karesi beyliği karesi sancağı balıkesir

advertisement
KARESİ BEYLİĞİ
KARESİ SANCAĞI
BALIKESİR
TÜRKALİ KÖYÜ
Prof. Dr. Mehmet SEREZ
2013
1
İÇİNDEKİLER
KARESİ BEYLİĞİ-KARESİ SANCAĞI-BALIKESİR
BATI TRAKYA TÜRKLERİ
Hz. MUHAMMED’İN YAŞAMINDA, Hz. ALİ’NİN YERİ
Hz. Muhammed (Mekke, 57-Medine, 632) Dönemi
HALİFELER DÖNEMİ
Halife Ebubekir Dönemi
Halife Ömer Dönemi
Halife Osman Dönemi
Halife Ali Dönemi
Hasan ve Hüseyin Dönemi
TAHTACI-TÜRKMEN ALEVİLERİ
ALEVİLİK
Alevilere İlişkin Adlandırmalar ve Kavramlar
Aleviliğin Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi
OSMANLI DÖNEMİNDE ALEVİ AYAKLANMALARI
Ayaklanmalarının Nedenleri
Osmanlıda Alevilere Karşı Devlet Baskısı
Ayaklanmalara Neden Olan Şah İsmail Dönemi
KÜRT-İSLAM AYAKLANMALARI, 1919-1925
TÜRKALİ KÖYÜ
KAYNAKLAR
2
KARESİ BEYLİĞİ - KARESİ SANCAĞI - BALIKESİR
Antik Çağda Troas Bölgesi içerisinde yer alan Troia halkı, M.Ö. 1194-1184
arasında 10 yıl devam eden Troia Savaşı’nda, Troia (İlion, Turusia) Döneminde
(M.Ö. 3.000-1.000) Balıkesir yöresinde oturmakta olan ve Luwi soyundan gelme,
Liydia dilinde “Kayın ağacı” anlamına da gelen “Mysia (Moesia-Mysi)” halkı ile
birlikte, uzun saçlı Akalara (Mykenler) karşı savaşa katıldılar. Homeros’un İliada
Destanı’nda bu savaşın son 51 günü ayrıntılarıyla birlikte anlatılmakta ve
Akhilleus tarafından Hektor’un öldürmesiyle de acı bir sonla bitmektedir.
Homeros’un İliada ve Odysseia’da Yunan halkı için müştereken adlandırdığı
Akalar (Ahaylar, Mikenler) ile Troialılar arasında yapılan bu savaşta, tüm Tanrılar
taraf tutmasına rağmen, Olympos ile İda (Kaz) Dağı arasında gidip gelen, fakat
genellikle İda Dağı’nın tepesinde Gargaros’ta oturan ve savaşı yukarıdan
seyreden Zeus, tarafsız ve kararsız kalır.
Balıkesir’in eski adı Akiros veya Akiraos olup, daha sonraları Roma İmparatoru
Andriye’ye izafeten, Andriyanotere adını almış ve Andriye’nin burada yaptırdığı
Palyo Kastro adlı bir şato’nun adından da kaynaklanarak, Balı Kasrı-Balı Kisra-Poli
Kayseros-Balık Hisarı-Balıkesri ve Balıkesir adlarına dönüşmüştür.
Asya’da büyük bir İmparatorluk kuran ve Papazların Türkistan’ı istilası
sonunda da Putperest olan Moğollar, Avrasya’yı fethetmek için, soykırıma
dayanan öldürme, işkence ve yağmacılıkla ganimet peşinde koşan, barbar ve
istilacı bir kavim olarak ortaya çıktılar. Moğol Kağanı, Moğol Devleti’nin kurucusu
ve asıl adı Timuçin olan Cengiz Han, 1219’da Sultan Muhammed Şah’ın ülkesi
olan Harizmşahlar’a yaklaşık 600-700 bin kişilik bir orduyla saldırdı. Bu saldırı
sırasında Cengiz Han’a Cafer Hoca, Hasan ve Danişment adlı üç Müslüman da
yardım etmiştir. Bu ülkenin başkenti olan Semerkant Hükümdarı, Müslüman ve
fakat 500 Moğol elçisini öldüren ve Selçuklu Hükümdarı Alpaslan’ın karısının da
babası olan Kadir Han’a (947-1030) da saldırdılar. Tatarları ve Naymanları
yendiler. Pekin’i 1211’de kuşatıp ve 1215’de de zapt ederek Çin’e hâkim oldular.
Moğolların Güney Orduları, Cengiz Han’ın (Timuçin) küçük oğlu Toluy (Tuli)
Komutasında ve 1222-1224 arasında, Anadolu’nun içlerine kadar sokuldular.
Çinlilere göre, Kara Tatarlar (Orman Halkı) soyundan geldiğine inanılan ve Onon
Irmağı kenarında Dokuz Tuğ dikildikten sonra, 1206’da bir Şaman tarafından
Hakan ilan edilen Cengiz Han (Dülün Bolak, 1155-18.08.1227), Si-Hsia Devleti’ne
karşı savaş açtı. Fakat bu ülkenin tesliminden bir iki gün önce Çin’in bugünkü
eyaleti Kansu’da Tangut Seferi sırasında attan düşerek yaralanmış, hastalanmış
(1226) ve Tan-gutlar teslim olduktan sonra, 72 yaşında iken 18 Ağustos 1227’de
ölmüştür. Cengiz Han, karşı koyanlara karşı çok merhametsiz, Şaman, büyücü ve
kâhinlerle ilişki kuran batıl inançlı, çetin ve korkusuz süvarileriyle son derece
barbar ve fakat Müslüman devlet adamlarından da yararlanan bir insandı.
Ölümünden sonra bu defa komuta, oğulları (Çağatay, Ügedey, Tuli ve Cuci) ve
torunlarına geçmiştir. Çin Denizi’nden Moskova’ya, Orta Asya, İran, Afganistan ve
Cengiz Han’ın yerine seçtiği 3. oğlu olan Ügedey’in (Ogoday)(1229-1241)
Komutasında, 1237-1241 arasında da Doğu Avrupa ve Güney Rusya’yı altüst
ettiler.
Moğollar, 1231’de Anadolu’ya girerek Artuklu ve Eyyubi şehirlerini istila
ettiler. Daha çok Bâtıni casuslarının kışkırtmaları ile Batı’ya akmaya başlayan
Moğollar, Sivas yakınlarına kadar ulaştılar. Seluklu Sultanı I. Alaeddin Kaykubad,
1232’de Kemaleddin Kamyar Komutasında bir ordu göndererek, Ahlat, Bitlis ve
Van yörelerini Moğolların elinden aldı ve Moğol Hanı Ögeday’a da bir elçi
göndererek barış teklif etti. Ögeday da Şemseddin Ömer adında bir elçiyi I.
Alaeddin Kaykubat’a gönderek, kendisini dünya hâkimi olarak kabul etmesi
3
halinde onunla savaşmayacağını bildirdi. Kaykabat, şartları kabul etti ve barış
sağlandı. Ancak, Kaykubat, 20 Mayıs 1237’de küçük oğlu İzeddin Kılıçarslan’ı
veliaht olarak ilan ettiği bir tören sırasında kuş etinden zehirlenerek ölünce
dengeler değişti. Bu defa büyük oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev devletin başına
geçti. 1237-1246 arasında Anadolu Selçuklu Hükümdarı olan II. Gıyaseddin
Keyhüsrev (?-Alanya, 1246) zamanında, Anadolu’da Baba İshak Horasani adlı bir
Türkmen Şeyhi, çevresinde topladığı Babaîlerle 1240’da ayaklandı. Bu ayaklanma
sadece dinsel bir amaç gütmüyordu. Moğolların Anadolu’yu ele geçirmek için,
daha önceden düzenledikleri bir tasarının sonucuydu. Babaî Müritleri arasına
karışan casuslar, Selçuklu Ordusu’nun başarı kazanmasını güçleştiriyordu. O
yıllarda Anadolu’ya gelen Moğol Komutanı Baycu Noyan, 30 bin kişilik bir
kuvvetle 1242’de Anadolu Selçuklularına doğru yürüdü ve Erzurum’u kuşattı. II.
Gıyaseddin Keyhüsrev de 80 bin kişilik ordusuyla Moğolları Sivas-Erzincan
arasında karşıladı. Moğollar Selçukluları Temmuz 1243’de Kösedağı Savaşı’nda
yendiler ve kendilerine bağladılar. Anadolu’da her şey bir anda tersine döndü.
1253-1258 arasında da Cengiz Han’ın torunu Hülagû Han’ın (1217-08.02.1265)
kurduğu İlhanlılar (İlhanlı) Devleti (1256-1353) sırasında, İran’ı da istila ettikten
sonra, Bağdat Kütüphane’sini yaktılar ve yağmaladılar (1258). Şam’ı aldılar
(1260). Daha sonraları ise, Selçuklularla birleşerek 1272’de Memluklularla ve
1292’de de Karaman oğullarıyla savaştılar. Anadolu üzerindeki Moğol baskıları,
1298’e kadar sürdürüldü. Anadolu Selçuklu Devleti, 1308’de II. Gıyaseddin
Mesud’un ölmesiyle tarih sahnesinden silindi.
Moğolların istilasıyla Orta Asya Türkmen Boyları, Ortadoğu’nun ve
Anadolu’nun değişik Batı ve uç bölgelerine göç ettiler. Anadolu’da Türklerin
kültürel ve etnik ağırlıkları arttı. Moğollar azınlıkta kalarak, Türkleştiler ve
İslamlaştılar. Moğolların istilasıyla Anadolu Selçuklu Devleti çökmeye başladı ve
Anadolu’da Türk Beylikleri kuruldu. 1175’de Moğolların Anadolu’ya doğru
ilerlemesiyle Eskişehir Ovası’nda toplanan yaklaşık 100.000 Türkmen Çadırı,
Denizli, Bergama, Balıkesir (Karia-Mysia-Balak Hisar) ve Edremit bölgelerine
dağıldılar.
Anadolu’nun Moğollar tarafından istilası sırasında, Orta Anadolu’nun
Sulucaöyük ve Kırşehir yöresinde çok sayıda,
Caferili Çepni Aşiretleri
yaşamaktaydı. Buralardaki araziler ise, Selçuklu Beyleri’nin Yundluğu (Kısrak
yetiştirilen yerler) idi. Moğollar gelince Çepni Gruplarının Beyleri de, Karesi
(Karaizi) ve Aydın illerine doğru göç ettiler.
Balkanlarda ilk Türk varlığı IV. Yüzyıl’dan itibaren görülmüş, Batıya doğru
ilerleyen Hunlar, 376’da Volga Nehri’ni geçerek Balkanlarda yerleşmeye
başlamışlardır. Özellikle Selçuklu Sultanı II. Alâeddin Keykubat (?-1257)
zamanında, Bizans yönetimiyle iyi ilişkiler kurulmuş, Dobruca Bölgesi’ne Sarı
Saltuklu Türkler yerleştirilmiştir.
Oğuz Türkleri ve Anadolu Türkmen Boylarından olan Tahtacıların, Moğolların
baskılarından Türkistan, Horasan ve Azerbaycan’dan kaçanlar ile birlikte ve daha
sonra da Sarı Saltuk (Şerif Hızır, Muhammed Buhari) ile beraber gelenlerden
oldukları sanılmaktadır. Ayrıca, 24 Nisan 1877-3 Mart 1878’de arasında devam
eden Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) sonunda, Balkanlar’ın yarısı Rusların eline
geçince, Rumeli’den Anadolu’ya büyük göçler oldu ve göçerlerin pek çoğu da
Balıkesir yöresine gelerek yerleştiler.
Anadolu’da Baba İshak Horasanî Ayaklanması sonunda, Ahmet Yasevî’ye bağlı
Horasan Alp Erenlerinden (Ahîlerin Seyfi kolu) savaşçı, mücahit, Şamanist ağırlıklı
ve Müslüman bir Türk Dervişi olan Sarı Saltuk (Mehmet Buhari veya Şerif Hızır),
1256’da “Hünkâr Hacı Bektaş’a imdat” diyerek 12.000 yoldaşıyla Anadolu’ya
geldi. Çünkü bunlar, VII. İmam Musa Kâzım soyundan gelen Hacı (Hoca) Bektaşî
4
Velî’yi kendilerine “Ser-çeşme” olarak tanıdılar. Sarı Saltuk, Sinop’tan Kırım
sahillerine geçti. Aktav Tatarları’nın Reisleri Şehzade Nogay’ın emriyle Dobruca’ya
ve 1264’de Kaligria-Romanya’ya geçtiler. Sarı Saltuk’un 1280-1281 arasında
Dobruca-Baba Dağı’nda ölmesi üzerine, Rumlar, Bulgarlar ve Ruslar tarafından
rahat bırakılmayan bu Türkmen oymağı, daha fazla baskılara dayanamayıp, Sarı
Saltuk’un torunu Ece Halil Saltuk önderliğinde 20 bin çadırlık Türkmenler,
1306’de Çanakkale Boğazı’ndan Lâpseki’ye geçtiler.
Evliya Çelebi’ye göre Sarı Saltuk, Hazret-i Türkistan Ahmed Yasevi tarafından,
Selçukeli’ndeki ayaklanmalar dolayısıyla huzursuz olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin
emirlerini yerine getirmek için Kırşehir’e gönderilmiş, çevrede huzur ve sükunu
sağlamış, Hacı Bektaş da kendisini Piri Ahmed Yasevi’den aldığı ilhamla önce
Sinop’a, sonra da Dobruca’ya göndermiş.
Karesi Bey’in rüyasına giren Hazret-i Türkistan Ahmed Yasevi kendisine, “Hani
senin gayretin? Küffar Sarı Saltukları sarmıştır. Kılınç ne güne kuşanılur? Var
derya canibine, ibraz-ı şecaat eyliye ki mahbub-o Hüda olsun” demiş. Karesi Bey
de gemiler göndererek Gelibolu kıyılarında böylesine himmet bekleyen Sarı
Saltukları aldırtmış. Beyliğin içine yerleştirmiş.
Karesi Bey, Selçuklular döneminde bir “Uç Beyi” idi ve Sarı Saltuk taraftarları
bazı savaşlarda Karesi Beye yardım ettiler. Sarı Saltuk taraftarlarının önderi Ece
Halil Saltuk, Karesi Beyle anlaşarak, Karesi topraklarının değişik bölgelerine ve
özellikle Kaz Dağı’nın kuzey eteklerine Dağ Obası ve Evciler çevresine yerleştiler.
Şamanist inancına göre kutsal sayılan Kaz’ın adını da İda Dağı’na verdiler. Öyle
ki, 1308’de Bayramiç ve Ezine çevresinde “Türkmen Prensliği” kuruldu ve fakat
bu Prenslik aynı yılda, Karesi Beyliği’ne bağlandı.
Dobruca Beyliği: Sarı Saltuk'un oğlu Seyit İsmail Saltuk'un 1281-1299 arasında
Dobruca'da varlık gösteren kısa ömürlü bir Türkmen Beyliği idi. Seyit İsmail Saltuk, bir
grup askerle birlikte Trabzon İmparatorluğu tarafından ele geçirilen Sinop ve Amasya
yöresi’ni geri aldı. Ancak Selçuklu Veziri Muhittin Pervane (1262-1277), IV. Kılıç Aslan
aracılığı ile Seyit İsmail Saltuk ve adamlarını o bölgeden uzaklaştırıp, oraya oğlunu Vali
olarak atadı. 1264’de İsmail Saltuk da Bizans’tan yer isteyip, erenleri ve binlerce çadırlık
Çepni ile birlikte Deliorman Bölgesi’ne yerleşti. Taht kavgası nedeniyle birbirlerine düşen
Anadolu Selçuklu Sultanı (1237-1246) II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in çocuklarından biri,
Bizans İmparatoru (1259-1282) Mikhail VIII. Palaiologos’dan (1224-11.12.1282) kendisi
ve çevresi için de yer istemiş ve Selçuklu Beyleri de Seyit Sarı Saltuk ile birlikte
Deliorman Bölgesine giderek Çepnilere karışmıştır. Seyit Sarı Saltuk daha sonra Kırım’a
geçerek Altın Ordu Hanı Nogay ile birlikte 1281’de Kırım’dan Dobruca’ya geçip, Tuna
boylarını aldılar ve yurt edindiler. 1282'de İsmail Saltuk ve idaresindeki Çepni boyları
Dobruca Bölgesi’ne yerleşerek Dobruca Beyliğini kurdular. Ancak Seyit İsmail Saltuk,
1297’de Dobruca’daki İsakça Kenti’nde vefat etti ve İsakça yakınlarındaki Babadağ’a
defnedildi.
Neticede, XIII. Yüzyılda Selçuklu Türkmenlerinin Anadolu’dan Dobruca’ya önemli
göçleri ve kolonileşmeleri oldu. Sarı Saltuk’un oğlu İsmail Saltuk, 1297’de vefat edince,
Dobruca Beyliği’nin başına, oğlu Ece Halil Saltuk geçti. 1299’da Altın Ordu’daki taht
kavgaları sonunda hâkimiyeti ele geçiren Tatar Hakanı ve boyları, Altın Ordu Hanı
Nogay'a ve Nogay'ın en sıkı müttefiki olan Türkmenlere, Bizans’ın da kışkırtmasıyla,
Dobruca yöresinde saldırdı. Yönetimi ele geçiren Tatarlar, Ece Halil Saltuk Komutasındaki
Çepnileri ve müttefiki olan Altın Ordu Hanı Nogay’ın Ordusu’nu dağıttılar. 1310’da (bazı
kaynaklara göre, 1306) Sarı Saltuk’un torunu Ece Halil Saltuk, öldürülen Altın Ordu Hanı
Nogay’ın eşi Çiçek Hatun ve oğlu Türi ile bir kısım Nogay askerlerini de yanına alarak,
tüm Türkmenlerle birlikte, Çanakkale Boğazı’ndan Lâpseki’ye geçerek Karesi Beyliği'ne
sığındılar (kaynaklara göre, 10-150 bin çadır). Karesi Kumandanları Gazi Evranos ve Hacı
İlbeyi, Sarı Saltuk'un soyundan gelen bu Türkmenleri ve Ece Halil Saltuk’u hürmetle
karşılar ve Karesi topraklarına yerleştirir. Ece Halil, Karesi kumandanlarından biri olarak,
Bizans'a karşı savaşır. Karesi Beyliği'nin 1360'ta Osmanlı tarafından ilhak edilmesiyle
5
birlikte, Ece Hali Saltuk da Osmanlı hizmetine girer. Bugün Balıkesir ve Çanakkale İlleri ile
Bergama yöresinde yaşayan 100'den fazla Alevi-Çepni köylerinin bu Türkmenlerin devamı
olduğu sanılmaktadır. Bir kısmının da diğer Türkmen boylarıyla karışarak SünnileştiğiManavlaştığı zannedilmektedir.
Alevi Türkmenlerinin yoğun olduğu Silistre, Dobruca ve Deliorman yöresinde,
Alâeddin Keykubat neslinden, soyu Selçuklu Sultanı II. İzeddin Keykavus’a kadar
uzanan ve Şeyhlikten Şahlığa geçmek isteyen, iyi eğitim görmüş ve Türk
mutasavvıfı olan Şeyh Bedreddin (Bedreddin Simavi)(Sivavna-Edirne, 1359Serez, 18.12.1416) ayaklandı. Fakat Sultan (1413-26.05.1421) I. Mehmed
(Mehmed Çelebi)(Edirne, 1389-Edirne, 26.05. 1421), Şeyhülislam’dan fetva
alarak Bedreddin’i bir heyet tarafından yargılatmış ve 18 Aralık 1416’da Serez
çarşısında bir dükkânın önünde astırmıştır. Bazı kaynaklar idam tarihini 1420
olarak verir.
Simavna Kadısısoğlu, Musa Çelebi’nin Kazaskeri ve bir nevi Şeyhülislâmı olan ilim
adamı Şeyh Bedreddin, belli çevrelerce kullanıldı. 1383’e kadar Edirne ve Bursa’da
dönemin tanınmış din bilginlerinden dersler aldı. Bir süre Konya ve Şam’da kalıp hac
ziyaretini de yerine getirdi. Kazasker olarak görev yaptığı Musa Çelebi’nin Çelebi
Mehmet’e yenilmesinden sonra, 1413’de, Sultan Çelebi Mehmed tarafından yüksek bir
maaş verilerek İznik’te mecburi ikamete zorlanan Şeyh Bedreddin, Aydın ve İzmir
taraflarında fesada başlayan Börklüce Mustafa ve Manisa civarında ortaya çıkan ve
aslında bir Yahudi dönmesi olan Torlak Kemal ile olan eski ilişkilerinden korkarak,
Kastamonu-Sinop-Kefe üçgenini takipten sonra Eflak Voyvodasına sığındı. Daha önce
Şeyh Bedreddin’in kazaskerliği sırasında onun kethüdalığını yapan Börklüce Mustafa,
İzmir’de, Urla yarımadasının kuzey tarafındaki Karaburun’da, Yahudi dönmesi Torlak
Kemal ise, Manisa’nın Kızılbaşlarla meskûn bölgelerinde Osmanlı Devleti’nin aleyhinde bir
isyan hareketine hazırlık yapıyorlardı. Şeyh Bedreddin’in de Rumeli’de bu tür hareketlere
girişme teşebbüsleri bardağı taşıran son damla oldu. Bizans bunları şiddetle
destekliyordu. Ordularının sayısı 5.000 ve 10.000’lerle ifade edilen ve Dede Sultan diye
de anılan Börklüce Mustafa’nın isyanı, Timurtaş Paşazade Ali Bey’in de mağlup olmasıyla
ciddileşti. Sultan Çelebi Mehmed’in oğlu Şehzade Murad, Bayezid Paşa’nın da yardımıyla
Börklüce Mustafa ve asi kuvvetlerin üzerine yürüdü ve ele geçirilen Dede Sultan
(Börklüce Mustafa) idam edildi. Bunu Torlak Kemal’in tepelenmesi izledi ve böylece
Osmanlı Devleti’nde ilk ciddi alevi isyanı bastırılmış oldu. Bunun üzerine Rumeli’deki
Deliorman’da yerleşen Şeyh Bedreddin isyanı genişletme çabalarını sürdürdü. Selanik
taraflarında Düzmece Mustafa ile meşgul olan Sultan Çelebi Mehmed, olayı duyunca
hemen Serez’e geldi ve Bayezid Paşa’nın da gayretiyle Şeyh Bedreddin ele geçirildi ve 18
Aralık 1416’da Serez çarşısında, bir nalbant dükkânının önünde, elbiseleri çıkartılarak
çırılçıplak idam edildi. İdamına fetva veren ise, Sa’deddin Teftezâni’nin talebelerinden
olan Herat’lı Mevlânâ Haydar Başkanlığı’ndaki bir mahkemede idi. Önce Serez’de bir
türbeye defnedildi. Rumeli topraklarının yitirilişi yıllarında mezarından çıkarılarak
kemikleri 1961’de İstanbul’a getirildi ve Divanyolu’ndaki Sultan II. Mahmut Türbesi
Hazinesi’ne defnedildi.
Şeyh Bedreddin İsyanı: Bedreddin, Osmanlı Devletinin idaresini ele geçirmek isteyen Batıni
lideri idi. Dedesi Abdülaziz, Sultan Birinci Murat Hanın ilk zamanlarında Dimetoka’da ölmüş, babası
İsrâil ise, Dimetoka’daki Bizans kumandanının kızıyla evlenerek Samavna Kalesi’ne Kadı tayin
edilmişti. Bu evlilikten 1368’de Şeyh Bedreddîn doğdu. Simavne Kadısı oğlu diye biliniyorsa da
sonradan yakıştırma suretiyle yanlışlıkla Kütahya’nın Simav kasabasına nispet edilerek Bedreddîn
Simavî denildi. Şeyh Bedreddîn küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. İlmini arttırmak için önce
Bursa, sonra Konya ve Kahire’ye gitti. Kahire’de büyük âlim Seyyid Şerîf Cürcânî ve Aydınlı Hacı
Paşa ile beraber Mübârekşâh Mantıkî’den din ilimleri, felsefe ve mantık okudu. Tahsilini
tamamladıktan sonra Tebriz’e giderek, Timur Hanın huzurunda yapılan ilmî sohbetlere iştirak etti.
Daha sonra Kazvin’e giden Şeyh Bedreddîn, burada doğru yoldan ayrılarak sapık Batınilik fırkasına
girdi. Dönüşünde Memlûk Sultanı MelikZâhir Berkuk’un oğlu Ferec’e hoca tayin edildi. Bir müddet
sonra Anadolu’ya dönerek Karaman, Germiyan, Aydın, Tire ve diğer bazı Batı Anadolu şehirlerini
dolaştı. Daha sonra Edirne’ye yerleşen Şeyh Bedreddîn’in bu faaliyetleri Osmanlı Devletinin fetret
devrine tesadüf etmiştir. Edirne’de hükümdarlığını ilan eden Musa Çelebi, Şeyh Bedreddîn’i
6
kazasker tayin ederek, bilmeden onun nüfuzunun yayılmasına yardım etti. Bundan istifade eden
Şeyh Bedreddîn, sinsi bir şekilde faaliyetlerine hız verdi. Onun asıl gayesi devlet idaresini eline
geçirmekti. Ancak Çelebi Mehmed Han, kardeşi Musa Çelebi’yi yenip birliği sağlayarak devlete
hâkim olunca, Şeyh Bedreddîn’i görevinden alarak, İzmit’te mecburi ikamete memur etti. İzmit’te
yerleşen Şeyh Bedreddîn, Osman oğullarının saltanatını yıkmak için, cahil halk tabakası üzerinde
etkili olabilecek fikirlerini yaymak için kitaplar yazdı. Her türlü mülkiyetin kaldırılması ve toprakla
malın müşterek olmasını tavsiye eden Şeyh Bedreddîn, komünizme benzeyen bir sistemi halk
arasında yaymaya başladı. Aynı zamanda bâtınîlik propagandası yaparak Ehl-i sünnet akidelerini
yıkmaya çalıştı. Şeyh Bedreddîn’in, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde halifeleri vardı. Bunlar arasında
bilhassa İzmir civarındaki Karaburun’da bulunan Börklüce Mustafa adındaki halifesi, etrafında
binlerce taraftar topladı. Şeyh Bedreddîn hacca gitmek bahanesiyle Kastamonu’ya ve oradan da
Sinop’a geçerek, bir gemiyle Kefe limanına çıktı. Daha sonra Eflak Voyvodasının yanına gitti. Eflak
Voyvodası Türk hâkimiyetinden kurtulmak ümidiyle Bedreddîn’e elinden gelen yardımı yaptı.
Böylece Rumeli’de Şeyh Bedreddîn, Karaburun’da Börklüce Mustafa, Manisa’da Börklüce’nin sağ
kolu Yahudi dönmesi Torlak Kemal, devlete isyan bayrağını açtılar. Tuna’nın güneyine geçen
Bedreddîn, ne kadar asi varsa etrafına toplayarak Deliorman’da kuvvetlerini arttırdı. Börklüce
Mustafa’nın beş bin kişiyle İzmir sancakbeyini yenmesi üzerine isyan korkunç bir hâl aldı. Son
olarak Saruhan sancak beyinin Börklüce’ye yenilmesi Çelebi Sultan Mehmed Hanı harekete geçirdi.
Veliaht Şehzade Muradın yanına Veziriazam Bâyezîd Paşayı katıp Börklüce’nin üzerine gönderdi.
Bâyezîd Paşa yapılan muharebede asilerin pek çoğunu imha etti. Kalanını esir aldı. Esirlerin çoğunu,
sorgulamadan sonra cezalandırdı. Börklüce Mustafa mahkeme edildikten sonra idamına karar verildi
ve karar yerine getirildi. Manisa civarında Torlak Kemal ile 3000 asi de yakalanıp öldürüldü.
Anadolu’da isyanın bastırıldığını öğrenen Şeyh Bedreddîn, Deliorman’da müşkül vaziyette kaldı.
Çünkü etrafında bulunan çapulcuların büyük bir kısmı Anadolu’daki isyanın bastırıldığını duyarak
kaçmışlardı. Bu sebeple Bâyezîd Paşa Rumeli’ye geçerek, Bedreddîn ve taraftarlarını Deliorman’da
küçük bir çarpışmadan sonra kolaylıkla yakaladı. Kardeşi Mustafa Çelebi’ye karşı Rumeli’ye geçmiş
olan Çelebi Sultan Mehmed Hanın bulunduğu Serez’e yolladı. Sultan Mehmed Han, onu Mevlana
Haydar başkanlığındaki mahkemenin huzuruna çıkarttı. Bedreddîn, Heratlı Mevlânâ Haydar’ın
sualleri neticesinde suçlu ve cezasının idam olduğunu bizzat kabul etti. 1420 senesinde Serez
pazarında asıldı. Bu suretle Mustafa Çelebi hâdisesi ile aynı zamanda vuku bulan ve devleti çok zor
duruma sokan ayaklanma, Bâyezîd Paşanın gayret ve çalışmalarıyla ortadan kaldırıldı. Şeyh
Bedreddîn, Ehl-i sünnet akidesini çok iyi öğrenmişti. Sonraları sapıtarak Peygamber efendimizin
yolunu yıkmak için sinsi fikirleri yansıtan bir çok kitap yazdı. Batıni itikadına göre yazdığı “Vâridât”
adlı eserinde, Cennet’i, Cehennem’i ve kıyamette insanların dirileceğini inkâr etmektedir
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşatmasından önce, 1451-1452 arasında
düşüncelerini gerçekleştirebilmek için, İstanbul’un fethi ve Midilli Adası’nın
alınması için oluşturulacak donanmaya gerekli olan kerestelerin ormanı bol Kaz
Dağı’ndan sağlanmasını emretmiş ve bu amaçla, Toroslar’dan orman ve kereste
işlerinin uzmanları olan, “Tahtacılar” getirilerek İda Dağı’nın güney yöresi
eteklerine yerleştirilmiş ve bu insanlar daha sonra da yerleşik düzene
geçmişlerdir denilmektedir. Diğer bir iddiya göre, 1300’lü yılların başında Sarı
Saltuk’a bağlı Türkmenlerin Kazdağı yöresine gelmesidir.
1859’da Şeyh Şamil’in Ruslara teslim olmasından sonra, Kafkasya’dan büyük
göçlerle gelenler de Karesi Sancağı çevresine, konar-göçer olarak yerleştirildiler.
Ancak, 1879’da Hüdavendigâr (Bursa) Vilayeti Valisi olan Ahmet Vefik Paşa
(Çadır Yırtan Paşa)(İstanbul, 03.07.1823-İstanbul, 02.04.1891), 1882’ye kadar
devam eden görevi sırasında, 1862-1864 arasında Karesi Sancağı’nda yaşayan
konar-göçerlerin iskânda direnmeleri nedeniyle, zor kullanarak ve bazı aşiret
beylerini de astırarak büyük bir iskân hareketini gerçekleştirmiştir. Bu yıllarda
Balıkesir civarına, XIII. Yüzyılda diğer aşiretlerle beraber gelen ve Caferli Çepni
aşiretine bağlı, konar-göçer Oymaklar da bulunmaktaydı. Örneğin, daha sonraki
yıllar olan 1884’de 32 Kışlakta Çepniler yaşamaktaydı. Tahtacılar ise; KozakDemircideresi, Sındırgı-Koruköy civarına, Savaştepe-Kongurca ve KepsutMehmetler Köyleri ile Pamukçu (Eftelya-İftille) civarında bulunan Türkeli
Çiftliği’ne iskân edildiler.
Karesi Beyliği, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV.
Romen Diyojen arasında, 26 Ağustos 1071’de gerçekleşen Malazgirt Meydan
7
Muharebesi’nden sonra, Selçuklu Beylerinden Kalem Beyin (Kalem-Şah) oğlu
Karesi Bey (Kara İsa; 1282-1328) tarafından 1297-1302 arasında kuruldu.
Karesi Beyliği, Orhan Gazi zamanında (737 Hicri, 1320 Miladi), Osmanlıya
savaşsız-kansız ilhak oldu. Osmanlı Hakanı; Hacı İlbey, Aça Bey, Gazi Fazıl Bey,
Evrenos Bey gibi kendisinin ve oğlunun saltanatlarında büyük hizmetler başarmış
Karesi büyüklerini takdir ettiği değerleriyle yanın aldı.
Orhan Bey 1345’de Balıkesir, Aydıncık, Bergama ve Edremit havalisini, Sultan
I. Murat da 1359’da tamamını Osmanlı topraklarına kattı. Karesi Sancağı 1840’a
kadar Hüdavendigâr (Bursa) Eyaletine, 1843’de Manisa Vilayetine, 1881’de Biga
Sancağı ile birlikte Karesi Vilayeti’ne, 1881-1888 arasında tekrar Hüdavendigâr
Eyaletine bağlı Karesi Vilayeti oldu. 1909-1910 arasında ise, müstakil Sancak Bağımsız Mutasarrıflık oldu. 1923’de Karesi İli ve 1926’da da Balıkesir İli adını
aldı.
Esir bir Arnavut olan Abdullah’ın oğlu Zağanos Mehmed Paşa, Ağustos
1444’de Vezir olmuş, Fatih Sultan Mehmed devrinde önemli rol oynamış, Belgrat
ve Arnavutluk Seferleri’ne katılmış, 1457’de Vezirlikten azledilerek, Donanma
Komutanlığı (Kaptan-ı Deryalığı) ve Gelibolu Sancak Beyliği’ne tayin edildi,
1458’de Mora Valiliği’nde bulundu. 1461’de Trabzon’un fethine Donanma
Komutanı olarak katıldı. 1467-1469 arasında Trabzon Sancak Beyliği görevlerinde
bulundu ve Trabzon İmparatoru David Komneos’un kızı Prenses Anna ile (üçüncü
eşi) evlendi. Fatih Sultan Mehmed’in çocukluk yıllarında askerlik hocalığını yaptı.
Fatih babasının vefatından sonra Taht’a çıktığı zaman Zağanos Paşa’nın kızı Sitti
Hatice Hatun ile evlendi. Zağanos Paşa ise, Sultan II. Murad’ın kızı ve Fatih’in
ablası olan Fatma Sultan ile evlenmiştir. Bu nedenle, Fatih’in hem eniştesi ve
hem de kayınpederi idi.
