 yılı için büyüme hızı hesapladığımızda;
Hesaplanan büyüme hızları bürüttür. Nufus artış hızının yüksek olduğu ülkelerde net büyüme hzına
bakmak gerekir. Net büyüme hızı (Ng), aşağıdaki gibi hesaplanır.
Ng= Reel GSYİH Büyüme Hızı-Nüfus Artış Oranı
Ülkemizdeki nufus artış hızını %2kabul edersek, 2010 yılı net büyüme hızımız;
Ng = %8.9 - %2 = %6.9 olur.
Tablo,3.6 incelendiğinde, 2001 ve 2009 yıllarında büyüme hızlarının negatif olduğu görülmektedir.
Yani Türkiye ekonomisi bu yıllarda -%5.7 ve -%4.8 oranında küçülmüştür. Bunun sebebini o tarihlerde
ülkemizde yaşanan ekonomik krizlere bağlayabiliriz.
60
www.hedefaof.com
Özet
Bir ülkenin üretim performansının izlenebilmesi
için, ülkenin üretmiş olduğu mal ve hizmet
miktarında reel olarak bir artışın gerçekleşip
gerçekleşmediğinin ölçülmesi gerekir. Bundan
dolayı “Milli Gelir”in hesaplanması ekonomik
hayatın
incelenmesinde
temel
konuyu
oluşturmaktadır. Milli gelir’in hesaplanması bir
ülkedeki ekonomik faaliyetlerin kapsamlı bir
analizine imkan verecektir
Harcama yöntemi, Bir ekonomide belirli bir
dönemde yapılan harcamalar, O ekonomideki
kişilerin ve firmaların yapacakları tüketim ve
yatırım harcamaları ile devlerin tüketim ve
yatırım harcamalarından oluşmaktadır. Bu
harcamaların toplamı, harcama yöntemine göre
GSYİH’yı verir.
GSYİH değerleri zaman içinde, hem fiyatlardaki
değişmelere hem de üretim miktarındaki
değişmelere bağlı olarak değişir. buna bağlı
olarak GSYİH reel ve nominal olarak tanımlanır.
Bir ekonomide herhangi bir yılın üretim miktarı
aynı yılın fiyatları ile çarpılıyorsa buna nominal
GSYİH’ ya da cari fiyatlarla GSYİH denir. Bir
ekonomide herhangi bir yılın üretim miktarı o
yılın fiyatları ile değil de enflasyon oranının daha
düşük olduğu baz yılın fiyatları ile çarpılıyorsa
buna reel GSYİH yada sabit fiyatlarla GSYİH
denir.
Bir
ekonominin
gücünü
(büyüklüğünü)
göstermek açısından Gayri safi yurt içi hasıla
(GSYİH) en iyi ölçütlerden birisidir. Basit bir
tanımla GSYİH, bir ülkede yerleşiklerin (ülke
vatandaşı ve yabancılar) sahip oldukları üretim
faktörleri ile belli bir yılda ürettikleri
tamamlanmış mal ve hizmetlerin piyasa değerini
ifade eder.
GSYİH’da, parasal değerleri toplanan malların
tamamlanmış (nihai) mal olması gereklidir
Ayrıca, ekonomide bazı mal ve hizmetlerde diğer
mal
ve
hizmetlerin
yaratılmasında
kullanılmaktadır. Biz bunlara ara malı diyoruz.
Bir başka değişle ara mallar, bir firma tarafından
üretilen ve diğer bir firmanın başka bir mal
üretirken
kullandığı
mallardır.
GSYİH
hesaplanırken hem tamamlanmış mallar, hem de
ara malları hesaplamaya dahil edilirse bu
durumda çifte sayım yapmış oluruz ve GSYİH’
nın değeri gerçeğinden büyük çıkar. Bu sorunu
gidermek için, her işletmenin kendi üretimi
sonucunda GSYİH’ ya net olarak kattığı değeri
bulmak ve toplamak gerekir.
GSYİH verileri birtakım nedenlerden dolayı
üretiminyada refahın mükemmel bir ölçüsü
olmaktan uzaktır. Bu yüzden uluslararası
karşılaştırmalarda değişken olarak “satın alma
gücü paritesi” kaullanılmaktadır. Satınalma gücü
paritesi (SAGP), ülkeler arasındaki fiyat düzeyi
farklılıklarını ortadan kaldırarak, farklı para
birimlerinin satın alma gücünü eşitleyen bir
değişim oranıdır. SAGP’nin amacı, GSYİH ve
bileşenlerinin uluslararası reel karşılaştırmasına
yönelik geöstergelerin elde edilmesidir. GSYİH
bir ülkenin ekonomik büyüklüğünü gösterirken,
Kişi başına GSYİH o ülkede yaşayanların refah
seviyesini göstermektedir.Milli gelir ile ilgili
diğer bir kavram ise Gayri safi milli hasıla dır.
Gayri safi milli hasıla (GSMH), bir ülkenin
vatandaşlarının ülke içinde elde ettikleri faktör
gelirleri ile ülke dışında elde edip de ülkeye
transfer ettikleri faktör gelirlerini kapsar. Kısaca
GSMH, ülkenin vatandaşlarının bir yılda ürettiği
tüm mal ve hizmetlerin değeridir. Ülkenin
vatandaşlarının üretimi nerede gerçekleştirdikleri
önemli değildir.
GSYİH üç farklı yöntemle hesaplanabilir. Bunlar;
Üretim Yöntemi, Gelir Yöntemi ve Harcama
Yöntemidir.
Üretim yöntemi, üretilen her bir mal ve hizmetin
üretim miktarları ile fiyatlarının çarpılması
sonucu
bulunacak
üretim
değerlerinin
toplanmasıdır.
Gelir yöntemi, Üretim faktörleri, emek, sermaye,
doğa ve girişimci olmak üzere dört temel gruba
ayrılır. Bu dört üretim faktörüne yapılan
ödemeler sırasıyla, ücret, faiz, kira (ya da rant) ve
kâr olarak tanımlanır.Bu gelirlerin toplanmasıyla
elde edilen GSYİH,.gelir yöntemi ile GSYİH
olacaktır..
61
www.hedefaof.com
Milli gelir hesaplanmasında, GSYİH ve GSMH
dışıda farklı milli gelir kavramları da
kullanılmaktadır. Bunlar; Net Milli Gelir, Milli
gelir, Kişisel gelir, Harcanabilir gelir dir.GSMH
ve GSYİH tanımları yapılırken üretilen mal ve
hizmetlerin parasal değerine “gayri safi” yani
“net olmayan” denilmesinin sebebi, üretilen mal
ve hizmetlerin üretimi sırasında kullanılan üretim
faktörlerinden sermaye mallarının ( makine,
teçhizat gibi üretimde kullanılan her türlü araç )
uğradığı aşınma ve yıpranmanın (amortisman)
göz önüne alınmamış olmasıdır. Bu aşınma payı
GSMH’ dan çıkartılırsa Net Milli Gelir (NMG )
elde edilir. NMG’ den dolaylı vergileri çıkarırsak
Milli Gelire (MG) ulaşmış oluruz. Kişisel gelir
(KG), halkın cebine giren gelir şeklinde
tanımlanabilir. Aşağıdaki formülle hesaplanır;
KG= MG-Sigorta primleri-Kurumlar vergisiDağıtılmayan kârlar + Transfer ödemeleri
Harcanabilir gelir (HG), bir ülkede kişilerin eline
geçen ve harcayabilecekleri gelirlerin toplamını
ifade eder.
Ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman içinde
mal ve hizmet üretimi miktarında meydana gelen
artışları ifade etmektedir. Ekonominin büyüme
hızı, geleneksel olarak reel GSYİH artış hızıdır.
62
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım
5. 1 kg kuzu etinin fiyatı Türkiye’de 25,
ABD’de 20$ ise; dana eti için 1 ABD dolarının
satın alma gücü paritesi kaç olur?
1. Bir ülkede yerleşiklerin (ülke vatandaşı ve
yabancılar) sahip oldukları üretim faktörleri ile
belli bir yılda ürettikleri tamamlanmış mal ve
hizmetlerin piyasa değerini ifade eden milli gelir
kavramı aşağıdakilerden hangisidir?
a. 1,05 /&
a. GSYİH
b. 1,75 /&
b. GSMH.
c. 1,50 /&
c. NMG
d. 0,50 /&
d. MG
e. 1,25 /&
e. KG
2. GSYİH’da, parasal değerleri toplanan malların
tamamlanmış (nihai) mal olması neden
gereklidir?
6. GSYİH = 2000 Türkiye’de oturan yaban
cılar
tarafından
üretilmiş
değer
150,
Türkiye’deki
Yerleşiklerin
Yurt
Dışıda
Ürettikleri değer 100 ise, GSMH değeri kaç
olur?
a. Kolay talep edilebilmesi için
a. 1950
b. Çifte sayımı önlemek için
b. 2250
c. Nominal değerleri hesaplamak için
c. 2150
d. Net milli geliri hesaplamak için
d. 1750
e. Büyüme hızını hesaplamak için
e. 2050
3. Her kesimin diğer kesimlerden aldığı ara mal
ve hizmetler toplamına kendi yarattığı mal ve
hizmetleri üretim zinciri içinde bir sonraki
halkaya geçirirken kattığı değere ne ad verilir?
7. GSMH = 500, Amortismanlar = 40, Do
laylı vergiler = 20 ise, MG aşağıdakilerden
hangisi olur?
a. 440
a. Nominal değer
b. 460
b. Reel değer
c. 480
c. Katma değer
d. 560
d. Hacim endeks değeri
e. 540
e. Satın alma gücü paritesi değeri
8. Kişisel gelirden dolaysız vergilerin çıkarıl
masıyla elde edilecek gelir aşağıdakilerden
hangisi olur?
4. Nominal GSYİH’ yı reel GSYİH’ya dönüş
türmek için, kullanılan araç aşağıdakilerden
hangisidir?
a. NMG
a. Tüketici fiyat endeksi
b. GSYİH
b. Üretici fiyat endeksi
c. HG
c. Toptan eşya fiyat endeksi
d. GSMH
d. Gayri safi yurt içi hasıla deflatörü
e. MG
e. Hacim endeksi
63
www.hedefaof.com
Okuma Parçası
9. Büyüme hızı %8, nufus artış hızı %3 ise; net
büyüme hızı kaç olur?
MİLLİ GELİRİN TARİHSEL GELİŞİMİ
a. %11
Milli Hesaplar sisteminde en önemli yeri milli
gelir hesapları tutmaktadır. Milli gelir hesapları
bir ülkenin kalkınma ve ekonomik gelişme
durumunu, iktisadi faaliyetlerden yaratılan
gelirini gösterir. Bu hesaplar kalkınma plan ve
programlarının hazırlanmasına esas olan verileri
teşkil eder. Ekonomi politikalarının etkisini ve
başarı derecesini ölçmekte en önemli rolü
oynayan milli gelir hesapları bu seviyeye uzun
yıllar süren çalışmalar sonucu ulaşmıştır. Bu
çalışmaların temeli bir ekonomideki toplam geliri
hesaplama esasına dayanmaktadır.
b. b.%5
c. %6
d. %3
e. %4
10. 2006 yılı GSYİH’sı 96.738, 2005 yılı
GSYİH’sı 90.500 ise, 2006 yılı büyüme hızı
yüzde kaç olur?
a. % 6.89
b. % 5.99
Milli Gelir tahminleri ile ilgili ilk çalışmalar l7.
yüzyılda İngiltere'de ve Fransa'da başlamıştır.
Fransa'da Pierre Boisguillebert, İngiltere'de ise
William Petty bu konuyla ilgilenmişlerdir. İlk
milli gelir tahmini W. Petty tarafından 1665'de
İngiltere için yapılmıştır. Petty hesaplamalarında
yıllık gelirin yıllık tüketime eşit olduğu
varsayımından hareket etmiştir. Daha sonraki
yıllarda İngiltere'de çok sayıda kişisel tahminler
yapılmıştır.
c. % 4.89
d. % 6.45
e. % 3.96
Amerika'daki ilk milli gelir tahmini ise l843'de
George Tucker tarafından hazırlanmıştır. Bu
yüzyılda bir çok Avrupa ülkelesinde resmi
tahminler yapılmaya başlanmıştır. Resmi milli
gelir verileri ise l890'larda Avustralya'da
yayınlanmıştır.
20. yüzyılda savaş masrafları yüzünden üretim,
yatırım, tüketim ve tasarruf deyimleri ön plana
çıkmış, bu dönemde toplanılan istatistiki bilgiler
milli gelir tahminleri için veri kaynaklarını
oluşturmuştur.
Amerika'da
SimonKuznets,
İngiltere'de ColinClark hem üretim ve pazarlar
hem de milli gelir üzerine araştırmalar yapmaya
başlamışlardır. Milli hesaplar sistemi, Lord J.M.
Keynes'in l929'daki büyük ekonomik buhrandan
sonra makro ekonomik alanda araştırma ve
analizlere yeni bir yön vermesiyle çok büyük bir
önem kazanmıştır.
Milli gelir üzerine kapsamlı çalışmalar İkinci
Dünya Savaşından sonra başlamış, l944 yılında
Amerika, İngiltere ve Kanada ortak tanımlar
belirlemek amacıyla bir araya gelmişlerdir. Daha
sonra l949 yılında uluslararası standartlaştırma
çalışmalarına
başlanmış,
l952'de
A
StandardizedSystem of NationalAccounts (SNA)
yayınlanmıştır. Birleşmiş Milletler 1968 ve 1993
64
www.hedefaof.com
yıllarında
SNA'yı
yeniden
düzenleyerek
yayınlamıştır. Türkiye'de de milli gelir hesapları
SNA tavsiyeleri doğrultusunda yapılmaktadır.
çabaları bu tartışmaların ışığı altında son şeklini
alan metodolojiye dayanılarak l97l yılında
başarılı olmuş, l948-1972 yılları için tek bir milli
gelir serisi oluşturulup yayınlanmıştır.
Ülkemizde bu konuya ilgi l928 yılında başlamış,
l929 yılında uzman Camilla Jacguart milli gelir
tahmini yapmakla görevlendirilmiş, ama veri
toplama güçlüğü nedeniyle bu çabalar sonuçsuz
kalmıştır. l935 yılında milli gelir tahmini
hazırlama görevi İktisat Bakanlığı Konjoktür
Servisi ve Alman istatistikçi Franz Eppeinstein'e
verilmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda l927,
l933, l934 yılları daha sonraları ise 1935 ve 1936
yılları için, 1947 yılında da, İstatistik Genel
Müdürlüğü tarafından 1942,1943 ve 1944 yılları
için milli gelir tahminleri yapılmış ve
yayınlanmıştır. Bu girişimleri birçok kişisel milli
gelir tahmini çalışmaları izlemiştir. Bunlar Şefik
Bilkur'un l943 yılı, Şefik İnan'ın 1949 yılı, Vedat
Eldem'in l929 ve 1945 yılları milli gelir
serileridir.
l980 yılından itibaren Gayri Safi Milli Hasıla
yıllık gelişmeyi gösterecek şekilde üçer aylık
verilere göre yılda dört kez hazırlanmaya
başlanılmıştır.
Ancak
bu
hesaplamalarda
karşılaşılan güçlükler dolayısıyla, l985 yılından
itibaren "l968 sabit fiyatları" ve "cari üretici
fiyatları" dikkate alınarak yapılan GSMH
tahminlerinin ilki, yılın ilk altı aylık verilerine
dayanılarak, ikincisi dokuz aylık verilere
dayanılarak üçüncüsü de on iki aylık verilere
dayanılarak kullanıma sunulmuştur.
Ekonomideki değişimleri daha kısa zaman
aralıkları içinde izlemek amacıyla l990 yılında
üçer aylık dönemler itibariyle Gayri Safi Milli
Hasıla hesapları çalışmasına başlanılmış ve l987
yılından bu yana dönemler itibariyle GSMH
serisi oluşturulmuştur. GSMH hesaplarını daha
güncel bir yapıya getirmek amacıyla yıllık
hesaplamalarda l968 olan temel yıl yerine l987
yılı temel alınmıştır. Dönemler itibariyle GSMH
hesaplarında kapsam genişletilmiş, daha önce
kapsanamayan bazı maddelerle ekonomik alt
sektörler sisteme dahil edilmiştir.
Milli Gelir hesaplarıyla ilgilenecek özel bir daire
olmadığından l950 yılına kadar çalışmalar
düzenli bir şekilde yürütülememiştir. l950 yılında
Milli Gelir Etüt Grubu oluşturulmuş, bu grup
l95l'de çalışmalarına başlamıştır. Milli Gelir Etüt
Grubu Başkanlığında l938, l948-195l yıllarını
kapsayacak şekilde milli gelir tahminleri
yapılmıştır. Bu tahminler MiltonGilbert'in
tavsiyeleri uyarınca tekrar gözden geçirilmiş ve
bunlara
ilaveten
l952-1953
tahminleri
hazırlanmıştır.
Aynı yıl DİE harcamalar yöntemiyle Gayri Safi
Yurtiçi Hasıla hesaplanması çalışmalarına
başlamıştır. Daha önceki çalışmalarda özel
tüketim harcamaları GSYİH'dan diğer harcama
kalemleri çıkarıldıktan sonra bulunuyordu. Yeni
çalışmada bu kalem mal akımı yöntemiyle
hesaplanmıştır. Harcama yöntemiyle GSYİH
serisi 1987 yılından bu yana dönemler itibariyle
yayınlanmaktadır. Halen milli gelirin gelir
yöntemiyle
hesaplanması
çalışmaları
sürdürülmektedir.
Bu tarihten sonraki yıllarda çalışmalar devam
etmiş; özellikle planlı kalkınma dönemine
geçildikten sonra milli gelir tahminleri büyük
önem kazanmıştır. l960 yılında Devlet Planlama
Teşkilatı kurulmuş ve bu Teşkilat l96l-7l dönemi
boyunca ayrı bir seri hazırlamıştır. İki farklı
resmi milli gelir serisinin yurt içinde ve dışında
yarattığı sakıncaları gidermek, daha güvenilir
kaynakların, 1968 SNA tavsiyelerinin ve yeni
gelişen yöntemlerin kullanılmasını sağlamak
amacıyla 1971'in ikinci yarısında DİE ve DPT
teknik elemanlarından bir çalışma grubu
oluşturulmuştur. Bu grup cari fiyatlarla ve sabit
fiyatlarla milli gelir hesaplama metodolojisini
yeniden düzenlemiş ve 1962-1971 dönemine ait
yeni bir milli gelir serisi hazırlamıştır. Çalışma
grubunun yaptığı etüdler ve hesaplar DİE
tarafından biri Ocak 1972'de diğeri Haziran
1972'de düzenlenen Milli Gelir Ulusal
Kollokyumlarında ayrıntılı olarak tartışılmıştır.
İki ayrı serinin ortaya çıkarttığı sorunları çözme
Kaynak: http://www.frmtr.com/ekonomi-ikti satisletme-istatistik/1187679-milli-gelirkavrami.html
65
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde 2
Üretim, mal ve hizmet meydana getirebilmek
amacıyla üretim faktörlerinin bir araya
getirilmesi olduğuna göre, yaratılan gelirin
değerine bu faktörlere yapılan ödemeler
toplamından da ulaşmak mümkündür. Üretim
faktörleri; emek, sermaye, doğa ve girişimci
olmak üzere dört temel gruba ayrılır. Bu dört
üretim faktörüne yapılan ödemeler sırasıyla,
ücret, faiz, kira (ya da rant) ve kâr olarak
tanımlanır.Bu gelirlerin toplanmasıyla elde edilen
GSYİH, gelir yöntemi ile GSYİH olacaktır..
1. a Yanıtınız yanlış ise “Gayri Safi Yurt İçi
Hasıla” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
2. b Yanıtınız yanlış ise “Gayri Safi Yurt İçi
Hasıla” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
3. c Yanıtınız yanlış ise “GSYİH’nın Ölçülmesi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
4. d Yanıtınız yanlış ise “Nominal ve Reel
GSYİH” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
5. e Yanıtınız yanlış ise “Satın Alma Gücü Pari
tesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 3
Nominal GSYİH’ yı reel GSYİH’ya dönüştürmek
için, GSYİH deflatörü adı verilen endeks
sayılarına ihtiyaç duyulmaktadır
6. a Yanıtınız yanlış ise “Gayri Safi Milli Hasıla”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
7. a Yanıtınız yanlış ise “Milli Gelir ile İlgili
Diğer Kavramalar” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 4
Satınalma gücü paritesi (SAGP), ülkeler arasın
daki fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan
kaldırarak, farklı para birimlerinin satın alma
gücünü eşitleyen bir değişim oranıdır. SAGP’nin
amacı, GSYİH ve bileşenlerinin uluslararası reel
karşılaştırmasına yönelik geöstergelerin elde
edilmesidir.
8. c Yanıtınız yanlış ise “Milli Gelir ile İlgili
Diğer Kavramalar” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz.
9. b Yanıtınız yanlış ise “Büyüme Hızı” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 5
10. a Yanıtınız yanlış ise “Büyüme Hızı” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
SAGP ülkelerin refah düzeylerinin karşılaştır
masında
güvenilir
bir
değişken
olarak
kullanılırken, döviz kuru uygun bir değişim oranı
olarak kabul edilmez. Çünkü döviz kuru
kullanımının bazı sakıncaları bulunmaktadır.
Bunlardan
birincisi
farklı
nedenlerden
kaynaklanan kur dalgalanmalarıdır. Bu durumda,
döviz kuru ile hesaplanan GSYİH değeri temel
alındığında, ülkenin ekonomik büyüklüğü kur
dalgalanmalarına bağlı olarak olması gerekenden
daha büyük ya da küçük çıkabilir. Diğer bir
sakınca ise, döviz kurunun bir ülkede üretilen mal
ve hizmetlerin fiyat düzeyini yansıtmamasıdır.
Bu
sakıncalarına
bağlı
olarak
uluslar
arasıkarşılatırmalarda döviz kuru değişkeninin
yerini SAGP almıştır.
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
Tanımda üzerinde durulması gereken üç önemli
konu vardır.
• GSYİH’da, parasal değerleri toplanan
malların tamamlanmış (nihai) mal olması
gereklidir. Tamamlanmış mal, tüketiciler
tarafından kullanılmaya hazır durumdaki mal
demektir.
• GSYİH nın tanımında üzerinde durulması
gereken ikinci konu, GSYİH nın sadece cari
dönemde üretilen çıktının değerinden
oluşmasıdır.
Sıra Sizde 6
GSMH, ülkenin vatandaşlarının bir yılda ürettiği
tüm mal ve hizmetlerin değeridir. Ülkenin
vatandaşlarının üretimi nerede gerçekleştirdikleri
önemli değildir. GSYİH ile GSMH arasındaki
fark, belli bir ülkede üretilen çıktının bir kısmının
yabancılara ait üretim faktörleri tarafından
üretilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
• GSYİH nın tanımında üzerinde durulması
gereken
üçüncü
konu,
GSYİH’nın
hesaplanmasında malların piyasa fiyatları
üzerinden hesaplanmasıdır.
66
www.hedefaof.com
Sıra Sizde 7
Yararlanılan Kaynaklar
KG iki şekilde MG’den farklılaşmaktadır. Birinci
olarak, üretime katıldıkları için gelir elde eden
bazı üretim faktörleri fiilen bu geliri elde
edemezler. Örneğin bir firmanın elde ettiği kârın
tamamı bu firmanın sahiplerine ait olduğu halde,
bu kârın tamamı firma sahiplerinin eline geçmez.
Çünkü yasalar gereği bu kârın bir kısmı işletme
bünyesinde tutulmak zorundadır (yedek akçeler
gibi). Diğer yandan çalışanlar veya işverenler de
kazandıkları gelirin tamamına sahip olamazlar.
Çünkü, kazandıkları gelirin birkısmını Sosyal
Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, Bağ-Kur
gibi sosyal güvenlik kurumlarına prim olarak
öderler. Bu yüzden bu tür ödemelerin MG’ den
düşülmesi gerekir. İkinci olarak, bir üretim
faktörü
sahibi
olmadıkları
ve
üretime
katılmadıkları halde bazı kişilere yapılan transfer
ödemeleri ise, MG’ e ilave edilir
Bocutoğlu, E. (2005). Makro İktisat Teoriler ve
Politikalar. Trabzon: Derya Kitapevi.
Çepni E. (2010) Ekonomik Göstergeler ve
İstatistikler Rehberi. Seçkin Yayıncılık, Bursa.
Çolak, F. E. (2010) Makro Ekonomik
Göstergelerin Yorumlanması. Elif Yayınevi,
Ankara
Ertan, O. (2006). Makro İktisat
Politikası. İstanbul: Maltepe
Yayınları. Yay. No:29
Ertürk, E. (1999). Makro İktisat, Küresel
Ekonomide Makro Ekonomik Analize Giriş.
Bursa: Alfa Yayınevi.
Yıldırım K. Karaman D. Taşdemir M. (2010)
Makro Ekonomi, Seçkin Yayıncılık, Bursa.
www.tuik.gov.tr, 2011
67
Teorisi ve
Üniversitesi
www.hedefaof.com
4
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Enflasyonu tanımlayabilecek,
Enflasyonun çeşitlerini sıralayabilecek,
Enflasyonun özelliklerini açıklayabilecek,
Enflasyonu hesaplayıp, yorumlayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Enflasyon
ÜFE
Fiyatlar Genel Düzeyi
Deflatör
Endeks
Cari Fiyat
TÜFE
Mal ve Hizmet Sepeti
İçindekiler
Giriş
Enflasyon ve Nedenleri
Kaynaklarına Göre Enflasyon
Enflasyon Çeşitleri
Enflasyonla İlgili Diğer Kavramlar
Fiyat Endeksleri
68
www.hedefaof.com
Enflasyon ve Fiyat Endeksleri
GİRİŞ
Enflasyon ve fiyat endeksleri, en önemli ekonomik göstergelerin başında yer aldıkları için ekonomist
lerin ve politika yapıcılarının öncelikle ilgi alanlarından birini oluşturmaktadır. Aslında enflasyon ve fiyat
endeksleri toplumdaki bütün gelir düzeylerini ilgilendiren bir kavramdır.
Bir ülkenin fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen değişimi, ölçebilmesi yani fiyat endekslerinden
yaralanabilmesi izleyeceği ekonomi politikalarında yol gösterici olacaktır. Ayrıca, bir ülkenin ekonomik
yapısının belirlenmesinde, ekonomik kararların alınmasında, kişilerin satın alma gücünün
hesaplanmasında, ücret ve maaşların tespitinde, tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerdeki
parekende fiyatların tespitinde ve zaman içerisinde oluşan değişimin belirlenmesinde fiyat endekslerinin
önemi büyüktür.
Ekonomideki temel amaçlardan birisi, ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlayan temel faktörlerden biri
olan fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürebilmektir. Fiyat istikrarı firmalara ve bireylere tüketim, yatırım,
tasarruf ve uzun vadeli plan kararlarında yol gösterici bir özelliğe sahiptir. Türkiye ekonomisi enflasyonla
ilk kez 1939 yılında karşı karşıya kalmıştır.
Türkiye ekonomisinin yakın tarihindeki en önemli sorunlardan biri olarak yer alan 1970’lerde
başlayan ve 30 yıl boyunca süren yüksek enflasyon ekonomik, sosyal ve toplumsal etkiler yaratmıştır.
Gelir dağılımının bozulmasına, yoksulluğun artmasına halkın geleceğe güvensiz bakmasına ve siyasi
istikrarın bozulmasına yol açmıştır. Bu sorunları çözebilmek için günümüze kadar farklı ekonomi
politikaları uygulanmıştır.
2001 yılında uygulanan ekonomi politikaları içerisinde, Merkez bankasının temel amacı fiyat
istikrarını sağlamak olarak belirlenirken Enflasyon Hedeflemesi Rejimi uygulamasının yani enflasyon
hedefinin hükümet ile belirlenmesi kanunlaşmıştır. Parasal büyüklükler üzerine hedefler konularak işe
başlanmış ve para politikası 2002-2005 yılları arasında örtük enflasyon hedeflemesi çerçevesinde
uygulanmış ve hedefler gerçekleşmiştir Bu olumlu gelişme para politikalarına güveni artırmıştır. Sonuçta
Türkiye 2006 yılında açık enflasyon hedeflemesi olarak da bilinen “enflasyon hedeflemesi rejimi”
uygulamasına geçmiştir.
ENFLASYON VE NEDENLERİ
Enflasyon
Enflasyon Latince kökenli bir kelimedir ve anlam olarak şişkinlik demektir. İngilizce’deki karşılığı
“inflation” olan enflasyonun sözlükteki anlamı, fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve önemli bir oranda
artması ve aynı zamanda da paranın satın alma gücünün azalmasıdır. Enflasyon, günlük hayatta sıkça
kullandığımız mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasıdır. Ancak mal ve hizmetlerin fiyatları zaman içinde
artabilir veya azalabilir. Enflasyon sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil,
fiyatlar genel düzeyinin sürekli bir artış göstermesidir. Fiyatlar genel düzeyi, ekonomideki tüm fiyatların
ağırlıklı ortalamasıdır. Sadece bazı malların fiyatlarının sürekli artması ya da tüm malların fiyatlarının bir
sefer artması enflasyon değildir. Benzer şekilde enflasyon ekonomik dalgalanmanın genişleme
69
www.hedefaof.com
dönemlerinde ortaya çıkan ve daralma döneminde düşen fiyat düzeyindeki artışlarda değildir. Fiyat
artışları tersine döndürülemediği zaman ancak enflasyon olarak kabul edilir.
Fiyatlar genel düzeyi size ne ifade ediyor?
Başka bir tanımla enflasyon, ekonomideki tüm fiyatların ağırlandırılmış ortalamasını ifade eden
fiyatlar genel düzeyinin yükselmesidir. Çoğu ekonomist fiyat düzeyinin yükselişinin bir defada olup
bitmesi ile devamlı surette yükselmesi arasında bir ayrım yapmakta ve yalnızca ikincisini enflasyon
olarak kabul etmektedirler.
Enflasyonun düşmesi; fiyatların düşmesi, insanların alım gücünün
artması, gelirlerinin yükselmesi demek değildir. Enflasyonun düşmesi, fiyatların daha az
artması, insanların alım güçlerinin daha az azalması ve neticesinde istikrar ve refah
demektir.
Enflasyon oranı ya da fiyatlar genel düzeyindeki değişim oranı kavramı ise, fiyatlar genel düzeyinde
belirli bir zaman diliminde meydana gelen değişme ya da ülke genelinde mal ve hizmetlerin fiyat artış
hızını ölçmektir. TCMB’nın yapmış olduğu tanıma göre fiyat istikrarı ise, insanların tüketim, yatırım ve
tasarruf kararlarında dikkate almaya gerek duymayacakları ölçüde düşük düzeyde sürdürülen bir
enflasyon oranını ifade eder. Gelişmiş ülkelerde bu durum %1 ile %3 arasındaki enflasyon oranları ile
ifade edilmektedir. Fiyat istikrarının sağlandığı bir ortamda ekonomik birimler enflasyon oranının
yükselmesini beklemezler.
Bir ekonomi için enflasyon oranı neden önemlidir?
Enflasyonun Nedenleri
Enflasyon ile mücadele edebilmek için de enflasyonun nedenlerinin bilinmesi önemlidir. Enflasyonun
nedenleri ülkelerin ekonomik yapısına göre farklılık gösterebilir. Bununla birlikte genel olarak
enflasyonunun nedenleri şunlardır;
•
Tüketici gelirlerindeki artışın talebi artırması,
•
Tüketicilerin gelirlerinden fazla harcama yapmaları,
•
Cari fiyatlarda toplam talebin toplam arzı aşması,
•
Toplam üretimin azalması,
•
Üretim maliyetlerinin artması,
•
İthal mallarının fiyatının yükselmesi,
•
Olumsuz iklim şartlarında tarımsal ürün arzının azalması ve yüksek taban fiyatı uygulaması,
•
Para arzının artması,
•
Teknolojik yenilikler ve yetersizlikler
KAYNAKLARINA GÖRE ENFLASYON
Enflasyonun ortaya çıkışına neden olan etmenler göz önüne alındığında enflasyon, talep enflasyonu,
maliyet enflasyonu ve fiyat enflasyonu olmak üzere üçe ayrılır.
70
www.hedefaof.com
Talep Enflasyonu
Ekonomideki toplam arzın toplam talebi karşılayamaması sonucu fiyatlar yükselir. Talep enflasyonu
genellikle para arzının artmasının tüketimi artırması sonucu ortaya çıkar. Üretilen mal ve hizmetler,
tüketici talebini karşılayamadığı zaman talep artışından dolayı fiyatlar artar.
Talep enflasyonu, cari fiyatlar genel düzeyinde üretilen mal ve hizmetlerin toplamının toplam talebi
karşılayamaması durumunda, fiyatların yükselmesidir. Ekonominin toplam talep eğrisinde yukarıya doğru
bir kaymadan meydana gelen fiyat artışı genellikle talep enflasyonu olarak adlandırılır. Bu durum talep
çekişli enflasyon olarak nitelendirilen ve talep değişmesinin sebep olduğu enflasyondur.
Maliyet Enflasyonu
Bir ekonomide, üretim faktörleri piyasasında rekabetin bozulması sonucu girdi fiyatlarının yükselme
sinin, maliyetlerin artmasının ve dolayısıyla toplam arzın azalmasının neden olduğu enflasyon türüdür.
Maliyetlerin artmasına sebep olan her etmen ya da maliyet unsurlarının fiyatlarının artması maliyet
enflasyonuna sebep olmaktadır. Bu durumda maliyet enflasyonu, üretim faktörlerinin hepsinin veya bir ya
da bir kaçının fiyatlarındaki artışların ürünlerin fiyatlarına yansıtılmasından kaynaklanmaktadır. Maliyet
enflasyonu, enflasyonun arz yönünden kaynaklanan türüdür.
Fiyat Enflasyonu
Bazı gurupların ürettikleri malları gerçek piyasa değerinin üzerinde satmasıyla gelirlerini artırması ve bu
sayede talebin yükselerek enflasyona neden olması şeklinde ortaya çıkmasıdır.
Bu üç enflasyon türü de birbirinden bağımsız değildir. Ekonomi enflasyonist sürece girdiğinde her üç
türden de beslenerek fiyatlar genel düzeyi yükselir. Ayrıca ister talep enflasyonu ister maliyet enflasyonu
veya fiyat enflasyonu olsun halkın beklentisinin oluşmadığı veya sürmediği sürece devam etmez. Çünkü
beklentiler oluşmaya başladığında enflasyonist sarmal güçlenecek bu durum talep artışına neden olurken
insanlar da yaklaşımlarını bu beklentilere göre oluşturacaklardır.
Enflasyonun Maliyeti
Enflasyon, hem ekonomik boyutu hem de sosyal boyutu olan parasal bir olgudur ve ekonomik açıdan
bünyesinde birçok maliyetleri barındırırken sosyal yapı üzerinde de oldukça önemli etkilere sahiptir.
Enflasyonun maliyet etkilerini ortadan kaldırabilmek için, bir ekonomide fiyat istikrarının sağlanması
gerekmektedir. Fiyat istikrarının sağlanamadığı enflasyonun yüksek olduğu durumlarda;
•
Elde para bulundurma bir enflasyon vergisine maruz kalacak ve para tutmanın maliyetini arttıra
caktır.
•
Bireyler tasarruflarının değerini korumak için yabancı ülke paraları, altın ve konut gibi üretken
olmayan alanlara firmalar ise, borsa, faiz ve repo gibi üretim dışı alanlara kaymaya
başlayacaktır.
•
Etkin olmayan kaynak dağılımına ve gelir dağılımının değişmesine neden olacaktır.
•
Sabit gelirli bireylerin gelirlerinin reel değerinin düşmesine neden olacaktır.
•
Uzun dönemde yüksek enflasyon düşük bir büyüme oranına yol açacaktır.
•
İş gücü piyasasının verimli çalışmasını engelleyecektir.
•
Dış ticaret dengesini olumsuz yönde etkileyecektir.
•
Yabancı sermayenin ağırlıklı olarak kısa vadeli olmasına ve doğrudan yatırımların azalmasına
neden olacaktır.
71
www.hedefaof.com
Fiyat istikrarı, bireylerin yatırım, tüketim ve tasarruf kararlarında
dikkate almaya gerek duymadıkları ölçüde düşük bir enflasyon oranını ifade eder.
Enflasyonun ekonomiye olan maliyetinin yanı sıra enflasyon oranını düşürmenin de ayrı bir maliyeti
vardır. Önemli olan enflasyon oranını düşürmeye yönelik izlenecek politikalar sonucunda en az maliyetle
gerçekleştirebilmektir. “Uluslararası Para Fonu (IMF)” enflasyonu düşürme maliyetindeki azalmanın;
•
Uygulanacak politikanın kamuoyuna önceden açıklanması,
•
Politikanın ısrarlı bir şekilde uygulanması,
•
Enflasyon beklentisinin cari enflasyonu önemli ölçüde etkiliyor olması,
•
Fiyatlar ve ücretlerin talep şartlarına karşı duyarlılığının yüksek olması, gibi faktörlere bağlı
olduğunu belirtmektedir.
ENFLASYON ÇEŞİTLERİ
Enflasyon çeşitleri, enflasyonun görünürlüğüne ya da piyasaların işleyişine göre ve enflasyonun hızına
göre sınıflandırılabilir.
Görünürlüğüne Göre Enflasyon Çeşitleri
Görünürlüğüne ya da piyasaların işleyişine göre sınıflandırmayı açık enflasyon ve gizli enflasyon olmak
üzere iki ye ayırabiliriz.
Açık enflasyon: Kaynağı ister talep fazlası ister maliyet artışları olsun gözle görülebilir, şiddetli fiyat
artışları ile ortaya çıkmasıdır. Bu fiyat artışları kümülatif bir hal alırken, otoriteler herhangi bir kontrol
mekanizmasını kuramaz, paranın değeri gözle görülebilir ve kontrolsüz olarak düşer ve halk fiyatların
yükseleceği beklentisinin içine girer.
Gizli enflasyon: Bastırılmış enflasyon da denilen bu ayrımda talep fazlasının olduğu fakat şiddetli
fiyat artışları ve genel dengesizliği olmadığı, enflasyonun alınan tedbirlerle baskı altında tutulmaya
çalışıldığı yani talep fazlasının azaltılamadığı ancak bastırıldığı durumlarda ortaya çıkmasıdır.
Hızına Göre Enflasyon Çeşitleri
Sürünen, ılımlı, yüksek ve hiper enflasyon olmak üzere dört guruba ayırabiliriz. Bu tür enflasyon
ayrımında sınır değerleri ile ilgili kesin ve değişmez bir ayrım yapmak mümkün değildir.
Sürünen enflasyon: Fiyat artışlarının oldukça düşük olduğu enflasyon beklentisinin oluşmadığı
enflasyon süreci olarak tanımlanır. Sürünen enflasyon için kesin bir oran belirlenemese de, zamana ve
mekâna göre değişiklik gösterse de, bu türden bir enflasyonun zararlı bir etkisi yoktur. Aynı zamanda bu
tür bir enflasyonda olumlu sonuçlardan bile söz edilebilir.
Ilımlı enflasyon: Enflasyon oranının iki haneli rakamlara ulaşmadığı yılda % 1 - % 10 arasın da
kalan, ancak halkın açıkça etkilerini hissettiği ve enflasyonist beklentilerin oluştuğu bir süreçtir.
Yüksek ya da dörtnala enflasyon: Bu tür enflasyon da oran yılda % 10- % 200 arasındadır. Yüksek
enflasyon ekonomiyi zarara uğratan, piyasaların işleyişini zorlaştıran, gelecekle ilgili kararların
belirsizliğini arttıran ve paranın değer ölçüsü ve tasarruf aracı olma özelliklerini zayıflatan oranda bir
enflasyondur.
Hiper enflasyon: Fiyat artışlarının aylık % 50’ ye ya da yıllık % 1000’i aşan ve paranın bütün
fonksiyonlarını yitirdiği çok yüksek oranlı enflasyondur. Devletin herhangi bir karşılığı olmaksızın para
basması veya kamu harcamalarını para basarak finanse etmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Uygulamada hiper enflasyonların daha çok savaşlardan sonra ortaya çıktığı görülmüştür.
72
www.hedefaof.com
Enflasyonun tanımı, türleri ve çeşitlerini ayrıntılı olarak inceleye
bilmek için bknz; Kemal Yıldırım, Doğan Karaman ve Murat Taşdemir, Makro Ekonomi,
Seçkin Yayınevi, 2012.
ENFLASYONLA İLGİLİ DİĞER KAVRAMLAR
Çekirdek Enflasyonu
Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine yönelik tahmin veren, enflasyonun eğilimini belirleyen ve
para politikasının oluşturulmasına yardımcı olan bir göstergedir. Diğer bir deyişle fiyatlarda gözlemlenen
tüm geçici etkilerin arındırılması sonucunda fiyatlar genel düzeyindeki artışı ifade eder. Geçici etkilerden
arındırabilmek için bazı mal grupları ile fiyat değişmelerine yol açan bir takım unsurların enflasyon
endeksinden çıkarılması sonucu oluşan özel kapsamlı fiyat endeksleri ile hesaplanmaktadır. Buradaki
amaç fiyatlar genel seviyesindeki değişimi sürekli kılan unsurları tespit etmek ve bunlara yönelik
gerçekçi politika kararları alabilmektir. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2005 yılı ocak ayı başlangıç
tarihinden itibaren hesaplanıp yayınlanan “Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri” Türkiye’nin çekirdek
enflasyon göstergeleridir.
Çekirdek enflasyon dışsal etkilere (enerji fiyatlarında artış, mevsimsel koşullar, maliye politikası vb.)
daha açık olan ve geçici nitelikler taşıyabilen mal ve hizmetlerin Tüketici Fiyat Endeksi sepetinden
çıkarılmasıyla hesaplanır. Bir diğer deyişle, bazı mal grupları ile fiyat değişmelerine yol açan bir takım
unsurların Tüketici Fiyat Endeksi kapsamında izlenen sepetten çıkarılması sonucu ulaşılan daha dar
kapsamlı bir enflasyon tanımıdır.
Enflasyon Hedeflemesi
Enflasyon hedeflemesi rejimi, para politikasının fiyat istikrarını sağlamaya ve sürdürmeye yönelik olarak
kurumsallaştığı modern bir stratejidir. Bu stareteji önce sayısal bir enflasyon hedefi belirlenir ve bu hedef
kamuoyuna duyurulur ve Merkez Bankası belirli bir süre sonunda bu hedefe ulaşacağını taahhüt eder.
Böylece Merkez Bankası para politikasının toplum tarafından kolaylıkla anlaşılabilmesini ve
izlenebilmesini sağlamaktadır.
Enflasyon hedeflemesi rejimi altında merkez bankasının temel politika aracı kısa vadeli faiz oranları
olsa da, Merkez Bankası tüm para politikası araçlarını belirlenen enflasyon hedefine ulaşmaya yönelik
olarak kullanır. Gelecekteki enflasyona ilişkin öngörülerin enflasyon hedefinden önemli ölçüde sapma
gerçekleştiğinde bu sapmanın nedenine göre, Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranlarına ilişkin aldığı
kararlarla yeniden uyumu sağlamaya çalışır.
2001 yılında 2011 sayılı TCMB Kanununda yapılan değişiklikle TCMB’ nin temel amacı fiyat
istikrarını sağlamak olarak belirlenirken, enflasyon hedefinin de hükümet ile belirlenmesi kanunlaşmıştır.
Türkiye’de enflasyon hedeflemesine geçilmeden önce, TCMB, enflasyon hedeflemesi rejiminin ön
koşulları sağlanıncaya kadar enflasyonun belirli bir düzeye düşürülmesi hedeflenmiştir. Önce parasal
büyüklükler üzerine hedefler konularak başlanmış ve para politikası 2002-2005 yılları arasında örtük
enflasyon hedeflemesi çerçevesinde uygulanmıştır. Bu yıllar arasında uygulanan örtük enflasyonla dört
yıl üst üste konulan enflasyon hedeflerine ulaşılarak TCMB’nın enflasyon hedeflemesi rejimi için
deneyim kazanmasına yardımcı olurken para politikalarına güveni artırmıştır. Enflasyon hedeflemesi
rejiminin ön koşullarının büyük ölçüde oluşması ve gerekli güvenin önemli derecede alınması sonucu
Türkiye, 2006 yılı başında “enflasyon hedeflemesi rejimi”ni uygulamaya başlamıştır. Aşağıdaki tablo
4,1’de Türkiye’de 2002 - 2012 yılları arasındaki enflasyon hedef ve gerçekleşmeleri görülmektedir.
73
www.hedefaof.com
Tablo 4.1: Türkiye’de Enflasyon (TÜFE) Hedef ve Gerçekleşmeleri (%)
Yıllar
2002
2003
Hedef
35
20
29,7
18,4
Gerçek
leşme
2004
2005
2006
2007
2008
12
8
5
4
4
9,3
7,7
9,7
8,4
10,1
2009
7,5
6,5
2010
2011
2012
6,5
5,5
5
6,4
10,5
-
Kaynak: www.tcmb.gov.tr
2006 yılında başlayan enflasyon hedeflemesi rejimi uygulaması sonucu 2007, 2008 ve 2011 yılların
da hedefin üzerinde bir gerçekleşme olurken, 2009 ve 2010 yıllarında hedefin altında bir enflasyon
gerçekleşmesi gözlenmiştir.
Çekirdek enflasyonu ve Enflasyon hedeflemesi ile ilgili daha fazla
bilgi için; www.tcmb.gov.tr. adresine bakabilirsiniz.
FİYAT ENDEKSLERİ
Fiyat Endeksinin Tanımı
Enflasyon oranı, fiyatlar genel düzeyinde belirli bir zaman diliminde meydana gelen değişme oranıdır. Bu
oran fiyat endekslerinden yararlanılarak bulunur. Yani ekonomideki tüm fiyatların ortalamasını yansıtan
fiyat düzeyi bir endeksle ölçülür. Endeks, belirli bir olaya ait değerlerin zaman içinde ortaya çıkan
değişimini ölçmeye yarayan ve 100’den başlayan bir sayıdır. Endeks temel dönemde 100’e eşittir. Gelen
dönemlerin 100’ e göre değişimini göstermektedir.
Fiyat endeksi, seçilmiş mal ve hizmetlerin ortalama fiyatlarının belli bir döneme göre değişimini
ölçer. Endeks oluşturmak için ilgili piyasaya göre bu piyasayı temsil eden bir mal ve hizmet sepeti
oluşturulur. Bu sepet içerisinde yer alan maddelerin fiyatları dönemsel olarak izlenir. Fiyat endeksleri,
fiyatların izlendiği mal ve hizmet piyasasına göre isimlendirilir.
Enflasyon, piyasada seçilmiş mal ve hizmetlerin ortalama fiyatlarının
dönemsel değişimini gösteren fiyat endeksleri ile hesaplanmaktadır.
Fiyat Endeksiyle ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi için http://www.tuik.
gov.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
Endeks hesaplamasında, endeksin cinsine ve kapsamına göre farklı yöntemler kullanılır.
Endeksler,yer ve zaman endeksleri, sabit ve değişken esaslı endeksler, basit ve bileşik endeksler olarak
sınıflandırılabilir.
Fiyat Endeksinin Hesaplanması
Her ülkede her yıl binlerce çeşit mal ve hizmet üretilmektedir. Bu mal ve hizmetlerin fiyat düzeylerindeki
değişimlerini izlemek için farklı fiyat endeksleri ortaya çıkmıştır. Bunlar içerisinde en yaygın olanları;
tüketici fiyat endeksi (TÜFE) ve üretici fiyat endeksi (ÜFE) dir. Bir diğer endeks de Gayrisafi Yurtiçi
Hasıla Deflatörüdür. Türkiye’de fiyat endeksi, Türkiye istatistik Kurumu (TÜİK) tarafından
74
www.hedefaof.com
hesaplanmaktadır. Fiyat endekslerinin hesaplanabilmesi için gerekli temel değişkenler bulunmaktadır.
Bunlar aşağıdaki gibi başlıklar altında sıralanmaktadır.
Mal ve Hizmet sepeti: Madde sepeti olarak da adlandırılan fiyatların dönemsel olarak izlendiği belirli
bir mal ve hizmet listesidir. Seçilen mal ve hizmetler tür, miktar ve kalite olarak tanımlanır ve güncelliği
sağlanır.
Temel Yıl Ağırlıkları: Seçilmiş mal ve hizmetlerin toplam sepet içerisindeki değerlerine bağlı olarak
aldıkları paydır.
Temel Yıl Fiyatları: Temel yıl endeksin daha sonraki dönemlerle karşılaştırıldığı yıldır. Mal ve
hizmetlerin temel yıla ait 12 aylık ortalama fiyatlarına ise temel yıl fiyatları denir.
Cari Fiyatlar: Mal ve hizmetlerin ilgili dönemde yürürlükte olan fiyatlarına denir.
Hesaplanan aya ait endeks sayıları ve endeks sayılarındaki değişim oranları bir sonraki ayın üçüncü
gününde yayınlanan “Tüketici Fiyatları Endeksi Haber Bülteni” ve “Üretici Fiyatları Endeksi Haber
Bülteni” ile kamuoyuna duyurulmaktadır. İlgili bültenler 3. günün cumartesi olması durumunda 2.gün,
pazar olması durumunda ise 4. gün yayımlanmaktadır. Bu haber bültenlerinde endeks sayılarının bir
önceki aya göre değişim oranı, bir önceki yılın aralık ayına göre değişim oranı, bir önceki yılın aynı ayına
göre değişim oranı ve on iki aylık ortalamalara göre veriler kamuoyu ile paylaşılmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu, fiyat endeksleriyle ilgili olarak her ay dört oran açıklamaktadır. Bunlar
aşağıdaki gibi başlıklar altında açıklanmaktadır.
Aylık Değişim Oranı: Fiyat endeksi serisinde son ayın endeksinin bir önceki ayın endeksine göre
yüzde değişimidir. Aylık değişim oranını şu şekilde hesaplayabiliriz;
π(
) ×100-100
Burada; π :enflasyon oranı,: endeks değeri, t: cari ay ve t-1: bir önceki ay’ı sembolize etmektedir.
Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre Değişim Oranı: Yılın ilk ayından itibaren fiyatlar genel
düzeyinin ortalama değişimidir. Bir önceki yılın aralık ayına göre değişim oranını şu şekilde
hesaplayabiliriz.
π ( ) ×100-100
Burada; π :enflasyon oranı,: endeks değeri, t: cari ay ve A: bir önceki ayın aralık ayını sembolize
etmektedir.
Geçen Yılın Aynı Ayına Göre Değişim Oranı: Hesaplanmak istenilen aydaki fiyatlar genel düzeyinin,
geçen yılın aynı ayındaki fiyatlar genel düzeyine göre değişimidir. Geçen yılın aynı ayına göre değişim
oranını şu şekilde hesaplayabiliriz;
π (
) ×100-100
Burada; π :enflasyon oranı,: endeks değeri, t: cari ay ve t-12: bir önceki yılın aynı ayını sembolize
etmektedir.
On iki Aylık Ortalamalara Göre Değişim Oranı: Son on iki ayın endeks rakamı ortalamasının, bir
önceki on iki aylık endeks rakamı ortalamasına oranı olarak ifade edilmektedir. Bu değişim oranı, cari
aya ait endeks değeri dahil geriye dönük 12 aya ait endekslerin ortalamasının ( ) bir önceki 12 aylık
endeksler ortalamasına ( ) oranlamasıyla bulunmaktadır.
π ( ) ×100-100
75
www.hedefaof.com
Burada; π :enflasyon oranı,d1: geriye dönük 12 aya ait endekslerin ortalaması, d2: bir önceki 12 aylık
endeksler ortalamasını sembolize etmektedir.
Türkiye’de ilk fiyat endeksinin adı nedir ve ne zaman yayınlanmıştır?
Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE)
Tüketici Fiyatları Endeksinin amacı, hane halkları tarafından belirli bir ihtiyacı karşılamak amacıyla satın
alınan mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyindeki değişimini ölçmektir. Ekonomilerde cok sayıda mal ve
hizmet üretildiği için bunların hepsinin fiyatlarının izlenmesi imkânsızdır. Bu yüzden hane halklarının
yaptıkları tüketim harcamaları içinde en fazla paya sahip olan mal ve hizmetler kapsama alınmaktadır.
Tipik bir hane halkının yaşam maliyetinin göstergesi olarak da değerlendirilir.
Tüketici Fiyatları Endeksi, hane halklarının tüketimine yönelik mal ve hizmet fiyatlarının zaman
içindeki değişimini ölçmektedir. Tüketici Fiyatları Endeksi’nin hesaplanmasın da kullanılan temel
yıllar,1955, 1958, 1968, 1978, 1987, 1994 ve 2003 yıllarıdır. En son temel yıl olan ve bugünkü
hesaplamalarda da kullanılan 2003 temel yıllı TÜFE, harcama yapan kişilerin uyruğuna ve yurt içinde
yerleşik olup olmadığına bakılmaksızın Türkiye’de yapılan tüm nihai parasal tüketim harcamalarını
kapsamaktadır. Endekste tüm il merkezlerinden ve 74 ilçeden fiyat derlenmektedir. Ayda 27.500
işyerinden 375.000 fiyat derlenmekte ve 4176 kiracı endeks kapsamında takip edilmektedir.
TÜİK'in internet sitesinde yer alan duyuruya göre, 2012 yılı Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE)
hesaplamalarında, 2011 yılı Aralık ayı temel alınarak, “Ulusal Hesaplar Sınıflaması”nın alt çalışması olan
“Amaca Yönelik Bireysel Tüketim Sınıflaması”na (COICOP) göre grup ve madde ağırlıkları
güncellenmiştir. 2012 yılın da, 444 ürün, 1169 ürün çeşidi, 27 500 işyeri ve 4 176 konuttan her ay
yaklaşık 375 000 fiyat derlenerek hesaplama yapılacaktır.2012’den itibaren ay içerisinde derlenen tüm
fiyatların geometrik ortalaması alınarak aylık ortalama fiyat hesaplanacaktır.
Tüketici Fiyatları Endeksi ile hesaplanan enflasyon sonuçları, ekonomide aşağıdaki konularda karar
alıcılara yol gösterici rol oynamaktadır. Bunlar;
•
Makroekonomik anlamda enflasyonun ölçmesinde,
•
Uluslararası enflasyon karşılaştırılmasında,
•
Ekonomi politikalarının belirlenmesinde,
•
Reel verilerin elde edilmesinde,
•
Ücret ve fiyat ayarlamasında,
•
Fiyat analizlerine gösterge olması,
•
Kira artış tespitlerine yardımcı olması, olarak sıralanmaktadır.
Seçilmiş hane halklarına hangi mal ve hizmetleri hangi ağırlıkla kullandıkları anket uygulamasıyla
sorularak hane halklarının bütçelerinde yer alan mallar ve hizmetlerin neler olduğu ve bunların
bütçelerinde ne kadar ağırlık tuttuğu belirlenir. Bu mal ve hizmetler ve ağırlıklarıyla bir sepet oluşturulur.
Her yılın aralık ayında güncellenir.
Tüketici Fiyatları Endeksi hesaplamasında ele alınan ana guruplar ise;
•
Gıda ve Alkolsüz içecekler
•
Alkollü içecekler ve tütün
•
Giyim ve ayakkabı
•
Konut
•
Ev eşyası
•
Sağlık
76
www.hedefaof.com
•
Ulaştırma
•
Haberleşme
•
Eğlence ve kültür
•
Eğitim
•
Lokanta ve oteller
•
Çeşitli mal ve hizmetler, olarak sıralanmaktadır.
Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)
Devlet İstatistik Enstitüsü(TÜİK), 2005 yılı başına kadar “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE)”
hesaplanmış ve bu hesaplamalarda 4 ana sektör altında 31 alt sektör ve 678 madde dikkate alınmıştır.
Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE) ülke ekonomisinde, üretim faaliyetlerinde yer alan maddelerin
sektörler itibariyle fiyat değişimini ölçer ve üretimdeki tüm sektörlerde faaliyet gösteren ve üretimin
büyük kısmını kapsayan firma, kurum, kuruluş, belediyeler, borsa, birlik, hal ve kooperatiflerin üretimi ve
satış değeri alınırdı.
Üretilen ürün çeşitlerinin 1994’e göre farklılaşması ve artması, üretimde yeni işyerlerinin yer alması
veya mevcut olanların kapanması, endekse ait fiyat ve ağırlıkların referans dönemlerinin eskimesi ve
AB’ye uyum çerçevesinde “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE)” yerine, “Üretici Fiyatları Endeksi
(ÜFE)” ne geçilmiştir.
2005 yılı ocak ayından itibaren “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi(TEFE)”, “Üretici Fiyatları Endeksi
(ÜFE)” şeklinde hesaplanmaya ve açıklanmaya başlanmıştır. Her iki endeks arasında temel alınan yıl,
fiyat ve derlenen birimler arasında farklılıklar bulunmaktadır. “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE)”
nin temel yılı 1994,”Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)”nin 2003 yılıdır. “Toptan Eşya Fiyatları
Endeksi”nde fiyatlar, üreticilerin yanı sıra toptan satış noktalarından da derlenmektedir. Üretici Fiyatları
Endeksi’nde fiyatların özellikle üreticilerden derlenmesi esastır.
