T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2776 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1734 EKONOMİK ANALİZ Yazarlar Prof.Dr. Erol KUTLU (Ünite 1, 6) Yrd.Doç.Dr. Resul YAZICI (Ünite 2) Yrd.Doç.Dr. Hasan İSLATİNCE (Ünite 3, 5) Yrd.Doç.Dr. Zeynep ERDİNÇ (Ünite 4) Prof.Dr. Bülent GÜNSOY (Ünite 7, 8) Editör Prof.Dr. Muharrem AFŞAR ANADOLU ÜNİVERSİTESİ i www.hedefaof.com Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir. “Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Copyright © 2013 by Anadolu University All rights reserved No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without permission in writing from the University. UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ Genel Koordinatör Doç.Dr. Müjgan Bozkaya Genel Koordinatör Yardımcısı Doç.Dr. Hasan Çalışkan Öğretim Tasarımcıları Yrd.Doç.Dr. Seçil Banar Öğr.Gör.Dr. Mediha Tezcan Grafik Tasarım Yönetmenleri Prof. Tevfik Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Öğr.Gör. Nilgün Salur Kitap Koordinasyon Birimi Uzm. Nermin Özgür Kapak Düzeni Prof. Tevfik Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Grafikerler Gülşah Karabulut Özlem Ceylan Dizgi Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi Ekonomik Analiz ISBN 978-975-06-1450-7 1. Baskı Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 3.000 adet basılmıştır. ESKİŞEHİR, Ocak 2013 ii www.hedefaof.com İçindekiler Önsöz .... iv 1. Temel Ekonomik Kavramlar .. 2 2. Ekonominin İşleyiş Süreci . 20 ............. 48 . 68 .................... 84 6. Döviz Piyasası ve Döviz Kuru........................................................................................ 110 7. Ekonomik Konjoktür ve Yorumlanması........................................................................ 130 8. Ekonominin Kamusal Boyutu........................................................................................ 158 3. Milli Gelir Kavramları 4. Enflasyon ve Fiyat Endeksleri 5. Para ve Bankacılık iii www.hedefaof.com Önsöz Öncelikle iktisat ve ekonominin farklı dillerde ancak aynı anlama gelen iki kelime olduğunu belirtmeliyim. Normal 4 yıllık lisans eğitiminde, olağan müfredat içinde eğitim alan bir iktisat öğrencisi teorik ve pratik olarak ifade edilen yoğun bir eğitim sürecinden geçer. Bu eğitimin sonunda “İktisatçı” (ekonomist) unvanını alır. Teorik eğitim; ekonomik olguları anlamamıza ve bu olguları açıklamakta pek çok farklı bakış açısı olduğunu görmemizi sağlar. Pratik eğitim ise, teorik bilgimiz ışığında ekonomik sorunlara çözüm yolları bulabilmemize yardımcı olur. Peki, burada şu soruyu soralım? Ekonomi sadece iktisat ya da ekonomi öğrencilerini veya bu bağlamda sadece iktisatçıları mı ilgilendir? Sorunun yanıtlanmasına ekonominin tanımını vererek başlayalım. Ekonomi bir sosyal bilimdir. Bu bağlamda insanların ve toplumların ihtiyaçlarının karşılanmasını konu almış bir bilim dalıdır. Ekonomi kıt kaynaklar ile sonsuz insan ihtiyaçlarını uyumlaştırmaya çalışan bir bilim dalıdır. Bunun gibi birçok tanım yapılabilir. Fakat bunlar incelendiğinde ekonomiyle ilgili ortak bazı özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz: Ekonomi toplum halinde yaşayan insanların ekonomik faaliyetlerini ve bu yöndeki davranışlarını konu alan sosyal bir bilim dalıdır. İnsanların sınırsız kabul edilen maddi ihtiyaçlarının karşılanması amacına yöneliktir. İnsanların ihtiyaçlarını karşılayan mal ve hizmetler, sınırlı durumdaki üretim kaynaklarıyla üretilirler. Amaç kıt kaynakların kullanılmasından en yüksek faydanın elde edilmesidir. Mevcut kaynak arzının artırılması bu kaynakların mal ve hizmet üretiminde etkinliğinin artırılması ve kaynakların mülkiyetinin toplumda çeşitli kesimler arasında dağılımında denge sağlanması amaçlar arasındadır. Yukarıdaki özelliklerden anlaşılacağı gibi, ekonomi biliminin kapsamı oldukça geniştir. Hatta günümüzde ekonomiyle ilişkisi bulunmayan insan ve toplum yoktur. Çünkü hepimiz bir ekonomik sistemin içinde bulunuyoruz. Sabah kalkıp ise gidiyoruz, gazete sayfalarındaki iş ilanlarına başvuruyoruz. Akşam eve giderken kendimiz ya da ailemiz için yiyecek bir şeyler satın alıyoruz. Ülkemizdeki işsizlik oranı hepimizi etkiliyor, korkuyoruz ve beklide artık alışveriş merkezinde gördüğümüz o pahalı LCD TV’nin pek de cazip olmadığını hissediyoruz. Bunun yanında enflasyon oranı yüksekse bu hepimizi etkiliyor. Belki de kredi oranlarının düşmesi, ev satın alma planlarımızı öne çekiyor. Bunlar ve benzerleri doğrudan ya da dolaylı ekonomi ile ilgili eylemlerdir. Ekonomi ülkemizdeki ve dünyadaki politik ve toplumsal gelişmeleri kavramamızı ve fakirlik, azgelişmişlik, çevre gibi konulara duyarlı olmamızı sağlar. Ekonomi sayesinde, hükümetlerin izlediği politikaları daha iyi anlarız. Bilindiği gibi gerçekliğin kavramlar ve kavramların sistemli bir biçimde bir araya getirilmesi demek olan teori aracılığıyla anlaşılabilmesi için, kullanılan kavramların içeriğini, oluşum sürecini bilmeye ihtiyacımız var. Elinizdeki çalışma, ön lisansın belli bir alanında eğitim alan öğrencilere yönelik ve bu anlamda bilinen “ekonomik analiz” kitaplarından içerik olarak farklı hazırlanmış bir kitaptır. Buradaki amacımız öğrencilere ekonominin temel olarak ilgi alanının ne olduğunu vermek, günlük yaşamımızda karşılaşılan temel ekonomik kavramların nasıl algılanması ve bazı ekonomik değişkenlerin nasıl yorumlanması gerektiğini anlatmaktır. Bunun için temel ekonomi kavramlar ile tanımlar ve olgular ele alınacaktır. Bu yönüyle ekonomik politikası uygulamalarının pratik hayatımıza etkilerinin daha iyi algılanması hedeflenmektedir. Bununla birlikte siyasi ve ekonomik parametrelerin ışığında Türkiye ekonomisini daha iyi yorumlanması sağlanacaktır. Bu bağlamda öğrencilere; ekonomik kavramları öğrenmeleri, ekonominin mevcut durumunu analiz etmeye ve doğru kavramaya dönük birikimlerini artırmaları hedeflenmektedir. Elinizdeki kitap, yazımından tasarımına, grafikten, test araştırmasına ve dizgiye kadar uzun bir sürecin sonunda oluşmuştur. Bu bağlamda birçok kişinin emeği bulunmaktadır. Öncelikle kitabın yazılması olanağını sunan Anadolu Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Davut Aydın’a teşekkürü borç bilirim. Ayrıca kitabın yazılmasındaki üstün çabalarından dolayı yazar arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Bunun dışında süreç içinde yer alan bütün emeği geçenlere de teşekkürü borç bilirim. Başlangıcından sonuna kadar bir çaba, özveri ve heyecanın ürünü olan kitabın bütün öğrencilerimize yararlı olmasını diliyorum. Editör Prof.Dr. Muharrem AFŞAR iv www.hedefaof.com www.hedefaof.com 1 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; İhtiyaç, mal ve hizmet, fayda, değer, üretim, üretim faktörlerini açıklayabilecek, Ekonomik etkinlik, işbölümü, uzmanlaşma ve değişim, verimlilik, karlılık, kıtlık gibi kavramları tanımlayabilecek, Fırsat maliyeti, üretim imkânları sınırı ve ekonomik birimleri yorumlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Ekonomi Üretim Fayda İşbölümü Fırsat Maliyeti Değişim Tüketim Tercih Mal Uzmanlaşma İçindekiler Giriş İhtiyaç Mal ve Hizmet Fayda Değer Üretim Tüketim Ekonomik Etkinlik İşbölümü ve Uzmanlaşma Verimlilik Karlılık Kıtlık Tercih ve Fırsat Maliyeti Üretim İmkânları Sınırı Ekonomik Birimler 2 www.hedefaof.com Temel Ekonomik Kavramlar GİRİŞ Ekonomi ya da iktisat değişik iktisatçılarca, farklı zamanlarda farklı şekillerde tanımlanmıştır. Fakat tüm tanımların temel dayanak noktası kıtlık ve seçim kavramlarıdır. Ekonomi insanların sınırsız isteklerini sınırlı kaynaklarla en iyi nasıl tatmin edileceğini inceleyen bir sosyal bilim dalıdır. Tüm ekonomik sorunlar kıt kaynaklardan dolayı bütün istekleri karşılayamamaktan doğar. Ekonomi bilimi bireylerin, şirketlerin, hükümetlerin kıtlık sorunuyla uğraşırken yaptıkları tercihleri inceler. Günlük hayatımızda karşılaştığımız olayların tümünün ekonomik temelleri vardır. Örneğin sabah kahvaltı masamıza gelen ekmeğin üretilmesi, dağıtılması, satın alınması, tüketilmesi ayrı ayrı incelenmesi gereken ekonomik olaylardır. Yani ekonomi bilimi hayatla iç içedir. Bu nedenle ekonomi biliminde kullanılan kavramların çoğu günlük konuşma dilinde de kullanılmaktadır. Fakat ekonomi biliminde kullanılan kavramlar bazen günlük konuşma dilindeki anlamlarından farklı olabilir. Bu nedenle bu bölümde, temel bazı iktisadi ya da ekonomik kavramların başlangıçta öğrenilmesi sağlanarak, ileriki ünitelerin daha kolay kıvranılması sağlanacaktır. İHTİYAÇ Daha öncede ifade edildiği gibi, ekonomik faaliyetin temel nedeni kıtlıktır. İnsanlar ekonomik faaliyette bulunurlarken bu kıtlığı yenmeyi amaçlarlar. Bu savaşın arkasında insanların ihtiyaç sahibi olması gerçeği yatar. İnsanların bütün faaliyetleri, ihtiyaçlarını gidermek için harcadığı çabalardır. Çünkü ihtiyaç; karşılandığı zaman insanlara haz, karşılanmadığı zaman acı veren duygulardır. Günlük yaşamda kullanılan ihtiyaç kavramı ile ekonomi biliminde kullanılan ihtiyaç kavramı farklıdır. Örneğin hasta bir kişinin ilaç ihtiyacı herkes tarafında ihtiyaç olarak kabul edilirken, zengin bir kişinin spor araba ihtiyacı pek çok kişi için ihtiyaç olarak değerlendirilmez. Oysa ekonomi teorisinde bunların ikisi de ihtiyaçtır. Kısacası bir toplumu oluşturan insanların her birinin ve herhangi birinin ihtiyaç saydığı her şey ekonomi teorisinde ihtiyaç olarak kabul edilir. İhtiyaçların Özellikleri Tanımı yukarıdaki gibi yapılan ihtiyaçların, genel kabul görmüş çeşitli özellikleri bulunmaktadır. Bu özellikleri başlıklar altında aşağıdaki gibi ortaya koyabiliriz: • İhtiyaçların şiddeti birbirinden farklılık gösterir: İnsanların bazı ihtiyaçlarının şiddeti diğer ihtiyaçlarına oranla daha fazladır. Genel olarak zorunlu ihtiyaçların şiddeti zorunlu olmayanlara göre daha fazladır. Örneğin beslenme ihtiyacı, müzik dinleme ihtiyacından genel olarak daha şiddetlidir. İhtiyaçların şiddet açısından farklılık göstermesi insanları rasyonel davranmaya zorlar. Bütün ihtiyaçların şiddeti aynı olsaydı insanlar sınırlı kaynaklarıyla hangisini önce karşılayacaklarını bilemezlerdi. Şiddetlerin farklı olması nedeniyle insanlar ihtiyaçlarını karşılarken bir tercih ve sıralama yaparlar. • İhtiyaçlar sonsuzdur: İnsanların gidermek istedikleri pek çok ihtiyaç vardır.Hayat standardının yükselmesiyle birlikte, kültürel, yaşamsal ve lüks ihtiyaçlar olarak adlandırılan ihtiyaçlar her geçen gün değişmekte ve artmaktadır. Toplumların sosyal ve ekonomik gelişmeleri, teknolojik ilerlemeleri, insanların zevk ve tercihlerinin değişmesi ihtiyaçları sürekli artırmaktadır. 10 yıl önce olmayan cep telefonu ve bilgisayarlar günümüzde en önemli ihtiyaçlardan bazılarıdır. 3 www.hedefaof.com Benzer olarak gelecek toplumlar da bugün bizim hayal edemediğimiz tipte ve çeşitte yeni ihtiyaçlarla tanışacaklardır. • İhtiyaçlar giderildikçe şiddeti azalır: Bir ihtiyaç giderildiğinde doğal olarak şiddeti azalır. Örneğin çok susamış bir kişi için su içmek en şiddetli ihtiyaçtır. Bir ya da iki bardak su içip bu ihtiyacı giderildikten sonra diğer ihtiyaçlar su ihtiyacının önüne geçer. Örneğin yemek ve barınma gibi ihtiyaçlar daha önemli hale gelir. • İhtiyaçlar ve onları gideren araçlar birbirinin yerine ikame edilebilir: İhtiyaçlar çoğu zaman birbirinin yerine geçebilir. Özellikle zorunlu olmayan ihtiyaçlarda bu durum görülür. Örneğin kişi konser biletini pahalı bulursa, bu ihtiyacını müzik CD’si alarak karşılayabilir. • Alışkanlık ihtiyacın şiddetini artırır: İktisat bilimi açısından, bir mal kullanıldığında haz, kullanılmadığında acı veriyorsa ihtiyaç olarak değerlendirilir. Yaratılan alışkanlık, önceleri sürekli ve zorunlu olmayan bir ihtiyacı zamanla zorunlu hale getirebilir. İhtiyaçlar ne gibi özellikler arz eder? İhtiyaçların Gruplandırılması İhtiyaçları ekonomik açıdan üç gruba ayırabiliriz. Bunlar yaşamsal ihtiyaçlar, kültürel ihtiyaçlar ve lüks ihtiyaçlardır. Yaşamsal ihtiyaçlar insanların yaşamlarını sürdürmek için karşılamak zorunda oldukları ihtiyaçlardır. Yemek, içmek, giyinme, barınma gibi ihtiyaçları bu gruba örnek olarak gösterebiliriz. Kültürel ihtiyaçlar ise insanların zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra gerçekleştirmek istedikleri ihtiyaçlardır. Sinema, spor, tatil gibi ihtiyaçlar bu gruba örnek olarak verilebilir. Lüks ihtiyaçlar ise, modaya göre giyinme, havyarla beslenme, yurt dışında eğitim görme gibidir. İhtiyaçları yaşamsal ve yaşamsal olmayan diye kesin olarak ayırmak güçtür. Çünkü ihtiyaçların çeşidi yaşanan topluma, statüye, sosyal ve ekonomik konuma göre değişmektedir. Örneğin küçük bir köyde yaşayan çiftçi için cep telefonu zorunlu bir ihtiyaç değilken değişik bölgelerde yatırımları olan bir holding patronu için zorunlu ihtiyaç olarak kabul edilebilir. Aynı ülkede bile daha önce lüks sayılan ihtiyaçlar zamanla zorunlu ihtiyaç haline dönüşebilmektedir. Örneğin ilk çıktığı yıllarda çok az evde bulunabilen televizyon günümüzde dağ başındaki kulübede bile bulunmaktadır. Bu açıdan beslenme, giyinme, barınma ve eğitim gibi ihtiyaçlar, hem yaşamsal, hem kültürel hem de lüks olabilmektedir. Çevrenizde ulaşabildiğiniz İktisada giriş kitaplarında ihtiyaçlar konusunu okur musunuz? MAL VE HİZMET Genel olarak ihtiyaçları gideren araçlara mal denir. İnsan ihtiyaçlarını dolaylı ya da dolaysız olarak karşılamaya elverişli ve bu amaç için kullanılmaya hazır her şeye mal denir. İhtiyaçları karşılamasına rağmen fiziksel varlık özelliği taşımayan şeylere de hizmet denir. Bir berberin saç kesmesi, doktorun hastasını muayene etmesi, garsonun servis yapması, devlet memurlarının yaptığı görevler hizmetlere verilebilecek örneklerdendir. Malların Sınıflandırılması Mallar özelliklerine göre çeşitli sınıflara ayrılabilirler. Bu sınıflandırmayı gruplar halinde aşağıdaki gibi ortaya koyabiliriz: • Ekonomik mal - Serbest mal: Herkese yetecek kadar bol olmayan, elde edilebilmesi için mut laka belirli bir çaba harcanması ya da bir bedel ödenmesi gereken mallara ekonomik mal denir. Doğada bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bol olan ve hiçbir çaba harcamadan ya da bedel ödemeden elde edilebilen mallara ise serbest mal denir. Bir pınarın suyu ya da soluduğumuz hava serbest mal niteliğindedir. Serbest malların üretiminde kıt kaynaklar 4 www.hedefaof.com kullanılmadığından maliyeti sıfırdır. Ayrıca bir serbest malın üretimini arttırmak için diğer bir malın üretimini azaltmamız gerekmez. Ekonomik mallarda ise kaynaklar kıt olduğundan bir malın üretimini arttırmak için diğerinin üretimini azaltmamız gerekir. Bir malın serbest ya da ekonomik mal olma özelliği zamanla değişebilir. Örneğin bir pınardaki su başlangıçta serbest mal niteliğindeyken, şişelendikten sonra ekonomik mala dönüşebilir. Bir malın ekonomik mal özelliği taşıyabilmesi için üç temel şart vardır. Bunlar faydalı olması, kıt bulunması ve devredilebilir olmalısıdır. • Tüketim malları - Üretim malları: Tüketim malları insanların ihtiyaçlarını doğrudan karşılayan mallardır. Bu mallara aynı zamanda dolaysız ya da nihai mallarda denir. Üretim malları ise başka mallarının üretiminde kullanılarak ihtiyaçları dolaylı olarak karşılamış olurlar. Dolaylı mallar ya da ara mallarda denilen üretim mallarının birikimi teknik sermayeyi oluşturduğundan ekonomik kalkınma açısından çok önemlidirler. Bir makine, makinenin çalışmasında kullanılan yakıt, fabrika binası üretim malı niteliğindedir. • Dayanıklı mallar - Dayanıksız mallar: Elde edildikten sonra uzun süre fayda sağlayan mallara dayanıklı mal denir (televizyon, torna tezgâhı, masa gibi). Bu mallar kullanılırken tüketilmez, onların faydasından yararlanılır. Dayanıksız malların ise bir defa kullanıldıklarında ömürleri sona erer (kömür, kaynak elektrotu, kâğıt gibi). Yani bunlar fayda sağlandıktan sonra biten mallardır. İktisat literatüründeki dayanıksız mal kavramı ile günlük hayatta kullanılan dayanıksız mal kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. Çok çabuk yırtılan bir elbise günlük hayatta dayanıksız mal olarak kabul edilmesine rağmen ekonomi literatürüne göre dayanıklı maldır. • Özel mallar – Kamusal mallar: Piyasa sisteminde alınıp satılan mallar özel mallardır. Özel firmalar tarafından üretilen mallar iki önemli özelliğe sahiptir. Özel sektör tarafından üretilen bir mal bir tüketici tarafından kullanılınca, diğer tüketicilerin o maldan kullanacakları miktar azalır. Örneğin bir kişi bir mağazadan bir çift ayakkabı satın alınca, diğer kişilerin satın alabilecekleri ayakkabı miktarı azalır. Bu özellik kısaca tüketimde rakiplilik diye nitelendirilir. Ayrıca özel sektör tarafından üretilen bir maldan sadece o malı satın alan kişi kullanabilir. Bir başka deyişle, özel sektör tarafından üretilen bir malın satın alan kişi dışındaki kişiler tarafından kullanılması önlenebilir. Örneğin bir çift ayakkabıyı sadece onu satın alan kişi kullanır. Bu özellik kısaca dışarıda tutulabilme diye nitelendirilir. Bu bağlamda rakiplilik ve dışarıda tutulabilme özelliklerine sahip olan mallara özel mallar denir. Kamusal mallar ise tamamen piyasa sistemi içinde üretilip satılmazlar. Ekonomistler tarafından kullanılan kamusal mal terimi, malın kamu tarafından sağlanmasını gerektirmez. Bunun yerine mala ait iki özelliğe göre kamusal mal tanımı yapılır. Bu iki özellik; Tüketimde rakip olmaması ve kimsenin dışarıda tutulamamasıdır. Belli bir üretim seviyesinde, malın bir kişi tarafından tüketilmesi, diğerlerinin tüketim miktarını azaltmıyorsa tüketimde rakipsizdir. Bu tanım biraz değişik gibi görünse de bu tür mallar vardır. Düşman saldırılarının olasılığını azaltan bir nükleer denizaltı düşünelim. Bir kişinin elde ettiği korunma diğerlerinin korunmasını azaltmayacaktır. Kamusal malların diğer özelliği kimsenin dışlanamamasıdır. Dışlayamamak demek malın faydasının sadece seçilen belli kişilere olmasının imkânsızlığı veya çok masraflı olmasıdır. Yani kişi para ödese de, ödemese de üretilen üründen faydalanabilir. • İkame (rakip) mallar – Tamamlayıcı mallar: Birbirinin yerine kullanılabilen mallara ikame mal lar denir (reçel-bal, portakal-mandalina gibi). Yalnız başına ihtiyacı karşılamadığından bir başka malla birlikte kullanılan mallara tamamlayıcı mal denir (otomobil-benzin, kalem-mürekkep, tebeşir-yazı tahtası gibi). • Bölünür mallar – Bölünmez mallar: Bölünür mallar küçük birimlere ayrılıp satılabilir. Bölün mez malları ise bütün olarak almak gerekir. • Çoğaltılabilen mallar – Çoğaltılamayan mallar: Miktarlarının üretimle arttırılması mümkün olan mallara çoğaltılabilen mallar denir (masa, sandalye, ayakkabı gibi). Çoğaltılamayan mallar ise üretim yapılarak miktarlarının arttırılması imkansız olan mallardır (antika eşyalar, tarihi eserler bu tür mallara örnektir). İkame ve tamamlayıcı malları tanımlayıp, örnek veriniz. 5 www.hedefaof.com FAYDA Mal ve hizmet tüketimi sonucu elde edilen tatmine fayda denir. Örneğin açlık bir ihtiyaç, açlığı giderecek olan yemek ise, bu ihtiyacı karşıladığı için faydaya sahiptir. Fayda kavramı subjektiftir, yani kişiden kişiye değişebilir. Örneğin bir makasın faydası bir terzi için herhangi bir insana göre daha fazladır. Hatta bir malın faydası aynı kişi için değişik zamanlarda farklı olabilir. Örneğin kişi çok susamış olduğu zaman bir bardak suyun faydası diğer zamanlara göre daha fazla olacaktır. Bir malın faydasından bahsedebilmemiz için öncelikle o mala ihtiyaç duyulması gerekir. Eğer mala ihtiyaç duyulmuyorsa onun faydasından söz edilemez. İktisadi anlamda kullandığımız fayda kavramı günlük yaşamda kullandığımız fayda kavramından farklılık gösterebilir. Bir şeyin faydalı olabilmesi için ahlak ve yasalara uygun olması gerekmez. İnsanların ihtiyaçlarını karşıladığı sürece kullanılan şey faydalıdır. Bir malın tüketilen tüm birimlerinin sağladığı faydaların toplamına toplam fayda, bir malın tüketim miktarı bir birim artırıldığında toplam fayda da meydana gelen değişmeye marjinal fayda, bir malın tüketilen miktarı artırıldığında, marjinal faydanın giderek azalmasına da azalan marjinal fayda ilkesi adı verilir. Bu bilgiler ışığında şunları söyleyebiliriz; • Toplam fayda maksimum iken marjinal fayda sıfırdır. • Toplam fayda artarken marjinal fayda azalır. • Toplam fayda azalırken marjinal fayda negatiftir. DEĞER Değer ekonomik mal ve hizmetlere verilen göreceli önemdir. Faydanın mutlak bir büyüklük olmasına karşın, değer göreceli bir büyüklük ifade eder. Örneğin bir kişiye göre A malı B malından daha değerli olabilir. Eğer dünyada tek bir mal olsaydı onun faydasından bahsedilebilir, fakat başka bir mal ile karşılaştırılması mümkün olmadığından değerinden söz edilemezdi. Çünkü bir mal arz edenin gözünde başka, talep edenin gözünde başka nedenlere dayanılarak değerlendirilmektedir.Bir malın bir başka mal ile birçok açıdan karşılaştırılması yapılabilir. Fakat iktisatçıları ilgilendiren nokta, malların kişilere sağladığı fayda ve malların elde edilmesi için katlanılan fedakarlık ya da maliyettir. Değer Tanımlamaları Değer, kullanım ve değişim değeri olarak iki başlık altında incelenebilir. Kullanım Değeri: Bir malın kişiye sağladığı faydanın bir başka malın sağladığı fayda ile karşılaştırılması sonucunda, mala verilen göreceli önemdir. Kullanım değeri kişinin malı kullanması sonucunda ortaya çıktığından kişisel bir değerlendirmedir. Kullanım sonucunda elde ettiği faydaya göre kullanım değeri değişir. Örneğin bir öğretmen için tebeşirin kullanım değeri bir aşçıya göre daha fazladır. Aynı şekilde bir tencere de aşçıya daha faydalı olacağından, kullanım değeri öğretmene göre daha fazla olacaktır. Değişim Değeri: Bir mal veya hizmetin başka bir mal veya hizmetle değiştirilebilme oranıdır. Burada söz konusu olan mal veya hizmetin fırsat maliyetidir. Örneğin bir buzdolabının fiyatı (1.500) bir fırının fiyatının (500) üç katı ise bir buzdolabı ile üç tane fırın satın alınabilecektir. Yani buzdolabının değişim değeri üç fırın olacaktır. Değişim değeri, kullanım değeri gibi kişiden kişiye değişmez. Herkes için aynı olan bir büyüklüktür. Değer Çelişkisi (Paradoksu) Bir malın değerini o malın bir yandan talep ediliyor olması, diğer yandan da o malın azlığı ya da çokluğu belirler. Bir mal hem talep ediliyor hem de kıtsa o mal başka mallara göre daha değerli olacaktır. Yaşamımız için vazgeçilmez olmasına karşın, suyun bir elmas parçasından çok daha az değer taşıması değer çelişkisini (paradoksunu) yaratır. 6 www.hedefaof.com Bir mal marjinal faydası çok düşük olmasına rağmen, çok yüksek toplam faydaya sahip olabilir. Yaşam için zorunlu mallar, toplam faydalarının büyüklüğüne rağmen düşük fiyatla satılırken, elmas gibi zorunlu olmayan mallar çok yüksek fiyatlardan alıcı bulabilmektedir. Eğer elmas da su kadar bol bulunsaydı, marjinal faydası azalacağından fiyatı düşük olurdu. Kısaca suyun fayda değeri başka mallarla karşılaştırılmayacak kadar yüksektir; ama değişim değeri, yani fiyatı da tam tersine çok düşüktür. Diğer yandan çok daha düşük faydaya sahip elmasın çok yüksek bir değişim değeri, yani yüksek bir fiyatı vardır. ÜRETİM Üretim, insanlara doğrudan ya da dolaylı olarak fayda sağlayan malların yaratılması faaliyetidir. Diğer bir deyişle; insanların gereksinimlerini karşılayan mal ve hizmetlerin ortaya çıkarılması, miktar ve faydalarının arttırılarak malların kıtlığının azaltılması yönündeki faaliyetlerdir. Yani üretim sadece malların miktarının arttırılması değildir. Mal ve hizmetlerin miktarının yanında faydalarının arttırılması yönündeki çabalar da ekonomide üretim faaliyeti olarak değerlendirilir. Bu tür faydaları şu şekilde açıklayabiliriz: • Şekil faydası: Üretilmiş bazı malların şekillerinin değiştirilerek ihtiyaçları daha iyi karşılayacak hale getirilmesidir. Örneğin bir miktar kumaş, elbise haline getiriliyorsa burada bir üretim faaliyeti vardır. Bu sayede kumaş daha faydalı hale gelmiş olur. • Yer faydası: Mallar üretildikleri yerlerden, onlardan yararlanacak olan tüketicilerin bulunduğu yerlere taşınarak faydaları arttırılabilir. Örneğin bir malın bol bulunduğu yerden kıt bulunduğu yere taşınarak tüketicilerin gereksinimleri daha iyi karşılanabilir. Böyle bir işlemde malın miktarı artmasa da maldan elde edilen fayda artmaktadır. Örneğin; Afyon ilinde üretilen patatesin Eskişehir halkına faydalı olabilmesi için pazarlardaki tezgâhlara bu patatesin getirilmesi gerekir. • Zaman faydası: Mallar üretildikleri anda hemen tüketilmezler. İhtiyaç duyulduğu zaman tüketilebilmeleri için malların saklanması ya da stok yapılması gerekir. Mallar bol iken stoklanıp kıt olduğu dönemlerde piyasaya sürülerek tüketiciler için bir fayda yaratılmış olur. • Mülkiyet faydası: Üretilmiş olan malların, onlara en fazla ihtiyaç duyanların eline geçmesine aracılık edenlerin yaptıkları iş malların mülkiyet faydasını arttırmaktadır. Üretimin tanımını yapınız. Üretim Faktörleri İhtiyaçların giderilmesine yönelik mal ve hizmetlerin elde edilmesinde kullanılması gereken kaynaklara üretim faktörleri denir. Temel üretim faktörleri emek, doğal kaynaklar, sermaye ve girişimcilik olmak üzere dört başlık altında sıralanmaktadır. • Emek: Üretimin en önemli unsuru olan emek, beşeri sermaye olarak da adlandırılır. Emek, ihtiyaçların giderilmesine yönelik, insana özgü bedensel ya da zihinsel çabadır. İşgücü olarak da adlandırılır. Örneğin bir inşaat işçisinin kol gücünden yararlanılırken, bir inşaat mühendisinin beyin gücünden yararlanılır. Bu tanımdan emek ya da işgücünün sadece gelir elde etmeye yönelik bir çaba harcaması gerektiğini anlamamız gerekmektedir. Emeğin üretime katılması karşılığında elde elde ettiği getiriye ücret denir. • Doğal kaynaklar: Hava, su, toprak, madenler ve ormanlar gibi doğanın insanlara sağladığı olanaklardır. Üretim faktörleri sayılırken doğal kaynaklar arasında ilk akla gelen toprak olmaktadır. Bu alışkanlık eskiden toprağa dayalı üretimin yaygın olmasından kaynaklanmaktadır. Günümüzde ise madenler, petrol gibi diğer doğal kaynakların önemi artmıştır. Doğal kaynakların üretime katılmaları karşılığında elde ettikleri getiriye rant denir. • Sermaye: Sermayeyi, parayla ifade edilen ve üretimde kullanılan üretim araçları olarak tanımlayabiliriz. Üretim sürecinde emeğin verimliliğinin arttırılmasına katkıda bulunan her çeşit alet, makine, teçhizat, bina gibi daha önceden insanlar tarafından üretilmiş üretim araçlarıdır. 7 www.hedefaof.com Sermayenin kullanılması emeğin verimini arttırır. Halk dilinde sermaye denildiğinde akla para, tahvil, hisse senedi gibi finansal enstrumanlar gelmektedir. Oysa ekonomi dilinde sermaye reel değer olup, fiziksel özelliğe sahip ve emek tarafından üretilen araçlardır. Para, tahvil gibi finansal değerlere ise finansal sermaye adı verilir. Paranın kendisi bizzat üretimde kullanılamayacağı için üretim faktörü anlamında sermaye değildir. Sermayenin üretime katılması sonucunda elde ettiği getiriye faiz denir. • Girişimcilik: Emek, doğal kaynaklar ve sermayenin organize edilip, mal ve hizmet üretimini gerçekleştirme çabasıdır. Bu çabayı gösteren kişiye ise girişimci adı verilir. Girişimci diğer kaynakları kullanma karşılığı ücret, faiz ve rant ödemesi yaptıktan sonra kalan parayı geliri olarak tutar. Bu paraya kar denir. Kar, girişimcinin risk alma, üretken kaynakları organize etme ve yeni buluşlar ortaya çıkarma karşılığında aldığı bir ödüldür. TÜKETİM İhtiyaçların giderilmesi ya da hafifletilmesi için mal ve hizmetlerin kullanılmasına tüketim adı verilir. İktisadi faaliyetin nihai amacı tüketimdir. İnsanların hayat standardının yükselmesinin en önemli göstergesi daha yüksek tüketim düzeyine ulaşmalarıdır. Tüketimin söz konusu olabilmesi için mal ve hizmetlerden faydalanmanın dolaysız olması gerekir. Örneğin evde yemek yapmak için doğalgaz kullanmak, elektrik kullanmak gibi. Eğer doğalgaz ve elektrik bir fabrikada üretim sürecinde kullanılıyorsa bu tüketim olarak değerlendirilmez, ara kullanım olarak adlandırılır. Tüketim harcanabilir gelire bağlıdır. Harcanabilir gelir ile tüketim arasındaki ilişkiye tüketim fonksiyonu denir. Gelir sıfır dahi olsa yapılan tüketime zorunlu tüketim denir. Gelirdeki bir birimlik değişmenin ne kadarının tüketime gittiğini gösteren kavrama marjinal tüketim eğilimi denir. Marjinal tüketim eğilimi, tüketimdeki değişmenin gelirdeki değişmeye oranıdır. Belli bir gelir düzeyinde tüketimin gelire oranına ortalama tüketim eğilimi denir. EKONOMİK ETKİNLİK Kıt kaynakların tümünü çalışır duruma getiren bir ülke, bu kaynaklarla toplumun tercihlerine uygun bir mal ve hizmet demetinin üretilmesini de başarmış ve bu arada üretimini en verimli, en ekonomik üretim teknikleriyle en düşük maliyetlerle gerçekleştirebilmiş ise, o ülkede üretimin fiziksel sınırlarına ulaşılmış demektir. Başka bir deyişle kaynakların tam kullanımıyla hangi malları, ne kadar ve hangi üretim yöntemleriyle üretileceği sorunlarının çözümlenmesiyle, ülke, mevcut teknolojik bilgi ve faktör donanımının izin verdiği maksimum fiziki hasılayı elde etmiş olacaktır. Buna üretimde etkinliğin sağlanması diyoruz. Kıt kaynakların toplum refahını maksimize edecek şekilde üretim sürecine katılması ve üretilen mal ve hizmetlerin bireyler arasında adaletli olarak dağıtımının yapılması durumu ekonomik etkinliği sağlar. Ekonomide etkinliği, üretimde ve bölüşümde etkinlik olmak üzere iki başlık altında ele alabiliriz. Üretimde Etkinlik Mevcut kaynaklarla en yüksek üretim düzeyine ulaşmayı ifade eder. Aynı çıktı miktarını daha az girdi kullanarak elde etme seçeneği kalmadığında üretimde etkinlik sağlanmış olur. Belirli bir çıktıyı, girdilerin biri ya da birkaçından daha az kullanarak üretme fırsatı varsa üretimde etkinsizlik var demektir. Bölüşümde Etkinlik Üretilen mal ve hizmetlerin üretime katılanlar arasında adaletli bir şekilde dağıtılmasıdır. Bir ekonomide üretilen toplam çıktıyı, sosyal gruplardan birinin refah düzeyini kayda değer ölçüde azaltmaksızın, bir başka grubun refah düzeyini yükseltecek biçimde yeniden bölüştürme seçeneği bulunmadığında bölüşümde etkinlik sağlanmış olur. Bölüşümde etkinlik gelir dağılımı ile ilgilidir. Bir ülkede gelir dağılımı adaletsiz ise bölüşümde etkinlik sağlanamamış demektir. Ekonomik etkinlik nasıl sağlanır? 8 www.hedefaof.com İŞ BÖLÜMÜ VE UZMANLAŞMA Gerek işletme, gerekse ulusal ekonomi açısından iş yapabilme gücü ve dolayısıyla verimlilik, iş bölümü sayesinde artar. Hiç kimse ihtiyaç duyduğu tüm ürünleri tek başına üretemez. Bu nedenle yapılan işbölümü sonucunda herkes en başarılı olduğu alanda uzmanlaşmalı ve sadece o alanda çalışmalıdır. Daha sonra ürettiklerini diğer alanlarda uzmanlaşan kişilerin ürünleri ile değiştirerek tüm ihtiyaçlarını karşılamış olur. Adam Smith’in ünlü toplu iğne örneğini hatırlarsak, bir kişi 1770 li yıllarda o zamanın teknolojisini ve aletlerini kullanarak günde en fazla 20 toplu iğne üretebilir. Fakat toplu iğne üretim işini bölümlere ayırır ve her bölümde bir kişiyi görevlendirirsek kurulan toplu iğne üretim tesisinde günde 48.000.000 tane toplu iğne üretilebilir. Üretimdeki bu artış işbölümü ve uzmanlaşma sayesinde gerçekleşmektedir. Üretim sürecinde çalışan işçilerden her biri belli bir alanda uzmanlaşır. Bir tanesi çeliği ince şeritler haline getirir, diğeri küçük parçalara böler, bir başkası ucuna topları takar, diğeri paketlemesini yapar ve nihayet pazara sunulur. İşbölümü mesleki ve teknik işbölümü olarak ikiye ayrılabilir. Mesleki işbölümü, bireylerin herhangi bir meslekte uzmanlaşmasıdır. Manav, berber, mühendis gibi. Teknik işbölümü ise işletmelerin bir malın çeşitli üretim aşamalarının birinde uzmanlaşmasını ifade eder. Örneğin kumaşı ele alırsak, ipliğin bükülmesi, kumaşın dokunması, boyanması, farklı işletmeler tarafından gerçekleştirilir. İşbölümü ve uzmanlaşmanın ekonomiye birçok katkısı vardır. Yeteneğe göre çalışma, uzmanlaşma sonucu zaman tasarrufu sağlama, malzeme tasarrufu, rasyonalizasyon, teknik buluşlar, verimliliği artışı, ölçek ekonomilerinin gerçekleştirilmesine katkı, değişim ekonomisinin gerçekleşmesine yardımcı olma bu katkılardan bazılarıdır. VERİMLİLİK Belli bir süre içinde elde edilen çıktının bunu sağlayan girdiye oranıdır ve teknik üretim sonucunun (çıktının, ürünün) belirli bir büyüklüğe (işgücü sayısı, işgücü saati, makine saati) bölünmesiyle sayısal bir değer olarak ifade edilir. Bu ifadeyi basit bir formüle dönüştürmek istersek : Verimlilik = Üretim Miktarı Girdi Miktarı Yukarıdaki formülle toplam verimlilik hesaplanır. Bunun yanında emek verimliliği ya da sermaye verimliliği gibi kısmi verimlilikler de hesaplanabilir. Bu durumda üretim faktörlerinden sadece birisinin dikkate alınması gerekir. Üretimde kullanılan girdiler ve sonuçta elde edilen üretim, miktar yönüyle dikkate alınırsa fiziki verimlilik, üretimde kullanılan girdilerin ve üretimin parasal değerleri dikkate alınırsa parasal verimlilik hesaplanmış olur. Kullanılan faktör birimi başına üretim miktarını arttıran her şey verimliliğin artmasını sağlar. Örneğin teknolojideki ilerlemeler sonucunda bir birim sermayeden daha fazla ürün elde edilmeye başlanmışsa verimliliğin arttığını söyleyebiliriz. Ya da eğitim sonucunda işçilerin bilgi ve becerileri arttırılarak emek birimi başına daha fazla ürün elde edilebilir. Bu durumda da verimlilik artışı gerçekleşmiş olur. KARLILIK Teknik verimliliğin işletme açısından yararlı olması; yani piyasanın üretim ve arzı artan ürüne, maliyet masraflarını ve girişimciye kalacak karı karşılayacak bir fiyat ödemesi halinde, elde edilen karın derecesi, karlılık aracılığıyla ölçülür. Karlılık, girişimcinin koyduğu öz sermayeye oranla net kar ya da girişimin toplam sermayesine oranla net kar + yabancı sermaye faizidir. Bu tanımlama aşağıdaki formülasyonlar aracılığıyla da ifade edilebilir. • Girişimci karlılığı: Net kar x 100 / Öz sermaye Ya da • Girişim karlılığı: (Net kar + yabancı sermaye faizi ) x 100 / Toplam sermaye 9 www.hedefaof.com KITLIK Kaynakların miktarının tüm arzuları karşılamaya yetersiz olduğu duruma kıtlık denir. İnsanoğlunun istekleri sınırsız, buna karşılık istekleri karşılamaya yönelik kaynaklar sınırlı olduğu için kıtlık sorunu ortaya çıkmaktadır. Zaten ekonomi biliminin amacı sınırsız tüketim isteklerinin kıt kaynaklarla nasıl tatmin edileceğini incelemektir. Kıtlık sorunu ekonomik faaliyetlerin açıklanmasını sağlar. Tüm ekonomik birimlerin kıtlıkla mücadele etme eylemleri ekonomik faaliyet olarak tanımlanır. İktisadi faaliyetler isteklerle kaynaklar arasındaki dengesizliği azaltarak, insanların refahını arttırmaya yöneliktir. Sınırsız İstekler İnsanların istekleri sonsuz denebilecek kadar çoktur. Bunu iki temel nedene bağlayabiliriz. Birincisi insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için karşılamak zorunda oldukları biyolojik ihtiyaçlardır. Gıda ve beslenme ihtiyacı, giyinme ihtiyacı, barınma ihtiyacı temel biyolojik ihtiyaçlardır. İkinci neden ise insanların doğası gereği elindeki ile yetinmeyip yaşamak için gerekli olan asgari ihtiyaçlarından daha fazlasını istemeleridir. Örneğin yaşamını sürdürmek için bir tabak yemek yeterli iken değişik yemek türlerini tatmak isterler. Örtünme ihtiyacını karşılamak için bir elbise yeterli iken gardıroplarını elbise ile doldururlar. Yani insanlar hayatlarını daha mutlu kılacak mal ve hizmetleri isterler. Ayrıca isteklerden biri karşılanınca, istekler bitmez aksine onun yerine başkaları geçer. Örneğin arabası olmayan birisi araba sahibi olduktan sonra bir de yat sahibi olsam demeye başlar. Yani istekler sonsuzdur. İsteklerin sayısının artmasının bir nedeni de her gün yeni ürünlerin piyasaya çıkıyor olmasıdır. Sonuç olarak insanlar isteklerine sınır koyamamaktadır. Kıtlık Kanunu ve Ekonomi Bilimi İnsanların ihtiyaçları sonsuzdur dedik. Buna karşılık bu ihtiyaçları karşılamakta kullanılan mal ve hizmetler sınırlıdır. Yeni tesisler inşa edilerek üretim kapasiteleri devamlı arttırılsa da, her gün yeni ürünler piyasaya çıkarılsa da bunun bir sınırı vardır. Bu sınır üretim faktörleri ile belirlenmektedir. Üretimde kullanılan emek, sermaye ve doğal kaynakların miktarı bellidir. Yani üretilecek mal ve hizmetler çok olsa bile sınırsız değildir. İhtiyaçlar ile kaynaklar arasındaki dengesizlik toplumun yapısıyla, ekonomik durumuyla ya da ekonomik sistemle ilgili bir sorun değildir. İster az gelişmiş olsun ister gelişmiş olsun tüm toplumlarda bu sorun görülmektedir. İhtiyaçlar ile kaynaklar arasındaki bu dengesizlik kıtlık kanunu olarak adlandırılır. Burada kıtlık ile bir kaynağın yokluğu değil, toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek kadar fazla olmaması anlatılmaktadır. Kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının sınırsız olması ve kıt kaynakların farklı amaçlarla kullanma olanağının var olması ortaya tercih yapma zorunluluğunu çıkarmaktadır. Kıt kaynakları kullanırken bir ihtiyacı erteleyip, önce başka bir ihtiyacı karşılamaya karar vermek, seçme yapmak ya da tercih kararı almak demektir. İşte bu tür tercih kararlarının alındığı her yerde mutlaka bir ekonomik sorun vardır ve dolayısıyla bu kararların etkilerini inceleyen, onların sistemli ve tutarlı bir biçimde açıklamaya çalışan bir ekonomi bilimine gerek vardır. İhtiyaçların karşılanmasında kullanılan kaynaklar kıt olmasaydı, kaynakların bir fiyatı olmazdı. Bu durumda hangi kaynakların hangi mal ve hizmetin üretiminde kullanılacağı, üretimden elde edilen gelirin faktör sahiplerine nasıl dağıtılacağı, faktör sahiplerinin gelirlerini nasıl kullanacağı, yapılan düzenlemelerle toplum refahının nasıl arttırılacağı gibi sorunlar olmaz, dolayısıyla ekonomi bilimine gerek kalmazdı. Fakat kaynaklar kıt olduğundan tüm bu sorunlar çözüm beklemekte, hangi kaynakların kullanılacağı sorusu bizi bir tercih yapmaya zorlamaktadır. Bu yönüyle ekonomi bir tercihler bilimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında tüm kaynaklarda var olan kıtlık, insanların arzuladıklarından daha az mal ve hizmete sahip olacakları sonucunu doğurmaktadır. Elde edilmek istenen şeylerden sadece bazılarına sahip olma imkânı söz konusudur. Bu nedenle insanlar seçim yapmak zorunluluğu ile karşı karşıyadırlar. Kıtlık sorunu insanları seçenekler arasında bir tercih yapmaya zorlar. Kişinin kaynağı tüm ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyorsa, ihtiyaçları arasında en acil olanını tercih edip diğerlerinden vazgeçmek zorundadır. 10 www.hedefaof.com TERCİH VE FIRSAT MALİYETİ Tüm isteklerimizi karşılamadaki güçlük, bizi sınırlı kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl kullanabileceğimiz konusunda seçim yapmaya zorlamaktadır. Kıt kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda akılcı seçimlerin yapılması ekonominin temel konusunu oluşturmaktadır. Kıtlığın seçme zorunluluğu getirmesi gibi, seçme gereği de bir ekonomik maliyetin varlığını gösterir. Beğendiğimiz bir şeyi elde etmek istediğimizde ya da bir şey yapmak istediğimizde alternatif başka bir şeye sahip olmaktan ya da başka bir şey yapmaktan vazgeçmemiz gerekir. Belirli bir tercih ya da davranış için vazgeçmek zorunda kaldığımız en değerli alternatif bu seçimin ya da davranışın fırsat maliyetidir. Kıt kaynakların kullanımıyla ilgili alınan her kararda, seçilen alternatifin maliyeti, seçimden vazgeçilen alternatiftir. Bu nedenle kaçırılan fırsatlar anlamında fırsat maliyeti ya da alternatif maliyet denmektedir. Örneğin bir tatil gününde sinemaya gitmek, maça gitmek ya da hafta içindeki sınav için çalışmak alternatifleri arasında karar vermek durumunda olan bir öğrenciyi düşünelim. Zaman sınırlı olduğundan tüm aktiviteleri gerçekleştiremeyecek ve alternatifler arasından seçim yapmak durumunda kalacaktır. Eğer ders çalışmayı seçerse maça ya da sinemaya gitmekten fedakârlık etmek zorundadır. Ders çalışmanın alternatif maliyeti vazgeçilen maç ya da sinemaya gitme alternatifidir. Alternatif maliyet sadece bireyler için söz konusu değildir. Kıt kaynakları olan ve seçim yapmak zorunda kalan her ekonomik birim alternatif maliyetle karşılaşacaktır. Hangi malı tüketeceğine karar veren tüketiciler, hangi malın üretileceğine karar veren işletmeler ve harcamaların nasıl bölüştürüleceğine karar veren devlet için alınan kararların alternatif maliyeti olacaktır. ÜRETİM İMKANLARI SINIRI Her çalışma gününde binlerce fabrikada, atölyede, ofislerde çeşit çeşit mal ve hizmetler üretilmektedir. Fakat üretebileceğimiz mal ve hizmetlerin miktarı sahip olduğumuz kaynaklar ve teknoloji düzeyi ile sınırlıdır. Bir malın üretilen miktarını arttırmak için başka bir malın üretimini azaltmak zorundayız. Yani bir seçim yapmak durumundayız. Üretim imkânları eğrisi belli bir süre içerisinde, mevcut tüm kaynaklar ve teknoloji ile üretilebilecek, nihai mal ve hizmetlerin alternatif bileşimlerini gösterir. Bir ekonomide binlerce mal ve hizmetin üretildiğini düşünürsek bir model kurmak için bazı varsayımlar yapmamız gerekecektir. Üretim imkânları sınırını gösterebilmek için belli bir zamanda sadece iki malın üretildiğini kabul edip diğer mal ve hizmet üretimlerini sabit kabul edeceğiz. Yani iki malın üretimi dışındaki her şeyin sabit olduğu bir ekonomik model oluşturacağız. Konuyu daha iyi açıklayabilmek için buğday ve bilgisayar gibi iki örnek mal ele alalım. Üretim imkânları eğrisi bilgisayar ve buğday üretiminde kullanacağımız kaynaklar veri iken, bu iki maldan üretebileceğimiz alternatif bileşimleri gösterir. Aşağıdaki tablo bir ay içerisinde mevcut kaynaklarla üretilebilecek buğday ve bilgisayar kombinasyonlarını göstermektedir. Gözlemler Buğday (Ton) Bilgisayar (Adet) A 0 15 B 1 14 C 2 12 D 3 9 E 4 5 F 5 0 Aşağıdaki şekilde ise tabloda verilen üretim alternatifleri gösterilmiştir. X ekseninde üretilen buğday miktarı, y ekseninde ise üretilen bilgisayar miktarı gösterilmiştir. Üretim imkânları sınırı eldeki kaynaklarla gerçekleştirilebilecek maksimum miktarları gösterdiğinden, eğrinin dışındaki noktalara 11 www.hedefaof.com ulaşamayız. Bu noktalar karşılanamayan istekleri göstermektedir. Üretim imkânları sınırının üzerinde ya da iç bölgesinde herhangi bir yerde üretim gerçekleştirebiliriz. Bu noktalar ulaşabildiğimiz noktalardır. Örneğin bir ayda 4 ton buğday ve 5 bilgisayar üretebildiğimizi düşünelim. Yukarıdaki şekilde bu alternatif E noktasında gösterilmektedir. Şekilde diğer üretim alternatifleri de gösterilmektedir. Örneğin buğday üretimini bırakıp tüm üretim faktörlerini bilgisayar üretimine yönlendirirsek şekil üzerindeki A noktasına gelmiş oluruz. Bu durumda hiç buğday üretmeden 15 adet bilgisayar üretebiliriz. Ya da bilgisayar üretimini bırakıp tüm faktörleri buğday üretiminde kullanırsak bir ayda 5 ton buğday üretebiliriz. Bu olasılık da şekil üzerinde F noktasında gösterilmektedir. Bilgisayar Bu iki uç durumun dışında B, C, D, E gibi noktalarda her iki üründen de üretilmektedir. Eldeki kaynaklar ve teknoloji düzeyi ile eğrinin dışındaki noktalara ulaşılamaz. Eğrinin içindeki noktalara ulaşılmakla birlikte etkin üretim gerçekleştirilemez. Şekil 1.1: Üretim İmkanları Sınırı Bu bağlamda başka bir malın üretimini kısmadan bir malın üretimini arttıramıyorsak üretimde etkinliğe ulaşmış oluruz. Eğer üretimde etkinlik sağlamışsa üretim imkânları sınırı üzerinde bir noktadayız demektir. Eğer üretim imkanları sınırları içerisinde Z gibi bir noktadaysak, üretim etkin değildir. Çünkü ya kullanmadığımız kaynaklar vardır, ya kaynakların dağılımını yanlış yapmışızdır ya da her ikisi de geçerlidir. Örneğin bilgisayar mühendislerini buğdayları biçmeye gönderirsek kaynak dağılımını yanlış gerçekleştirmiş oluruz. Eğer üretim imkânları sınırları içinde Z gibi bir noktadaysak, kaynakları daha etkin kullanarak, daha fazla buğday, daha fazla bilgisayar ya da her iki üründen de daha fazla üretim gerçekleştirebiliriz. Fakat üretim imkânları sınırı üzerinde bir noktadaysak bir maldan daha fazla üretmek için diğer maldan daha az üretmek zorundayız; yani bir seçim yapmak zorunda kalırız. Yaptığımız seçimlerin ise bir maliyeti olur. Bir şeyden daha fazla elde etmek için diğer şeyden vazgeçmek zorundayız. Örneğimize dönersek, daha fazla bilgisayar üretmek için buğdaydan vazgeçmek zorundayız, ya da daha fazla buğday üretmek için bilgisayardan vazgeçmek zorundayız. Fırsat Maliyeti, bir kararın fırsat maliyeti vazgeçilen en değerli alternatiftir. Üretim olanakları sınırı fırsat maliyeti kavramamıza ve hesaplamamıza yardımcı olur. Üretim imkânları sınırı üzerinde sadece iki mal vardır. Dolayısıyla bir malın üretimini arttırmak için vazgeçeceğimiz alternatif tektir. O da diğer malın miktarıdır. Eldeki kaynaklar ve veri teknoloji düzeyi ile daha fazla buğday üretmemiz sadece daha az bilgisayar üretirsek mümkün olmaktadır. İlave buğday üretiminin fırsat maliyeti üretiminden vazgeçmek zorunda olduğumuz bilgisayar sayısıdır. Benzer şekilde, İlave bilgisayar üretiminin alternatif maliyeti de üretiminde vazgeçmek zorunda olduğumuz buğday miktarıdır. Örneğin C noktasında, D 12 www.hedefaof.com noktasına göre daha az buğday, daha fazla bilgisayar üretiriz. Eğer D noktasını C noktasına tercih edersek, ilave edilen bir ton buğdayın maliyeti 3 bilgisayar olacaktır. Şekilde C noktasını D noktasına tercih etmenin alternatif maliyetini de hesaplayabiliriz. D noktasından C noktasına doğru hareket edersek, üretilen bilgisayar miktarı 3 artacak, üretilen buğday miktarı 1 ton azalacaktır. Yani C noktasını D noktasına tercih edersek, ilave edilen 3 uçağın maliyeti 1 ton buğday olacaktır. Bir uçağın maliyeti ise 1/3 ton buğday olur. Fırsat maliyeti bir orandır. Bir malın üretim miktarındaki azalmanın diğer malın üretim miktarındaki artışa oranı bize fırsat maliyetini verir. Örneğimize göre ürettiğimiz bilgisayar sayısını bir adet arttırmanın fırsat maliyeti, ilave bir ton buğday üretmenin fırsat maliyetinin tersidir. Üretim imkânları sınırı üzerinde C noktasından D noktasına hareket edersek, bir ton buğday üretmenin alternatif maliyeti 3 tane bilgisayardır. 3 ün tersi ise 1/3 tür. Yani D noktasından C noktasına doğru hareket edip buğday üretimini azaltır ve bilgisayar üretimini arttırırsak bir uçağın fırsat maliyetinin 1/3 ton buğday olması gerekir. Bunun doğru olduğunu şekle bakarak söyleyebiliriz. D noktasından D noktasına hareket edersek, 3 tane fazla bilgisayar üretiriz ve buğday üretimini 1 ton azaltırız. 3 bilgisayarın maliyeti 1 ton buğday olduğundan, 1 bilgisayarın fırsat maliyeti 1/3 ton buğday olacaktır. Artan Fırsat maliyeti, bir maldan daha fazla üretilmesi için diğer maldan artan miktarlarda vazgeçilmesi gereken durum olarak tanımlanır. Bir ton buğdayın fırsat maliyeti üretilen buğday miktarı arttıkça artmaktadır. Aynı zamanda bir uçağın fırsat maliyeti de bilgisayar üretimi arttıkça artmaktadır. Artan fırsat maliyetleri nedeniyle üretim imkânları sınırı orijine göre içbükey çizilmiştir. A ve B noktaları arasında, üretilen bilgisayar miktarı çok ve buğday miktarı azken, eğrinin eğimi düşüktür. Bu nedenle buğday miktarındaki artışın maliyeti bilgisayar miktarındaki küçük bir azalma olacaktır. Yani bir ton buğdayın fırsat maliyeti düşük miktardaki bilgisayar olacaktır. E ve F noktaları arasında olduğu gibi üretilen buğday miktarı çok ve bilgisayar miktarı azsa, üretim imkânları eğrisi daha dik olacaktır. Buğday miktarındaki artışın maliyeti bilgisayar üretiminde daha büyük bir düşüşe neden olur. Yani bir ton buğdayın fırsat maliyeti daha fazla bilgisayar olacaktır. Buradan çıkan sonuç buğday üretmenin fırsat maliyetinin bilgisayar üretimi cinsinden sürekli arttığıdır. Aynı şekilde bilgisayar üretmenin fırsat maliyeti de buğday üretimi cinsinden artmaktadır. Şimdi de artan fırsat maliyetlerinin altında yatan temel mantığı açıklayalım. Var olan sınırlı kaynaklardan bazıları buğday üretimi için uygun olurken, bazıları da bilgisayar üretimi için uygun nitelik taşımaktadır. Örneğin, buğday üretiminde oldukça iyi olan işgücünün büyük bir bölümü bilgisayar üretiminde iyi olmayabilir. Böyle bir durumda daha fazla bilgisayar üretimi gerçekleştirilmek istendiğinde, giderek bilgisayar üretimi için uygun olmayan sadece tarımla ilgili kişiler ve kaynaklar da bilgisayar üretimine kaydırılacaktır. Sonuçta verim düşüklüğü gözlenecek ve aynı sayıdaki bilgisayar üretimindeki artış için giderek daha fazla miktarda buğday üretiminden vazgeçilecektir. Yani çiftçileri, ziraat mühendislerini, gereğinden fazla toprağı bilgisayar üretimine kanalize ederseniz, bunun buğday üretimi açısından çok maliyetli olacağını ve bilgisayar üretimine de çok az katkı yapacağını söyleyebiliriz. EKONOMİK BİRİMLER Ekonomide ekonomik birimler hanehalkı, firmalar ve devlet olmak üzere üç gruba ayrılır. Bu üç gruba ek olarak uluslararası ticaretin söz konusu olduğu ortamda diğer ülkelerdeki ev halkı, firmalar ve devleti içeren bir dış dünya dördüncü aktör olarak sayılabilir. Hane Halkı Aynı evde yaşayan ve ortak finansal kararlar alan tüm insanlara hanehalkı denir. Hanehalkı kavramı içine tüketiciler, üreticiler ile bina ve arazilerin sahipleri girer. Tüketici olarak hanehalkı firmalar tarafından üretilen mal ve hizmetleri satın alır. Bir tüketici olarak hanehalkı belli bir satın alma gücüne sahip olarak harcadığı her liradan mümkün olan en yüksek faydayı sağlamaya çalışır. Kaynak sahibi olarak hanehalkı sahip olduğu kaynakları ya da faktörleri firmalara satarak üretim faaliyetlerine katılır. 13 www.hedefaof.com Firmalar Üretime katkı yapan, kaynakları kullanan ve ne üretileceğine karar veren, çeşitli özel firmalardan devlete kadar uzanan tüm üretici birimleri içeren kuruluşlara firma denir. Firmalar üretim faktörlerini kullanarak ürettikleri mal ve hizmetleri, hanehalkına, diğer firmalara ve devlete satarlar. Firmanın fonksiyonu üretim, amacı ise üretim faaliyetinden maksimum kar elde etmektir. Devlet Hane halkı gelirinin bir kısmını vergi olarak toplayıp firmaların ürettikleri mal ve hizmetlerin bir bölümünü satın alır. Devlet ayrıca özel bir firma gibi bazı mal ve hizmetlerin üretimini kendisi gerçekleştirir. Bunlardan daha önemli işlevleri ise mülkiyet haklarının düzenlenmesi, firmaların çalıştıkları piyasaların temizlenip gerekli düzenlemelerin yapılması, piyasa kurallarına uyumun denetlenmesi, üretim ve rekabet için uygun ortamın hazırlanması, piyasaya işlerlik kazandırılmasıdır. Böylece firmalar, tüketiciler ve kaynak sahipleri arasındaki ilişkilerin serbest piyasa koşulları çerçevesinde gelişmesine katkıda bulunur. Dış Dünya Bir ülkenin ticaret yaptığı bütün ülkeleri ve dolayısıyla o ülkelerdeki ev halkını, firmaları ve hükümetleri kapsar. 14 www.hedefaof.com Özet İhtiyaç; karşılandığı zaman insanlara haz, karşı lanmadığı zaman acı veren duygulardır. Aşağı daki özellikleri gösterirler; İhtiyaçların şiddeti birbirinden farklılık gösterir, İhtiyaçlar sonsuzdur, İhtiyaçlar giderildikçe şiddeti azalır, İhtiyaçlar ve onları gideren araçlar birbirinin yerine ikame edilebilir, Alışkanlık ihtiyacın şiddetini artırır. Ayrıca, İhtiyaçları ekonomik açıdan üç gruba ayırabiliriz. Bunlar yaşamsal ihtiyaçlar, kültürel ihtiyaçlar ve lüks ihtiyaçlardır. Üretim, insanlara doğrudan ya da dolaylı olarak fayda sağlayan malların yaratılması, diğer bir deyişle; insanların gereksinimlerini karşılayan mal ve hizmetlerin ortaya çıkarılması, miktar ve faydalarının arttırılarak malların kıtlığının azaltılması yönündeki faaliyetlerdir. Yani üretim sadece malların miktarının arttırılması değildir. Mal ve hizmetlerin miktarının yanında fayda larının arttırılması yönündeki çabalar da ekono mide üretim faaliyeti olarak değerlendirilir. Genel olarak ihtiyaçları gideren araçlara mal denir. İnsan ihtiyaçlarını dolaylı ya da dolaysız olarak karşılamaya elverişli ve bu amaç için kullanılmaya hazır her şeye mal denir. İhtiyaçları karşılamasına rağmen fiziksel varlık özelliği taşımayan şeylere de hizmet denir. Mallar özelliklerine göre çeşitli sınıflara ayrılabilirler; İktisadi mal-Serbest mal, Tüketim malları-Üretim malları, Dayanıklı mallar-Dayanıksız mallar, Özel mallar–Kamusal mallar, İkame(rakip) mallar–Tamamlayıcı mallar, Bölünür mallar– Bölünmez mallar, Çoğaltılabilen mallar– Çoğaltı lamayan mallar İhtiyaçların giderilmesi ya da hafifletilmesi için faydalı mal ve hizmetlerin kullanılmasına tüketim adı verilir. İktisadi faaliyetin nihai amacı tüketimdir. İnsanların hayat standardının yüksel mesinin en önemli göstergesi daha yüksek tüke tim düzeyine ulaşmalarıdır. Kaynakların miktarının tüm arzuları karşılamaya yetersiz olduğu duruma kıtlık denir. İnsan oğlunun istekleri sınırsız, buna karşılık istekleri karşılamaya yönelik kaynaklar sınırlı olduğu için kıtlık sorunu ortaya çıkmaktadır. Zaten ekonomi biliminin amacı sınırsız tüketim isteklerinin kıt kaynaklarla nasıl tatmin edileceğini incelemektir. Mal ve hizmet tüketimi sonucu elde edilen tatmine fayda denir. Bir malın tüketilen tüm birimlerinin sağladığı faydaların toplamına toplam fayda, bir malın tüketim miktarı bir birim artırıldığında toplam fayda da meydana gelen değişmeye marjinal fayda, bir malın tüketilen miktarı artırıldığında, marjinal faydanın giderek azalmasına da azalan marjinal fayda ilkesi adı verilir. Bu bilgiler ışığında şunları diye biliriz; Toplam fayda maksimum iken marjinal fayda sıfırdır. Toplam fayda artarken marjinal fayda azalır. Toplam fayda azalırken marjinal fayda negatiftir. 15 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım 1. Kullanıldığında haz, kullanılmadığında acı veren maddelere ekonomi biliminde ne ad verilir? 6. Doğal kaynakların üretime katılmaları karşı lığında elde ettikleri getiriye ne ad verilir? a. İkame mal a. Rant b. Tamamlayıcı mal b. Faiz c. Düşük mal c. Ücret d. İhtiyaç d. Ödül e. Lüks mal e. Borç 2. Bir malın bir kişi tarafından tüketilmesi, diğerlerinin tüketim miktarını azaltmıyorsa, yani tüketimde rakipsizse ve kimse dışarıda tutula-mıyorsa bu tür mallara ekonomide ne ad verilir? 7. Üretim imkânları sınırının dışındaki bir nokta için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? a. Ulaşılamaz a. Kamusal mallar b. Kullanılmayan kaynaklar vardır b. Serbest mallar c. Fiyatlar düşerse ulaşılabilir c. İkame mallar d. Fiyatlar yükselirse ulaşılabilir d. Ortak mallar e. İthalat artarsa ulaşılabilir e. Dayanıklı mallar 8. Alternatif maliyet aşağıdakilerden hangisidir? 3. Aşağıdakilerden hangisi bir üretim faktörü değildir? a. Yapılabilecek en iyi seçimdir b. Vazgeçilen en iyi alternatiftir a. Sermaye c. Parasal maliyettir b. Emek d. Dolaylı maliyettir c. Doğal kaynaklar e. Direk maliyettir d. Girişimcilik 9. Üretim imkânları sınırının genişlemesi nasıl değerlendirilmelidir? e. Bilgi ve beceri 4. Verimlilik kavramı aşağıdaki seçeneklerin hangisinde en iyi ifade edilmektedir? a. Ekonomik büyümedir b. Kıtlığın bağlayıcı ispatıdır a. Üretimde kullanılan bir birim girdi başına düşen mal ve hizmet miktarını kısıt olmadığının c. Doğanın insanlığa bir armağanıdır b. Tüm kaynakların kullanımı d. Tarihte çok ender rastlanan bir durumdur c. Üretim seviyesinin her sene artması e. Enflasyonist ortamda fiyatların etkisidir d. Kaynakların israf edilmemesi 10. “Üretime katkı yapan, kaynakları kullanan ve ne üretileceğine karar veren, özel ya da devlete ait tüm üretici birimleri içeren kuruluşlara ……….. denir” e. Girdilerin idareli kullanılması 5. Üretilen mal ve hizmetlerin üretime katılanlar arasında adaletli bir şekilde dağıtılması sonucun da ulaşılan nedir? Yukarıdaki cümlede noktalı yere aşağıdakilerden hangisi gelmelidir? a. Üretimde etkinlik a. Devlet b. Bölüşümde etkinlik b. Hane halkı c. Tüketimde etkinlik c. Firma d. Verimlilik d. Dış dünya e. Liberalizm e. Birey 16 bir www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı faydalarının arttırılarak malların kıtlığının azaltılması yönündeki faaliyetlerdir. Yani üretim sadece malların miktarının arttırılması değildir. Mal ve hizmetlerin miktarının yanında faydalarının arttırılması yönündeki çabalar da ekonomide üretim faaliyeti olarak değerlendirilir. 1. d Yanıtınız yanlış ise “İhtiyaç” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. b Yanıtınız yanlış ise “Mal ve Hizmet” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. e Yanıtınız yanlış ise “Üretim” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 4 Kıt kaynakların toplum refahını maksimize edecek şekilde üretim sürecine katılması ve üretilen mal ve hizmetlerin bireyler arasında adaletli olarak dağıtımının yapılması durumu ekonomik etkinliği sağlar. 4. a Yanıtınız yanlış ise “Verimlilik” başlıklı ko nuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. b Yanıtınız yanlış ise “Etkinlik” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. a Yanıtınız yanlış ise “Üretim Faktörleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. a Yanıtınız yanlış ise “Üretim İmkânları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Yararlanılan Kaynaklar 8. b Yanıtınız yanlış ise “Tercih ve Fırsat Maliyeti” başlıklı konuyu yeniden gözden _________ (2003). İktisada Giriş, Eskişehir: A.Ö.F. Yayınları. 9. a Yanıtınız yanlış ise “Üretim İmkânları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Begg D.,Fıscher S., Dornbush R. (2001). Mikroiktisat (Çeviri),İstanbul:Alkim Yayınları. 10. c Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Birimler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Bocutoğlu E., Berber, M., Çelik, K. (2000). İktisada Giriş, Trabzon: Akademi Yayınevi, 2. Baskı. Çolak, Ö. F. (2007). İktisada Giriş, Ankara: Gazi Kitabevi. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Dinler, Z. (1996). Mikro İktisat, Bursa: Ekin Kitabevi. İhtiyaçların temel özellikleri; İhtiyaçların şiddeti birbirinden farklılık gösterir, İhtiyaçlar sonsuzdur, İhtiyaçlar giderildikçe şiddeti azalır, İhtiyaçlar ve onları gideren araçlar birbirinin yerine ikame edilebilir, Alışkanlık ihtiyacın şiddetini artırır şeklinde belirtilebilir. Dinler, Z. (2000). İktisada Giriş, Bursa: Ekin Kitabevi. Dirimtekin, H. (1989). Genel İktisat Teorisi II, İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Ertek, T. (2003). Mikroekonomiye İstanbul: Beta Basım. Sıra Sizde 2 Han, E. (2002). İktisada Giriş I, İktisada Giriş II, Eskişehir:AnadoluÜnv.yay. Birbirinin yerine kullanılabilen mallara ikame mallar denir (reçel-bal, portakal-mandalina gibi). Yalnız başına ihtiyacı karşılamadığından bir başka malla birlikte kullanılan mallara tamamlayıcı mal denir (otomobil-benzin, kalemmürekkep, tebeşir-yazı tahtası gibi). Han, E., Kaya, A.(2002). Kalkınma Ekonomisi, Eskişehir:Etam A.Ş. Parasız,İ. (1998). İktisada Giriş, Bursa: Ezgi Kitabevi, 5. Baskı. Sıra Sizde 3 Parasız, İ. (2007). İktisadın Abc’si, Ezgi Kitabevi, 10. Baskı, Üretim, insanlara doğrudan ya da dolaylı olarak fayda sağlayan malların yaratılması, diğer bir deyişle; insanların gereksinimlerini karşılayan mal ve hizmetlerin ortaya çıkarılması, miktar ve Parasız, İ., Yıldırım, K. (1994). Uluslararası Finansman, Bursa: Ezgi Kitabevi. 17 Giriş, www.hedefaof.com Parkın M. (2003). Economics, PearsonEducation Inc., 6. Baskı. Türkay, O. (1991). İktisat Teorisine Giriş, Ankara: Adım Yayıncılık. Türkay, O. (2001). Mikro İktisat Teorisi, Ankara: İmaj Yayıncılık. Unay, C. (1997). Genel İktisat, Bursa:Ekin Kitabevi. Ünsal, E. (1988). Mikro İktisat, Ankara:Kutsan Matbaacılık. Ünsal, E. (2005) Uluslararası İktisat, Ankara: İmaj Yayıncılık. Üstünel, B. (1988). Ekonominin Temelleri, Ankara. Yıldırım K., Şıklar, İ., Bakırtaş, İ. (2003). Mikro İktisada Giriş, Bursa: Ekim Kitabevi. Yıldırım, K., Karaman, D. (2001). Makro Ekonomi, Eskişehir:Esbav. 18 www.hedefaof.com www.hedefaof.com 2 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Ekonomik sistem ve türleri ile farklı yapılardaki ekonomik sistemlerin işleyiş sürecini ve farklılıklarını ayırt edebilecek, Ekonomide farklı analiz yöntemlerini ve bunlara niçin gerek duyulduğunu açıklayabilecek, Ekonominin işleyiş sürecinde yer alan tarafların davranışlarını ve gerçekleştirdikleri ekonomik faaliyetlerin döngüsel akımlarının oluş şekillerini açıklayabilecek, Günümüz piyasa ekonomilerinin işleyiş sürecine ait bilgilerle piyasaları yorumlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Ekonomik Sistem Piyasa Kapalı Ekonomi Mikroekonomi Açık Ekonomi Makroekonomi Mübadele Ekonomisi Ceterisparibus Kapitalizm Hanehalkı Sosyalizm Girişimci Karma Ekonomik Sistem İthalat Yeni Ekonomi İhracat Finansal Sistem Tasarruf Paradoksu İçindekiler Giriş Ekonomik Sistem ve Türleri Ekonominin Analiz Yöntemleri Ekonomik Faaliyetlerin Döngüsel Akımı Günümüz Piyasa Ekonomilerinin İşleyiş Süreci 20 www.hedefaof.com Ekonominin İşleyiş Süreci GİRİŞ Ekonomi bilimi, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde gerçekleşen iktisadi ilişkiler sistemini bir bütün olarak inceleyen bir disiplindir. Bir ekonomik sistemde gerçekleşen işlemler için bazen herhangi bir birim ya da kişi görevlendirilmemiş ve işleyiş piyasa ekonomisine bırakılmıştır. Bazen de düzenin işleyişi için çok farklı mekanizmaların kurulması ve işletilmesi gerekmiştir. Çünkü ekonomik sistemin çözmek zorunda olduğu ekonomik sorunlar çeşitlenmiş, karmaşık bir duruma gelmiştir. Böyle bir durum da iktisatçıları, “aynı şartlar altında” veya “diğer durumlar sabit kalmak şartıyla” şeklinde basitleştirici varsayımlarla analiz yapmaya sürüklemektedir. Fakat bu basitleştirici koşullar bile; küreselleşme olgusuyla daha da karmaşıklaşan, farklı şekillerde ortaya çıkabilen ekonomik sorunlara çözüm bulabilme, ekonomiyi analiz edebilme işinin zorluğunu aşamamaktadır. Bu da iktisatçıların, seçimle başa gelen hükümetlerin, çözmek zorunda oldukları sorunlarda gerekli kararları alma işini daha da zorlaştırmaktadır. Çünkü hükümetlerin başarılı olabilmesi aynı zamanda vatandaşlarının ekonomik refahının artırılabilmesi için aşağıdaki ekonomik sorunları çözmeleri gerekir. Bunlar: • Gelir ve istihdam düzeyinin artırılması, • Fiyatlar düzeyinde istikrarın sağlanması, • Ekonomik büyümede sürekliliğin gerçekleştirilmesi, • Bütçe açıklarının kontrolü ve finansmanının sağlanması, • Dış açıkların yönetilebilmesini sağlamak, olarak sıralanmaktadır. Ekonominin işleyişi, çözüm bekleyen bu sorunlar hakkında öğrenilmesi gerekenlerin öğrenilmemesi, zamanında alınması gereken kararların alınmaması, bireylerin veya toplumların katlandığı maliyeti artırmaktadır. Bugün dünyada kimi ülkelerin yoksulluk yaşamalarının, kimilerinin ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalmalarının temel nedenleri; ekonomik sistemin işleyiş sürecine zamanında verilmesi gereken desteklerin verilmemesi veya sisteme yapılan yanlış müdahaleler olmuştur. Bu gelişmeleri ve ekonomiyi anlamak için öncelikle ekonomik sistemin tanımı ve ana türleri verilerek; ekonominin dışa kapalı veya açık olması veya devletin de ekonomik sistemde yer alması gibi durumlarda bir ekonomik sistemin işleyiş süreci ve farklılıkları anlamak gereklidir. EKONOMİK SİSTEM VE TÜRLERİ Sistem sözcüğü, bir sonuç elde etmeye yarayan yöntemler düzenini veya farklı görev ve fonksiyonları yüklenen çeşitli parçaların birlikte bir sonuç üretmeye çalışmasıyla ortaya çıkan bir bütünü ifade eder. Ekonomik sistem de, ulusal ekonomideki ihtiyaçlarla üretim arasındaki dengeyi en etkin şekilde, çok farklı yapılarla sağlamaya çalışan bütünleşik bir mekanizmadır. Bu mekanizmada belirleyici faktör olan insan davranışlarının önemi, ekonomiyi sosyal bir bilim dalı yapmaktadır. Bu yüzden ekonomi, sınırlı kaynakların nasıl kullanılacağını incelerken insan davranışlarını da dikkate almak zorundadır. Çünkü 21 www.hedefaof.com insanlar için de temel sorun, sınırlı gelirini ihtiyacı olan mal ve hizmetlere maksimum tatmini sağlayacak şekilde dağıtmaktır. Toplu halde yaşayan insanların sahip oldukları üretim faktörleri ve aldıkları eğitim gibi özellikleriyle; mal ve hizmet üretiminde görev almalarıyla oluşan sosyal organizasyona-iş bölümüne ekonomik sistem (iktisadi sistem) denilmektedir. Bu sistemin temel amacı, toplumun maksimum refah düzeyine ulaşması için gerekli yolları göstermek yani ulusal ekonomideki ihtiyaçlar (talep) ile üretim (arz) arasında dengeyi en iyi şekilde sağlamaktır. Tüm ekonomilerin arz ve talep arasında dengenin sağlanabilmesi için yanıt aradığı üç temel soru; neler üretilecek, nasıl üretilecek ve bunlar nasıl paylaşılacaktır? Bu soruların sorulmasının temel sebebi, üretim faktörlerinin kıtlığı nedeniyle kaynakların etkin kullanımının gerekliliğidir. Bu yüzden her toplum kıt kaynakları ile neler üreteceğine karar verirken tercih yapmak zorundadır. Örneğin: • Ne kadar tüketim malı ne kadar yatırım malı üretilecektir? • Kim veya kimler üretecektir yani devlet ne kadar, özel sektör ne kadar üretecektir? • Bu mal ve hizmetler nasıl üretilecektir, yani emek yoğun veya sermaye yoğun teknoloji mi kullanılacaktır? • Toplumun ürettiği mal ve hizmetler nasıl paylaşılacaktır? Karne ile herkese eşit mi paylaştırılacaktır? Yoksa parayı veren mi düdüğü çalacaktır? • Çalışamayacak durumda olanlar veya çalışmak istemeyenlere ne kadar pay verilecektir? • Bu gibi soruların yanıtlarını, kararlarını kim verecektir? Tüm bu soruların farklı karşılıklarına göre uygulamada değişik ekonomik sistem türleri ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden iktisadi sistemler çeşitli şekillerde bölümlenebilir. Genel bir sınıflama ile; kapalı ekonomi sistemleri ve mübadele (değişim) ekonomisi sistemleri olarak iki ana grupta toplamak mümkündür. Tarihte kalmış kapalı ekonomi sisteminde aileler (üreticiler) yalnız kendi ihtiyaçları için üretimde bulunurlar. İhtiyaçlar basit olduğundan üretim yöntemi de karmaşık değildir. Arz-talep dengesi, dışa kapalı grup içinde kurulur yani; dışarıdan mal almak veya dışarıya mal satmak yoktur. Hiyerarşik bir sosyal yapıya sahip olan kapalı ekonomilerde; üretim faaliyetini ve ürünlerin dağılımını, iktidarın tek sahibi olan reis, şef, senyör, kont, ağa vb. kişiler ayarlar. Güvende olma duygusunu sağlayan, garanti eden iktidar sahibine tam itaat, bağımsızlık hissinden önce gelir. Mübadele (değişim) ekonomisi sistemlerinin ilk uygulamalarında yani paranın olmadığı dönemlerde (takas ekonomisi); her birey kendi ihtiyacından fazlasını üretir ve fazla olan kısmı, kendisinin üretemediği diğer mallarla değiştirirdi. Bu ilk iş bölüşümü ve uzmanlaşma örnekleri sayesinde üretim artışı da ortaya çıkmıştır. İş bölümü ve uzmanlaşma kadar ekonomik sistemin işleyişinin gelişiminde önemli bir unsur da değişim araçlarının kullanımı olmuştur. İş bölümü, uzmanlaşma ve mübadele kavramları birlikte ele alınır. Bunun nedeni aralarında birinin diğerinin nedeni ya da sonucu olma gibi yakın bir ilişkinin olmasıdır. Bir bireyin ihtiyaç duyduğu bütün malları üreterek ihtiyacını karşılaması mümkün değildir. İlkel toplumlardan itibaren her birey yeteneği doğrultusunda mal üretmiş, kendi ihtiyacından fazlasını başka mallarla değiştirme yolunu seçmiştir. Bu şekildeki davranış biçimi iş bölümünü ortaya çıkarmıştır. İş bölümü, belirli işi yapan kişilerin zamanla o alanda uzmanlaşmasına neden olur. Yani uzmanlaşma, iş bölümünün bir sonucudur. Mal ve hizmetlerdeki uzmanlaşmanın ve onların sahip olduğu (birbirlerine göre) göreceli değeri değişimin nasıl olacağı sorusunu sordurmuştur. Şöyle ki: İnsanoğlu, sahip olduğu - ürettiği her şeyin bir değeri olduğunu fark etmesinden itibaren trampa (takas) ekonomisinin yarattığı sorunlardan kurtulabilmek için, nadir olan yani en fazla değer verilen çeşitli nesneleri (malları) para niyetine kullanarak mübadele sistemini oluşturmaya çalışmıştır. Tarihteki mal paradaki gelişimin son aşamasında altın ve gümüşün para olarak kullanımı sonrasında, temsili paranın ve günümüzdeki (cebimizde olan fiyat) paranın, banka parasının ve kredi kartlarının kullanımı da ekonomik işleyişi olumlu şekilde 22 www.hedefaof.com değiştirmiştir. Çünkü para: Herkes tarafından kabul edilen bir alış-veriş (değişim) aracı olma; ortak değer ölçüsü olma; değer saklama ve borç ödeme işlevleri sayesinde mübadele ekonomilerinin işleyişini de geliştirmiştir. Mübadele ekonomilerinde kullanılan üretim araçlarının sahipliği bakımından, bugüne kadar uygulanabilmiş veya uygulaması süren başlıca iki ekonomik sistem: Kapitalizm (liberalizm, piyasa ekonomisi) ve Sosyalizmdir (kumanda ekonomileri). İlkinde makine ve teçhizatın mülkiyeti sermaye sınıfında yani kapitalist denilen kesime ait, ikincisinde ise mülkiyet işçi-kamu adına devlete aittir. Ekonomilerin işleyişiyle ilgili bu iki sistem uç uygulamaları içerir. Yani bir uçta piyasa ekonomileri, diğer uçta kumanda ekonomileri yer almaktadır. Bu iki uç sistem dışında her iki sistemin bir kısım yönlerini kabul eden uygulamalar, karma ekonomik sistem olarak adlandırılmakta ve her ülkede farklı şekilde uygulanmaktadır. Tablo 2.1: Çeşitlenmiş Bir Ekonomi Tablosu MÜBADELELER EMEK KARŞILIĞI GİRİŞİM Piyasada Ücretlendirilmiş Kapitalist Alternatif Piyasa Alternatif Ücretlendirilmiş Alternatif Kapitalist Kamu teşekkülü (Kamu İktisadi Teşebbüsü) Kamu mallarının satışı Serbest çalışma Etik “adil ticaret” piyasaları Kooperatif Yerel mübadele sistemleri Senede bağlama Alternatif para birimleri Karşılıklı emek Yer altı piyasası Ayni Ödeme Kooperatifler arası mübadele Sosyal yardım işi Yeşil kapitalist Toplumsal sorumluluk taşıyan şirket Kâr amacı gütmeme Değiş tokuş Kayıt dışı piyasa Piyasa Dışında Ücretlendirilmemiş Kapitalist Olmayan Hane içi akışlar Ev işi Komünal (kolektif yaşam biçimi) Armağan Aile bakımı Bağımsız Yerliler arası mübadele Mahalle çalışması Feodal Devlet ödenekleri Gönüllülük Köle İstimlâkler (Kamulaştırmalar) Boğaz tokluğuna Köle emeği Hasat sonu başak toplama Avlanma, balık tutma, toplama Hırsızlık, kaçak av Kaynak: Gibson-Graham J.K. (2010). (Bildiğimiz) Kapitalizmin Sonu Siyasal İktisadın Feminist Eleştirisi, Metis Yayınları, s.16, İstanbul. Tablo 2,1’de, kapalı ve açık ekonomilere ait çeşitli sistemlerdeki piyasa ve piyasa dışında, farklı mübadele şekillerinin oluş örnekleri verilmektedir. Bu tabloyu sağdan sola değil, yukarıdan aşağıya doğru örneğin, mübadeleler piyasada & piyasa dışında; girişim kapitalist& kapitalist olmayan şeklinde okuyunuz. Tablonun ilk iki satırını birlikte sağdan başlayarak okuyalım: Kapitalist girişimci, ücretlendirilmiş emeği alır, ürettiği mal ve hizmetlerin mübadelesi piyasada gerçekleşir. Tablonun sağ sütunundaki Alternatif Kapitalist girişimler, kapitalist şirketlerden, kendilerini kamusal içerikli (çevre dostu-toplumsal anlamda sorumluluk taşıyan) hizmetler sunma konusunda gittikçe daha fazla ayrıştırırlar. 