Fatih’in eşi Sitti Hatice Hatun, Zağanos Paşa’nın ikinci eşi Sitti Nefise Hatun’dan
doğmadır. Fatih’in ablasından doğma değildir. Sitti Nefise Hatun’un babası Temürtaş
Paşazade Oruç Gazi Bey ve annesi ise, Çelebi Sultan Mehmed’in kızı Fâtıma Kadın’dır.
Zağanos Mehmed Paşa İstanbul’un Fethi öncesinde, Rumelihisarı’nı yaptırmış
ve Osmanlı Donanması’nın kara yolu ile Kasımpaşa’ya indirilmesinde de emeği
geçmiştir. Emekli olarak sürgün veya azledilmiş olarak Balıkesir’de oturmakta
iken, 1461’de hayata veda etmiştir.
Zağanos Mehmed Paşa tarafından Balıkesir’de bir külliye olarak yaptırılan
Zağanos Paşa Camii, 3 Mart 1461’de ibadete açılmış, ancak, 29 Ocak 1898’deki
büyük depremde ağır hasar görmüş ve 1902’de yeniden inşa edilmiştir.
H.1278/1861-62 tarihli 16 Numaralı Zağanos Paşa Evkaf Defteri’ne göre,
Zağanos Paşa Vakfı’nın arazileri bugün Balıkesir şehir merkezinin doğu ve güney
tarafında bulunan geniş, verimli ovayı içerisine almaktadır. Vakıfların toplam
16.680,5 dönüm arazisi vardır. Balıkesir çarşı merkezinde 146 dükkânı
bulunmaktadır. Şehrin ilk ve tek bedesteninin yanı sıra, şehirde farklı yerlerde
kurulan 122 adet dükkan ile Zağanos Mehmed Paşa Vakfı yapıları tek başına bir
kasaba görüntüsü içindeydi.
1475-1550 arasında ve Padişah’ın fermanıyla, Karesi’den alınan binlerce aile
Balkanlara göç ettirildi. Bunların büyük bir kısmı Selanik çevresine yerleştirildiler.
Ekonomik yönden oldukça önemli bir bölge olan Karesi Sancağı’ndan elde
edilen zeytinyağı, örneğin 1867’de “Paris Uluslararası Fuarı”nda Altın Madalya
almış olmasına rağmen, Balıkesir yöresi bazı felaketlerle de karşılaştı. Örneğin
1484-1503 arasında kuraklık, veba salgını ve kıtlık oldu. 1503 ve 1572’de
Medrese Talebeleri (Suhte) ayaklandı. 1525-1527 arasında, 1914 ve 1916’da
çekirge felaketleriyle birlikte kıtlıklar yaşandı. 1577’de de büyük bir deprem oldu
8
ve pek çok ev yıkıldı. 1813’de Veba salgını oldu. Balıkesir ve civarını etkileyen
diğer büyük bir deprem ise, 29 Ocak 1898 günü saat 15.30’da oldu (Koca
Zelzele). Bu depremde, 2146 bina tamamen çöktü, 2050 bina hasar gördü, 138
kişi yaralandı ve 34 kişi öldü.
Celâlî İsyanları, 16. ve 17. yüzyıllarda, Osmanlı yönetimindeki Anadolu'da toplumsal
ve ekonomik yapının bozulmasından kaynaklanan ayaklanmaların tümüne verilen addır.
Bu ayaklanmaların adı, bu kapsamdaki ayaklanmaların ilkinin önderi olan Şeyh Celâl’den
gelir. Bozoklu (Yozgat) olan Şeyh Celâl, Mehdi olduğu iddiasıyla 1519'da Osmanlı
yönetimine başkaldırdı. Tokat yöresinde başlayan Şeyh Celâl ayaklanması, Anadolu
Alevileri ve göçebe yaşayan diğer gruplar arasında destek buldu ve devletin ağır vergi
yükü altında ezilen binlerce çiftçinin de katılmasıyla hızla yayıldı. Ayaklanma aynı yıl kanlı
bir biçimde bastırıldı. Anadolu'da ilk büyük Celâlî Hareketleri, medrese öğrencilerinin
(suhte) hareketi olarak ortaya çıktı. Medrese öğrencileri ve medrese bitirip iş
bulamayanlar, Yozgat, Amasya, Adıyaman , Sivas ve Malatya yörelerinde büyük
ayaklanmalar başlattılar. Bu ayaklanmalar tarihe Suhte Ayaklanmaları olarak geçti. Daha
sonra, asker sınıfından levent ve sekbanlar da ayaklandılar. Bu arada Osmanlı Devleti'nin
yerel yöneticileri, güç kullanarak halktan vergi toplamaya başladılar. Yerel yöneticilerin
zulmü merkezi hükümet tarafından önü alınamaz duruma gelince, III. Murat (15741595), III. Mehmet (1595-1603) ve I. Ahmet (1603-1617) soygunlara, yöneticilere ve
memurlara karşı köylülerin silahla mücadele etmesini isteyen fermanlar çıkardılar. Bu
dönemin önemli ismi Şeyhülislam Mustafa Sunullah Efendi olmuş ve devşirme
sadrazamlara karşı verdiği fetvalar ile Anadolu'daki Türk varlığının yaşamasını
sağlamıştır.
30 Ekim 1918’de Müttefik-İtilaf Devletler ile (İngiltere, İtalya ve Fransa)
Osmanlı Hükümeti arasında Limni (Limnos) Adası Mondros Limanı’nda “HMS
Agamemnon” savaş zırhlısında imzalanan “Mondros Mütarekesi”nden sonra,
Balıkesir İstasyonu ve Balya Maden Bölgesi Fransız Kuvvetleri tarafından işgal
edildi. Mütareke’nin gereği olarak Yunanlılar, İngilizlerin de teşvik, destek ve
vaatleriyle, 16 nakliye gemisiyle birlikte, 13 Mayıs 1919’da Selanik’ten hareket
ederek, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktıktan sonra, bu işgalin mütareke şartlarına
aykırı olduğu gerekçesiyle, tüm Anadolu’da olduğu gibi, Balıkesir yöresinde de
büyük bir “Milli Mücadele” Dönemi başlamıştır.
16 Mayıs 1919’da Balıkesir Belediye Riyaseti’ne İzmir’den gönderilen bir
telgrafta, “Türk İzmir 15 Mayıs sabahından itibaren Düvel-i İtilafiye müsaadesiyle
Yunanlılar tarafından işgal olunacaktır. Bu işgal ve ilhakı reddediniz. Mitingler
tertip ederek keyfiyeti düvel-i muazzama nezdinde protesto ediniz. Silahla
müdafaanın esaslarını hazırlayarak vatan ordusuna ilhak ediniz. Redd-i İlhak”.
Milli Mücadele döneminde Balıkesir adeta devletleşen bir yöre idi. 29 Mayıs
1919’da Ayvalık’ta, 9 Haziran 1919’da Soma’da, 12 Haziran 1919’da Aydın’da, 22
Haziran 1919’da Salihli’de ve 23 Haziran 1919’da Akhisar’da “Kuvve-i Milliye
Cepheleri” kuruldu. Daha sonra bu Cepheler birleşerek “Şimal Cephesi” adını aldı.
İşgalden önce, 17 Şubat 1919’da, Edremit Kaymakamı (13.07.1917-06.04.1919)
ve Akbaş Cephaneliği Kahramanı Köprülü Hamdi Bey (Vardar, Köprülü, 1888Yenice, 18.02.1920) Başkanlığında “Edremit, Burhaniye ve Havalisi Müdafaayı
Hukuk Cemiyeti” de kurulmuştu (Hamdi Bey daha sonra, isyancı Aznavur Ahmet
tarafından Yenice yakınlarında şehit edilir).
Yunanlılar 15 Mayıs 1919’dan itibaren İzmir’i ve Batı Anadolu’yu işgale
başladıklarında ilk gün, İzmir Valisi İzzet (Kambur) Bey’i, 17. Kolordu ve İzmir
Müstahkem Mevki Komutanı Tuğgeneral Ali Nadir Paşa’yı ve 56. Tümen Komutanı
Yarbay Hürrem’i esir ettiler. İzmir Askerlik Şubesi Başkanı Albay Süleyman Fethi
ile 17. Kolordu Baştabibi Yarbay Şükrü, Yunanlılar tarafından süngülenerek şehit
edildi. 17. Kolordu Komutan Vekili ve 56. Tümen Komutanı olarak Albay Bekir
9
Sami (Günsav)(Bandırma, 1879-İstanbul, 09.09.1934) tayin edildi. 17. Kolordu
ve 56.Tümene bağlı Ayvalık’taki 172. Piyade Alay Komutanı Kaymakam (Yarbay)
Ali Bey (Kel Ali lakaplı Nafıa Vekili Ali Çetinkaya)(Afyonkarahisar, 1878-İstanbul,
21.02.1949), 28 Mayıs 1919’da düşmana karşı direnerek savaşa girişti. Bu Alayın
ancak 150 eri mevcuttu.
Atatürk ve Ali Çetinkaya
İzmir’in güneyinde teşkil edilen cepheleri de, Miralay (Albay) Kazım (Özalp)
Bey (Köprülü, 1882-Ankara, 06.06.1968) idare ediyordu. Yunan işgaline karşı
büyük bir direniş başlatıldı. Balıkesir’de 18 Mayıs 1919’da Birinci ve 3 Haziran
1919’da da İkinci Alaca Mescid Camisi’nde toplantılar yapıldı. Değişik tarihlerde
Balıkesir’de 9 ayda beş Kongre düzenlendi (28.6.-12.7.1919; 26-31.7.1919; 1317.9.1919; 19-29.11.1919; 10-23.3.1920). “Balıkesir Heyet-i Merkeziyeti
Toplantısı” 25 Haziran 1919’da yapıldı ve 1308 (1892) ile 1309 (1894)
doğumlular Milli Kuvvete katıldılar. Karesi Mebusu Mehmet Vehbi (Bolak) Bey
Başkanlığında ve aralarında 23 Nisan 1920’de Karesi Milletvekili de olan Hacim
Muhiddin Çarıklı (1881-1965) ile İbrahim Yörük Bey’in (1877-1964) de
bulunduğu 41 kişiden oluşan “Balıkesir Reddi-i İlhak Heyet-i Cemiyeti” kuruldu ve
Sivas Kongresi Kararları gereğince adı, “Balıkesir Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti”
olarak değiştirildi. İşgale karşı çok önemli kararlar alındı ve tam bir devlet
ciddiyetiyle seferberlik uygulanarak büyük mücadeleler verildi. İstanbul
Hükümeti’nin emirleri ve aldığı kararların işgalin kolaylaştırılmasına dönük olması
nedeniyle, bu kararlara karşı çıkılarak Mustafa Kemal ile bağlantılar kuruldu.
Ancak, bu büyük bir direniş mücadelelerine rağmen, Ayvalık 29 Mayıs 1920’de,
Edremit 1 Temmuz 1920’de, Gönen 2 Temmuz 1920’de, Mustafakemalpaşa
(Kirmasti, Kremastre) ve Karacabey 6 Temmuz 1920’de, Balya 7 Temmuz
1920’de ve Balıkesir de, Yunanlıların İzmir’e çıkışlarından 14 ay sonra, 30 Haziran
1920’de Yunanlılar tarafından işgal edildi.
Mehmet Vehbi Bolak (Balıkesir, 1882-06.04.1958), Osmanlı Meclisi Mebusu ve
TBMM'de Balıkesir (Karesi) Milletvekilliği ve 20.11.1921-05.11.1922 arasında Milli Eğitim
Bakanlığı yapmış, Balıkesir'de Kuvve-i Milliye hareketini başlatanlar arasında yer almış
Kuvve-i Milliyeci, idareci ve siyasetçidir. Meclis kürsüsünde ve direniş hareketinin
organizasyonunda hitabet gücü ile akıllarda kalmıştır. Abacılar Kethüdası Hacı Mehmed
Efendi zade Yahya Nefi Efendi’nin oğludur. Mülkiye Mektebi'ni bitirmiş ve Çatalca
Mutasarrıflığına atanmıştır. Daha sonra Osmanlı Meclisi Mebusu 2. Dönem ve 3.
Döneminde ve TBMM 1. Dönem ve 2. Dönem'de Karesi (Balıkesir) Milletvekilliği yapmıştır.
IV. İcra Vekilleri Heyeti'nde kısa bir süre Maarif Vekilliği'nde (Eğitim Bakanlığı)
bulunmuştur. Kırmızı-yeşil şeritli İstiklal Madalyası sahibidir. Milletvekilliği ve Türk Petrol
10
Yönetim Kurulu Başkanlığı da yapmış olan işadamı ve hayırsever Ahmet Aydın Bolak'ın
babasıdır.
Ahmet Aydın Bolak (Balıkesir,13.08.1925-İstanbul, 27.07.2004), İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Maiyet Memurluğu, Kaymakam Vekilliği,
Kaymakamlık, Serbest Avukatlık, Hürriyet Partisi Kurucu Üyeliği, 12.(XII) Dönem
Balıkesir Milletvekilliği yaptı. Vakıfların yeniden kurulmasını sağlayan 903 Sayılı Kanunu
teklif etti ve yasalaşmasını sağladı. 1965'den sonra ticari ve sınaî alanlara girmiş ve başta
petrol, turizm, gemi inşa, perakende, nebatî yağlar ve gıda gibi konular olmak üzere çok
sayıda şirkete kurucu, hissedar ve yönetici olmuştur. Türk Eğitim Vakfı, Türk Petrol Vakfı,
Göğüs Cerrahisi Vakfı, Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı, TEMA Vakfı, İstanbul Trafik Vakfı,
Türk Musikisi Vakfı gibi çok sayıda vakfın kurucu ve yöneticileri arasında bulunmaktadır.
"Söylediklerim ve Yazdıklarım", “Sohbetler", “Hayatın Öğrettikleri”, “Hayatın İçinden”,
“Yüz Yılın Yetmiş beşi” isimli kitapların yazarıdır. Evli ve bir çocuk babasıydı
Köprülü Hamdi Bey (Köprülü, Vardar, 1888 -18.02.1920), Türk askeri, Kuvve-i
Milliye komutanı. Babası Kolağası İbrahim Bey'di. Küçük yaşta yetim kaldığından, dayısı
Celalettin Bey tarafından yetiştirildi. İlköğrenimini Köprülü kasabasında, orta öğrenimini
Üsküp İdadisi'nden sonra, İstanbul'a gelerek Mülkiye'yi bitirdi. Memurluk yaşamına
Kosova'da Maiyet Memuru olarak başladı ve 1912’de başlayan Balkan Savaşı’na kadar bu
görevde kaldı. Balkan Savaşı sırasında Yedek Subay olarak orduya katılıp, Kumanova
Cephesi'nde Sırplara karşı savaştı. Vardar Ordusu’nun ricatı ile bu cephe çöktü ve
Osmanlı birlikleri dağıldı. Hamdi Bey 200 kişilik bir kuvvetle çete savaşı yaparak Edirne'yi
savunan Mehmed Şükrü Paşa’nın (1857-1916) kuvvetlerine ulaştı. Edirne'nin Bulgar
kuvvetlerinden temizlenmesinden (10 Temmuz 1913) sonra, Edirne Polis Müdürlüğü İdari
Bölüm Başkanlığına, birkaç ay sonra da Demirköy Kaymakamlığına tayin oldu. Burada
Bulgar sınırından sızan çetelerle mücadeleleri bizzat yönetmiştir. 1915'te Malkara
kaymakamı oldu. 1916'da Keşan kaymakamlığına nakledildi. Keşan'dan Sındırgı Kazası
kaymakamlığına tayin olan Hamdi Bey, oradan da Edremit kaymakamlığına getirildi. (13
Temmuz 1917). Edremit kaymakamı iken 6 Nisan 1919'da Damat Ferit Paşa Hükümeti
tarafından ittihatçı olduğu için görevden alındı ve hakkında tutuklama kararı çıktı. Bu
durumdan o tarihte Balıkesir Mutasarrıfı ve yakın arkadaşı olan Tunalı Hilmi (28.08.187126.07.1928) sayesinde kurtularak Yunan İşgali altındaki Burhaniye'ye gitti ve bölgedeki
dağınık Kuvve-i Milliye’yi örgütledi. Önce Ayvalık'ta 172. Piyade Alay Komutanı Yarbay Ali
(Çetinkaya) ile sonra Bandırma'daki 61.Tümen Komutanı Albay Kâzım (Özalp) ile güç
birliği yaptı. Balıkesir Kongresi'ne katıldı. 26/27 Ocak 1920'de Gelibolu yakınlarında
Fransız kuvvetleri denetimindeki cephaneliğe tarihe Akbaş Baskını olarak geçecek baskını
40 atlı arkadaşı ile birlikte düzenledi. Çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirdi. Bunları
Anadolu içlerine göndermeye çalışırken Anzavur Ahmet güçlerinin baskınına uğradı ve 18
Şubat 1920'de öldürüldü. Köprülü Hamdi Bey, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Anadolu
topraklarındaki işgallere karşı direnişi örgütleyen ve direniş eylemleri düzenleyen bir
direnişçidir. Yunan birliklerince Ayvalık’ın işgali üzerine bölgedeki 172. Alay Komutanı
Yarbay Ali (Çetinkaya) Bey, bu bölgede bir cephe oluşturmuştur. 172. Alay’ın birlikleri ve
yöre halkından gönüllülerin oluşturduğu milis kuvvetler, bölgedeki Yunan ilerlemesini
durdurmayı başarmışlardır. Ağustos 1919’da Hamdi Bey, Balıkesir Heyet-i Merkeziye
üyeliğine atanmış, asker ve silah tedariki, Anzavur Ayaklanması, Yunan birliklerinin
Soma-Salihli hattında gelişen taarruzlarında aktif rol almıştır. Yönettiği Akbaş Cephaneliği
Baskını’ndan sonra Biga’da görevliyken Anzavur Ahmet kuvvetlerinin 16 Şubat 1920
tarihinde başlayan saldırıları sırasında, 17 Şubat 1920 günü Anzavur kuvvetlerine esir
düşmüştür. Aynı gün Biga’ya getirilirken alçakça katledilmiştir
Demirci Mehmet Efe (Pirlibey Köyü, Nazilli, 1883-aynı yer, 1959), Birinci
Dünya Savaşı’nda kendisine yapılan haksızlık nedeniyle, askerden kaçtı ve
köyünde zeybekliğe başladı. 1919’da Yunan İşgali sırasında Aydın Umurlu’da 57.
Tümen Topçu Alayı Komutanı Binbaşı İsmail Hakkı (Albay Aytuna)’nın komutasına
girdi. İşgal altındaki Aydın’a saldırdı. Fata ve Adagide baskınlarını başardı.
Denizli’yi bası ve şehir yakmaya çalışan Yunan taraftarı yaklaşık 100 kişiyi
kuşuna dizdi. Mustafa Kemal’in isteğiyle, emrinde 10.000 adamıyla “Aydın
11
Cephesi Umum-u Kuvve-i Milliye Komutanı” oldu. Milli Mücadele’den sonra
köyüne çekildi. Yörük Ali Efe, Gökçen Efe, Karayılan, Sütçü İmam, Şahin Bey ve
Topal Osman gibi “Kuvve-i Milliye Galerisi”nde yerini aldı. Düşman karşı yaptığı
Milli Mücadele, baskınları ve Çetecilik gibi faaliyetleri, Türk Harp Okulu’nda ders
olarak okutuldu. İbrahim Kiraz, “Demirci Mehmet Efe (Milli Mücadele’de Bir
Destan)” adıyla 1200 sayfa ve iki cilt kitap yazarak, Ocak 2009’da Nazilli
Karasu’dan “Kırçiçeği” tarafından yayımladı.
Orta Asyalı Sarıtekeli aşiretinden olan Yörük Ali Efe (Kavaklı, Sultanhisar,
Aydın, 1895-Bursa, 23.09.1951), Kafkas Cephesi’nde haksızlığa uğradığı
gerekçesiyle askerden kaçtı, dağa çıktı ve eşkıya olarak ün kazandı. Yunanlıların
İzmir’e çıkıp Anadolu içlerine doğru ilerlemesi üzerine Milli Mücadele’ye katıldı.
Nazilli Cephesi’nde direndi ve kuvvetleriyle birlikte, Milli Aydın Alayı’nda Milis
Albayı olarak komutayı ele aldı. Malgaç Baskını’nı gerçekleştirdi. Nazilli,
Yenipazar, Sultanhisar ve Aydın Cepheleri’nde çarpıştı. Mustafa Kemal tarafında
bir telgraf çekilerek kutlandı. “Yörük” soyadını aldı ve İzmir’de geçirdiği bir trafik
kazası nedeniyle, bacakları kesildi. Sabahattin Burhan, “Yörük Ali Efe (Ege’nin
Kurtuluş Destanı)”, Yeni Asya Yayınları; Bedirhan Çınar, “Yörük Ali Efe”, Sağlam
Kitabevi; Ali İhsan Usta, “Efeleri Efesi Yörük Ali Efe”, Hür efe Matbaası, kitaplar
bulunmaktadır. “Şu dalmadan geçtin mi, Soğuk sular içtin mi…” dizeleriyle
başlayan Yörük Ali Türküsü halk arasında söylenmektedir. Düzce ve Adapazarı
yöresinden toplanmış Kafkas göçmenlerinden oluşan gönüllüler tarafından AydınKarıncalı Dağları’nda 10 Aralık 1910’da vurulan Çakırcılı Mehmet Efe de (Türkönü
Köyü, Ödemiş, 1871-Nazilli, Karıncalı Dağları, 10.12.1910), işgal öncesi bu
yörede Efelik ve Eşkıyalık yapmıştır.
İşgal döneminde Yunanlılar Türk halkına karşı unutulmaz zulüm, işkence,
idam, katliamlar ve sürgün cezaları uyguladı. Binlerce insan göç etmek zorunda
kaldı.
İşgaller sonrasında Mustafa Kemal, “vaziyet-i umumiye feci bir manzara arz
ediyordu” demekteydi.
Yunanlılar, işgal öncesi ve işgal sonrasında da en büyük desteği yerli Rum ve
Ermenilerden almaktaydı. Örneğin, 1893 nüfus sayımına göre; Karesi Sancağında
257.954 Müslüman, 67.386 Rum, 6307 Ermeni, 1.258 Bulgar, 849 Katolik, 314
Yahudi ve 2.273 Yabancı uyruklular yaşamaktaydı. 1900 yılında ise Karesi
Sancağında; 284.815 Müslüman ve 85.963 gayri Müslim (74.631’i Rum)
bulunmaktaydı. Nitekim o yıllarda Batı Anadolu’da Rum nüfusu oldukça fazla idi.
Örneğin, 1914’de yapılan bir nüfus sayımına göre; Ayvalık’ta 31.445 Rum ve 454
Türk yaşamaktaydı. 1773’de Papaz İkonom’un yardımıyla Sadrazam Cezayirli
Hasan Paşa tarafından özerklik (otonomi) verilen Ayvalıkta, 1803’de Akademi
kurulmuş ve 1821’de Rumlar isyan ettikleri sırada da yöneticiler dışında, 20.000
Rum yaşamaktaydı. Örneğin, 1899’a gelindiğinde ise, Ayvalık’ta tamamı Rum
olan 21.000 kişi bulunmaktaydı. Bu tarihlerde şehirde Fransız ve Avusturya
konsoloslukları bulunmaktaydı.
Edremit’te de 1881’de 4.000 Türk ve 200 Rum hanesi vardı. Örneğin, 1908
yılında Kayseri Sancağı’nda 225.000 Rum ve Ermeni’ye karşın 200.000 Müslüman
yaşamaktaydı. Çanakkale’de ise; 1839-1845’de 125 hanede 800 Yahudi yaşardı
(Nüfusun % 10’u). Ayrıca, nüfusun %25’i Rum ve %15’i Ermeniydi. 1840’ta ise,
nüfusun %50’sini gayri Müslimler oluşturuyordu ve 1845’te çıkan bir yangında
Yahudi mahallesi tamamen yanmıştır.
Keza, 14 Nisan 1919 tarihli nüfus tahminlerine göre, Anadolu’da 14.118.968
kişinin 1.167.946’sı Rum ve 587.960’ı da Ermeni idi. Rumlar, Batı Anadolu,
Trabzon havalisi ve Doğu Trakya’da; Ermenilerin ise, 1914 nüfus sayımına göre,
1.250.000 olarak bildirilen nüfusları, Doğu Anadolu’da yoğun olarak
12
bulunmaktaydı. Bu nedenle, Batı Anadolu’nun Yunan işgali, Rumların da
yardımıyla kolaylaştırıldı. Nitekim işgal döneminde isyancı Aznavur Ahmet’in yanı
sıra, Balıkesir’in kırsal bölgelerinde de ayrıca halka huzursuzluk veren pek çok
Rum çeteleri, eşkıya ve asker kaçakları da bulunmaktaydı.
Balıkesir Milletvekili Abdülgafur Iştın Efendi (1882-1951) , 23 Ağustos -13
Eylül 1921 tarihleri arasında devam eden Sakarya Savaşı sırasında Mecliste çok
etkili bir konuşma yaptı. Balıkesir Milletvekili Mehmet Vehbi Bolak Bey (18821958) de 14 Eylül 1921-13 Ağustos 1922 tarihleri arasında ve Büyük Taarruza
hazırlık döneminde Milli Eğitim Bakanlığı sırasında, taarruz konusunda bir ara
kararsız kalmıştır. Fakat aynı dönemde Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Çantay
(1887-1964) Bey ve arkadaşları ise, Meclise bir önerge vererek, Yunan zulmünün
protesto edilmesini, acı örnekler vererek gerekçelerini açıklamışlardır.
Balıkesir’i Demirci Akıncı müfrezeleri 6 Eylül 1922’de teslim aldılar. Manisa,
Balıkesir ve Uşak üçgeninin ortasında bulunan Demirci’de Kaymakam İbrahim
Ethem (Akıncı) Bey, Parti Pehlivan Ağa (Mehmet Başkak), Halil Efe ve Hacı Veli
gibi Çete Reisleriyle beraber bir Akıncı Kolu oluşturdu ve Yunan hatları gerisinde
gerilla savaşıyla, yörede büyük bir mücadele verdiler. İbrahim Ethem Bey,
Balıkesir konağı önünde toplanan ve silahlarını, fişeklerini ve el bombalarını ordu
ambarlarına teslim ederek bırakan Efelere; “Akıncı kardeşlerim, işiniz bitti. Veda
vakti geldi. Şimdi verdiğimiz söz gereği, bir teşekkür bile beklemeden köyünüzün
yolunu tutun ve sabana yapışın. Siz savaşırken köyünüz yıkılmış, eviniz
yağmalanmış, aileniz kayba uğramış olabilir. Tevekkülle karşılayın. Daha acısı,
belki bazı hainleri zengin hatta mevki sahibi olmuş görebilirsiniz. Bir gün,
hizmetinizi küçümseyenler bile çıkabilir. Bütün bunları ölüme meydan
okumuşların vakarı ile seyredin. Ancak vatanın kurtuluşunda payı olanların
duyabileceği o zengin hazzı, hiçbir şeye değişmeyin. Çünkü bu hazzı vatanın
kurtuluşunda payı olanlardan başka hiç kimse duyamaz” şeklinde bir veda
koşması yaptıktan sonra, topluca helâlaştılar ve dağıldılar.
Balıkesir Milli Mücadele ve işgalden 768 gün sonra 6 Eylül 1922’de, Ayvalık da
12 Eylül 1922’de işgalden kurtuldular.
Son Yunan askeri de 17 Eylül 1922’de (3 yıl, 4 ay ve 2 gün sonra)
Anadolu’dan çekildi.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Balıkesir’i, 6-11 Şubat 1923, 8-10 Ekim
1925, 13-15 Haziran 1926, 7-8 Şubat 1931, 20-22 Ocak 1933, 13-16 Nisan 1934
ve 24-25 Haziran 1934 olmak üzere 7 kez ziyaret etti. 24 Haziran 1938’de ise,
sadece Erdek Limanı’na kadar geldi. İlk gelişlerinde 7 Şubat 1923’de, öğle
namazını müteakiben Paşa Camide “Balıkesir Hutbesi” olarak da bilinen ve “Ey
Millet Allah Birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize
olsun…” diyerek başladığı bir konuşma yaptı.
Balıkesir’de 1884’de Rüştiye (Ortaokul) ve 15 Şubat 1885’de de Celal Zade
Hanı’nda İdadi (Lise) açılır ve bu “Balıkesir Lisesi’nin temelini oluşturur. Bu okul,
1893’de bugünkü Kuvve-i Milliye Müzesi olan Giritli Mehmet Paşa’nın konağına
taşınır. 1895’de Behçet Paşa Köşkü bahçesinde inşa edilen bugünkü “Balıkesir
Lisesi” binasına geçer. 1898 depreminde hasar gören bina II. Abdülhamid
tarafından 1902’de onarımı yaptırılır ve Nisan 1913’de Selanik Sultanisi buraya
nakledildikten sonra, “Balıkesir Sultanisi” adını alır. 1915-197 arasında, 8. Ve 11.
Sınıflar arasında olanlar, Çanakkale Savaşı’na katılırlar ve 3 öğrenci dışında 94
öğrenci şehit olur. Balıkesir Sultanisi 1924’de lağvedilir. 1932-1933 EğitimÖğretim Yılı’nda “Balıkesir Lisesi” adını alır. Bugünkü bina 1957’de öğretime açılır.
Balıkesir Paşa Camisi’nde minberden Cuma günü cemaate hutbe okuyan ilk ve tek
Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi: “Ey millet Allah birdir. Şanı
13
büyüktür, Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerimize olsun. Peygamberimiz Efendimiz, Cenab-ı Hak
tarafından insanlara hakayık-ı diniyyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi,
cümlemizce malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşandaki husustur. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan
dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tevafuk ve
tetabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i
tabiiyye-i ilahiyye beyninde tezat olması icabederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyeyi yapan
Cenab-ı haktır. Arkadaşlar; Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara, iki haneye malik bulunuyordu.
Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamberin
isr-i mübarekelerine iktifaen bu dakikada milletimize; milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı
görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden
Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir
sevaba nail olacağımı ümit ediyorum. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp
kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak
lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına
faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için, bilhassa
hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek
istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Amel-i milleyye, irade-i milleyye yalnız
bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin arzularının, emellerinin muhassalasından
ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica
ederim”. 7 Şubat 1923, Paşa camii-BALIKESİR
Balıkesir Merkez ve İlçelerinde Bulunan Türbeler
Karasibey Türbesi (Kara İsa Bey Türbesi) (Merkez)
Mustafa Fakih Mahallesi’ndedir. Karasibeyoğullarından Karasi Bey ile beş
oğlunun mezarı bulunan türbe, Osmanlı döneminde yapılmıştır. Kitabesinde “Kara
İsa Bey Türbe-i Şerefesi Tecdidin inşası 1338” yazılıdır. Türbenin bugünkü yapısı
orijinal olmayıp yeni yapılmıştır. Ampir üslubundadır. Yay biçiminde bir plân
gösterir. Cephesinde sivri kemerli yedi pencere olup, en solda da yine sivri
kemerli kapısı vardır. Cephe görünümünde üst üste konulmuş bir küçük, bir
büyük taş ile hareketli bir görünüm elde edilmiştir. Kemer aralarındaki madalyon
çukurları pencerelerin altında da yatay panolar içerisinde rozetler görülmektedir.
Türbenin üzeri hafif saçaklı kiremit çatı ile örtülüdür.
Paşa Sultan Türbesi (Merkez)
Balıkesir Hacı İlbey İlkokulu’nun yanında, Karacaoğlan Camisi yakınındadır.
1472’de Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda yapılmıştır. İçerisinde bulunan iki
mezardan bir tanesi Paşa Sultan’a aittir.
Hayrettin Efendi (Üç Pınarlıoğlu) Türbesi (Merkez)
Kayabey Cami bahçesinde bulunan türbenin kime ait olduğu kesinlik
kazanamamıştır. Bununla birlikte Ayaz Paşa oğlu Mahmut Bey’e ait olduğu
sanılmaktadır (1570). Kesme taştan kare plânlı türbenin üzeri kubbe ile
örtülüdür.
Ovaköy Türbesi (Merkez)
Balıkesir yakınında Ovaköy’de olan bu türbenin ne zaman ve kimin için
yaptırıldığı belli değildir. Erken Osmanlı dönemine ait olduğu sanılmaktadır.
Taştan türbe, sekizgen bir plân gösterir. İçerisinde son derece sade bir lahit
bulunmaktadır.
14
Sinan Efendi (Kız Dede) Türbesi (Bandırma)
Edincik’te bulunan bu türbe, yazıtından öğrenildiğine göre, 1413’te Hacı
Yakup oğlu Veli Bey’e aittir. XV. yüzyıl bilginlerinden Sinan Efendi tarafından
yaptırılmıştır. Kesme taştan olan türbenin sövelerinde mermer kullanılmıştır.
Altıgen plânlı türbenin üzeri kubbe ile örtülü olup, içerisinde mermer bir lahit
bulunmaktadır.
Barak Baba Türbesi (Bigadiç)
Türk İslam tarihinin en ünlü simalarından biri olan Barak Baba’nın Türbesi
Bigadiç’e 36 km. uzaklıktaki İğciler ile Topalak köyleri arasındadır. Barak Baba
Hacı Bektaş-i Veli’nin halifesi olup, Onun vasiyeti üzerine Bigadiç’e gelmiştir.
Geniş bir avlu içinde Selçuklu dönemi mimarisi özelliği taşıyan sekizgen kubbeli
türbenin çevresinde yirmi kadar mezar vardır. Türbe içinde Selçuklu dönemine ait
tunç ve bakırdan keşkül tasları, uçları hayvan ağzı şeklinde âlem, iki adet siyah
bazalt mezar taşı, taşın üzerinde sekiz köşeli keçeden yapılma "Gülşen-i Takke"
ilgi çekicidir.
Oğul Paşa Türbesi (Bigadiç)
Bigadiç’e 15 km. uzaklıktaki İskele kasabası mezarlığında olan türbe, mimari
üslup olarak Selçuklu kümbetlerine benzemektedir. Karesi oğullarından Oğul
Paşa’ya halk arasında "Sarı Dede" de denilmektedir.
Altıkaraağaç Dedesi (Bigadiç)
Bigadiç’in kuzeyinde panayır yeri civarındadır. Her yıl burada lokma hayrı
yapılmakta, yağmur duasına çıkılmaktadır.