“Üretici Fiyatları Endeksi” ülke ekonomisinde üretimi yapılan ve yurt içi satışa konu olan ürünlerin
genel fiyat düzeylerindeki değişimin ölçülmesidir. Fiyatlara KDV gibi vergiler dahil edilmeyip sadece
peşin üretici fiyatları dikkate alınmaktadır. Üretici fiyatları endeksi, üretim aşamasındaki fiyat
değişimlerini ölçmesi ve uluslararası endekslerle karşılaştırma ve uyum sağlanması amacıyla siyasiler ve
ekonomistlerin önem verdiği bir endekstir.
Türkiye genelinde devlet ve özel sektör ayrımı yapılmaksızın Üretici Fiyatları Endeksi kapsamıtarım
ve sanayi sektörü olmak üzere iki ana gruptan oluşur. Üretici fiyatları endeksinde tarım, avcılık,
ormancılık ve balıkçılık sektörlerinde faaliyet gösteren üreticilerin yetiştirdiği ve piyasaya arz ettiği
ürünlerin ilk el satış fiyatları izlenmektedir. Sanayi sektörüne ilişkin ürünlerin fiyatları da doğrudan
sanayi sektöründeki üretici firmalardan alınmaktadır.
Temel veri kaynağı olarak ulusal hesaplar, sanayi ve tarıma ilişkin ürün ve üretim istatistikleri ve
Üretici Fiyatları Endeksi anketi kullanılmaktadır. Fiyat verileri anket yoluyla derlenmektedir. NACE
sınıflamasında üçlü grup ve daha üst düzey ağırlıkları ulusal hesaplar sisteminden elde edilmektedir. Ürün
ve ürün grupları ağırlıkları ise sanayi üretim anketi, yıllık ürün (Prodcom) istatistikleri, tarımsal
istatistiklerden elde edilmektedir.
Fiyatlar, anket yolu ile derlenmektedir. Anketler faks veya e-posta yolu ile gönderilmektedir. ÜFE’de
sanayi kapsamında yer alan maddelerin her ayın 5,15 ve 25. günlerindeki fiyatları derlenmektedir. Tarım
ürünlerinin ise ayın 25. gününe kadar olan fiyatları kapsanmaktadır.
Ürün sepetinin ve ağırlıklarının güncellemesi, her yılın sonunda yapılmakta ve zincirleme
“Laspeyres” formülü ile seri devam ettirilmektedir. Her yıl Aralık ayı itibarı ile yeni maddeler endekse
dahil edilmekte ve yeni ağırlıklar endeks hesabında kullanılmaktadır. Cari fiyatların, “yeni fiyat referans
dönemi (Po)” olan bir önceki aralık ayının fiyatlarına bölünmesiyle, endeks hesaplanmakta ve aralık ayı
endeksi ile çarpılarak zincirleme işlemi yapılmaktadır.
77
www.hedefaof.com
“Üretici Fiyatları Endeksi”ne bağlı olarak hesaplanan enflasyon sonuçları, ekonomide çeşitli
konularda karar alıcılara yol gösterici rol oynamaktadır. Bunlar;
•
Ekonomi politikalarının belirlenmesinde,
•
Ücret ve fiyatların ayarlanmasında,
•
Üretm ve verimliliğin belirlenmesinde,
•
Alınacak yatırım kararlarında,
•
Uluslararası enflasyon karşılaştırmaları, olarak sıralanmaktadır.
Her ülkede enflasyon aynı yöntemle mi hesaplanmaktadır?
Üretici Fiyatları Endeksi hesaplamasında ele alınan ana guruplar;
•
Tarım Sektörü
• Tarım, avcılık, ormancılık
• Balıkçılık
•
Sanayi Sektörü
• Madencilik ve taş ocakçılığı
• İmalat sanayi
• Elektrik gaz ve su sektörleri
“Üretici Fiyatları Endeksi” hesaplamasında ele alınan ana gruplar dışında kalan, inşaat, toptan ve
parekende ticaret, otel ve lokantalar, ulaştırma, depolama, haberleşme, mali aracı kuruluşların faaliyetleri,
eğitim, sağlık işleri ve sosyal hizmetler gibi ticaret ve hizmet faaliyetlerinde yer alan sektörler endekste
kapsanmamaktadır. Ticaret ve hizmet sektörlerinde, ilgili hizmetlerin standart tanımının yapılıp fiyatının
belirlenmesi zorluğundan dolayı “1981 = 100, 1987 = 100 ve 1994 = 100” temel yılı “Toptan Eşya
Fiyatları” ve “2003 = 100” Üretici Fiyatları Endekslerinde bu sektörler kapsanmamıştır.
Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla Deflatörü
Bir ekonomide üretilen tüm malları ve hizmetleri içeren, oldukça geniş kapsamlı bir fiyat endeksidir.
Temel alınan yıl ile ölçümü yapılan yıl arasındaki fiyat değişiminin bir ölçüsüdür. Diğer endekslerden
farkı, daha geniş bir mal guruplarının fiyatını ölçmesi, yalnızca yurt içerisinde üretilen mallar ve
hizmetleri değerlendirmesi ve ekonomide üretilen malların bileşimindeki değişmeyi endekse
yansıtmasıdır.
Deflatör, temel alınan yıl ile cari yıl arasındaki fiyatlar genel seviyesindeki değişimi verir. Gayrisafi
Yurtiçi Hasıla deflatörü, belirli bir yılın nominal GSYİH’nin aynı yılın reel GSYİH’ne oranıdır. Nominal
GSYİH’de artış iki şekilde gerçekleşebilir, üretimin miktar olarak artmasından ve piyasa fiyatlarındaki bir
artıştan kaynaklanmaktadır. Burada önemli olan üretimin miktar olarak (kantitatif) artmasıdır. Bu yüzden
nominal GSYİH’nın deflate edilmesi, yani fiyat artışlarının etkisinden arındırılması gerekmektedir.
Her üç endeksin gösterdiği oranlar birbirinden farklı olabilir. Bunun nedeni ise; endekslerin içerdiği
mal ve hizmetler ile bunlara verilen ağırlıkların farklı olmasıdır. Fakat her üç endeksin ölçtüğü fiyat
düzeyi ve enflasyon oranlarının birbirine yakın değerler olduğu da unutulmamalıdır.
78
www.hedefaof.com
Tablo 4.2: 1980-2010 Fiyat Endeksleri (2003=100)
Yıllar
Endeks Değerleri
Enflasyon Oranları
TÜFE
ÜFE
GSYH
Deflatörü
TÜFE
ÜFE
GSYH
Deflatörü
1980
12
12
10
115,6
107,2
88,1
1990
0,13
0,16
0,18
60,3
52,3
58,6
1994
1,24
1,38
1,58
106,3
120,4
106,4
2000
36,79
33,60
38,62
54,3
51,4
49,2
2001
56,63
54,31
59,03
53,9
61,6
52,8
2002
82,00
81,52
81,12
44,8
50,1
37,4
2003
100,00
100,00
100,00
21,9
22,7
23,3
2004
108,60
114,57
112,40
8,6
14,6
12,4
2005
117,48
121,32
120,36
8,2
5,9
7,1
2006
128,76
132,64
131,59
9,6
9,3
9,3
2007
140,03
141,01
139,78
8,8
6,3
6,2
2008
154,66
158,94
156,55
10,4
12,7
12,0
2009
164,32
160,91
164,83
6,3
1,2
5,3
2010
178,40
174,61
175,53
8,6
8,5
6,5
Kaynak: Yıldırım, (2012) ve DPT Ekonomik ve Sosyal Göstergeler.
Tablo 4.2’de 1980-2010 yılları arasından seçilmiş bazı yılların, TÜFE, ÜFE ve GSYH Deflatör
endeks ve enflasyon oranları verilmiştir.2003 yılı kullanılan en son temel yıl olduğu için 2003 yılı temel
yılına göre hesaplanmıştır.(2003= 100) Gösterimi 2003 yılının temel yıl olduğunu ifade etmektedir.
Tüketici Fiyatları Endeksi ve Üretici Fiyatları Endeks değerlerinden yararlanarak Tüketici Fiyatları
Endeksi ve Üretici Fiyatları Endeksi enflasyon oranlarını elde edebiliriz. Fiyat düzeyinde bir dönemden
diğer döneme ortaya çıkan yüzde değişme olarak tanımladığımız enflasyon oranını bulmak için aşağıdaki
formülü kullanabiliriz.
Burada: πenflasyon oranını, ; t yılındaki fiyat düzeyini, ; t yılından bir önceki yılın fiyat
düzeyini sembolize etmektedir.
×100
Tablo 4,2’deki 2009 yılı “TÜFE” değerinden yararlanarak Tüketici Fiyatları Endeksi enflasyon
oranını hesaplayabiliriz.
= 2009 yılı, TÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yıl
= 2009 yılı, TÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yılın endeks değeri
79
www.hedefaof.com
= 2008 yılı, TÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yılın bir önceki yılının endeks değeri,
100 ile çarpımı da sonucun % değeri ile ifadesini sağlamaktadır.
= 164,32
= 154,66 bulunur. formülde Tablo.4.2 den yararlandığımız verileri yerine koyduğumuzda;
×100
×100
0,06245 ×100
6,2 olarak hesaplanır.
Sonucu Tablo.4.2’den kontrol edebiliriz. Tüketici Fiyatları Endeks değerinden yararlanarak
hesaplanan 2009 yılı Tüketici Fiyatlarına göre enflasyon oranı % 6,2 olarak gerçekleşmiştir.
Aynı yolu izleyerek Tablo.4,2’deki 2009 yılı ÜFE değerinden yararlanarak “Üretici Fiyatları Endeksi”
enflasyon oranını hesaplayabiliriz.
= 2009 yılı, ÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yıl,
= 2009 yılı, ÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yılın endeks değeri,
= 2008 yılı, ÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yılın bir önceki yılının endeks değeri,
100 ile çarpımı da sonucun % değeri ile ifadesini sağlamaktadır.
= 160,91
= 158,94 bulunur.
formülde Tablo.4.2 den yararlandığımız verileri yerine koyduğumuzda;
×100
×100
0,01239 ×100
1,2 olarak hesaplanır.
Sonucu Tablo 4,2’den kontrol edebiliriz. Üretici Fiyatları Endeks değerinden yararlanarak hesaplanan
2009 yılı Üretici Fiyatlarına göre enflasyon oranı % 1,2 olarak gerçekleşmiştir.
Tablo. 4.2’den 2009 yılı GSYH deflatörü endeks değerinden yararlanarak, GSYH deflatörü enflasyon
oranını hesaplayabiliriz.
× 100
× 100
= 0,05289 ×100
= 5,3dir
80
www.hedefaof.com
Özet
Hesaplanan aya ait endeks sayıları ve endeks
sayılarındaki değişim oranları bir sonraki ayın
üçüncü gününde yayınlanan ‘Tüketici Fiyatları
Endeksi Haber Bülteni’ ve ‘Üretici Fiyatları
Endeksi Haber Bülteni’ ile kamuoyuna
duyurulmaktadır. İlgili ayın 3. günün cumartesi
olması durumunda 2.gün, pazar olması
durumunda ise 4. gün yayınlanmaktadır. Bu
haber bültenlerinde endeks sayılarının bir önceki
aya göre değişim oranı, bir önceki yılın aralık
ayına göre değişim oranı, bir önceki yılın aynı
ayına göre değişim oranı ve on iki aylık
ortalamalara
göre
veriler
kamuoyu
ile
paylaşılmaktadır.
Enflasyon ve fiyat endeksi bir ekonominin en
önemli ekonomik göstergelerinden birisidir.
Enflasyon fiyatların genel olarak ve sürekli bir
yükselme eğiliminde olmasıdır. Enflasyonun
ortaya çıkış nedenleri ekonominin yapısına göre
farklılık göstermektedir.
Enflasyonun ortaya çıkış şekline göre kaynakları
farklıdır. Bu durumda; talep enflasyonu, maliyet
enflasyonu ve fiyat enflasyonu gibi türleri
karşımız çıkmaktadır.
Enflasyonun maliyeti, hem ekonomik hem de
sosyal açılardan etkili olmaktadır. Enflasyonun
maliyet etkilerini ortadan kaldırabilmek için, bir
ekonomide
fiyat
istikrarının
sağlanması
gerekmektedir. Aynı zamanda enflasyon oranını
düşürmeye yönelik izlenecek politikalar en az
maliyetle gerçekleştirebilmelidir.
Enflasyon üç farklı endekse göre hesaplanabilir.
Birincisi temel alınan yıl ile ölçümü yapılan yıl
arasındaki fiyat değişiminin bir ölçüsü ve
ekonomide üretilen tüm malları ve hizmetleri
içeren, oldukça geniş kapsamlı bir fiyat endeksi
olan Gayrisafi Yurtiçi Hasıla Deflatörü’dür.
İkincisi ülke ekonomisinde üretimi yapılan ve
yurt içi satışa konu olan ürünlerin genel fiyat
düzeylerindeki değişimin ölçen, Fiyatlara
vergilerin dahil edilmeyip sadece peşin üretici
fiyatlarının dikkate alındığı, üretim aşamasındaki
fiyat değişimlerini ölçmesinin yanı sıra
uluslararası endekslerle karşılaştırma ve uyum
sağlaması amacıyla siyasiler ve ekonomistlerin
önem verdiği Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)dir.
Üçüncü endeks ise, hane halkları tarafından
belirli bir ihtiyacı karşılamak amacıyla satın
alınan mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyindeki
değişimini ölçen, tüm nihai parasal tüketim
harcamalarını kapsayan ekonomide çoğunluğu
ilgilendiren Tüketici fiyatları endeksi(TÜFE)dir.
En son kullanılan temel yıl 2003 yılıdır.
Enflasyonun ekonomiye olan maliyetinin yanı
sıra enflasyon oranını düşürmenin de ayrı bir
maliyeti vardır. Önemli olan enflasyon oranını
yönelik
izlenecek
politikalar
düşürmeye
sonucunda en az maliyetle gerçekleştirebilmektir.
Görünürlüğüne ya da piyasaların işleyişine göre
enflasyonu sınıflandırırken açık enflasyon ve
gizli enflasyon olmak üzere iki ye ayırabiliriz.
Hızına göre enflasyon çeşitleri ise sürünen, ılımlı,
yüksek ve hiper enflasyondur.
Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine
yönelik tahmin veren, enflasyonun eğilimini
belirleyen ve para politikasının oluşturulmasına
yardımcı olan bir göstergedir. Enflasyon
hedeflemesi rejimi ise, para politikasının fiyat
istikrarını sağlamaya ve sürdürmeye yönelik
olarak kurumsallaştığı modern bir stratejidir.
Türkiye, 2006 yılı başında
“enflasyon
hedeflemesi rejimi”ni uygulamaya başlamıştır.
Her üç endeksin gösterdiği oranlar az çok
birbirinden farklı olabilir. Çünkü içerdiği mal ve
hizmetler ile bunlara verilen ağırlıklar farklıdır.
Fakat her üç endeksin ölçtüğü fiyat düzeyi ve
enflasyon oranı birbirine yakın değerler
olmalıdır.
Ekonomideki tüm fiyatların ortalamasını yansıtan
fiyat düzeyi bir endeksle ölçülür. Endeks, belirli
bir olaya ait değerlerin zaman içinde ortaya çıkan
değişimini ölçmeye yarayan ve 100’den başlayan
bir sayıdır. Fiyat endekslerinin hesaplanabilmesi
için gerekli temel değişkenler; Mal ve hizmet
sepeti, temel yıl ağırlıkları, temel yıl fiyatları ve
cari fiyatlardır.
81
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi belli bir malın ya da
hizmetin tek başına artması değil fiyatlar genel
düzeyinin sürekli bir artış göstermesini ifade
eder?
6. Aşağıdakilerden hangisi fiyat endekslerinin
hesaplanabilmesi için gerekli temel değişkenlerden biri değildir?
a. Enflasyon hedeflemesi
a. TÜFE
b. Mal ve hizmet sepeti
b. ÜFE
c. Temel yıl ağırlıkları
c. Enflasyon
d. Temel yıl fiyatları
d. Mal ve hizmet sepeti
e. Cari fiyatlar
e. Cari fiyatlar
7. Aşağıdakilerden hangisi fiyat endeksi serisinde son ayın endeksi bir önceki ayın endeksine
göre yüzde değişimini gösterir?
2. Aşağıdakilerden hangisi enflasyonun nedenlerinden biri değildir?
a. Toplam üretimin azalması
b. Üretim maliyetlerinin artması
a. Bir önceki yılın aralık ayına göre değişim
oranı
c. İthal mallarının fiyatının yükselmesi
b. Aylık değişim oranı
d. Tedavüldeki para arzının azalması
c. Bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı
e. Tüketici gelirindeki artışın talebi artırması
d. On iki aylık ortalamalara göre değişim oranı
3. Aşağıdakilerden hangisi para arzındaki artışın
tüketimi arttırması sonucunda çıkan enflasyon
türüdür?
e. Yıllık değişim oranı
8. Aşağıdakilerden hangisi en son kullanılan temel yıldır?
a. Talep enflasyonu
a. 1968
b. Maliyet enflasyonu
b. 1978
c. Fiyat enflasyonu
d. Acık enflasyon
c. 1987
e. Gizli enflasyon
d. 1994
4. Aşağıdakilerden hangisi üretim faktörlerinin
bir veya birkaçının fiyatlarındaki artışların ürün
lerin fiyatlarına yansıtılması sonucunda ortaya
çıkan enflasyon türüdür?
e. 2003
9. Aşağıdakilerden hangisi TÜFE hesaplamasında ele alınan ana gruplardan biri değildir?
a. Eğitim
a. Açık enflasyon
b. Haberleşme
b. Maliyet enflasyonu
c. Giyim ve ayakkabı
c. Fiyat enflasyonu
d. Balıkçılık
d. Gizli enflasyon
e. Sağlık
e. Talep enflasyonu
10. Aşağıdakilerden hangisi ÜFE hesaplanmasında ele alınan ana guruplardan biri değildir?
5. Aşağıdakilerden hangisi fiyat artışlarının oldukça düşük olduğu enflasyon beklentisinin
oluşmadığı enflasyon süreci olarak tanımlanır?
a. Madencilik ve taş ocakçılığı
a. Gizli enflasyon
b. İmalat sanayii
b. Yüksek enflasyon
c. Ulaştırma
c. Ilımlı enflasyon
d. Balıkçılık
d. Hiper enflasyon
e. Tarım, avcılık ve ormancılık
e. Sürünen enflasyon
82
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde 3
Türkiye’de ilk fiyat endeksi 1914 yılında
Osmanlı döneminde İstanbul il merkezinden
derlenen 26 maddenin parekende fiyatlarıyla
ağırlıksız olarak ‘Hayat Pahalılığı Endeksi’
hesaplanmıştır.
1. c Yanıtınız yanlış ise “Enflasyon ve
Nedenleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
2. d Yanıtınız yanlış ise “Enflasyon ve
Nedenleri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
Sıra Sizde 4
Her ülkede enflasyon fiyat endekslerinden
yararlanarak hesaplanmaktadır. Fiyat endeksleri
uluslararası standartlarla belirlenmiş yöntemlerle
oluşturulmaktadır. Ülkeler arasında kapsam
farklılıkları olsa bile genel standartlar açısından
aynı yöntemler izlenmektedir.
3. a Yanıtınız yanlış ise “Kaynaklarına Göre
Enflasyon” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
4. b Yanıtınız yanlış ise “Kaynaklarına Göre
Enflasyon” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
5. e Yanıtınız yanlış ise “Enflasyon Çeşitleri”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Yararlanılan Kaynaklar
Çepni, E. (2007). Ekonomik Göstergeler ve
İstatistikler Rehberi. Ankara: Seçkin Yayınevi.
6. a Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Çolak, Ö.F ve Aktaş, A. (2010). Makro
Ekonomik
Göstergelerin
Yorumlanması.
Ankara: Elif yayınevi.
7. b Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
8. e Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Yıldırım, T., Karaman, D. ve Taşdemir, M.
(2012) Makro Ekonomi. Ankara: Seçkin
Yayınevi
9. d Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
TÜİK. Fiyat Endeksleri ve Enflasyon.
Sorularla Resmi İstatistikler Serisi 3
10. c Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
TÜİK, Enflasyon hedeflemesi Rejimi
www.tcmb.gov.tr
http://www.tuik.gov.tr
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
www.dpt.gov.tr
Fiyatlar genel düzeyi, piyasada alım-satıma konu
olan mal ve hizmetlerin belirli bir dönemdeki
(belirli bir ay veya yıldaki) ortalama fiyatlarıdır.
Piyasadaki fiyat değişimini izleyebilmek için
seçilen mal ve hizmetlerin fiyatları, aynı mal ve
hizmete ait daha önceki dönemin ortalama
fiyatları ile karşılaştırılmaktadır.
Sıra Sizde 2
Bir ekonomide enflasyon oranı bireylere ve
firmalara
tüketim,
tasarruf
ve
yatırım
kararlarında, uzun vadeli planlar yapmalarında
önemli bir yol gösterici etkiye sahiptir.
83
www.hedefaof.com
5
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Paranın tanımı ve fonksiyonlarını tanımlayabilecek,
Para arzı türlerini kavrayabilecek,
Para politikasının amaç ve araçlarının neler olduğunu açıklayabilecek,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının görev ve yetkilerini sıralayabilecek,
Bankanın görevlerini ifade edebilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Para Arzı
Reeskont Oranı
Baz Para
Zorunlu Karşılık
Para Çarpanı
Açık Piyasa İşlemi
Kaydi Para
Banka
İçindekiler
Giriş
Paranın Tanımı ve Fonksiyonları
Para Arzı
Para Politikası Amaç ve Araçları
Merkez Bankacılığı ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)
Bankacılık
84
www.hedefaof.com
Para ve Bankacılık
GİRİŞ
Para toplumdaki ekonomik orgaizasyonun en temel unsurlarından biridir. Günümüz ekonomilerinin en
belirgin özelliklerinden işbölümü ve uzmanlaşma, paranın fonksiyonlarını tam olarak yerine getirebilme
derecesine bağlıdır. Para nedir? Bu sorunun yanıtını kısaca, “bir ödeme veya mübadele aracıdır” olarak
verebiliriz. Para aynı zamanda reel ve nominal büyükler arasında bir köprü oluşturmaktadır. Enflasyonun
anlaşılması ve kontrol edilmesinde de para çok önemlidir.
Bir ekonomide para arzının belirlenmesi ve kontrol edilmesi farklı yöntemler ve araçlar kullanılarak
gerçekleştirilmektedir. Geçmişte deniz kabukları, altın, gümüş, tahıl, vb maddeler para olarak kullanılmış
ve para tanımı içinde yer almıştır. Günümüzde ise, dolaşımdaki madeni ve kağıt paralar ile üzerine çek
yazılabilir mevduatlar (vadesiz) para olarak kabul edilmektedir. Bunların toplamından oluşan ve “M1”
olarak ifade edilen büyüklük de, para arzının temel ölçüsüdür. Ancak ödemeler sisteminde meydana gelen
gelişmelere bağlı olarak, “M2” ve “M3” gibi daha geniş kapsamlı ve paranın mübadele aracı olma
dışındaki özelliklerini de kapsayan, farklı para arzı tanımları yapılmaktadır.
Para arzında meydana getirilecek değişikliklerin başta fiyatlar genel düzeyi olmak üzere bir çok
değişken üzerinde etkili olduğu kabul edilmektedir. Para politikası, bağımsızlık derecesine bağlı olarak
ülkeden ülkeye değişmekle birlikte hükümetten ayrı bir merkez bankasınca yürütülmektedir. Merkez
bankasının para politikasını uygulamada kullandığı temel araçlar; açık piyasa işlemleri, reeskont
politikası ve zorunlu karşılıklardır. Merkez bankası belirlediği amaç veya amaçlara ulaşabilmek için bu
araçları kullanarak para arzında artış veya azalış yönünde değişiklik yaratabilir.
Para arzının yaratılması sürecinde bankalarda yer almaktadır. Bankalar, mevduatlar ve krediler
aracılığı ile para yaratmakta ve ekonominin likiditesini arttırmaktadır. Öyle ki ekonomideki ödeme
araçları stokunun büyük bir kısmını merkez bankası değil bankalar sağlamaktadır. Bankalar ekonominin
genişleme döneminde kredilerini genişletirken, ekonominin daralma dönemlerinde azaltacaktır.
Bankaların kuruluş amaçlarına göre değişik faaliyet alanları olmasına rağmen yerine getirdikleri temel
görevler ünite içnde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
PARANIN TANIMI VE FONKSİYONLARI
Paranın Tanımı
Bugün dünyada uygulanan değişik iktisadi sistemlerden hangisi incelenirse incelensin, hemen hepsinin en
önemli özelliği paralı ekonomi oluşlarıdır. İnsanlar çok eski dönemlerden beri parayı bilip kullanmalarına
rağmen, paranın ekonomik hayatta oynadığı rolün önemi ancak son zamanlarda insanların dikkatini
çekmiştir. Bugünkü ekonomik düzende; üretimin gelişebilmesi, piyasaların genişliğine ve değişim
imkanlarına bağlı olduğuna, bunu etkileyen önemli faktörlerden birisinin ise değişim metodu olduğuna
göre, “paralı değişim (mübadele)” yönteminin ekonomik etkisinin çok önemli olduğu kolaylıkla tahmin
edilebilir.
İnsanlar ilk devirlerde yaptıkları gibi, ürettikleri mal ve hizmetleri bir biriyle değiştirirken paranın
aracılığına başvurmayıp trampa (malın-malla değiştirilmesi) yöntemini kullanmaya devam etselerdi,
85
www.hedefaof.com
günümüz modern ekonomilerindeki işbölümü ve uzmanlaşma söz konusu olmayacaktı. Trampa’nın
güçlükleri insanları sınırlı miktarda alış-veriş yapmak zorunda bırakacak ve dolayısıyla üretimde düşük
miktarda olacaktı. Paranın kullanılmadığı bir takas ekonomisinde mübadelenin (değişimin) iki tarafında
da mal bulunmalıdır. Bu durumun yol açacağı sayısız güçlükler bulunmaktadır. Bu güçlüklerden birincisi,
karşılıklı mal ve hizmet mübadelesinde bulunmak isteyenlerin birbirlerini bulma sorunudur. Değişimin
olabilmesi için, birisinin sahip olduğu malı istediği başka bir malla mübadele yani değişim yapabilmesi
için, istediği mala sahip olan bir başkasını bulması ve onun da kendi malını trampa etme isteğinin olması
gereklidir. Örneğin saçını kestirmek isteyen bir öğretmen, kendisinden ders almak isteyen bir berber
bulmalıdır. Takım elbiseye ihtiyacı olan bir tiyatrocu, ancak tiyatro izlemek isteyen bir terzi bulabilirse bu
ihtiyacını giderebilecektir. Trampadaki ikinci güçlük, malları değiştirme isteği olan iki tarafın olmasına
rağmen, değişime konu olacak mallardan birinin bilinmeyen bir mal olması durumunda ortaya
çıkmaktadır. Örneğin taraflardan birinin elinde inek, diğerinde ise bir silah olması durumunda, o günkü
piyasa koşullarında bir inek bir birim silahtan daha değerliyse, ineğin bölünememesi durumu değişimi
olanaksız kılıacaktır. Çünkü ineğin bir uzvunu kesip, değişimi bu şekilde yapmak imkansız olacağından,
ineği satın almak isteyen bu alış verişten vazgeçecek ya da karşı tarafında kabul edeceği bir ikinci malı
bulup vermek zorunda kalacaktır. Trampa ekonomisinin ortaya çıkardığı üçüncü güçlük ise ortada bir
değer ölçüsünün olmamasıdır.
Güçlüklerini sıraladığımız trampada, mübadelenin gerçekleşebilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine
bağlıdır. Bunlar;
•
Karşılıklı mal mübadelesi ya da değişimi yapacak edecek “A” ve “B” gibi iki tarafın bulunması,
•
A’nın sunduğu malın B’nin aradığı mal olması,
•
B’nin sunduğu malı, A tarafından talep edilmesi,
•
A ve B’nin her ikisinin de bu değişimden kârlı çıkacakları düşüncesinde olmasıdır.
Yukarıda açıklanan trampanın güçlüklerini ortadan kaldıran paranın; mübadeleleri kolaylaştırması,
ekonomik faaliyetlerin gelişmesi, iş bölümü ve uzmanlaşma derecesinin artması üzerinde olumlu etkiler
yapmış olduğu kolayca anlaşılacaktır. Günümüzde para; sadece değişimini sağlayan bir araç olarak değil,
bütün ekonomik faaliyetleri etkileyen ve hatta temelden değiştiren aktif bir varlık olarak görülmektedir.
Modern toplumlarda bütün gelirlerin para ile ifade edilmesi, servet biriktirmenin para şeklinde ortaya
çıkması parayla ilgili klasik düşünceleri ve ona karşı davranışları değiştirmiştir. Bu bağlamda paranın reel
iktisadi faktörler üzerindeki örtü ve ekonominin reel ilişkilerinden bağımsız olduğu şeklindeki genel
kabul değişikliğe uğramıştır. Ortaya çıkan yeni durumda, paranın reel iktisadi değişkenleri (büyüme,
istihdam vb) etkileyen önemli bir aktör olduğu kabul edilmiştir. Buna göre örneğin insanların tasarruf
eğilimlerini arttırmaları, bazen bir toplumda işsizliğe yol açabilmekte ve üretim seviyesinin düşmesine ya
da ekonomik yapının değişmesine yol açabilmektedir. Aynı şeklide para miktarının artırılıp, azaltılması
da ekonomide sermaye birikimini ve sermayenin kullanım alanlarını etkileyebilmektedir.
Ekonomideki önemini kısaca vurgulamaya çalıştığımız para; sadece değişim ilişkilerinde değil, tek
taraflı borç ödenmelerinde de herkes tarafından kabul edilme özelliğine sahiptir. Bu durumda bir şeyi
para yapan, ona para niteliği kazandıran en önemli unsur, herkesin onu kabul etmesidir. Paranın bu
şekildeki tanımı ekonomik, yasal ve fiziksel olmaktan çok, psikolojik ve davranışsal açıdan
yapılmaktadır. Bu bağlamda halkın para olduğuna inandığı her şey paradır. Para tanımı konusunda birçok
faktör halkın görüşünü etkilemektedir. Temelde psikolojik düşünce halkın parasal araca güvenmesinde en
önemli yeri tutmaktadır. Halkın paraya olan güvenini ise yerine getirdiği fonksiyonlar belirlemektedir.
Paranın Fonksiyonları
Paranın fonksiyonları geleneksel ve modern fonksiyonlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Geleneksel
fonksiyonlar paranın daha az kullanıldığı eski dönemlerdeki fonksiyonlardır. Bunlar; hesap birimi,
mübadele aracı ve tasarruf aracı olma fonksiyonlarıdır. Günümüzde para ekonomisinin boyutlarının
genişlemesi paraya yeni fonksiyonlar yüklemiştir. Bu fonksiyonlar; paranın ekonomik faaliyetleri
desteklemesi veya kösteklemesi, geliri yeniden dağıtma ve egemenlik fonksiyonlarıdır. Bunlar paranın
modern fonksiyonları arasında yer almaktadır.
86
www.hedefaof.com
Paranın Geleneksel Fonksiyonları
Hesap Birimi: Paranın bu fonksiyonu “değer ölçüsü” veya “muhasebe birimi” olarak da bilinmektedir.
Bir ekonomide bütün mal ve hizmetlerin değeri para ile ifade edilir. Para bütün değerleri ölçen ve belirten
bir araç olarak kabul edilir. Bu bağlamda ekonomik hayattaki bütün hesaplar para ile yapılmaktadır. Bir
tüketici satın alacağı malların hesabını para ile yapacak, bir üretici maliyetlerini para ile hesap edecektir.
Bu bakımdan para bir hesap birimidir. Herhangi bir paranın “değer ölçüsü” olma fonksiyonunu yerine
getirebilmesi ya da kullanışlı bir hesap birimi olabilmesi için, değerinin fazla değişmemesi gerekir. Bir
toplumda para olarak kullanılan şeyin değeri çok sık ve büyük oranda değişiyorsa, halk onu değer ölçüsü
olarak kullanmaktan vaz geçer ve yerine kısmen veya tamamen başka bir şeyi para olarak kullanabilir.
Örneğin yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü bir ülkede, hesap birimi olarak yabancı bir ülkenin parası
(Dolar, Euro) kullanılabilir. Bu durum aynı zamanda “para ikamesi” olarak da bilinir.
Mübadele (deği im) Aracı: Paranın kullanıldığı ekonomilerde; mübadeleler, (değişim) malın mal ile
ya da malın hizmet ile değiştirilmesi şeklinde olmayıp, önce malın paraya çevrilmesi, ardından para
aracılığıyla istenen malın satın alınması şeklinde yürütülmektedir.
Günümüzde madeni para, kağıt para, vadesiz mevduat parası (kaydi para) genellikle mübadele aracı
olarak düşünülmektedir. Paranın mübadele aracı olması bazı sonuçları da beraberinde getirmektedir:
Birinci olarak, para yasal bir fiyat elde etmektedir. Bütün borçlar para ile ödenebilir hiç kimse takas
şeklinde bir ödeme istemez. İkinci olarak, ellerine para geçenler bunu hemen harcamak zorunda değildir.
Kişi elde etmiş olduğu paranın bir kısmını tasarruf olarak elinde tutabilir. Üçüncü olarak da, para bir
mübadele aracı olduğu için piyasaya arz edilen herhangi bir mala dönüştürülebilir.
Mübadele (değişm) aracı olarak kullanılacak paranın bazı özellikleri taşıması gerekir. Bu özellikler
aşağıdaki gibi açıklanabilir:
Para dayanıklı olmalıdır: Fiziksel varlık olarak dayanıklılığı olmayan bir varlığın para olarak
kullanılması mümkün değildir. Böyle bir varlık bozuldukça değeri düşebilir. Örneğin, demir mal para
olarak kullanılamaz. Çünkü demir çabuk paslanır ve değerini koruyamaz.
Para bölünebilir olmalıdır: Paranın farklı miktarlardaki malları satın alabilmesi için, küçük birimlere
ayrılabilmesi yani bölünebilir olması gerekir.
Para standart olmalıdır: Para olarak kullanılan varlığın standart olması yani kalite farklılığının
olmaması gerekir. Böylece alış-verişlerde insanların ödedikleri ve aldıkları bedeller konusunda şüpheleri
ortadan kalkacaktır. Örneğin tütünün para olarak kullanılması durumunda, farklı kalitede tütünler olduğu
için insanların belli bir miktardaki tütünün değir konusunda ittifak etmeleri güç olacaktır.
Tasarruf Aracı: Paranın değerinin korunduğu ülkelerde insanlar gelirlerinin tasarruf etmek istedikleri
bir kısmının tamamını ya da belli bir bölümünü para olarak saklamak isterler. Bu bakımdan parayı bir
çeşit tasarruf aracı olarak kabul etmek gerekir. İnsanların tasarruf etme arzusu, bugün sahip oldukları
değerleri geleceğe taşıma isteklerinden doğar. İnsanlar bu isteklerini değişik yollardan
gerçekleştirebilirler. Örneğin gelirlerinin tasarruf ettikleri bölümü ile arsa, ev veya hisse senedi, tahvil
gibi ekonomik değerler alabilirler. Böylece gelecekte ihtiyaç duydukları zaman bunları elden çıkarmak
suretiyle tasarruflarını likidite etmek ve istedikleri gibi harcamak yeteneğini kazanırlar. Tasarruf edilenin
ev, arsa, daire, menkul değer, vb varlıklar olarak saklanmasının sakıncalarından dolayı, insanlar
genellikle tasarruf aracı olarak parayı seçerler. Çünkü paranın taşıma zahmeti, saklama ve depolama
maliyeti, çürüyüp bozulma gibi sorunları yoktur. Para istenildiği zaman kolayca kullanılabilme özelliğine
sahiptir. Bundan dolayı para mevcut servetler içinde en likit olanıdır. Bu bağlamda para elden çıkarılması
kolay olan ve bu niteliğini herkes tarafından kabul edilme özelliğine borçlu olan bir varlıktır. Paranın
tasarruf aracı olarak kullanılmasının tek bir sakıncası olabilir. O da değerinin çok sık değişme olasılığıdır.
87
www.hedefaof.com
Paranın geleneksel fonksiyonları nelerdir?
Paranın Modern Fonksiyonları
Destekleyici veya Engelleyici Olma: Para, ekonomide yatırımları hızlandırıcı, üretimi teşvik edici,
mübadeleleri kolaylaştırıcı fonksiyonlar yerine getirebilmektedir. Örneğin para arzında bir artış faiz
oranlarında bir düşme yaratır. Faiz oranlarındaki düşmeye bağlı olarak bankaların kredi arzı artacak ve
ekonomide bir likidite bolluğu yaşanacaktır. Bunun sonucunda mal ve hizmet talebi artacaktır. Buna bağlı
olarak da fiyatlar genel düzeyinde artışlar olabilecektir. Ancak bu sonuç her zaman gerçekleşmeyebilir.
Eğer ekonomik birimler (hanehalkları ve firmalar) likidite bolluğuna bağlı olarak likit balanslarını takviye
etmeye yönelirlerse, bu durumda mal talebinde bir artış gerçekleşmeyebilir. Ancak şiddetli depresyon
dönemleri hariç ekonomik birimlerin likit balanslarını takviye edecekleri varsayımının gerçekleşme
olasılığı düşüktür. Tersine ekonomik birimler, istedikleri zaman düşük faizle borç para bulma konusunda
emin olduklarından veya ileride fiyatlarda meydana gelecek artışlardan korktuklarından ellerindeki
işletilmeyen para balanslarını azaltmaya yöneleceklerdir. Bu da ekonomide hem tüketim, hem de yatırım
harcamalarını etkileyecektir.
Geliri Yeniden Dağıtma Aracı Olma: Bir ekonomide banka kredileri aracılığı ile para gelir yaratıcı
bir etki yaratabilir. Banka kredilerinden yararlanma imkanı bulan özel şahıslar ve işletmeler bu imkan
sayesinde iş hacimlerini genişleterek daha fazla kâr elde edeceklerdir. Diğer yandan bazı sektörlere kredi
verilmesinin reddedilmesi bu sektörlerdeki kârın artışını frenleyecektir. Bu şekilde kredi politikası ile
ekonomiye müdahaleler milli gelirin dağılımı üzerinde etkili olacaktır.
Kuvvet ve Hakimiyet Aracı Olma: Para ona sahip olana bir kuvvet, bir hareket kabiliyeti ve siyasi
bir güç sağlar. Toplumsal yaşamda para ve güç kavramları çoğu kez yan yanadır. Aynı şekilde paranın
istenilen zaman ve yerde herşeye sahip olma özelliği vardır. Bankaların sahip olduğu gücü örnek olarak
verebiliriz. Bankalar değişik faaliyet alanlarına kredi verilmesini kabul veya reddederek ekonomiye yön
verebilirler. Aynı şekilde bankalar bazı işletmelerin iflasına engel olurken, bazı sektörlerde yeni
teknolojilerin gelişimine katkı yapabilirler.
PARA ARZI
Para Arzının Tanımlanması Sorunu
Günümüzde para arzı kavramı üzerinde, iktisatçılar arasında tam bir görüş birliği yoktur. Hatta para
teorileri arasındaki farkların önemli bir kısmı para arzı kavramının farklı anlamlarda kullanılmasından
kaynaklanmaktadır. Para arzı konusunda iktisatçıların değişik fikirlere sahip olmaları, parayla diğer
finansal aktifler arasında belirgin bir çizginin çizilememesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin para bir
değişim aracı olarak kabul ediliyorsa, vadeli mevduatları para arzı kapsamına almak gerekir. Buna
karşılık para bir değer muhafaza aracı olarak kabul görüyorsa, tahvil gibi mali varlıkların da para arzı
kapsamına alınması gerekir. Bundan dolayı para arzı konusundaki değişik yaklaşımların incelenmesi
gerekir.
Para arzının ekonomik hayatta oynadığı rol konusunda da iktisatçılar arasında yoğun tartışmalar sürüp
gitmektedir. Aslında para arzının ve para politikasının niteliği ve ekonomiye etkilerinin araştırılması, para
için benimsenen tanımla yakından ilişkilidir. Para yukarıda değinildiği gibi bir fonksiyonun diğerinden
önemli görülerek tanımlandığı zaman belirli teorik yaklaşımlar için yol açılmakta, diğer teoriler içinse
kapanmaktadır. Bazı iktisatçılara göre, ekonomik alanda para arzındaki değişmeler son derece önem
taşımaktadır. Bu bağlamda, enflasyon, işsizlik, durgunluk gibi ekonomik istikrarsızlıkların temelinde
yatan faktör, para arzındaki düzensiz değişmelerdir. “Monetarist” olarak bilinen bu iktisatçıların
bazılarına göre, ekonomik faaliyet düzenini belirlemede tek ve en önemli faktör para arzındaki sürekli
dalgalanmalardır. Farklı düşüncelere sahip olanlardan “Keynesyen” iktisatçılar, paraya önem vermekle
birlikte, maliye politikası gibi diğer etkenlerin ekoomideki istikrarsızlıklara karşı daha etkili çözümler
getirdiğini öne sürmektedirler.
88
www.hedefaof.com
Monetarist iktisatçılar, para talebinin dolayısıyla paranın dolaşım hızının oldukça istikrarlı bir yapı
gösterdiğini ileri sürmektedir. Bu nedenle toplam harcamaların belirlenmesinde ve ekonomik faaliyetlerin
yönlendirilmesinde, para arzının arzulanan miktarda değiştirilebileceğini savunmaktadırlar.
Keynesyen görüşü savunan iktisatçılar ise, paranın dolaşım hızının para arzındaki değişmelere göre
ters yönde değiştiğini ve bu nedenle, para arzının toplam harcamaları etkilemediğini savunmaktadırlar.
Keynesyen iktisatçılara göre para arzının ekonomiyi etkilemesi, sadece faiz oranlarını değiştirmesi yani
sermaye maliyetindeki değişmeler yoluyla olmaktadır. Oysa monetarist iktisatçılara göre, para arzı
değişmeleri hem faiz oranları ve hem de diğer aktiflerin fiyatlarını ve dolayısıyla getirilerini
yönlendirerek, ekonomiyi etkileyebilmektedir.
Açıklamalardan da anlaşılacağı gibi; para teorisinin çok önemli bir parçasını oluşturmakla birlikte,
son zamanlara kadar para arzının belirlenmesi konusunda bir görüş birliği yoktur. Para konularıyla
ilgilenen teorisyenlerin çoğu, merkez bankasının para arzının kontrolünde tam yetkiye sahip olduğunu
varsayarak, dışsal (egzojen) para miktarına dayalı olarak, teorilerini geliştirmişlerdir. Kısaca, iktisatçılar
para arzının belirlenmesini veri olarak kabul etmiş, daha çok para arzındaki değişmelerin ekonomide
meydana getireceği değişiklikler üzerinde durmuşlardır.
Para Arzı Tanımları
Para arzı kapsamı ile ilgili olarak dört farklı yaklaşım mevcuttur. Bunlar, klasik yaklaşım, monetarist
aklaşım, Gurley-Shaw yaklaşımı ve Merkez Bankası yaklaşımıdır.
Klasik Yaklaşım
En eski ve en çok kabul görmüş yaklaşımdır. Bu yaklaşımda paranın sadece “muamele aracı” fonksiyonu
üzerinde durulmuştur. Ülkedeki para arzı, ödeme aracı olarak genel kabul gören şeylerin toplamıdır. Buna
göre para arzı; fiilen dolaşımdaki ufaklık ve kağıt paraların toplamı ile çekle ödemelerin yaygınlaştığı
ülkelerde çeke tabi mevduatın toplamından ibarettir. Çek kullanımının yaygınlaşmadığı ülkelerde ise para
arzı, fiilen dolaşımdaki paraya eşittir. Bu durumda Para arzı;
M=C
olarak belirlenir.
M = Para arzı
C = Dolaşımdaki para ( madeni veya kağıt)
Monetarist Yaklaşım
Bu yaklaşıma göre para arzı tanımına, fiilen tedavüldeki para ve vadesiz mevduatlar yanında ticari
bankalardaki vadeli mevduat da girmektedir.
M = C + TT+DD
şeklinde ifade edilir.
DD=Vadesiz Mevduatlar
TT=Vadeli mevduatlar
Gurley Shaw Yaklaşımı
Bu yaklaşıma göre, halkın alternatif likit olarak kabul edilebileceği tüm mali değerler para arzı kapsamına
alınmalıdır.
89
www.hedefaof.com
Merkez Bankası Yaklaşımı
Bu yaklaşım para arzı ile kredi arzını özdeş olarak kabul etmekte ve bu suretle en geniş sayılabilecek para
arzı tanımını kabul etmektedir. Kredi, sadece ticari bankaların mevduata dayanarak açtıkları kredi
olmayıp, her türlü kaynaktan açılan kredi olarak anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, ekonomiyi düzenlemede
ana para politikası değişkeninin “toplam kredi bulunabilirliği” olduğu yolundaki merkez bankalarının
tarihi görüşünü yansıtmaktadır. Bundan dolayı para arzı genel hatlarıyla toplam kredi biçiminde
tanımlanmadıkça, para politikası terimi yanlış bir adlandırma durumunu yansıtacaktır. Çünkü merkez
bankasının izlemekte olduğu yol aslında kredinin bulunabilirliği politikasıdır.
Para arzı kapsamına yönelik görüşler nelerdir?
Para Arzı Türleri
Türkiye’de ve değişik ülkelerde parasal büyüklüklerle ilgili değişik tanımlar mevcuttur. Aşağıda M1, M2,
M3 şeklinde ortaya çıkan üç para arzı türü açıklanacaktır.
Dar Tanımlı Para Arzı (M1)
Çoğu ülkede dar anlamda para arzı M1 ile ifade edilmektedir. M1 Dolaşımdaki nakit miktarı ile
bankacılık sistemindeki vadesiz mevduatların toplamıdır.
M1 = Nakit + Vadesiz Mevduatlar
Merkez Bankası tarafından basılan kağıt para ile darphane tarafından basılan bozuk paranın toplamına
nakit denmektedir. Vadesiz Mevduat ise, bireylerin istedikleri anda geri çekmek ve üzerine çek yazarak
kullanmak üzere bankaya açtırdıkları mevduat hesabıdır. M1 para arzı kapsamına giren mali varlıkların
hepsi son derece likittir. Yani hepsi kolayca değişim aracı olarak kullanılabilirler.
Geniş Tanımlı Para Arzı (M2)
Özü itibariyle M1’in üzerine Vadeli mevduatların ilave edilmesiyle oluşur. Bu durumda M2’nin formülü
şöyledir.
M2 = M1 + Vadeli Mevduatlar
Vadeli mevduatlar, belirli bir vade sonunda çekmek üzere bankada açtırdığımız bir mevduat hesabıdır.
Vadeli mevduat, vadesiz mevduata göre daha az likittir. Bu yüzden bu varlıklara para benzeri varlıklar
denilmektedir. Temel özellikleri belirli bir gelir kaybı karşılığında nakte dönüştürülen finansal varlıklar
olmalıdır.
En Geniş Tanımlı Para Arzı (M3)
Türkiye’de kullanılan en geniş tanımlı para arzı, M3, M2’yi oluşturan büyüklükler yanında resmi
kuruluşlar mevduatı ve TCMB’deki diğer mevduatları kapsamaktadır. Bu durumda; M3 aşağıdaki gibi
oluşur.
M3 = M2+Reesmi kuruluşlar Mevduatı + TCMB’daki Diğer Mevduat
Eşitlikte yer alan resmi kuruluşlar mevduatı içinde; resmi ve katma bütçeli daire ve müesseselerle ve
kanunla kurulmuş döner sermayeli teşekküllere ve mahkemelere ait mevduatlar yer almaktadır.
Bu üç para arzı tanımının dışında M2Y ve M3Y olarak tanımlanan para arzı tanımları da
bulunmaktadır. Bunlardan M2Y;
M2Y = M2 + Döviz Tevdiat Hesapları
olarak formüle edilir. Formülde yer alan döviz tevdiat hesapları, yurtiçinde ve yurt dışında yerleşik
kişilerin ticari bankalarda açmış oldukları yabancı para cinsinden mevduatlarını kapsamaktadır. M3Y
para arzı tanımı is aşağıdaki gibi yazılabilir.
M3Y = M3 + Döviz Mevduat Hesapları
90
www.hedefaof.com
Para Arzının Belirlenme Mekanizması
Ekonomide para arzı, baz para (parasal taban) ve çarpan mekanizması aracılığı ile belirlenmektedir. Bu
durumda para arzının belirlenmesinde rol oynayan kavramları bilmek durumundayız.
Baz Para (Parasal Taban): Bankacılık kesiminin merkez bankasında tuttuğu kanuni karşılıklar ile
halkın ve bankaların elindeki nakit paranın toplamı baz para olarak tanımlanmaktadır. Yani baz para;
B=C+R
şeklinde ifade edilebilir. Bu eşitlikte;
B= Baz para
C= Fiilen dolaşımdaki para
R= Kanuni karşılıklar
Baz para formülünde yer alan kanuni karşılıklar şu anlama gelmektedir. Her banka kendisine yatırılan
mevduatın belli bir oranını (2010 yılı itibariyle TC Mevduatının % 5.5’i, döviz mevduatının % 11)
merkez bankasına yatırmak zorundadır. Mevduatın ne kadarının merkez bankasına yatırılacağını gösteren
orana kanuni karşılık oranı, merkez bankasına yatırılan mevduat miktarına da kanuni karşılıklar denir.
Dolayısıyla banka topladığı mevduatın tamamını kredi yoluyla yeniden dolaşıma sokamaz.
Örneğin, Zorunlu karşılık oranı % 10 ise, banka yatırılan 200’nın 20’sini zorunlu karşılık olarak
ayırır, 180’si kredi olarak dolaşıma çıkar. Bu 180’nin bir şekilde yeniden bankalara mevduat olarak
geldiğini düşünürsek bu 180 ’nin % 10’u tekrar kanuni karşılık olarak ayrılır ve geri kalan kısım yani 1
62 kredi verilerek tekrar dolaşıma çıkar. Bu süreç devir eden değer sıfırlanıncaya kadar devam eder. Bu
bağlamda bankaların para (kaydi para) yaratma gücü bulunmaktadır. Bankaların kaydi para çarpanı
mekanizmasıyla yaratıkları paraya kaydi para adı verilmektedir.
Merkez bankası ekonominin durgunluk veya genişleme dönemlerinde zorunlu karşılık oranlarında
meydana getireceği değişikliklerle ekonomik hayata müdahalelerde bulunabilmektedir. Eğer ekonomi
enflasyonist bir sürece girmiş ise, bu durumda zorunlu karşılık oranlarındaki bir artış harcamaların
kısılmasına yani toplam talebin daralmasına katkı yaratacaktır. Eğer ekonomi durgunluk içinde ise, bu
durumda zorunlu karşılık oranlarındaki bir azalış harcamalarda yeni toplam talepte bir artış yaratıp,
ekonominin durgunluktan çıkışına katkı yapacaktır.
Para Çarpanı (m)
Para arzı ile baz para arasındaki ilişkiyi para çarpanı yoluyla anlarız. Para çarpanı, baz paradaki 1’lik
değişikliğe karşılık para arzının ne kadar değişeceğini hesaplamamıza yardımcı olur. Para çarpanı
aşağıdaki formül ile hesaplanır.
m= para çarpanı
r = kanuni karşılıkların banka mevduatlarına oranı
c = nakit paranın banka mevduatına oranıdır.
Para çarpanının büyüklüğü mevduatın büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Yani para vadeli ve vadesiz
mevduat şeklinde banka sisteminde yer alıyor ve krediye dönüşebiliyorsa para çarpanının değeri büyük
olacaktır.
Kanuni karşılık veya zorunlu karşılık oranları para arzı ve para çarpanını kontrolde para politikasını
yönetenlerin doğrudan doğruya kullanacakları en önemli araçtır. Çarpanın değerinin belirlenmesinde
kanuni karşılık oranı ile para çarpanı arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Kanuni karşılık oranı
düşürüldüğünde para çarpanının değeri artar, karşılık oranı yükseltildiğinde ise, çarpanın değeri düşer.
91
www.hedefaof.com
Nakit mevduat oranı ( c ) halkın elde tutmak için ayırdığı nakit ve vadesiz mevduat talebine bağlıdır.
Halkın elinde nakit tutma eğilimi arttıkça çarpanın değeri düşecektir. Çünkü bu durum paranın kredi
olarak banka sistemi içinde dolaşımını engellemektedir.
Nakit mevdut (c) oranlarında ve kanuni karşılık oranlarında ( r ) meydana gelecek değişikliklerin para
çarpanı üzerindeki etkilerini aşağıda verilen örneklerle daha iyi açıklayabiliriz:
Durum 1: r = 0,06
c= 0,08 olsun. Bu durumda para çarpanı;
Durum : 2
r= 0,06’dan
0,08’e yükselirse ve
c = 0,08 olarak sabit kalırsa
olur.
kanuni karşılıkların banka mevduatına oranı ( r ) 0,06’dan 0,08’e yükseldiğinden dolayı, banka
sisteminde kredi olarak verilen para miktarı azalacağı için para çarpanının değeri düşer.
Durum: 3
c= 0,08’den 0,10’a yükselirse ve
r = 0,06 ise, bu durumda;
olur
Burada banka sisteminde dolaşacak para miktarı azalacağı için, para çarpanının değeri 7,7’den 6,9’a
düşmüştür.
Örneklerden anlaşılacağı üzere banka isteminde dolaşan para miktarı ne kadar fazla ise, para
çarpanının değeri o kadar fazla olur. Tersi durumda çarpanın değeri düşer.
Para Çarpanı ve Para Arzı İlişkisi
Bir ülkede para arzının belirlenmesi ile ilgili iki temel görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi para
arzını belirleyen temel değişkenlerin baz para olduğunu ve baz para ile para arzı arasında istikrarlı bir
ilişkinin varlığını ileri sürer. Bu ilişki para çarpanı yoluyla izlenebilir. Bazı iktisatçılar ise, ülkede para
arzını belirleyen temel unsurun devlet bütçesi açıkları olduğunu savunurlar. Devlet bütçesi açıklarının
zaman içindeki gelişimi temel alınarak ekonomide para arzı belirlenebilir. Devlet bütçesi açıkları genel
olarak ekonomide emisyonun artması sonucunu verdiğinden, emisyonun artması kaydi para çarpanı
yoluyla para arzını arttıracaktır. Aslında iki görüş arasında bir çelişki yoktur. Çünkü bir ülkede para
arzındaki değişmelerin en önemli faktörü baz para, baz paradaki değişmelerin en önemli faktörü de çoğu
zaman kamu açıkları olmaktadır.
Daha önce sözü edildiği gibi bir çok iktisatçı para arzını dışsal (egzojen) olarak kabul etmiştir. Oysa
bugün için para arzının belirlenmesinde, ülkedeki yetkili parasal otorite olarak, merkez bankasının rolü
önemli olmakla birlikte, bu yetkinin sadece merkez bankasında toplanmadığı konusunda geniş bir görüş
birliği vardır. Yani merkez bankasının yanı sıra halkın ve ekonomik sistem içinde yer alan ticari
bankaların da önemli bir unsur olduğu kabul edilmektedir. Bu yüzden para arzı tamamen egzojen bir
değişken olmayıp, merkez bankası, ticari bankalar ve genel olarak halkın tercih ve kararları altında
belirlendiği için, kısmen egzojen (dışsal) kısmende endojen (içsel) bir değişken olarak kabul edilmektedir.
Sistem içinde merkez bankası baz parayı belirlediğine göre, halkın ve bankaların tercihlerini de
yansıtacak şekilde para arzı ( M );
92
www.hedefaof.com
M = m.B
şeklinde yazılabilecektir. ‘m’ halkın ve bankaların tercihlerini yansıtan para çarpanını ‘B’ ise merkez
bankasının belirlediği baz parayı göstermektedir. Para arzının bu şekilde tanımlanması ile para arzındaki
değişiklikler bir taraftan para çarpanındaki değişmelere, diğer taraftan baz paradaki değişmelere bağlı
olarak ortaya çıkacaktır.
Para arzının çarpan mekanizması ile nasıl belirlendiğini aşağıdaki örnek yardımıyla açıklayabiliriz.
•
Dolaşımdaki nakit para (C) = 40 milyar •
Toplam mevduat miktarı (D) = 500 milyar •
Kanuni Karşılıkların banka mevduatına oranı (r) = 0,03
•
Nakit paranın banka mevduatına oranı (c) = 0,05
Örnekte verilen toplam mevduat miktarı 500 milyar ’dir. Bu durumda bizim kanuni karşılık
miktarını hesaplamamız gerekir. Bunun için, toplam mevduat miktarı (500 milyar) ile kanuni karşılık
oranının (0,03) çarpılması gerekir. (500 milyar x 0,03 = 15 milyar) çıkan sonuç kanuni karşılık ( R )
miktarıdır.