23 www.hedefaof.com Kamu İktisadi Teşebbüsü de, piyasa koşullarında ücretlendirilmiş emek kullanır; kar elde eder; sermayebirikimi sağlar. Fakat kamusal fayda dağıtma imkânları, piyasaları disipline etmesi politik gücü sayesinde yüksektir. Bölüm sonunda bu tablonun tekrar gözden geçirilmesi bakış açınızı değiştirecektir. Piyasa, gerek üretim faktörlerinin, gerekse üretilen mal ve hizmetlerin alıcı ve satıcılarının karşı karşıya gelmesini ve ekonomik kararların verilmesini sağlayan ortamlardır. Bu ortamların kesinlikle belirli bir mekân olması şart değildir. Çünkü bilgi teknolojilerinin değişen boyutu piyasalarda mekân kavramını da değiştirmektedir. Bu değişim ile piyasa, bir mal ve hizmetin alıcı ve satıcılarını bir araya getiren semt pazarları, alışveriş merkezleri, fuarlar gibi belirli bir mekânda oluşabileceği gibi tarafların cismen bir araya gelmemeleriyle de oluşabilir. Örneğin: teleks, telefon, faks, elektronik posta, elektronik ticaret gibi sanal ortamlar da pazarın-piyasanın oluşmasını sağlar. Buradaki piyasa ekonomileri terimi ise arz ve talebin karşı karşıya geldiği mekân kavramı dışında; alıcıları ve satıcıları bir araya getiren kolaylıkları, piyasalara kolay erişim imkânlarını da ifade etmektedir. Piyasa Ekonomileri Sistemi Piyasa ekonomileri sisteminde, üretimi gerçekleştirmede kullanılan sermayenin (üretim araçlarının) sahipliği özel mülkiyete aittir. Bu sistemde iktisadi denge yani; ne, nasıl ve kimler için üretilecek sorularının cevapları piyasa mekanizması yoluyla kendiliğinden gerçekleşir. Bu duruma bazen görünmeyen elin gücü de denir. Serbest piyasanın kendi halinde işleyişini ifade eden görünmeyen el mekanizması kavramı, iktisadın kurucusu Adam Smith tarafından ortaya atılmıştır. Görünmeyen el (fiyat mekanizması) mekanizması; iktisadi hayatın temel sorunları olan hangi malların, nasıl, kimler için, ne miktarda üretileceği gibi temel ekonomik sorunları çözümler. Bu yüzden hükümetler ekonomik hayata müdahale etmemelidir. Çünkü bu mekanizma sayesinde ekonomide arz veya talep fazlalığı oluşmaz. Her piyasa ekonomisindeki bu işlemlerin, temelde piyasada nasıl gerçekleştiğini; öncelikle piyasaların özelliklerini vererek Şekil 2,1 aracılığıyla görelim. Açıklamaları, şekildeki taraflar arasındaki döngüsel (sürekli tekrarlanan) hareketleri takip ederek daha kolay ilişkilendirebiliriz. Piyasa ekonomilerinde bu ekonomik faaliyetler aşağıda görülen üç alt piyasada gerçekleşir. Ekonominin işleyişini, piyasa ekonomilerinde üretim araçlarının sahibi olan girişimci-firmalar, piyasada oluşan fiyatlar aracılığıyla organize ederler. Girişimciler, bu organizasyonda üretimi gerçekleştirirken gerekli olan üretim faktörlerini, hane halklarının arzını oluşturduğu girdi (faktör) piyasalarından üretim faktörü ödemeleri karşılığında satın alırlar. Girişimciler bu ödemeleri ya kendi kaynaklarından ya da finans sisteminden finanse ederler. Girişimciler üretim faktörlerini kullanarak ürettiği mal ve hizmetleri, hane halklarına-tüketicilere mal ve hizmet piyasalarında arz ederler. • Bu piyasalardan birincisinde, girişimciler, üretim faktörlerini hane halkından üretim faktörü ödemeleri (emek karşılığında ücret, sermaye için faiz ve doğal kaynaklar için rant) karşılığında satın alırlar. Bu üretim faktörleriyle tüketicilerin ihtiyacını karşılayacak nihai mal ve hizmetleri üreten girişimciler-firmalar, piyasada dört önemli organizasyon işini yerine getirirler. Bunlar: a. Üretim faktörlerini bir araya getirmek, b. Reel sektörde mal; hizmetler sektöründe hizmet üretmek, c. Ürünleri satmak, d. Kar elde etmek, olarak sıralanmaktadır. 24 www.hedefaof.com Girişimcilerin faktör talebini (üretim ve yatırım kararını), piyasadaki arz ve talep seviyesi ile oluşan fiyatlar ve üretimin maliyet koşulları belirler. Bu üç piyasada dolayısıyla ekonomidegenel dengenin oluşabilmesi için, öncelikle faktör piyasalarında, alım satıma konu olan üretim faktörlerinin arz ve talebi arasında denge gerekir. Çünkü girişimcilerin üretim faktörlerine (toprak, emek ve sermayeye) olan talebi, bu faktörlerin arzından daha fazla ise fiyatlar yükselecek, az ise düşecektir. • İkinci piyasa, girişimcilerin reel sektörde üreterek, hane halkının tüketimine hazır şekle getirilmiş (nihai) mal ve hizmetlerin satışa arz edildiği mal ve hizmetler piyasasıdır. Girişimcilerin, tüketicilerin ihtiyacını giderebilecek özelliklere kavuşturduğu mal ve hizmetlerin satımının yapılabilmesi için bu mal ve hizmet piyasaları çok önemlidir. Örneğin, mal ve hizmet piyasalarından alışveriş (AVM) merkezleri, stokların eriyerek üretim sürecinin tekrar devam edebilmesi için önemlidir. Çünkü stokların erimesiyle girişimci, tekrar üretim yapmak için faktör piyasalarına üretim faktörlerini talep eden olarak girecektir. Bu girdilerin reel sektörde işlenmesiyle mal ve hizmet piyasalarına yeniden mal ve hizmet arz edilecektir. Eğer mal ve hizmet piyasalarındaki artan talebe karşın arz olmaz ise bu piyasalarda fiyatlarda yükselme olacaktır. Tersi durumda yani mal ve hizmetlere talep olmaması, arzın artması fiyatların düşüşüne yol açacaktır. Bu durumların süreklilik kazanması ise ekonomi literatüründe enflasyon ve deflasyon gibi kavramlar ile ifade edilmektedir. • Üçüncü piyasa ise ekonomideki atıl kaynakların, atıl fonların ekonomiye kazandırılmasını sağlayan finans piyasalarını temsil eder. Doğal kaynaklar, emek ve sermaye gibi faktör sahibi hane halkları, girişimcilere sattığı üretim faktörlerinden elde ettiği tüm gelirlerini tüketmeyebilirler. Yani elde edilen gelirin tüketilmeyen, tasarruf edilen kısmının tekrar ekonomiye kazandırılabilmesi için bunların, banka gibi finans kuruluşlarına mevduat olarak ödünç verilmesi gerekmektedir. Bankaların da bunları kredi olarak kullandırmalarıyla ekonomik faaliyetlerde süreklilik yaratılmaktadır. Kitlesel tüketim dönemine erişmiş kapitalist (ABD, İngiltere, Almanya gibi) ekonomilere bakıldığında, finans sistemlerinin genel ifadesiyle hizmet sektörlerinin gelişmiş olduğu görülecektir. Girişimcilerin faktör talebini (üretim ve yatırım kararını); piyasadaki arz ve talep seviyesi ile oluşan fiyatlar ve üretimin maliyet koşulları belirler. Şekil 2,1’de şematize edilen bu süreç şu şekilde işlemektedir: Girişimcilerin, mal ve hizmet piyasalarına ne, ne kadar, nasıl üreteceği konusundaki kararını etkileyen temel faktör; ürettiği mal ve hizmetlere, hane halkının olan talebi ve devam eden talep artışı nedeniyle mal ve hizmet piyasalarında yükselen fiyatlardır. Fiyatlar yükselmesine rağmen, bu bedeli ödemek isteyen tüketiciler için girişimcilerin mal ve hizmet üretim isteği; girişimcilerin girdi piyasalarında üretim faktörlerine (emek, sermaye, toprak) olan talebini artıracaktır. Eğer bu faktörlere olan talep, arzından (hane halkının faktör piyasalarına sunduğundan) fazla ise fiyatlar yükselecek, az ise düşecektir. Girişimcilerin bu faktör talepleri hane halkının da gelirlerini oluşturur. Piyasa ekonomisinin bu işleyiş sürecinde; ne, nasıl ve kimler için üretilecek sorularının cevaplarını veren herhangi bir merkezi otorite yoktur. Kaynakların tahsisiyle ilgili kararlar bağımsız bireysel girişimciler ve hane halkları tarafından alınır. Böyle bir sisteme serbest piyasa sistemi ya da piyasa ekonomisi denir. Birbirlerinden bağımsız hane halkı, bireysel girişimciler, hükümetler ve diğer organizasyonların kararları piyasalarda birbirleriyle etkileşim içindedir. Bu sistemde temel koordinasyonu, değişimi, piyasada oluşan fiyatlar sağlar. Bu nedenle serbest piyasa sistemine çoğu kez fiyat sistemi de (fiyat mekanizması) denir. Piyasa mekanizmasının önemli aracı olan fiyat sistemi; hem üretim faktörlerinin, hem de üretilen malların fiyatlarını ve dolayısıyla faktör sahiplerinin toplam üretimden alacakları payları belirler. Şöyle ki; girişimciler tarafından mal ve hizmet piyasalarına arz edilmiş ürünlerine artan taleple yükselen fiyatlar, girişimcilere piyasadan daha fazla pay almak, kârını artırmak için bir şeyleri yapması gerektiği sinyallerini verir. Bunun için de örneğin, daha fazla mal üretmek veya ürettiği mal ve hizmetlere farkındalık katarak rekabetçi ürünler elde etmek gerekmektedir. Bu da, üretim tekniğinin devamlı gelişmesini ve ekonomide etkinliği, dolayısıyla mal ve hizmet piyasalarına daha fazla giriş, ekonomik terimle arzda artış sağlar. Bu durum tüketicilerin daha farklı mal ve hizmetleri daha ucuza almalarını sağlayacaktır. Tersi durumda ise yani düşen fiyatlar üreticilere üretimlerini kısma gibi kararları almak yönünde işaretler vermektedir. 25 www.hedefaof.com Şekil 2.1: Piyasa Ekonomisinde Ekonomik Birimlerin Gelir ve Harcama Akımları Girişimcilerin üretimi gerçekleştirmek için gerekli olan üretim faktörleri talebi, hane halklarının gelirlerini belirleyecektir. Faktör piyasalarına daha çok ve/veya daha nitelikli faktör arz eden girdi (emek, sermaye, toprak) sahibi üretimden daha fazla pay alacaktır. Daha yüksek gelir elde edecektir. Fakat piyasa ekonomisinin yani fiyat sisteminin bu mesajları en iyi şekilde verebilmesi, piyasanın iyi işlemesi, sinyallerin taraflarca tam anlaşılabilmesi için fiyat düzeyinin istikrarlı olması gereklidir. Aynı zamanda; üretim tekniğinin, teknolojinin gelişimi için de mülkiyet hakkının korunması, piyasalara müdahalenin bulunmaması gerekmektedir. Fiyatların piyasalarda serbestçe oluşması demek, hükümetlerin hiçbir rolünün bulunmadığı anlamına gelmemelidir. Devletin gerek piyasaları düzenleyici-denetleyici görevleri ve gerekse de kamu hizmetlerinin finansmanı için tahsil etmek istediği vergiler de, piyasada oluşacak mal ve hizmetlerin fiyatlarını etkiler. Örneğin Devletin üretimi özendirmek için girişimcilere vereceği sübvansiyon (destekleme) teşviki üretim maliyetini düşürürken, işletmelerden alacağı kurumlar vergisi gibi kamu kesintileri üretim maliyetini ve fiyatları yükseltecektir. Devletin bazı hane halklarını desteklemek için yapacağı (emekli maaşı, öğrenci bursları gibi) transfer ödemesi ise onların gelirini dolayısıyla talebini artırırken; onlardan yapacağı katma değer vergisi, gelir vergisi gibi kesintiler de nihai mal ve hizmetlere olan talebi azaltacaktır. Sübvansiyon: Kamunun üreticileri korumak ve üretimi artırmak amacıyla girişimcilere karşılıksız olarak para veya parasal değere sahip şeylerle yapılan yardımdır. Transfer Ödemesi: Kamunun karşılığında herhangi bir mal, hizmet veya faktör alımı olmaksızın hanehalkına ekonomik ve sosyal amaçlarla yapılan ödemeleri ifade eder. Örneğin emeklilere yapılan maaş ödemeleri, öğrenci bursları, fakirlere yapılan kömür yardımları vb. Kumanda Ekonomileri Sistemi Kumanda ekonomileri yani merkezi planlamanın geçerli olduğu (sosyalist) ekonomilerde piyasa mekanizmasının temel aracı olan fiyat sisteminin yerini merkezi otoritenin kararları almaktadır. Özellikle 26 www.hedefaof.com 19. yüzyıldaki kapitalist sistemin acımasız uygulamaları, klasik ekonomi varsayımındaki tam rekabet koşullarının oluşamaması ve emekçi sınıfın örgütlenmesine bağlı olarak sosyalist sistem (kumanda ekonomisi sistemi), alternatif bir ekonomik model olarak ortaya çıkmıştır. Kumanda ekonomisinin işleyişinde; ne, nasıl ve kimler için üretilecek sorularının cevapları merkezi otoritenin planları aracılığıyla oluşturulmaya çalışılır. Bu sistemde üretim araçlarının sahipliği özel mülkiyete değil, kamu adına devlete aittir. Bu durum ekonomide özel girişimci sınıf olmadığını göstermektedir. Ülkede hem yönetenler hem de yönetilenler emekçi olduğuna göre, tek sınıflı bir toplum görünümü vardır. Ancak tüm iktisadi işlemleri planlayacak, düzenleyecek ve denetleyecek bir bürokrat ekibi emekçilerin önünde yer alacaktır. İlerleyen süreçte bu ekibin merkezden aldığı kararlarla iktisadi dengenin sağlanmasının zor olduğu (eski Sovyetler Birliği örneğinde) görülmüştür. Kumanda ekonomilerinde, üretim araçlarının sahipliğinin kamu mülkiyetinde olması bireyler için bir teşvik unsuru oluşturmaz. Çünkü bireylerin sürekli çalışma arzularının, buluşlarının ilave bir karşılığı yoktur. Bireysel çıkar ve kâr güdüsü yerini kamuya hizmet ilkesine bırakmıştır. Bu da ekonomik gelişimdeki sürekliliği olumsuz yönde etkilemiştir. Karma Ekonomik Sistem Özellikle geçmiş dönemlerde ülkelerin ekonomi politikalarına bakıldığında; gerek piyasa ekonomisi, gerekse kumanda ekonomisi (sosyalist) sisteminin tek başına, yani tüm yapısal özellikleriyle uygulanamadığı görülmektedir. Uygulamada ekonomik davranışların, biraz merkezi otorite ile biraz piyasa ile biraz da gelenekler tarafından şekillendiği görülmektedir. Bu gerçeklerin ortaya çıkardığı ekonomik model olarak karma ekonomik sistem; yukarıda açıklanan ve Tablo 2,2’de özetlenen piyasa ekonomisi (kapitalizm) ve kumanda ekonomisinin (sosyalizm) bazı özelliklerinin, aynı anda ancak farklı şekillerde benimsenmesiyle değişik biçimlerde yürütülebilmektedir. Tablo 2.2: Ekonomik Sistemlerin Karşılaştırılması Ekonomik Sistemin İşleyişiyle İlgili Temel Özellikler Piyasa Ekonomileri Sistemi Sistemin Temel Prensibi Bireysel Özgürlük Kamusal Çıkar İşleyişi Yürüten Ekonomik Birey Merkezi Otorite İşleyişi Yürüten Mekanizma Görünmeyen El - Fiyat Mekanizması Merkezi Otoritenin Kararları Üretim - Yatırım Miktarı Girişimcinin Kazancına Göre Artar veya Zararına Göre Azalır. Plan Hedeflerine Göre Belirlenir. Bölüşüm Ekonomik Bireyin Üretimine Bağlı Ekonomik Bireyin Üretimine Bağlı Değil Üretim Araçlarının (Sermayenin) Sahipliği Özel Mülkiyet Kamu Adına Devlet (Kapitalizm-Liberalizm) Kumanda Ekonomileri Sistemi (Sosyalizm) Uygulamada ülkeden ülkeye farklılık gösterebilen karma ekonomik sistem; özel mülkiyetle birlikte kamu mülkiyetini de uygun bulan, piyasa ekonomisi yanında sosyalist sistemin bazı unsurlarını da benimseyen, fiyat mekanizmasıyla birlikte merkezi planları da uygulama çabası içinde olan, bir sistem olarak ifade edilebilir. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde, ülkelerdeki liberal ekonomiye geçiş uygulamaları (başta kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi) faaliyetleriyle, piyasa sistemine daha da fazla yaklaşıldığı görülmektedir. Fakat ortaya çıkan (finansal kriz gibi) ekonomik istikrarsızlıklar, devletin ekonomiye müdahalelerini artırmaktadır. 2008 küresel finans krizinin uzun süren çözümsüzlüğü; özelleştirme yerine kamulaştırma faaliyetlerinin tekrar gündeme gelmesine, devletin ekonomiye daha fazla müdahale etmesine neden 27 www.hedefaof.com olmuştur. Kısaca söylemek gerekirse; ne Sosyalizm ne de Liberalizmin bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler temel felsefesi ekonomik model olarak tek başına yeterli değildir. Piyasa ekonomisinde oluşan fiyatların yerine getirdiği görevler nelerdir? Yeni Ekonomi 18 ve 19. yüzyıldaki sanayi devrimi, o dönem ülkelerini tarımdan sanayi temelli ekonomilere dönüştürmüştür. Aynı şekilde bilgi ve iletişim teknolojilerinin devrimsel gelişimi de, ekonomi yaşamının her yönünü değiştirmiştir ve değiştirmeye devam etmektedir. 20. yüzyılın son dönemlerinde, küresel ekonominin zeminini hazırlayan, özellikle finans sektöründe hızlı gelişimin kaynağı bilgi ve iletişim teknolojileri olmuştur. Bu teknolojilerin, reel sektörün tedarik, üretim, pazarlama-satış süreçlerine uyarlanmasıyla; eski ekonomiyle yeni ekonomi yan yana yaşamakla birlikte, iki ekonominin toplam üretim içindeki payı her geçen gün yeni ekonomi lehine artmaktadır. Bu yeni dönemi ifade eden yeni ekonomi kavramı; firmaların iş yapma biçimlerini ve onların müşterilerini de değiştirmektedir. Fakat ekonominin temel yasalarını, açıkladığımız ve açıklayacağımız piyasaların belli başlı temel işleyiş sürecini değiştirmemektedir. Yeni ekonomi olgusunun; işletmelerin iş yapma şekillerinin; tüketicilerin mal ve hizmetlere ulaşım mekânlarındaki değişimin önemli bir göstergesi de bilgi toplumu kavramıdır. Çünkü bilgiyi araştırmaya ve incelemeye önem veren, bilgi teknolojilerini kullanmayı öne çıkaran toplum yapıları sayesinde ekonomi de kendini yenilemek zorunda kalmıştır ve yenilemeye devam edecektir. Günlük yaşamdaki edevlet, e-okul, e-ticaret, e-bilet, e-reçete, e-bankacılık gibi yaygın uygulamalar da bu değişime verilebilecek bazı örneklerdendir. Bu konudaki gelişmelerin zorunlu kıldığı mevzuat düzenlemesi olan 6102 Sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu da, iş hayatında teknolojik yeniliklerin gerektirdiği düzenlemeleri yaparak, bilgi toplumu hizmetlerine geniş yer vermektedir. Örneğin: Her sermaye şirketinin, birer internet sitesi sahibi olması ve sitenin belli bir bölümünü bilgi toplumu hizmetlerine ayırması; kanunun öngördüğü içeriği yükleme ve güncellemelerini yapmasını zorunlu kılması gibi düzenlemeler, yeni ekonomi kavramının önemini göstermektedir. Çünkü geleceğin ekonomik yapılarında, işleyiş sürecinde, her zaman olduğu gibi, bilgiyi kullanma gücü rekabet üstünlüğünü belirleyecektir. İMKB’de Yeni Ekonomi Pazarı’nın oluşturulmasındaki amaç: Telekomünikasyon, bilişim, elektronik, internet, bilgisayar üretim, yazılım ve donanım, medya veya Borsa Yönetim Kurulu’nca kabul edilecek benzeri alanlarda faaliyet gösteren teknoloji şirketlerinin, sermaye piyasasından kaynak elde etmelerini sağlamak ve söz konusu şirketlerin hisse senetlerinin Borsa’da güven ve şeffaflık ortamında, organize ikincil piyasada işlem görmesini temin etmektir. İMKB’de Yeni Ekonomi Pazarı ve hisse senedi piyasaları konusunda geniş bilgi için http://www.imkb.gov.tr adresini ziyaret edebilirsiniz. Ekonomik sistemlerin işleyişiyle ilgili yukarıdaki açıklamalar, farklılıklar ekonomiyi anlamanın zorluklarını göstermektedir. Bu zorlukları, ekonomik sorunları, yapıları basitleştirerek aşmak, ekonomistlerin uzmanlaşmalarını sağlamak için farklı ekonomik analiz yöntemleri geliştirilmiştir. Bu analiz yöntemleri verildikten sonra ekonomik faaliyetlerde yer alan tarafların değişmesine göre ekonomik faaliyetlerde döngüsel akımın nasıl gerçekleştiği verilecektir. EKONOMİDE ANALİZ YÖNTEMLERİ Sosyal bir bilim dalı olan ekonomi biliminin; kıt kaynaklar ile hangi malın, kimin için, ne miktarda üretileceği gibi sorulara yanıt bulmaya çalışan bir bilim dalı olduğunu daha önce ifade etmiştik. 28 www.hedefaof.com Ekonomistler, çeşitli ekonomik olayları-sorunları tespit etmek ve etkili çözümleri zamanında alabilmek için, bazen basit bazen de gelişmiş çeşitli analiz teknikleri kullanmaktadırlar. Çünkü ekonomik bir olayı etkileyen değişkenlerin sayısı arttıkça olay karmaşık hale geldiğinden analiz de gittikçe zorlaşmaktadır. Bir ekonomik olayın analizinde, öncelikle onun içerdiği değişkenler ve değişkenler arasındaki ilişkilerle o ekonomik olayın alanı-bölümü belirlenir. Ekonominin en kabul gören bölümlenmesi mikroekonomi ve makroekonomi şeklindedir. Diğer sınıflama yöntemleri: Mevcut durumu tespit eden veya ne olması gerektiğini ifade eden pozitif ve normatif analiz; zaman ölçütüne göre durağan ve dinamik analiz; değişkenlerin sayısına göre kısmi ve genel denge analizi şeklindedir. Mikroekonomi ve Makroekonomi Mikroekonomi, ismindeki mikro ön eki Yunanca mikros kelimesinden gelir ve küçük anlamındadır. Dolayısıyla mikroekonomi, ekonominin küçük üniteleri olan bireylerin-tüketicilerin ve girişimcilerinfirmaların ekonomik davranışlarını inceler. Aynı zamanda mikroekonomi rasyonel ve çıkarları peşinde koşan bireylerin etkileşimlerinin yarattığı sosyal sonuçları inceler. Örneğin tüketicilerin, ihtiyaçlarını gideren mal ve hizmetlerden elde edeceği faydalar nedeniyle bu mal ve hizmetlere verdikleri değeri; firmaların da bu mal ve hizmetleri üretme koşullarına göre oluşan fiyatın ne olacağını; piyasa türleri, piyasaların işleyiş mekanizması ve farklı piyasa koşullarında firma dengesinin nasıl oluşacağı gibi konuları araştırmaktır. Mikroekonominin ilgilendiği sorulara günlük hayatımızdan şu örnekler verilebilir: Masaüstü bilgisayar mı, yoksa dizüstü bilgisayar mı almalıyım? Toplama bilgisayar mı, yoksa bilinen bir marka mı almalıyım? Akıllı telefonum mu, yoksa tabletim mi olsun? İkisini de alabilmem için kredi almam gerekir. Acaba alacağım kredinin maliyetine katlanmaya değer mi? Benzin fiyatları artarsa insanlar dizel arabalara yönelirler mi? Gelir vergisindeki azalma insanların daha çok çalışmasını teşvik eder mi? Gelir vergisindeki artma insanların tasarruflarını azaltır mı? Makroekonomi, ismindeki makro ön eki ise Yunanca büyük anlamına gelen makros kelimesinden gelmektedir. Yani makroekonomi, ulusal ekonomide devletin, firmaların ve bireylerin tercihlerinin, davranışlarının toplam etkisiyle ilgilenir. İstihdam oranı, büyüme hızı, kamu dengesi, faiz oranı, enflasyon, dış ticaret, ödemeler dengesi gibi konu başlıkları makroekonominin alanına girmektedir. Bu çerçevede makroekonominin cevap aradığı bazı sorulara şu örnekleri verebiliriz: 2001 krizi Türkiye'de işsizliği ne kadar artırmıştır? 2008 küresel finans krizi, Türkiye'nin ihracat yaptığı ülkeler de nasıl bir değişim yapmasına neden olmuştur? Avrupa ülkelerinin kamu borç stokları artarken Türkiye’de mali disiplin niçin göreceli olarak daha iyidir? Enflasyonun nedenleri nelerdir? Tablo 2.3: Mikroekonomi ve Makroekonominin Temel Konuları Mikroekonomi Makroekonomi Hanehalklarının, ekonomik davranışlarını;karşılıklı etkileşimlerinin yarattığı bireysel, sosyal sonuçları inceler. Bir ulusal ekonomideki tarafların, tercihlerinin; davranışlarının toplam etkisiyle ilgilenir. Girişimcilerin, ekonomik davranışlarını; piyasalardaki gücünü; etkileşimlerinin piyasalara tesirlerini inceler. İlgili ulusal ekonomideki, büyüme ve kalkınma sorunlarını; çözüm yollarını ve sonuçlarını inceler. (Bunlar için de: Milli gelir, istihdam ve işsizlik oranı, büyüme hızı, enflasyon oranı, kamu dengesi, faiz oranı, enflasyon, dış ticaret, ödemeler dengesivb. makro göstergeleri takip eder.) Piyasalarda arz ve talebin oluşturduğu fiyatları; bu fiyatların taraflara yönelik etkilerini inceler. Ulusal ekonominin, izleyebileceği ekonomi (maliye, para, dış ticaret vb.) politikalarının neler olabileceğini ve etkilerini; bu politikaların uluslararası ekonomik ilişkileri nasıl yönlendirebileceğini inceler. Ekonomistlerin 1750’lerden itibaren ekonomide büyümeye, uluslararası ticarete ve enflasyona ilişkin çalışmalara yer vermesine rağmen, makroekonomi 20. Yüzyıla kadar ayrı bir disiplin olarak algılanmamıştır. Makroekonominin gelişmesinde üç olay özellikle önemlidir. Birincisi, ekonomi 29 www.hedefaof.com istatistikçilerinin makroekonomik araştırmaların bilimsel temelini oluşturan verileri toplamaya ve sistematikleştirmeye başlamalarıdır. İkicisi, ekonomik dalgalanmaların tekrarlanan ekonomik olgular biçiminde olmasının tespit edilmiş olmasıdır. Üçüncüsü “Büyük Buhran”dır. Mikroekonomi, hane halkının ve girişimcilerin ekonomik konulardaki seçimlerini ve bu seçimlerin birbirleri ile etkileşimini, devletin de bu tercihlere etkisini araştırır. Ekonomi ile bir bütün olarak ilgilenen makroekonomi ise, devletin, firmaların ve hane halkı tercihlerinin, davranışlarının toplam etkisini araştırır Pozitif ve Normatif Analiz Pozitif analiz bir ekonomik olayın-sistemin mevcut halini inceleyerek nasıl çalıştığını açıklamaya çalışır, durumunu tespit eder. Normatif analiz ise yorum içeren yani “ne olmalı” ya da “nasıl olmalı” gibi soruları soran, değer yargılarını içeren bir analizdir. Pozitif ve normatif analiz ayırımı için örneğin: “Türkiye’de hisse senedi piyasalarında (İMKB’de) tasarrufları değerlendirme - yatırım kültürü düşüktür” ifadesi bir tespit olduğundan pozitif analiz kapsamındadır. “Bankacılık dışında, hisse senedi piyasalarının da tasarrufların değerlendirildiği bir mecra olabilmesi için finansal okuryazarlık geliştirilmelidir” ifadesi ise normatif analizdir. Finansal okuryazarlık, finansal kararlar alabilme yeteneğinin oluşması için finansal ürün ve uygulamalar hakkında temel düzeyde bilgi sahibi olma yeteneği olarak ifade edilebilir. Finansal işlemlerde gittikçe çeşitlenmeyle birlikte karmaşıklığı da yarattığı için finansal okuryazarlık önem kazanmaktadır. Çünkü teknik özellikleri nedeniyle karmaşıklaşan, maliyet avantajları farklılaşan finansal araçları daha sık kullanmaya başlayan hane halkları ve girişimcilerin, en iyi kararları verebilmesi için bu ürünleri tanıması gereklidir. Bunlar; farklı özelliklere, vadelere sahip kredi kartlarının karşılaştırılmasından, değişik ödeme yöntemlerinden hangilerinin tercih edileceğine, mümkünse ne miktarda tasarruf yapılacağından bunun hangi yatırım aracına yatırılacağına veya en iyi koşullarda kredinin nereden temin edileceğine kadar pek çok finansal üründe rasyonel kararı gerektirmektedir. Bunlara ilave olarak Türkiye’de finansal okuryazarlığın geliştirilmesinin önemli bir gereklilik göstergesi kayıt dışı ve yastık altı ekonomisidir. Çünkü hane halkı hem varlık hem de yükümlülüklerini, kayıt dışı veya yastık altı ekonomisi (nedenleri dini inanç veya sisteme olan güvensizlik vb.) nedeniyle gizlediğinden aldığı risklerin farkında değildir. Durağan ve Dinamik Analiz Ekonominin belirli bir andaki durumunun tespiti – fotoğrafının çekilmesi durağan analizdir. Örneğin: 31.12.2011 tarihinde Türkiye’nin milli geliri, işsizlik, bütçe açığı, cari oranı gibi makro değerlerin tespiti durağan bir analizdir. Ekonominin belirlenmiş dönemler arasındaki durumunun incelenmesi “karşılaştırmalı durağan analiz”dir. Bu bağlamda 31.12.2010 tarihindeki Türkiye’nin milli geliri, işsizlik, bütçe açığı, cari oranı gibi değerlerinin 31.12.2011 tarihi verileriyle karşılaştırılması, “karşılaştırılmalı durağan analiz”e örnek verilebilir. Belirlenmiş zamanlar içinde ekonomide meydana gelen değişikliklerin analizi ise “dinamik analiz” olarak ifade edilir. Örneğin Türkiye’nin milli gelirinde üçer aylık dönemlerde, nasıl bir değişimin meydana geldiğinin incelenmesi bir “dinamik analiz” yöntemidir. Kısmi ve Genel Denge Analizi Değişkenlerin çokluğunun ekonomik analizi karmaşık hale getirmesi nedeniyle, diğer bilimlerde olduğu gibi, iktisatçılar bazı basitleştirici varsayımlar altında çalışmalarını yürütmektedir. Bunların en önemlilerinden birisi “ceteris paribus” varsayımıdır. Latince bir terim olan “ceteris paribus"; “diğer şeyler eşit", “aynı şartlar altında”, “diğer tüm durumlar sabit kalmak şartıyla” ve “diğerleri sabit kalmak üzere” gibi anlamlara gelmektedir. Bu basitleştirmeden amaç, herhangi bir faktörün, ilgilendiğimiz değişken 30 www.hedefaof.com üzerindeki etkisini ölçebilmek için diğer tüm faktörlerin değişmediğini varsaymaktır. Aksi hâlde, birden çok faktördeki değişme, analiz ettiğimiz faktörü de eş zamanlı olarak etkileyeceğinden, diğer değişkenlerin her birinin etkilerinin ne kadar olduğunu belirlememiz mümkün olmayacaktır. Bu şekilde yapılan basitleştirme ile gerçekleştirilen analiz kısmi analizdir. Basitleştirme olmadan yapılan analiz ise Genel denge analizidir. Örneğin Ceteris paribus varsayımı altında yapılan kısmı analiz tek bir piyasa analizini kapsar. Genel denge analizi ise, bir piyasadaki değişmenin bu piyasalarla etkileşim (ilişki) içinde olunan tüm piyasalardaki etkilerini inceler. Kısmi analiz, "diğer şeyler eşit" veya “diğer tüm durumlar sabit kalmak şartıyla” şeklindeki basitleştirici varsayımlarla; ekonominin bir biriminin veya bir bölümünün dengesinin analizini inceler. Kısmi denge analizinin karşıtı olan genel denge analizi ise, ekonominin bir biriminin veya bir bölümünün değil; onların karşılıklı etki ve bağlılıklarının tüm ekonomi üzerindeki etkilerini inceler. Ekonomik olayların analizinde niçin basitleştirici yöntemlere başvurulur? EKONOMİK FAALİYETLERİN DÖNGÜSEL AKIMI Karar Birimleri ve Genel Görevleri Ekonominin işleyiş sürecinde yer alan ekonomik birimlerden; hane halkı, devlet ve girişimcinin birbirleriyle olan ilişkileri ekonominin döngüsel akımlarını oluşturur. Ekonominin bu döngüsel akımlarını yani birimler arasındaki varlıkların değişiminin kolaylaşmasını sağlayan diğer bir birim de finansal sistemdir. Ekonomik birimlerin, ekonominin döngüsel akımındaki genel görevleri Şekil 2,2’de özetlenmiştir. İlgili ekonomik birim hakkındaki açıklamaları bu şekil üzerinden takip edebiliriz. Hane Halkı Hane halkı; sahibi olduğu üretim faktörlerini faktör piyasalarına arz ederek elde ettiği kazancı, aralarında akrabalık bağı bulunup bulunmadığına bakılmaksızın aynı konutta birlikte yaşadığı kişilerle paylaşan, yaşadığı konutun masraf-hizmet ve yönetimine katılan, bir veya birden fazla kişiden oluşan topluluktur. Ekonomide harcama ve tasarruf yapma kararlarının çoğunluğu hane halkları tarafından verilir. Ekonomik birim olan hane halkı, faktör piyasalarındaki (emek, sermaye, toprak) arzıyla gelir elde eder. Hane halkının, sahibi olduğu üretim faktörüne göre gelirini elde etme şekilleri değişir. Örneğin: Emeğini, becerilerini emek piyasasında girişimcilere satan hane halkı ücret geliri; tasarrufları olan hane halkı bunları finansal sisteme ödünç vererek faiz geliri; gayrimenkulleri olan hane halkı bunları piyasaya arz ederek kira geliri elde eder. Hane halkı, elde ettiği bu gelirlerinin harcama ya da tasarruf kararlarını verir. Bu karar girişimcileri (reel sektörü) ve finansal sektörü de ilgilendirir. Firmalar Ekonomideki ana üretim birimi olan girişimcilerin oluşturduğu firmalar, yapmış oldukları organizasyon ile şahıs şirketinden devlete kadar bütün üretici birimleri oluşturur. Mal ve hizmet piyasalarına üretim (arz) yapabilmek için faktör piyasalarından üretim faktörlerini (kaynaklarını) talep ederler. Yani üretim süreci organizasyonunda diğer üç faktörü bir araya getiren girişimcilerdir. Gerçek ve tüzel kişi girişimciler, yapmış oldukları organizasyon ile şahıs şirketinden devlete kadar bütün üretici birimleri oluşturur. Onlar, ürettikleri mal ve hizmetleri tüketicilere satılmak üzere mal ve hizmet piyasalarına satarlar. Kısaca bir firmanın temel iki rolü vardır: Üretim faktörlerini satın alma ve ürettikleri mal ve hizmetleri satmaktır. Girişimciler, üretim ve yatırım kararı verirken toplam talep seviyesine ve üretim faktörü maliyetlerine bakar. Malın fiyatını, bu maliyet unsurlarına göre belirler. 31 www.hedefaof.com Şekil 2.2: Ekonomik Birimlerin Ekonominin Döngüsel Akımında Genel Görevleri Devlet Piyasaların düzenlenmesinde-denetlenmesinde önemli görevi olan devlet; aynı zamanda arz ve talebin oluşmasında dolaysız ve dolaylı bir şekilde belirleyicidir. Başka bir ifade ile devlet, ekonominin işleyiş sürecinin lokomotifidir. Hükümet uygulamalarını, kamunun gelir elde etme ve harcama kararlarını şekillendiren maliye politikası aracı, hane halkı ve girişimcinin gelir ve harcama kararlarını ve devletin bütçesini etkiler. Devlet yaptığı harcamalar ile hem diğer iki karar biriminin gelirini artırıcı etkiye sahip, hem de topladığı vergiler ile onların gelirini düşürücü bir güce-araçlara sahiptir. Fakat kamunun, gelirini aşan harcamalar nedeniyle oluşan bütçe açıklarının finansmanı da, finansal sistemde kontrol edilebilir seviyeleri aştığında, piyasada borç alma ve borç verme faiz oranları yükselir. Harcamalar ve vergilendirme yoluyla devlet, ekonomide kaynak dağılımını etkiler. Sigaraya vergi koyarak içilen sigara sayısını azaltır ve böylece insan sağlığını iyileştirir. Benzine vergi koyarak ise kamyon şoförlerinin ve otomobil sürücülerinin tepkisini çeker, ancak hava kirliliğini azaltır. İşten kazanılan gelire vergi koyan bir devlet, insanların çalışma sürelerini etkiler. Karma bir ekonominin işleyişi üzerinde vergilerin büyük bir ağırlığı vardır. Vergiler toplumun kıt kaynaklarının ne şekilde tahsis edileceğini önemli düzeyde etkiler. Piyasaların düzenlenmesinde-denetlenmesinde devlet: Piyasaların etkin şekilde işlemesi için kuralları-yasaları düzenleyen devlet bu kuralların işleyip-işlemediğine; oyunun kurallarına uyulup uyulmadığına; firmalar arasında rekabet kurallarının işletilip işletilmediğine; kayıt dışı çalışılıp çalışmadığına bakar. Kamunun, ekonominin üretim ve satış sürecine dolaysız bir şekilde müdahale etme yerine, piyasaları düzenleyici ve denetleyici rolü günümüzde gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bu görevi Türkiye’de yapan bağımsız düzenleyici-denetleyici kurumlar şunlardır: Sermaye Piyasası Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Rekabet Kurumu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu, Kamu İhale 32 www.hedefaof.com Kurumu. Bu kurumların genel hatlarıyla görevlerini: Piyasa katılımcılarının piyasa kurallarına uygun çalışıp çalışmadığını kontrol etmek; aykırı davrananlara yaptırımlar uygulamak; taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde arabuluculuk ve hakemlik yapmak şeklinde özetleyebiliriz. Türkiye’de bağımsız düzenleyici-denetleyici kurumlardan birisi olan Rekabet Kurumu, mal ve hizmet piyasalarının serbest ve sağlıklı bir rekabet ortamı içinde örgütlenmesini ve gelişmesini sağlamak amacıyla 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ile kurulmuştur. Bu kanunda Rekabet Kurumu’nun esas görevi, kendisine verilen yetkileri kullanarak mal ve hizmet piyasalarındaki rekabetçi sürecin tehdit edilmesini engellemektir. Rekabetçi sürecin korunması yoluyla, kesimler arasında kaynakların etkin dağılımının sağlanması; toplumsal refahın arttırılması; Rekabet Kurumu’nun görevinin temel dayanağını oluşturmaktadır. Rekabet Kurumu hakkında ayrıntılı bilgi için http://www.rekabet.gov.tr internet adresine başvurabilirsiniz. Piyasalarda arz ve talebin oluşmasında dolaysız ve dolaylı devlet: Devlet, özel sektörün ürettiği mal ve hizmetlerden satın alabildiği gibi; kendisi de kamu sektörü olarak dolaysız bir şekilde çeşitli mal ve hizmetler üretebilir. Kendisinin üretim yaptığı veya yapmadığı piyasalarda; arzın artmasını isteği alanlarda iseözel sektörün üretimini teşvik için vereceği sübvansiyon, vergi teşviki ile dolaylı bir şeklide onların üretim maliyetleri azaltılarak arzın artması sağlanabilir. Devlet hane halkına yaptığı maaş ve transfer ödemelerinde artış ve düşük gelir vergisi alınması uygulamalarıyla toplam talebin artmasını dolaylı bir şekilde sağlayabilir. Finansal Sistem Ekonomik sistemi oluşturan üç birimden (hane halkı, devlet, firma); fon fazlası (tasarrufu) olanlardan, fon açığı (tasarruf açığı) olanlara fon transferinin gerçekleştirilmesine finansal sistem aracılık yapar. Bu temel hizmetiyle finansal sistemde, paranın fiyatı yani kredinin bedeli olan faiz ve dövizin fiyatı olan döviz kuru belirlenir. Finansal sistemin, ekonominin işleyişi üzerindeki etkisi için geniş bilgiyi Şekil 2.6 ve 2,7’de bulabilirsiniz. Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunmadığı Dışa Kapalı Ekonomilerde Döngüsel Akım Dışa kapalı ekonomi, diğer ulusların ekonomileriyle dış ticaret (ihracat-ithalat) ilişkisinin olmamasını ifade eder. Devletin de girişimci olarak ekonominin işleyişinde yer almaması ile gerçekleşen ekonomik işleyiş; devletin ekonomik faaliyette bulunmadığı dışa kapalı ekonomide döngüsel akım olarak adlandırılır. Şekil 2,3’de de görüldüğü gibi bu basit döngüsel akımda iki birim bulunur. Burada finansal sistem ise aracılık yapmaktadır. Şekilde hane halkı ve ekonomi dışa kapalı olduğu için sadece yerli firmalar arasında girdiler ve karşılığında ödenen bedellerin nasıl dolaştığı gösterilmektedir. Şekildeki döngüsel akımda; tüketiciler ile firmalar arasında, dış çemberde mal ve hizmet akışı şeklindeki reel değerler ve bunun tersi yönünde parasal hareketler iç çemberde gerçekleşmektedir. Hane halkları ve yerli firmalar, ekonomik faaliyetlerini, girdi (faktör) piyasaları ilemal ve hizmet piyasaları aracılığıyla yürütürler. Yerli firmalar, mal ve hizmet üretmek için hanehalkları tarafından girdi (faktör) piyasalarına sunulan ve bu piyasada fiyatı oluşan faktörleri, talep ederler. Hane halkları, bu faktör arzı karşılığında faktör gelirleri elde ederler. Yerli firmaların bu faktör talebi, mal ve hizmet piyasalarına arz edilecek mal ve hizmet arzının(Y) üretimi için kullanılır. Mal ve hizmet piyasalarına arz edilen ürünleri, tüketim harcamaları (C) karşılığında talep edecek olan hane halkları, elde ettikleri faktör gelirlerini harcayarak gerçekleştirirler. Hane halklarının bu harcamaları ise yerli firmaların satış gelirlerini oluşturacaktır. 33 www.hedefaof.com Şekil 2.3: Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunmadığı Dışa Kapalı Ekonomilerde Döngüsel Akım Yukarıdaki şemadan aşağıdaki eşitlik ortaya çıkmaktadır: “Tüketim Harcamaları (C) = Satış Gelirleri = Mal ve Hizmet Talebi = Mal ve Hizmet Arzı (Y)” Ancak bu eşitliğin gerçek hayatta sağlanması pek mümkün değildir. Hane halklarının hepsi, elde ettiği kazançlarının (faktör gelirlerinin) tamamını tüketim harcaması olarak tüketmezler. Yani elde ettiği gelirinin bir bölümünü tüketmeyerek tasarruf (S) yapabilir. Yapılan bu tasarruflar (S), finansal sistem aracılığıyla firmalara, yeni mal üretmek; yatırım yapmak için kredi olarak aktarılacaktır. Böylece finansal sistem, Tasarruf (S) = (I) Yatırım eşitliğinin gerçekleşmesine aracılık yapar. Aksi durumda yapılan tasarruflar, hane halklarının elinde (yastık altında) atıl olarak bekleyecektir. Bu döngüsel akım süreci kısaca şöyle özetlenebilir: Mal ve Hizmet Arzını (Y) yani bir ulusal ekonominin mili gelirini üretmek için yerli firmaların hane halklarına yaptığı ödemeler, ya tüketime (C) ya da tasarrufa (S) dönüşecektir. Bu durumda eşitlik bu sistemde Y= C + S denkleminde görüldüğü gibi gerçekleşecektir. Denklemdeki S (tasarruf) simgesi, ekonomide yapılan üretim kadar tüketimin gerçekleşmemesi yani stokta, yapılan tasarruflar kadar mal birikmesi oluşmuşanlamına gelir. Bu sorunun çözümü: Hane halklarının tasarrufunun (S), finansal sistem aracılığıyla firmalara aktarılarak;S=I eşitliğinin gerçekleşmesiyle; ekonomide genel dengenin de Y= C + I oluşmasını; bir başka deyişle,ülkede üretilen milli gelirin (Y), tüketim (C) ve yatırım (I) harcamaları şeklinde kullanılmasını sağlamaktır. Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunduğu Dışa Kapalı Ekonomilerde Döngüsel Akım Devletin verdiği temel kamu hizmetlerinin (alt yapı, güvenlik, adalet, eğitim, sağlık gibi faaliyetlerin) finansmanı için ana gelir kaynağı vergilerdir. Eğer devlet, girişimci olarak KİT’leri işletiyorsa, oradan elde ettiği satış gelirleri de kamu harcamalarının finansmanında kullanılır. Vergiler, gerek hane halkından gerekse de firmalardan tahsil edilir. Günümüz dünyasında, devletin ekonominin işleyiş sürecinde yer aldığı gerçeğiyle, döngüsel akımın nasıl gerçekleştiğini Şekil 2.4 yardımıyla takip edelim. Şekildeki döngüsel akımda; tüketiciler ile firmalar arasında, dış çemberde mal ve hizmet akışı şeklindeki reel değerler ve bunun tersi yönünde parasal hareketler iç çemberde gerçekleşmektedir. Devletin iç çemderdeki parasal hareketleri; satış gelirleri, faktör giderleri ve vergi tahsilatı şeklindedir. Devletin dış çembere katkısı ise: KİT’lerde üretim yapmak 34 www.hedefaof.com için faktör talebi ve ürettiği malları mal ve hizmet piyasalarına arz etmek şeklindedir. (Açıklamaları şekille birlikte takip ederseniz daha kolay yorumlayabilirsiniz.) Mal ve hizmet piyasalarında devlet, vereceği kamu hizmetlerinde kullanılmak üzere özel sektörün ürettiği mal ve hizmetlerden satın alabilir. Ayrıca kendisi de kamu sektörü olarak sahibi olduğu Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ile çeşitli mal ve hizmetler üretebilir. Böylece mal ve hizmet piyasalarındaki alım-satıma konu olan nihai mal ve hizmetlerin fiyatının (arz ve talebin) oluşmasına bir şekilde etkide bulunur. Bunun dışında devlet; üretim yapmadan arzın artmasını veya hane halkının alım gücünün yükseltilmesiyle talebinin artmasını sağlayarak, dolaylı bir etkide de bulunabilir. Şekil 2.4: Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunduğu Dışa Kapalı Ekonomilerde Döngüsel Akım Bunlardan birincisinde, yani arzın artırılmasında devlet; kendisinin üretim yaptığı veya yapmadığı, arzın artmasını isteği piyasalarda özel sektörün üretimini teşvik edebilir. Bunun için devlet; vereceği sübvansiyon, vergi indirimi teşviki gibi kamu harcamaları ile firmaların üretim maliyetlerinin azaltılarak, arzın artmasını sağlayabilir. Devletin toplam talebi artırması ise işlettiği KİT’lerde; hizmet verdiği kamu kurumlarında; üretimde kullandığı girdiler için üretim faktörlerini kullanmasıyla mümkündür. Bunun için de faktör piyasalarında hane halkına yaptığı faktör ödemeleri onların talebini artıracağı gibi, faktör sahibi olmayan (işi olmayan, emekli, yoksul, öğrenci vb.) kesimlere yapılan transfer ödemeleri de toplam talebi artırabilir. Diğer bir uygulamada, hane halkından düşük vergi alınmasıyla, toplam talebin dolaylı bir şekilde artırılmasıdır. Şekil 2.3’de, C + S = Y = C + I denkleminde S=I eşitliğinin sağlanmasında önemli fonksiyonu olan finansal sistemin aracılık görevi anlatılmıştı. Bu ve sonrasındaki kısımda, ekonominin işleyiş sürecinin anlatılmasında, şekil karşıklığı yaratmamak için, finansal sistem şekle konmamıştır. Bu konu, günümüz piyasa ekonomilerinin işleyiş süreci başlığında, Şekil 2,6 yardımıyla anlatılacaktır. Bu döngüde de finansal sistemin yapılan tasarrufları, kredi olarak kullandırmasının işleyişi Şekil 2,3’deki açıklamalar ile aynıdır. 35 www.hedefaof.com Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT), iktisadi devlet teşekkülü (İDT) ile ka mu iktisadi kuruluşu (KİK)'nın ortak adıdır. • İktisadi Devlet Teşekkülü, sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan kamu iktisadi teşebbüsüdür. • Kamu iktisadi kuruluşu (KİK), sermayesinin tamamı devlete ait olan ve tekel niteliğindeki mallar ile temel mal ve hizmet üretmek ve pazarlamak üzere kurulan; kamu hizmeti niteliği ağır basan kamu iktisadi teşebbüsüdür. Türkiye’de, liberal ekonomi uygulamalarının hız kazanmasının önemli bir göstergesi de özelleştirme faaliyetleridir. Özelleştirme faaliyetleri ile Türkiye’de devletin, ekonomideki mal ve hizmet üretme şeklindeki aktif-dolaysız görevini terk ettiği; bunun yerine; oyunun kurallarını koyma, piyasaları düzenleme - denetleme şeklinde görevleri tercih ettiği görülmektedir. Bu tercih ve uygulamalar ile Türkiye’deki karma ekonomik yapıda, özel sektörün payının ağırlığı artmaktadır. Devletin ekonomideki payı, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlar, özelleştirme uygulamaları için http://www.oib.gov.tr adresini ziyaret edebilirsiniz. Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunduğu Dışa Açık Ekonomilerde Döngüsel Akım Günümüz dünyasında dış ticaret sektörünü bir ulusal ekonominin döngüsel akımına yerleştirirsek, o ekonomi dışa açık hale gelir. Bu konudaki açıklamalarımızda basitleştirme yaparak, dış ticaret sektöründe sadece gerçekleşen ticari ilişkinin ihracat ve ithalat boyutunu inceliyoruz. Şekil 2,5’deki döngüsel akımda; tüketiciler ile firmalar arasında, dış çemberde mal ve hizmet akışı şeklindeki reel değerler ve bunun tersi yönünde parasal hareketler iç çemberde gerçekleşmektedir. Dış ticaret sektörü, ithal ettiği mallarla mal ve hizmet piyasalarında arza katkıda bulurken; bunların parasal ödemeleri, ulusal ekonomiden sızıntı olarak yurt dışına, yabancı ülkelerin-firmaların geliri olarak çıkmaktadır. Bu döngüdeki ihracat, ulusal ekonominin mal ve hizmet piyasalarından yurt dışına mal satışıdır. Bunların karşılığında elde edilecek döviz geliri sayesinde ulusal gelir ve firma gelirlerinde artış sağlanacaktır. İthalat, bir ulusal ekonominin mal ve hizmet piyasalarına, başka ulusal ekonomilerden (dış ülkelerden) mal ve hizmet girişidir. Ülkede yerleşik hane halklarının, dışarıdan mal ve hizmet ithal etmeleri bu ülkenin döngüsündeki gelir akımında sızıntıya yol açacaktır. Mal ve hizmeti üretip satan ülke milli gelirinde, döviz gelirlerinde, ülke refahı gibi makroekonomik göstergelerinde artış olacaktır. İhracat, bir ulusal ekonominin kendi döngüsünde ürettiği mal ve hizmetleri, başka ulusal ekonomilere (dış ülkelere) satmasıdır. Satışı yapan ülkedeki yerli firmaların, dışarıya mal ve hizmet ihraç etmeleri, hem firmanın satış gelirlerinde artış hem de ülkenin döngüsündeki gelir akımında artışa yol açacaktır. Mal ve hizmeti ithal eden ülkenin döviz gelirlerinde, o ülkede üretilen mal ve hizmet miktarında, dolayısıyla ülke refahı gibi makroekonomik göstergelerinde azalış olacaktır. Dış ticaret politikalarının temel ilkesi ise uluslararası uzmanlaşma ve işbölümünün sağladığı imkânlardan geniş ölçüde faydalanmak biçiminde dile getirilebilir. Dış ticaretin yalnızca gelişmekte olan ülkeler açısından değil, gelişmiş ülkeler bakımından da önemi büyüktür. Birçok gelişmiş ekonominin canlılığı, uluslararası iktisadi ilişkilere bağlı olduğu gibi, dışa en az bağlı batı ülkelerinde bile dış ticaret sağladığı piyasa genişliği aracılığı ile önemli bir rol oynamaktadır. Şu halde gelişmiş ekonomiler açısından uluslararası uzmanlaşma ve işbölümünün önemi daha da büyük olmaktadır. Şimdi, uluslararası işbölümünün ne olduğunu açıklamaya çalışalım. Ne tür olursa olsun ticaretin amacı, alım satım sonunda her iki yanın da bir fayda elde etmesidir. Zaten böyle bir amaç olmasaydı kimse mal ve hizmet alım satımına girişmezdi. 36 www.hedefaof.com Şekil 2.5: Devletin Ekonomik Faaliyette Bulunduğu Dışa Açık Ekonomilerde Döngüsel Akım Türkiye’deki bireylerin ithal marka malları tercih etmelerinin ekonomik sonuçlarını analiz ediniz. GÜNÜMÜZ PİYASA EKONOMİLERİNİN İŞLEYİŞ SÜRECİ Çağdaş ekonomik hayatın en önemli özelliği, işbölümünün son derece gelişmiş ve gelişmekte olmasıdır. İnsanlar, aletler ve genel olarak sermaye donanımı, yaptıkları işler bakımından, uzmanlaşmışlardır. Emek gibi bir kaynağın, bir özel iş için etkinliğinin yoğunlaştırılmasına ve geliştirilmesine uzmanlaşma; farklı çalışan grupların, üretimin çeşitli kısımlarında uzmanlaşmasına iş bölümü denir. İşbölümü ile birlikte, zorunlu olarak, mübadeleler artmış, bu da para kullanımının yayılmasına neden olmuştur. Para ekonomisinin genişlemesi, mal-mal biçimindeki mübadeleyi ikiye bölmüş ve böylece üretim ile satış arasındaki doğal bağ kopmuştur. Bu durum, esas olarak birbirine bağlı olması gereken, üretim ile tüketim ve yatırım ile tasarruf faaliyetlerinin birbirlerinden bağımsız olarak yürümelerine neden olmaktadır. Gerçekten modern kapitalist ekonomi düzeninde, üretim-tüketim, yatırım-tasarruf kararları ayrı ayrı birimler tarafından ve farklı güdülerle verilmektedir. Örneğin girişimciler (müteşebbisler) kar elde etmek için yatırım yaparlar, hane halkı ise girişimciler kar etsinler diye değil, geleceklerini güvence altına almak için ya da başka motiflerle tasarrufta bulunurlar. Günümüz piyasa ekonomilerinin (kapitalizmin) işleyiş süreci, birden bire ortaya çıkmamıştır. Uzun bir gelişim sürecine sahip olmasına rağmen en yoğun şekilde, Sanayi Devrimiyle birlikte, önce Avrupa’da daha sonra da Dünya’nın hemen tüm bölgelerinde farklı özellik ve uygulamalarla kendini göstermiştir. 37 www.hedefaof.com Ekonomik bir sistem olarak evrensel özellik kazanan kapitalizmin veya bu sistemin bir toplumdaki uygulanma basamaklarında göstereceği gelişim aşamalarını, Amerikalı iktisatçı Walt Whitman Rostow 5’e ayırmıştır: • Geleneksel Toplum: Bu birinci aşamada, toplumda geleneklerin egemen, kültür düzeyinin genellikle çok düşük olduğu görülür. Bu dönemde nüfusun çoğunluğu geçimini tarımsal faaliyet sonucunda elde eder. Toprağa dayalı ekonomi koşullarındaki üretimden en yüksek payı büyük toprak sahipleri, yani egemen sınıflar alır. • Hazırlık veya Geçiş Süreci: İkinci aşama ise tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin gerektirdiği uyum çalışmalarının başlandığı dönem olarak kabul edilmektedir. Şehirlerde yeni iş alanlarının ortaya çıkmaya başlamasıyla, köyden şehre akın başlamıştır. Kitlesel nüfus hareketleriyle şehirlerde, inşaat faaliyetlerinin özellikle demiryolları, karayolları, barajlar, limanlar, sulama tesisleri gibi alt yapı yatırımlarının arttığı görülür. Bu gelişmelerle, toplumda eğitim seviyesi yüksek işgücü, sermaye birikimini artıran girişimci ruhu gibi faktörler fazlalaşmaya başlamıştır. • Kalkış Dönemi: Üçüncü aşama, artık kalkınma ve büyüme önündeki engellerin ortadan kaldırılmaya başlandığı dönemdir. Bu yapılanmayla birlikte üretimde verimlilik artmış, sermaye birikimi hızlanmış, uluslararası ekonomik ilişkiler de genişlemeye başlamıştır. • Olgunluk Dönemi: Dördüncü aşama, üretimde modern teknolojinin kullanılmasıyla kaliteli, rekabetçi mal ve hizmet üretiminin başarılması ve piyasa olarak dışa (ihracata) açılım gösterildiği bir dönemdir. Teknolojik gelişme ve sermaye birikiminde belirli bir büyüme hızının yakalanmış olması kadar, bunun sürekliliğinin sağlanması da gerekir. Çünkü ekonomik büyümeyle birlikte nüfus artışının hızlanmasına karşın, yatırım kararlarında yapılan hatalar, finansman eksikliği, daha fazla tüketim, ithalatın artması, ihracatın azalması, cari açığın oluşması gibi olumsuz etmenler, sonraki dönemlerde büyüme hızında olumsuz etkiler yaratmaktadır. Birçok ülke bu nedenlerden ve artan küresel rekabet yüzünden kalkınmasını tamamlayamamaktadır. • Kitlesel Tüketim Dönemi: Bu son aşama, katma değeri yüksek malların üretim ve tüketiminin kitlesel hale geldiği ve refahın arttığı dönemdir. Bu aşamanın sürekliliği, küresel pazarlara sahip olma ve üretim seviyesinde devamlılığı sağlama sayesinde mümkündür. Kapitalist sistemin bu aşamalarının hızla geçilmesinde dinamik görevi olan girişimciyi, risk alma konusunda motive eden faktör kârdır. Kâr etme güdüsüyle organizasyonu sağlayan girişimci, üretim faktörlerini faktör piyasalarından satın alır, ürettiği malları da hane halkının tüketimine hazır bir şekilde nihai mal ve hizmetler piyasasında tüketicilere satar (Şekil 2,6’da görüldüğü gibi). Piyasa ekonomisinde hane halkları, elde ettikleri faktör gelirlerinden ne kadar harcama ya da tasarruf yapacağının kararını kendisi verir. Hane halkının, elde ettiği gelirden devlete ödenecek vergi gibi kesintiler düşüldükten sonra kalan harcanabilir gelirden yapılacak harcama miktarı, girişimci gelirlerini oluşturur. Fakat bazı hane halklarının verdiği tasarruf yapma kararı ise ekonominin işleyiş döngüsünde dolaşımda olan gelirde yani parada bir sızıntı, girişimci gelirlerinde azalma yaratacaktır. Hane halkının, elde ettiği gelirde artma olmadan giderek daha yüksek oranda tasarruf etmesi ile tüketim harcamalarını azaltması, firmaların stoğa üretim yapmalarına yani ürettikleri malları satamamalarına neden olacaktır. Ekonominin işleyişini anlatan döngüsel akım şekillerinden biliyoruz ki hane halkının mal ve hizmet talebi girişimci gelirlerini oluşturur. Bu gelirler yani hane halklarının mal ve hizmet talebi durursa firmalar da üretimi durduracaktır. Başka bir ifadeyle, faktör piyasalarından üretim faktörü özellikle emek talep edilmediğinden, ekonomide hem kişisel gelir hem döngüsel gelir akımı azalacaktır. Çünkü girişimcinin faktör talebi de hane halkı gelirlerini oluşturur. Bu durum da sonraki dönemlerde firmaların, yatırım harcamalarında daralmaya neden olacağından, ekonomik büyüme ve tasarruflar azalacaktır. Kısacası, işin başında iyi gözüken tasarruf eğiliminin artması, uzun dönemde toplam tasarrufları azaltması şeklinde bir çelişki yaşatacaktır. Bu duruma tasarruf paradoksu (çelişkisi) denir. 38 www.hedefaof.com Elde ettiği gelirde artma olmadan yani aynı gelir düzeyinde iken, hane halklarının daha fazla tasarruf etmek istemelerinden dolayı, toplam tüketim azalmasının sonraki dönem gelirlerini eksiltmesiyle, toplam tasarrufların azalması olayına tasarruf paradoksu denir. Şekil 2.6: Ekonominin İşleyişi ve Finansal Sistemin Önemi Çelişkinin ortadan kaldırılabilmesi ve tasarrufların tekrar ekonomiye kazandırılabilmesi için, atıl fonların finans sektörüne yönlenmesi gerekir. Bunun için tasarrufların-sızıntıların, mevduat olarak (faiz, kar payı gibi belli bir bedel karşılığında) finansal sisteme ödünç olarak akması sağlanmalıdır. Böylece finansal sisteminin verebileceği kaynaklar-fonlar-krediler artacaktır. Finansal sistemin, ekonominin döngüsel akımında sızıntıları önleyebilmesiyle sürekliliği sağlama görevi, şu şekilde gerçekleşir: Ekonomideki üç birimden bazıları, gelirlerinin tamamını harcamayarak tasarrufta bulunabilir. Tasarrufta bulunmak, elde edilen gelirin harcanmaması mikro anlamda (birey için) iyi olabilir. Çünkü hane halkı, gelecekteki harcamaları (çocukları) için bugünden tasarruf ediyor olabilir. Ama elde edilen gelirin artarak tüketilmemesi, tasarruf edilen kısmın, ekonominin döngüsel akımından çekilmesi ekonomik sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Döngüsel akımın devamlılığı için artan bireysel tasarrufun, finansal sistem aracılığıyla tekrar bu döngüsel sistemde kalması, ekonomide makro dengesizlikleri önler. Bu durumu şöyle ifade edebiliriz: Ekonomide çoğu hane halkının tasarruflara yönelmesi, üretilen mal ve hizmetlere talep azalması demektir. Bu durum ekonomide stok artışı doğurur. Fakat tasarruf edenler yani bugünkü tüketimini erteleyenler, mali kaynaklarını finansal sisteme belli bir bedel karşılığında ödünç (mevduat) olarak verdiklerinde sorun oluşmayacaktır. Çünkü geliri bugünkü tüketimine yetmeyen hane halkı da finansal sistemden borçlanarak, kredi alarak gelecekte tüketebileceği mal ve hizmetleri bugünden tüketebilir. Finansal sistemin aracılığı sayesinde tasarruf sahibi parasını en iyi şekilde değerlendirmiştir. Borçlanan, tasarruf açığı olan kesim de, gelecekte ulaşabileceği konfora kredi maliyetini ödeyerek ulaşabilmiştir. Mikro anlamdaki bu yararları yanı sıra, makro ekonomik açıdan da satışa arz edilen mal ve hizmetlerin stokta beklemesi ve girişimci gelirlerinde bir azalma ortaya çıkmayacaktır. Yani firmaların mal üretim süreciyle üretim faktörlerini istihdam etmesi durumu, dolayısıyla hane halkı gelirlerinin devamlılığı sağlanmıştır. 39 www.hedefaof.com Hane halkı harcama, tasarruf ve yatırım kararlarını şekillendirirken finansal sistemin imkânlarını da kullanmaktadır. Özellikle finansal sistemin gelişmiş olduğu ekonomilerdeki etkin finansal aracılık faaliyetleri, tüketim ve yatırım talebini uyararak, hane halklarının, harcama gücünü ve refah düzeyini dolayısıyla, şirketlerin üretim ve satış performanslarını etkilemektedir. Günümüz piyasa ekonomilerinde devlet, iç ve dış güvenlik, temel sağlık ve eğitim hizmetlerini temin eder. Düzenleyici ve denetleyici yapıların örgütlenmesini ve işlemesini sağlayarak piyasa başarısızlık larının oluşmamasını veya olması durumunda geçici olarak devreye girerek piyasaların tekrar dengeye gelmesini sağlar. Devletin, ekonominin işleyişi ve finansal sistem ile ilişkisinde alacağı kararları tüm kesimleri etkiler. Maliye politikası aracı ile hükümet, yaptığı harcamalar ile gelirleri artırıcı etki yaparken, topladığı vergiler ile hane halkının ve firmaların gelirini düşürebilir. Örneğin kamu harcamalarını artırma ve/veya ekonomik birimlerden tahsil edilecek verginin yükünü azaltma kararı ekonomik birimlerin toplam tüketim harcamalarını çoğaltabilir. Ama devletin, kendi bütçe açıkları sorun olabilir. Çünkü siyasi tercihlerle, popülist şekilde uygulanan ekonomi politikalarının ve konjonktürün de etkisiyle artarak ortaya çıkan kamu bütçe açıklarının finansmanını sağlamak, yönetilmesi zor olan konuları oluşturmaktadır. Vergi alma borç al felsefesiyle kamu harcamaları finanse edilmiş ve bu kaynaklar gelir getirmeyen alanlara yatırılmış ise kamunun bütçe açıkları gittikçe artacaktır. Bugünkü borçlanmayla finanse edilen kamu harcamaları, bugün vazgeçilen veya alınamayan ama yarın fazlasıyla alınacak vergilerdir. Vergiler, ekonomik birimlerin elde ettiği gelirlerden tahsil edilir. Hane halkının ve girişimcinin kazançlarını düşük göstermek amaçlı kayıt dışına yönelmeleri de devletin tahsil edeceği vergi gelirlerini azaltacaktır. Devlet bütçesi gelir ve gider dengesinde açık olması yani bütçe açığının olması durumunda, devletin de finans sisteminden borçlanması mümkündür. Ancak kamunun borçlanma amaçlı finans sistemine başvurması, sistemden talep edilen toplam kredi miktarını artırdığından, piyasada faizler yükselecektir. Bu da tüm finans sisteminden borçlanan tüm kesimlerin kredi maliyetini artırır. Şimdi de girişimcilerin ekonominin işleyişindeki görevlerini yerine getirirken finans sistemi ile ilişki sinin genel çerçevesini çizelim. Bunun için de şu temel soruları sorarak işe başlayalım: • Girişimciler, mal ve hizmet üretmek için kuracağı firmalarının yatırımını nasıl finanse edecektir? • Girişimciler, mal ve hizmet üretmek veya yeniden üretim yapmak için satın alacağı üretim faktörlerinin finansmanını nasıl sağlayacaktır? • Girişimciler, yurtiçi ve yurt dışına mal sattıklarında satış bedelini nasıl tahsil edecektir? • Girişimciler, üretimde kullandıkları girdikleri yurt dışından ithal ettiklerinde para transferlerini nasıl yapacaktır? Bu soruların yanıtlarında da, finansal sistemin girişimciler için önemini göreceksiniz. Girişimciler, mal ve hizmet üretmek için kuracağı firmalarının yatırımını, ya kendi fonları ile ya da finansal sistemdeki sermaye piyasalarından uzun vadeli borçlanarak karşılayacaklardır. Eğer finansal sistemde uzun vadeli kaynak sağlayan kurumlar (sermaye piyasaları) oluşmaz ise ekonomide kendi sermayesi olmayan girişimcilerin yeni yatırım yapmaları imkânsızlaşacaktır. Bu da ekonominin yeterli istihdam ve büyüme yaratamamasına ya da ekonominin işleyişinin düşük hızla gerçekleşmesine sebep olacaktır. Genel olarak finansal sistemin işleyişi: Şekil 2.7’de görüldüğü gibi, ellerinde fon fazlası bulunan ve bunu belli bir getiri karşılığında değerlendirmek isteyen fon arz edenler sol tarafta, bu fonları talep edenler ise sağ taraftadır. Sistemde en önemli fon arz edenler hane halklarıdır. En önemli fon talep edenler ise firmalar ve hükümettir. Sistemde doğrudan finansmanda, fon talep edenler kendilerine ait değerli kâğıtları (hisse senedi, tahvil, bono vb.), finansal piyasalarda fon arz edenlere satarak fon temin ederler. Bu durumda borçlu olan ekonomik birimler, borçlarını gelecekte elde edecekleri gelirden ödemeyi taahhüt etmektedirler. Dolaylı yoldan finansmanda ise fon talep edenler, ihtiyacı olan fonu, finansal aracılardan temin ederler. Burada tasarrufçu, fon kaynağını finansal aracıya aktarır. Kredi kullanmak isteyen de fon gereksinimini finansal aracıdan sağlar. Burada taraflar yüz yüze değil aracı kurumlar sayesinde birbirlerini görmeden işlemlerini gerçekleştirir. 40 www.hedefaof.com Şekil 2.7: Finansal Sistem Aracılığıyla Fon Akışı Girişimcilerin, ekonominin döngüsel akımlarında sürekliliği sağlamak kısacası yeniden üretim yapmak için gerekli olduğu kaynak işletme sermayesidir. Sabit sermaye yatırımı yapmak için gerekli olan yatırım sermayesidir. Eğer girişimcinin kendi tasarrufları yeterli değil ise birincisi para piyasalarından (dolaylı finansman); ikicisi sermaye piyasalarından (doğrudan finansman-menkul kıymet piyasalarısermaye piyasalarından) karşılanır. Kendi işletme sermayesi olmayan firmalar, satın alacağı üretim faktörlerinin finansmanı için finansal sistemde (dolaylı finansman) bankalardan (vb. aracılardan) kredi talep edeceklerdir. Üretimde kullanmak için ödünç aldığı sermayede faiz giderine katlanan firmalar, bunu üretim maliyetlerine yani satış fiyatına yansıtacaklardır. Finansal sistemin verebileceği kredi miktarının olmaması veya faizinin çok yüksek olması; işletme sermayesi ihtiyacı olan firmaların üretimlerini devam ettirmemelerine yol açacaktır. Doğal olarak bunun sonucunda, hane halkı gelirlerinin devamlılığı sağlanamayacaktır. Şirketlerin finansman biçimi ülkeden ülkeye farklılık göstermesine karşın, ABD, Kanada, İngiltere, Japonya, İtalya, Almanya ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerde yapılan araştırmalar; işletmelerin faaliyetlerinin finansmanı amacıyla fona ihtiyaç duymaları halinde; bu fonları, doğrudan menkul kıymet piyasalarından değil, genellikle finansal kurumlar aracılığı ile dolaylı yoldan elde ettiklerini göstermektedir. Dünyadaki en gelişmiş finansal piyasalara sahip olan ABD ve Kanada’da bile işletme finansmanında, finansal aracılardan alınan krediler, menkul kıymet piyasalarına göre çok daha önemli bir kaynak niteliğindedir. Bu tür kaynaklar için menkul kıymet piyasalarını en az kullanan ülkeler Almanya ve Japonya’dır. Bu ülkelerde finansal aracılardan sağlanan kaynaklar menkul kıymet piyasalarından sağlanan kaynaklardan yaklaşık on kat fazladır. Ancak Japon piyasalarında son yıllarda yaşanan serbestleştirme önlemleri sonucunda; işletmelerin finansman ihtiyacının karşılanmasında; finansal aracıların payı, menkul kıymet piyasalarına göre düşme eğilimi göstermektedir. Girişimciler, yurt içi ve yurt dışına mal sattıklarında satış bedelini, finansal sistemin vereceği hizmetlerle tahsil edeceklerdir. Aynı şekilde üretimde kullandıkları girdikleri-üretim faktörlerini, yurt dışından ithal ettiklerinde, para transferlerini yine finansal sistemin aracılığıyla, finansal sistemin yurt dışı bağlantılarıyla gerçekleştireceklerdir. Finansal piyasaların, daha önceden sayılan hizmetlerine karşılık, asıl fonksiyonu etkin bir fon akışı gerçekleştirmektir. Bunun için etkin çalışan finansal piyasaların rolü yadsınamaz. Çünkü ülkelerin az gelişmişlik, fakirlik seviyelerinin nedenlerinden en önemlisi, bu iyi işlemeyen veya oluşmayan finans piyasalarıdır. Öyle ki, finansal piyasalardaki ekonomik faaliyetler aynı zamanda kişilerin servetleri, şirketlerin ve tüketicilerin davranışları ile ekonominin döngüsel performansı üzerinde doğrudan etkilidir Ekonominin işleyişinde, finansal sistemin kesimler arasında aracılığını özetleyelim: Finansal sistem, ekonomik birey ve kurumların gerçekleştirdikleri ekonomik faaliyetleri sonucunda elde ettikleri 41 www.hedefaof.com gelirlerinin harcamadıkları yani atıl kısmını, tasarruflarını alır. Bu atıl fonları, yine ihtiyacı olan kesimlere kullandırarak döngüde kesinti, yavaşlama olmamasını sağlar. Ödünç alınan fonların hem mal ve hizmetlere talebi, hem de arzını artıracak şekilde kullanılması, ekonominin gelecekteki gelirini dolayısıyla gelirden yapılacak tasarrufları da artıracaktır. Finans sektörü ile diğer kesimler arasındaki bu karşılıklı etkileşim; kaynak aktarma mekanizmasının (finansal sistemin), ekonomilerin işleyişindeki önemini göstermektedir. Bunun için de istikrarlı bir ekonomik yapıda, güçlü bir sermaye yapısına sahip ve etkin işleyen finans kurumları özellikle etkin işleyişi için çok önemlidir. Yatırım dünyasına adım atar atmaz, ağzı sütten yanan çok kişi vardır. Bu durumdaki kişilerin hikâyeleri de, dilden dile anlatılır. Bu nedenle, bazı yatırım araçlarını kimse sevmez. Finansal piyasalar temelde risklerle doludur. Ancak bir o kadar da kazanç fırsatları vardır. Finansal piyasalara girerken, denize girmek üzere sahip olduğunuz kadar donanım sahibi değilseniz, boğulma riski gibi tüm yatırımlarınızı kaybetme riski ile karşı karşıyasınız demektir. Bu konularda bireysel tasarruf sahiplerini bekleyen riskler ve önlemleri için; finansal okuryazarlığınızı geliştirmek için http://www.yatirimyapiyorum.gov.tr/ adresini ziyaret ediniz. Ekonominin işleyiş sürecinde finansal okuryazarlığın önemini tartışınız. 