Balım Sultan Türbesi (Merkez)
Bir fethinde Geyikli baba ile birlikte bulunduğu bilinmektedir. Türbesi,
Dinkçiler Mahallesi’nde bulunmaktadır.
Hasan Baba Türbesi (Merkez)
Hasan baba Çarşısı içerisinde bulunan türbenin yanında bir de çeşme
bulunmaktadır. Halk arasında Hasan Baba, Balıkesir’in manevi koruyucusu olarak
bilinmektedir.
Çırpıllı Dede Türbesi (Merkez)
Kesin bilgi bulunmamaktadır. Genellikle Hıdrellez sabahı ziyaret edilip dilekte
bulunulur.
Fatma Sultan Türbesi (Merkez)
Zağnos Paşa’nın ilk eşi Fatih Sultan’ın ablası Fatma Sultan ile kızı Sitti
Hatun’a ait olduğu söylenmektedir. Günümüze sadece temelleri gelebilmiştir.
BATI TRAKYA TÜRKLERİ
15
Batı Trakya’da Komotini (Gümülcine), Alexandrapolis (Dedeağaç) ve Xanti
(İskece)’de Türkler yaşamaktaydı.
Trakya’da 1356-1357’de şiddetli bir deprem oldu ve akabinde salgın
hastalıklar yayıldı. I. Murat zamanında ise, 1362-1363 arasında Gümülcine,
Evrenos Bey tarafından Rum ve Yahudilerden alınarak Osmanlıya katıldı. Keza,
1372-1374 arasında da İskeçe, Kavala, Drama, Zihne, Serez ve Karaferye,
Evrenos Bey ile Hayreddin Paşa tarafından alınmıştır.
Rumeli’ye geçirilen ilik Türk kafilesi Karesi bölgesinden konar-göçer Türkmen
grupları olmuştur. Bu göçler, daha sonra da sistemli bir şekilde sürmüştür.
Serez Bölgesi’ne ise, 1365-1374 arasında Saruhan’da (Manisa dolayları)
konar-göçer Yörükler iskân edilmişlerdir. Serez, Osmanlı Hanedanının resmi
konaklama yeri idi ve eserleriyle klasik Osmanlı edebiyatının muazzam hazinesini
zenginleştiren şairlerin büyük çoğunluğu orada yetişmişlerdir. Örneğin, Serez
Çarşısı’nda 18 Aralık 1416’da idam edilen Şeyh Bedreddin Mehmet, devrimci ve
filozof bir kişiydi.
1901 yılı Edirne Vilayeti Salnamesine göre, İskece (Xanti) nüfuzu; 3136 Rum,
1958 Bulgar, 109 Yahudi, 90 Kıpti ve 25367 Müslüman yaşamaktaydı.
İlk Türk Mutasavvıfı Ahmed Yesevi’nin (Sayram, Kazakistan, 1093-Türkistan,
Kazakistan, 1166) talebesi olan Lokman Perende ile Hacı Bektaşi Veli Anadolu’ya,
Seyyid Muhammed tarafından görevlendirilmişti. Hacı Bektaşi Veli, Horasan’dan
kardeşi Menteş ile birlikte önce Sivas’a geldiler. Oradan Amasya’ya geçtiler. Babai
Tarikatı’nın Şeyhi Baba İshak’ın vefatına kadar orada kaldılar. Daha sonra ise,
Suluca Karahöyük’e geldiler. Hacı Bektaşi Veli, bir din adamı, yenilikçi, düşünür,
sosyolog, maneviyatçı, ziraatçı ve tam bir Türkçü idi. Burada yetiştirdiği
öğrencilerini görüşlerini yaymak için Anadolu’nun çeşitli diyarlarında açtığı “Kırk
Ocak”lara gönderdi ve görevlendirdi. Bunlar arasında; Tapduk Emre, Sarı Saltuk,
Geyikli Ahmed Baba, Abdal Musa, Ahi Evren, Balkan ülkelerinde büyük hizmet
gören Kızıl Deli Sultan (Seyd Ali), Kaygusuz Abdal ve Pir Sultan Abdal
bulunmaktadır. Torunu Balım Sultan ise, Bektaşilik Tarikatını kurmuştur. AllahPeygamber-Ali üçlemesine bağlı olan Bektaşiler, yedi prensibe bağlıdırlar:
İnsanlık, İyilik, Adalet, Hürriyet, Müsavat, Çalışkanlık ve İnsanlık Aşkı’dır.
Hz. MUHAMMED’İN YAŞAMINDA, Hz. ALİ’NİN YERİ
Hz. Muhammed (Mekke, 20.04.571-Medine, 08.06. 632) Dönemi
Muhammed’den önce, diğer yörelerde olduğu gibi, Arap Yarımadası’nda da,
Hıristiyanlığın yanı sıra Putperestlik de yaygındır. Nitekim M.S. III. Yüzyıl
ortalarında halkı Putperestliğe sapmış olan Efesli bir grup genç, Allah’a olan
inançlarını muhafaza ettikleri için, halkı tarafından cezalandırılır. Onlar, bu
eziyetlerden kaçarak bir mağaraya sığınırlar ve orada 300 yıl kadar uyurlar.
Yeryüzü yaşamında Tanrıya göre son Peygamber olan Muhammed’den önce
de Ninova’lı Metta’nın oğlu Yunus, İbrahim, İsmail, Musa ve İsa gibi Kur’an-ı
Kerim’de adı geçen 24 Peygamber’den birisidir. Allah’ın insanlara gönderdiği
124.000 küsur Peygamber’in sonuncusudur. Dedesi Abdulmuttalip, babası
Abdullah, babaannesi Fat-ıma Bint-i Amr El Mahzummiye, Anneannesi Berre,
annesi ise Âmine idi.
Son Peygamber olan Muhammed, İbranilerin Peygamberi olan İsmail’in
soyundan gelir. İsmail’in babası İbrahim, karısı Hacer ve oğlu İsmail ile birlikte
Mekke’ye yerleşir. İsmail döneminde Allah, Mekke’de İsmail’in topuğunun olduğu
yerden bir su kaynağı fışkırtır. Vadi, suyun bolluğu ve güzelliği nedeniyle,
16
kervanların ve Kâbe’yi ziyaret edenlerin konak yeri olur ve kaynak da “zemzem”
adını alır. Küp şeklinde olan Kâbe de buraya inşa edilir. Haceriesved Taşı’nı da
Kâbe duvarına Muhammed yerleştirir. Kâbe, 605’te çıkan bir yangın ve sel
felaketiyle de hasar görür.
İsmail’in babası İbrahim de peygamberdir ve M.Ö. 1263’te doğduğu kabul
edilir. Putları kırdığı için ateşe atılır. Fakat ateş soğur ve o kendisini bir bahçe
içinde bulur. Mısır Firavunu kendisine Hacer adlı bir köle hediye eder ve onunla
evlenir. Mekke’ye geldiklerinde Allah’ın emriyle, kendisi 99 ve oğlu İsmail de 13
yaşında iken sünnet olurlar. Gördüğü bir rüyada Allah, oğlu İsmail’i kurban
etmesini ister. İbrahim bunu yerine getirirken gelen bir vahiyle, bunun bir
imtihan olduğu bildirilir ve onun yerine bir koç indirilir. İbrahim ile oğlu İsmail’e,
müminlerin ibadet edecekleri bir bina yapmaları emredilir. Mekke’de Kâbe’yi inşa
ederler. İbrahim 99 yaşında iken karısı Sara’dan İshak adında ikinci oğlu da olur.
İbrahim Peygamber 175 yaşında ölür ve oğulları İsmail ile İshak tarafından
defnedilir. İbrahim Peygamber’e “Suhuf” adı verilen 10 sayfalık bir kitap da
vahiyle iner.
Muhammed’in babası olan Beni Haşimi’den Abdulmuttalip’in oğlu Abdullah,
Muhammed’in doğumundan birkaç hafta önce ve Fil yılı olan 570’te ölür.
Efsaneye göre, Abdulmuttalip Tanrı’dan 10 çocuğunun olmasını ister ve
bunlardan birisini kurban edeceğini bildirir. Çocukları olunca, aralarında çekilen
kura Abdullah’a çıkar. Fakat Mekke halkı, iyi ve akıllı bir çocuğun kurban
edilmesini istemezler. Yesrib’li (Medine) bir hâkimin önerisi üzerine, Abdullah’a
karşı 10 deve koyarlar. Kura Abdullah’a çıkar. Her defasında 10’ar deve
konularak kuralar tekrarlanır, ancak kuralar her defasında İsmail’e çıkar. Son
olarak deve sayı 100’e çıktığında, bu defa kura develer tarafına çıkar. Develer
kurban edilerek kesilir ve fakirlere dağıtılır.
Haris’in karısı Halime, Muhammed’e süt Anneliği yapar. Muhammed 6 yaşında
iken, Beni Zühre’den Vehbi’nin kızı olan Annesi Âmine hatunu kaybeder (577).
Dedesi Abdulmuttalip onu himayesine alır. Fakat o da, Muhammed henüz 8
yaşında iken, 80 yaşında ölür (579). Onu bu defa, Amcası Ebu Talib büyütür. Ebu
Talib, Ali ve Cafer’in de babalarıydı. Ali’nin kardeşi Cafer, 7 yaşında iken,
Habeşistan’a göç eder. Çünkü Müslümanlara karşı baskılar arttığında, Muhammed
bir grup Müslüman’ın Habeşistan’a göç etmesine izin verir.
Abdulmuttalip Kureyş Ordusu’nu yönettiği sıralarda, Habeşistan’ın Hıristiyan
Kralı ve Yemen’i de yönetimi altına alan Ebrehe, Yemen’de gösterişli bir Katedral
(Kilise) yaptırır ve tüm Arapları bu kiliseye haccetmeye çağırır. Fakat Kinane
Kabilesi’ne mensup bir Arap kiliseye hakaret eder. Ebrehe hakaretin öcünü almak
için 570’de ordusunu toplar ve Kâbe’yi yıkmak üzere yola çıkar. Mekke’ye
yaklaştıklarında ordunun önünde giden Fil durur ve tüm zorlamalara rağmen Fil
çöker. Birden gökyüzü kararır ve garip sesler duyulur. Denizden gelen bu karanlık
manzara giderek genişler ve gökyüzünü kuşlar doldurur. Kırlangıç’a benzeyen bu
kuşların (Ebabil) her birinin ağızlarında ve ayaklarında fasulye büyüklüğünde
yakıcı üçer taş taşıdığı görülür. Zırhı da delebilen bu taşlar askerlerin üzerine
bırakıldıklarında isabet alanlar hemen ölür. Ebrehe de etleri dökülerek çırpına
çırpına can verir. İlahi felaket bu kadar da kalmaz. Habeş Ordusu’nda Çiçek ve
Kızamık salgını çıkar. Ebrehe Ordusu’nun taşlardan kurtulan askerleri de salgın
hastalıktan yok olur giderler. Bu olaydan sonra Araplar, İbrahim’in soyundan
gelen Kureyşlilere, “Tanrı’nın Halkı” derler ve onlara saygı gösterirler.
Muhammed, henüz 9 veya 12 yaşlarında iken, amcası Ebu Talib onu bir ticaret
kervanıyla Suriye’ye götürürken, bir Manastır kenarında ağaç altında konaklarlar.
Anlatıldığına göre Rahip Bahira Busra Manastırında asıl adı Cercis olan, kendisine
Buheyra veya Bahira denilen Bahira, burada bir mucizeye şahit olur. Kervan
17
Manastıra yaklaşırken bir bulut da kervan ile birlikte onların üzerinde hareket
eder. Kervan durduğunda bulut da durur. Bahira, onları Manastıra yemeğe davet
eder. Ebu Talib Muhammed’i kervanın başında bırakır ve yemeğe giderler. Rahip
“Hepiniz bu kadar mı?” diye sorar. “Evet” derler.”Başka kimse yok mu?” der
Rahip. “Yalnız kervanın başında bir çocuk bıraktık” derler. Rahip “Onu da çağırın”
der. Bahira, Muhammed geldiğinde, yemek boyunca onu dikkatle inceler. Yüz ve
vücut özelliklerinin, kendi kitabında (İncil) sözü edilen ve gelecek olan yeni bir
Peygamber’in ölçülerine aynen uymakta olduğunu görür. Muhammed’e sorduğu
bazı sorulara ayrıntılı cevaplar alır. Daha sonra Muhammed’e gömleğini
sıyırmasını ve sırtına bakmak istediğini söyler. Muhammed’in sırtında ve iki kürek
kemiği arasında “Peygamberlik (Nübüvvet) Mührü” nü görür. Ebu Talib’e “Bu
çocuk senin neyin olur?” der. Ebu Talib “Kardeşimin oğludur” der. Bunun üzerine
Rahip, “Kardeşinin oğlunu ülkene geri götür ve onu Yahudilerden koru” der.
Muhammed 25 yaşına kadar, Ebu Talib’in yanında ticaretle meşgul olur ve 30
yaşında iken, Sevde adlı kadınla evlenir.
Cildi beyaz olan Muhammed, orta boylu, ince, geniş omuzlu ve diğer organları
da orantılıdır. Siyah olan saçları hafif dalgalı ve kulak memesine kadar uzundur.
Sakalı da saçlarıyla aynı boydadır. Geniş alınlı, gözleri yuvarlak ve kahve
renklidir. Uzun kirpikli, kaşları ise geniş ve hafif çatıktır. Burnu kemerli, ağzı
geniş ve güzel şekillidir. Bıyıklarını üst dudağına kadar uzatır. Yüzünde ise, babası
Abdullah gibi bir nur vardır.
Hatice onun hem bu dış güzelliği ve hem de dürüstlüğü nedeniyle, ondan 15
yaş büyük olmasına rağmen Muhammed ile evlenir (595). Çünkü Mekke (Beke =
dar vadi)’de bazen zengin tacirlerin kervanlarını da yöneten Muhammed
(övülen)’e “el-emin=güvenilir” denirdi.
Muhammed Hıra dağını, sıkça ziyaret eder ve burada bazı rüyalar görür. Kırk
yaşına bastığı yılda Ramazan ayının 27. gecesi Hıra dağı mağarasında, Cebrail
tarafından ilk vahiy gelir ve Peygamber olduğu bildirilir (610). Ancak, üç yıl
Cebrail görülmez. Üçüncü yılsonunda tekrar vahiy gelmeye başlar ve bu 22 yıl
devam eder. O artık Peygamberdir ve İslam’a çağrı yapılması zamanı da
gelmiştir. İlk Müslüman olanlar; Hatice, Ali ve Ebu Bekir’dir. Muhammed, bir gün
Ali’ye hazırlattığı bir yemek davetinde ve kendisine inananlara,”Kim bana
yardımcı, kardeşim ve varisim olacak?” diye sorar. Ali, “Ey Allah’ın Resulü, ben
senin yardımcın olacağım” der. Peygamber elini Ali’nin ensesine koyar ve “Bu,
sizin aranızda benim vekilim, varisim ve kardeşimdir. Onu dinleyin ve ona itaat
edin” der. Bu olay sırasında Ali henüz 13 yaşındadır (611).
Arap kabileleri, Kureyşliler (inanmayanlar) ve Haşimiler (inananlar) olmak
üzere ikiye ayrılır. Mekkeliler Muhammed’e karşı bir boykot yazısını Kâbe’nin
içinde bir duvara asarlar. Fakat bu yazıda bulunan “Allah” ve “Muhammed”
kelimelerinin dışında olan yerleri karıncalar kemirirler.
Ömer’in babası, Rukana ve Beni Adi kabilesinin reisi Hattap’dır. Dayısı ise,
Muhammed’e inanmayan Ebu Cehil’dir (Cahillerin babası). Ömer, Muhammed’i
öldürmek istediği bir anda ve 26 yaşında Müslüman olur ve Müslümanlar daha da
güçlenirler.
Muhammed henüz 50 yaşında ve Hatice de 65 yaşında iken, 25 yıllık bir
evlilikten sonra, Hatice 621 yılında ölür. Bu arada Muhammed’in amcası, Ali ve
Cafer’in de babaları olan Ebu Talib de ölür.
Kureyşlilerin başına, Peygamber’e inanmayan diğer amcası Ebu Leheb geçer.
Kureyş ordusunun komutanı da Ebu Süfyan’dır. O Muhammed’in diğer bir amcası
olan Haris’in oğludur ve aynı zamanda Muhammed’in sütkardeşidir.
Muhammed, İdris, İlyas, İsa ve Meryem gibi Cebrail tarafından 7 kat göklere,
yani Miraca yükseltilir (619). Burada Mescit’te namaz kılarken, tüm Peygamberler
18
de onun arkasında namaz kılarlar. Muhammed’in önüne biri süt, diğeri ise şarapla
dolu iki fıçı konur. Peygamber süt dolu fıçıdan alır ve içer. Bunun üzerine Cebrail,
“sen doğru yola yöneltildin, sen de halkını o yola yönelttin ve şarap sana
yasaklandı” der. Rabbi ona 50 rekât namaz emreder. Dönüşte Musa’ya rastlar ve
Musa, “Senin ümmetin zayıftır bu sana fazla, git hafiflet” der. Rabbi onu 40’a
indirir. Musa tekrar “Bu sana fazla, tekrar söyle” der. Sonunda Rabbi onu, her
defasında azaltarak 5 rekâta indirir.
Halk arasında “doğrunun tasdikçisi” ve “doğrunun şahidi” olarak bilinen Ebu
Bekir, sürekli olarak Muhammed’in yanındadır. Örneğin, Muhammed kendisini
öldürmek isteyenlerden kaçıp Sevr Mağarası’na sığındığında, yanında Ebu Bekir
de bulunur.
İslam’ın Mekke Dönemi 12 yıl devam eder. Peygamber Medine’ye (Yesrib) göç
ederken, Mekke’den ayrıldığının fark edilmemesi için, her zaman üstünde
uyuduğu örtüyü Ali’ye verir ve “Benim yatağıma yat ve benim bu yeşil Hadrami
örtüme bürün, uyu, sana onlardan bir zarar gelmeyecek” der. Muhammed
“Kesva” adlı devesiyle Medine vahasına 27 Eylül 622’de ve Medine’ye de 30 Eylül
622’de varır. Ali ise, önce Muhammed’e emanet edilen malları sahiplerine
dağıttıktan üç gün sonra, Medine’ye gelir. Müminler topluluğunu daha çok
birbirine bağlamak isteyen Muhammed, Ensar (yerliler) ile Muhacirler (göç
edenler)’in birbirleriyle kardeş olmalarını ister. Hamza da Abdülmüttalib’in oğlu,
yani Muhammed’in amcası idi. Muhammed Hamza ile Zeyd’i kardeş yaptıktan
sonra, Ali’nin elini tutar ve “Bu da benim kardeşimdir” der. Hicret’in 1. yılında
Müslümanların sayısı 1500’ü bulur.
Muhammed, Hicretin 3. yılında, daha öne Mekke’de iken nikâhladığı, Ebu
Bekir’in 9 yaşında olan kızı Ayşe ile evlenir.
Müslümanlara karşı pek çok zulüm ve işkence yapılmış olmasına rağmen,
Muhammed’e her hangi bir savaş işareti verilmediği için hep savunmada kalır.
Sonunda “sizinle savaşanlarla, siz de din uğruna savaşın” ayeti indikten sonra,
Bedir Savaşı başlar. Ali, Bedir Savaşı’na giderken ordunun üç flamasından birini
de o taşır. Savaşa Müslümanlar 305 kişiyle ve Mekkeliler ise 3000 kişiyle
katılırlar. Savaştan önce bir kamp kurulur. Daha sonra Peygamber üç kuzenini;
Ali, Zübeyr ve Sad’ı Mekke Ordusu’nun Bedir Kuyusu’ndan su alıp almadıklarını
öğrenmek için kuyuların başına gönderir. İki ordu Ramazan’ın da 17. gününe
rastlayan 17 Mart 623’te karşılaşırlar. Muhammed, “Allah’ım, işte Kureyşliler,
kibir ve gururla geliyorlar, sana karşı çıkıyor ve senin Resulünü yalanlıyorlar. Ya
Rabbi, bize vaat ettiğin yardımını üzerimizden eksik etme! Ya Rabbi, bu sabah
onları helak et” diyerek dua eder. Savaş her iki taraftan seçilen üçer kişinin teke
tek vuruşmasıyla başlar. Peygamber, “Kalk ey Ubeyde! Kalk ey Ali! Kalk ey
Hazma! “ der. Ali Velid ile ordunun en yaşlısı olan Abdülmuttalib’in torunu Ubeyde
ise Utbe ile ve Hamza da Şeybe ile dövüşerek onları öldürürler. Bu savaşa Ömer
ve Muhammed’in kayınpederi Ebu Bekir de katılır. Savaş sırasında Kureyşlilerin
önemli komutanlarından Ebu Cehil ölür. Kureyş ordusunun başında olan Ebu
Süfyan, savaş sonrası Mekke’ye döndüğünde, Ebu Leheb’e şu olayı anlatır:
“Düşmanla karşılaştık, sonra arkamızı dönüp kaçtık. Onlar bizi kovaladılar ve
istedikleri kadar esir aldılar. Arkadaşları suçlamıyorum. Çünkü biz sadece
düşmanla karşılaşmadık. Gökle yer arasında, ayakları yere değmeyen atlar
üzerinde beyaz giysili adamlar da vardı” der. Ebu Süfyan, bu savaşta oğulları
Hanzel’i ve Amr’ı, karısı Hind ise babası Utbe ile amcası Şeybe’yi ve kardeşi
Velid’i kaybederler. Hind’in babasını ve amcasını Hamza öldürür (Mart 624).
Mekkeliler 70 kişi kaybederler. Müslümanlar ise, 14 şehit verirler. Muhammed’in
kızı Rukiye ile evli olan Osman ise, karısı hasta olduğu için Bedir savaşına
katılamaz ve bu savaş sırasında Rukiye Medine’de ölür.
19
Peygamber, kızı Fatma ile Ali’yi evlendirdiği sırada, Ali’ye kendisi dönünceye
kadar Fatma’ya yaklaşmamasını söyler ve tüm düğün misafirlerini de
gönderdikten sonra, eve döndüğünde, karısı Ümmü Eymen’e, “Kardeşim
nerede?” der. Ümmü Eymen, “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulü,
senin kardeşin de kim?” diye sorar. Peygamber,“Ebu Talib’in oğlu Ali” der. Ümmü
Eymen, “Kızını onunla evlendirdiğin halde, o senin nasıl kardeşin olur?” der.
Peygamber de ona,”Gerçekten Ali benim kardeşimdir” der. Muhammed, Ümmü
Eymen’den bir miktar su ister ve sudan bir ağız dolusu alıp, ağzındaki suyu tekrar
kaba boşaltır. Ali içeri geldiğinde onu, önüne oturtur ve eline aldığı bir miktar
suyu Ali’nin göğsüne ve kollarına serper. Sonra kızı Fatma’ya da aynısını yapar.
Onlara ve doğacak evlatlarına dua eder.
Muhammed pek çok evlilik geçirmesine rağmen, sadece Hatice’den Fatma
adında bir kızı olur.
625 yılı geçtikten sonra ve bunu takip eden Ramazan ayında, Fatma bir erkek
çocuk doğurur. Peygamber, çocuğun kulağına ezan okur ve ona “Güzel” anlamına
gelen “El-Hasan” adını verir.
Ali, Bedir Savaşı’ndan 13 ay sonra yapılan Uhud Savaşı’nda (Mayıs 628-Nisan
629), onunla teke tek dövüşmek isteyen Talha’yı öldürür. Bu savaşta Haşimilerin
700 kişilik ordusundan 72’si şehit olur. Kureyşliler ise, 3000 kişiden oluşan
ordusundan sadece 22 kişi kaybederler. Muhammed bu savaşta yaralanır. Ebu
Süfyan’ın kuzeni ve Muhammed’in de amcası olan Hamza da bu savaşta şehit
olur. Hamza’yı, Ebu Süfyan’ın karısı Hind, Bedir’de ölen yakınlarının öcünü almak
için kiraladığı bir Vahşi tarafından öldürtür. Muhammed’in dağlara yerleştirdiği
okçuların verilen emre uymamaları ve yerlerini terk etmeleri nedeniyle,
Müslümanlar savaşı kaybederler. Yahudiler de bu savaşın cumartesi günü olacağı
bahanesiyle, Muhammed’in yanında olmaktan vazgeçerler. Mekkelilerin başında
olan Halid bin Velid, daha sonra Müslüman olur ve Uzza putunu kırar.
Ali’nin eşi Fatma, 626 yılının ilk aylarında 2. çocuğunu da doğurur ve ona
“Hüseyin” adını verirler.
Hendek Savaşı’nda Ali, Amr’ı öldürür (626). Ali, Müslümanlara ihanet eden ve
Musevi kabilesinin yaşamakta olduğu Kurayza Savaşı’nda da olduğu gibi, katıldığı
tüm savaşlarda sancaktarlık yapar. Nitekim Hayber Savaşı’nda da “Kartal” adını
verdikleri sancağı da o taşır ve Hayber Kalesi’nin alınmasında büyük rol oynar.
Yahudilere din hürriyeti verilir.
Hicretin 5. yılında Kureyş ve Gatafan kabileleri ile Medine’de ihanet eden Beni
Kureyza Yahudi kabilesiyle birleşerek, sayıları 12.000’i bulur. Hendek savaşında
Medine’nin etrafına savunma amaçlı hendekler kazılır ve çıkan toprağın arkasına
Medineliler mevzilenirler. Medine, Mekke ve Hayber gibi diğer bölgelerden gelen
müttefik ordusuyla kuşatılır. Düşman hendeği aşamaz. Ancak bir ay kadar devam
eden kuşatma süresinde yardım alamayan Müslümanlar bunalırlar. Bu sırada bir
mucize olur. Aniden ortaya çıkan soğuk bir fırtına düşmanın çadırlarını söker,
ateşlerini söndürür ve düşmanı toza boğar. Müslüman askerlerin arkasında
sahipleri görülmeyen seslerden tekbirler işitilir. Düşman perişan olur ve başarılı
olamadan geri çekilirler.
Beni Kurayza bölgesinde yaşayan Yahudi kabilesi üzerine yürüyen
Muhammed, 25 gün süren bir kuşatmadan sonra Kurayza Kalesi’ni ele geçirir. Bu
savaşta Ali büyük bir rol oynar.
Habeşistan’a 7 yaşında giden Cafer 40 yaşında geri döner ve Medine’ye
yerleşir. Esma ile evli olan Cafer’in Abdullah, Muhammed ve Ayn adlarında
çocukları olur. Muhammed’in “Görünüşün ve karakterin bana benziyor” dediği
Cafer, Mute Savaşı’nda şehit olur. Onun ölümüne çok üzülen Muhammed,
Cafer’in çocuklarını öper, ağlar ve Cafer’in Melekler gibi gökyüzüne uçtuğunu
20
söyler. Mute Savaşı’nda (629-630), Bizanslıların 10.000 kişilik ordusuna karşı,
Müslümanlar 3.000 kişilik bir kuvvetle savaştıkları için, Müslümanlar başarılı
olamadan geri çekilirler.
Muhammed Habeşistan’a göç eden ve orada kocası ölen Abu Süfyan’ın kızı ile
de evlenir. Amacı, barışı sağlamaktır. Nitekim Mekke ile Medine arasında, süresi
10 yıl olan Hudeybiye Barış Antlaşması imzalanır (628).
Peygamber’e en çok sevdiklerinin kimler olduğu da sorulduğunda, “Kızlarım,
torunlarım, Ali, Ebu Bekir, Zeyd, Üsame ve Ayşe” derdi. Ali ve Fatma’dan olan
torunlarına da büyük bir sevgi besler. “Bana ev halkı içinde en sevgili olanlar
Hasan ve Hüseyin’dir” der. Çoğu kez, Hasan ve Üsame’yi ellerinden tutar,
“Allah’ım, ben onları çok seviyorum, sen de onları sev” diye dua ederdi.
Hicretin 8. Yılı’nda Muhammed’in kızı Zeynep de ölür.
Abu Süfyan Muhammed ile olan mücadelelerinde başarısız kaldığı ve çaresiz
bir duruma düştüğü sırada, Ali’ye gider ve ne yapması gerektiği konusunda
yalvararak ondan yardım ister. Ali, “Tek tek bütün insanlara himaye vermelisin,
başka çare yok” der.
Peygamber, Ali ve Ömer Komutasındaki Müslüman Ordusu’nu Kudey’deki
Menat tapınağının yok edilmesi ve ayrıca Taif kabilesini de yola getirmek
amacıyla onların üzerine seferler düzenletir. Huney Savaşı olur. Bu seferden
sonra, Taifliler, 630-631’de Müslümanlığı kabul ederler.
Tebük Seferi sırasında Peygamber 30.000 kişilik ordusuyla Bizans
himayesinde olan gassaliler üzerine yürür. Ali’yi, ailesine bakmak üzere
Medine’de bırakır. Fakat münafıklar onu kendinden uzak tutarak kurtulduğu
söylentisini yayarlar. Bunun üzerine Ali, zırhını ve silahlarını kuşanır,
Peygamber’in ilk konakladığı yerde onlara yetişir. Peygamber’e ortalıkta dönen
söylentileri anlatır. Fakat Peygamber, geriye dönmesini ve “Beni hem kendi
ailemde, hem de ailende temsil et. Ey Ali, benden sonra Peygamber gelmemesi
hariç, senin bana, Musa’nın Harun’a yakınlığı gibi yakın olmamdan memnun
değimlisin?” der. Bu savaşta Zeyd ve Abdullah şehit olurlar.
Hac kafilesi Ebubekir önderliğinde yola çıktıktan sonra, Medine’de kalan
Peygamber’e bir ayet gelir ve bunun üzerine, “Bana benim ailemden birinden
başkası temsilci olamaz” der ve Ali’ye, “Tüm hızıyla hacılara yetişmesini” söyler.
Ali, inen ayetleri Mina’da okuyacak ve o yıldan sonra Kâbe’ye çıplak
girilemeyeceğini ve putperestlerin son defa Hac yaptıklarını ilan edecektir. Ali,
Ebubekir’e yetişir ve bayram günü, tüm hacılar kurbanlarını kesmek üzere Mina
vadisinde toplandıklarında Ali, ilahi mesajı onlara açıklar.
Bizans yönetiminde olan Necran Hıristiyanları, antlaşma yapmak için
Peygamber’e geldiklerinde, Peygamber onlara ayetler okur. Hıristiyanlar,
Peygamber’in evine geldiklerinde, onun Ali, Fatma ve iki oğullarının yanında,
büyük bir aba giymiş ve hepsini de içine alacak şekilde olduğunu görürler. Bu
olaydan sonra, bu beş kişiye, “Ehl-i Aba” denir.
Ali, Peygamber’in dünyevi ve uhrevi konularda düşüncelerini özetlerken, “Her
zaman yaşayacakmış gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalış”. “Bu
dünyada bir garip veya yolcu gibi ol” der.
Muhammed cenneti müjdelediği Ashabından 10 kişi arasında Ali de vardır. Bir
Hadisinde : “Cennet üç kişiyi arzular: Ali, Ammar ve Selman” buyurur. Fatma’ya
da şöyle demiştir: “Sen İmran’ın kızı Meryem hariç, Cennet’teki kadınların en
üstünüsün”. Ali’nin Peygamber’den aldığı hikmeti gelecek nesillere ulaştıracak
olan en önemli habercilerden biri olacağına işaret ederek, onun hakkında, “Ben
bilginin şehriyim, Ali de onun kapısı” derdi. Umuma hitaben de, “Benim ashabım
yıldızlar gibidir, hangisini izlerseniz, hidayet bulursunuz” der.
21
Peygamber, 630 yılının Ramazan ayında 10.000 askerle hac için Mekke’ye
gider ve Kâbe’yi tüm putlardan ve resimlerden temizler. Şehir halkına da hür ve
serbest olduklarını bildirir. Mekke halkının tamamına yakını Müslüman olur (629).
Peygamber, Hicret’in 10. yılında (Nisan 631-Mart 632) veda haccına, 30.000
kişiyle çıktığı zaman, Yemen seferinden dönmekte olan Ali, hacdan önce onlara
yetişmek üzere güneyden Mekke’ye doğru hızla ilerler. Ali, komuta yerine bir
vekil bırakarak ordusundan önce Mekke’ye gelir. Askerlerin ise, Mekke’ye çok
yaklaştığı bir sırada ve Ali de onları karşıladığında askerlerin eski elbiselerinin
yerine ganimetlerden elde ettikleri yeni elbiseler giydiklerini görür. Bu olaya çok
kızar. Çünkü ganimetler önce Peygamber’e teslim edilmeliydi. Onlara eski
elbiselerini tekrar giymelerini emreder. Askerler bu durumu Peygamber’e iletirler
ve onu şikâyet ederler. Peygamber, “Ey insanlar, Ali’yi suçlamayın, çünkü o Allah
yolunda, suçlanamayacak kadar titizdir” der. Medine’ye dönerken de yine Ali’yi
kendisine şikâyet edenlere, “Ben müminlere, kendilerinden daha yakın
değimliyim? Ben kime en yakın isem, ona en yakın Ali’dir” der. Medine’ye daha
varmadan Gadir El-Humma’da kamp kurduklarında, Muhammed Ali’nin elinden
tutar ve şu duayı okur, “Allah’ım, onun dostuna dost ol, düşmanına da düşman
ol” der. Muhammed’in Arafat’ta verdiği veda hutbesini, 140.000 Müslüman dinler
(8 Haziran 632). Veda haccı sırasında, “Bugün dininizi erginliğe eriştirdim,
üstünüzdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı verdim ve ondan
hoşnut oldum” anlamında bir ayet iner.
Peygamber hastalandığında, Ayşe’nin odasında ve ona yaslanmış olarak yatar,
öleceğini bilir ve son sözleri şunlar olur: “Hiçbir Peygamber cennetteki yeri
gösterilmeden ve yaşamakla ölmek arasında bir seçim sunulmadan ölmez.
Cennette buluşmak üzere”.
Peygamber öldüğünde, Ali onu elbiseli olarak yıkamak için üzerine su
dökerken, elini onun uzun yün elbisesinin her tarafında gezdirir. “Ey bana
annemden ve babamdan daha sevgili olan, yaşarken de ölü iken de ne kadar
güzelsin” der. Peygamber, 61 yaşında ve sanki uykudaymış gibi öylece yatar.