Verileri daha önce açıkladığımız Baz Para formülünde yerine koyduğumuzda; baz para;
B=C+R
B = 40 + 15
B = 55 milyar
olarak hesaplanır.
Sahip olduğumuz verileri baz para çarpanı mekanizmasındaki yerlerine koyalım. Bu durumda para
arzı;
M = mB
.
Örnekten çıkan sonuç şudur; ekonomideki para arzının büyüklüğü, baz para ile para çarpanı tarafından
belirlenmektedir. Biraz daha genişletilmiş olarak para arzını belirleyen faktörleri;
•
Piyasadaki nakit miktarı (C)
•
Kanuni karşılık miktarı (R)
•
Kanuni karşılık oranı (r)
•
Nakit mevduat (tercih) oranı (c), olarak sıralayabiliriz.
93
www.hedefaof.com
PARA POLİTİKASI AMAÇ VE ARAÇLARI
Buraya kadar yapılan açıklamalarla paranın özellikleri, para mekanizmasının işleyişi ve ekonomik yaşam
üzerine etkileri konusunda çeşitli açıklamlarda bulunduk. Hatırlayacağınız gibi para konusundaki
açıklamalarımıza tanımı, fonksiyonları ve başlıca çeşitleri ile başlamış, daha sonra da para arzının
belirlenme mekanizmasını açıklamıştık. Aynı zamanda paranın günümüz ekonomilerinde nasıl
yaratıldığını, Merkez Bankaları ve bankalar sisteminin para arzının belirlenme mekanizmasındaki rolünü
de açıklamış bulunuyoruz. Buraya kadar ele aldığımız bu konular bizi, para politikası ve etkilerini
incelemeye de zorlamaktadır.
Hatırlayacağımız gibi, para miktarındaki değişmelerin fiyatlar, gelir ya da faiz oranları üzerinde bazı
etkileri olmaktadır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Acaba söz konusu ekonomik büyüklüklerden biri
ya da birkaçı üzerinde istenen etkileri yaratabilmek için, para miktarı ile bilinçli olarak oynamak ne
ölçüde etkili olmaktadır? Aslında para politikası uygulamaları ile ekonomi üzerinde arzu edilen yönlerde
gelişmeler sağlamak mümkün olabilmektedir. Para otoriteleri uygun para politikası araçlarını kullanarak,
belirli amaçlara ulaşabilmek için para, politikalarını uygulamaya koyarlar Şimdi para poitikasının
amaçlarını ve bu amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılan araçları açıklayalım.
Para Politikası Amaçları
Para politikasının amaçları; fiyat istikrarı, tam istihdam, iktisadi büyüme, mali piyasalarda istikrar ve son
olarak da faiz oranları ile döviz kurlarında istikrarın sağlanmasıdır. Bu amaçlar arasında fiyat istikrarı
amacı merkez bankası tarafından yürütülen para politikasının birincil amacı olurken, diğerleri ikincil
amaçlar olarak düşünülür. Fiyat istikrarının sağlanması amacından kastedilen; fiyatlar genel seviyesinde
sürekli olarak meydana gelen değişmelerin önüne geçmektir. Bu değişmeler ister yukarı yönde, isterse
aşağı yönde olsun, olumlu yorumlanacak olaylar değildir.
Fiyatların aşağı doğru hareketinin zor oluşunun değişik nedenleri vardır. Bunlardan birkaçı şunlardır:
Sanayileşmiş ülkelerde işçi sendikalarının daha düşük nakdi ücrete razı olmamaları, tekelci kuruluşların
fiyatları düşürmektense üretimi azaltmayı tercih etmeleri ve diğer psikolojik faktörler. Buna karşılık fiyat
hareketleri genellikle hep yukarı doğru olur ve bir defa yükselen fiyatlar bir daha kolay kolay eski
seviyesine inmez. Toplam arzın toplam talepten düşük olması durumuda fiyatlar hemen yükselmekte ve
aşırı talebin baskısıyla enflasyon dediğimiz süreç harekete geçmektedir. Aksi durumda toplam talep
toplam arzın altına düştüğü zaman, talep eksikliğinin yarattığı deflasyonist baskı fiyatları düşürmemekte
ve deflasyon kendini ancak toplam üretim miktrının azalması şeklinde göstermektedir. Toplam talebin
toplam arzı aşması durumunda, ortaya çıkan enflasyonist fiyat artışını durdurmak için başvurulan
önlemlerden biri, talep fazlasını eritecek ve onu ortadan kaldıracak bir para politikası izlemektir.
Para Politikası Araçları
Merkez bankasının para politikası yürütmek için başvurabileceği araçlar üç başlık altında toplanabilir.
Bunalar “açık piyasa işlemleri (APİ)”, “reeskont politikası” ve “zorunlu karşılıklar”dır.
Açık Piyasa İşlemleri
Açık piyasa işlemleri (APİ ); en geniş anlamıyla finansal enstrümanların (hazine bonosu, devlet tahvili,
merkez bankası senetleri ve birinci derece özel sektör senetleri) açık piyasada Merkez Bankası tarafından
alınıp- satılarak, bankacılık sisteminin toplam rezervlerini daraltarak veya genişleterek, nihai olarak
ülkenin para arzını etkileyebilmek olarak tanımlanabilir. Diğer bir tanımlama ise; interbank, para ve
menkul kıymetler pazarlarının tam anlamıyla gelişip, aktif olarak kullanıldığı ülkelerde açık piyasa
işlemleri bankacılık sisteminin toplam rezervlerinin (likiditelerinin), menkul kıymetlerin piyasa
fiyatlarından merkez bankası tarafından alınıp veya satılarak etkilenmesidir. Bu işlemler kesin alımsatımla veya repo-ters repo işlemleriyle yapılabilmektedir.
Açık piyasa işlemi nasıl tanımlanır?
94
www.hedefaof.com
Açık Piyasa İşlemleri Nedir?
Açık piyasa işlemleri (APİ), parapolitikası uygulaması çerçevesinde, merkez bankalarının kısa
vadeli faiz oranlarınınbelirlenen düzeylerde oluşmasını sağlamak ve finansal piyasalardaki likiditeyi
etkin bir şekilde düzenlemek amacıyla, menkul kıymet alım ve satımı ile para piyasası işlemleri
yapmasıdır. Banka, piyasadaki likidite açığı ya da fazlasının geçici olduğu koşullarda repo ve ters
repo işlemlerine başvurmaktadır. Merkez banksı açısından repo işlemi, menkul kıymetlerin belirli
bir süre sonunda geri satım vaadiyle alınarak piyasaya geçici olarak para verilmesini; ters repo
işlemi ise menkul kıymetlerin belirli bir süre sonunda geri alım vaadiyle satılarak piyasadan geçici
olarak para çekilmesini ifade eder. Bu işlemlerin yanısıra, piyasada kalıcı likidite sıkışıklığının
olduğu durumlarda menkul kıymetlerin doğrudan alımı, piyasada kalıcı likidite fazlasının olduğu
durumlarda ise doğrudan satımı işlemi yapılmakta; ayrıca likidite senetleri ihraç edebilmektedir.
Bankalararası para piyasası işlemleri de APİ kapsamındadır. Para politikası uygulamasına önemli
bir işleve sahip olan bu piyasada merkez bankası, önceden ilan ettiği faiz aralığında işlem yaparak
piyasa faizlerinin bu aralıkta seyretmesini sağlmaktadır. Ayıca merkez bankası bu piyasada
gerektiğinde son kredi mercii işlevini yerine getirmektedir. Gerekli durumlarda para politikasının
etkinliğini ve esnekliğini artırmak amacıyla Türk parası depo(vadeli mevduat ) alım ya da satım
ihaleleri düzenenebilmektedir
Reeskont Politikası
Reeskont politikası; para ve sermaye piyasalarının gelişmediği 1980’ler öncesinde, merkez bankalarının
en önemli dolaylı politika araçlarındandır. Reeskont politikasının temel amacı, merkez bankalarının
finansal sistem için son ödünç verme kaynağı (mercii) fonksiyonunu yerine getirmesidir. Bu uygulamada
bankalar; merkez bankasınca belirlenen genelde kısa vadeli senetleri, merkez bankasının belirlediği faiz
oranlarından iskonto ettirerek, ihtiyacı olan likiditeyi sağlar. Bu sayede bankacılık sisteminde aniden
ortaya çıkabilecek panik havasını yatıştırmaya çalışır. Diğer bir deyişle, bankalar bu yolla ellerindeki
ticari senetleri, vadeleri dolmadan merkez bankasına kırdırarak rezerv ihtiyaçlarını karşılayabileceklerdir.
Reeskont politikası uygulaması ile merkez bankalarının bankalar aracılığı ile reel sektör firmalarına da
kredi kullandırması söz konusudur ve bu uygulama, ekonomik büyümenin de önemli bir amaç olduğu
eski merkez bankacılığı anlayışını yansıtır. Hatta, geçmişte, merkez bankalarının reeskont politikaları ile
seçilmiş bazı sektörleri desteklemesi, bu sektördeki firmaların ticari senetleri karşılığı kredi vermesi söz
konusu olmuştur. Ancak, piyasaların gelişmesi sonucu açık piyasa işlemlerinin etkinleşmesi ve modern
merkez bankacılığı anlayışı nedeniyle, reeskont politikası artık çok aktif olarak kullanılan bir araç
olmaktan çıkmıştır.
Reeskont Oranı Nedir?
Reeskontun kelime anlamı ikinci kez iskontodur. Reeskont ticari bankaların iskonto ettikleri bir senedi,
likidite sağlamak amacıyla merkez bankasında yeniden iskonto ettirmeleridir. Bu işlemler için merkez
bankası tarafından uygulanan iskonta oranına ise reeskont oranı denilmektedir.
Bankacılık sistemine sağlanan reeskont kredileri üç temel amaç için kullanılmaktadır. Bunlar;
•
Mali açıdan güç durumdaki bankalara yardım,
•
Para ve kredi koşullarını kontrol etmek,
•
Selektif kredi politikalarını etkilemek, olarak sıralanmaktadır.
Merkez Bankasının reeskont oranını yükseltmesi bankaların borçlanma maliyetini arttıracağından
Bankalar merkez bankasından borç almak istemeyeceklerdir. Bu durumda para arzı kısılır. Tersi durumda
ise, para arzı artar.
95
www.hedefaof.com
Zorunlu Karşılıklar
Mevduat kabul eden finansal kurumlar; topladıkları mevduatlara karşılık olarak bu mevduatların, merkez
bankası tarafından belirlenen oran kadar olan bir kısmını merkez bankası’nda tutmakla yükümlüdürler.
İşte bankacılık sistemi tarafından yasal bir zorunluluk olarak tutulan, mevduatın bu bölümüne “zorunlu
karşılık” denir.
Zorunlu karşılık uygulaması; bankalara, mevduat ve mevduat benzeri yükümlülüklerinin belirli bir
oranı kadar tutarı merkez bankası nezdinde bloke ve serbest mevduatlarında tutma zorunluluğu
getirmektedir. Ayrıca, zorunlu karşılıklar ticari bankaların ve merkez bankasının yükümlülükleri arasında
doğrudan bağlantı kurmaktadır. Zorunlu karşılık uygulaması, bankaların ödünç verebilecekleri fonların
miktarlarını etkilemeyi amaçlayan ve fazla likiditenin sterilizasyonu için kullanılan bir para politikası
aracıdır. Merkez bankası zorunlu karşılık oranını yükselterek, bankaların kredi verme imkanlarını
daraltmakta ve merkez bankası nezdinde daha büyük bir miktarda hesap tutmaya zorlamaktadır.
Zorunlu Karşılıkların Temel Fonksiyonları
Hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde zorunlu karşılıklar farklı amaçlarda ve farklı
özelliklerde kullanılmasına rağmen, genel kabul görmüş beş temel fonksiyona sahiptir. Bunlar:
•
Bankacılık sisteminin riskinin azaltılması
•
Bankacılık kesiminin vade ve kredi riskini azaltmak amacıyla, varlıklarının belirli bir oranının
risksiz ve likit olarak tutulmasının sağlanması önemlidir. Böylece, bankaların ani ve aşırı
mevduat çekilişlerinin bir kısmını kendi kaynakları ile karşılayabilmeleri sağlanmakta, kredi
riskleri azaltılmaktadır. Bu şekilde mudilerin korunması ve finansal sisteme olan güvenlerinin
arttırılması amaçlanmaktadır.
•
Para arzını ayarlamak
•
Zorunlu karşılık oranlarının para arzının kontrol edilmesi amacıyla kullanılması, para arzının
para çarpanı ile belirlendiği varsayımına dayanmaktadır. Bu varsayıma göre, merkez bankasının
sunduğu rezerv miktarındaki değişim ile para arzındaki değişim arasında köprü görevini, para
çarpanının kurduğu temel alınmaktadır. Zorunlu karşılık oranı, köprü görevini üstlenen para
çarpanı büyüklüğünün belirlenmesindeki en önemli unsurdur. Para çarpanının büyüklüğü ise
para stokunun belirlenmesinde en önemli faktördür.
•
Kısa vadeli faiz oranlarının istikrarına yardımcı olmak
•
Zorunlu karşılık oranlarının uygulama amaçlarından birisi de, likidite koşullarının değişmesine
paralel olarak gecelik faiz oranlarının istikrarlı bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunmaktır.
Bankacılık sistemindeki mevduat hacmi değişikliklerinin piyasa likiditesi üzerindeki etkisi, bu
mevduatın bir kısmının merkez bankasında zorunlu karşılık olarak kalmasından dolayı azaltılmış
olmaktadır
•
Likidite yönetimi
•
Zorunlu karşılıklar, merkez bankası rezervlerine olan talebin temel belirleyicisi olduğu için;
otonom faktörler yoluyla yaratılan likidite söz konusu karşılıkların ayarlanması suretiyle
denkleştirilmektedir. Ayrıca, zorunlu karşılık oranlarındaki değişimlerle para politikası kontrol
edilmeye çalışılmaktadır. Banka kredileri üzerindeki doğrudan kontrollerin kalkmasıyla, likidite
kontrolünde geçici kısıtlamalar olarak yüksek zorunlu karşılık oranları uygulanabilmektedir.
•
Senyoraj geliri elde etmek
•
Mevduatların bir kısmının merkez bankalarında zorunlu karşılık olarak tutulması ve söz konusu
karşılıklara herhangi bir faiz uygulanmaması ya da düşük oranlarda uygulanması, bankaların
kaynak maliyetlerini arttırmaktadır. Merkez bankaları, uyguladıkları para politikası
çerçevesinde, söz konusu karşılıklara faiz vermemek ya da piyasa faizlerinin altında faiz vermek
suretiyle bir gelir elde etmektedirler. Böylece zorunlu karşılıkların, para politikasının bir
enstrümanı olmanın yanında, gelir yaratan bir fonksiyonu da ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede
zorunlu karşılıklar bankacılık sistemine uygulanan bir vergi olarak yorumlanabilmektedir.
96
www.hedefaof.com
Zorunlu karşılıkların temel fonksiyonlarını sıralayınız.
Senyoraj nedir?
Paranın üretim maliyetiyle üzerinde yazılı değer arasındaki farktır. Devletler bu farkı kasalarına gelir
olarak yazarak, herhangi bir borçlanmaya veya vergi toplamaya ihtiyaç duymadan harcamalarının bir
kısmını finanse edebilir.
MERKEZ BANKACILIĞI VE TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ
BANKASI (TCMB)
Finansal sistem içinde faaliyet gösteren kurumlar arasında yer alan Merkez Bankaları, genel anlamda
bankaların bankası olarak tanımlanabilir. Bu bankalara atfedilen işlevler göz önüne alınarak bir
tanımlama yapmak gerekirse, merkez bankaları; ekonomide likidite derecesi çok yüksek olan kağıt parayı
yaratan, para ve bankacılık sisteminde aktif roller üstlenen finansal kuruluşlar olarak da tanımlanabilir.
Merkez Bankaları geçmişte ekonomik büyümenin sağlanması işsizliğin azaltılması gibi değişik görevler
üstlenmiştir. 1970’li yıllardan sonra ise dünyanın bir çok ülkesinde merkez bankalarının en önemli
görevi, paranın iç ve dış değerinde istikrarın sağlanması olmuştur. Merkez Bankalarının önemi, ekonomik
yapıyı ve politikaları etkileme, aynı zamanda yönlendirme konusundaki güçlerinden kaynaklanmaktadır.
Merkez Bankalarının Temel Görevleri
Merkez bankalarının: bulundukları ülkelerin şartlarına göre değişiklikler göstermekle beraber, hemen her
ülkede geçerli olan temel bir takım ortak görevleri bulunmaktadır. Merkez Bankacılığında uzun yılların
denemeleriyle kendine özgü olan bir takım kurallar meydana gelmiştir. Böylece bir merkez bankacılığı
bilimi doğmuştur. Merkez Bankalarının yerine getirdiği temel görevler şunlardır:
Parasal İstikrarı Sağlama
Merkez bankasının yüklendiği en önemli görev, ülkedeki para sistemini kontrol ederek istikrarlı bir
şekilde çalışmasını sağlamaktır. Merkez bankaları bu görevini yerine getirirken, Zorunlu karşılık oranı,
reeskont oranı, açık piyasa işlemleri gibi para politikası araçlarını kullanılır. Örneğin ekonominin
genişleme veya daralma dönemlerinde reeskront oranlarında yapacağı değişikliklerde merkez bankası
ekonomik konjonktürü etkileyebilir. Ekonomik bir daralma yaşanıyorsa reeskont oranlarındaki bir düşüş,
bankaların merkez bankasından ödünç almalarını teşvik edecektir. Bu durum özel sektöre verilen
kredilerin ve para arzının artmasına yol açacaktır. Ekonomide genişlemenin yaşandığı dönemlerde ise,
merkez bankası reeskont oranını yükseltecek bankaların kendisinden ödünç alma eğilimini azaltacaktır.
Ekonomik genişlemenin yaşandığı dönemlerde ise, merkez bankası reeskont oranını yükseltecek
bankaların kendisinden ödünç alma eğilimini azaltacaktır.
Merkez bankaları parasal istikrarı sağlama görevini nasıl yerine
getirir?
Emisyon (Banknot Çıkarmak)
Banknot çıkarmak merkez bankalarının en temel ve en eski görevlerinden birisidir. Merkez bankaları
altın, döviz, ticari, zirai, sanayi senetleri ve hazine bonoları reeskontu, açık piyasa işlemleri karşılığında
banknot çıkarır.
97
www.hedefaof.com
Devletin Bankacılığını Yapma
Merkez bankalarının tamamı kuruluşlarından itibaren devletin veznedarlığını yapmaya başlamışlardır.
Devletin fonlarını toplama, tutma, aktarma ve bu fonlardan ödemede bulunma işlemlerini gerçekleştirerek
devletin bankerliğini yaparlar.
Son Kredi Merci Olmak
Merkez bankası, en son kredi veren kurum olması nedeniyle diğer bankaların geçici nitelikteki likidite
ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ayrıca bazı durumlarda devletin önemli bir kurumu olan hazine de, kısa
süreli fon ihtiyaçlarını merkez bankası kaynaklarından karşılayabilmektedir.
Krediyi Düzenlemek ve Denetlemek
Kredi denetlenmesi ve düzenlenmesi Merkez bankalarının en önemli görevlerinden biridir. Banknot ihraç
etmek, hazine işlemleri, reeskont işlemleri, merkez bankalarının kredilerinin düzenlenmesi ve
denetlenmesi görevini yerine getirmede kolaylık sağlar.
Banka Rezervlerini Korumak
Merkez bankaları, devletin bankerlik işlerini yapmaları ve banknot çıkarma imtiyazına sahip olmaları gibi
nedenlerle, ticaret bankaları nezdinde bir güven unsuru olmuşlardır. Ticari bankalar, sahip oldukları
mevduatın bir yüzdesini karşılık olarak ayırmaya ve ayırdıkları bu karşılığı merkez bankasına yatırmak
zorundadır.
Merkez Bankalarının Bağımsızlığı
Son yıllarda, dünyanın bir çok ülkesinde merkez bankalarının bağımsızlığı ile ilgili tartışmalar
yapılmaktadır. Bir merkez bankasının bağımsızlığı, paranın iç ve dış değerinde istikrar sağlanması
konusunda yetki verilmesi ile bu yetkileri kendi iradesiyle kullanıp kullanamadığının ölçüsüdür.
Merkez Bankası Bağımsızlığı Nedir? Neden Önemlidir?
Merkez Bankası Bağımsızlığı: Temel ve öncelikli amacı fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez
bankalarının bu amaca yönelik politikalara ve kullanılacak araçlara ilişkin kararlarını kendilerinin
serbestçe almasıdır. Dolayısıyla bağımsızlık, para politikası kararlarının alınmasında ve uygulanmasında
Merkez bankalarının siyasetten ve diğer baskı unsurlarından bağımsız hareket edebilme yeteneğini ifade
etmektedir. Bağımsızlık, merkez bankalarının fiyat istikrarını gerçekleştirebilmeleri açısından büyük
önem taşımaktadır. Fiyat istikrarı uzun vadeli, istikrarlı ve kararlı politika uygulamaları sonucu elde
edilebilmektedir. Bu nedenle Merkez bankaları, kısa vadeli hedefler doğrultusunda politika ürütme
eğiliminde olan siyasi otoriteden bağımsız olarak görevlendirilirler. Bu bağımsız yapı Merkez
bankalarına, kısa vadeli ve geçici amaçlar uğruna fiyat istikrarını bozabilecek politikalar ve gerekli
uyarıları yapabilmeleri uygulamaları için uygun bir ortam yaratmaktadır.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ulusal bir Merkez bankası kuruluşuna öncelik verilmiş ve 30
Haziran 1930 tarihinde 1715 sayılı yasa ile “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” kurulmuş ve banka
1931 yılında faaliyete geçmiştir.
98
www.hedefaof.com
Bankanın İsmi Neden Türkiye “Cumhuriyet” Merkez Bankasıdır?
Yasa tasarısında merkez bankasının, bir Cumhuriyet kurum olduğunu vurgulamak amacıyla Türkiye
Cumhuriyeti ile ilişkilendirilmesi istenmiş; ancak bankanın merkezi idareden bağımsız bir kurum
olduğunu vurgulayabilmek için kamu kurumlarından farklı olarak ismi “Cumhuriyet Merkez
Bankası”olarak belirlenmiştir. “Türkiye Cumhuriyeti” ibaresine ve kısaltılmış şekli olan “T.C” ifadesine
özellikle yer verilmemiştir. Uluslararası ilişkiler göz önüne alınarak bu isim Meclis İktisat encümenindeki
görüşmeler sırasında “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” olarak değiştirilmiştir.
Diğer kamu kurumlarından farklılığının ve bağımsızlığının bir göstergesi olarak anonim şirket
biçiminde hukuki varlığını kazanan banka “umum müdürlük” şeklinde yapılandırılmıştır. Para politikası
yürütülürken, hükümetlerin banka üzerinde politik baskı yapmalarını önlemek amacıyla hazinenin payı
yüzde 15 olarak belirlenmiştir. 14 Ocak 1970 tarihinde kabul edilen 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası kanunu ile bankanın yasal statüsünde, organizasyon yapısında, yetki ve görevlerinde
önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Yeni düzenlemelerle bankanın anonim şirket statüsü korunurken
hazinenin sahip olduğu sermaye payının yüzde 51’den az olamayacağı hükme bağlanmıştır.
TCMB’nın Görevleri
• Para ve kredi politikasını, kalkınma planlarını, yıllık programlar doğrultusunda yürütmek
• Hükümetle ortaklaşa paranın iç ve dış değerini korumak ve gerekli önlemleri almak
• Milli paranın hacim ve tedavülünü düzenlemek
• Bankalara verilecek kredileri kanun, esas ve sınırlamalar doğrultusunda yerine getirmek
• Para arzı ve ekonominin likiditesini düzenlemek amacıyla açık piyasa işlemleri yapmak
• Mevduat ve vade türleri ile vade sürelerini, yükümlülük zamanlarını tespit etmek
• Milli para ile altın ve yabancı paralar arasındaki denkliği hükümetin belirleyeceği esaslar çerçevesinde
tayin etmek
• Altın ve döviz rezervlerini, ülke ekonomisinin çıkarlarına uygun şekilde hükümetçe alınacak kararlar
çerçevesinde yönetmek
• Döviz ve kıymetler madenler üzerine hükümet kararları doğrultusunda işlem yapmak
• Kanuni karşılık ve disponibilite oranlarında gerekli gördüğü değişiklik önerilerini Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM) onayına sunmak
• Öngörülen disponibilite ve kanuni karşılık oranlarını TBMM’si onayına sünmek
• Fiyat istikrarını sağlamak
TCMB’nın Yetkileri
• Türkiye’de banknot ihracı ayrıcalığı tek elden bankaya aittir.
• Banka; kendi işlemlerinde uygulayacağı reeskont, iskonto, faiz oranlarını hükümetin ekonomik
politikasına uygun olarak tespit eder
• Banka; para-kredi konularında karar alma ve hükümete öneride bulunmaya yetkilidir.
• Banka; kanunla kendisine verilen yetki ve görev alanına giren konulara ilişkin yapmış olduğu her
türlü düzenlemelere bankaların uygun hareket edip etmediklerini denetleme yetkisine sahiptir.
99
www.hedefaof.com
Bankanın Danışmanlık Görevler
•
Hükümete, gerektiğinde para ve krediye ilişkin önlemlerin alınması konusunda bir kanunla
kendisine verilen yetkiler çerçevesinde görüş bildirmek
•
Bankacılık ve kredi konuları ile ilgili hususlarda hükümet tarafından istenen bilgileri vermek
•
Hükümete bankaların kuruluş izin ve tasfiyelerinde görüş bildirmek
TCMB’nın yetkileri nelerdir?
BANKACILIK
Bankanın Tanımı
Banka, mevduat kabul eden, bu mevduatı en verimli şekilde çeşitli kredi işlemlerinde kullanmak amacını
güden veya faaliyetlerinin esas konusu düzenli bir şekilde kredi almak yada kredi vermek olan ekonomik
bir kuruluştur. Bir başka şekilde banka; para, sermaye ve kredi konularında her türlü faaliyeti yapan veya
düzenleyen, bireyler ve çeşitli kurumların bu alandaki değişik ihtiyaçlarını karşılama faaliyetini kendisine
temel iş konusu olarak seçen bir ekonomik birim olarak tanımlanabilir. Bankaları bir işletme olarak görür
ve buna göre bir tanım yaparsak banka; ekonomik birimlerin belirli bir zaman dilimi içinde harcamadığı
paraları kabul ederek, bunları belirli bir getiri sağlayacak şekilde değişik alanlara plase eden ödemelerde
aracılık yapan para nakli, senet tahsili, emanet kabulü gibi çeşitli hizmetler gören bir işletme olarak
tanımlanabilir.
Bankacılığın Temel İlkeleri
Bankacılığın temel ilkeleri olarak ifade edilen üç temel ilkenin varlığından söz edilir. Bunlar likitide,
güven ve kâr olarak sıralanmaktadır.
Likidite
Likidite bankacılıkta oldukça önemli bir kavramdır. Tarih likidite yetersizliği sonucu batmış banka
örnekleriyle doludur. Bankacılıkta likidite, bir bankanın minimum kayıp ya da zarar ile olabilecek
mevduat çekilişlerini ödeyebilme ve aynı zamanda piyasanın kredi ihtiyaçlarını karşılayabilme
yeteneğidir. Bankaların ilişki içinde oldukları ekonomik birimlere karşı sorumluluklarını yerine
getirememesi, mevduat sahiplerinin taleplerini karşılayamaması likidite riski olarak tanımlanmaktadır.
Güven
Bankaların gördükleri işler kamu düzen ve çıkarlarıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle bankalara karşı
gösterilen iyi niyetin korunması zorunludur. Bilgi ve tecrübeden yoksun, maddi olanakları ve örgütlenme
kalitesi uygun olmayan kuruluşlar banka unvanını kullanarak halkın bankalara karşı olan güveninin
kötüye kullanabilmektedirler.
Bankacılıkta güven iki yönlü olarak işlemektedir. Örneğin, bir bankanın öz sermayesinin yeterli
olması mevduat sahiplerinin bankaya olan güvenlerini, bankanın kredi müşterisinin kalitesi ise, bankanın
güvenini ilgilendirmektedir. Bankaların kredi verirken müşterinin özelliklerini araştırması kredinin geriye
dönüşünü garanti altına almaya çalışması, mevduat sahibinin de mevduatının batmaması için bankanın
mali gücünü incelemesi hep güven ilkesinin gereğidir.
Kârlılık
Bankacılığın bir önemli ilkesi de kârlılıktır. Bankalar birer işletme olamaları nedeniyle yaşamlarına
devam etmesi kârlılık ile yakından ilgilidir. Bankalar karlılıklarını artırmak için faiz gelirleri ile faiz
giderleri arasındaki farkı maksimum yapmak durumundadırlar. Ancak yüksek enflasyon ve sürekli
müdahaleler nedeniyle faiz oranlarının değişiklik göstermesi, banları muhtemel zararlarla karşı karşıya
100
www.hedefaof.com
bırakabilir. Bu da faiz oranı riski olarak tanımlanır. Piyasa mekanizmasının işleyişi içinde faaliyet
gösteren ve ticari bir işletme olan bankaların nihai amacı, güven ve likidite sağlayarak kârını maksimum
yapmaktır. Ancak bu üç ilkenin birbiri ile kolayca bağdaşmadığı da bir gerçektir.
Bankalarda Sınıflandırma
Bir ekonomide bankacılık sistemi, farklı alanlarda çalışan bütün bankalar topluluğunun yapısal düzen ve
ilişkilerini ifade eder. Çeşitli ülkelerdeki banka sistemleri ve bu sistem içindeki bankalar değişik yapılar
göstermektedir. Ülkelerin finansal sistemleri içinde yer alan bankaları tanımlamak ne kadar güç ise, aynı
şekilde bankaları sınıflandırmak da o anlamda güçtür. Bununla birlikte ekonomilerin bu önemli kurumları
yasal, toplumsal ve ekonomik yönlerine farklı ağırlıklar vererek, değişik şekillerde sınıflandırabilir. Genel
olarak bankalar çeşitli ölçütlere göre sınıflandırılabilir. Bu ölçütler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır;
Örgütlenmenin Yasal Niteliğine Göre Bankalar
Dünyanın hemen bütün ülkelerinde, bankaların kurulabilmesi için yasal açıdan çeşitli kural ve
kısıtlamalar bulunmaktadır. Örgütlenmedeki yasal özellikler açısından bankalar;
•
Şahıs şirketleri şeklindeki bankalar
•
Sermaye şirketleri şeklindeki bankalar
•
Özel yasalarla kurulmuş bankalar olarak üç grupta toplanabilir.
Mülkiyet Yapılarına Göre Bankalar
Sermayesinin ait olduğu kesimler açısından bankalar,
•
Kamu bankaları
•
Özel bankalar
•
Karma bankalar
•
Yabancı bankalar olarak sınıflandırılır.
Şube Sayılarına Göre Bankalar
Bankaları şube sayılarına göre sınıflandırdığımız zaman karşımıza iki tür banka çıkmaktadır. Bunlar;
•
Çok şubeli bankalar
•
Tek veya az şubeli bankalar
Satın Alma Gücü Yaratımına Göre Bankalar
Bankacılık sistemi içinde üretilen satın alma gücünün hepsi aynı niteliklere sahip değildir. Örneğin
merkez bankaları temel para ile bir satın alma gücü yaratır. Buna karşılık, mevduat ya da ticaret
bankalarının ürettiği satın alma gücü kaydi para niteliğindedir. Ancak bankacılık sistemi içinde satın alma
gücü üretmeyen bankalar da bulunmaktadır.
Satın Alma Gücü Yaratan Bankalar: Satın alma gücü yaratan bankalar temel para yaratan (merkez
bankaları) ve kaydi para yaratan bankalar (ticaret bankaları) olarak ikiye ayrılır. Bunlardan temel para
yaratan bankalar, para basımı ve ekonomideki likidite akımını denetleme yetkilerini kanunlarla elde
ederler. Kaydi para yaratan bankalar ise, kısa vadeli para ve kredi işleri yapmaya yetkili, mevduat ya da
ticaret bankaları şeklinde örgütlenmiş bankalardır.
101
www.hedefaof.com
Satın Alma Gücü Yaratmayan Bankalar: Bu bankalar, genellikle kısa vadeli para ve kredi işleri
yapmayan, mevduat kabul etmeyen, bu anlamda para üretme olanağından yoksun olan bankalardır.
Merkez bankaları ile ticaret (mevduat) bankalarının dışında kalan bankalar, genellikle bu tür bankalardır.
Ekonomik Fonksiyonlarına Göre Bankalar
Bu sınıflandırma, bankacılıkta yaygın olan, çok bilinen ve bu anlamda yoğun olarak kullanılan bir
sınıflandırma türüdür. Ekonomik fonksiyonlarına göre yapılacak bir sınıflama, diğer sınıflama
biçimlerinden daha önemlidir. Buna göre bankalar, gördükleri ekonomik hizmetin özelliklerine göre sekiz
grupta incelenebilir. Bunlar;
•
Emisyon Bankaları (Merkez Bankaları),
•
Ticaret (Mevduat) Bankaları,
•
Yatırım ve Kalkınma Bankaları,
•
Halk Bankaları,
•
Tarım ve Kredi Bankaları,
•
Dış Ticaret Bankaları,
•
İpotek Bankaları,
•
Maden Bankaları, olarak sıralanmaktadır.
Bankaların Görevleri
Bankaların kuruluş amaçlarına göre değişik faaliyetleri olmasına ragmen, yerine getirdikleri temel
görevleri şu şekilde sıralayabiliriz;
•
Aracılık: Bankalar tasarrufu olan kişi ve kuruluşlardan mevduat olarak topladıkları fonları, kredi
olarak talep eden kişi ve kuruluşlara aktarmada aracılık ederler.
•
Kaynakların Etkin Kullanımı: Bankalar, topladıkları ve dönüşüme tabi tuttukları fonları
ekonominin öncelikli alanlarına aktararak kaynakların yeniden tahsisine aracılık etmekte, atıl
fonları ekonomiye kazandırarak, hem mevduat sahiplerinin hem de kredi kullananların
maksimum hasıla elde etmelerine olanak sağlamaktadır.
•
Kaynaklara Akıcılık Sağlama; Bankacılık sistemi paranın transferi sistemi olma görevi ile ulusal
ve uluslararası düzeyde kaynaklara akıcılık sağlar. Bir başka değişle, paranın bir süre için
ihtiyacı olmayandan ihtiyacı olanlara aktarılması işlevini görür.
•
Ekonomik Ajanların Sahip Oldukları Maddi Varlıkların Rasyonel Biçimde Kullanımını Sağlama;
Halkın parasal, finansal ve reel aktiflerinden oluşan mal varlıklarının kullanım biçimi üzerinde,
bankacılık kesiminin oluşturduğu, faiz seçenekleri, gelir imkanları, vade farkları ve nakit akışı
kolaylıklarının önemli rolü vardır.
•
Kaydi para Yaratma: Ekonomide biri mevduat bankaları tarafından yaratılan kaydi para, diğeri
merkez bankası tarafından piyasaya sunulan kağıt para olmak üzere iki tür para söz konusudur
(ufaklık paraların toplam içindeki payı çok küçük olduğundan göz ardı edilebilir). Kaydi para;
maddi varlığı olmayan, sadece bankaların hesaplarına alacak ve borç kaydı düşülmek suretiyle
yaratılan bir değişim ve ödeme aracı olarak tanımlanabilir. Bankaların müşterilerine kredi
açması ve bu kredi limitleri içinde çek kullanma hakkı tanıması veya kredi kartı uygulamaları da
kaydi para yaratabilmektedir.
•
Gelir ve Servet Dağılımını Etkileme: Bankacılık sistemi izlediği kredilendirme politikası ile
ekonomide gelir ve servet dağılımını etkileyebilmektedir.
102
www.hedefaof.com
•
Hizmet Fonksiyonu: Hizmet sektörünün en önemli kurumlarından biri olan bankaların, bu
doğrultuda değişik görevleri bulunmaktadır. Bankacılık sektöründe hizmet, kişiselleştirilmiş
veya kolektif bir fayda üretimi, bir malın dönüşümü ya da sunuma hazır hale getirilmesi şeklinde
ortaya çıkabilmektedir. Bankaların sağladığı başlıca hizmetler;
• Eldeki paranın muhafaza edilebileceği güvenli bir yer sağlamak,
• Tedavüldeki paranın toplanması ve ödenmesi, işlemlerini yerine getirmek,
• Ticari senetleri iskonto veya tahsil etmek, İştiraklerde bulunmak,
• Çek ve akreditif işlemleri yapmak,
• Kambiyo işlemleri yapmak,
• Havale işlemleri yapmak,
• Müşteri adına menkul kıymet alım ve satımı yapmak
• Kefalet ve teminat mektubu vermek,
• Müşterilere kredi konusunda ve finansal konularda danışmanlık yapmak,
• Kiralık kasa hizmeti vermek
• Müşterilere seyahat çeki, kredi kartı gibi kolaylıklar sağlamak,
• Elektrik, su, doğalgaz gibi işlemlerin tahsil ve ödemesini yapmak, olarak sıralan maktadır.
103
www.hedefaof.com
Özet
Para; mal ve hizmet değişiminde genel olarak
kabul edilen şeydir. Üstelik sadece mal
değişiminde değil, tek taraflı borç ödenmesinde
de paranın herkes tarafından kabul edilme
özelliğine sahip bulunduğunu görüyoruz. Bu
durumda bir şeyi para yapan ona paralık niteliğini
kazandıran en önemli unsur herkesin onu kabul
etmesidir denebilir. Paranın fonksiyonları,
geleneksel ve modern fonksiyonlar olarak ikiye
ayrılmaktadır. Geleneksel fonksiyonlar; hesap
birimi, mübadele aracı ve tasarruf aracı olma
fonksiyonlarıdır. Paranın modern fonksiyonları;
ekonomik
faaliyetleri
desteklemesi
veya
kösteklemesi, geliri yeniden dağıtma ve
egemenlik fonksiyonlarıdır.
• Mali paranın
düzenlemek
hacim
• Para arzı ve ekonominin likiditesini
düzenlemek amacıyla açık piyasa işlemleri
yapmak
• Mevduat ve vade türleri ile vade sürelerini,
yükümlülük zamanlarını tespit etmek
• Milli para ile altın ve yabancı paralar
arasındaki denkliği hükümetin belirleyeceği
esaslar çerçevesinde tayin etmek
• Altın ve döviz rezervlerini, ülke ekonomisinin
çıkarlarına uygun şekilde hükümetçe alınacak
kararlar çerçevesinde yönetmek
• Döviz ve kıymetler madenler üzerine
hükümet kararları doğrultusunda işlem
yapmak
• Kanuni karşılık ve disponibilite oranlarında
gerekli gördüğü değişiklik önerilerini Türkiye
Büyük Millet Meclisi (TBMM) onayına
sunmak
M1 = Nakit + Vadesiz Mevduatlar
Geniş Tanımlı Para Arzı (M2): Özü itibariyle
M1’in üzerine Vadeli mevduatların ilave
edilmesiyle oluşur. Bu durumda M2’nin formülü
şöyledir.
• Öngörülen disponibilite ve kanuni karşılık
oranlarını TBMM’si onayına sünmek
M2 = M1 + Vadeli Mevduatlar
• Fiyat istikrarını sağlamak
En Geniş Tanımlı Para Arzı (M3); Türkiye’de
kullanılan en geniş tanımlı para arzı, M3, M2’yi
oluşturan büyüklükler yanında resmi kuruluşlar
mevduatı ve TCMB’deki diğer mevduatları
kapsamaktadır. Bu durumda; M3 aşağıdaki gibi
oluşur.
TCMB’nın yetkileri:
Mevduatı
• Türkiye’de banknot ihracı ayrıcalığı tek elden
bankaya aittir.
• Banka; kendi işlemlerinde uygulayacağı
reeskont, iskonto, faiz oranlarını hükümetin
ekonomik politikasına uygun olarak tespit
eder
+
• Banka; para-kredi konularında karar alma ve
hükümete öneride bulunmaya yetkilidir.
Para politikası amaçları; Fiyat istikrarı, tam
istihdam, iktisadi büyüme, mali piyasalarla
birlikte faiz oranları ve döviz kurlarında istikrarın
sağlanmasıdır. Bu amaçlar arasında fiyat istikrarı,
merkez bankası tarafından yürütülen para
politikasının birincil amacı olurken, diğerleri
ikincil amaçlar olarak düşünülür. Para
politikasının araçları ise; Açık piyasa işlemleri,
Reeskont politikası ve Zorunlu karşılıklardır.
• Banka; kanunla kendisine verilen yetki ve
görev alanına giren konulara ilişkin yapmış
olduğu her türlü düzenlemelere bankaların
uygun hareket edip etmediklerini denetleme
yetkisine sahiptir.
Bankaların görevleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Aracılık, kaynakların etkin kullanımı, kaynaklara
akıcılık sağlama, ekonomik ajanların sahip
oldukları maddi varlıkların rasyonel biçimde
kullanımını sağlama, kaydi para yaratma, gelir ve
servet dağılımını etkileme, hizmet fonksiyonu
TCMB’nın görevleri:
• Para ve kredi politikasını, kalkınma planlarını,
yıllık programlar doğrultusunda yürütmek
• Hükümetle ortaklaşa paranın iç ve dış
değerini korumak ve gerekli önlemleri almak
104
tedavülünü
• Bankalara verilecek kredileri kanun, esas ve
sınırlamalar doğrultusunda yerine getirmek
Dar Tanımlı Para Arzı (M1): Çoğu ülkede dar
anlamda para arzı M1 ile ifade edilmektedir.
Dolaşımdaki nakit miktarı ile bankacılık
sistemindeki vadesiz mevduatların toplamıdır.
M3=M2+Resmi
kuruluşlar
TCMB’daki Diğer Mevduat
ve
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım
I.Hesap birimi olma fonksiyonu
4. Aşağıdakilerden hangisi dar tanımlı para arzını
vermektedir.
II.Tasarruf aracı olma fonksiyonu
a. M2=M1+Vadeli mevduatlar
III.Ekonomik faaliyetleri destekleme fonksiyonu
b. M1=Nakit+Vadesiz mevduatlar
IV.Hakimiyet aracı olma fonksiyonu
c. M3=M2+Resmi mevduat+TCMB’daki digger
mevduatlar
1. Yukarıdakilerden hangileri paranın gelenek sel
fonksiyonlarındandır.
d. M2Y=M2+Döviz tevdiat hesapları
e. M3Y=M3+ Döviz tevdiat hesapları
a. I, II, IV
5. Bankaların yarattıkları paraya ne ad verilir.
b. III, IV
c. I, II
a. Baz para
d. II, III, IV
b. Para çarpanı
c. Para arzı
e. I, IV
d. Kaydi para
2. Trampaya dayalı bir ekonomide mübadele nin
gerçekleşmesi için aşağıdakilerden hangisine
ihtiyaç yoktur?
e. Rezerv para
6. Nakit tercih oranı (c=0,04), zorunlu karşılık
oranı (r=0,06) ise; para çarpanının (m) değeri kaç
olur?
a. Karşılıklı mal mübadele edecek iki kişi
bulunmalı (Ave B gibi şahıslar),
b. A’nın seçmek istediği mal B’nin aradığı mal
olmalı,
a. 10,4
c. B’nn teklif ettiği mal A tarafından talep
edilmeli,
c. 15,8
d. A ve B bu mal değişiminden karlı olacakları
düşüncesinde olmalı,
e. 24
e. Mal değişimine aracılık eden finansal bir
kurum olmalı
7. Nakit tercih oranı (c=0,05), zorunlu karşılık
oranı (r=0,03) ve baz para (B=60 milyar ) ise;
para arzının değeri kaç olur?
3. Paranın sadece “muamle aracı” fonksiyonu
üzerinde duran yaklaşım, aşağıdakilerden
hangisidir?
a. 685 milyar a. Klasik yaklaşım
c. 545,6 milyar b. Monetarist yaklaşım
d. 750,8 milyar c. Gurley-Shaw yaklaımı
e. 787,5 milyar d. Merkez bankası yaklaşımı
8. Bankaların iskonto etmiş oldukları senetleri
likidite sağlamak amacıyla merkez bankasında
yeniden iskonto ettirme işlemine ne ad verilir?
b. 20,6
d.12
b. 495,5 milyar e. Keynesyen yaklaşım
a. Reeskont
b. Zorunlu karşılık
c. Açık piyasa işlemi
d. Repo
e. Disponibilite işlemi
105
www.hedefaof.com
9. Aşağıdakilerden hangisi merkez bankasının
görevlerinden biri değildir?
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
a. Parasal istikrarı sağlama
1. c Yanıtınız yanlış ise “Paranın Tanımı ve
Fonksiyonları” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
b. Emisyon
c. Devletin bankacılığını yapma
e. Banka rezervlerini koruma
2. e Yanıtınız yanlış ise “Paranın Tanımı ve
Fonksiyonları” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. Aşağıdakilerden hangisi ticari bankaların ye
rine getirdikleri temel görevlerden biri değildir?
3. a Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
a. Aracılık
4. b Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
d. Ödemeler dengesini sağlama
b. Kaynaların etkin kullanımı
5. d Yanıtınız yanlış ise “Bankacılık” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
c. Fiyat istikrarnı sağlama
d. Kaydi para yaratma
6. a Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
e. Kaynaklara akıcılık sağlama
7. e Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
8. a Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
9. d Yanıtınız yanlış ise “Merkez Bankacılığı ve
TCMB” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. c Yanıtınız yanlış ise “Bankacılık” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
106
www.hedefaof.com
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 3
Sıra Sizde 1
Açık piyasa işlemleri (APİ), en geniş anlamıyla
finansal enstrümanların (hazine bonosu ve devlet
tahvili, merkez bankası senetleri ve birinci derece
özel sektör senetleri) açık piyasada merkez
bankası tarafından ya birincil piyasada ya da
ikincil piyasada alınarak veye satılarak,
bankacılık sisteminin toplam rezervlerini
daraltarak veya genişleterek, nihai olarak ülkenin
para arzını etkileyebilmek olarak tanımlanabilir.
Paranın bu fonksiyonuna “değer ölçüsü” olma
veya “muhasebe birimi” gibi isimlerde
verilmektedir. Bir ekonomide bütün mal ve
hizmetlerin değeri para ile ifade edilir. Para bütün
değerleri ölçen ve belirten bir araç olarak kabul
edildiğine göre ekonomik hayattaki bütün
hesaplar da para ile yapılmaktadır. Bir tüketici
satın alacağı malların hesabını para ile yapacak,
bir üretici maliyetlerini para ile hesap edecektir.
Bu bakımdan parayı bir hesap birimi olarakta
düşünebiliriz.
Sıra Sizde 4
Bankacılık sisteminin riskinin azaltılması, Para
arzını ayarlamak, Kısa vadeli faiz oranlarının
istikrarına yardımcı olmak, likidite yönetimi,
Senyoraj geliri elde etmek
Mübadele Aracı Olarak Para: Paralı ekonomi
lerde mübadeleler malın mal ile ya da malın
hizmet ile değiştirilmesi şeklinde olmayıp, önce
malın paraya çevrilmesi ve sonra para aracılığı ile
istenen malın satın alınması şeklinde yürütül
mektedir.
MAL
PARA
Sıra Sizde 5
Merkez bankaları bu görevini yerine getirirken,
Zorunlu karşılık oranı, reeskont oranı, açık piyasa
işlemleri gibi para politikası araçlarını kullanılır.
MAL
Tasarruf Aracı Olarak Para: Paranın değerinin
korunduğu ülkelerde insanlar gelirlerinin tasarruf
etmek istedikleri bir kısmının tamamını ya da
belli bir bölümünü para olarak saklamak isterler.
Bu bakımdan parayı bir çeşit tasarruf aracı
olarakta kabul etmek gerekir
Sıra Sizde 6
• Türkiye’de banknot ihracı ayrıcalığı tek elden
bankaya aittir.
• Banka; kendi işlemlerinde uygulayacağı
reeskont, iskonto, faiz oranlarını hükümetin
ekonomik politikasına uygun olarak tespit
eder
Sıra Sizde 2
Klasik Yaklaşım: Ülkedeki para arzı, ödeme aracı
olarak genel kabul gören şeylerin toplamıdır.
Buna göre para arzı; fiilen dolaşımdaki ufaklık ve
kağıt paraların toplamı ile çekle ödemelerin
yaygınlaştığı ülkelerde çeke tabi mevduatın
toplamından ibarettir
• Banka; para-kredi konularında karar alma ve
hükümete öneride bulunmaya yetkilidir.
• Banka; kanunla kendisine verilen yetki ve
görev alanına giren konulara ilişkin yapmış
olduğu her türlü düzenlemelere bankaların
uygun hareket edip etmediklerini denetleme
yetkisine sahiptir.
Monetarist Yaklaşım: Bu yaklaşıma göre para
arzı tanımına, fiilen tedavüldeki para ve vadesiz
mevduatlar yanında ticari bankalardaki vadeli
mevduat da girmektedir.
Gurley Shaw Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre,
halkın alternatif likit olarak kabul edilebileceği
tüm mali değerler para arzı kapsamına alınma
lıdır. Bunlar; nakit, vadesiz mevduat, vadeli mev
duat, tasarruf ve kredi kurumları, hisse senet
leridir.
Merkez Bankası Yaklaşımı: Bu yaklaşım para arzı
ile kredi arzını özdeş olarak kabul etmekte ve bu
suretle en geniş sayılabilecek para arzı tanımını
kabul etmektedir. Kredi, sadece ticari bankaların
mevduata dayanarak açtıkları kredi olmayıp, her
türlü kaynaktan açılan kredi anlaşılmaktadır.
107
www.hedefaof.com
Yararlanılan Kaynaklar
Afşar, A., Afşar, M. (2010). Finansal Ekonomi.
Ankara: Detay Yayıncılık.
Aksoy, T. (1998). Çağdaş Bankacılıktaki Son
Eğilimler
ve
Türkiye’de
Uluslarüstü
Bankacılık, Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu,
Yay. No:109
Bocutoğlu, E. (2005). Makro İktisat Teoriler ve
Politikalar. Trabzon: Derya Kitapevi.
Çepni E. (2010) Ekonomik Göstergeler ve
İstatistikler Rehberi. Bursa: Seçkin Yayıncılık,
Çolak, F. E. (2010) Makro Ekonomik
Göstergelerin Yorumlanması, Ankara: Elif
Yayınevi.
Önder, T (2005). Para Politikası Araçları,
Amaçları, ve Türkiye Uygulaması (Uzmanlık
Yeterlilik Tezi), Ankara: Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası, Piyasalar Genel Müdürlüğü,
Parasız, İ. (1999). Para Ekonomisi, Bursa: Ezgi
Kitapevi Yayınları.
Takan, M. (2002). Bankacılık, Teori Uygulama
ve Yönetim, Ankara: Nobel Yayınları.
Yıdırım, K. Karaman, D. Taşdemir, M. (2010).
Makro Ekonomi, Ankara: Seçkin Yayıncılık
www.tcmb.gov.tr. “Dünden Bugüne Türkiye
Cumhriyet Merkez Bankası”, 2008
108
www.hedefaof.com
www.hedefaof.com
6
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Döviz piyasası ve özelliklerini açıklayabilecek,
Döviz piyasasındaki işlemler ve işlemcileri tanımlayabilecek,
Döviz kuru kavramlarını ayırt edebilecek,
Döviz kuru sistemlerini aktarabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Döviz
Döviz Piyasası
Döviz Kuru
Döviz Kuru Sistemi
İçindekiler
Giriş
Döviz Piyasası
Döviz Kuru
Döviz Kuru Sistemleri
Kur Değişmelerini Açıklamaya Yönelik Teoriler
110
www.hedefaof.com
Döviz Piyasası ve Döviz Kuru
GİRİŞ
İstisnaları olmakla birlikte, dünyada her bağımsız ülkenin bir ulusal parası bulunmaktadır. Yabancı ülke
paralarına veya para yerine geçen her türlü ödeme araçlarına döviz denmektedir. Bu bağlamda yabancı
ülkenin parasına döviz, döviz arz ve talebinin karşılaştığı piyasaya döviz piyasası ve bir ülke parasının
diğer ülke parası cinsinden fiyatına döviz kuru denir. Döviz piyasası bir ülkeye ya da bir yere ilişkin
değildir. Burada dövizin fiyatı oluşur. Döviz piyasası, bireylerin, firmaların ve bankaların yabancı para ya
da nakit yerine geçen banka havalesi, ödeme emri vb. gibi araçların alım satımı yaptıkları örgütlü bir
çerçevedir.
Bir ülkede ödemeler nakit ve kaydi para (döviz çekleri, bonolar, havaleler, ödeme emirleri, yabancı
mevduat sertifikaları) ödeme araçları ile yapılarak farklılaştırıldığı gibi, uluslararası ödemelerde finansal
akımlar da aynı paralel de nakit para ve kaydi para şeklinde meydana gelmekte ve birincisi “efektif”
ikincisi ise “döviz” olarak adlandırılmaktadır.
Uluslararası ticarette, bir tarafta bir ülkenin vatandaşı olan alıcı, diğer tarafta ise başka bir ülkenin
vatandaşı olan satıcı vardır. Yurtiçi ticaretten farklı olarak, bu tür ekonomik işlemde en az iki farklı ulusal
para söz konusudur. Bu durumda bir ülke parasının diğer ülke parasına çevrilmesi gerekir. İşte döviz
kuru, iki milli para birimi arasındaki değişim oranıdır. Döviz kurunun belirlenmesinde genelde esnek ve
sabit döviz kuru çerçevesinde tartışılsa da günümüzde alternatif döviz kuru sistemleri bir hayli
çoğalmıştır. Bunun dışında, kurlardaki değişmeyi açıklayan teoriler ise, geleneksel teorilerden ticaret
akımları ve satın alma gücü paritesi ile çağdaş teorilerden parasalcı yaklaşım ve portfolyö dengesi
teorileridir
DÖVİZ PİYASASI
Döviz piyasaları, bireylerin, bankaların ve firmaların yabancı paraları alınıp sattığı piyasalar, ya da ulusal
paranın başka bir paraya dönüştürülmesini sağlayan ortamlardır. Herhangi bir dövizin, örneğin doların
piyasası, doların başka paralarla alınıp satıldığı Londra, Zürih, Paris ve New York gibi merkezlerin
tümünden oluşur. Döviz piyasalarında yapılan işlemlerin büyük bölümü ulusal para ile yabancı paraların
birbirlerine dönüştürülmesi biçimindedir. Ancak doğal olarak bazı tür işlemler de doğrudan ya da dolaylı
olarak bir yabancı paranın başka bir yabancı paraya dönüştürülmesi biçiminde olabilir.
Dünyada tek bir para birimi kullanılıyor olsaydı, döviz piyasalarına da gerek kalmazdı. Örneğin altın
standardını kullanıyor olsaydık, ulusal paraların birbirlerine dönüşümünü sağlayacak ortak bir paydaya
sahip olurduk. Ancak bu olmadığı gibi çoğunlukla ülkelerin farklı para birimleri vardır ve bunların ulusal
para birimine çevrilebilmesi içinde ayrı bir mekanizma oluşturulması gerekir. Bu da doğal olarak döviz
piyasasıdır.
Döviz ve Efektif
Giriş kısmında da tanımlandığı üzere, bir ülkede ödemeler nakit ve kaydi para (döviz çekleri, bonolar,
havaleler, ödeme emirleri, yabancı mevduat sertifikaları) ödeme araçları ile yapılarak farklılaştırıldığı
gibi, uluslararası ödemelerde finansal akımlar da nakit para ve kaydi para şeklinde meydana gelmekte ve
birincisi efektif ikincisi ise döviz olarak adlandırılmaktadır. Döviz, yabancı paralar cinsinden ve yabancı
111
www.hedefaof.com
ülkelerde ödenebilir kaydi para olarak tanımlanmaktadır. Yani nakit olmayan uluslararası bütün ödeme
araçları döviz kapsamına girmektedir. Bankalarla banka dışı işletmeler arasında ödeme aracı olarak
birinci derecede dövizler tercih edilmektedir. Bankalar arası döviz ticareti ise, genellikle yabancı
bankalardaki yabancı para cinsinden muhafaza edilen mevduatlar aracılığıyla yapılmaktadır.
Diğer yandan, yabancı ülke banknotları ve madeni paraları, örneğin, ABD Doları, AB Euro’su, Japon
Yeni Türkiye’de efektif olarak tanımlanmaktadır. Kısaca nakit yabancı paralara efektif döviz denir.
Efektifler bir bankada ticari hesaba alacak olarak yatırılması işlemi ile dövize dönüştürülebilirler. Ancak,
Toplam döviz işlemleri içinde nakit şeklindeki alım satımların payı oldukça düşüktür. Asıl ağırlığı
oluşturanlar ise dışarıda bir bankada tutulan fonların devredilmesini sağlayan araçlardır. Bunlar elektronik
havaleler, döviz çekleri, ödeme emirleri, yabancı mevduat sertifikalarıdır. Hatırlayacağınız gibi bunlara
daha önce döviz ismini vermiştik.
Döviz ve nakit kavramlarını açıklayınız.