42 www.hedefaof.com Özet Ekonomik sistem, ulusal ekonomideki ihtiyaçlarla üretim arasındaki dengeyi en etkin şekilde, çok farklı yapılarla sağlamaya çalışan bütünleşik bir mekanizmadır. Bu mekanizmadaki arz ve talep arasında dengenin sağlanabilmesi için ekonomistlerin yanıt aradığı üç temel soru; neler üretilecek, nasıl üretilecek ve bunlar nasıl paylaşılacaktır? Bu soruların farklı karşılıklarına göre uygulamada değişik ekonomik sistem türleri ortaya çıkmaktadır. Üretimde kullanılan sermayenin sahipliği bakımından bilinen iki uç ekonomik sistem, Kapitalizm ve Sosyalizmdir. İlkinde makine ve teçhizatın mülkiyeti sermaye sınıfına ait, ikincisinde ise mülkiyet devlete aittir. Bu iki uç sistem dışında her iki sistemin bir kısım yönlerini kabul eden uygulamalar, karma ekonomik sistem olarak adlandırılmakta ve her ülkede farklı şekilde uygulanmaktadır. Piyasa ekonomilerinde ekonomik faaliyetler üç piyasada gerçekleşir. Ekonominin işleyişini, piyasa ekonomilerinde üretim araçlarının sahibi olan girişimciler, piyasada oluşan fiyatlar aracılığıyla organize ederler. Girişimciler, üretimi gerçekleştirirken gerekli olan üretim faktörlerini, hane halklarının arzını oluşturduğu girdi piyasalarından üretim faktörü ödemeleri karşılığında satın alırlar. Girişimciler bu ödemeleri ya kendi kaynaklarından ya da finans sisteminden finanse ederler. Girişimciler üretim faktörlerini kullanarak ürettikleri mal ve hizmetleri, hane halklarına mal ve hizmet piyasalarında arz ederler. Hane halkı, elde ettiği bu gelirlerinin harcama ya da tasarruf kararlarını verir. Ekonomideki ana üretim birimi olan girişimcilerin oluşturduğu firmalar, yapmış oldukları organizasyon ile şahıs şirketinden devlete kadar bütün üretici birimleri oluşturur. Ekonominin işleyiş sürecinin lokomotifi olan devlet de, hem piyasaların düzenlenmesinde-denetlenmesinde; hem de arz ve talebin oluşmasında, dolaysız ve dolaylı bir şekilde belirleyicidir. Ekonomik sistemi oluşturan bu üç birimden; fon fazlası olanlardan fon açığı olanlara, fon transferinin gerçekleştirilmesine finansal sistem aracılık yapar. Bu temel hizmetiyle finansal sistemde, paranın fiyatı olan faiz ve dövizin fiyatı olan döviz kuru belirlenir. Dışa kapalı ekonomi, diğer ulusların ekonomileriyle, dış ticaret ilişkisinin olmamasını ifade eder. Günümüz dünyasında gerçek ekonominin işleyişinde olduğu gibi, dış ticaret sektörünü, bir ulusal ekonominin döngüsel akımına yerleştirirsek o ekonomi dışa açık hale gelir. Dış ticaret faaliyetlerinin temel ilkesi ise uluslararası uzmanlaşma ve işbölümünün sağladığı imkânlardan geniş ölçüde faydalanmak biçiminde dile getirilebilir. Günümüz piyasa ekonomilerinin işleyiş süreci, birden bire ortaya çıkmamıştır. Uzun bir gelişim sürecine sahip olmasına rağmen en yoğun şekilde, Sanayi Devrimiyle birlikte önce Avrupa’da daha sonra da Dünya’nın hemen tüm bölgelerinde farklı özellik ve uygulamalarla kendini göstermiştir. Bu uygulamalarda önemli bir yeri olan, ülkelerin ekonomik gelişmişlik seviyesini yükselten finansal sistem olmuştur. Ama diğer taraftan, finansal sistemde ortaya çıkan krizler nedeniyle bu sektör, ekonominin işleyiş döngüsünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Çünkü finansal sistemde yönetilemeyecek riskler alınmıştır. İstikrarlı bir ekonomik yapıda, güçlü bir sermaye yapısına sahip ve etkin işleyen finans kurumları, günümüz piyasa ekonomilerinin bugünkü ve gelecekteki büyüme hedefleri, özellikle etkin işleyişi için çok önemlidir. Ekonomistler, kıt kaynaklar ile hangi malın, kimin için, ne miktarda üretileceği gibi sorulara yanıt bulmaya çalışırken bazen basit bazen de gelişmiş analiz teknikleri kullanmaktadırlar. Bir ekonomik olayın analizinde öncelikle onun içerdiği değişkenler ve değişkenler arasındaki ilişkilerle o ekonomik olayın alanı belirlenir. Ekonominin en kabul gören bölümlenmesi mikroekonomi ve makroekonomi şeklindedir. Diğer sınıflama yöntemleri: Mevcut durumu tespit eden veya ne olması gerektiğini ifade eden pozitif ve normatif analiz; zaman ölçütüne göre durağan ve dinamik analiz; değişkenlerin sayısına göre kısmi ve genel denge analizi şeklindedir. Ekonominin işleyiş sürecinde yer alan ekonomik birimlerden hane halkı, devlet ve girişimcinin birbirleriyle olan ilişkileri ekonominin döngüsel akımlarını oluşturur. Ekonomideki bu döngüsel akımların, kolaylaşmasını sağlayan diğer bir birim de finansal sistemdir. Ekonomide tüketim birimi olan hane halkı, faktör piyasalarındaki (emek, sermaye, toprak) arzıyla gelir elde eder. 43 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım 1. Üretim faktörlerinin el değiştirdiği piyasaya ne ad verilir? 5. Hükümetin harcamalar ve vergiler yoluyla ekonominin işleyişini etkilemek için uyguladığı politikalara ne denir? a. Para piyasası a. Gelirler politikası b. Faktör piyasası b. Para politikası c. Finansal piyasa c. Maliye politikası d. Tedarik piyasası d. Enflasyon Hedefleme Politikası e. Üretim piyasası e. Dış ticaret politikası 2. Üretilen mal ve hizmetlerin alıcı ve satıcı larının karşı karşıya gelmesini ve ekonomik kararların verilmesini sağlayan ortama ne ad verilir? 6. Bir ulusal ekonominin kendi döngüsünde ürettiği mal ve hizmetleri başka ulusal ekonomilere satmasına ne denir? a. Finansal kurum a. Sermaye hareketi b. Finansal sistem b. İhracat c. Faktör c. Ödemeler dengesi d. Piyasa d. İthalat e. Ekonomik sistem e. Dış ticaret 3. Bir ekonomide harcama ve tasarruf yapma kararlarının çoğunluğunu veren ekonomik birim aşağıdakilerden hangisidir? 7. Piyasa ekonomisi sisteminde temel koordinasyonu aşağıdakilerden hangisi sağlar? a. Merkezi Otorite a. Hanehalkı b. Gelir düzeyi b. İşletmeler c. Paranın değeri c. Devlet d. Fiyatlar d. Yabancılar e. Hükümet e. Üreticiler 8. Özel mülkiyet yanında kamu mülkiyetini, piyasa ekonomisi yanında merkezi plan yaklaşımını da benimseyen ekonomik sisteme ne denir? 4. Aşağıdaki sorulardan hangisi makroekonominin ilgi alanına giren sorulardan biri değildir? a. Merkezi planlı ekonomik sistem a. Kamunun bütçe açığı ekonomiyi nasıl etkiler? b. Piyasa sistemi b. Finans krizlerin nedenleri nelerdir? c. Ekonomik nelerdir? büyümenin önündeki c. Kumanda ekonomileri sistemi engeller d. Karma ekonomik sistem e. Özel mülkiyet sistemi d. Piyasa arz eğrisi nasıl elde edilir? 9. Piyasa ekonomisinin iyi işlemesi için aşağıda kilerden hangisi gerekli değildir? e. Ülkeler arasındaki gelir farklılıklarının neden leri nelerdir? a. Piyasalara müdahalenin bulunmaması b. Mülkiyet hakkının korunması c. Fiyat düzeyinin istikrarlı olması d. Fiyatların serbestçe belirlenmesi e. Hükümetin belirlemesi 44 www.hedefaof.com fiyatları piyasa koşullarında Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 10. Aşağıdakilerden hangisi piyasa ekonomisinde oluşan fiyatların yerine getirdiği görevlerden değildir? Sıra Sizde 1 Piyasa ekonomisinde oluşan fiyatların yerine getirdiği görevler: a. Transfer ödemelerini belirler b. Girişimcilerin üretimlerine mekanizmalarını oluşturur. c. Bireylerin tüketimlerine mekanizmalarını oluşturur. yönelik yönelik d. Gelirin paylaşım mekanizması önemli görevler üstlenir. karar • Ne üretileceği ve tüketileceği konusunda sinyal verirler. karar • Bireylerin tüketimlerine ve girişimcilerin üretimlerine yönelik karar mekanizmalarını oluşturur. üzerinde • Ulusal ekonomide üretilen gelirin paylaşım mekanizması üzerinde önemli görevler üstlenir. e. İnsanların hangi mal ve hizmetleri tüketeceklerine yönelik teşvik mekanizması oluşturur Sıra Sizde 2 Bir ekonomik olayı etkileyen değişkenlerin (etmenlerin-faktörlerin) sayısı arttıkça olay karmaşık hale geldiğinden analiz de gittikçe zorlaşır. Bu zorluğu aşmak için analizler yapılırken bazı basitleştirici yöntemlere başvurulur. Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 1. b Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 2. d Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Söz gelişi Türkiye’de hanehalklarının Alman otomobil markasını tercih etmeleri durumunu analiz edelim: Alman otomobilini üreten Alman girişimci, üretimi yapmak için kendi ülkesindeki hanehalkından üretim faktörlerini satın alarak arabayı üretmiştir. Kendi ulusal ekonomik döngüsünde yarattığı milli gelirin bedelini, yarattığı katma değerin maliyetini Türkiye’deki hanehalkı ödediği için bu ödeme kadar Türkiye’nin döngüsel akımından sızıntı gerçekleşmiştir. Türkiye’den döviz çıkışı olmuştur. Bu ticaret Almanya Ekonomisine ihracat olarak, kendi döngüsel akımındaki gelirde artış olarak yansımıştır. Döviz gelirlerinde artış olmuştur. 3. a Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Faaliyetlerin Döngüsel Akımı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. d Yanıtınız yanlış ise “Ekonominin Analiz Yöntemleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. c Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Faaliyetlerin Döngüsel Akımı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. b Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Faaliyetlerin Döngüsel Akımı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 4 Finansal okuryazarlığı, finansal kararlar alabilme yeteneğinin oluşması için finansal ürün ve uygulamalar hakkında temel düzeyde bilgi sahibi olma yeteneği olarak ifade etmiştik. Bu yeteneğin geliştirilmesinin hanehalkları ve girişimcilere somut katkıları olacaktır. Özellikle teknolojinin ilerlemesiyle tüm piyasalara, bilgiye (özellikle finansal piyasalara) kolay erişim maliyetleri düşmüş, (görünürde) riskleri azaltmış ve mali hizmetlerin kapsamını genişletmiştir. Fakat bu gelişim, finansal işlemlerde gittikçe çeşitlenmeyle birlikte karmaşıklığı da yarattığı için finansal okuryazarlık önem kazanmaktadır. Çünkü hanehalkları ve girişimcilerin sahip olduğu gelir kıtlaşmaktadır. Bu yüzden artan 7. d Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. d Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. e Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. a Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Sistem ve Türleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 45 www.hedefaof.com Yararlanılan Kaynaklar finansman ihtiyacının veya gelecek için yapılacak tasarrufların yönetilmesi, günlük yaşamda olası finansal içerikli risklerin minimize edilmesi gerekmektedir. Bunun için de teknik özellikleri nedeniyle karmaşıklaşan, maliyet avantajları farklılaşan finansal araçları daha sık kullanmaya başlayan hanehalkları ve girişimcilerin, en iyi kararları verebilmesi için bu ürünleri tanıması gereklidir. Bunlar; farklı özelliklere, vadelere sahip kredi kartlarının karşılaştırılmasından, değişik ödeme yöntemlerinden hangilerinin tercih edileceğine, mümkünse ne miktarda tasarruf yapılacağından bunun hangi enstrümana yatırılacağına veya en iyi koşullarda kredinin (finansmanın) nereden temin edileceğine kadar pek çok finansal üründe rasyonel kararı gerektirmektedir. Alkin, E. (2009). Herkes İçin “Ekonomi”, İstanbul Ticaret Odası Yayın No: 2009-21, İstanbul, Begg, D. ve Diğerleri (2010). İktisat, (Çeviri Editörü: Serin V.), Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul. Bocutoğlu, E. ve Diğerleri (2005). Genel İktisada Giriş, Derya Kitabevi, Trabzon. Case, K. E. ve Diğerleri (2011). Ekonominin İlkeleri, (Çeviri Editörleri: Deliktaş E. ve Diğerleri), Palme Yayıncılık, Ankara. Gibson-Graham J.K. (2010). (Bildiğimiz) Kapitalizmin Sonu Siyasal İktisadın Feminist Eleştirisi, Metis Yayınları, İstanbul. Mishkin, Frederic S. (2007). TheEconomics of Money, Banking, and Financial Markets, Eighth Edition, Columbia University, PearsonAddison-Wesley, Boston. Mishkin, F. S. (2000). Finansal Piyasalar ve Kurumlar (Bankalar, Diğer Finansal Kurumlar), (Çeviri: Şıklar İ. ve Diğerleri), Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul. Parasız, İ. (2003). İktisada Giriş, 7. Baskı, Ezgi Kitabevi, Bursa. Parkin, M. (2012). Economics, Global Edition, Tenth Edition, University of Western Ontario, Pearson, Boston. Yıldırım K. ve Diğerleri, (2011). Makro İktisada Giriş, Pelikan Yayıncılık Ltd.Şti., Ankara. 46 www.hedefaof.com www.hedefaof.com 3 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ve Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) kavramlarını ve bunların temel özelliklerini açıklayabilecek, Milli gelir hesaplama yöntemlerini ifade edebilecek, Satın alma gücü paritesi kavramını tanımlayabilecek, Uluslararası refah karşılaştırma ölçütü olarak satın alma gücü paritesinin önemini aktarabilecek, Milli Gelir ile ilgili alternatif kavramları listeleyebilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Gayrisafi Yurtiçi Hasıla Satın Alma Gücü Paritesi Gayrisafi Milli Hasıla Hacim Endeksi Nominal ve Reel GSYİH İçindekiler Giriş Gayri Safi Yurt içi Hasıla GSYİH’nın Ölçülmesi Nominal ve Reel GSYİH GSYİH’nin Ölçümündeki Sorunlar Satınalma Gücü Paritesi Gayri Safi Milli Hasıla Diğer Milli Gelir Kavramları Büyüme Hızı 48 www.hedefaof.com Milli Gelir Kavramları GİRİŞ Bir toplumda yaşayan bireylerin tüm çabası, daha fazla gelir elde etmek ve elde etmiş olduğu gelirle daha fazla mal ve hizmet tüketerek refahını yükseltmektir. Ülkeler için de aynı durum söz konusudur. Daha fazla mal ve hizmet üreten ülkeler, daha zengin ve gelişmiş ülkelerdir ve dolayısıyla bu ülkeler yüksek refah düzeyine ulaşmış kabul edilirler. Bir ülkenin üretim performansının izlenebilmesi için, ülkenin üretmiş olduğu mal ve hizmet miktarında reel olarak bir artışın gerçekleşip gerçekleşmediğinin ölçülmesi gerekir. Bundan dolayı “Milli Gelir”in hesaplanması ekonomik hayatın incelenmesinde temel konuyu oluşturmaktadır. Milli gelir’in hesaplanması bir ülkedeki ekonomik faaliyetlerin kapsamlı bir analizine imkan verecektir. GAYRİ SAFİ YURT İÇİ HASILA Gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH),bir ülkede yerleşiklerin (ülke vatandaşı ve yabancılar) sahip oldukları üretim faktörleri ile belli bir yılda ürettikleri tamamlanmış mal ve hizmetlerin piyasa değerini ifade eder. Tanımda üzerinde durulması gereken üç önemli konu bulunmaktadır. Bunlar; “tamamlanmış mal”, “cari dönem üretimi” ve “piyasa fiyatları” olarak sıralanmaktadır. Tamamlanmış Mal- Aramalı- Katma Değer GSYİH’da, parasal değerleri toplanan malların tamamlanmış (nihai) mal olması gereklidir. Tamamlanmış mal, tüketiciler tarafından kullanılmaya hazır durumdaki mal demektir. Ayrıca, ekonomide bazı mal ve hizmetlerde diğer mal ve hizmetlerin yaratılmasında kullanılmaktadır. Biz bunlara ara malı diyoruz. Bir başka değişle ara mallar, bir firma tarafından üretilen ve diğer bir firmanın başka bir mal üretirken kullandığı mallardır. GSYİH hesaplanırken hem tamamlanmış mallar, hem de ara malları hesaplamaya dahil edilirse bu durumda çifte sayım yapmış oluruz ve GSYİH’ nın değeri gerçeğinden büyük çıkar. Bu sorunu gidermek için, her işletmenin kendi üretimi sonucunda GSYİH’ ya net olarak kattığı değeri bulmak ve toplamak gerekir. Her aşamada yaratılan bu ilave değer “katma değer” olarak bilinir. Konuyu basit bir örnekle açıklayabiliriz; Ekmek tamamlanmış mal olarak masamıza gelene kadar bir takım aşamalardan geçmektedir. Şimdi bu aşamaları ve her aşamada gerçekleşen üretim değerini karşılarına yazarak bir tablo hazırlayalım. Tablo 3.1: Katma Değerin Hesaplanması Üretim Satış Değeri Yaratılan Katma Değer Aşamaları () () Buğday 20 20 Un 45 25 Ekmek 100* 55 Toplam 165 100* 49 www.hedefaof.com Tablo:3,1’de yer alan üç maldan iki tanesi ara malı bir tanesi tamamlanmış maldır. Eğer buğdayın, unun ve ekmeğin değerleri hep birlikte toplanırsa 165 üretim değeri elde ederiz.Hâlbuki tamamlanmış mal niteliğindeki ekmeğin değeri 100 dir. Bu değerin içine daha önce yaratılan katma değerler dahildir. Eğer her üretim aşamasındaki üretim değerlerini toplarsak daha önce de bahsettiğimiz gibi çifte sayım yapmış oluruz ve bir adet ekmeğin GSYİH katkısı 100 iken, tekrar sayma nedeniyle 165 gibi daha yüksek bir değer elde ederiz. Bu sorundan kaçınabilmek için, ya üretimin her aşamasında yaratılan katma değerler toplanır (20+25+55=100) ya da sadece mal ve hizmet üretimindeki tamamlanmış (nihai) çıktı değerleri (100) toplanır. Cari Dönem Üretimi GSYİHnın tanımında üzerinde durulması gereken ikinci konu, GSYİH nın sadece cari dönemde üretilen çıktının değerinden oluşmasıdır. Bu yüzden daha önceki dönemlerde üretilmiş mallarla ilgili işlemler hesaba katılmaz. Örneğin yeni bir konut yapılması GSYİH’yı arttırırken, cari dönem öncesinde yapılan konutun satışı GSYİH’yı etkilemez. Piyasa Fiyatları GSYİH nın tanımında üzerinde durulması gereken üçüncü konu, GSYİH’nın hesaplanmasında malların piyasa fiyatları üzerinden hesaplanmasıdır. Birçok malın piyasa satış fiyatı dolaylı vergileride kapsamaktadır, bu yüzden malların piyasa fiyatı satıcıların elde ettiği fiyatla aynı şey değildir. Piyasa fiyatından, dolaylı vergiler çıkarılırsa, malın üretiminde kullanılan faktörlerin elde ettikleri gelir hesaplanmış olur. GSYİH tanımında dikkat edilmesigereken hususlar nelerdir? GSYİH’NIN ÖLÇÜLMESİ GSYİH üç farklı yöntemle hesaplanabilir. Bunlar; Üretim Yöntemi, Gelir Yöntemi ve Harcama Yönte midir. Üretim Yöntemi Ekonomide belirli bir dönemde yaratılan geliri ölçmenin birinci yolu, üretilen her bir mal ve hizmetin üretim miktarları ile fiyatlarının çarpılması sonucu bulunacak üretim değerlerinin toplanmasıdır. Ancak, üretilen mal ve hizmetlerin bir kısmı üretim sürecinde başka malların üretimi için ara malı olarak da kullanılabilmektedir. Dolayısıyla ara malı ve tamamlanmış mal ayrımı yapılmadan bütün malların değerlerinin toplanması durumunda daha önce de açıklandığı gibi çifte sayım sorunu ile karşılaşılacaktır. Doğal olarak, uygulama da üretilen milyonlarca tamamlanmış malın tek tek üretim değerlerini hesaplamak hemen hemen imkânsızdır. Bunun yerine, tarım, sanayi, ulaştırma - haberleşme, ticaret, madencilik, enerji v.b. ekonominin üretim kesimlerinin toplam üretime katkısı hesaplanır. Her kesimin katma değeri; diğer kesimlerden aldığı ara mal ve hizmetler toplamına kendi yarattığı mal ve hizmetleri üretim zinciri içinde bir sonraki halkaya geçirirken kattığı değer olacaktır. Üretim kesimlerinin katma değerlerinin toplamı, ekonominin nihai gelirine eşit kabul edilecektir. Gelir Yöntemi GSYİH’nın hesaplanmasında kullanılan ikinci yöntem, gelir yöntemi veya faktör gelirleri yöntemidir. Üretim, mal ve hizmet meydana getirebilmek amacıyla üretim faktörlerinin bir araya getirilmesi olduğuna göre, yaratılan gelirin değerine bu faktörlere yapılan ödemeler toplamından da ulaşmak mümkündür. Üretim faktörleri; emek, sermaye, doğa ve teşebbüs olmak üzere dört temel gruba ayrılır. Bu dört üretim faktörüne yapılan ödemeler sırasıyla, ücret, faiz, kira (rant) ve kâr olarak tanımlanır.Bu gelirlerin toplanmasıyla elde edilen GSYİH,gelir yöntemi ile GSYİH olacaktır. 50 www.hedefaof.com GSYİH = Ücret+Faiz+Kira(Rant)+Kâr Gelir yöntemiyle GSYİH’nın hesaplanabilmesi için, toplumu oluşturan kişi ve grupların gelirleriyle ilgili ayrıntılı bilgilere ihtiyaç vardır. Tüm gelirlerin (Ücret,Faiz, Rant, Kâr) vergi beyannamelerinde yer alması gerekir. Vergi kaçağının fazla olduğu ya da geniş bir kesimin vergi beyannamesi vermediği az gelişmiş ülkelerde, bu yöntemle GSYİH’nın hesaplanabilmesi çok güçtür. Harcama Yöntemi Bir ekonomide belirli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin üretiminde yer alan üretim faktörlerinin sahipleri, elde etmiş oldukları gelirleri, üretilmiş olan mal ve hizmetlerin satın alımında harcayacaklardır. Bu durumda toplumdaki kişilerin yapmış oldukları harcamaların toplamı harcamalar yöntemine göre GSYİH’yı verecektir. Bir ekonomide belirli bir dönemde yapılan harcamalar; O ekonomideki kişilerin ve firmaların yapacakları tüketim ve yatırım harcamaları ile devletin tüketim ve yatırım harcamalarından oluşmaktadır. Bu durumda harcamalar yöntemi ile GSYİH’yı aşağıdaki eşitlik ile ifade edebiliriz; GSYİH = C+/+G+X-M Bu eşitlikte yer alan harcamaları kısaca özetlersek, Özel Tüketim Harcamaları (C) Tüketicilerin ihtiyaçlarını doğrudan karşılayacak olan mal ve hizmetlere yaptıkları toplam harcama miktarıdır. Tüketim harcamaları, dayanıklı tüketim mallarına (Beyaz eşya, mobilya, araba v.s), dayanıksız tüketim mallarına (yiyecek maddeleri, ayakkabı, eğlence v.s.) ve hizmetlere yapılan harcamalar şeklinde sınıflandırılabilir. Yatırım Harcamaları (I) Yatırım harcamaları; makine teçhizat, tesis harcamaları ve stoklardaki değişiklikler olarak üç ana grupta sınıflandırılabilir. Bu sınıflamada yeterince açık olmayan stoklardaki değişikliklerin ve halen yapılmakta olan (yani üretim bandında olan) üretimin de yatırım sayılıp sayılmayacağıdır. Henüz satılmamakla birlikte bunları üreten üretim faktörleri faktör ödemelerini almaktadır (ücret, faiz, rant vb..,). Dolayısıyla stok artışlarını ve halen yapılmakta olan üretimi göz ardı edersek üretim ile, gelir ve harcama yönünden yapılan hesaplar arasında bir fark oluşur. Bu nedenle stoklara yapılan ilaveler ve halen yapılmakta olan üretim de sanki firmalar tarafından satın alınmış gibi görülmelidir. Bu yüzden bunlar GSMH’ ya dahil edilmelidir. Devletin Tüketim Harcamaları (G) Bu harcama grubunda devletin, hizmetlerini yerine getirebilmek amacıyla gerçekleştirdiği her türlü mal ve hizmetlere yönelik yaptığı harcamalar yer alır. Örneğin, askeri harcamalar, istihdam edilen personele yapılan ödemeler, büro malzemelerine ve kırtasiye alımlarına ait harcamalar bu grup içinde yer almaktadır. Net ihracat (X-M) ya da NX Bir ülkede bir yıl içinde üretilen mallar sadece o ülke tarafından değil yabancı ülkeler tarafından da satın alınır. Buna kısaca ihracat denir. Yabancıların üretmiş olduğu mal ve hizmetlere yapılan harcamalar ise, ithalat olarak tanımlanmaktadır. Bu ikisi arasındaki fark net ihracattır. Bir başka değişle net ihracat, ihracat gelirleri ile ithalat harcamaları arasındaki farktır. Toplam net ihracat, ithalatın ihracattan az olması durumunda pozitif, aksi halde negatif olacaktır. GSYİH’nın farklı yöntemlerle hesaplanmasının nedeni, bir yöntemle hesaplanamayan katma değerin diğer bir yöntemle hesaplanabiliyor olmasıdır. Örneğin otomobil üretimi ile ortaya çıkan katma değer, 51 www.hedefaof.com üretim yöntemi ile hesaplanabilirken, bir savcının yarattığı katma değer, gelir yöntemi ile hesaplanabilir. Ayrıca devlet tarafından gerçekleştirilen harcamalarda harcama yöntemi ile hesaplanabilir. GSYİH’nın üretim yöntemine gore hesaplanması bize ekonomideki sektörlerin ülkede yaratılan katma değere yaptıkları katkıyıda göstermektedir. Bu durumda tarım, sanayi, hizmetler gibi sektörlerin GSYİH içindeki paylarına bakarak söz konusu sektörlerin gelişimlerine yönelik analiz yapabiliriz. GSYİH’nın gelir yöntemiyle hesaplanması ise bize, ücret, kar, faiz ve rant (kira) olarak elde edilen faktör gelirlerinin düzeyini göstermektedir. Eğer bir ülkede ücret ve kar gelirleri düşerken bunun karşılığında faiz ve rant gelirleri artıyor ise, bu ülkenin bütçe açığı, düşük yatırım, gelir dağılımı, borç yükü gibi sorunlarla karşılaşabileceğini tahmin edebiliriz. GSYİH gelirler yöntemi ile nasıl hesaplanır? NOMİNAL VE REEL GSYİH GSYİH değerleri zaman içinde, hem fiyatlardaki değişmelere hem de üretim miktarındaki değişmelere bağlı olarak değişir. Söz konusu değişmelerin bazıları nominal bazıları reel değişmelerdir. Nominal ve reel değişmenin ne olduğunu aşağıdaki tablo yardımıyla açıklayabiliriz. Tablo 3.2: Nominal ve Reel Değişmeler YILLAR ÜRETİM(Q) FİYAT(P) GSYİH=(QXP) 2007 2008 2009 2010 40 Birim 40 Birim 50 Birim 60 Birim 4 6 4 4 160 Nominal Artış 240 Nominal Artış 200 Reel Artış 240 Reel Artış Tablo: 3.2 değerler incelendiğinde, 2007-2008 yıllarında üretim miktarı sabit kalırken fiyatların 2007 yılında 4 iken, 2008 yılında 6 ye çıktığı görülmektedir. Fiyatlarda meydana gelen bu artışa bağlı olarak, 2007 ylında 160 olan GSYİH’da 2008 yılında 240 ye çıkmıştır. Bu durumda GSYİH’da 20072008 yılları arasında ortaya çıkan 80’lik artış fiyatların yükselmesinden kaynaklanan nominal artıştır. 2009-2010 yıllarında ise fiyatlar sabit kaldığı halde üretim miktarı artmıştır. Fiyatların artmadığı bu durumda GSYİH’nın 200 den 240 ye yükselmesi sonucu ortaya çıkan 40’ lik artış reel artıştır. Ekonomilerin performansları karşılaştırılırken nominal GSYİH yerine reel GSYİH kullanılmaktadır. Çünkü nominal GSYİH artışı üretim artışından kaynaklanmayıp sadece malların fiyatlarının artışından kaynaklanır. Bu yüzden ülkenin gerçek üretim gücünü yansıtmaz. Buna karşılık reel GSYİH ülkedeki gerçek üretim artışını ifade eder. Günlük yaşam içinde hem üretim miktarı hem de fiyatlar artabilmektedir. Böyle bir durumda GSYİH’daki artışın, nominal ya da reel mi olduğunu anlamak için, fiyatlardaki artış oranı ile üretim miktarındaki artış oranına bakılır. Üretim miktarındaki artış oranı fiyatlardaki artış oranından büyük ise GSYİH artışı reeldir. Buna karşılık, fiyatlardaki artış oranı üretim miktarındaki artış oranından büyükse, GSYİH artışı nominaldir. Nominal ve Reel GSYİH’nın Ölçülmesi Nominal ve reel değişmelerin ne anlama geldiğini gördükten sonra, nominal ve reel GSYİH’nın nasıl ölçüleceğini inceleyebiliriz. Bir ekonomide herhangi bir yılın üretim miktarı aynı yılın fiyatları ile çarpılıyorsa buna nominalGSYİH’ ya da cari fiyatlarla GSYİH denir. Örneğin, 2010 yılının üretim miktarı ile 2010 yılının fiyatları çarpıldığında bulunan değer nominal GSYİH’dır. 52 www.hedefaof.com Bir ekonomide herhangi bir yılın üretim miktarı ilgili yılın (aynı yılın) fiyatlarıyla değil, belirlenmiş ve istikrarlı kabul edilen ve baz yılı olarak da bilinen, başka bir yılın fiyatları ile çarpılıyor ise, bu durumda hesaplanan GSYİH’ya reel GSYİH denir. Reel GSYİH aynı zamanda sabit fiyatlarla GSYİH olarak da bilinir. Böylece reel GSYİH, fiyat artışlarının etkisini gidererek üretimdeki dönemler arası gerçek değişmeleri mümkün kılar. GSYİH Deflatörü Nominal GSYİH’yı reel GSYİH’ya dönüştürmek için, GSYİH deflatörü adı verilen endeks sayılarına ihtiyaç duyulmaktadır. GSMH deflatörü, belirli bir baz (temel) yıla gore GSYİH’yı meydana getiren bütün mal vehizmetlerin fiyatlarındaki değişmeleri gösteren endeks sayısıdır. Deflatör, belli bir yıldaki nominal GSYİH’nın o yılın reel GSYİH değerine oranlanması sonucunda bulunur. GSYİH Deflatörü= Nominal GSYİH/Reel GSYİH Aşağıdaki tablo 3,3’de GSMH deflatörü sütununda yer alan “1987=100” ifadesi, deflatörün hazırlanmasında esas alınan baz yılınının 1987 olduğunu göstermektedir. Tablo 3.3: Nominal GSYİH’nınReelGSYİH’ya Dönüştürülmesi YILLAR 2000 2001 2002 Nominal Reel GSYİH 125.596 176.500 273.500 GSYİH 119.1 107.8 116.2 GSYİHDeflatörü (1987=100) 1054.1 1637.3 2353.7 Nominal GSYİHyı reel GSYİH’ya dönüştürmek için; Reel GSYİH= (Nominal GSYİH / GSYİH Deflatörü) X 100 Formülü kullanılır. Tablo: 3.3’den hareketederek, 2001 ve 2002 yıllarına ait nominal GSYİHyı reel GSYİHya çevirebiliriz. 2001 yılı nominal GSYİHdeğeri = 176.500 2001 yılıGSYİHdeflatörü =1637.3 Reel GSYİH(2001) = (176.500/1673.3) x 100=107.8 Reel GSYİH(2002) = (273.500/2353.7) x 100 = 116.2 olarak hesaplanır. 2001 ve 2002 yıllarınaait nominal ve reel GSYİH değerleri karşılaştırıldığında, aralarındaki farkın çok fazla olduğu görülmektedir. Bu farkların sebebi ülkedeki fiyat artışlarından yani enflasyondan kaynaklanmaktadır. Nominal GSYİH’nın reel GSYİH’yadönüşümünüyukarıdainceledik. Eğer reel GSYİH’yı nominal GSYİH’yadönüştürmekistersek, budurumdaaşağıdakiformülükullanabiliriz. Nominal GSYİH = (Reel GSYİH X GSYİH Deflatörü) / 100 Tablo: 3.3 den hareket ederek 2001 ve 2002 yıllarının nominal GSYİH değerlerini hesaplayabiliriz: Nominal GSYİH2001 = (107.8 X 1637.3) /100 = 176.5 Nominal GSYİH2002= (116.2 X 2353.7)/100 = 273.5 GSYİH deflatörüne neden ihtiyaç duyulmaktadır? 53 www.hedefaof.com GSYİH’NIN ÖLÇÜMÜNDEKİ SORUNLAR GSYİH sadece ülke üretiminin bir ölçüsü olarak değil, aynı zamanda ülkede yaşayan insanların refahının bir ölçüsü olarak da kullanılır. Bu bağlamda GSYİH artışı insanların yaşamlarındaki iyileşmenin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Ancak aşağıda açıklanacak nedenlerden dolayı GSYİH verileri üretimin ya da refahın tam bir ölçüsü olmaktan uzaktır. • GSYİH heasplarına sadece piyasadan alınıp satılan mal ve hizmetlerin değeri girer. Halbuki bazı ürünler piyasada sunulmadıkları için GSYİH hesaplarına dahil edilmezler. İnsanların evlerde kendi başlarına yapmış oldukları faaliyetler bunun en belirgin örneğidir. Evinizi badana yaptırmak için bir badanacı ile anlaşırsanız bu GSYİH hesaplarına girecektir. Ancak evi kendiniz badana yaparsanız, bu durum GSYİH hesaplarında yer almayacaktır. Aynı zamanda ev hanımlarının evde yaptıkları örgü, temizlik, yemek gibi işler de GSYİH hesabına katılmaz. Gelişmiş ülkelerde kadınların işgücüne katılım oranları az gelimiş ülkelere nazaran daha yüksek olduğu için, evde yapılacak pek çok işin piyasadan sağlanması gerekecektir. Bu durumda gelişmiş ülkelerin GSYİH’nın hesaplanmasında dikkate alınan işler, Gelişmekte olan ülkelerde ev kadınlarınca yapıldığı için GSYİH hesabında yer almayacaktır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerin GSYİH rakamları Gelişmekte olan ülkelerin GSYİH rakamlarına gore daha büyük gözükür. • GSYİH hesaplanırken çevre kirliliği ve çevrenin bozulması dikkate alınmamaktadır. Firmalar üretim sürecinde, hava, su, toprak kısaca çevre üzerinde dışsal maliyetler yaratmaktadırlar. Gerçekleştirilen üretim bir taraftan ülkenin üretim gücünü arttırırken, diğer taraftan meydana getirdiği dişsal maliyetlerle yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu durumda dışsal maliyetler GSYİH’dan düşülmediği için, GSYİH değeri olduğundan büyük hesaplanmaktadır. • GSYİH hesaplanırken kayıt dışı ekonomi hesaplara dahil edilemez. Kayıt dışı ekomomi yasal olmayan ve beyan edilmeyen işlemlerden oluşur. Örneğin bir memurun ikinci işinden elde ettiği gelir bilinmez. Ayrıca “katma değer vergisi” ödememek için nakit ödeme yapmanız durumunda, lokantacı yemek bedeli olarak size daha düşük bir fiyat çıkarabilir. Bunun gibi yine kumar, uyuşturucu, fuhuş gibi yeraltı ekonomisi sektörlerinin üretimleri GSYİH içinde yer almaz. • Malların kalitesindeki gelişmeleri de doğru bir biçimde GSYİH hesabına katmak güçtür. Bu duruma, fiyatları düşerken kalitesi yükselen bilgisayarlar, otomabiller, televizyonlar, buzdolapları vb mallar örnek olarak verilebilir. Yukarıdaki açıklamalara bağlı olarak şunu söyleyebiliriz, GSYİH ister harcamalar isterse gelirler yöntemine gore hesaplanmış olsun, bulunan değer bir ülkenin üretim gücünün iyi bir göstergesi olmasına rağmen, her zaman en doğru göstergesi değildir. SATINALMA GÜCÜ PARİTESİ Satınalma gücü paritesi (SAGP), ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldırarak, farklı para birimlerinin satın alma gücünü eşitleyen bir değişim oranıdır. SAGP’nin amacı, GSYİH ve bileşenlerinin uluslararası reel karşılaştırmasına yönelik geöstergelerin elde edilmesidir. GSYİH bir ülkenin ekonomik büyüklüğünü gösterirken, Kişi başına GSYİH o ülkede yaşayanların refah seviyesini göstermektedir. SAGP, iki ülkede aynı tanıma sahip bir ürünün fiyat oranı şeklinde hesaplanır. Örneğin, 1 kg dana etinin fiyatı Türkiye’de 15, ABD’de 20$ ise; dana eti için 1 ABD dolarının satın alma gücü paritesi; Bulunan değer, dana eti için ABD’de ödenecek her bir dolara karşılık, Türkiye’de 0,75 ödeneceği anlamını taşımaktadır. Bir başka ifade ile diyebilirizki, aynı mal ve hizmet sepetini Türkiye’de 3000 54 www.hedefaof.com dolara, ABD’de ise 4000 dolara satın alıyorsak, Türkiye’de 3000 dolar aylığı olan bir kişi ile ABD’de 4000 dolar geliri olanın satın alma gücü yani refah düzeyleri aynıdır Satın alma gücü paritesinin amacı nedir? TÜİK ile Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (EUOSTAT) ve Ekonomik İşbirliği Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından birlikte gerçekleştirilen SAGP çalışmalarına bağlı olarak, 2010 yılı geçici tahminlerine göre,GSYİH hacim endeksleri tablo 3.4’de verilmiştir. Tablo 3.4: Kişi Başına GSYH Hacim Endeksleri, 2010 (AB27=100) www.tuik.gov.tr, 2011. Tablo ile ilgili açıklamalara geçmeden önce iki kavramın açıklanması yararlı olacaktır. Bunlardan birincisi hacim endeksi diğeri kişi başına hacim endeksidir. Hacim Endeksi, bir ülkenin reel GSYİH değerlerinin, karşılaştırmada yer alan ülkelerin toplamı içindeki oranını gösteren bir endekstir. Hacim Endeksi=Reel GSYİH A ülkesi/ Reel GSYİH Toplam (Örnek, OECD) Kişi Başına Hacim Endeksi, kişi başına reel GSYİH değerlerinin, ülke grubu (Örneğin, OECD) ortalamasına göre değişimini gösterir. 55 www.hedefaof.com Tablo 3.4’de27 Avrupa Birliği ülkesi, 4 aday ülke (Türkiye, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ), 3 Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) ülkesi (İsviçre, İzlanda, Norveç) ile 3 Batı Balkan ülkesi (Arnavutluk, Bosna_Herseh, Sırbistan) yer almaktadır. Karşılaştırmalarda, SAGP kullanılarak elde edilen kişi başına reel GSYİH değerleri baz alınmıştır. Endeksler, 37 ülke için Avrupa Birliğine üye 27 ülkenin ortalaması 100 olacak şekilde kişi başına reel GSYİH değerlerini ifade etmektedir. Endeks rakamı 100 üzerinde olan ülkeler Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin ortalamasının üzerinde iken, 100 altındaki ülkeler, Avrupa Birliği’ne üye 27 ülkenin ortalamasından düşüktür. Türkiye’nin 2010 yılı kişi başı hacim endeksi 48 olarak açıklanmış ve bu rakam Avrupa Birliği üyesi 27 ülkenin 100 olan ortalam rakamının çok altındadır. Karşılaştırmada yer alan 37 ülke içinde kişi başına hacim endeksi en yüksek ülke 283 ile Lüksemburg, en düşük ülke ise 29 ile Arnavutluktur. Bu durumda kişi başına hacim endeksi 48 olarak açıklanan Türkiye Avrupa’nın fakir ülkeleri arasında yer almaktadır. SAGP ülkelerin refah düzeylerinin karşılaştırmasında güvenilir bir değişken olarak kullanılırken, döviz kuru uygun bir değişim oranı olarak kabul edilmez. Çünkü döviz kuru kullanımının bazı sakıncaları bulunmaktadır. Bunlardan birincisi farklı nedenlerden kaynaklanan (sıcak para girişi, spekülasyonlar, faiz oranlarındaki değimele vb.) kur dalgalanmalarıdır. Bu durumda, döviz kuru ile hesaplanan GSYİH değeri temel alındığında, ülkenin ekonomik büyüklüğü kur dalgalanmalarına bağlı olarak olması gerekenden daha büyük ya da küçük çıkabilir. Diğer bir sakınca ise, döviz kurunun bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin fiyat düzeyini yansıtmamasıdır. Bu sakıncalarına bağlı olarak uluslar arasıkarşılatırmalarda döviz kuru değişkeninin yerini SAGP almıştır. Döviz kuru ile SAGP arasındaki temel fark; döviz kuru paranın satın alabileceği döviz (ABD Doları, Euro vb) miktarını gösterirken, SAGP ise paranın satın alabileceği mal ve hizmetin miktarını gösterir. Uluslararası karşılaştırmalarda döviz kuru yerine neden SAGP tercih edilmektedir. GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA Gayri safi milli hasıla (GSMH), bir ülkenin vatandaşlarının ülke içinde elde ettikleri faktör gelirleri ile ülke dışında elde edip de ülkeye transfer ettikleri faktör gelirlerini kapsar. Kısaca GSMH, ülkenin vatandaşlarının bir yılda ürettiği tüm mal ve hizmetlerin değeridir. Ülkenin vatandaşlarının üretimi nerede gerçekleştirdikleri önemli değildir.GSYİH ile GSMH arasındaki fark, belli bir ülkede üretilen çıktının bir kısmının yabancılara ait üretim faktörleri tarafından üretilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, Libya’da faaliyet gösteren bir inşaat firmasının elde ettiği kâr Türkiye GSMH’ sına dahil edilirken, bir Fransız firmasının Türkiye’deki kârı Türkiye GSMH hesaplarına dahil edilmemektedir. GSMH’nın hesaplanabilmesi için, GSYİH’dan yabancıların üretimdeki payı çıkarılır ve buna Türkiye’de yerleşik olanların yurt dışında yaptıkları üretim eklenir ve böylece GSMH hesaplanır. GSMH = GSYİH+Net Dış Alem Faktör Gelirleri Formülde “Net” kelimesi ile ifade edilen; yurt içinde yabancıların ürettikleri toplam değer ile Türkiye’de yerleşik olanların yurt dışında yaptıkları üretim değerleri arasındaki farktır. Örneğin, Türkiye’de 2000 yılında üretilen tüm mal ve hizmetlerin cari fiyatlarla değeri 1000 olsun. Bu yurt içi üretimin (1000) 250 si Türkiye’de oturan yabancılartarafında üretilmişse, bu tutar 1000 den düşülür. Buna karşılık Türkiye’deki yerleşiklerin yurt dışında ürettikleri tutar ise, bulunan tutara eklenir. Bu tutarın 200 olduğunu varsayalım. Bu durumda GSYİH 1000 iken bunun 250 si Türkiye’ de oturan yabancılar tarafından yaratıldığı için GSYİH’dan çıkarılır. Türkiye’deki yerleşiklerin yurt dışındayarattıkları değer olarak 200 GSYİH’ya eklenir ve bu şekilde GSMH hesaplanmış olur. GSMH = GSYİH – (Yabancıların Türkiye’de Ürettikleri) + (Türkiye’deki Yerleşiklerin Yurt Dışıda Ürettikleri) 56 www.hedefaof.com GSMH = GSYİH+Net Dış Alem Faktör Gelirleri GSMH = 1000 -250 + 200 Net Dış Alem Faktör Gelirleri = -250 + 200 Net Dış Alem Faktör Gelirleri = -50 GSMH = 1000-50= 950 Örneğimizde, yabancıların Türkiye’de üretmiş olduklar değer, Türkiye’de yerleşiklerin yurt dışında üretmiş oldukları değerden fazla olduğu için GSMH, GSYİH’dan küçük çıkmıştır. GSMH ile GSYİH arasındaki temel farklılık nedir? Günümüzde gelişmiş ülkelerin hemen hemen tamamında, ekonomik faaliyetlerin ölçülmesi için GSYİH kullanılmaktadır. GSMH ile GSYİH arasındaki fark bazı istisnalar dışında çok küçüktür. DİĞER MİLLİ GELİR KAVRAMLARI Milligelir hesaplanmasında, GSYİH ve GSMH dışında farklı milli gelir kavramları da kullanılmaktadır. Aşağıda bu kavramları açıklanacaktır. Net Milli Gelir (NMG) GSMH ve GSYİH tanımları yapılırken üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerine “gayri safi” yani “net olmayan” denilmesinin sebebi, üretilen mal ve hizmetlerin üretimi sırasında kullanılan üretim faktörlerinden sermaye mallarının (makine, teçhizat gibi üretimde kullanılan her türlü araç) uğradığı aşınma ve yıpranmanın (amortisman) göz önüne alınmamış olmasıdır. Bu aşınma payı GSMH’ dan çıkartılırsaNet Milli Gelir (NMG) elde edilir. NMG= GSMH - Amortismanlar NMG, ekonominin cari dönemdeki gerçek üretim gücünün ölçüsüdür. Ancak amortismanların kesin olarak belirlenmesi mümkün değildir. Bu yüzden uluslar arası karşılaştırmalarda NMG yerine daha çok, GSMH ya da GSYİH temel alınır. Milli Gelir (MG) Net milli gelirin piyasa fiyatları ile hesaplanması durumunda bu fiyatların içine belli bir oranda vergide dahildir. (Dolaylı vergi) Örneğin satın aldığımız bir çift ayakkabı için 40 ödemiş isek, bunun içinde %18 oranında katma değer vergisi (KDV) de bulunmaktadır. Bu vergi malın fiyatının içinde bulunmasına rağmen malın değeri ileilgili değildir. Aynı zamanda bu vergi vatandaş için gelir niteliği taşımaz. Bu yüzden NMG’ den dolaylı vergileri çıkarırsak Milli Gelire (MG) ulaşmış oluruz. Bu durumda piyasa fiyatları ile MG’ i şu şekilde yazabiliriz. MG = NMG – Dolaylı vergiler Elde edilen bu büyüklük, diğer taraftan ülkedeki üretim faktörlerine yapılan gelir ödemelerinin (ücret, faiz, kâr, rant) toplamına eşit olmak zorundadır. Bir başka değişle; MG =NMG (faktör fiyatlarıyla) MG (Faktör fiyatlarıyla) = Ücret+Faiz+Kâr+Rant 57 www.hedefaof.com Hem GSMH hem de NMG üretilen mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile ifade edilen değerleri toplamıdır. Bundan dolayı istatistiklerde ve bazı çalışmalarda piyasa fiyatlarıyla GSMH ve piyasa fiyatlarıyla NMG adı ile geçerler. Milli gelir ise, NMG’ in faktör gelirleri toplamı olarak ifade edilir. Bu durumda milli gelire faktör fiyatları ile NMG de denilebilir. Kişisel Gelir (KG) Kişisel gelir (KG), halkın cebine giren gelir şeklinde tanımlanabilir. KG iki şekilde MG’den farklılaşmaktadır. Birinci olarak, üretime katıldıkları için gelir elde eden bazı üretim faktörleri fiilen bu geliri elde edemezler. Örneğin bir firmanın elde ettiği kârın tamamı bu firmanın sahiplerine ait olduğu halde, bu kârın tamamı firma sahiplerinin eline geçmez. Çünkü yasalar gereği bu kârın bir kısmı işletme bünyesinde tutulmak zorundadır (yedek akçeler gibi). Diğer yandan çalışanlar veya işverenler de kazandıkları gelirin tamamına sahip olamazlar. Çünkü kazandıkları gelirin birkısmını Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, Bağ-Kur gibi sosyal güvenlik kurumlarına prim olarak öderler. Bu yüzden bu tür ödemelerin MG’ den düşülmesi gerekir. İkinci olarak, bir üretim faktörü sahibi olmadıkları ve üretime katılmadıkları halde bazı kişilere yapılan transfer ödemeleri ise, MG’ e ilave edilir. Bu durumda kişisel gelir şu şekilde yazılabilir. KG= MG - Sigorta primleri - Kurumlar vergisi - Dağıtılmayan kârlar + Transfer ödemeleri Kişisel gelir ile milli gelir arasındaki farklılık nereden kaynaklan maktadır? Harcanabilir Gelir (HG) Harcanabilir gelir (HG), bir ülkede kişilerin eline geçen ve harcayabilecekleri gelirlerin toplamını ifade eder. Kullanılabilir gelir olarak da bilinir. Elde edilen kişisel gelir kavramını oluşturan değerlerin tümü, kişiler tarafından istense bile harcanamaz. Bunun nedeni, kişilerin elde ettikleri gelirin bir kısmını devlete dolaysız vergi olarak ödemek zorunda olmalarıdır. Bu yüzden harcanabilir geliri hesaplayabilmek için kişisel gelirden, dolaysız vergileri ( Gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi v.b.) çıkarmak gerekir. Bu durumda harcanabilir gelir aşağıdaki gibi yazılır HG= KG- Dolaysız vergiler Buraya kadar açıklanan hasıla ve gelir kavramlarını kişi başına göre de hesaplayabiliriz. Bir ülkenin GSMH’sı o ülkenin nufusuna bölündüğü zaman (GSMH = GSMH/Nüfus), kişi başına düşen GSMH bulunur. Aynı şekilde bir ülkenin GSYİH’sı o ülkenin nufusuna bölündüğü zaman (GSYİH/Nüfus) ise, kişi başına GSYİH elde edilir. Kişi başına düşen milli gelirin ölçümü önemlidir. Çünkü bir ülkenin yurttaşlarının ortalama gelir düzeyi hakkında bilgi verir. Uluslararası karşılaştırmalarda milli gelir genellikle ABD doları cinsinden belirtilir. Dolar cinsinden, GSYİH’yı ya da kişi başına düşen GSYİH’yı bulmak için nominal GSYİH’yı döviz kuruna bölmek gerekir. Bu bağlamda yapılan hesaplamalara göre dolar cinsinden GSYİH açısından Türkiye’deki durum tablo 3,5’de gösterilmektedir. Buna göre; Türkiye ekonomisinin sürekli büyümesine bağlı olarak yaşam standartlarıda önemli ölçüde yükselmiştir. Kişi başı GSYİH, 2002 yılında 3.492 ABD doları iken, 2010 yılında 10.079 ABD dolarına yükselmiştir. (Tablo: 3,5) 58 www.hedefaof.com Tablo 3.5: Kişi Başına GSYİH (USD) Kaynak: TÜİK BÜYÜME HIZI Ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman içinde mal ve hizmet üretimi miktarında meydana gelen artışları ifade etmektedir.Ekonominin büyümehızı, geleneksel olarak reel GSYİH artış hızıdır. Buna gore büyüme hızı (g), aşağıdaki formül yardımıyla hesaplanır. Örneğin 2008 yılı (sabit fiyatlarla) büyüme hızını tablo:3,6’da yer alan verilerden hareket ederek hesaplayabiliriz 59 www.hedefaof.com Tablo 3.6: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla Sonuçları Yıllar Cari fiyatlarla Gelişme Hızı Cari Fiyatlarla Gelişme Hızı Sabit Fiyatlarla Gelişme Hızı GSYH (Milyon ) % GSYH (Milyon ) % GSYH (Milyon ) % 1998 70.203 270.947 70.203 1999 104.596 49,0 247.544 -8,6 67.841 -3,4 2000 166.658 59,3 265.384 7,2 72.436 6,8 2001 240.224 44,1 196.736 -25,9 68.309 -5,7 2002 350.476 45,9 230.494 17,2 72.520 6,2 2003 454.781 29.8 304.901 32,3 76.338 5,3 2004 559.033 22,9 390.387 28,0 83.486 9,4 2005 648.932 16,1 481.497 23,3 90.500 8,4 2006 758.391 16,9 526.429 9,3 96.738 6,9 2007 843.178 11,2 648.625 23,2 101.255 4,7 2008 950.534 12,7 742.094 14,4 101.922 0,7 2009 952 559 0,2 616.703 -16,9 97.003 -4,8 2010 1 105 101 16,0 735.828 19,3 105.680 8,9 Kaynak: TÜİK 2010 yılı için büyüme hızı hesapladığımızda; Hesaplanan büyüme hızları bürüttür. Nufus artış hızının yüksek olduğu ülkelerde net büyüme hzına bakmak gerekir. Net büyüme hızı (Ng), aşağıdaki gibi hesaplanır. Ng= Reel GSYİH Büyüme Hızı-Nüfus Artış Oranı Ülkemizdeki nufus artış hızını %2kabul edersek, 2010 yılı net büyüme hızımız; Ng = %8.9 - %2 = %6.9 olur. Tablo,3.6 incelendiğinde, 2001 ve 2009 yıllarında büyüme hızlarının negatif olduğu görülmektedir. Yani Türkiye ekonomisi bu yıllarda -%5.7 ve -%4.8 oranında küçülmüştür. Bunun sebebini o tarihlerde ülkemizde yaşanan ekonomik krizlere bağlayabiliriz. 60 www.hedefaof.com Özet Bir ülkenin üretim performansının izlenebilmesi için, ülkenin üretmiş olduğu mal ve hizmet miktarında reel olarak bir artışın gerçekleşip gerçekleşmediğinin ölçülmesi gerekir. Bundan dolayı “Milli Gelir”in hesaplanması ekonomik hayatın incelenmesinde temel konuyu oluşturmaktadır. Milli gelir’in hesaplanması bir ülkedeki ekonomik faaliyetlerin kapsamlı bir analizine imkan verecektir Harcama yöntemi, Bir ekonomide belirli bir dönemde yapılan harcamalar, O ekonomideki kişilerin ve firmaların yapacakları tüketim ve yatırım harcamaları ile devlerin tüketim ve yatırım harcamalarından oluşmaktadır. Bu harcamaların toplamı, harcama yöntemine göre GSYİH’yı verir. GSYİH değerleri zaman içinde, hem fiyatlardaki değişmelere hem de üretim miktarındaki değişmelere bağlı olarak değişir. buna bağlı olarak GSYİH reel ve nominal olarak tanımlanır. Bir ekonomide herhangi bir yılın üretim miktarı aynı yılın fiyatları ile çarpılıyorsa buna nominal GSYİH’ ya da cari fiyatlarla GSYİH denir. Bir ekonomide herhangi bir yılın üretim miktarı o yılın fiyatları ile değil de enflasyon oranının daha düşük olduğu baz yılın fiyatları ile çarpılıyorsa buna reel GSYİH yada sabit fiyatlarla GSYİH denir. Bir ekonominin gücünü (büyüklüğünü) göstermek açısından Gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) en iyi ölçütlerden birisidir. Basit bir tanımla GSYİH, bir ülkede yerleşiklerin (ülke vatandaşı ve yabancılar) sahip oldukları üretim faktörleri ile belli bir yılda ürettikleri tamamlanmış mal ve hizmetlerin piyasa değerini ifade eder. GSYİH’da, parasal değerleri toplanan malların tamamlanmış (nihai) mal olması gereklidir Ayrıca, ekonomide bazı mal ve hizmetlerde diğer mal ve hizmetlerin yaratılmasında kullanılmaktadır. Biz bunlara ara malı diyoruz. Bir başka değişle ara mallar, bir firma tarafından üretilen ve diğer bir firmanın başka bir mal üretirken kullandığı mallardır. GSYİH hesaplanırken hem tamamlanmış mallar, hem de ara malları hesaplamaya dahil edilirse bu durumda çifte sayım yapmış oluruz ve GSYİH’ nın değeri gerçeğinden büyük çıkar. Bu sorunu gidermek için, her işletmenin kendi üretimi sonucunda GSYİH’ ya net olarak kattığı değeri bulmak ve toplamak gerekir. GSYİH verileri birtakım nedenlerden dolayı üretiminyada refahın mükemmel bir ölçüsü olmaktan uzaktır. Bu yüzden uluslararası karşılaştırmalarda değişken olarak “satın alma gücü paritesi” kaullanılmaktadır. Satınalma gücü paritesi (SAGP), ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldırarak, farklı para birimlerinin satın alma gücünü eşitleyen bir değişim oranıdır. SAGP’nin amacı, GSYİH ve bileşenlerinin uluslararası reel karşılaştırmasına yönelik geöstergelerin elde edilmesidir. GSYİH bir ülkenin ekonomik büyüklüğünü gösterirken, Kişi başına GSYİH o ülkede yaşayanların refah seviyesini göstermektedir.Milli gelir ile ilgili diğer bir kavram ise Gayri safi milli hasıla dır. Gayri safi milli hasıla (GSMH), bir ülkenin vatandaşlarının ülke içinde elde ettikleri faktör gelirleri ile ülke dışında elde edip de ülkeye transfer ettikleri faktör gelirlerini kapsar. Kısaca GSMH, ülkenin vatandaşlarının bir yılda ürettiği tüm mal ve hizmetlerin değeridir. Ülkenin vatandaşlarının üretimi nerede gerçekleştirdikleri önemli değildir. GSYİH üç farklı yöntemle hesaplanabilir. Bunlar; Üretim Yöntemi, Gelir Yöntemi ve Harcama Yöntemidir. Üretim yöntemi, üretilen her bir mal ve hizmetin üretim miktarları ile fiyatlarının çarpılması sonucu bulunacak üretim değerlerinin toplanmasıdır. Gelir yöntemi, Üretim faktörleri, emek, sermaye, doğa ve girişimci olmak üzere dört temel gruba ayrılır. Bu dört üretim faktörüne yapılan ödemeler sırasıyla, ücret, faiz, kira (ya da rant) ve kâr olarak tanımlanır.Bu gelirlerin toplanmasıyla elde edilen GSYİH,.gelir yöntemi ile GSYİH olacaktır.. 61 www.hedefaof.com Milli gelir hesaplanmasında, GSYİH ve GSMH dışıda farklı milli gelir kavramları da kullanılmaktadır. Bunlar; Net Milli Gelir, Milli gelir, Kişisel gelir, Harcanabilir gelir dir.GSMH ve GSYİH tanımları yapılırken üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerine “gayri safi” yani “net olmayan” denilmesinin sebebi, üretilen mal ve hizmetlerin üretimi sırasında kullanılan üretim faktörlerinden sermaye mallarının ( makine, teçhizat gibi üretimde kullanılan her türlü araç ) uğradığı aşınma ve yıpranmanın (amortisman) göz önüne alınmamış olmasıdır. Bu aşınma payı GSMH’ dan çıkartılırsa Net Milli Gelir (NMG ) elde edilir. NMG’ den dolaylı vergileri çıkarırsak Milli Gelire (MG) ulaşmış oluruz. Kişisel gelir (KG), halkın cebine giren gelir şeklinde tanımlanabilir. Aşağıdaki formülle hesaplanır; KG= MG-Sigorta primleri-Kurumlar vergisiDağıtılmayan kârlar + Transfer ödemeleri Harcanabilir gelir (HG), bir ülkede kişilerin eline geçen ve harcayabilecekleri gelirlerin toplamını ifade eder. Ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman içinde mal ve hizmet üretimi miktarında meydana gelen artışları ifade etmektedir. Ekonominin büyüme hızı, geleneksel olarak reel GSYİH artış hızıdır. 62 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım 5. 1 kg kuzu etinin fiyatı Türkiye’de 25, ABD’de 20$ ise; dana eti için 1 ABD dolarının satın alma gücü paritesi kaç olur? 1. Bir ülkede yerleşiklerin (ülke vatandaşı ve yabancılar) sahip oldukları üretim faktörleri ile belli bir yılda ürettikleri tamamlanmış mal ve hizmetlerin piyasa değerini ifade eden milli gelir kavramı aşağıdakilerden hangisidir? a. 1,05 /& a. GSYİH b. 1,75 /& b. GSMH. c. 1,50 /& c. NMG d. 0,50 /& d. MG e. 1,25 /& e. KG 2. GSYİH’da, parasal değerleri toplanan malların tamamlanmış (nihai) mal olması neden gereklidir? 6. GSYİH = 2000 Türkiye’de oturan yaban cılar tarafından üretilmiş değer 150, Türkiye’deki Yerleşiklerin Yurt Dışıda Ürettikleri değer 100 ise, GSMH değeri kaç olur? a. Kolay talep edilebilmesi için a. 1950 b. Çifte sayımı önlemek için b. 2250 c. Nominal değerleri hesaplamak için c. 2150 d. Net milli geliri hesaplamak için d. 1750 e. Büyüme hızını hesaplamak için e. 2050 3. Her kesimin diğer kesimlerden aldığı ara mal ve hizmetler toplamına kendi yarattığı mal ve hizmetleri üretim zinciri içinde bir sonraki halkaya geçirirken kattığı değere ne ad verilir? 7. GSMH = 500, Amortismanlar = 40, Do laylı vergiler = 20 ise, MG aşağıdakilerden hangisi olur? a. 440 a. Nominal değer b. 460 b. Reel değer c. 480 c. Katma değer d. 560 d. Hacim endeks değeri e. 540 e. Satın alma gücü paritesi değeri 8. Kişisel gelirden dolaysız vergilerin çıkarıl masıyla elde edilecek gelir aşağıdakilerden hangisi olur? 4. Nominal GSYİH’ yı reel GSYİH’ya dönüş türmek için, kullanılan araç aşağıdakilerden hangisidir? a. NMG a. Tüketici fiyat endeksi b. GSYİH b. Üretici fiyat endeksi c. HG c. Toptan eşya fiyat endeksi d. GSMH d. Gayri safi yurt içi hasıla deflatörü e. MG e. Hacim endeksi 63 www.hedefaof.com Okuma Parçası 9. Büyüme hızı %8, nufus artış hızı %3 ise; net büyüme hızı kaç olur? MİLLİ GELİRİN TARİHSEL GELİŞİMİ a. %11 Milli Hesaplar sisteminde en önemli yeri milli gelir hesapları tutmaktadır. Milli gelir hesapları bir ülkenin kalkınma ve ekonomik gelişme durumunu, iktisadi faaliyetlerden yaratılan gelirini gösterir. Bu hesaplar kalkınma plan ve programlarının hazırlanmasına esas olan verileri teşkil eder. Ekonomi politikalarının etkisini ve başarı derecesini ölçmekte en önemli rolü oynayan milli gelir hesapları bu seviyeye uzun yıllar süren çalışmalar sonucu ulaşmıştır. Bu çalışmaların temeli bir ekonomideki toplam geliri hesaplama esasına dayanmaktadır. b. b.%5 c. %6 d. %3 e. %4 10. 2006 yılı GSYİH’sı 96.738, 2005 yılı GSYİH’sı 90.500 ise, 2006 yılı büyüme hızı yüzde kaç olur? a. % 6.89 b. % 5.99 Milli Gelir tahminleri ile ilgili ilk çalışmalar l7. yüzyılda İngiltere'de ve Fransa'da başlamıştır. Fransa'da Pierre Boisguillebert, İngiltere'de ise William Petty bu konuyla ilgilenmişlerdir. İlk milli gelir tahmini W. Petty tarafından 1665'de İngiltere için yapılmıştır. Petty hesaplamalarında yıllık gelirin yıllık tüketime eşit olduğu varsayımından hareket etmiştir. Daha sonraki yıllarda İngiltere'de çok sayıda kişisel tahminler yapılmıştır. c. % 4.89 d. % 6.45 e. % 3.96 Amerika'daki ilk milli gelir tahmini ise l843'de George Tucker tarafından hazırlanmıştır. Bu yüzyılda bir çok Avrupa ülkelesinde resmi tahminler yapılmaya başlanmıştır. Resmi milli gelir verileri ise l890'larda Avustralya'da yayınlanmıştır. 20. yüzyılda savaş masrafları yüzünden üretim, yatırım, tüketim ve tasarruf deyimleri ön plana çıkmış, bu dönemde toplanılan istatistiki bilgiler milli gelir tahminleri için veri kaynaklarını oluşturmuştur. Amerika'da SimonKuznets, İngiltere'de ColinClark hem üretim ve pazarlar hem de milli gelir üzerine araştırmalar yapmaya başlamışlardır. Milli hesaplar sistemi, Lord J.M. Keynes'in l929'daki büyük ekonomik buhrandan sonra makro ekonomik alanda araştırma ve analizlere yeni bir yön vermesiyle çok büyük bir önem kazanmıştır. Milli gelir üzerine kapsamlı çalışmalar İkinci Dünya Savaşından sonra başlamış, l944 yılında Amerika, İngiltere ve Kanada ortak tanımlar belirlemek amacıyla bir araya gelmişlerdir. Daha sonra l949 yılında uluslararası standartlaştırma çalışmalarına başlanmış, l952'de A StandardizedSystem of NationalAccounts (SNA) yayınlanmıştır. Birleşmiş Milletler 1968 ve 1993 64 www.hedefaof.com yıllarında SNA'yı yeniden düzenleyerek yayınlamıştır. Türkiye'de de milli gelir hesapları SNA tavsiyeleri doğrultusunda yapılmaktadır. çabaları bu tartışmaların ışığı altında son şeklini alan metodolojiye dayanılarak l97l yılında başarılı olmuş, l948-1972 yılları için tek bir milli gelir serisi oluşturulup yayınlanmıştır. Ülkemizde bu konuya ilgi l928 yılında başlamış, l929 yılında uzman Camilla Jacguart milli gelir tahmini yapmakla görevlendirilmiş, ama veri toplama güçlüğü nedeniyle bu çabalar sonuçsuz kalmıştır. l935 yılında milli gelir tahmini hazırlama görevi İktisat Bakanlığı Konjoktür Servisi ve Alman istatistikçi Franz Eppeinstein'e verilmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda l927, l933, l934 yılları daha sonraları ise 1935 ve 1936 yılları için, 1947 yılında da, İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından 1942,1943 ve 1944 yılları için milli gelir tahminleri yapılmış ve yayınlanmıştır. Bu girişimleri birçok kişisel milli gelir tahmini çalışmaları izlemiştir. Bunlar Şefik Bilkur'un l943 yılı, Şefik İnan'ın 1949 yılı, Vedat Eldem'in l929 ve 1945 yılları milli gelir serileridir. l980 yılından itibaren Gayri Safi Milli Hasıla yıllık gelişmeyi gösterecek şekilde üçer aylık verilere göre yılda dört kez hazırlanmaya başlanılmıştır. Ancak bu hesaplamalarda karşılaşılan güçlükler dolayısıyla, l985 yılından itibaren "l968 sabit fiyatları" ve "cari üretici fiyatları" dikkate alınarak yapılan GSMH tahminlerinin ilki, yılın ilk altı aylık verilerine dayanılarak, ikincisi dokuz aylık verilere dayanılarak üçüncüsü de on iki aylık verilere dayanılarak kullanıma sunulmuştur. Ekonomideki değişimleri daha kısa zaman aralıkları içinde izlemek amacıyla l990 yılında üçer aylık dönemler itibariyle Gayri Safi Milli Hasıla hesapları çalışmasına başlanılmış ve l987 yılından bu yana dönemler itibariyle GSMH serisi oluşturulmuştur. GSMH hesaplarını daha güncel bir yapıya getirmek amacıyla yıllık hesaplamalarda l968 olan temel yıl yerine l987 yılı temel alınmıştır. Dönemler itibariyle GSMH hesaplarında kapsam genişletilmiş, daha önce kapsanamayan bazı maddelerle ekonomik alt sektörler sisteme dahil edilmiştir. Milli Gelir hesaplarıyla ilgilenecek özel bir daire olmadığından l950 yılına kadar çalışmalar düzenli bir şekilde yürütülememiştir. l950 yılında Milli Gelir Etüt Grubu oluşturulmuş, bu grup l95l'de çalışmalarına başlamıştır. Milli Gelir Etüt Grubu Başkanlığında l938, l948-195l yıllarını kapsayacak şekilde milli gelir tahminleri yapılmıştır. Bu tahminler MiltonGilbert'in tavsiyeleri uyarınca tekrar gözden geçirilmiş ve bunlara ilaveten l952-1953 tahminleri hazırlanmıştır. Aynı yıl DİE harcamalar yöntemiyle Gayri Safi Yurtiçi Hasıla hesaplanması çalışmalarına başlamıştır. Daha önceki çalışmalarda özel tüketim harcamaları GSYİH'dan diğer harcama kalemleri çıkarıldıktan sonra bulunuyordu. Yeni çalışmada bu kalem mal akımı yöntemiyle hesaplanmıştır. Harcama yöntemiyle GSYİH serisi 1987 yılından bu yana dönemler itibariyle yayınlanmaktadır. Halen milli gelirin gelir yöntemiyle hesaplanması çalışmaları sürdürülmektedir. Bu tarihten sonraki yıllarda çalışmalar devam etmiş; özellikle planlı kalkınma dönemine geçildikten sonra milli gelir tahminleri büyük önem kazanmıştır. l960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş ve bu Teşkilat l96l-7l dönemi boyunca ayrı bir seri hazırlamıştır. İki farklı resmi milli gelir serisinin yurt içinde ve dışında yarattığı sakıncaları gidermek, daha güvenilir kaynakların, 1968 SNA tavsiyelerinin ve yeni gelişen yöntemlerin kullanılmasını sağlamak amacıyla 1971'in ikinci yarısında DİE ve DPT teknik elemanlarından bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Bu grup cari fiyatlarla ve sabit fiyatlarla milli gelir hesaplama metodolojisini yeniden düzenlemiş ve 1962-1971 dönemine ait yeni bir milli gelir serisi hazırlamıştır. Çalışma grubunun yaptığı etüdler ve hesaplar DİE tarafından biri Ocak 1972'de diğeri Haziran 1972'de düzenlenen Milli Gelir Ulusal Kollokyumlarında ayrıntılı olarak tartışılmıştır. İki ayrı serinin ortaya çıkarttığı sorunları çözme Kaynak: http://www.frmtr.com/ekonomi-ikti satisletme-istatistik/1187679-milli-gelirkavrami.html 65 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 2 Üretim, mal ve hizmet meydana getirebilmek amacıyla üretim faktörlerinin bir araya getirilmesi olduğuna göre, yaratılan gelirin değerine bu faktörlere yapılan ödemeler toplamından da ulaşmak mümkündür. Üretim faktörleri; emek, sermaye, doğa ve girişimci olmak üzere dört temel gruba ayrılır. Bu dört üretim faktörüne yapılan ödemeler sırasıyla, ücret, faiz, kira (ya da rant) ve kâr olarak tanımlanır.Bu gelirlerin toplanmasıyla elde edilen GSYİH, gelir yöntemi ile GSYİH olacaktır.. 1. a Yanıtınız yanlış ise “Gayri Safi Yurt İçi Hasıla” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. b Yanıtınız yanlış ise “Gayri Safi Yurt İçi Hasıla” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. c Yanıtınız yanlış ise “GSYİH’nın Ölçülmesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. d Yanıtınız yanlış ise “Nominal ve Reel GSYİH” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. e Yanıtınız yanlış ise “Satın Alma Gücü Pari tesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 Nominal GSYİH’ yı reel GSYİH’ya dönüştürmek için, GSYİH deflatörü adı verilen endeks sayılarına ihtiyaç duyulmaktadır 6. a Yanıtınız yanlış ise “Gayri Safi Milli Hasıla” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. a Yanıtınız yanlış ise “Milli Gelir ile İlgili Diğer Kavramalar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 4 Satınalma gücü paritesi (SAGP), ülkeler arasın daki fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldırarak, farklı para birimlerinin satın alma gücünü eşitleyen bir değişim oranıdır. SAGP’nin amacı, GSYİH ve bileşenlerinin uluslararası reel karşılaştırmasına yönelik geöstergelerin elde edilmesidir. 8. c Yanıtınız yanlış ise “Milli Gelir ile İlgili Diğer Kavramalar” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. b Yanıtınız yanlış ise “Büyüme Hızı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 5 10. a Yanıtınız yanlış ise “Büyüme Hızı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. SAGP ülkelerin refah düzeylerinin karşılaştır masında güvenilir bir değişken olarak kullanılırken, döviz kuru uygun bir değişim oranı olarak kabul edilmez. Çünkü döviz kuru kullanımının bazı sakıncaları bulunmaktadır. Bunlardan birincisi farklı nedenlerden kaynaklanan kur dalgalanmalarıdır. Bu durumda, döviz kuru ile hesaplanan GSYİH değeri temel alındığında, ülkenin ekonomik büyüklüğü kur dalgalanmalarına bağlı olarak olması gerekenden daha büyük ya da küçük çıkabilir. Diğer bir sakınca ise, döviz kurunun bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin fiyat düzeyini yansıtmamasıdır. Bu sakıncalarına bağlı olarak uluslar arasıkarşılatırmalarda döviz kuru değişkeninin yerini SAGP almıştır. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Tanımda üzerinde durulması gereken üç önemli konu vardır. • GSYİH’da, parasal değerleri toplanan malların tamamlanmış (nihai) mal olması gereklidir. Tamamlanmış mal, tüketiciler tarafından kullanılmaya hazır durumdaki mal demektir. • GSYİH nın tanımında üzerinde durulması gereken ikinci konu, GSYİH nın sadece cari dönemde üretilen çıktının değerinden oluşmasıdır. Sıra Sizde 6 GSMH, ülkenin vatandaşlarının bir yılda ürettiği tüm mal ve hizmetlerin değeridir. Ülkenin vatandaşlarının üretimi nerede gerçekleştirdikleri önemli değildir. GSYİH ile GSMH arasındaki fark, belli bir ülkede üretilen çıktının bir kısmının yabancılara ait üretim faktörleri tarafından üretilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. • GSYİH nın tanımında üzerinde durulması gereken üçüncü konu, GSYİH’nın hesaplanmasında malların piyasa fiyatları üzerinden hesaplanmasıdır. 66 www.hedefaof.com Sıra Sizde 7 Yararlanılan Kaynaklar KG iki şekilde MG’den farklılaşmaktadır. Birinci olarak, üretime katıldıkları için gelir elde eden bazı üretim faktörleri fiilen bu geliri elde edemezler. Örneğin bir firmanın elde ettiği kârın tamamı bu firmanın sahiplerine ait olduğu halde, bu kârın tamamı firma sahiplerinin eline geçmez. Çünkü yasalar gereği bu kârın bir kısmı işletme bünyesinde tutulmak zorundadır (yedek akçeler gibi). Diğer yandan çalışanlar veya işverenler de kazandıkları gelirin tamamına sahip olamazlar. Çünkü, kazandıkları gelirin birkısmını Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, Bağ-Kur gibi sosyal güvenlik kurumlarına prim olarak öderler. Bu yüzden bu tür ödemelerin MG’ den düşülmesi gerekir. İkinci olarak, bir üretim faktörü sahibi olmadıkları ve üretime katılmadıkları halde bazı kişilere yapılan transfer ödemeleri ise, MG’ e ilave edilir Bocutoğlu, E. (2005). Makro İktisat Teoriler ve Politikalar. Trabzon: Derya Kitapevi. Çepni E. (2010) Ekonomik Göstergeler ve İstatistikler Rehberi. Seçkin Yayıncılık, Bursa. Çolak, F. E. (2010) Makro Ekonomik Göstergelerin Yorumlanması. Elif Yayınevi, Ankara Ertan, O. (2006). Makro İktisat Politikası. İstanbul: Maltepe Yayınları. Yay. No:29 Ertürk, E. (1999). Makro İktisat, Küresel Ekonomide Makro Ekonomik Analize Giriş. Bursa: Alfa Yayınevi. Yıldırım K. Karaman D. Taşdemir M. (2010) Makro Ekonomi, Seçkin Yayıncılık, Bursa. www.tuik.gov.tr, 2011 67 Teorisi ve Üniversitesi www.hedefaof.com 4 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Enflasyonu tanımlayabilecek, Enflasyonun çeşitlerini sıralayabilecek, Enflasyonun özelliklerini açıklayabilecek, Enflasyonu hesaplayıp, yorumlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Enflasyon ÜFE Fiyatlar Genel Düzeyi Deflatör Endeks Cari Fiyat TÜFE Mal ve Hizmet Sepeti İçindekiler Giriş Enflasyon ve Nedenleri Kaynaklarına Göre Enflasyon Enflasyon Çeşitleri Enflasyonla İlgili Diğer Kavramlar Fiyat Endeksleri 68 www.hedefaof.com Enflasyon ve Fiyat Endeksleri GİRİŞ Enflasyon ve fiyat endeksleri, en önemli ekonomik göstergelerin başında yer aldıkları için ekonomist lerin ve politika yapıcılarının öncelikle ilgi alanlarından birini oluşturmaktadır. Aslında enflasyon ve fiyat endeksleri toplumdaki bütün gelir düzeylerini ilgilendiren bir kavramdır. Bir ülkenin fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen değişimi, ölçebilmesi yani fiyat endekslerinden yaralanabilmesi izleyeceği ekonomi politikalarında yol gösterici olacaktır. Ayrıca, bir ülkenin ekonomik yapısının belirlenmesinde, ekonomik kararların alınmasında, kişilerin satın alma gücünün hesaplanmasında, ücret ve maaşların tespitinde, tüketici tarafından satın alınan mal ve hizmetlerdeki parekende fiyatların tespitinde ve zaman içerisinde oluşan değişimin belirlenmesinde fiyat endekslerinin önemi büyüktür. Ekonomideki temel amaçlardan birisi, ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlayan temel faktörlerden biri olan fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürebilmektir. Fiyat istikrarı firmalara ve bireylere tüketim, yatırım, tasarruf ve uzun vadeli plan kararlarında yol gösterici bir özelliğe sahiptir. Türkiye ekonomisi enflasyonla ilk kez 1939 yılında karşı karşıya kalmıştır. Türkiye ekonomisinin yakın tarihindeki en önemli sorunlardan biri olarak yer alan 1970’lerde başlayan ve 30 yıl boyunca süren yüksek enflasyon ekonomik, sosyal ve toplumsal etkiler yaratmıştır. Gelir dağılımının bozulmasına, yoksulluğun artmasına halkın geleceğe güvensiz bakmasına ve siyasi istikrarın bozulmasına yol açmıştır. Bu sorunları çözebilmek için günümüze kadar farklı ekonomi politikaları uygulanmıştır. 2001 yılında uygulanan ekonomi politikaları içerisinde, Merkez bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamak olarak belirlenirken Enflasyon Hedeflemesi Rejimi uygulamasının yani enflasyon hedefinin hükümet ile belirlenmesi kanunlaşmıştır. Parasal büyüklükler üzerine hedefler konularak işe başlanmış ve para politikası 2002-2005 yılları arasında örtük enflasyon hedeflemesi çerçevesinde uygulanmış ve hedefler gerçekleşmiştir Bu olumlu gelişme para politikalarına güveni artırmıştır. Sonuçta Türkiye 2006 yılında açık enflasyon hedeflemesi olarak da bilinen “enflasyon hedeflemesi rejimi” uygulamasına geçmiştir. ENFLASYON VE NEDENLERİ Enflasyon Enflasyon Latince kökenli bir kelimedir ve anlam olarak şişkinlik demektir. İngilizce’deki karşılığı “inflation” olan enflasyonun sözlükteki anlamı, fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve önemli bir oranda artması ve aynı zamanda da paranın satın alma gücünün azalmasıdır. Enflasyon, günlük hayatta sıkça kullandığımız mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasıdır. Ancak mal ve hizmetlerin fiyatları zaman içinde artabilir veya azalabilir. Enflasyon sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil, fiyatlar genel düzeyinin sürekli bir artış göstermesidir. Fiyatlar genel düzeyi, ekonomideki tüm fiyatların ağırlıklı ortalamasıdır. Sadece bazı malların fiyatlarının sürekli artması ya da tüm malların fiyatlarının bir sefer artması enflasyon değildir. Benzer şekilde enflasyon ekonomik dalgalanmanın genişleme 69 www.hedefaof.com dönemlerinde ortaya çıkan ve daralma döneminde düşen fiyat düzeyindeki artışlarda değildir. Fiyat artışları tersine döndürülemediği zaman ancak enflasyon olarak kabul edilir. Fiyatlar genel düzeyi size ne ifade ediyor? Başka bir tanımla enflasyon, ekonomideki tüm fiyatların ağırlandırılmış ortalamasını ifade eden fiyatlar genel düzeyinin yükselmesidir. Çoğu ekonomist fiyat düzeyinin yükselişinin bir defada olup bitmesi ile devamlı surette yükselmesi arasında bir ayrım yapmakta ve yalnızca ikincisini enflasyon olarak kabul etmektedirler. Enflasyonun düşmesi; fiyatların düşmesi, insanların alım gücünün artması, gelirlerinin yükselmesi demek değildir. Enflasyonun düşmesi, fiyatların daha az artması, insanların alım güçlerinin daha az azalması ve neticesinde istikrar ve refah demektir. Enflasyon oranı ya da fiyatlar genel düzeyindeki değişim oranı kavramı ise, fiyatlar genel düzeyinde belirli bir zaman diliminde meydana gelen değişme ya da ülke genelinde mal ve hizmetlerin fiyat artış hızını ölçmektir. TCMB’nın yapmış olduğu tanıma göre fiyat istikrarı ise, insanların tüketim, yatırım ve tasarruf kararlarında dikkate almaya gerek duymayacakları ölçüde düşük düzeyde sürdürülen bir enflasyon oranını ifade eder. Gelişmiş ülkelerde bu durum %1 ile %3 arasındaki enflasyon oranları ile ifade edilmektedir. Fiyat istikrarının sağlandığı bir ortamda ekonomik birimler enflasyon oranının yükselmesini beklemezler. Bir ekonomi için enflasyon oranı neden önemlidir? Enflasyonun Nedenleri Enflasyon ile mücadele edebilmek için de enflasyonun nedenlerinin bilinmesi önemlidir. Enflasyonun nedenleri ülkelerin ekonomik yapısına göre farklılık gösterebilir. Bununla birlikte genel olarak enflasyonunun nedenleri şunlardır; • Tüketici gelirlerindeki artışın talebi artırması, • Tüketicilerin gelirlerinden fazla harcama yapmaları, • Cari fiyatlarda toplam talebin toplam arzı aşması, • Toplam üretimin azalması, • Üretim maliyetlerinin artması, • İthal mallarının fiyatının yükselmesi, • Olumsuz iklim şartlarında tarımsal ürün arzının azalması ve yüksek taban fiyatı uygulaması, • Para arzının artması, • Teknolojik yenilikler ve yetersizlikler KAYNAKLARINA GÖRE ENFLASYON Enflasyonun ortaya çıkışına neden olan etmenler göz önüne alındığında enflasyon, talep enflasyonu, maliyet enflasyonu ve fiyat enflasyonu olmak üzere üçe ayrılır. 