Peygamber öldüğünde ve daha defin hazırlıkları sırasında, Ebubekir’in halifeliği
ilan edilir. Ali’nin dışında tüm cemaat ona bağlılık yemini ederler.
Kadınların ve erkeklerin Peygamber’i gündüz ziyaretlerinden sonra,
Peygamber akşamüzeri, Ali ve mezarı hazırlayan arkadaşları tarafından,
Peygamber’in yattığı şiltenin hemen yanına, Ayşe’nin odasının zeminine gömülür
(Mekke, 571- Medine, 8 Haziran 632). Böylece Kuran 22 yıl, 2 ay ve 23 günde
tamamlanış olur.
Aynı yılda, Peygamber’in kızı ve Ali’nin de eşi olan Fatma’da ölür.
HALİFELER DÖNEMİ
Halife Ebubekir Dönemi
Babası Ebu Kuhafe Osman ve annesi Ümmül Hayr Selma olan Ebu Bekir (571Medine, 634), sürekli olarak Muhammed’in yanında bulunur ve hatta onunla Sevr
Mağarası’nda 3 gün kalır. Ebu Bekir’in kızı Ayşe ile Muhammed’in evliliğini daha
Mekke’de iken kararlaştırırlar ve nikâh yaparlar. Halifeliği döneminde, Halid bin
Velid ordu komutanı olur ve kabileler üzerine pek çok seferler düzenletir. Yerine
Ömer’i vekil tayin eder ve arkadaşlarına da onu seçmelerini tavsiye eder.
Halife Ömer Dönemi
22
Ömer bin Hattab (Mekke, 591-Medine,644), iyi ata biniciliği, iyi ok kullanıcılığı
ve pehlivan olarak bilinir. 618’de Muhammed’i öldürmek istediği bir anda 26
yaşında Müslüman olur. Muhammed onu Utban bin Malik ile kardeş yapar. Bedir
savaşında dayısı As bin Haşim’i öldürür. Uhud savaşında Muhammed’i korur. Kızı
Hafsa’yı Muhammed ile evlendirir. Muhammed’in ölümüne çok üzülür ve onu
Ebubekir teskin eder. İran ve Mısır Seferleri’nde bulunur. Sabah namazını
kıldırırken Ebu Lülüe Feyruz tarafından öldürülür. Ömer ölürken, tayin ettiği bir
Seçim Kurulu tarafından Osman Halifeliğe getirilir.
Halife Osman Dönemi
Osman bin Affan (Mekke,574-Medine,656), Hz. Muhammed ile aynı soydan
gelir. Ticaretle uğraşır ve Muhammed’in kızı Rukiye ile evlenir. Habeşistan’a göç
eder. Daha sonra Mekke’ye döner ve Hicret’e kadar orada kalır. Karısı Rukiye
hasta olduğu için Bedir Savaşı’na katılamaz. Rukiye ölünce, Muhammed’in kızı
Ümmü Gülsüm ile evlenir. Uhud, Hendek, Hayber Savaşları ile Mekke’nin Fethi’ne
katılır. Osman döneminde Trablus, Kıbrıs, Rodos, Malta, Girit ve İran seferleri
yapılır. Değişik tarzda yazılmış Kuranları toplatır ve imha eder. Bir komisyon
marifetiyle yeniden yazılan Kuranı devlet birimlerine dağıtır. Onun döneminde,
pek çok haksız uygulamaların yapıldığı, kendi yakınlarına menfaat sağladığı ve
Kuran’ı yaktırdığı iddialarıyla ayaklanmalar olur. Osman, bunların gerekçelerini
asilere açıklamaya çalıştıysa da onları yatıştıramaz. Asilere karşı evinin kapısı Ali,
Talha ve Zübeyr tarafından tutulduğu bir sırada, Ebu Bekir’in oğlu Muhammed,
komşu damlardan içeriye girer ve ona ağır hakaretlerde bulunur. Daha sonra
içeriye giren iki kişi tarafından öldürülür.
Halife Ali Dönemi
Annesi Esed’in kızı Fatma ve Babası da Aşiret Reisi Ebu Talib bin Abdülmenaf
oğlu olan Ali (Mekke, 598-Kufe, 24 Ocak 661), Peygambere ilk vahiy geldiğinde
10 yaşında Müslüman olur. Peygamber’in kızı Fatma ile evlenir. Peygamber
döneminde, Bedir (624), Uhud (625), Hendek (627) gibi tüm savaşlara katılır.
Tebük Seferi’nde Muhammed’e vekili olarak Medine’de kalır. 630’da yapılan Hac
sırasında “El-Berra” suresindeki müşriklere nota anlamını taşıyan ayetleri halka
duyurmak için Mekke’ye gönderilir. 632’de Yemen’e yapılan seferde Müslüman
Ordusu’nu yönetir. Muhammed’in “Veda Haccı” dönüşünde, Gadir el Humm’da
kamp kurdukları sırada, Hz. Ali’yi Halife tayin ettiği de söylenir (Haziran, 632).
Peygamber öldükten sonra, askeri seferlere pek katılmaz. Diğer Halifeler
döneminde, Kuran ve Hadis bilgileriyle Halifelere yardımcı olur.
Osman’ın öldürülmesinden sonra, Ali IV. Halife olarak seçilir (24 Haziran 656).
Talha, Zübeyr ve Ayşe, Osman’ın katillerinin yargılanmasını isterler. Fakat Ali
onların isteğini reddeder. Maviye de katillerin kendisine teslim edilmesini ister ve
Ali’nin Halifeliğinin yasal olmadığını ileri sürer. Ayşe, Talha ve Zübeyr Basra’yı ele
geçirmek isterler. Ali’nin oğlu Hasan Kufe’ye gelir ve onlardan da destek alarak
Basra üzerine yürür. Talha ve Zübeyr ile yapılan barış görüşmelerinden bir sonuç
alınamaz. Ali’ye karşı savaş açarlar. “Camel (deve) Vakası” olarak bilinen bu
savaşı Ali kazanır. Talha ve Zübeyr bu savaşta ölürler (4 Aralık 656).
Bu defa Maviye, Halifeliğinin kabul edilmesini ister. Ali onu tanımaz. Osman’ın
ölümünden de Ali sorumlu tutulur ve Suriye Valisi Maviye bin Abu Süfyan ile Ali
kuvvetleri,
657
İlkbaharında
Sıffin’de
karşılaşırlar.
110
gün
süren
müzakerelerden sonuç alınamayınca, Mayıs başlarında savaş başlar. Savaşı Ali
kazanacağı anlaşılınca, Maviye birlikleri mızrakların ucuna Kuran sayfalarını
23
takarlar. Ali’nin duraklaması üzerine, anlaşma için Hakem olayına başvurulur. Ali
adına Ebu Musa el-Eşeri ve Maviye adına da Amr bin As Hakem seçilir. Ebu Musa
Ali’yi görevden aldığını söylediği bir anda, Amr bin As da Muaviye’yi Halife
seçtiğini bildirir. Hakem olayında yapılan bu hile ile Maviye Halife ilan edilir
(Ağustos 657). Ali bu defa kendisinden ayrıla 4000 kişi (Hariciler) üzerine yürür.
Nehrevan’da onları yener (Temmuz, 658). Ancak, kuvvetleri azaldığı için Küfe’ye
çekilir. Burada Haricilerden Abdurrahman bin Melcem tarafından zehirli bir kılıçla
yaralanır ve iki gün sonra da 63 yaşında şehit olur (24 Ocak 661).
Ali, savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle “Allah’ın Aslanı” unvanına
sahip olur. İslam tasavvuf ve edebiyatında özel bir yeri vardır. Dini edebiyatta
savaş nutukları, hutbeleri ve konuşmalarına önemli yerler verilir. “Nehc-ül
Belâga” (Güzel Söz Söyleme Yolu) ve “Divan-ı Ali” gibi kitapları vardır. Kılıcına
“Zülfigâr”, atına “Düldül” ve kölesine ise, “Kanber” denir. Künye ve lakapları
arasında: Mürteza, Ebu Türab (Toprağın babası), Esed (Aslan), Eşedullah (Allah’ın
Aslanı), Haydar (Aslan), Haydar- Kerrar (Düşman üzerine döne döne saldıran
Aslan), Şir-i Yezdan (Allah’ın Aslanı), Şah-ı Mardan (Yiğitlerin Şahı) ve Şah-ı
Velâyet (Evliyalık Şahı) bulunmaktadır.
Alevi-Bektaşi geleneğinde Arslan Hz. Ali’yi simgelemekte ve kahramanlığına nisbetle,
“Allah’ın Arslanı” olarak anılmıştır. Ahmed Hilmi Efendi’nin 1913’deki bu çalışmasında
erken dönem Alevi-Bektaşi geleneğinden esinlenmiştir.
Hasan ve Hüseyin Dönemi
Hz. Muhammed’in torunu Hasan (Hasen, Ebu Muhammed Mücteba; Medine,
625 - 670), Ehlibeytin ve “Al-i Aba”nın IV. Mensubu. Sıffin Savaşı’na katılır (657).
Babası Ali’nin ölümünden sonra Irak’ta Halife ilan edilir. Ancak Muaviye
tarafından zehirlenerek 670’de öldürülür.
24
Hz. Muhammed’in torunu Hüseyin bin Ali (Medine,626-Kerbelâ, 680).
Ehlibeytin ve “Al-i Aba”nın V. Mensubu ve Oniki İmamların III.’dür. “Şehid”,
“Seyid-uş-şuheda” ve “Şah-ı şeiden” gibi lakapları vardır. Ahzap suresinin 33.
Ayetinde, “….Ey Ehl-i Beyt ! Allah sizden, sadece günah gidermek ve sizi tertemiz
yapmak istiyor” der ve bu ayete o da dâhildir. Bir Hadiste, “Hüseyin bendedir,
ben de Hüseyin’denim” diye anılır. Halife Hz. Osman’ın akrabası olan Muaviye
Ebu Süfyan, Halife Hz. Ömer döneminde Şam Valiliğine getirilir. Hz. Ali’nin
halifeliğini tanımaz ve savaş açar. Hz. Ali’nin ölümünden sonra, yerine oğlu İmam
Hasan geçer. Muaviye bunu haber alınca, 60 bin kişilik bir ordu ile Irak’a yürür.
Hz. Hasan da 40 bin kişilik bir orduyla yola çıkar ve ancak karşı tarafın askeri
gücünden ve yandaşları arasındaki ayrılıklar yüzünden savaşı göze alamaz.
Yapılan bir antlaşmayla halifelikten çekilir. İmam Hüseyin, Hz. Hasan’ın
ölümünden ve 9 yıl sonra da Muaviye’nin ölümünden 2 yıl önce Mekke’ye gider.
Amcası Muaviye ile savaşmaktadır ve Muaviye ölünce, yerine oğlu I. Yezid geçer.
İmam Hüseyin kendi halifeliğinin tanınmasını ister ve I. Yezid’e biat etmesi
gerektiğini bildiren Mevran’a, “Biz Allah’ın kullarıyız, ancak ona döneriz” (Bakara,
156) diyerek ona bağlanmaz. Hüseyin, Irak ve Küfe’den aldığı davet üzerine, aile
efradı ve kendisiyle gelmek isteyenlerle beraber yaklaşık 200 kişiyle yola çıkar.
Kerbelâ’da konaklar (2 Muharrem-4 Ekim,680). Kûfe Valisi, Sad bin Ebu
Rakkas’ın oğlu Ömer komutasında, 30.000 kişilik bir kuvveti Kerbelâ’ya gönderir.
Muharremin 10 günü (Aşure günü) savaş başlar. Hüseyin, 6 aylık oğlu Ali Asgar’ı
kucağına alır ve “bunun ne suçu var” diyerek havaya kaldırdığı bir anda, Ali Asgar
oklarla şehit edilir. İkindiye doğru Hüseyin, kardeşleri Kamer-ı Bani Haşim ve
Bab-ul Havaic (Ebbul-Fazl Abbas), oğlu Ali Ekber ile Hasan’ın 12 yaşındaki oğlu
Kasım şehit olurlar. İmameti devam ettirmesi gerektirdiği ve hasta da olduğu
için, önce savaşa girmesine izin verilmeyen oğlu Ali (Zeynelabidin, Seyyid-üssacidin)’den başka kimse kalmayınca, Hüseyin kadın ve çocukları kız kardeşi
Zeynep ile Ali’ye emanet eder. Hüseyin tek başına kalınca, “Hak yolunda ölmek,
yük altına girmekten daha evladır” anlamında bir beyit okuyarak savaş
meydanına girer. Yapılan bir saldırıda Hüseyin, atından düşürülür, 70’e yakın
kılıç, ok ve mızrak yarasıyla şehit olur. Sinan bin Enes Nahai, boynuna ve
göğsüne mızrak saplar. Bir rivayete göre, Nahai, daha yakın bir rivayete göre ise,
Zilcevşen oğlu Şimr, başını gövdesinden ayırır. Hüseyin’in kesik başı, “Ehlibeyt”
ile birlikte Şam’da bulunan I. Yezid’e gönderilir.
Türbesi (“Kabrülhüseyn), Kerbelâ’da Abbas camide bulunur ve Şiîlerin ziyaret
yeridir. Kerbelâ vakasının İslam tarihinde ve İslam düşüncesinde büyük yankıları
ve etkileri olur. İslam ve özellikle Şiî-alevi edebiyatında, Hüseyin için söylenen
ağıtlar önemli bir yer tutar. 10 Muharrem (aşure) günü ve genel olarak
Muharrem ayında Şiîler ve Ehlibeyti sevenlerce yas tutulur.
Kerbelâ olayı 10 Ekim 680’de (10 Muharrem 61) yaşandı ve 683-684’te
Muhtar bin Ebu Ubeyd es-Skafi (622-687) Hüseyin’in intikamını almak için isyan
eder. Ubeydullah bin Ziyad ve Kerbelâ olayı sorumluların birçoğu öldürülür (686).
TAHTACI-TÜRKMEN ALEVİLERİ
İslam öncesi dönemde Türkler, “Doğal Dini Grup” kimliğiyle değişik inançlara
sahiptiler. İslamiyet’i kılıç zoruyla yaymak isteyen Emevilere karşı uzun süre,
kendi inançlarını ve geleneklerini koruma refleksleriyle direndiler. Daha sonra
Horasan’da gelişen tasavvufi ekollerin gönüllere hitap eden yaklaşımlarından
etkilendiler. Bu bölgeye yerleşmiş olan Ehl-i Beyt evlatlarının İslam anlayışı,
onlara yapılan haksızlıklar, Hazreti Ali’nin efsanevi kişiliği bu süreçte belirleyici
oldu. Türkler ve Kürtler yeni bir din (Hak Dini) ile karşılaştılar. Bu dinin zahiri
25
yorum ve zorba yöntemlerle sunulması karşısında, değişimci, Bâtıni yorumu ve
insan sevgisini esas alan tasavvufi yaklaşımları tercih ettiler.
Değişik kaynaklara göre, “Ağaç Erleri” Anadolu’da XII. Yüzyılda rastlanan veya
Oğuzlarla birlikte Anadolu’ya gelen bir Türk boyudur. “Ağaç Eri” Türkmenlerinin
torunları olan Tahtacılara ise, Tarihi kaynaklarda 13. yüzyılda ve Resmi
kaynaklarda ise 16. yüzyılda rastlanır.
Anadolu’da 13. Yüzyılda “Ağaç Eri” olarak bilinen Tahtacılar, XVI. Yüzyılda
Osmanlı Vergi Nüfusu Tahrir Defteri’ne “Cemaat-ı Tahtacıyan” olarak geçerler. Bu
yüzyıldan sonra yerleşik hayata geçilen döneme kadar yarı konar-göçer bir
yaşam sürdüren Tahtacılar, dağları ve ormanlık alanları yurt edinerek ağaç işleri
ile uğraşırlar. XVIII. Yüzyılda ise, iskâna tabi tutularak yerleşik düzene geçerler.
Tahtacı kimliğine sahip olmak için, Tahtacı ana-babadan doğmuş olmak
gerekmektedir. Tahtacılar, “Allah-Muhammed-Ali” üçlemesiyle Müslüman bir
toplum oluştururlar. Ancak, dini inançlarında Köy dindarlığı ve Halk Müslümanlığı
kategorisinde değerlendirilirler.
Alevi inancında bir ibadet bölümü olan “Semah”, kişinin sözlerle ifade
edemediği duygularını hareketleriyle ifade ederek, Tanrı ile bütünleşmesidir.
Semahların “Kırklar Cemi”nden geldiğine inanılır. Ancak, Orta Asya Şaman ve
diğer Uzakdoğu inanç kalıntılarını da taşır. Semah’ta Dede Güneşi, Semah
dönenler ise, Güneş etrafında dönen gezegenleri temsil ederler. Semah dönerken
ellerin yukarı kalkması Gök Tanrı’ya, ellerin yere uzanması ise Yer Tanrı’ya olan
inancı ve tapınmayı, ayakların yere vurulması kötü ruhların kovulmasını anlatır.
Ellerin göğse çapraz olarak getirilmesi ve açılması tüm insanlığı kucaklamayı,
sevgi dağıtmayı simgeler. Dairesel dönüşler bir gülün açılmasını, sevgi ve barışın
pay edilişinin bir ifadesidir.
Tahtacılar, kendilerine özgü yaşam tarzlarının yanı sıra, gelenek ve
göreneklerinde, dini inanış ve sosyal yaşantılarında dışa kapalı bir karakter
taşırlar. İnançlarında Alevi kültürünün büyük bir etkisi vardır. Alevi kültürü ise,
diğer kültürlerin yanı sıra Safevi Tarikatı’nın da etkisi altında kalmıştır.
Safevi Tarikatı Erdebil’de kurulmuştur ve Şah İsmail’in (Hata-yî) dedesi olan
Şeyh Cüneyd, Şii görüşlerini müritlerinin de yardımıyla yaymıştır. Kızılbaşlıkla
ilgili ritüelleri taşıyan “Buyruk” adlı kitabın da Şah İsmail (Hata-yî) tarafından
yazıldığına inanılır
Safeviler’in sırasıyla başına geçen; Şeyh Hoca Ali, oğlu Şeyh Cüneyd, oğlu
Şeyh Haydar (1460 -1488; Müritlerine 12 dilimli kızıl renkli başlığı giymelerini
emretmiş ve Ak koyunlularla yapılan Şirvan seferinde ölmüştür), oğlu Ali (1493’te
öldürüldü) ve Ali’nin kardeşi Şah İsmail (Hata-yî) Anadolu Türkmenleri üzerinde
Kızılbaşlığın yayılması için yoğun baskı ve nüfuz kullanıyorlardı. Nitekim 23
Ağustos 1514’de yapılan Çaldıran Savaşı öncesinden başlayan ve savaş
sonrasında da devam eden Anadolu Kızılbaş İsyanları, Şah İsmail’in 1524’de
ölmesinden sonra da bir süre daha devam etmiştir.
Şah İsmail, Akkoyunlu Yakub’un Türkmen güzel kızı Taclu Hatun ile evli idi.
Taclu Hatun, Çaldıran Savaşı’nda Mesih Paşa’ya esir düşmüş, yüklü bir hazine
karşılığı serbest bırakılmış, Mesih Paşa da idam edilmiştir. Taclu Hatun kalan
ömrünü Şah İsmail’in yanında geçirmiş, Şah İsmail’in 1524’de ölümünden sonra,
çocuk yaştaki Şah Tahmasb’ın yeni Şah olarak tahta çıkmasını sağlamıştır.
Bu süre zarfında Anadolu’da aşağıda bildirilen bazı isyanlar da çıkmıştır:
1235-1240: Baba İshak Horasani (Baba İlyas) liderliğinde Babailer İsyanı.
Selçuklu Sultanı II. Keyhüsrev, Niksar-Amasya’da çıkan isyanı bastırır ve pek çok
Alevi öldürülür. Baba İlyas ve halifelerinden Şeyh Edibali kurtulur. Batı
Anadolu’daki pek çok Alevi aileleriyle birlikte Osman Bey’e sığınırlar.
1511: Teke yöresinde Şah Kulu İsyanı,
26
1512: Nur Ali Halife isyanı. 1514’de Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail (Hatayî) arasında geçen Çaldıran Savaşı öncesinde, 100 bin Alevi katledildiğini tarihi
kayıtlar yazmakta ise de, 7-70 yaş arasında 40 bin Alevi kayıt altına alınır ve
bunların bir kısmı öldürülür, bir kısmı da hapsedilir.
1519: Şah Veli (Bozoklu Şeyh Celal) İsyanı,
29.08.1526: Baba Zünûn Ayaklanması,
1527: Orta Anadolu’da Alevi Babası Kalender Çelebi İsyanı,
1595: Karayazıcı Abdülhalim (Halim Şah) İsyanı,
20.04.1602: Deli Hasan Paşa İsyanı,
Günümüzde Tahtacı inanış ve uygulamalarının biçimlendirilmesinde,
geleneksel Türk dini ve kültürü ile birlikte, Zerdüştilik, Manihaizm ve Sami
kökenli dinlerin etkilerinin de görüldüğü anlaşılmaktadır.
Tahtacı-Türkmen-Alevilerinin İnanış ve Uygulamaları ile Etkileri
İnanış ve Uygulamalar
Doğumla ilgili inanış ve uygulamalar
Doğum sonrası inanış ve uygulamalar
Sünnet geleneği ve uygulamalar
Kirvelik
İkrar almada “eline, diline, beline” sahip
olma ilkeleri
Boşanma yasağı uygulaması
Ölüm ile ilgili inanışlar
On İki İmam ve Mehdi inancı
Cem törenleri
Kurban
İmam Hüseyin orucu ve kurbanı,
niyaz(secde), Bism-i Şah deyimi
Kurban etinden Dede’ye pay ayrılması
Hızır orucu
Muharrem orucu
Su, ateş, ağaç, dağ ve orman kültleri
Ölüler ve Atalar kültleri
Etkiler
Orta Asya Türk kültürü
Orta Doğu kültürü
Sami kültürü
Anadolu kültürü
Mani dininde üç mührün devamıdır
Hıristiyanlık
Geleneksel Türk inancı, Zerdüştilik ve Sami
kültürü
Şia etkisi
Orta Asya Türk kavimlerinin kurban ve içki
törenleri, Safevi-Şii motifleri
Geleneksel Türk dini kurban ibadeti
Safevi etkisi
Sami kültürü
Hıristiyanlıkta Ninova Orucu’nun etkisi
Şii etkisi
Türk dini
Türk dini (Yatır ziyaretleri)
ALEVİLİK
İslam’ın temel kuralı, Rabbimiz olan Allah’a inanmak ve Ona ibadet etmektir.
Aslında Din, insanı özgürleştirmek için bir araçtır. Bu nedenle, Din insanı
özgürleştirilmelidir. İnsanın ancak bu şekilde önü açılabilir. Çünkü insan
yaratılanlar içerisinde en iyi yaratılandır. Her şey insanın emrindedir ve ona
isimler öğretilmiştir. Meleklerle de arasındaki fark da zaten budur. Sünnilik ise,
direkt olarak İslamlaşma değildir ve bir yorumdur. Anadolu’da muhafazakâr olan
Sünniler Arap kökenlilerdir. Aleviler ise, Orta Asya kökenlidirler.
Kerbelâ Olayı’nda denk olmayan güçler arasında bir katliam ve zulüm vardır.
Zalimlerle zulüm gören ve mazlumlar arasında yapılan bir savaştır. Bu nedenle
çıkan isyanlar, günümüze kadar taşınmıştır. Zeynel Abidin’le başlayan Alevi soyu
devam etmektedir. Aşureden tadanlar, sevgi ve huzurun dünyaya yayılmasını
amaçlamaktadırlar. Hz. Ali zalimlere karşı ve Hz. Hüseyin de Muaviye’ye boyun
eğmemiştir. İslam Orduları, Hz. Ömer ile İran’a kadar uzanmışlardır. Türkleri
İslamlaştırmak için, Muaviye’nin komutanları ile Türkler arasında önemli savaşlar
27
olmuştur. İslamiyet’te o dönemde Arap Milliyetçiliği’ni benimseyen Kureyş
Kabilesi ön planda idi. Nitekim Kuteybe pek çok katliamlara neden olmuştur. Hz.
Ali ve taraftarları zalimlerce takibe alınmıştır. Bu nedenle, velayetin kapısı olan
Hz. Ali, Ehli Beyt ve Hz. Ali’nin çocukları Türkler tarafından korunmuş ve hatta
aralarında kız alıp verilmiştir.
Seyitlik (Seyyielik) Hz. Hüseyin’den gelir. Fakat bu durumun İstanbul’da
bulunan bir Kurum tarafından tasdik edilip onaylanması gerekir. Yani o kişinin
soy ağacının bilinmesi gerekir. Anadolu’daki yayla organizasyonları da
Seyyielikten gelir. Nitekim 13.Yüzyılda bu yayla olayları sırasında ekonomi de çok
iyi bir durumdaydı.
Her şey bilim, akıl ve halka dayanmalıdır. Bu yapının yer almadığı zamanlarda
Babai isyanları da bu nedenle çıkmıştır.
Alevilerde Dedelik soydan gelir. Semah ibadetin bir işaretidir. İçindeki sevgiyle
yaratanı aramaktır. Kuran’ın Sünni-İslam anlayışı Arabistan’daki yorumudur.
İran’daki yorumu ise Şii anlayışıdır. Alevi-İslam anlayışında saz vardır. Bu anlayış
Anadolu’ya taşınmıştır. Nitekim Aleviler Anadolu’nun İslamlaşmasında büyük rol
oynamışlardır. Örneğin, Ihlara vadisindeki Hıristiyan kiliseleri bu şekilde
İslamlaştırılmıştır.
Türkler Anadolu’ya 300 yıl gibi bir süreçte dalga dalga gelmişlerdir. Fakat
bunlar Anadolu’ya geldiklerinde, burada bulunan Hıristiyanları Müslümanlaştırmak
için baskı rejimi uygulamamışlardır. Yavuz Sultan Selim döneminde ise,
Bektaşiler Anadolu’ya gelmeye başlamışlardır. II. Mahmut döneminde ise Bektaşi
dergâhları kapatılmıştır. Bunların yerine Nakşî Şeyhleri atanmıştır. Fakat bunlar
da daha sonraları Bektaşileşmişlerdir. Türkiye’de bu günkü Diyanet, Hanefi
Mezhebi’nin elindedir.
Alevilikte kul hakkı yenmez. “Severim seni seveni” denir. Cem başlamadan
önce alınan “niyaz” bir rıza anlamındadır. Arap Yarımadası’ndan uzaklaştıkça
İslam, daha iyi yorumlanmıştır. Balkanlar’da XII. Yüzyılda Hacı Bektaşi Veli’den
önce ve sonrasında Demir Bey’i görmekteyiz. Anadolu Erenleri’nden Abdal Musa
Sultan, Antalya yöresinde ve Alavı-Bektaşi Halk Ozanı Kaygusuz Abdal (Alâeddin
Gaybi)(1341-1444) ise, Mısır’da faaliyet göstermiştir.
Alevilikte kadının da erkeğe eşdeğer bir yaşamı vardır.
Alevilere İlişkin Adlandırmalar ve Kavramlar
İslam Peygamberi Muhammed’in (571-632) ölümünden sonra, kimin Halife
olacağı konusunda Ali Ebu Talib’in (598-661) Halife olmasından yana tavır koyan
kesime, Şia-i Ali adı verilmiştir. Arapça kökenli olan bu sözcük Ali taraftarları,
Ali’yi sevenler ya da Ali yandaşları ve onun izinden yürüyenler anlamına gelir.
Bununla birlikte Ehlibeyt’e, aşırı derecede bağlı olmak anlamına gelen Rafızî
sözcüğünün, bundan farklı ve olumsuz bir biçimde Alevilere yakıştırıldığı da
bilinmektedir. Rafızî teriminin, tümüyle hakaret anlamıyla kullanıldığı, kullanıla
geldiği, Ehlibeyt’e duydukları aşırı sevgi nedeniyle şeriata ve gerçeklere ters
düşen, yoldan sapan anlamında, bir itham ve suçlama terimi olarak da ileri
sürüldüğü göz ardı edilmemelidir. Bununla birlikte, Kuran’daki ayetlerin zahiri
değil, Bâtıni anlamlarını yeğlemeleri nedeniyle, özellikle 10-11. Yüzyıllarda,
Alevilerin yaygın bir biçimde Bâtıni ve Bâtıniler biçiminde nitelendirildikleri de
görülür. Şia-i Ali ile hemen hemen aynı anlama gelen Alevi sözcüğünün ise, ne
zaman kullanılmaya başlandığı tarihi hakkında kesin bilgimiz yoktur. Alevilik ile
Şiiliğin kesin çizgilerle birbirinden ayrıldığı günümüzde, Alevilik adının, en
kapsamlı sözcük durumunda bulunduğu ve Alevilik kapsamında düşünülen tüm
28
inanç kollarını kucaklayan bir şemsiye sözcük olarak kullanıldığına tanık
olmaktayız.
Bektaşilik, XIII. Yüzyılda yaşamış olan Hacı Bektaşi Veli’nin ölümünden
yaklaşık iki yüz yıl sonra Erkân namesi düzenlenerek yapılandırılan bir Alevi
tarikatının adıdır. Bu tarikatı benimseyen kimselerin kendilerini Bektaşi, AleviBektaşi olarak adlandırmaları ya da böyle adlandırılmaları, onların Alevilikten ayrı
veya farklı bir yol izlediklerini göstermez. Her Bektaşi’nin kaçınılmaz olarak Alevi
olduğu, ama her Alevi olanın ise mutlaka Bektaşi olarak görülmesinin
gerekmediği gerçeği unutulmamalıdır. Bir diğer önemli nokta da, Hacı Bektaşi
Veli’nin, öncelikle Türkiye’de yaşayan -Bektaşi olsun veya olmasın tüm Alevi
kesimlerinin saygı duydukları, "El ele el Hakka" bağlamında “Serçeşme” kabul
ettikleri konusudur. Bektaşiliğin Balım Sultan tarafından kuruluşundan iki yüzyıl
kadar önce ve Hacı Bektaşi Veli’nin sağlığında gerçekleştirilmiş olan söz konusu
yapılanmanın, Türkiye’deki Aleviliğin başlıca esaslarından biri olduğu kabul
edilmektedir.
Alevilere verilen adlar arasında “Kızılbaş” sözcüğünün de önemli bir yer
kapladığı görülür. Ebu Deccane ve Hz. Ali’nin başlarına bağladıkları kızıl veya
kırmızı sarıktan ileri geldiği söylenen Kızılbaş nitelemesinin çok daha eskilere
uzandığı görüşlerine de rastlanılır. Şii bir İmam olan Cüneyd’in (?-1460) oğlu
olan Haydar (?-1488), Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı Halime Begüm’le
evlenir. Oğulları, Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail idi. Haydar, Erdebil
Safevi Tekkesi’nin Şeyhi (1469) oldu. Haydar, taraftarlarına 12 dilimli Kızıl Börk
(Kızıl Başlık) giydirir idi. Haydari Taç (Kızıl Başlık) takan Şeyh Haydar
taraftarlarına da “Kızılbaşlar” (Kızılbaş Türkler) denirdi. Bundan hareketle 12
dilimli tacın ise, söz konusu eski geleneğin resmi bir kisve haline gelmesinden
başka bir şey olmadığı düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Özünde, inandığı yolda
ölümü göze alabilen yüksek bir özveriyi ifade eden Kızılbaş sözcüğünün, Alevilere
karşı kötü anlamda kullanıldığı da bilinmektedir. Ancak, Alevi şair ve düşünürlerin
bu söze sahip çıktıklarını ve göğüslerini kabartarak "Kızılbaşım Kızılbaş" demeye
devam ettiklerini izlemekteyiz.
Aralarında belirli farklar olmakla birlikte, denebilir ki Şia terimi, Safevi
Devleti’nin sonlarına kadar, tüm Ali ve Ehlibeyt yanlılarını kapsamına alan bir
anlama sahipti. Ancak, özellikle İran’da 1732’lerden itibaren, yani Afşar Beyi
Nadir Şah’ın yönetimi ele geçirmesinden sonra, Sünniliğin hızla güçlendiğine tanık
oluruz. Nadir Şah, Şiiliğin Sünniliğe yaklaştırılması yönünde planlı ve uzun vadeli
bir çalışmayı başlatır. Ulemayı görevlendirip işleri sistemli bir biçimde yürütmeye
koyulur. Bu süreç aksamadan devam eder. Zamanla Mısır’daki Ezher bilginleri de
devreye girip, Şia bilginleri ile işbirliği yaparak, söz konusu girişimi desteklerler.
Bu çabaya Türkiye ve diğer ülkelerin bazı din adamları da arka çıkarlar. Nihayet
1960’lı yıllarda, İran Şiiliği, Sünniliğe yeteri kadar benzetilmiş ve artık "Caferiliğin
de "Hak mezhebi" sayılması yönünde Ezher Şeyhleri’nin en büyüğü tarafından
gereken fetva verilmiştir. 1979 İran İslam Devrimi sonucu mollaların iktidara
gelmesiyle birlikte, Şeriat’ın da siyasal erki ele geçirmesi ile sonuçlanan bir
durumdan sonra, İran dünyaya Şeriat yönetimleri ihraç eden bir merkez haline
gelmiştir. Bugün Alevilerin özellikle de Türkiye’de yaşayan Alevilerin, sahip
oldukları inanç ve kültür sisteminin dayandığı temel değerlerle, günümüz
Şiiliği’nin, özellikle de İran Şiiliği ve benzerlerinin sahip oldukları arasında son
derece derin uçurumlar ortaya çıkmıştır. Tüm bu gelişmeler sonunda, Şiilikle
aramızda, Ali ve Oniki İmam sevgisi dışında - pek bir benzerlik kalmamıştır.
Alevilerin; Şeriat’ı dünya düzeni haline getirmek isteyen Sünni kesimlerle işbirliği
içinde ve aynı yönde hareket eden İran Şiiliği’ne sıcak bakmadıklarını, kendilerini
29
hiçbir biçimde onunla aynı yere koymak istemediklerini, önemle vurgulamakta
yarar olduğu kanısındayız.