Döviz Piyasalarının İşlemcileri
İleride de inceleyeceğimiz gibi döviz piyasasının iki ayağı bulunmaktadır. Bunlardan birisi “toptan
piyasa” diğeri ise “perakende piyasa”dır. Toptan piyasada işlem hacmi milyon dolar ya da eşdeğer
dövizler düzeyindedir. Perakende piyasada ise, banka ile müşteri arasındaki işlemler belli bir hacimde
olmakla birlikte, genellikle küçük miktarlıdır.
Piyasanın bu iki ayağında faaliyet gösteren işlemciler genelde şu grupları kapsarlar: Bankalar ve
banka dışı mali kurumlar, dış ticaret ve dış yatırım işlemleriyle uğraşan bireyler ve firmalar, spekülatörler
ve arbitrajcılar, merkez bankası ve hazine, döviz brokerleri ve enflasyona karşı korunmak isteyen küçük
tasarrufçular.
Döviz Piyasasındaki İşlem Türleri
Döviz piyasasında işlemler anında (peşin, vadesiz, spot), vadeli (forward) ve swap ( takaslama) olmak
üzere üç şekilde yürütülmektedir.
Anında işlemlerde örneğin bir banka ile bir ithalatçı aralarında, 30 Nisan 2012 tarihinde 1 milyon
dolar değerindeki bir döviz satış-alım sözleşmesi imzaladıklarında, banka ithalatçının hesabına 1 milyon
doları anında (en fazla 2 gün içinde) transfer eder, ithalatçıda bankaya 1 milyon dolar karşılığı Türk
Lirasını anında öder. Buna karşılık vadeli işlemlerde, banka ile bir ithalatçı 30 Nisan 2013 tarihinde 1
milyon dolar değerinde bir döviz alım-satım sözleşmesi imzaladıklarında, banka ithalatçının hesabına 1
milyon doları ileriki bir tarihte (Örneğin 30 ya da 180 gün sonra) transfer etmeyi, ithalatçı da bankaya bir
milyon dolar karşılığı Türk Lirasını, sözleşmede belirlenen kurdan ileriki bir tarihte ( 30 ya da 180 gün
sonra) ödemeyi taahhüt eder.
Döviz piyasasında gerçekleştirilen işlemlerin bir bölümü de swap şeklinde yapılır. Swap bir yabancı
paranın, belirli miktarının teslim tarihleri (valör) farklı olmak üzere, aynı anda alınması ve satılması
biçiminde yapılan işlemlere verilen isimdir. Bunlara geri dönüşümlü işlem de denebilir. Alım ve satım
işlemleri aynı karşı taraf, yani banka veya bir broker ile yapılır. İki işlem birbirine bağlı olarak
gerçekleştirilir. Anlaşma aynı karşı taraf ile tek işlem biçiminde yapıldığı, başka bir deyişle araya bir
zaman farkı girmediği için kur riski söz konusu olmaz.
Döviz piyasası işlem türlerini kısa kısa açıklayınız
Döviz Piyasalarının Özellikleri
Hatırlayacağınız gibi, bir mal veya ekonomik varlığın arz, talep ve fiyat yönünden özellikleri piyasa
kavramını oluşturur. Ekonominin işleyişi içinde döviz diğer ekonomik varlıklar gibi işlem görür. Dövizin
112
www.hedefaof.com
arz ve talebe bağlı olarak, ele alınan ülkenin ulusal parası cinsinden fiyatı vardır. Döviz piyasalarının
kendine has bir takım özellikleri bulunmaktadır. Buna göre:
•
Döviz piyasasında alıcı ve satıcılar arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Satıcılar dövizi bir aracı
kuruma satarak alıcılarda aracı kurumlardan satın alırlar. Bu aracı kurumların başında bankalar
gelir.
•
Döviz piyasalarında aracılık görevi yapan bir de brokerler vardır. Bunlar kendi adlarına alım
satım yapmazlar. Özellikle belli bir yabancı para cinsinden döviz pozisyonu fazlası bulunan
bankalarla aynı para cinsinden döviz pozisyonu eksiği veren bankalar arasında aracılık görevi
yaparlar.
•
Satın alınan dövizler döviz talebini oluşturur. Ellerinde döviz bulunduran kimseler ulusal para
karşılığında bu dövizleri bankalara satmak isteyebilirler. Döviz arzı da bunları kapsar.
•
Döviz işlemi yapan bankalar dünyanın farklı yöreleri ile sürekli bir iletişim içindedirler. Döviz
piyasası 24 saat boyunca faaliyet sürdürmektedir.
•
Döviz piyasasının sürekli açık olmasının önemi; bir merkezde çalışma saatleri sona erdikten
sonra/ örneğin Londra) dünyanın başka bir yöresinde açık bulunan piyasalarda ( Örneğin New
York) kurları etkileyebilecek bazı gelişmeler olabilmesidir.
•
Döviz piyasaları tan rekabet piyasasına en yakın piyasalardır.
Bu özelliklerinin yanında döviz piyasaları bir takım fonksiyonlarda üstlenmişlerdir. Bunlar; satın
alma gücünün transferi, kredi sağlama ve kur riskinden korunmadır:
Satın alma gücü transferi: Başka ülkelerle ticarette bulunmak veya mali işlem yapmak için ilgili
ülkelerin, ya da ona dönüştürülebilen bir üçüncü ülke parasına gerek duyulur. Döviz piyasasının temel
fonksiyonu ulusal paraların birbirine dönüştürülmesini sağlayarak uluslararası ticaret, yatırım veya mali
fon transferine olanak vermesidir.
Kredi sağlama: Dış ticarette uygulanan akreditif, banka kabulü gibi uygulamalar aynı zamanda bir
finansman tekniğidir. Söz gelişi akreditif ile ödemede ihracatçı malını gemiye yükleyip usulüne uygun
olarak düzenlediği sevk evrakını ithalatçı bankanın kendi ülkesindeki muhabirine sunduğu vakit banka
tarafından kendisine ödeme yapılır. Diğer yandan ithalatçı da malı teslim almak üzere evrakları bankadan
teslim aldığında ödemede bulunur. Böylece de sevk sırasında işlemin finansmanı dış ticarete aracılık eden
bankalar (döviz piyasası) tarafından karşılanmış olur. Kredi işlevi yalnız bununla da sınırlı değildir.
Normal olarak ihracatçının malın sevkinden önce, örneğin malı piyasadan tedarik etmek veya imal
ettirmek için, ithalatçının da stoklara ilâve ettiği malı satıncaya kadar kısa vadeli finansmana ihtiyaçları
olabilir. Piyasa, yine bu tür ihtiyaçlar için ilgililere kredi sağlama olanaklarına sahiptir.
Riskten korunma: Gerek mal ticareti ile uğraşan ithalatçı ve ihracatçılar, gerekse yabancı piyasalarda
ödünç fon arayanlar veya dış yatırım yapmak isteyenler beklenmedik kur risklerinden bir zarara
uğrayabilirler. O bakımdan da kur risklerini gidermeye veya en aza indirmeye yönelik işlemlere ilgi
duyarlar. Döviz piyasasının önemli bir fonksiyonu da ilgili taraflara kur riskinden korunma (hedging)
olanağı sağlamasıdır.
Çevrenizde ulaşabildiğiniz Uluslararası İktisat kitaplarının Döviz
Piyasası bölümlerini inceleyiniz.
DÖVİZ KURU
Döviz fiyatlarına döviz kuru adı verilir. Döviz kurunu her hangi bir yabancı paranın ulusal para cinsinden
değeri olarak tanımlayabiliriz. Dünya da döviz kurunu açıklayan ülkelerin büyük bir çoğunluğu bu tanımı
kullanırken, az sayıda ülke ulusal paranın yabancı para cinsinden tanımını döviz kuru olarak almaktadır.
Her hangi bir paranın ulusal para cinsinden ifade edilmesine dolaysız kotasyon, ulusal paranın yabancı
para cinsinden ifadesine de dolaylı kotasyon adı verilir.
113
www.hedefaof.com
•
Kotasyon bir yabancı paranın ulusal para üzerinden değerinin hesaplanmasıdır.
•
Dolaysız kotasyon; döviz kuru yabancı para biriminin değiştirilebildiği ulusal para miktarı
biçiminde tanımlanır. 1 $ = 1,8
•
Dolaylı kotasyon; bir birim ulusal para ile değiştirilebilen yabancı para miktarı biçiminde
tanımlanan döviz kurudur. 1= 1/1,8 $
Döviz kurları, ekonomik faaliyetleri etkileyen önemli göstergelerden biridir. Döviz kurları diğer
fiyatlar gibi bir fiyattır ve mal piyasası ile ilgilidir. Döviz kurlarındaki değişmeler, ekonomik faaliyetlerin
seyrini etkilediğinden, döviz kuru değişmelerinin istikrarlı bir çizgi izlemesi, ekonomik istikrarı olumlu
yönde etkileyecektir. Bu nedenle, döviz kurundaki değişimi de, tıpkı diğer fiyatlarda olduğu gibi,
ekonomik istikrar açısından incelenmeli ve önemli bir ekonomik gösterge olarak, ekonomik faaliyetleri
etkileme ve ekonomik faaliyetlerden etkilenme gücü dikkate alınmalıdır.
Denge Döviz Kuru
Döviz arz ve talebi içinde ağırlıklı yeri genellikle mal ve hizmet akımları oluşturur. Ancak son yıllarda
sermaye akımları da dikkat çekecek düzeylere çıktığı da unutulmamalıdır.
Döviz talep eğrisi normal mallarda olduğu gibi negatif eğilimlidir. Yani döviz kuru yükseldikçe döviz
talebinin azaldığı, döviz kuru düştükçe döviz talebinin arttığını gösterir. Döviz talebini belirleyen
etmenler ise, diğer ülkelerden yapılacak ithalat, diğer ülkelere yapılacak borç ödemeleri, diğer ülkelere
yapılacak yatırım miktarıdır.
Döviz arz eğrisi ile döviz kuru arasında normal koşullar altında pozitif yönlü bir ilişki vardır. Yani
döviz kuru yükseldikçe döviz arzı artar, döviz kuru düştükçe döviz arzı azalır. Döviz arzı, ülkenin mal ve
hizmet ihracatı yanında yabancı ülkelerden yapılacak dış borç alımları ve yabancıların ülkeye yapacakları
yatırım miktarına bağlıdır.
Döviz piyasasında denge döviz kuru, döviz arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada gerçekleşir.
Denge kuru, döviz arz ve talebini eşitleyen döviz fiyatıdır.
Şekil 6.1: Döviz Piyasasında Denge
Cari kurdan piyasa dengesi sağlanmışken arz ve talep güçlerinde bir değişme olmadığı sürece denge
kuru değişmez. Bu kararlı bir denge halini ifade eder. Yani arz ve talep eğrileri sabitken, döviz kurunun
herhangi bir nedenle denge düzeyinin altına ya da üstüne kaydığını varsayarsak, bu kurlardan piyasa
dengesi sağlanamaz. Şekilde de görüldüğü gibi, OK kurundan OM kadar döviz işlemi yapılmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi K fiyatının altında veya üzerindeki herhangi bir fiyat, OM miktardaki döviz
işlemini aşması veya aynı seviyeye gelmesi mümkün değildir. K fiyatını altında gerçekleşen bir fiyat,
döviz talep fazlası(döviz arz açığı), K’nın üzerindeki bir fiyat ise, döviz arz fazlasına (döviz talep açığı)
yol açar.
Denge döviz kuru nasıl olu ur?
114
www.hedefaof.com
Döviz Alış ve Satış Kuru
Bankalar ve döviz ticareti yapan öteki kuruluşlar döviz kurlarını alış kuru ve satış kuru olarak ayrı ayrı
kote ederler. Satış kurları alış kurlarının üzerindedir. Yani banka döviz düşük fiyattan alıp yüksek fiyattan
satar. Alış ve satış kurları arasındaki farka "kur marjı" denir. Bu fark işlem giderleri ile banka karlarını
kapsar.
PS: Satış Kuru
PA: Alış Kuru
Bu marj yüzdesini yıllık olarak ifade edersek;
Kur Marjı=
PS XPA
360
X
X100
Gün Sayısı
PS
Alış ve satış kurlarının farklı oluş nedenleri;
•
Yapılan döviz işleminin tutarı önem taşır. Büyük miktardaki işlemlerde alım-satım marjı düşük,
küçük milattaki işlemlerde marj büyüktür.
•
Yabancı paranın piyasasındaki istikrarsızlıklar etkili olur. Döviz fiyatlarındaki iniş ve çıkışlar
arttıkça marjlarda büyür.
•
Paranın gelecekteki piyasa koşulları hakkındaki bekleyişlerin etkisi vardır.
Efektif kurda alış satış marjının yüksek oluşunun nedenleri,
•
Efektif kurlardaki bu farkın yüksek olmasının nedenleri efektif dövizlerin genellikle ufak
miktarda alınıp satılmasıdır.
•
Nakit paranın bazı tehlikeleri vardır. Sahte olma, Çalınma gibi.
•
Nakit paranın getirisi yoktur.
Dolaysız Kur ve Çapraz Kur
İki ulusal para arasında piyasada fiilen uygulanan değişim oranına dolaysız kur denir.
1$ = 1.8 dolaysız kur.
Farklı paraların kurlarının dolar gibi ortak payda üzerinde hesaplanmasına "çapraz kur" denir. Çapraz
kur yöntemiyle belirlenenler ise dolaylı kurlardır.
1 $ = 1.8 Euro. Çapraz kur.
Çapraz kur belirlemede $ başa yazılır. Nedeni ise doların rezerv para olmasıdır.
Piyasada geçerli kurlar nominal kurlardır. "Nominal kurların" ilgili dönem içindeki enflasyon oranına
göre düzeltilmesinden elde edilen kurlara "reel kur" adı verilir.
Eğer merkez bankası müdahaleleri ile nominal kurların geçerli enflasyon oranına göre arttırılmasına
izin verilmemiş ise reel kurlar nominal kurların altına düşer. Ülkenin dış ticaret bilançosu bundan çok
olumsuz etkilenir.
1 $ = 1.8 Nominal Kur
Reel kuru aşağıdaki formül yardımıyla hesaplayabiliriz:
R = E×
Pd
Pi
Burada;
R: Reel döviz kuru
115
www.hedefaof.com
E: Nominal döviz kuru
Pd: Nominal kurların dış enflasyon oranı
Pi: Yurtiçi enflasyon oranını, sembolize etmektedir.
Buradan hareket ederek şöyle diyebiliriz: Baz alınan bir döneme göre, geçen zaman içinde ülkedeki
göreceli enflasyon oranı, dış ülkelerden daha yüksek olması durumunda, reel döviz kurları nominal döviz
kurlarının altına düşmüş olur. Ulusal paranın yapay olarak aşırı değerlendirilmesi olan bu durum, diğer
taraftan ülkenin uluslararası piyasalarda rekabet gücünün düşmesine neden olur. Tersine, yurtiçi
enflasyon hızı dış dünyadan daha düşükse, o taktirde reel kur nominal kurdan daha yüksektir; ulusal para
eksik değerlendirilmiş olur ve bu durumda ülkenin dış rekabet gücü yükselmiş olur.
Reel kur nasıl hesaplanır? Sonuçları nasıl yorumlanır?
Döviz Arbitrajı
Herhangi bir döviz, menkul değer, mal veya üretim faktörünün belli fiyat farklılıklarından yararlanmak
üzere, farklı piyasalarda eşanlı olarak alınıp satılması şeklinde yapılan işlemlere arbitraj adı verilir.
Burada alım ve satım birbirine bağlı tek bir işlem biçiminde yapılmakta risk faktörü olmamaktadır.
Ayırıcı özelliği ise, aynı andaki fiyat farklılıklarından yararlanmak düşüncesidir. Ekonomik açıdan en
büyük etkisi ekonomik varlığın bütün piyasalarda aynı anda tek fiyatının oluşmasını sağlamaktır. “Tek
Fiyat Kanunu” adı verilen bu kural yurtiçi ve uluslararası piyasalar için geçerlidir. Koşulları ise;
•
Serbest piyasa koşullarının uygun olması gerekir. Ülkeye döviz giriş çıkışı serbest olmalıdır.
•
Aynı anda olması, yani işlemlerin (alım ve satımın) anında yapılmasıdır.
İstanbul
New York
1$ = 1.5
1$ = 2.0
1 $ başına 0,5 Kazanılır. İstanbul piyasasından dolar alınır ve bunlar New York piyasasında 'ye
dönüştürülür.
Döviz Spekülasyonu
Alım satım konusu olan ve fiyatlarında iniş çıkışlar görülen kolay taşınabilen ve bozulmadan saklanabilen
tüm mallar üzerinde spekülasyon yapılabilir. Bir kimsenin kendi yaptığı tahminlere dayanarak fiyatında
yükselme beklediği ekonomik varlığı satın alması, fiyatında düşme beklediklerini de satması yoluyla kâr
sağlama faaliyetidir. Döviz spekülasyonunda ise, herhangi bir yabancı paranın değer kazanacağını tahmin
eden birisi, ileride satmak amacıyla o parayı bugünden satın alır. Yabancı paralarda düşüş bekleyen
spekülatörler o paraları satarlar. Fiyatı gerçekten düşerse daha ucuza alarak kâr etmiş olurlar.
Spekülasyonun ayırıcı özelliği ilerideki fiyat değişmelerinin bugünden tam olarak bilinmemesi, geleceğe
ait bir belirsizliğin bulunmasıdır. Spekülatörler döviz kurlarındaki değişmelerin tahmin edilmesinde
ülkenin ödemeler bilançosu durumu, faiz oranları, enflasyon oranı, ihracattaki değişmeler ve dış borç
ödemeleri gibi tüm etkenleri dikkate almak durumundadır.
Konvertibilite
Konvertibilite, bir ülkenin parasının döviz piyasalarında serbestçe öteki ülke paralarına dönüştürülebilme
özelliğine sahip olmasıdır. Konvertibilitenin ilk koşulu ülkede yasalara göre serbest bir döviz piyasasının
varlığıdır. Ulusal paranın yabancı paraya dönüştürülmesi için dövizlerin ithal ve ihracatı tamamen serbest
olmalıdır.
116
www.hedefaof.com
Konvertibilitenin yararları;
•
Uluslararası ödeme ve denkleştirme işlemlerinin bürokrasiden kurtulması,
•
Dış ticareti ve mali ilişkileri geliştirmesi,
•
Dünya ekonomisinin karşılaştırmalı üstünlük modeline uygun biçimde gelişmesine katkıda
bulunmasıdır.
Konvertibilitenin koşulları ise,
•
Dış ticaret dengesi sağlanması,
•
Yeterli döviz rezervlerine ulaşmak ve bunları korumak,
•
Serbest döviz piyasası oluşturmak,
•
Gerçekçi ve reel döviz kuru politikası izlemek,
•
Para ve sermaye piyasalarını mümkün olduğunca uluslararası piyasalarla bütünleştirmek, olarak
sıralanır.
Konvertibilitenin yararlarını ve ko ullarını belirtiniz.
DÖVİZ KURU SİSTEMLERİ
Bu bölümün başlarında döviz ve döviz piyasası incelendi. Bu bilgileri tamamlamak üzere döviz kuru
sistemleri tanıtılacaktır. Döviz kuru sistemleri genelde “esnek (dalgalı)” ve “sabit” döviz kuru
çerçevesinde tartışılsa da günümüzde alternatif döviz kuru sistemleri bir hayli çoğalmıştır.
Esnek (Dalgalı) Kur Sistemi
Esnek kur sisteminde ülke parasının değeri piyasa tarafından belirlenmektedir. Döviz piyasasına yapılan
müdahaleler kurların istenilen düzeyde oluşmasını sağlamak yerine, bu piyasalardaki gereksiz
dalgalanmaları önlemek ve değişimleri daha ılımlı hale getirmek için yapılmaktadır. Bu sistemde para
politikası daha etkin hale gelmekte ve ülkenin tutması gereken uluslararası rezerv miktarı azalmaktadır.
Bu sistemde döviz kurları aynen rekabetçi piyasa koşulları altındaki bir mal gibi arz ve talep güçlerinin
işleyişine bırakılmıştır.
Şekil 6.2: Esnek Döviz Kuru Sistemi
Toplam döviz talebi daha önceden de belirtildiği gibi, ülkenin mal ve hizmet ithali ile yurt dışına ihraç
edilmek istenen sermaye miktarından oluşur. Şekil; 6,2 de “S” döviz arz eğrisini, “D” döviz talep eğrisini
ve “E” ise denge döviz kurunu ifade etmektedir. Görüldüğü gibi, döviz talebindeki artış kuru
yükseltmektedir. Yükselen kur yabancı mallara talebi düşürerek, döviz talebinin de düşmesini sağlamakta
ve kuru tekrar eski düzeyine çekmektedir.
117
www.hedefaof.com
Yine şekil 6.2’dan görüldüğü gibi, döviz arz ve talebinin eşit olduğu noktada yani E noktasında
ödemeler bilançosu dengesi sağlanmıştır. Serbest değişken kur sistemi altında döviz talebinin D den D' ne
kayması durumunda da “E1” noktasında denge sağlanmış olacaktır. Şayet hükümet kur düzeyini “R0”
düzeyinde tutmak isterse “M0-M2” kadar açık doğacaktır. Merkez bankasının açığı karşılamak için buna
eşit miktarda dövizi satışa çıkarması gerekecektir.
Dış dengeyi sağlamak üzere Merkez bankasının piyasaya yaptığı müdahalelerle kur değişmeleri
arasında ters bir ilişki vardır. Literatürde esnek kur sistemi ile sabit kur sistemini savunanlar arasında
tartışmalar vardır. Örneğin esnek (dalgalı) kur sistemini savunanların bu sistem üstün yönlerini aşağıdaki
gibi belirtmişlerdir:
•
Ulusal paranın gerçek değerini yansıtır. Sabit ve resmi kurlar paranın gerçek değerini yansıtmaz.
•
Dış ödemeler bilançosu dengesini sağlar. Dış denge kendiliğinden sağlanmaktadır.
•
İç ekonomik politika uygulamalarında bağımsızlık. İç denge amacına yönelik politika
uygulamalarında bağımsız hareket etme olanağı elde edilir.
•
Dış rezerv ihtiyacının azalır.
•
Ekonomiyi dış şoklardan koruma.
•
Sadelik.
•
Ani ve büyük kur değişikliklerinden korunma.
•
Karşılaştırmalı üstünlükler modeline uygun ticaret.
Bunlara karşılık, esnek (dalgalı) kur sisteminin aleyhindeki görüşler de aşağıdaki gibidir:
•
Ticaret ve yatırımları caydırıcı etki yaratır.
•
Esnekliklerin düşüklüğü durumunda piyasada istikrar sağlanamaz.
•
İstikrar bozucu spekülasyona yol açar.
•
Yurtiçi enflasyon kontrolden çıkarır.Ulusal paranın değer kaybetmesi durumunda dışarıdan ithal
edilen temel gıda maddelerinin fiyatları yükselir. Bu ise sendikaları reel ücreti korumak için
ücret artışı talebinde bulundurmaya yöneltir.
•
Maliyet enflasyonu yaratır.
•
Ödemeler bilançosunun disiplininin bozulmasına yol açar
•
Kısa dönem kur değişmelerinde hedefi aşma durumu ortaya çıkar.
Sabit Kur Sistemi
Bu sistemin ana özelliği döviz kurlarının piyasa gelişmelerine göre değişmesine izin verilmeyip, ilke
olarak aynı düzeyde sürdürülmesidir. Sabit kur sisteminde döviz kurlarının istikrarı Merkez Bankasını
döviz piyasasına alıcı ve satıcı olarak müdahalesiyle sağlanır. Bunun için Merkez Bankasının elinde
yeterli miktarda altın ve yabancı döviz stokunun olması gerekir. Bu stoka döviz ya da kambiyo istikrar
fonu adı verilir. Örneğin döviz kurları yükselmeye başladığı zaman Merkez Bankası piyasaya döviz sürer,
düştüğünde ise piyasadan döviz çeker. Bu işlemler sayesinde döviz kurunda istikrar sağlar. Kuşkusuz
Merkez Bankasının bu şekilde döviz kurlarını belli bir seviyede tutabilmesi için ödemeler bilançosunun
sürekli olarak açık vermemesi gerekir. Aksi durumda er ya da geç Merkez Bankasının elindeki döviz
rezervleri tükenecektir. Bu durumda eğer Merkez Bankası mevcut kurları aynen muhafaza etmek isterse
döviz alım satımdaki serbestiyi kaldırıp döviz kontrol sistemine geçmesi gerekir.
Sabit kur sisteminde hükümetin belirlediği döviz kurunu ( yapısal bir döviz talep fazlası nedeniyle) bir
süre sonra yükseltmesine ( hükümetin ulusal paranın değerini düşürmesine) devalüasyon denir. Buna
118
www.hedefaof.com
karşılık hükümetin belirlediği döviz kurunu (yapısal bir döviz arz fazlası nedeniyle ) bir süre sonra
düşürmesine (hükümetin ulusal paranın değerini yükseltmesine) revalüasyon denir.
Sabit döviz kuru sisteminde Merkez Bankası belirlediği kurun önceden açıkladığı üst ve alt sınırlar
arasında yani belirli bir bant içinde değişmesine izin verir. Bu bağlamda piyasa kuru bandın yukarıdan
dışına çıkınca Merkez Bankası, kuru savunmak için döviz satar. Tersine aşağıdan çıkınca döviz satın alır.
Aşağıdaki şekilde de görülebileceği gibi, alt ve üst destekleme sınırlarının aşılması müdahalenin
gelmesine yol açar.
Şekil 6.3: Sabit Kur Sistemi
Kaynak: Seyitoğlu, H. (2009), Uluslararası İktisat, Güzem Can Yayınları, İstanbul, s.737.
Döviz piyasalarında ulusal paralarının değerinin parite etrafında % 1 oranında dalgalanmasına izin
verilir. Buna göre paranın piyasada alabileceği en yüksek üst destekleme noktası, en düşük değerde alt
destekleme noktasını oluşturur. Bu iki değer arasında piyasa kurları arz ve talep koşullarına bağlı olarak
bir değere sahip olabilir.
•
Üst Destekleme Noktası = 2.02
•
Alt Destekleme Noktası = 1.98
Örneğin Türk halkının tercihlerinin Amerika mallarına doğru kaymasıyla talep eğrisi sağa doğru
kayacaktır. Bu durumda dolar yükselme eğilimi gösterecektir. Ancak fiyatların üst destekleme noktasını
geçmesine izin verilmediği için Merkez Bankası dolar satmaya başlar. Ancak Amerika’da, Türk mal ve
hizmetlerinin artmasıyla dolar arz eğrisi sağa doğru kayarsa, Dolar alt destekleme noktasının altına inme
eğilimi gösterecek, bu duruma Merkez Bankası piyasadan Dolar alarak müdahale edecektir.
Eğer ulusal para bir süreden beri alt veya üst destekleme noktalarında sürünüyor ise, kur belirlenen
düzeyde sürdürülebilme olanağı kalmamıştır. Bu durumda Merkez Bankasının piyasaya sürekli müdahale
etmesi olanaksızdır. Bu yüzden hükümetler kurları zaman zaman yeniden belirlemek yoluna giderler.
Sabit kur sisteminin ayarlanabilir olması bu yüzdendir.
Devalüasyon ve Revalüasyon kavramlarını açıklayınız
Alternatif Döviz Kuru Sistemleri
Yukarıda açıkladığımız iki temel döviz kuru sisteminin dışında, başka döviz kuru sistemleri de
bulunmaktadır. Bunlar literateratürde genellikle “alternatif döviz kuru sistemleri” olarak gruplandırılır.
Gözetimli Dalgalanma
Bu kur sisteminde parasal otorite döviz kurlarına müdahale etmekle birlikte, bu müdahaleler önceden
belirlenmiş kurallara göre yapılmaz. Parasal otorite müdahalelerini, karar alma mekanizmasını bir takım
119
www.hedefaof.com
ekonomik göstergeler doğrultusunda, o an için iyi olduğunu düşündüğü bir şekilde çalıştırarak
gerçekleştirmektedir.
Bu sistemde kurlar ilke olarak serbest dalgalanmaya bırakılmıştır. Ancak bu Merkez Bankasının
denetimi altında yürütülen bir dalgalanma yaklaşımıdır. Kurlar arz ve talebe göre değişir. Fakat aşırı
kabul edilen bazı değişmeler Merkez Bankası piyasada döviz dış ve satışları ile giderilir. Döviz
piyasasında kısa süreli bir talep fazlası ortaya çıkınca Merkez Bankası bu talep fazlasının belirli bir oranı
kadar piyasaya döviz satışı yapar. Böylece ulusal paradaki değer kaybı yumuşatılmış olur. Böyle bir
politika izlenmesi kurlardaki uzun vadeli trendi etkilemeden kısa süreli dalgalanmaların şiddetini azaltır.
Merkez bankası müdahaleleri, kısa vadedeki iniş çıkışları kontrol altına almak için yapılırsa buna
“Temiz Dalgalanma” denir. Fakat kuru yükseltmeyip ihracatı arttırmayı, ithalatı azaltmayı hedefliyor ise
“Kirli Dalgalanma” denir.
Aralık İçinde Dalgalanma
Bu tür bir sistem de, kurların belirlenen bir aralık içinde serbestçe dalgalanmalarına izin verilmektedir.
Serbest dalgalanan ve sabit kur sisteminin bir bileşimi gibi algılanabilecek bu kur sistemi, esnekliği ve
istikrarı beraberinde getirir. Merkez parite olarak belirlenen aralığın ortalama değeri, kurlara bir belirlilik
kazandırırken, kurların bu aralık içinde dalgalanabilmesi dışsal şokların etkisini azaltmaktadır.
Kaygan Aralık
Kaygan aralık sisteminde, bir önceki sistemden farklı olarak, aralığın ortalama değeri(merkez kur)
sabitlenmiştir. Bu ortalama değer belli olmayan sürelerle ayarlanmaktadır. Genelde yüksek enflasyon
gözlenen ekonomilerde uygulama alanı bulan bir sistemdir. Ayarlanabilir merkez kur sayesinde kurun
aşırı değerlenmesi engellenmektedir.
Yönlendirilmiş Sabit Aralık
Yönlendirilmiş sabit aralık sisteminde, ülke parasının değeri önceden açıklanmış sabit bir değer etrafında
belirli limitler içinde dalgalanmaktadır. Fakat esas alınan sabit değer seçilmiş ekonomik göstergeler ve
özellikle ödemeler dengesindeki gelişmelere bağlı olarak ayarlanabilmektedir. Yönlendirilmiş sabit aralık
sistemin alışılmış sabit kur sisteminden farkı, sabit kur üzerinde bir baskı oluştuğunda, gerekli
ayarlamanın bir anda değil belirli aralıklarla ve sıklıkla yapılıyor olmasıdır.
Yönlendirilmiş Sabit Parite
Bu kur sisteminde ülke parasının değeri sabitlenmiştir. Ancak bu sabit değer, aynı yönlendirilmiş sabit
aralık sisteminde olduğu gibi, o ülkenin seçilmiş ekonomik göstergelerine ve özellikle ödemeler
dengesindeki gelişmelere bağlı ayarlanabilmektedir. Bu sistem yönlendirilmiş sabit aralık sistemi ile
karşılaştırıldığında, daha katı bir yapıya sahiptir. Sabit kur sistemleri ile karşılaştırıldığında ise, bu
sistemden farklı olarak sabit kur üzerinde bir baskı oluştuğunda, gerekli ayarlamanın bir anda değil,
belirli aralıklarla ve sıklıkla yapılıyor olmasıdır.
Ayarlanabilir Sabit Kur Sistemi
BrettonWoods sistemi olarak da bilinen bu sistemde, kur sabit olmakla birlikte parasal otorite süresiz bir
şekilde bu kuru sürdürmek zorunda değildir. Belirlenen kur uygulanan ekonomik politikalarla tutarsızca
arzu edilen yönde değiştirilebilmektedir.
Para Kurulu
Ülke parasının seçilecek olan yabancı bir para ile sabit kurdan değişimini öngören ve belirli yasal
düzenlemeleri gerektiren bir sistemdir. Bu sistemde para otoritesi ülke parasını yalnız yabancı para girişi
karşılığı basmaktadır. Ayrıca Merkez Bankasının parasal düzenlemeler ve son kredi mercii gibi
geleneksel fonksiyonlarına son vermektedir.
120
www.hedefaof.com
Ortak Para Alanları
Yakın ekonomik ilişkide bulunan bir grup ülkenin ulusal paralarını sabit kurlarla birbirine bağlayıp, öteki
paralara karşı dalgalanmaya bırakmaları ile oluşturulur. Ülkelerin paraları arasındaki kurlar sabittir.
KUR DEĞİŞMELERİNİ AÇIKLAMAYA YÖNELİK TEORİLER
Dış Ticaret Akımları Yaklaşımı
Kur değişmelerini açıklamaya yönelik teorilerden dış ticaret akımları yaklaşımı, bir ülkenin parasının
değerini belirleyen faktör, o ülkenin mal ihracatı ve ithalatıdır. İhracatın ithalattan büyük olması yani dış
ticaret bilançosu fazla vermesi durumunda ülke parası değer kazanır. Aksine, dış ticaret bilançosu
açığında, yani ihracatın ithalattan küçük olması durumunda ülke parası değer kaybeder. Bu süreci
aşağıdaki gibi gösterebiliriz.
•
İhracat > ithalat ise, ulusal paranın dış değeri yükselir.
•
İthalat > ihracat ise, ulusal para değer yitirir.
Bu teoriye göre, ülkenin ithalat ve ihracatını etkileyen tüm faktörler aynı zamanda paranın dış değerini
etkiler. Örneğin; reel gelir artışı, ithal mal talebini artırır, bu talep döviz kurunu yükseltir ve paranın
değeri düşer. Dış dünyaya göre daha hızlı büyüyen ülkenin ulusal parası, döviz piyasalarında değer
kaybına uğrayacaktır. Ama gerçek hayatta hızla büyüyen ülkelerin paralarının da değer kazandığı
görülebilmektedir. Bu durum ise dış ticaret akımları yaklaşımının her zaman gerçek durumu
açıklayamadığını gösterir. Yani bu yaklaşıma göre dış ticaret bilançosu açık veren ülkelerin ulusal
paralarının değer yitirmesi gerekirken gerçek hayatta bu ülke paralarının değer kaybetmediği
görülmüştür.
Satın Alma Gücü Paritesi Yaklaşımı
Tek fiyat kanununun döviz piyasalarına uygulanmış şeklidir. Ticarete konu olan malın, mevcut döviz
kurundan ulusal paraya çevrilmiş fiyatının, dünyanın her yerinde aynı olması gerekir. Bu sonucu sağlayan
arbitraj mekanizmasıdır. Örneğin gümrük tarifeleri ve taşıma giderlerinin bulunmaması durumunda;
Geçerli kur: 2 = 1$
ve
Buğday (1 Tonu) Amerika'da 100$, Türkiye'de ise 210 ise,
Bu durumda ABD'de buğday daha ucuzdur. Buğday ABD'den alınıp Türkiye'de satılarak ton başına
10 veya 5$ kazanılır.
Satın alma gücü paritesinin; biri “mutlak satın alam gücü paritesi” diğer ise “göreceli satın alam gücü
paritesi” olmak üzere, iki ayrı türü bulunmaktadır.
Mutlak Satın Alma Gücü Paritesi
Bir ülkedeki fiyatlar, cari döviz kurlarından diğer ülke paralarına dönüştürüldüğünde tüm bu ülkelerde
aynı olmalıdır. Yani herhangi bir ulusal paranın satın alma gücünün dünyanın her yerinde aynı olması
demektir. Bu sonucu sağlayan yine arbitraj mekanizmasıdır. Malların tümünün fiyatlarını ifade etmek için
fiyat indeksleri kullanılır.
Satın alma gücü paritesi aşağıdaki denklem ile ifade edilir:
Pi = E × Pd
Burada;
Pi: İç fiyat endeksi
121
www.hedefaof.com
E: döviz kuru
Pd: dış fiyat endeksi, ile sembolize edilmektedir.
Döviz kuru ise;
E=
Pi
Pd
olarak hesaplanır. İç fiyat indeksi ne kadar yüksek ise, döviz kuru da o kadar yüksek olur.
Mutlak satın alma gücü paritesi yaklaşımının bir takım sakıncaları bulunmaktadır. Bunları aşağıdaki
gibi sıralayabiliriz:
•
İki ülke arasında birbirleriyle karşılaştırılacak fiyat indeksleri bulmak güç olmaktadır.
•
Her ülkede fiyat indekslerinin kapsamına giren malların ağırlıkları farklıdır. Mallar arasında
kalite farklılıkları bulunur.
•
Mutlak satın alma gücü paritesi sermaye akımlarını ihmal eder.
•
Üretilen birçok mal fiyat indekslerinin kapsamına girdiği halde dış ticarete konu olmamaktadır.
•
Ülkeler arasında fiyat eşitliğini engelleyebilecek legal ya da yapay birçok engel ve müdahaleler
bulunmaktadır.
Göreceli Satın Alma Gücü Paritesi
Fiyat ve kurların mutlak büyüklüğü değil, bunlardaki göreceli değişmeler ele alınır. Göreceli satın alma
gücü paritesine göre kurlardaki değişme iki ülke arasındaki enflasyon oranlarına bağlıdır.
FT − FA =
E1 - E 0
E0
Burada;
E0: 0 dönemindeki döviz kuru
E1: 1 dönemindeki döviz kuru
FT: Türkiye'deki enflasyon oranı
FA: Amerika'daki enflasyon oranı, ile sembolize edilmektedir.
Buna göre; yabancı ülkeye göre ulusal ekonomide enflasyon ne kadar yüksek ise, döviz kuru da o
ölçüde yüksek olmalıdır.
Örneğin;
2012 yılında 1$ = 1,80
FT = 0,15
FA = 0,05 ise,
2013 yılında dolar Türk Lirası kuru ne olmalıdır? Yukarıdaki formüle verileri aktardığımızda, 2013
yılı kuru, 1 dolar = 1.98 Türk lirası olacaktır.
Burada; enflasyon farkını yani % 10’u, 2012 kuru ile çarpıyoruz (0,10x 1,80 = 0,18) 0,18 bulunuyor.
Bulduğumuz değeri 2012 yılı kuruna ilave ettiğimizde (1,80+ 0,18 =1,98) sonuç, 1,98 bulunmaktadır.
Genellikle kısa dönemlerde satın alma gücü paritesinin geçerliliğinin daha düşük olduğu görülmüştür.
Bunun nedeni ise kur değişmeleri ile fiyat değişmeleri arasındaki zaman süresi farklılıklarıdır.
122
www.hedefaof.com
Döviz kurlarının; hükümet müdahalelerine bağlı olarak, göreceli enflasyon oranlarından daha düşük
ölçülerde yükseltilmesine, ulusal paranın aşırı değerlenmesi olayı denmektedir. Döviz kurlarının iç ve dış
enflasyon farklarından daha yüksek oranda artırılması ise, reel kurun nominal kurun üzerine çıkması ve
ulusal paranın eksi değerlendirilmesine neden olur.
Parasalcı Yaklaşım
Bu yaklaşımın temel amacı dış dengeyi sağlama mekanizmasını açıklamaya yöneliktir. Bir malın fiyatının
o malın arz ve talebine bağlı olduğu şeklindeki genel ilkenin, ulusal paralar için de geçerli olduğunu
savunmaktadır.
Döviz kurları paranın arz ve talebine göre belirlenir. Arz edilen para miktarı, talep edilen miktarı
aşarsa o para döviz piyasasında değer kaybeder.
•
Para talebi sabit iken, Para arzı
↑
ise, Para stoku
↑
Harcamalar
↑
Döviz talep
↑
Döviz fiyatı
↑ ve ulusal para değer kaybedecektir.
•
Para talebi sabit iken, para arzı
↓ ise, ulusal para değer kazanır.
Para arzı kadar para talebindeki değişmelerde döviz kurunu etkiler.
•
Yurtiçi reel gelir artışı, Faizlerdeki düşme
=>döviz talebi
↓ Para
Talebi
↓ Fiyatlar
genel düzeyindeki
↑
↓ ve döviz kurları ↓
Para talebi sabitken para arzının Türkiye'de artması 'nın değerini düşürür. Ancak ABD para arzını
aynı oranda artırıyor ise Türk lirası, Dolar karşısında değer kaybına uğramayacaktır. Bunun yanında,
göreceli arz artışları kuru yükseltici, talep artışları kuru düşürücü etki gösterir. Yani enflasyon oranı
görece yüksek ülkelerde ulusal para değer kaybeder, düşük ülkelerde ise ulusal para değer kazanır. Bu
durum döviz kurlarının döviz arz ve talebine göre bağlı olarak serbestçe değiştiği durumlarda geçerlidir.
Portfolyö Dengesi Yaklaşımı
Döviz kurlarında görülen günlük dalgalanmaları yabancı menkul değerlerin arz ve talebine göre
açıklamaya çalışır. Portfolyö teorisinin temel görüşüne göre belirli bir sermaye fonuna sahip olan
yatırımcı, bu fonlarını çeşitli menkul değerler arasında o şekilde dağıtacaktı ki, kabul edilebilecek bir risk
düzeyinde portfolyösünden elde etmeyi beklediği gelir oranı maksimum yapsın. Belirli bir anda Portfolyö
dengesi sağlamış iken, eğer tahsis faktörlerinden birisinde değişme olursa yatırımcı yeni dengeye ulaşmak
için portfolyösünde stok düzenlemelerine girişir. Tahsis değişkenleri menkullerin beklenen getiri ve risk
oranlarını etkileyen faktörlerin tümüdür.
Değişmelere tepki niteliği taşıyan portfolyö düzenlemeleri çok hızlı ve anında gerçekleştirilir. Ayrıca
yatırımcının portfolyösündeki mali varlıklar, oldukça uzun süreler boyunca biriktikleri için, bunların
toplamı göreceli olarak büyük hacimlere ulaşmıştır. O nedenle portfolyö düzenlemeleri döviz kurlarında
ani ve şiddetli değişmelere yol açmaktadır.
Portfolyö dengesi yaklaşımında kısa dönemli kur değişmeleri, hem gerçekleşen değişmelere, hem de
gelecekteki bekleyişlere dayalı olarak portfolyö ayarlamak ile açıklanmaktadır. Cari işlemler dengesi,
para arzındaki artışlar gibi değişmeler, piyasa bekleyişlerini etkilediği ölçüde döviz kurlarında değişmeye
neden olurlar.
123
www.hedefaof.com
Özet
Döviz piyasaları, bireylerin, bankaların ve
firmaların yabancı paraları alınıp sattığı piyasalar,
ya da ulusal paranın başka bir paraya
dönüştürülmesini sağlayan ortamlardır. Bu
piyasalarda üç tür işlem yapılmaktadır. Bunlar:
anında (peşin, vadesiz, spot), vadeli (forward) ve
swap ( takaslama)dır. Piyasada faaliyet gösteren
işlemciler genelde şu grupları kapsarlar: Bankalar
ve banka dışı mali kurumlar, dış ticaret ve dış
yatırım işlemleriyle uğraşan bireyler ve firmalar,
spekülatörler ve arbitrajcılar, merkez bankası ve
hazine, döviz brokerleri ve enflasyona karşı
korunmak isteyen küçük tasarrufçular.
Döviz kuru sistemleri genelde esnek (dalgalı) ve
sabit döviz kuru çerçevesinde tartışılsa da
günümüzde alternatif döviz kuru sistemleri bir
hayli çoğalmıştır. Esnek kur sisteminde ülke
parasının
değeri
piyasa
tarafından
belirlenmektedir. Döviz piyasasına yapılan
müdahaleler
kurların
istenilen
düzeyde
oluşmasını sağlamak yerine, bu piyasalardaki
gereksiz dalgalanmaları önlemek ve değişimleri
daha ılımlı hale getirmek için yapılmaktadır. Bu
sistemde para politikası daha etkin hale gelmekte
ve ülkenin tutması gereken uluslararası rezerv
miktarı azalmaktadır. Bu sistemde döviz kurları
aynen rekabetçi piyasa koşulları altındaki bir mal
gibi arz ve talep güçlerinin işleyişine
bırakılmıştır.
Döviz fiyatlarına döviz kuru adı verilir. Döviz
kurunu her hangi bir yabancı paranın ulusal para
cinsinden değeri olarak tanımlayabiliriz. Dünya
da döviz kurunu açıklayan ülkelerin büyük bir
çoğunluğu bu tanımı kullanırken, az sayıda ülke
ulusal paranın yabancı para cinsinden tanımını
döviz kuru olarak almaktadır. Her hangi bir
paranın ulusal para cinsinden ifade edilmesine
dolaysız kotasyon, ulusal paranın yabancı para
cinsinden ifadesine de dolaylı kotasyon adı
verilir. Döviz piyasasında denge döviz kuru,
döviz arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada
gerçekleşir. Denge kuru, döviz arz ve talebini
eşitleyen döviz fiyatıdır.İki ulusal para arasında
piyasada fiilen uygulanan değişim oranına
dolaysız kur denir. Farklı paraların kurlarının
dolar gibi ortak payda üzerinde hesaplanmasına
"çapraz kur" denir. Çapraz kur yöntemiyle
belirlenenler ise dolaylı kurlardır.
Sabit kur sistemin ana özelliği döviz kurlarının
piyasa gelişmelerine göre değişmesine izin
verilmeyip
ilke
olarak
aynı
düzeyde
sürdürülmesidir. Sabit kur sisteminde döviz
kurlarının istikrarı Merkez Bankasını döviz
piyasasına alıcı ve satıcı olarak müdahalesiyle
sağlanır. Bunun için Merkez Bankasının elinde
yeterli miktarda altın ve yabancı döviz stokunun
olması gerekir. Bu stoka döviz ya da kambiyo
istikrar fonu adı verilir. Örneğin döviz kurları
yükselmeye başladığı zaman Merkez Bankası
piyasaya döviz sürer, düştüğünde ise piyasadan
döviz çeker. Bu işlemler sayesinde döviz kurunda
istikrar sağlar. Kuşkusuz Merkez Bankasının bu
şekilde döviz kurlarını belli bir seviyede
tutabilmesi için ödemeler bilançosunun sürekli
olarak açık vermemesi gerekir. Aksi durumda er
ya da geç Merkez Bankasının elindeki döviz
rezervleri tükenecektir. Bu durumda eğer Merkez
Bankası mevcut kurları aynen muhafaza etmek
isterse döviz alım satımdaki serbestiyi kaldırıp
döviz kontrol sistemine geçmesi gerekir.
Bir döviz, menkul değer, mal veya üretim
faktörünün belli bir fiyat farklılığından
yararlanmak üzere bu ekonomik varlığın eşanlı
olarak alınıp satılmasışeklinde yapılan işlemlere
arbitraj adı verilir. Burada alım ve satım birbirine
bağlı tek bir işlem biçiminde yapılmakta risk
faktörü olmamaktadır. Ayırıcı özelliği ise, aynı
andaki fiyat farklılıklarından yararlanmak
düşüncesidir.Alım satım konusu olan ve
fiyatlarında iniş çıkışlar görülen kolay taşınabilen
ve bozulmadan saklanabilen tüm mallar üzerinde
spekülasyon yapılabilir. Bir kimsenin kendi
yaptığı tahminlere dayanarak fiyatında yükselme
beklediği ekonomik varlığı satın alması, fiyatında
düşme beklediklerini de satması yoluyla kâr
sağlama faaliyetidir. Döviz spekülasyonu ise
herhangi bir yabancı paranın değer kazanacağını
tahmin eden kimse ileride satmak amacıyla o
parayı bugünden satın alır.
Sabit kur sisteminde hükümetin belirlediği döviz
kurunu ( yapısal bir döviz talep fazlası nedeniyle)
bir süre sonra yükseltmesine ( hükümetin ulusal
paranın değerini düşürmesine) devalüasyon denir.
Buna karşılık hükümetin belirlediği döviz kurunu
(yapısal bir döviz arz fazlası nedeniyle ) bir süre
sonra düşürmesine (hükümetin ulusal paranın
değerini yükseltmesine) revalüasyon denir.
Sabit döviz kuru sisteminde Merkez Bankası
belirlediği kurun önceden açıkladığı üst ve alt
sınırlar arasında yani belirli bir bant içinde
değişmesine izin verir. Diğer Alternatif Döviz
Kuru Sistemleri ise; Gözetimli dalgalanma,
124
www.hedefaof.com
Aralık içinde dalgalanma, Kaygan aralık,
Yönlendirilmiş sabit aralık, Yönlendirilmiş sabit
parite, Ayarlanabilir sabit kur sistemi, Para
kurulu, Ortak para alanlarıdır.
Kur değişmelerini açıklamaya yönelik teorilerden
dış ticaret akımları yaklaşımı, bir ülkenin
parasının değerini belirleyen faktör, o ülkenin
mal ihracatı ve ithalatıdır. İhracatın ithalattan
büyük olması yani dış ticaret bilançosu fazla
vermesi durumunda ülkenin parası değer kazanır.
Tersi durumda ise yani dış ticaret bilançosu
açığında, parası değer kaybeder. Satın Alma
Gücü Paritesi Yaklaşımı ise, tek fiyat kanununun
döviz piyasalarına uygulanmış şeklidir. Ticarete
konu olan malın mevcut döviz kurundan ulusal
paraya çevrilmiş fiyatının dünyanın her yerinde
aynı olması gerekir. Arbitraj faaliyetlerinin bir
sonucudur. Parasalcı yaklaşımın temel amacı dış
dengeyi sağlama mekanizmasını açıklamaya
yöneliktir. Bir malın fiyatının o malın arz ve
talebine bağlı olduğu şeklindeki genel ilkenin
ulusal paralar için de geçerli olduğunu
savunmaktadır. Döviz kurları arz ve talebe göre
belirlenir. Arz edilen para miktarı talep edilen
miktarı aşarsa o para döviz piyasasında değer
kaybeder. Portfolyö dengesi yaklaşımda ise,
döviz kurlarında görülen günlük dalgalanmaları
yabancı menkul değerlerin arz ve talebine göre
açıklamaya çalışır.
125
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım
5. Bir dövizin şimdiden kararlaştırılan bir fiyattan
ilerideki bir tarihte teslim edilmek koşulu ile
bugünden yapılan sözleşmelerle alınıp satılması
işlemine ne ad verilir?
1. Döviz fiyatlarına ne ad verilir?
a. Arbitraj
b. Efektif
a. Swap
c. Konvertibilite
b. Hedging
d. Döviz kuru
c. Döviz spekülasyonu
e. Hedging
d. Vadeli teslim işlemi
2. Alış ve satış kurları arasındaki farka ne ad
verilir?
e. Arbitraj
a. Kur marjı
6. Nominal kurların ilgili dönemdeki enflasyon
oranına göre düzeltilmesiyle aşağıdakilerden
hangisi elde edilir?
b. Çapraz kur
c. Dolaysız kur
a. Satış kuru
d. Efektif kur
b. Reel kur
e. Hedging
c. Çapraz kur
3. Konvertibilite nedir?
d. Alış kuru
a. Bir dövizin ucuz olduğu piyasadan satın
alınıp, pahalı olduğu piyasada satılması
işlemidir.
e. Kur marjı
7. Aşağıdakilerden hangisi esnek kur sistemine
yöneltilen eleştirilerden biri değildir?
b. Alış ve satış kuru arasındaki farktır.
a. Ticaret ve yatırımları caydırıcı etki yapması
c. Bir ülkenin ithalat ve ihracatına farklı döviz
kuru uygulamasıdır
b. Dış rezerv ihtiyacını azaltması
c. Ödemeler bilançosunda disiplini bozması
d. Bir ülkenin ithalat fiyat indeksinin o ülkenin
ihracat fiyat indeksine oranıdır.
d. İstikrar bozucu spekülasyona yol açması
e. Bir
ülkenin
ulusal
parasının
döviz
piyasalarında serbestçe öteki ülkelerin
parasına dönüştürülme özelliğine sahip
olmasıdır.
e. Yurtiçinde enflasyona yol açması
8. Belli bir fiyat farklılığından yararlanmak
üzere, bir dövizin eşanlı olarak alınıp satılması
işlemine ne ad verilir?
4. Aşağıdakilerden hangisi bir ülke parasının
konvertible olmasının şartlarından biri değildir?
a. Döviz arbitrajı
a. Ülkenin dış ticaret dengesinin az ya da çok
dengede olması
c. Konvertibilite
b. Hedging
d. Forward işlem
b. Ülkenin yeterli döviz rezervlerine ulaşması
e. Döviz swapı
c. Ülkenin ithalat kısıtlamalarını artırması
d. Ülkenin gerçekçi ve reel bir döviz kuru
politikası izlemesi
9. Kurlardaki değişimi iki ülke arasındaki enflasyon oranına göre açıklayan teori aşağıdakilerden
hangisidir?
e. Ülkenin serbest bir döviz piyasası oluşturması
a. Göreceli satınalma gücü
b. Mutlak satınalma gücü
c. Dış ticaret akımları yaklaşımı
d. Portfölye dengesi yaklaşımı
e. Parasalcı yaklaşım
126
www.hedefaof.com
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
10. Döviz kurlarında görülen günlük dalgalanmaları yabancı menkul değerlerin arz ve talebine
göre açıklayan teori aşağıdakilerden hangisidir?
Sıra Sizde 1
Döviz, yabancı paralar cinsinden ve yabancı
ülkelerde ödenebilir kaydi para olarak
tanımlanmaktadır.
Yani
nakit
olmayan
uluslararası bütün ödeme araçları döviz
kapsamına girmektedir. Diğer yandan, yabancı
ülke banknotları ve madeni paraları, örneğin,
ABD Doları, AB Euro’su, Japon Yeni Türkiye’de
efektif olarak tanımlanmaktadır. Kısaca Nakit
yabancı paralara efektif döviz denir. Efektifler bir
bankada ticari hesaba alacak olarak yatırılması
işlemi ile dövize dönüştürülebilirler.
a. Mutlak satınalma gücü paritesi
b. Göreceli satınalma gücü yaklaşımı
c. Parasalcı yaklaşım
d. Dış ticaret akımları yaklaşımı
e. Portfolyö dengesi yaklaşımı
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde 2
Döviz piyasasında işlemler anında (peşin,
vadesiz, spot), vadeli (forward) ve swap ( takas
lama) olmak üzere üç şekilde yürütülmektedir.
1. d Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
2. a Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Anında işlemlerde, örneği bir banka ile bir
ithalatçı arasında 30 Nisan 2012 tarihinde 1
milyon dolar değerindeki bir döviz satış-alım
sözleşmesi imzaladıklarında, banka ithalatçının
hesabına 1 milyon doları anında (en fazla 2 gün
içinde) transfer eder, ithalatçıda bankaya 1
milyon dolar karşılığı Türk Lirasını anında öder.
3. e Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
4. a Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
5. d Yanıtınız yanlış ise “Döviz Piyasası” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Buna karşılık vadeli işlemlerde, banka ile bir
ithalatçı 30 Nisan 2012 tarihinde 1 milyon dolar
değerinde bir döviz alım-satım sözleşmesi
imzaladıklarında, banka ithalatçının hesabına 1
milyon doları ileriki bir tarihte (Örneğin 30 ya da
180 gün sonra) transfer etmeyi, ithalatçı da
bankaya bir milyon dolar karşılığı Türk Lirasını
sözleşmede belirlenen kurdan ileriki bir tarihte
(30 ya da 180 gün sonra) ödemeyi taahhüt eder.
6. b Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
7. e Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru Sistem
leri başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
8. d Yanıtınız yanlış ise “Döviz Piyasası” başlıklı
konuyu yeniden gözden
9. a Yanıtınız yanlış ise “Kur Değişmelerini
Açıklamaya Yönelik Teoriler başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
Döviz piyasasında gerçekleştirilen işlemlerin bir
bölümü de swap şeklinde yapılır. Swap bir
yabancı paranın, belirli miktarının teslim tarihleri
(valör) farklı olmak üzere, aynı anda alınması ve
satılması biçiminde yapılan işlemlere verilen
addır. Bunlara geri dönüşümlü işlem de denebilir.
Alım ve satım işlemleri aynı karşı taraf, yani
banka veya bir broker ile yapılır.
10. e Yanıtınız yanlış ise “Kur Değişmelerini
Açıklamaya Yönelik Teoriler” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 3
Döviz piyasasında denge döviz kuru, döviz arz ve
talep eğrilerinin kesiştiği noktada gerçekleşir.
Denge kuru, döviz arz ve talebini eşitleyen döviz
fiyatıdır.
127
www.hedefaof.com
Sıra Sizde 4
Yararlanılan Kaynaklar
Reel kuru aşağıdaki formülasyon yardımıyla
hesaplayabiliriz;
Bocutoğlu E., Berber, M., Çelik, K. (2000).
İktisada Giriş. Trabzon: Akademi Yayınevi, 2.
Baskı.
R = E x Pd / Pi
Cihan, K. (1994). Dış Ticarette Döviz Kuru
Riski. Eskişehir: Anadolu Ünv. Sosyal Bilimler
Ens., Yüksek Lisans Tezi.