70 www.hedefaof.com Talep Enflasyonu Ekonomideki toplam arzın toplam talebi karşılayamaması sonucu fiyatlar yükselir. Talep enflasyonu genellikle para arzının artmasının tüketimi artırması sonucu ortaya çıkar. Üretilen mal ve hizmetler, tüketici talebini karşılayamadığı zaman talep artışından dolayı fiyatlar artar. Talep enflasyonu, cari fiyatlar genel düzeyinde üretilen mal ve hizmetlerin toplamının toplam talebi karşılayamaması durumunda, fiyatların yükselmesidir. Ekonominin toplam talep eğrisinde yukarıya doğru bir kaymadan meydana gelen fiyat artışı genellikle talep enflasyonu olarak adlandırılır. Bu durum talep çekişli enflasyon olarak nitelendirilen ve talep değişmesinin sebep olduğu enflasyondur. Maliyet Enflasyonu Bir ekonomide, üretim faktörleri piyasasında rekabetin bozulması sonucu girdi fiyatlarının yükselme sinin, maliyetlerin artmasının ve dolayısıyla toplam arzın azalmasının neden olduğu enflasyon türüdür. Maliyetlerin artmasına sebep olan her etmen ya da maliyet unsurlarının fiyatlarının artması maliyet enflasyonuna sebep olmaktadır. Bu durumda maliyet enflasyonu, üretim faktörlerinin hepsinin veya bir ya da bir kaçının fiyatlarındaki artışların ürünlerin fiyatlarına yansıtılmasından kaynaklanmaktadır. Maliyet enflasyonu, enflasyonun arz yönünden kaynaklanan türüdür. Fiyat Enflasyonu Bazı gurupların ürettikleri malları gerçek piyasa değerinin üzerinde satmasıyla gelirlerini artırması ve bu sayede talebin yükselerek enflasyona neden olması şeklinde ortaya çıkmasıdır. Bu üç enflasyon türü de birbirinden bağımsız değildir. Ekonomi enflasyonist sürece girdiğinde her üç türden de beslenerek fiyatlar genel düzeyi yükselir. Ayrıca ister talep enflasyonu ister maliyet enflasyonu veya fiyat enflasyonu olsun halkın beklentisinin oluşmadığı veya sürmediği sürece devam etmez. Çünkü beklentiler oluşmaya başladığında enflasyonist sarmal güçlenecek bu durum talep artışına neden olurken insanlar da yaklaşımlarını bu beklentilere göre oluşturacaklardır. Enflasyonun Maliyeti Enflasyon, hem ekonomik boyutu hem de sosyal boyutu olan parasal bir olgudur ve ekonomik açıdan bünyesinde birçok maliyetleri barındırırken sosyal yapı üzerinde de oldukça önemli etkilere sahiptir. Enflasyonun maliyet etkilerini ortadan kaldırabilmek için, bir ekonomide fiyat istikrarının sağlanması gerekmektedir. Fiyat istikrarının sağlanamadığı enflasyonun yüksek olduğu durumlarda; • Elde para bulundurma bir enflasyon vergisine maruz kalacak ve para tutmanın maliyetini arttıra caktır. • Bireyler tasarruflarının değerini korumak için yabancı ülke paraları, altın ve konut gibi üretken olmayan alanlara firmalar ise, borsa, faiz ve repo gibi üretim dışı alanlara kaymaya başlayacaktır. • Etkin olmayan kaynak dağılımına ve gelir dağılımının değişmesine neden olacaktır. • Sabit gelirli bireylerin gelirlerinin reel değerinin düşmesine neden olacaktır. • Uzun dönemde yüksek enflasyon düşük bir büyüme oranına yol açacaktır. • İş gücü piyasasının verimli çalışmasını engelleyecektir. • Dış ticaret dengesini olumsuz yönde etkileyecektir. • Yabancı sermayenin ağırlıklı olarak kısa vadeli olmasına ve doğrudan yatırımların azalmasına neden olacaktır. 71 www.hedefaof.com Fiyat istikrarı, bireylerin yatırım, tüketim ve tasarruf kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları ölçüde düşük bir enflasyon oranını ifade eder. Enflasyonun ekonomiye olan maliyetinin yanı sıra enflasyon oranını düşürmenin de ayrı bir maliyeti vardır. Önemli olan enflasyon oranını düşürmeye yönelik izlenecek politikalar sonucunda en az maliyetle gerçekleştirebilmektir. “Uluslararası Para Fonu (IMF)” enflasyonu düşürme maliyetindeki azalmanın; • Uygulanacak politikanın kamuoyuna önceden açıklanması, • Politikanın ısrarlı bir şekilde uygulanması, • Enflasyon beklentisinin cari enflasyonu önemli ölçüde etkiliyor olması, • Fiyatlar ve ücretlerin talep şartlarına karşı duyarlılığının yüksek olması, gibi faktörlere bağlı olduğunu belirtmektedir. ENFLASYON ÇEŞİTLERİ Enflasyon çeşitleri, enflasyonun görünürlüğüne ya da piyasaların işleyişine göre ve enflasyonun hızına göre sınıflandırılabilir. Görünürlüğüne Göre Enflasyon Çeşitleri Görünürlüğüne ya da piyasaların işleyişine göre sınıflandırmayı açık enflasyon ve gizli enflasyon olmak üzere iki ye ayırabiliriz. Açık enflasyon: Kaynağı ister talep fazlası ister maliyet artışları olsun gözle görülebilir, şiddetli fiyat artışları ile ortaya çıkmasıdır. Bu fiyat artışları kümülatif bir hal alırken, otoriteler herhangi bir kontrol mekanizmasını kuramaz, paranın değeri gözle görülebilir ve kontrolsüz olarak düşer ve halk fiyatların yükseleceği beklentisinin içine girer. Gizli enflasyon: Bastırılmış enflasyon da denilen bu ayrımda talep fazlasının olduğu fakat şiddetli fiyat artışları ve genel dengesizliği olmadığı, enflasyonun alınan tedbirlerle baskı altında tutulmaya çalışıldığı yani talep fazlasının azaltılamadığı ancak bastırıldığı durumlarda ortaya çıkmasıdır. Hızına Göre Enflasyon Çeşitleri Sürünen, ılımlı, yüksek ve hiper enflasyon olmak üzere dört guruba ayırabiliriz. Bu tür enflasyon ayrımında sınır değerleri ile ilgili kesin ve değişmez bir ayrım yapmak mümkün değildir. Sürünen enflasyon: Fiyat artışlarının oldukça düşük olduğu enflasyon beklentisinin oluşmadığı enflasyon süreci olarak tanımlanır. Sürünen enflasyon için kesin bir oran belirlenemese de, zamana ve mekâna göre değişiklik gösterse de, bu türden bir enflasyonun zararlı bir etkisi yoktur. Aynı zamanda bu tür bir enflasyonda olumlu sonuçlardan bile söz edilebilir. Ilımlı enflasyon: Enflasyon oranının iki haneli rakamlara ulaşmadığı yılda % 1 - % 10 arasın da kalan, ancak halkın açıkça etkilerini hissettiği ve enflasyonist beklentilerin oluştuğu bir süreçtir. Yüksek ya da dörtnala enflasyon: Bu tür enflasyon da oran yılda % 10- % 200 arasındadır. Yüksek enflasyon ekonomiyi zarara uğratan, piyasaların işleyişini zorlaştıran, gelecekle ilgili kararların belirsizliğini arttıran ve paranın değer ölçüsü ve tasarruf aracı olma özelliklerini zayıflatan oranda bir enflasyondur. Hiper enflasyon: Fiyat artışlarının aylık % 50’ ye ya da yıllık % 1000’i aşan ve paranın bütün fonksiyonlarını yitirdiği çok yüksek oranlı enflasyondur. Devletin herhangi bir karşılığı olmaksızın para basması veya kamu harcamalarını para basarak finanse etmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Uygulamada hiper enflasyonların daha çok savaşlardan sonra ortaya çıktığı görülmüştür. 72 www.hedefaof.com Enflasyonun tanımı, türleri ve çeşitlerini ayrıntılı olarak inceleye bilmek için bknz; Kemal Yıldırım, Doğan Karaman ve Murat Taşdemir, Makro Ekonomi, Seçkin Yayınevi, 2012. ENFLASYONLA İLGİLİ DİĞER KAVRAMLAR Çekirdek Enflasyonu Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine yönelik tahmin veren, enflasyonun eğilimini belirleyen ve para politikasının oluşturulmasına yardımcı olan bir göstergedir. Diğer bir deyişle fiyatlarda gözlemlenen tüm geçici etkilerin arındırılması sonucunda fiyatlar genel düzeyindeki artışı ifade eder. Geçici etkilerden arındırabilmek için bazı mal grupları ile fiyat değişmelerine yol açan bir takım unsurların enflasyon endeksinden çıkarılması sonucu oluşan özel kapsamlı fiyat endeksleri ile hesaplanmaktadır. Buradaki amaç fiyatlar genel seviyesindeki değişimi sürekli kılan unsurları tespit etmek ve bunlara yönelik gerçekçi politika kararları alabilmektir. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2005 yılı ocak ayı başlangıç tarihinden itibaren hesaplanıp yayınlanan “Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri” Türkiye’nin çekirdek enflasyon göstergeleridir. Çekirdek enflasyon dışsal etkilere (enerji fiyatlarında artış, mevsimsel koşullar, maliye politikası vb.) daha açık olan ve geçici nitelikler taşıyabilen mal ve hizmetlerin Tüketici Fiyat Endeksi sepetinden çıkarılmasıyla hesaplanır. Bir diğer deyişle, bazı mal grupları ile fiyat değişmelerine yol açan bir takım unsurların Tüketici Fiyat Endeksi kapsamında izlenen sepetten çıkarılması sonucu ulaşılan daha dar kapsamlı bir enflasyon tanımıdır. Enflasyon Hedeflemesi Enflasyon hedeflemesi rejimi, para politikasının fiyat istikrarını sağlamaya ve sürdürmeye yönelik olarak kurumsallaştığı modern bir stratejidir. Bu stareteji önce sayısal bir enflasyon hedefi belirlenir ve bu hedef kamuoyuna duyurulur ve Merkez Bankası belirli bir süre sonunda bu hedefe ulaşacağını taahhüt eder. Böylece Merkez Bankası para politikasının toplum tarafından kolaylıkla anlaşılabilmesini ve izlenebilmesini sağlamaktadır. Enflasyon hedeflemesi rejimi altında merkez bankasının temel politika aracı kısa vadeli faiz oranları olsa da, Merkez Bankası tüm para politikası araçlarını belirlenen enflasyon hedefine ulaşmaya yönelik olarak kullanır. Gelecekteki enflasyona ilişkin öngörülerin enflasyon hedefinden önemli ölçüde sapma gerçekleştiğinde bu sapmanın nedenine göre, Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranlarına ilişkin aldığı kararlarla yeniden uyumu sağlamaya çalışır. 2001 yılında 2011 sayılı TCMB Kanununda yapılan değişiklikle TCMB’ nin temel amacı fiyat istikrarını sağlamak olarak belirlenirken, enflasyon hedefinin de hükümet ile belirlenmesi kanunlaşmıştır. Türkiye’de enflasyon hedeflemesine geçilmeden önce, TCMB, enflasyon hedeflemesi rejiminin ön koşulları sağlanıncaya kadar enflasyonun belirli bir düzeye düşürülmesi hedeflenmiştir. Önce parasal büyüklükler üzerine hedefler konularak başlanmış ve para politikası 2002-2005 yılları arasında örtük enflasyon hedeflemesi çerçevesinde uygulanmıştır. Bu yıllar arasında uygulanan örtük enflasyonla dört yıl üst üste konulan enflasyon hedeflerine ulaşılarak TCMB’nın enflasyon hedeflemesi rejimi için deneyim kazanmasına yardımcı olurken para politikalarına güveni artırmıştır. Enflasyon hedeflemesi rejiminin ön koşullarının büyük ölçüde oluşması ve gerekli güvenin önemli derecede alınması sonucu Türkiye, 2006 yılı başında “enflasyon hedeflemesi rejimi”ni uygulamaya başlamıştır. Aşağıdaki tablo 4,1’de Türkiye’de 2002 - 2012 yılları arasındaki enflasyon hedef ve gerçekleşmeleri görülmektedir. 73 www.hedefaof.com Tablo 4.1: Türkiye’de Enflasyon (TÜFE) Hedef ve Gerçekleşmeleri (%) Yıllar 2002 2003 Hedef 35 20 29,7 18,4 Gerçek leşme 2004 2005 2006 2007 2008 12 8 5 4 4 9,3 7,7 9,7 8,4 10,1 2009 7,5 6,5 2010 2011 2012 6,5 5,5 5 6,4 10,5 - Kaynak: www.tcmb.gov.tr 2006 yılında başlayan enflasyon hedeflemesi rejimi uygulaması sonucu 2007, 2008 ve 2011 yılların da hedefin üzerinde bir gerçekleşme olurken, 2009 ve 2010 yıllarında hedefin altında bir enflasyon gerçekleşmesi gözlenmiştir. Çekirdek enflasyonu ve Enflasyon hedeflemesi ile ilgili daha fazla bilgi için; www.tcmb.gov.tr. adresine bakabilirsiniz. FİYAT ENDEKSLERİ Fiyat Endeksinin Tanımı Enflasyon oranı, fiyatlar genel düzeyinde belirli bir zaman diliminde meydana gelen değişme oranıdır. Bu oran fiyat endekslerinden yararlanılarak bulunur. Yani ekonomideki tüm fiyatların ortalamasını yansıtan fiyat düzeyi bir endeksle ölçülür. Endeks, belirli bir olaya ait değerlerin zaman içinde ortaya çıkan değişimini ölçmeye yarayan ve 100’den başlayan bir sayıdır. Endeks temel dönemde 100’e eşittir. Gelen dönemlerin 100’ e göre değişimini göstermektedir. Fiyat endeksi, seçilmiş mal ve hizmetlerin ortalama fiyatlarının belli bir döneme göre değişimini ölçer. Endeks oluşturmak için ilgili piyasaya göre bu piyasayı temsil eden bir mal ve hizmet sepeti oluşturulur. Bu sepet içerisinde yer alan maddelerin fiyatları dönemsel olarak izlenir. Fiyat endeksleri, fiyatların izlendiği mal ve hizmet piyasasına göre isimlendirilir. Enflasyon, piyasada seçilmiş mal ve hizmetlerin ortalama fiyatlarının dönemsel değişimini gösteren fiyat endeksleri ile hesaplanmaktadır. Fiyat Endeksiyle ilgili olarak daha ayrıntılı bilgi için http://www.tuik. gov.tr adresini ziyaret edebilirsiniz. Endeks hesaplamasında, endeksin cinsine ve kapsamına göre farklı yöntemler kullanılır. Endeksler,yer ve zaman endeksleri, sabit ve değişken esaslı endeksler, basit ve bileşik endeksler olarak sınıflandırılabilir. Fiyat Endeksinin Hesaplanması Her ülkede her yıl binlerce çeşit mal ve hizmet üretilmektedir. Bu mal ve hizmetlerin fiyat düzeylerindeki değişimlerini izlemek için farklı fiyat endeksleri ortaya çıkmıştır. Bunlar içerisinde en yaygın olanları; tüketici fiyat endeksi (TÜFE) ve üretici fiyat endeksi (ÜFE) dir. Bir diğer endeks de Gayrisafi Yurtiçi Hasıla Deflatörüdür. Türkiye’de fiyat endeksi, Türkiye istatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 74 www.hedefaof.com hesaplanmaktadır. Fiyat endekslerinin hesaplanabilmesi için gerekli temel değişkenler bulunmaktadır. Bunlar aşağıdaki gibi başlıklar altında sıralanmaktadır. Mal ve Hizmet sepeti: Madde sepeti olarak da adlandırılan fiyatların dönemsel olarak izlendiği belirli bir mal ve hizmet listesidir. Seçilen mal ve hizmetler tür, miktar ve kalite olarak tanımlanır ve güncelliği sağlanır. Temel Yıl Ağırlıkları: Seçilmiş mal ve hizmetlerin toplam sepet içerisindeki değerlerine bağlı olarak aldıkları paydır. Temel Yıl Fiyatları: Temel yıl endeksin daha sonraki dönemlerle karşılaştırıldığı yıldır. Mal ve hizmetlerin temel yıla ait 12 aylık ortalama fiyatlarına ise temel yıl fiyatları denir. Cari Fiyatlar: Mal ve hizmetlerin ilgili dönemde yürürlükte olan fiyatlarına denir. Hesaplanan aya ait endeks sayıları ve endeks sayılarındaki değişim oranları bir sonraki ayın üçüncü gününde yayınlanan “Tüketici Fiyatları Endeksi Haber Bülteni” ve “Üretici Fiyatları Endeksi Haber Bülteni” ile kamuoyuna duyurulmaktadır. İlgili bültenler 3. günün cumartesi olması durumunda 2.gün, pazar olması durumunda ise 4. gün yayımlanmaktadır. Bu haber bültenlerinde endeks sayılarının bir önceki aya göre değişim oranı, bir önceki yılın aralık ayına göre değişim oranı, bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı ve on iki aylık ortalamalara göre veriler kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu, fiyat endeksleriyle ilgili olarak her ay dört oran açıklamaktadır. Bunlar aşağıdaki gibi başlıklar altında açıklanmaktadır. Aylık Değişim Oranı: Fiyat endeksi serisinde son ayın endeksinin bir önceki ayın endeksine göre yüzde değişimidir. Aylık değişim oranını şu şekilde hesaplayabiliriz; π( ) ×100-100 Burada; π :enflasyon oranı,: endeks değeri, t: cari ay ve t-1: bir önceki ay’ı sembolize etmektedir. Bir Önceki Yılın Aralık Ayına Göre Değişim Oranı: Yılın ilk ayından itibaren fiyatlar genel düzeyinin ortalama değişimidir. Bir önceki yılın aralık ayına göre değişim oranını şu şekilde hesaplayabiliriz. π ( ) ×100-100 Burada; π :enflasyon oranı,: endeks değeri, t: cari ay ve A: bir önceki ayın aralık ayını sembolize etmektedir. Geçen Yılın Aynı Ayına Göre Değişim Oranı: Hesaplanmak istenilen aydaki fiyatlar genel düzeyinin, geçen yılın aynı ayındaki fiyatlar genel düzeyine göre değişimidir. Geçen yılın aynı ayına göre değişim oranını şu şekilde hesaplayabiliriz; π ( ) ×100-100 Burada; π :enflasyon oranı,: endeks değeri, t: cari ay ve t-12: bir önceki yılın aynı ayını sembolize etmektedir. On iki Aylık Ortalamalara Göre Değişim Oranı: Son on iki ayın endeks rakamı ortalamasının, bir önceki on iki aylık endeks rakamı ortalamasına oranı olarak ifade edilmektedir. Bu değişim oranı, cari aya ait endeks değeri dahil geriye dönük 12 aya ait endekslerin ortalamasının ( ) bir önceki 12 aylık endeksler ortalamasına ( ) oranlamasıyla bulunmaktadır. π ( ) ×100-100 75 www.hedefaof.com Burada; π :enflasyon oranı,d1: geriye dönük 12 aya ait endekslerin ortalaması, d2: bir önceki 12 aylık endeksler ortalamasını sembolize etmektedir. Türkiye’de ilk fiyat endeksinin adı nedir ve ne zaman yayınlanmıştır? Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) Tüketici Fiyatları Endeksinin amacı, hane halkları tarafından belirli bir ihtiyacı karşılamak amacıyla satın alınan mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyindeki değişimini ölçmektir. Ekonomilerde cok sayıda mal ve hizmet üretildiği için bunların hepsinin fiyatlarının izlenmesi imkânsızdır. Bu yüzden hane halklarının yaptıkları tüketim harcamaları içinde en fazla paya sahip olan mal ve hizmetler kapsama alınmaktadır. Tipik bir hane halkının yaşam maliyetinin göstergesi olarak da değerlendirilir. Tüketici Fiyatları Endeksi, hane halklarının tüketimine yönelik mal ve hizmet fiyatlarının zaman içindeki değişimini ölçmektedir. Tüketici Fiyatları Endeksi’nin hesaplanmasın da kullanılan temel yıllar,1955, 1958, 1968, 1978, 1987, 1994 ve 2003 yıllarıdır. En son temel yıl olan ve bugünkü hesaplamalarda da kullanılan 2003 temel yıllı TÜFE, harcama yapan kişilerin uyruğuna ve yurt içinde yerleşik olup olmadığına bakılmaksızın Türkiye’de yapılan tüm nihai parasal tüketim harcamalarını kapsamaktadır. Endekste tüm il merkezlerinden ve 74 ilçeden fiyat derlenmektedir. Ayda 27.500 işyerinden 375.000 fiyat derlenmekte ve 4176 kiracı endeks kapsamında takip edilmektedir. TÜİK'in internet sitesinde yer alan duyuruya göre, 2012 yılı Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) hesaplamalarında, 2011 yılı Aralık ayı temel alınarak, “Ulusal Hesaplar Sınıflaması”nın alt çalışması olan “Amaca Yönelik Bireysel Tüketim Sınıflaması”na (COICOP) göre grup ve madde ağırlıkları güncellenmiştir. 2012 yılın da, 444 ürün, 1169 ürün çeşidi, 27 500 işyeri ve 4 176 konuttan her ay yaklaşık 375 000 fiyat derlenerek hesaplama yapılacaktır.2012’den itibaren ay içerisinde derlenen tüm fiyatların geometrik ortalaması alınarak aylık ortalama fiyat hesaplanacaktır. Tüketici Fiyatları Endeksi ile hesaplanan enflasyon sonuçları, ekonomide aşağıdaki konularda karar alıcılara yol gösterici rol oynamaktadır. Bunlar; • Makroekonomik anlamda enflasyonun ölçmesinde, • Uluslararası enflasyon karşılaştırılmasında, • Ekonomi politikalarının belirlenmesinde, • Reel verilerin elde edilmesinde, • Ücret ve fiyat ayarlamasında, • Fiyat analizlerine gösterge olması, • Kira artış tespitlerine yardımcı olması, olarak sıralanmaktadır. Seçilmiş hane halklarına hangi mal ve hizmetleri hangi ağırlıkla kullandıkları anket uygulamasıyla sorularak hane halklarının bütçelerinde yer alan mallar ve hizmetlerin neler olduğu ve bunların bütçelerinde ne kadar ağırlık tuttuğu belirlenir. Bu mal ve hizmetler ve ağırlıklarıyla bir sepet oluşturulur. Her yılın aralık ayında güncellenir. Tüketici Fiyatları Endeksi hesaplamasında ele alınan ana guruplar ise; • Gıda ve Alkolsüz içecekler • Alkollü içecekler ve tütün • Giyim ve ayakkabı • Konut • Ev eşyası • Sağlık 76 www.hedefaof.com • Ulaştırma • Haberleşme • Eğlence ve kültür • Eğitim • Lokanta ve oteller • Çeşitli mal ve hizmetler, olarak sıralanmaktadır. Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) Devlet İstatistik Enstitüsü(TÜİK), 2005 yılı başına kadar “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE)” hesaplanmış ve bu hesaplamalarda 4 ana sektör altında 31 alt sektör ve 678 madde dikkate alınmıştır. Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE) ülke ekonomisinde, üretim faaliyetlerinde yer alan maddelerin sektörler itibariyle fiyat değişimini ölçer ve üretimdeki tüm sektörlerde faaliyet gösteren ve üretimin büyük kısmını kapsayan firma, kurum, kuruluş, belediyeler, borsa, birlik, hal ve kooperatiflerin üretimi ve satış değeri alınırdı. Üretilen ürün çeşitlerinin 1994’e göre farklılaşması ve artması, üretimde yeni işyerlerinin yer alması veya mevcut olanların kapanması, endekse ait fiyat ve ağırlıkların referans dönemlerinin eskimesi ve AB’ye uyum çerçevesinde “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE)” yerine, “Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)” ne geçilmiştir. 2005 yılı ocak ayından itibaren “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi(TEFE)”, “Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)” şeklinde hesaplanmaya ve açıklanmaya başlanmıştır. Her iki endeks arasında temel alınan yıl, fiyat ve derlenen birimler arasında farklılıklar bulunmaktadır. “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE)” nin temel yılı 1994,”Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)”nin 2003 yılıdır. “Toptan Eşya Fiyatları Endeksi”nde fiyatlar, üreticilerin yanı sıra toptan satış noktalarından da derlenmektedir. Üretici Fiyatları Endeksi’nde fiyatların özellikle üreticilerden derlenmesi esastır. “Üretici Fiyatları Endeksi” ülke ekonomisinde üretimi yapılan ve yurt içi satışa konu olan ürünlerin genel fiyat düzeylerindeki değişimin ölçülmesidir. Fiyatlara KDV gibi vergiler dahil edilmeyip sadece peşin üretici fiyatları dikkate alınmaktadır. Üretici fiyatları endeksi, üretim aşamasındaki fiyat değişimlerini ölçmesi ve uluslararası endekslerle karşılaştırma ve uyum sağlanması amacıyla siyasiler ve ekonomistlerin önem verdiği bir endekstir. Türkiye genelinde devlet ve özel sektör ayrımı yapılmaksızın Üretici Fiyatları Endeksi kapsamıtarım ve sanayi sektörü olmak üzere iki ana gruptan oluşur. Üretici fiyatları endeksinde tarım, avcılık, ormancılık ve balıkçılık sektörlerinde faaliyet gösteren üreticilerin yetiştirdiği ve piyasaya arz ettiği ürünlerin ilk el satış fiyatları izlenmektedir. Sanayi sektörüne ilişkin ürünlerin fiyatları da doğrudan sanayi sektöründeki üretici firmalardan alınmaktadır. Temel veri kaynağı olarak ulusal hesaplar, sanayi ve tarıma ilişkin ürün ve üretim istatistikleri ve Üretici Fiyatları Endeksi anketi kullanılmaktadır. Fiyat verileri anket yoluyla derlenmektedir. NACE sınıflamasında üçlü grup ve daha üst düzey ağırlıkları ulusal hesaplar sisteminden elde edilmektedir. Ürün ve ürün grupları ağırlıkları ise sanayi üretim anketi, yıllık ürün (Prodcom) istatistikleri, tarımsal istatistiklerden elde edilmektedir. Fiyatlar, anket yolu ile derlenmektedir. Anketler faks veya e-posta yolu ile gönderilmektedir. ÜFE’de sanayi kapsamında yer alan maddelerin her ayın 5,15 ve 25. günlerindeki fiyatları derlenmektedir. Tarım ürünlerinin ise ayın 25. gününe kadar olan fiyatları kapsanmaktadır. Ürün sepetinin ve ağırlıklarının güncellemesi, her yılın sonunda yapılmakta ve zincirleme “Laspeyres” formülü ile seri devam ettirilmektedir. Her yıl Aralık ayı itibarı ile yeni maddeler endekse dahil edilmekte ve yeni ağırlıklar endeks hesabında kullanılmaktadır. Cari fiyatların, “yeni fiyat referans dönemi (Po)” olan bir önceki aralık ayının fiyatlarına bölünmesiyle, endeks hesaplanmakta ve aralık ayı endeksi ile çarpılarak zincirleme işlemi yapılmaktadır. 77 www.hedefaof.com “Üretici Fiyatları Endeksi”ne bağlı olarak hesaplanan enflasyon sonuçları, ekonomide çeşitli konularda karar alıcılara yol gösterici rol oynamaktadır. Bunlar; • Ekonomi politikalarının belirlenmesinde, • Ücret ve fiyatların ayarlanmasında, • Üretm ve verimliliğin belirlenmesinde, • Alınacak yatırım kararlarında, • Uluslararası enflasyon karşılaştırmaları, olarak sıralanmaktadır. Her ülkede enflasyon aynı yöntemle mi hesaplanmaktadır? Üretici Fiyatları Endeksi hesaplamasında ele alınan ana guruplar; • Tarım Sektörü • Tarım, avcılık, ormancılık • Balıkçılık • Sanayi Sektörü • Madencilik ve taş ocakçılığı • İmalat sanayi • Elektrik gaz ve su sektörleri “Üretici Fiyatları Endeksi” hesaplamasında ele alınan ana gruplar dışında kalan, inşaat, toptan ve parekende ticaret, otel ve lokantalar, ulaştırma, depolama, haberleşme, mali aracı kuruluşların faaliyetleri, eğitim, sağlık işleri ve sosyal hizmetler gibi ticaret ve hizmet faaliyetlerinde yer alan sektörler endekste kapsanmamaktadır. Ticaret ve hizmet sektörlerinde, ilgili hizmetlerin standart tanımının yapılıp fiyatının belirlenmesi zorluğundan dolayı “1981 = 100, 1987 = 100 ve 1994 = 100” temel yılı “Toptan Eşya Fiyatları” ve “2003 = 100” Üretici Fiyatları Endekslerinde bu sektörler kapsanmamıştır. Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla Deflatörü Bir ekonomide üretilen tüm malları ve hizmetleri içeren, oldukça geniş kapsamlı bir fiyat endeksidir. Temel alınan yıl ile ölçümü yapılan yıl arasındaki fiyat değişiminin bir ölçüsüdür. Diğer endekslerden farkı, daha geniş bir mal guruplarının fiyatını ölçmesi, yalnızca yurt içerisinde üretilen mallar ve hizmetleri değerlendirmesi ve ekonomide üretilen malların bileşimindeki değişmeyi endekse yansıtmasıdır. Deflatör, temel alınan yıl ile cari yıl arasındaki fiyatlar genel seviyesindeki değişimi verir. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla deflatörü, belirli bir yılın nominal GSYİH’nin aynı yılın reel GSYİH’ne oranıdır. Nominal GSYİH’de artış iki şekilde gerçekleşebilir, üretimin miktar olarak artmasından ve piyasa fiyatlarındaki bir artıştan kaynaklanmaktadır. Burada önemli olan üretimin miktar olarak (kantitatif) artmasıdır. Bu yüzden nominal GSYİH’nın deflate edilmesi, yani fiyat artışlarının etkisinden arındırılması gerekmektedir. Her üç endeksin gösterdiği oranlar birbirinden farklı olabilir. Bunun nedeni ise; endekslerin içerdiği mal ve hizmetler ile bunlara verilen ağırlıkların farklı olmasıdır. Fakat her üç endeksin ölçtüğü fiyat düzeyi ve enflasyon oranlarının birbirine yakın değerler olduğu da unutulmamalıdır. 78 www.hedefaof.com Tablo 4.2: 1980-2010 Fiyat Endeksleri (2003=100) Yıllar Endeks Değerleri Enflasyon Oranları TÜFE ÜFE GSYH Deflatörü TÜFE ÜFE GSYH Deflatörü 1980 12 12 10 115,6 107,2 88,1 1990 0,13 0,16 0,18 60,3 52,3 58,6 1994 1,24 1,38 1,58 106,3 120,4 106,4 2000 36,79 33,60 38,62 54,3 51,4 49,2 2001 56,63 54,31 59,03 53,9 61,6 52,8 2002 82,00 81,52 81,12 44,8 50,1 37,4 2003 100,00 100,00 100,00 21,9 22,7 23,3 2004 108,60 114,57 112,40 8,6 14,6 12,4 2005 117,48 121,32 120,36 8,2 5,9 7,1 2006 128,76 132,64 131,59 9,6 9,3 9,3 2007 140,03 141,01 139,78 8,8 6,3 6,2 2008 154,66 158,94 156,55 10,4 12,7 12,0 2009 164,32 160,91 164,83 6,3 1,2 5,3 2010 178,40 174,61 175,53 8,6 8,5 6,5 Kaynak: Yıldırım, (2012) ve DPT Ekonomik ve Sosyal Göstergeler. Tablo 4.2’de 1980-2010 yılları arasından seçilmiş bazı yılların, TÜFE, ÜFE ve GSYH Deflatör endeks ve enflasyon oranları verilmiştir.2003 yılı kullanılan en son temel yıl olduğu için 2003 yılı temel yılına göre hesaplanmıştır.(2003= 100) Gösterimi 2003 yılının temel yıl olduğunu ifade etmektedir. Tüketici Fiyatları Endeksi ve Üretici Fiyatları Endeks değerlerinden yararlanarak Tüketici Fiyatları Endeksi ve Üretici Fiyatları Endeksi enflasyon oranlarını elde edebiliriz. Fiyat düzeyinde bir dönemden diğer döneme ortaya çıkan yüzde değişme olarak tanımladığımız enflasyon oranını bulmak için aşağıdaki formülü kullanabiliriz. Burada: πenflasyon oranını, ; t yılındaki fiyat düzeyini, ; t yılından bir önceki yılın fiyat düzeyini sembolize etmektedir. ×100 Tablo 4,2’deki 2009 yılı “TÜFE” değerinden yararlanarak Tüketici Fiyatları Endeksi enflasyon oranını hesaplayabiliriz. = 2009 yılı, TÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yıl = 2009 yılı, TÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yılın endeks değeri 79 www.hedefaof.com = 2008 yılı, TÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yılın bir önceki yılının endeks değeri, 100 ile çarpımı da sonucun % değeri ile ifadesini sağlamaktadır. = 164,32 = 154,66 bulunur. formülde Tablo.4.2 den yararlandığımız verileri yerine koyduğumuzda; ×100 ×100 0,06245 ×100 6,2 olarak hesaplanır. Sonucu Tablo.4.2’den kontrol edebiliriz. Tüketici Fiyatları Endeks değerinden yararlanarak hesaplanan 2009 yılı Tüketici Fiyatlarına göre enflasyon oranı % 6,2 olarak gerçekleşmiştir. Aynı yolu izleyerek Tablo.4,2’deki 2009 yılı ÜFE değerinden yararlanarak “Üretici Fiyatları Endeksi” enflasyon oranını hesaplayabiliriz. = 2009 yılı, ÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yıl, = 2009 yılı, ÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yılın endeks değeri, = 2008 yılı, ÜFE enflasyon oranının hesaplanacağı yılın bir önceki yılının endeks değeri, 100 ile çarpımı da sonucun % değeri ile ifadesini sağlamaktadır. = 160,91 = 158,94 bulunur. formülde Tablo.4.2 den yararlandığımız verileri yerine koyduğumuzda; ×100 ×100 0,01239 ×100 1,2 olarak hesaplanır. Sonucu Tablo 4,2’den kontrol edebiliriz. Üretici Fiyatları Endeks değerinden yararlanarak hesaplanan 2009 yılı Üretici Fiyatlarına göre enflasyon oranı % 1,2 olarak gerçekleşmiştir. Tablo. 4.2’den 2009 yılı GSYH deflatörü endeks değerinden yararlanarak, GSYH deflatörü enflasyon oranını hesaplayabiliriz. × 100 × 100 = 0,05289 ×100 = 5,3dir 80 www.hedefaof.com Özet Hesaplanan aya ait endeks sayıları ve endeks sayılarındaki değişim oranları bir sonraki ayın üçüncü gününde yayınlanan ‘Tüketici Fiyatları Endeksi Haber Bülteni’ ve ‘Üretici Fiyatları Endeksi Haber Bülteni’ ile kamuoyuna duyurulmaktadır. İlgili ayın 3. günün cumartesi olması durumunda 2.gün, pazar olması durumunda ise 4. gün yayınlanmaktadır. Bu haber bültenlerinde endeks sayılarının bir önceki aya göre değişim oranı, bir önceki yılın aralık ayına göre değişim oranı, bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı ve on iki aylık ortalamalara göre veriler kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Enflasyon ve fiyat endeksi bir ekonominin en önemli ekonomik göstergelerinden birisidir. Enflasyon fiyatların genel olarak ve sürekli bir yükselme eğiliminde olmasıdır. Enflasyonun ortaya çıkış nedenleri ekonominin yapısına göre farklılık göstermektedir. Enflasyonun ortaya çıkış şekline göre kaynakları farklıdır. Bu durumda; talep enflasyonu, maliyet enflasyonu ve fiyat enflasyonu gibi türleri karşımız çıkmaktadır. Enflasyonun maliyeti, hem ekonomik hem de sosyal açılardan etkili olmaktadır. Enflasyonun maliyet etkilerini ortadan kaldırabilmek için, bir ekonomide fiyat istikrarının sağlanması gerekmektedir. Aynı zamanda enflasyon oranını düşürmeye yönelik izlenecek politikalar en az maliyetle gerçekleştirebilmelidir. Enflasyon üç farklı endekse göre hesaplanabilir. Birincisi temel alınan yıl ile ölçümü yapılan yıl arasındaki fiyat değişiminin bir ölçüsü ve ekonomide üretilen tüm malları ve hizmetleri içeren, oldukça geniş kapsamlı bir fiyat endeksi olan Gayrisafi Yurtiçi Hasıla Deflatörü’dür. İkincisi ülke ekonomisinde üretimi yapılan ve yurt içi satışa konu olan ürünlerin genel fiyat düzeylerindeki değişimin ölçen, Fiyatlara vergilerin dahil edilmeyip sadece peşin üretici fiyatlarının dikkate alındığı, üretim aşamasındaki fiyat değişimlerini ölçmesinin yanı sıra uluslararası endekslerle karşılaştırma ve uyum sağlaması amacıyla siyasiler ve ekonomistlerin önem verdiği Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)dir. Üçüncü endeks ise, hane halkları tarafından belirli bir ihtiyacı karşılamak amacıyla satın alınan mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyindeki değişimini ölçen, tüm nihai parasal tüketim harcamalarını kapsayan ekonomide çoğunluğu ilgilendiren Tüketici fiyatları endeksi(TÜFE)dir. En son kullanılan temel yıl 2003 yılıdır. Enflasyonun ekonomiye olan maliyetinin yanı sıra enflasyon oranını düşürmenin de ayrı bir maliyeti vardır. Önemli olan enflasyon oranını yönelik izlenecek politikalar düşürmeye sonucunda en az maliyetle gerçekleştirebilmektir. Görünürlüğüne ya da piyasaların işleyişine göre enflasyonu sınıflandırırken açık enflasyon ve gizli enflasyon olmak üzere iki ye ayırabiliriz. Hızına göre enflasyon çeşitleri ise sürünen, ılımlı, yüksek ve hiper enflasyondur. Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine yönelik tahmin veren, enflasyonun eğilimini belirleyen ve para politikasının oluşturulmasına yardımcı olan bir göstergedir. Enflasyon hedeflemesi rejimi ise, para politikasının fiyat istikrarını sağlamaya ve sürdürmeye yönelik olarak kurumsallaştığı modern bir stratejidir. Türkiye, 2006 yılı başında “enflasyon hedeflemesi rejimi”ni uygulamaya başlamıştır. Her üç endeksin gösterdiği oranlar az çok birbirinden farklı olabilir. Çünkü içerdiği mal ve hizmetler ile bunlara verilen ağırlıklar farklıdır. Fakat her üç endeksin ölçtüğü fiyat düzeyi ve enflasyon oranı birbirine yakın değerler olmalıdır. Ekonomideki tüm fiyatların ortalamasını yansıtan fiyat düzeyi bir endeksle ölçülür. Endeks, belirli bir olaya ait değerlerin zaman içinde ortaya çıkan değişimini ölçmeye yarayan ve 100’den başlayan bir sayıdır. Fiyat endekslerinin hesaplanabilmesi için gerekli temel değişkenler; Mal ve hizmet sepeti, temel yıl ağırlıkları, temel yıl fiyatları ve cari fiyatlardır. 81 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi belli bir malın ya da hizmetin tek başına artması değil fiyatlar genel düzeyinin sürekli bir artış göstermesini ifade eder? 6. Aşağıdakilerden hangisi fiyat endekslerinin hesaplanabilmesi için gerekli temel değişkenlerden biri değildir? a. Enflasyon hedeflemesi a. TÜFE b. Mal ve hizmet sepeti b. ÜFE c. Temel yıl ağırlıkları c. Enflasyon d. Temel yıl fiyatları d. Mal ve hizmet sepeti e. Cari fiyatlar e. Cari fiyatlar 7. Aşağıdakilerden hangisi fiyat endeksi serisinde son ayın endeksi bir önceki ayın endeksine göre yüzde değişimini gösterir? 2. Aşağıdakilerden hangisi enflasyonun nedenlerinden biri değildir? a. Toplam üretimin azalması b. Üretim maliyetlerinin artması a. Bir önceki yılın aralık ayına göre değişim oranı c. İthal mallarının fiyatının yükselmesi b. Aylık değişim oranı d. Tedavüldeki para arzının azalması c. Bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı e. Tüketici gelirindeki artışın talebi artırması d. On iki aylık ortalamalara göre değişim oranı 3. Aşağıdakilerden hangisi para arzındaki artışın tüketimi arttırması sonucunda çıkan enflasyon türüdür? e. Yıllık değişim oranı 8. Aşağıdakilerden hangisi en son kullanılan temel yıldır? a. Talep enflasyonu a. 1968 b. Maliyet enflasyonu b. 1978 c. Fiyat enflasyonu d. Acık enflasyon c. 1987 e. Gizli enflasyon d. 1994 4. Aşağıdakilerden hangisi üretim faktörlerinin bir veya birkaçının fiyatlarındaki artışların ürün lerin fiyatlarına yansıtılması sonucunda ortaya çıkan enflasyon türüdür? e. 2003 9. Aşağıdakilerden hangisi TÜFE hesaplamasında ele alınan ana gruplardan biri değildir? a. Eğitim a. Açık enflasyon b. Haberleşme b. Maliyet enflasyonu c. Giyim ve ayakkabı c. Fiyat enflasyonu d. Balıkçılık d. Gizli enflasyon e. Sağlık e. Talep enflasyonu 10. Aşağıdakilerden hangisi ÜFE hesaplanmasında ele alınan ana guruplardan biri değildir? 5. Aşağıdakilerden hangisi fiyat artışlarının oldukça düşük olduğu enflasyon beklentisinin oluşmadığı enflasyon süreci olarak tanımlanır? a. Madencilik ve taş ocakçılığı a. Gizli enflasyon b. İmalat sanayii b. Yüksek enflasyon c. Ulaştırma c. Ilımlı enflasyon d. Balıkçılık d. Hiper enflasyon e. Tarım, avcılık ve ormancılık e. Sürünen enflasyon 82 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 3 Türkiye’de ilk fiyat endeksi 1914 yılında Osmanlı döneminde İstanbul il merkezinden derlenen 26 maddenin parekende fiyatlarıyla ağırlıksız olarak ‘Hayat Pahalılığı Endeksi’ hesaplanmıştır. 1. c Yanıtınız yanlış ise “Enflasyon ve Nedenleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. d Yanıtınız yanlış ise “Enflasyon ve Nedenleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 4 Her ülkede enflasyon fiyat endekslerinden yararlanarak hesaplanmaktadır. Fiyat endeksleri uluslararası standartlarla belirlenmiş yöntemlerle oluşturulmaktadır. Ülkeler arasında kapsam farklılıkları olsa bile genel standartlar açısından aynı yöntemler izlenmektedir. 3. a Yanıtınız yanlış ise “Kaynaklarına Göre Enflasyon” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. b Yanıtınız yanlış ise “Kaynaklarına Göre Enflasyon” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. e Yanıtınız yanlış ise “Enflasyon Çeşitleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Yararlanılan Kaynaklar Çepni, E. (2007). Ekonomik Göstergeler ve İstatistikler Rehberi. Ankara: Seçkin Yayınevi. 6. a Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Çolak, Ö.F ve Aktaş, A. (2010). Makro Ekonomik Göstergelerin Yorumlanması. Ankara: Elif yayınevi. 7. b Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. e Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Yıldırım, T., Karaman, D. ve Taşdemir, M. (2012) Makro Ekonomi. Ankara: Seçkin Yayınevi 9. d Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. TÜİK. Fiyat Endeksleri ve Enflasyon. Sorularla Resmi İstatistikler Serisi 3 10. c Yanıtınız yanlış ise “Fiyat Endeksleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. TÜİK, Enflasyon hedeflemesi Rejimi www.tcmb.gov.tr http://www.tuik.gov.tr Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 www.dpt.gov.tr Fiyatlar genel düzeyi, piyasada alım-satıma konu olan mal ve hizmetlerin belirli bir dönemdeki (belirli bir ay veya yıldaki) ortalama fiyatlarıdır. Piyasadaki fiyat değişimini izleyebilmek için seçilen mal ve hizmetlerin fiyatları, aynı mal ve hizmete ait daha önceki dönemin ortalama fiyatları ile karşılaştırılmaktadır. Sıra Sizde 2 Bir ekonomide enflasyon oranı bireylere ve firmalara tüketim, tasarruf ve yatırım kararlarında, uzun vadeli planlar yapmalarında önemli bir yol gösterici etkiye sahiptir. 83 www.hedefaof.com 5 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Paranın tanımı ve fonksiyonlarını tanımlayabilecek, Para arzı türlerini kavrayabilecek, Para politikasının amaç ve araçlarının neler olduğunu açıklayabilecek, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının görev ve yetkilerini sıralayabilecek, Bankanın görevlerini ifade edebilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Para Arzı Reeskont Oranı Baz Para Zorunlu Karşılık Para Çarpanı Açık Piyasa İşlemi Kaydi Para Banka İçindekiler Giriş Paranın Tanımı ve Fonksiyonları Para Arzı Para Politikası Amaç ve Araçları Merkez Bankacılığı ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Bankacılık 84 www.hedefaof.com Para ve Bankacılık GİRİŞ Para toplumdaki ekonomik orgaizasyonun en temel unsurlarından biridir. Günümüz ekonomilerinin en belirgin özelliklerinden işbölümü ve uzmanlaşma, paranın fonksiyonlarını tam olarak yerine getirebilme derecesine bağlıdır. Para nedir? Bu sorunun yanıtını kısaca, “bir ödeme veya mübadele aracıdır” olarak verebiliriz. Para aynı zamanda reel ve nominal büyükler arasında bir köprü oluşturmaktadır. Enflasyonun anlaşılması ve kontrol edilmesinde de para çok önemlidir. Bir ekonomide para arzının belirlenmesi ve kontrol edilmesi farklı yöntemler ve araçlar kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Geçmişte deniz kabukları, altın, gümüş, tahıl, vb maddeler para olarak kullanılmış ve para tanımı içinde yer almıştır. Günümüzde ise, dolaşımdaki madeni ve kağıt paralar ile üzerine çek yazılabilir mevduatlar (vadesiz) para olarak kabul edilmektedir. Bunların toplamından oluşan ve “M1” olarak ifade edilen büyüklük de, para arzının temel ölçüsüdür. Ancak ödemeler sisteminde meydana gelen gelişmelere bağlı olarak, “M2” ve “M3” gibi daha geniş kapsamlı ve paranın mübadele aracı olma dışındaki özelliklerini de kapsayan, farklı para arzı tanımları yapılmaktadır. Para arzında meydana getirilecek değişikliklerin başta fiyatlar genel düzeyi olmak üzere bir çok değişken üzerinde etkili olduğu kabul edilmektedir. Para politikası, bağımsızlık derecesine bağlı olarak ülkeden ülkeye değişmekle birlikte hükümetten ayrı bir merkez bankasınca yürütülmektedir. Merkez bankasının para politikasını uygulamada kullandığı temel araçlar; açık piyasa işlemleri, reeskont politikası ve zorunlu karşılıklardır. Merkez bankası belirlediği amaç veya amaçlara ulaşabilmek için bu araçları kullanarak para arzında artış veya azalış yönünde değişiklik yaratabilir. Para arzının yaratılması sürecinde bankalarda yer almaktadır. Bankalar, mevduatlar ve krediler aracılığı ile para yaratmakta ve ekonominin likiditesini arttırmaktadır. Öyle ki ekonomideki ödeme araçları stokunun büyük bir kısmını merkez bankası değil bankalar sağlamaktadır. Bankalar ekonominin genişleme döneminde kredilerini genişletirken, ekonominin daralma dönemlerinde azaltacaktır. Bankaların kuruluş amaçlarına göre değişik faaliyet alanları olmasına rağmen yerine getirdikleri temel görevler ünite içnde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. PARANIN TANIMI VE FONKSİYONLARI Paranın Tanımı Bugün dünyada uygulanan değişik iktisadi sistemlerden hangisi incelenirse incelensin, hemen hepsinin en önemli özelliği paralı ekonomi oluşlarıdır. İnsanlar çok eski dönemlerden beri parayı bilip kullanmalarına rağmen, paranın ekonomik hayatta oynadığı rolün önemi ancak son zamanlarda insanların dikkatini çekmiştir. Bugünkü ekonomik düzende; üretimin gelişebilmesi, piyasaların genişliğine ve değişim imkanlarına bağlı olduğuna, bunu etkileyen önemli faktörlerden birisinin ise değişim metodu olduğuna göre, “paralı değişim (mübadele)” yönteminin ekonomik etkisinin çok önemli olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir. İnsanlar ilk devirlerde yaptıkları gibi, ürettikleri mal ve hizmetleri bir biriyle değiştirirken paranın aracılığına başvurmayıp trampa (malın-malla değiştirilmesi) yöntemini kullanmaya devam etselerdi, 85 www.hedefaof.com günümüz modern ekonomilerindeki işbölümü ve uzmanlaşma söz konusu olmayacaktı. Trampa’nın güçlükleri insanları sınırlı miktarda alış-veriş yapmak zorunda bırakacak ve dolayısıyla üretimde düşük miktarda olacaktı. Paranın kullanılmadığı bir takas ekonomisinde mübadelenin (değişimin) iki tarafında da mal bulunmalıdır. Bu durumun yol açacağı sayısız güçlükler bulunmaktadır. Bu güçlüklerden birincisi, karşılıklı mal ve hizmet mübadelesinde bulunmak isteyenlerin birbirlerini bulma sorunudur. Değişimin olabilmesi için, birisinin sahip olduğu malı istediği başka bir malla mübadele yani değişim yapabilmesi için, istediği mala sahip olan bir başkasını bulması ve onun da kendi malını trampa etme isteğinin olması gereklidir. Örneğin saçını kestirmek isteyen bir öğretmen, kendisinden ders almak isteyen bir berber bulmalıdır. Takım elbiseye ihtiyacı olan bir tiyatrocu, ancak tiyatro izlemek isteyen bir terzi bulabilirse bu ihtiyacını giderebilecektir. Trampadaki ikinci güçlük, malları değiştirme isteği olan iki tarafın olmasına rağmen, değişime konu olacak mallardan birinin bilinmeyen bir mal olması durumunda ortaya çıkmaktadır. Örneğin taraflardan birinin elinde inek, diğerinde ise bir silah olması durumunda, o günkü piyasa koşullarında bir inek bir birim silahtan daha değerliyse, ineğin bölünememesi durumu değişimi olanaksız kılıacaktır. Çünkü ineğin bir uzvunu kesip, değişimi bu şekilde yapmak imkansız olacağından, ineği satın almak isteyen bu alış verişten vazgeçecek ya da karşı tarafında kabul edeceği bir ikinci malı bulup vermek zorunda kalacaktır. Trampa ekonomisinin ortaya çıkardığı üçüncü güçlük ise ortada bir değer ölçüsünün olmamasıdır. Güçlüklerini sıraladığımız trampada, mübadelenin gerçekleşebilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Bunlar; • Karşılıklı mal mübadelesi ya da değişimi yapacak edecek “A” ve “B” gibi iki tarafın bulunması, • A’nın sunduğu malın B’nin aradığı mal olması, • B’nin sunduğu malı, A tarafından talep edilmesi, • A ve B’nin her ikisinin de bu değişimden kârlı çıkacakları düşüncesinde olmasıdır. Yukarıda açıklanan trampanın güçlüklerini ortadan kaldıran paranın; mübadeleleri kolaylaştırması, ekonomik faaliyetlerin gelişmesi, iş bölümü ve uzmanlaşma derecesinin artması üzerinde olumlu etkiler yapmış olduğu kolayca anlaşılacaktır. Günümüzde para; sadece değişimini sağlayan bir araç olarak değil, bütün ekonomik faaliyetleri etkileyen ve hatta temelden değiştiren aktif bir varlık olarak görülmektedir. Modern toplumlarda bütün gelirlerin para ile ifade edilmesi, servet biriktirmenin para şeklinde ortaya çıkması parayla ilgili klasik düşünceleri ve ona karşı davranışları değiştirmiştir. Bu bağlamda paranın reel iktisadi faktörler üzerindeki örtü ve ekonominin reel ilişkilerinden bağımsız olduğu şeklindeki genel kabul değişikliğe uğramıştır. Ortaya çıkan yeni durumda, paranın reel iktisadi değişkenleri (büyüme, istihdam vb) etkileyen önemli bir aktör olduğu kabul edilmiştir. Buna göre örneğin insanların tasarruf eğilimlerini arttırmaları, bazen bir toplumda işsizliğe yol açabilmekte ve üretim seviyesinin düşmesine ya da ekonomik yapının değişmesine yol açabilmektedir. Aynı şeklide para miktarının artırılıp, azaltılması da ekonomide sermaye birikimini ve sermayenin kullanım alanlarını etkileyebilmektedir. Ekonomideki önemini kısaca vurgulamaya çalıştığımız para; sadece değişim ilişkilerinde değil, tek taraflı borç ödenmelerinde de herkes tarafından kabul edilme özelliğine sahiptir. Bu durumda bir şeyi para yapan, ona para niteliği kazandıran en önemli unsur, herkesin onu kabul etmesidir. Paranın bu şekildeki tanımı ekonomik, yasal ve fiziksel olmaktan çok, psikolojik ve davranışsal açıdan yapılmaktadır. Bu bağlamda halkın para olduğuna inandığı her şey paradır. Para tanımı konusunda birçok faktör halkın görüşünü etkilemektedir. Temelde psikolojik düşünce halkın parasal araca güvenmesinde en önemli yeri tutmaktadır. Halkın paraya olan güvenini ise yerine getirdiği fonksiyonlar belirlemektedir. Paranın Fonksiyonları Paranın fonksiyonları geleneksel ve modern fonksiyonlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Geleneksel fonksiyonlar paranın daha az kullanıldığı eski dönemlerdeki fonksiyonlardır. Bunlar; hesap birimi, mübadele aracı ve tasarruf aracı olma fonksiyonlarıdır. Günümüzde para ekonomisinin boyutlarının genişlemesi paraya yeni fonksiyonlar yüklemiştir. Bu fonksiyonlar; paranın ekonomik faaliyetleri desteklemesi veya kösteklemesi, geliri yeniden dağıtma ve egemenlik fonksiyonlarıdır. Bunlar paranın modern fonksiyonları arasında yer almaktadır. 86 www.hedefaof.com Paranın Geleneksel Fonksiyonları Hesap Birimi: Paranın bu fonksiyonu “değer ölçüsü” veya “muhasebe birimi” olarak da bilinmektedir. Bir ekonomide bütün mal ve hizmetlerin değeri para ile ifade edilir. Para bütün değerleri ölçen ve belirten bir araç olarak kabul edilir. Bu bağlamda ekonomik hayattaki bütün hesaplar para ile yapılmaktadır. Bir tüketici satın alacağı malların hesabını para ile yapacak, bir üretici maliyetlerini para ile hesap edecektir. Bu bakımdan para bir hesap birimidir. Herhangi bir paranın “değer ölçüsü” olma fonksiyonunu yerine getirebilmesi ya da kullanışlı bir hesap birimi olabilmesi için, değerinin fazla değişmemesi gerekir. Bir toplumda para olarak kullanılan şeyin değeri çok sık ve büyük oranda değişiyorsa, halk onu değer ölçüsü olarak kullanmaktan vaz geçer ve yerine kısmen veya tamamen başka bir şeyi para olarak kullanabilir. Örneğin yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü bir ülkede, hesap birimi olarak yabancı bir ülkenin parası (Dolar, Euro) kullanılabilir. Bu durum aynı zamanda “para ikamesi” olarak da bilinir. Mübadele (deği im) Aracı: Paranın kullanıldığı ekonomilerde; mübadeleler, (değişim) malın mal ile ya da malın hizmet ile değiştirilmesi şeklinde olmayıp, önce malın paraya çevrilmesi, ardından para aracılığıyla istenen malın satın alınması şeklinde yürütülmektedir. Günümüzde madeni para, kağıt para, vadesiz mevduat parası (kaydi para) genellikle mübadele aracı olarak düşünülmektedir. Paranın mübadele aracı olması bazı sonuçları da beraberinde getirmektedir: Birinci olarak, para yasal bir fiyat elde etmektedir. Bütün borçlar para ile ödenebilir hiç kimse takas şeklinde bir ödeme istemez. İkinci olarak, ellerine para geçenler bunu hemen harcamak zorunda değildir. Kişi elde etmiş olduğu paranın bir kısmını tasarruf olarak elinde tutabilir. Üçüncü olarak da, para bir mübadele aracı olduğu için piyasaya arz edilen herhangi bir mala dönüştürülebilir. Mübadele (değişm) aracı olarak kullanılacak paranın bazı özellikleri taşıması gerekir. Bu özellikler aşağıdaki gibi açıklanabilir: Para dayanıklı olmalıdır: Fiziksel varlık olarak dayanıklılığı olmayan bir varlığın para olarak kullanılması mümkün değildir. Böyle bir varlık bozuldukça değeri düşebilir. Örneğin, demir mal para olarak kullanılamaz. Çünkü demir çabuk paslanır ve değerini koruyamaz. Para bölünebilir olmalıdır: Paranın farklı miktarlardaki malları satın alabilmesi için, küçük birimlere ayrılabilmesi yani bölünebilir olması gerekir. Para standart olmalıdır: Para olarak kullanılan varlığın standart olması yani kalite farklılığının olmaması gerekir. Böylece alış-verişlerde insanların ödedikleri ve aldıkları bedeller konusunda şüpheleri ortadan kalkacaktır. Örneğin tütünün para olarak kullanılması durumunda, farklı kalitede tütünler olduğu için insanların belli bir miktardaki tütünün değir konusunda ittifak etmeleri güç olacaktır. Tasarruf Aracı: Paranın değerinin korunduğu ülkelerde insanlar gelirlerinin tasarruf etmek istedikleri bir kısmının tamamını ya da belli bir bölümünü para olarak saklamak isterler. Bu bakımdan parayı bir çeşit tasarruf aracı olarak kabul etmek gerekir. İnsanların tasarruf etme arzusu, bugün sahip oldukları değerleri geleceğe taşıma isteklerinden doğar. İnsanlar bu isteklerini değişik yollardan gerçekleştirebilirler. Örneğin gelirlerinin tasarruf ettikleri bölümü ile arsa, ev veya hisse senedi, tahvil gibi ekonomik değerler alabilirler. Böylece gelecekte ihtiyaç duydukları zaman bunları elden çıkarmak suretiyle tasarruflarını likidite etmek ve istedikleri gibi harcamak yeteneğini kazanırlar. Tasarruf edilenin ev, arsa, daire, menkul değer, vb varlıklar olarak saklanmasının sakıncalarından dolayı, insanlar genellikle tasarruf aracı olarak parayı seçerler. Çünkü paranın taşıma zahmeti, saklama ve depolama maliyeti, çürüyüp bozulma gibi sorunları yoktur. Para istenildiği zaman kolayca kullanılabilme özelliğine sahiptir. Bundan dolayı para mevcut servetler içinde en likit olanıdır. Bu bağlamda para elden çıkarılması kolay olan ve bu niteliğini herkes tarafından kabul edilme özelliğine borçlu olan bir varlıktır. Paranın tasarruf aracı olarak kullanılmasının tek bir sakıncası olabilir. O da değerinin çok sık değişme olasılığıdır. 87 www.hedefaof.com Paranın geleneksel fonksiyonları nelerdir? Paranın Modern Fonksiyonları Destekleyici veya Engelleyici Olma: Para, ekonomide yatırımları hızlandırıcı, üretimi teşvik edici, mübadeleleri kolaylaştırıcı fonksiyonlar yerine getirebilmektedir. Örneğin para arzında bir artış faiz oranlarında bir düşme yaratır. Faiz oranlarındaki düşmeye bağlı olarak bankaların kredi arzı artacak ve ekonomide bir likidite bolluğu yaşanacaktır. Bunun sonucunda mal ve hizmet talebi artacaktır. Buna bağlı olarak da fiyatlar genel düzeyinde artışlar olabilecektir. Ancak bu sonuç her zaman gerçekleşmeyebilir. Eğer ekonomik birimler (hanehalkları ve firmalar) likidite bolluğuna bağlı olarak likit balanslarını takviye etmeye yönelirlerse, bu durumda mal talebinde bir artış gerçekleşmeyebilir. Ancak şiddetli depresyon dönemleri hariç ekonomik birimlerin likit balanslarını takviye edecekleri varsayımının gerçekleşme olasılığı düşüktür. Tersine ekonomik birimler, istedikleri zaman düşük faizle borç para bulma konusunda emin olduklarından veya ileride fiyatlarda meydana gelecek artışlardan korktuklarından ellerindeki işletilmeyen para balanslarını azaltmaya yöneleceklerdir. Bu da ekonomide hem tüketim, hem de yatırım harcamalarını etkileyecektir. Geliri Yeniden Dağıtma Aracı Olma: Bir ekonomide banka kredileri aracılığı ile para gelir yaratıcı bir etki yaratabilir. Banka kredilerinden yararlanma imkanı bulan özel şahıslar ve işletmeler bu imkan sayesinde iş hacimlerini genişleterek daha fazla kâr elde edeceklerdir. Diğer yandan bazı sektörlere kredi verilmesinin reddedilmesi bu sektörlerdeki kârın artışını frenleyecektir. Bu şekilde kredi politikası ile ekonomiye müdahaleler milli gelirin dağılımı üzerinde etkili olacaktır. Kuvvet ve Hakimiyet Aracı Olma: Para ona sahip olana bir kuvvet, bir hareket kabiliyeti ve siyasi bir güç sağlar. Toplumsal yaşamda para ve güç kavramları çoğu kez yan yanadır. Aynı şekilde paranın istenilen zaman ve yerde herşeye sahip olma özelliği vardır. Bankaların sahip olduğu gücü örnek olarak verebiliriz. Bankalar değişik faaliyet alanlarına kredi verilmesini kabul veya reddederek ekonomiye yön verebilirler. Aynı şekilde bankalar bazı işletmelerin iflasına engel olurken, bazı sektörlerde yeni teknolojilerin gelişimine katkı yapabilirler. PARA ARZI Para Arzının Tanımlanması Sorunu Günümüzde para arzı kavramı üzerinde, iktisatçılar arasında tam bir görüş birliği yoktur. Hatta para teorileri arasındaki farkların önemli bir kısmı para arzı kavramının farklı anlamlarda kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Para arzı konusunda iktisatçıların değişik fikirlere sahip olmaları, parayla diğer finansal aktifler arasında belirgin bir çizginin çizilememesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin para bir değişim aracı olarak kabul ediliyorsa, vadeli mevduatları para arzı kapsamına almak gerekir. Buna karşılık para bir değer muhafaza aracı olarak kabul görüyorsa, tahvil gibi mali varlıkların da para arzı kapsamına alınması gerekir. Bundan dolayı para arzı konusundaki değişik yaklaşımların incelenmesi gerekir. Para arzının ekonomik hayatta oynadığı rol konusunda da iktisatçılar arasında yoğun tartışmalar sürüp gitmektedir. Aslında para arzının ve para politikasının niteliği ve ekonomiye etkilerinin araştırılması, para için benimsenen tanımla yakından ilişkilidir. Para yukarıda değinildiği gibi bir fonksiyonun diğerinden önemli görülerek tanımlandığı zaman belirli teorik yaklaşımlar için yol açılmakta, diğer teoriler içinse kapanmaktadır. Bazı iktisatçılara göre, ekonomik alanda para arzındaki değişmeler son derece önem taşımaktadır. Bu bağlamda, enflasyon, işsizlik, durgunluk gibi ekonomik istikrarsızlıkların temelinde yatan faktör, para arzındaki düzensiz değişmelerdir. “Monetarist” olarak bilinen bu iktisatçıların bazılarına göre, ekonomik faaliyet düzenini belirlemede tek ve en önemli faktör para arzındaki sürekli dalgalanmalardır. Farklı düşüncelere sahip olanlardan “Keynesyen” iktisatçılar, paraya önem vermekle birlikte, maliye politikası gibi diğer etkenlerin ekoomideki istikrarsızlıklara karşı daha etkili çözümler getirdiğini öne sürmektedirler. 88 www.hedefaof.com Monetarist iktisatçılar, para talebinin dolayısıyla paranın dolaşım hızının oldukça istikrarlı bir yapı gösterdiğini ileri sürmektedir. Bu nedenle toplam harcamaların belirlenmesinde ve ekonomik faaliyetlerin yönlendirilmesinde, para arzının arzulanan miktarda değiştirilebileceğini savunmaktadırlar. Keynesyen görüşü savunan iktisatçılar ise, paranın dolaşım hızının para arzındaki değişmelere göre ters yönde değiştiğini ve bu nedenle, para arzının toplam harcamaları etkilemediğini savunmaktadırlar. Keynesyen iktisatçılara göre para arzının ekonomiyi etkilemesi, sadece faiz oranlarını değiştirmesi yani sermaye maliyetindeki değişmeler yoluyla olmaktadır. Oysa monetarist iktisatçılara göre, para arzı değişmeleri hem faiz oranları ve hem de diğer aktiflerin fiyatlarını ve dolayısıyla getirilerini yönlendirerek, ekonomiyi etkileyebilmektedir. Açıklamalardan da anlaşılacağı gibi; para teorisinin çok önemli bir parçasını oluşturmakla birlikte, son zamanlara kadar para arzının belirlenmesi konusunda bir görüş birliği yoktur. Para konularıyla ilgilenen teorisyenlerin çoğu, merkez bankasının para arzının kontrolünde tam yetkiye sahip olduğunu varsayarak, dışsal (egzojen) para miktarına dayalı olarak, teorilerini geliştirmişlerdir. Kısaca, iktisatçılar para arzının belirlenmesini veri olarak kabul etmiş, daha çok para arzındaki değişmelerin ekonomide meydana getireceği değişiklikler üzerinde durmuşlardır. Para Arzı Tanımları Para arzı kapsamı ile ilgili olarak dört farklı yaklaşım mevcuttur. Bunlar, klasik yaklaşım, monetarist aklaşım, Gurley-Shaw yaklaşımı ve Merkez Bankası yaklaşımıdır. Klasik Yaklaşım En eski ve en çok kabul görmüş yaklaşımdır. Bu yaklaşımda paranın sadece “muamele aracı” fonksiyonu üzerinde durulmuştur. Ülkedeki para arzı, ödeme aracı olarak genel kabul gören şeylerin toplamıdır. Buna göre para arzı; fiilen dolaşımdaki ufaklık ve kağıt paraların toplamı ile çekle ödemelerin yaygınlaştığı ülkelerde çeke tabi mevduatın toplamından ibarettir. Çek kullanımının yaygınlaşmadığı ülkelerde ise para arzı, fiilen dolaşımdaki paraya eşittir. Bu durumda Para arzı; M=C olarak belirlenir. M = Para arzı C = Dolaşımdaki para ( madeni veya kağıt) Monetarist Yaklaşım Bu yaklaşıma göre para arzı tanımına, fiilen tedavüldeki para ve vadesiz mevduatlar yanında ticari bankalardaki vadeli mevduat da girmektedir. M = C + TT+DD şeklinde ifade edilir. DD=Vadesiz Mevduatlar TT=Vadeli mevduatlar Gurley Shaw Yaklaşımı Bu yaklaşıma göre, halkın alternatif likit olarak kabul edilebileceği tüm mali değerler para arzı kapsamına alınmalıdır. 89 www.hedefaof.com Merkez Bankası Yaklaşımı Bu yaklaşım para arzı ile kredi arzını özdeş olarak kabul etmekte ve bu suretle en geniş sayılabilecek para arzı tanımını kabul etmektedir. Kredi, sadece ticari bankaların mevduata dayanarak açtıkları kredi olmayıp, her türlü kaynaktan açılan kredi olarak anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, ekonomiyi düzenlemede ana para politikası değişkeninin “toplam kredi bulunabilirliği” olduğu yolundaki merkez bankalarının tarihi görüşünü yansıtmaktadır. Bundan dolayı para arzı genel hatlarıyla toplam kredi biçiminde tanımlanmadıkça, para politikası terimi yanlış bir adlandırma durumunu yansıtacaktır. Çünkü merkez bankasının izlemekte olduğu yol aslında kredinin bulunabilirliği politikasıdır. Para arzı kapsamına yönelik görüşler nelerdir? Para Arzı Türleri Türkiye’de ve değişik ülkelerde parasal büyüklüklerle ilgili değişik tanımlar mevcuttur. Aşağıda M1, M2, M3 şeklinde ortaya çıkan üç para arzı türü açıklanacaktır. Dar Tanımlı Para Arzı (M1) Çoğu ülkede dar anlamda para arzı M1 ile ifade edilmektedir. M1 Dolaşımdaki nakit miktarı ile bankacılık sistemindeki vadesiz mevduatların toplamıdır. M1 = Nakit + Vadesiz Mevduatlar Merkez Bankası tarafından basılan kağıt para ile darphane tarafından basılan bozuk paranın toplamına nakit denmektedir. Vadesiz Mevduat ise, bireylerin istedikleri anda geri çekmek ve üzerine çek yazarak kullanmak üzere bankaya açtırdıkları mevduat hesabıdır. M1 para arzı kapsamına giren mali varlıkların hepsi son derece likittir. Yani hepsi kolayca değişim aracı olarak kullanılabilirler. Geniş Tanımlı Para Arzı (M2) Özü itibariyle M1’in üzerine Vadeli mevduatların ilave edilmesiyle oluşur. Bu durumda M2’nin formülü şöyledir. M2 = M1 + Vadeli Mevduatlar Vadeli mevduatlar, belirli bir vade sonunda çekmek üzere bankada açtırdığımız bir mevduat hesabıdır. Vadeli mevduat, vadesiz mevduata göre daha az likittir. Bu yüzden bu varlıklara para benzeri varlıklar denilmektedir. Temel özellikleri belirli bir gelir kaybı karşılığında nakte dönüştürülen finansal varlıklar olmalıdır. En Geniş Tanımlı Para Arzı (M3) Türkiye’de kullanılan en geniş tanımlı para arzı, M3, M2’yi oluşturan büyüklükler yanında resmi kuruluşlar mevduatı ve TCMB’deki diğer mevduatları kapsamaktadır. Bu durumda; M3 aşağıdaki gibi oluşur. M3 = M2+Reesmi kuruluşlar Mevduatı + TCMB’daki Diğer Mevduat Eşitlikte yer alan resmi kuruluşlar mevduatı içinde; resmi ve katma bütçeli daire ve müesseselerle ve kanunla kurulmuş döner sermayeli teşekküllere ve mahkemelere ait mevduatlar yer almaktadır. Bu üç para arzı tanımının dışında M2Y ve M3Y olarak tanımlanan para arzı tanımları da bulunmaktadır. Bunlardan M2Y; M2Y = M2 + Döviz Tevdiat Hesapları olarak formüle edilir. Formülde yer alan döviz tevdiat hesapları, yurtiçinde ve yurt dışında yerleşik kişilerin ticari bankalarda açmış oldukları yabancı para cinsinden mevduatlarını kapsamaktadır. M3Y para arzı tanımı is aşağıdaki gibi yazılabilir. M3Y = M3 + Döviz Mevduat Hesapları 90 www.hedefaof.com Para Arzının Belirlenme Mekanizması Ekonomide para arzı, baz para (parasal taban) ve çarpan mekanizması aracılığı ile belirlenmektedir. Bu durumda para arzının belirlenmesinde rol oynayan kavramları bilmek durumundayız. Baz Para (Parasal Taban): Bankacılık kesiminin merkez bankasında tuttuğu kanuni karşılıklar ile halkın ve bankaların elindeki nakit paranın toplamı baz para olarak tanımlanmaktadır. Yani baz para; B=C+R şeklinde ifade edilebilir. Bu eşitlikte; B= Baz para C= Fiilen dolaşımdaki para R= Kanuni karşılıklar Baz para formülünde yer alan kanuni karşılıklar şu anlama gelmektedir. Her banka kendisine yatırılan mevduatın belli bir oranını (2010 yılı itibariyle TC Mevduatının % 5.5’i, döviz mevduatının % 11) merkez bankasına yatırmak zorundadır. Mevduatın ne kadarının merkez bankasına yatırılacağını gösteren orana kanuni karşılık oranı, merkez bankasına yatırılan mevduat miktarına da kanuni karşılıklar denir. Dolayısıyla banka topladığı mevduatın tamamını kredi yoluyla yeniden dolaşıma sokamaz. Örneğin, Zorunlu karşılık oranı % 10 ise, banka yatırılan 200’nın 20’sini zorunlu karşılık olarak ayırır, 180’si kredi olarak dolaşıma çıkar. Bu 180’nin bir şekilde yeniden bankalara mevduat olarak geldiğini düşünürsek bu 180 ’nin % 10’u tekrar kanuni karşılık olarak ayrılır ve geri kalan kısım yani 1 62 kredi verilerek tekrar dolaşıma çıkar. Bu süreç devir eden değer sıfırlanıncaya kadar devam eder. Bu bağlamda bankaların para (kaydi para) yaratma gücü bulunmaktadır. Bankaların kaydi para çarpanı mekanizmasıyla yaratıkları paraya kaydi para adı verilmektedir. Merkez bankası ekonominin durgunluk veya genişleme dönemlerinde zorunlu karşılık oranlarında meydana getireceği değişikliklerle ekonomik hayata müdahalelerde bulunabilmektedir. Eğer ekonomi enflasyonist bir sürece girmiş ise, bu durumda zorunlu karşılık oranlarındaki bir artış harcamaların kısılmasına yani toplam talebin daralmasına katkı yaratacaktır. Eğer ekonomi durgunluk içinde ise, bu durumda zorunlu karşılık oranlarındaki bir azalış harcamalarda yeni toplam talepte bir artış yaratıp, ekonominin durgunluktan çıkışına katkı yapacaktır. Para Çarpanı (m) Para arzı ile baz para arasındaki ilişkiyi para çarpanı yoluyla anlarız. Para çarpanı, baz paradaki 1’lik değişikliğe karşılık para arzının ne kadar değişeceğini hesaplamamıza yardımcı olur. Para çarpanı aşağıdaki formül ile hesaplanır. m= para çarpanı r = kanuni karşılıkların banka mevduatlarına oranı c = nakit paranın banka mevduatına oranıdır. Para çarpanının büyüklüğü mevduatın büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Yani para vadeli ve vadesiz mevduat şeklinde banka sisteminde yer alıyor ve krediye dönüşebiliyorsa para çarpanının değeri büyük olacaktır. Kanuni karşılık veya zorunlu karşılık oranları para arzı ve para çarpanını kontrolde para politikasını yönetenlerin doğrudan doğruya kullanacakları en önemli araçtır. Çarpanın değerinin belirlenmesinde kanuni karşılık oranı ile para çarpanı arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Kanuni karşılık oranı düşürüldüğünde para çarpanının değeri artar, karşılık oranı yükseltildiğinde ise, çarpanın değeri düşer. 91 www.hedefaof.com Nakit mevduat oranı ( c ) halkın elde tutmak için ayırdığı nakit ve vadesiz mevduat talebine bağlıdır. Halkın elinde nakit tutma eğilimi arttıkça çarpanın değeri düşecektir. Çünkü bu durum paranın kredi olarak banka sistemi içinde dolaşımını engellemektedir. Nakit mevdut (c) oranlarında ve kanuni karşılık oranlarında ( r ) meydana gelecek değişikliklerin para çarpanı üzerindeki etkilerini aşağıda verilen örneklerle daha iyi açıklayabiliriz: Durum 1: r = 0,06 c= 0,08 olsun. Bu durumda para çarpanı; Durum : 2 r= 0,06’dan 0,08’e yükselirse ve c = 0,08 olarak sabit kalırsa olur. kanuni karşılıkların banka mevduatına oranı ( r ) 0,06’dan 0,08’e yükseldiğinden dolayı, banka sisteminde kredi olarak verilen para miktarı azalacağı için para çarpanının değeri düşer. Durum: 3 c= 0,08’den 0,10’a yükselirse ve r = 0,06 ise, bu durumda; olur Burada banka sisteminde dolaşacak para miktarı azalacağı için, para çarpanının değeri 7,7’den 6,9’a düşmüştür. Örneklerden anlaşılacağı üzere banka isteminde dolaşan para miktarı ne kadar fazla ise, para çarpanının değeri o kadar fazla olur. Tersi durumda çarpanın değeri düşer. Para Çarpanı ve Para Arzı İlişkisi Bir ülkede para arzının belirlenmesi ile ilgili iki temel görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi para arzını belirleyen temel değişkenlerin baz para olduğunu ve baz para ile para arzı arasında istikrarlı bir ilişkinin varlığını ileri sürer. Bu ilişki para çarpanı yoluyla izlenebilir. Bazı iktisatçılar ise, ülkede para arzını belirleyen temel unsurun devlet bütçesi açıkları olduğunu savunurlar. Devlet bütçesi açıklarının zaman içindeki gelişimi temel alınarak ekonomide para arzı belirlenebilir. Devlet bütçesi açıkları genel olarak ekonomide emisyonun artması sonucunu verdiğinden, emisyonun artması kaydi para çarpanı yoluyla para arzını arttıracaktır. Aslında iki görüş arasında bir çelişki yoktur. Çünkü bir ülkede para arzındaki değişmelerin en önemli faktörü baz para, baz paradaki değişmelerin en önemli faktörü de çoğu zaman kamu açıkları olmaktadır. Daha önce sözü edildiği gibi bir çok iktisatçı para arzını dışsal (egzojen) olarak kabul etmiştir. Oysa bugün için para arzının belirlenmesinde, ülkedeki yetkili parasal otorite olarak, merkez bankasının rolü önemli olmakla birlikte, bu yetkinin sadece merkez bankasında toplanmadığı konusunda geniş bir görüş birliği vardır. Yani merkez bankasının yanı sıra halkın ve ekonomik sistem içinde yer alan ticari bankaların da önemli bir unsur olduğu kabul edilmektedir. Bu yüzden para arzı tamamen egzojen bir değişken olmayıp, merkez bankası, ticari bankalar ve genel olarak halkın tercih ve kararları altında belirlendiği için, kısmen egzojen (dışsal) kısmende endojen (içsel) bir değişken olarak kabul edilmektedir. Sistem içinde merkez bankası baz parayı belirlediğine göre, halkın ve bankaların tercihlerini de yansıtacak şekilde para arzı ( M ); 92 www.hedefaof.com M = m.B şeklinde yazılabilecektir. ‘m’ halkın ve bankaların tercihlerini yansıtan para çarpanını ‘B’ ise merkez bankasının belirlediği baz parayı göstermektedir. Para arzının bu şekilde tanımlanması ile para arzındaki değişiklikler bir taraftan para çarpanındaki değişmelere, diğer taraftan baz paradaki değişmelere bağlı olarak ortaya çıkacaktır. Para arzının çarpan mekanizması ile nasıl belirlendiğini aşağıdaki örnek yardımıyla açıklayabiliriz. • Dolaşımdaki nakit para (C) = 40 milyar • Toplam mevduat miktarı (D) = 500 milyar • Kanuni Karşılıkların banka mevduatına oranı (r) = 0,03 • Nakit paranın banka mevduatına oranı (c) = 0,05 Örnekte verilen toplam mevduat miktarı 500 milyar ’dir. Bu durumda bizim kanuni karşılık miktarını hesaplamamız gerekir. Bunun için, toplam mevduat miktarı (500 milyar) ile kanuni karşılık oranının (0,03) çarpılması gerekir. (500 milyar x 0,03 = 15 milyar) çıkan sonuç kanuni karşılık ( R ) miktarıdır. Verileri daha önce açıkladığımız Baz Para formülünde yerine koyduğumuzda; baz para; B=C+R B = 40 + 15 B = 55 milyar olarak hesaplanır. Sahip olduğumuz verileri baz para çarpanı mekanizmasındaki yerlerine koyalım. Bu durumda para arzı; M = mB . Örnekten çıkan sonuç şudur; ekonomideki para arzının büyüklüğü, baz para ile para çarpanı tarafından belirlenmektedir. Biraz daha genişletilmiş olarak para arzını belirleyen faktörleri; • Piyasadaki nakit miktarı (C) • Kanuni karşılık miktarı (R) • Kanuni karşılık oranı (r) • Nakit mevduat (tercih) oranı (c), olarak sıralayabiliriz. 