Günümüzde Alevi coğrafyasında bir hayli değişiklikler gerçekleşmiş, Avrupa
ülkelerinin yanı sıra dünyanın birçok yerinde Alevilerin varlığından ve Alevilikten
söz edilir olmuştur. Balkan ülkelerinde Alevi-Bektaşiler gözle görülür bir
yoğunluğa ulaşmış, geçmişte sönükleşen dergâhlarını yeniden canlandırmışlardır.
İran’da ve benzeri Şiilik anlayışının yaşandığı diğer ülkelerde de kendilerini Alevi
kabul eden toplulukların varlığı dikkate alınırsa, Aleviliği "Anadolu" veya Türkiye
ile sınırlamanın gerçekçi bir yaklaşım olmadığı açıkça görülür.
Önemle belirtilmesi gereken bir diğer nokta da Alevilerin; etnik köken ve
konuştukları diller bakımından tekdüze olmadıkları, son derece renkli bir
görünüm sergiledikleridir. Kimi çevrelerin ve politik amaçlı bazı araştırmacıların,
Alevileri tek ulusa ve tek dile bağlamaya çalışmaları hiç de doğru ve gerçekçi bir
tutum değildir ve olamaz da. Bu tür anlayışlar, dar-milliyetçi ve faydacı bir
tutumu yansıtır ve gerçekliği ise göz ardı etmeye çalışırlar.
Tarihin bu evresinde, Şia-i Ali kolları arasındaki farklılıklar bir hayli büyümüş,
ciddi ayrılık noktaları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kimileri artık ayrı zeminlerde
değerlendirilir bir hal almış, ufak benzerlikler dışında, aralarında ciddiye alınır
benzerlikler ve ortak noktalar neredeyse kalmamış veya çok azalmıştır denebilir.
Aleviliğin Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi
Alevilere ve yaygın kanıya göre; İslam Peygamberi, amcası oğlu ve beş
yaşından itibaren yanına alıp büyüttüğü Ali’yi, daha baştan beri kendisine
yardımcı (vezir) ve vasi (onu temsil edecek kişi) olarak tayin etmiştir. Ölümüne
yakın gittiği Hac’dan dönerken “Gadri Hum” denilen yerde verdiği hutbe ile de,
kendisinden sonra Ali’nin Hilafet makamına geçmesi gerektiğini açıkça beyan
etmiş ve böylece ölümünden sonra doğabilecek huzursuzluklar önlenmek
istenmiştir. Peygamber’in Ali’ye bahşettiği bu yeni görev nedeniyle, Ömer’in Ali’yi
kutladığı ve hatta hemen orada kendisine biat ettiği de söylenir. Bunu izleyen
gelişmeler, işin istenildiği gibi gitmediğini, Peygamber’in cenazesi henüz
yerdeyken huzursuzlukların ortaya çıktığını, Ali’ye verilmiş olan imamet hakkının,
en başta Ebu Bekir, Ömer ve Osman tarafından tanınmadığını kanıtlıyor.
Peygamber’in ölümünü (632) fırsat bilen Ebu Bekir, Ömer başta olmak üzere
bazı kişiler, Ali’nin cenaze işleriyle uğraştığı bir sırada başka bir yerde toplanıp,
Muhammed’in Hz. Ali’ye ilişkin istek ve buyruklarını hiçe sayarak,
Ebu Bekir’i
Halife ilan etmeleri ve büyük bir ayrılığın başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu
olay Ali taraftarlarının tepkisine yol açarak, Ali’nin haksızlığa uğradığını ve hakkı
olan halifeliğin gasp edildiği düşüncesinin yayılmasına neden oldu. Birçok insan
Ali’ye başvurup, onun bu duruma müdahale etmesini ve gerekirse zor kullanarak
hakkı olan halifeliği geri almasını önerdi. Ancak o, İslam’ın henüz yeni olması
nedeniyle, ciddi yaralar alabileceğinden kaygı duyarak, makam ve mertebe için
kan dökülmesinin doğru olmadığını düşünerek, mütevazı yaşamına devam etti.
Daha sonra oğulları Hasan ve Hüseyin de aynı doğrultuda ve aynı şekilde
davranmayı yeğlediler.
Ebu Bekir’i, Ömer’in ve Osman’ın halifelikleri izledi. Ancak Osman’ın ayaklanan
halk tarafından öldürülmesinden sonra, Ali bizzat karşı çıktığı halde, halkın ve
ileri gelenlerin isteği ve baskısı üzerine halifeliği kabul etmek zorunda kaldı. Beş
yıl gibi kısa ve olaylı geçen halifelik döneminde, kendisinden öncekilerden ne
denli farklı olduğunu açıklıkla ortaya koydu.
Onun yöneticilik ya da halifelik anlayışı diğerlerinden bir hayli farklı idi ve her
alanda hakça bir uygulamayı amaçlıyordu. Bu, Hz. Ali’ye bizzat biat ettikleri
30
halde, önceki halifeler zamanında çeşitli ayrıcalıklar elde etmiş olanların sert bir
tutum izlemelerine neden yol açtı. Çünkü onlar, elde ettikleri aslan payından
vazgeçmek niyetinde değillerdi. Çıkarlar ve ayrıcalıklar ağır basıyordu. Bir bakıma
gerçekten inanmış olanlarla inanır görünen ve çıkarları söz konusu olduğu zaman
İslam’ı istismar etmekte herhangi bir sakınca görmeyenler arasındaki farklılığı
yansıtıyordu.
Diğer taraftan olaylar; taraflar arasındaki görüş ayrılığının, sadece kimin halife
olacağı noktasında değil, İslam’ın uygulanışı ve nasıl anlaşılması gerektiği
konularında da sürdüğünü ortaya koydu. Muhammed’in Ehl-i Beyti, sağ kalan
bazı Sahabeler ve Kemerbestlerle Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Süfyan ailesinin başını
çektiği Umeyyeoğuları arasında derin ayrılıklar baş gösterdi. Bu ayrılıklar Ömer
ve özellikle de Halife Osman zamanında daha da büyüdü. Halife Osman’ın
öldürülmesini bahane ederek Ali’nin halifeliğini tanımak istemeyen Ebu Süfyan
oğlu Şam Valisi Maviye, Muhammed’in eşi Ayşe’nin yanı sıra, Zübeyr ve Talha
gibi etkili pek çok kişi düşmanca bir tutum aldılar. Böylece çıkar cephesi,
Ümeyyeoğulları yararına genişleyip güçlendi.
Muhammed zamanında ancak ihtiyacı olan kimselerin yararlanabildiği
“Beytülmal”, yani “devlet hazinesi”, özellikle Osman’ın halifeliği döneminde,
öncelikle Umeyyeoğulları’na ve bazı ileri gelen kişilere peşkeş çekildi. Emevi
iktidarı, İslam’ın başlangıcında kural ve buyruklarına uymak yerine, Abu Süfyan
ailesinin, İslamiyet’in ortaya çıkışı nedeniyle kısmen kaybettiği ekonomik, sosyal
ve siyasal çıkarlarını yeniden elde etmek amacıyla onu, İslam dinini, kendi
istekleri yönünde değiştirip kullandıkları anlaşılıyor. Bu yüzden, ele geçirdikleri
halifeliği Roma hükümdarları ile boy ölçüşen bir anlayışla kullandılar. İslam’ın
ortaya çıktığı zamanki toplumu geliştirici özelliklerini ve insanların yararına olan
birçok kuralını, Ümeyyeoğulları’nın çıkarları yönünde değiştirdiler. Bundan amaç
İslam’ı geliştirip güçlendirmek değildi. Asıl yapılmak istenen ve kurmayı
planladıkları, Emevi saltanatını güvenceye kavuşturmak için bir takım kaide ve
kurallara dayalı bir yapı oluşturmaktı. O zaman toplumu, merkezi buyruklarla
yönetmek, istenilen tarafa yöneltmek çok daha kolay olacaktı.
İşlerine yarayan eski Arap geleneklerinin birçoğunu yeniden canlandırarak,
Peygamber zamanındaki çeşitli uygulamaları gönüllerince değiştirip sunarak,
Şeriat adı altında âdeta yeni bir din oluşturdular. Arap gelenekçiliği ve yaşam
tarzını İslam’ın kendisiymiş gibi sunma çabaları, giderek yadırganır olmaktan
çıktı. Devlet desteği ve eldeki olanaklar, Ehl-i Sünnet’ten yana işleyerek, gerçek
İslâm’ın, Muaviye’ce temsil edilen anlayış ve yol olduğu saptanmıştır.
Alevilerin gelenek, görenek ve uygulamalarında Gülbank, Tercüman, Nefes
(deyiş), Ağıt (mersiye) ve ibadet (tapınma) vardır. Üçler (Allah, Muhammed ve
Ali), Beşler (Muhammed, Fatma, Ali, Hasan ve Hüseyin), Yediler (Allah,
Muhammed, Hatice, Fatma, Ali, Hasan ve Hüseyin) ve Oniki İmamlar ( Ali,
Hasan, Hüseyin, Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, Cefer-i Sadık, Musa-i Kazım,
Ali’yyur Rıza, Muhammed Taki, Ali’yyur Naki, Hasan’ül Askeri ve Muhammed
Mehdi) vardır.
Alevilere göre insan olmanın bazı prensipleri de vardır. Bunlar; bilgili olmak,
asi olmamak, nefse uymamak, can gözünün açık olması, tamah etmemek,
dünyadan el-etek çekmek, arzu ve isteklerden vazgeçmek, şehvete düşkün
olmamak, kibirsiz olmak, kimseye acı ve zarar vermemek, pinti ve aceleci
olmamak, kazaya rıza ile teslim olmak ve vesveseci olmamaktır.
Alevilerle Caferiler arasında çok az farklar vardır. Aleviler fıkıhtan uzak
tutulmuşlar, inançlarının kaynaklarına ulaşmaları engellenmiş ve bu nedenle
pratikte sorunlar yaşamışlardır. Örneğin, namaz ibadetleri Cem törenlerinde
Niyaz şeklindedir. Türkiye’de yaklaşık üç milyon Caferi ve bunlara ait de 300
31
Camileri bulunmaktadır. Bunlar imamlarını önceleri Hz. Ali’nin türbesinin
bulunduğu Necef (Irak’ta), şimdi ise Kum (İran’da) kentinde eğitmektedirler. Bu
eğitim masrafları kendi cemaatleri tarafından karşılanmaktadır. İran’da Muharrem
ayının aşure gününde Kerbelâ olayında şehit olan Hz. Hüseyin’in acısını tatmak
için sırtlarını zincirlerle kanatırcasına dövenler Ceferiler’dir. Ancak, günümüzde bu
durumdan vazgeçildiği ve bunun yerine Kızılay’a kan bağışında bulunduğu
söylenmektedir.
Şia anlayışının bir kolu olan Caferilikte, Hz. Muhammed’den sonra İslam
dünyasının liderliğinin 4 Halife’ye değil, ilki Hz. Ali olmak üzere 12 İmama ait
olduğuna inanılır. Caferilik adı 12 İmamdan birisi olan Hz. İmam Cafer-i Sadık’tan
gelir. Caferilere göre dinin temeli; Allah’ın varlığına ve tekliğine, son Peygamberin
Hz. Muhammed olduğuna ve ölümden sonra da yaşam olduğuna inanmaktır. Bir
insan için malı, ırzı ve namusu çok önemlidir.
Alevilik ve Bektaşilik üzerine önemli yapıtları bulunan İrene Melikoff (St
Petersburg,1917-Strasbourg, Ocak 2009), Azeri Türkü bir baba ve Rus bir
annenin oğluydu. Petrolcü olan babası, Bolşevik Devrimi nedeniyle, önce
Danimarka’ya ve sonra da Fransa’ya yerleşti. İrene Melikoff, Sorbonne
Üniversitesi’ni ve Doğu Dilleri Yüksekokulu Türkçe ve Farsça Bölümü’nü bitirdi.
Strasbourg Üniversitesi Türkoloji Enstitüsü Başkanı oldu. “TURCICA” Dergisi’ni
kurdu ve uzun süre Yönetti. Fransız Devlet Nişanı, Konya Selçuk ve Bakü
Üniversiteleri tarafından Fahri Doktora unvanı verildi. İslâm Araştırmacısı Prof.
Dr. Louis ve Türk Tarihçileri Prof. Dr. Fuad Köprülü ile Prof. Dr. Lütfü Barkan’la
tanıştı. Halide Edip’in kocası ve 1921’de vefat eden Matematikçi Salih Zeki’nin
oğlu ile evlendi ve uzun süre Türkiye’de bulundu. Yapıtları: “Uyur İdik Uyardılar”,
“Efsaneden Gerçeğe Hacı Bektaş”, “Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan”, “Umur Paşa
Destanı”, “Melikj Danişmend”, “Ebu Müslim Horasani”, “Türk Sofizminin İzinde“
ve “Kırklar Sofrası”.
OSMANLI DÖNEMİNDE ALEVİ AYAKLANMALARI
Ayaklanmalarının Nedenleri
Osmanlı döneminde ayaklanmaların genel nedenleri, tımar sistemi(toprağın
genelde miri olarak devlete ait olması). Örneğin, bir kısım köy toprakları, padişah
yakınlarına veya yüksek görevlilere özel mülk olarak temlik edilirdi. Bu nedenle,
16. yüzyıldan itibaren devletle halk arasında görev yürüten ve eyaletlerdeki
toprağın önemli bir bölümünü elinde tutan etkili Toprak ağaları ve Ayanlar-toprak
soylusu (Aristokrasisi) doğdu.
Osmanlıda farklı katmanlardan oluşan toplumsal bir yapı vardı. Bunlar:
I. Yönetenler(Askeriler) sınıfı: İcra-i askeriler (Maaşlılar, Zaimler ve Tımarlı
sipahiler) ve Ulemalar,
II. Yönetilenler (Reaya) sınıfı: Kentliler (Lonca esnafı, Tüccarlar ve Sarraflar),
Köylüler ve Göçebeler idi.
Reaya sınıfının toprak edinme hakları yoktu ve fakat asker olurlardı. Irgatlık
ve marabalık yaparlar, angarya işlerinde çalışırlar ve çok çeşitli ağır vergiler
öderlerdi.
Tanzimat’a kadar, tutsaklar, köleler ve cariyeler esir pazarlarında ve
Bedestenlerde satılırdı.
Vakıflar özel mülkiyet ve sömürü aracı olarak kullanılıyordu.
Bozuk vergi düzeni (cizye, ağnam, öşür, vb.) vardı.
Bozuk para düzeni vardı (paranın değeri sürekli düşürülmekteydi).
32
Bazı dönemlerde kıtlık, açlık ve yoksulluklar yaşandı. Örneğin, 1494-1503
arasında kıtlık ve veba salgını oldu. Bursa ve Balıkesir civarlarında, 1525-1527
arasında çekirge salgını oldu. Anadolu’da, 1564-1565 arasında kıtlık dönemi
yaşandı ve bu durum 1577’ye kadar sürdü. Açlık dönemi ise, 1604’ten itibaren 6
yıl sürdü. Keza, 1726’da açlık, işsizlik, rüşvet ve uşaklık yaygındı.
Yöneticilerin mal varlığıyla zenginleşmeleri ve rüşvet olaylarının nedeni,
yönetimdeki bozulmalardı.
Osmanlıda genel ayaklanmaların niteliklerine bakıldığında; toplumda sınıf
ayırımcılığı, ekonomik yapı, iktidar olma amacı ve etniksel yanları olduğu
görülmektedir.
Alevi Ayaklanmaları’na devletin din ve mezhep açısından baskıcı, ezici ve yıkıcı
yaklaşımı da etken olmuştur. Bu nedenle, Alevi toplumunun ayaklanması, tarih
boyu insanlık, hak ve özgürlükler için verdiği savaşımlardır. Yani kimlik
kavgasıdır. Ayrıca ayaklanmalar, ekonomik-toplumsal- siyasal- dinsel yapıdan da
kaynaklanıyordu.
Ayaklanmaları en yoğun olduğu dönem 16.-17. Yüzyılları arasındadır. Bu
dönemde, adalet ve kadı sisteminin düzenin bozulmasına katkıları(bozuk düzen
ve adaletsiz uygulamalar) bulunmaktaydı. Dönme ve Devşirmeler yönetici, TürkTürkmenler ise, yönetilenler kesime dönüştürüldü. Toplumsal konumunu yitiren
Türk-Türkmenler, sürekli olarak aşağılandı. Toplumda güvensiz ve huzursuz
ortam ile çift bozanlık nedeniyle kargaşalıklar doğdu. Bunalımlar nedeniyle,
ahlaksal çöküşler, içki ve fuhuş olayları görülmekteydi. Yeniçeri ayaklanmaları ve
savaşlar da huzursuzluk ve bunalımlara neden olmaktaydı.
Bireysel ve toplumsal ayaklanmalar de toplumda huzursuzluklara neden
olmaktaydı. Bunlar 1402’de Köpekoğlu olayı ile başlayan Dadaloğlu (Veli:17851865) olaylarına kadar devam eden, genellikle ilk dönemlerde Timur’un
kışkırtmasıyla sürdürülen ve tarihi kaynaklara göre, 102 ayrı olaydır.
Osmanlıda Alevilere Karşı Devlet Baskısı
Türkmenlerin Alevi-Sofi geleneklerini benimsemesine karşın, devletin Suni
İslamlığı benimsemesidir. Bu nedenle, halkın yeni bir arayışla Şia propagandasına
kaynak oluşturan Erdebil dergâhını dinsel bir odak olarak seçmesidir.
Aleviliğe sistemli baskı uygulamaları: Özellikle II. Beyazid (03.12.144726.05.1512) Döneminde (1481-24.04.1512) birçoğu öldürüldü ve sürüldü. Yavuz
Sultan Selim (10.10.1470-22.09.1520) Döneminde (26.05.1512-22.09.1520) ise,
40-80 bin Alevi katliamlar yapılarak öldürüldüğü iddia edilir. Kanuni Sultan
Süleyman (27.04.1495-06.09.1566) Döneminde (30.09.1520-06.09.1566) de
baskılar yapıldı. II. Selim ve III. Murat dönemi de tıpkı Yavuz dönemi gibiydi. IV.
Murat ve sonrasında da baskı ve kıyımlar sürdürüldü.
Alevi ayaklanmalarının genel niteliklerine bakıldığında; Alevi ve Sünni
kültürlerinin farklı kaynaklardan gelmiş olması (Alevilik İslam, Asya-Şamanlık,
İran-Zerdüştlük, Anadolu (Paganis), Yunan, Roma, Hıristiyanlık ve Balkanlar
kaynaklı olmasına karşın, Sunilik Arabistan-Araplık-Müslümanlık kaynaklı
olmasıdır).
Ayaklanmalara Neden Olan Şah İsmail Hatayi Dönemi
Şah İsmail Hatayi (Erdebil 17.07.1487-Sarab, Azerbaycan, 1524), babası
Haydar (?-1488), kardeşi Sultan Ali (diğer adıyla Yar Ali, Ak koyunlu Hükümdarı
Rüstem Bey tarafından 1493’te öldürüldü. Rüstem Bey de 1497’de öldürüldü) ve
İbrahim’dir. Zeki, kültürlü ve acımasız bir kişiliğe sahiptir. Tebriz’de 1502’de taç
33
giydirilir. Amacı, bir Türk Devleti olan Safevi Devleti’nin sınırlarını genişletmek ve
Şiiliği yaymaktır. Çaldıran Savaşı’nda 23 Ağustos 1514’te, Yavuz Sultan Selim’e
yenilir. Savaştan sonra, Tebriz’e döner ve ruhsal bir çöküntü içinde kendini
şaraba verir. Her yılını ayrı bir kentte geçirir. Azerbaycan’da Sarab kentinde ölür
ve Erdebil’e götürülür. “Hatayi” mahlasıyla klasik şiir diliyle ve aruzla yazdığı
şiirleri, tasavvufi düşünceleri, Aleviliği, Hurufiliğin ilkelerini ve Âşık hane tarzları
yansıtır. Hece ölçüsüyle koşma ve semai biçiminde nefesler yazmıştır. Onun Tüm
şiirleri “Divan” adlı kitapta toplanmıştır.
Soyu İmam Musa Kâzım’a dayanır. Sadreddin-Hace Ali Şah-Şah İbrahim-Şeyh
Cüneyd (Uzun Hasan’ın damadı), Şirvan Şahla yapılan savaşta 1460’ta öldü.
Anadolu Erdebil temsilcileri ise, Aksaraylı Ebu Hamid Hamideddin (1412) ve
Hacı Bayram Veli’dir (1430).
Cüneyd’ten sonra Erdebil Şeyhlik postuna Haydar oturtuldu. Şah İsmail 13
yaşında iken, Safevi Devleti’ni kuracak olan Orta ve Güney Anadolu Kızılbaş
Türkleri, Şah İsmail’in geldiği Erzincan’da toplandılar. Erzincan, Sivas, Karaman
ve Anadolu halkı, “biz diriye varırız, ölüye değil” diyerek Şaha doğru yola çıktılar.
Şah İsmail henüz 15 yaşında iken, 1501’de Safevi Devleti kuruldu. Trabzon Valisi
olan Yavuz Sultan Selim, tam bir Kızılbaş düşmanıydı. Safevi ülkesinin sınırları
1510-1511’de, Fırat’tan Ceyhun’a kadar uzanmaktaydı. Gözü, Osmanlı
topraklarıydı. Nitekim Şah Kulu’nun Şah İsmail adına eylem yaptığı söylenir.
Alevilik, eski Türk, Oğuz inanış ve geleneklerinin İslam dininin bazı kuralları ile
birleşmesidir.
Anadolu Aleviliği üzerinde Hacı Bektaşi Veli’den sonra en etkin kişi Şah İsmail
Hatayî’dir.
Şah İsmail’den sonra yerine oğlu Şah Tahmasb geçmiştir.
Horasan (Sivas-Banaz) ve Urum (Anadolu) Erenleri arasında yer alan ve
Erdebil Ocağı’na bağlı olan Pir Sultan Abdal da, Şah Tahmasb zamanında (15021576) yaşamış ve Alevi Ayaklanmaları’na öncülük ettiği gerekçesiyle, Hızır Paşa
tarafından idam edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim’in Alevi Katliamı İddiası
Bu konudaki iddialar ve tartışmalar, Birinci Selim’in yanında bulunmuş ve
önemli hizmetler görmüş olan İdris-i Bitlisî’nin “Selimşahnâme” adlı eserinde:
“Padişah yöneticilerine: “Hiç beklemeden Kızılbaş taifesinden kim varsa, nerede
bulunuyorsa, üç atasına dek (Şah İsmail ve ataları kastediliyor) ve Safeviyye
şeyhlerinin üç tabakasına inanan müridlerinden iseler her halkârda “İmanı inkâra
değiştiren şüphesiz doğru yoldan sapmış olur” ayeti gereğince köklerinin
kazınmasını ve tebdil ile cezalandırmayı hak etmişlerdir. Rum (Anadolu)
beldelerinde oturan ve yürüyen (konargöçer) bu taifeden yediden yetmişe hepsini
yazsınlar ve yüce divanın naiplerine arz etsinler” diye hüküm gönderdi. Yazıcılar
isimleri defterlere kaydettiler, yaşlı ve gençlerden oluşan kayıtlıların sayısı 40 bin
oldu. Ulaklar bu defterleri her yörenin hâkimlerine ulaştırdıktan sonra, her yörede
keskin kılıçlar adım adım yazılanlara yöneldi. Bu öldürülülenlerin sayısı 40 bini
aştı/İtaat bakımından Hak’tan kim yüz çevirirse Hak onu siyaset kılıcıyla öldürür”
demekteydi. Daha sonra bu bilgiler, Hoca Sadeddin Efendi (?-1599), Gelibolulu
Mustafa Âlî (?-1600) ile Ibn Kemal’in eserlerinde de geçmekteydi. Ancak, Derin
Tarih’in Eylül 2013’de yayınlanan 18. Sayısında, bu konuda bazı tarihçi yazarlar,
Yavuz’un Alevi Katliamı Yapmadığı” görüşünü savunmaktadırler.
Ayaklanmalar
34
Şeyh Bedreddin Ayaklanması: Osmanlı İmparatorluğu’nun “Fetret
Devri”nde (1402-1413) Şeyh Bedreddin Ayaklanması (1413-1417), Halk tabanı
Alevi olan bir ayaklanma idi. Simavna (Samona) Kadısı İsmail’in oğlu olan Şeyh
Bedreddin Mahmud (Simavna, 1359-Serez, 18.12.1416) büyük bir düşünür, âlim,
hukukçu ve arayan-araştıran bir kişiliği vardı. Dedesi Abdülaziz Gazi, Dimetoka
Fethi’nde şehit olmuştur. Edirne, Bursa ve Konya’daki eğitim-öğretimden sonra
1383’de Kahire’ye gider. Ahlatî’nin müridi olur ve sufi yoluna girer. İmam Şafi ve
İmam Hanefi mezhebine bağlıdır. Şeriata karşıdır. Mülkiyette ortaklığı savunmuş,
Deccal’ın ve Mehdi’nin gelmeyeceğini ve kıyametin de olmayacağını, cennet ve
cehennemin bu dünyaya ilişkin simgeler olduğunu ileri sürmüştür. Bâtıniliğe
sapmıştır. İzmir-Karaburun’a (Stilaryon) yerleşen Müritlerinden Burhan bin
Mustafa (Börklüce Mustafa)(Dede Sultan) Aydın, Torlak Hu Kemal ise Manisa
dolaylarında ayaklandılar (1426). Şeyh Bedreddin, 1405’de Mısır’dan döner ve
Aydın İli’ne ulaşır. Burası, 1389-1390’da savaşsız olarak Osmanlı topraklarına
katılır ve Aydınoğlu İsa Bey’e Tire dirlik olarak verilir. Şeyh Bedreddin, KütahyaDomaniç-Bursa yoluyla Edirne’ye döner ve güzergâh boyunca birçok mürid edinir.
1407-1411 arasında Edirne’de kalır ve 1411’de Musa Çelebi’nin Kazaskeri olur.
Musa Çelebi’nin 1413’de ölümünden sonra İznik’te ikamete zorlanır ve kendisine
maaş bağlanır. Burada “Teshil” adlı eserini, 4 Eylül 1415’de yayınlar. Börklüce
Mustafa’nın hurucundan sonra Şeyh Bedreddin de İznik’ten ayrılır. Temmuz sonu
1416’da Sinop (İsfendiyar) üzerinden bir gemiyle Kırıma ve oradan da Eflâk’a
ulaşır. Silistre dolaylarında örgütlenmeye başlar. Sultan Çelebi Mehmet
tarafından yakalanır ve Ulemadan oluşan bir Mahkeme tarafından yargılandıktan
sonra, İran’dan yeni gelmiş Molla Haydar Harevî’nin fetvasıyla Serez Çarşısı’nda
bir dükkânın önünde 18 Aralık 1416’da idam edilir. Cesedi bir gün ve bir gece
sergilendikten sonra, Müritleri tarafından oraya gömülür. Kemikleri 1924’de
Serez’den İstanbul’a getirilir ve Topkapı Sarayı Müzesi depolarında bir çinko kutu
içinde toprakla karışık olarak muhafaza edilir. 1961’de ise, Divanyolu’nda Sultan
II. Mahmud Türbesi haziresine defnedilir. “Vâridat” adlı eseri, aydın bir İslam
kültürünü yansıtır. Ölümünden sonra Simaviye tarikatı kurulur.
Saruhan Sancakbeyi, İzmir-Karaburun’a yerleşen Börklüce Mustafa’nın
üstüne, ilk önce İskender Paşa’yı (bir dönme olan Bulgar Kralı İvan Sisman’ın
oğlu Prens Alexandr) ordusuyla gönderdi ve askerleriyle birlikte hayatını kaybetti.
Daha sonra, Saruhan ve Aydın İlleri’nin Sancakbeyi Timurtaş Paşazade Ali Bey
daha büyük bir orduyla geldi. Onlar da telef oldular. Bu defa Padişah Çelebi
Mehmed, Veziriazam Beyazid Paşa’yı oğlu Şehzade Murad’ın eşliğinde daha
büyük bir orduyla gönderdi. Börklüce Mustafa yakalandı ve Selçuk’a (Ayasluğ)
götürülüp çarmıha gerilerek öldürüldü.
Şeyh Bedreddin ayaklanmasıyla Aydın, İzmir ve Manisa yörelerinde 4 bin,
Börklüce Mustafa’nın ayaklanmasında da 10 bin taraftarlarının öldürüldüğü
bildirilmektedir.
Kayserili Hâkim’i Şemseddin Mehmed’in torunu ve Kara Yülük Osman Bey
tarafından Harput dağlarında öldürülen Kadı Burhaneddin’in oğlu olan Börklüce
Mustafa, babasının ölümünden korkarak İzmir-Karaburun’a kaçar. Şeyh
Bedreddin’le burada tanışır ve Dede Sultan lakabı verilir. Taraftarları arasında,
“Benim hanem senin hanendir, evimden evin gibi istifa edebilirsin” düsturu
yayıldı. Mustafaya 4.000 asker katıldı. Çelebi Sultan Mehmet, Hicri yılı 853’de,
Saruhan Valisi Süleyman Bey’i (Bulgar Kralı’nın oğlu ve asıl adı Alexander
Sisman) Mustafa’nın üzerine gönderdi ve Stilaryos Dağı geçitlerinde tüm
askerleriyle birlikte öldürüldü.
Şah Kulu Ayaklanması (1509-Erzincan, 02.07.1511): Tekeili (Antalya ve
yöresi) taraflarında başlayan ve doğuya kadar yayılan bu isyan Şah İsmail’in
35
etkisiyle olmuştur. Şah Kulu’nun ölümünden sonra ise, 15000 taraftarı İran’a
sığınmıştır.
Nur Ali Halife Ayaklanması (1512): Etkeni Şah İsmail’dir. Tokat, Amasya,
Çorum ve Yozgat civarında olmuştur.
Bozoklu Celal Ayaklanması (1517-1518): İşsizlik, yoksulluk ve köylülük
nedeniyle, Tokat ve Amasya civarında çıkmıştır.
Şah Veli Ayaklanması (1519): Kıyımlara karşı Bozok (Yozgat) civarında
olmuştur.
Süklün Koca-Baba Zünnün Ayaklanması(1525-27): Tokat, Sivas,
Amasya, Maraş, Adana, Tarsus ve İçel dolaylarında bir Köylü-Türkmen
hareketidir.
Atmaca Ayaklanması (1526): Bir Alevi dedesinin sakalının kestirilmesi
nedeniyle, Yozgat civarında çıkmıştır.
Zünnün Oğlu Ayaklanması (1527): Atmaca ayaklanmasının bir devamıdır.
Domuz Oğlan ve Yenice Bey Ayaklanması (1526): Baba Zünnün
etkisiyle, Maraş. Adana ve İçel dolaylarında çıkmıştır.
Mustafa Oğlu Veli Halife Ayaklanması (1526): Adana sancağında
çıkarılmıştır.
Seydi Bey ve İnciryemez Ayaklanması (1529): Yönetim boşluğundan
doğan huzursuzluklar nedeniyle, Adana civarında olmuştur.
Kalender Çelebi (1476-1528) Ayaklanması(1526-1527): Nedeni;
ekonomik, toprak sorunu, köylü, çiftçi yoksul halk, baskı ve kıyımlardır. AleviSünni kesimiyle birlikte Kırşehir ve Ankara civarında çıkmıştır.
Şah geldi Ayaklanması (1580): Antalya dolaylarındadır.
Düzmece Şah İsmail (1577-1578) – Pir Sultan Abdal (Haydar, 1512-1590,
bazı kaynaklara göre, doğum 1470/80-1547/50, ölüm 1603/08) Ayaklanması
(1603-1608).
Sakarya Şeyhi Ayaklanması (1638).
1606’da Hırvat kökenli ve Nakşibendî tarikatına mensup Sadrazam Kuyucu
Murat Paşa, 70 bin Alevi-Türkmeni kazdırdığı kuyulara diri diri gömdürür.
1826’da Bektaşilik yasaklanır ve Hacı Bektaş Dergâhı dâhil 30’a yakın Bektaşi
dergâhları talan edilir. Cumhuriyet döneminde de, 1924’de Bektaşi dergâhları
kapatılır ve cemler yasaklanır.
KÜRT-İSLAM AYAKLANMALARI, 1919-1925
Koçgiri Ayaklanması, Şubat 1919-1921. 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr
Antlaşması’nın gereği olarak, Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis İlleri’nde bağımsız
bir Kürt Devleti kurulması gerektiğini savunan, Sivas’ın İmralı İlçesi Karlık ve
Boğazören Köyleri’nde yerleşik Kürt-Alevi aşiretinin Koçgirili Mustafa Paşa’nın
oğlu Alişan ile Haydar’ın önderliğinde, yaklaşık 40 bin kişiyle başlattığı bir
ayaklanmadır.
Nusaybin’de Ali Batı Ayaklanması, 12 Mayıs 1919.
Aznavur Ayaklanması, Kasım 1919.
Düzce Ayaklanması, Nisan 1920.
Yozgat Çapanoğlu Ayaklanması, 15 Mayıs 1920. Çerkez Ethem tarafından
bastırılmıştır.
Zile Ayaklanması, Haziran 1920.
Konya Zeynel Ağabeydin Ayaklanması, Ekim 1920. Bu hareket, Albay Refet
(Bele) kuvvetleri ile birlikte Demirci Efe milisleri tarafından bastırılmıştır. Ancak,
Demirci Efe daha sonra Hükümet kuvvetlerine karşı ayaklamıştır.
Çerkez Ethem Ayaklanması, 27 Aralık 1920.
36
Hakkâri’de Nasturi Ayaklanması, 7 Ağustos 1924.
Şeyh Said Ayaklanması (Genc Hâdisesi), Şubat-Nisan 1925. Doğu Anadolu'da
merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı bir ayaklanma idi.
1919-1925 arasında çıkan bu ayaklanmaların esas sorumlusu, İngilizler
olduğu bilinmekteydi.
21 Mart 1937’de, Dersim (Tunceli) İsyanı çıkar. İsyanın lideri Şeyh Rıza
yakalanıp idam edilir. 1938’de bastırılan isyanda, 70 bin Kürt ve Alevi öldüğü
belirlenir.
Cumhuriyet Dönemi’nin yakın dönemlerinde de bazı olaylar cereyan eder:
23 Aralık 1978’de, Kahraman Maraş’ta 105 kişi ölür ve 176’sı yaralanır.
1970-1980 arasında, Malatya’da 100’ün üzerinde öğretmen, genç, memur ve
esnaf öldürülür.