“R” Reel döviz kuru, “E” Nominal döviz kuru,
“Pd” Nominal kurların dış enflasyon oranı, “Pi”
Yurtiçi enflasyon oranıdır. Bu formülasyondan
hareket ederek şöyle diyebiliriz, baz alınan bir
döneme göre geçen zaman içinde ülkedeki
göreceli enflasyon oranı dış ülkelerden daha
yüksek olması durumunda, reel döviz kurları
nominal döviz kurlarının altına düşmüş olur.
Ulusal
paranın
yapay
olarak
aşırı
değerlendirilmesi olan bu durum, diğer taraftan
ülkenin uluslararası piyasalarda rekabet gücünün
düşmesine neden olur. Tersine, yurtiçi enflasyon
hızı dış dünyadan daha düşükse, o taktirde reel
kur nominal kurdan daha yüksektir; ulusal para
eksik değerlendirilmiş olur ve bu durumda
ülkenin dış rekabet gücü yükselmiş olur.
Çolak, Ö. F. (2007). İktisada Giriş. Ankara:
Gazi Kitabevi.
Dinler, Z. (1996). Mikro İktisat, Bursa: Ekin
Kitabevi.
Dinler, Z. (2000). İktisada Giriş. Bursa: Ekin
Kitabevi.
Ertek, T. (2003). Mikroekonomiye
İstanbul: Beta Basım.
Giriş.
Han, E. (2002). İktisada Giriş II. Eskişehir:
Anadolu Ünv.yay.
Han, E., Kaya, A. (2002). Kalkınma Ekonomisi.
Eskişehir: Etam A.Ş.
Sıra Sizde 5
İyibozkurt, E. (1985). Uluslararası İktisat
Teorisi. Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi.
Konvertibilitenin yararları: Uluslararası ödeme ve
denkleştirme
işlemlerinin
bürokrasiden
kurtulması, dış ticareti ve mali ilişkileri
geliştirmesi, dünya ekonomisinin karşılaştırmalı
üstünlük modeline uygun biçimde gelişmesine
katkıda bulunmasıdır.
İyibozkurt, E. (1982). Dış Ticaret. Trabzon:
Trabzon İİA. Basımevi.
İndert P., Pugel, T. (1997).
İnternationale. Paris: Economica.
Konvertibilitenin koşulları ise; Dış ticaret dengesi
az ya da çok dengede olmalı, yeterli döviz
rezervlerine ulaşmak ve bunları korumak, serbest
döviz piyasası oluşturmak, gerçekçi ve reel döviz
kuru politikası izlemek, ara ve sermaye
piyasalarını mümkün olduğunca uluslararası
piyasalarla bütünleştirmek.
Economie
Parasız, İ. (1998). İktisada Giriş. Bursa: Ezgi
Kitabevi, 5. Baskı.
Parasız, İ. (2007). İktisadın Abc’si. Ezgi
Kitabevi, 10. Baskı,
Parasız, İ., Yıldırım, K. (1994). Uluslararası
Finansman. Bursa: Ezgi Kitabevi.
Seyitoğlu, H. (2009). Uluslararası İktisat.
İstanbul: Güzem Can Yayınları.
Sıra Sizde 6
Sabit kur sisteminde hükümetin belirlediği döviz
kurunu ( yapısal bir döviz talep fazlası nedeniyle)
bir süre sonra yükseltmesine ( hükümetin ulusal
paranın değerini düşürmesine) devalüasyon denir.
Buna karşılık hükümetin belirlediği döviz kurunu
(yapısal bir döviz arz fazlası nedeniyle ) bir süre
sonra düşürmesine (hükümetin ulusal paranın
değerini yükseltmesine) revalüasyon denir.
Türkay,O. (1991). İktisat Teorisine Giriş,
Ankara: Adım Yayıncılık.
Unay, C. (1997). Genel İktisat. Bursa: Ekin
Kitabevi.
Ünsal, E. (1988). Mikro İktisat. Ankara: Kutsan
Matbaacılık.
Ünsal, E. (2005) Uluslararası İktisat. Ankara:
İmaj Yayıncılık.
Yıldırım, K., Karaman, D. (2001). Makro
Ekonomi. Eskişehir: Esbav.
128
www.hedefaof.com
www.hedefaof.com
7
Amaçlarımız
Bu üniteyitamamladıktansonra;
Konjonktür dalgalarını açıklayabilecek,
Konjonktür dalgalarının tahmininde kullanılan göstergeleri betimleyebilecek,
Makroekonomik göstergeleri tanımlayıp, yorumlayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Konjonktür Dalgası
Ödemeler Dengesi
Kapasite Kullanım Oranı
İşsizlik Oranı
TCMB Analitik Bilançosu
İçindekiler
Giriş
Konjonktür ve Tahmini
Makroekonomik Göstergeler ve Yorumları
130
www.hedefaof.com
Ekonomik Konjonktür
ve Yorumlanması
GİRİŞ
Kendi yaşamımızda olduğu gibi ekonomik yaşamda da iniş ve çıkışlar vardır. Dünya üzerindeki tüm
piyasa ekonomilerinde ekonomik canlılık sürekli değildir ve işler bazen kötüye gitmekte hatta uzun süreli
bunalımlar yaşanabilmektedir. Bu canlanma ve daralmaların daha istikrarlı hale gelebilmesi için devletin
ekonomiye müdahale etmesi gerektiğini savunanlar yanında, hiç müdahale etmemesi halinde sorunların
kendiliğinden çözüleceğini iddia edenler de bulunmaktadır. Bu görüşler arasında uzun bir dönemden beri
şiddetli tartışmalar yaşanmaktadır. Her ne olursa olsun, ekonomi bilimi ve ekonomik olaylar günümüz
insan yaşamının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Her kesimden çalışanlar, işsizler, emekliler, ev
hanımları, bankalar, hükümet, kamu kurumları, uluslararası ekonomik kuruluşlar ve diğer birçok
ekonomik aktör yazılı, sesli ve görüntülü medya organları aracılığı ile ekonomik gelişmeleri takip
etmektedir. Hatta ekonomik içerikli programlar en çok izlenenler listesinde üst sıralarda yer almaya
başlamıştır. 2007’de başlayan ve etkileri halâ devam eden küresel ekonomik kriz bütün ülkeleri etkilemiş
ve uzun süredir görülmeyen işsizlik rekorları kırılmıştır. Yeni ekonomik krizlerin de kapıda olduğunu
savunan çok sayıda iktisatçı bulunmaktadır. Ekonomik krizin ne zaman sona ereceği ile ilgili beklentiler
sonucunda konjonktür dalgalanmalarına ve bununla ilgili ekonomik göstergelere duyulan ilgi artmıştır.
Bugün artık birçok insan hangi ekonomik göstergenin ne anlama geldiğini daha fazla öğrenmek ve
yorumlamak istemektedir. Halkın bir kısmı bazı ekonomi yazarlarından ve bilim insanlarından
ekonominin geleceği ile ilgili adeta “falcılık” yapmalarını istemektedir. Bu bağlamda, iktisat eğitimi
almış veya almamış her kesimden ve meslekten bireylerin ekonomik göstergeleri takip etmek, anlamak ve
yorumlamak amacıyla çaba göstermeleri dikkat çekicidir.
Temel olarak ekonomik konjonktür olgusunun ele alındığı bu bölümde, önceki bölümlerde
öğrendiğimiz bilgiler ile ekonomik kavramlar ışığında ve özellikle Türkiye ekonomisinden örnekler
yardımıyla, ekonomik dalgalanmalar ve bununla ilgili makroekonomik göstergelerin yorumlanmasına
yönelik bilgiler verilecektir. Böylece teorik bilgilerin gerçek yaşamdaki uygulama alanları incelenecek ve
uygulamaya dönük konularda ayrıntıları yakalamaya yarayacak ipuçları sağlanacaktır.
KONJONKTÜR VE TAHMİNİ
Konjonktür Dalgaları
Ekonominin reel üretim hacminde zaman içerisinde gerçekleşen iniş ve çıkışlara konjonktür dalgaları
denir. Bir başka deyişle; reel GSYH’nin reel büyüme eğilimi (trend) etrafında periyodik ve muntazam
olmayan ve birbirini takip eden genişleme-daralma biçimindeki hareketine konjonktür dalgalanmaları
(iktisadi dalgalanmalar, devrî hareketler) adı verilir (Ünsal, 2007:323-324). Bir konjonktür
dalgalanmasının çeşitli aşamaları bulunmaktadır. Şekil 7,1 üzerinde bu aşamaları görelim. Şekilde kalın
olarak çizilmiş olan pozitif eğimli düz çizgi “reel GSYH büyüme trendini” gösterir. Bu trend her yıl
ortalama uzun dönem büyüme hızına eşit hızla büyüyen reel GSYH değerlerini temsil etmektedir. Şekilde
reel GSYH büyüme trendini gösteren kalın çizginin etrafında sürekli olarak yukarıya ve aşağıya doğru
hareket eden (dalgalanan) eğri ise “her yıl gerçekleşen reel GSYH” değerini yani konjonktür dalgalarını
ifade etmektedir. Şekilde” t1 - t2” ve “t2 - t3” arasında birer konjonktür dalgasının yer aldığı
görülmektedir. Bu dalgalanmalar düzenli olmayıp, ne kadar sürecekleri de önceden bilinmez ve
131
www.hedefaof.com
dolayısıyla periyodik değillerdir. Bir konjonktür dalgasının “daralma” ve “genişleme” olmak üzere iki
ana aşaması bulunmaktadır. Daralma aşamasında reel GSYH sürekli düşmekte ve büyüme trendinin altına
inmektedir ve bu durum “durgunluk” olarak nitelendirilir. Genişleme aşamasında ise reel GSYH sürekli
artar ve trend değerinin üstüne çıkar. Daralmadan genişlemeye geçişin başlangıcına “toparlanma” adı
verilmektedir. “Daralma-genişleme” ile “genişleme-daralma” aşamaları arasındaki geçişi belirten dönüş
aşamalarına ise “dip” ve “zirve” adı verilir. Dip ve zirve noktaları arasındaki mesafeler aynı olmadığı gibi
her iki dip veya her iki zirve de aynı şiddette gerçekleşmez, yani hiçbir konjonktür dalgası diğerinin aynı
değildir. Bazen bir ekonominin yaşadığı daralma aşaması normalin üzerinde sürer ve reel GSYH
alışılmamış bir şekilde düşer. Bu duruma “çöküntü” veya “depresyon” (buhran, bunalım) adı verilir.
Çöküntü durumunun tam tersine konjonktür dalgalanmasının genişleme aşamasında reel GSYH
alışılmışın üstünde bir artış gösterir ki bu duruma da “patlama” (boom) denir.
Şekil 7.1: Konjonktür Dalgalanmaları
Kaynak: Ünsal (2007: 324)
Konjonktür dalgaları sırasında ekonominin canlanması ve durgunlaşması, ekonominin olağan işleyişi
sırasında güçlü bir şekilde hissedilmeden ortaya çıkabileceği gibi, bazen de ekonomik bir krize ve hatta
resesyona dönüşebilir. Ekonomik kriz ortamında firmaların yatırımları, tüketicilerin talepleri düşerken
işsizlik oranları yüksek seviyelere ulaşmakta ve halkın ortalama yaşam standartları giderek azalmaktadır.
Öte yandan finansal piyasalarda belirsizlikler artmakta, yerli para değer kaybetmekte ve menkul kıymet
borsalarında işlem gören hisse senetlerinin fiyatları aşağı yönde hareket etmektedir. Eğer kriz ağırlaşırsa
bir resesyona dönüşür. Peki, bir ekonomide neyin durgunluk, neyin resesyon veya kriz olduğu nasıl
anlaşılacaktır? ABD’de bulunan Ulusal Araştırma Bürosu (NBER) resesyonu belirlemekle resmi olarak
görevlendirilmiştir. NBER’e göre iki çeyrek üst üste eksi büyüme yaşanması “resesyon” anlamına
gelmektedir. Resesyonun sadece büyüme ile ilişkilendirilmesi bazen eleştiri almaktadır. Eleştiri yapanlar
resesyonun işsizlik oranı ile de ilgisinin kurulması gerektiğini ileri sürmektedir. Çünkü bir ekonomi
büyürken işsizlik oranı azalmak bir yana artabilmektedir. Genel olarak değerlendirildiğinde “durgunluk”
denildiğinde bir ekonomide büyüme hızının sıfıra yaklaşması veya sıfır olması anlaşılmalıdır. Resesyon
ise konjonktür dalgasının en düşük olduğu düzeye tekabül eden bir ekonomide büyümenin eksi değer
alması yani ekonominin küçülmesidir. Resesyon sürecinde, talep, istihdam, GSYH ve benzeri
değişkenlerde bir düşüş hali hakimdir (Eğilmez, 2009: 48-49).
Konjonktür dalgalanmaları dünyadaki tüm ülke ekonomilerinde her dönem gerçekleşmiş kaçınılmaz
gerçeklerdir. Hiçbir ülke tamamen istikrar içinde olan uzun bir dönem geçirmemiş, güçlü veya zayıf
şiddette de olsa konjonktür dalgalanmaları yaşamıştır. Her ülke ekonomik açıdan büyümekte, reel üretim
düzeyi kısa dönemde dalgalanmalar gösterse de uzun dönem trendi sürekli yükselen bir GSYH durumunu
yansıtmaktadır. Genişleme dönemlerinde ekonomi canlanırken işsizlik azalmakta ve enflasyonist
eğilimler güçlenmekter. Daralma dönemlerinde ise ekonomi durgunlaşırken işsizlik artmakta ve
deflasyonist eğilimler güçlenmektedir. Dünya ülkeleri özellikle çöküntü veya buhran adını verdiğimiz
olumsuz ekonomik duruma girmekten çok korkarlar. 1929 yılında ABD’de başlayarak tüm dünyaya
132
www.hedefaof.com
yayılan ve “Büyük Buhran” (The Great Depression) adı verilen durgunluk halâ unutulmamıştır. Eğer
çöküntü yaşayan bir ülke dünya ekonomisinde ağırlığı olan bir ülke ise, olumsuz ekonomik koşullar bu
ülke ile ekonomik ilişkiler kurmuş olan diğer ülkelere bulaşmakta ve hatta zincirleme etkilerle küresel
ekonominin büyük kısmını etkilemektedir. Bazı iktisatçılar konjonktür dalgalarının belirli aralıklarla yani
düzenli olarak tekrarlandığını iddia etmişlerdir. Örneğin Kuznets konjonktür dalgalarının 15-25 yıllık,
Kondratieff ise 45-60 yıllık periotlarla tekrarlandığını iddia etmişlerdir. Bu konuda tartışmalar
sürmektedir ve konjonktür dalgalarının düzenli olduğu henüz kanıtlanmamış bir iddiadır.
Konjonktür dalgalanmalarının nedenleri ve onlarla mücadele teknikleri konusunda geniş bir iktisadi
tartışma zemini bulunmaktadır. Aslında bilinen ekonomi okullarının temel tartışma sahası da budur.
Klasik iktisatçılar ekonomiyi sürekli olarak denge içinde gördüklerinden ekonominin üretim hacmindeki
iniş ve çıkışları da geçici bir olgu olarak kabul ederler. Onlara göre piyasa mekanizması her türlü
dengesizliğin kendiliğinden çözülmesini sağlayacağından devlet kesinlikle konjonktür dalgalanmalarına
müdahale etmemelidir. Eğer devlet böyle bir durumda müdahale ederse durum daha da kötüleşebilir.
Keynesyen iktisatçılar ise ekonominin kendiliğinden tam istihdamda olmasını büyük tesadüflere bağlar.
Keynesyenlere göre istikrarsızlıklar kalıcı olabilir, çünkü piyasa ekonomisinin dengesizliklere uyum
sağlamasını engelleyen faktörler vardır. Fiyatların ve ücretlerin esnekliğini engelleyen faktörlerin varlığı
piyasa ekonomisinin işleyişini engelleyebilmekte ve devletin müdahalesi gerekli olmaktadır. Diğer
düşünce okullarının çekirdeğinde de temel olarak bu iki görüş bulunmaktadır. Monetaristler, Arz Yönlü
İktisatçılar ve Yeni Klasik İktisatçılar konjonktür dalgalanmalarına devletin müdahale etmemesini
savunan Klasik İktisatçılara, Yeni Keynesyen ve Post Keynesyen İktisatçılar ise devletin para ve maliye
politikalarıyla ekonomiye aktif müdahalesini savunan Keynesyen İktisatçılara yakındır. Ekonomik
düşünce okullarının konjonktür dalgaları ile ilgili görüşleri kısaca şöyledir (Parkin, 2010: 662, 712-13):
Klasik Konjontür Dalgalanmaları Teorisi: Klasik görüşe göre toplam arz ve toplam talebi
belirleyen en önemli değişken teknolojik ilerlemelerdir. Teknolojik ilerlemeler sonucunda artan sermaye
verimliliği nedeniyle firmalar yeni teçhizat ve fabrika alımına yönelik harcamalarını artırırlar ve toplam
talep bu nedenle artar. Mevcut sermayenin kullanım ömrünü uzatan teknolojik ilerlemeler ise yeni
sermaye alımı için yapılan harcamaları azaltır ki bu durum toplam talebi azaltır. Potansiyel GSYH ise
toplam talepteki bu dalgalanmalara neden olan teknolojik ilerlemeler nedeniyle dalgalanır. Klasikler;
vergilerin ekonomik büyüme önündeki en büyük engel olduğunu ve vergilerin caydırıcı etkileri minimize
edilebilirse, ekonominin hızlı bir şekilde dengeye geleceğini savunur.
Keynesyen Konjonktür Dalgalanmaları Teorisi: Keynesyenlere göre konjonktür dalgalanmalarının
başlıca nedeni toplam talebin bir unsuru olan yatırımlardaki dalgalanmalardır ve yatırımlardaki
dalgalanmaların en büyük nedeni ise iş dünyasındaki güven değişiklikleridir. Dolayısıyla Keynesyen teori
toplam talep dalgalanmalarının kaynağını “hayvani içgüdü” olarak isimlendirilen güven değişimlerine
bağlamaktadır.
Monetarist (Parasal) Konjontür Dalgalanmaları Teorisi: Monetaristlere göre toplam talebin
dalgalanmasına neden olan en önemli faktör ekonomideki para miktarı artış oranındaki dalgalanmalardır.
Yeni Klasik Konjontür Dalgalanmaları Teorisi: Yeni Klasiklere göre konjonktür dalgalanmalarının
nedeni toplam talep ve potansiyel GSYH tarafından belirlenen fiyat düzeyindeki “rasyonel
bekleyişler”dir. Yeni Klasik görüşe göre toplam talepte meydana gelen “beklenmeyen” dalgalanmalar
reel GSYH’nin potansiyel GSYH düzeyinin etrafında dalgalanmasına yol açmaktadır.
Yeni Keynesyen Konjontür Dalgalanmaları Teorisi: Bu görüşe göre bugünkü parasal ücretler
geçmiş zamanda görüşülerek belirlenmekte, geçmişteki fiyat düzeyi ile ilgili rasyonel beklentiler, parasal
ücretlerin ve kısa dönem arz eğrisinin durumunu belirlemektedir. Bu çerçevede, toplam talepte oluşan
beklenmeyen veya cari dönemde oluşan beklenen dalgalanmalar konjonktür dalgalanmalarının başlıca
nedenidir.
Reel Konjonktür Dalgalanmaları Teorisi: Bu teoriye göre verimlilikte oluşan tesadüfi
dalgalanmalar ve şoklar konjonktür dalgalanmalarının başlıca nedenidir. Görüşü savunanlara göre
verimlilikte meydana gelen dalgalanmalara çoğunlukla teknolojideki ilerlemeler neden olmaktadır.
Teknolojik ilerlemeler dışında doğal afetler, iklim değişiklikleri ve uluslararası alandaki huzursuzluklar
da verimlilikte dalgalanmalar oluşturabilir.
133
www.hedefaof.com
Konjonktür Dalgalarının Tahmini
Ekonominin ne yönde gelişeceğini bilmek çeşitli olumsuzluklara hazırlıklı olmak açısından son derece
önemlidir. Gerek firmalar gerekse makroekonomiyi yönetenlerin bu yönde bilgiye ihtiyaçları
bulunmaktadır. Aynı şekilde spekülatörlerin de gerek mal, gerekse finansal piyasalar konusunda
ekonomideki dalgalanmaları öğrenebilme konusunda büyük çabaları bulunmaktadır. Bu yönde
gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda konjonktür dalgalarının ne yönde hareket edeceğine dair bazı
göstergeler kullanılmaya başlanmıştır. Bu göstergeler “öncü”, “eş-zamanlı” ve “gecikmeli” göstergeler
şeklinde sınıflandırılır. Bu sınıflandırmanın esasını, kullandığımız gösterge ile ekonominin
performansındaki iniş ve çıkışların hareket yönü ve zamanlaması oluşturmaktadır.
Öncü, Eş Zamanlı ve Gecikmeli Göstergeler
Ekonomide oluşan konjonktür dalgası aşağı veya yukarı yönde hareket etmeden, yani daralma ve
genişleme durumları oluşmadan önce, bu yönde seyretmeye başlayan göstergeler bulunduğu gibi, tam
tersine daralma veya genişleme başladıktan sonra hareketlenen göstergeler de vardır. Bu göstergelerin
ilkine “öncü göstergeler”, ikincisine “gecikmeli göstergeler” (takipçi göstergeler) denir. Bazı göstergeler
ise ekonomik konjonktürle birlikte hareket ederler. “Eş zamanlı göstergeler” olarak bilinen bu göstergeler
ekonomi daralırken düşme, ekonomi genişlerken de yükselme eğilimi taşırlar. Eş zamanlı göstergeler
ekonomik faaliyet hacmine (reel GSYH’ye) paralel hareket eder ve ekonomik durumun içinde bulunulan
dönemine ilişkin önemli bilgiler taşırlar (Çepni, 2007: 92).Öncü göstergeler ekonomik faaliyetleri
öncüleme gücüne sahip olduğu için geleceğe dair tahminlemede daha çok kullanılmaktadır. Zira öncü
göstergeler reel GSYH henüz değişmeden kendisi değişme gösteren yani “sinyal veren” büyüklüklerdir.
Gecikmeli göstergeler ise ekonomik faaliyet ile ilgili gelişmeleri birkaç ay gecikme ile izlerler. Gecikmeli
göstergelerden genellikle eş zamanlı ve öncü göstergelerden elde edilmiş olan ekonomik faaliyetin
“dönüş noktaları tarihlerinin” doğrulanması yönünde yararlanılmaktadır (Demirhan ve Coşar, 2012: 2).
İktisadi faaliyet hacmine gösterge olabilecek çok sayıda veri serisi bulunmaktadır. Bunların başlıcaları
sınıflandırılmış bir halde Tablo 7,1’de görülmektedir. Bu kısa dönemli verilerin özellikleri şunlardır:
Farklı faaliyet kollarını temsil etmek, ekonomik anlamlılığı bulunmak, aylık periyotlarla yayınlanmak, az
güncellemeye tabi olmak ve yeterli gözlem sayısına sahip olmak (Demirhan ve Coşar, 2012:1-2).
Tablo 7.1: Öncü, Eş Zamanlı ve Gecikmeli Göstergelerin Sınıflandırılması
ÖNCÜ GÖSTERGELER
EŞ ZAMANLI
GÖSTERGELER
GECİKMELİ
GÖSTERGELER
Döviz Kuru ve Ödemeler
Dengesi Göstergeleri
TÜFE
Girdi stoku
Reel döviz kuru
TÜFE bazlı efektif döviz
kuru
Teslim süresi
İhracatın büyümesi
Girdi fiyatı
Ürün stoku
İthalatın büyümesi
Ürün fiyatı
Kredi kartı kullanımı
Cari işlemler dengesi
Çekirdek fiyat endeksi
Toplam ihracat
Kısa vadeli sermaye
hareketleri
Döviz sepeti
Tüketim endeksi (reel
toplam)
Cari açık/GSYH
Elektrik üretimi
Tüketim endeksi (reel, gıda
dışı)
İhracat/İthalat
Ham çelik üretimi
Ticari krediler
Net hata değişim oranı
Hizmet fiyatları
Tüketici kredileri
İhracat/GSYH
Kapanan şirket sayısı
Ortalama işsiz kalınan
dönem
İthalat/GSYH
Kapasite kullanım oranı
Envanter-Satış oranı
134
www.hedefaof.com
İhracat+İthalat/GSYH
Otomobil üretimi
Birim emek maliyeti
Parasal ve Finansal
Göstergeler
Sermaye malları ithalatı
Bankaların en iyi
müşterilere uyguladığı faiz
oranı
Kısa vadeli dış
borç/Rezervler
Ticari araç üretimi
MB Döviz rezervlerinin
büyümesi
TİM ihracat rakamları
(M2Y/Rezervler)’in
büyümesi
Tırlara verilen geçiş belgesi
sayısı
Reel mevduat faizleri
Tırlara verilen karne sayısı
Toplam mevduatların
büyümesi
Toplam ithalat
Borsa endeksinin büyümesi
CNBC-e tüketim endeksi
M2/M2Y
Tarım dışı kesimde
istihdam
Yurtiçi kredilerin büyümesi
İmalât sanayi üretimi
Reel ankes (M1) fazlası
Hisse senedi fiyatları ve
endeks
Enflasyon Oranı
Reel Sektör Göstergeleri
İmalat sanayi üretim
endeksinin büyümesi
Reel sektöre yönelik banka
kredileri
İmalât sanayi haftalık /aylık
çalışma saati
İşsizlik Oranı
İşsizlik sigortası talepleri
Tüketici beklentileri endeksi
Reel sektör sabit sermaye
yatırımları
Yatırımlar/GSYH
Kapasite kullanım oranı
Stoklardaki değişme
Bayi performansı
Yeni başlayan bina
inşaatları, başlama izinleri
Kaynak: Yücel ve Kalyoncu (2010: 58); Demirhan ve Coşar (2012: 4); Çepni (2007: 92-93)
135
www.hedefaof.com
Bileşik Gösterge Endeksleri
Bazı kişi ve kuruluşlar, ekonomik faaliyet hacminin tahmininde kullanılan öncü, eş zamanlı ve gecikmeli
göstergelerden yola çıkarak oluşturdukları bileşik endeksleri kullanırlar. Böylece bir ülkenin veya ülkeler
grubunun konjonktür dalgalanmalarının neresinde olduğunu daha doğru bir şekilde belirleyebileceklerini
düşünmektedirler. Bunların en çok bilineni OECD’nin hazırlamış olduğu Bileşik Öncü Göstergeler (CLI)
çalışmasıdır. Bu gösterge adından da anlaşılacağı üzere ekonomik konjonktürü öncüleyen, daha erken
tepki veren veri serileri kullanılarak hazırlanmıştır. Bu veri serileri toplandıktan sonra bazı filtrelerden
geçirilerek, mevsimsel etkilerden, uzun dönemli eğilimlerden ve aşırı uçlardan arındırılmakta ve yanlış
sinyal verme olasılığı zayıflatılmaktadır. CLI’nın bir diğer önemli özelliği, tahmin edeceği referans seri
olarak GSYH’yi değil, “sınai üretim endeksini” kullanmasıdır. Zira GSYH serileri üç aylıktır ve
gecikmeli yayınlanmaktadır. Gösterge seriler ile sınai üretim endeksi arasındaki ilişkinin güçlenmesi
konjonktürün dönüş noktalarına gelindiğine işaret etmektedir. CLI’nın tahmin yeteneği birçok kez
kanıtlanmıştır. OECD geneli için yapılan hesaplamalarda Ağustos 1993 dip noktasını dokuz ay önceden,
Haziran 1996’daki dip noktasını sekiz ay önceden, Aralık 2001 ve haziran 2003 dip noktalarını ise üç ay
önceden tahmin edebilen CLI, Ocak 1995, Aralık 1997, Ağustos 2000 zirvelerini de önceden tahmin
edebilmiştir (Ercan, 2009).
Ekonomik faaliyet hacminin mevcut durumunu saptamak ve gelecekte gideceği yönü tahmin etmekte
kullanılan bir başka yaklaşım “Ekonomi Saati Yöntemi”dir. Bu yöntemde eş zamanlı ve öncü göstergeler
ile devresel bileşene (sanayi üretim endeksi) ait ekonomi saatleri bulunmakta ve her ekonomi saatinde
dipten çıkış, genişleme, yavaşlama ve durgunluk olmak üzere dört ana bölüm (pencere veya kuadrant) yer
almaktadır.
Burada
ekonominin
saat
yönünde
hareket
etmesi
(dipten
çıkış→genişleme→yavaşlama→durgunluk→dipten çıkış…) beklenmektedir. Ekonominin farklı durumları
ekonomi saatinde farklı pencerelere denk düşmektedir. Bu durumda devresel bileşen ile öncü ve eş
zamanlı göstergelere ait endekslerin bir pencereden diğerine geçişi yorumlanılarak tahminlerde
bulunulmaktadır. Yorumlama yapılırken, göstergelerin ekonomik faaliyetin uzun dönemli eğiliminin
üstünde veya altında hareket edip etmediğine dikkat edilmektedir (Demirhan ve Coşar, 2012: 7-10).
Ekonominin geleceği ile ilgili olarak, son dönemde giderek daha fazla kullanılan, dünyada çok takip
edilen göstergelerden birisi de bir iş anketi olan PMI’dir (Satın Alma Yöneticileri Endeksi). Aynı
zamanda ticari bir marka olan bu gösterge “InstituteforSupply Management” tarafından üretilir ve özel
sektördeki firmaların satın almadan sorumlu idarecilerinin (sayıları 400’den fazladır) anketlerle
belirlenmiş mal ve hizmet satın alma eğilimlerini gösterir. Dolayısıyla aslında piyasanın doğrudan
“nabzını” tutan bir endekstir. PMI beş ayrı endeksin farklı katsayılarla ağırlıklandırılmasıyla oluşan
bileşik bir endekstir. Alt endeksler ise; yeni siparişler, üretim, istihdam, tedarikçilerin teslim süresi ve
girdi stoku endeksleridir. PMI endeksinde %50’nin üzerindeki yükselmeler ekonomideki genişlemeye,
%50’nin altında oluşan değişmeler ekonomideki daralmaya işaret eder.
PMI göstergesi ile ilgili bilgilere “www.ism.ws” adlı web sitesinden
ulaşabilirsiniz.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da (TCMB) ekonomik faaliyetlerin büyüme daralma
dönemlerini önceden görebilmek amacıyla OECD ile ortak bir çalışma yürütmüştür. Banka bu bağlamda
“Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi” (MBÖNCÜ-SÜE) olarak bilinen bir endeks
oluşturmuştur. Bu endekste ekonomik faaliyet hacmini temsil etmek üzere Sanayi Üretim Endeksi (SÜE)
seçilmiştir. Çünkü SÜE, GSYH ile karşılaştırıldığında daha yüksek frekansa (aylık) sahip olup GSYH’ye
göre daha az gecikmeyle yayınlanmaktadır. Şekil 7.2’de 1989 ve 2006 yılları arasındaki sanayi üretim
endeksi ile MBÖNCÜ-SÜE devreleri görülmektedir. Bu şekil aslında konjonktür dalgalarının Türkiye
için bir gösterimidir. Şekli dikkatli incelerseniz, 2001 ve 2002 yılları arasında kriz nedeniyle ekonomide
oluşan derin dalgalanma net bir şekilde görülebilmektedir.
136
www.hedefaof.com
Şekil 7.2: Sanayi Üretim Endeksi ve MBÖNCÜ-SÜE Devreleri
Kaynak: TCMB, Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi, Aralık 2006.
MAKROEKONOMİK GÖSTERGELER VE YORUMU
Ekonominin işleyişi sırasında çok sayıda veri ortaya çıkmakta ve bu verilerden yola çıkılarak hem geçmiş
dönemin analizi yapılmakta hem de gelecek dönemde ortaya çıkabilecek ekonomik olaylar tahmin
edilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda geliştirilen ve kullanılmakta olan gecikmeli, öncü ve eş zamanlı
göstergelere ve bunlardan elde edilen bileşik göstergelere daha önce değinilmişti. Dikkat edileceği üzere
bu göstergelerin hemen hepsi ulusal ekonomiye ait göstergelerdir. Oysa küreselleşme süreci ile birlikte
herhangi bir ülkede ortaya çıkan bir gelişme diğer ülkeleri çok kısa bir sürede etkileyebilmektedir. Bu
nedenle bir iktisatçının, bir yöneticinin veya bir öğrencinin ekonominin geleceği ile ilgili ipuçları
edinebilmesi, büyük oranda onun dünya ekonomisini okuma ve izleme becerisine de bağlıdır. Ekonomiyi
anlamak ekonomik gelişmeleri izleyebilmekle bağlantılıdır. Aynı zamanda hızla değişen dünya koşulları
nedeniyle bu izlemenin sürekli bir şekilde yapılması gerekmektedir. Dünya ekonomisini izlerken
bakılması gereken başlıca göstergeler şunlardır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 309):
Dünya ülkelerinin toplam ekonomik büyüme oranı ile önemli ülke ve ülke gruplarının büyüme
oranlarındaki gelişmeler: Özellikle G7, G20, OECD, Avrupa Birliği gibi gelişmiş ülkeler, Yeni
Gelişmekte Olan Pazarlar (EmergingMarkets), ABD, Çin, Hindistan, Brezilya, Japonya, Almanya,
İngiltere gibi gelişmiş ve hızla gelişen ülkeler.
Dünya ticaret hacmindeki gelişmeler: Global ticaret hacmi ve en çok ticaret yapılan partner
ülkelerdeki gelişmelerle ilgilenilmektedir.
Dünyadaki işsizlik oranları: İşsizlik durgunluğun, durgunluk ise ithalat azalışının habercisidir.
Dünyadaki işsizlik oranlarının takibi ülkenin ticari çıkarlarının geleceği için son derece önemli uyarılar
yapabilmektedir.
Dünya ekonomileri ile ilgili göstergelerin izlenmesi yanında, ülkenin kendi ekonomisi ile ilgili bazı
gözlemler yapmak ve bunları değerlendirmek de oldukça önemlidir. Bu nedenle ekonomik faaliyet hacmi
ile ilişkili olduğu düşünülen çeşitli makroekonomik değişken ve göstergenin her biri ayrıca analiz
edilmelidir. Merkez Bankası’nın deyimiyle bu değişkenler bir tür “potansiyel öncü gösterge” olarak
değerlendirilebilir. Bu doğrultuda yararlanılabilecek önemli göstergeler ve makro ekonomik tablolar
aşağıdaki gibi ele alınabilir (Günsoy, 2011):
Ekonomik konjonktür ile ilgili olarak ele alınması gereken ilk değişken millî gelirdir. Millî gelir veya
Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) oldukça önemli bir kavramdır ve milli gelir üzerine yapılan
analizlerden ilgili ülkenin ekonomisi ile ilgili önemli sonuçlara ulaşılabilir. Millî gelir öncelikle bir ülke
ekonomisinin büyüklüğünü, diğer bir açıdan yaklaşılırsa ‘gücünü’ gösterir. Dolayısıyla bir ülkenin
137
www.hedefaof.com
ekonomik açıdan diğer ülkeler arasındaki yerini belirlemek istiyorsak millî gelir büyüklüğü açısından
diğer ülkelerle karşılaştırmalıyız.
Bir ülkenin GSYİH miktarı ve sektörler arasındaki paylaşımına dair bilgiler çeşitli ekonomik aktörlere
farklı açılardan yararlı olabilir. Örneğin bir işletme sahibi hangi sektörde faaliyet gösteriyorsa, yurt
dışında yapacağı işler için seçeceği ülkede, bu sektörün gelişmişlik derecesini görmek ve bu ülkenin
GSYİH miktarını ve ayrıntılarını incelemelidir. Bir ülkenin iktisat politikalarını yönlendirmeye çalışanlar
için; ülkenin GSYİH miktarı ve bu ülkenin ekonomik ilişki içinde olduğu diğer ülkelerin GSYİH
analizleri önemli ipuçları taşıyacaktır. Aynı şekilde, bir bireyin yaşamak ve/veya çalışmak istediği
ülkenin ekonomik yapısını tanımak için, ilk anda ele alacağı veriler GSYİH ile ilgili verilerdir.
Türkiye’nin millî gelir verileri ve bu gelirin dağılımı TÜİK tarafından
hazırlanır ve üç ayda bir açıklanır. Bu verilere ulaşmak için http://www.tuik.gov.tr
adresinde “ulusal hesaplar” başlığını ziyaret edebilirsiniz. Diğer ülkelerin millî gelir
büyüklüklerini ise http://www.worldbank.org adresinde “worlddevelopmentindicators”
başlığını ziyaret ederek bulabilirsiniz. Ayrıca T.C. Kalkınma Bakanlığı’nın (eski adıyla
Devlet Planlama Teşkilatı) resmi web sitesi olan http://www.dpt.gov.tr adresinde “dünya
ekonomisindeki son gelişmeler” başlığı altında çok sayıda uluslar arası ekonomik
göstergeye ulaşabilirsiniz.
Kapasite Kullanım Oranı
Ekonominin ve özellikle sanayi sektörünün genel durumu ve performansını önemli ölçüde temsil eden
göstergelerden birisi de kapasite kullanım oranıdır. Kapasite kullanım oranı (KKO) imalat sanayisinde
faaliyet göstermekte olan kamu veya özel işletmelerin, tam kapasite üretim düzeyine göre fiili üretim
düzeyini gösteren bir orandır. Ceterisparibus bir ekonomide toplam talebin (yurtiçi pazarda ve yurtdışı
pazarda) artması kapasite kullanım oranını arttırırken, azalması kapasite kullanım oranını azaltır. Öte
yandan, üretim için gerekli olan hammadde ve ara malların temininde yaşanan zorluklar da kapasite
kullanım oranını azaltacaktır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), kapasite kullanım oranı verilerini “imalat sanayinde eğilimler”
başlığı altında, hem kamu hem de özel sektörü kapsayacak şekilde her ay yayımlamaktadır. TÜİK,
kapasite kullanım oranlarına göre firmaları; yüzde 39’dan az, yüzde 40-59 arası, yüzde 60-79 arası ve
yüzde 80-100 arası olmak üzere dört grupta toplamaktadır. Bunun dışında TÜİK’in ilgili verilerinde tam
kapasite çalışmama nedenleri ve gelecek aya ilişkin beklentiler gibi daha ayrıntılı bilgileri de bulmak
mümkündür. Kapasite kullanım oranları bir sonraki ayın sanayi üretimi için bir öncü gösterge
niteliğindedir. Kapasite kullanım oranının yükselmesini sanayi üretiminin yükselmesi takip eder. Şekil
2’de 2007 ve 2012 yılları arasında Türkiye’de imalât sanayinde kapasite kullanım oranının gelişimi
verilmektedir. Görüldüğü gibi 2008 yılında belirgin bir şekilde yaşanan küresel kriz nedeniyle 2008 yılı
başında %80,3 olan kapasite kullanım oranı 2009 başlarında %63,8’e düşmüş, 2011 yılında yeniden
%80’e yaklaşmış ve 2012 yılına gelindiğinde %75’ler civarına gerilemiştir. 2012 Haziran ayı için endeks
değeri %73’tür. Bu değer 2590 işyerine yapılan anket onuçlarına göre belirlenmiştir.
Bir ülkede yer alan çeşitli üretim sektörleri genelinde, kapasite
kullanım oranlarının sürekli olarak en üst seviyelerde oluşmasının, ekonominin geleceği
ile ilgili ne gibi sinyaller verebileceğini düşününüz.
138
www.hedefaof.com
Şekil 7.3: İmalât Sanayi Kapasite Kullanım Oranı (Ağırlıklı Ortalama)
Kaynak: TCMB, www.tcmb.gov.tr, 25 Temmuz 2012.
Finansal Sistem ve TCMB Analitik Bilânçosu
Dünya ülkelerinde gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde ve özellikle 1980 sonrasında finans kesimi
olağanüstü derecede büyümüş ve reel kesim ile finansal kesim arasındaki bağlantılar önemli ölçüde
kopmuştur. Finansal sistem; fon arz edenler ile fon talep edenler, finansal araçlar, finansal aracılar ve
yasal-kurumsal düzenlemelerden oluşan bir bütündür (Afşar ve Afşar, 2010). Ekonomik aktiflerin yapmış
olduğu tasarruflar fon arzı şeklinde sunulur ve kredi almak isteyenler tarafından bu fonlar talep edilirler.
Türkiye’de mevcut finansal aracılık beş başlık altında toplanabilir: Merkez Bankası; Ticaret Bankaları;
Sermaye Piyasasında yer alan Finansal Kurumlar ( Menkul Kıymet Borsaları ve Bankerler); Diğer Mali
Kurumlar (Sigorta Şirketleri, Kredi Kooperatifleri, Menkul Kıymet Yatırım Ortaklıkları vb.); Yarı Mali
Kurumlar (Bireysel Emeklilik Şirketleri, Sosyal Güvenlik Kurumu vb.).
Burada adı geçen finansal kurumların ürettiği veya kullandıkları çok sayıda ekonomik tablo ve
gösterge bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bunların başında gelmektedir. Burada
öncelikle ekonomik gelişmelerin habercisi olarak niteleyebileceğimiz bir rapor niteliğinde olan “TCMB
Analitik Bilânçosu” ele alınacak ve para arzı ile ilişkisi incelenecektir. Bilindiği gibi, TCMB, 30 Haziran
1930 tarihinde 1715 sayılı kanun ile kurulmuş ve 1931 yılında faaliyetine başlamıştır. TCMB bir anonim
şirkettir ve bu şirkette Hazinenin payı yüzde 51’dir. TCMB’nin başlıca görevleri arasında; para ve kredi
politikasını ekonominin gereklerine göre ve fiyat istikrarı sağlayacak bir biçimde yürütmek, hükümetle
işbirliği içinde ulusal paranın iç ve dış değerini korumak amacıyla gerekli önlemleri yerine getirmek,
ulusal paranın hacim ve tedavülünü düzenlemek, para arzı ve ekonominin likiditesini ayarlamak için açık
piyasa işlemleri yapmak ve altın/döviz rezervlerini ekonominin yararına olacak şekilde düzenlemek
bulunmaktadır. Banknot ihracı imtiyazına tek başına sahip olan TCMB'nin analitik bilançosu, ülke
ekonomisi, para politikası ve uygulama şekli ile ilgili önemli ipuçları barındırır. TCMB analitik bilançosu
TCMB Bilançosu kalemlerinin sadeleştirilmesi ve toplulaştırılması ile elde edilmiş, varlık ve
yükümlülükler şeklinde düzenlenmiş, böylelikle bilançonun finansman şekli ile bu finansman sayesinde
ortaya çıkan varlıkların kolaylıkla izlenebilmesi sağlanmıştır.
“Varlıklar” Merkez Bankası analitik bilançosunun sol tarafında yani aktifinde yer alır ve ikiye
ayrılarak incelenmelidir. Varlıkların ilk kısmını “dış varlıklar” oluşturur. Dış varlıklar, merkez bankasının
döviz üzerinden tuttuğu varlıkları gösterir ve dolayısıyla ekonominin döviz kazancı ile ilgilidir. Dış
varlıklar TCMB’nin altın mevcudunu, şube kasalarındaki dövizlerini, yurtdışı muhabirleri nezdindeki
döviz mevcudunu ve döviz alacaklarını kapsar. Dış varlıkların artmakta oluşu ülkenin döviz rezervlerinin
arttığını gösterir.
139
www.hedefaof.com
Tablo 7.2: TCMB Analitik Bilançosu (2010-2011)
VARLIKLAR
2010
2011
1.
DIŞ VARLIKLAR
135,575,254
173,108,774
2.
İÇ VARLIKLAR
-7,111,727
-26,895,159
2.1
Nakit İşlemler
134,122
-6,696,445
2.11
Hazine Borçları
7,924,719
7,741,330
2.111
Bankamız Portföyü
8,022,928
7,816,532
2.1111
5 Kasım 2001 öncesi
DİBS
0
0
2.1112
İkincil Piyasadan alınan
DİBS
8,022,978
7,816,532
2.112
Diğer
-98,259
-75,202
2.12
Bank. Sektör. Açıl. Nakit
Krediler
689,345
3,049,858
2.13
TMSF’ye Kullandırılan
Krediler
0
0
2.14
Diğer Kalemler
-8,478,942
-17,487,633
2.2
Değerleme Hesabı
-7,245,849
-20,198,714
2.3
IMF Acil Yardım Takip
Hesabı (Hazine)
0
0
TOPLAM
128,463,527
146,213,614
57,846,218
93,059,973
YÜKÜMLÜLÜKLER
1.
TOPLAM DÖVİZ
YÜKÜMLÜLÜKLERİ
1.1
Dış Yükümlülükler
21,779,279
21,002,915
1.2
İç Yükümlülükler
36,843,303
71,280,694
1.21
Döviz Olarak Takip
Olunan Mevduat
7,498,754
8,285,586
1.22
Bankaların Döviz
Mevduatı
29,344,549
62,995,108
2.
MERKEZ BANKASI
PARASI
70,617,309
53,153,640
2.1
Rezerv Para
75,986,989
84,047,396
2.11
Emisyon
48,937,560
55,103,174
2.12
Bankalar Mevduatı
26,805,959
28,782,059
2.121
Bankalar Zorunlu
Karşılıkları
0
0
140
www.hedefaof.com
2.122
Bankalar Serbest
İmkanı
26,805,959
28,782,059
2.13
Fon Hesapları
104,696
107,989
2.14
Banka Dışı Kesimin
Mevduatı
138,774
54,174
2.2
Diğer Merkez Bankası
Parası
-5,369,680
-30,893,756
2.21
Açık Piyasa İşlemleri
-10,913,061
-39,128,657
2.22
Kamu Mevduatı
5,543,381
8,234,901
TOPLAM
128,463,527
146,213,614
Kaynak: TCMB, Para ve Banka İstatistikleri, Haziran 2012.
İç varlıklar, merkez bankasının aktif kısmının diğer önemli unsurudur. İç varlıklar merkez bankasının
bankacılık kesimine verdiği kredileri gösterir. İç varlıkların üç temel kalemi vardır. Bunların ilki “nakit
işlemler” kalemidir. Bu kalemin ilk bileşeni olan “hazine borçları” başlığı altında, TCMB’nin açık piyasa
işlemleri nedeniyle ortaya çıkan “devlet iç borçlanma senetleri” (DİBS), borç veya alacak şeklindeki net
değeriyle “bankamız portföyü” alt başlığı kapsamında yer alır. Merkez bankasının bankalara belirli bir
faiz oranından verdiği krediler “bankacılık sektörüne açılan nakit krediler” alt başlığı altında bulunur.
Nakit işlemlerin diğer kalemleri “Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) kullandırılan krediler” ve
“diğer kalemler” başlıklı kalemlerdir. “Diğer kalemler”, TCMB’nin kâr ve zararını, sabit kıymetlerini ve
sermayesini içermektedir. İç varlıkların ikinci temel kalemi “değerleme hesabı” dır. TCMB bilânçosunda
bulunan altın, döviz ve efektiflerin cari döviz kurundaki değişiklikler karşısında oluşan net lehte kur
farkları iç varlıklar altında eksi işaretle gösterilir. Dolayısıyla ’nin değer kaybetmesi iç varlıklarda bir
azalışa yol açacak, ’nin değer kazanması aleyhte kur farkı oluşturacağı için iç varlıkları artıracaktır. İç
varlıkların üçüncü temel kalemi “IMF Acil Yardım Takip Hesabı” başlığı altında yer almaktadır.
Analitik bilânçonun sağ tarafında yani pasifinde merkez bankasının yükümlülükleri bulunur. Merkez
bankası bilânçosunun pasifi ikiye ayrılarak incelenir. İlk kısmında “toplam döviz yükümlülükleri”, ikinci
kısmında “merkez bankası parası” yer almaktadır. Toplam döviz yükümlülükleri TCMB’nin yurtdışına ve
yurtiçine olan döviz yükümlülüğünü gösterir. Dış yükümlülükler, yurtdışına döviz borcundan, iç
yükümlülükler ise kamunun ve bankaların döviz mevduatlarından meydana gelmektedir. Analitik
bilânçonun pasifinin ikinci kısmını “merkez bankası parası” oluşturur. Merkez bankası parası TCMB’nin
cinsinden ekonomideki diğer birimlere olan yükümlülüklerini temsil etmektedir. Merkez bankası parası
“rezerv para” ve “diğer merkez bankası parası” adı altında iki başlık altında yer almaktadır. Rezerv
paranın ilk unsuru “emisyon” dur. Merkez bankasının dolaşıma (tedavüle) soktuğu banknotların toplam
değerine emisyon adı verilir ve özellikle gelişmiş ülkelerde merkez bankası yükümlülüklerinin önemli
kısmını bu kalem oluşturur. Ekonomide canlılık olması birey ve kurumların nakit talebini yükseltir ve bu
durumda toplam yükümlülükler içinde emisyonun payı da yükselir. Dolayısıyla geleceğe dönük iyimser
bekleyişler ve ekonomiye duyulan güvende artış olması hanehalklarınınemisyon taleplerini de
yükseltecektir. “Zorunlu Karşılıklar”, “Bankalar Serbest İmkanı” ve “Bankalar Mevduatı” (Serbest
Tevdiat) başlığı altında rezerv paranın ikinci ana unsurunu oluşturur. Zorunlu karşılıklar yasal mevzuat
gereğince yatırılması gerekli olan paralar karşılığında oluşturulan hesapları; bankalar serbest imkanı ise
özel veya kamuya ait olan bankacılık veya diğer alanlardaki kuruluşlar adına merkez bankası nezdinde
açılan serbest tevdiat hesaplarını kapsamaktadır. “Fon hesapları” rezerv paranın üçüncü kalemi olup
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TSMF) ve diğer kararname ile açılan fon hesaplarını kapsamaktadır.
Rezerv paranın dördüncü kalemini ise “banka dışı kesimlerin mevduatı” oluşturmaktadır.
Emisyondan farklı bir büyüklük olan” rezerv para”, bankacılık sisteminin kaydi para yaratma gücüne
dayanak oluşturur. Öte yandan ülkedeki para arzının “rezerv para çarpanı” adı verilen mekanizma
çerçevesinde oluşacak büyüklüğü de rezerv paraya dayanır. Rezerv paranın artıyor olması genellikle
141
www.hedefaof.com
emisyonun arttığı şeklinde yorumlanır ve bu durum faiz oranlarının düşeceğinin ve enflasyonun artışa
geçeceğinin önemli bir sinyalidir. Tersi durumda ise sıkı para politikası izlendiği, faiz oranlarının
yükseleceği ve ekonominin daralacağı düşünülür. Rezerv paranın nisbi olarak istikrarlı seyretmesi ise nötr
bir para politikasının uygulandığını göstermektedir.
Geleceğe dönük kötümser bekleyişler emisyon hacmini nasıl etkiler?
Tartışınız.
1985 yılından beri “açık piyasa işlemleri” (APİ) uygulayan Merkez bankası için bu işlemlerin
günümüzdeki önemi ve ağırlığı son derece önemlidir. “Merkez bankası parası” kaleminin ikinci alt
bileşeni olan “ diğer merkez bankası parası” adı altında yer alan APİ, TCMB’ nin açık piyasa ve bankalar
arası para piyasası ile swap işlemlerinden olan borçlarını temsil etmektedir.
Para politikası izleyen merkez bankaları para arzını “rezerv para” aracılığı ile kontrol ederler. Son
yıllarda rezerv para yerine Net İç Varlıklar (NİV) göstergesinin kontrolü de daha sık kullanılmaya
başlanmıştır. NİV, merkez bankası bilançosundan yola çıkarak oluşturulan ve “döviz karşılığında
oluşturulmayan para arzı” şeklinde tanımlanabilecek bir göstergedir. NİV, arzının döviz varlıklarına
göre olan dengesini kapsar ve iç varlıklardan net dış varlıkların çıkarılması ile elde edilir. NİV’in
yönlendirilmesine dayalı bir politikada TCMB’nin piyasaya ne kadar bir para arzı yapacağı veya
piyasadan ne kadar para çekeceğini görebilmenin iki yolu vardır. Bunlardan ilki parasal taban ve net
döviz varlıkları farkını ortaya koymak, ikincisi ise, NİV’in APİ ve kamuya verilen net krediler gibi kendi
bileşenlerinin ne yönde değiştiğini gözlemlemektir. Örneğin; merkez bankasının APİ hacmini arttırması
piyasayı fonlaması (piyasaya likidite vermesi) anlamına gelmektedir.
İMKB Endeksleri
Menkul kıymetleri ihraç eden şirketler ile bu kıymetleri satın almak isteyenlerin doğrudan karşı karşıya
geldikleri “birincil piyasa” ile daha önce ihraç edilmiş olan menkul kıymetleri elinde tutanların bu
kıymetleri alıcılara sattıkları “ikincil piyasa” bir araya geldiğinde “menkul kıymet borsaları” oluşur. 1985
yılında faaliyete geçmiş olan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), hisse senetlerinin alım ve
satım yönünde işlem gördüğü bir menkul kıymet piyasasıdır. İMKB’de işlem gören hisse senedi
fiyatlarının ne yönde değiştiğini çeşitle yöntemlerle hesaplanan farklı borsa endeksleri yardımıyla
izleyebiliriz. En çok bilinen endekslerin başında İMKB Ulusal 100 endeksi gelir. “İMKB Bileşik
Endeksi” olarak da bilinen bu endeks menkul kıymet yatırım ortaklıkları hariç ulusal pazarda işlem gören
hisse senetlerinden çeşitli kriterlere göre seçilmiş yüz hisse senedinden oluşmuştur. Şekil 7.4’te Aralık
2009-Aralık 2011 dönemine ait bileşik endeks verilerinin gelişimi bulunmaktadır. Görüldüğü üzere Ekim
2010’da 70.000’lere yaklaşan bileşik endeks 2011’in sonlarına doğru güç kaybetmeye başlamış ve
50.000’lere gerilemiş, dolar bazındaki düşüş ise kurlardaki değişiklikler nedeniyle daha fazla
hissedilmiştir. Bunun dışında İMKB Ulusal 50 Endeksi, İMKB Ulusal-30 Endeksi ve İMKB Ulusal-Tüm
Endeksi bulunmaktadır. İMKB Ulusal-Tüm Endeksi, menkul yatırım ortaklıkları hariç ulusal pazarda
işlem gören tüm hisse senetlerinden oluşmuş olan endekstir. Borsa endeksleri ekonomik faaliyet hacminin
yönünün tahmin edilmesinde kullanabileceği gibi, ekonomik ve siyasi gelişmelerin borsayı nasıl
etkileyeceği de önceden tahmin edilebilir. Öte yandan borsa endeksine dahil olan şirketlerin
performansını izleyerek ekonominin üretim yapısı ile ilgili ipuçlarına da ulaşabiliriz. İMKB Ulusal
Endekslerini etkileyen çeşitli makroekonomik faktörler bulunmaktadır. Bunların başında para arzı
gelmektedir. CeterisParibus, para arzının artması faiz oranlarını düşürerek ekonomiyi canlandıracağı için
borsa endeksinin artmasını sağlayacaktır. Borsa endeksini etkileyen ikinci faktör faiz oranlarıdır.
CeterisParibus, faiz oranlarının yükselmesi borsa endeksini düşürecektir. Çünkü hisse senetleri ile
tahviller arasında bir getiri yarışı yani rekabet vardır. Faiz oranlarını artması tahvil getirisini ve tahvil
fiyatını düşürecek, yatırımcılar ellerindeki fonları hisse senedi piyasası yerine tahvil piyasasına
yönlendirecek ve hisse senedi fiyatları talepteki azalma nedeniyle düşecektir. Borsa endeksini etkileyen
diğer bir faktör de döviz kurlarıdır. CeterisParibus, döviz kuru yükseldiğinde borsa endeksi düşer, çünkü
bir yandan borsa için kullanılan fonlar döviz kurundaki artışın devam edeceği varsayımı ile döviz alımına
142
www.hedefaof.com
yönelir, diğer yandan döviz kurundaki artışın cari açık başta olmak üzere bazı makroekonomik sorunların
varlığına işaret ettiği varsayımı ile hisse senedi satışları artar. Borsa endeksini etkileyen bir başka faktör
“enflasyon”dur. CeterisParibus, enflasyondaki yükselme halkın satın alma gücünü düşürecek, bu nedenle
mal ve hizmetlere olan talep azalacak ve sonunda borsa endeksi düşecektir.
Borsa endeksi her türlü değişime karşı oldukça hassastır. Endeks, iç ve dış çok sayıda siyasi ve
ekonomik gelişmeden (hatta doğal afet ve dünyadaki buna benzer her türlü olağanüstü durumdan)
etkilenir. Doğal olarak, iyimser bekleyişler borsa endeksini yukarı yöne, kötümser bekleyişler ise, aşağı
yöne doğru yönlendirir. Bir ülkenin veya ülkenin içinde yer aldığı ülke gruplarının bir başka ülke veya
ülke grubu ile yaşadığı siyasi gerginlik, savaş tehlikesi veya fiili savaşlar borsa endeksini (ceterisparibus)
olumsuz etkiler. Siyasi ve ekonomik işbirliği veya işbirliği kurulacağına dair bekleyişler (ceterisparibus)
borsa endeksini olumlu etkiler. Örneğin, bugün her ne kadar popülaritesini kaybetmiş olsa da Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne tam üyelik beklentisi ve olumlu geçen adaylık süreci IMKB borsası başta olmak üzere
birçok makroekonomik göstergeyi pozitif yönde etkilemiştir.