93 www.hedefaof.com PARA POLİTİKASI AMAÇ VE ARAÇLARI Buraya kadar yapılan açıklamalarla paranın özellikleri, para mekanizmasının işleyişi ve ekonomik yaşam üzerine etkileri konusunda çeşitli açıklamlarda bulunduk. Hatırlayacağınız gibi para konusundaki açıklamalarımıza tanımı, fonksiyonları ve başlıca çeşitleri ile başlamış, daha sonra da para arzının belirlenme mekanizmasını açıklamıştık. Aynı zamanda paranın günümüz ekonomilerinde nasıl yaratıldığını, Merkez Bankaları ve bankalar sisteminin para arzının belirlenme mekanizmasındaki rolünü de açıklamış bulunuyoruz. Buraya kadar ele aldığımız bu konular bizi, para politikası ve etkilerini incelemeye de zorlamaktadır. Hatırlayacağımız gibi, para miktarındaki değişmelerin fiyatlar, gelir ya da faiz oranları üzerinde bazı etkileri olmaktadır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Acaba söz konusu ekonomik büyüklüklerden biri ya da birkaçı üzerinde istenen etkileri yaratabilmek için, para miktarı ile bilinçli olarak oynamak ne ölçüde etkili olmaktadır? Aslında para politikası uygulamaları ile ekonomi üzerinde arzu edilen yönlerde gelişmeler sağlamak mümkün olabilmektedir. Para otoriteleri uygun para politikası araçlarını kullanarak, belirli amaçlara ulaşabilmek için para, politikalarını uygulamaya koyarlar Şimdi para poitikasının amaçlarını ve bu amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılan araçları açıklayalım. Para Politikası Amaçları Para politikasının amaçları; fiyat istikrarı, tam istihdam, iktisadi büyüme, mali piyasalarda istikrar ve son olarak da faiz oranları ile döviz kurlarında istikrarın sağlanmasıdır. Bu amaçlar arasında fiyat istikrarı amacı merkez bankası tarafından yürütülen para politikasının birincil amacı olurken, diğerleri ikincil amaçlar olarak düşünülür. Fiyat istikrarının sağlanması amacından kastedilen; fiyatlar genel seviyesinde sürekli olarak meydana gelen değişmelerin önüne geçmektir. Bu değişmeler ister yukarı yönde, isterse aşağı yönde olsun, olumlu yorumlanacak olaylar değildir. Fiyatların aşağı doğru hareketinin zor oluşunun değişik nedenleri vardır. Bunlardan birkaçı şunlardır: Sanayileşmiş ülkelerde işçi sendikalarının daha düşük nakdi ücrete razı olmamaları, tekelci kuruluşların fiyatları düşürmektense üretimi azaltmayı tercih etmeleri ve diğer psikolojik faktörler. Buna karşılık fiyat hareketleri genellikle hep yukarı doğru olur ve bir defa yükselen fiyatlar bir daha kolay kolay eski seviyesine inmez. Toplam arzın toplam talepten düşük olması durumuda fiyatlar hemen yükselmekte ve aşırı talebin baskısıyla enflasyon dediğimiz süreç harekete geçmektedir. Aksi durumda toplam talep toplam arzın altına düştüğü zaman, talep eksikliğinin yarattığı deflasyonist baskı fiyatları düşürmemekte ve deflasyon kendini ancak toplam üretim miktrının azalması şeklinde göstermektedir. Toplam talebin toplam arzı aşması durumunda, ortaya çıkan enflasyonist fiyat artışını durdurmak için başvurulan önlemlerden biri, talep fazlasını eritecek ve onu ortadan kaldıracak bir para politikası izlemektir. Para Politikası Araçları Merkez bankasının para politikası yürütmek için başvurabileceği araçlar üç başlık altında toplanabilir. Bunalar “açık piyasa işlemleri (APİ)”, “reeskont politikası” ve “zorunlu karşılıklar”dır. Açık Piyasa İşlemleri Açık piyasa işlemleri (APİ ); en geniş anlamıyla finansal enstrümanların (hazine bonosu, devlet tahvili, merkez bankası senetleri ve birinci derece özel sektör senetleri) açık piyasada Merkez Bankası tarafından alınıp- satılarak, bankacılık sisteminin toplam rezervlerini daraltarak veya genişleterek, nihai olarak ülkenin para arzını etkileyebilmek olarak tanımlanabilir. Diğer bir tanımlama ise; interbank, para ve menkul kıymetler pazarlarının tam anlamıyla gelişip, aktif olarak kullanıldığı ülkelerde açık piyasa işlemleri bankacılık sisteminin toplam rezervlerinin (likiditelerinin), menkul kıymetlerin piyasa fiyatlarından merkez bankası tarafından alınıp veya satılarak etkilenmesidir. Bu işlemler kesin alımsatımla veya repo-ters repo işlemleriyle yapılabilmektedir. Açık piyasa işlemi nasıl tanımlanır? 94 www.hedefaof.com Açık Piyasa İşlemleri Nedir? Açık piyasa işlemleri (APİ), parapolitikası uygulaması çerçevesinde, merkez bankalarının kısa vadeli faiz oranlarınınbelirlenen düzeylerde oluşmasını sağlamak ve finansal piyasalardaki likiditeyi etkin bir şekilde düzenlemek amacıyla, menkul kıymet alım ve satımı ile para piyasası işlemleri yapmasıdır. Banka, piyasadaki likidite açığı ya da fazlasının geçici olduğu koşullarda repo ve ters repo işlemlerine başvurmaktadır. Merkez banksı açısından repo işlemi, menkul kıymetlerin belirli bir süre sonunda geri satım vaadiyle alınarak piyasaya geçici olarak para verilmesini; ters repo işlemi ise menkul kıymetlerin belirli bir süre sonunda geri alım vaadiyle satılarak piyasadan geçici olarak para çekilmesini ifade eder. Bu işlemlerin yanısıra, piyasada kalıcı likidite sıkışıklığının olduğu durumlarda menkul kıymetlerin doğrudan alımı, piyasada kalıcı likidite fazlasının olduğu durumlarda ise doğrudan satımı işlemi yapılmakta; ayrıca likidite senetleri ihraç edebilmektedir. Bankalararası para piyasası işlemleri de APİ kapsamındadır. Para politikası uygulamasına önemli bir işleve sahip olan bu piyasada merkez bankası, önceden ilan ettiği faiz aralığında işlem yaparak piyasa faizlerinin bu aralıkta seyretmesini sağlmaktadır. Ayıca merkez bankası bu piyasada gerektiğinde son kredi mercii işlevini yerine getirmektedir. Gerekli durumlarda para politikasının etkinliğini ve esnekliğini artırmak amacıyla Türk parası depo(vadeli mevduat ) alım ya da satım ihaleleri düzenenebilmektedir Reeskont Politikası Reeskont politikası; para ve sermaye piyasalarının gelişmediği 1980’ler öncesinde, merkez bankalarının en önemli dolaylı politika araçlarındandır. Reeskont politikasının temel amacı, merkez bankalarının finansal sistem için son ödünç verme kaynağı (mercii) fonksiyonunu yerine getirmesidir. Bu uygulamada bankalar; merkez bankasınca belirlenen genelde kısa vadeli senetleri, merkez bankasının belirlediği faiz oranlarından iskonto ettirerek, ihtiyacı olan likiditeyi sağlar. Bu sayede bankacılık sisteminde aniden ortaya çıkabilecek panik havasını yatıştırmaya çalışır. Diğer bir deyişle, bankalar bu yolla ellerindeki ticari senetleri, vadeleri dolmadan merkez bankasına kırdırarak rezerv ihtiyaçlarını karşılayabileceklerdir. Reeskont politikası uygulaması ile merkez bankalarının bankalar aracılığı ile reel sektör firmalarına da kredi kullandırması söz konusudur ve bu uygulama, ekonomik büyümenin de önemli bir amaç olduğu eski merkez bankacılığı anlayışını yansıtır. Hatta, geçmişte, merkez bankalarının reeskont politikaları ile seçilmiş bazı sektörleri desteklemesi, bu sektördeki firmaların ticari senetleri karşılığı kredi vermesi söz konusu olmuştur. Ancak, piyasaların gelişmesi sonucu açık piyasa işlemlerinin etkinleşmesi ve modern merkez bankacılığı anlayışı nedeniyle, reeskont politikası artık çok aktif olarak kullanılan bir araç olmaktan çıkmıştır. Reeskont Oranı Nedir? Reeskontun kelime anlamı ikinci kez iskontodur. Reeskont ticari bankaların iskonto ettikleri bir senedi, likidite sağlamak amacıyla merkez bankasında yeniden iskonto ettirmeleridir. Bu işlemler için merkez bankası tarafından uygulanan iskonta oranına ise reeskont oranı denilmektedir. Bankacılık sistemine sağlanan reeskont kredileri üç temel amaç için kullanılmaktadır. Bunlar; • Mali açıdan güç durumdaki bankalara yardım, • Para ve kredi koşullarını kontrol etmek, • Selektif kredi politikalarını etkilemek, olarak sıralanmaktadır. Merkez Bankasının reeskont oranını yükseltmesi bankaların borçlanma maliyetini arttıracağından Bankalar merkez bankasından borç almak istemeyeceklerdir. Bu durumda para arzı kısılır. Tersi durumda ise, para arzı artar. 95 www.hedefaof.com Zorunlu Karşılıklar Mevduat kabul eden finansal kurumlar; topladıkları mevduatlara karşılık olarak bu mevduatların, merkez bankası tarafından belirlenen oran kadar olan bir kısmını merkez bankası’nda tutmakla yükümlüdürler. İşte bankacılık sistemi tarafından yasal bir zorunluluk olarak tutulan, mevduatın bu bölümüne “zorunlu karşılık” denir. Zorunlu karşılık uygulaması; bankalara, mevduat ve mevduat benzeri yükümlülüklerinin belirli bir oranı kadar tutarı merkez bankası nezdinde bloke ve serbest mevduatlarında tutma zorunluluğu getirmektedir. Ayrıca, zorunlu karşılıklar ticari bankaların ve merkez bankasının yükümlülükleri arasında doğrudan bağlantı kurmaktadır. Zorunlu karşılık uygulaması, bankaların ödünç verebilecekleri fonların miktarlarını etkilemeyi amaçlayan ve fazla likiditenin sterilizasyonu için kullanılan bir para politikası aracıdır. Merkez bankası zorunlu karşılık oranını yükselterek, bankaların kredi verme imkanlarını daraltmakta ve merkez bankası nezdinde daha büyük bir miktarda hesap tutmaya zorlamaktadır. Zorunlu Karşılıkların Temel Fonksiyonları Hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde zorunlu karşılıklar farklı amaçlarda ve farklı özelliklerde kullanılmasına rağmen, genel kabul görmüş beş temel fonksiyona sahiptir. Bunlar: • Bankacılık sisteminin riskinin azaltılması • Bankacılık kesiminin vade ve kredi riskini azaltmak amacıyla, varlıklarının belirli bir oranının risksiz ve likit olarak tutulmasının sağlanması önemlidir. Böylece, bankaların ani ve aşırı mevduat çekilişlerinin bir kısmını kendi kaynakları ile karşılayabilmeleri sağlanmakta, kredi riskleri azaltılmaktadır. Bu şekilde mudilerin korunması ve finansal sisteme olan güvenlerinin arttırılması amaçlanmaktadır. • Para arzını ayarlamak • Zorunlu karşılık oranlarının para arzının kontrol edilmesi amacıyla kullanılması, para arzının para çarpanı ile belirlendiği varsayımına dayanmaktadır. Bu varsayıma göre, merkez bankasının sunduğu rezerv miktarındaki değişim ile para arzındaki değişim arasında köprü görevini, para çarpanının kurduğu temel alınmaktadır. Zorunlu karşılık oranı, köprü görevini üstlenen para çarpanı büyüklüğünün belirlenmesindeki en önemli unsurdur. Para çarpanının büyüklüğü ise para stokunun belirlenmesinde en önemli faktördür. • Kısa vadeli faiz oranlarının istikrarına yardımcı olmak • Zorunlu karşılık oranlarının uygulama amaçlarından birisi de, likidite koşullarının değişmesine paralel olarak gecelik faiz oranlarının istikrarlı bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunmaktır. Bankacılık sistemindeki mevduat hacmi değişikliklerinin piyasa likiditesi üzerindeki etkisi, bu mevduatın bir kısmının merkez bankasında zorunlu karşılık olarak kalmasından dolayı azaltılmış olmaktadır • Likidite yönetimi • Zorunlu karşılıklar, merkez bankası rezervlerine olan talebin temel belirleyicisi olduğu için; otonom faktörler yoluyla yaratılan likidite söz konusu karşılıkların ayarlanması suretiyle denkleştirilmektedir. Ayrıca, zorunlu karşılık oranlarındaki değişimlerle para politikası kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Banka kredileri üzerindeki doğrudan kontrollerin kalkmasıyla, likidite kontrolünde geçici kısıtlamalar olarak yüksek zorunlu karşılık oranları uygulanabilmektedir. • Senyoraj geliri elde etmek • Mevduatların bir kısmının merkez bankalarında zorunlu karşılık olarak tutulması ve söz konusu karşılıklara herhangi bir faiz uygulanmaması ya da düşük oranlarda uygulanması, bankaların kaynak maliyetlerini arttırmaktadır. Merkez bankaları, uyguladıkları para politikası çerçevesinde, söz konusu karşılıklara faiz vermemek ya da piyasa faizlerinin altında faiz vermek suretiyle bir gelir elde etmektedirler. Böylece zorunlu karşılıkların, para politikasının bir enstrümanı olmanın yanında, gelir yaratan bir fonksiyonu da ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede zorunlu karşılıklar bankacılık sistemine uygulanan bir vergi olarak yorumlanabilmektedir. 96 www.hedefaof.com Zorunlu karşılıkların temel fonksiyonlarını sıralayınız. Senyoraj nedir? Paranın üretim maliyetiyle üzerinde yazılı değer arasındaki farktır. Devletler bu farkı kasalarına gelir olarak yazarak, herhangi bir borçlanmaya veya vergi toplamaya ihtiyaç duymadan harcamalarının bir kısmını finanse edebilir. MERKEZ BANKACILIĞI VE TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI (TCMB) Finansal sistem içinde faaliyet gösteren kurumlar arasında yer alan Merkez Bankaları, genel anlamda bankaların bankası olarak tanımlanabilir. Bu bankalara atfedilen işlevler göz önüne alınarak bir tanımlama yapmak gerekirse, merkez bankaları; ekonomide likidite derecesi çok yüksek olan kağıt parayı yaratan, para ve bankacılık sisteminde aktif roller üstlenen finansal kuruluşlar olarak da tanımlanabilir. Merkez Bankaları geçmişte ekonomik büyümenin sağlanması işsizliğin azaltılması gibi değişik görevler üstlenmiştir. 1970’li yıllardan sonra ise dünyanın bir çok ülkesinde merkez bankalarının en önemli görevi, paranın iç ve dış değerinde istikrarın sağlanması olmuştur. Merkez Bankalarının önemi, ekonomik yapıyı ve politikaları etkileme, aynı zamanda yönlendirme konusundaki güçlerinden kaynaklanmaktadır. Merkez Bankalarının Temel Görevleri Merkez bankalarının: bulundukları ülkelerin şartlarına göre değişiklikler göstermekle beraber, hemen her ülkede geçerli olan temel bir takım ortak görevleri bulunmaktadır. Merkez Bankacılığında uzun yılların denemeleriyle kendine özgü olan bir takım kurallar meydana gelmiştir. Böylece bir merkez bankacılığı bilimi doğmuştur. Merkez Bankalarının yerine getirdiği temel görevler şunlardır: Parasal İstikrarı Sağlama Merkez bankasının yüklendiği en önemli görev, ülkedeki para sistemini kontrol ederek istikrarlı bir şekilde çalışmasını sağlamaktır. Merkez bankaları bu görevini yerine getirirken, Zorunlu karşılık oranı, reeskont oranı, açık piyasa işlemleri gibi para politikası araçlarını kullanılır. Örneğin ekonominin genişleme veya daralma dönemlerinde reeskront oranlarında yapacağı değişikliklerde merkez bankası ekonomik konjonktürü etkileyebilir. Ekonomik bir daralma yaşanıyorsa reeskont oranlarındaki bir düşüş, bankaların merkez bankasından ödünç almalarını teşvik edecektir. Bu durum özel sektöre verilen kredilerin ve para arzının artmasına yol açacaktır. Ekonomide genişlemenin yaşandığı dönemlerde ise, merkez bankası reeskont oranını yükseltecek bankaların kendisinden ödünç alma eğilimini azaltacaktır. Ekonomik genişlemenin yaşandığı dönemlerde ise, merkez bankası reeskont oranını yükseltecek bankaların kendisinden ödünç alma eğilimini azaltacaktır. Merkez bankaları parasal istikrarı sağlama görevini nasıl yerine getirir? Emisyon (Banknot Çıkarmak) Banknot çıkarmak merkez bankalarının en temel ve en eski görevlerinden birisidir. Merkez bankaları altın, döviz, ticari, zirai, sanayi senetleri ve hazine bonoları reeskontu, açık piyasa işlemleri karşılığında banknot çıkarır. 97 www.hedefaof.com Devletin Bankacılığını Yapma Merkez bankalarının tamamı kuruluşlarından itibaren devletin veznedarlığını yapmaya başlamışlardır. Devletin fonlarını toplama, tutma, aktarma ve bu fonlardan ödemede bulunma işlemlerini gerçekleştirerek devletin bankerliğini yaparlar. Son Kredi Merci Olmak Merkez bankası, en son kredi veren kurum olması nedeniyle diğer bankaların geçici nitelikteki likidite ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ayrıca bazı durumlarda devletin önemli bir kurumu olan hazine de, kısa süreli fon ihtiyaçlarını merkez bankası kaynaklarından karşılayabilmektedir. Krediyi Düzenlemek ve Denetlemek Kredi denetlenmesi ve düzenlenmesi Merkez bankalarının en önemli görevlerinden biridir. Banknot ihraç etmek, hazine işlemleri, reeskont işlemleri, merkez bankalarının kredilerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi görevini yerine getirmede kolaylık sağlar. Banka Rezervlerini Korumak Merkez bankaları, devletin bankerlik işlerini yapmaları ve banknot çıkarma imtiyazına sahip olmaları gibi nedenlerle, ticaret bankaları nezdinde bir güven unsuru olmuşlardır. Ticari bankalar, sahip oldukları mevduatın bir yüzdesini karşılık olarak ayırmaya ve ayırdıkları bu karşılığı merkez bankasına yatırmak zorundadır. Merkez Bankalarının Bağımsızlığı Son yıllarda, dünyanın bir çok ülkesinde merkez bankalarının bağımsızlığı ile ilgili tartışmalar yapılmaktadır. Bir merkez bankasının bağımsızlığı, paranın iç ve dış değerinde istikrar sağlanması konusunda yetki verilmesi ile bu yetkileri kendi iradesiyle kullanıp kullanamadığının ölçüsüdür. Merkez Bankası Bağımsızlığı Nedir? Neden Önemlidir? Merkez Bankası Bağımsızlığı: Temel ve öncelikli amacı fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez bankalarının bu amaca yönelik politikalara ve kullanılacak araçlara ilişkin kararlarını kendilerinin serbestçe almasıdır. Dolayısıyla bağımsızlık, para politikası kararlarının alınmasında ve uygulanmasında Merkez bankalarının siyasetten ve diğer baskı unsurlarından bağımsız hareket edebilme yeteneğini ifade etmektedir. Bağımsızlık, merkez bankalarının fiyat istikrarını gerçekleştirebilmeleri açısından büyük önem taşımaktadır. Fiyat istikrarı uzun vadeli, istikrarlı ve kararlı politika uygulamaları sonucu elde edilebilmektedir. Bu nedenle Merkez bankaları, kısa vadeli hedefler doğrultusunda politika ürütme eğiliminde olan siyasi otoriteden bağımsız olarak görevlendirilirler. Bu bağımsız yapı Merkez bankalarına, kısa vadeli ve geçici amaçlar uğruna fiyat istikrarını bozabilecek politikalar ve gerekli uyarıları yapabilmeleri uygulamaları için uygun bir ortam yaratmaktadır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ulusal bir Merkez bankası kuruluşuna öncelik verilmiş ve 30 Haziran 1930 tarihinde 1715 sayılı yasa ile “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” kurulmuş ve banka 1931 yılında faaliyete geçmiştir. 98 www.hedefaof.com Bankanın İsmi Neden Türkiye “Cumhuriyet” Merkez Bankasıdır? Yasa tasarısında merkez bankasının, bir Cumhuriyet kurum olduğunu vurgulamak amacıyla Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilendirilmesi istenmiş; ancak bankanın merkezi idareden bağımsız bir kurum olduğunu vurgulayabilmek için kamu kurumlarından farklı olarak ismi “Cumhuriyet Merkez Bankası”olarak belirlenmiştir. “Türkiye Cumhuriyeti” ibaresine ve kısaltılmış şekli olan “T.C” ifadesine özellikle yer verilmemiştir. Uluslararası ilişkiler göz önüne alınarak bu isim Meclis İktisat encümenindeki görüşmeler sırasında “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” olarak değiştirilmiştir. Diğer kamu kurumlarından farklılığının ve bağımsızlığının bir göstergesi olarak anonim şirket biçiminde hukuki varlığını kazanan banka “umum müdürlük” şeklinde yapılandırılmıştır. Para politikası yürütülürken, hükümetlerin banka üzerinde politik baskı yapmalarını önlemek amacıyla hazinenin payı yüzde 15 olarak belirlenmiştir. 14 Ocak 1970 tarihinde kabul edilen 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kanunu ile bankanın yasal statüsünde, organizasyon yapısında, yetki ve görevlerinde önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Yeni düzenlemelerle bankanın anonim şirket statüsü korunurken hazinenin sahip olduğu sermaye payının yüzde 51’den az olamayacağı hükme bağlanmıştır. TCMB’nın Görevleri • Para ve kredi politikasını, kalkınma planlarını, yıllık programlar doğrultusunda yürütmek • Hükümetle ortaklaşa paranın iç ve dış değerini korumak ve gerekli önlemleri almak • Milli paranın hacim ve tedavülünü düzenlemek • Bankalara verilecek kredileri kanun, esas ve sınırlamalar doğrultusunda yerine getirmek • Para arzı ve ekonominin likiditesini düzenlemek amacıyla açık piyasa işlemleri yapmak • Mevduat ve vade türleri ile vade sürelerini, yükümlülük zamanlarını tespit etmek • Milli para ile altın ve yabancı paralar arasındaki denkliği hükümetin belirleyeceği esaslar çerçevesinde tayin etmek • Altın ve döviz rezervlerini, ülke ekonomisinin çıkarlarına uygun şekilde hükümetçe alınacak kararlar çerçevesinde yönetmek • Döviz ve kıymetler madenler üzerine hükümet kararları doğrultusunda işlem yapmak • Kanuni karşılık ve disponibilite oranlarında gerekli gördüğü değişiklik önerilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) onayına sunmak • Öngörülen disponibilite ve kanuni karşılık oranlarını TBMM’si onayına sünmek • Fiyat istikrarını sağlamak TCMB’nın Yetkileri • Türkiye’de banknot ihracı ayrıcalığı tek elden bankaya aittir. • Banka; kendi işlemlerinde uygulayacağı reeskont, iskonto, faiz oranlarını hükümetin ekonomik politikasına uygun olarak tespit eder • Banka; para-kredi konularında karar alma ve hükümete öneride bulunmaya yetkilidir. • Banka; kanunla kendisine verilen yetki ve görev alanına giren konulara ilişkin yapmış olduğu her türlü düzenlemelere bankaların uygun hareket edip etmediklerini denetleme yetkisine sahiptir. 99 www.hedefaof.com Bankanın Danışmanlık Görevler • Hükümete, gerektiğinde para ve krediye ilişkin önlemlerin alınması konusunda bir kanunla kendisine verilen yetkiler çerçevesinde görüş bildirmek • Bankacılık ve kredi konuları ile ilgili hususlarda hükümet tarafından istenen bilgileri vermek • Hükümete bankaların kuruluş izin ve tasfiyelerinde görüş bildirmek TCMB’nın yetkileri nelerdir? BANKACILIK Bankanın Tanımı Banka, mevduat kabul eden, bu mevduatı en verimli şekilde çeşitli kredi işlemlerinde kullanmak amacını güden veya faaliyetlerinin esas konusu düzenli bir şekilde kredi almak yada kredi vermek olan ekonomik bir kuruluştur. Bir başka şekilde banka; para, sermaye ve kredi konularında her türlü faaliyeti yapan veya düzenleyen, bireyler ve çeşitli kurumların bu alandaki değişik ihtiyaçlarını karşılama faaliyetini kendisine temel iş konusu olarak seçen bir ekonomik birim olarak tanımlanabilir. Bankaları bir işletme olarak görür ve buna göre bir tanım yaparsak banka; ekonomik birimlerin belirli bir zaman dilimi içinde harcamadığı paraları kabul ederek, bunları belirli bir getiri sağlayacak şekilde değişik alanlara plase eden ödemelerde aracılık yapan para nakli, senet tahsili, emanet kabulü gibi çeşitli hizmetler gören bir işletme olarak tanımlanabilir. Bankacılığın Temel İlkeleri Bankacılığın temel ilkeleri olarak ifade edilen üç temel ilkenin varlığından söz edilir. Bunlar likitide, güven ve kâr olarak sıralanmaktadır. Likidite Likidite bankacılıkta oldukça önemli bir kavramdır. Tarih likidite yetersizliği sonucu batmış banka örnekleriyle doludur. Bankacılıkta likidite, bir bankanın minimum kayıp ya da zarar ile olabilecek mevduat çekilişlerini ödeyebilme ve aynı zamanda piyasanın kredi ihtiyaçlarını karşılayabilme yeteneğidir. Bankaların ilişki içinde oldukları ekonomik birimlere karşı sorumluluklarını yerine getirememesi, mevduat sahiplerinin taleplerini karşılayamaması likidite riski olarak tanımlanmaktadır. Güven Bankaların gördükleri işler kamu düzen ve çıkarlarıyla yakından ilgilidir. Bu nedenle bankalara karşı gösterilen iyi niyetin korunması zorunludur. Bilgi ve tecrübeden yoksun, maddi olanakları ve örgütlenme kalitesi uygun olmayan kuruluşlar banka unvanını kullanarak halkın bankalara karşı olan güveninin kötüye kullanabilmektedirler. Bankacılıkta güven iki yönlü olarak işlemektedir. Örneğin, bir bankanın öz sermayesinin yeterli olması mevduat sahiplerinin bankaya olan güvenlerini, bankanın kredi müşterisinin kalitesi ise, bankanın güvenini ilgilendirmektedir. Bankaların kredi verirken müşterinin özelliklerini araştırması kredinin geriye dönüşünü garanti altına almaya çalışması, mevduat sahibinin de mevduatının batmaması için bankanın mali gücünü incelemesi hep güven ilkesinin gereğidir. Kârlılık Bankacılığın bir önemli ilkesi de kârlılıktır. Bankalar birer işletme olamaları nedeniyle yaşamlarına devam etmesi kârlılık ile yakından ilgilidir. Bankalar karlılıklarını artırmak için faiz gelirleri ile faiz giderleri arasındaki farkı maksimum yapmak durumundadırlar. Ancak yüksek enflasyon ve sürekli müdahaleler nedeniyle faiz oranlarının değişiklik göstermesi, banları muhtemel zararlarla karşı karşıya 100 www.hedefaof.com bırakabilir. Bu da faiz oranı riski olarak tanımlanır. Piyasa mekanizmasının işleyişi içinde faaliyet gösteren ve ticari bir işletme olan bankaların nihai amacı, güven ve likidite sağlayarak kârını maksimum yapmaktır. Ancak bu üç ilkenin birbiri ile kolayca bağdaşmadığı da bir gerçektir. Bankalarda Sınıflandırma Bir ekonomide bankacılık sistemi, farklı alanlarda çalışan bütün bankalar topluluğunun yapısal düzen ve ilişkilerini ifade eder. Çeşitli ülkelerdeki banka sistemleri ve bu sistem içindeki bankalar değişik yapılar göstermektedir. Ülkelerin finansal sistemleri içinde yer alan bankaları tanımlamak ne kadar güç ise, aynı şekilde bankaları sınıflandırmak da o anlamda güçtür. Bununla birlikte ekonomilerin bu önemli kurumları yasal, toplumsal ve ekonomik yönlerine farklı ağırlıklar vererek, değişik şekillerde sınıflandırabilir. Genel olarak bankalar çeşitli ölçütlere göre sınıflandırılabilir. Bu ölçütler aşağıdaki gibi sıralanmaktadır; Örgütlenmenin Yasal Niteliğine Göre Bankalar Dünyanın hemen bütün ülkelerinde, bankaların kurulabilmesi için yasal açıdan çeşitli kural ve kısıtlamalar bulunmaktadır. Örgütlenmedeki yasal özellikler açısından bankalar; • Şahıs şirketleri şeklindeki bankalar • Sermaye şirketleri şeklindeki bankalar • Özel yasalarla kurulmuş bankalar olarak üç grupta toplanabilir. Mülkiyet Yapılarına Göre Bankalar Sermayesinin ait olduğu kesimler açısından bankalar, • Kamu bankaları • Özel bankalar • Karma bankalar • Yabancı bankalar olarak sınıflandırılır. Şube Sayılarına Göre Bankalar Bankaları şube sayılarına göre sınıflandırdığımız zaman karşımıza iki tür banka çıkmaktadır. Bunlar; • Çok şubeli bankalar • Tek veya az şubeli bankalar Satın Alma Gücü Yaratımına Göre Bankalar Bankacılık sistemi içinde üretilen satın alma gücünün hepsi aynı niteliklere sahip değildir. Örneğin merkez bankaları temel para ile bir satın alma gücü yaratır. Buna karşılık, mevduat ya da ticaret bankalarının ürettiği satın alma gücü kaydi para niteliğindedir. Ancak bankacılık sistemi içinde satın alma gücü üretmeyen bankalar da bulunmaktadır. Satın Alma Gücü Yaratan Bankalar: Satın alma gücü yaratan bankalar temel para yaratan (merkez bankaları) ve kaydi para yaratan bankalar (ticaret bankaları) olarak ikiye ayrılır. Bunlardan temel para yaratan bankalar, para basımı ve ekonomideki likidite akımını denetleme yetkilerini kanunlarla elde ederler. Kaydi para yaratan bankalar ise, kısa vadeli para ve kredi işleri yapmaya yetkili, mevduat ya da ticaret bankaları şeklinde örgütlenmiş bankalardır. 101 www.hedefaof.com Satın Alma Gücü Yaratmayan Bankalar: Bu bankalar, genellikle kısa vadeli para ve kredi işleri yapmayan, mevduat kabul etmeyen, bu anlamda para üretme olanağından yoksun olan bankalardır. Merkez bankaları ile ticaret (mevduat) bankalarının dışında kalan bankalar, genellikle bu tür bankalardır. Ekonomik Fonksiyonlarına Göre Bankalar Bu sınıflandırma, bankacılıkta yaygın olan, çok bilinen ve bu anlamda yoğun olarak kullanılan bir sınıflandırma türüdür. Ekonomik fonksiyonlarına göre yapılacak bir sınıflama, diğer sınıflama biçimlerinden daha önemlidir. Buna göre bankalar, gördükleri ekonomik hizmetin özelliklerine göre sekiz grupta incelenebilir. Bunlar; • Emisyon Bankaları (Merkez Bankaları), • Ticaret (Mevduat) Bankaları, • Yatırım ve Kalkınma Bankaları, • Halk Bankaları, • Tarım ve Kredi Bankaları, • Dış Ticaret Bankaları, • İpotek Bankaları, • Maden Bankaları, olarak sıralanmaktadır. Bankaların Görevleri Bankaların kuruluş amaçlarına göre değişik faaliyetleri olmasına ragmen, yerine getirdikleri temel görevleri şu şekilde sıralayabiliriz; • Aracılık: Bankalar tasarrufu olan kişi ve kuruluşlardan mevduat olarak topladıkları fonları, kredi olarak talep eden kişi ve kuruluşlara aktarmada aracılık ederler. • Kaynakların Etkin Kullanımı: Bankalar, topladıkları ve dönüşüme tabi tuttukları fonları ekonominin öncelikli alanlarına aktararak kaynakların yeniden tahsisine aracılık etmekte, atıl fonları ekonomiye kazandırarak, hem mevduat sahiplerinin hem de kredi kullananların maksimum hasıla elde etmelerine olanak sağlamaktadır. • Kaynaklara Akıcılık Sağlama; Bankacılık sistemi paranın transferi sistemi olma görevi ile ulusal ve uluslararası düzeyde kaynaklara akıcılık sağlar. Bir başka değişle, paranın bir süre için ihtiyacı olmayandan ihtiyacı olanlara aktarılması işlevini görür. • Ekonomik Ajanların Sahip Oldukları Maddi Varlıkların Rasyonel Biçimde Kullanımını Sağlama; Halkın parasal, finansal ve reel aktiflerinden oluşan mal varlıklarının kullanım biçimi üzerinde, bankacılık kesiminin oluşturduğu, faiz seçenekleri, gelir imkanları, vade farkları ve nakit akışı kolaylıklarının önemli rolü vardır. • Kaydi para Yaratma: Ekonomide biri mevduat bankaları tarafından yaratılan kaydi para, diğeri merkez bankası tarafından piyasaya sunulan kağıt para olmak üzere iki tür para söz konusudur (ufaklık paraların toplam içindeki payı çok küçük olduğundan göz ardı edilebilir). Kaydi para; maddi varlığı olmayan, sadece bankaların hesaplarına alacak ve borç kaydı düşülmek suretiyle yaratılan bir değişim ve ödeme aracı olarak tanımlanabilir. Bankaların müşterilerine kredi açması ve bu kredi limitleri içinde çek kullanma hakkı tanıması veya kredi kartı uygulamaları da kaydi para yaratabilmektedir. • Gelir ve Servet Dağılımını Etkileme: Bankacılık sistemi izlediği kredilendirme politikası ile ekonomide gelir ve servet dağılımını etkileyebilmektedir. 102 www.hedefaof.com • Hizmet Fonksiyonu: Hizmet sektörünün en önemli kurumlarından biri olan bankaların, bu doğrultuda değişik görevleri bulunmaktadır. Bankacılık sektöründe hizmet, kişiselleştirilmiş veya kolektif bir fayda üretimi, bir malın dönüşümü ya da sunuma hazır hale getirilmesi şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bankaların sağladığı başlıca hizmetler; • Eldeki paranın muhafaza edilebileceği güvenli bir yer sağlamak, • Tedavüldeki paranın toplanması ve ödenmesi, işlemlerini yerine getirmek, • Ticari senetleri iskonto veya tahsil etmek, İştiraklerde bulunmak, • Çek ve akreditif işlemleri yapmak, • Kambiyo işlemleri yapmak, • Havale işlemleri yapmak, • Müşteri adına menkul kıymet alım ve satımı yapmak • Kefalet ve teminat mektubu vermek, • Müşterilere kredi konusunda ve finansal konularda danışmanlık yapmak, • Kiralık kasa hizmeti vermek • Müşterilere seyahat çeki, kredi kartı gibi kolaylıklar sağlamak, • Elektrik, su, doğalgaz gibi işlemlerin tahsil ve ödemesini yapmak, olarak sıralan maktadır. 103 www.hedefaof.com Özet Para; mal ve hizmet değişiminde genel olarak kabul edilen şeydir. Üstelik sadece mal değişiminde değil, tek taraflı borç ödenmesinde de paranın herkes tarafından kabul edilme özelliğine sahip bulunduğunu görüyoruz. Bu durumda bir şeyi para yapan ona paralık niteliğini kazandıran en önemli unsur herkesin onu kabul etmesidir denebilir. Paranın fonksiyonları, geleneksel ve modern fonksiyonlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Geleneksel fonksiyonlar; hesap birimi, mübadele aracı ve tasarruf aracı olma fonksiyonlarıdır. Paranın modern fonksiyonları; ekonomik faaliyetleri desteklemesi veya kösteklemesi, geliri yeniden dağıtma ve egemenlik fonksiyonlarıdır. • Mali paranın düzenlemek hacim • Para arzı ve ekonominin likiditesini düzenlemek amacıyla açık piyasa işlemleri yapmak • Mevduat ve vade türleri ile vade sürelerini, yükümlülük zamanlarını tespit etmek • Milli para ile altın ve yabancı paralar arasındaki denkliği hükümetin belirleyeceği esaslar çerçevesinde tayin etmek • Altın ve döviz rezervlerini, ülke ekonomisinin çıkarlarına uygun şekilde hükümetçe alınacak kararlar çerçevesinde yönetmek • Döviz ve kıymetler madenler üzerine hükümet kararları doğrultusunda işlem yapmak • Kanuni karşılık ve disponibilite oranlarında gerekli gördüğü değişiklik önerilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) onayına sunmak M1 = Nakit + Vadesiz Mevduatlar Geniş Tanımlı Para Arzı (M2): Özü itibariyle M1’in üzerine Vadeli mevduatların ilave edilmesiyle oluşur. Bu durumda M2’nin formülü şöyledir. • Öngörülen disponibilite ve kanuni karşılık oranlarını TBMM’si onayına sünmek M2 = M1 + Vadeli Mevduatlar • Fiyat istikrarını sağlamak En Geniş Tanımlı Para Arzı (M3); Türkiye’de kullanılan en geniş tanımlı para arzı, M3, M2’yi oluşturan büyüklükler yanında resmi kuruluşlar mevduatı ve TCMB’deki diğer mevduatları kapsamaktadır. Bu durumda; M3 aşağıdaki gibi oluşur. TCMB’nın yetkileri: Mevduatı • Türkiye’de banknot ihracı ayrıcalığı tek elden bankaya aittir. • Banka; kendi işlemlerinde uygulayacağı reeskont, iskonto, faiz oranlarını hükümetin ekonomik politikasına uygun olarak tespit eder + • Banka; para-kredi konularında karar alma ve hükümete öneride bulunmaya yetkilidir. Para politikası amaçları; Fiyat istikrarı, tam istihdam, iktisadi büyüme, mali piyasalarla birlikte faiz oranları ve döviz kurlarında istikrarın sağlanmasıdır. Bu amaçlar arasında fiyat istikrarı, merkez bankası tarafından yürütülen para politikasının birincil amacı olurken, diğerleri ikincil amaçlar olarak düşünülür. Para politikasının araçları ise; Açık piyasa işlemleri, Reeskont politikası ve Zorunlu karşılıklardır. • Banka; kanunla kendisine verilen yetki ve görev alanına giren konulara ilişkin yapmış olduğu her türlü düzenlemelere bankaların uygun hareket edip etmediklerini denetleme yetkisine sahiptir. Bankaların görevleri aşağıdaki gibi sıralanabilir: Aracılık, kaynakların etkin kullanımı, kaynaklara akıcılık sağlama, ekonomik ajanların sahip oldukları maddi varlıkların rasyonel biçimde kullanımını sağlama, kaydi para yaratma, gelir ve servet dağılımını etkileme, hizmet fonksiyonu TCMB’nın görevleri: • Para ve kredi politikasını, kalkınma planlarını, yıllık programlar doğrultusunda yürütmek • Hükümetle ortaklaşa paranın iç ve dış değerini korumak ve gerekli önlemleri almak 104 tedavülünü • Bankalara verilecek kredileri kanun, esas ve sınırlamalar doğrultusunda yerine getirmek Dar Tanımlı Para Arzı (M1): Çoğu ülkede dar anlamda para arzı M1 ile ifade edilmektedir. Dolaşımdaki nakit miktarı ile bankacılık sistemindeki vadesiz mevduatların toplamıdır. M3=M2+Resmi kuruluşlar TCMB’daki Diğer Mevduat ve www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım I.Hesap birimi olma fonksiyonu 4. Aşağıdakilerden hangisi dar tanımlı para arzını vermektedir. II.Tasarruf aracı olma fonksiyonu a. M2=M1+Vadeli mevduatlar III.Ekonomik faaliyetleri destekleme fonksiyonu b. M1=Nakit+Vadesiz mevduatlar IV.Hakimiyet aracı olma fonksiyonu c. M3=M2+Resmi mevduat+TCMB’daki digger mevduatlar 1. Yukarıdakilerden hangileri paranın gelenek sel fonksiyonlarındandır. d. M2Y=M2+Döviz tevdiat hesapları e. M3Y=M3+ Döviz tevdiat hesapları a. I, II, IV 5. Bankaların yarattıkları paraya ne ad verilir. b. III, IV c. I, II a. Baz para d. II, III, IV b. Para çarpanı c. Para arzı e. I, IV d. Kaydi para 2. Trampaya dayalı bir ekonomide mübadele nin gerçekleşmesi için aşağıdakilerden hangisine ihtiyaç yoktur? e. Rezerv para 6. Nakit tercih oranı (c=0,04), zorunlu karşılık oranı (r=0,06) ise; para çarpanının (m) değeri kaç olur? a. Karşılıklı mal mübadele edecek iki kişi bulunmalı (Ave B gibi şahıslar), b. A’nın seçmek istediği mal B’nin aradığı mal olmalı, a. 10,4 c. B’nn teklif ettiği mal A tarafından talep edilmeli, c. 15,8 d. A ve B bu mal değişiminden karlı olacakları düşüncesinde olmalı, e. 24 e. Mal değişimine aracılık eden finansal bir kurum olmalı 7. Nakit tercih oranı (c=0,05), zorunlu karşılık oranı (r=0,03) ve baz para (B=60 milyar ) ise; para arzının değeri kaç olur? 3. Paranın sadece “muamle aracı” fonksiyonu üzerinde duran yaklaşım, aşağıdakilerden hangisidir? a. 685 milyar a. Klasik yaklaşım c. 545,6 milyar b. Monetarist yaklaşım d. 750,8 milyar c. Gurley-Shaw yaklaımı e. 787,5 milyar d. Merkez bankası yaklaşımı 8. Bankaların iskonto etmiş oldukları senetleri likidite sağlamak amacıyla merkez bankasında yeniden iskonto ettirme işlemine ne ad verilir? b. 20,6 d.12 b. 495,5 milyar e. Keynesyen yaklaşım a. Reeskont b. Zorunlu karşılık c. Açık piyasa işlemi d. Repo e. Disponibilite işlemi 105 www.hedefaof.com 9. Aşağıdakilerden hangisi merkez bankasının görevlerinden biri değildir? Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı a. Parasal istikrarı sağlama 1. c Yanıtınız yanlış ise “Paranın Tanımı ve Fonksiyonları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Emisyon c. Devletin bankacılığını yapma e. Banka rezervlerini koruma 2. e Yanıtınız yanlış ise “Paranın Tanımı ve Fonksiyonları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. Aşağıdakilerden hangisi ticari bankaların ye rine getirdikleri temel görevlerden biri değildir? 3. a Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Aracılık 4. b Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. d. Ödemeler dengesini sağlama b. Kaynaların etkin kullanımı 5. d Yanıtınız yanlış ise “Bankacılık” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Fiyat istikrarnı sağlama d. Kaydi para yaratma 6. a Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. e. Kaynaklara akıcılık sağlama 7. e Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. a Yanıtınız yanlış ise “Para Arzı” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. d Yanıtınız yanlış ise “Merkez Bankacılığı ve TCMB” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. c Yanıtınız yanlış ise “Bankacılık” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 106 www.hedefaof.com Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 3 Sıra Sizde 1 Açık piyasa işlemleri (APİ), en geniş anlamıyla finansal enstrümanların (hazine bonosu ve devlet tahvili, merkez bankası senetleri ve birinci derece özel sektör senetleri) açık piyasada merkez bankası tarafından ya birincil piyasada ya da ikincil piyasada alınarak veye satılarak, bankacılık sisteminin toplam rezervlerini daraltarak veya genişleterek, nihai olarak ülkenin para arzını etkileyebilmek olarak tanımlanabilir. Paranın bu fonksiyonuna “değer ölçüsü” olma veya “muhasebe birimi” gibi isimlerde verilmektedir. Bir ekonomide bütün mal ve hizmetlerin değeri para ile ifade edilir. Para bütün değerleri ölçen ve belirten bir araç olarak kabul edildiğine göre ekonomik hayattaki bütün hesaplar da para ile yapılmaktadır. Bir tüketici satın alacağı malların hesabını para ile yapacak, bir üretici maliyetlerini para ile hesap edecektir. Bu bakımdan parayı bir hesap birimi olarakta düşünebiliriz. Sıra Sizde 4 Bankacılık sisteminin riskinin azaltılması, Para arzını ayarlamak, Kısa vadeli faiz oranlarının istikrarına yardımcı olmak, likidite yönetimi, Senyoraj geliri elde etmek Mübadele Aracı Olarak Para: Paralı ekonomi lerde mübadeleler malın mal ile ya da malın hizmet ile değiştirilmesi şeklinde olmayıp, önce malın paraya çevrilmesi ve sonra para aracılığı ile istenen malın satın alınması şeklinde yürütül mektedir. MAL PARA Sıra Sizde 5 Merkez bankaları bu görevini yerine getirirken, Zorunlu karşılık oranı, reeskont oranı, açık piyasa işlemleri gibi para politikası araçlarını kullanılır. MAL Tasarruf Aracı Olarak Para: Paranın değerinin korunduğu ülkelerde insanlar gelirlerinin tasarruf etmek istedikleri bir kısmının tamamını ya da belli bir bölümünü para olarak saklamak isterler. Bu bakımdan parayı bir çeşit tasarruf aracı olarakta kabul etmek gerekir Sıra Sizde 6 • Türkiye’de banknot ihracı ayrıcalığı tek elden bankaya aittir. • Banka; kendi işlemlerinde uygulayacağı reeskont, iskonto, faiz oranlarını hükümetin ekonomik politikasına uygun olarak tespit eder Sıra Sizde 2 Klasik Yaklaşım: Ülkedeki para arzı, ödeme aracı olarak genel kabul gören şeylerin toplamıdır. Buna göre para arzı; fiilen dolaşımdaki ufaklık ve kağıt paraların toplamı ile çekle ödemelerin yaygınlaştığı ülkelerde çeke tabi mevduatın toplamından ibarettir • Banka; para-kredi konularında karar alma ve hükümete öneride bulunmaya yetkilidir. • Banka; kanunla kendisine verilen yetki ve görev alanına giren konulara ilişkin yapmış olduğu her türlü düzenlemelere bankaların uygun hareket edip etmediklerini denetleme yetkisine sahiptir. Monetarist Yaklaşım: Bu yaklaşıma göre para arzı tanımına, fiilen tedavüldeki para ve vadesiz mevduatlar yanında ticari bankalardaki vadeli mevduat da girmektedir. Gurley Shaw Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre, halkın alternatif likit olarak kabul edilebileceği tüm mali değerler para arzı kapsamına alınma lıdır. Bunlar; nakit, vadesiz mevduat, vadeli mev duat, tasarruf ve kredi kurumları, hisse senet leridir. Merkez Bankası Yaklaşımı: Bu yaklaşım para arzı ile kredi arzını özdeş olarak kabul etmekte ve bu suretle en geniş sayılabilecek para arzı tanımını kabul etmektedir. Kredi, sadece ticari bankaların mevduata dayanarak açtıkları kredi olmayıp, her türlü kaynaktan açılan kredi anlaşılmaktadır. 107 www.hedefaof.com Yararlanılan Kaynaklar Afşar, A., Afşar, M. (2010). Finansal Ekonomi. Ankara: Detay Yayıncılık. Aksoy, T. (1998). Çağdaş Bankacılıktaki Son Eğilimler ve Türkiye’de Uluslarüstü Bankacılık, Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu, Yay. No:109 Bocutoğlu, E. (2005). Makro İktisat Teoriler ve Politikalar. Trabzon: Derya Kitapevi. Çepni E. (2010) Ekonomik Göstergeler ve İstatistikler Rehberi. Bursa: Seçkin Yayıncılık, Çolak, F. E. (2010) Makro Ekonomik Göstergelerin Yorumlanması, Ankara: Elif Yayınevi. Önder, T (2005). Para Politikası Araçları, Amaçları, ve Türkiye Uygulaması (Uzmanlık Yeterlilik Tezi), Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Piyasalar Genel Müdürlüğü, Parasız, İ. (1999). Para Ekonomisi, Bursa: Ezgi Kitapevi Yayınları. Takan, M. (2002). Bankacılık, Teori Uygulama ve Yönetim, Ankara: Nobel Yayınları. Yıdırım, K. Karaman, D. Taşdemir, M. (2010). Makro Ekonomi, Ankara: Seçkin Yayıncılık www.tcmb.gov.tr. “Dünden Bugüne Türkiye Cumhriyet Merkez Bankası”, 2008 108 www.hedefaof.com www.hedefaof.com 6 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Döviz piyasası ve özelliklerini açıklayabilecek, Döviz piyasasındaki işlemler ve işlemcileri tanımlayabilecek, Döviz kuru kavramlarını ayırt edebilecek, Döviz kuru sistemlerini aktarabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Döviz Döviz Piyasası Döviz Kuru Döviz Kuru Sistemi İçindekiler Giriş Döviz Piyasası Döviz Kuru Döviz Kuru Sistemleri Kur Değişmelerini Açıklamaya Yönelik Teoriler 110 www.hedefaof.com Döviz Piyasası ve Döviz Kuru GİRİŞ İstisnaları olmakla birlikte, dünyada her bağımsız ülkenin bir ulusal parası bulunmaktadır. Yabancı ülke paralarına veya para yerine geçen her türlü ödeme araçlarına döviz denmektedir. Bu bağlamda yabancı ülkenin parasına döviz, döviz arz ve talebinin karşılaştığı piyasaya döviz piyasası ve bir ülke parasının diğer ülke parası cinsinden fiyatına döviz kuru denir. Döviz piyasası bir ülkeye ya da bir yere ilişkin değildir. Burada dövizin fiyatı oluşur. Döviz piyasası, bireylerin, firmaların ve bankaların yabancı para ya da nakit yerine geçen banka havalesi, ödeme emri vb. gibi araçların alım satımı yaptıkları örgütlü bir çerçevedir. Bir ülkede ödemeler nakit ve kaydi para (döviz çekleri, bonolar, havaleler, ödeme emirleri, yabancı mevduat sertifikaları) ödeme araçları ile yapılarak farklılaştırıldığı gibi, uluslararası ödemelerde finansal akımlar da aynı paralel de nakit para ve kaydi para şeklinde meydana gelmekte ve birincisi “efektif” ikincisi ise “döviz” olarak adlandırılmaktadır. Uluslararası ticarette, bir tarafta bir ülkenin vatandaşı olan alıcı, diğer tarafta ise başka bir ülkenin vatandaşı olan satıcı vardır. Yurtiçi ticaretten farklı olarak, bu tür ekonomik işlemde en az iki farklı ulusal para söz konusudur. Bu durumda bir ülke parasının diğer ülke parasına çevrilmesi gerekir. İşte döviz kuru, iki milli para birimi arasındaki değişim oranıdır. Döviz kurunun belirlenmesinde genelde esnek ve sabit döviz kuru çerçevesinde tartışılsa da günümüzde alternatif döviz kuru sistemleri bir hayli çoğalmıştır. Bunun dışında, kurlardaki değişmeyi açıklayan teoriler ise, geleneksel teorilerden ticaret akımları ve satın alma gücü paritesi ile çağdaş teorilerden parasalcı yaklaşım ve portfolyö dengesi teorileridir DÖVİZ PİYASASI Döviz piyasaları, bireylerin, bankaların ve firmaların yabancı paraları alınıp sattığı piyasalar, ya da ulusal paranın başka bir paraya dönüştürülmesini sağlayan ortamlardır. Herhangi bir dövizin, örneğin doların piyasası, doların başka paralarla alınıp satıldığı Londra, Zürih, Paris ve New York gibi merkezlerin tümünden oluşur. Döviz piyasalarında yapılan işlemlerin büyük bölümü ulusal para ile yabancı paraların birbirlerine dönüştürülmesi biçimindedir. Ancak doğal olarak bazı tür işlemler de doğrudan ya da dolaylı olarak bir yabancı paranın başka bir yabancı paraya dönüştürülmesi biçiminde olabilir. Dünyada tek bir para birimi kullanılıyor olsaydı, döviz piyasalarına da gerek kalmazdı. Örneğin altın standardını kullanıyor olsaydık, ulusal paraların birbirlerine dönüşümünü sağlayacak ortak bir paydaya sahip olurduk. Ancak bu olmadığı gibi çoğunlukla ülkelerin farklı para birimleri vardır ve bunların ulusal para birimine çevrilebilmesi içinde ayrı bir mekanizma oluşturulması gerekir. Bu da doğal olarak döviz piyasasıdır. Döviz ve Efektif Giriş kısmında da tanımlandığı üzere, bir ülkede ödemeler nakit ve kaydi para (döviz çekleri, bonolar, havaleler, ödeme emirleri, yabancı mevduat sertifikaları) ödeme araçları ile yapılarak farklılaştırıldığı gibi, uluslararası ödemelerde finansal akımlar da nakit para ve kaydi para şeklinde meydana gelmekte ve birincisi efektif ikincisi ise döviz olarak adlandırılmaktadır. Döviz, yabancı paralar cinsinden ve yabancı 111 www.hedefaof.com ülkelerde ödenebilir kaydi para olarak tanımlanmaktadır. Yani nakit olmayan uluslararası bütün ödeme araçları döviz kapsamına girmektedir. Bankalarla banka dışı işletmeler arasında ödeme aracı olarak birinci derecede dövizler tercih edilmektedir. Bankalar arası döviz ticareti ise, genellikle yabancı bankalardaki yabancı para cinsinden muhafaza edilen mevduatlar aracılığıyla yapılmaktadır. Diğer yandan, yabancı ülke banknotları ve madeni paraları, örneğin, ABD Doları, AB Euro’su, Japon Yeni Türkiye’de efektif olarak tanımlanmaktadır. Kısaca nakit yabancı paralara efektif döviz denir. Efektifler bir bankada ticari hesaba alacak olarak yatırılması işlemi ile dövize dönüştürülebilirler. Ancak, Toplam döviz işlemleri içinde nakit şeklindeki alım satımların payı oldukça düşüktür. Asıl ağırlığı oluşturanlar ise dışarıda bir bankada tutulan fonların devredilmesini sağlayan araçlardır. Bunlar elektronik havaleler, döviz çekleri, ödeme emirleri, yabancı mevduat sertifikalarıdır. Hatırlayacağınız gibi bunlara daha önce döviz ismini vermiştik. Döviz ve nakit kavramlarını açıklayınız. Döviz Piyasalarının İşlemcileri İleride de inceleyeceğimiz gibi döviz piyasasının iki ayağı bulunmaktadır. Bunlardan birisi “toptan piyasa” diğeri ise “perakende piyasa”dır. Toptan piyasada işlem hacmi milyon dolar ya da eşdeğer dövizler düzeyindedir. Perakende piyasada ise, banka ile müşteri arasındaki işlemler belli bir hacimde olmakla birlikte, genellikle küçük miktarlıdır. Piyasanın bu iki ayağında faaliyet gösteren işlemciler genelde şu grupları kapsarlar: Bankalar ve banka dışı mali kurumlar, dış ticaret ve dış yatırım işlemleriyle uğraşan bireyler ve firmalar, spekülatörler ve arbitrajcılar, merkez bankası ve hazine, döviz brokerleri ve enflasyona karşı korunmak isteyen küçük tasarrufçular. Döviz Piyasasındaki İşlem Türleri Döviz piyasasında işlemler anında (peşin, vadesiz, spot), vadeli (forward) ve swap ( takaslama) olmak üzere üç şekilde yürütülmektedir. Anında işlemlerde örneğin bir banka ile bir ithalatçı aralarında, 30 Nisan 2012 tarihinde 1 milyon dolar değerindeki bir döviz satış-alım sözleşmesi imzaladıklarında, banka ithalatçının hesabına 1 milyon doları anında (en fazla 2 gün içinde) transfer eder, ithalatçıda bankaya 1 milyon dolar karşılığı Türk Lirasını anında öder. Buna karşılık vadeli işlemlerde, banka ile bir ithalatçı 30 Nisan 2013 tarihinde 1 milyon dolar değerinde bir döviz alım-satım sözleşmesi imzaladıklarında, banka ithalatçının hesabına 1 milyon doları ileriki bir tarihte (Örneğin 30 ya da 180 gün sonra) transfer etmeyi, ithalatçı da bankaya bir milyon dolar karşılığı Türk Lirasını, sözleşmede belirlenen kurdan ileriki bir tarihte ( 30 ya da 180 gün sonra) ödemeyi taahhüt eder. Döviz piyasasında gerçekleştirilen işlemlerin bir bölümü de swap şeklinde yapılır. Swap bir yabancı paranın, belirli miktarının teslim tarihleri (valör) farklı olmak üzere, aynı anda alınması ve satılması biçiminde yapılan işlemlere verilen isimdir. Bunlara geri dönüşümlü işlem de denebilir. Alım ve satım işlemleri aynı karşı taraf, yani banka veya bir broker ile yapılır. İki işlem birbirine bağlı olarak gerçekleştirilir. Anlaşma aynı karşı taraf ile tek işlem biçiminde yapıldığı, başka bir deyişle araya bir zaman farkı girmediği için kur riski söz konusu olmaz. Döviz piyasası işlem türlerini kısa kısa açıklayınız Döviz Piyasalarının Özellikleri Hatırlayacağınız gibi, bir mal veya ekonomik varlığın arz, talep ve fiyat yönünden özellikleri piyasa kavramını oluşturur. Ekonominin işleyişi içinde döviz diğer ekonomik varlıklar gibi işlem görür. Dövizin 112 www.hedefaof.com arz ve talebe bağlı olarak, ele alınan ülkenin ulusal parası cinsinden fiyatı vardır. Döviz piyasalarının kendine has bir takım özellikleri bulunmaktadır. Buna göre: • Döviz piyasasında alıcı ve satıcılar arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Satıcılar dövizi bir aracı kuruma satarak alıcılarda aracı kurumlardan satın alırlar. Bu aracı kurumların başında bankalar gelir. • Döviz piyasalarında aracılık görevi yapan bir de brokerler vardır. Bunlar kendi adlarına alım satım yapmazlar. Özellikle belli bir yabancı para cinsinden döviz pozisyonu fazlası bulunan bankalarla aynı para cinsinden döviz pozisyonu eksiği veren bankalar arasında aracılık görevi yaparlar. • Satın alınan dövizler döviz talebini oluşturur. Ellerinde döviz bulunduran kimseler ulusal para karşılığında bu dövizleri bankalara satmak isteyebilirler. Döviz arzı da bunları kapsar. • Döviz işlemi yapan bankalar dünyanın farklı yöreleri ile sürekli bir iletişim içindedirler. Döviz piyasası 24 saat boyunca faaliyet sürdürmektedir. • Döviz piyasasının sürekli açık olmasının önemi; bir merkezde çalışma saatleri sona erdikten sonra/ örneğin Londra) dünyanın başka bir yöresinde açık bulunan piyasalarda ( Örneğin New York) kurları etkileyebilecek bazı gelişmeler olabilmesidir. • Döviz piyasaları tan rekabet piyasasına en yakın piyasalardır. Bu özelliklerinin yanında döviz piyasaları bir takım fonksiyonlarda üstlenmişlerdir. Bunlar; satın alma gücünün transferi, kredi sağlama ve kur riskinden korunmadır: Satın alma gücü transferi: Başka ülkelerle ticarette bulunmak veya mali işlem yapmak için ilgili ülkelerin, ya da ona dönüştürülebilen bir üçüncü ülke parasına gerek duyulur. Döviz piyasasının temel fonksiyonu ulusal paraların birbirine dönüştürülmesini sağlayarak uluslararası ticaret, yatırım veya mali fon transferine olanak vermesidir. Kredi sağlama: Dış ticarette uygulanan akreditif, banka kabulü gibi uygulamalar aynı zamanda bir finansman tekniğidir. Söz gelişi akreditif ile ödemede ihracatçı malını gemiye yükleyip usulüne uygun olarak düzenlediği sevk evrakını ithalatçı bankanın kendi ülkesindeki muhabirine sunduğu vakit banka tarafından kendisine ödeme yapılır. Diğer yandan ithalatçı da malı teslim almak üzere evrakları bankadan teslim aldığında ödemede bulunur. Böylece de sevk sırasında işlemin finansmanı dış ticarete aracılık eden bankalar (döviz piyasası) tarafından karşılanmış olur. Kredi işlevi yalnız bununla da sınırlı değildir. Normal olarak ihracatçının malın sevkinden önce, örneğin malı piyasadan tedarik etmek veya imal ettirmek için, ithalatçının da stoklara ilâve ettiği malı satıncaya kadar kısa vadeli finansmana ihtiyaçları olabilir. Piyasa, yine bu tür ihtiyaçlar için ilgililere kredi sağlama olanaklarına sahiptir. Riskten korunma: Gerek mal ticareti ile uğraşan ithalatçı ve ihracatçılar, gerekse yabancı piyasalarda ödünç fon arayanlar veya dış yatırım yapmak isteyenler beklenmedik kur risklerinden bir zarara uğrayabilirler. O bakımdan da kur risklerini gidermeye veya en aza indirmeye yönelik işlemlere ilgi duyarlar. Döviz piyasasının önemli bir fonksiyonu da ilgili taraflara kur riskinden korunma (hedging) olanağı sağlamasıdır. Çevrenizde ulaşabildiğiniz Uluslararası İktisat kitaplarının Döviz Piyasası bölümlerini inceleyiniz. DÖVİZ KURU Döviz fiyatlarına döviz kuru adı verilir. Döviz kurunu her hangi bir yabancı paranın ulusal para cinsinden değeri olarak tanımlayabiliriz. Dünya da döviz kurunu açıklayan ülkelerin büyük bir çoğunluğu bu tanımı kullanırken, az sayıda ülke ulusal paranın yabancı para cinsinden tanımını döviz kuru olarak almaktadır. Her hangi bir paranın ulusal para cinsinden ifade edilmesine dolaysız kotasyon, ulusal paranın yabancı para cinsinden ifadesine de dolaylı kotasyon adı verilir. 113 www.hedefaof.com • Kotasyon bir yabancı paranın ulusal para üzerinden değerinin hesaplanmasıdır. • Dolaysız kotasyon; döviz kuru yabancı para biriminin değiştirilebildiği ulusal para miktarı biçiminde tanımlanır. 1 $ = 1,8 • Dolaylı kotasyon; bir birim ulusal para ile değiştirilebilen yabancı para miktarı biçiminde tanımlanan döviz kurudur. 1= 1/1,8 $ Döviz kurları, ekonomik faaliyetleri etkileyen önemli göstergelerden biridir. Döviz kurları diğer fiyatlar gibi bir fiyattır ve mal piyasası ile ilgilidir. Döviz kurlarındaki değişmeler, ekonomik faaliyetlerin seyrini etkilediğinden, döviz kuru değişmelerinin istikrarlı bir çizgi izlemesi, ekonomik istikrarı olumlu yönde etkileyecektir. Bu nedenle, döviz kurundaki değişimi de, tıpkı diğer fiyatlarda olduğu gibi, ekonomik istikrar açısından incelenmeli ve önemli bir ekonomik gösterge olarak, ekonomik faaliyetleri etkileme ve ekonomik faaliyetlerden etkilenme gücü dikkate alınmalıdır. Denge Döviz Kuru Döviz arz ve talebi içinde ağırlıklı yeri genellikle mal ve hizmet akımları oluşturur. Ancak son yıllarda sermaye akımları da dikkat çekecek düzeylere çıktığı da unutulmamalıdır. Döviz talep eğrisi normal mallarda olduğu gibi negatif eğilimlidir. Yani döviz kuru yükseldikçe döviz talebinin azaldığı, döviz kuru düştükçe döviz talebinin arttığını gösterir. Döviz talebini belirleyen etmenler ise, diğer ülkelerden yapılacak ithalat, diğer ülkelere yapılacak borç ödemeleri, diğer ülkelere yapılacak yatırım miktarıdır. Döviz arz eğrisi ile döviz kuru arasında normal koşullar altında pozitif yönlü bir ilişki vardır. Yani döviz kuru yükseldikçe döviz arzı artar, döviz kuru düştükçe döviz arzı azalır. Döviz arzı, ülkenin mal ve hizmet ihracatı yanında yabancı ülkelerden yapılacak dış borç alımları ve yabancıların ülkeye yapacakları yatırım miktarına bağlıdır. Döviz piyasasında denge döviz kuru, döviz arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada gerçekleşir. Denge kuru, döviz arz ve talebini eşitleyen döviz fiyatıdır. Şekil 6.1: Döviz Piyasasında Denge Cari kurdan piyasa dengesi sağlanmışken arz ve talep güçlerinde bir değişme olmadığı sürece denge kuru değişmez. Bu kararlı bir denge halini ifade eder. Yani arz ve talep eğrileri sabitken, döviz kurunun herhangi bir nedenle denge düzeyinin altına ya da üstüne kaydığını varsayarsak, bu kurlardan piyasa dengesi sağlanamaz. Şekilde de görüldüğü gibi, OK kurundan OM kadar döviz işlemi yapılmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi K fiyatının altında veya üzerindeki herhangi bir fiyat, OM miktardaki döviz işlemini aşması veya aynı seviyeye gelmesi mümkün değildir. K fiyatını altında gerçekleşen bir fiyat, döviz talep fazlası(döviz arz açığı), K’nın üzerindeki bir fiyat ise, döviz arz fazlasına (döviz talep açığı) yol açar. Denge döviz kuru nasıl olu ur? 114 www.hedefaof.com Döviz Alış ve Satış Kuru Bankalar ve döviz ticareti yapan öteki kuruluşlar döviz kurlarını alış kuru ve satış kuru olarak ayrı ayrı kote ederler. Satış kurları alış kurlarının üzerindedir. Yani banka döviz düşük fiyattan alıp yüksek fiyattan satar. Alış ve satış kurları arasındaki farka "kur marjı" denir. Bu fark işlem giderleri ile banka karlarını kapsar. PS: Satış Kuru PA: Alış Kuru Bu marj yüzdesini yıllık olarak ifade edersek; Kur Marjı= PS XPA 360 X X100 Gün Sayısı PS Alış ve satış kurlarının farklı oluş nedenleri; • Yapılan döviz işleminin tutarı önem taşır. Büyük miktardaki işlemlerde alım-satım marjı düşük, küçük milattaki işlemlerde marj büyüktür. • Yabancı paranın piyasasındaki istikrarsızlıklar etkili olur. Döviz fiyatlarındaki iniş ve çıkışlar arttıkça marjlarda büyür. • Paranın gelecekteki piyasa koşulları hakkındaki bekleyişlerin etkisi vardır. Efektif kurda alış satış marjının yüksek oluşunun nedenleri, • Efektif kurlardaki bu farkın yüksek olmasının nedenleri efektif dövizlerin genellikle ufak miktarda alınıp satılmasıdır. • Nakit paranın bazı tehlikeleri vardır. Sahte olma, Çalınma gibi. • Nakit paranın getirisi yoktur. Dolaysız Kur ve Çapraz Kur İki ulusal para arasında piyasada fiilen uygulanan değişim oranına dolaysız kur denir. 1$ = 1.8 dolaysız kur. Farklı paraların kurlarının dolar gibi ortak payda üzerinde hesaplanmasına "çapraz kur" denir. Çapraz kur yöntemiyle belirlenenler ise dolaylı kurlardır. 1 $ = 1.8 Euro. Çapraz kur. Çapraz kur belirlemede $ başa yazılır. Nedeni ise doların rezerv para olmasıdır. Piyasada geçerli kurlar nominal kurlardır. "Nominal kurların" ilgili dönem içindeki enflasyon oranına göre düzeltilmesinden elde edilen kurlara "reel kur" adı verilir. Eğer merkez bankası müdahaleleri ile nominal kurların geçerli enflasyon oranına göre arttırılmasına izin verilmemiş ise reel kurlar nominal kurların altına düşer. Ülkenin dış ticaret bilançosu bundan çok olumsuz etkilenir. 1 $ = 1.8 Nominal Kur Reel kuru aşağıdaki formül yardımıyla hesaplayabiliriz: R = E× Pd Pi Burada; R: Reel döviz kuru 115 www.hedefaof.com E: Nominal döviz kuru Pd: Nominal kurların dış enflasyon oranı Pi: Yurtiçi enflasyon oranını, sembolize etmektedir. Buradan hareket ederek şöyle diyebiliriz: Baz alınan bir döneme göre, geçen zaman içinde ülkedeki göreceli enflasyon oranı, dış ülkelerden daha yüksek olması durumunda, reel döviz kurları nominal döviz kurlarının altına düşmüş olur. Ulusal paranın yapay olarak aşırı değerlendirilmesi olan bu durum, diğer taraftan ülkenin uluslararası piyasalarda rekabet gücünün düşmesine neden olur. Tersine, yurtiçi enflasyon hızı dış dünyadan daha düşükse, o taktirde reel kur nominal kurdan daha yüksektir; ulusal para eksik değerlendirilmiş olur ve bu durumda ülkenin dış rekabet gücü yükselmiş olur. Reel kur nasıl hesaplanır? Sonuçları nasıl yorumlanır? Döviz Arbitrajı Herhangi bir döviz, menkul değer, mal veya üretim faktörünün belli fiyat farklılıklarından yararlanmak üzere, farklı piyasalarda eşanlı olarak alınıp satılması şeklinde yapılan işlemlere arbitraj adı verilir. Burada alım ve satım birbirine bağlı tek bir işlem biçiminde yapılmakta risk faktörü olmamaktadır. Ayırıcı özelliği ise, aynı andaki fiyat farklılıklarından yararlanmak düşüncesidir. Ekonomik açıdan en büyük etkisi ekonomik varlığın bütün piyasalarda aynı anda tek fiyatının oluşmasını sağlamaktır. “Tek Fiyat Kanunu” adı verilen bu kural yurtiçi ve uluslararası piyasalar için geçerlidir. Koşulları ise; • Serbest piyasa koşullarının uygun olması gerekir. Ülkeye döviz giriş çıkışı serbest olmalıdır. • Aynı anda olması, yani işlemlerin (alım ve satımın) anında yapılmasıdır. İstanbul New York 1$ = 1.5 1$ = 2.0 1 $ başına 0,5 Kazanılır. İstanbul piyasasından dolar alınır ve bunlar New York piyasasında 'ye dönüştürülür. Döviz Spekülasyonu Alım satım konusu olan ve fiyatlarında iniş çıkışlar görülen kolay taşınabilen ve bozulmadan saklanabilen tüm mallar üzerinde spekülasyon yapılabilir. Bir kimsenin kendi yaptığı tahminlere dayanarak fiyatında yükselme beklediği ekonomik varlığı satın alması, fiyatında düşme beklediklerini de satması yoluyla kâr sağlama faaliyetidir. Döviz spekülasyonunda ise, herhangi bir yabancı paranın değer kazanacağını tahmin eden birisi, ileride satmak amacıyla o parayı bugünden satın alır. Yabancı paralarda düşüş bekleyen spekülatörler o paraları satarlar. Fiyatı gerçekten düşerse daha ucuza alarak kâr etmiş olurlar. Spekülasyonun ayırıcı özelliği ilerideki fiyat değişmelerinin bugünden tam olarak bilinmemesi, geleceğe ait bir belirsizliğin bulunmasıdır. Spekülatörler döviz kurlarındaki değişmelerin tahmin edilmesinde ülkenin ödemeler bilançosu durumu, faiz oranları, enflasyon oranı, ihracattaki değişmeler ve dış borç ödemeleri gibi tüm etkenleri dikkate almak durumundadır. Konvertibilite Konvertibilite, bir ülkenin parasının döviz piyasalarında serbestçe öteki ülke paralarına dönüştürülebilme özelliğine sahip olmasıdır. Konvertibilitenin ilk koşulu ülkede yasalara göre serbest bir döviz piyasasının varlığıdır. Ulusal paranın yabancı paraya dönüştürülmesi için dövizlerin ithal ve ihracatı tamamen serbest olmalıdır. 116 www.hedefaof.com Konvertibilitenin yararları; • Uluslararası ödeme ve denkleştirme işlemlerinin bürokrasiden kurtulması, • Dış ticareti ve mali ilişkileri geliştirmesi, • Dünya ekonomisinin karşılaştırmalı üstünlük modeline uygun biçimde gelişmesine katkıda bulunmasıdır. Konvertibilitenin koşulları ise, • Dış ticaret dengesi sağlanması, • Yeterli döviz rezervlerine ulaşmak ve bunları korumak, • Serbest döviz piyasası oluşturmak, • Gerçekçi ve reel döviz kuru politikası izlemek, • Para ve sermaye piyasalarını mümkün olduğunca uluslararası piyasalarla bütünleştirmek, olarak sıralanır. Konvertibilitenin yararlarını ve ko ullarını belirtiniz. DÖVİZ KURU SİSTEMLERİ Bu bölümün başlarında döviz ve döviz piyasası incelendi. Bu bilgileri tamamlamak üzere döviz kuru sistemleri tanıtılacaktır. Döviz kuru sistemleri genelde “esnek (dalgalı)” ve “sabit” döviz kuru çerçevesinde tartışılsa da günümüzde alternatif döviz kuru sistemleri bir hayli çoğalmıştır. Esnek (Dalgalı) Kur Sistemi Esnek kur sisteminde ülke parasının değeri piyasa tarafından belirlenmektedir. Döviz piyasasına yapılan müdahaleler kurların istenilen düzeyde oluşmasını sağlamak yerine, bu piyasalardaki gereksiz dalgalanmaları önlemek ve değişimleri daha ılımlı hale getirmek için yapılmaktadır. Bu sistemde para politikası daha etkin hale gelmekte ve ülkenin tutması gereken uluslararası rezerv miktarı azalmaktadır. Bu sistemde döviz kurları aynen rekabetçi piyasa koşulları altındaki bir mal gibi arz ve talep güçlerinin işleyişine bırakılmıştır. Şekil 6.2: Esnek Döviz Kuru Sistemi Toplam döviz talebi daha önceden de belirtildiği gibi, ülkenin mal ve hizmet ithali ile yurt dışına ihraç edilmek istenen sermaye miktarından oluşur. Şekil; 6,2 de “S” döviz arz eğrisini, “D” döviz talep eğrisini ve “E” ise denge döviz kurunu ifade etmektedir. Görüldüğü gibi, döviz talebindeki artış kuru yükseltmektedir. Yükselen kur yabancı mallara talebi düşürerek, döviz talebinin de düşmesini sağlamakta ve kuru tekrar eski düzeyine çekmektedir. 117 www.hedefaof.com Yine şekil 6.2’dan görüldüğü gibi, döviz arz ve talebinin eşit olduğu noktada yani E noktasında ödemeler bilançosu dengesi sağlanmıştır. Serbest değişken kur sistemi altında döviz talebinin D den D' ne kayması durumunda da “E1” noktasında denge sağlanmış olacaktır. Şayet hükümet kur düzeyini “R0” düzeyinde tutmak isterse “M0-M2” kadar açık doğacaktır. Merkez bankasının açığı karşılamak için buna eşit miktarda dövizi satışa çıkarması gerekecektir. Dış dengeyi sağlamak üzere Merkez bankasının piyasaya yaptığı müdahalelerle kur değişmeleri arasında ters bir ilişki vardır. Literatürde esnek kur sistemi ile sabit kur sistemini savunanlar arasında tartışmalar vardır. Örneğin esnek (dalgalı) kur sistemini savunanların bu sistem üstün yönlerini aşağıdaki gibi belirtmişlerdir: • Ulusal paranın gerçek değerini yansıtır. Sabit ve resmi kurlar paranın gerçek değerini yansıtmaz. • Dış ödemeler bilançosu dengesini sağlar. Dış denge kendiliğinden sağlanmaktadır. • İç ekonomik politika uygulamalarında bağımsızlık. İç denge amacına yönelik politika uygulamalarında bağımsız hareket etme olanağı elde edilir. • Dış rezerv ihtiyacının azalır. • Ekonomiyi dış şoklardan koruma. • Sadelik. • Ani ve büyük kur değişikliklerinden korunma. • Karşılaştırmalı üstünlükler modeline uygun ticaret. Bunlara karşılık, esnek (dalgalı) kur sisteminin aleyhindeki görüşler de aşağıdaki gibidir: • Ticaret ve yatırımları caydırıcı etki yaratır. • Esnekliklerin düşüklüğü durumunda piyasada istikrar sağlanamaz. • İstikrar bozucu spekülasyona yol açar. • Yurtiçi enflasyon kontrolden çıkarır.Ulusal paranın değer kaybetmesi durumunda dışarıdan ithal edilen temel gıda maddelerinin fiyatları yükselir. Bu ise sendikaları reel ücreti korumak için ücret artışı talebinde bulundurmaya yöneltir. • Maliyet enflasyonu yaratır. • Ödemeler bilançosunun disiplininin bozulmasına yol açar • Kısa dönem kur değişmelerinde hedefi aşma durumu ortaya çıkar. Sabit Kur Sistemi Bu sistemin ana özelliği döviz kurlarının piyasa gelişmelerine göre değişmesine izin verilmeyip, ilke olarak aynı düzeyde sürdürülmesidir. Sabit kur sisteminde döviz kurlarının istikrarı Merkez Bankasını döviz piyasasına alıcı ve satıcı olarak müdahalesiyle sağlanır. Bunun için Merkez Bankasının elinde yeterli miktarda altın ve yabancı döviz stokunun olması gerekir. Bu stoka döviz ya da kambiyo istikrar fonu adı verilir. Örneğin döviz kurları yükselmeye başladığı zaman Merkez Bankası piyasaya döviz sürer, düştüğünde ise piyasadan döviz çeker. Bu işlemler sayesinde döviz kurunda istikrar sağlar. Kuşkusuz Merkez Bankasının bu şekilde döviz kurlarını belli bir seviyede tutabilmesi için ödemeler bilançosunun sürekli olarak açık vermemesi gerekir. Aksi durumda er ya da geç Merkez Bankasının elindeki döviz rezervleri tükenecektir. Bu durumda eğer Merkez Bankası mevcut kurları aynen muhafaza etmek isterse döviz alım satımdaki serbestiyi kaldırıp döviz kontrol sistemine geçmesi gerekir. Sabit kur sisteminde hükümetin belirlediği döviz kurunu ( yapısal bir döviz talep fazlası nedeniyle) bir süre sonra yükseltmesine ( hükümetin ulusal paranın değerini düşürmesine) devalüasyon denir. Buna 118 www.hedefaof.com karşılık hükümetin belirlediği döviz kurunu (yapısal bir döviz arz fazlası nedeniyle ) bir süre sonra düşürmesine (hükümetin ulusal paranın değerini yükseltmesine) revalüasyon denir. Sabit döviz kuru sisteminde Merkez Bankası belirlediği kurun önceden açıkladığı üst ve alt sınırlar arasında yani belirli bir bant içinde değişmesine izin verir. Bu bağlamda piyasa kuru bandın yukarıdan dışına çıkınca Merkez Bankası, kuru savunmak için döviz satar. Tersine aşağıdan çıkınca döviz satın alır. Aşağıdaki şekilde de görülebileceği gibi, alt ve üst destekleme sınırlarının aşılması müdahalenin gelmesine yol açar. Şekil 6.3: Sabit Kur Sistemi Kaynak: Seyitoğlu, H. (2009), Uluslararası İktisat, Güzem Can Yayınları, İstanbul, s.737. Döviz piyasalarında ulusal paralarının değerinin parite etrafında % 1 oranında dalgalanmasına izin verilir. Buna göre paranın piyasada alabileceği en yüksek üst destekleme noktası, en düşük değerde alt destekleme noktasını oluşturur. Bu iki değer arasında piyasa kurları arz ve talep koşullarına bağlı olarak bir değere sahip olabilir. • Üst Destekleme Noktası = 2.02 • Alt Destekleme Noktası = 1.98 Örneğin Türk halkının tercihlerinin Amerika mallarına doğru kaymasıyla talep eğrisi sağa doğru kayacaktır. Bu durumda dolar yükselme eğilimi gösterecektir. Ancak fiyatların üst destekleme noktasını geçmesine izin verilmediği için Merkez Bankası dolar satmaya başlar. Ancak Amerika’da, Türk mal ve hizmetlerinin artmasıyla dolar arz eğrisi sağa doğru kayarsa, Dolar alt destekleme noktasının altına inme eğilimi gösterecek, bu duruma Merkez Bankası piyasadan Dolar alarak müdahale edecektir. Eğer ulusal para bir süreden beri alt veya üst destekleme noktalarında sürünüyor ise, kur belirlenen düzeyde sürdürülebilme olanağı kalmamıştır. Bu durumda Merkez Bankasının piyasaya sürekli müdahale etmesi olanaksızdır. Bu yüzden hükümetler kurları zaman zaman yeniden belirlemek yoluna giderler. Sabit kur sisteminin ayarlanabilir olması bu yüzdendir. Devalüasyon ve Revalüasyon kavramlarını açıklayınız Alternatif Döviz Kuru Sistemleri Yukarıda açıkladığımız iki temel döviz kuru sisteminin dışında, başka döviz kuru sistemleri de bulunmaktadır. Bunlar literateratürde genellikle “alternatif döviz kuru sistemleri” olarak gruplandırılır. Gözetimli Dalgalanma Bu kur sisteminde parasal otorite döviz kurlarına müdahale etmekle birlikte, bu müdahaleler önceden belirlenmiş kurallara göre yapılmaz. Parasal otorite müdahalelerini, karar alma mekanizmasını bir takım 119 www.hedefaof.com ekonomik göstergeler doğrultusunda, o an için iyi olduğunu düşündüğü bir şekilde çalıştırarak gerçekleştirmektedir. Bu sistemde kurlar ilke olarak serbest dalgalanmaya bırakılmıştır. Ancak bu Merkez Bankasının denetimi altında yürütülen bir dalgalanma yaklaşımıdır. Kurlar arz ve talebe göre değişir. Fakat aşırı kabul edilen bazı değişmeler Merkez Bankası piyasada döviz dış ve satışları ile giderilir. Döviz piyasasında kısa süreli bir talep fazlası ortaya çıkınca Merkez Bankası bu talep fazlasının belirli bir oranı kadar piyasaya döviz satışı yapar. Böylece ulusal paradaki değer kaybı yumuşatılmış olur. Böyle bir politika izlenmesi kurlardaki uzun vadeli trendi etkilemeden kısa süreli dalgalanmaların şiddetini azaltır. Merkez bankası müdahaleleri, kısa vadedeki iniş çıkışları kontrol altına almak için yapılırsa buna “Temiz Dalgalanma” denir. Fakat kuru yükseltmeyip ihracatı arttırmayı, ithalatı azaltmayı hedefliyor ise “Kirli Dalgalanma” denir. Aralık İçinde Dalgalanma Bu tür bir sistem de, kurların belirlenen bir aralık içinde serbestçe dalgalanmalarına izin verilmektedir. Serbest dalgalanan ve sabit kur sisteminin bir bileşimi gibi algılanabilecek bu kur sistemi, esnekliği ve istikrarı beraberinde getirir. Merkez parite olarak belirlenen aralığın ortalama değeri, kurlara bir belirlilik kazandırırken, kurların bu aralık içinde dalgalanabilmesi dışsal şokların etkisini azaltmaktadır. Kaygan Aralık Kaygan aralık sisteminde, bir önceki sistemden farklı olarak, aralığın ortalama değeri(merkez kur) sabitlenmiştir. Bu ortalama değer belli olmayan sürelerle ayarlanmaktadır. Genelde yüksek enflasyon gözlenen ekonomilerde uygulama alanı bulan bir sistemdir. Ayarlanabilir merkez kur sayesinde kurun aşırı değerlenmesi engellenmektedir. Yönlendirilmiş Sabit Aralık Yönlendirilmiş sabit aralık sisteminde, ülke parasının değeri önceden açıklanmış sabit bir değer etrafında belirli limitler içinde dalgalanmaktadır. Fakat esas alınan sabit değer seçilmiş ekonomik göstergeler ve özellikle ödemeler dengesindeki gelişmelere bağlı olarak ayarlanabilmektedir. Yönlendirilmiş sabit aralık sistemin alışılmış sabit kur sisteminden farkı, sabit kur üzerinde bir baskı oluştuğunda, gerekli ayarlamanın bir anda değil belirli aralıklarla ve sıklıkla yapılıyor olmasıdır. Yönlendirilmiş Sabit Parite Bu kur sisteminde ülke parasının değeri sabitlenmiştir. Ancak bu sabit değer, aynı yönlendirilmiş sabit aralık sisteminde olduğu gibi, o ülkenin seçilmiş ekonomik göstergelerine ve özellikle ödemeler dengesindeki gelişmelere bağlı ayarlanabilmektedir. Bu sistem yönlendirilmiş sabit aralık sistemi ile karşılaştırıldığında, daha katı bir yapıya sahiptir. Sabit kur sistemleri ile karşılaştırıldığında ise, bu sistemden farklı olarak sabit kur üzerinde bir baskı oluştuğunda, gerekli ayarlamanın bir anda değil, belirli aralıklarla ve sıklıkla yapılıyor olmasıdır. Ayarlanabilir Sabit Kur Sistemi BrettonWoods sistemi olarak da bilinen bu sistemde, kur sabit olmakla birlikte parasal otorite süresiz bir şekilde bu kuru sürdürmek zorunda değildir. Belirlenen kur uygulanan ekonomik politikalarla tutarsızca arzu edilen yönde değiştirilebilmektedir. Para Kurulu Ülke parasının seçilecek olan yabancı bir para ile sabit kurdan değişimini öngören ve belirli yasal düzenlemeleri gerektiren bir sistemdir. Bu sistemde para otoritesi ülke parasını yalnız yabancı para girişi karşılığı basmaktadır. Ayrıca Merkez Bankasının parasal düzenlemeler ve son kredi mercii gibi geleneksel fonksiyonlarına son vermektedir. 