Mayıs 1980’de, Çorum olaylarında 57 kişi hayatını kaybeder.
14 Temmuz 1993’de, Sivas-Madımak Oteli’nde 35 yazar ve sanatçı yakılarak
katledilir.
TÜRKALİ KÖYÜ
37
Daha fazla bilgi için, internette bakınız “Balıkesir Türkali Köyü”
Balıkesir İli’ne bağlı Tahtacı-Alevi Köyleri: Türkali, Özgören-Yumrukluçetmi,
Ortamandra-Karagedik, Kocasinan-Cehennemdere, Danaveli, Armutlu, Gökçeren,
Yeşildere-Killik, Karaman, Macarlar, Elyapan, Akyar, Kozpınar, Güvemçetmi,
Çukurhüseyin, Kavakbaşı, Çiftlik, İnkaya, Çitlenbik, Kıraç, Aliağa, Kuşkaya,
Çorak-Yeşilyurt, Aynalıoğlu, Yaylacık, Deliklitas, Söğütgırı, Burhaniye Pelitköy
(karışık), Tahtacı (Taşçılar), Edremit Arıtaşı (Yörük Obası), Çamcı (1863), Doyran
(Şahadansani)(1870),
Hacıaslanlar,
Kavlaklar
(Avcılarkuşlar),
Kızılçukur,
Mehmetalan (Dereobası), Tahtakuşlar (Kuşlarbayırı)(1843), Yassıçalı, Kepsut
Mehmetler,
Savaştepe
Kongurca,
Özgören-Yumrukluçetmi,
OrtamandraKaragedik, Kocasinan-Cehennemdere, Danaveli, Armutlu ve Poyralı.
Sultan II. Murad (1404-1451), Ağustos başı 1444’de Taht’tan feragat edince,
yerine 12 yaşındaki oğlu Şehzade II. Mehmed’i (1432-1481) Padişah yaptığını
ilân etmişti. Sultan II. Murad tekrar 1446’da Padişahlığa dönünce, II. Mehmed’i
Ağustos 1447’de Manisa’ya gönderdi ve kendisi de 1451’e kadar tahtta kaldı.
Ağustos 1444’de Vezir olan Zağanos Paşa da Balıkesir’e sürgün edildi. Sultan II.
Murad, Balıkesir’de oturmağa mecbur ettiği Zağanos Paşa’ya geçimini sağlamak
için beş köyü verdi. Mihaliç ve Balıkesrî kadılarıyla, Dergâh’tan (Başkent’ten)
Şahabeddin Paşa’ya hitaben yazılan 850 (1447) tarihli temlik-nâme (Tapu
senedi) ile: “Paşaköy, Atköy, Çağış, Tepecik ve Türkeri (Türkali) köylerini
Mefharülvüzera Zağanos Paşa’ya temlik ettim, hudutlarını esaslı surette tespit
edip Dergâh-ı Muallâ’ya (Başkent’e) gönderilmesi” emredilmiştir. Zağanos Paşa,
II. Mehmed’in tekrar 16 Muharrem 855 (1452)’de Padişahlığına kadar, altı sene
emekli olarak Balıkesir’de oturdu. Vakıfların yönetimi, 1924 Anayasası ile Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne bağlandıktan sonra, Zağanos Paşa’nın oğul ve kızlarından
oluşan sülalesinin vârisleri Balıkesir ile ilişkilerini kesmişlerdir. Bunlardan yalnız
38
birkaç kişi, Vakıflar İdaresi’nden kendilerine bağlanan aylıklarını almak için bazen
Balıkesir’e gelirlermiş.
Zağanos Paşa’nın 866 (1462) tarihli vakfiye-nâmede Balıkesir’de yazılı olan
mülkleri arasında: Çağış, Atköy, Paşaköy, Türkeri (Türkali), Zinciriye (İncirli)
köyleri ile bir değirmen; tüm sınırları ve hukuku ile Atköy’e bağlı olan çiftlik
(içindeki demirci ve yirmi adet köle ve cariye mevcut edevatıyla iki değirmen) ve
Balıkesir içinde 25 dükkân bulunmaktadır.
Günümüzde 928 köyü bulunan Balıkesir’in 1845’de Balıkesir Kazası iken, 47
köyü vardı. Bunlardan başka değişik yerlerde 20 Aşiret ve bunlara bağlı çok
sayıda Cemaatler yaşamaktaydı. Bunlar arasında Cemaat-i Çepni aşiretine bağlı
alt gurupları arasında bulunan “Tahtacılar” Karye-i Çinge (Cinge köyü) civarında
Türkali Çiftliği mahallinde yaşamaktaydı. Kayıtlara göre, 12 haneleri ve 47 erkek
neferleri bulunmaktaydı. Türkali Çiftliği’ne ilk yerleşen 12 Tahtacı hanesine,
1884’de Balıkesir’in muhtelif yörelerinde konar-göçer olarak yaşayan Çepniler de
gelip yerleştiler.1890 yılına gelindiğinde ise, Balıkesir’in 102 olan Merkez köyleri
arasında Türkali Köyü de bulunmaktaydı.
Türkali Köyü, 1530-1573 tarihli Muhasebe Defterleri’nde, “Türkeri Karyesi”
olarak, Zağanos Paşa’ya ait bir köy olarak geçmektedir. 1530’da 104 hane ve 54
mücerret ile o zamana göre çevredeki en büyük köy görünümünde iken, 1573’de
50 hane ve 74 mücerret idi. Burada ahalinin mücerret yani yalnız kalanların
çoğalmasından dolayı Veba gibi büyük bir salgın hastalıktan kırıldığı
sanılmaktadır.
Türkali’ye önceleri ve ilk yerleşimler sırasında, “1530 tarihli ve 166 Numaralı
Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Mufassal Tahrir (sayım) Defteri, sayfa 253”
kaynaklarına göre, “Türkeri” ve “Türkeli” de denilmekteydi. Çünkü Osmanlı
İmparatorluğu’nun Kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi (1198-1281)
zamanında, keşif amaçlı ve yöreyi Hıristiyan baskınlarından korumak için, “üç
yiğit asker” Türkali mevkiine gönderilir ve bu üç yiğit askere “Türkeri”
denilmekteydi.
Ayten Kaplan’a göre, 23 Ağustos 1514’de yapılan Çaldıran Savaşı’ndan sonra
kaçarak Adana ve Toroslardan gelen 14 hane, Zağanos Paşa Vakfı’na ait Türkeli
Çiftliği’nin yakınında Arap Boğuldu Deresi ve Döllük civarında, ormanlık-ağaçlık
bölgelerde yaz-kış yer değiştirerek odun-kereste işleriyle geçinmekteydiler. Bu
bölgede Balıkesir Sancak Beyi Kör Paşa’nın barınak olarak kullandığı barakaya
sürekli olarak saldıran bir kurt’u, 14 hane içinden Ahmet adlı bir genç, yakalayıp
Kör Paşa’ya götürmüş, Kör Paşa da göçebe Ahmet’in cesaretine ve kuvvetine
hayran olmuş, hısım ve akrabalarının yurtluğu olarak, Türkeli Çiftliği’ni hediye
etmiştir.
1844-1845 arasında Karesi Sancağı’nın Sancak Kaymakamı (Muhassıl) Hasan
İhsan Efendi idi ve Hüdavendigâr (Bursa) Vilâyeti Karesi Sancağı Merkez Kazası
Balıkesir’in 1845 de yapılan Nüfus sayımındaki kayıtlarına göre, Türkali Çiftliği,
Çepni Aşiretine bağlı alt grupların arasında yer alan, “Tahtacıların” yerleştiği
Çinge yakınlarında bir mevkii olarak geçmektedir. Eski tapu kayıtlarında Türkali
Çiftliği’nin bulunduğu yerler, Çinge Karyesi’nin susam tarlası ve Osman’ın yerleri
olarak gösterilmektedir. O dönemde Susam, arkın altlarında ve dere
kenarlarındaki arazilere ekilmekteydi. Muhtemelen diğer yöreler ormanlıktı.
Ekilebilen araziler de, Tahsildarlık yapan Ahmet Beyin yerleriydi. Bir diğer
rivayete göre, Ahmet Bey’in oğlu Yüzbaşı Mehmet Bey, bir gün Türkali’nin Erikler
veya Karaağaçlar mevkiinde bir kurtla karşılaşır, dişlerini kırar ve onu canlı olarak
Karesi Vilayeti Paşası’na götürür. Paşa da bu yiğit adama armağan olarak, Türkali
Çiftliği’ni verir (Osmanlı idaresinde Has, Zeamet ve Tımar sistemine göre, belli bir
hizmet üreten askeri ve idari görevlilere ekonomik gelir sağlaması için toprak
39
verilirdi). Çünkü Türkali Çiftliği’nin mülkiyeti Zağanos Paşa Vakfı’na aitti ve
Yüzbaşı Mehmet Bey’e de “mülk” arazisi olarak burası verildi (Bu tip araziler, bir
hizmet karşılığında verilebilir, satılabilir ve miras olarak da geçerdi). Ahmet Bey
bir gün Bandırma’ya Zağanos Paşa’yı karşılamaya gider ve burada tertiplenen
“Beyler Toplantısı”nda “Oymak Beylerinin Beyi” seçilir.
Ahmet Bey’in oğlu olan Ali Bey, bir Çınarlıdere Köyü’nden bir Yörük kızıyla
evlenir ve Ali Bey’in oğlu olan Şoför Enver’le başlayan bu sülale bugün
Balıkesir’de devam etmektedir.
İbrahim Ethem Serez’in (Türkali, 01.01.1929-Çanakkale, 07.10.2006)
Çınarlıdere Köyü’ndeki Beyler Sülalesi’nden olan Arıcı Mustafa ve Kamyoncu
İbrahim’den aldığı bilgilere göre, “Çınarlıdere Köyü yakınında ve bu gün
Kirazpınar Köyü’nün altında bulunan Koca Mezarlığın yanında, konar-göçer
Türkmen Oymağı halinde yaşayan 12 hanelik bir yerleşim yeri vardı. Ahmet
Bey’in ailesi de bunlar arasında bulunmaktaydı. Ahmet Bey’in oğlu olan Ali Bey,
tahsildar ve bekârdı. Bu nedenle Ali Bey, bir gün Çınarlıdere Köyü’nden çok güzel
bir Yörük kızını kaçırır ancak köylülerin kendisini çok fazla rahatsız etmeleri
nedeniyle, konar-göçer Türkmen Oymağı halinde yaşayan bu 12 hane, Türkeli
Çiftliği’ne gelerek buraya yerleşirler. Bu defa kızın en az 20 kişiden oluşan
yakınları, Türkeli Çiftliği’ne kadar gelerek kızı geri götürmek isterler. Fakat kız, Ali
Bey’i çok sevdiği için gitmemekte direnir ve nihayet yalan söylemek zorunda
kalır. Babasına iftira atar ve kendisine sarkıntılık yaptığını söyler. Bunun üzerine
kızın yakınları onu lânetleyerek terk edip giderler. Kızın geride kalan bir sülalesi
de bu gün Kirazpınar Köyü’nde yaşamını sürdürmektedir. Nitekim yakın zamana
kadar Çınarlıdere Mezarlığının yarısı Türkeli’nin diğer yarısı da Çınarlıdere Köyü’ne
aitti. Ali Bey’in Çınarlıdere Köyü’nde yaşayan eşinin sülalesine de bu gün “Bey’ler”
denilmektedir. Ali Bey’in oğlu Şoför Enver, daha sonra ailesiyle birlikte Balıkesir’e
göç etmişlerdir”.
Ahmet Bey’in diğer bir oğlu olan Yüzbaşı Mehmet Bey’in bir kurt hikâyesi
bulunmaktadır. Kurt hikâyesi muhtemelen Yüzbaşı Mehmet bekâr iken
gerçekleşti. Kendisine, Zağanos Paşa Vakıf arazisi olan Türkeli Çiftliği verilince,
burayı yer-yurt edindiler. Ahmet beyin buraya aile olarak ilk defa yerleşmesinden
sonra, oğlu Ali Bey’in kaçırdığı kızın yakınları tarafından sürekli olarak rahatsız
edilen ve Koca Mezarlığın yanında konar-göçer şeklinde oturan ve Ahmet Bey’in
ailesinin de aralarında bulunduğu 12 hane de bu defa, Türkeli Çiftliği’ne gelip
yerleştiler. Ahmet Bey ve kardeşi İsmail’in baba soyundan gelen ataları ise,
Kozluören Köyü’nden gelmedir. Ahmet Bey ile Bayram Çavuş’un ilk eşleri de,
Madra-Bağlarbaşı (Göğceli) Köyü’ndendirler.
1845’de sadece vergi hanelerinin ve erkek nüfusun sayıldığı sayımlara göre,
Balıkesir Kazasına bağlı Tahtacı Cemaati Çepni aşiretlerinden olan Tahtacı, Karyei Çinge civarında Türk Ali Çiftliği mahallindedir. 14 haneleri ve 41 erkek neferleri
mevcuttur. İlk yerleşenler Ahmet Bey, Kara İsmailler, Kara Veliler, Şamanlar,
Kıvraklar, Çolaklar, Talaşlar, Aliserler, Kurular, Ambarcılar, Çalıklar, Velioğulları,
Hıdıroğulları ve Sincanlar idi.
Türkmen Aşiret Beyi ise Ahmet Bey idi. Paşa İstanbul’dan Balıkesir’e atandığı
zaman, çevre beyliklerden sadece Ahmet Bey tarafından Bandırma’da
karşılanmış, bundan çok hoşlanan Paşa, Hardal Beyi, Çepni Beyi, Yörük Beyi,
Çaparlı Beyi ve diğer beylikleri de toplayarak, Ahmet Beyi, “Beylerbeyi” tayin
etmiştir. Ahmet Bey, 1844’de ölümüne kadar Beylerbeyi olarak görevini
sürdürmüştür.
Ancak 1845 tarihli Nüfus Defteri’ne göre, 12 hanede 47 erkek nefer
yaşamaktaydı. Kâtip Hüseyin Serez’e (1328 “1912”-18.08.2005) göre, o
yıllardaki bu 12 hane aşağıda verilmiştir:
40
Beyler Sülalesi
-
-
-
-
Ahmet Bey (?-1844) ve Gara Ismayıl Dede (İsmail Bey)(Garaısmayıllar
Sülalesi’nin atası) iki kardeştiler. Türkali Çiftliği’ne ilk gelen ve yerleşen
kişilerdendir. Ahmet Bey, Serezli Bayram Çavuş’un ilk eşi olan Madra-Bağlarbaşı
(Göğceli) köyünden Senem’den bacanağıdır. Ahmet Bey’in Koca mezarlığın
yanında oturan ilk atalarının eşlerinin de Bergama-Üsküp’ten gelmiş olması
muhtemeldir.
1844’de ölen Ahmet Bey’in çocukları:
Ali Bey (Yörük kızı ile evlenen) ve oğlu Şoför Enver (Sülale Balıkesir’de devam
etmektedir).
Yüzbaşı Mehmet Bey (Karaağaçlar mevkide Kurdu vuran ve Kör Paşa’ya götüren
kişi). Eşi, Fatma Hanım (?-1893), çocukları: İzzet (Çocukları: Karabıyık lâkaplı ve
bekâr olarak ölen Mehmet; Körağa lâkaplı ve Meryem’in babası İsmail; Murat
Dayı’nın babası Hasan; İzzet Deniz’in babası Mehmet; Adalı Mustafa Serez’in
anası Gılı-Ebe-Elif; Çocuksuz olan Nazlı Ebe; Celal, İhsan, Ziver ve Dilber’in
anaları Sabriye Hitay (1899-21.03.1985)
Mustafa Bey (Kaya)(Çocukları: Nazım Ali Kaya, Katip Hüseyin Serez’in eşi Fatma
ve Nalbant Mustafa’nın eşi Nazlı’nın anaları Elif Ekiz; Elif Ekiz’in ikizi olan Fatma
ve Servet Yenigün’ün anaları Sabriye Yenigün; Hava Astsubayı Şevki, Müteahhit
İzzet, Gülnaz, Erol ve Senemboy’un babaları Mehmet Özbay (1905-16.06.1984);
Niyazi ve Mustafa’nın babaları Ahmet Özbay (1909-25.01.1951); Çocuksuz olan
Fatma; Ayten, Yılmaz ve Yıldıray’ın babaları Ali Özbay; Necaver’in babalığı İsmail
Özbay (1920-08.02.2003).
Hacı Bey (Mehmet) Dede’nin karısı ve Kozluören Köyü’nden gelen Elif (Çocukları:
Kocakafa Dede lâkaplı ve Arif Demir ile Mehmet Demir’in babaları Ali Bey
(Demir)(“1292” 1876-1957); Fatma Gürsoy ile Servet Yenigün’ün babaları Molla
Ahmet; “Deligız” lâkaplı Fatma’nın babası ve seferberlikte (1914) ölen Koca
Mustafa; ölen İsmail; ölen İbrahim.
Kongurca Köyü’nden gelen ve Abdullah Dede’nin karısı Güllü (Çocukları: Nazım
Ali Kaya, Fatma Serez ve Nalbant Mustafa Barut’un eşi Nazlı’nın babaları Ali Bey
(Kaya); bekâr ölen Kara Mustafa; Deligız lâkaplı Fatma’nın anası Akkız; bekâr
ölen Ahmet; ikinci karısı Sabır’dan doğma Hüseyin Yakar.
41
Kurular Sülalesi
Kavaklı tarlaların sahibi olan Kuru Dede, Senem Serez (1912-09.10.1993),
Ümmügülsüm Tufan (1907-18.11.1992), Ahmet oğulları Mehmet Kılıç ve Ali
Kılıç’ın (1897-1964) da dedelerinin babası idi. Kozak’tan gelmişlerdir. Kurular
Sülalesi, bu gün Çorum ili Alaca ilçesinin alevi bir köyü olan Alcahöyük’de de
bulunmaktadır. Bu köyün büyük bir kısmı da Serez’den gelmedir. Kavaklı tarlalar
eski dönemlerde yerleşim yerleriydi. Nitekim o yörenin en yüksek yeri olan ve bu
gün Çakmak mevkiinde bulunan Hikmet’in tarlasına, “Manastır yeri” denirdi.
Asıl adı Ahmet olan Kuru Dede, seferberlikte asker iken, askerden kaçmış ve
köyde darı sapları arasında saklanırken köye gelen jandarmalar tarafından
yakalanmış ve tekrar askere gönderilmiş, bir daha da geri dönmemiş. Eşi,
Mustafa kızı Esmahan (Ismahan) (Isdırık Ebe) Tufan’a (“1307” 1891-1990) şehit
olduğu haberi gelmiş ve kendisine maaş bağlamak istemişler ancak, “Ben
kocamın kanlı parasını istemem” diyerek reddetmiş.
Asıl adı Ahmet olan Kuru Dede’nin ilk eşinden olan çocukları Mehmet Kılıç ve
Aşırali Kılıç (“1313” 1897-1964). İkinci eşi Ismahan Tufan’dan çocukları ise
Ümmügülsüm Tufan (“1323” 1907-18.11.1992) ve Senem Serez (“1328” 191209.10.1993) idi.
Ismahan Tufan’ın ilk eşi Kuru Dede (Ahmet) ölünce, ikinci eşi olan Değirmenci
Ahmet ile evleniyor. Çocukları olmuyor, ancak Değirmenci Ahmet’in ilk eşinden
oğlu Mustafa Tufan (“1329” 1913-22.02.1974) bulunmaktaydı.
Ismahan Tufan’ın kardeşleri: Sandıkçı Dede (Mustafa oğlu Çavuş İbrahim
Barut)(1889-15.08.1963), Nalbant Dayı (Mustafa Barut), Karaca Dede, Elif Eci,
42
Çene Ebe (Fatma, Kara Hüseyin’in karısı Üsküdarlı Ebe, çocukları yok, Bakkal
Mehmet’in analığı), Selvinaz (Ahmet ve İsmet Kılıç’ın annesi).
Kara Hüseyin Dede’nin (Özden) çocukları: “Cin” Ali Özbay’ın karısı Sabriye
Özbay; “Kara Muhtar” Ali Özden; İbrahim Çavuş (Özden) ve Bakkal Mehmet
Özden.
Kara Hüseyin Dede’nin (Özden) kardeşleri: “Polis Dede” Mehmet Özdemir’in
eşi Esmahan (Ismahan Ebe) Özdemir, Ali oğlu İbrahim Çet’in (“1320” 190431.12.1969) oğlu Hasbi Çet’in Ebesi, “Çinçin Dede”nin anası, Hasan Hançer’in
anası.
Kurular, Tahtacıların dağılım yerlerinin başında gelen, Tarsus Sancağı’nda
1543 ve 1572 yılı Tahrir Kayıtları’nda “Kur-ı”, “Kur” ve “Kur-ı Oluk “adlı iki
yerleşim yeri vardır.
Şamanlar Sülalesi
Şaman Dede, Hasan Ali Afacan’ın Babalığı olan Mustafa Afacan’ın (Divit Dede)
dedesi idi. Kozluören Köyü’nden gelmişlerdir.
Kıvraklar Sülalesi
Budaklar; İsmail oğlu İbrahim Budak (İrbiş Dede)(“1307” 1892-1961), Ahmad
Dede (Ahmet Ali Budak) ve Fevzi Ahmet’in Dedesi (Hüseyin Budak) gibi
sülalelerinin ata soylarıdır. Bursa-Mustafakemalpaşa’dan (Kirmasti-Kremastre)
gelmişlerdir.
Nacarlar Sülalesi
Musa Nacar, Hasan Nacar’a evlatlık Akyar Köyü’nden geldi. Çocukları: Nurten
Serez eşi Hasan, Elif, Cafer ve İsmail’dir.
Nacarlar, 16. Yüzyılda Dulkadırlı elinde yaşayan Halep Türkmenleri olarak
anılan Dokuz Bişanlı Obalarından birisi olan “Nacarlı” veya “Neccarlı”dır. Bunların
bir kısmı Adana’dan Kıbrıs’a Nuriçina Kasabası’na gitmişlerdir. Yanınyatırlı Rıza
Yetişen’e göre, İzmir-Naldöken Köyü Çobanlı Oymağı’ndandır. Çobanlılar da
“Nacar” aşiretindendirler. Tahtacılara göre ise, “Nacarlı” demek, “Alevi” demektir.
Garaısmayıllar Sülalesi
Kara Ismayıl Dede, Beyler Sülalesi’nden ve 1844’de ölen Ahmet Beyin kardeşi
idi. Kara Veli (“Ölenalı Dede” ile “Mustuk Dede” Mustafa’nın babası), Hançerler
(Hasan Hançer, Ali Hançer ve Ahmet Hançer), Mustuk dedeler (Mustafa CuraBabası Hasan Çavuş), Kara Mehmet Cura, Ali Cura, İsmail Cura (Çotankafa),
Fatma Sincan (Bektaş Sincan’ın eşi) Hasbi Cura (Annesi, Sabır)’lar, Polis Mehmet
Özdemir’in (1894-1947) eşi Esmehan (Ismahan) Özdemir (1892-1964)’ler, Vanlı
(İsmail Özenç),Derviş Ali Özenç ve Mustafa Özenç gibi sülaleleri oluşturmaktadır.
Bergama-Üsküp’den gelmişlerdir.
Balınebe Sülalesi
Balınebe, Analığına Üsküdarlı Ebe de denilen Kara Mahmut Dede’nin (Elmas
Dede-Ali Sökmen ve oğlu Mehmet Sökmen) kardeşidir. Bergama-Madra’dan
geldikleri sanılmaktadır.
43
Balınebe-Üsküdarlı, tahtacıların içindeki büyük gruplardan birisi de
Üsküdarlılar veya Üsküdarlı Türkmenleridir. Bu topluluk, Malatya-Sivas arasında
bulunan Kangal’da yaşamış olan Halep Türkmenlerinden Beğdili boyundandır ve
Yaban-Eri obasının üyelerinin yaptıkları işten dolayı aldıkları addır. Üsküdar’la
bağları ise, III. Murat’ın annesi Nur-Banu’nun Üsküdar’da yaptırdığı Nur-Banu
Cami’nin vakfına gelir getiren toprak Kangal’da idi. Buradaki Beğdili boyunun
Yaban-Eri adlı üyelerinin Üsküdar’daki Nur-Banu Cami Vakfı için çalışmaları
nedeniyle, bu isim verilmiştir. Bunların Tarsus Tahrir kayıtlarında da adı
geçmektedir. Üsküdarlı topluluğundan Balın adlı bir kadının devamı oldukları
anlaşılmaktadır.
Çolak Dedeler Sülalesi
Mehmet Ali Mert’in annesi (Güllü) ile Veli Kiraz’ın annesi (Sultan) ve “Havız”
namıyla anılan Kambur Mustafa’nın eşi (Medine), Çolak Dede’nin kızlarıdır. Oğlu
ise, Mert’in Dayısı Mehmet’tir (Göktaş dede’nin kardeşinin oğlu). Bayram Çavuş
oğlu Cefer 1916’da şehit olduktan sonra, dul kalan karısı Müslüme, Göktaş Dede
(Ali Göktaş) ile evlenmiştir. Müslüme Ebe’nin mezar taşında; “Bayram Çavuş’un
oğlu Cafer’in eşi, doğumu 1302, ölümü 24.02.1976” yazılıdır. Çolak Dedeler dört
kardeştiler ve diğer üç kardeşi ise; Kati dede (Oğulları Hüseyin Sincan ve Rıza
Sincan), Göktaş Dede (Ali Göktaş) ve Kelali Dede’dir (Mehmet Dalkıran’ın
babası). Sincan’dan (Susurluk ile Mustafakemalpaşa arasındaki bölge)
gelmişlerdir.
Osmanlı kayıtlarında “Çolaklar”, “Çolaklı”, “Çolaklu” adlı bu topluluk, Yörükhan
Taifesi içinde görülmektedir. Yörük-Hanlılık, konar-göçer yaşam tarzının bir
ifadesidir. Çolaklar zamanla Vorasi (Meras Sancağı), Adana, Saruhan, Maraş,
Tarsus, Sis, İçel Sancakları, Manavgat’ta (Alaiye Sancağı) yerleşik görülmektedir.
Çolak dedeler de muhtemelen tahtacıların göç yollarını takip eden bu topluluğun
üyesidirler).
Talaşlar Sülalesi
Mustafa kızı Esmahan (Ismahan) Tufan (“1307” 1891-1968), Barutlar
(Mustafa oğlu Çavuş İbrahim Barut (1889-15.08.1963) ve Mustafa Barut’lar),
Karacalar, İsmet’in annesi (Selvinaz), Hasan Ali Afacan’ın annesi (Elif), Kara
Hüseyin Dede’nin eşi Fatma(Çene Ebe) ve Talaşlar gibi sülaleleri oluşturmaktadır.
Mustafakemalpaşa’dan (Kirmasti-Kremastre) gelmişlerdir Talaşlar, muhtemelen,
orman işçiliği yapan tahtacıların yakın zamanda aldıkları bir sülale lakabıdır.
Ambarcılar Sülalesi
Ambarcı Dede, Serezli’ler sülalesinin Türkali’deki atası olan Bayram Dede’nin
ilk eşindendi ve Ahmet Bey’in de bacanağı idi. Ambarcı Dede; Murat oğlu
(Cancan) Ahmet Çayır (1912-20.05.1972), Hüseyin oğlu İsmail Çatan (“1329”
1913-02.04.1958), Murat oğlu İsmail Çürük (1899-04.11.1972), Hüseyin Çayır,
Mehmet Çayır, Murat oğlu Ahmet Çayır (“1328” 1912-20.05.1972) ve Hasbi
Çet’lerin atalarıdır. Kozak-Madra-Bağlarbaşı (Göğceli) Köyü’nden gelmişlerdir.
Ambarcılar-Ambarlı topluluğunun adına Osmanlı kayıtlarında yaklaşan tek
isim, “Ambarlı” veya “Ambarlu” cemaatidir. Yörükhan Taifesinden olan Edirne,
Kozluca Kazası-Silistre Sancağı, Erdebil civarında yaşayan bu topluluk ile
Ambarların aynı topluluk olması muhtemeldir. 16. yüzyılda tahtacıların
44
dağılmasından önce yaşadıkları Tarsus Sancağı’na bağlı bir yerleşim yerinin adı
da “Ambar” idi.
Sincanlar Sülalesi
Cüce Dedeler, Murat Gökmen, İsmail Koçan, Elif Sökmen ve Döndü Kılıç’lar
gibi sülaleleri oluşturmaktadır. Sincan’dan (Susurluk ile Mustafakemalpaşa
arasındaki bölge) gelmişlerdir.
Yörükhan Taifesinden olan Sincanlılar, Rakka, Mardin, Mut, Kayseri, Alanya,
Kirmasti-Kremastre (Mustafakemalpaşa) ve Mihaliç yörelerinde yerleşik düzende
yaşamaktadırlar.
Hıdıroğulları Sülalesi
Hıdıroğlu, 1947’de Türkali Köyü’nün ilk öğretmeni olarak göreve başlayan Ali
Nazmi Çiçek’in (01.03.1926-16.09.2004) babası Mehmet Çiçek’in (“1315” 189922.01.1969) babası Ali’nin de babası idi. Köroğlan Dede (Mustafa Yıldız), Ahmet
Özcan (Amat Dede)(Musa Özcan’ın babalığı) ve Kobak Ali Dedeler gibi sülaleleri
oluşturmaktadır. Bursa-Mustafakemalpaşa’dan (Kirmasti-Kremastre) gelmişlerdir.
1845’den Sonra Türkali Köyü’ne Yerleşen Sülaleler
Serez’ler Sülalesi
Sultan I. Murad (Söğüt, Mart veya 29.06.1326-Kosova, 28.06.1389) Devri’nde
(1362-1389), Lala Şahin Paşa’nın Kavala, Drama ve Serez taraflarını ele
geçirmesinden sonra, Saruhan’daki göçer Yörükler Serez tarafına getirilmiştir.
Makedonya-Serez kentinde yaşamış olan Serezli oğlu İsmail’in dört oğlu,
muhtemelen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi (93 harbi) sırasında veya sonrasında
Serez’den Türkiye’ye gelirler.
Bunlardan Yusuf’un İstanbul’a yerleştiği ve bir daha haber alınamadığı bilinir.
İsmail Edremit-Yassıçalı Köyü’ne, Ali Burhaniye-Taşçılar Köyü’ne ve Bayram da
Türkali Köyü’ne yerleşir.
Bayram Çavuş’un oğulları; Mustafa, Çanakkale Savaşları sırasında,
muhtemelen asker kaçağı olarak Kaz Dağı’nda vurulur. Cafer, 1916’da SinaSuriye-Filistin Cephesi’nde şehit olur. İbrahim de Çanakkale Savaşları sırasında
şehit olur. Bayram Çavuş’un kızları; Mehmet Akar eşi Müslime Akar (03.04.191210.11.1986), Gülsüm Serez (eşi: Hüseyin Ambarcı) ve Elif Kale’dir (eşi: Mehmet
Kale). Bayram oğlu Cafer ile Kozluören Köyü’nden 1903’de Türkali Köyü’ne
gelmiş olan eşi Müslime’nin (1302 “1886”-24.02.1976) oğulları, Hasan Serez
(1907-05.01.1996), Kâtip Hüseyin Serez (1912-18.08.2005) ve Bayram Ali Serez
(1915-17.12.1993), sülaleyi devam ettirirler.
Aşır Bey Sülalesi
Türkali Köyü’nden Ali Aydoğan‘ın babası, Saruhan Beyliği’ne bağlı SomaKozluören Köyü’nden Aşır Beyoğlu İbrahim idi. Aşır Bey, Saruhan Sancağı’nda
“Öşür” toplamakla görevlendirilmiştir (araziden çıkan mahsulün zekâtına, onda
birine “Öşür” denilmiştir). O tarihte Saruhan Sancağı’ndan toplanan Öşürler,
Aydın Eyaleti’ne gönderilirmiş, çünkü Saruhan Sancağı, 1847’de Aydın Eyaleti’ne
bağlanmış.
45
Ali Aydoğan’ın babası Aşır Beyoğlu İbrahim, Çanakkale Savaşları’nda şehit
olmuştur. Karısı Fatma’nın babası olan Ali ise,
o da 1915’de Çanakkale
Savaşları’nda şehit olmuştur.
Ali Aydoğan’ın babası olan Aşır Beyoğlu İbrahim, Çanakkale’de şehit olunca ve
annesi Elif Ebe de dul kalınca, Soma-Kozluören Köyü’nden Balıkesir Türkali
Köyü’ne göç ederek, köyün Manavlarından (yerlilerinden) Ahmet Dede ile
evlenmiş. Bu ikinci kocası da köyde ölünce, son zamanlarında, Balıkesir Göğüs
Hastalıkları Hastanesi’nin yakınlarında bir bağ evinde oturan Sandıkçı ve Tüccar
Hasan Nacar’la evlenmiş, böylece Ali Aydoğan, Hasan Nacar’ın üvey oğlu olarak
yaşamıştır.
Elif Ebe’nin Türkali’deki kardeşleri: Güllü Ebe (Talat ve Gırcıgızın annesi),
Fatma Ebe (Faik ve Sadık Barutların annesi), Yeter Ebe (Öğretmen Nazmi
Çiçek’in annesi) ve Kozluören Köyü’nde kalan diğer kardeşi.
Ali Aydoğan (“1332” 1916-16.02.1991) ile eşi Fatma Ayadoğan’ın (“1333”
1917-27.10.1991), 3 erkek ile 3 kız çocuğu olmuştur.
Birinci oğlu Mehmet Aydoğan idi. İlhan, Ahmet ve Elif adlı çocukları oldu.
Ahmet’in Tolunay, Tugay, Tülin, Dudu ve Tuğçe adlı çocukları oldu. Bunlar Köyde
ve Balıkesir’de yaşamaktadırlar.
İkinci Oğlu İbrahim’in Arzu adlı bir kızı ise, Edremit’te Kavlaklar Köyü’nden Veli
Örkünle evli olup orada yaşamaktadır.