Ülkenin içinde bulunduğu coğrafyanın, menkul kıymetler borsası
endeksi üzerinde etkisi olabilir mi?
Şekil 7.4: İMKB Bileşik Endeksi
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik Gelişmeler, Şubat 2012, s.24.
Faiz Oranları
Para piyasalarının dengeye gelmesini sağlayan bir unsur olan faiz oranını belirleyen tek bir faktör
olmadığı gibi faiz oranının kendisi de çok sayıda ekonomik değişkeni etkileme gücüne sahiptir. Faiz
oranlarını merkez bankası tek başına belirleyemez, faiz oranı “para” veya “fon” piyasalarındaki arz ve
talebe göre belirlenir. Merkez bankası para piyasasında faaliyette bulunan aktörlerinden sadece biridir.
Merkez bankası para piyasasındaki fon arz ve talebini farklı yollarla etkileyerek faiz oranlarını
değiştirmeye ve para politikası amaçlarına ulaşmaya çalışır. Bir yıldan daha az vadeli işlemlerde geçerli
faiz oranlarına “kısa vadeli faiz” adı verilir. Kısa vadeli faizler oldukça oynaktır (değişkendir) ve merkez
bankası tarafından oldukça kolay müdahale görebilir. Vade uzadıkça merkez bankasının piyasa faizleri
üzerindeki etkisi düşmektedir. Diğer bir değişle para politikasını yönlendirenlerin uzun dönemli faizler
üzerindeki kontrolü sınırlıdır. Kısa vadeli faizlerin belirleyicileri arasında şunları saymak mümkündür:
Bankacılık sisteminin o dönemdeki fon gereksinimi; Hazinenin o dönemdeki gelir ve ödemeleri; döviz
piyasasındaki döviz arz ve talebi sonunda ortaya çıkan Türk Lirası gereksinimi ve merkez bankasının
amacına göre yaptığı müdahaleler. Merkez bankasının uyguladığı faiz politikasında kullandığı faiz
oranına “politika faizi” adı verilir. Merkez bankası politika faizi olarak bazen borç verme bazen de borç
alma faizini kullanır. Kısa vadeli faizler tahvil ve bono piyasası aracılığı ile orta ve uzun dönemli faizlere,
kredi ve mevduat faizlerine baz (temel) oluşturur. Orta ve uzun dönemli faizler genellikle bir aydan daha
uzun vadeli olan faizlerdir. Kısa dönemli faiz oranlarının yükselmesi zaman içerisinde uzun dönemli faiz
oranlarına da yansımaktadır. Örneğin uzun dönemde faiz oranlarını yükseltmek isteyen bir merkez
bankası, kısa dönem faiz oranlarını uzun bir süre yüksek tutarak bu amacına ulaşabilir.
143
www.hedefaof.com
Faiz oranları ile ilgili olarak Türkiye ekonomisinden çeşitli örnekler vermek mümkündür. Örneğin, 18
Mayıs 2010 tarihli Para Politikası Kurulu toplantısında “bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı” politika faiz
oranı olarak belirlenmiştir. Tablo 7.3’ten görüleceği üzere, TCMB gecelik borç alma faiz oranı 2009
Ocak ayında %13 iken, 2011 Temmuz ayına kadar düzenli olarak azalmış ve %1.5’e kadar düşmüştür.
Ağustos 2011 ayından itibaren ise %5’e yükselmiş, 2012 Haziran ayına kadar aynı seviyede kalmıştır.
Politika faiz oranı olarak belirlenen bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı, Ağustos 2011 ve Haziran 2012
döneminde %5.75’te tutulmaktadır. Böylelikle ekonomideki diğer faiz oranlarının da bu faiz oranı
tarafından yönlendirileceği beklenebilir.
Tablo 7.3: TCMB Gösterge Faiz Oranları (%)
Kaynak: T.C. Kalkınma Bakanlığı, Türkiye Ekonomisinde Haftalık Gelişmeler, 20 Temmuz 2012, s.75.
Ödemeler Dengesi
Bir ülkenin ödemeler dengesi tablosu, yurt içinde yerleşik olan ekonomik birimler ile yurt dışında
yerleşik olan ekonomik birimler arasındaki ekonomik faaliyetleri (başta mal ve hizmet ticareti olmak
üzere) gösteren bir bilançodur. “Ödemeler bilançosu” adı da verilen bu tablonun üç temel bölümü vardır:
“Cari işlemler dengesi”, “sermaye hareketleri dengesi” ve “uluslararası (resmi) rezerv hareketleri”. Cari
işlemler dengesi dövizin nasıl kazanıldığını ve nasıl harcandığını gösterir ve dört alt hesaptan oluşur. Bu
hesaplar; dış ticaret dengesi, hizmetler (görünmeyenler) dengesi, gelir (yatırım) dengesi ve cari
transferlerdir. Sermaye hareketleri dengesi, yurtiçinde yerleşik olanlar ile yurtdışında yerleşik olan
ekonomik birimler arasındaki borç alma ve verme işlemleri ile sabit sermaye yatırımlarını gösterir.
Sermaye hareketleri hesabı, esasen bir ülkenin cari işlemler dengesizliklerinin nasıl finanse edildiğini
açıklayıcı bir unsurdur. Sermaye hareketleri dengesinde dört alt hesap bulunur. Bunlar; doğrudan
yatırımlar, portföy yatırımları, diğer uzun vadeli sermaye hareketleri ve kısa vadeli sermaye
hareketleridir. Uluslararası (resmi) rezerv hareketleri, cari işlemler ve sermaye hesaplarından oluşan
dengenin bir aynasıdır ve ülkenin merkez bankası ile Uluslararası Para Fonu’ndaki (IMF) altın ve döviz
rezervlerindeki değişimleri gösterir. Cari işlemler dengesi açığını kapatmanın iki yolu vardır. Bunlardan
birisi Sermaye hareketleri dengesinin fazla vermesi (yani yurtdışından borçlanmak), diğeri ise merkez
bankasının döviz rezervlerinden yararlanmaktır. Cari işlemler dengesinin fazla vermesi halinde bu
durumun tersi gerçekleşecektir. Dolayısıyla, ödemeler dengesi tablosunda şu eşitlik her zaman doğrudur:
144
www.hedefaof.com
Cari İşlemler Dengesi + Sermaye Hareketleri + Uluslararası (Resmi) Rezerv Hareketleri = 0
Türkiye’de ödemeler bilançosu istatistiklerini TCMB hazırlamakta ve her ay yayımlamaktadır.
Ödemeler bilançosu istatistikleri farklı kurumlardan ve farklı zamanlardan gelen verilerden derlenerek
oluşturulduğu için yukarıdaki eşitlik her zaman gerçekleşmez. Bu durumda ortaya çıkan hata ve noksanlar
“net hata ve noksan” kaleminde yer almaktadır.
Tablo 7,4’te 2011 ve 2012 yılına ait ödemeler dengesi verileri yer almaktadır. 2011 ve 2012 yıllarının
aynı döneminde cari işlemler hesabı açık vermiş, ama bu açık 2012 yılında azalmıştır. Cari işlemler
açığının sebebi ilgili dönemde ve genel olarak tarihsel süreç içinde Türkiye’de ihracatın ithalatın hayli
altında kalması, yani dış ticaret açığı ortaya çıkmasıdır. Hizmetler dengesinin ve cari transferlerin pozitif
bakiye vermesi mal dengesindeki açığı kapatmaya yetmemekte, yatırım geliri dengesindeki negatif bakiye
ile birlikte cari işlemler hesabı 2012 Ocak-Mayıs döneminde 27.051 milyon dolar açık vermektedir. Ama
yine de cari işlemler açığının 2011 yılının aynı dönemine göre 9.941 ABD doları azaldığı anlaşılmaktadır.
Bu durum dış ticaret açığındaki 8.354 milyon dolarlık azalmadan, hizmetler dengesi net gelirlerinin 879
milyon dolar artmasından ve gelir dengesindeki net giderlerin 750 milyon dolar azalmasından
kaynaklanmaktadır. Doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları ve faizlerden oluşan diğer yatırımlar yatırım
gelirleri dengesinin altında yer almaktadır ve bunların bileşiminden oluşan toplam net çıkış ele alınan iki
dönem arasında 774 milyon ABD doları azalarak 3.130 milyon ABD dolarına gerilemiştir. Yurtdışında
yerleşik kişilerin yurtiçinde yaptıkları net yatırımlar (yurt içinde doğrudan yatırım) bir önceki döneme
göre 640 milyon dolar artmış ve 6454 milyon ABD dolarına yükselmiş, yurt içinde yerleşik kişilerin yurt
dışında yaptıkları net yatırımlar (yurt dışında doğrudan yatırım) ise 1.555 ABD doları artarak net 2.621
milyon ABD dolarına çıkmıştır. Yurt dışında yerleşik kişiler 340 milyon ABD doları kadar net alım
yapmışlardır.
Borç senetleri, yurtdışı yerleşiklerin devlet iç borçlanma senetleri alımlarını; bankalar, bankacılık
sektörü yurtiçi menkul kıymet ihraçlarıyla ilgili olarak yurt dışı yerleşiklerin net alımlarını ve bankaların
uzun ve kısa vadeli kredilerdeki kullanıcı veya geri ödeyiciliğini; genel hükümet yurtdışı piyasalar ve
diğer uluslararası kuruluşlardan sağlanan uzun vadeli kredileri; diğer sektörler, diğer sektörlerin net kredi
kullanımını, merkez bankası, yurt dışında yerleşik Türk vatandaşlarınca Merkez Bankası nedinde açılan
mevduat hesaplarındaki net durumu; resmi rezervler ise rezerv varlıklar içinde bulunan resmi rezervlerin
durumunu göstermektedir.
Ödemeler bilançosu kalemleri bir ülkenin temel makroekonomik dengeleri hakkında ipuçları
taşımaktadır. Şimdi Tablo 4’ten yararlanarak bu ipuçlarının hangi bilgilerden oluştuğuna bakalım:
•
Türkiye hem 2010 hem de 2011 yılının ilk beş ayında dış ticaret açığı vermiş olup mal dengesi
negatif bakiye vermektedir. Ancak tek başına dış ticaret açığı mutlak bir olumsuzluk olarak
algılanmamalıdır. Zira cari işlemler kaleminin diğer unsurlarındaki pozitif bakiyeler yardımıyla
(örneğin hizmet ticaretinden elde edilen büyük çaplı gelirler ile) dış ticaret açığı kapanabilir ve
hatta cari işlemler fazlası bile verebilir.
•
Cari işlemler açığı, bir ülkede tasarruf açığı olduğunu ve bu açığın dış alem tasarrufları aracılığı
ile (dışarıdan tasarruf ithal ederek) kapandığını belirtir. Tam aksine bir ülkede tasarruf fazlası
var ise ülkeler cari işlemler fazlası vermek suretiyle bu tasarruf fazlalarını dışarıya ihraç
etmektedirler. Bu bağlamda Türkiye 2010 ve 2011 yılının ilk beş ayında yurtdışından tasarruf
ithal etmiştir. Birçok ekonomist, cari işlem açığının dış borçlanma ve benzeri yöntemler ile
finanse edilebildiği sürece sorun oluşturmayacağını ifade etmektedir.
•
Dış ticaret dengesinde yer alan ihracat ve ithalat rakamlarının toplamı aslında ilgili ülkenin
dünya ekonomisi ile bütünleşme derecesini gösterir. Bir ülke ekonomisinin dış dünya ile
bütünleşmesine “ekonomik küreselleşme” adı verildiği için dış ticaret hacmi bir anlamda
küreselleşmenin de göstergesidir. 2011 yılı için Türkiye’nin dış ticaret hacmi yaklaşık olarak
375 milyar dolardır ve bu rakam yaklaşık 772 milyar dolar olan milli gelirin yaklaşık olarak
%50’sine denk düşmektedir. Oysa dış ticaret hacmi milli gelirinin %100’ünün üzerine çıkan
Singapur ve Tayland gibi ülkeler de bulunmaktadır.
•
Cari işlemler hesabının açık, sermaye hesabının fazla vermesi bir kural değildir. Sermaye
hareketlerinin tamamen serbest olduğu ülkelerde cari işlemler hesabı ile sermaye hesabı arasında
tam anlamıyla örtüşen bir ilişki yoktur. Hem cari işlemler hesabı hem de sermaye hesabı açık
(veya fazla) verebilir.
145
www.hedefaof.com
Ödemeler dengesi ile döviz kuru arasında güçlü bir ilişki vardır. Ödemeler dengesi açığını
kapatmayan ülkelerde döviz arz ve talebi arasındaki dengesizlik, ceterisparibus döviz kuru
üzerinde yükselme yönünde baskı oluşturur. Bu nedenle para otoritesinin döviz arzını arttırmak
(IMF’den döviz yardımı almak veya merkez bankasının rezervlerinden döviz satışı yapması gibi)
veya döviz talebini azaltmak (ulusal para faizini yabancı para faizine göre yüksek tutmak, sabit
döviz kuru uygulanıyorsa devalüasyon yapmak, açık piyasa işlemleriyle faizler ve döviz kuru
arasındaki işlemleri ayarlamak gibi) suretiyle döviz arz ve talebini dengelemeye çaba göstermesi
gerekir. Öte yandan Türkiye örneğindeki gibi kronik dış ticaret açığı veren ülkelerin de
ekonomik yapılarında ihracatı arttırıcı ve ithalatı azaltıcı uzun vadeli önlemleri alması gerekir.
•
Tablo 7.4: Ödemeler Dengesi Analitik Sunum (Ocak-Mayıs 2011 ve 2012)
2011
(Milyon ABD Doları)
2012
Ocak-Mayıs
A.
1.
2.
CARİ İŞLEMLER HESABI
İhracat f.o.b.
İthalat f.o.b.
Mal Dengesi
Hizmetler Dengesi: Gelir
Hizmetler Dengesi: Gider
Mal ve Hizmet Dengesi
Gelir Dengesi: Gelir
Gelir Dengesi: Gider
Mal, Hizmet ve Gelir
Dengesi
Cari Transferler
SERMAYE HESABI
FİNANS HESABI
Yurtdışında Doğrudan Yatırım
Yurtiçinde Doğrudan Yatırım
Portföy Hesabı –Varlıklar
Portföy Hesabı-Yükümlülükler
Hisse Senetleri
Borç Senetleri
Diğer Yatırımlar-Varlıklar
Merkez Bankası
Genel Hükümet
Bankalar
Diğer Sektörler
Diğer Yatırımlar-Yükümlülükler
Merkez Bankası
Genel Hükümet
Bankalar
Diğer Sektörler
Cari, Sermaye ve Finansal
Hesaplar
NET HATA VE NOKSAN
GENEL DENGE
REZERV VARLIKLAR
Resmi Rezervler
3.
4.
5.
6.
7.
B.
C.
8.
9.
10.
11.
11.1.
11.2.
12.
12.1.
12.2.
12.3.
12.4.
13.
13.1.
13.2.
13.3.
13.4.
D.
E.
14.
Uluslararası Para Fonu
Kredileri
15.
Ocak-Mayıs
-36.992
57.129
-94.425
-37.296
12.146
-8.486
-33.636
1.856
-5.820
-37.600
-27.051
64.749
-93.691
-28.942
12.240
-7.701
-24.403
2.042
-5.256
-27.617
608
-7
40.042
-1.066
5.814
1.619
13.420
-649
14.069
11.811
1
-54
904
10.960
8.444
-432
-108
3.820
5.164
3.043
566
0
28.804
-2.621
6.454
592
6.213
340
5.873
2.772
1
-32
2.387
416
15.394
-546
-330
9.999
6.271
1.753
6.064
9.107
-9.107
-8.169
1.316
3.069
-3.069
-1.916
-938
-1.153
Kaynak: TCMB
Türkiye’nin kronik olarak dış ticaret açığı vermesi ekonomik büyüme
sinin önünde bir engel teşkil eder mi?
146
www.hedefaof.com
Döviz Kuru
Döviz kuru, “bir para biriminin diğer para birimi cinsinden fiyatı” şeklinde tanımlanabilir. Temel olarak
iki döviz kuru sistemi vardır: Döviz kurunu bir para otoritesinin (hükümet, merkez bankası vb.)
belirlediği “sabit döviz kuru sistemi” ve döviz kurunun döviz piyasasında döviz arz ve talebi tarafından
belirlendiği “esnek döviz kuru sistemi”. Bu temel döviz kuru sistemleri dışında, bu iki sistemin farklı
özelliklerini farklı ağırlıklarla taşıyan çok sayıda farklı döviz kuru sistemi mevcuttur. Özellikle “esnek
döviz kuru” sisteminde döviz kuruna etki eden çok sayıda faktör bulunmaktadır. Bu faktörler arasında;
“uluslararası siyasi ve sosyal gelişmeler ve olaylar” “ödemeler dengesi açıkları”, ülkelerde gerçekleşen
“enflasyon oranları”, “reel faiz oranları”, “ekonomik büyüme oranları”, “finansal aktörlerin döviz
piyasasına dönük spekülasyon, arbitraj ve benzeri davranışları ”ve “para otoritesinin davranışları”
gelmektedir.
Eğer bir ülkede esnek kur sistemi kabul edilmişse ve bu ülkede ödemeler dengesi olumlu yönde
gelişiyor ise bu durum (ceterisparibus) ülke parasının değeri üzerinde de olumlu bir etki yapacak, tersi
durumda ise ülke parası değer kaybedecektir. Esnek kur sisteminin uygulandığı bir ülkede enflasyon
yükseliyor ise (ceterisparibus) bu ülkenin parası diğer ülkelerin parası karşısında değer kaybedecek ve
ihracatı artarak ithalatı azalacak; tersi durumda ise ülkenin parası değer kazanacak, ihracatı azalacak ve
ithalatı artacaktır. Bu aşamada üzerinde durulması gereken bir kavram da “reel kur”dur. Nominal kur
üzerindeki fiyat artışı etkisinin (enflasyonun) giderilmesi yoluyla elde edilen reel kur, nominal kura göre
daha gerçekçi bir göstergedir ve “satın alma gücünün” de önemli bir göstergesidir. Şekil 7.5’te Ocak 2007
ve Nisan 2012 tarihleri arasında Türkiye’de reel ve nominal döviz kurunun gelişimi yer almaktadır.
Nominal döviz kuru ABD Doları ve Euro’yu eşit oranda temsil etmekte, reel kur hesaplanırken de TÜFE
bazlı hareket edilmektedir. Nisan 2009 ayına kadar reel kur göreli olarak nominal kura paralel veya
hafifçe üzerinde hareket ederken bu tarihten sonra reel kur nominal kurun altında hareket etmeye
başlamıştır. İkisi arasındaki temel eğilimlerin aynı yönde olduğu ve birbirlerini takip ettikleri de
görülmektedir.
Şekil 7.5: Nominal ve Reel Döviz Kuru
Kaynak: T.C. Kalkınma Bakanlığı, Türkiye Ekonomisinde Haftalık Gelişmeler, 20 Temmuz 2012, s.50.
Döviz kurunu etkileyen ikinci bir faktör reel döviz kurudur. Ceterisparibus, hangi ülkenin reel faizi
yüksekse finansal yatırımlar o ülkeye akmaktadır. Dolayısıyla (ceterisparibus) reel faizi yüksek olan
ülkenin ulusal parasına olan talep artacak ve değeri yükselecek, diğer ülkelerin ulusal paralarının değeri
ise düşecektir.
Döviz kurunu etkileyen diğer bir faktör “ülkelerin ekonomik büyümeleri”dir. Ekonomik büyüme ile
artan milli gelir düzeyi ithal girdi ve malların alımını teşvik edeceği için döviz talebi artacak ve bu
durumda (ceterisparibus) döviz kuru yükselecek, yani ülkenin parası yabancı paralar karşısında değer
kaybedecektir. Eğer ekonomik büyüme sürecinde ihracat da ithalat kadar artıyor ise ülkeye döviz girişi
147
www.hedefaof.com
yaşanacağı için döviz kurları etkilenmeyebilir. Dolayısıyla artan ithalat nedeniyle yükselen döviz talebini
karşılayacak ölçüde, farklı kaynaklardan döviz girişi sağlandığı sürece döviz kurları istikrarını koruyacak
ve dengeli bir seyir izleyecektir.
Döviz kurları üzerinde etkili olan diğer bir faktör “para otoritesinin davranışları”dır. Hükümetler ve
merkez bankaları iktisat politikası amaçları doğrultusunda döviz kurlarına müdahale ederler. Sabit kur
sistemi ve esnek kur sistemi arasındaki seçim de temelde iktisat politikası amacına dönük bir seçimdir ve
farklı ekonomik amaçlara ulaşmanın farklı yolları olarak düşünülürler. Döviz kurlarının düzeyini
ayarlamak suretiyle ihracat ve ithalat başta olmak üzere çok sayıda ekonomik değişkeni etkileme
olanağının farkında olan para otoritesi sabit kur sisteminde döviz kuru düzeyini ayarlamak, esnek kur
sisteminde ise döviz alım ve satımı yaparak piyasada oluşan döviz kuru seviyesini değiştirmek suretiyle
bu aracı kullanır. Günümüzde para otoritelerinin ekonomik istikrar ve istikrarlı bir döviz kuru seviyesi
için vazgeçilmez olarak gördükleri unsurlardan birisi de “ekonomiye duyulan güven”in derecesidir. Bir
ülkedeki ekonomik aktörler, politik istikrarın varlığına paralel olarak, uygulanan politikalara ve
ekonominin geleceğine güven duyuyorlar ise bu psikoloji ile döviz piyasasında daha rasyonel ve istikrarlı
davranışlarda bulunacaklar ve sonuçta bu istikrar ekonominin geneline de olumlu bir şekilde yayılacaktır.
Bu bağlamda, döviz kurları üzerinde “ekonomik aktörlerin geleceğe dair bekleyişleri” de önemli ölçüde
etkilidir. Ekonomi otoritelerinin günümüzde yapmaya çalıştıkları en önemli çabalardan birisi ekonomik
aktörlerin bekleyişlerini iktisat politikası amaçlarına paralel olarak yönlendirmektir.
Şimdiye kadar daha çok döviz kurlarını belirleyen “kısa dönemli faktörler” üzerinde durduk. Uzun
dönemde döviz kurları üzerinde ülkenin dış ticaret hadleri ve rekabet gücü gibi yapısal faktörler etkili
olmaktadır. Dış ticaret hadleri ve rekabet gücünün ülke lehine değişmesi, ülke ekonomisinin güçlendiği
ve döviz gelirlerinin sağlıklı ve kalıcı bir şekilde arttığı anlamına geleceğinden uzun dönemde ülkenin
parası istikrar kazanacak ve yabancı paralar karşısında değerlenmeye başlayacaktır.
İşgücü Piyasası Göstergeleri
Ekonomi bilimi esas olarak “insan faktörü” için vardır. O nedenle birçok iktisatçı “istihdamı” ekonominin
en önemli unsuru ve “işsizliği” de en önemli sorunu olarak görmektedir. Bir ülkenin makroekonomik
başarısı yüksek büyüme oranı, fiyat istikrarı ve ödemeler bilançosu dengesi gibi temel unsurlar ile
bağlantılıdır. Bu unsurlar dışında ülkenin refah düzeyini çok daha yakından ilgilendiren bir diğer gösterge
de “işsizlik oranı” dır. İşsizlik oranı ve istihdam ile ilgili diğer göstergeler ülkenin ekonomik ve sosyal
açıdan mevcut durumu ve geleceği ile ilgili bazı önemli bilgiler içermektedir.
Tablo 7,5’te Türkiye’de iş gücü piyasası ile ilgili olarak 2007-2011 dönemine ait bazı göstergeler
bulunmaktadır. Görüldüğü gibi, Türkiye’de işsizlik oranı 2007-2010 yılları arasında oldukça yüksek bir
seviye olan yüzde 10’un üzerinde seyretmiş ve 2009’da %14 gibi rekor bir seviyeyi görmüştür.
Türkiye’deki işgücünün de nüfus artışına paralel olarak düzenli bir şekilde arttığı, 2007’de 23.114 bin kişi
iken 2011’de 26.725 bin kişiye ulaştığı görülmektedir. Aynı tablodan (Tablo 7,5), Türkiye’deki istihdam
sorununun farklı boyutları da görülebilmektedir. Örneğin Türkiye’de, işgücünün kurumsal olmayan
çalışma çağındaki nüfus içindeki oranı olarak tanımlanan, “işgücüne katılım oranı” sürekli olarak
artmaktadır. Ancak 2011’deki %49,9 oranı bile oldukça düşüktür ve gelişmiş ülkeler ortalamasının
altındadır. Bunun en önemli sebebi Türkiye’de “ev hanımlarının” sayısının fazlalığıdır. Türkiye
ekonomisindeki canlanma dönemlerinde özellikle ev hanımları arasından iş gücüne katılanların sayısının
artması işsizlik oranının düşmesini engellemektedir.
Türkiye’de işsizlik oranları izlenirken dikkate alınması gereken bir unsur da “eksik istihdam” denilen
olgudur. Eksik istihdam, “tespit edildiği dönemde bir işte çalışmakla birlikte çalışma saati 40 saatten az
olan ve daha fazla çalışabileceği bir iş arayan” kişiler ile “halen bir işte çalışmakla birlikte son dört hafta
içinde mevcut işini değiştirmek için iş aramış olan” kişilerin toplamından oluşur. Türkiye’de eksik
istihdamda olan kişi sayısı yaklaşık olarak 700 bin civarındadır. Buna göre eksik istihdam oranı yüzde
3’ün üzerine çıkmaktadır. Eksik istihdamda olanların dışında TÜİK tarafından işsizlik kapsamına
alınmayan bir diğer grup “umudunu yitirerek iş aramaktan vazgeçenlerdir.” Türkiye’de uzun bir süre iş
aramış ama daha sonra bulamadığı için iş aramaktan vazgeçmiş olanların sayısı 2 milyon kişiye yakındır.
148
www.hedefaof.com
Bu bağlamda işsizliğin tanımını genişletirsek ve eksik istihdamda olanlar ile umudunu yitirenleri de dahil
edersek, işsiz sayısı yaklaşık olarak 5 milyon, işsizlik oranı da %20’ler düzeyine çıkmaktadır.
Tablo 7.5: Yurt İçi İşgücü Piyasasında Gelişmeler
Kaynak: TÜİK, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları: DPT, 2010 Yılı Programı, s.15.
İstihdam, işsizlik oranı ve ilişkili diğer oranlar; bir yönüyle iş gücü piyasasındaki arz ve talep
dengesizliği hakkında bilgi verirken, aynı zamanda da bağlı olduğu üretim sektörünün faaliyet hacmi
konusunda bilgi veren göstergelerdir. Genellikle ekonomik canlılık ortamlarında işsizlik oranı düşer ve
işgücü talebinin artışı (ceterisparibus) önce ücretler daha sonra fiyatlar genel düzeyi üzerinde yukarı
yönde bir baskı oluşturur. Ekonomik durgunluk ortamlarında ise bu durumun tersi yaşanır.
Sizce, Türkiye’nin genç bir nüfusa sahip olması işsizlik oranlarını
nasıl etkilemektedir?
Beklenti Anketleri
Daha önce çeşitli başlıklar altında da değinildiği üzere, ekonomideki birçok faaliyet beklentilerin önemli
ölçüde etkisi altındadır. İktisat politikası uygulayıcıları beklentileri değiştirmedikleri takdirde
politikalarının başarı şansının azalacağını öğrenmiş bulunmaktadır. Günümüzde çok sık atıfta bulunulan,
“insanların ellerindeki tüm bilgileri kullanarak karar vereceğini ve sistematik olarak hata
yapmayacaklarını” savunan “Rasyonel Bekleyişler” görüşü, hem Klasik hem de Keynesgil görüşün yeni
versiyonları tarafından onaylanmaktadır. Dünyada, beklentilerin ekonomideki öneminin anlaşılmasının
ardından, birçok kurum ve kuruluş anketler yoluyla beklentilerin yönünü belirlemeye ve ekonominin
nabzını tutmaya çalışmaktadır. TCMB bunların başında gelmektedir. TCMB, 2001 yılından beri “beklenti
anketleri” uygulamaktadır. Merkez bankası her ayın birinci ve üçüncü haftalarında aralarında finans ve
reel sektör çalışanları, ekonomi konusunda çalışan gazeteciler ve akademisyenlerin de bulunduğu 160
civarında kişiye beklenti anketi uygulamakta ve her ayın 10 ve 20’si dolayında sonuçları açıklamaktadır.
Anket katılımcılarına TÜFE tahminleri, hazine borçlanmalarında ve gecelik işlemlerde oluşacak faiz
oranı beklentileri, döviz kuru beklentileri, cari işlemler dengesi beklentileri, büyüme oranı tahminleri ile
149
www.hedefaof.com
ilgili sorular sorulmakta ve bu bilgiler sistemli hale getirilmektedir. Şekil 7.6’da TCMB Beklenti Anketi
sonucunda oluşmuş TÜFE beklentileri görülmektedir. TÜFE beklentileri 2008 yılı başında yükseliş
eğilimine girdiği ve 2009 başlarında zirveye ulaştığı anlaşılmaktadır. Başta küresel kriz olmak üzere
geleceğe ilişkin mevcut verileri değerlendiren ekonomik birimlerin hem 12 aylık hem de 24 aylık süreçte
enflasyonun yükseleceği yönündeki tahminlerinin arttığı görülmüştür. Bu yöndeki bekleyişlerin 2009
Ocak ayından itibaren tersine döndüğü ve TÜFE beklentisinin gerileyerek 2007’deki seviyesine ulaştığı
belirlenmiştir. Şekil X’in sağ tarafına bakıldığında, Nisan ve Temmuz dönemi enflasyon beklentileri
dikkate alınırsa kısa vadeli beklentilerin aşağı yönde olduğu, uzun vadeye ilişkin beklentilerin ise fazla
değişmediği göze çarpmaktadır. TÜFE beklentisi sonuçları başta TCMB olmak üzere özel ve kamuya ait
tüm kurum ve kuruluşlara politikalarına amaçları doğrultusunda yön verme fırsatı sunar. Örneğin
enflasyon beklentilerinin yükseldiğini gören merkez bankası açık piyasa işlemleriyle para arzını
ayarlayarak gerekli önlemleri alabilir.
Şekil 7.6: 12-24 Ay Sonrasındaki TÜFE ve Enflasyon Beklentileri (yıllık % değişim)
Not: Soldaki grafik TÜFE, sağdaki grafik enflasyon beklentilerini göstermektedir.
Kaynak: TCMB, Enflasyon Raporu, 2012-III, s.43.
TCMB, imalat sanayisinin eğilimlerini belirlemek ve üretim sektörünün (reel sektör) ekonomik
durumunu ortaya koymak amacıyla “İktisadi Yönelim Anketi” adı altında bir anket yapmaktadır. Beklenti
anketine göre çok daha fazla katılımla (2000 civarı) gerçekleştirilen ve makro ölçekteki veriler yerine
daha çok mikro ölçekteki verilere dayanan beklenti anketi, ayda bir kez yapılır ve her ayın 25’i civarında
açıklanır. Bu anketin temel amacı sanayicinin bir ay öncesine göre daha iyimser veya daha kötümser olup
olmadığını belirlemektir. TCMB, iktisadi yönelim anketinden yararlanarak “Merkez Bankası Reel Kesim
Güven Endeksi” (MBRKGE) adı altında aylık olarak açıklanan bir endeks daha hesaplamaktadır. Bu
endeks değeri 100’un altına düşerse sanayicilerin ekonominin geleceğine ilişkin güvenlerinin azaldığı
anlamına gelmektedir. 100’ün üzerine çıkması ise sanayicilerin iyimser bekleyişler içinde olduğunu
göstermektedir. TCMB’nin TÜİK ile birlikte gerçekleştirdiği ve her ayın 15’ini izleyen ilk gün açıkladığı
bir beklenti anketi daha bulunmaktadır. Bu anketin adı “Tüketici Güven Endeksi (TGE)”dir. TGE,
tüketicilerin harcama davranışlarının ve beklentilerinin saptanması için, içinde bulunulan dönemde
dayanıklı tüketim malı satın alma istekleri, satın alma gücü, iş bulma olanakları ve genel ekonomik
durumla ilgili sorulara dayalı bir endekstir. Bu endeks değerinin 100’den küçük olması tüketicinin
kötümser, 100’den büyük olması ise tüketicinin iyimser bekleyiş içinde olduğunu gösterir. İktisat
politikası uygulayıcıları ve firmalar başta gelmek üzere ekonomik aktörler TGE’nin eğilimlerine göre
davranışlarını ayarlama avantajına sahiptirler. Örneğin TGE’nin 100’den büyük rakamlara ulaşması
firmalara üretimlerini arttırmaları yönünde bir mesaj niteliği taşır ve gerekli tedbirleri almaları beklenir.
neler yapabilirler?
Size göre, siyasi iktidarlar beklentileri olumlu yönde etkilemek için
150
www.hedefaof.com
Şekil 7.7’de, “Merkez Bankası Reeel Kesim Güven Endeksi (MBRKGE)”nin normal ve
mevsimsellikten arındırılmış (MBRKGE-MA) halinin gelişim seyrini görmekteyiz. Şekilde; “MBRKGE”
ile mevsimsellikten arındırılmamış, “MBRKGE-MA” ile de mevsimsellikten arındırılmış seriler
sembolize edilmektedir. Buna göre; 2007 başlarında oldukça yüksek değerler alan endeks 2008 sonunda
%50’ye gerilemiş ve dip yapmış, 2009 başlarından itibaren bir toparlanma eğilimine girmiş ve Haziran
2010’da zirveye ulaşmış ve daha sonra da %110’lar civarinda yatay bie seyir izlemektedir.
Şekil 7.7: Reel Kesim Güven Endeksi (Mart 207-Haziran 2012)
Kaynak: TCMB, 2012
Şekil 7,8’de ise Tüketici Güven Endeksinin (TGE) seyri yer almaktadır. 2011 yılının Haziran ayında
96,4 olan TGE, 2011 Ekim ayında 89,7’ye gerilemiş, daha sonra 2012 Haziran ayına kadar 90’ların
başlarındaki değerlerde hafifçe dalgalanmıştır. Dolayısıyla tüketici güveni henüz iyimser düzeye
ulaşamamış, yani 100’ün üzerindeki değerleri görememiştir.
Şekil 7.8: Tüketici Güven Endeksi
Kaynak: TCMB-TÜİK Haber Bülteni, Sayı 149, 16 Temmuz 2012.
151
www.hedefaof.com
Özet
Ekonominin reel üretim hacminde zaman
içerisinde gerçekleşen iniş ve çıkışlara
konjonktür dalgaları denir. Bir konjonktür
dalgasının iki ana aşaması vardır: “Daralma” ve
“Genişleme”. Daralma aşamasında reel GSYH
sürekli düşmekte ve büyüme trendinin altına
inmektedir ki bu durum “durgunluk” olarak
nitelendirilir. Genişleme aşamasında ise reel
GSYH sürekli artar ve trend değerinin üstüne
çıkar.
Daralmadan
genişlemeye
geçişin
başlangıcına “toparlanma” adı verilmektedir.
Daralma-genişleme
ile
genişleme-daralma
aşamaları arasındaki geçişi belirten dönüş
aşamalarına ise “dip” ve “zirve” adı verilir.
Bazen bir ekonominin yaşadığı daralma aşaması
normalin üzerinde sürer ve reel GSYH
alışılmamış bir şekilde düşer. Bu duruma
“çöküntü” veya “depresyon” (buhran, bunalım)
adı verilir. Çöküntü durumunun tam tersine
konjonktür
dalgalanmasının
genişleme
aşamasında reel GSYH alışılmışın üstünde bir
artış gösterir ki bu duruma da “patlama” (boom)
denir.
taraftan üretim için gerekli olan hammadde ve ara
malların temininde yaşanan güçlükler de kapasite
kullanım oranını düşürecektir. TÜİK, kapasite
kullanım oranı verilerini “imalat sanayinde
eğilimler” başlığı altında, hem özel hem de
kamuyu
kapsayacak
şekilde
her
ay
yayımlamaktadır.
Banknot ihracı imtiyazına tek elden sahip olan
TCMB'nin analitik bilançosu, ülke ekonomisi,
para politikası ve uygulama şekli ile ilgili önemli
unsurlar barındırır. “Haftalık vaziyet” adı verilen
ve her hafta yayımlanan TCMB analitik
bilançosunun kalemlerini sadeleştirerek ele
alırsak daha kullanışlı bir anlatım aracı elde
edebiliriz. TCMB analitik bilançosu TCMB
Bilançosu kalemlerinin sadeleştirilmesi ve
toplulaştırılması ile elde edilmiş, varlık ve
yükümlülükler şeklinde düzenlenmiş, böylelikle
bilançonun finansman şekli ile bu finansman
sayesinde ortaya çıkan varlıkların kolaylıkla
izlenebilmesi sağlanmıştır. Merkez Bankası
analitik bilançosunun sol tarafında yani aktif
kısmında “varlıklar” yer alır. Varlıklar ikiye
ayrılarak incelenmelidir. Varlıkların ilk kısmını
“dış varlıklar” oluşturur. Dış varlıklar, merkez
bankasının döviz üzerinden tuttuğu varlıkları ve
dolayısıyla ekonominin döviz kazancı ile ilgilidir.
Dış varlıklar TCMB’nin altın mevcudunu, şube
kasalarındaki dövizlerini, yurtdışı muhabirleri
nezdindeki döviz mevcudunu ve döviz
alacaklarını kapsar. Dış varlıkların artmakta oluşu
ülkenin döviz rezervlerinin arttığını gösterir.
Ekonomide oluşan konjonktür dalgası aşağı veya
yukarı yönde hareket etmeden yani daralma ve
genişleme durumları oluşmadan önce bu yönde
seyretmeye başlayan göstergeler bulunduğu gibi
tam tersine daralma veya genişleme başladıktan
sonra hareketlenen göstergeler de vardır. Bu
göstergelerin ilkine “öncü göstergeler”, ikincisine
“gecikmeli göstergeler” (takipçi göstergeler)
denir.
Bazı
göstergeler
ise
ekonomik
konjonktürle birlikte hareket ederler. “Eş zamanlı
göstergeler” olarak bilinen bu göstergeler
ekonomi daralırken düşme, ekonomi genişlerken
de yükselme eğilimi taşırlar. Öncü göstergeler
ekonomik faaliyetleri öncüleme gücüne sahip
olduğu için geleceğe dair tahminlemede daha çok
kullanılmaktadır. Zira öncü göstergeler reel
GSYH henüz değişmeden kendisi değişme
gösteren yani “sinyal veren” büyüklüklerdir.
Menkul kıymet borsaları iki piyasanın
toplamından oluşmaktadır. Bunlardan birincisi
menkul kıymetleri ihraç eden şirketler ile bu
kıymetleri satın almak isteyenlerin doğrudan
karşı karşıya geldikleri “birincil piyasa”, ikincisi
ise daha önce ihraç edilmiş olan menkul
kıymetleri elinde tutanların bu kıymetleri alıcılara
sattıkları “ikincil piyasa”dır. İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası (İMKB) 1985 yılından itibaren
faaliyete geçmiş olup hisse senetlerinin alım ve
satım yönünde işlem gördüğü bir menkul kıymet
piyasasıdır. İMKB’ de işlem gören hisse senedi
fiyatlarının ne yönde değiştiğini çeşitle
yöntemlerle hesaplanan farklı borsa endeksleri
yardımıyla izleyebiliriz. Bunlardan en çok
bilineni İMKB Ulusal 100 endeksidir. “İMKB
Bileşik Endeksi” olarak bilinen bu endeks
menkul kıymet yatırım ortaklıkları hariç ulusal
pazarda işlem gören hisse senetlerinden çeşitli
Ekonomideki genel durum ve performansın
önemli göstergelerinden birisi de kapasite
kullanım oranıdır. Kapasite kullanım oranı imalat
sanayisinde faaliyet göstermekte olan kamu veya
özel firma veya işletmelerin, tam kapasite üretim
düzeyine göre fiili üretim düzeyini gösteren bir
orandır. Ceterisparibus bir ekonomide toplam
talebin (yurtiçi pazarda ve yurtdışı pazarda)
artması kapasite kullanım oranını arttırırken,
azalması kapasite kullanım oranını azaltır. Diğer
152
www.hedefaof.com
kriterlere göre seçilmiş yüz hisse senedinden
oluşturulmuştur.
ülkenin merkez bankası ile Uluslararası Para
Fonu’ndaki (IMF) altın ve döviz rezervlerindeki
değişimleri gösterir. “işgücünün kurumsal
olmayan çalışma çağındaki nüfus içindeki oranı”
olarak tanımlanan işgücüne katılım oranı sürekli
olarak artmakla birlikte 2011’deki %49,9 oranı
bile oldukça düşüktür ve gelişmiş ülkeler
ortalamasının altındadır. Bunun en önemli sebebi
Türkiye’de
“ev
hanımlarının”
sayısının
fazlalığıdır. Türkiye ekonomisindeki canlanma
dönemlerinde özellikle ev hanımları arasından iş
gücüne katılanların sayısının artması işsizlik
oranının düşmesini engellemektedir. Türkiye’de
işsizlik oranları izlenirken dikkate alınması
gereken bir unsur da “eksik istihdam” denilen
olgudur. Eksik istihdam, “tespit edildiği dönemde
bir işte çalışmakla birlikte çalışma saati 40
saatten az olan ve daha fazla çalışabileceği bir iş
arayan” kişiler ile “halen bir işte çalışmakla
birlikte son dört hafta içinde mevcut işini
değiştirmek için iş aramış olan” kişilerin
toplamından oluşur.
Faiz oranı para piyasalarının dengeye gelmesini
sağlayan unsurdur. Finansal piyasalarda çok
sayıda faiz oranı söz konusudur. Faiz oranını
belirleyen tek bir faktör olmadığı gibi faiz oranı
da çok sayıda ekonomik değişkeni etkiler.
Türkiye’de faiz oranlarını merkez bankası tek
başına belirlemez. Faiz oranı para piyasalarındaki
arz ve talebe göre belirlenir. Merkez bankası,
bankalar ve diğer finans kuruluşları gibi para
piyasası aktörlerinden sadece birisidir. Merkez
bankası para piyasasındaki fon arz ve talebini
farklı yollarla etkileyerek faiz oranlarını
değiştirmeye ve para politikası amaçlarına
ulaşmaya çalışır. “Bir para biriminin diğer para
birimi cinsinden fiyatı” olarak tanımlanabilecek
olan döviz kurunun belirlenmesinde dünyada
tercih edilen temel olarak iki döviz kuru sistemi
vardır: Döviz kurunu bir para otoritesinin
(hükümet, merkez bankası vb.) belirlediği “sabit
döviz kuru sistemi” ve döviz kurunun döviz
piyasasında döviz arz ve talebi tarafından
belirlendiği “esnek döviz kuru sistemi”. Bu temel
döviz kuru sistemleri dışında, bu iki sistemin
farklı özelliklerini taşıyan çok sayıda farklı döviz
kuru sistemi de bulunmaktadır.
Beklentilerin ekonomideki öneminin anlaşılması
sonrasında birçok kurum ve kuruluş anketler
yoluyla beklentilerin yönünü belirlemeye ve
ekonominin nabzını tutmaya çalışmaktadır.
TCMB, üretim sektörünün (reel sektör) ekonomik
durumunu ortaya koymak amacıyla “İktisadi
Yönelim Anketi” adı altında bir anket yapmakta
ve imalat sanayinin eğilimleri belirlenmektedir.
TCMB, iktisadi yönelim anketinden yararlanarak
“Merkez Bankası Reel Kesim Güven Endeksi”
(MBRKGE) adı altında aylık olarak açıklanan bir
endeks daha hesaplamaktadır. Bu endeks değeri
100’un altına düşerse sanayicilerin ekonominin
geleceğine ilişkin güvenlerinin azaldığı anlamına
gelmekte,
100’ün
üzerine
çıkması
ise
sanayicilerin iyimser bekleyişler içinde olduğuna
işaret etmektedir. Tüketici Güven Endeksi
TGE,
tüketicilerin
harcama
(TGE).
davranışlarının ve beklentilerinin saptanması için,
içinde bulunulan dönemde dayanıklı tüketim malı
satın alma istekleri, satın alma gücü, iş bulma
olanakları ve genel ekonomik durumla ilgili
sorulara dayalı bir endekstir.
Ödemeler dengesi tablosu veya diğer adıyla
“ödemeler bilançosu” yurtdışında yerleşik olan
ekonomik birimler ile yurtdışında yerleşik olan
ekonomik
birimler
arasındaki
ekonomik
faaliyetleri gösteren bir bilançodur. Bu tablonun
üç temel bölümü vardır: “Cari işlemler dengesi”,
“sermaye hareketleri dengesi” ve “uluslararası
(resmi) rezerv hareketleri”. Cari işlemler dengesi
esasen dövizin nasıl kazanıldığını ve nasıl
harcandığını gösterir ve dört alt hesaptan oluşur:
Dış ticaret dengesi, hizmetler (görünmezler)
dengesi, gelir (yatırım) dengesi ve cari
transferler.
Sermaye
hareketleri
dengesi,
yurtiçinde yerleşik olanlar ile yurtdışında yerleşik
olan ekonomik birimler arasındaki borç alma ve
verme işlemleri ile sabit sermaye yatırımlarını
gösterir. Sermaye hareketleri hesabı, esasen bir
ülkenin cari işlemler dengesizliklerinin nasıl
finanse edildiğini açıklayıcı bir unsurdur.
Sermaye hareketleri dengesinde dört alt hesap
bulunur: Doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları,
diğer uzun vadeli sermaye hareketleri ve kısa
vadeli sermaye hareketleri. Uluslararası (resmi)
rezerv hareketleri, cari işlemler ve sermaye
hesaplarından oluşan dengenin bir aynasıdır ve
153
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım
1. Ekonominin reel üretim hacminde zaman içerisinde gerçekleşen iniş ve çıkışlara ne ad verilir?
6. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de mevcut
olan finansal sistemin unsurlarından biri
değildir?
a. Makro Frekans
b. Enflasyon
a. Sanayi şirketleri
c. Konjonktür dalgaları
b. Merkez bankası
d. Stagflasyon
c. Ticaret bankaları
e. Depresyon
d. Menkul kıymet borsaları
2. Bir ekonomide büyüme hızının sıfıra yaklaşması veya sıfır olması durumu aşağıdakilerden
hangisidir?
e. Sigorta şirketleri
a. Patlama
a. Fisher bileşeni
b. Depresyon
b. Referans faiz
c. Enflasyon
c. Politika faizi
d. Durgunluk
d. Gösterge faiz
e. Resesyon
e. Bileşik faiz
3. Toplam talebin dalgalanmasını ekonomideki
para miktarı artışındaki dalgalanmalara bağlayan
görüş aşağıdakilerden hangisidir?
a. Monetarist görüş
8. Bir ülkede tasarruf açığı olduğunu ve bu açığın
dış alem tasarrufları aracılığı ile (dışarıdan
tasarruf ithal ederek) kapandığını aşağıdakilerden
hangisi gösterir?
b. Keynesyen görüş
a. Yüksek devalüasyon
c. Neo-keynesyen görüş
b. Cari işlemler açığı
d. Reel konjontür teorisi
c. Yüksek işsizlik
e. Klasik görüş
d. Yüksek enflasyon
4. Aşağıdakilerden hangisi gecikmeli konjonktür
göstergeleri arasında yer almaz?
e. Faizlerde oynaklık
a. Girdi stoku
9. Ceterisparibus, reel faizi yüksek olan ülkenin
ulusal parasının değeri nasıl değişir?
b. Ürün stoku
a. Yükselir
c. Kredi kartı kullanımı
b. Düşer
d. Toplam ihracat
c. Değişmez
e. Reel döviz kuru
d. Sürekli iner ve çıkar
5. OECD’nin geliştirdiği “Bileşik Öncü Göstergeler” (CLI) endeksi referans seri olarak
aşağıdakilerden hangisini kullanır?
e. Ulusal para kullanılmaz
7. Merkez bankasının uyguladığı faiz politika
sında kullandığı faiz oranına ne ad verilir?
a. Enflasyon Oranı
10. Tüketici güven endeksinin (TGE) hangi değeri tüketicinin iyimser bekleyiş içinde olduğunu
gösterir?
b. İşsizlik oranı
a. TGE = 100
c. GSYH
b. TGE > 100
d. Sınai üretim endeksi
c. TGE < 100
e. TCMB politika faizi
d. TGE = 50
e. TGE < 50
154
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
1. c Yanıtınız yanlış ise “ Konjonktür ve Tahmini” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Bir ülkede yer alan çeşitli üretim sektörlerinin
genelinde kapasite kullanım oranlarının sürekli
olarak en üst seviyelerde olması, diğer bir deyişle
kapasite kullanımının üst sınırlarının zorlanması
o ülkede üretim kapasitesinin artırılması yani
yatırım yapılması gerektiği yönünde bir işarettir.
Zira, bu ülkenin kurulu üretim kapasitesi artık o
ülkedeki talebe yetmemektedir.
Sıra Sizde 1
2. d Yanıtınız yanlışise “Konjonktür ve Tahmini”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
3. a Yanıtınız yanlış ise “ Konjonktür Dalgaları”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
4. e Yanıtınız yanlış ise “Konjonktür ve Tahmini”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 2
5. d Yanıtınız yanlış ise “Konjonktür ve Tahmini” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Ekonomide geleceğe dönük kötümser bekleyiş
lerin artması birey ve kurumların ekonominin
geleceğine dair güvenlerini zayıflatacak ve bu
aktörlerin alışverişte kullanmak üzere nakit
talepleri azalacak dolayısıyla emisyon talepleri
düşecektir.
6. a Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler
ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
7. c Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler
ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
Sıra Sizde 3
Bir ülke siyasi ve askeri açıdan ne kadar tehlikeli
ve istikrarsız bir coğrafi bölgede yer alıyorsa
ceterisparibus menkul kıymetler borsası endeksi
de o kadar oynak (volatil) olacaktır. Çünkü siyasi
dengelerin bozulması ve askeri gerginlik
ekonomik aktörlerin davranışlarını normalden
uzaklaştırarak farklı davranışlara yönlendirebilir.
Kişi ve kurumlar yüksek riskli dönemlerde
kendilerini garantiye almaya dönük tutum ve
davranışlar
gösterdikleri
için
ekonomik
gerçeklikten ve dengelerden uzaklaşabilir. Bu
nedenle ülkelerin işbirliği içine girdikleri ülke
gruplarını da doğru bir tercihle belirlemeleri
büyük önem taşımaktadır.
8. b Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler
ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
9. a Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler
ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. b Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
Sıra Sizde 4
Türkiye’nin kronik dış ticaret açığı veren bir ülke
olması ekonomik büyümesinin önünde önemli bir
engel oluşturmaktadır. Çünkü Türkiye ekonomi
sinin büyüme dönemlerinde ithalatı ihracatından
çok daha fazla artmakta ve ülkedeki cari işlemler
açığı büyümektedir. Bu açığın finanse edileme
diği ve yeterli miktarda dövizin bulunamadığı
dönemlerde ekonomi krize girmekte ve daha
önceki büyüme kazanımları da kaybedilmektedir.
155
www.hedefaof.com
Sıra Sizde 5
Genç nüfus bir yandan ekonominin dinamizmi
için büyük bir fırsat oluştururken bir yandan da
olumsuzluk katabilmektedir. Ekonomi istikrarlı
bir şekilde büyüyor ve eğitimimkânları da
bunaparalelolarakartıyorisegençnüfusbirfırsatolar
akgörülebilir. Ancak, ekonomik büyümenin
beklenenin altında gerçekleşmesi ve genç
insanlara nitelikli bir eğitim verilmemesi
durumunda genç nüfus işsizliği besleyen bir
kanala düşecek ve “yüksekoranlı genç işsizliği”
adı verilen olgu ortaya çıkacaktır.
Dornbusch, R., S. Fischer ve R. Startz ve
diğerleri (2007) Makroekonomi. 9. B., Çev.
Salih Ak, Ankara: Gazi Kitabevi.
DPT (2009) Ekonomik Gelişmeler. Devlet
Planlama Teşkilatı Yayınları, Kasım 2009.
DPT
(2009)
Uluslararası
Ekonomik
Göstergeler.
Devlet
Planlama
Teşkilatı
Yayınları, Ankara.
DPT, (2009) Genel Ekonomik Hedefler ve
Yatırımlar 2010. Devlet Planlama Teşkilatı, 17
Ekim 2009. Ankara.
Sıra Sizde 6
DPT, (2009) 2010 Yılı Programı. Devlet
Planlama Teşkilatı Yayınları. Ankara.
Siyasi iktidarlar, ekonomik aktörlerin geleceğe
dönük kaygılarını azaltacak ve tüketim/yatırım
harcamalarını kısmalarını engelleyecek önlemleri
almak durumundadırlar. Bunların başında
özellikle kriz dönemlerinde halkın panik
davranışlara yönelmesini engellemek için medya
organlarını etkin bir şekilde gerekmektedir. Öte
yandan, siyasi otoriteler, tutarlı ve kararlı bir
şekilde ekonomik ilkelere uygun ve güven verici
davranışlarda bulunmak ve iktisat politikası
araçlarını kullanmak durumundadır. Halk siyasi
otoriteye güven duyduğu sürece siyasi otorite
iktisat politikalarından beklediği sonuçlara
ulaşabilecektir.
Eğilmez, M. ve E. Kumcu (2005) Ekonomi
Politikası, Teori ve Türkiye Uygulaması. 9.
Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Eğilmez, M. (2009) Küresel Finans Krizi,
Piyasa Sisteminin Eleştirisi, İstanbul: Remzi
Kitabevi,4.Baskı.
Eğilmez, M. (2010) Makroekonomi. İstanbul:
Remzi Kitabevi, 2.Baskı.
Ercan, M. (2009) “Öncü Göstergelere Göre
Krize Devam”, Radikal Gazetesi, 22.04.2009.
Ertek, T. (2009) Makroekonomiye
İstanbul: Beta Yayıncılık, 3.baskı.
Giriş.
Gordon, Robert J. (1993) Macroeconomics. New
York: Harper Collins College, 6th edt.
Günsoy,
B.
(2010)
Makroekonomik
Göstergelerin Yorumlanması, Makro İktisat
Teorisi içinde, (Edt. Muharrem Afşar), Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2123, AÖF
Yayını No: 1151.
Yararlanılan Kaynaklar
Afşar, A., Afşar, M. (2010). Finansal Ekonomi.
Ankara, Detay Yayıncılık.
Çepni, Elif (2007) Ekonomik Göstergeler ve
İstatistikler
Rehberi.
Ankara:
Seçkin
Yayıncılık, 2.Baskı.
HSBC, 2012, Türkiye PMI İmalât Sanayi
Raporu, 2 Ocak 2012.
Çolak, Ö. F. ve Aktaş, A. (2009), Makro
Ekonomik
Göstergelerin
Yorumlanması.
Ankara: Eflatun Yayınevi.
Ison, S., ve S. Wall (2007) İktisat Giriş. Çev.
Ahmet Çakmak vd. İstanbul: Bilim Teknik
Yayınevi.
Demirhan, A. A. ve Coşar, E. E. (2012) “İktisadi
Faaliyet Analizi: Öncü Göstergeler ve Ekonomi
Saati Yaklaşımı”, Ekonomi Notları, TCMB,
Sayı: 2012-02/12 Ocak 2012.
İstanbul Sanayi Odası
Göstergeler. Aralık 2009.
Mankiw, N. G. (2004) Principles of
Macroeconomics. Australia: Thomson, SouthWestern, Third Edition
156
Ekonomik
Karluk, S. R. (2009) Uluslararası Ekonomi.
İstanbul: Beta Yayınevi, 9.baskı.
Dornbusch, R., S. Fischer ve R. Startz (2004),
Macroeconomics. Ninth Edition, Boston:
McGrawHill/Irwin.
(2009)
www.hedefaof.com
Mortan, K. ve diğerleri (2001) İktisat Teorisi.
Ed. Nüvit Oktay, Eskişehir: T.C. Anadolu
Üniversitesi Yayınları No: 1056, Açıköğretim
Fakültesi Yayınları No: 579.
TCMB (2009) Enflasyon Raporu, 2009-IV.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları,
Ankara.
TCMB (2006) Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik
Öncü Göstergeler Endeksi, Aralık 2006.
Özel, S. (2000) Türkiye’de Enflasyon,
Devalüasyon ve Faiz. İstanbul: Alkım
yayıncılık.
TCMB (2002) Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik
Öncü Göstergeler Endeksi’ne (MBÖNCÜSÜE) İlişkin Yöntemsel Açıklama, Bilgi Notu.
Özkazanç, Ö. ve diğerleri (2006) İktisat Teorisi.
Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları
No: 1456, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No:
773,
TCMB (2010) Türkiye Cumhuriyeti Merkez
Bankası Başkanı’nın Konuşmaları: Durmuş
Yılmaz’ın Adana Sanayi Odası Sunumu, 17
Şubat 2010; 2010 Ocak Enflasyon Raporu Basın
Toplantısı Tutanakları, 26 Ocak 2010.