120 www.hedefaof.com Ortak Para Alanları Yakın ekonomik ilişkide bulunan bir grup ülkenin ulusal paralarını sabit kurlarla birbirine bağlayıp, öteki paralara karşı dalgalanmaya bırakmaları ile oluşturulur. Ülkelerin paraları arasındaki kurlar sabittir. KUR DEĞİŞMELERİNİ AÇIKLAMAYA YÖNELİK TEORİLER Dış Ticaret Akımları Yaklaşımı Kur değişmelerini açıklamaya yönelik teorilerden dış ticaret akımları yaklaşımı, bir ülkenin parasının değerini belirleyen faktör, o ülkenin mal ihracatı ve ithalatıdır. İhracatın ithalattan büyük olması yani dış ticaret bilançosu fazla vermesi durumunda ülke parası değer kazanır. Aksine, dış ticaret bilançosu açığında, yani ihracatın ithalattan küçük olması durumunda ülke parası değer kaybeder. Bu süreci aşağıdaki gibi gösterebiliriz. • İhracat > ithalat ise, ulusal paranın dış değeri yükselir. • İthalat > ihracat ise, ulusal para değer yitirir. Bu teoriye göre, ülkenin ithalat ve ihracatını etkileyen tüm faktörler aynı zamanda paranın dış değerini etkiler. Örneğin; reel gelir artışı, ithal mal talebini artırır, bu talep döviz kurunu yükseltir ve paranın değeri düşer. Dış dünyaya göre daha hızlı büyüyen ülkenin ulusal parası, döviz piyasalarında değer kaybına uğrayacaktır. Ama gerçek hayatta hızla büyüyen ülkelerin paralarının da değer kazandığı görülebilmektedir. Bu durum ise dış ticaret akımları yaklaşımının her zaman gerçek durumu açıklayamadığını gösterir. Yani bu yaklaşıma göre dış ticaret bilançosu açık veren ülkelerin ulusal paralarının değer yitirmesi gerekirken gerçek hayatta bu ülke paralarının değer kaybetmediği görülmüştür. Satın Alma Gücü Paritesi Yaklaşımı Tek fiyat kanununun döviz piyasalarına uygulanmış şeklidir. Ticarete konu olan malın, mevcut döviz kurundan ulusal paraya çevrilmiş fiyatının, dünyanın her yerinde aynı olması gerekir. Bu sonucu sağlayan arbitraj mekanizmasıdır. Örneğin gümrük tarifeleri ve taşıma giderlerinin bulunmaması durumunda; Geçerli kur: 2 = 1$ ve Buğday (1 Tonu) Amerika'da 100$, Türkiye'de ise 210 ise, Bu durumda ABD'de buğday daha ucuzdur. Buğday ABD'den alınıp Türkiye'de satılarak ton başına 10 veya 5$ kazanılır. Satın alma gücü paritesinin; biri “mutlak satın alam gücü paritesi” diğer ise “göreceli satın alam gücü paritesi” olmak üzere, iki ayrı türü bulunmaktadır. Mutlak Satın Alma Gücü Paritesi Bir ülkedeki fiyatlar, cari döviz kurlarından diğer ülke paralarına dönüştürüldüğünde tüm bu ülkelerde aynı olmalıdır. Yani herhangi bir ulusal paranın satın alma gücünün dünyanın her yerinde aynı olması demektir. Bu sonucu sağlayan yine arbitraj mekanizmasıdır. Malların tümünün fiyatlarını ifade etmek için fiyat indeksleri kullanılır. Satın alma gücü paritesi aşağıdaki denklem ile ifade edilir: Pi = E × Pd Burada; Pi: İç fiyat endeksi 121 www.hedefaof.com E: döviz kuru Pd: dış fiyat endeksi, ile sembolize edilmektedir. Döviz kuru ise; E= Pi Pd olarak hesaplanır. İç fiyat indeksi ne kadar yüksek ise, döviz kuru da o kadar yüksek olur. Mutlak satın alma gücü paritesi yaklaşımının bir takım sakıncaları bulunmaktadır. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: • İki ülke arasında birbirleriyle karşılaştırılacak fiyat indeksleri bulmak güç olmaktadır. • Her ülkede fiyat indekslerinin kapsamına giren malların ağırlıkları farklıdır. Mallar arasında kalite farklılıkları bulunur. • Mutlak satın alma gücü paritesi sermaye akımlarını ihmal eder. • Üretilen birçok mal fiyat indekslerinin kapsamına girdiği halde dış ticarete konu olmamaktadır. • Ülkeler arasında fiyat eşitliğini engelleyebilecek legal ya da yapay birçok engel ve müdahaleler bulunmaktadır. Göreceli Satın Alma Gücü Paritesi Fiyat ve kurların mutlak büyüklüğü değil, bunlardaki göreceli değişmeler ele alınır. Göreceli satın alma gücü paritesine göre kurlardaki değişme iki ülke arasındaki enflasyon oranlarına bağlıdır. FT − FA = E1 - E 0 E0 Burada; E0: 0 dönemindeki döviz kuru E1: 1 dönemindeki döviz kuru FT: Türkiye'deki enflasyon oranı FA: Amerika'daki enflasyon oranı, ile sembolize edilmektedir. Buna göre; yabancı ülkeye göre ulusal ekonomide enflasyon ne kadar yüksek ise, döviz kuru da o ölçüde yüksek olmalıdır. Örneğin; 2012 yılında 1$ = 1,80 FT = 0,15 FA = 0,05 ise, 2013 yılında dolar Türk Lirası kuru ne olmalıdır? Yukarıdaki formüle verileri aktardığımızda, 2013 yılı kuru, 1 dolar = 1.98 Türk lirası olacaktır. Burada; enflasyon farkını yani % 10’u, 2012 kuru ile çarpıyoruz (0,10x 1,80 = 0,18) 0,18 bulunuyor. Bulduğumuz değeri 2012 yılı kuruna ilave ettiğimizde (1,80+ 0,18 =1,98) sonuç, 1,98 bulunmaktadır. Genellikle kısa dönemlerde satın alma gücü paritesinin geçerliliğinin daha düşük olduğu görülmüştür. Bunun nedeni ise kur değişmeleri ile fiyat değişmeleri arasındaki zaman süresi farklılıklarıdır. 122 www.hedefaof.com Döviz kurlarının; hükümet müdahalelerine bağlı olarak, göreceli enflasyon oranlarından daha düşük ölçülerde yükseltilmesine, ulusal paranın aşırı değerlenmesi olayı denmektedir. Döviz kurlarının iç ve dış enflasyon farklarından daha yüksek oranda artırılması ise, reel kurun nominal kurun üzerine çıkması ve ulusal paranın eksi değerlendirilmesine neden olur. Parasalcı Yaklaşım Bu yaklaşımın temel amacı dış dengeyi sağlama mekanizmasını açıklamaya yöneliktir. Bir malın fiyatının o malın arz ve talebine bağlı olduğu şeklindeki genel ilkenin, ulusal paralar için de geçerli olduğunu savunmaktadır. Döviz kurları paranın arz ve talebine göre belirlenir. Arz edilen para miktarı, talep edilen miktarı aşarsa o para döviz piyasasında değer kaybeder. • Para talebi sabit iken, Para arzı ↑ ise, Para stoku ↑ Harcamalar ↑ Döviz talep ↑ Döviz fiyatı ↑ ve ulusal para değer kaybedecektir. • Para talebi sabit iken, para arzı ↓ ise, ulusal para değer kazanır. Para arzı kadar para talebindeki değişmelerde döviz kurunu etkiler. • Yurtiçi reel gelir artışı, Faizlerdeki düşme =>döviz talebi ↓ Para Talebi ↓ Fiyatlar genel düzeyindeki ↑ ↓ ve döviz kurları ↓ Para talebi sabitken para arzının Türkiye'de artması 'nın değerini düşürür. Ancak ABD para arzını aynı oranda artırıyor ise Türk lirası, Dolar karşısında değer kaybına uğramayacaktır. Bunun yanında, göreceli arz artışları kuru yükseltici, talep artışları kuru düşürücü etki gösterir. Yani enflasyon oranı görece yüksek ülkelerde ulusal para değer kaybeder, düşük ülkelerde ise ulusal para değer kazanır. Bu durum döviz kurlarının döviz arz ve talebine göre bağlı olarak serbestçe değiştiği durumlarda geçerlidir. Portfolyö Dengesi Yaklaşımı Döviz kurlarında görülen günlük dalgalanmaları yabancı menkul değerlerin arz ve talebine göre açıklamaya çalışır. Portfolyö teorisinin temel görüşüne göre belirli bir sermaye fonuna sahip olan yatırımcı, bu fonlarını çeşitli menkul değerler arasında o şekilde dağıtacaktı ki, kabul edilebilecek bir risk düzeyinde portfolyösünden elde etmeyi beklediği gelir oranı maksimum yapsın. Belirli bir anda Portfolyö dengesi sağlamış iken, eğer tahsis faktörlerinden birisinde değişme olursa yatırımcı yeni dengeye ulaşmak için portfolyösünde stok düzenlemelerine girişir. Tahsis değişkenleri menkullerin beklenen getiri ve risk oranlarını etkileyen faktörlerin tümüdür. Değişmelere tepki niteliği taşıyan portfolyö düzenlemeleri çok hızlı ve anında gerçekleştirilir. Ayrıca yatırımcının portfolyösündeki mali varlıklar, oldukça uzun süreler boyunca biriktikleri için, bunların toplamı göreceli olarak büyük hacimlere ulaşmıştır. O nedenle portfolyö düzenlemeleri döviz kurlarında ani ve şiddetli değişmelere yol açmaktadır. Portfolyö dengesi yaklaşımında kısa dönemli kur değişmeleri, hem gerçekleşen değişmelere, hem de gelecekteki bekleyişlere dayalı olarak portfolyö ayarlamak ile açıklanmaktadır. Cari işlemler dengesi, para arzındaki artışlar gibi değişmeler, piyasa bekleyişlerini etkilediği ölçüde döviz kurlarında değişmeye neden olurlar. 123 www.hedefaof.com Özet Döviz piyasaları, bireylerin, bankaların ve firmaların yabancı paraları alınıp sattığı piyasalar, ya da ulusal paranın başka bir paraya dönüştürülmesini sağlayan ortamlardır. Bu piyasalarda üç tür işlem yapılmaktadır. Bunlar: anında (peşin, vadesiz, spot), vadeli (forward) ve swap ( takaslama)dır. Piyasada faaliyet gösteren işlemciler genelde şu grupları kapsarlar: Bankalar ve banka dışı mali kurumlar, dış ticaret ve dış yatırım işlemleriyle uğraşan bireyler ve firmalar, spekülatörler ve arbitrajcılar, merkez bankası ve hazine, döviz brokerleri ve enflasyona karşı korunmak isteyen küçük tasarrufçular. Döviz kuru sistemleri genelde esnek (dalgalı) ve sabit döviz kuru çerçevesinde tartışılsa da günümüzde alternatif döviz kuru sistemleri bir hayli çoğalmıştır. Esnek kur sisteminde ülke parasının değeri piyasa tarafından belirlenmektedir. Döviz piyasasına yapılan müdahaleler kurların istenilen düzeyde oluşmasını sağlamak yerine, bu piyasalardaki gereksiz dalgalanmaları önlemek ve değişimleri daha ılımlı hale getirmek için yapılmaktadır. Bu sistemde para politikası daha etkin hale gelmekte ve ülkenin tutması gereken uluslararası rezerv miktarı azalmaktadır. Bu sistemde döviz kurları aynen rekabetçi piyasa koşulları altındaki bir mal gibi arz ve talep güçlerinin işleyişine bırakılmıştır. Döviz fiyatlarına döviz kuru adı verilir. Döviz kurunu her hangi bir yabancı paranın ulusal para cinsinden değeri olarak tanımlayabiliriz. Dünya da döviz kurunu açıklayan ülkelerin büyük bir çoğunluğu bu tanımı kullanırken, az sayıda ülke ulusal paranın yabancı para cinsinden tanımını döviz kuru olarak almaktadır. Her hangi bir paranın ulusal para cinsinden ifade edilmesine dolaysız kotasyon, ulusal paranın yabancı para cinsinden ifadesine de dolaylı kotasyon adı verilir. Döviz piyasasında denge döviz kuru, döviz arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada gerçekleşir. Denge kuru, döviz arz ve talebini eşitleyen döviz fiyatıdır.İki ulusal para arasında piyasada fiilen uygulanan değişim oranına dolaysız kur denir. Farklı paraların kurlarının dolar gibi ortak payda üzerinde hesaplanmasına "çapraz kur" denir. Çapraz kur yöntemiyle belirlenenler ise dolaylı kurlardır. Sabit kur sistemin ana özelliği döviz kurlarının piyasa gelişmelerine göre değişmesine izin verilmeyip ilke olarak aynı düzeyde sürdürülmesidir. Sabit kur sisteminde döviz kurlarının istikrarı Merkez Bankasını döviz piyasasına alıcı ve satıcı olarak müdahalesiyle sağlanır. Bunun için Merkez Bankasının elinde yeterli miktarda altın ve yabancı döviz stokunun olması gerekir. Bu stoka döviz ya da kambiyo istikrar fonu adı verilir. Örneğin döviz kurları yükselmeye başladığı zaman Merkez Bankası piyasaya döviz sürer, düştüğünde ise piyasadan döviz çeker. Bu işlemler sayesinde döviz kurunda istikrar sağlar. Kuşkusuz Merkez Bankasının bu şekilde döviz kurlarını belli bir seviyede tutabilmesi için ödemeler bilançosunun sürekli olarak açık vermemesi gerekir. Aksi durumda er ya da geç Merkez Bankasının elindeki döviz rezervleri tükenecektir. Bu durumda eğer Merkez Bankası mevcut kurları aynen muhafaza etmek isterse döviz alım satımdaki serbestiyi kaldırıp döviz kontrol sistemine geçmesi gerekir. Bir döviz, menkul değer, mal veya üretim faktörünün belli bir fiyat farklılığından yararlanmak üzere bu ekonomik varlığın eşanlı olarak alınıp satılmasışeklinde yapılan işlemlere arbitraj adı verilir. Burada alım ve satım birbirine bağlı tek bir işlem biçiminde yapılmakta risk faktörü olmamaktadır. Ayırıcı özelliği ise, aynı andaki fiyat farklılıklarından yararlanmak düşüncesidir.Alım satım konusu olan ve fiyatlarında iniş çıkışlar görülen kolay taşınabilen ve bozulmadan saklanabilen tüm mallar üzerinde spekülasyon yapılabilir. Bir kimsenin kendi yaptığı tahminlere dayanarak fiyatında yükselme beklediği ekonomik varlığı satın alması, fiyatında düşme beklediklerini de satması yoluyla kâr sağlama faaliyetidir. Döviz spekülasyonu ise herhangi bir yabancı paranın değer kazanacağını tahmin eden kimse ileride satmak amacıyla o parayı bugünden satın alır. Sabit kur sisteminde hükümetin belirlediği döviz kurunu ( yapısal bir döviz talep fazlası nedeniyle) bir süre sonra yükseltmesine ( hükümetin ulusal paranın değerini düşürmesine) devalüasyon denir. Buna karşılık hükümetin belirlediği döviz kurunu (yapısal bir döviz arz fazlası nedeniyle ) bir süre sonra düşürmesine (hükümetin ulusal paranın değerini yükseltmesine) revalüasyon denir. Sabit döviz kuru sisteminde Merkez Bankası belirlediği kurun önceden açıkladığı üst ve alt sınırlar arasında yani belirli bir bant içinde değişmesine izin verir. Diğer Alternatif Döviz Kuru Sistemleri ise; Gözetimli dalgalanma, 124 www.hedefaof.com Aralık içinde dalgalanma, Kaygan aralık, Yönlendirilmiş sabit aralık, Yönlendirilmiş sabit parite, Ayarlanabilir sabit kur sistemi, Para kurulu, Ortak para alanlarıdır. Kur değişmelerini açıklamaya yönelik teorilerden dış ticaret akımları yaklaşımı, bir ülkenin parasının değerini belirleyen faktör, o ülkenin mal ihracatı ve ithalatıdır. İhracatın ithalattan büyük olması yani dış ticaret bilançosu fazla vermesi durumunda ülkenin parası değer kazanır. Tersi durumda ise yani dış ticaret bilançosu açığında, parası değer kaybeder. Satın Alma Gücü Paritesi Yaklaşımı ise, tek fiyat kanununun döviz piyasalarına uygulanmış şeklidir. Ticarete konu olan malın mevcut döviz kurundan ulusal paraya çevrilmiş fiyatının dünyanın her yerinde aynı olması gerekir. Arbitraj faaliyetlerinin bir sonucudur. Parasalcı yaklaşımın temel amacı dış dengeyi sağlama mekanizmasını açıklamaya yöneliktir. Bir malın fiyatının o malın arz ve talebine bağlı olduğu şeklindeki genel ilkenin ulusal paralar için de geçerli olduğunu savunmaktadır. Döviz kurları arz ve talebe göre belirlenir. Arz edilen para miktarı talep edilen miktarı aşarsa o para döviz piyasasında değer kaybeder. Portfolyö dengesi yaklaşımda ise, döviz kurlarında görülen günlük dalgalanmaları yabancı menkul değerlerin arz ve talebine göre açıklamaya çalışır. 125 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım 5. Bir dövizin şimdiden kararlaştırılan bir fiyattan ilerideki bir tarihte teslim edilmek koşulu ile bugünden yapılan sözleşmelerle alınıp satılması işlemine ne ad verilir? 1. Döviz fiyatlarına ne ad verilir? a. Arbitraj b. Efektif a. Swap c. Konvertibilite b. Hedging d. Döviz kuru c. Döviz spekülasyonu e. Hedging d. Vadeli teslim işlemi 2. Alış ve satış kurları arasındaki farka ne ad verilir? e. Arbitraj a. Kur marjı 6. Nominal kurların ilgili dönemdeki enflasyon oranına göre düzeltilmesiyle aşağıdakilerden hangisi elde edilir? b. Çapraz kur c. Dolaysız kur a. Satış kuru d. Efektif kur b. Reel kur e. Hedging c. Çapraz kur 3. Konvertibilite nedir? d. Alış kuru a. Bir dövizin ucuz olduğu piyasadan satın alınıp, pahalı olduğu piyasada satılması işlemidir. e. Kur marjı 7. Aşağıdakilerden hangisi esnek kur sistemine yöneltilen eleştirilerden biri değildir? b. Alış ve satış kuru arasındaki farktır. a. Ticaret ve yatırımları caydırıcı etki yapması c. Bir ülkenin ithalat ve ihracatına farklı döviz kuru uygulamasıdır b. Dış rezerv ihtiyacını azaltması c. Ödemeler bilançosunda disiplini bozması d. Bir ülkenin ithalat fiyat indeksinin o ülkenin ihracat fiyat indeksine oranıdır. d. İstikrar bozucu spekülasyona yol açması e. Bir ülkenin ulusal parasının döviz piyasalarında serbestçe öteki ülkelerin parasına dönüştürülme özelliğine sahip olmasıdır. e. Yurtiçinde enflasyona yol açması 8. Belli bir fiyat farklılığından yararlanmak üzere, bir dövizin eşanlı olarak alınıp satılması işlemine ne ad verilir? 4. Aşağıdakilerden hangisi bir ülke parasının konvertible olmasının şartlarından biri değildir? a. Döviz arbitrajı a. Ülkenin dış ticaret dengesinin az ya da çok dengede olması c. Konvertibilite b. Hedging d. Forward işlem b. Ülkenin yeterli döviz rezervlerine ulaşması e. Döviz swapı c. Ülkenin ithalat kısıtlamalarını artırması d. Ülkenin gerçekçi ve reel bir döviz kuru politikası izlemesi 9. Kurlardaki değişimi iki ülke arasındaki enflasyon oranına göre açıklayan teori aşağıdakilerden hangisidir? e. Ülkenin serbest bir döviz piyasası oluşturması a. Göreceli satınalma gücü b. Mutlak satınalma gücü c. Dış ticaret akımları yaklaşımı d. Portfölye dengesi yaklaşımı e. Parasalcı yaklaşım 126 www.hedefaof.com Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 10. Döviz kurlarında görülen günlük dalgalanmaları yabancı menkul değerlerin arz ve talebine göre açıklayan teori aşağıdakilerden hangisidir? Sıra Sizde 1 Döviz, yabancı paralar cinsinden ve yabancı ülkelerde ödenebilir kaydi para olarak tanımlanmaktadır. Yani nakit olmayan uluslararası bütün ödeme araçları döviz kapsamına girmektedir. Diğer yandan, yabancı ülke banknotları ve madeni paraları, örneğin, ABD Doları, AB Euro’su, Japon Yeni Türkiye’de efektif olarak tanımlanmaktadır. Kısaca Nakit yabancı paralara efektif döviz denir. Efektifler bir bankada ticari hesaba alacak olarak yatırılması işlemi ile dövize dönüştürülebilirler. a. Mutlak satınalma gücü paritesi b. Göreceli satınalma gücü yaklaşımı c. Parasalcı yaklaşım d. Dış ticaret akımları yaklaşımı e. Portfolyö dengesi yaklaşımı Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 2 Döviz piyasasında işlemler anında (peşin, vadesiz, spot), vadeli (forward) ve swap ( takas lama) olmak üzere üç şekilde yürütülmektedir. 1. d Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. a Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Anında işlemlerde, örneği bir banka ile bir ithalatçı arasında 30 Nisan 2012 tarihinde 1 milyon dolar değerindeki bir döviz satış-alım sözleşmesi imzaladıklarında, banka ithalatçının hesabına 1 milyon doları anında (en fazla 2 gün içinde) transfer eder, ithalatçıda bankaya 1 milyon dolar karşılığı Türk Lirasını anında öder. 3. e Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. a Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. d Yanıtınız yanlış ise “Döviz Piyasası” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Buna karşılık vadeli işlemlerde, banka ile bir ithalatçı 30 Nisan 2012 tarihinde 1 milyon dolar değerinde bir döviz alım-satım sözleşmesi imzaladıklarında, banka ithalatçının hesabına 1 milyon doları ileriki bir tarihte (Örneğin 30 ya da 180 gün sonra) transfer etmeyi, ithalatçı da bankaya bir milyon dolar karşılığı Türk Lirasını sözleşmede belirlenen kurdan ileriki bir tarihte (30 ya da 180 gün sonra) ödemeyi taahhüt eder. 6. b Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. e Yanıtınız yanlış ise “Döviz Kuru Sistem leri başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. d Yanıtınız yanlış ise “Döviz Piyasası” başlıklı konuyu yeniden gözden 9. a Yanıtınız yanlış ise “Kur Değişmelerini Açıklamaya Yönelik Teoriler başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Döviz piyasasında gerçekleştirilen işlemlerin bir bölümü de swap şeklinde yapılır. Swap bir yabancı paranın, belirli miktarının teslim tarihleri (valör) farklı olmak üzere, aynı anda alınması ve satılması biçiminde yapılan işlemlere verilen addır. Bunlara geri dönüşümlü işlem de denebilir. Alım ve satım işlemleri aynı karşı taraf, yani banka veya bir broker ile yapılır. 10. e Yanıtınız yanlış ise “Kur Değişmelerini Açıklamaya Yönelik Teoriler” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 Döviz piyasasında denge döviz kuru, döviz arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada gerçekleşir. Denge kuru, döviz arz ve talebini eşitleyen döviz fiyatıdır. 127 www.hedefaof.com Sıra Sizde 4 Yararlanılan Kaynaklar Reel kuru aşağıdaki formülasyon yardımıyla hesaplayabiliriz; Bocutoğlu E., Berber, M., Çelik, K. (2000). İktisada Giriş. Trabzon: Akademi Yayınevi, 2. Baskı. R = E x Pd / Pi Cihan, K. (1994). Dış Ticarette Döviz Kuru Riski. Eskişehir: Anadolu Ünv. Sosyal Bilimler Ens., Yüksek Lisans Tezi. “R” Reel döviz kuru, “E” Nominal döviz kuru, “Pd” Nominal kurların dış enflasyon oranı, “Pi” Yurtiçi enflasyon oranıdır. Bu formülasyondan hareket ederek şöyle diyebiliriz, baz alınan bir döneme göre geçen zaman içinde ülkedeki göreceli enflasyon oranı dış ülkelerden daha yüksek olması durumunda, reel döviz kurları nominal döviz kurlarının altına düşmüş olur. Ulusal paranın yapay olarak aşırı değerlendirilmesi olan bu durum, diğer taraftan ülkenin uluslararası piyasalarda rekabet gücünün düşmesine neden olur. Tersine, yurtiçi enflasyon hızı dış dünyadan daha düşükse, o taktirde reel kur nominal kurdan daha yüksektir; ulusal para eksik değerlendirilmiş olur ve bu durumda ülkenin dış rekabet gücü yükselmiş olur. Çolak, Ö. F. (2007). İktisada Giriş. Ankara: Gazi Kitabevi. Dinler, Z. (1996). Mikro İktisat, Bursa: Ekin Kitabevi. Dinler, Z. (2000). İktisada Giriş. Bursa: Ekin Kitabevi. Ertek, T. (2003). Mikroekonomiye İstanbul: Beta Basım. Giriş. Han, E. (2002). İktisada Giriş II. Eskişehir: Anadolu Ünv.yay. Han, E., Kaya, A. (2002). Kalkınma Ekonomisi. Eskişehir: Etam A.Ş. Sıra Sizde 5 İyibozkurt, E. (1985). Uluslararası İktisat Teorisi. Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi. Konvertibilitenin yararları: Uluslararası ödeme ve denkleştirme işlemlerinin bürokrasiden kurtulması, dış ticareti ve mali ilişkileri geliştirmesi, dünya ekonomisinin karşılaştırmalı üstünlük modeline uygun biçimde gelişmesine katkıda bulunmasıdır. İyibozkurt, E. (1982). Dış Ticaret. Trabzon: Trabzon İİA. Basımevi. İndert P., Pugel, T. (1997). İnternationale. Paris: Economica. Konvertibilitenin koşulları ise; Dış ticaret dengesi az ya da çok dengede olmalı, yeterli döviz rezervlerine ulaşmak ve bunları korumak, serbest döviz piyasası oluşturmak, gerçekçi ve reel döviz kuru politikası izlemek, ara ve sermaye piyasalarını mümkün olduğunca uluslararası piyasalarla bütünleştirmek. Economie Parasız, İ. (1998). İktisada Giriş. Bursa: Ezgi Kitabevi, 5. Baskı. Parasız, İ. (2007). İktisadın Abc’si. Ezgi Kitabevi, 10. Baskı, Parasız, İ., Yıldırım, K. (1994). Uluslararası Finansman. Bursa: Ezgi Kitabevi. Seyitoğlu, H. (2009). Uluslararası İktisat. İstanbul: Güzem Can Yayınları. Sıra Sizde 6 Sabit kur sisteminde hükümetin belirlediği döviz kurunu ( yapısal bir döviz talep fazlası nedeniyle) bir süre sonra yükseltmesine ( hükümetin ulusal paranın değerini düşürmesine) devalüasyon denir. Buna karşılık hükümetin belirlediği döviz kurunu (yapısal bir döviz arz fazlası nedeniyle ) bir süre sonra düşürmesine (hükümetin ulusal paranın değerini yükseltmesine) revalüasyon denir. Türkay,O. (1991). İktisat Teorisine Giriş, Ankara: Adım Yayıncılık. Unay, C. (1997). Genel İktisat. Bursa: Ekin Kitabevi. Ünsal, E. (1988). Mikro İktisat. Ankara: Kutsan Matbaacılık. Ünsal, E. (2005) Uluslararası İktisat. Ankara: İmaj Yayıncılık. Yıldırım, K., Karaman, D. (2001). Makro Ekonomi. Eskişehir: Esbav. 128 www.hedefaof.com www.hedefaof.com 7 Amaçlarımız Bu üniteyitamamladıktansonra; Konjonktür dalgalarını açıklayabilecek, Konjonktür dalgalarının tahmininde kullanılan göstergeleri betimleyebilecek, Makroekonomik göstergeleri tanımlayıp, yorumlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Konjonktür Dalgası Ödemeler Dengesi Kapasite Kullanım Oranı İşsizlik Oranı TCMB Analitik Bilançosu İçindekiler Giriş Konjonktür ve Tahmini Makroekonomik Göstergeler ve Yorumları 130 www.hedefaof.com Ekonomik Konjonktür ve Yorumlanması GİRİŞ Kendi yaşamımızda olduğu gibi ekonomik yaşamda da iniş ve çıkışlar vardır. Dünya üzerindeki tüm piyasa ekonomilerinde ekonomik canlılık sürekli değildir ve işler bazen kötüye gitmekte hatta uzun süreli bunalımlar yaşanabilmektedir. Bu canlanma ve daralmaların daha istikrarlı hale gelebilmesi için devletin ekonomiye müdahale etmesi gerektiğini savunanlar yanında, hiç müdahale etmemesi halinde sorunların kendiliğinden çözüleceğini iddia edenler de bulunmaktadır. Bu görüşler arasında uzun bir dönemden beri şiddetli tartışmalar yaşanmaktadır. Her ne olursa olsun, ekonomi bilimi ve ekonomik olaylar günümüz insan yaşamının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Her kesimden çalışanlar, işsizler, emekliler, ev hanımları, bankalar, hükümet, kamu kurumları, uluslararası ekonomik kuruluşlar ve diğer birçok ekonomik aktör yazılı, sesli ve görüntülü medya organları aracılığı ile ekonomik gelişmeleri takip etmektedir. Hatta ekonomik içerikli programlar en çok izlenenler listesinde üst sıralarda yer almaya başlamıştır. 2007’de başlayan ve etkileri halâ devam eden küresel ekonomik kriz bütün ülkeleri etkilemiş ve uzun süredir görülmeyen işsizlik rekorları kırılmıştır. Yeni ekonomik krizlerin de kapıda olduğunu savunan çok sayıda iktisatçı bulunmaktadır. Ekonomik krizin ne zaman sona ereceği ile ilgili beklentiler sonucunda konjonktür dalgalanmalarına ve bununla ilgili ekonomik göstergelere duyulan ilgi artmıştır. Bugün artık birçok insan hangi ekonomik göstergenin ne anlama geldiğini daha fazla öğrenmek ve yorumlamak istemektedir. Halkın bir kısmı bazı ekonomi yazarlarından ve bilim insanlarından ekonominin geleceği ile ilgili adeta “falcılık” yapmalarını istemektedir. Bu bağlamda, iktisat eğitimi almış veya almamış her kesimden ve meslekten bireylerin ekonomik göstergeleri takip etmek, anlamak ve yorumlamak amacıyla çaba göstermeleri dikkat çekicidir. Temel olarak ekonomik konjonktür olgusunun ele alındığı bu bölümde, önceki bölümlerde öğrendiğimiz bilgiler ile ekonomik kavramlar ışığında ve özellikle Türkiye ekonomisinden örnekler yardımıyla, ekonomik dalgalanmalar ve bununla ilgili makroekonomik göstergelerin yorumlanmasına yönelik bilgiler verilecektir. Böylece teorik bilgilerin gerçek yaşamdaki uygulama alanları incelenecek ve uygulamaya dönük konularda ayrıntıları yakalamaya yarayacak ipuçları sağlanacaktır. KONJONKTÜR VE TAHMİNİ Konjonktür Dalgaları Ekonominin reel üretim hacminde zaman içerisinde gerçekleşen iniş ve çıkışlara konjonktür dalgaları denir. Bir başka deyişle; reel GSYH’nin reel büyüme eğilimi (trend) etrafında periyodik ve muntazam olmayan ve birbirini takip eden genişleme-daralma biçimindeki hareketine konjonktür dalgalanmaları (iktisadi dalgalanmalar, devrî hareketler) adı verilir (Ünsal, 2007:323-324). Bir konjonktür dalgalanmasının çeşitli aşamaları bulunmaktadır. Şekil 7,1 üzerinde bu aşamaları görelim. Şekilde kalın olarak çizilmiş olan pozitif eğimli düz çizgi “reel GSYH büyüme trendini” gösterir. Bu trend her yıl ortalama uzun dönem büyüme hızına eşit hızla büyüyen reel GSYH değerlerini temsil etmektedir. Şekilde reel GSYH büyüme trendini gösteren kalın çizginin etrafında sürekli olarak yukarıya ve aşağıya doğru hareket eden (dalgalanan) eğri ise “her yıl gerçekleşen reel GSYH” değerini yani konjonktür dalgalarını ifade etmektedir. Şekilde” t1 - t2” ve “t2 - t3” arasında birer konjonktür dalgasının yer aldığı görülmektedir. Bu dalgalanmalar düzenli olmayıp, ne kadar sürecekleri de önceden bilinmez ve 131 www.hedefaof.com dolayısıyla periyodik değillerdir. Bir konjonktür dalgasının “daralma” ve “genişleme” olmak üzere iki ana aşaması bulunmaktadır. Daralma aşamasında reel GSYH sürekli düşmekte ve büyüme trendinin altına inmektedir ve bu durum “durgunluk” olarak nitelendirilir. Genişleme aşamasında ise reel GSYH sürekli artar ve trend değerinin üstüne çıkar. Daralmadan genişlemeye geçişin başlangıcına “toparlanma” adı verilmektedir. “Daralma-genişleme” ile “genişleme-daralma” aşamaları arasındaki geçişi belirten dönüş aşamalarına ise “dip” ve “zirve” adı verilir. Dip ve zirve noktaları arasındaki mesafeler aynı olmadığı gibi her iki dip veya her iki zirve de aynı şiddette gerçekleşmez, yani hiçbir konjonktür dalgası diğerinin aynı değildir. Bazen bir ekonominin yaşadığı daralma aşaması normalin üzerinde sürer ve reel GSYH alışılmamış bir şekilde düşer. Bu duruma “çöküntü” veya “depresyon” (buhran, bunalım) adı verilir. Çöküntü durumunun tam tersine konjonktür dalgalanmasının genişleme aşamasında reel GSYH alışılmışın üstünde bir artış gösterir ki bu duruma da “patlama” (boom) denir. Şekil 7.1: Konjonktür Dalgalanmaları Kaynak: Ünsal (2007: 324) Konjonktür dalgaları sırasında ekonominin canlanması ve durgunlaşması, ekonominin olağan işleyişi sırasında güçlü bir şekilde hissedilmeden ortaya çıkabileceği gibi, bazen de ekonomik bir krize ve hatta resesyona dönüşebilir. Ekonomik kriz ortamında firmaların yatırımları, tüketicilerin talepleri düşerken işsizlik oranları yüksek seviyelere ulaşmakta ve halkın ortalama yaşam standartları giderek azalmaktadır. Öte yandan finansal piyasalarda belirsizlikler artmakta, yerli para değer kaybetmekte ve menkul kıymet borsalarında işlem gören hisse senetlerinin fiyatları aşağı yönde hareket etmektedir. Eğer kriz ağırlaşırsa bir resesyona dönüşür. Peki, bir ekonomide neyin durgunluk, neyin resesyon veya kriz olduğu nasıl anlaşılacaktır? ABD’de bulunan Ulusal Araştırma Bürosu (NBER) resesyonu belirlemekle resmi olarak görevlendirilmiştir. NBER’e göre iki çeyrek üst üste eksi büyüme yaşanması “resesyon” anlamına gelmektedir. Resesyonun sadece büyüme ile ilişkilendirilmesi bazen eleştiri almaktadır. Eleştiri yapanlar resesyonun işsizlik oranı ile de ilgisinin kurulması gerektiğini ileri sürmektedir. Çünkü bir ekonomi büyürken işsizlik oranı azalmak bir yana artabilmektedir. Genel olarak değerlendirildiğinde “durgunluk” denildiğinde bir ekonomide büyüme hızının sıfıra yaklaşması veya sıfır olması anlaşılmalıdır. Resesyon ise konjonktür dalgasının en düşük olduğu düzeye tekabül eden bir ekonomide büyümenin eksi değer alması yani ekonominin küçülmesidir. Resesyon sürecinde, talep, istihdam, GSYH ve benzeri değişkenlerde bir düşüş hali hakimdir (Eğilmez, 2009: 48-49). Konjonktür dalgalanmaları dünyadaki tüm ülke ekonomilerinde her dönem gerçekleşmiş kaçınılmaz gerçeklerdir. Hiçbir ülke tamamen istikrar içinde olan uzun bir dönem geçirmemiş, güçlü veya zayıf şiddette de olsa konjonktür dalgalanmaları yaşamıştır. Her ülke ekonomik açıdan büyümekte, reel üretim düzeyi kısa dönemde dalgalanmalar gösterse de uzun dönem trendi sürekli yükselen bir GSYH durumunu yansıtmaktadır. Genişleme dönemlerinde ekonomi canlanırken işsizlik azalmakta ve enflasyonist eğilimler güçlenmekter. Daralma dönemlerinde ise ekonomi durgunlaşırken işsizlik artmakta ve deflasyonist eğilimler güçlenmektedir. Dünya ülkeleri özellikle çöküntü veya buhran adını verdiğimiz olumsuz ekonomik duruma girmekten çok korkarlar. 1929 yılında ABD’de başlayarak tüm dünyaya 132 www.hedefaof.com yayılan ve “Büyük Buhran” (The Great Depression) adı verilen durgunluk halâ unutulmamıştır. Eğer çöküntü yaşayan bir ülke dünya ekonomisinde ağırlığı olan bir ülke ise, olumsuz ekonomik koşullar bu ülke ile ekonomik ilişkiler kurmuş olan diğer ülkelere bulaşmakta ve hatta zincirleme etkilerle küresel ekonominin büyük kısmını etkilemektedir. Bazı iktisatçılar konjonktür dalgalarının belirli aralıklarla yani düzenli olarak tekrarlandığını iddia etmişlerdir. Örneğin Kuznets konjonktür dalgalarının 15-25 yıllık, Kondratieff ise 45-60 yıllık periotlarla tekrarlandığını iddia etmişlerdir. Bu konuda tartışmalar sürmektedir ve konjonktür dalgalarının düzenli olduğu henüz kanıtlanmamış bir iddiadır. Konjonktür dalgalanmalarının nedenleri ve onlarla mücadele teknikleri konusunda geniş bir iktisadi tartışma zemini bulunmaktadır. Aslında bilinen ekonomi okullarının temel tartışma sahası da budur. Klasik iktisatçılar ekonomiyi sürekli olarak denge içinde gördüklerinden ekonominin üretim hacmindeki iniş ve çıkışları da geçici bir olgu olarak kabul ederler. Onlara göre piyasa mekanizması her türlü dengesizliğin kendiliğinden çözülmesini sağlayacağından devlet kesinlikle konjonktür dalgalanmalarına müdahale etmemelidir. Eğer devlet böyle bir durumda müdahale ederse durum daha da kötüleşebilir. Keynesyen iktisatçılar ise ekonominin kendiliğinden tam istihdamda olmasını büyük tesadüflere bağlar. Keynesyenlere göre istikrarsızlıklar kalıcı olabilir, çünkü piyasa ekonomisinin dengesizliklere uyum sağlamasını engelleyen faktörler vardır. Fiyatların ve ücretlerin esnekliğini engelleyen faktörlerin varlığı piyasa ekonomisinin işleyişini engelleyebilmekte ve devletin müdahalesi gerekli olmaktadır. Diğer düşünce okullarının çekirdeğinde de temel olarak bu iki görüş bulunmaktadır. Monetaristler, Arz Yönlü İktisatçılar ve Yeni Klasik İktisatçılar konjonktür dalgalanmalarına devletin müdahale etmemesini savunan Klasik İktisatçılara, Yeni Keynesyen ve Post Keynesyen İktisatçılar ise devletin para ve maliye politikalarıyla ekonomiye aktif müdahalesini savunan Keynesyen İktisatçılara yakındır. Ekonomik düşünce okullarının konjonktür dalgaları ile ilgili görüşleri kısaca şöyledir (Parkin, 2010: 662, 712-13): Klasik Konjontür Dalgalanmaları Teorisi: Klasik görüşe göre toplam arz ve toplam talebi belirleyen en önemli değişken teknolojik ilerlemelerdir. Teknolojik ilerlemeler sonucunda artan sermaye verimliliği nedeniyle firmalar yeni teçhizat ve fabrika alımına yönelik harcamalarını artırırlar ve toplam talep bu nedenle artar. Mevcut sermayenin kullanım ömrünü uzatan teknolojik ilerlemeler ise yeni sermaye alımı için yapılan harcamaları azaltır ki bu durum toplam talebi azaltır. Potansiyel GSYH ise toplam talepteki bu dalgalanmalara neden olan teknolojik ilerlemeler nedeniyle dalgalanır. Klasikler; vergilerin ekonomik büyüme önündeki en büyük engel olduğunu ve vergilerin caydırıcı etkileri minimize edilebilirse, ekonominin hızlı bir şekilde dengeye geleceğini savunur. Keynesyen Konjonktür Dalgalanmaları Teorisi: Keynesyenlere göre konjonktür dalgalanmalarının başlıca nedeni toplam talebin bir unsuru olan yatırımlardaki dalgalanmalardır ve yatırımlardaki dalgalanmaların en büyük nedeni ise iş dünyasındaki güven değişiklikleridir. Dolayısıyla Keynesyen teori toplam talep dalgalanmalarının kaynağını “hayvani içgüdü” olarak isimlendirilen güven değişimlerine bağlamaktadır. Monetarist (Parasal) Konjontür Dalgalanmaları Teorisi: Monetaristlere göre toplam talebin dalgalanmasına neden olan en önemli faktör ekonomideki para miktarı artış oranındaki dalgalanmalardır. Yeni Klasik Konjontür Dalgalanmaları Teorisi: Yeni Klasiklere göre konjonktür dalgalanmalarının nedeni toplam talep ve potansiyel GSYH tarafından belirlenen fiyat düzeyindeki “rasyonel bekleyişler”dir. Yeni Klasik görüşe göre toplam talepte meydana gelen “beklenmeyen” dalgalanmalar reel GSYH’nin potansiyel GSYH düzeyinin etrafında dalgalanmasına yol açmaktadır. Yeni Keynesyen Konjontür Dalgalanmaları Teorisi: Bu görüşe göre bugünkü parasal ücretler geçmiş zamanda görüşülerek belirlenmekte, geçmişteki fiyat düzeyi ile ilgili rasyonel beklentiler, parasal ücretlerin ve kısa dönem arz eğrisinin durumunu belirlemektedir. Bu çerçevede, toplam talepte oluşan beklenmeyen veya cari dönemde oluşan beklenen dalgalanmalar konjonktür dalgalanmalarının başlıca nedenidir. Reel Konjonktür Dalgalanmaları Teorisi: Bu teoriye göre verimlilikte oluşan tesadüfi dalgalanmalar ve şoklar konjonktür dalgalanmalarının başlıca nedenidir. Görüşü savunanlara göre verimlilikte meydana gelen dalgalanmalara çoğunlukla teknolojideki ilerlemeler neden olmaktadır. Teknolojik ilerlemeler dışında doğal afetler, iklim değişiklikleri ve uluslararası alandaki huzursuzluklar da verimlilikte dalgalanmalar oluşturabilir. 133 www.hedefaof.com Konjonktür Dalgalarının Tahmini Ekonominin ne yönde gelişeceğini bilmek çeşitli olumsuzluklara hazırlıklı olmak açısından son derece önemlidir. Gerek firmalar gerekse makroekonomiyi yönetenlerin bu yönde bilgiye ihtiyaçları bulunmaktadır. Aynı şekilde spekülatörlerin de gerek mal, gerekse finansal piyasalar konusunda ekonomideki dalgalanmaları öğrenebilme konusunda büyük çabaları bulunmaktadır. Bu yönde gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda konjonktür dalgalarının ne yönde hareket edeceğine dair bazı göstergeler kullanılmaya başlanmıştır. Bu göstergeler “öncü”, “eş-zamanlı” ve “gecikmeli” göstergeler şeklinde sınıflandırılır. Bu sınıflandırmanın esasını, kullandığımız gösterge ile ekonominin performansındaki iniş ve çıkışların hareket yönü ve zamanlaması oluşturmaktadır. Öncü, Eş Zamanlı ve Gecikmeli Göstergeler Ekonomide oluşan konjonktür dalgası aşağı veya yukarı yönde hareket etmeden, yani daralma ve genişleme durumları oluşmadan önce, bu yönde seyretmeye başlayan göstergeler bulunduğu gibi, tam tersine daralma veya genişleme başladıktan sonra hareketlenen göstergeler de vardır. Bu göstergelerin ilkine “öncü göstergeler”, ikincisine “gecikmeli göstergeler” (takipçi göstergeler) denir. Bazı göstergeler ise ekonomik konjonktürle birlikte hareket ederler. “Eş zamanlı göstergeler” olarak bilinen bu göstergeler ekonomi daralırken düşme, ekonomi genişlerken de yükselme eğilimi taşırlar. Eş zamanlı göstergeler ekonomik faaliyet hacmine (reel GSYH’ye) paralel hareket eder ve ekonomik durumun içinde bulunulan dönemine ilişkin önemli bilgiler taşırlar (Çepni, 2007: 92).Öncü göstergeler ekonomik faaliyetleri öncüleme gücüne sahip olduğu için geleceğe dair tahminlemede daha çok kullanılmaktadır. Zira öncü göstergeler reel GSYH henüz değişmeden kendisi değişme gösteren yani “sinyal veren” büyüklüklerdir. Gecikmeli göstergeler ise ekonomik faaliyet ile ilgili gelişmeleri birkaç ay gecikme ile izlerler. Gecikmeli göstergelerden genellikle eş zamanlı ve öncü göstergelerden elde edilmiş olan ekonomik faaliyetin “dönüş noktaları tarihlerinin” doğrulanması yönünde yararlanılmaktadır (Demirhan ve Coşar, 2012: 2). İktisadi faaliyet hacmine gösterge olabilecek çok sayıda veri serisi bulunmaktadır. Bunların başlıcaları sınıflandırılmış bir halde Tablo 7,1’de görülmektedir. Bu kısa dönemli verilerin özellikleri şunlardır: Farklı faaliyet kollarını temsil etmek, ekonomik anlamlılığı bulunmak, aylık periyotlarla yayınlanmak, az güncellemeye tabi olmak ve yeterli gözlem sayısına sahip olmak (Demirhan ve Coşar, 2012:1-2). Tablo 7.1: Öncü, Eş Zamanlı ve Gecikmeli Göstergelerin Sınıflandırılması ÖNCÜ GÖSTERGELER EŞ ZAMANLI GÖSTERGELER GECİKMELİ GÖSTERGELER Döviz Kuru ve Ödemeler Dengesi Göstergeleri TÜFE Girdi stoku Reel döviz kuru TÜFE bazlı efektif döviz kuru Teslim süresi İhracatın büyümesi Girdi fiyatı Ürün stoku İthalatın büyümesi Ürün fiyatı Kredi kartı kullanımı Cari işlemler dengesi Çekirdek fiyat endeksi Toplam ihracat Kısa vadeli sermaye hareketleri Döviz sepeti Tüketim endeksi (reel toplam) Cari açık/GSYH Elektrik üretimi Tüketim endeksi (reel, gıda dışı) İhracat/İthalat Ham çelik üretimi Ticari krediler Net hata değişim oranı Hizmet fiyatları Tüketici kredileri İhracat/GSYH Kapanan şirket sayısı Ortalama işsiz kalınan dönem İthalat/GSYH Kapasite kullanım oranı Envanter-Satış oranı 134 www.hedefaof.com İhracat+İthalat/GSYH Otomobil üretimi Birim emek maliyeti Parasal ve Finansal Göstergeler Sermaye malları ithalatı Bankaların en iyi müşterilere uyguladığı faiz oranı Kısa vadeli dış borç/Rezervler Ticari araç üretimi MB Döviz rezervlerinin büyümesi TİM ihracat rakamları (M2Y/Rezervler)’in büyümesi Tırlara verilen geçiş belgesi sayısı Reel mevduat faizleri Tırlara verilen karne sayısı Toplam mevduatların büyümesi Toplam ithalat Borsa endeksinin büyümesi CNBC-e tüketim endeksi M2/M2Y Tarım dışı kesimde istihdam Yurtiçi kredilerin büyümesi İmalât sanayi üretimi Reel ankes (M1) fazlası Hisse senedi fiyatları ve endeks Enflasyon Oranı Reel Sektör Göstergeleri İmalat sanayi üretim endeksinin büyümesi Reel sektöre yönelik banka kredileri İmalât sanayi haftalık /aylık çalışma saati İşsizlik Oranı İşsizlik sigortası talepleri Tüketici beklentileri endeksi Reel sektör sabit sermaye yatırımları Yatırımlar/GSYH Kapasite kullanım oranı Stoklardaki değişme Bayi performansı Yeni başlayan bina inşaatları, başlama izinleri Kaynak: Yücel ve Kalyoncu (2010: 58); Demirhan ve Coşar (2012: 4); Çepni (2007: 92-93) 135 www.hedefaof.com Bileşik Gösterge Endeksleri Bazı kişi ve kuruluşlar, ekonomik faaliyet hacminin tahmininde kullanılan öncü, eş zamanlı ve gecikmeli göstergelerden yola çıkarak oluşturdukları bileşik endeksleri kullanırlar. Böylece bir ülkenin veya ülkeler grubunun konjonktür dalgalanmalarının neresinde olduğunu daha doğru bir şekilde belirleyebileceklerini düşünmektedirler. Bunların en çok bilineni OECD’nin hazırlamış olduğu Bileşik Öncü Göstergeler (CLI) çalışmasıdır. Bu gösterge adından da anlaşılacağı üzere ekonomik konjonktürü öncüleyen, daha erken tepki veren veri serileri kullanılarak hazırlanmıştır. Bu veri serileri toplandıktan sonra bazı filtrelerden geçirilerek, mevsimsel etkilerden, uzun dönemli eğilimlerden ve aşırı uçlardan arındırılmakta ve yanlış sinyal verme olasılığı zayıflatılmaktadır. CLI’nın bir diğer önemli özelliği, tahmin edeceği referans seri olarak GSYH’yi değil, “sınai üretim endeksini” kullanmasıdır. Zira GSYH serileri üç aylıktır ve gecikmeli yayınlanmaktadır. Gösterge seriler ile sınai üretim endeksi arasındaki ilişkinin güçlenmesi konjonktürün dönüş noktalarına gelindiğine işaret etmektedir. CLI’nın tahmin yeteneği birçok kez kanıtlanmıştır. OECD geneli için yapılan hesaplamalarda Ağustos 1993 dip noktasını dokuz ay önceden, Haziran 1996’daki dip noktasını sekiz ay önceden, Aralık 2001 ve haziran 2003 dip noktalarını ise üç ay önceden tahmin edebilen CLI, Ocak 1995, Aralık 1997, Ağustos 2000 zirvelerini de önceden tahmin edebilmiştir (Ercan, 2009). Ekonomik faaliyet hacminin mevcut durumunu saptamak ve gelecekte gideceği yönü tahmin etmekte kullanılan bir başka yaklaşım “Ekonomi Saati Yöntemi”dir. Bu yöntemde eş zamanlı ve öncü göstergeler ile devresel bileşene (sanayi üretim endeksi) ait ekonomi saatleri bulunmakta ve her ekonomi saatinde dipten çıkış, genişleme, yavaşlama ve durgunluk olmak üzere dört ana bölüm (pencere veya kuadrant) yer almaktadır. Burada ekonominin saat yönünde hareket etmesi (dipten çıkış→genişleme→yavaşlama→durgunluk→dipten çıkış…) beklenmektedir. Ekonominin farklı durumları ekonomi saatinde farklı pencerelere denk düşmektedir. Bu durumda devresel bileşen ile öncü ve eş zamanlı göstergelere ait endekslerin bir pencereden diğerine geçişi yorumlanılarak tahminlerde bulunulmaktadır. Yorumlama yapılırken, göstergelerin ekonomik faaliyetin uzun dönemli eğiliminin üstünde veya altında hareket edip etmediğine dikkat edilmektedir (Demirhan ve Coşar, 2012: 7-10). Ekonominin geleceği ile ilgili olarak, son dönemde giderek daha fazla kullanılan, dünyada çok takip edilen göstergelerden birisi de bir iş anketi olan PMI’dir (Satın Alma Yöneticileri Endeksi). Aynı zamanda ticari bir marka olan bu gösterge “InstituteforSupply Management” tarafından üretilir ve özel sektördeki firmaların satın almadan sorumlu idarecilerinin (sayıları 400’den fazladır) anketlerle belirlenmiş mal ve hizmet satın alma eğilimlerini gösterir. Dolayısıyla aslında piyasanın doğrudan “nabzını” tutan bir endekstir. PMI beş ayrı endeksin farklı katsayılarla ağırlıklandırılmasıyla oluşan bileşik bir endekstir. Alt endeksler ise; yeni siparişler, üretim, istihdam, tedarikçilerin teslim süresi ve girdi stoku endeksleridir. PMI endeksinde %50’nin üzerindeki yükselmeler ekonomideki genişlemeye, %50’nin altında oluşan değişmeler ekonomideki daralmaya işaret eder. PMI göstergesi ile ilgili bilgilere “www.ism.ws” adlı web sitesinden ulaşabilirsiniz. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da (TCMB) ekonomik faaliyetlerin büyüme daralma dönemlerini önceden görebilmek amacıyla OECD ile ortak bir çalışma yürütmüştür. Banka bu bağlamda “Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi” (MBÖNCÜ-SÜE) olarak bilinen bir endeks oluşturmuştur. Bu endekste ekonomik faaliyet hacmini temsil etmek üzere Sanayi Üretim Endeksi (SÜE) seçilmiştir. Çünkü SÜE, GSYH ile karşılaştırıldığında daha yüksek frekansa (aylık) sahip olup GSYH’ye göre daha az gecikmeyle yayınlanmaktadır. Şekil 7.2’de 1989 ve 2006 yılları arasındaki sanayi üretim endeksi ile MBÖNCÜ-SÜE devreleri görülmektedir. Bu şekil aslında konjonktür dalgalarının Türkiye için bir gösterimidir. Şekli dikkatli incelerseniz, 2001 ve 2002 yılları arasında kriz nedeniyle ekonomide oluşan derin dalgalanma net bir şekilde görülebilmektedir. 136 www.hedefaof.com Şekil 7.2: Sanayi Üretim Endeksi ve MBÖNCÜ-SÜE Devreleri Kaynak: TCMB, Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi, Aralık 2006. MAKROEKONOMİK GÖSTERGELER VE YORUMU Ekonominin işleyişi sırasında çok sayıda veri ortaya çıkmakta ve bu verilerden yola çıkılarak hem geçmiş dönemin analizi yapılmakta hem de gelecek dönemde ortaya çıkabilecek ekonomik olaylar tahmin edilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda geliştirilen ve kullanılmakta olan gecikmeli, öncü ve eş zamanlı göstergelere ve bunlardan elde edilen bileşik göstergelere daha önce değinilmişti. Dikkat edileceği üzere bu göstergelerin hemen hepsi ulusal ekonomiye ait göstergelerdir. Oysa küreselleşme süreci ile birlikte herhangi bir ülkede ortaya çıkan bir gelişme diğer ülkeleri çok kısa bir sürede etkileyebilmektedir. Bu nedenle bir iktisatçının, bir yöneticinin veya bir öğrencinin ekonominin geleceği ile ilgili ipuçları edinebilmesi, büyük oranda onun dünya ekonomisini okuma ve izleme becerisine de bağlıdır. Ekonomiyi anlamak ekonomik gelişmeleri izleyebilmekle bağlantılıdır. Aynı zamanda hızla değişen dünya koşulları nedeniyle bu izlemenin sürekli bir şekilde yapılması gerekmektedir. Dünya ekonomisini izlerken bakılması gereken başlıca göstergeler şunlardır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 309): Dünya ülkelerinin toplam ekonomik büyüme oranı ile önemli ülke ve ülke gruplarının büyüme oranlarındaki gelişmeler: Özellikle G7, G20, OECD, Avrupa Birliği gibi gelişmiş ülkeler, Yeni Gelişmekte Olan Pazarlar (EmergingMarkets), ABD, Çin, Hindistan, Brezilya, Japonya, Almanya, İngiltere gibi gelişmiş ve hızla gelişen ülkeler. Dünya ticaret hacmindeki gelişmeler: Global ticaret hacmi ve en çok ticaret yapılan partner ülkelerdeki gelişmelerle ilgilenilmektedir. Dünyadaki işsizlik oranları: İşsizlik durgunluğun, durgunluk ise ithalat azalışının habercisidir. Dünyadaki işsizlik oranlarının takibi ülkenin ticari çıkarlarının geleceği için son derece önemli uyarılar yapabilmektedir. Dünya ekonomileri ile ilgili göstergelerin izlenmesi yanında, ülkenin kendi ekonomisi ile ilgili bazı gözlemler yapmak ve bunları değerlendirmek de oldukça önemlidir. Bu nedenle ekonomik faaliyet hacmi ile ilişkili olduğu düşünülen çeşitli makroekonomik değişken ve göstergenin her biri ayrıca analiz edilmelidir. Merkez Bankası’nın deyimiyle bu değişkenler bir tür “potansiyel öncü gösterge” olarak değerlendirilebilir. Bu doğrultuda yararlanılabilecek önemli göstergeler ve makro ekonomik tablolar aşağıdaki gibi ele alınabilir (Günsoy, 2011): Ekonomik konjonktür ile ilgili olarak ele alınması gereken ilk değişken millî gelirdir. Millî gelir veya Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) oldukça önemli bir kavramdır ve milli gelir üzerine yapılan analizlerden ilgili ülkenin ekonomisi ile ilgili önemli sonuçlara ulaşılabilir. Millî gelir öncelikle bir ülke ekonomisinin büyüklüğünü, diğer bir açıdan yaklaşılırsa ‘gücünü’ gösterir. Dolayısıyla bir ülkenin 137 www.hedefaof.com ekonomik açıdan diğer ülkeler arasındaki yerini belirlemek istiyorsak millî gelir büyüklüğü açısından diğer ülkelerle karşılaştırmalıyız. Bir ülkenin GSYİH miktarı ve sektörler arasındaki paylaşımına dair bilgiler çeşitli ekonomik aktörlere farklı açılardan yararlı olabilir. Örneğin bir işletme sahibi hangi sektörde faaliyet gösteriyorsa, yurt dışında yapacağı işler için seçeceği ülkede, bu sektörün gelişmişlik derecesini görmek ve bu ülkenin GSYİH miktarını ve ayrıntılarını incelemelidir. Bir ülkenin iktisat politikalarını yönlendirmeye çalışanlar için; ülkenin GSYİH miktarı ve bu ülkenin ekonomik ilişki içinde olduğu diğer ülkelerin GSYİH analizleri önemli ipuçları taşıyacaktır. Aynı şekilde, bir bireyin yaşamak ve/veya çalışmak istediği ülkenin ekonomik yapısını tanımak için, ilk anda ele alacağı veriler GSYİH ile ilgili verilerdir. Türkiye’nin millî gelir verileri ve bu gelirin dağılımı TÜİK tarafından hazırlanır ve üç ayda bir açıklanır. Bu verilere ulaşmak için http://www.tuik.gov.tr adresinde “ulusal hesaplar” başlığını ziyaret edebilirsiniz. Diğer ülkelerin millî gelir büyüklüklerini ise http://www.worldbank.org adresinde “worlddevelopmentindicators” başlığını ziyaret ederek bulabilirsiniz. Ayrıca T.C. Kalkınma Bakanlığı’nın (eski adıyla Devlet Planlama Teşkilatı) resmi web sitesi olan http://www.dpt.gov.tr adresinde “dünya ekonomisindeki son gelişmeler” başlığı altında çok sayıda uluslar arası ekonomik göstergeye ulaşabilirsiniz. Kapasite Kullanım Oranı Ekonominin ve özellikle sanayi sektörünün genel durumu ve performansını önemli ölçüde temsil eden göstergelerden birisi de kapasite kullanım oranıdır. Kapasite kullanım oranı (KKO) imalat sanayisinde faaliyet göstermekte olan kamu veya özel işletmelerin, tam kapasite üretim düzeyine göre fiili üretim düzeyini gösteren bir orandır. Ceterisparibus bir ekonomide toplam talebin (yurtiçi pazarda ve yurtdışı pazarda) artması kapasite kullanım oranını arttırırken, azalması kapasite kullanım oranını azaltır. Öte yandan, üretim için gerekli olan hammadde ve ara malların temininde yaşanan zorluklar da kapasite kullanım oranını azaltacaktır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), kapasite kullanım oranı verilerini “imalat sanayinde eğilimler” başlığı altında, hem kamu hem de özel sektörü kapsayacak şekilde her ay yayımlamaktadır. TÜİK, kapasite kullanım oranlarına göre firmaları; yüzde 39’dan az, yüzde 40-59 arası, yüzde 60-79 arası ve yüzde 80-100 arası olmak üzere dört grupta toplamaktadır. Bunun dışında TÜİK’in ilgili verilerinde tam kapasite çalışmama nedenleri ve gelecek aya ilişkin beklentiler gibi daha ayrıntılı bilgileri de bulmak mümkündür. Kapasite kullanım oranları bir sonraki ayın sanayi üretimi için bir öncü gösterge niteliğindedir. Kapasite kullanım oranının yükselmesini sanayi üretiminin yükselmesi takip eder. Şekil 2’de 2007 ve 2012 yılları arasında Türkiye’de imalât sanayinde kapasite kullanım oranının gelişimi verilmektedir. Görüldüğü gibi 2008 yılında belirgin bir şekilde yaşanan küresel kriz nedeniyle 2008 yılı başında %80,3 olan kapasite kullanım oranı 2009 başlarında %63,8’e düşmüş, 2011 yılında yeniden %80’e yaklaşmış ve 2012 yılına gelindiğinde %75’ler civarına gerilemiştir. 2012 Haziran ayı için endeks değeri %73’tür. Bu değer 2590 işyerine yapılan anket onuçlarına göre belirlenmiştir. Bir ülkede yer alan çeşitli üretim sektörleri genelinde, kapasite kullanım oranlarının sürekli olarak en üst seviyelerde oluşmasının, ekonominin geleceği ile ilgili ne gibi sinyaller verebileceğini düşününüz. 138 www.hedefaof.com Şekil 7.3: İmalât Sanayi Kapasite Kullanım Oranı (Ağırlıklı Ortalama) Kaynak: TCMB, www.tcmb.gov.tr, 25 Temmuz 2012. Finansal Sistem ve TCMB Analitik Bilânçosu Dünya ülkelerinde gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde ve özellikle 1980 sonrasında finans kesimi olağanüstü derecede büyümüş ve reel kesim ile finansal kesim arasındaki bağlantılar önemli ölçüde kopmuştur. Finansal sistem; fon arz edenler ile fon talep edenler, finansal araçlar, finansal aracılar ve yasal-kurumsal düzenlemelerden oluşan bir bütündür (Afşar ve Afşar, 2010). Ekonomik aktiflerin yapmış olduğu tasarruflar fon arzı şeklinde sunulur ve kredi almak isteyenler tarafından bu fonlar talep edilirler. Türkiye’de mevcut finansal aracılık beş başlık altında toplanabilir: Merkez Bankası; Ticaret Bankaları; Sermaye Piyasasında yer alan Finansal Kurumlar ( Menkul Kıymet Borsaları ve Bankerler); Diğer Mali Kurumlar (Sigorta Şirketleri, Kredi Kooperatifleri, Menkul Kıymet Yatırım Ortaklıkları vb.); Yarı Mali Kurumlar (Bireysel Emeklilik Şirketleri, Sosyal Güvenlik Kurumu vb.). Burada adı geçen finansal kurumların ürettiği veya kullandıkları çok sayıda ekonomik tablo ve gösterge bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bunların başında gelmektedir. Burada öncelikle ekonomik gelişmelerin habercisi olarak niteleyebileceğimiz bir rapor niteliğinde olan “TCMB Analitik Bilânçosu” ele alınacak ve para arzı ile ilişkisi incelenecektir. Bilindiği gibi, TCMB, 30 Haziran 1930 tarihinde 1715 sayılı kanun ile kurulmuş ve 1931 yılında faaliyetine başlamıştır. TCMB bir anonim şirkettir ve bu şirkette Hazinenin payı yüzde 51’dir. TCMB’nin başlıca görevleri arasında; para ve kredi politikasını ekonominin gereklerine göre ve fiyat istikrarı sağlayacak bir biçimde yürütmek, hükümetle işbirliği içinde ulusal paranın iç ve dış değerini korumak amacıyla gerekli önlemleri yerine getirmek, ulusal paranın hacim ve tedavülünü düzenlemek, para arzı ve ekonominin likiditesini ayarlamak için açık piyasa işlemleri yapmak ve altın/döviz rezervlerini ekonominin yararına olacak şekilde düzenlemek bulunmaktadır. Banknot ihracı imtiyazına tek başına sahip olan TCMB'nin analitik bilançosu, ülke ekonomisi, para politikası ve uygulama şekli ile ilgili önemli ipuçları barındırır. TCMB analitik bilançosu TCMB Bilançosu kalemlerinin sadeleştirilmesi ve toplulaştırılması ile elde edilmiş, varlık ve yükümlülükler şeklinde düzenlenmiş, böylelikle bilançonun finansman şekli ile bu finansman sayesinde ortaya çıkan varlıkların kolaylıkla izlenebilmesi sağlanmıştır. “Varlıklar” Merkez Bankası analitik bilançosunun sol tarafında yani aktifinde yer alır ve ikiye ayrılarak incelenmelidir. Varlıkların ilk kısmını “dış varlıklar” oluşturur. Dış varlıklar, merkez bankasının döviz üzerinden tuttuğu varlıkları gösterir ve dolayısıyla ekonominin döviz kazancı ile ilgilidir. Dış varlıklar TCMB’nin altın mevcudunu, şube kasalarındaki dövizlerini, yurtdışı muhabirleri nezdindeki döviz mevcudunu ve döviz alacaklarını kapsar. Dış varlıkların artmakta oluşu ülkenin döviz rezervlerinin arttığını gösterir. 139 www.hedefaof.com Tablo 7.2: TCMB Analitik Bilançosu (2010-2011) VARLIKLAR 2010 2011 1. DIŞ VARLIKLAR 135,575,254 173,108,774 2. İÇ VARLIKLAR -7,111,727 -26,895,159 2.1 Nakit İşlemler 134,122 -6,696,445 2.11 Hazine Borçları 7,924,719 7,741,330 2.111 Bankamız Portföyü 8,022,928 7,816,532 2.1111 5 Kasım 2001 öncesi DİBS 0 0 2.1112 İkincil Piyasadan alınan DİBS 8,022,978 7,816,532 2.112 Diğer -98,259 -75,202 2.12 Bank. Sektör. Açıl. Nakit Krediler 689,345 3,049,858 2.13 TMSF’ye Kullandırılan Krediler 0 0 2.14 Diğer Kalemler -8,478,942 -17,487,633 2.2 Değerleme Hesabı -7,245,849 -20,198,714 2.3 IMF Acil Yardım Takip Hesabı (Hazine) 0 0 TOPLAM 128,463,527 146,213,614 57,846,218 93,059,973 YÜKÜMLÜLÜKLER 1. TOPLAM DÖVİZ YÜKÜMLÜLÜKLERİ 1.1 Dış Yükümlülükler 21,779,279 21,002,915 1.2 İç Yükümlülükler 36,843,303 71,280,694 1.21 Döviz Olarak Takip Olunan Mevduat 7,498,754 8,285,586 1.22 Bankaların Döviz Mevduatı 29,344,549 62,995,108 2. MERKEZ BANKASI PARASI 70,617,309 53,153,640 2.1 Rezerv Para 75,986,989 84,047,396 2.11 Emisyon 48,937,560 55,103,174 2.12 Bankalar Mevduatı 26,805,959 28,782,059 2.121 Bankalar Zorunlu Karşılıkları 0 0 140 www.hedefaof.com 2.122 Bankalar Serbest İmkanı 26,805,959 28,782,059 2.13 Fon Hesapları 104,696 107,989 2.14 Banka Dışı Kesimin Mevduatı 138,774 54,174 2.2 Diğer Merkez Bankası Parası -5,369,680 -30,893,756 2.21 Açık Piyasa İşlemleri -10,913,061 -39,128,657 2.22 Kamu Mevduatı 5,543,381 8,234,901 TOPLAM 128,463,527 146,213,614 Kaynak: TCMB, Para ve Banka İstatistikleri, Haziran 2012. İç varlıklar, merkez bankasının aktif kısmının diğer önemli unsurudur. İç varlıklar merkez bankasının bankacılık kesimine verdiği kredileri gösterir. İç varlıkların üç temel kalemi vardır. Bunların ilki “nakit işlemler” kalemidir. Bu kalemin ilk bileşeni olan “hazine borçları” başlığı altında, TCMB’nin açık piyasa işlemleri nedeniyle ortaya çıkan “devlet iç borçlanma senetleri” (DİBS), borç veya alacak şeklindeki net değeriyle “bankamız portföyü” alt başlığı kapsamında yer alır. Merkez bankasının bankalara belirli bir faiz oranından verdiği krediler “bankacılık sektörüne açılan nakit krediler” alt başlığı altında bulunur. Nakit işlemlerin diğer kalemleri “Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) kullandırılan krediler” ve “diğer kalemler” başlıklı kalemlerdir. “Diğer kalemler”, TCMB’nin kâr ve zararını, sabit kıymetlerini ve sermayesini içermektedir. İç varlıkların ikinci temel kalemi “değerleme hesabı” dır. TCMB bilânçosunda bulunan altın, döviz ve efektiflerin cari döviz kurundaki değişiklikler karşısında oluşan net lehte kur farkları iç varlıklar altında eksi işaretle gösterilir. Dolayısıyla ’nin değer kaybetmesi iç varlıklarda bir azalışa yol açacak, ’nin değer kazanması aleyhte kur farkı oluşturacağı için iç varlıkları artıracaktır. İç varlıkların üçüncü temel kalemi “IMF Acil Yardım Takip Hesabı” başlığı altında yer almaktadır. Analitik bilânçonun sağ tarafında yani pasifinde merkez bankasının yükümlülükleri bulunur. Merkez bankası bilânçosunun pasifi ikiye ayrılarak incelenir. İlk kısmında “toplam döviz yükümlülükleri”, ikinci kısmında “merkez bankası parası” yer almaktadır. Toplam döviz yükümlülükleri TCMB’nin yurtdışına ve yurtiçine olan döviz yükümlülüğünü gösterir. Dış yükümlülükler, yurtdışına döviz borcundan, iç yükümlülükler ise kamunun ve bankaların döviz mevduatlarından meydana gelmektedir. Analitik bilânçonun pasifinin ikinci kısmını “merkez bankası parası” oluşturur. Merkez bankası parası TCMB’nin cinsinden ekonomideki diğer birimlere olan yükümlülüklerini temsil etmektedir. Merkez bankası parası “rezerv para” ve “diğer merkez bankası parası” adı altında iki başlık altında yer almaktadır. Rezerv paranın ilk unsuru “emisyon” dur. Merkez bankasının dolaşıma (tedavüle) soktuğu banknotların toplam değerine emisyon adı verilir ve özellikle gelişmiş ülkelerde merkez bankası yükümlülüklerinin önemli kısmını bu kalem oluşturur. Ekonomide canlılık olması birey ve kurumların nakit talebini yükseltir ve bu durumda toplam yükümlülükler içinde emisyonun payı da yükselir. Dolayısıyla geleceğe dönük iyimser bekleyişler ve ekonomiye duyulan güvende artış olması hanehalklarınınemisyon taleplerini de yükseltecektir. “Zorunlu Karşılıklar”, “Bankalar Serbest İmkanı” ve “Bankalar Mevduatı” (Serbest Tevdiat) başlığı altında rezerv paranın ikinci ana unsurunu oluşturur. Zorunlu karşılıklar yasal mevzuat gereğince yatırılması gerekli olan paralar karşılığında oluşturulan hesapları; bankalar serbest imkanı ise özel veya kamuya ait olan bankacılık veya diğer alanlardaki kuruluşlar adına merkez bankası nezdinde açılan serbest tevdiat hesaplarını kapsamaktadır. “Fon hesapları” rezerv paranın üçüncü kalemi olup Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TSMF) ve diğer kararname ile açılan fon hesaplarını kapsamaktadır. Rezerv paranın dördüncü kalemini ise “banka dışı kesimlerin mevduatı” oluşturmaktadır. Emisyondan farklı bir büyüklük olan” rezerv para”, bankacılık sisteminin kaydi para yaratma gücüne dayanak oluşturur. Öte yandan ülkedeki para arzının “rezerv para çarpanı” adı verilen mekanizma çerçevesinde oluşacak büyüklüğü de rezerv paraya dayanır. Rezerv paranın artıyor olması genellikle 141 www.hedefaof.com emisyonun arttığı şeklinde yorumlanır ve bu durum faiz oranlarının düşeceğinin ve enflasyonun artışa geçeceğinin önemli bir sinyalidir. Tersi durumda ise sıkı para politikası izlendiği, faiz oranlarının yükseleceği ve ekonominin daralacağı düşünülür. Rezerv paranın nisbi olarak istikrarlı seyretmesi ise nötr bir para politikasının uygulandığını göstermektedir. Geleceğe dönük kötümser bekleyişler emisyon hacmini nasıl etkiler? Tartışınız. 1985 yılından beri “açık piyasa işlemleri” (APİ) uygulayan Merkez bankası için bu işlemlerin günümüzdeki önemi ve ağırlığı son derece önemlidir. “Merkez bankası parası” kaleminin ikinci alt bileşeni olan “ diğer merkez bankası parası” adı altında yer alan APİ, TCMB’ nin açık piyasa ve bankalar arası para piyasası ile swap işlemlerinden olan borçlarını temsil etmektedir. Para politikası izleyen merkez bankaları para arzını “rezerv para” aracılığı ile kontrol ederler. Son yıllarda rezerv para yerine Net İç Varlıklar (NİV) göstergesinin kontrolü de daha sık kullanılmaya başlanmıştır. NİV, merkez bankası bilançosundan yola çıkarak oluşturulan ve “döviz karşılığında oluşturulmayan para arzı” şeklinde tanımlanabilecek bir göstergedir. NİV, arzının döviz varlıklarına göre olan dengesini kapsar ve iç varlıklardan net dış varlıkların çıkarılması ile elde edilir. NİV’in yönlendirilmesine dayalı bir politikada TCMB’nin piyasaya ne kadar bir para arzı yapacağı veya piyasadan ne kadar para çekeceğini görebilmenin iki yolu vardır. Bunlardan ilki parasal taban ve net döviz varlıkları farkını ortaya koymak, ikincisi ise, NİV’in APİ ve kamuya verilen net krediler gibi kendi bileşenlerinin ne yönde değiştiğini gözlemlemektir. Örneğin; merkez bankasının APİ hacmini arttırması piyasayı fonlaması (piyasaya likidite vermesi) anlamına gelmektedir. İMKB Endeksleri Menkul kıymetleri ihraç eden şirketler ile bu kıymetleri satın almak isteyenlerin doğrudan karşı karşıya geldikleri “birincil piyasa” ile daha önce ihraç edilmiş olan menkul kıymetleri elinde tutanların bu kıymetleri alıcılara sattıkları “ikincil piyasa” bir araya geldiğinde “menkul kıymet borsaları” oluşur. 