Üçüncü oğlu Selçuk Aydoğan’ın Gülay adlı ilk eşinden, Aybige, Çağrı ve Bahar
adlı kızları oldu. Aybige, Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik
Bölümü’nden mezun olup, aynı bölümde Doçent ve Öğretim Üyesi olarak görevli
iken, istifa ederek, Roma’da bir Deprem Araştırma Enstitüsü’ne kadrolu Baş
Asistan olarak geçmiştir (Instituto Nazionale di Geofisica e Vulkanologia Sezione
Roma 1 Via di Vigna Murato 605, 00143 Roma-İtalia). İtalyan Pabio Romei ile
evli olup, Giermarco adlı bir oğlu vardır.
Çağrı, Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunudur ve
Almanya’da Gesamtschule Öğretmeni olan Kozluören Köyü’nden Ali Çelik’in oğlu
Murat Çelik ile evli olup, Rahel adlı bir kızı vardır. Almanya‘da Köln yakınlarında
50375-Erftstadt’da kendi evlerinde yaşamaktadırlar.
Bahar, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri Bölümü mezunu olup,
İngiltere’den Simon James ile evlenmiş ve orada yaşamaktadır.
Selçuk Aydoğan’ın ikinci eşi Ayşe’den ise, Fatoş Duygu adlı kızı, Ege
Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden mezun olup, Su Ürünleri Mühendisi ve Dış
Ticaret Sorumlusu olarak İzmir’de, Su Ürünleri Üretim Tesisi olan bir Şirkette
çalışmaktadır. Uğur ile evlidir.
Ali Aydoğan’ın kızlarından ilki Sevim, Türkali Köyü’nden Hüseyin Serez’in oğlu
Sefa ile evli olup, Sevay, Şükran ve Kâzım adlı çocukları vardır.
İkinci kızı Sultan ise, Soma-Kozluören Köyü’nden ve Almanya’dan emekli Ali
Çelikle evli olup, Murat, Nihat ve Yıldız adlı üç çocuğu vardır.
Üçüncü kızı Emine ise, Almanya’da yaşamakta, Kozluören Köyü’nden
müteveffa Orhan Çelik ile evliliğinden Kazım, Gönül ve Güler adlı çocukları vardır.
Acemoğulları Sülalesi
Esat Hitay (1877-09.08.1968); eşi Sabriye Hitay (1899-21.03.1985); Celal
Hitay ve İhsan Hitay, Dilber Özbay ile Ziver Gökmen’in babalarıdır. Azeri
Türklerindendirler ve İran-Azeri Bölgesi’nden gelmişlerdir.
Kirlioğlu Sülalesi
46
Çoban Mehmetler, Hasan oğlu Mehmet Akar (1907-10.01.1993); Mertler ve
Ahmet ağa oğlu Mustafa Tufan (1913-22.04.1974)’lar.
Ismayıl Onbaşı (Istamali dede) Sülalesi
Oğulları Ali Baykan (1899-26.06.1982)(eşi Elif Baykan, 1909-12.02.1904) ile
Ahmet Baykan (Çakır Ahmet), kızı ise Hasbi Çet’in annesi (Sabriye)’dir.
Şıntın Sülalesi
Mustaka (Ali oğlu Mustafa Çakmak, 16.02.1921-14.08.1974), Ali kızı Kadın
Çakmak (01.07.1887-08.02.1959), Kontu Dede (Mehmet Çakmak) ve Madı
(Sultan Çakmak) gibi sülaleleri oluşturmaktadır.
Yüzbaşı Mehmet Beyin Güveleri
Mehmet Ali Kaya’nın Dedesi (Küçük Ali Bey’in babası-Kongurcalı), Arif Ali’nin
dedesi (Koca Ali bey), İzzet Dede (Murat Gökmen’in Dedesi), Ismayılağa (Hasbi
Cura’nın Dedesi-Meryem Cura’nın babası) ve Abdullah Dedeler (Molla DedeMehmet-Servet Yenigün’ün babası) gibi sülaleleri oluşturmaktadır.
Çepni Köylerinden Evlatlık Olarak Gelenler
Köylüler, Cumhuriyet öncesi 1918-1922 arasında hükümet boşluğundan
yararlanan Bozen Köyü’nden İkiz İbrahim ve lakabı “Döner” gibi çete
elemanlarından çok zor günler geçirdiği için Çepni Köyleri’nden evlatlık alalım
demişler. Çünkü Çepniler iyi ata binen ve iyi silah kullanan, cengâver kişilerdir.
Nitekim tarihte bunun örnekleri de vardır. Doğu Karadeniz Bölümü’nde Trabzon,
Giresun ve Ordu gibi yörelerde sahil kesiminde yaşayan Rumlara karşı bir
güvenlik şeridi oluşturmak için Anadolu’nun diğer yörelerinden getirilen Çepni
oymakları dağ eteklerine yerleştirilmiştir.
Ali Kiraz’ın babası Ayakkabıcı Mustafa Kiraz’ın babası Veli, İnkaya Köyü’nden
gelmiştir.
Cafer Kula. Mustafa Uysal’a (Kula Dede) evlatlık olarak Akyar Köyü’nden
geldi. Çocukları yok.
Musa Nacar. Hasan Nacar’a evlatlık Akyar Köyü’nden geldi. Çocukları: Hasan,
Elif, Cafer ve İsmail.
Hasan Musa Özcan. Ahmet Ali Özcan’a (Amat Dede) evlatlık olarak Kozpınar
Köyü’nden geldi. Çocukları: Ali Özcan (Almanya’da vefat etti), Kavlaklar köyünde
bir kızı bulunmaktadır. Diğer kızı Fatma, Hasan Uysal ile evli.
Ese Uysal. Akyar Köyü’nden geldi ve Mehmet Uysal’a (Sağır Dede) evlatlık
oldu. Çocukları: Hasan, Mehmet, Ali, Zeynep, Esma ve Mustafa.
Kuşkaya Köyü’nden gelen Hasan Ali Afacan’ın babalığı, Mehmet Çavuş (Divit
Dede) oğlu Mustafa Afacan (“1318” 1902-10.10.1959), Analığı ise Mustafa kızı
Esmehan’ın (“Ismahan Eci”) kardeşi Elif (“Elif Eci”) idi. Çocukları: Mehmet, Erdal,
Hızır ve Ümmü.
Köy içinde evlatlık olarak gidenler de vardır. Örneğin, Göbekli Dede’nin
(…Ağır) oğlu Mehmet Ali Uçar (Gumit) ve Kurular Sülalesi’nden Fevzi Ahmet
Budak’ın dedesi Mehmet Budak (Çakır Mehmet) gibi.
Ali ve Battal Gazi Ateş Kardeşler
47
“Alevi Dedesi” olarak bilinirler. Akhisar-Gubaşdere Köyü’nden gelmişler ve
uzun süre Türkali Köyü’nde kaldıktan sonra, tekrar Akhisar’a dönmüşlerdir.
Türkali Köyü’nden Çanakkale Savaşları’nda Şehit Düşenler,1915
Yazar Aydın Ayhan’a göre, Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkali Köyü’nden 15
genç seferberlikte askere alınmış, bunlardan 5’i Çanakkale’de şehit olur, 5’i esir
olur ve yıllar sonra geri dönerler. Geri dönenlerden Mehmet Özbay, pehlivan
yapılı yağız bir delikanlı iken, iki büklüm bir halde geriye döner. Çanakkale’de esir
düşünce İngilizler tarafından Mısır’a götürülür. Kötü muamelelerle karşılaşır. Bir
kaçma teşebbüsü sırasında İngiliz görevliyi yaralarlar. Ceza olarak iki yıl dar ve
basık hücrede kalır. Çıktığında ise, boynu bükük ve kambur halde yaşamak
zorunda kalır. Balıkesir şoför evleri civarındaki evinde hayatını bağlama ve saz
yaparak sürdürür. Ancak, Mehmet Özbay’ın Türkali Köyü’ndeki mezar taşında
doğumu “1321” (1905) olarak verildiği ve Çanakkale Savaşları sırasında 10
yaşında olduğu için, bu olayın gerçek olmadığı anlaşılmaktadır. Köyde olayın
anlatımı ise bir başka öykü şeklindedir: Mehmet Özbay bir gün köyde henüz
delikanlı iken ve tabancasıyla oynarken bir kaza kurşunu sonucunda sevdiği kız
(nişanlısı) vurulur ve ölür. Mehmet Özbay, şaşkınlıktan olsa gerek, 24 km olan
köy ile Balıkesir’i bir günde iki defa koşar adımlarla gidip gelmiş ve bu olaydan
sonra kambur kalmıştır. Daha sonraları ise ikinci bir olay daha olur. Milli
Mücadele döneminde, Türkali Köyü’nü basan ve Bozen Köyü’nün çeteleri olan İkiz
İbrahim ve “lakabı Döner” gibileri, para için Mehmet Özbay’ı döverler. Bu olaydan
sonra da belinden sakat kaldığı ve kambur olduğu söylenmektedir.
Ali oğlu Hüseyin: Kobak Dede’nin (Kobakali-Tekali, Çamlar Sülalesinden)
babası Ali oğlu Hüseyin, 5. Kolordu, 15.Tümen, 45. Alay, 2.Tabur, 7. Bölük’te
Piyade Neferi olarak savaş sırasında yaralanmış ve kaldırıldığı İstanbul Mekteb-i
Harbiye Mecruhin Hastanesinde, 11 Mart 1916’da şehit olmuştur (o sıralarda 45.
Alay Komutanları Yarbay Refik ve Yarbay İsmail Hakkı idi).
Pali Mustafa oğlu Hasan: Mehmet Ali Uçar’ın eşi Melek Uçar ile Ese Uysal’ın
dedesidir. Bayram Çavuş Dede’nin Musahibinin oğludur. Değirmenci Ahmet
Tufan’ın akrabasıdır. 1296 (1880) doğumlu olan Pali Mustafa oğlu Hasan, 5.
Kolordu, 15.Tümen, 45. Alay, 2. Tabur, 2. Bölük’te Piyade Neferi olarak “Meydan
Harbi” sırasında savaşırken, 09 Eylül 1915’de şehit olmuştur (o sıralarda 45. Alay
Komutanları Yarbay Refik ve Yarbay İsmail Hakkı idi).
Mehmet Akar’ın (“1323” 1907-10.01.1993) babası Hasan: Hasan ve
Mahmut Akar’ların dedesidir.
Bayram Çavuş oğlu İbrahim: Çanakkale Savaşları sırasında ilk hücumlarda
şehit olmuştur. Müslüme Akar, Ali Eker Serez (“1327” 1911-21.01.1973) ve
İsmail Serez’in (“1320” 1904-1978) babasıdır.
Bayram Çavuş oğlu Mustafa: Çanakkale Savaşları sırasında Kaz Dağları’nda
vurulmuştur. Nedeni bilinmemekte ancak asker kaçağı olabilir.
Bayram Çavuş Kızı Müslüme oğlu Ambarcı İsmail: Çanakkale Savaşları
sırasında şehit olmuştur.
Çanakkale Savaşları sırasında, Kobak Dedeler’den Mahmut da Türkali Köyü’nün
kuzeyinde Çukuralan mevkide asker kaçağı olarak vurulmuştur. Cafer oğlu
Mehmet Özdemir’e göre, bu olayın adına bir de türkü yakılmıştır: “Çukur tarlayla
Goca alanın arası, Goygunmuş Mahmut oğlanın yarası……”
Türkali Köyü’nden, 1915-1922 Arasında, Çanakkale, Galiçya,
Sina-Suriye-Filistin, Doğu Kafkasya ve Kurtuluş Savaşları Sırasında
48
67 Kişinin Şehit Düştüğü Bilinmektedir. Bunlardan Yukarıda 6
Kişinin Dışında, Yerleri Tam Olarak Saptanamayan Diğer 50 Şehit
Ahmet hoca (Küçük Ali’nin eşinin ilk kocası); Hacı Veli oğlu Mustafa, İzzet’in
dedesi; Küçük Mustafa’nın babası; Mehmet çavuş oğlu Hasan; Cafer Oğlu’nun
kardeşi İsmail; Mollaca dede’nin babası, Şamanlardan Kadın ebe’nin eşi; Kara
Veli oğulları İsmail ve Mustafa; Hasan Çavuşlardan Sabır ebe’nin eşi; Divane
Dede’nin babası; Derviş Ali’nin babası Cura Çavuş; Vanlı İsmail’in babası; Balın
ebe oğlu (Cindiri); Çolak Dede oğlu; Tekali Dede oğlu Mehmet Ali; Durmuş Dede
oğlu; Kara Mahmut Dede’nin oğulluğu, Mehser ebe’nin eşi Ali; Acar ebenin oğlu;
Çakal Dede’nin oğlu; Kuru Dede’nin oğlu; Ambarcılardan Mehmet; Hasbi Çet’in
büyük dedesi; Ambarcı Mustafa; Ambarcı Hüseyin; Polis’lerden Alıklı Dede ve
Polis Dede’nin babası Çalık; Hacı Bakkal oğlu; Mahmut’un babası (Gıdımili);
Budak’lardan (Hasan Hüseyin; Mıhrı; Uzun Mehmet ve Uzun Ali); Kepsut’lu
kardeşler (Yüksel’in dedesi ve Musa); Çavuş’un amcaları (İbrahim ve Mustafa);
Memni; Hasan Çavuş’lardan İsmail; Kara Ismayıllardan Kel Hasan; Kati Dede’nin
oğlu İsmail; Bayram Çavuş oğlu Cafer (Filistin, 1916); Nizam Dede’nin oğlu
Mustafa; Cüce Dede’nin oğlu Ali Molla; Bektaş’ın Ana dedesi Durmuş Ali Cura;
Bıçakçı Ali Çavuş ve Uzun Mehmet kardeşler; Rüzgâr Nuri.
Türkali Köyü Halkı’nın Türkmen Tarikatları İçerisindeki Yeri
1703’de Tokat dolaylarında çıkan bir isyanından kaçan ve Batıya gelen
Türkmen boylarından oldukları sanılmaktadır.
Alevi Türkmenleri Gruplarından Tahtacı Türkmenleridir. Bazı araştırmalara
göre, Tahtacıların tümü bir boyun mensubudur. Alameti-farikası Oğuzların
simgesi olan ve “Üç Ok”tan esinlenen “Kazayağı”dır. Ok-Yay damgasına
“Kazayağı” derler. Erdebil Tekkesi etkisinde Kul Himmet, Pir Sultan Abdal ve Şah
İsmail’den (Şah Hatayî) nefesler söylerler. Fakat tahtacılar içerisinde çok sayıda
boy ve oba da bulunmaktadır. Bu nedenle, “Kazayağı” sembolünü bazı Tahtacı
obaları bilmez ve tanımaz.
Anadolu Aleviliği içinde yer alan, yaşamını ormanlarda ağaç işçiliği yaparak
kazanan bir küme insan “Tahtacı” olarak adlandırılır. Tahtacılar, tek bir boyun
üyesi değildirler. Değişik Türkmen oymaklarının birlikteliği ile oluşmuş ve iki dede
ocağı etrafında kümelenmişlerdir. Sayıca büyük olan Tahtacı grubu, AdanaCeyhan Durhasan Dede köyünde türbesi bulunan Durhasan Dede talibidirler.
Durhasan Dede’nin evlatları, İzmir-Narlıdere’de Yanınyatır Dede Ocağı’nı
kurmuşlardır.
Sayıca daha az olan ikinci Tahtacı Grubu, Gaziantep-İslâhiye Kabaklar
Köyü’nde doğan, türbesi İslâhiye Çerçili köyünde bulunan İbrahim-i Sani
(Bölükbaşı) talibidirler. İbrahim-i Sanı’nın evlatları, Aydın Kızılcapınar’ı (Reşadiye)
kendilerine ocak merkezi seçmişlerdir. Hacı Emirli diye anılırlar. Kabakçı, Aydınlı,
Şehep’li (Şahaplı) gibi oymaklar, bu dede ocağına bağlıdır.
Tahtacı Türkmenleri, Yanınyatır Dede Ocağına bağlı Oymaklar; Alcıelci,
Aktavlı, Âşıklar, Bulaca, Araplı, Çobanlı, Çaylaklar, Cingözler, Üsküdarlı, Enseli
(Eseli-İsula), Alaabalı, Ceceli (Çeçeli), Cingöz, Danabaş, Mazıcı, Gökçeli (Göğceli),
Haydut, Hindi, Kâhyalı, Mazıcı, Kokuluca Tahtacıları (Sivrikülahlılar), Menemenci
(Melemenci), Tomaslı, Topaklar, Üsküdarlı, Yağlı ve Nacarlı oymaklarıdır.
Türkali köyü halkı, Tahtacı Oymaklarından Yanınyatır (Yanyatır) Ocağına bağlı,
Aydınlı veya Çaylak Oymağı içinde yer almaktadır. Neşeli, konuşkan, serbest,
açık, dürüst, Oğuz neslinin tüm güzelliklerini muhafaza eden, öz Türkçe konuşan,
çalışkan ve ahlaklı insanlardır. Yanınyatırlar, laik, insan haklarına saygılı,
49
Peygamberleri Hz. Muhammed, kitapları Kuran, Mezhepleri İmam-ı Caferi ve
Pirleri de Hünkâr Hacı (Hoca) Bektaşi Velidir.
Yanınyatırlar inanç olarak, Hacı Bektaşi Kolundan İmam-ı Rıza (Meşhed-i
İmam Rıza veya diğer adıyla İmam Ali Rıza, 818 yılında zehirlenmiştir) ve Musa
Kazım silsilesine dayanırlar. Hacı Bektaşi ve Yanınyatır ocaklarının müstakil
olduğu ve fakat Aleviliğin Anadolu’da Hacı Bektaşi döneminden daha da eskilere
dayandığı da bilinmektedir. Anadolu’da yaşadıkları yerler: Toroslar; Balıkesir
(Mazıcı Oymağı-Çepni Köyleri); İzmir (Çobanlı Oymağı-Narlıdere, Uzundere,
Alurca, Naldöken, Seydiköy, Cumaovası, Kemalpaşa, Kızılcalı, Tepeköy, Camgölü
kızılcası, Bademler, Güzelbahçe).
Tümü Yanyatır Dede Ocağı talibi olan Çanakkale Türkmenleri, ana Alevi
kütlesinden kopmuş, “uç”a yerleşmiş olmaları nedeniyle, hızlı bir asimilasyon
sürecine girmişlerdir. Çeçeli ve Araplılar topluluğundandırlar. Çanakkale Merkez
köyleri: Akçeşme, Çivler, Kemerdere mezrası, Çiftlikdere, Denizgöründü, Gürecik
mezrası, Dörtyol, Ovacık, Fevzi Çakmak, Damyeri mezrası, Elmacık,
Değirmendere mezrası, Kayadere, Atıkhisar mezrası, Kepez beldesi, Yenimalle.
Bayramiç İlçesi’nde Güven ve Türkmen mahalleri, Karıncalı, Koşuburnu ve
Güvemcik. Ayvacık İlçesi Çiftlik Mahallesi, Mersinoba, Baharlar, Bahçedere,
Güzelköy, Boztepe ve Kokulutaş Mezrası, Hasanobası, Tuztaşı, Çetmibaşı, Küçük
Çepni, Dereova, Uzunalan. Biga’da Yusuflar ve Sarısöğüt. Ezine İlçe Merkezi ve
Derbentbaşı.
Biga, Lâpseki, Ezine ilçe merkezleri ile Çanakkale Merkez Kızılkeçili Köyü’nde,
1938’de Tunceli olaylarının ardından göçe zorlanan bir kitle de gelip yerleşmiştir.
Yanınyatır ocağı kolunun ataları 350 yıl önce yaşadığı tahmin edilen Feyzi oğlu
Durhasan Dededir. Mezarı Adana-Misis taraflarında Kabaağaç’ın Hasova’sında 60
hanelik Durhasan Dede köyü- Karyesindedir. Aynı yerde Mehmet Ali Dede
1867’de bir dergâh yaptırmıştır. Durhasan Dedenin torunu Kürklü Hasan Baba,
İzmir Kemalpaşa’da ve üçüncü nesilden olan Hızır Necati Haskan (Yanınyatır
Hızır, 1901-1976) da Narlıdere’de yatmaktadır. Kızı Selvinaz Turgutlu’da ve
baldızı Şehriban ise Edremit Mehmetalan Köyü’nde bulunmaktadır.
Hz. Muhammed’in torunlarından olan 8. İmam Rıza, Horasan Meşhed
yakınlarında Türkmen obalarında yaşadı. Burada bir Türkmen kızı ile evlendi ve
üç kızı ile iki erkek çocuğu oldu. Bunlardan bir de Ekber Şah’dı. Ekber Şah’ın eşi
Nevbahar’dan Buruk Çavuş, Cabbar Dede, Sarıkız ve Durhasan Dede doğdular.
Ekber Şah, Meşhed’te öldü.
Çobanlı aşiretinin başı olan Durhasan Dede, 300.000 kişi ile (rakam abartılı
olabilir), Horasan, Bağdat, Musul, Mardin ve Maraş üzerinden bu gün yatırının
bulunduğu, Adana-Misis taraflarında, Ceyhan’a bağlı Kabaağaç’ın Hasova’sında
60 hanelik Durhasan Dede köyü – Karyesine ve İbrahim Sani Köyü’nü yurt
edindiler. Durhasan Dede’nin 1122-1132 arasında Ceyhan’da yaşadığı
bilinmektedir. 1563 yılına ait, Maraş Tahrir Defterleri’nde Güvercinlik kasabasında
1312 Cemaat-i Derviş-anı Şeyh İbrahim Baba adı yanında Mezra-i Tur Hasan,
Nezd-i Mezra-i Varna, Tabi Cemaat-i Turhasanlu ziraat eder, cümlesi geçer.
Durhasan Dede ölünce, Adana beyi karısına göz koyar ve Adana beyi ile aşiret
arasında uzun kavgalar olur, dirliği ve düzeni bozulan aşiret, 10 bin çadırla batıya
göç eder. İki koldan batıya göç eden aşiretin Yanınyatır kolu Isparta, Burdur,
Antalya, İzmir ve Fethiye’de dağılmışlardır. Diğer Emirli kolu ise, Aydın’a
gelmişler.
Yanınyatır Ocağı’nın merkezi İzmir-Narlıdere’dir.
Üsküdarlı olarak bilinen Tahtacılar, 8. İmam Rıza’nın oğlu Buruk Çavuş
silsilesinden gelmelerdir.
50
Adana’da yaşayan Tahtacı dedeler sülalesi ise, 8.İmam Rıza’nın kızı
Sarıkız’dan gelmedir. Sarıkız, Ceyhan-Kızıldere Köyü’nde yatmaktadır.
İzmir’e 16 çadırla gelen ve başlarında Durhasan Dede’nin oğlu Hızır Dede olan
Yanınyatır kolu, Narlıdere köyü tarafında Çatalkaya’ya 5-6 km olan Külefli
düzlüğüne yerleşmişlerdir (burada Külefli Baba adında bir yatır bulunmaktadır).
Yanınyatır kolu daha sonra Külefli’den kalkarak, Durhasan Dede’nin dördüncü
göbek torunu olan ve “Koca Şıh’ın Evi” denilen bölgeye (Narlıdere Yukarı köy)
geldiler. Narlıdere’de bugün 8 yatır bulunmakta ve her Perşembe günü ziyaret
edilmektedir.
Hızır Dede’nin oğlu olan Kürklü Hasan, bugün Kemalpaşa Kızılüzüm mevkiinde
yatmaktadır. Kürklü Hasan’ın üç oğlundan Hasan, Kemalpaşa’da; Ali Çelebi,
Bergama’da ve uzun süre Alevi Dedesi olarak bilinen Hızır Necati Haskan
(Yanınyatır Hızır)(1901-1976) ise Narlıdere’de yatmaktadırlar.
Yanyatır Ocağı’na Bağlı Çobanlı, Çiçili, Aydınlı, Sivri Külâhlı,
Cingöz, Üsküdarlı, Enseli, Ala Abalı, Mazıcı, Kâhyalı, Gökçeli,
Nacarlı ve Çaylak Oymaklarının Anadolu’da Yaşadıkları Yerler
Kıbrıs; Reşadiye; İzmir-Narlıdere, Uzundere, Alurca, Naldöken, Seydiköy,
Cumaovası, Kemalpaşa, Kızılcalı, Tepeköy, Cam gölü kızılcası, Bademli,
Güzelbahçe, Kemalpaşa, Urla ve Bulgurca; Adana-Kozan Akkaş Ağa Çiftliği;
Mersin; Isparta-Turan Mahallesi; Burdur-Yukarı Mahalle; Antalya; Finike,
Gökbük, Hızırkahya ve Baymak Köyleri; Muğla, Köyceğiz, Ortaca ve Çakallık
Köyleri; Denizli Akkonak Köyü ve Acıpayam; Aydın Yılmazköy ve Alamut Köyleri,
Söke ve Çine; Manisa, Salihli, Kasaba, Bergama, Menemen, Albayrak ve Şehirli
Köyleri; Akhisar Gebeçınar ve Gubaşdere Köyleri; Bergama, Karalarbaşı,
Demircidere, Yerli Tahtacı Köyü ve Kapıkaya Köyleri; Kınık Bağalanı ve Enalanı
Köyleri; Balıkesir Türkali Köyü, Çepni Köyleri, Kepsut Mehmetler Köyü ve
Savaştepe Kongurca Köyü; Manisa - Soma Kozluören Köyü; Edremit Bahçedere,
Doyuran, Arıtaşı, Kızılçukur, Tahtakuşlar, Çamcı, Hacıarslanlar, Mehmetalan,
Yastıçalı, Gavlaklar ve Doyran Köyleri; Burhaniye Tahtacı (Taşcılar) ve Pelitköy;
Bergama - Kozak Köyleri ve Demircidere Köyü; Narlıdere Ocağına bağlı
Çanakkale Köyleri; Çakalini, Bahçedere, Hasanobası (Kıztaşı), Çiftlikköy,
Güzelköy (Kısacıkaltı), Tuztaşı, Akçeşme, Kemerdere, Derbentbaşı, Yenimahalle,
Ovacık, Mersinçeşme, Akçaalan, Denizgöründü ve Gürecik Mahallesi, Elmacık
(Değirmendere Mahallesi), Çiftlikdere, Kayadere (Atıkhisar Mah.) Mareşal Fevzi
Çakmak (Mazılık) ve Damyeri Mahallesi, Karıncalı ve Bayramiç’te Karıncalı ve
Güvemcik Köylerinden gelenlerin oluşturduğu bir Mahalle.
Hacı Emirli Ocağı’na Bağlı Şehepli, Kabakçı ve Aydınlı Tahtacı
Oymakları’nın Yaşadığı Yerler
Reşadiye, Pozantı, Antalya, Gümüş Köyü (Aydın-Söke), İslâhiye, Denizli ve
Adana civarında yaşamaktadırlar.
Türkali Köyü Folkları
Tğrkali Köyü’nden Öğretmen Ali Nazmi Çiçek (01.03.1926-16.09.2004)
tarafından kurulan “Türkali Halk Folklar Ekibi”, uzun yıllar Türkiye’de, Halk
Folklar Oyunları etkinliklerine katılmış, 1974’de “Türkiye Halk Oyunları
Yarışması”nda “Türkiye Birincisi” olmuşlar ve Cumhurbaşkanı (06.05.1973-
51
06.04.1980) Oramiral Fahri Korutürk (İstanbul, 13.08.1903-Ankara, 12.10.1987)
tarafından “Türkiye Halk Oyunları Yarışması Birincilik Belgesi” verilmiştir.
Türkali’de Cuma Efe Olayı
Hüseyin Serez’e göre, 1919-1922 arası Yunan işgali sırasında, Türkali
Köyü’nde üç Yunanlı bulunmaktaydı. Bunlar sivil ve Yunan Hükümeti hesabına
gizli istihbaratçı olarak çalışırlar. İki kardeş olan Mito ve Dimitri, Özbay’ların
değirmenini ve diğeri Nicola ise Ambarcıların değirmenini işletir. Bu üç yunanlı
bekârdır ve köyün kadınlarına da sarkıntılık yaparlar.
Cuma Efe, Soğanbükü Köyü’nden, yiğit ve kilosu da yerinde bir efedir. Bir
Hıdrellez günü, Cuma Efe ile arkadaşı Akif Efe, köye gelen Yunan askerleri ve
Türkali Köyü’nde mevcut diğer üç Yunanlının da yardımıyla yakalanır. Köy
meydanında vurmak isterler. Ancak köylülerin karşı gelmesi üzerine, Özbay’ların
değirmeninin (Çaldeğirmeni) karşısına getirirler, kollarını bağlarlar ve değirmenin
penceresinden nişan alarak vururlar. Bu olay üzerine, Türkali Köyü halkı Cuma
Efe için, “Uzun olur Küpelerin yolları (Aman), Çal dermende kaldı, Cuma Efe’nin
de kolları…” dizeleriyle başlayan ve ağıt tarzında bir türkü yakarlar. Yıllarca bu
türkü matemli bir şekilde söylenerek, folklor oyunu haline getirilir ve düğünderneklerde oynanır.
Türkali Köyü’nde Bayrak Olayı
Kaynak kişi Kâtip Hüseyin Serez’e (“1328” 1912-18.08.2005) göre, Serez’li
İsmail oğlu Bayram Çavuş (Serez, “1262” 1846-Türkali, “1332” 1916), Kozak’tan
Kozluören Köyü’ne geldiği zaman, bir bohçaya sarılmış olarak beyaz ipekli ve yedi
renkli bir Bayrağı da beraberinde getirmiş olduğu bilinmektedir. Bu bayrağın
“kendisine teslim edildiğini, Şah Bayrağı olduğunu, Kehli Sülalesi’ne (kılık kıyafeti
düzgün saygın kişiler) verildiğini” söyler ve yıllarca bu Bayrağı beline bağlı olarak
da taşır. Daha sonraları Savaştepe (Giresun) Karakol Komutanlığından emekli
olup Türkali Köyü’ne geri geldiğinde, Bayrağı da belinden çıkarıp evinde
muhafaza altına almaya başlar. Bayram Çavuş’un eşi Bahar Ebe bir gün, o
Bayrağı alır, Kepsut Tekke Köyü’nde bulunan bir Tekkeye götürür ve Bayrak
orada kalır (Aslında Tekke Köyü’nde yatır olarak kabri ziyaret edilen kişi, Balıkesir
Mutasarrıflığında da bulunan “Gazi İne Bey”dir). Daha sonraları, bu defa muhtelif
törenlerde kullanılan Ay-Yıldızlı Türk Bayrağını da, Serez Sülalesi bulundurmaya
başlar ve korumaya alır. Tören-düğün-dernek gibi günlerde Bayrak, davul-çalgı
eşliğinde yapılan bir merasimle, koruma evinden alınır ve tören bitimi sonrasında
da yine alındığı eve teslim edilirdi. Bu durum, günümüze kadar böylece devam
edip gider.
Bayram Çavuş diğer dört kardeşiyle birlikte Serez’den geldiklerinde birisi
Burhaniye Tahtacı (Taşcılar) Köyü’ne, birisi İstanbul’a ve diğeri de Güre-Yassıçalı
Köyü’ne yerleşirler. Bu gün, bu köylerde de Ay-Yıldızlı Türk Bayrağı, yine Serez
Sülaleleri tarafından muhafaza edilmektedir. Nitekim Tahtacı (Taşçılar)
Köyü’ndeki sülaleye de “Kehliler” denilmektedir.
Not: Bayram Çavuş Dedenin “Şah Bayrağı” dediği “Şah”, muhtemelen Şah
İsmail’dir. Ancak, Alevi inanışına göre, “Şah”, aynı zamanda “Ali” ve “Oniki
İmamlardır”. Şah İsmail adına çalışan ve onun Anadolu’daki önemli temsilcisi
olan Şah Kulu (Şeyh oğlu, Karabıyık oğlu), Serez, Selanik, Yenice-Zagra, Filibe,
Sofya ve öteki Rumeli ili ve kazalarına örgütleyicilerini gönderiyordu. Bunlar
arasında, İmamoğlu da Selanik’e görevlendirilmişti. Bu propaganda işleri,
1509’da başlatılmıştı.
52
Frederick William Hasluck, Bektaşiliğin coğrafi dağılımında Serez’li Pir Sultan
Abdal’dan da bahseder. Balkanlarda 15.Yüzyıl’da yaşayan bu zat, Makedonya’ da
Bahçe ve Cuma Tekkeleri’nin ilk ruhani önderlerinden olup, fütuhat erlerinden ve
büyük bir Bektaşi azizidir. Ahret kardeşi Gazi Ali Baba olan Serez’li Pir Sultan
Abdal’ın (Haydar) Selanik yöresinde Bahçe Tekkesi’nde türbesi bulunmaktadır. Bu
yöreden gelerek İzmir, Manisa ve Samsun civarına yerleşen göçmenler, bu
kişiden bahsederler.
Frederick William Hasluck (1878-İsviçre, 22.02.1920), İngiliz Antikacı, Tarihçi ve Arkeolog.
Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde Türkiye ve Yunanistan başta olmak üzere, Ortadoğu ve
Balkanlar arkeolojisi alanında kayda değer araştırmalar yapmış, arkeolojik bulgularını antropoloji
bilgileriyle zenginleştirmiş bir İngiliz Arkeolog’u ve Doğu Bilimcidir. 14 yıllık arkeoloji çalışmaları
döneminde Klasik (antik) dönem, Orta Çağ ve Yeniçağ Yunan arkeolojisi ve Aynaroz Dağı'ndaki
Ortodoks manastırları üzerinde özellikle durdu. Giderek daha şarkiyatçı bir ilgi alanına yönelerek,
Ortadoğu'da Orta Çağ coğrafyası ve bu bölgelerde bulunan Ceneviz ve Venedik paraları ile hanedan
armaları üzerinde çalışarak bunlarda vardığı sonuçları birçok kitap ve 50 kadar makalede yayınladı.
Arkeolojideki ilk yıllarında Erdek yakınlarındaki Kizikos antik kenti üzerine ilk derinlemesine
çalışmaları gerçekleştirdi. 1906 yılında bir gezide bütün olarak taradığı Güney Marmara bölgesinde
ve Trakya, Ege ve Marmara adaları, Antalya gibi diğer yerlerde de önemli arkeolojik keşifler yaptı.