(www.tcmb.gov.tr)
Parasız, İ. (2006) Makroekonomi: Teori ve
Politika. Bursa: Ezgi Kitabevi, 9.baskı.
Parkin, Michael (2010) İktisat. Çev. Özcan uzun
vd. Ankara: Addison Wesley, Akademi
Yayıncılık, 9.baskı.
TCMB (2002) Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik
Öncü Göstergeler Endeksi’ne (MBÖNCÜSÜE) İlişkin Yöntemsel Açıklama.
Romer, D. (2006) Advanced Macroeconomics.
Third Edition, McGraw-Hill/Irwin.
Turkish Yatırım, (2012) Ekonomik Bülten.
(Çeşitli sayılar)
Sistematikrisk (2012) www.sistematikrisk.com
Uzunoğlu, S. (2003) Para ve Döviz Piyasaları.
2.B., İstanbul: Literatür Yayıncılık.
Sloman, J. (2004) İktisat, Makro. Çev. Ahmet
Çakmak, İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi.
Ünsal, Erdal M. (2005) Makro İktisat. 6. B.,
Ankara: İmaj Yayınevi.
TCMB ve TÜİK (2012) Güven Endeksi, Haber
Bülteni, Haziran 2012, Sayı: 149, 16 Temmuz
2012.
Ünsal, Erdal M. (2007) İktisada Giriş, Ankara:
İmaj Yayınevi.
TCMB (2012) Beklenti Anketi, Temmuz 2012,
2. Dönem, 20 Temmuz 2012.
Yıldırım, K. ve diğerleri (2006) Makroekonomi.
Ankara: Seçkin Yayıncılık 5.baskı.
TCMB (2012) İktisadi Yönelim Anketi, Aylık
Toplu Sonuçlar, 25 Temmuz 2012.
Yücel, Fatih ve Hüseyin Kalyoncu (2010)
“Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri ve Ülke
Ekonomilerini Etkileme Kanalları: Türkiye
Örneği”, Maliye Dergisi, Sayı: 159, TemmuzAralık 2010.
TCMB (2012) İmalât Sanayi Kapasite
Kulanım Oranı, Aylık Toplu Sonuçlar, 25
Temmuz 2012.
TCMB (2009) Finansal İstikrar Raporu 2009.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları,
Ankara.
TCMB (2012) Enflasyon Raporu, 2012-III,
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları,
Ankara.
157
www.hedefaof.com
8
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Kamu maliyesi kavramını açıklayarak yorumlayabilecek,
Kamu kesimi borçlanma gereği ve faiz dışı fazla kavramlarını tanımlayabilecek,
Özelleştirme olgusunu açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.
Anahtar Kavramlar
Kamu Maliyesi
Borçlanma
Devlet Bütçesi
Özelleştirme
Faiz Dışı Fazla
İçindekiler
Giriş
Kamu Maliyesi
Kamu Kesimi Borçlanması
Özelleştirme
158
www.hedefaof.com
Ekonominin Kamusal
Boyutu
GİRİŞ
Kenan Bulutoğlu, “Kamu Ekonomisine Giriş” adlı eserinin başlangıç kısmında kamu ekonomisinin
ortaya çıkışı ile ilgili olarak Japon film yapımcısı Kurosawa’nın “Yedi Samuray” filminin öyküsünü
örnek gösterir. Bu öyküde, köylerine dadanan haydut çetesi ile mücadele etmek için yedi kişilik samuray
grubunu kiralayan Japon köylülerinin başlarına gelen olaylar anlatılmaktadır. Köylüler haydutların
yağmaladığı miktarın bir kısmını bu yedi savaşçıya vermiş ve onlarla birlikte haydutların saldırısına
hazırlanmıştır. Filmin sonunda köye saldıran haydutlar büyük bir direnişle karşılaşmış ve çok sayıda
kayıp vererek köyü soyamadan geri çekilmişlerdir. Bulutoğlu bu öyküyü yorumlarken özellikle şu
sorgulamayı yapmaktadır: İnsanlar haydutlara karşı korunmak için ihtiyaç duydukları savaşçı hizmetini
niçin gidip piyasadan satın almasınlar? Piyasa dışı hizmet örgütlerine neden ihtiyaç duyarız? İnsanlar
niçin tüm ihtiyaçlarını piyasa ekonomisinden sağlayamaz? Kısacası kişiler ihtiyaçlarının bir kısmını niçin
piyasa dışı bir mekanizma ile yani DEVLET örgütü ile karşılamaktadır? Bulutoğlu bu soruların cevabını
şu şekilde vermektedir: “Çünkü piyasa insanların bazı gereksinimlerini ya hiç karşılayamaz ya da eksik,
yetersiz karşılar. Bu ekonominin temelinin kurulması için gerekli düzeni kurmayı piyasa başaramaz.
Düzen gereksinimi karşılanmazsa piyasa ekonomisi, bırakın bunu kurmayı, hiçbir faaliyete geçemez.
Kamu ekonomisi sadece piyasanın temelini oluşturan hizmetleri sunmakla, onun eksik yaptıklarını
tamamlamakla kalmaz. Bunlardan başka piyasanın bütün üretim kaynaklarını kullanmasını sağlamak (tam
çalışma), gelir dağılımını daha adil yapmak, fiyatların istikrarlı olmasını sağlamak işlevlerini de
üstlenmeye çalışır. Ama piyasanın yetersiz kaldığı her ihtiyaç için devletin kamu hizmetleri ile
karşılamaya yetkin olduğu da sanılmamalıdır. Nasıl piyasa yetersizliği (market failure) gözlemlere
dayanan bir olgu ise, devletin de her derde deva olamayacağı (state failure) göz ardı edilmemelidir”
(Bulutoğlu, 2008: 2-3).
Devletler ekonomik dünyanın vazgeçilmez aktörleridir. Devletler kamu hizmetlerini yerine
getirirlerken sahip oldukları kaynaklarla ekonomi için büyük bir güç haline gelmişlerdir. Dolayısıyla
günümüzde devletler çok etkili organizasyonlardır ve kamu hizmetinden öte ekonomik faaliyetler için
vazgeçilmez oyuncular haline gelmişlerdir.
Devletin gelir ve giderleri arasında dengeyi sağlamaktan öte fonksiyonları vardır. Bu fonksiyonlar
genel olarak;
•
Ekonomik büyüme,
•
Fiyat istikrarı,
•
Dış denge,
•
Gelir dağılımında adaletin sağlanması,
•
Yoksulluğun azaltılması, olarak sıralanır.
Yukarıda sayıldığı gibi çok sayıda ve zorlu fonksiyonu aynı anda yerine getirmek ve talep edilen
kamu hizmetlerinin arzını sağlamaktan sorumlu olan devletler, bütçeleri aracılığı ile yaşam bulurlar.
Devletler gelirlerini sağlıklı kaynaklardan sağlamalı ve giderlerini de etkin bir şekilde harcamalıdır.
159
www.hedefaof.com
Demokratik rejimlere sahip ülkelerde, devleti yöneten hükümetler önemli bir çelişkiye sahiptirler. Bu
aslında oy kaygısının yarattığı bir çelişkidir. Buna göre; bir yandan devletin işlevlerini normal bir şekilde
yürütebilmesi için ekonominin genel ilkelerinden yararlanmaya çalışan hükümetler, bir yandan da
yeniden seçilebilmek için yani (oy maksimizasyonu kaygısıyla) toplumun her kesimini memnun etmeye
çalışırlar. İşte bu süreçte gelirlerini artırabilmek için özellikle vergiler gibi sağlıklı kaynaklara
başvuramayan ve giderlerini de kısamayan hükümetler sonunda ya borçlanma ya da merkez bankasının
kaynaklarına başvurma tuzağına düşerler. Bu tuzaklardan kurtulmak ise kolay değildir ve büyük
toplumsal fedakârlıkları gerektirebilir. Bu satırların kaleme alındığı dönemde başta Amerika Birleşik
Devletleri olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesi büyük bütçe açıklarının yol açtığı ekonomik krizlerle
mücadele etmektedir. Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda, İtalya ve Güney Kıbrıs, bütçelerinde
verdikleri açıklar nedeniyle büyük çalkantılar yaşamakta ve Avrupa Birliği’nin nisbi olarak daha dengeli
ekonomilerinden yardım beklemektedir. Bazı ekonomistler de bu ülkelerin bir kısmının iflas durumunda
olduklarını iddia etmektedirler.
İster dengeli isterse dengesiz olsun, ekonominin kamusal boyutu modern ekonomiler için son derece
önemlidir. Devletin bütçe politikası ve kamu kesimi genel dengesi makro ekonomik istikrar üzerinde
büyük etkilere sahiptir. Bazı iktisatçılar devletin bu derece ekonominin içinde olmasının yanlış olduğunu,
devletin küçültülmesi gerektiğini ve temel kamu hizmetleri dışında devletin ekonomiden elini çekmesi
gerektiğini savunurlar. Bazıları da ekonominin devletsiz bir şekilde yaşayamayacağını, devletin temel
ekonomik sorunları çözmekte başrolde kalması gerektiğini ileri sürerler. İktisadi doktrinlerin ortaya
çıkışında bu önemli tartışmaların etkisi büyüktür. Biz de bu bölümde ekonominin kamusal boyutunu ele
alacak, kamu maliyesi, devlet bütçesi, kamu borçlanma gereği ve iç ve dış borçlanma, özelleştirme gibi
kavramları analiz edeceğiz.
KAMU MALİYESİ
Ekonomik sorunları, nasıl tamamıyla piyasa ekonomisi çözemezse, tek başına devlet de çözemez. Kaynak
tahsisini plânlama otoritesinin çözdüğü “merkezi planlı ekonomiler” başarısızlıkla sonuçlanan
deneyimlerinin ardından, 1980’li yılların sonlarında birer birer kumanda ekonomisini terk ettiler ve
piyasa ekonomisine geçtiler. Bugün Kuzey Kore gibi ülkeler bile piyasa odaklı bir yapılanmaya doğru
ilerlemektedir. Kurulma aşamasında “plânlama mekanizmasının” gelir dağılımında eşitliği sağlayacağını,
israfı ortadan kaldıracağını, fiyatları kontrol edeceğini ve emeğin sömürüsünü engelleyeceğini iddia eden
ülkeler bu iddialarını gerçekleştirememişlerdir. Tam aksine plânlı ekonomilerde bazı ürünler eksik
üretilmiş ve karaborsalara yol açılmış, bazı ürünler ise aşırı üretilmiş ve israf ortaya çıkmıştır. Bir yandan
ekonominin yönetiminde ortaya çıkan aşırı bürokrasi, öte yandan özel mülkiyetin yokluğu nedeniyle
motivasyon eksikliğine düşen işçi ve idarecilerin çalışma performansı düşmüştür. Rekabetin yokluğu
öncelikle tüketicileri mağdur etmiş, ürünler standartlaşmış ve kalitesi düşmüştür. Plânlama süreci çelişki
içinde ekonomik sonuçlar oluşturmuştur. Örneğin bir dönem Sovyetler Birliği Amerika Birleşik
Devletleri ile uzayda teknoloji yarışına girmişken, aynı dönemde dışarıdan gıda yardımına muhtaç bir
ülke konumuna düşmüştür. Sonuçta merkezi plânlı ekonomiler özellikle batılı kapitalist ekonomiler
karşısında daha fazla dayanamamış ve ekonomik sistemini bütünüyle değiştirmek zorunda kalmıştır.
Bazı düşünürler, merkezi plânlı ekonomilerin çöküşünün piyasa ekonomisinin dünya üzerindeki en
mükemmel ekonomik sistem olduğunu ispat ettiğini ileri sürmüşlerdir. Hatta dünyanın artık ebedi gerçeğe
erdiğini ve bu nedenle artık “tarihin sonunun geldiğini” ileri süren Fukuyama gibi yazarlar dahi çıkmıştır.
Piyasa ekonomisi taraftarları, piyasa ekonomisinde kaynakların otomatik olarak tahsis edildiğini,
“ekonomik çıkar” peşindeki rasyonel birimlerin arz ve talep güçleri ile yön verdikleri fiyat
mekanizmasının toplumu maksimum refaha ulaştıracağını iddia etmektedirler. Oysa piyasa ekonomisinin
önemli eksiklikleri bulunmaktadır. Piyasa ekonomilerinde ekonomik istikrarın kendiliğinden ortaya
çıkması bazen mümkün olmamakta ve ekonomik hayatta sürekli olarak iniş ve çıkışlar meydana
gelmektedir. Rekabet sonucunda büyük firmalar küçük firmaları ele geçirerek tekelleşebilmektedir.
Toplumun tüm bireyleri aynı fırsatlara sahip olamamakta ve yeterli gelire sahip olmayanlar ihtiyaçları
olan ürünlere ulaşamamaktadır. Piyasa mekanizması adalet hizmetleri, iç ve dış güvenlik, büyük ölçekli
altyapı yatırımları ve bağımsız denetim gibi bazı ihtiyaçları tek başına karşılayamamaktadır. Özel kişi ve
firmalar faaliyetlerinin toplumsal maliyetlerini (dışsal maliyetler) göz ardı etmekte, çevre kirliliği, trafik
160
www.hedefaof.com
sorunları, gürültü ve toplumsal huzur gibi negatif maliyetler hesaba katılmamaktadır. Oysa devlet,
yasalar, yasaklar, vergiler ve teşviklerle, kişi ve firmaları oluşturdukları dışsallıkların bedelini ödemeye
zorlayabilir.
Günümüzdeki koşullar dikkate alındığında piyasa ekonomisinin yaygınlaşması sizce toplumsal refahı artırmış mıdır?
Bir toplumda kamu sektörünün ekonomiye katılmasının birçok sebebi vardır. Bu sebeplerden bazıları
aşağıdaki gibi başlıklar altında açıklanabilir(Ison ve Wall, 2007: 239-40):
Mal ve hizmet sağlanması: Piyasaya bırakıldığında yeterince sağlanması zor olan mal ve hizmetler
vardır. Savunma hizmetlerinin, kanun ve düzenin sağlanması, sel kontrolü için gerekli yapıların (baraj
vb.) tesisi gibi mallara kamu malları; eğitim ve sağlık gibi mallara yetkinlik malları adı verilir. Kamu
mallarının iki temel özelliği bulunmaktadır. Bunlardan birisi “hariç tutamama”dır. Yani bu mallar bir
kişiye sağlanırsa herkese de sağlanmış olur. Örneğin millî savunma hizmetinden toplumun sadece bir
kesimi yararlanmaz. Diğer özelliği ise birinin bir malı tüketmesi diğerlerinin tüketmesini engellemiyorsa
o zaman rekabetin yokluğu anlamına gelir. Örneğin bir kişinin iç güvenlik hizmetinden yararlanması
diğerlerinin yararlanmasının önünde bir engel değildir.
Negatif dışsallıkların kontrolü: Özel sektörün maliyetlerine dahil etmediği ama topluma yük getiren
trafik sorunu, çevre kirliliği ve gürültü gibi maliyetlere negatif dışsallıklar denir. Devlet kurallar koyarak
veya vergi alarak negatif dışsallıkların bedelini özel sektöre ödetmeye çalışır.
Gelir ve servetin yeniden bölüştürülmesi: Serbest piyasa ekonomisinin işleyişi sırasında bozulan gelir
ve servet dağılımını daha eşit hale getirmek için kamusal müdahaleler yapılabilir. Transfer harcamaları
(emekli aylıkları, işsizlik yardımı, çocuk yardımı vb.)
Rekabetin özendirilmesi: Piyasa ekonomisi ve sınırsız rekabet zamanla kamu çıkarına aykırı olan
tekellerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu durumda devletin müdahalesi gerekir. Birçok ülkede bu
amaçla “rekabet komisyonları” görev yapmaktadır.
Ekonomik faaliyet seviyesinin düzenlenmesi: Ülkelerin makroekonomik faaliyet hacimlerinde
görülen dalgalanmaların istikrarlı hale getirilmesi ve bunların olumsuz etkilerinin giderilmesi için ekono
mi politikası izlenmesi de kamu sektörünün varlık sebepleri arasındadır. Örneğin kamu harcamalarını ve
vergileri değiştirerek uygulanan maliye politikası ekonomik büyüme, fiyat istikrarı ve ödemeler dengesini
sağlamak için uygulanan önemli bir iktisat politikası türüdür.
Gerçek hayatta ne tamamıyla piyasa ekonomisi, ne de tamamıyla merkezi plnlı ekonomiyle
(kumanda ekonomisi) yönetilen bir ekonomik düzen yoktur. Bugün dünya üzerinde var olan ülkelerin
neredeyse tamamında plânlı ekonominin ve piyasa ekonomisinin üstün taraflarını bir araya getiren
“karma ekonomi” sistemi uygulanmaktadır. Karma ekonomilerde piyasanın üstün taraflarıyla planlı
ekonominin üstün tarafları birleştirilmeye çalışılmaktadır. Ekonominin bazı mekanizmaları piyasaya bazı
mekanizmaları ise devlete bırakılmaktadır. Devlet piyasada sunulmayan hizmetleri yapar ve vatandaşların
hizmetine sunar. Bu hizmetlere “kamu hizmeti” adı verilir. Kamu hizmeti talepleri siyasi mekanizmalar
aracılığı ile devlete iletilir. Bu hizmetlerin arzını ve bu arzın ayrıntılarını siyasal iktidar kararlaştırır.
Siyasal iktidar demokratik olabileceği gibi otoriter de olabilir. Siyasal iktidar ile piyasa arasında güçlü bir
etkileşim vardır. Piyasada ortaya çıkan ihtiyaçlar devlet hizmetlerini etkiler.
Toplumun ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulmuş bir örgüt (organizasyon) olan devlet,
kamu hizmetlerini “kamu harcamaları” yaparak gerçekleştirir. Devlet kamu hizmetleri için harcamalarını
finanse edebilmek için iktisadi değer ve araçlara ve bilhassa “paraya” sahip olmalıdır. İşte bu aşamada
kamu ekonomisi ön plana çıkmaktadır. Kamu ekonomisi “toplum mal ve hizmetlerine olan talebi ifade
eden toplumsal ihtiyaçların, devlet tarafından sağlandığı, siyasi ve idari organların kararları altında ve
bütçe yoluyla organize edildiği iktisadi faaliyet alanıdır. Kamu ekonomisinin kapsadığı hizmetler “devlet”
denen ve çeşitli kademede ve güçte organlar tarafından yürütülür (Edizdoğan vd., 2010: 7).
161
www.hedefaof.com
Devletin ve diğer kamu kuruluşlarının kamusal ihtiyaçları karşılamak amacıyla yaptıkları süreklilik
arz eden faaliyetlere kamu hizmeti adı verilir. Kamu hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için para gerekir.
Kamu kuruluşlarının görevlerini yerine getirebilmek amacıyla yaptıkları parasal işlemler, yani kamu
hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için gerekli mali kaynakların elde edilmesi ve bunların kullanılması
“mali olayları” meydana getirmektedir. Maliye biliminin konusu mali olaylardır. Mali olaylar; devletin
gelirlerinden, giderlerinden ve bunların plânlanması ve bütçelendirilmesinden doğan olaylar ile birlikte
mali sorunları, mali yüklerin kişiler arasında nasıl dağıtılacağını ve kamu harcamalarının nasıl
yürütüleceğini de kapsamaktadır (Mutluer vd., 2007: 12). Kamu maliyesinin “devletin görevlerini yerine
getirebilmesi için, gerekli olan mali araçların elde edilmesi ve kullanılması sanatı” şeklinde dar tanımı
yapılabileceği gibi “devlet faaliyetlerinin iktisadi ve sosyal açıdan incelenmesi, devlet faaliyetlerinin
sınırlarının araştırılması ve bu faaliyetlerin gerektirdiği harcamaların ve gelirlerin ne olması gerektiğinin
incelenmesi” şeklinde geniş tanımı da yapılabilir (Edizdoğan vd., 2010: 4).
Kamu maliyesini insanların kalp (kan dolaşım) sistemlerine benzetmek mümkündür. Vücudumuzdaki
kan önce toplardamarlar aracılığı ile kalpte toplanır ve daha sonra atardamarlar ile organlarımıza geri
gönderilir. Aynı mekanizma kamu maliyesi alanında da işler. Kamu gelirleri devletin bir organında
toplanır ve daha sonra kamu hizmetinde kullanılmak üzere geri gönderilir. İşte bu gelir ve giderlerin
toplanması ve dağıtılması işlevi bütçeler tarafından sağlanır. Dolayısıyla kamu mali sistemi, kamu gelir
ve giderleri ile bütçelerden oluşmaktadır (Mutluer vd., 2007: 1).
Kamu Harcamaları
Kamu harcamaları, kamu kurumlarının siyasal karar alma sürecinde belirlenen kamu hizmetlerini
karşılamak amacıyla yaptığı parasal harcamalardır. Kamu harcamalarının hangi alanlara ve ne amaçla
yapılacağı önemli ölçüde siyasal karar alma süreci içinde belirlenir.Bu sürecin somutlaşması bütçe süreci
çerçevesinde gerçekleşir (Pınar, 2008: 40).
Tarihi perspektif içinde düşünüldüğünde geçtiğimiz yüzyıl içinde bütün ülkelerde kamusal harcamalar
artmıştır. Tablo 8,1’de bazı dünya ülkelerinde kamu harcamalarının GSYH’ye oranları yer almaktadır.
Japonya’da 1880 yılında kamu harcamalarının GSYH’ye oranı %11 iken 2003’te %35’e; ABD’de
%8’den %27’ye, Almanya’da %10’dan %46’ya, İngiltere’de %10’dan %38’e, Fransa’da %15’ten %50’ye
İsveç’te %6’dan %52’ye yükselmiştir.
Tablo 8.1: Kamu Harcamalarının GSYH’ye Oranı (%)
1880
1929
1960
2003
Japonya
11
19
18
35
ABD
8
10
28
27
Almanya
10
31
32
46
İngiltere
10
24
32
38
Fransa
15
19
35
50
İsveç
6
8
31
52
Kaynak: Begg vd. (2010: 279)
Ekonomide kamunun boyutu 1970’li yıllara kadar düzenli olarak artmıştı. Ardından yüksek
vergilerden ve kamu harcamalarından, devletin hantallığından şikâyet edenlerin sayısının artması üzerine,
kamunun boyutlarını azaltacağına söz veren yönetimler dünya ülkelerinin birçoğunda iktidara gelmiştir.
Uzun yıllar liberal görüşü savunan ve kendilerine genellikle “arz yanlı iktisatçılar” denen bu kişilerin
iktidarı bir süre devam ettiyse de yeni yüzyıl başlarında bu süreç yine tersine dönmüştür. Amerika
Birleşik Devletleri ve İngiltere’de bile ulaştırma, eğitim ve sağlık harcamalarını artıracağını söyleyen
iktidarlar işbaşına gelmişlerdir (Begg vd. 2010, 279).
162
www.hedefaof.com
Kamu harcamalarını birbirinden ayırabilmek için ortak nitelikte olanların bir araya getirilerek bazı
sınıflandırmalara tabi tutulduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda kamu harcamalarının çeşitli açılardan
sınıfalndırmasını, aşağıdaki gibi çeşitli başlıklar altında yapabiliriz (Uluatam, 2009: 204-206):
İdari Sınıflamalar: Bu tür sınıflandırmada devlet örgütlenmesine, harcama yapacak birimlerin isim
ve yapısına göre hareket edilir. Burada sınıflandırmanın temelini devletin yapısı ve organları oluşturur.
Bu nedenle bu sınıflandırma türüne “organik” sınıflandırma adı da verilmektedir. Türkiye’de merkezî
bütçe içinde harcamacı dairelerin TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi,
Başbakanlık, Çevre ve Orman Bakanlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü,… şeklindeki
bölünüşü merkeziyetçi kamu kesiminin mevcut yapısından kaynaklanan idari sınıflamadır.
Fonksiyonel Sınıflamalar: Kamu harcamalarını yapan birimler yerine devletin ulaşmak istediği
amaçlar ve üstlendiği görevler için ne kadar harcama yapıldığına odaklanıldığında fonksiyonel
sınıflandırma gerçekleştirilmiş olur. Örneğin millî eğitimle ilgili harcamalar Milli Eğitim Bakanlığı
bütçesinde yer alır.
Ekonomik Sınıflamalar: Devlet harcamalarının doğurduğu etkilerin ekonomik analizine dayalı olan
çok sayıda sınıflandırma bulunmaktadır. Burada sınıflamanın temelini belli bir dönemdeki kamu
harcamaları ile o dönemin üretimi arasındaki ilişki dikkate alınacaktır. Eğer devletin yaptığı harcamalar
dolaysız olarak toplam talebin bir unsurunu oluşturuyor ve toplam üretim ile genel fiyat düzeyini özel
tüketim ve yatırıma benzer şekilde etkileyebiliyorsa bu tür harcamalara “gerçek harcamalar” denir. Devlet
harcamalarının dolaylı bir şekilde etkili olduğu bazı durumlarda ise bazı servet unsurları kişi ve kurumlar
arasında el değiştirmekte, toplam üretim ise buna bağlı olarak daha sonra etkilenmektedir. Bu harcamalar
ise transfer harcamaları genel başlığı altında toplanabilir.
Kamu harcamaları veya aynı anlamda olmak üzere kamu giderleri genellikle üç temel başlık altında
ele alınır. Bunlar;
•
Kamu kesimi cari harcamaları,
•
Kamu kesimi yatırım harcamaları,
•
Transfer harcamalarıdır.
Kamu kesimi cari harcamaları; kamu kesiminin günlük faaliyetlerini sürdürebilmesi için sürekli
olarak yapması gereken giderlerden oluşmaktadır. Personel harcamaları ve diğer cari harcamalar olarak
iki önemli kalemi bulunmaktadır. Kamu kesiminde görülen çok çeşitli hizmetleri görmeleri karşılığında
kamuda istihdam edilen memur ve işçilere yapılan ücret, sağlık harcamaları ve yolluk gibi ödemelere
“personel giderleri” adı verilir. Öte yandan kamu görevlerinin icrası sırasında görevlilerin kullandığı
taşıtların yakıt ve bakım giderleri, kamu binalarının bakımı, aydınlatılması ve ısıtılması ile ilgili
masraflara yapılan ödemelere “diğer cari harcamalar” adı verilir.
Kamu kesimi yatırım harcamaları; yollar, barajlar, köprüler, havaalanları, okul ve hastane binaları ve
kamu iktisadi teşebbüslerinin fabrika binaları gibi unsurların gerçekleştirilmesi için devletin yapmış
olduğu harcamalardır. Kamu kesimi, başta büyük sermayeye ihtiyaç duyulması olmak üzere çeşitli
nedenlerle özel sektörün yapamadığı altyapı yatırımları ve benzeri yatırımları üstlenebilmektedir.
Transfer harcamaları ise; karşılıksız veya geçmişte yapılan bir işlemin cari dönemdeki karşılığı
olarak ya da ileride verilecek bir hizmete karşılık olmak üzere yapılan ödemelerden oluşmaktadır.
Emeklilere, yaşlılara, dul ve yetimlere, şehit ailelerine ve gazilere yapılan maaş ve benzeri ödemeler,
öğrencilere verilen karşılıksız burslar, vergi iadeleri, kamu kesiminin yaptığı borçlanma karşılığında
doğan faiz ödemeleri transfer harcamalarına örnek olarak gösterilebilir (Eğilmez, 2010: 118-19).
Devlet Bütçesi
Toplumun farklı kesimleri ve bireyler, sürekli olarak gelir ve giderleri arasında bir denkleştirme gayreti
içindedirler. Örneğin her üniversite öğrencisinin bir “bütçesi” vardır ve ailesinin göndermiş olduğu parayı
dikkatli bir şekilde harcamak zorundadır. Eğer gelirleri giderlerine yetmiyorsa ya borç para bulmak veya
herhangi bir yerde çalışarak yeni gelir kaynakları oluşturmak zorundadır. İşte devlet de kamu hizmetlerini
163
www.hedefaof.com
yerine getirirken bir bütçe çerçevesinde faaliyette bulunmak zorundadır. Bu bütçe “kamu bütçesi” olarak
adlandırılır.
Kamu bütçesi veya kısaca bütçenin çeşitli tanımları yapılabilir. Bütçe konusunda kabul gören bir
tanım Fransız maliyeci Edgar Allix tarafından yapılmıştır. Allix’e göre, “Bütçe, devletin belirli bir süre
içindeki gelir ve giderlerini tahmini olarak belirleyen, gelirlerin toplanmasına, giderlerin yapılmasına izin
veren bir tasarruftur”. 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda bütçe “Belirli bir
dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve usulüne
uygun olarak yürürlüğe konulan belgeyi ifade eder” şeklinde tanımlanmaktadır (Edizdoğan vd., 2010:
345). Kenan Bulutoğlu bütçeyi şu şekilde tanımlamaktadır: “Kamu ekonomisinde bütçe, topluca ödeme
yöntemiyle sunulacak olan kamu hizmetlerinin ve bunların maliyetlerinin karşılanması yollarının değerleri ile hesaplanmış ve sınırlanmış listesidir. Bütçe kamu ekonomisi karar birimlerinin (merkezi
hükümet, yerel idareler vb.) maliyetlerini göstererek, kendi bürokrasilerine yaptıkları bir kamu hizmeti
sipariş listesidir” (Bulutoğlu, 2008: 172). Bütçe daha yalın bir tanımlamayla “gelir ve gider tahminlerini
ve varsa aradaki farkın nasıl işlem göreceğini ortaya koyan bir belgedir” (Eğilmez, 2010:
120).Dolayısıyla daha somut bir şekilde ifade etmek istersek “bütçe, bir devletin belirli bir döneme ilişkin
gelir ve gider tahminlerini gösteren, gelir toplanmasına ve harcama yapılmasına izin veren bir kanundur”
ve bu kanunun temel özellikleri şunlardır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 138; Edizdoğan vd., 2010: 345-46):
•
Tahdit: Bütçe kanunu genellikle bir yılı kapsayan geçici bir kanundur.
•
Tasdik: Bütçe, hükümete gelirlerin toplanmasına ve giderlerin yapılmasına önceden yetki veren
bir “yetki kanunu”dur.
•
Tahmin: Bütçe, diğer kanunlardan farklı olarak “tahminleri” içerir ve devletin geleceğe ait gelir
ve gider tahminlerini gösterir.
•
Tevzin: Bütçede yer alan kamu gelir ve gider tahminleri denk olmalıdır.
Günümüz dünyasında bütçenin önemli işlevleri bulunmaktadır. Bu işlevleri siyasal, hukuki, mali ve
iktisadi işlevler olarak dört başlık halinde toplayabiliriz. Şimdi kısaca bu işlevleri açıklayalım (Pınar,
2008: 14-15):
Bütçenin siyasal işlevi: Demokrasilerde iktidara gelen parti veya partilerin harcama yapma ve
vergilendirme yetkilerinin sınırsızca kullanılmasını önlemek için bütçe her yıl parlamento onayından
geçmelidir. Aslında bu onay hükümetin her yıl güvenoyu tazelemesi anlamına gelmektedir.
Bütçenin hukuki işlevi: Bütçe nihai olarak bir kanundur ve bir kanun hangi aşamalardan sonra
çıkıyorsa bütçe de aynı aşamalardan geçerek çıkar. Ancak bağlayıcılığı diğer kanunlar kadar katı değildir.
Yıl içerisinde bazı ödenek kısıntıları ve ödenek kaydırmaları yapılabilir.
Bütçenin mali işlevi: Hükümetin kamu mal ve hizmetlerini sunabilmesi için gerekli olan finansman
kaynağı bütçede gösterilmek zorundadır. En önemli finansman kaynağı olan vergilerin hangi türüne
ağırlık verileceği oldukça önemli bir konudur. Çünkü her vergi farklı etkiler ortaya çıkarmaktadır.
Bütçenin iktisadi işlevi: Devletin kamu harcamalarının finansmanında kullanmak üzere topladığı
vergiler türlerine göre ekonomik büyüklükler üzerinde farklı etkiler oluşturur. Bu bağlamda bütçe, ilgili
yıl içinde uygulanacak olan iktisat politikalarının çerçevesini ortaya koymaktadır.
Türkiye’de Bütçe Süreci
Türkiye’de bütçe süreci esas olarak dört aşamadan oluşmaktadır. Bu aşamalar sırasıyla, bütçenin
hazırlanması, parlamentoda görüşülüp onaylanması, uygulanması ve denetimidir. Türkiye’de bütçenin
hazırlanması, onanması, uygulanması ve denetimine ilişkin esaslar 5018 sayılı Mali Yönetim ve Kontrol
Kanunu ile düzenlenmiştir. Şimdi kısaca bu aşamaları tanıyalım (Mutluer vd., 2007: 434-35; Pınar 2008:
17-20):
Bütçenin hazırlanması: Devlet bütçelerini yürütme organları hazırlar, çünkü bütçeler yürütme
organının bir yıllık faaliyetlerini içeren programı oluşturmaktadır. Türkiye’de merkezi yönetim bütçesini
164
www.hedefaof.com
hazırlayarak TBMM’ye sunma görevi Bakanlar Kuruluna aittir. Maliye Bakanlığının sorumluluğunda
hazırlanan bütçe kanun tasarısı Bakanlar Kurulu tarafından TBMM’ye gönderilir. Bütçe teknik olarak
hazırlanmadan önce orta vadeli program ve orta vadeli malî plân hazırlanır. Orta vadeli program Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (yeni adıyla Kalkınma Bakanlığı) tarafından hazırlanır ve Mayıs sonuna
kadar Bakanlar Kurulu tarafından onaylanır. Orta vadeli malî plân ise Maliye Bakanlığı tarafından
hazırlanır ve Haziran ayı ortasına kadar Yüksek Plânlama Kurulu’nca karara bağlanır. Haziran sonuna
kadar Maliye Bakanlığı’nca bütçe çağrısı ve bütçe hazırlama rehberi hazırlanır ve resmi gazetede
yayınlanması ile birlikte kamu kurumlarının bütçe hazırlığı başlar. Bu bilgiler ışığında hazırlanan bütçe
Maliye Bakanlığı’na gönderilir. Maliye Bakanlığı kendi bütçesini de ekleyerek tasarıyı Bakanlar
Kurulu’na iletir. Bakanlar Kurulu’ndaki tartışmalardan sonra tasarıya son şekli verilir ve meclise sevk
edilir.
Bütçe kanun tasarısının TBMM’de görüşülmesi ve onaylanması: Bütçelerin yürütmeyi temsil eden
hükümetler tarafından parlamentoya sunulması ve aynı organ tarafından onaylanması bütçe hakkının bir
gereğidir. Parlamento, belirli bir süre gelirlerin toplanması ve giderlerin yapılması için halk adına
yürütmeye izin vermektedir. Hükümet tarafından hazırlanan “Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı”
ve ekleri, halen 1 Ocak olan malî yılın başlangıcından 75 gün önce, diğer bir ifade ile 17 Ekim tarihine
kadar TBMM’ye sunulur. Tasarı ve ekleri, görüşülmek üzere Plân ve Bütçe Komisyonu’na
gönderilir.Kırk kişiden oluşan bu komisyonun en az yirmi beş üyesi iktidar parti ya da partilerine kalanı
da diğer milletvekillerinden oluşur. Bütçe tasarısı, komisyonda elli beş gün içinde görüşülüp oylandıktan
sonra, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmek üzere komisyon raporu ile birlikte Genel Kurula gönderilir.
Komisyonun tasarıda değişiklik yapma yetkisi vardır. Yatırım bütçeleri için Devlet Plânlama
Teşkilatı’nın (yeni adıyla Kalkınma Bakanlığı) da onayı alınmak zorundadır. Bütçe tasarısı Genel
Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır. Bütçenin tümü üzerine yapılan oylamada evet
oylarının hayır oylarından yüksek olması gerekir. Kabul edilen bütçe tasarısı onaylanmak üzere
Cumhurbaşkanına gönderilir. Veto hakkı olmayan Cumhurbaşkanının bütçeyi onaylaması ile malî
yılbaşından itibaren (1 Ocak) yürürlüğe girer.
Bütçenin uygulanması: Bütçe meclis genel kurulunda onaylandıktan sonra hükümet tarafından
onaylanır. Bütçe uygulanırken şu aşamalar izlenir: Ödeneklerin harcama programına bağlanması;
harcama yetkilisi tarafından harcama talimatı verilmesi; yüklenmeye (taahhüde) girişilmesi; işin
gerçekleştirilmesi (mal ve hizmetin alınması) ve belgelendirme; bazı işlemlerin ön malî kontrole tabi
tutulması; muhasebe yetkilisi tarafından ödeme yapılması.
Türkiye’de devlet daireleri bütçe düzeni bakımından iki biçimde örgütlenmektedir. Bunlardan
birincisi çeşitli bakanlıklar ile bunlara bağlı kuruluşlardır ve bunların tümü “genel bütçe” içinde yönetilir.
Genel bütçe, kendilerine ait gelirleri olmayan merkezi idare için hazırlanan bütçedir. İkincisi ise her biri
ayrı tüzel kişilikleri bulunan ve genel bütçenin eki şeklinde ayrı birer bütçeye sahip olan “katma bütçeli
idareler”dir. Üniversiteler, Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü katma
bütçeli idarelere örnek olarak verilebilir. Katma bütçe kendi özel gelirleri olan ve giderlerinin bir kısmını
bu gelirler ile karşılayan kurumları kapsayan bütçedir. Açıkları “hazine yardımı” adı altında hazine
tarafından karşılanan bu bütçelerin fazlaları genel bütçeye katılır. Genel bütçe ve katma bütçe
toplamından hazine yardımı düşüldüğünde “konsolide bütçe”ye ulaşılır. Türkiye’de konsolide bütçenin
gelir ve gider kalemleri Tablo 8.2’de özetlenmektedir (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 138-39):
165
www.hedefaof.com
Tablo 8.2: Türkiye’de Konsolide Bütçe Bileşenleri
GELİRLER
a.
GİDERLER
Vergi gelirleri
a.
Dolaysız Vergiler (Gelir, Kurumlar Vergisi vb.)
Cari Giderler
Personel Giderleri
Dolaylı Vergiler (KDV, Gümrük, Damga vb.)
Devlet Memurlarının Maaşları
Devlet Dairelerinde Çalışan İşçi Ücretleri
Memurların Yollukları, Sağlık Giderleri vb.
Diğer Cari Giderler
Elektrik, Havagazı, Su, Benzin Posta
Giderleri vb.
b.
Vergi Dışı Normal gelirler
b. Yatırım Giderleri
Devlete Ait Taşınmaz Mal Kira ve Satış Gelirleri
Genel ve Katma Bütçeli İdarelerin Yatırım
Giderleri
Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Kârları
c.
Özel Gelirler ve Fonlar
c. Transferler
Hibeler
Sübvansiyonlar
Çeşitli Fonlardan Bütçeye Aktarılan Katkılar
İç ve Dış Borç Faizleri
Kamu İktisadi teşebbüslerine Ödemeler
Vergi İadeleri
Kaynak: Eğilmez ve Kumcu (2005: 139).
Bunlardan dışında iki bütçe türü daha bulunmaktadır: Bunlar “özel bütçe” ve “özerk bütçe”lerdir.
Özel bütçe, mahalli (yerel) idarelerin gelir ve giderlerini kapsar. Özel bütçeli kuruluşlar olarak yerel
yönetimler konsolide bütçeye dahil edilmezler. Bunların konsolide bütçe ile ilişkisi “mali tevzin” denilen
yöntemle konsolide bütçe gelirlerinden aldıkları paylar ve konsolide bütçenin transfer kalemleri arasından
aldıkları yardımlardan ibarettir. Özerk bütçe ise kamu idari kuruluşları (KİT) gibi idari nitelik taşıyan
devlet kuruluşlarının bütçeleridir. Kamu iktisadi teşebbüsleri özerk bütçeli kuruluşlar olarak konsolide
bütçe içinde yer almazlar. Bunların bütçeyle ilişkisi, finansman açıklarının bütçeden karşılanması,
finansman fazlalarının ise bütçeye gelir kaydedilmesi yönünde “dışsal” bir ilişki şeklindedir (Eğilmez ve
Kumcu, 2005; Pınar, 2008; Pınar, 2010).
Türkiye’de özellikle yerel yönetimler, döner sermayeler ve bazı KİT’lere ait verilerin izlenmesindeki
zorluklar nedeniyle “Konsolide Kamu Sektörü” (KKS) tanımlamasına gidilmiştir. Özellikle “faiz dışı
fazla” kavramına ilişkin büyüklükler hesaplanırken “Konsolide Kamu Sektörü” adı verilen bu kategori
altında izlenen kuruluşların verileri dikkate alınmaktadır. KKS toplam kamu kesiminin tamamını
kapsamasa da büyük bölümünü kapsamaktadır. KKS, şu alt bileşenlerden oluşmaktadır: i) Merkezi
Yönetim Bütçesi ii) Bütçe Dışı Fonlar iii) Sosyal Güvenlik Kuruluşları iv) İşsizlik Sigortası Fonu v) KKS
Kapsamında İzlenen Kamu İktisadi Teşebbüsleri. Bu bağlamda, yapılan yasal düzenleme ile 01.01.2006
tarihinden itibaren başlamak üzere “Konsolide Bütçe” tanımı yerine “Merkezi Yönetim Bütçesi” (MYB)
tanımı kullanılmaya başlanmıştır. MYB, Genel Bütçe Kapsamındaki İdareler, Özel Bütçeli İdareler ile
Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar’ı kapsamaktadır (Çepni, 2007: 103-104).
166
www.hedefaof.com
Bir devletin bütçesinin denk olması, bütçe gelirlerinin bütçe giderlerine denk olması anlamına gelir.
Bazı durumlarda bütçe gelirleri bütçe giderlerinden daha fazla (bütçe fazlası), bazı durumlarda ise daha az
olabilir (bütçe açığı). Makroekonomik açıdan bütçe giderlerinin bütçe gelirinden fazla olması oldukça
önemli etkiler meydana getirir ve arzulanan bir durum değildir. Avrupa Birliği kapsamında imzalanan
Maastricht Anlaşmasına göre, bir ülkenin bütçe açığı gayri safi millî hasılasının en fazla %3’ü
büyüklüğünde olabilir. Tablo 8,3’te Türkiye’nin 2008 ve 2012 yılı verilerine göre düzenlenmiş, genel
devletin toplam gelir ve harcamaları yer almaktadır. Tablonun üst kısmında bütçe gelirleri bulunmaktadır.
Genel bütçe gelirlerinin büyük kısmını vergi gelirleri oluşturmaktadır. Toplam gelir 2008 yılında 313.051
milyon iken 2009 yılında çok az bir artışla 329.938 milyon ’ye çıkmıştır. Bu çok küçük miktarda
artışın nedeni 2009 yılındaki küresel kriz nedeniyle ekonomide yaşanan küçülmedir. Harcamalar kısmına
bakıldığında küresel kriz nedeniyle toplam gelirler duraklamışken toplam harcamaların ve özellikle
transfer harcamalarının arttığı görülmektedir. Faiz dışı harcamalar 2008’de 277.147 milyon iken
2009’da 327.551 milyon ’ye çıkmıştır. 2008’de 328.665 milyon olan faiz ve faiz dışı harcamalarının
toplamı 2009’da 382.139 milyon ’ye çıkmıştır. Alt kalemlere bakıldığında cari transferler ve cari
harcamalardaki artışların toplam harcamalardaki artışta payı olduğu görülmektedir. Sonuç olarak bütçe
dengesi 2009 yılında büyük oranda bozulmuş ve bütçe açığı artmıştır. 2008 yılında faiz dışı dengede
35.904 milyon fazla var iken 2009 yılında faiz dışı dengedeki fazla 2.388 milyon ’ye düşmüştür.
Borçlanma gereği 2008 toplam gelirinden 2008 toplam harcaması çıkarılarak bulunur: 313.051-328.665=
15.614 milyon . Oysa toplam gelirden faiz dışı harcamaları çıkarırsak 313.051-277.147=35.904 milyon
bütçe fazlamız bulunmaktadır. 2008 yılında borçlanma gereğinin 15.614 milyon ’den 2009’da 52.201
milyon ’ye sıçraması dikkat çekicidir. Bu rakam 2010’da 32.274, 2011’de 12.398 milyon ’ye
gerilemiştir. Faiz dışı borçlanma gereğinin GSYH’ye oranı olumlu anlamda olmak üzere negatif bir değer
alırken, borçlanma gereğinin GSYH’ye oranı olumsuz anlamda olmak üzere pozitif bir değer almaktadır.
Tablo 8.3: Genel Devlet Toplam Gelir ve Harcamaları (1)
(Cari Fiyatlarla, Milyon )
2008
Vergiler
172 251
-Vasıtasız 55 714
-Vasıtalı 111 139
-Servet
2009
2010
2011(2)
176 136 216 109 256 137
57 294
(GSYH’ya Oran, Yüzde)
61 621
2012(3)
285 321
2008
2009
18,12 18,49
2010 2011(2) 2012(3)
19,58
19,99
20,01
74 575
81 559
5,86
6,01
5,58
5,82
5,72
112 789 147 096 173 268
194 357
11,69
11,84
13,33
13,52
13,63
5 398
6 053
7 392
8 294
9 406
0,57
0,64
0,67
0,65
0,66
Vergi Dışı 17 777
19 195
20 420
24 597
28 124
1,87
2,02
1,85
1,92
1,97
53 379
59 414
60 749
63 539
67 626
5,62
6,24
5,50
4,96
4,74
61 459
70 823
89 514 117 716
130 962
6,47
7,44
8,11
9,19
9,18
TOPLAM 304 867 325 568 386 792 461 989
512 034
32,07
34,18 35,04
36,05
35,91
4 256
12 469
0,86
0,36
0,33
0,87
TOPLAM 313 051 329 938 390 716 466 245
524 503
32 93
34,64 35,40
36,38
36,78
217 092 237 758
15,68
17,72 17,01
16,94
16,67
Normal Gelirler
Faktör
Gelirleri
Sosyal
Fonlar
-Özelleştir 8 185
4 370
3 924
0,46
me Gelirleri
GELİR
Cari
149 059 168 771 187 776
Harcamalar
167
www.hedefaof.com
Yatırım
32 363
31 574
37 606
46 634
47 727
3,40
31 960
31 611
37 773
46 457
47 533
3,36
403
-37
-167
177
194
3,31
3,41
3,64
3,35
3,42
3,63
3,33
0,04
0,00 -0,02
0,01
0,01
214 917 250 908
15,49
19,08 17,90
16,77
17,60
208 273 241 886
14,80
18,08 16,76
16,25
16,96
1,14
0,52
0,63
Harcamaları
-Sabit
3,32
Sermaye
-Stok
Değişmesi
Transfer
147 243 181 794 197 608
Harcamaları
-Cari
140 634 172 212 184 974
Transferler
-Sermaye
6 609
9 582
12 633
6 644
9 022
0,70
1,01
434 392 484 366
29,16
34,39 33,82
33,90
33,97
478 643 536 393
34,58
40,12 38,32
37,35
37,62
11 891
1,64
5,48
2,92
0,97
0,83
-2,81
Transferleri
FAİZ DIŞI 277 147 327 551 373 269
HARCAMALAR
TOPLAM 328 665 382 139 422 990
HARCAMA
BORÇLAN 15 614
52 201
32 274
12 398
-2 388
-17 448
-31 853 -40 137
-3,78
-0,25 -1,58
-2,49
-13 524
-27 597 -27 668
-2,92
0,21 -1,23
-2,15
MA GEREĞİ
FAİZ
-35 904
DIŞI BORÇLANMA GEREĞİ
FAİZ
-27 719
1 983
-1,94
GİD. VE ÖZEL. GEL. HARİÇ BORÇ. GER.
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Dokuzuncu Kalkınma Plânı, 2012 Yılı Programı, s.52.
Not: Negatif işaret fazlayı göstermektedir.
1.
Genel Devlet; merkezi yönetim bütçesi, mahalli idareler, döner sermayeli kuruluşlar, İşsizlik
Sigortası Fonu, Sosyal Güvenlik Kuruluşları, Genel Sağlık Sigortası ve Fonları kapsamaktadır.
2.
Gerçekleşme Tahmini
3.
Program
Türkiye’deki vergilerin yapısı vasıtalı ve vasıtasız vergilerin toplam
vergi gelirleri içindeki ağırlıkları açısından sağlıklı mıdır? Tartışınız.
Bütçe dengesine “merkezi yönetim bütçesi” açısından baktığımızda da benzer eğilimleri gözlemlemek
mümkündür. Tablo 8.4’te görüldüğü gibi merkezi yönetim bütçesinde harcamaların GSYH’ye oranı %25
civarındadır. Burada dikkat çeken husus faiz harcamalarındaki azalmadır. Faiz harcamalarının GSYH’ye
oranı 2006’da %6,1’den 2010’da %4,4’e düşmüştür. Faiz hariç harcamalarda cari transferlerin ağırlığı
artmaktadır ve bu oran 2006’da %6.6’dan 2010’da %9,2’ye yükselmiştir. Gelirlerin GSYH’ye oranı
%22’ler civarında istikrarlı gözükmektedir. Ayrıntısına bakıldığında, vergi gelirlerinin ağırlığında
2006’da %18,1’den 2010’da %19,1’e bir artışın olduğu anlaşılmaktadır. Merkezi yönetim bütçe dengesi
2006’da % (-) 0,6 iken 2010’da % (-) 3,6’ya çıkarken yani açık büyürken, faiz dışı dengedeki fazlalık
aynı dönemde %5,4’ten %0,7’ye gerilemiştir. Faiz harcamalarının toplam harcamalar içindeki payı
düşerken, faiz harcamalarının dışında kalan harcama kalemlerindeki (ve özellikle cari transferlerdeki)
artış bunun başlıca nedeni olmuştur.
168
www.hedefaof.com
Tablo 8.4: Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi (GSYH’ye Oran, %)
2006
HARCAMALAR
2007
2008
2009
2010
2011 (1)
23,5
24,2
23,9
28,2
26,7
24,0
6,1
5,8
5,3
5,6
4,4
3,2
17,4
18,4
18,6
22,6
22,3
20,8
5,0
5,2
5,1
5,9
5,6
5,6
0,7
0,7
0,7
0,8
1,0
1,0
Mal ve Hizmet Alımları
2,5
2,6
2,6
3,1
2,6
2,5
Cari Transferler
6,6
7,5
7,4
9,7
9,2
8,4
Sermaye Giderleri
1,6
1,5
1,9
2,1
2,4
2,4
Sermaye Transferleri
0,3
0,4
0,3
0,5
0,6
0,5
Borç Verme
0,8
0,5
0,5
0,6
0,8
0,4
22,9
22,6
22,1
22,6
23,0
22,7
18,1
18,1
17,7
18,1
19,1
19,5
Vergi Dışı Gelirler
4,1
3,5
3,1
3,7
3,1
2,8
Sermaye Gelirleri
0,3
0,7
0,9
0,2
0,3
0,2
Alınan Bağışlar ve Yardımlar
0,3
0,2
0,4
0,6
0,5
0,2
Alacaklardan Tahsilat
0,0
0,0
0,0
0,1
0,0
0,0
Bütçe Dengesi
-0,6
-1,6
-1,8
-5,5
-3,6
-1,3
Faiz Dışı Dengesi
5,4
4,2
3,5
0,0
0,7
1,9
Faiz Harcamaları
Faiz Hariç Harcamaları
Personel Giderleri
Sosyal Güvenlik Devlet
Prim Giderleri
GELİRLER
Vergi Gelirleri
Kaynak: T.C. Kalkınma Bakanlığı, Türkiye Ekonomisinde Haftalık Gelişmeler, 20 Temmuz 2012, s.107.
1.
Geçici gerçekleşme
Şekil 8.1: Merkezi Yönetim Bütçe Açığı/GSYH (%)
(*) Gerçekleşme tahmini
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Şekil 8.1’de 2001-2011 yılları arasında merkezi yönetim bütçe açığının GSYH’ye oranının gelişimi
görülmektedir. İlgili oran 2001 yılında %11,9 iken, beş yıl üst üste hızlı bir şekilde düşmüş ve 2006
yılında 0,6’ya ulaşmıştır. Küresel Finans Krizi’nin etkilerinin güçlü bir şekilde hissedildiği 2009 yılında
%5,5’e ulaşan bütçe açığı oranı, 2010 yılında %3,6’ya gerilemiştir.
169
www.hedefaof.com
KAMU KESİMİ BORÇLANMASI
Borçlanma Gereği
Daha önceki dönemlerde bütçe açığından söz edildiğinde genellikle konsolide bütçe açığı (ya da yeni
adıyla merkezi yönetim bütçe açığı) kavramı anlaşılırdı. Oysa devletin kamu tüzel kişiliğini temsil eden
hazinenin sorumluluğu yalnızca bununla sınırlı değildir. Bu nedenle devletin sorumluluğundaki açıkları
ifade etmek için bütçe açığından daha geniş bir kavram olan Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG,
İngilizce kısaltmasıyla PSBR) daha yaygın bir kullanıma sahiptir. “Kamu kesimi finansman gereksinimi”
veya “kamu sektörü net nakit ihtiyacı” şeklinde de ifade edilen KKBG; kamu giderlerinin kamu
gelirlerinden fazla olması nedeniyle ortaya çıkan olumsuz durumdan kaynaklanır ve bütçesi açık veren bir
devletin hangi miktarda borçlanması gerektiğini gösterir.
KKBG, merkezi yönetim bütçesi ile beraber Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) kâr ve zararlarını,
mahallî idarelerin açıklarını, fonlar, döner sermayeli kuruluşlar ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bütçe
dengelerini kapsamaktadır. Kamu kesimi açıkları sonuçta başka kesimlerin finansman fazlalarıyla
dengelenmek zorundadır. “Özel kesimin” finansman fazlasından borçlanılabileceği gibi “yurtdışının”
finansman fazlalarından da borçlanılabilir. Bu durum bizi “kamu kesimi iç borçlanması” ve “kamu kesimi
dış borçlanması” kavramlarına götürür (Pınar, 2008: 122-23; Eğilmez ve Kumcu, 2005: 122-23).
Türkiye’de KKBG’nin ölçülmesinde kamu kesimi finansman açıkları hesaba dahil edilmekte ve
KKBG şöyle ölçülmektedir (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 160): Merkezi Yönetim Bütçe Açığı + KİT’lerin
Finansman Açığı +Bütçe Dışı Fonların Finansman Açıkları + Mahalli İdarelerin Finansman Açıkları +
Sosyal Güvenlik Kurumlarının Finansman Açıkları + Döner Sermayeli Kuruluşların Finansman Açıkları
= Toplam Kamu Kesimi Açığı. Toplam Kamu Kesimi Açığı/ GSMH oranı ise Kamu Kesimi Borçlanma
Gereğini (KKBG) oluşturmaktadır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 160). KKBG’nin GSYİH’ye oranı
(KKBG/GSYİH) kamunun sağlıklı bir gelir gider yapısına sahip olup olmadığını gösterir. Bu oran ne
kadar düşük ise ekonomi için olumlu bir durum diye nitelendirilir.
Şekil 8.2: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği/GSYH (%)
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Türkiye’de 1990’ların başına kadar gayri safi milli hasılaya oranı %10’un altında olan KKBG 1994
krizi öncesinde %12’ye ulaşmıştı. Alınan önlemlerle bir miktar düşme eğilimine girmişse de %10’ların
üzerinde seyretmiş ve 2001 yılında %15’in üzerine çıkmış ve büyük bir ekonomik kriz oluşmuştur. Bu
yüksek KKBG’de en büyük payı konsolide bütçe açıkları meydana oluşturmaktadır. ikinci sırada KİT
açıkları yer almaktadır (Pınar, 2008: 123-24). Şekil 8.2’de görüleceği üzere Türkiye’de KKBG’nin
GSYH’ye oranı, 2006 yılında negatif bir rakam (-1,9) iken (yani fazla veriliyor iken) bu oran 2009 ve
2010 yılında yine yaşanan kriz nedeniyle artan harcamalar ve azalan gelirden dolayı bir miktar yükselmiş
ve 2009’da %5,1’e ulaşmış ve daha sonra 2010’da %2,3’e inmiştir. 2011’de %0,1’e gerileyeceği tahmin
edilirken, 2012’deki program tahmini 0,83’tür.
170
www.hedefaof.com
olabilir?