1985 yılında faaliyete geçmiş olan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), hisse senetlerinin alım ve satım yönünde işlem gördüğü bir menkul kıymet piyasasıdır. İMKB’de işlem gören hisse senedi fiyatlarının ne yönde değiştiğini çeşitle yöntemlerle hesaplanan farklı borsa endeksleri yardımıyla izleyebiliriz. En çok bilinen endekslerin başında İMKB Ulusal 100 endeksi gelir. “İMKB Bileşik Endeksi” olarak da bilinen bu endeks menkul kıymet yatırım ortaklıkları hariç ulusal pazarda işlem gören hisse senetlerinden çeşitli kriterlere göre seçilmiş yüz hisse senedinden oluşmuştur. Şekil 7.4’te Aralık 2009-Aralık 2011 dönemine ait bileşik endeks verilerinin gelişimi bulunmaktadır. Görüldüğü üzere Ekim 2010’da 70.000’lere yaklaşan bileşik endeks 2011’in sonlarına doğru güç kaybetmeye başlamış ve 50.000’lere gerilemiş, dolar bazındaki düşüş ise kurlardaki değişiklikler nedeniyle daha fazla hissedilmiştir. Bunun dışında İMKB Ulusal 50 Endeksi, İMKB Ulusal-30 Endeksi ve İMKB Ulusal-Tüm Endeksi bulunmaktadır. İMKB Ulusal-Tüm Endeksi, menkul yatırım ortaklıkları hariç ulusal pazarda işlem gören tüm hisse senetlerinden oluşmuş olan endekstir. Borsa endeksleri ekonomik faaliyet hacminin yönünün tahmin edilmesinde kullanabileceği gibi, ekonomik ve siyasi gelişmelerin borsayı nasıl etkileyeceği de önceden tahmin edilebilir. Öte yandan borsa endeksine dahil olan şirketlerin performansını izleyerek ekonominin üretim yapısı ile ilgili ipuçlarına da ulaşabiliriz. İMKB Ulusal Endekslerini etkileyen çeşitli makroekonomik faktörler bulunmaktadır. Bunların başında para arzı gelmektedir. CeterisParibus, para arzının artması faiz oranlarını düşürerek ekonomiyi canlandıracağı için borsa endeksinin artmasını sağlayacaktır. Borsa endeksini etkileyen ikinci faktör faiz oranlarıdır. CeterisParibus, faiz oranlarının yükselmesi borsa endeksini düşürecektir. Çünkü hisse senetleri ile tahviller arasında bir getiri yarışı yani rekabet vardır. Faiz oranlarını artması tahvil getirisini ve tahvil fiyatını düşürecek, yatırımcılar ellerindeki fonları hisse senedi piyasası yerine tahvil piyasasına yönlendirecek ve hisse senedi fiyatları talepteki azalma nedeniyle düşecektir. Borsa endeksini etkileyen diğer bir faktör de döviz kurlarıdır. CeterisParibus, döviz kuru yükseldiğinde borsa endeksi düşer, çünkü bir yandan borsa için kullanılan fonlar döviz kurundaki artışın devam edeceği varsayımı ile döviz alımına 142 www.hedefaof.com yönelir, diğer yandan döviz kurundaki artışın cari açık başta olmak üzere bazı makroekonomik sorunların varlığına işaret ettiği varsayımı ile hisse senedi satışları artar. Borsa endeksini etkileyen bir başka faktör “enflasyon”dur. CeterisParibus, enflasyondaki yükselme halkın satın alma gücünü düşürecek, bu nedenle mal ve hizmetlere olan talep azalacak ve sonunda borsa endeksi düşecektir. Borsa endeksi her türlü değişime karşı oldukça hassastır. Endeks, iç ve dış çok sayıda siyasi ve ekonomik gelişmeden (hatta doğal afet ve dünyadaki buna benzer her türlü olağanüstü durumdan) etkilenir. Doğal olarak, iyimser bekleyişler borsa endeksini yukarı yöne, kötümser bekleyişler ise, aşağı yöne doğru yönlendirir. Bir ülkenin veya ülkenin içinde yer aldığı ülke gruplarının bir başka ülke veya ülke grubu ile yaşadığı siyasi gerginlik, savaş tehlikesi veya fiili savaşlar borsa endeksini (ceterisparibus) olumsuz etkiler. Siyasi ve ekonomik işbirliği veya işbirliği kurulacağına dair bekleyişler (ceterisparibus) borsa endeksini olumlu etkiler. Örneğin, bugün her ne kadar popülaritesini kaybetmiş olsa da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik beklentisi ve olumlu geçen adaylık süreci IMKB borsası başta olmak üzere birçok makroekonomik göstergeyi pozitif yönde etkilemiştir. Ülkenin içinde bulunduğu coğrafyanın, menkul kıymetler borsası endeksi üzerinde etkisi olabilir mi? Şekil 7.4: İMKB Bileşik Endeksi Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik Gelişmeler, Şubat 2012, s.24. Faiz Oranları Para piyasalarının dengeye gelmesini sağlayan bir unsur olan faiz oranını belirleyen tek bir faktör olmadığı gibi faiz oranının kendisi de çok sayıda ekonomik değişkeni etkileme gücüne sahiptir. Faiz oranlarını merkez bankası tek başına belirleyemez, faiz oranı “para” veya “fon” piyasalarındaki arz ve talebe göre belirlenir. Merkez bankası para piyasasında faaliyette bulunan aktörlerinden sadece biridir. Merkez bankası para piyasasındaki fon arz ve talebini farklı yollarla etkileyerek faiz oranlarını değiştirmeye ve para politikası amaçlarına ulaşmaya çalışır. Bir yıldan daha az vadeli işlemlerde geçerli faiz oranlarına “kısa vadeli faiz” adı verilir. Kısa vadeli faizler oldukça oynaktır (değişkendir) ve merkez bankası tarafından oldukça kolay müdahale görebilir. Vade uzadıkça merkez bankasının piyasa faizleri üzerindeki etkisi düşmektedir. Diğer bir değişle para politikasını yönlendirenlerin uzun dönemli faizler üzerindeki kontrolü sınırlıdır. Kısa vadeli faizlerin belirleyicileri arasında şunları saymak mümkündür: Bankacılık sisteminin o dönemdeki fon gereksinimi; Hazinenin o dönemdeki gelir ve ödemeleri; döviz piyasasındaki döviz arz ve talebi sonunda ortaya çıkan Türk Lirası gereksinimi ve merkez bankasının amacına göre yaptığı müdahaleler. Merkez bankasının uyguladığı faiz politikasında kullandığı faiz oranına “politika faizi” adı verilir. Merkez bankası politika faizi olarak bazen borç verme bazen de borç alma faizini kullanır. Kısa vadeli faizler tahvil ve bono piyasası aracılığı ile orta ve uzun dönemli faizlere, kredi ve mevduat faizlerine baz (temel) oluşturur. Orta ve uzun dönemli faizler genellikle bir aydan daha uzun vadeli olan faizlerdir. Kısa dönemli faiz oranlarının yükselmesi zaman içerisinde uzun dönemli faiz oranlarına da yansımaktadır. Örneğin uzun dönemde faiz oranlarını yükseltmek isteyen bir merkez bankası, kısa dönem faiz oranlarını uzun bir süre yüksek tutarak bu amacına ulaşabilir. 143 www.hedefaof.com Faiz oranları ile ilgili olarak Türkiye ekonomisinden çeşitli örnekler vermek mümkündür. Örneğin, 18 Mayıs 2010 tarihli Para Politikası Kurulu toplantısında “bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı” politika faiz oranı olarak belirlenmiştir. Tablo 7.3’ten görüleceği üzere, TCMB gecelik borç alma faiz oranı 2009 Ocak ayında %13 iken, 2011 Temmuz ayına kadar düzenli olarak azalmış ve %1.5’e kadar düşmüştür. Ağustos 2011 ayından itibaren ise %5’e yükselmiş, 2012 Haziran ayına kadar aynı seviyede kalmıştır. Politika faiz oranı olarak belirlenen bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı, Ağustos 2011 ve Haziran 2012 döneminde %5.75’te tutulmaktadır. Böylelikle ekonomideki diğer faiz oranlarının da bu faiz oranı tarafından yönlendirileceği beklenebilir. Tablo 7.3: TCMB Gösterge Faiz Oranları (%) Kaynak: T.C. Kalkınma Bakanlığı, Türkiye Ekonomisinde Haftalık Gelişmeler, 20 Temmuz 2012, s.75. Ödemeler Dengesi Bir ülkenin ödemeler dengesi tablosu, yurt içinde yerleşik olan ekonomik birimler ile yurt dışında yerleşik olan ekonomik birimler arasındaki ekonomik faaliyetleri (başta mal ve hizmet ticareti olmak üzere) gösteren bir bilançodur. “Ödemeler bilançosu” adı da verilen bu tablonun üç temel bölümü vardır: “Cari işlemler dengesi”, “sermaye hareketleri dengesi” ve “uluslararası (resmi) rezerv hareketleri”. Cari işlemler dengesi dövizin nasıl kazanıldığını ve nasıl harcandığını gösterir ve dört alt hesaptan oluşur. Bu hesaplar; dış ticaret dengesi, hizmetler (görünmeyenler) dengesi, gelir (yatırım) dengesi ve cari transferlerdir. Sermaye hareketleri dengesi, yurtiçinde yerleşik olanlar ile yurtdışında yerleşik olan ekonomik birimler arasındaki borç alma ve verme işlemleri ile sabit sermaye yatırımlarını gösterir. Sermaye hareketleri hesabı, esasen bir ülkenin cari işlemler dengesizliklerinin nasıl finanse edildiğini açıklayıcı bir unsurdur. Sermaye hareketleri dengesinde dört alt hesap bulunur. Bunlar; doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları, diğer uzun vadeli sermaye hareketleri ve kısa vadeli sermaye hareketleridir. Uluslararası (resmi) rezerv hareketleri, cari işlemler ve sermaye hesaplarından oluşan dengenin bir aynasıdır ve ülkenin merkez bankası ile Uluslararası Para Fonu’ndaki (IMF) altın ve döviz rezervlerindeki değişimleri gösterir. Cari işlemler dengesi açığını kapatmanın iki yolu vardır. Bunlardan birisi Sermaye hareketleri dengesinin fazla vermesi (yani yurtdışından borçlanmak), diğeri ise merkez bankasının döviz rezervlerinden yararlanmaktır. Cari işlemler dengesinin fazla vermesi halinde bu durumun tersi gerçekleşecektir. Dolayısıyla, ödemeler dengesi tablosunda şu eşitlik her zaman doğrudur: 144 www.hedefaof.com Cari İşlemler Dengesi + Sermaye Hareketleri + Uluslararası (Resmi) Rezerv Hareketleri = 0 Türkiye’de ödemeler bilançosu istatistiklerini TCMB hazırlamakta ve her ay yayımlamaktadır. Ödemeler bilançosu istatistikleri farklı kurumlardan ve farklı zamanlardan gelen verilerden derlenerek oluşturulduğu için yukarıdaki eşitlik her zaman gerçekleşmez. Bu durumda ortaya çıkan hata ve noksanlar “net hata ve noksan” kaleminde yer almaktadır. Tablo 7,4’te 2011 ve 2012 yılına ait ödemeler dengesi verileri yer almaktadır. 2011 ve 2012 yıllarının aynı döneminde cari işlemler hesabı açık vermiş, ama bu açık 2012 yılında azalmıştır. Cari işlemler açığının sebebi ilgili dönemde ve genel olarak tarihsel süreç içinde Türkiye’de ihracatın ithalatın hayli altında kalması, yani dış ticaret açığı ortaya çıkmasıdır. Hizmetler dengesinin ve cari transferlerin pozitif bakiye vermesi mal dengesindeki açığı kapatmaya yetmemekte, yatırım geliri dengesindeki negatif bakiye ile birlikte cari işlemler hesabı 2012 Ocak-Mayıs döneminde 27.051 milyon dolar açık vermektedir. Ama yine de cari işlemler açığının 2011 yılının aynı dönemine göre 9.941 ABD doları azaldığı anlaşılmaktadır. Bu durum dış ticaret açığındaki 8.354 milyon dolarlık azalmadan, hizmetler dengesi net gelirlerinin 879 milyon dolar artmasından ve gelir dengesindeki net giderlerin 750 milyon dolar azalmasından kaynaklanmaktadır. Doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları ve faizlerden oluşan diğer yatırımlar yatırım gelirleri dengesinin altında yer almaktadır ve bunların bileşiminden oluşan toplam net çıkış ele alınan iki dönem arasında 774 milyon ABD doları azalarak 3.130 milyon ABD dolarına gerilemiştir. Yurtdışında yerleşik kişilerin yurtiçinde yaptıkları net yatırımlar (yurt içinde doğrudan yatırım) bir önceki döneme göre 640 milyon dolar artmış ve 6454 milyon ABD dolarına yükselmiş, yurt içinde yerleşik kişilerin yurt dışında yaptıkları net yatırımlar (yurt dışında doğrudan yatırım) ise 1.555 ABD doları artarak net 2.621 milyon ABD dolarına çıkmıştır. Yurt dışında yerleşik kişiler 340 milyon ABD doları kadar net alım yapmışlardır. Borç senetleri, yurtdışı yerleşiklerin devlet iç borçlanma senetleri alımlarını; bankalar, bankacılık sektörü yurtiçi menkul kıymet ihraçlarıyla ilgili olarak yurt dışı yerleşiklerin net alımlarını ve bankaların uzun ve kısa vadeli kredilerdeki kullanıcı veya geri ödeyiciliğini; genel hükümet yurtdışı piyasalar ve diğer uluslararası kuruluşlardan sağlanan uzun vadeli kredileri; diğer sektörler, diğer sektörlerin net kredi kullanımını, merkez bankası, yurt dışında yerleşik Türk vatandaşlarınca Merkez Bankası nedinde açılan mevduat hesaplarındaki net durumu; resmi rezervler ise rezerv varlıklar içinde bulunan resmi rezervlerin durumunu göstermektedir. Ödemeler bilançosu kalemleri bir ülkenin temel makroekonomik dengeleri hakkında ipuçları taşımaktadır. Şimdi Tablo 4’ten yararlanarak bu ipuçlarının hangi bilgilerden oluştuğuna bakalım: • Türkiye hem 2010 hem de 2011 yılının ilk beş ayında dış ticaret açığı vermiş olup mal dengesi negatif bakiye vermektedir. Ancak tek başına dış ticaret açığı mutlak bir olumsuzluk olarak algılanmamalıdır. Zira cari işlemler kaleminin diğer unsurlarındaki pozitif bakiyeler yardımıyla (örneğin hizmet ticaretinden elde edilen büyük çaplı gelirler ile) dış ticaret açığı kapanabilir ve hatta cari işlemler fazlası bile verebilir. • Cari işlemler açığı, bir ülkede tasarruf açığı olduğunu ve bu açığın dış alem tasarrufları aracılığı ile (dışarıdan tasarruf ithal ederek) kapandığını belirtir. Tam aksine bir ülkede tasarruf fazlası var ise ülkeler cari işlemler fazlası vermek suretiyle bu tasarruf fazlalarını dışarıya ihraç etmektedirler. Bu bağlamda Türkiye 2010 ve 2011 yılının ilk beş ayında yurtdışından tasarruf ithal etmiştir. Birçok ekonomist, cari işlem açığının dış borçlanma ve benzeri yöntemler ile finanse edilebildiği sürece sorun oluşturmayacağını ifade etmektedir. • Dış ticaret dengesinde yer alan ihracat ve ithalat rakamlarının toplamı aslında ilgili ülkenin dünya ekonomisi ile bütünleşme derecesini gösterir. Bir ülke ekonomisinin dış dünya ile bütünleşmesine “ekonomik küreselleşme” adı verildiği için dış ticaret hacmi bir anlamda küreselleşmenin de göstergesidir. 2011 yılı için Türkiye’nin dış ticaret hacmi yaklaşık olarak 375 milyar dolardır ve bu rakam yaklaşık 772 milyar dolar olan milli gelirin yaklaşık olarak %50’sine denk düşmektedir. Oysa dış ticaret hacmi milli gelirinin %100’ünün üzerine çıkan Singapur ve Tayland gibi ülkeler de bulunmaktadır. • Cari işlemler hesabının açık, sermaye hesabının fazla vermesi bir kural değildir. Sermaye hareketlerinin tamamen serbest olduğu ülkelerde cari işlemler hesabı ile sermaye hesabı arasında tam anlamıyla örtüşen bir ilişki yoktur. Hem cari işlemler hesabı hem de sermaye hesabı açık (veya fazla) verebilir. 145 www.hedefaof.com Ödemeler dengesi ile döviz kuru arasında güçlü bir ilişki vardır. Ödemeler dengesi açığını kapatmayan ülkelerde döviz arz ve talebi arasındaki dengesizlik, ceterisparibus döviz kuru üzerinde yükselme yönünde baskı oluşturur. Bu nedenle para otoritesinin döviz arzını arttırmak (IMF’den döviz yardımı almak veya merkez bankasının rezervlerinden döviz satışı yapması gibi) veya döviz talebini azaltmak (ulusal para faizini yabancı para faizine göre yüksek tutmak, sabit döviz kuru uygulanıyorsa devalüasyon yapmak, açık piyasa işlemleriyle faizler ve döviz kuru arasındaki işlemleri ayarlamak gibi) suretiyle döviz arz ve talebini dengelemeye çaba göstermesi gerekir. Öte yandan Türkiye örneğindeki gibi kronik dış ticaret açığı veren ülkelerin de ekonomik yapılarında ihracatı arttırıcı ve ithalatı azaltıcı uzun vadeli önlemleri alması gerekir. • Tablo 7.4: Ödemeler Dengesi Analitik Sunum (Ocak-Mayıs 2011 ve 2012) 2011 (Milyon ABD Doları) 2012 Ocak-Mayıs A. 1. 2. CARİ İŞLEMLER HESABI İhracat f.o.b. İthalat f.o.b. Mal Dengesi Hizmetler Dengesi: Gelir Hizmetler Dengesi: Gider Mal ve Hizmet Dengesi Gelir Dengesi: Gelir Gelir Dengesi: Gider Mal, Hizmet ve Gelir Dengesi Cari Transferler SERMAYE HESABI FİNANS HESABI Yurtdışında Doğrudan Yatırım Yurtiçinde Doğrudan Yatırım Portföy Hesabı –Varlıklar Portföy Hesabı-Yükümlülükler Hisse Senetleri Borç Senetleri Diğer Yatırımlar-Varlıklar Merkez Bankası Genel Hükümet Bankalar Diğer Sektörler Diğer Yatırımlar-Yükümlülükler Merkez Bankası Genel Hükümet Bankalar Diğer Sektörler Cari, Sermaye ve Finansal Hesaplar NET HATA VE NOKSAN GENEL DENGE REZERV VARLIKLAR Resmi Rezervler 3. 4. 5. 6. 7. B. C. 8. 9. 10. 11. 11.1. 11.2. 12. 12.1. 12.2. 12.3. 12.4. 13. 13.1. 13.2. 13.3. 13.4. D. E. 14. Uluslararası Para Fonu Kredileri 15. Ocak-Mayıs -36.992 57.129 -94.425 -37.296 12.146 -8.486 -33.636 1.856 -5.820 -37.600 -27.051 64.749 -93.691 -28.942 12.240 -7.701 -24.403 2.042 -5.256 -27.617 608 -7 40.042 -1.066 5.814 1.619 13.420 -649 14.069 11.811 1 -54 904 10.960 8.444 -432 -108 3.820 5.164 3.043 566 0 28.804 -2.621 6.454 592 6.213 340 5.873 2.772 1 -32 2.387 416 15.394 -546 -330 9.999 6.271 1.753 6.064 9.107 -9.107 -8.169 1.316 3.069 -3.069 -1.916 -938 -1.153 Kaynak: TCMB Türkiye’nin kronik olarak dış ticaret açığı vermesi ekonomik büyüme sinin önünde bir engel teşkil eder mi? 146 www.hedefaof.com Döviz Kuru Döviz kuru, “bir para biriminin diğer para birimi cinsinden fiyatı” şeklinde tanımlanabilir. Temel olarak iki döviz kuru sistemi vardır: Döviz kurunu bir para otoritesinin (hükümet, merkez bankası vb.) belirlediği “sabit döviz kuru sistemi” ve döviz kurunun döviz piyasasında döviz arz ve talebi tarafından belirlendiği “esnek döviz kuru sistemi”. Bu temel döviz kuru sistemleri dışında, bu iki sistemin farklı özelliklerini farklı ağırlıklarla taşıyan çok sayıda farklı döviz kuru sistemi mevcuttur. Özellikle “esnek döviz kuru” sisteminde döviz kuruna etki eden çok sayıda faktör bulunmaktadır. Bu faktörler arasında; “uluslararası siyasi ve sosyal gelişmeler ve olaylar” “ödemeler dengesi açıkları”, ülkelerde gerçekleşen “enflasyon oranları”, “reel faiz oranları”, “ekonomik büyüme oranları”, “finansal aktörlerin döviz piyasasına dönük spekülasyon, arbitraj ve benzeri davranışları ”ve “para otoritesinin davranışları” gelmektedir. Eğer bir ülkede esnek kur sistemi kabul edilmişse ve bu ülkede ödemeler dengesi olumlu yönde gelişiyor ise bu durum (ceterisparibus) ülke parasının değeri üzerinde de olumlu bir etki yapacak, tersi durumda ise ülke parası değer kaybedecektir. Esnek kur sisteminin uygulandığı bir ülkede enflasyon yükseliyor ise (ceterisparibus) bu ülkenin parası diğer ülkelerin parası karşısında değer kaybedecek ve ihracatı artarak ithalatı azalacak; tersi durumda ise ülkenin parası değer kazanacak, ihracatı azalacak ve ithalatı artacaktır. Bu aşamada üzerinde durulması gereken bir kavram da “reel kur”dur. Nominal kur üzerindeki fiyat artışı etkisinin (enflasyonun) giderilmesi yoluyla elde edilen reel kur, nominal kura göre daha gerçekçi bir göstergedir ve “satın alma gücünün” de önemli bir göstergesidir. Şekil 7.5’te Ocak 2007 ve Nisan 2012 tarihleri arasında Türkiye’de reel ve nominal döviz kurunun gelişimi yer almaktadır. Nominal döviz kuru ABD Doları ve Euro’yu eşit oranda temsil etmekte, reel kur hesaplanırken de TÜFE bazlı hareket edilmektedir. Nisan 2009 ayına kadar reel kur göreli olarak nominal kura paralel veya hafifçe üzerinde hareket ederken bu tarihten sonra reel kur nominal kurun altında hareket etmeye başlamıştır. İkisi arasındaki temel eğilimlerin aynı yönde olduğu ve birbirlerini takip ettikleri de görülmektedir. Şekil 7.5: Nominal ve Reel Döviz Kuru Kaynak: T.C. Kalkınma Bakanlığı, Türkiye Ekonomisinde Haftalık Gelişmeler, 20 Temmuz 2012, s.50. Döviz kurunu etkileyen ikinci bir faktör reel döviz kurudur. Ceterisparibus, hangi ülkenin reel faizi yüksekse finansal yatırımlar o ülkeye akmaktadır. Dolayısıyla (ceterisparibus) reel faizi yüksek olan ülkenin ulusal parasına olan talep artacak ve değeri yükselecek, diğer ülkelerin ulusal paralarının değeri ise düşecektir. Döviz kurunu etkileyen diğer bir faktör “ülkelerin ekonomik büyümeleri”dir. Ekonomik büyüme ile artan milli gelir düzeyi ithal girdi ve malların alımını teşvik edeceği için döviz talebi artacak ve bu durumda (ceterisparibus) döviz kuru yükselecek, yani ülkenin parası yabancı paralar karşısında değer kaybedecektir. Eğer ekonomik büyüme sürecinde ihracat da ithalat kadar artıyor ise ülkeye döviz girişi 147 www.hedefaof.com yaşanacağı için döviz kurları etkilenmeyebilir. Dolayısıyla artan ithalat nedeniyle yükselen döviz talebini karşılayacak ölçüde, farklı kaynaklardan döviz girişi sağlandığı sürece döviz kurları istikrarını koruyacak ve dengeli bir seyir izleyecektir. Döviz kurları üzerinde etkili olan diğer bir faktör “para otoritesinin davranışları”dır. Hükümetler ve merkez bankaları iktisat politikası amaçları doğrultusunda döviz kurlarına müdahale ederler. Sabit kur sistemi ve esnek kur sistemi arasındaki seçim de temelde iktisat politikası amacına dönük bir seçimdir ve farklı ekonomik amaçlara ulaşmanın farklı yolları olarak düşünülürler. Döviz kurlarının düzeyini ayarlamak suretiyle ihracat ve ithalat başta olmak üzere çok sayıda ekonomik değişkeni etkileme olanağının farkında olan para otoritesi sabit kur sisteminde döviz kuru düzeyini ayarlamak, esnek kur sisteminde ise döviz alım ve satımı yaparak piyasada oluşan döviz kuru seviyesini değiştirmek suretiyle bu aracı kullanır. Günümüzde para otoritelerinin ekonomik istikrar ve istikrarlı bir döviz kuru seviyesi için vazgeçilmez olarak gördükleri unsurlardan birisi de “ekonomiye duyulan güven”in derecesidir. Bir ülkedeki ekonomik aktörler, politik istikrarın varlığına paralel olarak, uygulanan politikalara ve ekonominin geleceğine güven duyuyorlar ise bu psikoloji ile döviz piyasasında daha rasyonel ve istikrarlı davranışlarda bulunacaklar ve sonuçta bu istikrar ekonominin geneline de olumlu bir şekilde yayılacaktır. Bu bağlamda, döviz kurları üzerinde “ekonomik aktörlerin geleceğe dair bekleyişleri” de önemli ölçüde etkilidir. Ekonomi otoritelerinin günümüzde yapmaya çalıştıkları en önemli çabalardan birisi ekonomik aktörlerin bekleyişlerini iktisat politikası amaçlarına paralel olarak yönlendirmektir. Şimdiye kadar daha çok döviz kurlarını belirleyen “kısa dönemli faktörler” üzerinde durduk. Uzun dönemde döviz kurları üzerinde ülkenin dış ticaret hadleri ve rekabet gücü gibi yapısal faktörler etkili olmaktadır. Dış ticaret hadleri ve rekabet gücünün ülke lehine değişmesi, ülke ekonomisinin güçlendiği ve döviz gelirlerinin sağlıklı ve kalıcı bir şekilde arttığı anlamına geleceğinden uzun dönemde ülkenin parası istikrar kazanacak ve yabancı paralar karşısında değerlenmeye başlayacaktır. İşgücü Piyasası Göstergeleri Ekonomi bilimi esas olarak “insan faktörü” için vardır. O nedenle birçok iktisatçı “istihdamı” ekonominin en önemli unsuru ve “işsizliği” de en önemli sorunu olarak görmektedir. Bir ülkenin makroekonomik başarısı yüksek büyüme oranı, fiyat istikrarı ve ödemeler bilançosu dengesi gibi temel unsurlar ile bağlantılıdır. Bu unsurlar dışında ülkenin refah düzeyini çok daha yakından ilgilendiren bir diğer gösterge de “işsizlik oranı” dır. İşsizlik oranı ve istihdam ile ilgili diğer göstergeler ülkenin ekonomik ve sosyal açıdan mevcut durumu ve geleceği ile ilgili bazı önemli bilgiler içermektedir. Tablo 7,5’te Türkiye’de iş gücü piyasası ile ilgili olarak 2007-2011 dönemine ait bazı göstergeler bulunmaktadır. Görüldüğü gibi, Türkiye’de işsizlik oranı 2007-2010 yılları arasında oldukça yüksek bir seviye olan yüzde 10’un üzerinde seyretmiş ve 2009’da %14 gibi rekor bir seviyeyi görmüştür. Türkiye’deki işgücünün de nüfus artışına paralel olarak düzenli bir şekilde arttığı, 2007’de 23.114 bin kişi iken 2011’de 26.725 bin kişiye ulaştığı görülmektedir. Aynı tablodan (Tablo 7,5), Türkiye’deki istihdam sorununun farklı boyutları da görülebilmektedir. Örneğin Türkiye’de, işgücünün kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus içindeki oranı olarak tanımlanan, “işgücüne katılım oranı” sürekli olarak artmaktadır. Ancak 2011’deki %49,9 oranı bile oldukça düşüktür ve gelişmiş ülkeler ortalamasının altındadır. Bunun en önemli sebebi Türkiye’de “ev hanımlarının” sayısının fazlalığıdır. Türkiye ekonomisindeki canlanma dönemlerinde özellikle ev hanımları arasından iş gücüne katılanların sayısının artması işsizlik oranının düşmesini engellemektedir. Türkiye’de işsizlik oranları izlenirken dikkate alınması gereken bir unsur da “eksik istihdam” denilen olgudur. Eksik istihdam, “tespit edildiği dönemde bir işte çalışmakla birlikte çalışma saati 40 saatten az olan ve daha fazla çalışabileceği bir iş arayan” kişiler ile “halen bir işte çalışmakla birlikte son dört hafta içinde mevcut işini değiştirmek için iş aramış olan” kişilerin toplamından oluşur. Türkiye’de eksik istihdamda olan kişi sayısı yaklaşık olarak 700 bin civarındadır. Buna göre eksik istihdam oranı yüzde 3’ün üzerine çıkmaktadır. Eksik istihdamda olanların dışında TÜİK tarafından işsizlik kapsamına alınmayan bir diğer grup “umudunu yitirerek iş aramaktan vazgeçenlerdir.” Türkiye’de uzun bir süre iş aramış ama daha sonra bulamadığı için iş aramaktan vazgeçmiş olanların sayısı 2 milyon kişiye yakındır. 148 www.hedefaof.com Bu bağlamda işsizliğin tanımını genişletirsek ve eksik istihdamda olanlar ile umudunu yitirenleri de dahil edersek, işsiz sayısı yaklaşık olarak 5 milyon, işsizlik oranı da %20’ler düzeyine çıkmaktadır. Tablo 7.5: Yurt İçi İşgücü Piyasasında Gelişmeler Kaynak: TÜİK, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları: DPT, 2010 Yılı Programı, s.15. İstihdam, işsizlik oranı ve ilişkili diğer oranlar; bir yönüyle iş gücü piyasasındaki arz ve talep dengesizliği hakkında bilgi verirken, aynı zamanda da bağlı olduğu üretim sektörünün faaliyet hacmi konusunda bilgi veren göstergelerdir. Genellikle ekonomik canlılık ortamlarında işsizlik oranı düşer ve işgücü talebinin artışı (ceterisparibus) önce ücretler daha sonra fiyatlar genel düzeyi üzerinde yukarı yönde bir baskı oluşturur. Ekonomik durgunluk ortamlarında ise bu durumun tersi yaşanır. Sizce, Türkiye’nin genç bir nüfusa sahip olması işsizlik oranlarını nasıl etkilemektedir? Beklenti Anketleri Daha önce çeşitli başlıklar altında da değinildiği üzere, ekonomideki birçok faaliyet beklentilerin önemli ölçüde etkisi altındadır. İktisat politikası uygulayıcıları beklentileri değiştirmedikleri takdirde politikalarının başarı şansının azalacağını öğrenmiş bulunmaktadır. Günümüzde çok sık atıfta bulunulan, “insanların ellerindeki tüm bilgileri kullanarak karar vereceğini ve sistematik olarak hata yapmayacaklarını” savunan “Rasyonel Bekleyişler” görüşü, hem Klasik hem de Keynesgil görüşün yeni versiyonları tarafından onaylanmaktadır. Dünyada, beklentilerin ekonomideki öneminin anlaşılmasının ardından, birçok kurum ve kuruluş anketler yoluyla beklentilerin yönünü belirlemeye ve ekonominin nabzını tutmaya çalışmaktadır. TCMB bunların başında gelmektedir. TCMB, 2001 yılından beri “beklenti anketleri” uygulamaktadır. Merkez bankası her ayın birinci ve üçüncü haftalarında aralarında finans ve reel sektör çalışanları, ekonomi konusunda çalışan gazeteciler ve akademisyenlerin de bulunduğu 160 civarında kişiye beklenti anketi uygulamakta ve her ayın 10 ve 20’si dolayında sonuçları açıklamaktadır. Anket katılımcılarına TÜFE tahminleri, hazine borçlanmalarında ve gecelik işlemlerde oluşacak faiz oranı beklentileri, döviz kuru beklentileri, cari işlemler dengesi beklentileri, büyüme oranı tahminleri ile 149 www.hedefaof.com ilgili sorular sorulmakta ve bu bilgiler sistemli hale getirilmektedir. Şekil 7.6’da TCMB Beklenti Anketi sonucunda oluşmuş TÜFE beklentileri görülmektedir. TÜFE beklentileri 2008 yılı başında yükseliş eğilimine girdiği ve 2009 başlarında zirveye ulaştığı anlaşılmaktadır. Başta küresel kriz olmak üzere geleceğe ilişkin mevcut verileri değerlendiren ekonomik birimlerin hem 12 aylık hem de 24 aylık süreçte enflasyonun yükseleceği yönündeki tahminlerinin arttığı görülmüştür. Bu yöndeki bekleyişlerin 2009 Ocak ayından itibaren tersine döndüğü ve TÜFE beklentisinin gerileyerek 2007’deki seviyesine ulaştığı belirlenmiştir. Şekil X’in sağ tarafına bakıldığında, Nisan ve Temmuz dönemi enflasyon beklentileri dikkate alınırsa kısa vadeli beklentilerin aşağı yönde olduğu, uzun vadeye ilişkin beklentilerin ise fazla değişmediği göze çarpmaktadır. TÜFE beklentisi sonuçları başta TCMB olmak üzere özel ve kamuya ait tüm kurum ve kuruluşlara politikalarına amaçları doğrultusunda yön verme fırsatı sunar. Örneğin enflasyon beklentilerinin yükseldiğini gören merkez bankası açık piyasa işlemleriyle para arzını ayarlayarak gerekli önlemleri alabilir. Şekil 7.6: 12-24 Ay Sonrasındaki TÜFE ve Enflasyon Beklentileri (yıllık % değişim) Not: Soldaki grafik TÜFE, sağdaki grafik enflasyon beklentilerini göstermektedir. Kaynak: TCMB, Enflasyon Raporu, 2012-III, s.43. TCMB, imalat sanayisinin eğilimlerini belirlemek ve üretim sektörünün (reel sektör) ekonomik durumunu ortaya koymak amacıyla “İktisadi Yönelim Anketi” adı altında bir anket yapmaktadır. Beklenti anketine göre çok daha fazla katılımla (2000 civarı) gerçekleştirilen ve makro ölçekteki veriler yerine daha çok mikro ölçekteki verilere dayanan beklenti anketi, ayda bir kez yapılır ve her ayın 25’i civarında açıklanır. Bu anketin temel amacı sanayicinin bir ay öncesine göre daha iyimser veya daha kötümser olup olmadığını belirlemektir. TCMB, iktisadi yönelim anketinden yararlanarak “Merkez Bankası Reel Kesim Güven Endeksi” (MBRKGE) adı altında aylık olarak açıklanan bir endeks daha hesaplamaktadır. Bu endeks değeri 100’un altına düşerse sanayicilerin ekonominin geleceğine ilişkin güvenlerinin azaldığı anlamına gelmektedir. 100’ün üzerine çıkması ise sanayicilerin iyimser bekleyişler içinde olduğunu göstermektedir. TCMB’nin TÜİK ile birlikte gerçekleştirdiği ve her ayın 15’ini izleyen ilk gün açıkladığı bir beklenti anketi daha bulunmaktadır. Bu anketin adı “Tüketici Güven Endeksi (TGE)”dir. TGE, tüketicilerin harcama davranışlarının ve beklentilerinin saptanması için, içinde bulunulan dönemde dayanıklı tüketim malı satın alma istekleri, satın alma gücü, iş bulma olanakları ve genel ekonomik durumla ilgili sorulara dayalı bir endekstir. Bu endeks değerinin 100’den küçük olması tüketicinin kötümser, 100’den büyük olması ise tüketicinin iyimser bekleyiş içinde olduğunu gösterir. İktisat politikası uygulayıcıları ve firmalar başta gelmek üzere ekonomik aktörler TGE’nin eğilimlerine göre davranışlarını ayarlama avantajına sahiptirler. Örneğin TGE’nin 100’den büyük rakamlara ulaşması firmalara üretimlerini arttırmaları yönünde bir mesaj niteliği taşır ve gerekli tedbirleri almaları beklenir. neler yapabilirler? Size göre, siyasi iktidarlar beklentileri olumlu yönde etkilemek için 150 www.hedefaof.com Şekil 7.7’de, “Merkez Bankası Reeel Kesim Güven Endeksi (MBRKGE)”nin normal ve mevsimsellikten arındırılmış (MBRKGE-MA) halinin gelişim seyrini görmekteyiz. Şekilde; “MBRKGE” ile mevsimsellikten arındırılmamış, “MBRKGE-MA” ile de mevsimsellikten arındırılmış seriler sembolize edilmektedir. Buna göre; 2007 başlarında oldukça yüksek değerler alan endeks 2008 sonunda %50’ye gerilemiş ve dip yapmış, 2009 başlarından itibaren bir toparlanma eğilimine girmiş ve Haziran 2010’da zirveye ulaşmış ve daha sonra da %110’lar civarinda yatay bie seyir izlemektedir. Şekil 7.7: Reel Kesim Güven Endeksi (Mart 207-Haziran 2012) Kaynak: TCMB, 2012 Şekil 7,8’de ise Tüketici Güven Endeksinin (TGE) seyri yer almaktadır. 2011 yılının Haziran ayında 96,4 olan TGE, 2011 Ekim ayında 89,7’ye gerilemiş, daha sonra 2012 Haziran ayına kadar 90’ların başlarındaki değerlerde hafifçe dalgalanmıştır. Dolayısıyla tüketici güveni henüz iyimser düzeye ulaşamamış, yani 100’ün üzerindeki değerleri görememiştir. Şekil 7.8: Tüketici Güven Endeksi Kaynak: TCMB-TÜİK Haber Bülteni, Sayı 149, 16 Temmuz 2012. 151 www.hedefaof.com Özet Ekonominin reel üretim hacminde zaman içerisinde gerçekleşen iniş ve çıkışlara konjonktür dalgaları denir. Bir konjonktür dalgasının iki ana aşaması vardır: “Daralma” ve “Genişleme”. Daralma aşamasında reel GSYH sürekli düşmekte ve büyüme trendinin altına inmektedir ki bu durum “durgunluk” olarak nitelendirilir. Genişleme aşamasında ise reel GSYH sürekli artar ve trend değerinin üstüne çıkar. Daralmadan genişlemeye geçişin başlangıcına “toparlanma” adı verilmektedir. Daralma-genişleme ile genişleme-daralma aşamaları arasındaki geçişi belirten dönüş aşamalarına ise “dip” ve “zirve” adı verilir. Bazen bir ekonominin yaşadığı daralma aşaması normalin üzerinde sürer ve reel GSYH alışılmamış bir şekilde düşer. Bu duruma “çöküntü” veya “depresyon” (buhran, bunalım) adı verilir. Çöküntü durumunun tam tersine konjonktür dalgalanmasının genişleme aşamasında reel GSYH alışılmışın üstünde bir artış gösterir ki bu duruma da “patlama” (boom) denir. taraftan üretim için gerekli olan hammadde ve ara malların temininde yaşanan güçlükler de kapasite kullanım oranını düşürecektir. TÜİK, kapasite kullanım oranı verilerini “imalat sanayinde eğilimler” başlığı altında, hem özel hem de kamuyu kapsayacak şekilde her ay yayımlamaktadır. Banknot ihracı imtiyazına tek elden sahip olan TCMB'nin analitik bilançosu, ülke ekonomisi, para politikası ve uygulama şekli ile ilgili önemli unsurlar barındırır. “Haftalık vaziyet” adı verilen ve her hafta yayımlanan TCMB analitik bilançosunun kalemlerini sadeleştirerek ele alırsak daha kullanışlı bir anlatım aracı elde edebiliriz. TCMB analitik bilançosu TCMB Bilançosu kalemlerinin sadeleştirilmesi ve toplulaştırılması ile elde edilmiş, varlık ve yükümlülükler şeklinde düzenlenmiş, böylelikle bilançonun finansman şekli ile bu finansman sayesinde ortaya çıkan varlıkların kolaylıkla izlenebilmesi sağlanmıştır. Merkez Bankası analitik bilançosunun sol tarafında yani aktif kısmında “varlıklar” yer alır. Varlıklar ikiye ayrılarak incelenmelidir. Varlıkların ilk kısmını “dış varlıklar” oluşturur. Dış varlıklar, merkez bankasının döviz üzerinden tuttuğu varlıkları ve dolayısıyla ekonominin döviz kazancı ile ilgilidir. Dış varlıklar TCMB’nin altın mevcudunu, şube kasalarındaki dövizlerini, yurtdışı muhabirleri nezdindeki döviz mevcudunu ve döviz alacaklarını kapsar. Dış varlıkların artmakta oluşu ülkenin döviz rezervlerinin arttığını gösterir. Ekonomide oluşan konjonktür dalgası aşağı veya yukarı yönde hareket etmeden yani daralma ve genişleme durumları oluşmadan önce bu yönde seyretmeye başlayan göstergeler bulunduğu gibi tam tersine daralma veya genişleme başladıktan sonra hareketlenen göstergeler de vardır. Bu göstergelerin ilkine “öncü göstergeler”, ikincisine “gecikmeli göstergeler” (takipçi göstergeler) denir. Bazı göstergeler ise ekonomik konjonktürle birlikte hareket ederler. “Eş zamanlı göstergeler” olarak bilinen bu göstergeler ekonomi daralırken düşme, ekonomi genişlerken de yükselme eğilimi taşırlar. Öncü göstergeler ekonomik faaliyetleri öncüleme gücüne sahip olduğu için geleceğe dair tahminlemede daha çok kullanılmaktadır. Zira öncü göstergeler reel GSYH henüz değişmeden kendisi değişme gösteren yani “sinyal veren” büyüklüklerdir. Menkul kıymet borsaları iki piyasanın toplamından oluşmaktadır. Bunlardan birincisi menkul kıymetleri ihraç eden şirketler ile bu kıymetleri satın almak isteyenlerin doğrudan karşı karşıya geldikleri “birincil piyasa”, ikincisi ise daha önce ihraç edilmiş olan menkul kıymetleri elinde tutanların bu kıymetleri alıcılara sattıkları “ikincil piyasa”dır. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) 1985 yılından itibaren faaliyete geçmiş olup hisse senetlerinin alım ve satım yönünde işlem gördüğü bir menkul kıymet piyasasıdır. İMKB’ de işlem gören hisse senedi fiyatlarının ne yönde değiştiğini çeşitle yöntemlerle hesaplanan farklı borsa endeksleri yardımıyla izleyebiliriz. Bunlardan en çok bilineni İMKB Ulusal 100 endeksidir. “İMKB Bileşik Endeksi” olarak bilinen bu endeks menkul kıymet yatırım ortaklıkları hariç ulusal pazarda işlem gören hisse senetlerinden çeşitli Ekonomideki genel durum ve performansın önemli göstergelerinden birisi de kapasite kullanım oranıdır. Kapasite kullanım oranı imalat sanayisinde faaliyet göstermekte olan kamu veya özel firma veya işletmelerin, tam kapasite üretim düzeyine göre fiili üretim düzeyini gösteren bir orandır. Ceterisparibus bir ekonomide toplam talebin (yurtiçi pazarda ve yurtdışı pazarda) artması kapasite kullanım oranını arttırırken, azalması kapasite kullanım oranını azaltır. Diğer 152 www.hedefaof.com kriterlere göre seçilmiş yüz hisse senedinden oluşturulmuştur. ülkenin merkez bankası ile Uluslararası Para Fonu’ndaki (IMF) altın ve döviz rezervlerindeki değişimleri gösterir. “işgücünün kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus içindeki oranı” olarak tanımlanan işgücüne katılım oranı sürekli olarak artmakla birlikte 2011’deki %49,9 oranı bile oldukça düşüktür ve gelişmiş ülkeler ortalamasının altındadır. Bunun en önemli sebebi Türkiye’de “ev hanımlarının” sayısının fazlalığıdır. Türkiye ekonomisindeki canlanma dönemlerinde özellikle ev hanımları arasından iş gücüne katılanların sayısının artması işsizlik oranının düşmesini engellemektedir. Türkiye’de işsizlik oranları izlenirken dikkate alınması gereken bir unsur da “eksik istihdam” denilen olgudur. Eksik istihdam, “tespit edildiği dönemde bir işte çalışmakla birlikte çalışma saati 40 saatten az olan ve daha fazla çalışabileceği bir iş arayan” kişiler ile “halen bir işte çalışmakla birlikte son dört hafta içinde mevcut işini değiştirmek için iş aramış olan” kişilerin toplamından oluşur. Faiz oranı para piyasalarının dengeye gelmesini sağlayan unsurdur. Finansal piyasalarda çok sayıda faiz oranı söz konusudur. Faiz oranını belirleyen tek bir faktör olmadığı gibi faiz oranı da çok sayıda ekonomik değişkeni etkiler. Türkiye’de faiz oranlarını merkez bankası tek başına belirlemez. Faiz oranı para piyasalarındaki arz ve talebe göre belirlenir. Merkez bankası, bankalar ve diğer finans kuruluşları gibi para piyasası aktörlerinden sadece birisidir. Merkez bankası para piyasasındaki fon arz ve talebini farklı yollarla etkileyerek faiz oranlarını değiştirmeye ve para politikası amaçlarına ulaşmaya çalışır. “Bir para biriminin diğer para birimi cinsinden fiyatı” olarak tanımlanabilecek olan döviz kurunun belirlenmesinde dünyada tercih edilen temel olarak iki döviz kuru sistemi vardır: Döviz kurunu bir para otoritesinin (hükümet, merkez bankası vb.) belirlediği “sabit döviz kuru sistemi” ve döviz kurunun döviz piyasasında döviz arz ve talebi tarafından belirlendiği “esnek döviz kuru sistemi”. Bu temel döviz kuru sistemleri dışında, bu iki sistemin farklı özelliklerini taşıyan çok sayıda farklı döviz kuru sistemi de bulunmaktadır. Beklentilerin ekonomideki öneminin anlaşılması sonrasında birçok kurum ve kuruluş anketler yoluyla beklentilerin yönünü belirlemeye ve ekonominin nabzını tutmaya çalışmaktadır. TCMB, üretim sektörünün (reel sektör) ekonomik durumunu ortaya koymak amacıyla “İktisadi Yönelim Anketi” adı altında bir anket yapmakta ve imalat sanayinin eğilimleri belirlenmektedir. TCMB, iktisadi yönelim anketinden yararlanarak “Merkez Bankası Reel Kesim Güven Endeksi” (MBRKGE) adı altında aylık olarak açıklanan bir endeks daha hesaplamaktadır. Bu endeks değeri 100’un altına düşerse sanayicilerin ekonominin geleceğine ilişkin güvenlerinin azaldığı anlamına gelmekte, 100’ün üzerine çıkması ise sanayicilerin iyimser bekleyişler içinde olduğuna işaret etmektedir. Tüketici Güven Endeksi TGE, tüketicilerin harcama (TGE). davranışlarının ve beklentilerinin saptanması için, içinde bulunulan dönemde dayanıklı tüketim malı satın alma istekleri, satın alma gücü, iş bulma olanakları ve genel ekonomik durumla ilgili sorulara dayalı bir endekstir. Ödemeler dengesi tablosu veya diğer adıyla “ödemeler bilançosu” yurtdışında yerleşik olan ekonomik birimler ile yurtdışında yerleşik olan ekonomik birimler arasındaki ekonomik faaliyetleri gösteren bir bilançodur. Bu tablonun üç temel bölümü vardır: “Cari işlemler dengesi”, “sermaye hareketleri dengesi” ve “uluslararası (resmi) rezerv hareketleri”. Cari işlemler dengesi esasen dövizin nasıl kazanıldığını ve nasıl harcandığını gösterir ve dört alt hesaptan oluşur: Dış ticaret dengesi, hizmetler (görünmezler) dengesi, gelir (yatırım) dengesi ve cari transferler. Sermaye hareketleri dengesi, yurtiçinde yerleşik olanlar ile yurtdışında yerleşik olan ekonomik birimler arasındaki borç alma ve verme işlemleri ile sabit sermaye yatırımlarını gösterir. Sermaye hareketleri hesabı, esasen bir ülkenin cari işlemler dengesizliklerinin nasıl finanse edildiğini açıklayıcı bir unsurdur. Sermaye hareketleri dengesinde dört alt hesap bulunur: Doğrudan yatırımlar, portföy yatırımları, diğer uzun vadeli sermaye hareketleri ve kısa vadeli sermaye hareketleri. Uluslararası (resmi) rezerv hareketleri, cari işlemler ve sermaye hesaplarından oluşan dengenin bir aynasıdır ve 153 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım 1. Ekonominin reel üretim hacminde zaman içerisinde gerçekleşen iniş ve çıkışlara ne ad verilir? 6. Aşağıdakilerden hangisi Türkiye’de mevcut olan finansal sistemin unsurlarından biri değildir? a. Makro Frekans b. Enflasyon a. Sanayi şirketleri c. Konjonktür dalgaları b. Merkez bankası d. Stagflasyon c. Ticaret bankaları e. Depresyon d. Menkul kıymet borsaları 2. Bir ekonomide büyüme hızının sıfıra yaklaşması veya sıfır olması durumu aşağıdakilerden hangisidir? e. Sigorta şirketleri a. Patlama a. Fisher bileşeni b. Depresyon b. Referans faiz c. Enflasyon c. Politika faizi d. Durgunluk d. Gösterge faiz e. Resesyon e. Bileşik faiz 3. Toplam talebin dalgalanmasını ekonomideki para miktarı artışındaki dalgalanmalara bağlayan görüş aşağıdakilerden hangisidir? a. Monetarist görüş 8. Bir ülkede tasarruf açığı olduğunu ve bu açığın dış alem tasarrufları aracılığı ile (dışarıdan tasarruf ithal ederek) kapandığını aşağıdakilerden hangisi gösterir? b. Keynesyen görüş a. Yüksek devalüasyon c. Neo-keynesyen görüş b. Cari işlemler açığı d. Reel konjontür teorisi c. Yüksek işsizlik e. Klasik görüş d. Yüksek enflasyon 4. Aşağıdakilerden hangisi gecikmeli konjonktür göstergeleri arasında yer almaz? e. Faizlerde oynaklık a. Girdi stoku 9. Ceterisparibus, reel faizi yüksek olan ülkenin ulusal parasının değeri nasıl değişir? b. Ürün stoku a. Yükselir c. Kredi kartı kullanımı b. Düşer d. Toplam ihracat c. Değişmez e. Reel döviz kuru d. Sürekli iner ve çıkar 5. OECD’nin geliştirdiği “Bileşik Öncü Göstergeler” (CLI) endeksi referans seri olarak aşağıdakilerden hangisini kullanır? e. Ulusal para kullanılmaz 7. Merkez bankasının uyguladığı faiz politika sında kullandığı faiz oranına ne ad verilir? a. Enflasyon Oranı 10. Tüketici güven endeksinin (TGE) hangi değeri tüketicinin iyimser bekleyiş içinde olduğunu gösterir? b. İşsizlik oranı a. TGE = 100 c. GSYH b. TGE > 100 d. Sınai üretim endeksi c. TGE < 100 e. TCMB politika faizi d. TGE = 50 e. TGE < 50 154 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 1. c Yanıtınız yanlış ise “ Konjonktür ve Tahmini” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Bir ülkede yer alan çeşitli üretim sektörlerinin genelinde kapasite kullanım oranlarının sürekli olarak en üst seviyelerde olması, diğer bir deyişle kapasite kullanımının üst sınırlarının zorlanması o ülkede üretim kapasitesinin artırılması yani yatırım yapılması gerektiği yönünde bir işarettir. Zira, bu ülkenin kurulu üretim kapasitesi artık o ülkedeki talebe yetmemektedir. Sıra Sizde 1 2. d Yanıtınız yanlışise “Konjonktür ve Tahmini” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. a Yanıtınız yanlış ise “ Konjonktür Dalgaları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. e Yanıtınız yanlış ise “Konjonktür ve Tahmini” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 2 5. d Yanıtınız yanlış ise “Konjonktür ve Tahmini” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Ekonomide geleceğe dönük kötümser bekleyiş lerin artması birey ve kurumların ekonominin geleceğine dair güvenlerini zayıflatacak ve bu aktörlerin alışverişte kullanmak üzere nakit talepleri azalacak dolayısıyla emisyon talepleri düşecektir. 6. a Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. c Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 Bir ülke siyasi ve askeri açıdan ne kadar tehlikeli ve istikrarsız bir coğrafi bölgede yer alıyorsa ceterisparibus menkul kıymetler borsası endeksi de o kadar oynak (volatil) olacaktır. Çünkü siyasi dengelerin bozulması ve askeri gerginlik ekonomik aktörlerin davranışlarını normalden uzaklaştırarak farklı davranışlara yönlendirebilir. Kişi ve kurumlar yüksek riskli dönemlerde kendilerini garantiye almaya dönük tutum ve davranışlar gösterdikleri için ekonomik gerçeklikten ve dengelerden uzaklaşabilir. Bu nedenle ülkelerin işbirliği içine girdikleri ülke gruplarını da doğru bir tercihle belirlemeleri büyük önem taşımaktadır. 8. b Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. a Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. b Yanıtınız yanlış ise “Ekonomik Göstergeler ve Yorumu” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 4 Türkiye’nin kronik dış ticaret açığı veren bir ülke olması ekonomik büyümesinin önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Çünkü Türkiye ekonomi sinin büyüme dönemlerinde ithalatı ihracatından çok daha fazla artmakta ve ülkedeki cari işlemler açığı büyümektedir. Bu açığın finanse edileme diği ve yeterli miktarda dövizin bulunamadığı dönemlerde ekonomi krize girmekte ve daha önceki büyüme kazanımları da kaybedilmektedir. 155 www.hedefaof.com Sıra Sizde 5 Genç nüfus bir yandan ekonominin dinamizmi için büyük bir fırsat oluştururken bir yandan da olumsuzluk katabilmektedir. Ekonomi istikrarlı bir şekilde büyüyor ve eğitimimkânları da bunaparalelolarakartıyorisegençnüfusbirfırsatolar akgörülebilir. Ancak, ekonomik büyümenin beklenenin altında gerçekleşmesi ve genç insanlara nitelikli bir eğitim verilmemesi durumunda genç nüfus işsizliği besleyen bir kanala düşecek ve “yüksekoranlı genç işsizliği” adı verilen olgu ortaya çıkacaktır. Dornbusch, R., S. Fischer ve R. Startz ve diğerleri (2007) Makroekonomi. 9. B., Çev. Salih Ak, Ankara: Gazi Kitabevi. DPT (2009) Ekonomik Gelişmeler. Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları, Kasım 2009. DPT (2009) Uluslararası Ekonomik Göstergeler. Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları, Ankara. DPT, (2009) Genel Ekonomik Hedefler ve Yatırımlar 2010. Devlet Planlama Teşkilatı, 17 Ekim 2009. Ankara. Sıra Sizde 6 DPT, (2009) 2010 Yılı Programı. Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları. Ankara. Siyasi iktidarlar, ekonomik aktörlerin geleceğe dönük kaygılarını azaltacak ve tüketim/yatırım harcamalarını kısmalarını engelleyecek önlemleri almak durumundadırlar. Bunların başında özellikle kriz dönemlerinde halkın panik davranışlara yönelmesini engellemek için medya organlarını etkin bir şekilde gerekmektedir. Öte yandan, siyasi otoriteler, tutarlı ve kararlı bir şekilde ekonomik ilkelere uygun ve güven verici davranışlarda bulunmak ve iktisat politikası araçlarını kullanmak durumundadır. Halk siyasi otoriteye güven duyduğu sürece siyasi otorite iktisat politikalarından beklediği sonuçlara ulaşabilecektir. Eğilmez, M. ve E. Kumcu (2005) Ekonomi Politikası, Teori ve Türkiye Uygulaması. 9. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi. Eğilmez, M. (2009) Küresel Finans Krizi, Piyasa Sisteminin Eleştirisi, İstanbul: Remzi Kitabevi,4.Baskı. Eğilmez, M. (2010) Makroekonomi. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2.Baskı. Ercan, M. (2009) “Öncü Göstergelere Göre Krize Devam”, Radikal Gazetesi, 22.04.2009. Ertek, T. (2009) Makroekonomiye İstanbul: Beta Yayıncılık, 3.baskı. Giriş. Gordon, Robert J. (1993) Macroeconomics. New York: Harper Collins College, 6th edt. Günsoy, B. (2010) Makroekonomik Göstergelerin Yorumlanması, Makro İktisat Teorisi içinde, (Edt. Muharrem Afşar), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2123, AÖF Yayını No: 1151. Yararlanılan Kaynaklar Afşar, A., Afşar, M. (2010). Finansal Ekonomi. Ankara, Detay Yayıncılık. Çepni, Elif (2007) Ekonomik Göstergeler ve İstatistikler Rehberi. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2.Baskı. HSBC, 2012, Türkiye PMI İmalât Sanayi Raporu, 2 Ocak 2012. Çolak, Ö. F. ve Aktaş, A. (2009), Makro Ekonomik Göstergelerin Yorumlanması. Ankara: Eflatun Yayınevi. Ison, S., ve S. Wall (2007) İktisat Giriş. Çev. Ahmet Çakmak vd. İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Demirhan, A. A. ve Coşar, E. E. (2012) “İktisadi Faaliyet Analizi: Öncü Göstergeler ve Ekonomi Saati Yaklaşımı”, Ekonomi Notları, TCMB, Sayı: 2012-02/12 Ocak 2012. İstanbul Sanayi Odası Göstergeler. Aralık 2009. Mankiw, N. G. (2004) Principles of Macroeconomics. Australia: Thomson, SouthWestern, Third Edition 156 Ekonomik Karluk, S. R. (2009) Uluslararası Ekonomi. İstanbul: Beta Yayınevi, 9.baskı. Dornbusch, R., S. Fischer ve R. Startz (2004), Macroeconomics. Ninth Edition, Boston: McGrawHill/Irwin. (2009) www.hedefaof.com Mortan, K. ve diğerleri (2001) İktisat Teorisi. Ed. Nüvit Oktay, Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 1056, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 579. TCMB (2009) Enflasyon Raporu, 2009-IV. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları, Ankara. TCMB (2006) Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi, Aralık 2006. Özel, S. (2000) Türkiye’de Enflasyon, Devalüasyon ve Faiz. İstanbul: Alkım yayıncılık. TCMB (2002) Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi’ne (MBÖNCÜSÜE) İlişkin Yöntemsel Açıklama, Bilgi Notu. Özkazanç, Ö. ve diğerleri (2006) İktisat Teorisi. Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 1456, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 773, TCMB (2010) Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkanı’nın Konuşmaları: Durmuş Yılmaz’ın Adana Sanayi Odası Sunumu, 17 Şubat 2010; 2010 Ocak Enflasyon Raporu Basın Toplantısı Tutanakları, 26 Ocak 2010. (www.tcmb.gov.tr) Parasız, İ. (2006) Makroekonomi: Teori ve Politika. Bursa: Ezgi Kitabevi, 9.baskı. Parkin, Michael (2010) İktisat. Çev. Özcan uzun vd. Ankara: Addison Wesley, Akademi Yayıncılık, 9.baskı. TCMB (2002) Ekonomik Faaliyet İçin Bileşik Öncü Göstergeler Endeksi’ne (MBÖNCÜSÜE) İlişkin Yöntemsel Açıklama. Romer, D. (2006) Advanced Macroeconomics. Third Edition, McGraw-Hill/Irwin. Turkish Yatırım, (2012) Ekonomik Bülten. (Çeşitli sayılar) Sistematikrisk (2012) www.sistematikrisk.com Uzunoğlu, S. (2003) Para ve Döviz Piyasaları. 2.B., İstanbul: Literatür Yayıncılık. Sloman, J. (2004) İktisat, Makro. Çev. Ahmet Çakmak, İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Ünsal, Erdal M. (2005) Makro İktisat. 6. B., Ankara: İmaj Yayınevi. TCMB ve TÜİK (2012) Güven Endeksi, Haber Bülteni, Haziran 2012, Sayı: 149, 16 Temmuz 2012. Ünsal, Erdal M. (2007) İktisada Giriş, Ankara: İmaj Yayınevi. TCMB (2012) Beklenti Anketi, Temmuz 2012, 2. Dönem, 20 Temmuz 2012. Yıldırım, K. ve diğerleri (2006) Makroekonomi. Ankara: Seçkin Yayıncılık 5.baskı. TCMB (2012) İktisadi Yönelim Anketi, Aylık Toplu Sonuçlar, 25 Temmuz 2012. Yücel, Fatih ve Hüseyin Kalyoncu (2010) “Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri ve Ülke Ekonomilerini Etkileme Kanalları: Türkiye Örneği”, Maliye Dergisi, Sayı: 159, TemmuzAralık 2010. TCMB (2012) İmalât Sanayi Kapasite Kulanım Oranı, Aylık Toplu Sonuçlar, 25 Temmuz 2012. TCMB (2009) Finansal İstikrar Raporu 2009. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları, Ankara. TCMB (2012) Enflasyon Raporu, 2012-III, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları, Ankara. 157 www.hedefaof.com 8 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Kamu maliyesi kavramını açıklayarak yorumlayabilecek, Kamu kesimi borçlanma gereği ve faiz dışı fazla kavramlarını tanımlayabilecek, Özelleştirme olgusunu açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Kamu Maliyesi Borçlanma Devlet Bütçesi Özelleştirme Faiz Dışı Fazla İçindekiler Giriş Kamu Maliyesi Kamu Kesimi Borçlanması Özelleştirme 158 www.hedefaof.com Ekonominin Kamusal Boyutu GİRİŞ Kenan Bulutoğlu, “Kamu Ekonomisine Giriş” adlı eserinin başlangıç kısmında kamu ekonomisinin ortaya çıkışı ile ilgili olarak Japon film yapımcısı Kurosawa’nın “Yedi Samuray” filminin öyküsünü örnek gösterir. Bu öyküde, köylerine dadanan haydut çetesi ile mücadele etmek için yedi kişilik samuray grubunu kiralayan Japon köylülerinin başlarına gelen olaylar anlatılmaktadır. Köylüler haydutların yağmaladığı miktarın bir kısmını bu yedi savaşçıya vermiş ve onlarla birlikte haydutların saldırısına hazırlanmıştır. Filmin sonunda köye saldıran haydutlar büyük bir direnişle karşılaşmış ve çok sayıda kayıp vererek köyü soyamadan geri çekilmişlerdir. Bulutoğlu bu öyküyü yorumlarken özellikle şu sorgulamayı yapmaktadır: İnsanlar haydutlara karşı korunmak için ihtiyaç duydukları savaşçı hizmetini niçin gidip piyasadan satın almasınlar? Piyasa dışı hizmet örgütlerine neden ihtiyaç duyarız? İnsanlar niçin tüm ihtiyaçlarını piyasa ekonomisinden sağlayamaz? Kısacası kişiler ihtiyaçlarının bir kısmını niçin piyasa dışı bir mekanizma ile yani DEVLET örgütü ile karşılamaktadır? Bulutoğlu bu soruların cevabını şu şekilde vermektedir: “Çünkü piyasa insanların bazı gereksinimlerini ya hiç karşılayamaz ya da eksik, yetersiz karşılar. Bu ekonominin temelinin kurulması için gerekli düzeni kurmayı piyasa başaramaz. Düzen gereksinimi karşılanmazsa piyasa ekonomisi, bırakın bunu kurmayı, hiçbir faaliyete geçemez. Kamu ekonomisi sadece piyasanın temelini oluşturan hizmetleri sunmakla, onun eksik yaptıklarını tamamlamakla kalmaz. Bunlardan başka piyasanın bütün üretim kaynaklarını kullanmasını sağlamak (tam çalışma), gelir dağılımını daha adil yapmak, fiyatların istikrarlı olmasını sağlamak işlevlerini de üstlenmeye çalışır. Ama piyasanın yetersiz kaldığı her ihtiyaç için devletin kamu hizmetleri ile karşılamaya yetkin olduğu da sanılmamalıdır. Nasıl piyasa yetersizliği (market failure) gözlemlere dayanan bir olgu ise, devletin de her derde deva olamayacağı (state failure) göz ardı edilmemelidir” (Bulutoğlu, 2008: 2-3). Devletler ekonomik dünyanın vazgeçilmez aktörleridir. Devletler kamu hizmetlerini yerine getirirlerken sahip oldukları kaynaklarla ekonomi için büyük bir güç haline gelmişlerdir. Dolayısıyla günümüzde devletler çok etkili organizasyonlardır ve kamu hizmetinden öte ekonomik faaliyetler için vazgeçilmez oyuncular haline gelmişlerdir. Devletin gelir ve giderleri arasında dengeyi sağlamaktan öte fonksiyonları vardır. Bu fonksiyonlar genel olarak; • Ekonomik büyüme, • Fiyat istikrarı, • Dış denge, • Gelir dağılımında adaletin sağlanması, • Yoksulluğun azaltılması, olarak sıralanır. Yukarıda sayıldığı gibi çok sayıda ve zorlu fonksiyonu aynı anda yerine getirmek ve talep edilen kamu hizmetlerinin arzını sağlamaktan sorumlu olan devletler, bütçeleri aracılığı ile yaşam bulurlar. Devletler gelirlerini sağlıklı kaynaklardan sağlamalı ve giderlerini de etkin bir şekilde harcamalıdır. 159 www.hedefaof.com Demokratik rejimlere sahip ülkelerde, devleti yöneten hükümetler önemli bir çelişkiye sahiptirler. Bu aslında oy kaygısının yarattığı bir çelişkidir. Buna göre; bir yandan devletin işlevlerini normal bir şekilde yürütebilmesi için ekonominin genel ilkelerinden yararlanmaya çalışan hükümetler, bir yandan da yeniden seçilebilmek için yani (oy maksimizasyonu kaygısıyla) toplumun her kesimini memnun etmeye çalışırlar. İşte bu süreçte gelirlerini artırabilmek için özellikle vergiler gibi sağlıklı kaynaklara başvuramayan ve giderlerini de kısamayan hükümetler sonunda ya borçlanma ya da merkez bankasının kaynaklarına başvurma tuzağına düşerler. Bu tuzaklardan kurtulmak ise kolay değildir ve büyük toplumsal fedakârlıkları gerektirebilir. Bu satırların kaleme alındığı dönemde başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesi büyük bütçe açıklarının yol açtığı ekonomik krizlerle mücadele etmektedir. Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda, İtalya ve Güney Kıbrıs, bütçelerinde verdikleri açıklar nedeniyle büyük çalkantılar yaşamakta ve Avrupa Birliği’nin nisbi olarak daha dengeli ekonomilerinden yardım beklemektedir. Bazı ekonomistler de bu ülkelerin bir kısmının iflas durumunda olduklarını iddia etmektedirler. İster dengeli isterse dengesiz olsun, ekonominin kamusal boyutu modern ekonomiler için son derece önemlidir. Devletin bütçe politikası ve kamu kesimi genel dengesi makro ekonomik istikrar üzerinde büyük etkilere sahiptir. Bazı iktisatçılar devletin bu derece ekonominin içinde olmasının yanlış olduğunu, devletin küçültülmesi gerektiğini ve temel kamu hizmetleri dışında devletin ekonomiden elini çekmesi gerektiğini savunurlar. Bazıları da ekonominin devletsiz bir şekilde yaşayamayacağını, devletin temel ekonomik sorunları çözmekte başrolde kalması gerektiğini ileri sürerler. İktisadi doktrinlerin ortaya çıkışında bu önemli tartışmaların etkisi büyüktür. Biz de bu bölümde ekonominin kamusal boyutunu ele alacak, kamu maliyesi, devlet bütçesi, kamu borçlanma gereği ve iç ve dış borçlanma, özelleştirme gibi kavramları analiz edeceğiz. KAMU MALİYESİ Ekonomik sorunları, nasıl tamamıyla piyasa ekonomisi çözemezse, tek başına devlet de çözemez. Kaynak tahsisini plânlama otoritesinin çözdüğü “merkezi planlı ekonomiler” başarısızlıkla sonuçlanan deneyimlerinin ardından, 1980’li yılların sonlarında birer birer kumanda ekonomisini terk ettiler ve piyasa ekonomisine geçtiler. Bugün Kuzey Kore gibi ülkeler bile piyasa odaklı bir yapılanmaya doğru ilerlemektedir. Kurulma aşamasında “plânlama mekanizmasının” gelir dağılımında eşitliği sağlayacağını, israfı ortadan kaldıracağını, fiyatları kontrol edeceğini ve emeğin sömürüsünü engelleyeceğini iddia eden ülkeler bu iddialarını gerçekleştirememişlerdir. Tam aksine plânlı ekonomilerde bazı ürünler eksik üretilmiş ve karaborsalara yol açılmış, bazı ürünler ise aşırı üretilmiş ve israf ortaya çıkmıştır. Bir yandan ekonominin yönetiminde ortaya çıkan aşırı bürokrasi, öte yandan özel mülkiyetin yokluğu nedeniyle motivasyon eksikliğine düşen işçi ve idarecilerin çalışma performansı düşmüştür. Rekabetin yokluğu öncelikle tüketicileri mağdur etmiş, ürünler standartlaşmış ve kalitesi düşmüştür. Plânlama süreci çelişki içinde ekonomik sonuçlar oluşturmuştur. Örneğin bir dönem Sovyetler Birliği Amerika Birleşik Devletleri ile uzayda teknoloji yarışına girmişken, aynı dönemde dışarıdan gıda yardımına muhtaç bir ülke konumuna düşmüştür. Sonuçta merkezi plânlı ekonomiler özellikle batılı kapitalist ekonomiler karşısında daha fazla dayanamamış ve ekonomik sistemini bütünüyle değiştirmek zorunda kalmıştır. Bazı düşünürler, merkezi plânlı ekonomilerin çöküşünün piyasa ekonomisinin dünya üzerindeki en mükemmel ekonomik sistem olduğunu ispat ettiğini ileri sürmüşlerdir. Hatta dünyanın artık ebedi gerçeğe erdiğini ve bu nedenle artık “tarihin sonunun geldiğini” ileri süren Fukuyama gibi yazarlar dahi çıkmıştır. Piyasa ekonomisi taraftarları, piyasa ekonomisinde kaynakların otomatik olarak tahsis edildiğini, “ekonomik çıkar” peşindeki rasyonel birimlerin arz ve talep güçleri ile yön verdikleri fiyat mekanizmasının toplumu maksimum refaha ulaştıracağını iddia etmektedirler. Oysa piyasa ekonomisinin önemli eksiklikleri bulunmaktadır. Piyasa ekonomilerinde ekonomik istikrarın kendiliğinden ortaya çıkması bazen mümkün olmamakta ve ekonomik hayatta sürekli olarak iniş ve çıkışlar meydana gelmektedir. Rekabet sonucunda büyük firmalar küçük firmaları ele geçirerek tekelleşebilmektedir. Toplumun tüm bireyleri aynı fırsatlara sahip olamamakta ve yeterli gelire sahip olmayanlar ihtiyaçları olan ürünlere ulaşamamaktadır. Piyasa mekanizması adalet hizmetleri, iç ve dış güvenlik, büyük ölçekli altyapı yatırımları ve bağımsız denetim gibi bazı ihtiyaçları tek başına karşılayamamaktadır. Özel kişi ve firmalar faaliyetlerinin toplumsal maliyetlerini (dışsal maliyetler) göz ardı etmekte, çevre kirliliği, trafik 160 www.hedefaof.com sorunları, gürültü ve toplumsal huzur gibi negatif maliyetler hesaba katılmamaktadır. Oysa devlet, yasalar, yasaklar, vergiler ve teşviklerle, kişi ve firmaları oluşturdukları dışsallıkların bedelini ödemeye zorlayabilir. Günümüzdeki koşullar dikkate alındığında piyasa ekonomisinin yaygınlaşması sizce toplumsal refahı artırmış mıdır? Bir toplumda kamu sektörünün ekonomiye katılmasının birçok sebebi vardır. Bu sebeplerden bazıları aşağıdaki gibi başlıklar altında açıklanabilir(Ison ve Wall, 2007: 239-40): Mal ve hizmet sağlanması: Piyasaya bırakıldığında yeterince sağlanması zor olan mal ve hizmetler vardır. Savunma hizmetlerinin, kanun ve düzenin sağlanması, sel kontrolü için gerekli yapıların (baraj vb.) tesisi gibi mallara kamu malları; eğitim ve sağlık gibi mallara yetkinlik malları adı verilir. Kamu mallarının iki temel özelliği bulunmaktadır. Bunlardan birisi “hariç tutamama”dır. Yani bu mallar bir kişiye sağlanırsa herkese de sağlanmış olur. Örneğin millî savunma hizmetinden toplumun sadece bir kesimi yararlanmaz. Diğer özelliği ise birinin bir malı tüketmesi diğerlerinin tüketmesini engellemiyorsa o zaman rekabetin yokluğu anlamına gelir. Örneğin bir kişinin iç güvenlik hizmetinden yararlanması diğerlerinin yararlanmasının önünde bir engel değildir. Negatif dışsallıkların kontrolü: Özel sektörün maliyetlerine dahil etmediği ama topluma yük getiren trafik sorunu, çevre kirliliği ve gürültü gibi maliyetlere negatif dışsallıklar denir. Devlet kurallar koyarak veya vergi alarak negatif dışsallıkların bedelini özel sektöre ödetmeye çalışır. Gelir ve servetin yeniden bölüştürülmesi: Serbest piyasa ekonomisinin işleyişi sırasında bozulan gelir ve servet dağılımını daha eşit hale getirmek için kamusal müdahaleler yapılabilir. Transfer harcamaları (emekli aylıkları, işsizlik yardımı, çocuk yardımı vb.) Rekabetin özendirilmesi: Piyasa ekonomisi ve sınırsız rekabet zamanla kamu çıkarına aykırı olan tekellerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu durumda devletin müdahalesi gerekir. Birçok ülkede bu amaçla “rekabet komisyonları” görev yapmaktadır. Ekonomik faaliyet seviyesinin düzenlenmesi: Ülkelerin makroekonomik faaliyet hacimlerinde görülen dalgalanmaların istikrarlı hale getirilmesi ve bunların olumsuz etkilerinin giderilmesi için ekono mi politikası izlenmesi de kamu sektörünün varlık sebepleri arasındadır. Örneğin kamu harcamalarını ve vergileri değiştirerek uygulanan maliye politikası ekonomik büyüme, fiyat istikrarı ve ödemeler dengesini sağlamak için uygulanan önemli bir iktisat politikası türüdür. Gerçek hayatta ne tamamıyla piyasa ekonomisi, ne de tamamıyla merkezi plnlı ekonomiyle (kumanda ekonomisi) yönetilen bir ekonomik düzen yoktur. Bugün dünya üzerinde var olan ülkelerin neredeyse tamamında plânlı ekonominin ve piyasa ekonomisinin üstün taraflarını bir araya getiren “karma ekonomi” sistemi uygulanmaktadır. Karma ekonomilerde piyasanın üstün taraflarıyla planlı ekonominin üstün tarafları birleştirilmeye çalışılmaktadır. Ekonominin bazı mekanizmaları piyasaya bazı mekanizmaları ise devlete bırakılmaktadır. Devlet piyasada sunulmayan hizmetleri yapar ve vatandaşların hizmetine sunar. Bu hizmetlere “kamu hizmeti” adı verilir. Kamu hizmeti talepleri siyasi mekanizmalar aracılığı ile devlete iletilir. Bu hizmetlerin arzını ve bu arzın ayrıntılarını siyasal iktidar kararlaştırır. Siyasal iktidar demokratik olabileceği gibi otoriter de olabilir. Siyasal iktidar ile piyasa arasında güçlü bir etkileşim vardır. Piyasada ortaya çıkan ihtiyaçlar devlet hizmetlerini etkiler. Toplumun ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulmuş bir örgüt (organizasyon) olan devlet, kamu hizmetlerini “kamu harcamaları” yaparak gerçekleştirir. Devlet kamu hizmetleri için harcamalarını finanse edebilmek için iktisadi değer ve araçlara ve bilhassa “paraya” sahip olmalıdır. İşte bu aşamada kamu ekonomisi ön plana çıkmaktadır. Kamu ekonomisi “toplum mal ve hizmetlerine olan talebi ifade eden toplumsal ihtiyaçların, devlet tarafından sağlandığı, siyasi ve idari organların kararları altında ve bütçe yoluyla organize edildiği iktisadi faaliyet alanıdır. Kamu ekonomisinin kapsadığı hizmetler “devlet” denen ve çeşitli kademede ve güçte organlar tarafından yürütülür (Edizdoğan vd., 2010: 7). 161 www.hedefaof.com Devletin ve diğer kamu kuruluşlarının kamusal ihtiyaçları karşılamak amacıyla yaptıkları süreklilik arz eden faaliyetlere kamu hizmeti adı verilir. Kamu hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için para gerekir. Kamu kuruluşlarının görevlerini yerine getirebilmek amacıyla yaptıkları parasal işlemler, yani kamu hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için gerekli mali kaynakların elde edilmesi ve bunların kullanılması “mali olayları” meydana getirmektedir. Maliye biliminin konusu mali olaylardır. Mali olaylar; devletin gelirlerinden, giderlerinden ve bunların plânlanması ve bütçelendirilmesinden doğan olaylar ile birlikte mali sorunları, mali yüklerin kişiler arasında nasıl dağıtılacağını ve kamu harcamalarının nasıl yürütüleceğini de kapsamaktadır (Mutluer vd., 2007: 12). Kamu maliyesinin “devletin görevlerini yerine getirebilmesi için, gerekli olan mali araçların elde edilmesi ve kullanılması sanatı” şeklinde dar tanımı yapılabileceği gibi “devlet faaliyetlerinin iktisadi ve sosyal açıdan incelenmesi, devlet faaliyetlerinin sınırlarının araştırılması ve bu faaliyetlerin gerektirdiği harcamaların ve gelirlerin ne olması gerektiğinin incelenmesi” şeklinde geniş tanımı da yapılabilir (Edizdoğan vd., 2010: 4). Kamu maliyesini insanların kalp (kan dolaşım) sistemlerine benzetmek mümkündür. Vücudumuzdaki kan önce toplardamarlar aracılığı ile kalpte toplanır ve daha sonra atardamarlar ile organlarımıza geri gönderilir. Aynı mekanizma kamu maliyesi alanında da işler. Kamu gelirleri devletin bir organında toplanır ve daha sonra kamu hizmetinde kullanılmak üzere geri gönderilir. İşte bu gelir ve giderlerin toplanması ve dağıtılması işlevi bütçeler tarafından sağlanır. Dolayısıyla kamu mali sistemi, kamu gelir ve giderleri ile bütçelerden oluşmaktadır (Mutluer vd., 2007: 1). Kamu Harcamaları Kamu harcamaları, kamu kurumlarının siyasal karar alma sürecinde belirlenen kamu hizmetlerini karşılamak amacıyla yaptığı parasal harcamalardır. Kamu harcamalarının hangi alanlara ve ne amaçla yapılacağı önemli ölçüde siyasal karar alma süreci içinde belirlenir.Bu sürecin somutlaşması bütçe süreci çerçevesinde gerçekleşir (Pınar, 2008: 40). Tarihi perspektif içinde düşünüldüğünde geçtiğimiz yüzyıl içinde bütün ülkelerde kamusal harcamalar artmıştır. Tablo 8,1’de bazı dünya ülkelerinde kamu harcamalarının GSYH’ye oranları yer almaktadır. Japonya’da 1880 yılında kamu harcamalarının GSYH’ye oranı %11 iken 2003’te %35’e; ABD’de %8’den %27’ye, Almanya’da %10’dan %46’ya, İngiltere’de %10’dan %38’e, Fransa’da %15’ten %50’ye İsveç’te %6’dan %52’ye yükselmiştir. Tablo 8.1: Kamu Harcamalarının GSYH’ye Oranı (%) 1880 1929 1960 2003 Japonya 11 19 18 35 ABD 8 10 28 27 Almanya 10 31 32 46 İngiltere 10 24 32 38 Fransa 15 19 35 50 İsveç 6 8 31 52 Kaynak: Begg vd. (2010: 279) Ekonomide kamunun boyutu 1970’li yıllara kadar düzenli olarak artmıştı. Ardından yüksek vergilerden ve kamu harcamalarından, devletin hantallığından şikâyet edenlerin sayısının artması üzerine, kamunun boyutlarını azaltacağına söz veren yönetimler dünya ülkelerinin birçoğunda iktidara gelmiştir. Uzun yıllar liberal görüşü savunan ve kendilerine genellikle “arz yanlı iktisatçılar” denen bu kişilerin iktidarı bir süre devam ettiyse de yeni yüzyıl başlarında bu süreç yine tersine dönmüştür. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’de bile ulaştırma, eğitim ve sağlık harcamalarını artıracağını söyleyen iktidarlar işbaşına gelmişlerdir (Begg vd. 2010, 279). 162 www.hedefaof.com Kamu harcamalarını birbirinden ayırabilmek için ortak nitelikte olanların bir araya getirilerek bazı sınıflandırmalara tabi tutulduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda kamu harcamalarının çeşitli açılardan sınıfalndırmasını, aşağıdaki gibi çeşitli başlıklar altında yapabiliriz (Uluatam, 2009: 204-206): İdari Sınıflamalar: Bu tür sınıflandırmada devlet örgütlenmesine, harcama yapacak birimlerin isim ve yapısına göre hareket edilir. Burada sınıflandırmanın temelini devletin yapısı ve organları oluşturur. Bu nedenle bu sınıflandırma türüne “organik” sınıflandırma adı da verilmektedir. Türkiye’de merkezî bütçe içinde harcamacı dairelerin TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, Başbakanlık, Çevre ve Orman Bakanlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü,… şeklindeki bölünüşü merkeziyetçi kamu kesiminin mevcut yapısından kaynaklanan idari sınıflamadır. Fonksiyonel Sınıflamalar: Kamu harcamalarını yapan birimler yerine devletin ulaşmak istediği amaçlar ve üstlendiği görevler için ne kadar harcama yapıldığına odaklanıldığında fonksiyonel sınıflandırma gerçekleştirilmiş olur. Örneğin millî eğitimle ilgili harcamalar Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinde yer alır. Ekonomik Sınıflamalar: Devlet harcamalarının doğurduğu etkilerin ekonomik analizine dayalı olan çok sayıda sınıflandırma bulunmaktadır. Burada sınıflamanın temelini belli bir dönemdeki kamu harcamaları ile o dönemin üretimi arasındaki ilişki dikkate alınacaktır. Eğer devletin yaptığı harcamalar dolaysız olarak toplam talebin bir unsurunu oluşturuyor ve toplam üretim ile genel fiyat düzeyini özel tüketim ve yatırıma benzer şekilde etkileyebiliyorsa bu tür harcamalara “gerçek harcamalar” denir. Devlet harcamalarının dolaylı bir şekilde etkili olduğu bazı durumlarda ise bazı servet unsurları kişi ve kurumlar arasında el değiştirmekte, toplam üretim ise buna bağlı olarak daha sonra etkilenmektedir. Bu harcamalar ise transfer harcamaları genel başlığı altında toplanabilir. Kamu harcamaları veya aynı anlamda olmak üzere kamu giderleri genellikle üç temel başlık altında ele alınır. Bunlar; • Kamu kesimi cari harcamaları, • Kamu kesimi yatırım harcamaları, • Transfer harcamalarıdır. Kamu kesimi cari harcamaları; kamu kesiminin günlük faaliyetlerini sürdürebilmesi için sürekli olarak yapması gereken giderlerden oluşmaktadır. Personel harcamaları ve diğer cari harcamalar olarak iki önemli kalemi bulunmaktadır. Kamu kesiminde görülen çok çeşitli hizmetleri görmeleri karşılığında kamuda istihdam edilen memur ve işçilere yapılan ücret, sağlık harcamaları ve yolluk gibi ödemelere “personel giderleri” adı verilir. Öte yandan kamu görevlerinin icrası sırasında görevlilerin kullandığı taşıtların yakıt ve bakım giderleri, kamu binalarının bakımı, aydınlatılması ve ısıtılması ile ilgili masraflara yapılan ödemelere “diğer cari harcamalar” adı verilir. Kamu kesimi yatırım harcamaları; yollar, barajlar, köprüler, havaalanları, okul ve hastane binaları ve kamu iktisadi teşebbüslerinin fabrika binaları gibi unsurların gerçekleştirilmesi için devletin yapmış olduğu harcamalardır. Kamu kesimi, başta büyük sermayeye ihtiyaç duyulması olmak üzere çeşitli nedenlerle özel sektörün yapamadığı altyapı yatırımları ve benzeri yatırımları üstlenebilmektedir. Transfer harcamaları ise; karşılıksız veya geçmişte yapılan bir işlemin cari dönemdeki karşılığı olarak ya da ileride verilecek bir hizmete karşılık olmak üzere yapılan ödemelerden oluşmaktadır. Emeklilere, yaşlılara, dul ve yetimlere, şehit ailelerine ve gazilere yapılan maaş ve benzeri ödemeler, öğrencilere verilen karşılıksız burslar, vergi iadeleri, kamu kesiminin yaptığı borçlanma karşılığında doğan faiz ödemeleri transfer harcamalarına örnek olarak gösterilebilir (Eğilmez, 2010: 118-19). Devlet Bütçesi Toplumun farklı kesimleri ve bireyler, sürekli olarak gelir ve giderleri arasında bir denkleştirme gayreti içindedirler. Örneğin her üniversite öğrencisinin bir “bütçesi” vardır ve ailesinin göndermiş olduğu parayı dikkatli bir şekilde harcamak zorundadır. Eğer gelirleri giderlerine yetmiyorsa ya borç para bulmak veya herhangi bir yerde çalışarak yeni gelir kaynakları oluşturmak zorundadır. İşte devlet de kamu hizmetlerini 163 www.hedefaof.com yerine getirirken bir bütçe çerçevesinde faaliyette bulunmak zorundadır. Bu bütçe “kamu bütçesi” olarak adlandırılır. Kamu bütçesi veya kısaca bütçenin çeşitli tanımları yapılabilir. Bütçe konusunda kabul gören bir tanım Fransız maliyeci Edgar Allix tarafından yapılmıştır. Allix’e göre, “Bütçe, devletin belirli bir süre içindeki gelir ve giderlerini tahmini olarak belirleyen, gelirlerin toplanmasına, giderlerin yapılmasına izin veren bir tasarruftur”. 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda bütçe “Belirli bir dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan belgeyi ifade eder” şeklinde tanımlanmaktadır (Edizdoğan vd., 2010: 345). Kenan Bulutoğlu bütçeyi şu şekilde tanımlamaktadır: “Kamu ekonomisinde bütçe, topluca ödeme yöntemiyle sunulacak olan kamu hizmetlerinin ve bunların maliyetlerinin karşılanması yollarının değerleri ile hesaplanmış ve sınırlanmış listesidir. Bütçe kamu ekonomisi karar birimlerinin (merkezi hükümet, yerel idareler vb.) maliyetlerini göstererek, kendi bürokrasilerine yaptıkları bir kamu hizmeti sipariş listesidir” (Bulutoğlu, 2008: 172). Bütçe daha yalın bir tanımlamayla “gelir ve gider tahminlerini ve varsa aradaki farkın nasıl işlem göreceğini ortaya koyan bir belgedir” (Eğilmez, 2010: 120).Dolayısıyla daha somut bir şekilde ifade etmek istersek “bütçe, bir devletin belirli bir döneme ilişkin gelir ve gider tahminlerini gösteren, gelir toplanmasına ve harcama yapılmasına izin veren bir kanundur” ve bu kanunun temel özellikleri şunlardır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 138; Edizdoğan vd., 2010: 345-46): • Tahdit: Bütçe kanunu genellikle bir yılı kapsayan geçici bir kanundur. • Tasdik: Bütçe, hükümete gelirlerin toplanmasına ve giderlerin yapılmasına önceden yetki veren bir “yetki kanunu”dur. • Tahmin: Bütçe, diğer kanunlardan farklı olarak “tahminleri” içerir ve devletin geleceğe ait gelir ve gider tahminlerini gösterir. • Tevzin: Bütçede yer alan kamu gelir ve gider tahminleri denk olmalıdır. Günümüz dünyasında bütçenin önemli işlevleri bulunmaktadır. Bu işlevleri siyasal, hukuki, mali ve iktisadi işlevler olarak dört başlık halinde toplayabiliriz. Şimdi kısaca bu işlevleri açıklayalım (Pınar, 2008: 14-15): Bütçenin siyasal işlevi: Demokrasilerde iktidara gelen parti veya partilerin harcama yapma ve vergilendirme yetkilerinin sınırsızca kullanılmasını önlemek için bütçe her yıl parlamento onayından geçmelidir. Aslında bu onay hükümetin her yıl güvenoyu tazelemesi anlamına gelmektedir. Bütçenin hukuki işlevi: Bütçe nihai olarak bir kanundur ve bir kanun hangi aşamalardan sonra çıkıyorsa bütçe de aynı aşamalardan geçerek çıkar. Ancak bağlayıcılığı diğer kanunlar kadar katı değildir. Yıl içerisinde bazı ödenek kısıntıları ve ödenek kaydırmaları yapılabilir. Bütçenin mali işlevi: Hükümetin kamu mal ve hizmetlerini sunabilmesi için gerekli olan finansman kaynağı bütçede gösterilmek zorundadır. En önemli finansman kaynağı olan vergilerin hangi türüne ağırlık verileceği oldukça önemli bir konudur. Çünkü her vergi farklı etkiler ortaya çıkarmaktadır. Bütçenin iktisadi işlevi: Devletin kamu harcamalarının finansmanında kullanmak üzere topladığı vergiler türlerine göre ekonomik büyüklükler üzerinde farklı etkiler oluşturur. Bu bağlamda bütçe, ilgili yıl içinde uygulanacak olan iktisat politikalarının çerçevesini ortaya koymaktadır. Türkiye’de Bütçe Süreci Türkiye’de bütçe süreci esas olarak dört aşamadan oluşmaktadır. Bu aşamalar sırasıyla, bütçenin hazırlanması, parlamentoda görüşülüp onaylanması, uygulanması ve denetimidir. Türkiye’de bütçenin hazırlanması, onanması, uygulanması ve denetimine ilişkin esaslar 5018 sayılı Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu ile düzenlenmiştir. Şimdi kısaca bu aşamaları tanıyalım (Mutluer vd., 2007: 434-35; Pınar 2008: 17-20): Bütçenin hazırlanması: Devlet bütçelerini yürütme organları hazırlar, çünkü bütçeler yürütme organının bir yıllık faaliyetlerini içeren programı oluşturmaktadır. Türkiye’de merkezi yönetim bütçesini 164 www.hedefaof.com hazırlayarak TBMM’ye sunma görevi Bakanlar Kuruluna aittir. Maliye Bakanlığının sorumluluğunda hazırlanan bütçe kanun tasarısı Bakanlar Kurulu tarafından TBMM’ye gönderilir. Bütçe teknik olarak hazırlanmadan önce orta vadeli program ve orta vadeli malî plân hazırlanır. Orta vadeli program Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (yeni adıyla Kalkınma Bakanlığı) tarafından hazırlanır ve Mayıs sonuna kadar Bakanlar Kurulu tarafından onaylanır. Orta vadeli malî plân ise Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanır ve Haziran ayı ortasına kadar Yüksek Plânlama Kurulu’nca karara bağlanır. Haziran sonuna kadar Maliye Bakanlığı’nca bütçe çağrısı ve bütçe hazırlama rehberi hazırlanır ve resmi gazetede yayınlanması ile birlikte kamu kurumlarının bütçe hazırlığı başlar. Bu bilgiler ışığında hazırlanan bütçe Maliye Bakanlığı’na gönderilir. Maliye Bakanlığı kendi bütçesini de ekleyerek tasarıyı Bakanlar Kurulu’na iletir. Bakanlar Kurulu’ndaki tartışmalardan sonra tasarıya son şekli verilir ve meclise sevk edilir. Bütçe kanun tasarısının TBMM’de görüşülmesi ve onaylanması: Bütçelerin yürütmeyi temsil eden hükümetler tarafından parlamentoya sunulması ve aynı organ tarafından onaylanması bütçe hakkının bir gereğidir. Parlamento, belirli bir süre gelirlerin toplanması ve giderlerin yapılması için halk adına yürütmeye izin vermektedir. Hükümet tarafından hazırlanan “Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı” ve ekleri, halen 1 Ocak olan malî yılın başlangıcından 75 gün önce, diğer bir ifade ile 17 Ekim tarihine kadar TBMM’ye sunulur. Tasarı ve ekleri, görüşülmek üzere Plân ve Bütçe Komisyonu’na gönderilir.Kırk kişiden oluşan bu komisyonun en az yirmi beş üyesi iktidar parti ya da partilerine kalanı da diğer milletvekillerinden oluşur. Bütçe tasarısı, komisyonda elli beş gün içinde görüşülüp oylandıktan sonra, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmek üzere komisyon raporu ile birlikte Genel Kurula gönderilir. Komisyonun tasarıda değişiklik yapma yetkisi vardır. Yatırım bütçeleri için Devlet Plânlama Teşkilatı’nın (yeni adıyla Kalkınma Bakanlığı) da onayı alınmak zorundadır. Bütçe tasarısı Genel Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır. Bütçenin tümü üzerine yapılan oylamada evet oylarının hayır oylarından yüksek olması gerekir. Kabul edilen bütçe tasarısı onaylanmak üzere Cumhurbaşkanına gönderilir. Veto hakkı olmayan Cumhurbaşkanının bütçeyi onaylaması ile malî yılbaşından itibaren (1 Ocak) yürürlüğe girer. Bütçenin uygulanması: Bütçe meclis genel kurulunda onaylandıktan sonra hükümet tarafından onaylanır. Bütçe uygulanırken şu aşamalar izlenir: Ödeneklerin harcama programına bağlanması; harcama yetkilisi tarafından harcama talimatı verilmesi; yüklenmeye (taahhüde) girişilmesi; işin gerçekleştirilmesi (mal ve hizmetin alınması) ve belgelendirme; bazı işlemlerin ön malî kontrole tabi tutulması; muhasebe yetkilisi tarafından ödeme yapılması. Türkiye’de devlet daireleri bütçe düzeni bakımından iki biçimde örgütlenmektedir. Bunlardan birincisi çeşitli bakanlıklar ile bunlara bağlı kuruluşlardır ve bunların tümü “genel bütçe” içinde yönetilir. Genel bütçe, kendilerine ait gelirleri olmayan merkezi idare için hazırlanan bütçedir. İkincisi ise her biri ayrı tüzel kişilikleri bulunan ve genel bütçenin eki şeklinde ayrı birer bütçeye sahip olan “katma bütçeli idareler”dir. Üniversiteler, Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü katma bütçeli idarelere örnek olarak verilebilir. Katma bütçe kendi özel gelirleri olan ve giderlerinin bir kısmını bu gelirler ile karşılayan kurumları kapsayan bütçedir. Açıkları “hazine yardımı” adı altında hazine tarafından karşılanan bu bütçelerin fazlaları genel bütçeye katılır. Genel bütçe ve katma bütçe toplamından hazine yardımı düşüldüğünde “konsolide bütçe”ye ulaşılır. Türkiye’de konsolide bütçenin gelir ve gider kalemleri Tablo 8.2’de özetlenmektedir (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 138-39): 165 www.hedefaof.com Tablo 8.2: Türkiye’de Konsolide Bütçe Bileşenleri GELİRLER a. GİDERLER Vergi gelirleri a. Dolaysız Vergiler (Gelir, Kurumlar Vergisi vb.) Cari Giderler Personel Giderleri Dolaylı Vergiler (KDV, Gümrük, Damga vb.) Devlet Memurlarının Maaşları Devlet Dairelerinde Çalışan İşçi Ücretleri Memurların Yollukları, Sağlık Giderleri vb. Diğer Cari Giderler Elektrik, Havagazı, Su, Benzin Posta Giderleri vb. b. Vergi Dışı Normal gelirler b. Yatırım Giderleri Devlete Ait Taşınmaz Mal Kira ve Satış Gelirleri Genel ve Katma Bütçeli İdarelerin Yatırım Giderleri Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Kârları c. Özel Gelirler ve Fonlar c. Transferler Hibeler Sübvansiyonlar Çeşitli Fonlardan Bütçeye Aktarılan Katkılar İç ve Dış Borç Faizleri Kamu İktisadi teşebbüslerine Ödemeler Vergi İadeleri Kaynak: Eğilmez ve Kumcu (2005: 139). Bunlardan dışında iki bütçe türü daha bulunmaktadır: Bunlar “özel bütçe” ve “özerk bütçe”lerdir. Özel bütçe, mahalli (yerel) idarelerin gelir ve giderlerini kapsar. Özel bütçeli kuruluşlar olarak yerel yönetimler konsolide bütçeye dahil edilmezler. Bunların konsolide bütçe ile ilişkisi “mali tevzin” denilen yöntemle konsolide bütçe gelirlerinden aldıkları paylar ve konsolide bütçenin transfer kalemleri arasından aldıkları yardımlardan ibarettir. Özerk bütçe ise kamu idari kuruluşları (KİT) gibi idari nitelik taşıyan devlet kuruluşlarının bütçeleridir. Kamu iktisadi teşebbüsleri özerk bütçeli kuruluşlar olarak konsolide bütçe içinde yer almazlar. Bunların bütçeyle ilişkisi, finansman açıklarının bütçeden karşılanması, finansman fazlalarının ise bütçeye gelir kaydedilmesi yönünde “dışsal” bir ilişki şeklindedir (Eğilmez ve Kumcu, 2005; Pınar, 2008; Pınar, 2010). Türkiye’de özellikle yerel yönetimler, döner sermayeler ve bazı KİT’lere ait verilerin izlenmesindeki zorluklar nedeniyle “Konsolide Kamu Sektörü” (KKS) tanımlamasına gidilmiştir. Özellikle “faiz dışı fazla” kavramına ilişkin büyüklükler hesaplanırken “Konsolide Kamu Sektörü” adı verilen bu kategori altında izlenen kuruluşların verileri dikkate alınmaktadır. KKS toplam kamu kesiminin tamamını kapsamasa da büyük bölümünü kapsamaktadır. KKS, şu alt bileşenlerden oluşmaktadır: i) Merkezi Yönetim Bütçesi ii) Bütçe Dışı Fonlar iii) Sosyal Güvenlik Kuruluşları iv) İşsizlik Sigortası Fonu v) KKS Kapsamında İzlenen Kamu İktisadi Teşebbüsleri. Bu bağlamda, yapılan yasal düzenleme ile 01.01.2006 tarihinden itibaren başlamak üzere “Konsolide Bütçe” tanımı yerine “Merkezi Yönetim Bütçesi” (MYB) tanımı kullanılmaya başlanmıştır. MYB, Genel Bütçe Kapsamındaki İdareler, Özel Bütçeli İdareler ile Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar’ı kapsamaktadır (Çepni, 2007: 103-104). 166 www.hedefaof.com Bir devletin bütçesinin denk olması, bütçe gelirlerinin bütçe giderlerine denk olması anlamına gelir. Bazı durumlarda bütçe gelirleri bütçe giderlerinden daha fazla (bütçe fazlası), bazı durumlarda ise daha az olabilir (bütçe açığı). Makroekonomik açıdan bütçe giderlerinin bütçe gelirinden fazla olması oldukça önemli etkiler meydana getirir ve arzulanan bir durum değildir. Avrupa Birliği kapsamında imzalanan Maastricht Anlaşmasına göre, bir ülkenin bütçe açığı gayri safi millî hasılasının en fazla %3’ü büyüklüğünde olabilir. Tablo 8,3’te Türkiye’nin 2008 ve 2012 yılı verilerine göre düzenlenmiş, genel devletin toplam gelir ve harcamaları yer almaktadır. Tablonun üst kısmında bütçe gelirleri bulunmaktadır. Genel bütçe gelirlerinin büyük kısmını vergi gelirleri oluşturmaktadır. Toplam gelir 2008 yılında 313.051 milyon iken 2009 yılında çok az bir artışla 329.938 milyon ’ye çıkmıştır. Bu çok küçük miktarda artışın nedeni 2009 yılındaki küresel kriz nedeniyle ekonomide yaşanan küçülmedir. Harcamalar kısmına bakıldığında küresel kriz nedeniyle toplam gelirler duraklamışken toplam harcamaların ve özellikle transfer harcamalarının arttığı görülmektedir. Faiz dışı harcamalar 2008’de 277.147 milyon iken 2009’da 327.551 milyon ’ye çıkmıştır. 2008’de 328.665 milyon olan faiz ve faiz dışı harcamalarının toplamı 2009’da 382.139 milyon ’ye çıkmıştır. Alt kalemlere bakıldığında cari transferler ve cari harcamalardaki artışların toplam harcamalardaki artışta payı olduğu görülmektedir. Sonuç olarak bütçe dengesi 2009 yılında büyük oranda bozulmuş ve bütçe açığı artmıştır. 2008 yılında faiz dışı dengede 35.904 milyon fazla var iken 2009 yılında faiz dışı dengedeki fazla 2.388 milyon ’ye düşmüştür. Borçlanma gereği 2008 toplam gelirinden 2008 toplam harcaması çıkarılarak bulunur: 313.051-328.665= 15.614 milyon . Oysa toplam gelirden faiz dışı harcamaları çıkarırsak 313.051-277.147=35.904 milyon bütçe fazlamız bulunmaktadır. 2008 yılında borçlanma gereğinin 15.614 milyon ’den 2009’da 52.201 milyon ’ye sıçraması dikkat çekicidir. Bu rakam 2010’da 32.274, 2011’de 12.398 milyon ’ye gerilemiştir. Faiz dışı borçlanma gereğinin GSYH’ye oranı olumlu anlamda olmak üzere negatif bir değer alırken, borçlanma gereğinin GSYH’ye oranı olumsuz anlamda olmak üzere pozitif bir değer almaktadır. Tablo 8.3: Genel Devlet Toplam Gelir ve Harcamaları (1) (Cari Fiyatlarla, Milyon ) 2008 Vergiler 172 251 -Vasıtasız 55 714 -Vasıtalı 111 139 -Servet 2009 2010 2011(2) 176 136 216 109 256 137 57 294 (GSYH’ya Oran, Yüzde) 61 621 2012(3) 285 321 2008 2009 18,12 18,49 2010 2011(2) 2012(3) 19,58 19,99 20,01 74 575 81 559 5,86 6,01 5,58 5,82 5,72 112 789 147 096 173 268 194 357 11,69 11,84 13,33 13,52 13,63 5 398 6 053 7 392 8 294 9 406 0,57 0,64 0,67 0,65 0,66 Vergi Dışı 17 777 19 195 20 420 24 597 28 124 1,87 2,02 1,85 1,92 1,97 53 379 59 414 60 749 63 539 67 626 5,62 6,24 5,50 4,96 4,74 61 459 70 823 89 514 117 716 130 962 6,47 7,44 8,11 9,19 9,18 TOPLAM 304 867 325 568 386 792 461 989 512 034 32,07 34,18 35,04 36,05 35,91 4 256 12 469 0,86 0,36 0,33 0,87 TOPLAM 313 051 329 938 390 716 466 245 524 503 32 93 34,64 35,40 36,38 36,78 217 092 237 758 15,68 17,72 17,01 16,94 16,67 Normal Gelirler Faktör Gelirleri Sosyal Fonlar -Özelleştir 8 185 4 370 3 924 0,46 me Gelirleri GELİR Cari 149 059 168 771 187 776 Harcamalar 167 www.hedefaof.com Yatırım 32 363 31 574 37 606 46 634 47 727 3,40 31 960 31 611 37 773 46 457 47 533 3,36 403 -37 -167 177 194 3,31 3,41 3,64 3,35 3,42 3,63 3,33 0,04 0,00 -0,02 0,01 0,01 214 917 250 908 15,49 19,08 17,90 16,77 17,60 208 273 241 886 14,80 18,08 16,76 16,25 16,96 1,14 0,52 0,63 Harcamaları -Sabit 3,32 Sermaye -Stok Değişmesi Transfer 147 243 181 794 197 608 Harcamaları -Cari 140 634 172 212 184 974 Transferler -Sermaye 6 609 9 582 12 633 6 644 9 022 0,70 1,01 434 392 484 366 29,16 34,39 33,82 33,90 33,97 478 643 536 393 34,58 40,12 38,32 37,35 37,62 11 891 1,64 5,48 2,92 0,97 0,83 -2,81 Transferleri FAİZ DIŞI 277 147 327 551 373 269 HARCAMALAR TOPLAM 328 665 382 139 422 990 HARCAMA BORÇLAN 15 614 52 201 32 274 12 398 -2 388 -17 448 -31 853 -40 137 -3,78 -0,25 -1,58 -2,49 -13 524 -27 597 -27 668 -2,92 0,21 -1,23 -2,15 MA GEREĞİ FAİZ -35 904 DIŞI BORÇLANMA GEREĞİ FAİZ -27 719 1 983 -1,94 GİD. VE ÖZEL. GEL. HARİÇ BORÇ. GER. Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Dokuzuncu Kalkınma Plânı, 2012 Yılı Programı, s.52. Not: Negatif işaret fazlayı göstermektedir. 1. Genel Devlet; merkezi yönetim bütçesi, mahalli idareler, döner sermayeli kuruluşlar, İşsizlik Sigortası Fonu, Sosyal Güvenlik Kuruluşları, Genel Sağlık Sigortası ve Fonları kapsamaktadır. 2. Gerçekleşme Tahmini 3. Program Türkiye’deki vergilerin yapısı vasıtalı ve vasıtasız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki ağırlıkları açısından sağlıklı mıdır? Tartışınız. Bütçe dengesine “merkezi yönetim bütçesi” açısından baktığımızda da benzer eğilimleri gözlemlemek mümkündür. Tablo 8.4’te görüldüğü gibi merkezi yönetim bütçesinde harcamaların GSYH’ye oranı %25 civarındadır. Burada dikkat çeken husus faiz harcamalarındaki azalmadır. Faiz harcamalarının GSYH’ye oranı 2006’da %6,1’den 2010’da %4,4’e düşmüştür. Faiz hariç harcamalarda cari transferlerin ağırlığı artmaktadır ve bu oran 2006’da %6.6’dan 2010’da %9,2’ye yükselmiştir. Gelirlerin GSYH’ye oranı %22’ler civarında istikrarlı gözükmektedir. Ayrıntısına bakıldığında, vergi gelirlerinin ağırlığında 2006’da %18,1’den 2010’da %19,1’e bir artışın olduğu anlaşılmaktadır. Merkezi yönetim bütçe dengesi 2006’da % (-) 0,6 iken 2010’da % (-) 3,6’ya çıkarken yani açık büyürken, faiz dışı dengedeki fazlalık aynı dönemde %5,4’ten %0,7’ye gerilemiştir. Faiz harcamalarının toplam harcamalar içindeki payı düşerken, faiz harcamalarının dışında kalan harcama kalemlerindeki (ve özellikle cari transferlerdeki) artış bunun başlıca nedeni olmuştur. 168 www.hedefaof.com Tablo 8.4: Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi (GSYH’ye Oran, %) 2006 HARCAMALAR 2007 2008 2009 2010 2011 (1) 23,5 24,2 23,9 28,2 26,7 24,0 6,1 5,8 5,3 5,6 4,4 3,2 17,4 18,4 18,6 22,6 22,3 20,8 5,0 5,2 5,1 5,9 5,6 5,6 0,7 0,7 0,7 0,8 1,0 1,0 Mal ve Hizmet Alımları 2,5 2,6 2,6 3,1 2,6 2,5 Cari Transferler 6,6 7,5 7,4 9,7 9,2 8,4 Sermaye Giderleri 1,6 1,5 1,9 2,1 2,4 2,4 Sermaye Transferleri 0,3 0,4 0,3 0,5 0,6 0,5 Borç Verme 0,8 0,5 0,5 0,6 0,8 0,4 22,9 22,6 22,1 22,6 23,0 22,7 18,1 18,1 17,7 18,1 19,1 19,5 Vergi Dışı Gelirler 4,1 3,5 3,1 3,7 3,1 2,8 Sermaye Gelirleri 0,3 0,7 0,9 0,2 0,3 0,2 Alınan Bağışlar ve Yardımlar 0,3 0,2 0,4 0,6 0,5 0,2 Alacaklardan Tahsilat 0,0 0,0 0,0 0,1 0,0 0,0 Bütçe Dengesi -0,6 -1,6 -1,8 -5,5 -3,6 -1,3 Faiz Dışı Dengesi 5,4 4,2 3,5 0,0 0,7 1,9 Faiz Harcamaları Faiz Hariç Harcamaları Personel Giderleri Sosyal Güvenlik Devlet Prim Giderleri GELİRLER Vergi Gelirleri Kaynak: T.C. Kalkınma Bakanlığı, Türkiye Ekonomisinde Haftalık Gelişmeler, 20 Temmuz 2012, s.107. 1. Geçici gerçekleşme Şekil 8.1: Merkezi Yönetim Bütçe Açığı/GSYH (%) (*) Gerçekleşme tahmini Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Şekil 8.1’de 2001-2011 yılları arasında merkezi yönetim bütçe açığının GSYH’ye oranının gelişimi görülmektedir. İlgili oran 2001 yılında %11,9 iken, beş yıl üst üste hızlı bir şekilde düşmüş ve 2006 yılında 0,6’ya ulaşmıştır. Küresel Finans Krizi’nin etkilerinin güçlü bir şekilde hissedildiği 2009 yılında %5,5’e ulaşan bütçe açığı oranı, 2010 yılında %3,6’ya gerilemiştir. 169 www.hedefaof.com KAMU KESİMİ BORÇLANMASI Borçlanma Gereği Daha önceki dönemlerde bütçe açığından söz edildiğinde genellikle konsolide bütçe açığı (ya da yeni adıyla merkezi yönetim bütçe açığı) kavramı anlaşılırdı. Oysa devletin kamu tüzel kişiliğini temsil eden hazinenin sorumluluğu yalnızca bununla sınırlı değildir. Bu nedenle devletin sorumluluğundaki açıkları ifade etmek için bütçe açığından daha geniş bir kavram olan Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG, İngilizce kısaltmasıyla PSBR) daha yaygın bir kullanıma sahiptir. “Kamu kesimi finansman gereksinimi” veya “kamu sektörü net nakit ihtiyacı” şeklinde de ifade edilen KKBG; kamu giderlerinin kamu gelirlerinden fazla olması nedeniyle ortaya çıkan olumsuz durumdan kaynaklanır ve bütçesi açık veren bir devletin hangi miktarda borçlanması gerektiğini gösterir. KKBG, merkezi yönetim bütçesi ile beraber Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) kâr ve zararlarını, mahallî idarelerin açıklarını, fonlar, döner sermayeli kuruluşlar ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bütçe dengelerini kapsamaktadır. Kamu kesimi açıkları sonuçta başka kesimlerin finansman fazlalarıyla dengelenmek zorundadır. “Özel kesimin” finansman fazlasından borçlanılabileceği gibi “yurtdışının” finansman fazlalarından da borçlanılabilir. Bu durum bizi “kamu kesimi iç borçlanması” ve “kamu kesimi dış borçlanması” kavramlarına götürür (Pınar, 2008: 122-23; Eğilmez ve Kumcu, 2005: 122-23). Türkiye’de KKBG’nin ölçülmesinde kamu kesimi finansman açıkları hesaba dahil edilmekte ve KKBG şöyle ölçülmektedir (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 160): Merkezi Yönetim Bütçe Açığı + KİT’lerin Finansman Açığı +Bütçe Dışı Fonların Finansman Açıkları + Mahalli İdarelerin Finansman Açıkları + Sosyal Güvenlik Kurumlarının Finansman Açıkları + Döner Sermayeli Kuruluşların Finansman Açıkları = Toplam Kamu Kesimi Açığı. Toplam Kamu Kesimi Açığı/ GSMH oranı ise Kamu Kesimi Borçlanma Gereğini (KKBG) oluşturmaktadır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 160). KKBG’nin GSYİH’ye oranı (KKBG/GSYİH) kamunun sağlıklı bir gelir gider yapısına sahip olup olmadığını gösterir. Bu oran ne kadar düşük ise ekonomi için olumlu bir durum diye nitelendirilir. Şekil 8.2: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği/GSYH (%) Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Türkiye’de 1990’ların başına kadar gayri safi milli hasılaya oranı %10’un altında olan KKBG 1994 krizi öncesinde %12’ye ulaşmıştı. Alınan önlemlerle bir miktar düşme eğilimine girmişse de %10’ların üzerinde seyretmiş ve 2001 yılında %15’in üzerine çıkmış ve büyük bir ekonomik kriz oluşmuştur. Bu yüksek KKBG’de en büyük payı konsolide bütçe açıkları meydana oluşturmaktadır. ikinci sırada KİT açıkları yer almaktadır (Pınar, 2008: 123-24). Şekil 8.2’de görüleceği üzere Türkiye’de KKBG’nin GSYH’ye oranı, 2006 yılında negatif bir rakam (-1,9) iken (yani fazla veriliyor iken) bu oran 2009 ve 2010 yılında yine yaşanan kriz nedeniyle artan harcamalar ve azalan gelirden dolayı bir miktar yükselmiş ve 2009’da %5,1’e ulaşmış ve daha sonra 2010’da %2,3’e inmiştir. 2011’de %0,1’e gerileyeceği tahmin edilirken, 2012’deki program tahmini 0,83’tür. 170 www.hedefaof.com olabilir? KKBG’nin GSYİH’ye oranının negatif olmasının ne gibi yararları Kamu gelir ve gider dengesinin uzun süre sağlanamadığı ve yüksek miktardaki iç borçlanma nedeniyle bütçe dengesizliklerinin kronik hale geldiği durumlarda artan faiz yükünün ortadan kaldırılması için “faiz dışı denge”nin fazla vermesi gerekir. “Birincil bütçe dengesi” de denilen “faiz dışı denge”, faiz dışı kamu harcamalarının kamu gelirlerinden farkı olarak tanımlanır. Toplam kamu harcamalarını “G”, kamu gelirlerini “T” ve faiz ödemelerini “F” ile sembolize edersek, birincil bütçe dengesi (BBD) şu şekilde formüle edilebilir: BBD = T − (G − F) Faiz ödemelerinin pozitif olması durumunda birincil bütçe dengesi standart bütçe dengesinden büyük hale gelir. Harcamaların 240 birim, vergilerin 200 birim olduğu ve 40 birimin de faiz ödemelerine ayrıldığı bir durumda bütçe dengesi 40 birim açık verecek birincil bütçe ise denk olacaktır (Pınar, 2008: 134-35).Kamu borçlanmaları nedeniyle cari yıl bütçelerinde büyük yer kaplamaya başlayan faiz ödemelerini dengelemenin en önemli yolu faiz dışı bütçe giderlerini azaltmak ve bu sayede gerçekleşecek tasarruflarla biriken borç yükünü hafifletmekten geçmektedir. Eğer bütçe gelirleri bütçenin faiz dışında kalan giderlerinden büyükse “faiz dışı fazla” adı verilen olgu ortaya çıkar. Eğer faiz dışı dengede açık varsa bu olumsuz bir duruma işaret eder ve bütçe gelirleri faiz dışındaki bütçe giderlerini bile karşılayamıyor anlamına gelir. Bu durum bütçe dengesinin sürdürülemezliğinin bir göstergesidir. Türkiye’de, Şekil 8.3’te görüldüğü gibi kamu sektörü faiz dışı fazlasının GSYH’ye oranı 2003-2007 yılları arasında hayli yükselmiş ve 2004 yılında %5,5’i görmüş, krizin etkisiyle 2009 yılında %-1.0’a düşmüş ve 2010 yılında %0,8’e çıkmıştır.2008 yılında kamu kesimi toplam gelirinden 2008 yılındaki toplam harcama çıkarıldığında (313.051-328.665) 15.614 milyon açık bulunur. Oysa toplam gelirden faiz dışı harcamaları çıkarırsak 313.051-277.147=35.904 milyon bütçe fazlamız bulunmaktadır. İşte bu rakamı yani 35.904 milyon ’yi 2008 yılı GSYH’sine oranlarsak %1,6 oranındaki faiz dışı fazlaya ulaşırız. Dikkat edileceği üzere 2009 yılında ekonomik kriz nedeniyle faiz dışı fazla % -1,0 oranına düşmüştür. 2011 tahmini ise %1,2’dir. Şekil 8.3: Kamu Sektörü Faiz Dışı Fazlası/GSYH (%) (*) Tahmin Kaynak: Hazine Müsteşarlığı İç ve Dı Borçlanma Bütçe dengesinin makroekonomik açıdan en önemli unsurlarından birisi borçlanma gereğidir. Çünkü kamu gelir ve giderleri arasındaki negatif yöndeki fark üç kaynağa başvurularak kapatılabilir. Bunlar; İç borçlanma, dış borçlanma ve merkez bankasından borçlanmadır. 171 www.hedefaof.com Kamu finansman açığının yurtiçi kaynaklardan karşılanması biçiminde tanımlanabilecek olan iç borçlanmanın temel araçları, devlet tahvilleri ve hazine bonoları yani “devlet iç borçlanma senetleri”dir. Hazine bonosu satışı kısa vadeli borçlanma, devlet tahvili satışı ise uzun vadeli borçlanma için kullanılır. İç borçlanmada devlet doğrudan kurumlara (bankalar, menkul kıymet yatırım ortaklıkları, sosyal güvenlik kuruluşları ve benzeri diğer finansal aktörler) yönelebileceği gibi, piyasaya ve özel şahıslara da yönelebilmektedir. KKBG yükseldiği zaman yani devletin borçlanma gereksinimi yükseldiğinde (ceteris paribus) faiz oranları yükselir. Çünkü devlet bütçe açıklarını finanse etmek için para piyasalarından para toplamaya çalıştıkça (bono arzı bono talebinin üzerine çıktıkça) ülkedeki faiz oranları yukarı yönde hareket edecektir. Devlet giderlerini kısmadıkça ve gelirleri arttırmadıkça borçlanma gereksinimi devam edecek ve faiz oranları daha da yükselecektir. İç borçlanmada “Hazine” kamu kesimi adına hangi vadeyle ve ne miktar borçlanma yapacağını belirleyerek ihale açar. İhale sonuçlarına göre ihale için konulmuş olan maksimum miktara ulaşılıncaya kadar, yapılan teklifler kabul edilir ve ödenecek faiz oranı meydana gelir. Kamu kesimi bu tür ihaleli borçlanma dışında, iç borçlanma yoluna da gidebilir. Bu yöntemde hazine belirli miktar ve vadelerle çıkaracağı sabit veya değişken faizli tahvilleri satışa sunar. Eğer değişken faiz söz konusu ise satılan tahvillerin faizlerinin, ihaleyle satılan tahvillerin faizlerine endekslenmesi en sık başvurulan yöntemdir (Eğilmez, 2010: 124-25).İç borçlanma süreci sonunda oluşan faizler ekonominin geneli için düşünüldüğünde, özel sektör için yön verici ve yol gösterici olabilir. İç borçlanma faizinin yüksek olması ekonomide fon piyasasını etkiler ve diğer yatırım araçlarının talebini artırabilir. Öte yandan mevcut borçlarını ve faizlerini daha sağlıklı bir yöntem olan vergilerle finanse etmek yerine tekrar borçlanarak ödeme yoluna giden hükümetler, uzun dönemde sağlıksız bir ekonominin ortaya çıkmasına yol açabilirler (Pınar, 2008: 104-105). Hazine merkez bankasından da borçlanabilir. Ama ortaya çıkardığı makroekonomik sorunlar ve özellikle de enflasyon nedeniyle bu borçlanmaya genellikle izin verilmemekte ve yasal önlemler alınmaktadır. Hazine merkez bankasından doğrudan borçlanabileceği gibi dolaylı olarak da borçlanabilir. Doğrudan borçlanmaya “parasal avans” veya “Hazineye avans” adı verilir ki hazine bu durumda merkez bankasına doğrudan doğruya nakit olarak borçlanır. Dolaylı borçlanmada ise merkez bankası hazinenin borçlanmak amacıyla çıkardığı hazine kağıtlarını açık piyasa işlemleriyle satın alır. Avans yoluyla borçlanma, devletin para basarak giderlerini karşılamasına imkân sağlar ki bu imkâna “senyoraj” (hükümranlık hakkı) adı verilir (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 150-51).Türkiye’de yapılan düzenlemelerle hazinenin merkez bankasından kısa vadeli avans imkanı ortadan kaldırılmıştır. Devlet dış borçlanma yoluna da başvurabilir. Dış borçlanma yurt dışı kaynakları ve özellikle ödünç yabancı paranın kullanılabildiği ülkelerdeki kaynakları kullanma yetkisi veren, hazinenin geçici açıklarını kapatması dışında dış ticaret açıklarını da geçici kapatmaya yarayan bir finansman yöntemidir (Bulutoğlu, 2008: 422). Dış borçlar, borcun kaynağına göre sınıflandırıldığında kaşımıza üç yönetem çıkmaktadır. Bunlar; • Başka bir devletten, • IMF, Dünya Bankası, İslam Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası, Avrupa Yatırım Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan, • Uluslararası para ve/veya sermaye piyasalarından(döviz cinsinden,) borçlanma şeklinde sıralanmaktadır. Borçlanmanın niteliğine göre yapılan sınıflandırmada ise, karşımıza yine üç yöntem çıkmaktadır. Bunlar; • “Proje-program kredileri”, • “Serbest-bağlı krediler”, • “Yeni borçlanmalar-borç ertelemeleri”dir. Proje kredileri belirli yatırım projelerinin geliştirilmesine yönelik olarak tahsis edilirken program kredileri genellikle borçlanan ülkenin ithalatının finansmanını amaçlar. Borçlanan ülke açılan krediyi istediği ülkeden ve istediği malları satın almak için kullanıyorsa serbest kredi, bu konuda kısıtlamalara tabi ise bağlı kredi söz konusudur. Dış borçlanma bazen yeni bir borcu ifade edebilir veya vadesi gelmiş eski bir borcun ertelenmesi gündeme gelebilir. 172 www.hedefaof.com Bir ülkenin dış borçlarının faiz ve anapara miktarları büyüdükçe dış borcun servisi (geri ödenmesi) konusu önem kazanır. “Dış borç servis oranı” belli bir yılda dış borçların faiz ve anaparası olarak ödenmesi gereken toplamının carî ödemeler bilançosundaki döviz kazançlarına bölünmesi ile bulunur. Mal ve hizmet ihracı ile ülkenin kazandığı dövizin ne kadarının borç ödenmesine gittiğini gösteren bu oran ülkenin üzerindeki dış borç baskısını göstermesi bakımından son derece önemlidir (Uluatam, 2009: 432-34). Borç Stoku, Borç Yükü ve Borçların Sürdürülebilirliği Bir ülkenin borç stoku o ülkenin herhangi bir dönemdeki iç ve dış borçlarının toplam miktarıdır. Bir ülkenin borçlanma gereğinin makroekonomik açıdan değerlendirilebilmesi için kullanılan en önemli göstergelerin arasında borç yükü de denilen iç borç/GSYH ve dış borç/GSYH oranları yer almaktadır. Toplam Borç Stoku, bir ülkenin belirli bir tarihteki, iç ve dış borçlarının toplam miktarı, Toplam Borç Yükü ise bir ülkenin belirli bir önemindeki toplam borç stokunun aynı dönemin GSYH’sine oranıdır. Toplam borç stoku içinde özel sektör ve kamu birlikte yer almaktadır. Öte yandan, yalnızca kamu borçlarının dikkate alındığı hesaplamalar da yapılabilmektedir. Kamu borç stoku geniş anlamda devletin, yani KKBG hesaplamasına dahil edilen bütün kurum ve kuruluşların borçlarını hesaba katan bir göstergedir. Bu stokun GSYH’ye oranı “kamu borç yükü” adı verilen bir kavramı ortaya çıkarır. Avrupa Birliği, üyelerinde kamu kesimi borç yükünün %60’dan büyük olmama koşulu aranmakta ve bu oran “Maastricht Kriterleri” adı verilen kriterler arasında yer almaktadır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 157). Tablo 8.5’te görüleceği üzere, Türkiye’de 2011 yılında kamu kesimi toplam borç stoku 534.398 milyon , toplam borç yükü ise % 39,4’tür. Toplam borç stokunun 377.870 milyon ’si iç borç stoku, 156.529 milyon ’si ise dış borç stokudur. Borç stok miktarından daha önemlisi borç yüküdür ve borç yükünün sürekli artıyor olması ve giderek sürdürülemez hale gelmesi makroekonomik dengeler açısından olumsuz bir geleceğe işaret etmektedir. Türkiye’de kamu kesiminin borç yükü düzenli olarak azalmakta olup 2004’te %59,6’dan 2011’de %39,4’e kadar düşmüştür. Tablo 8.5: Türkiye’nin Genel Yönetim İç ve Dış Borç Stoku ve Borç Yükü (2004-2012) (milyon ) A.GENEL YÖNETİM TOPLAM BORÇ STOKU Merkezi Yönetim Diğer Kamu Kurumları B.iÇ BORÇ STOKU Merkezi Yönetim Diğer Kamu Kurumları C.DIŞ BORÇ STOKU Merkezi Yönetim Diğer Kamu Kurumları D.AYARLAMA KALEMLERİ 2004 2005 2006 2007 2008 2010 2011 2012 Ç1 322.984 338.516 352.007 340.797 391.735 454.837 487.406 534.398 535.890 316.529 331.520 345.050 333.485 380.321 441.508 473.561 518.350 519.990 6.455 6.996 6.957 7.312 11.413 13.329 13.845 16.048 15.900 228.884 250.063 256.631 260.651 282.302 338.690 361.220 377.870 384.316 224.483 244.782 251.470 255.310 274.827 330.005 352.841 368.778 375.187 4.401 5.281 5.161 5.341 7.475 8.685 8.379 9.091 9.129 94.100 88.453 95.376 80.146 109.433 116.148 126.185 156.529 151.574 92.046 2.054 86.738 1.715 93.580 1.796 78.175 105.494 111.504 120.720 149.572 144.803 1.971 3.939 4.644 5.466 6.957 6.770 10.264 3.539 827 Merkezi Yönetim (‘) 24.731 22.234 24.292 Diğer Kamu Kurumları (“) -14.466 -18.695 -23.465 -4.202 -11.345 -15.499 -21.548 -24.346 -29.544 27.796 26.417 24.121 21.272 25.268 23.248 -31.998 -37.762 -39.620 -42.820 -49.614 -52.792 173 2009 www.hedefaof.com AB TANIMLI GENEL YÖNETİM NOMİNAL BORÇ STOKU/GSYH AB TANIMLI GENEL YÖNETİM NOMİNAL BORÇ BTOKU/GSYH 333.248 342.055 352.835 336.595 380.390 439.338 465.858 510.052 506.346 59,6 52,7 46,5 39,9 40,0 46,1 42,4 39,4 (*) Kuponsuz DİBS’lerin faiz tutarı, enflasyona endeksli senetlerde anaparadaki TÜFE kaynaklı değer artışı, dolaşımdaki bozuk para stoku ve merkezi yönetimin elindeki DİBS’lerden oluşmaktadır. (**) Söz konusu kurumların elindeki DİBS’lerden oluşmaktadır. Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, “Borç Göstergeleri” Sunumu, 2 Temmuz 2012. Tablo 8.6’da borç stokuna merkezi yönetim açısından bakılmaktadır. Merkezi yönetim brüt borç stoku nominal olarak artış halindedir. 2008 yılında merkezi yönetim brüt borç stokunun GSYH’ye oranı %40 iken 2009’da %46,3’e, 2010’da %42,9’a çıkmıştır. Borç stokunun bileşimine bakıldığında iç borç stokunun daha ağırlıklı olduğu ve 2009 yılından itibaren %30’un üzerine çıktığı görülmektedir. Dış borç stokunun GSYH’de aldığı pay ise % 10’un biraz üzerindedir. İç borç stoku ağırlıklı olarak tahvil ve nakit bazlıdır, dış borç stoku ise daha çok kredilerden ve uluslararası kuruluşlardan alınan borçlardan oluşmaktadır. Tablo 8.6: Merkezî Yönetim Brüt Borç Stokundaki Gelişmeler (Cari Fiyatlarla, Milyon 2008 2009 2010 Brüt Borç Stoku 380 321 441 508 473 561 İç Borç Stoku 274 827 330 005 352 841 Tahvil 260 849 315 969 343 317 Nakit 234 713 299 196 340 854 Nakit Dışı 26 136 16 772 2 463 Bono 13 978 14 036 9 525 Nakit 13 978 14 036 9 525 Nakit Dışı 0 0 0 Dış Borç Stoku 105 494 111 504 120 720 Kredi 46 655 49 921 52 410 Uluslararası Kuruluşlar 28 600 32 200 32 263 Hükümet Kuruluşları 8 376 8 517 9 751 Diğer 9 680 9 204 10 397 Tahvil 58 838 61 582 68 309 ) 2011(1) 514 491 366 695 366 027 363 570 2 456 669 669 0 147 796 62 774 36 883 12 015 13 876 85 022 (GSYH’ya Oran, Yüzde) 2008 2009 2010 40,0 46,3 42,9 28,9 34,6 32,0 27,4 33,2 31,1 24,7 31,4 30,9 2,7 1,8 0,2 1,5 1,5 0,9 1,5 1,5 0,9 0,0 0,0 0,0 11,1 11,7 10,9 4,9 5,2 4,7 3,0 3,4 2,9 0,9 0,9 0,9 1,0 1,0 1,9 6,2 6,5 6,2 (1) Eylül ayı sonu itibarıyla. Kaynak: Hazine Müsteşarlığı’ndan hazırlayan Kalkınma Bakanlığı, Dokuzuncu Kalkınma Plânı, 2012 Yılı Programı, s.62. Türkiye’nin dış borç stokunun ayrıntılı dökümünde de bazı ipuçlarına ulaşmak mümkündür. Tablo 8.7’de brüt dış borç stokuna ait bazı veriler bulunmaktadır. Görüldüğü gibi toplam dış borç stoku 2005 yılında 170,6 milyar dolardan 2011 yılında 306,4 milyar dolara ulaşmıştır. Bunun yaklaşık olarak dörtte biri kısa vadeli, dörtte üçü uzun vadelidir. Brüt dış borcun yaklaşık %66’sı özel sektöre, %31’i kamu sektörüne ve gerisi TCMB’ye aittir ve hepsinde de uzun vadeli borçlar ağırlıklıdır. 174 www.hedefaof.com Tablo 8.7: Türkiye Brüt Dış Borç Stoku (Milyar Dolar) Milyar USD TOPLAM KISA VADE UZUN VADE KAMU SEKTÖRÜ Kısa Vade Uzun Vade TCMB Kısa Vade Uzun Vade ÖZEL SEKTÖR Kısa Vade Uzun Vade 2005 170,6 38,9 131,7 70,4 2,1 68,3 15,4 2,8 12,7 84,7 34,0 50,7 2006 208,4 42,9 165,5 71,6 1,8 69,8 15,7 2,6 13,1 121,1 38,5 82,6 2007 2008 250,4 281,4 43,2 52,5 207,3 228,9 73,5 78,3 2,2 3,2 71,4 75,0 15,8 14,1 2,3 1,9 13,5 12,2 161,1 189,0 38,7 47,4 122,4 141,6 2009 269,6 49,0 220,5 83,5 3,6 79,9 13,3 1,8 11,5 172,8 43,7 129,1 2010 292,2 77,5 214,7 89,0 4,3 84,7 11,8 1,6 10,3 191,4 71,6 119,8 2011 306,4 83,8 222,6 94,1 7,0 87,1 9,7 1,3 8,4 202,6 75,5 127,1 2012 Ç1 318,2 90,2 228,0 100,9 10,7 90,2 9,7 1,3 8,4 207,6 78,3 129,4 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı Türkiye’nin brüt dış borç stokunun gelişiminin oransal olarak ifade edilmesi daha önemlidir. Sadece mutlak büyüklüklere bakarak anlam çıkarmak hatalı yargılara ulaşmamıza yol açabilir. Şekil 8.4’te Türkiye’nin brüt dış borç stokunun GSYH’ye oranının gelişimi yer almaktadır. 2002 yılında bu oran %56,2 iken 2005 yılına kadar hızlı bir şekilde düşmüş ve %35,4’e kadar inmiştir. 2005 yılından sonra inişli çıkışlı bir seyir izlemiş ve 2010 ve 2011 yıllarında %39 civarında yatay seyre başlamıştır. Yine de %50’lerin üzerindeki bir oranın bu seviyelere kadar ulaşması ekonominin geneli için olumlu bir gelişmedir. Bir ülkenin dış borç alması demek o ülkenin başka milletlerin tasarruf ettiği parayı alması demektir. Ama borcun faiziyle birlikte ödenme zamanı geldiğinde para akışı bu kez borç alınan ülkeye doğru olacaktır. Eğer bir ülke herhangi bir yılda dışarıya yapması gereken ödeme kadar yeni borcu yurt dışından bulamıyorsa, ülkede üretilen gelirin bir kısmını yurt dışına transfer etmek zorunda kalır. Bu durumda ülkeden dışarıya net sermaye çıkışı vardır. İşte bu duruma “dış borç tuzağı” adı verilir. Dış borçlar konusunda ülkenin statüsünün değerlendirilmesi konusunda IMF ve Dünya Bankası’nın belirlediği bazı kriterler vardır. Buna göre (Çepni, 2007: 107-108); • Dış Borç/GSMH oranı %30 ile %50 arasında bir değer almalı, • Dış Borç/İhracat Gelirleri % 165- %275 arasında olmalı, • Dış Borç Servisi / İhracat Gelirleri %18- %30 arasında olmalı, • Faiz Servisi/İhracat Gelirleri %12-%20 arasında olmalıdır. Eğer bir ülke belirlenen alt ve üst sınırlar içinde kalıyorsa “orta borçlu ülke” kapsamına girmekte, bu sınırların üçünde sınırları aşıyorsa, “çok borçlu ülke” olarak değerlendirilmektedir. Şekil 8.4: Türkiye Brüt Dış Borç Stoku/GSYH (%) Kaynak: Hazine Müsteşarlı 175 www.hedefaof.com Sizce Türkiye’nin brüt dış borç stokunun vade yapısı sağlıklı mıdır? Tartışınız. İç ve dış borçların geri ödenmesi de makroekonomik açıdan önem taşır. Borçların geri ödenmesine genel olarak “borç servisi” adı verilir. Bir borcun anapara ve faizinin zamanında ödenmemesi piyasalarda olumsuz karşılanır. Bu durum olağanüstü borç yönetimi işlemlerinin uygulanmasına yol açar. İç ve dış borçların ödenmesinde yaşanan zorluklar borcun vadesinin uzatılması (buna konsolidasyon ya da tahkim denir) veya mevcut borcun faiz oranının değiştirilmesi (konversiyon ya da birleştirme), borçların merkez bankası tarafından para basılarak ödenmesi (monetizasyon), borçlunun karşı tarafla anlaşma yapmadan tek taraflı bir kararla ödemeyi ertelemesi veya durdurması (moratoryum), gibi yöntemler kullanılarak aşılabilir. Ancak böyle durumlarda ülkedeki ekonomik istikrar sarsılabilir; faiz oranı, döviz kuru ve diğer fiyatlarda keskin iniş ve çıkışlar yaşanabilir. Geçmişte ve günümüzde bazı ülkeler kamu açıklarından kaynaklanan borçlanmada o kadar aşırı gitmişlerdir ki borcun ödenmesinin ötesinde faizin de yine borçlanmayla ödendiği ve maliye politikalarının ekonomideki baskısının fazlasıyla hissedildiği bir durum ortaya çıkmıştır. Oysa borçların sürdürülebilir olması borç stoku/GSYH oranının en azından sabit kalması ile mümkündür. Eğer borçların faizi için bile borç alınmaya başlanmışsa, bu durumda borçların “sürdürülemez” duruma geleceği açıktır. Borç stokundaki değişmeyi “ΔB”, reel faizi “r”, ekonominin büyüme oranını “g” ve faiz dışı bütçe fazlasını da “F” ile sembolize edersek, eşitliği şu şekilde yazabiliriz: ΔB = B × (r − g ) − F Buna göre faiz dışı bütçe dengede ise (F = 0), borç stokunun değişmemesi için reel faizlerin ekonomik büyümeye eşit olması gerekir (r = g). Bu şart sağlandığında faiz dışı fazla veriliyorsa, borç stokunun azaltılması mümkün olacaktır. Eğer reel faizler ekonomik büyüme oranından fazla ise, ek faiz ödemesi için borçlanma gereğinin faiz dışı fazla verilerek telafi edilmesi gerekecektir. Ama reel faiz ekonomik büyüme oranından yüksekse ve faiz dışı bütçe fazlası verilemiyorsa, borç stoku artacak ve borçlar sürdürülemez hale gelecektir (Pınar, 2008: 137-38). Buradan anlaşılacağı gibi iç ve dış borçlanmanın faizleri ve vadesi ekonominin geleceği için son derece önemlidir. Hazine ne kadar uzun vadeli ve düşük faizle borçlanabilir ise, malî dengeler açısından o kadar iyidir. ÖZELLEŞTİRME Özelleştirme kamu işletmelerinin ya da varlıklarının özel sektöre ya da pay sahiplerine satılması sürecidir (Ison ve Wall, 2007: 172). Bir başka açıdan bakarsak özelleştirme, dar anlamda Kamu İktisadi Kuruluşlarının mülkiyet ve yönetimlerinin özel kesime devri, geniş anlamda ise, siyasal, sosyal, mali ve ekonomik sebeplerle ulusal ekonomide kamu kesiminin ekonomik faaliyet hacminin küçültülmesi anlamına gelir (Seyidoğlu, 2002: 661). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda çok eskiden beri var olan kamu iktisadi kuruluşlarının bazıları yarı otonom olarak çalışmakta ve tıpkı bir özel sektör firması gibi kâr etmeyi amaçlarken, bunun dışında kalanlar belirli ve önemli sektörlere ucuz girdi sağlamak ya da işsizlere iş olanağı oluşturmak gibi hükümetlerin farklı amaçları için kullanılmıştır. Bu eğilim, hükümetin fiyatlama ve istikrar politikası çerçevesinde kamu açıklarını arttırıcı bir faktör olmuştur (Parasız, 2003: 72-73). Özelleştirme yanlıları özelleştirmenin gerekliliği üzerinde dururken “daha fazla etkinlik” argümanına vurgu yaparlar. Bu argüman şu üç gerekçe üzerine kuruludur (Ison ve Wall, 2007: 172): Kamu Seçimi Teorisi, Mülkiyet Hakları Teorisi ve X Etkinsizliği Teorisi. Kamu Seçimi Teorisi, politikacıların ve devlet memurlarının halkın değil kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalıştıklarını, Mülkiyet Hakları Teorisi kamunun şirket üzerinde sınırlı bir mülkiyet hakkı ve bu nedenle sınırlı bir kontrolünün olduğunu, X Etkinsizliği Teorisi ise rekabet eksikliğinin kamu şirketlerini verimsizleştirdiğini ileri sürmektedir. 1980’li yıllarda batılı ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde şu amaçlarla özelleştirmeler yapılmıştır: Bütçe açıklarının kapatılması ve kamu borçlanmasının azaltılması, mülkiyetin tabana doğru yaygınlaştırılması, serbest piyasa ekonomisine geçiş, ekonomik rekabet ortamının tesisi, teknolojik gelişmenin hızlandırılması, sermayenin tabana yayılması, siyasal müdahalenin ve sendikaların etkilerinin sınırlandırılması, devlete yeni gelir kaynaklarının yaratılması ve kamuda 176 www.hedefaof.com israfın önlenmesi (Seyidoğlu, 2002: 661-662; Pınar, 2008: 160-61). Oysa kamu mülkiyetindeki şirketlerin ekonomideki yükselen işlevi gelişmiş ülkelerde Büyük Buhran ile birlikte, gelişmekte olan ülkelerde de kalkınma çabalarının başlangıcında ortaya çıkmıştı. Bu dönemdeki başat düşünceye göre kamu mülkiyetindeki şirketler aracılığı ile doğal monopollerin rantı kamuya mal edilecek, özel kesimin yatırım yapmadığı alanlara da girilerek pozitif dışsallık sağlanacak, riskli, teknolojik önderlik ve yüksek miktarda sermaye gerektiren alanlara kamusal yatırımlar yapılacak, kamu şirketleri hem örnek olacak hem de becerili, bilgili işgücü yetiştirerek özel kesime dışsal yararlar sağlayacaktı (Kazgan, 2009: 288, 295). Özelleştirme uygulamalarının özellikle 1980’li yıllarda yaşanan dış borç krizlerinde yaygınlaştığı, gerek blok satış gerekse hisse yoluyla gerçekleştirilen özelleştirmelerin dış borç ödeme veya kolaylaştırma amaçlı olarak kullanıldığı ve uluslararası finansal kuruluşların ön şartları arasında yer aldığı görülmüştür. Özelleştirilen şirketler çoğu yabancı sermayeli olan satın alan kuruluşlara tekel kârlarını sağlarken, bağlı bulundukları ülkeler için de yabancı sermaye kaynağı haline gelmiştir (Günsoy ve Günsoy, 2009: 15357). Türkiye’de 1984 yılında çıkarılan ve kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunlara ait tesislere, hisse senedi ihracı yoluyla gerçek ve tüzel kişilerin ortak edilebilmesine veya bu tesislerin işletme hakkının belli sürelerle devrine olanak tanıyan 2983 sayılı Kanun ile özelleştirme süreci başlamıştır. Hukuki altyapı uzun süre ihtiyaca cevap verememiş, en son 27 Kasım 1994 yılında yayınlanarak yürürlüğe giren 4046 sayılı Kanun ile önemli bir ilerleme sağlanabilmiştir. 4046 sayılı kanun ile “Özelleştirme İdaresi Başkanlığı”, “Özelleştirme Fonu” ve “Özelleştirme Yüksek Kurulu” oluşturulmuştur. Bu kanunla özelleştirme uygulamalarından elde edilecek gelirlerin genel bütçe harcama ve yatırımlarında kullanılmaması ve stratejik kuruluşlarda imtiyazlı hisse bulundurulması öngörülmüştür(Uluatam, 2009: 451-52).Türkiye’de 1986-2008 yılları arasında yapılan özelleştirmelerde 36,2 milyar dolarlık gelir elde edilmiştir. Bunun 20,2 milyar doları blok satış yöntemiyle, 7,1 milyar doları tesis/varlık satışı ile ve 7,1 milyar doları ise halka arz yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Geriye kalan gelirler ise İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda satış, yarım kalmış tesis satışı ve bedelli devir yöntemleri sayesinde elde edilmiştir (Eğilmez, 2010: 285). Tablo 8.8’de Türkiye’deki KİT’ler hakkındaki özet bilgiler yer almaktadır. Görüldüğü gibi KİT’lerde 82.048 i memur ve sözleşmeli personel, 91.667’si işçi olmak üzere 173.715 personel çalışmaktadır. İşletme faaliyet kârları 2010’da 9015 milyon ’den 2011’de 341 milyon ’ye düşecektir. 2011 yılında GSYH’nin % 0,03’ü oranında borçlanma ihtiyacına girileceği anlaşılmaktadır. KİT’lerin hasılatının % 10’una yakını personel harcamalarına ayrılmaktadır. 177 www.hedefaof.com Tablo 8.8: KİT’ler Hakkında Özet Bilgiler Toplam Personel Sayısı (Kişi) - Memur ve Sözleşmeli Personel - İşçi Toplam Personel Harcamaları (3) - Memur ve Sözleşmeli Personel - İşçi Mal ve Hizmet Satış Hasılatı (3) Görev ve Zarar Tahakkukları (3) İşletme Faaliyet Kâr-Zararı (3) Faiz Ödemeleri (3) Dönem Kâr –Zararı (3) Faktör Gelirleri (3) Temettü Ödemeleri(3) Sabit Sermaye Yatırımları (3) Bütçe ve Fon Transferleri (3) Borçlanma Gereği* (3) Borçlanma Gereği* (3) (4) Borçlanma Gereği* (3) (5) Borçlanma Gereği*/GSYH (Yüzde) Borçlanma Gereği*(4)/GSYH (Yüzde) Borçlanma Gereği*(5)/GSYH (Yüzde) Personel HarcamalarıHasılat(Yüzde) Faiz Ödemeleri/Hasılat (Yüzde) 2010 186 119 85 120 100 999 7 907 2 912 4 996 86 820 3 216 9 015 605 6 811 8 598 631 5 777 6 138 -7 041 -904 -7 092 -0,64 -0,08 2011(1) 173 715 82 048 91 667 8 281 3 239 5 042 90 259 1 542 341 628 1 034 4 292 1 402 6 865 7 007 345 7 352 78 0,03 0,57 -0,64 0,01 9,11 9,17 0,70 0,70 Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Dokuzuncu Kalkınma Plânı, 2012 Yılı Programı, s.80 (*) Eksi işareti finansman fazlasını göstermektedir. (1) Gerçekleşme tahmini (3) Cari fiyatlarla, milyon (4) Bütçe ve özelleştirme fon transferleri hariçtir (5) Faiz gelir ve gideri hariçtir. Tablo 8.9’da görüleceği üzere, KİT’lerin gelirleri 2010 yılında 82.708 milyon iken 2011 yılında 90.885 milyon ’ye çıkacak, giderleri ise aynı dönemde 74.659 milyon ’den 90.241 milyon ’ye yükselecektir. KİT gelirleri giderlerinden 2010 yılında 8049 milyon fazla iken 2011’de bu gelir fazlası 645 milyon ’ye düşecektir. Gelirlerin GSYH’ye oranı 2010’da %7,49’dan 2011’de 7,09’a düşecek, giderlerin GSYH’ye oranı 2010’da %6,76’dan 2011’de %7,04’e yükselecektir. 178 www.hedefaof.com Tablo 8.9: 233 Sayılı KHK’ya Tabi İşletmeci KİT Finansman Dengesi 2010 A. GELİRLER I. İşletme Gelirleri II. Kurum Bünyesinde Kalan Fonlar III. Bütçe ve Fonlar IV. Diğer Gelirler B. GİDERLER I. İşletme Giderleri II. Yatırım Harcamaları III. Stok Artışı IV. Sabit Kıymet Artışı V. Dolaysız Vergiler VI. Temettü Ödemeleri VII. Diğer Giderler C. GELİR-GİDER FARKI D. FİNANSMAN I. Kasa Banka Değişimi II. İç Borçlanma (Net) III. Dış Borçlanma (Net) 82 708 73 646 3 507 5 555 0 74 659 67 476 5 165 -1 432 537 2 229 631 53 8 049 -8 049 -1 785 - 5 346 -919 A. GELİRLER I. İşletme Gelirleri II. Kurum Bünyesinde Kalan Fonlar III. Bütçe ve Fonlar IV. Diğer Gelirler B. GİDERLER I. İşletme Giderleri II. Yatırım Harcamaları III. Stok Artışı IV. Sabit Kıymet Artışı V. Dolaysız Vergiler VI. Temettü Ödemeleri VII. Diğer Giderler C. GELİR-GİDER FARKI D. FİNANSMAN I. Kasa Banka Değişimi II. İç Borçlanma (Net) III. Dış Borçlanma (Net) 7,49 6,67 0,32 0,50 0,00 6,76 6,11 0,47 -0,13 0,05 0,20 0,06 0,00 0,73 -0,73 -0,16 -0,48 -0,08 2011 (1) (Cari Fiyatlarla, Milyon ) 90 885 79 922 4 083 6 879 0 90 241 79 586 6 421 814 477 1 479 1 402 62 645 -645 -2 234 -535 -2 344 (GSYH’ya Oranlar, Yüzde) 7,09 6,24 0,32 0,54 0,00 7,04 6,21 0,50 0,06 0,04 0,12 0,11 0,00 0,05 -0,05 -0,17 -0,04 -0,18 Kaynak: Kalkınma Bakanlığı, Dokuzuncu Kalkınma Plânı, 2012 Yılı Programı, s.78 Kalkınma Bakanlığı’nın Dokuzuncu Kalkınma Plânı’nda belirtildiği üzere özel sektör yatırımlarının ve üretim kapasitesinin artması ve özelleştirme faaliyetlerinin genişlemesi nedeniyle KİT’lerin sayısı ve ekonomi içindeki ağırlığı hızla gerilemektedir. KİT’lerin ürettiği katma değer 2000 yılında %3,5 iken bu oran 2011’de %1,2’ye gerileyecektir. Özelleştirme konusunda tartışmaların da artık hız kestiği ve özelleştirmeye dönük eleştirilerin 1980’li yıllardaki yoğunluğunun azaldığı gözlenmektedir. Kamu İktisadi Teşebbüsleri özel sektör mantığı ile yönetilseydi özel leştirmelerine gerek kalır mıydı? Tartışınız. 179 www.hedefaof.com Özet geniş bir kavram olan Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG) daha yaygın bir kullanıma sahiptir. KKBG, kamu giderlerinin kamu gelirlerinden fazla olması nedeniyle ortaya çıkan olumsuz durumdan kaynaklanır ve bütçesi açık veren bir devletin hangi miktarda borçlanması gerektiğini gösterir. KKBG, konsolide bütçe (merkezî yönetim bütçesi) ile beraber Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) kâr ve zararları, mahallî idarelerin açıklarını, fonlar, döner sermayeli kuruluşlar ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bütçe dengelerini kapsamaktadır. Kamu Maliyesi Kamu maliyesinin “devletin görevlerini yerine getirebilmesi için, gerekli olan mali araçların elde edilmesi ve kullanılması sanatı” şeklinde dar tanımı yapılabileceği gibi “devlet faaliyetlerinin iktisadi ve sosyal açıdan incelenmesi, devlet faaliyetlerinin sınırlarının araştırılması ve bu faaliyetlerin gerektirdiği harcamaların ve gelirlerin ne olması gerektiğinin incelenmesi” şeklinde geniş tanımı da yapılabilir Kamu gelirleri devletin bir organında toplanır ve daha sonra kamu hizmetinde kullanılmak üzere geri gönderilir. İşte bu gelir ve giderlerin toplanması ve dağıtılması işlevi bütçeler tarafından sağlanır. Dolayısıyla kamu mali sistemi, kamu gelir ve giderleri ile bütçelerden oluşmaktadır. Kamu gelir ve giderleri arasındaki negatif yöndeki fark üç kaynağa başvurularak kapatılabilir: İç borçlanma, dış borçlanma, merkez bankasından borçlanma. Kamu finansman açığının yurt içi kaynaklardan karşılanması biçiminde tanımlanabilecek olan iç borçlanmanın temel araçları devlet tahvilleri ve hazine bonoları yani “devlet iç borçlanma senetleri (DİBS)”dir. Hazine bonosu satışı kısa vadeli borçlanma, devlet tahvili satışı ise uzun vadeli borçlanma için kullanılır. İç borçlanmada devlet doğrudan kurumlara (bankalar, menkul kıymet yatırım ortaklıkları, sosyal güvenlik kuruluşları ve benzeri diğer finansal aktörler) yönelebileceği gibi piyasaya ve özel şahıslara da yönelebilmektedir. Dış borçlanma yurt dışı kaynakları ve özellikle ödünç yabancı paranın kullanılabildiği ülkelerdeki kaynakları kullanma yetkisi veren, hazinenin geçici açıklarını kapatması dışında dış ticaret açıklarını da geçici kapatmaya yarayan bir finansman yöntemidir Devlet kamu hizmetlerini yerine getirirken bir bütçe çerçevesinde faaliyette bulunmak zorundadır ki bu bütçe “kamu bütçesi” olarak adlandırılır. Kamu bütçesi, veya kısaca bütçenin çeşitli tanımları yapılabilir. Edgar Allix’e göre, “Bütçe, devletin belirli bir süre içindeki gelir ve giderlerini tahmini olarak belirleyen, gelirlerin toplanmasına, giderlerin yapılmasına izin veren bir tasarruftur”. 5018 Sayılı kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda bütçe “Belirli bir dönemdeki gelir ve gider tahminleri ile bunların uygulanmasına ilişkin hususları gösteren ve usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan belgeyi ifade eder” şeklinde tanımlanmaktadır. Kamu ekonomisinde bütçe, topluca ödeme yöntemiyle sunulacak olan kamu hizmetlerinin ve bunların maliyetlerinin karşılanması yollarının değerleri ile hesaplanmış ve sınırlanmış listesidir. Bütçe kamu ekonomisi karar birimlerinin (merkezi hükümet, yerel idareler vb.) maliyetlerini göstererek, kendi bürokrasilerine yaptıkları bir kamu hizmeti sipariş listesidir. Bütçe daha yalın bir tanımlamayla “gelir ve gider tahminlerini ve varsa aradaki farkın nasıl işlem göreceğini ortaya koyan bir belgedir”. Genel bütçe ve katma bütçe toplamından hazine yardımı düşüldüğünde “konsolide bütçe”ye ulaşılır. Konsolide bütçe yerine bugün “merkezi yönetim bütçesi” kavramı kullanılmaktadır. Özelleştirme kamu işletmelerinin ya da varlıklarının özel sektöre ya da pay sahiplerine satılması sürecidir. Bir başka açıdan bakarsak özelleştirme, dar anlamda Kamu İktisadi Kuruluşlarının mülkiyet ve yönetimlerinin özel kesime devri, geniş anlamda ise, siyasal, sosyal, mali ve ekonomik sebeplerle ulusal ekonomide kamu kesiminin ekonomik faaliyet hacminin küçültülmesi anlamına gelir. Özelleştirme uygulamalarının özellikle 1980’li yıllarda yaşanan dış borç krizlerinde yaygınlaştığı, gerek blok satış gerekse hisse yoluyla gerçekleştirilen özelleştirmelerin dış borç ödeme veya kolaylaştırma amaçlı olarak kullanıldığı ve uluslararası finansal kuruluşların ön şartları arasında yer aldığı görülmüştür. Özelleştirilen şirketler çoğu yabancı sermayeli olan satın alan kuruluşlara tekel kârlarını sağlarken bağlı bulundukları ülkeler için de yabancı sermaye kaynağı haline gelmiştir Bütçe açığından söz edildiğinde genellikle konsolide bütçe açığı kavramı anlaşılır. Oysa devletin kamu tüzel kişiliğini temsil eden hazinenin sorumluluğu yalnızca bununla sınırlı değildir. Bu nedenle devletin sorumluluğundaki açıkları ifade etmek için bütçe açığından daha 180 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım b. Dışsallıklar 6. Devletin kamu harcamalarının finansmanında kullanılmak üzere topladığı vergilerin türlerine göre ekonomik büyüklükler üzerinde oluşturduğu etkilere ne ad verilir? c. Transfer malları a. Bütçenin hukuki işlevi d. Toplumsal mallar b. Bütçenin siyasal işlevi e. Sübjektif mallar c. Bütçenin mali işlevi 2. Aşağıdakilerden hangisi bir toplumda kamu sektörünün ekonomiye katılmasının nedenleri arasında yer almaz? d. Bütçenin toplumsal işlevi 1. Eğitim ve sağlık gibi mallara ne ad verilir? a. Yetkinlik malları e. Bütçenin iktisadi işlevi a. Negatif dışsallıkların kontrolü 7. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG) aşağıdakilerden hangisini kapsamaz? b. Mal ve hizmet sağlanması a. Konsolide bütçe c. Uluslararası topluma entegrasyon b. KİT kâr ve zararları d. Gelir ve servetin yeniden bölüştürülmesi c. Mahalli idarelerin açıkları e. Rekabetin özendirilmesi d. Sosyal güvenlik kuruluşlarının bütçe dengeleri 3. Devletin görevlerini yerine getirebilmesi için, gerekli olan mali araçların elde edilmesi ve kullanılması sanatına ne ad verilir? e. Bankacılık sektörü aktifleri b. Kamu geliri 8. “Dış borç servis oranı” bulunurken belli bir yılda dış borçların faiz ve anaparası olarak ödenmesi gereken toplamın aşağıdakilerden hangisine bölünmesi gerekir? c. Kamu maliyesi a. İç borçların kümülatif miktarına d. Wagner yasası b. İç ve dış borçlar toplamına e. Konsolidasyon c. Cari ödemeler kazançlarına a. Kamu harcaması 4. Türkiye’de merkezi bütçe içinde harcamacı dairelerin TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay vb. şeklindeki bölünüşü kamu harcamalarına yapılan sınıflandırmalardan hangisine girer? bilançosundaki döviz d. Cari ödemeler bilançosundaki pasif alacaklara e. Cari ödemeler bilançosundaki aktif alacaklara 9. Devletin para basarak giderlerini karşılamasına ne ad verilir? a. Bağımsız sınıflamalar b. İktisadi sınıflamalar a. Senyoraj c. Fonksiyonel sınıflamalar b. Vergi d. İdari sınıflamalar c. Mali terkin e. Dikey sınıflamalar d. Enflasyon 5. Devletin belirli bir süre içindeki gelir ve giderlerini tahmini olarak belirleyen, gelirlerin toplanmasına, giderlerin yapılmasına izin veren tasarrufa ne ad verilir? 10. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı hangi yıl kurulmuştur? a. Bütçe a. 1980 b. Mali istikrar b. 1984 c. Mali tevzin c. 1989 d. Devri tahakkuk d. 1994 e. Sübvansiyon e. Akım şeması e. 2001 181 www.hedefaof.com Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 2 2010 yılında Türkiye’de toplam vergi gelirleri 216.109 milyon ’dir. Bunun 61.621 milyon ’si vasıtasız (dolaysız), 147.096 milyon ’si vasıtalı (dolaylı) vergilerdir. Dolayısıyla Türkiye’de vergi gelirlerinin yaklaşık olarak %70’i vasıtalı vergilerden elde edilmektedir. Bu son derece sağlıksız bir vergi yapısıdır. Zira, gelişmiş ülkelerdeki oranlar bunun tam tersidir. Yani bu ülkelerde vergi gelirlerinin çoğunluğu vasıtasız vergilerden oluşmaktadır. Vasıtasız vergiler vasıtalı vergilere göre daha adaletli, daha eşitlikçi yönü olan vergilerdir. Ancak toplanmaları oldukça zordur. O nedenle oy kaybını göze alamayan siyasi iktidarlar toplanması daha kolay olan vasıtalı vergilere yönelirler. Oysa gelir düzeyi ne olursa olsun herkesten aynı miktarda alınan bir vergi doğal olarak adaletsizliği besleyecektir, zira esas olan kişilerin kazandıkları gelir düzeyine hassas olan bir vergi sistemidir. Türkiye’deki bu vergi yapısı çok uzun dönemlerden beri uygulanan yanlış politikaların günümüze kadar getirdiği olumsuz bir mirastır. 1. a Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 2. c Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 3. c Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 4. d Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 5. a Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 6. e Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Maliyesi Bütçesi” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 7. e Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Kesimi Borçlanması” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 8. c Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Kesimi Borçlanması” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. a Yanıtınız yanlış ise, “Kamu Kesimi Borçlanması” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 KKGB’nin GSYİH’ ye oranının negatif olması, özellikle yüksek faiz oranı ile kronik bir borçlanma sürecine girmiş ülkelerde oldukça yararlı sonuçlar doğurabilir. Burada en önemli unsur, kamuda ortaya çıkarılan faiz dışı fazlanın borçların geri ödenmesinde kullanılması ve böylece borçlanma faizlerindeki yükselme sürecinin ve “borcun borçla ödenmesi” kısır döngüsünün kırılmasıdır. 10. d Yanıtınız yanlış ise, “Özelleştirme” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 1980’li yıllarda dünya ülkelerinin bir çoğu devlet ağırlıklı bir ekonomik yapıdan piyasa ekonomisine geçiş yapmış veya yapmaya çabalamıştır. Birçok ülkede ilk başlarda büyüme oranlarında önemli artışlar gözlense de rekabetçi bir ekonomi sosyal açıdan bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Yoksulluk oranlarında artışlar ve gelir eşitsizliği katsayılarında yükselmeler meydana gelmiştir. Öte yandan dışa kapalı ekonomilerde daha az miktarda görülen ekonomik krizlerin sayısında ve şiddetinde küreselleşme ile birlikte büyük artışlar olmuştur. Her kriz işsiz sayısını artırmış ve sosyal problemler giderek büyümüştür. Dolayısıyla piyasa ekonomisine geçiş süreci çok sayıda artısı yanında önemli eksileri de beraberinde getirmiş ve sosyal refahta beklenildiği kadar ilerleme sağlanamamıştır. Sıra Sizde 4 Türkiye’nin brüt dış borç stoku 2011 yılında 306,4 milyar dolardır. Bunun 83,8 milyar doları kısa vadeli, 222,6 milyar doları uzun vadeli dış borçtur. Bu veriler altında dış borç stokunun vade yapısının sağlıklı bir yapı arz ettiğini, kısa vadeli dış borcun az, uzun vadeli dış borcun fazla miktarda olmasının pozitif olarak değerlendirilebileceğini söyleyebiliriz. Kamu ve özel sektör borçlarının her ikisi de aynı özelliği taşımaktadır: Kamunun dış borç stoku olan 94 milyar doların 87 milyar doları uzun vadeli, 7 milyar doları kısa vadeli iken, özel sektörün toplamda 202,6 milyar dolar olan dış borç stokunun 75,5 milyar doları kısa vadeli, 127,1 milyar doları ise uzun vadelidir. 182 www.hedefaof.com Sıra Sizde 5 Dornbusch, R., Fischer S. and Startz, R. (2004). Macroeconomics. Boston: McGraw Hill/Irwin. Ninth Edition, Bazı idealist, yetenekli ve kapasiteli kamu yöneticileri sayesinde çok başarılı bir şekilde yönetilen Kamu İktisadi Teşebbüsleri olmuştur ve halen de vardır. Ancak bu kuruluşlar siyasi baskılara son derece açıktır ve bu baskılara uzun bir süre direnebilmek kolay değildir. Öte yandan çok sayıda KİT yöneticisi kendi çıkarlarını maksimize etmeyi kurum çıkarları maksimize etmenin önünde tutabilmektedir. Oysa özel sektörde bu şekilde davranmak mümkün olmadığı gibi olsa bile başarısızlığın yükünü kendileri çekmektedir. O nedenle verimliliği yükseltmek, sermaye piyasasını geliştirmek, fiyatları rekabetçi düzeye çekmek ve gizli işsizliği önlemek için özelleştirme süreci desteklenmektedir. Dornbusch, R., Fischer, S. and Startz, R. ve diğerleri (2007). Makroekonomi. Çev. Salih Ak, Ankara: Gazi Kitabevi. 9. baskı. DPT (2009). Ekonomik Gelişmeler. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları, Kasım. DPT(2009). Uluslararası Ekonomik Göstergeler. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları. DPT, (2009). Genel Ekonomik Hedefler ve Yatırımlar 2010. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları. 17 Ekim DPT, (2009). 2010 Yılı Programı. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları. Edizdoğan, N. ve diğerleri (2010). Kamu Maliyesi. Bursa: Ekin Kitabevi, 11. baskı Yararlanılan Kaynaklar Eğilmez, M. ve Kumcu, E. (2005). Ekonomi Politikası, Teori ve Türkiye Uygulaması. İstanbul: Remzi Kitabevi. 9. Basım, Abel, Andrew B. and Bernanke, B. S. (2005). Macroeconomics. Boston: Pearson. Eğilmez, Mahfi (2010). Makroekonomi, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2. baskı. Ataç, E. vd., (2006) Devlet Bütçesi, Ed. Engin Ataç ve Tayfun Moğol, Eskişehir:Anadolu Üniversitesi Yayını No: 1686, Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 873, Ertek, T. (2009). Makroekonomiye Giriş. İstanbul: Beta Yayıncılık, 3. baskı. Begg, D., S. Fischer and Dornbusch, R. (2003) Economics. 7th Ed., London: McGraw-Hill. Gordon, R. J. (1993) Macroeconomics. New York: Harper Collins College. 6th Ed. Begg, D., S. Fischer and Dornbusch, R. (2010). İktisat. Çev.Ed. Vildan Serin, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 8. baskı. Blanchard, O. (1997). Prentice Hall International. Günsoy, B. (2010). Makroekonomik Göstergelerin Yorumlanması, Makro İktisat Teorisi içinde, (Edt. Muharrem Afşar), Eskişehi: Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2123, AÖF Yayını No: 1151. Macroeconomics. Günsoy, B.ve Günsoy, G. (2009). Yapısal Reformların Ekonomik Başarısı, Ekin Kitabevi, Bursa. Bulutoğlu, K. (2008) Kamu Ekonomisine Giriş, 7.B., Maliye ve Hukuk Yayınları, Ankara. Coşkun, G. (1994) Devlet Bütçesi, Turhan Kitabevi, Ankara. Ison, S., and Wall, S. (2007). İktisat Giriş. Çev. Ahmet Çakmak vd., İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. Çepni, E. (2007). Ekonomik Göstergeler ve İstatistikler Rehberi. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2. baskı Karluk, S. R. (2009). Uluslararası Ekonomi. İstanbul: Beta Yayınevi, 9. baskı. Çolak, Ö. F. ve Aktaş, A. (2009). Makro Ekonomik Göstergelerin Yorumlanması. Ankara: Eflatun Yayınevi. Kazgan, G.2009. Küreselleşme ve Ulus Devlet, Yeni Ekonomik Düzen. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 5. baskı. Demirbaş, M. ve Türkoğlu, M. (2002). Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi, SDÜ İİBF Dergisi, Y.2002, C.7, S.1, ss.241-264. Mankiw, N. G. (2004). Principles of Macroeconomics. Australia: Thomson, SouthWestern. Third Edition, 183 www.hedefaof.com Mutluer, K. ve diğerleri (2007). Teoride ve Uygulamada Kamu Maliyesi. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. TCMB (2009). Enflasyon Raporu, 2009-IV. Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları, Özel, S. (2000). Türkiye’de Enflasyon, Devalüasyon ve Faiz. İstanbul: Alkım Yayıncılık. TCMB (2010). Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkanı’nın Konuşmaları: Durmuş Yılmaz’ın Adana Sanayi Odası Sunumu, 17 Şubat 2010; 2010 Ocak Enflasyon Raporu Basın Toplantısı Tutanakları, 26 Ocak 2010. (www.tcmb.gov.tr) Özkazanç, Ö. ve diğerleri (2006). İktisat Teorisi. Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 1456, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 773. TÜİK (2012). Haber Bülteni, Sayı: 149, 16 Temmuz 2012. Parasız, İ. (2006). Makroekonomi: Teori ve Politika. Bursa: Ezgi Kitabevi. 9. baskı. Türk, İ. (2008). Maliye Politikası, Ankara: Turhan Kitabevi, 21. baskı. Parasız, İ. (2003). İkinci Kuşak Kalkınma Politikaları ve Reformlar, Washington Uzlaşmasından Post-Washington Uzlaşmasına. Bursa: Ezgi Kitabevi, Uluatam, Ö. (2009). Kamu Maliyesi. Ankara: İmaj Yayınevi, 10. baskı. Uzunoğlu, S. (2003). Para ve Döviz Piyasaları. İstanbul: Literatür Yayıncılık. 2. baskı. Parkin, Michael (2010). İktisat, Çev. Özcan uzun vd., Addison Wesley, Ankara: Akademi Yayıncılık, Ünsal, Erdal M. (2005). Makro İktisat. Ankara: İmaj Yayınevi.6. baskı. Pınar, A. (2008). Kamu Maliyesi ve Maliye Politikası, Ankara: Turhan Kitabevi, 4. baskı. Pınar, A. (2010). Maliye Ankara.Naturel Yayıncılık, Ünsal, E. M. (2007). İktisada Giriş. Ankara: İmaj Yayınevi. Politikası. Yıldırım, K. ve diğerleri (2006). Makroekonomi. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 5. baskı. Romer, D. (2006). Advanced Macroeconomics. McGraw-Hill/ Irwin. Third Edition, Yücel, F. ve Kalyoncu, H. (2010). “Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri ve Ülke Ekonomilerini Etkileme Kanalları: Türkiye Örneği”, Maliye Dergisi, Sayı:159, TemmuzAralık. Seyidoğlu, H. (2002). Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük, İstanbul. Güzem Can Yayınları, 3. Baskı Sloman, J. (2004) İktisat, Makro. Çev. Ahmet Çakmak, İstanbul: Bilim Teknik Yayınevi. TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, “Borç Göstergeleri” sunumu, 2 Temmuz 2012. TC Kalkınma Bakanlığı (2011). Orta Vadeli Program (2012-2014), 17 Ekim 2011. TC Kalkınma Bakanlığı (2012). Dokuzuncu Kalkınma Plânı (2007-2013), 2012 Yılı Programı. TC Kalkınma Ekonomisinde Temmuz 2012. Bakanlığı Haftalık (2012). Türkiye Gelişmeler, 20 TC Kalkınma Bakanlığı (2012). Ekonomik Gelişmeler, Şubat 2012. TC Kalkınma Bakanlığı (2012). Ekonomik Gelişmeler, Mayıs 2012. TCMB (2009). Finansal İstikrar Raporu 2009. Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları, 184 www.hedefaof.com