KKBG’nin GSYİH’ye oranının negatif olmasının ne gibi yararları
Kamu gelir ve gider dengesinin uzun süre sağlanamadığı ve yüksek miktardaki iç borçlanma
nedeniyle bütçe dengesizliklerinin kronik hale geldiği durumlarda artan faiz yükünün ortadan kaldırılması
için “faiz dışı denge”nin fazla vermesi gerekir. “Birincil bütçe dengesi” de denilen “faiz dışı denge”, faiz
dışı kamu harcamalarının kamu gelirlerinden farkı olarak tanımlanır. Toplam kamu harcamalarını “G”,
kamu gelirlerini “T” ve faiz ödemelerini “F” ile sembolize edersek, birincil bütçe dengesi (BBD) şu
şekilde formüle edilebilir:
BBD = T − (G − F)
Faiz ödemelerinin pozitif olması durumunda birincil bütçe dengesi standart bütçe dengesinden büyük
hale gelir. Harcamaların 240 birim, vergilerin 200 birim olduğu ve 40 birimin de faiz ödemelerine
ayrıldığı bir durumda bütçe dengesi 40 birim açık verecek birincil bütçe ise denk olacaktır (Pınar, 2008:
134-35).Kamu borçlanmaları nedeniyle cari yıl bütçelerinde büyük yer kaplamaya başlayan faiz
ödemelerini dengelemenin en önemli yolu faiz dışı bütçe giderlerini azaltmak ve bu sayede gerçekleşecek
tasarruflarla biriken borç yükünü hafifletmekten geçmektedir. Eğer bütçe gelirleri bütçenin faiz dışında
kalan giderlerinden büyükse “faiz dışı fazla” adı verilen olgu ortaya çıkar. Eğer faiz dışı dengede açık
varsa bu olumsuz bir duruma işaret eder ve bütçe gelirleri faiz dışındaki bütçe giderlerini bile
karşılayamıyor anlamına gelir. Bu durum bütçe dengesinin sürdürülemezliğinin bir göstergesidir.
Türkiye’de, Şekil 8.3’te görüldüğü gibi kamu sektörü faiz dışı fazlasının GSYH’ye oranı 2003-2007
yılları arasında hayli yükselmiş ve 2004 yılında %5,5’i görmüş, krizin etkisiyle 2009 yılında %-1.0’a
düşmüş ve 2010 yılında %0,8’e çıkmıştır.2008 yılında kamu kesimi toplam gelirinden 2008 yılındaki
toplam harcama çıkarıldığında (313.051-328.665) 15.614 milyon açık bulunur. Oysa toplam gelirden
faiz dışı harcamaları çıkarırsak 313.051-277.147=35.904 milyon bütçe fazlamız bulunmaktadır. İşte bu
rakamı yani 35.904 milyon ’yi 2008 yılı GSYH’sine oranlarsak %1,6 oranındaki faiz dışı fazlaya
ulaşırız. Dikkat edileceği üzere 2009 yılında ekonomik kriz nedeniyle faiz dışı fazla % -1,0 oranına
düşmüştür. 2011 tahmini ise %1,2’dir.
Şekil 8.3: Kamu Sektörü Faiz Dışı Fazlası/GSYH (%)
(*) Tahmin
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
İç ve Dı Borçlanma
Bütçe dengesinin makroekonomik açıdan en önemli unsurlarından birisi borçlanma gereğidir. Çünkü
kamu gelir ve giderleri arasındaki negatif yöndeki fark üç kaynağa başvurularak kapatılabilir. Bunlar; İç
borçlanma, dış borçlanma ve merkez bankasından borçlanmadır.
171
www.hedefaof.com
Kamu finansman açığının yurtiçi kaynaklardan karşılanması biçiminde tanımlanabilecek olan iç
borçlanmanın temel araçları, devlet tahvilleri ve hazine bonoları yani “devlet iç borçlanma senetleri”dir.
Hazine bonosu satışı kısa vadeli borçlanma, devlet tahvili satışı ise uzun vadeli borçlanma için kullanılır.
İç borçlanmada devlet doğrudan kurumlara (bankalar, menkul kıymet yatırım ortaklıkları, sosyal güvenlik
kuruluşları ve benzeri diğer finansal aktörler) yönelebileceği gibi, piyasaya ve özel şahıslara da
yönelebilmektedir. KKBG yükseldiği zaman yani devletin borçlanma gereksinimi yükseldiğinde (ceteris
paribus) faiz oranları yükselir. Çünkü devlet bütçe açıklarını finanse etmek için para piyasalarından para
toplamaya çalıştıkça (bono arzı bono talebinin üzerine çıktıkça) ülkedeki faiz oranları yukarı yönde
hareket edecektir. Devlet giderlerini kısmadıkça ve gelirleri arttırmadıkça borçlanma gereksinimi devam
edecek ve faiz oranları daha da yükselecektir. İç borçlanmada “Hazine” kamu kesimi adına hangi vadeyle
ve ne miktar borçlanma yapacağını belirleyerek ihale açar. İhale sonuçlarına göre ihale için konulmuş
olan maksimum miktara ulaşılıncaya kadar, yapılan teklifler kabul edilir ve ödenecek faiz oranı meydana
gelir. Kamu kesimi bu tür ihaleli borçlanma dışında, iç borçlanma yoluna da gidebilir. Bu yöntemde
hazine belirli miktar ve vadelerle çıkaracağı sabit veya değişken faizli tahvilleri satışa sunar. Eğer
değişken faiz söz konusu ise satılan tahvillerin faizlerinin, ihaleyle satılan tahvillerin faizlerine
endekslenmesi en sık başvurulan yöntemdir (Eğilmez, 2010: 124-25).İç borçlanma süreci sonunda oluşan
faizler ekonominin geneli için düşünüldüğünde, özel sektör için yön verici ve yol gösterici olabilir. İç
borçlanma faizinin yüksek olması ekonomide fon piyasasını etkiler ve diğer yatırım araçlarının talebini
artırabilir. Öte yandan mevcut borçlarını ve faizlerini daha sağlıklı bir yöntem olan vergilerle finanse
etmek yerine tekrar borçlanarak ödeme yoluna giden hükümetler, uzun dönemde sağlıksız bir ekonominin
ortaya çıkmasına yol açabilirler (Pınar, 2008: 104-105).
Hazine merkez bankasından da borçlanabilir. Ama ortaya çıkardığı makroekonomik sorunlar ve
özellikle de enflasyon nedeniyle bu borçlanmaya genellikle izin verilmemekte ve yasal önlemler
alınmaktadır. Hazine merkez bankasından doğrudan borçlanabileceği gibi dolaylı olarak da borçlanabilir.
Doğrudan borçlanmaya “parasal avans” veya “Hazineye avans” adı verilir ki hazine bu durumda merkez
bankasına doğrudan doğruya nakit olarak borçlanır. Dolaylı borçlanmada ise merkez bankası hazinenin
borçlanmak amacıyla çıkardığı hazine kağıtlarını açık piyasa işlemleriyle satın alır. Avans yoluyla
borçlanma, devletin para basarak giderlerini karşılamasına imkân sağlar ki bu imkâna “senyoraj”
(hükümranlık hakkı) adı verilir (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 150-51).Türkiye’de yapılan düzenlemelerle
hazinenin merkez bankasından kısa vadeli avans imkanı ortadan kaldırılmıştır.
Devlet dış borçlanma yoluna da başvurabilir. Dış borçlanma yurt dışı kaynakları ve özellikle ödünç
yabancı paranın kullanılabildiği ülkelerdeki kaynakları kullanma yetkisi veren, hazinenin geçici açıklarını
kapatması dışında dış ticaret açıklarını da geçici kapatmaya yarayan bir finansman yöntemidir (Bulutoğlu,
2008: 422). Dış borçlar, borcun kaynağına göre sınıflandırıldığında kaşımıza üç yönetem çıkmaktadır.
Bunlar;
•
Başka bir devletten,
•
IMF, Dünya Bankası, İslam Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası, Avrupa Yatırım
Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan,
•
Uluslararası para ve/veya sermaye piyasalarından(döviz cinsinden,) borçlanma şeklinde
sıralanmaktadır.
Borçlanmanın niteliğine göre yapılan sınıflandırmada ise, karşımıza yine üç yöntem çıkmaktadır.
Bunlar;
•
“Proje-program kredileri”,
•
“Serbest-bağlı krediler”,
•
“Yeni borçlanmalar-borç ertelemeleri”dir.
Proje kredileri belirli yatırım projelerinin geliştirilmesine yönelik olarak tahsis edilirken program
kredileri genellikle borçlanan ülkenin ithalatının finansmanını amaçlar. Borçlanan ülke açılan krediyi
istediği ülkeden ve istediği malları satın almak için kullanıyorsa serbest kredi, bu konuda kısıtlamalara
tabi ise bağlı kredi söz konusudur. Dış borçlanma bazen yeni bir borcu ifade edebilir veya vadesi gelmiş
eski bir borcun ertelenmesi gündeme gelebilir.
172
www.hedefaof.com
Bir ülkenin dış borçlarının faiz ve anapara miktarları büyüdükçe dış borcun servisi (geri ödenmesi)
konusu önem kazanır. “Dış borç servis oranı” belli bir yılda dış borçların faiz ve anaparası olarak
ödenmesi gereken toplamının carî ödemeler bilançosundaki döviz kazançlarına bölünmesi ile bulunur.
Mal ve hizmet ihracı ile ülkenin kazandığı dövizin ne kadarının borç ödenmesine gittiğini gösteren bu
oran ülkenin üzerindeki dış borç baskısını göstermesi bakımından son derece önemlidir (Uluatam, 2009:
432-34).
Borç Stoku, Borç Yükü ve Borçların Sürdürülebilirliği
Bir ülkenin borç stoku o ülkenin herhangi bir dönemdeki iç ve dış borçlarının toplam miktarıdır. Bir
ülkenin borçlanma gereğinin makroekonomik açıdan değerlendirilebilmesi için kullanılan en önemli
göstergelerin arasında borç yükü de denilen iç borç/GSYH ve dış borç/GSYH oranları yer almaktadır.
Toplam Borç Stoku, bir ülkenin belirli bir tarihteki, iç ve dış borçlarının toplam miktarı, Toplam Borç
Yükü ise bir ülkenin belirli bir önemindeki toplam borç stokunun aynı dönemin GSYH’sine oranıdır.
Toplam borç stoku içinde özel sektör ve kamu birlikte yer almaktadır. Öte yandan, yalnızca kamu
borçlarının dikkate alındığı hesaplamalar da yapılabilmektedir. Kamu borç stoku geniş anlamda devletin,
yani KKBG hesaplamasına dahil edilen bütün kurum ve kuruluşların borçlarını hesaba katan bir
göstergedir. Bu stokun GSYH’ye oranı “kamu borç yükü” adı verilen bir kavramı ortaya çıkarır. Avrupa
Birliği, üyelerinde kamu kesimi borç yükünün %60’dan büyük olmama koşulu aranmakta ve bu oran
“Maastricht Kriterleri” adı verilen kriterler arasında yer almaktadır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 157).
Tablo 8.5’te görüleceği üzere, Türkiye’de 2011 yılında kamu kesimi toplam borç stoku 534.398 milyon
, toplam borç yükü ise % 39,4’tür. Toplam borç stokunun 377.870 milyon ’si iç borç stoku, 156.529
milyon ’si ise dış borç stokudur. Borç stok miktarından daha önemlisi borç yüküdür ve borç yükünün
sürekli artıyor olması ve giderek sürdürülemez hale gelmesi makroekonomik dengeler açısından olumsuz
bir geleceğe işaret etmektedir. Türkiye’de kamu kesiminin borç yükü düzenli olarak azalmakta olup
2004’te %59,6’dan 2011’de %39,4’e kadar düşmüştür.
Tablo 8.5: Türkiye’nin Genel Yönetim İç ve Dış Borç Stoku ve Borç Yükü (2004-2012)
(milyon )
A.GENEL
YÖNETİM
TOPLAM BORÇ
STOKU
Merkezi Yönetim
Diğer Kamu
Kurumları
B.iÇ BORÇ
STOKU
Merkezi Yönetim
Diğer Kamu
Kurumları
C.DIŞ BORÇ
STOKU
Merkezi Yönetim
Diğer Kamu
Kurumları
D.AYARLAMA
KALEMLERİ
2004
2005
2006
2007
2008
2010
2011 2012 Ç1
322.984 338.516 352.007 340.797 391.735 454.837 487.406 534.398 535.890
316.529 331.520 345.050 333.485 380.321 441.508 473.561 518.350 519.990
6.455
6.996 6.957
7.312 11.413 13.329 13.845 16.048 15.900
228.884 250.063 256.631 260.651 282.302 338.690 361.220 377.870 384.316
224.483 244.782 251.470 255.310 274.827 330.005 352.841 368.778 375.187
4.401
5.281
5.161
5.341 7.475 8.685
8.379
9.091 9.129
94.100
88.453
95.376
80.146 109.433 116.148 126.185 156.529 151.574
92.046
2.054
86.738
1.715
93.580
1.796
78.175 105.494 111.504 120.720 149.572 144.803
1.971 3.939 4.644
5.466
6.957 6.770
10.264
3.539
827
Merkezi
Yönetim (‘)
24.731
22.234
24.292
Diğer Kamu
Kurumları (“)
-14.466 -18.695 -23.465
-4.202 -11.345 -15.499 -21.548 -24.346 -29.544
27.796 26.417 24.121
21.272
25.268 23.248
-31.998 -37.762 -39.620 -42.820 -49.614 -52.792
173
2009
www.hedefaof.com
AB TANIMLI
GENEL
YÖNETİM
NOMİNAL BORÇ
STOKU/GSYH
AB TANIMLI
GENEL
YÖNETİM
NOMİNAL BORÇ
BTOKU/GSYH
333.248 342.055 352.835 336.595 380.390 439.338 465.858 510.052 506.346
59,6
52,7
46,5
39,9
40,0
46,1
42,4
39,4
(*) Kuponsuz DİBS’lerin faiz tutarı, enflasyona endeksli senetlerde anaparadaki TÜFE kaynaklı değer artışı, dolaşımdaki
bozuk para stoku ve merkezi yönetimin elindeki DİBS’lerden oluşmaktadır.
(**) Söz konusu kurumların elindeki DİBS’lerden oluşmaktadır.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, “Borç Göstergeleri” Sunumu, 2 Temmuz 2012.
Tablo 8.6’da borç stokuna merkezi yönetim açısından bakılmaktadır. Merkezi yönetim brüt borç stoku
nominal olarak artış halindedir. 2008 yılında merkezi yönetim brüt borç stokunun GSYH’ye oranı %40
iken 2009’da %46,3’e, 2010’da %42,9’a çıkmıştır. Borç stokunun bileşimine bakıldığında iç borç
stokunun daha ağırlıklı olduğu ve 2009 yılından itibaren %30’un üzerine çıktığı görülmektedir. Dış borç
stokunun GSYH’de aldığı pay ise % 10’un biraz üzerindedir. İç borç stoku ağırlıklı olarak tahvil ve nakit
bazlıdır, dış borç stoku ise daha çok kredilerden ve uluslararası kuruluşlardan alınan borçlardan
oluşmaktadır.
Tablo 8.6: Merkezî Yönetim Brüt Borç Stokundaki Gelişmeler
(Cari Fiyatlarla, Milyon
2008
2009
2010
Brüt Borç Stoku
380 321 441 508 473 561
İç Borç Stoku
274 827 330 005 352 841
Tahvil
260 849 315 969 343 317
Nakit
234 713 299 196 340 854
Nakit Dışı
26 136
16 772
2 463
Bono
13 978
14 036
9 525
Nakit
13 978
14 036
9 525
Nakit Dışı
0
0
0
Dış Borç Stoku
105 494 111 504 120 720
Kredi
46 655
49 921 52 410
Uluslararası Kuruluşlar 28 600
32 200 32 263
Hükümet Kuruluşları
8 376
8 517
9 751
Diğer
9 680
9 204
10 397
Tahvil
58 838
61 582
68 309
)
2011(1)
514 491
366 695
366 027
363 570
2 456
669
669
0
147 796
62 774
36 883
12 015
13 876
85 022
(GSYH’ya Oran, Yüzde)
2008 2009
2010
40,0
46,3
42,9
28,9
34,6
32,0
27,4
33,2
31,1
24,7
31,4
30,9
2,7
1,8
0,2
1,5
1,5
0,9
1,5
1,5
0,9
0,0
0,0
0,0
11,1
11,7
10,9
4,9
5,2
4,7
3,0
3,4
2,9
0,9
0,9
0,9
1,0
1,0
1,9
6,2
6,5
6,2
(1) Eylül ayı sonu itibarıyla.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı’ndan hazırlayan Kalkınma Bakanlığı, Dokuzuncu Kalkınma Plânı, 2012 Yılı Programı,
s.62.
Türkiye’nin dış borç stokunun ayrıntılı dökümünde de bazı ipuçlarına ulaşmak mümkündür. Tablo
8.7’de brüt dış borç stokuna ait bazı veriler bulunmaktadır. Görüldüğü gibi toplam dış borç stoku 2005
yılında 170,6 milyar dolardan 2011 yılında 306,4 milyar dolara ulaşmıştır. Bunun yaklaşık olarak dörtte
biri kısa vadeli, dörtte üçü uzun vadelidir. Brüt dış borcun yaklaşık %66’sı özel sektöre, %31’i kamu
sektörüne ve gerisi TCMB’ye aittir ve hepsinde de uzun vadeli borçlar ağırlıklıdır.
174
www.hedefaof.com
Tablo 8.7: Türkiye Brüt Dış Borç Stoku (Milyar Dolar)
Milyar USD
TOPLAM
KISA VADE
UZUN VADE
KAMU SEKTÖRÜ
Kısa Vade
Uzun Vade
TCMB
Kısa Vade
Uzun Vade
ÖZEL SEKTÖR
Kısa Vade
Uzun Vade
2005
170,6
38,9
131,7
70,4
2,1
68,3
15,4
2,8
12,7
84,7
34,0
50,7
2006
208,4
42,9
165,5
71,6
1,8
69,8
15,7
2,6
13,1
121,1
38,5
82,6
2007
2008
250,4 281,4
43,2
52,5
207,3 228,9
73,5
78,3
2,2
3,2
71,4
75,0
15,8
14,1
2,3
1,9
13,5
12,2
161,1 189,0
38,7
47,4
122,4 141,6
2009
269,6
49,0
220,5
83,5
3,6
79,9
13,3
1,8
11,5
172,8
43,7
129,1
2010
292,2
77,5
214,7
89,0
4,3
84,7
11,8
1,6
10,3
191,4
71,6
119,8
2011
306,4
83,8
222,6
94,1
7,0
87,1
9,7
1,3
8,4
202,6
75,5
127,1
2012 Ç1
318,2
90,2
228,0
100,9
10,7
90,2
9,7
1,3
8,4
207,6
78,3
129,4
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Türkiye’nin brüt dış borç stokunun gelişiminin oransal olarak ifade edilmesi daha önemlidir. Sadece
mutlak büyüklüklere bakarak anlam çıkarmak hatalı yargılara ulaşmamıza yol açabilir. Şekil 8.4’te
Türkiye’nin brüt dış borç stokunun GSYH’ye oranının gelişimi yer almaktadır. 2002 yılında bu oran
%56,2 iken 2005 yılına kadar hızlı bir şekilde düşmüş ve %35,4’e kadar inmiştir. 2005 yılından sonra
inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve 2010 ve 2011 yıllarında %39 civarında yatay seyre başlamıştır. Yine de
%50’lerin üzerindeki bir oranın bu seviyelere kadar ulaşması ekonominin geneli için olumlu bir
gelişmedir.
Bir ülkenin dış borç alması demek o ülkenin başka milletlerin tasarruf ettiği parayı alması demektir.
Ama borcun faiziyle birlikte ödenme zamanı geldiğinde para akışı bu kez borç alınan ülkeye doğru
olacaktır. Eğer bir ülke herhangi bir yılda dışarıya yapması gereken ödeme kadar yeni borcu yurt dışından
bulamıyorsa, ülkede üretilen gelirin bir kısmını yurt dışına transfer etmek zorunda kalır. Bu durumda
ülkeden dışarıya net sermaye çıkışı vardır. İşte bu duruma “dış borç tuzağı” adı verilir. Dış borçlar
konusunda ülkenin statüsünün değerlendirilmesi konusunda IMF ve Dünya Bankası’nın belirlediği bazı
kriterler vardır. Buna göre (Çepni, 2007: 107-108);
•
Dış Borç/GSMH oranı %30 ile %50 arasında bir değer almalı,
•
Dış Borç/İhracat Gelirleri % 165- %275 arasında olmalı,
•
Dış Borç Servisi / İhracat Gelirleri %18- %30 arasında olmalı,
•
Faiz Servisi/İhracat Gelirleri %12-%20 arasında olmalıdır.
Eğer bir ülke belirlenen alt ve üst sınırlar içinde kalıyorsa “orta borçlu ülke” kapsamına girmekte, bu
sınırların üçünde sınırları aşıyorsa, “çok borçlu ülke” olarak değerlendirilmektedir.
Şekil 8.4: Türkiye Brüt Dış Borç Stoku/GSYH (%)
Kaynak: Hazine Müsteşarlı
175
www.hedefaof.com
Sizce Türkiye’nin brüt dış borç stokunun vade yapısı sağlıklı mıdır?
Tartışınız.
İç ve dış borçların geri ödenmesi de makroekonomik açıdan önem taşır. Borçların geri ödenmesine
genel olarak “borç servisi” adı verilir. Bir borcun anapara ve faizinin zamanında ödenmemesi piyasalarda
olumsuz karşılanır. Bu durum olağanüstü borç yönetimi işlemlerinin uygulanmasına yol açar. İç ve dış
borçların ödenmesinde yaşanan zorluklar borcun vadesinin uzatılması (buna konsolidasyon ya da tahkim
denir) veya mevcut borcun faiz oranının değiştirilmesi (konversiyon ya da birleştirme), borçların merkez
bankası tarafından para basılarak ödenmesi (monetizasyon), borçlunun karşı tarafla anlaşma yapmadan
tek taraflı bir kararla ödemeyi ertelemesi veya durdurması (moratoryum), gibi yöntemler kullanılarak
aşılabilir. Ancak böyle durumlarda ülkedeki ekonomik istikrar sarsılabilir; faiz oranı, döviz kuru ve diğer
fiyatlarda keskin iniş ve çıkışlar yaşanabilir. Geçmişte ve günümüzde bazı ülkeler kamu açıklarından
kaynaklanan borçlanmada o kadar aşırı gitmişlerdir ki borcun ödenmesinin ötesinde faizin de yine
borçlanmayla ödendiği ve maliye politikalarının ekonomideki baskısının fazlasıyla hissedildiği bir durum
ortaya çıkmıştır. Oysa borçların sürdürülebilir olması borç stoku/GSYH oranının en azından sabit kalması
ile mümkündür. Eğer borçların faizi için bile borç alınmaya başlanmışsa, bu durumda borçların
“sürdürülemez” duruma geleceği açıktır. Borç stokundaki değişmeyi “ΔB”, reel faizi “r”, ekonominin
büyüme oranını “g” ve faiz dışı bütçe fazlasını da “F” ile sembolize edersek, eşitliği şu şekilde
yazabiliriz:
ΔB = B × (r − g ) − F
Buna göre faiz dışı bütçe dengede ise (F = 0), borç stokunun değişmemesi için reel faizlerin ekonomik
büyümeye eşit olması gerekir (r = g). Bu şart sağlandığında faiz dışı fazla veriliyorsa, borç stokunun
azaltılması mümkün olacaktır. Eğer reel faizler ekonomik büyüme oranından fazla ise, ek faiz ödemesi
için borçlanma gereğinin faiz dışı fazla verilerek telafi edilmesi gerekecektir. Ama reel faiz ekonomik
büyüme oranından yüksekse ve faiz dışı bütçe fazlası verilemiyorsa, borç stoku artacak ve borçlar
sürdürülemez hale gelecektir (Pınar, 2008: 137-38). Buradan anlaşılacağı gibi iç ve dış borçlanmanın
faizleri ve vadesi ekonominin geleceği için son derece önemlidir. Hazine ne kadar uzun vadeli ve düşük
faizle borçlanabilir ise, malî dengeler açısından o kadar iyidir.
ÖZELLEŞTİRME
Özelleştirme kamu işletmelerinin ya da varlıklarının özel sektöre ya da pay sahiplerine satılması sürecidir
(Ison ve Wall, 2007: 172). Bir başka açıdan bakarsak özelleştirme, dar anlamda Kamu İktisadi
Kuruluşlarının mülkiyet ve yönetimlerinin özel kesime devri, geniş anlamda ise, siyasal, sosyal, mali ve
ekonomik sebeplerle ulusal ekonomide kamu kesiminin ekonomik faaliyet hacminin küçültülmesi
anlamına gelir (Seyidoğlu, 2002: 661). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda çok eskiden beri
var olan kamu iktisadi kuruluşlarının bazıları yarı otonom olarak çalışmakta ve tıpkı bir özel sektör
firması gibi kâr etmeyi amaçlarken, bunun dışında kalanlar belirli ve önemli sektörlere ucuz girdi
sağlamak ya da işsizlere iş olanağı oluşturmak gibi hükümetlerin farklı amaçları için kullanılmıştır. Bu
eğilim, hükümetin fiyatlama ve istikrar politikası çerçevesinde kamu açıklarını arttırıcı bir faktör
olmuştur (Parasız, 2003: 72-73). Özelleştirme yanlıları özelleştirmenin gerekliliği üzerinde dururken
“daha fazla etkinlik” argümanına vurgu yaparlar. Bu argüman şu üç gerekçe üzerine kuruludur (Ison ve
Wall, 2007: 172): Kamu Seçimi Teorisi, Mülkiyet Hakları Teorisi ve X Etkinsizliği Teorisi.
Kamu Seçimi Teorisi, politikacıların ve devlet memurlarının halkın değil kendi çıkarlarını maksimize
etmeye çalıştıklarını, Mülkiyet Hakları Teorisi kamunun şirket üzerinde sınırlı bir mülkiyet hakkı ve bu
nedenle sınırlı bir kontrolünün olduğunu, X Etkinsizliği Teorisi ise rekabet eksikliğinin kamu şirketlerini
verimsizleştirdiğini ileri sürmektedir. 1980’li yıllarda batılı ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde şu
amaçlarla özelleştirmeler yapılmıştır: Bütçe açıklarının kapatılması ve kamu borçlanmasının azaltılması,
mülkiyetin tabana doğru yaygınlaştırılması, serbest piyasa ekonomisine geçiş, ekonomik rekabet
ortamının tesisi, teknolojik gelişmenin hızlandırılması, sermayenin tabana yayılması, siyasal müdahalenin
ve sendikaların etkilerinin sınırlandırılması, devlete yeni gelir kaynaklarının yaratılması ve kamuda
176
www.hedefaof.com
israfın önlenmesi (Seyidoğlu, 2002: 661-662; Pınar, 2008: 160-61). Oysa kamu mülkiyetindeki şirketlerin
ekonomideki yükselen işlevi gelişmiş ülkelerde Büyük Buhran ile birlikte, gelişmekte olan ülkelerde de
kalkınma çabalarının başlangıcında ortaya çıkmıştı. Bu dönemdeki başat düşünceye göre kamu
mülkiyetindeki şirketler aracılığı ile doğal monopollerin rantı kamuya mal edilecek, özel kesimin yatırım
yapmadığı alanlara da girilerek pozitif dışsallık sağlanacak, riskli, teknolojik önderlik ve yüksek miktarda
sermaye gerektiren alanlara kamusal yatırımlar yapılacak, kamu şirketleri hem örnek olacak hem de
becerili, bilgili işgücü yetiştirerek özel kesime dışsal yararlar sağlayacaktı (Kazgan, 2009: 288, 295).
Özelleştirme uygulamalarının özellikle 1980’li yıllarda yaşanan dış borç krizlerinde yaygınlaştığı, gerek
blok satış gerekse hisse yoluyla gerçekleştirilen özelleştirmelerin dış borç ödeme veya kolaylaştırma
amaçlı olarak kullanıldığı ve uluslararası finansal kuruluşların ön şartları arasında yer aldığı görülmüştür.
Özelleştirilen şirketler çoğu yabancı sermayeli olan satın alan kuruluşlara tekel kârlarını sağlarken, bağlı
bulundukları ülkeler için de yabancı sermaye kaynağı haline gelmiştir (Günsoy ve Günsoy, 2009: 15357).
Türkiye’de 1984 yılında çıkarılan ve kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunlara ait tesislere, hisse senedi
ihracı yoluyla gerçek ve tüzel kişilerin ortak edilebilmesine veya bu tesislerin işletme hakkının belli
sürelerle devrine olanak tanıyan 2983 sayılı Kanun ile özelleştirme süreci başlamıştır. Hukuki altyapı
uzun süre ihtiyaca cevap verememiş, en son 27 Kasım 1994 yılında yayınlanarak yürürlüğe giren 4046
sayılı Kanun ile önemli bir ilerleme sağlanabilmiştir. 4046 sayılı kanun ile “Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı”, “Özelleştirme Fonu” ve “Özelleştirme Yüksek Kurulu” oluşturulmuştur. Bu kanunla
özelleştirme uygulamalarından elde edilecek gelirlerin genel bütçe harcama ve yatırımlarında
kullanılmaması ve stratejik kuruluşlarda imtiyazlı hisse bulundurulması öngörülmüştür(Uluatam, 2009:
451-52).Türkiye’de 1986-2008 yılları arasında yapılan özelleştirmelerde 36,2 milyar dolarlık gelir elde
edilmiştir. Bunun 20,2 milyar doları blok satış yöntemiyle, 7,1 milyar doları tesis/varlık satışı ile ve 7,1
milyar doları ise halka arz yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Geriye kalan gelirler ise İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası’nda satış, yarım kalmış tesis satışı ve bedelli devir yöntemleri sayesinde elde edilmiştir
(Eğilmez, 2010: 285).
Tablo 8.8’de Türkiye’deki KİT’ler hakkındaki özet bilgiler yer almaktadır. Görüldüğü gibi KİT’lerde
82.048 i memur ve sözleşmeli personel, 91.667’si işçi olmak üzere 173.715 personel çalışmaktadır.
İşletme faaliyet kârları 2010’da 9015 milyon ’den 2011’de 341 milyon ’ye düşecektir. 2011 yılında
GSYH’nin % 0,03’ü oranında borçlanma ihtiyacına girileceği anlaşılmaktadır. KİT’lerin hasılatının %
10’una yakını personel harcamalarına ayrılmaktadır.
177
www.hedefaof.com
Tablo 8.8: KİT’ler Hakkında Özet Bilgiler
Toplam Personel Sayısı (Kişi)
- Memur ve Sözleşmeli Personel
- İşçi
Toplam Personel Harcamaları (3)
- Memur ve Sözleşmeli Personel
- İşçi
Mal ve Hizmet Satış Hasılatı (3)
Görev ve Zarar Tahakkukları (3)
İşletme Faaliyet Kâr-Zararı (3)
Faiz Ödemeleri (3)
Dönem Kâr –Zararı (3)
Faktör Gelirleri (3)
Temettü Ödemeleri(3)
Sabit Sermaye Yatırımları (3)
Bütçe ve Fon Transferleri (3)
Borçlanma Gereği* (3)
Borçlanma Gereği* (3) (4)
Borçlanma Gereği* (3) (5)
Borçlanma Gereği*/GSYH (Yüzde)
Borçlanma Gereği*(4)/GSYH (Yüzde)
Borçlanma Gereği*(5)/GSYH (Yüzde)
Personel HarcamalarıHasılat(Yüzde)
Faiz Ödemeleri/Hasılat (Yüzde)
2010
186 119
85 120
100 999
7 907
2 912
4 996
86 820
3 216
9 015
605
6 811
8 598
631
5 777
6 138
-7 041
-904
-7 092
-0,64
-0,08
2011(1)
173 715
82 048
91 667
8 281
3 239
5 042
90 259
1 542
341
628
1 034
4 292
1 402
6 865
7 007
345
7 352
78
0,03
0,57
-0,64
0,01
9,11
9,17
0,70
0,70
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Dokuzuncu Kalkınma Plânı, 2012 Yılı Programı, s.80
(*) Eksi işareti finansman fazlasını göstermektedir.
(1) Gerçekleşme tahmini
(3) Cari fiyatlarla, milyon (4) Bütçe ve özelleştirme fon transferleri hariçtir
(5) Faiz gelir ve gideri hariçtir.
Tablo 8.9’da görüleceği üzere, KİT’lerin gelirleri 2010 yılında 82.708 milyon iken 2011 yılında
90.885 milyon ’ye çıkacak, giderleri ise aynı dönemde 74.659 milyon ’den 90.241 milyon ’ye
yükselecektir. KİT gelirleri giderlerinden 2010 yılında 8049 milyon fazla iken 2011’de bu gelir fazlası
645 milyon ’ye düşecektir. Gelirlerin GSYH’ye oranı 2010’da %7,49’dan 2011’de 7,09’a düşecek,
giderlerin GSYH’ye oranı 2010’da %6,76’dan 2011’de %7,04’e yükselecektir.
178
www.hedefaof.com
Tablo 8.9: 233 Sayılı KHK’ya Tabi İşletmeci KİT Finansman Dengesi
2010
A. GELİRLER
I. İşletme Gelirleri
II. Kurum Bünyesinde Kalan Fonlar
III. Bütçe ve Fonlar
IV. Diğer Gelirler
B. GİDERLER
I. İşletme Giderleri
II. Yatırım Harcamaları
III. Stok Artışı
IV. Sabit Kıymet Artışı
V. Dolaysız Vergiler
VI. Temettü Ödemeleri
VII. Diğer Giderler
C. GELİR-GİDER FARKI
D. FİNANSMAN
I. Kasa Banka Değişimi
II. İç Borçlanma (Net)
III. Dış Borçlanma (Net)
82 708
73 646
3 507
5 555
0
74 659
67 476
5 165
-1 432
537
2 229
631
53
8 049
-8 049
-1 785
- 5 346
-919
A. GELİRLER
I. İşletme Gelirleri
II. Kurum Bünyesinde Kalan Fonlar
III. Bütçe ve Fonlar
IV. Diğer Gelirler
B. GİDERLER
I. İşletme Giderleri
II. Yatırım Harcamaları
III. Stok Artışı
IV. Sabit Kıymet Artışı
V. Dolaysız Vergiler
VI. Temettü Ödemeleri
VII. Diğer Giderler
C. GELİR-GİDER FARKI
D. FİNANSMAN
I. Kasa Banka Değişimi
II. İç Borçlanma (Net)
III. Dış Borçlanma (Net)
7,49
6,67
0,32
0,50
0,00
6,76
6,11
0,47
-0,13
0,05
0,20
0,06
0,00
0,73
-0,73
-0,16
-0,48
-0,08
2011 (1)
(Cari Fiyatlarla, Milyon )
90 885
79 922
4 083
6 879
0
90 241
79 586
6 421
814
477
1 479
1 402
62
645
-645
-2 234
-535
-2 344
(GSYH’ya Oranlar, Yüzde)
7,09
6,24
0,32
0,54
0,00
7,04
6,21
0,50
0,06
0,04
0,12
0,11
0,00
0,05
-0,05
-0,17
-0,04
-0,18
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Dokuzuncu Kalkınma Plânı, 2012 Yılı Programı, s.78
Kalkınma Bakanlığı’nın Dokuzuncu Kalkınma Plânı’nda belirtildiği üzere özel sektör yatırımlarının
ve üretim kapasitesinin artması ve özelleştirme faaliyetlerinin genişlemesi nedeniyle KİT’lerin sayısı ve
ekonomi içindeki ağırlığı hızla gerilemektedir. KİT’lerin ürettiği katma değer 2000 yılında %3,5 iken bu
oran 2011’de %1,2’ye gerileyecektir. Özelleştirme konusunda tartışmaların da artık hız kestiği ve
özelleştirmeye dönük eleştirilerin 1980’li yıllardaki yoğunluğunun azaldığı gözlenmektedir.
Kamu İktisadi Teşebbüsleri özel sektör mantığı ile yönetilseydi özel
leştirmelerine gerek kalır mıydı? Tartışınız.
179
www.hedefaof.com
Özet
geniş bir kavram olan Kamu Kesimi Borçlanma
Gereği (KKBG) daha yaygın bir kullanıma
sahiptir. KKBG, kamu giderlerinin kamu
gelirlerinden fazla olması nedeniyle ortaya çıkan
olumsuz durumdan kaynaklanır ve bütçesi açık
veren bir devletin hangi miktarda borçlanması
gerektiğini gösterir. KKBG, konsolide bütçe
(merkezî yönetim bütçesi) ile beraber Kamu
İktisadi Teşebbüsleri (KİT) kâr ve zararları,
mahallî idarelerin açıklarını, fonlar, döner
sermayeli kuruluşlar ve sosyal güvenlik
kuruluşlarının bütçe dengelerini kapsamaktadır.
Kamu Maliyesi
Kamu maliyesinin “devletin görevlerini yerine
getirebilmesi için, gerekli olan mali araçların elde
edilmesi ve kullanılması sanatı” şeklinde dar
tanımı yapılabileceği gibi “devlet faaliyetlerinin
iktisadi ve sosyal açıdan incelenmesi, devlet
faaliyetlerinin sınırlarının araştırılması ve bu
faaliyetlerin gerektirdiği harcamaların ve
gelirlerin ne olması gerektiğinin incelenmesi”
şeklinde geniş tanımı da yapılabilir Kamu
gelirleri devletin bir organında toplanır ve daha
sonra kamu hizmetinde kullanılmak üzere geri
gönderilir. İşte bu gelir ve giderlerin toplanması
ve dağıtılması işlevi bütçeler tarafından sağlanır.
Dolayısıyla kamu mali sistemi, kamu gelir ve
giderleri ile bütçelerden oluşmaktadır.
Kamu gelir ve giderleri arasındaki negatif
yöndeki fark üç kaynağa başvurularak
kapatılabilir: İç borçlanma, dış borçlanma,
merkez
bankasından
borçlanma.
Kamu
finansman açığının yurt içi kaynaklardan
karşılanması biçiminde tanımlanabilecek olan iç
borçlanmanın temel araçları devlet tahvilleri ve
hazine bonoları yani “devlet iç borçlanma
senetleri (DİBS)”dir. Hazine bonosu satışı kısa
vadeli borçlanma, devlet tahvili satışı ise uzun
vadeli borçlanma için kullanılır. İç borçlanmada
devlet doğrudan kurumlara (bankalar, menkul
kıymet yatırım ortaklıkları, sosyal güvenlik
kuruluşları ve benzeri diğer finansal aktörler)
yönelebileceği gibi piyasaya ve özel şahıslara da
yönelebilmektedir. Dış borçlanma yurt dışı
kaynakları ve özellikle ödünç yabancı paranın
kullanılabildiği ülkelerdeki kaynakları kullanma
yetkisi veren, hazinenin geçici açıklarını
kapatması dışında dış ticaret açıklarını da geçici
kapatmaya yarayan bir finansman yöntemidir
Devlet kamu hizmetlerini yerine getirirken bir
bütçe
çerçevesinde
faaliyette
bulunmak
zorundadır ki bu bütçe “kamu bütçesi” olarak
adlandırılır. Kamu bütçesi, veya kısaca bütçenin
çeşitli tanımları yapılabilir. Edgar Allix’e göre,
“Bütçe, devletin belirli bir süre içindeki gelir ve
giderlerini tahmini olarak belirleyen, gelirlerin
toplanmasına, giderlerin yapılmasına izin veren
bir tasarruftur”. 5018 Sayılı kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanununda bütçe “Belirli bir
dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile bunların
uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve
usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan belgeyi
ifade eder” şeklinde tanımlanmaktadır. Kamu
ekonomisinde bütçe, topluca ödeme yöntemiyle
sunulacak olan kamu hizmetlerinin ve bunların
maliyetlerinin karşılanması yollarının değerleri
ile hesaplanmış ve sınırlanmış listesidir. Bütçe
kamu ekonomisi karar birimlerinin (merkezi
hükümet, yerel idareler vb.) maliyetlerini
göstererek, kendi bürokrasilerine yaptıkları bir
kamu hizmeti sipariş listesidir. Bütçe daha yalın
bir tanımlamayla “gelir ve gider tahminlerini ve
varsa aradaki farkın nasıl işlem göreceğini ortaya
koyan bir belgedir”. Genel bütçe ve katma bütçe
toplamından hazine yardımı düşüldüğünde
“konsolide bütçe”ye ulaşılır. Konsolide bütçe
yerine bugün “merkezi yönetim bütçesi” kavramı
kullanılmaktadır.
Özelleştirme kamu işletmelerinin ya da
varlıklarının özel sektöre ya da pay sahiplerine
satılması sürecidir. Bir başka açıdan bakarsak
özelleştirme, dar anlamda Kamu İktisadi
Kuruluşlarının mülkiyet ve yönetimlerinin özel
kesime devri, geniş anlamda ise, siyasal, sosyal,
mali ve ekonomik sebeplerle ulusal ekonomide
kamu kesiminin ekonomik faaliyet hacminin
küçültülmesi anlamına gelir. Özelleştirme
uygulamalarının özellikle 1980’li yıllarda
yaşanan dış borç krizlerinde yaygınlaştığı, gerek
blok satış gerekse hisse yoluyla gerçekleştirilen
özelleştirmelerin dış borç ödeme veya
kolaylaştırma amaçlı olarak kullanıldığı ve
uluslararası finansal kuruluşların ön şartları
arasında yer aldığı görülmüştür. Özelleştirilen
şirketler çoğu yabancı sermayeli olan satın alan
kuruluşlara tekel kârlarını sağlarken bağlı
bulundukları ülkeler için de yabancı sermaye
kaynağı haline gelmiştir
Bütçe açığından söz edildiğinde genellikle
konsolide bütçe açığı kavramı anlaşılır. Oysa
devletin kamu tüzel kişiliğini temsil eden
hazinenin sorumluluğu yalnızca bununla sınırlı
değildir. Bu nedenle devletin sorumluluğundaki
açıkları ifade etmek için bütçe açığından daha
180
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım
b. Dışsallıklar
6. Devletin kamu harcamalarının finansmanında
kullanılmak üzere topladığı vergilerin türlerine
göre ekonomik büyüklükler üzerinde oluşturduğu
etkilere ne ad verilir?
c. Transfer malları
a. Bütçenin hukuki işlevi
d. Toplumsal mallar
b. Bütçenin siyasal işlevi
e. Sübjektif mallar
c. Bütçenin mali işlevi
2. Aşağıdakilerden hangisi bir toplumda kamu
sektörünün ekonomiye katılmasının nedenleri
arasında yer almaz?
d. Bütçenin toplumsal işlevi
1. Eğitim ve sağlık gibi mallara ne ad verilir?
a. Yetkinlik malları
e. Bütçenin iktisadi işlevi
a. Negatif dışsallıkların kontrolü
7. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG) aşağıdakilerden hangisini kapsamaz?
b. Mal ve hizmet sağlanması
a. Konsolide bütçe
c. Uluslararası topluma entegrasyon
b. KİT kâr ve zararları
d. Gelir ve servetin yeniden bölüştürülmesi
c. Mahalli idarelerin açıkları
e. Rekabetin özendirilmesi
d. Sosyal güvenlik kuruluşlarının bütçe dengeleri
3. Devletin görevlerini yerine getirebilmesi için,
gerekli olan mali araçların elde edilmesi ve
kullanılması sanatına ne ad verilir?
e. Bankacılık sektörü aktifleri
b. Kamu geliri
8. “Dış borç servis oranı” bulunurken belli bir
yılda dış borçların faiz ve anaparası olarak
ödenmesi gereken toplamın aşağıdakilerden
hangisine bölünmesi gerekir?
c. Kamu maliyesi
a. İç borçların kümülatif miktarına
d. Wagner yasası
b. İç ve dış borçlar toplamına
e. Konsolidasyon
c. Cari
ödemeler
kazançlarına
a. Kamu harcaması
4. Türkiye’de merkezi bütçe içinde harcamacı
dairelerin TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay
vb. şeklindeki bölünüşü kamu harcamalarına
yapılan sınıflandırmalardan hangisine girer?
bilançosundaki
döviz
d. Cari ödemeler bilançosundaki pasif alacaklara
e. Cari ödemeler bilançosundaki aktif alacaklara
9. Devletin para basarak giderlerini karşılamasına
ne ad verilir?
a. Bağımsız sınıflamalar
b. İktisadi sınıflamalar
a. Senyoraj
c. Fonksiyonel sınıflamalar
b. Vergi
d. İdari sınıflamalar
c. Mali terkin
e. Dikey sınıflamalar
d. Enflasyon
5. Devletin belirli bir süre içindeki gelir ve
giderlerini tahmini olarak belirleyen, gelirlerin
toplanmasına, giderlerin yapılmasına izin veren
tasarrufa ne ad verilir?
10. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı hangi yıl kurulmuştur?
a. Bütçe
a. 1980
b. Mali istikrar
b. 1984
c. Mali tevzin
c. 1989
d. Devri tahakkuk
d. 1994
e. Sübvansiyon
e. Akım şeması
e. 2001
181
www.hedefaof.com
Kendimizi Sınayalım Yanıt
Anahtarı
Sıra Sizde 2
2010 yılında Türkiye’de toplam vergi gelirleri
216.109 milyon ’dir. Bunun 61.621 milyon
’si vasıtasız (dolaysız), 147.096 milyon ’si
vasıtalı
(dolaylı)
vergilerdir.
Dolayısıyla
Türkiye’de
vergi
gelirlerinin
yaklaşık
olarak
%70’i
vasıtalı
vergilerden
elde
edilmektedir. Bu son derece sağlıksız bir vergi
yapısıdır. Zira, gelişmiş ülkelerdeki oranlar
bunun tam tersidir. Yani bu ülkelerde vergi
gelirlerinin çoğunluğu vasıtasız vergilerden
oluşmaktadır. Vasıtasız vergiler vasıtalı vergilere
göre daha adaletli, daha eşitlikçi yönü olan
vergilerdir. Ancak toplanmaları oldukça zordur.
O nedenle oy kaybını göze alamayan siyasi
iktidarlar toplanması daha kolay olan vasıtalı
vergilere yönelirler. Oysa gelir düzeyi ne olursa
olsun herkesten aynı miktarda alınan bir vergi
doğal olarak adaletsizliği besleyecektir, zira esas
olan kişilerin kazandıkları gelir düzeyine hassas
olan bir vergi sistemidir. Türkiye’deki bu vergi
yapısı çok uzun dönemlerden beri uygulanan
yanlış politikaların günümüze kadar getirdiği
olumsuz bir mirastır.
1. a Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
2. c Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
3. c Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
4. d Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
5. a Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
6. e Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi
Bütçesi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
7. e Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Kesimi
Borçlanması” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
8. c Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Kesimi
Borçlanması” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
9. a Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Kesimi
Borçlanması” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
Sıra Sizde 3
KKGB’nin GSYİH’ ye oranının negatif olması,
özellikle yüksek faiz oranı ile kronik bir
borçlanma sürecine girmiş ülkelerde oldukça
yararlı sonuçlar doğurabilir. Burada en önemli
unsur, kamuda ortaya çıkarılan faiz dışı fazlanın
borçların geri ödenmesinde kullanılması ve
böylece borçlanma faizlerindeki yükselme
sürecinin ve “borcun borçla ödenmesi” kısır
döngüsünün kırılmasıdır.
10. d Yanıtınız yanlış ise, “Özelleştirme” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
1980’li yıllarda dünya ülkelerinin bir çoğu devlet
ağırlıklı
bir
ekonomik
yapıdan
piyasa
ekonomisine geçiş yapmış veya yapmaya
çabalamıştır. Birçok ülkede ilk başlarda büyüme
oranlarında önemli artışlar gözlense de rekabetçi
bir ekonomi sosyal açıdan bazı sorunları da
beraberinde getirmiştir. Yoksulluk oranlarında
artışlar ve gelir eşitsizliği katsayılarında
yükselmeler meydana gelmiştir. Öte yandan dışa
kapalı ekonomilerde daha az miktarda görülen
ekonomik krizlerin sayısında ve şiddetinde
küreselleşme ile birlikte büyük artışlar olmuştur.
Her kriz işsiz sayısını artırmış ve sosyal
problemler giderek büyümüştür. Dolayısıyla
piyasa ekonomisine geçiş süreci çok sayıda artısı
yanında önemli eksileri de beraberinde getirmiş
ve sosyal refahta beklenildiği kadar ilerleme
sağlanamamıştır.
Sıra Sizde 4
Türkiye’nin brüt dış borç stoku 2011 yılında
306,4 milyar dolardır. Bunun 83,8 milyar doları
kısa vadeli, 222,6 milyar doları uzun vadeli dış
borçtur. Bu veriler altında dış borç stokunun vade
yapısının sağlıklı bir yapı arz ettiğini, kısa vadeli
dış borcun az, uzun vadeli dış borcun fazla
miktarda
olmasının
pozitif
olarak
değerlendirilebileceğini söyleyebiliriz. Kamu ve
özel sektör borçlarının her ikisi de aynı özelliği
taşımaktadır: Kamunun dış borç stoku olan 94
milyar doların 87 milyar doları uzun vadeli, 7
milyar doları kısa vadeli iken, özel sektörün
toplamda 202,6 milyar dolar olan dış borç
stokunun 75,5 milyar doları kısa vadeli, 127,1
milyar doları ise uzun vadelidir.
182
www.hedefaof.com
Sıra Sizde 5
Dornbusch, R., Fischer S. and Startz, R. (2004).
Macroeconomics. Boston: McGraw Hill/Irwin.
Ninth Edition,
Bazı idealist, yetenekli ve kapasiteli kamu
yöneticileri sayesinde çok başarılı bir şekilde
yönetilen Kamu İktisadi Teşebbüsleri olmuştur
ve halen de vardır. Ancak bu kuruluşlar siyasi
baskılara son derece açıktır ve bu baskılara uzun
bir süre direnebilmek kolay değildir. Öte yandan
çok sayıda KİT yöneticisi kendi çıkarlarını
maksimize etmeyi kurum çıkarları maksimize
etmenin önünde tutabilmektedir. Oysa özel
sektörde bu şekilde davranmak mümkün
olmadığı gibi olsa bile başarısızlığın yükünü
kendileri çekmektedir. O nedenle verimliliği
yükseltmek, sermaye piyasasını geliştirmek,
fiyatları rekabetçi düzeye çekmek ve gizli
işsizliği önlemek için özelleştirme süreci
desteklenmektedir.
Dornbusch, R., Fischer, S. and Startz, R. ve
diğerleri (2007). Makroekonomi. Çev. Salih Ak,
Ankara: Gazi Kitabevi. 9. baskı.
DPT (2009). Ekonomik Gelişmeler. Ankara:
Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları, Kasım.
DPT(2009).
Uluslararası
Ekonomik
Göstergeler. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı
Yayınları.
DPT, (2009). Genel Ekonomik Hedefler ve
Yatırımlar 2010. Ankara: Devlet Planlama
Teşkilatı Yayınları. 17 Ekim
DPT, (2009). 2010 Yılı Programı. Ankara:
Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları.
Edizdoğan, N. ve diğerleri (2010). Kamu
Maliyesi. Bursa: Ekin Kitabevi, 11. baskı
Yararlanılan Kaynaklar
Eğilmez, M. ve Kumcu, E. (2005). Ekonomi
Politikası, Teori ve Türkiye Uygulaması.
İstanbul: Remzi Kitabevi. 9. Basım,
Abel, Andrew B. and Bernanke, B. S. (2005).
Macroeconomics. Boston: Pearson.
Eğilmez, Mahfi (2010). Makroekonomi,
İstanbul: Remzi Kitabevi, 2. baskı.
Ataç, E. vd., (2006) Devlet Bütçesi, Ed. Engin
Ataç ve Tayfun Moğol, Eskişehir:Anadolu
Üniversitesi Yayını No: 1686, Açıköğretim
Fakültesi Yayını No: 873,
Ertek, T. (2009). Makroekonomiye Giriş.
İstanbul: Beta Yayıncılık, 3. baskı.
Begg, D., S. Fischer and Dornbusch, R. (2003)
Economics. 7th Ed., London: McGraw-Hill.
Gordon, R. J. (1993) Macroeconomics. New
York: Harper Collins College. 6th Ed.
Begg, D., S. Fischer and Dornbusch, R. (2010).
İktisat. Çev.Ed. Vildan Serin, İstanbul: Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, 8. baskı.
Blanchard, O. (1997).
Prentice Hall International.
Günsoy,
B.
(2010).
Makroekonomik
Göstergelerin Yorumlanması, Makro İktisat
Teorisi içinde, (Edt. Muharrem Afşar), Eskişehi:
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2123, AÖF
Yayını No: 1151.
Macroeconomics.
Günsoy, B.ve Günsoy, G. (2009). Yapısal
Reformların
Ekonomik
Başarısı,
Ekin
Kitabevi, Bursa.
Bulutoğlu, K. (2008) Kamu Ekonomisine Giriş,
7.B., Maliye ve Hukuk Yayınları, Ankara.
Coşkun, G. (1994) Devlet Bütçesi, Turhan
Kitabevi, Ankara.
Ison, S., and Wall, S. (2007). İktisat Giriş. Çev.
Ahmet Çakmak vd., İstanbul: Bilim Teknik
Yayınevi.
Çepni, E. (2007). Ekonomik Göstergeler ve
İstatistikler
Rehberi.
Ankara:
Seçkin
Yayıncılık, 2. baskı
Karluk, S. R. (2009). Uluslararası Ekonomi.
İstanbul: Beta Yayınevi, 9. baskı.
Çolak, Ö. F. ve Aktaş, A. (2009). Makro
Ekonomik
Göstergelerin
Yorumlanması.
Ankara: Eflatun Yayınevi.
Kazgan, G.2009. Küreselleşme ve Ulus Devlet,
Yeni Ekonomik Düzen. İstanbul: Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 5. baskı.
Demirbaş, M. ve Türkoğlu, M. (2002). Kamu
İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi, SDÜ
İİBF Dergisi, Y.2002, C.7, S.1, ss.241-264.
Mankiw, N. G. (2004). Principles of
Macroeconomics. Australia: Thomson, SouthWestern. Third Edition,
183
www.hedefaof.com
Mutluer, K. ve diğerleri (2007). Teoride ve
Uygulamada Kamu Maliyesi. İstanbul: Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
TCMB (2009). Enflasyon Raporu, 2009-IV.
Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
Yayınları,
Özel, S. (2000). Türkiye’de Enflasyon,
Devalüasyon ve Faiz. İstanbul: Alkım
Yayıncılık.
TCMB (2010). Türkiye Cumhuriyeti Merkez
Bankası Başkanı’nın Konuşmaları: Durmuş
Yılmaz’ın Adana Sanayi Odası Sunumu, 17
Şubat 2010; 2010 Ocak Enflasyon Raporu Basın
Toplantısı Tutanakları, 26 Ocak 2010.
(www.tcmb.gov.tr)
Özkazanç, Ö. ve diğerleri (2006). İktisat Teorisi.
Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları
No: 1456, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No:
773.
TÜİK (2012). Haber Bülteni, Sayı: 149, 16
Temmuz 2012.
Parasız, İ. (2006). Makroekonomi: Teori ve
Politika. Bursa: Ezgi Kitabevi. 9. baskı.
Türk, İ. (2008). Maliye Politikası, Ankara:
Turhan Kitabevi, 21. baskı.
Parasız, İ. (2003). İkinci Kuşak Kalkınma
Politikaları ve Reformlar, Washington
Uzlaşmasından Post-Washington Uzlaşmasına.
Bursa: Ezgi Kitabevi,
Uluatam, Ö. (2009). Kamu Maliyesi. Ankara:
İmaj Yayınevi, 10. baskı.
Uzunoğlu, S. (2003). Para ve Döviz Piyasaları.
İstanbul: Literatür Yayıncılık. 2. baskı.
Parkin, Michael (2010). İktisat, Çev. Özcan uzun
vd., Addison Wesley, Ankara: Akademi
Yayıncılık,
Ünsal, Erdal M. (2005). Makro İktisat. Ankara:
İmaj Yayınevi.6. baskı.
Pınar, A. (2008). Kamu Maliyesi ve Maliye
Politikası, Ankara: Turhan Kitabevi, 4. baskı.
Pınar,
A.
(2010).
Maliye
Ankara.Naturel Yayıncılık,
Ünsal, E. M. (2007). İktisada Giriş. Ankara:
İmaj Yayınevi.
Politikası.
Yıldırım,
K.
ve
diğerleri
(2006).
Makroekonomi. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 5.
baskı.
Romer, D. (2006). Advanced Macroeconomics.
McGraw-Hill/ Irwin. Third Edition,
Yücel, F. ve Kalyoncu, H. (2010). “Finansal
Krizlerin Öncü Göstergeleri ve Ülke
Ekonomilerini Etkileme Kanalları: Türkiye
Örneği”, Maliye Dergisi, Sayı:159, TemmuzAralık.
Seyidoğlu, H. (2002). Ekonomik Terimler
Ansiklopedik Sözlük, İstanbul. Güzem Can
Yayınları, 3. Baskı
Sloman, J. (2004) İktisat, Makro. Çev. Ahmet
Çakmak, İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi.
TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, “Borç
Göstergeleri” sunumu, 2 Temmuz 2012.
TC Kalkınma Bakanlığı (2011). Orta Vadeli
Program (2012-2014), 17 Ekim 2011.
TC Kalkınma Bakanlığı (2012). Dokuzuncu
Kalkınma Plânı (2007-2013), 2012 Yılı
Programı.
TC Kalkınma
Ekonomisinde
Temmuz 2012.
Bakanlığı
Haftalık
(2012). Türkiye
Gelişmeler,
20
TC Kalkınma Bakanlığı (2012). Ekonomik
Gelişmeler, Şubat 2012.
TC Kalkınma Bakanlığı (2012). Ekonomik
Gelişmeler, Mayıs 2012.
TCMB (2009). Finansal İstikrar Raporu 2009.
Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
Yayınları,
184
www.hedefaof.com
Download