1910’da Aynaroz Yarımadası’ndaki manastırlar bölgesine giren ilk İngiliz oldu. 1913’de gittiği
Konya'da Türklerin idaresi altında İslâmiyet ve Hıristiyanlık ilişkileri üzerine iki yıl süren bir
araştırma yaptı ve araştırmalarının çoğu kitap olarak ölümünden sonra eşi Margaret M. Hasluck
tarafından yayınlandı. Bektaşi geleneği ile özel olarak ilgilendi. Daha sonra Ortadoğu dilleri uzmanı
olarak Atina'daki İngiliz Büyükelçiliği istihbarat bölümünde görev aldı. Ertesi yıl tedavi görmek
amacıyla gittiği İsviçre'de 42 yaşında hayatını kaybetti.
Uzan Dede Kimdir?
Vaktiyle ve henüz Türkali Köyü’nün olduğu yerde bir yerleşim yokken ve
muhtemelen her yer ormanlarla kaplı iken, Tayipler ve Kirazpınar Köyleri
arasında “Kokarca” mevkii olarak bilinen bir yerde, konar-göçer bir TürkmenYörük aşireti yaşar. Balıkesir için, 1484-1503 arası, kuraklık, kıtlık ve Veba
Salgını nedeniyle felaket yılları olarak bilinir. Nitekim Karesi Beyoğlu Demirhan
Bey de 1345’de Veba’dan ölür. Ayrıca, 1720’de ve daha sonraları 1813-1815
arasında da Veba Salgınları olur. Bu nedenle, Uzakdoğu’dan başlayan ve tüm
Avrupa’ya yayılan Veba Salgını (Kara Ölüm) sırasında, hastalık bu defa Uzan
Dede’nin de Yörük aşiretine bulaşır ve ölümler başlar. Muhtemelen aşiret reisi
olan “Uzan Dede” de hastalanır ve öldüğünde bu gün Türkali mezarlığının
bulunduğu yere defnedilmesini ister. Daha sonraları, Kirazpınar Köyü’nün altında
ve Koca Mezarlığın yanında bulunan ve Türkali Köyü’ne ilk yerleşenler olarak
bilinen 12 hanelik Türkmen aşireti, Ahmet Bey’in peşi sıra Türkali’ye göç ederek
yerleştikleri sırada, mezarlık yeri aramaya başlarlar. Çevrede tek mezar olarak
bulunan “Uzan Dede”nin bu günkü yattığı yeri seçerler.
Türkali Köyü halkı, ilk günden bu güne kadar, bu mezarda kimin yattığını da
kesin olarak bilmediklerinden ve yazılı bir taşı da bulunmaması nedeniyle bir yatır
görüntüsü kimliğine geçen bu mezarın, “ulu bir kişiye ait” olabileceğine inanırlar.
Kabir ziyaretleri öncesinde, ilk defa Uzan Dede’ye niyaz ederler.
53
Balıkesir-Merkez Türkali Köyü Nüfusuna Kayıtlı Memurlar ve İş
Adamları
Adı ve Soyadı
Baba Adı
Şevki ÖZBAY
Mehmet
Ahmet BAYKAL
Ali Nazmi ÇİÇEK
Bozkurt SEREZ
Hulusi BARUT
Sultan ÇİÇEK
Selçuk AYDOĞAN
Yılmaz ÖZBAY
Mehmet SEREZ
İhsan HİTAY
Necaver ÖZBAY
Nebi TUFAN
Erol ÖZBAY
İsmail Hakkı DENİZ
Hilmi Zeki ÖZDEMİR
Mehmet Ali ÇİÇEK
Çetin ÇET
Gülistan TUFAN
İsmail DEMİR
Senemboy ÖZBAY
Selahaddin BARUT
Levent BARUT
Cihat BARUT
Nurcan ÇİÇEK
Nuran ÇİÇEK
Nuray ÇİÇEK
Ali SEREZ
Deniz ÖZBAY
Umut ÖZBAY
Cahit ÖZBAY
Mustafa SEREZ
Murat SEREZ
Kazım SEREZ
Bahriye SEREZ-MÜZDE
Aslı MÜZDE
Nurten SEREZ-NACAR
Fatma HİTAY
Dudu GÜRSOY
Abidin GÖKMEN
Hasan Ali GÖKMEN
Fazlı ÇATAN
Ali ÇATAN
Keriman AFACAN
Güllü SEREZ
Sadettin SEREZ
Engin TUFAN
Güldizen TUFAN
Ender TUFAN
Aysun TUFAN
İsmail
Mehmet
Hasan
Sadık
Mehmet
Ali
Ali
Hasan
Esat
İsmail
Mustafa
Mehmet
Murat
Mustafa
Nazmi
İbrahim
Fehmi
Mehmet
Mehmet
Mustafa
Şeref
Şeref
Nazmi
Nazmi
Nazmi
İbrahim
Yılmaz
Yılmaz
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Sefa
İbrahim
Hasan
Hasan
Celal
Ramazan
Murat
Murat
Hüseyin
Hüseyin
Hüseyin
İbrahim
Mustafa
Fehmi
Fehmi
Nebi
Nebi
Yıl
Mesleği
Hava Astsubayı (İlk Astsubay), Türk Hava
Kurumu’nda görev yaparken, 15 Ağustos 1978’de
şehit oldu
Uzman Çavuş
1947 İlköğretim Öğretmeni
1957 Veteriner ve Sıhhiye Astsubayı
1963 Karargâh Astsubayı
Ebe-Hemşire
1964 Orman Yük. Mühendisi
Prof. Dr., Kimya Yük. Mühendisi
1968 Prof. Dr., Orman Yük. Mühendisi
1968 İnşaat Yüksek Mühendisi, İş adamı
Ortaöğretim Öğretmeni
1960 Memur
1960 İlköğretim Öğretmeni
1963 Memur
1963 Memur
Tıp Doktoru
Memur
Yüksek Hemşire
İlköğretim Öğretmeni
Memur
İlköğretim Öğretmeni
2007 Teğmen
2000 Astsubay
Memur
Avukat
Gazeteci
Ziraat Teknikeri
Ziraat Mühendisi, İş adamı
İşletme
Elektrik-Elektronik Yük. Mühendisi
Endüstri Mühendisi, İş adamı
İktisat-İşletme
2006 İktisat, Bankacı
Ebe-Hemşire
Diş Doktoru
Ebe-Hemşire
Ebe-Hemşire
Ebe-Hemşire
Astsubay
Astsubay
Astsubay
Astsubay
Ebe-Hemşire
Ebe-Hemşire
Subay
Polis
Ebe Hemşire
Kurmay Binbaşı
Öğretmen
54
Bayram Ali AĞIR
Bayram Ali SEREZ
Metin SEREZ
Onur SEREZ
Mehmet UYSAL
Hasan UYSAL
Ali UYSAL
Şeref BARUT
Barış SEREZ
Can SEREZ
Nazmiye ÖZBAY
Şanver DEMİR
İsmail ÇAM
İsmail AFACAN
Hayriye AFACAN
Saadet TUFAN-KIŞIÇ
Gülsüm AFACAN
Özlem AFACAN
Sabriye DENİZ
Çoşkun SEREZ
Muharrem SEREZ
İncinar BARUT
Hasan AKAR
Naci AKAR
Sabır CURA
Hasbi ÇET
Özgür ÇET
Mesut ÇET
Ahmet ÇET
Özlem ÇET
Deniz DEMİR
Derya DEMİR
Nevin HİTAY
Ali İhsan HİTAY
Okan HİTAY
Mustafa ÖZDEMİR
İbrahim ÖZENÇ
Sedat AMBARCI
Barış AĞIR
İsmail ÇATAN
Alkım ÇATAN
Bağış ÇATAN
Emine SEREZ
Mehmet ÖZBAY
İsmail ÖZENÇ
Ergün ÖZEN
Ersin ÖZDEN
Duygu ÖZDEN
Sebahat ÖZDEN
Ebru SEREZ
Birsen EREZ
Aybige AYDOĞAN
Çağrı AYDOĞAN
Bahar AYDOĞAN
Duygu AYDOĞAN
Mehmet Ali KULA
Sevgican KULAULUDOĞAN
Birsen DEMİR
Şanver DEMİR
Hakan AFACAN
Nafi SEREZ
Ergün ÖZDEN
Ersin ÖZDEN
Mehmet Ali
İsmail
İsmail
Metin
İsa
İsa
Ese
Ali
Ali
Ali
Niyazi
Arif Ali
Ali
Mehmet
Hüseyin
Ali
Hızır
Hızır
Hasbi
İsmail
Cafer
Ali
Mahmut
Hasan
Hasbi
İbrahim
Ahmet
Hasbi
Hasbi
Ahmet
M. Ali
M. Ali
Celal
Celal
Celal
İsmail
Hasan Hüseyin
Hüseyin
Bayram Ali
Ali
Fazlı
Ali
Niyazi
Halil
İbrahim
İbrahim
Ergün
İbrahim
İsmail
Metin
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Selçuk
Mustafa
Mustafa
Arif Ali
Hızır
Sadettin
2007
1993
2005
1994
2003
1977
1989
2006
2006
Astsubay
Polis
Astsubay
Çevre Mühendisi
Çimento Fabrikası Bakım Ustası
Tır Operatörü
Polis
Astsubay
İşletme, serbest
Subay
Memur
Astsubay
Astsubay
Astsubay
Ebe-Hemşire
Ebe-Hemşire
Türkçe Öğretmeni
İlköğretim Öğretmeni
Öğretmen
Veteriner
Astsubay
Ebe-Hemşire
Astsubay
Astsubay
İlköğretim Öğretmeni
Memur
Subay
Astsubay
Astsubay
Yüksek Hemşire
Polis
Ebe-Hemşire
Memur
Özel sektörde
Astsubay
Astsubay
Astsubay
Uzman Çavuş
Uzman Çavuş
Astsubay
Kamu Yönetimi
Uzman Çavuş
İlköğretim öğretmeni
Memur
Astsubay
Astsubay
Astsubay
Eczacı
Bilgisayar Programcısı
Öğrenci, Hemşire
İlköğretim Öğretmeni
Doç. Dr., Jeofizik Yük. Mühendisi
Fransız Filolojisi
Ziraat Yük. Mühendisi
Su Ürünleri Mühendisi
Astsubay, Jandarma
İlköğretim Öğretmeni
Tarih Öğretmeni
Astsubay
Astsubay
Ulaştırma ve Lojistik
Emekli Astsubay
Astsubay
55
Sevgi DENİZ-ARAZ
Murat DENİZ
Burcu ÖZBAY
Özlem GÖKMEN
Sezer ÇAM
Sertan ÇAM
Ali Ekber ÖZBAY
Deniz DEMİR
Önder DEMİR
Buket DEMİR
Ali ÇAKMAK
Necdet ÇAKMAK
Sabahattin ÇAKMAK
Ertan ÇAKMAK
Güler SİNCAN
Hülya KAPLAN
Derya KAPLAN
İsmail-Hakkı
İsmail-Hakkı
Mehmet
Mehmet
Mehmet
İzzet
Mehmet Ali
İsmail
İsmail
Mustafa
Annesi Sultan,Madı
Necdet
Necdet
Ahmet
Hüseyin
Hüseyin
1974
İlköğretim Öğretmeni
Rehber, Turizm, Otel İşletmecisi
İnşaat Yük. Mühendisi
Tekstil
Uzman çavuş
PTT Güvenlik görevlisi
İlköğretim Öğretmeni
Polis
Jeolog
Matematikçi
Mobilya Dekorasyon Öğretmeni
Ege Linyit İşletmesi’nden emekli
Mobilya Dekorasyon Öğretmeni
Mobilya Dekorasyon Öğretmeni
Çikolatacı
Edremit Belediyesi’nde Memur
Özel sektör-Kasiyer
Türkali’ den Konuk İşçi (Gastarbeiter) Olarak, Almanya’ya Gidenler
Adı ve Soyadı
Baba Adı
Gidişi
Çalıştığı İşkolu
Haydar SEREZ
Hasan
1970
Keiber, Oto teknik
Sabriye YENİGÜN- SEREZ
Servet
1970
Keiber, Oto teknik
Ergün SEREZ
Haydar
1971
NATO-Fırıncılık
Gülsüm SEREZ
Abdi
1985
-----Erdin SEREZ
Bozkurt
1989
Keiber, Oto teknik
Ayfer SEREZ
Haydar
1972
Market
Gülfer SEREZ
Haydar
1972
Kuaför
Erden SEREZ
Hasan
1975
Belediye işleri
Gülseren BARUT-SEREZ
Sadık
1973
Seramik işçiliği
İsmail BUDAK
İbrahim
1972
Oto teknik
Cemile ÖZENÇ-BUDAK
Derviş Ali
1971
Oto teknik
Sadık HANÇER
Ahmet
1972
Oto teknik
Gülistan YENİGÜN- HANÇER
Servet
1971
Oto teknik
İsmet KILINÇ
Mehmet
1972
Oto teknik
Fatma DENİZ-KILINÇ
Hüseyin
1972
Oto teknik
Hasan Ali SİNCAN
Bektaş
1973
Madencilik
Huriye SİNCAN
Ahmet
1973
---Ali ÇÜRÜK
İsmail
1972
Konserve
Fatma BUDAK-ÇÜRÜK
Mehmet
1973
Konserve
Faik BARUT
İbrahim
1972
Nakliyat
Sultan BARUT
Mustafa
1973
Nakliyat
Metin BARUT
Faik
1973
Nakliyat
Mahmut AKAR
Mehmet
1968
Demiryolları
Şehriban SEREZ-AKAR
Ali
1969
----Hasan AKAR
Mehmet
1971
Karton
Leyla ÇATAN-AKAR
İsmail
1969
Plastik
Mehmet ÖZDEMİR
Cafer
1973
Madenci
Gülrengi SEREZ-ÖZDEMİR
Bayram
1973
Kablo Fabrikası, Ustabaşı
Bahtiyar ÖZDEMİR
Mehmet
1982
İnşaat
Gülgar ÖZDEMİR
Mehmet
İş adamı (İşveren)
Hasan NACAR
Musa
1972
Opel
Nurten SEREZ-NACAR
Hasan
2000
----Sefa SEREZ
Hüseyin
1970
Elektrik
Özgür NACAR
Hasan
1990
Öğrenci
Emre NACAR
Hasan
1991
Kaynakçı
Gamze NACAR
Hasan
Sevim AYDOĞAN-SEREZ
Ali
1970
Siemens
Fevzi Ahmet BUDAK
Rıza
1972
Boya
Gülden CURA-BUDAK
İsmail
1971
Konserve
Ali KİRAZ
Veli
1970
Tavuk çiftliği
İsmahan KILIÇ-KİRAZ
Ali
1969
Tavuk çiftliği
Şener KİRAZ
Ali
1969
Hastabakıcı
Mustafa YENİGÜN
Servet
1971
Kablo firması
Senem KILIÇ-YENİGÜN
Ali
1970
Kablo firması
56
Mehmet BARUT
Cemile BAYKAL-BARUT
Sezai BARUT
İsmahan DEMİR-BARUT
Selahattin BARUT
Nurten BARUT
Ali BİÇER
Mihri ÇAM-BİÇER
Hasan BUDAK
İsmahan ÇAM-BİÇER
Güngör DEMİR
Nesrin SİNCAN-KAHRAMAN
Nazmiye SİNCAN-BARUT
Aynur SİNCAN-DEMİR
Yılmaz SİNCAN
Cafer NACAR
Sadık
Ahmet
Mustafa
Arif
Mustafa
Hasan
Mehmet
Mehmet Ali
İbrahim
Mehmet Ali
İbrahim
Hasan Ali
Hasan Ali
Hasan Ali
Hasan Ali
1971
1970
1971
1970
1973
1973
1968
1974
1972
1972
1995
1974
1974
Galvanize işler
Porselen
Lastik
Temizlik işleri
Öğretmen
---Madenci
----Tavuk çiftliği
Tavuk çiftliği
Belediye
Fabrika işçisi
Market-Kasa
Almanya doğumlu, Plâk Şirketi
Almanya doğumlu, Belediye işçisi
Türkali Köyü Türküleri
Balıkesir’den derlenen türküler içinden notaya alınanlar: Ayva Çiçek Açmış, Bir
Yakadan Bir Yakaya Bakılmaz, İki Keklik, Kurban Olam Kalem Tutan Ellere
(Şaplak Havası), Atım Aman Durdu, Giderim Bandırma’ya, Kuyu Dibi Derinden,
Sabahtan Kavuştum, Küçüğüm Nerden Gelirsin, Eminemin Çam Dibinde Sesi Var,
Koca Kuş, Aşağıdan Çıktı Bayrağın Ucu, Berber, Kayalca’nın Taşları, Uzun Çarşı,
Evleri Var Üstbaşta, Yağmur Yağıyor, Zeynep Havası, Engin Derelerin Suyu, Aşağı
Mahalle Hocası, Edremit Alay Havası, Pamukçu Bengisi, Edremit Güvendesi, İkili
Güvende, Balıkesir Bengisi, Mendili Oyaladım, İki Semah Havası, Hatayi ve Pir
Sultan’dan çeşitli deyişler, Ali Efe, Cuma Efe, Değişik Koca Arap Zeybeği.
Balıkesir yöresinin başlıca oyunları; Pamukçu Bengisi, Balıkesir Zeybeği,
Savaştepe Zeybeği, Korucu Zeybeği, Balya Zeybeği, Güvende Zeybeği, Alay
Havası, Dursunbey Baranası, Dursunbey İsmailler Zeybeği’dir. Balıkesir yöresinde
çokça oynanan, Ninna Ninna, Akpınar ve Sarı Karınca türkülü kadın oyunlarıdır.
Akpınar, aynı adı taşıyan türkü eşliğinde, kızlı erkekli oynanan hareketli bir
oyundur. Sarı Karınca da yine türkülü ve hareketli bir oyundur. Dört, altı ya da
sekiz çift ile oynanır.
Zeybeki Bengi ve Güvende türünden havalar ve diğer düğün havaları, kına
havaları, ağıtlar, sözlü oyun havaları, efe türküleri, yiğitlik, koçaklık üzerine
yakılmış türküler, Edremit Kaz Dağı yörelerindeki Semah, Nefes ve Deyişler,
yörenin ezgi yapısına örnektir.
57
Asmada Salmış Filizi
Derleyen: TRT; Repertuar No:01837
Asmada salmış filizi (Tangom)
Bulamam evinizi
Şimdi de bildim sevdiğini (Tangom)
Soldurmuşun rengini
Tangolara sarıceğim gine (vay vay vay)
Gine vay gine vay hop gine (vay)
Güzellerin alıceğim gine (vay vay vay)
Gine vay gine vay yavrum gine (vay)
Asmada davşan govarım (Tangom)
Düştüm dizimi ovarım
Ben bu köyü çok sevdim (Tangom)
Beni de burdan everin
Tangolara sarıceğım gine (vay vay vay)
Gine vay gine vay hop gine (vay)
Güzellerin alıceğim gine (vay vay vay)
Gine vay gine vay yavrum gine (vay)
Mendili Oyaladım
Kaynak Kişi: Yöre Ekibi; Derleyen: İdil Öztamer; Notaya alan: Nida Tüfekçi,
Mustafa Günaydın; TRT Repertuar No: 00144
Mendili oyaladım (nina nini nam)
Dürmeye kıyamadım (nina nini nam)
Dürmeye kıyamazken (nina nini nam)
Nazlı yâre yolladım (nina nini nam)
Sizin evle bizim ev (nina nini nam)
On adımdır arası (nina nini nam)
Nazlı yârin sevdası (nina nini nam)
Bana yürek yarası (nina nini nam)
Evlerinin Önü Sarı Karınca
Kayanak Kişi: Yöre Ekibi. Derleyen: İdil Öztamer; Notaya Alan: Mustafa
Günaydın; TRT Repertuar No: 00143
Evlerinin önü sarı karınca (Anam, sarı karınca)
Oynan gızlar oynan bayram gelince (Anam, bayram gelince)
Evlerinin önü badem avlusu (Anam, badem avlusu)
Gel dedim de gelmedi ana kuzusu (Anam, ana kuzusu)
Evlerinin önü duttur geçilmez (Anam, duttur geçilmez)
Dudun yaprakları sıktır seçilmez (Anam, sıktır seçilmez)
58
Cuma Efe
Kaynak Kişi: Mehmet Özdemir; TRT Repertuar No: 01789
Duman (Uzun) olur Küpelerin yolları (Aman)
Çal Dermen’de kaldı
Cuma Efe’nin de kolları
Meskeniyli Dumanlının dağları
Ah Nolaydım nolaydım
Hökümata kendim teslim olaydım
Uzun olur at köyünün ekini (Aman)
İstanbul’dan gelir Akif Efe’nin de hekimi
Ah Nolaydım nolaydım
Hökümata kendim teslim olaydım
Dumanlıdan geçirdiler izimi (Aman)
Duman duman sandım
Şalvarıyıg da tozunu
Ölmeden önce görseydim yüzünü
Ah Nolaydım nolaydım
Hökümata kendim teslim olaydım
Hökümatın önünde
Ben kendimi vuraydım
Ah Ermeni Ah Ermeni
Ermeni’ye nasıl canlar vermeli
Duman Olur Tepelerin Yolları
Derleyen: TRT, Kaynak Kişi: Servet Yenigün, Ali Özbay ve Mehmet Özdemir,
Notaya Alan: Nida Tüfekçi, Yöresi: Balıkesir-Türkali Köyü, TRT Repertuar No:
01789
Duman olur tepelerin yolları (aman)
Şıldır mıldır akdı Cuma Efe’nin (de) kanları
Ne olaydı olaydı
Hökümata kendi teslim olaydı
Merdivenden tıkır mıkır inmedim (aman)
Doya doya yar yüzünü (de) görmedim
Ne olaydı olaydı
Hökümata kendi teslim olaydı
Fındıklı yolunda buldum izini (aman)
Duman duman sandım şalvarının (da) tozunu
Ölmeden bir daha görsem yüzünü (aman)
Ne olaydı olaydı
Hökümata kendi teslim olaydı
Kurban Olam Kalem Tutan Ellere
Şaplak Havası, Semah Nefesi; Kaynak Kişi: Mehmet Özdemir; Hasbi Çet ve
İsmail (Hikmet) Serez; Derleyen ve Notaya Alan: Nida Tüfekçi. 08.09.1967’de
59
TRT Halk Müziği Müdürlüğü tarafından derlenmiştir; Benzeri başka bir Türkü de
Sivas’tan Repertuara girmiştir (Sivas Ellerinde). Rept. No:00907)
Kurban olam kalem tutan ellere (Efendim efendim)
Kâtip arzuhalim yaz yâre böyle (doğru)
Şekerler ezeyim şirin dillere (Efendim efendim)
Kâtip arzuhalim yaz yâre böyle (doğru)
Aşamazsan telli turnam dön geri
Sivas ellerinde sazım çalındı (Efendim efendim)
Çamlı belleride bölük bölündü
Yardan ayrılalı sinam delindi (Efendim efendim)
Kâtip arzuhalim yaz yâre böyle (doğru)
Aşamazsan telli turnam dön geri
Al’efe’nin Evleri Gonağa Yakın
Kaynak Kişi: Servet Yenigün, Ali Özbay, Mehmet Özdemir. Türkü Balıkesir
Türkali Köyüne aittir ve 09.09.1967’de TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Türk Halk
Müziği Müdürlüğü tarafından derlenmiştir. Notaya Alan: Nida Tüfekçi. Repertuar
No: 00904
Al’efe’nin evleri gonağa yakın
Yağlar martinini (de Al’efem) goluna takın
Kamalı geliyor kendini sakın
Al atı var kır atı var yol mu dayanır
Gama yarasına (da Al’efem) can mı dayanır
Kuyulanın altından eğildim de geçtim
Sağ yanımdan vuruldum (da Al’efem) sol yanıma düştüm
Ben bu eşkıyalıktan dünden (aman) vazgeçtim
Al atı var kır atı var yol mu dayanır
Gama yarasına (da Al’efe)m can mı dayanır
Kuyulanın altında inden (aman) evim var
Alıverin martinimi (Al’efem) benim kimim var
Soma kazasında (aman) benim yârim var
Al atı var kır atı var yol mu dayanır
Gama yarasına (da Al’efem) can mı dayanır
Bir Sen İç
Güzel Şah'tan bize bir dolu geldi
Bir sen için sevdiğim, bir de bana ver
Bavlum Sultan Kızıl Veli'den geldi
Bir sen için sevdiğim, bir de bana ver
Payım gelir erenlerin payından
Oniki imam nesli Ali soyundan
Selman'ın içtiği üzüm suyundan
Bir sen için sevdiğim, bir de bana ver
Beline kuşanmış nurdan bir kemer
Aşkın dolusunu içenler kanar
Herkes sevdiğine bir dolu sunar
60
Bir sen için sevdiğim, bir de bana ver
Pir Sultan'ım, hamı, hası seçerim
Hak okurum, aşk kitabın açarım
Yar elinden ağu gelse içerim
Bir sen için sevdiğim, bir de bana ver
Pir Sultan Abdal
Güzel Pirden Bize Bir Dolu Geldi
Kaynak Kişi: Pir Sultan Abdal’ın “Bir Sen İç” adlı dizeleri Hikmet Serez tarafından
uyarlanmıştır. Derleyen: Rabia Kocaaslan, Hüseyin Yaltırık; Notaya Alan:
Hüseyin Yaltırık, TRT Repertuar No: 03979
Güzel pirden bize bir dolu geldi
Bir sen iç sevdiğim bir dedeme ver (Pirim of bir dedeme ver yar yar)
Biliriz Hacı Bektaşi Veli’den geldi
Bir sen iç sevdiğim(sevdiğim) bir dedeme ver (Pirim of bir dedeme ver yar yar)
Durnalar durnalar allı allı durnalar
Oturmuş kömür gözlüm ellerini gınalar (Yar yar gınalar yar yar gınalar)
Payım gelir erenlerin (aman aman yar ayar) payından
Muhammed neslimiz (de) Ali soyundan (soyundan)
Kırkların ezdiği (de aman aman) engür suyundan
Bir sen iç sevdiğim bir dedeme ver (Ah yar yar dost dost ah medet medet
medet)
Belime guşattılar aman aman bir nurdan kemer
İçmişim doluyu (da) çırağım yanar (yanar)
Herkes sevdiğinden (aman aman) bir dolu umar
Bir sen iç sevdiğim bir dedeme ver (Ah yar yar dost dost ah medet medet
medet)
Senin dervişlerin gaynadı çoştu
Gaynayıp çoşanlar (da) ser’inden geçti
Sefil Kul Hüseyin’im bir dolu içti
Bir sen iç sevdiğim bir de deme ver (Pirim hey imanım hey bir dedeme ver)
Şaplak Havası
Kaynak Kişi: Mehmet Özdemir
İnsan zalim oldu zulümler arttı
Şimdiki sofular şeytana taptı
Yetiş ya Muhammed ya Ali
Yol elden gitti
Hani kurduğumuz nizam terazi
Herkes nasibini almaya razı
Komşu komşuya eder kaygı
Yetiş ya Muhammed ya Ali
Yol elden gitti
61
Uzun Hava
Kaynak Kişi: Mehmet Özdemir
Karalar giymişsin yasta mı başın
Kudretten çekilmiş garadır kaşın
Anan mı öldü baban mı yoksa gardaşın
Oğlan ne dolaşırsın mezarı
Karalar giymişim yastadır başım
Kudretten çekilmiş garadır kaşım
Ne anam öldü ne babam ne gardaşım
Yar aşkına dolaşırım mezarı
Yüce dağ başından indirdiler salınan
Kollarımı bağladılar şalınan
Âlemin gönlü dolu dünya malınan
Benim gönlüm suna boylu yârinen
Piyalanın Altı
Kaynak Kişi: Mehmet Özdemir
Piyalanın altından eğildim de geçtim
Sağ yanımdan kurşun yedim sol yana düştüm
Ben bu eşkıyalıktan dünden vazgeçtim
Ağla Zühre’m ağla, sana dönemem
Vurdular beni Zühre’m, geri gelemem
Al atımı kır atımı Nalbant nallasın
Zühre’m alsın koşimi kendi kendine bağlasın
Hançerimi alsın Şerif’e (kardeşine) yollasın
Ağla Zühre’m ağla sana dönemem
Vurdular beni Zühre’m sana dönemem
Türkali Köyü Mezarlığı
Türkali-Bozen Köy yolu üzerinde bulunan mezarlıkta, etrafı taş duvarla çevrili
“Uzan Dede”nin bulunduğu yerde, iki dikili taş daha bulunmaktadır. Bu taşların
fotoğrafları Prof. Dr. Mehmet Serez tarafından çekilmiş ve Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nasuhi Ünal Karaaslan
tarafından da taşlardaki yazılar okunmuştur. Taşlardaki yazılar aynen aşağıda
verilmiştir:
Birinci Taş (sağ tarafta dikili ve yazıları diğerine göre daha yeni)
“Ah mine’l-mevt
Buluncak fermân-ı hak etti icâbet davete
Emrine mutî olan cümle erer izzete
Azmedüp bakâ mülküne bir merdi sahî
İçilup fâni cihandan erdi rahmete
62
Hayatında rûz-u şeb ikram ederdi âleme
Hanesinde nice mihman el sunardı nimete
Yörük Ali Karyesi’nden Tahtacı Yüzbaşı Mehmet Bey
El Fatiha. Sene ?”
“Ölümden el aman
Hakkın fermanı geldiğinde davete icabet etti
Emrine boyun eğen herkes yüceliğe erer
Ebedi âleme azmedip cömert bir adam
Fani cihandan açılıp rahmete erdi
Hayatında gece-gündüz herkese ikram ederdi
Hanesinde nice misafirler nimete el sürerdi
Yörük Ali Karyesi’nden Tahtacı Yüzbaşı Mehmet Bey
El Fatiha. Sene ?”
Yörük Ali Karyesi’nden Tahtacı Yüzbaşı Mehmet Bey (Taşın altı kırık olduğu için tarihi
okunamadı)
İkinci Taş (sol tarafta dikili ve yazıları diğerine göre daha eski)
“Ah mine’l-mevt
Bakub geçme ey Muhammed ümmeti
Müminînin mümine bir fâtiha himmeti
Yüzbaşı Mehmed Bey Zevcesi Fâtıma Hanım
Ruhuna fâtiha, Sene 1310 (Şaban)”
“Ölümden el aman
Bakıp geçme ey Muhammed ümmeti
Müminin mümine hediye edeceği bir Fatiha’dır
Yüzbaşı Mehmet Bey Zevcesi Fatma Hanım
Ruhuna Fatiha, Sene Şubat 1893”
63
Yüzbaşı Mehmet Bey Zevcesi Fatma Hanım’ın mezarı
Uzan Dede’nin Avlusunun Dışında ve Güneybatısı’nda Bulunan Dört
Mezar
“Emretti Hudâ (Allâh), eyledi fermân
Erişti ecel vermedi âmân
Dünyada murada ermedim hemân
Ahrette muradımı vere Hâlikî Yezdan (Beni yaratan Allah)
Mahmûd’un oğlu İzzet Ağa’nın mahdumu (kendisine hizmet edilen, yani çocuğu)
Ahmed Ağa ruhuna Fatiha, 1310 (1884)”
64
“Yâ Hû (Ey Allâhım)
Nevcivânım (genç delikanlım) uçdu Cennet bağına
Firâkı (ayrılık) kaldı vâlideynin (Ana-baba) canına
Ziyâretden murâd bir duadır
Bugün bana ise yarın sanadır
Mahmûd’un oğlu İzzet Efendi
Ruhuna Fatiha, 1330 (1914)”
“Yâ Hû (Ey Allâhım)
Servi Bayram-zâde (oğul)
İbrahim Ağa oğlu Ali
Ruhuna Fatiha, sene 1326 (1909)”
65
“Ah mine’l-mevt (Ah ölüm, ölümden el aman)
Nevcivânım (genç delikanlım) uçdu Cennet bağına
Firâkı (ayrılık) kaldı vâlideynin (Ana-baba) canına
İbrahim oğlu Mehmed
Ruhuna Fatiha, (tarih okunamadı)”
Türkali Köyü Mezarlığı’nda Yatan Bazı Kişiler
-
İzzet Beyoğlu İsmail ağa (?-1948)
Fındıklı Ebe Sultan Özdemir (1840-1932)
İzzet Beyoğlu Ahmet Özbay (tarihler silinmiş)
Mehmet oğlu Mustafa Bey-Özbay (1859-1937)
Mustafa Beyoğlu Mehmet Özbay (1905-16.06.1984)
Mustafa Beyoğlu İsmail Özbay (1920-08.02.2003)
Mustafa oğlu Ahmet Özbay (1909-25.01.1951)
Mehmet oğlu Müteahhit İzzet Gazi Özbay (1926-17.05.1987)
Ali oğlu Mehmet Çiçek (“1315” 1899-22.01.1969)
Ali Nazmi Çiçek (01.03.1926-16.09.2004)(Mezartaşı Kitabesi: “1947
Savaştepe Köy Enstitüsü Mezunu. “Okudum, okuttum, çalıştım, çalıştırdım,
çalışanı severim”)
Mehmet oğlu Servet Yenigün (“1326” 1910-1970)
Servet Yenigün eşi Naciye Yenigün (“1323” 1907-1958)
Nalbant Mustafa (“1321” 1905-07.07.1982)
Mustafa oğlu Çavuş İbrahim Barut (1889-15.08.1963)
İbrahim Çavuş eşi Fatma Barut (“1310” 1894-03.02.1983)
İbrahim Çavuş oğlu Sadık Barut (1923-15.06.1995)
İbrahim oğlu Ali Barut (1927-01.02.1987)
Mehmet Çavuş oğlu Mustafa Afacan (“1318” 1902-10.10.1959)
Ahmet oğlu Ali Kılıç (“1313” 1897-1964)
Ali Hançer (“1303” 1887-1964)
Hızır Çavuş oğlu Mehmet Yıldız (“1323” 1907-01.09.1974)
Şehit (1916) Cafer oğlu Hasan Serez (“1323” 1907-05.01.1996)
Hasan Serez eşi Senem Serez (“1328” 1912-09.10.1993)
66
-
Kâtip Hüseyin Serez (“1328” 1912-18.08.2005)
Kâtip Hüseyin Serez eşi Fatma Serez (“1326” 1910-23.11.1981)
Kâtip Hüseyin Serez oğlu İsmail Serez (1947-29.03.1963)
Kâtip Hüseyin Serez oğlu Kazım Gazi Serez (1956-29.09.1972)
Bayram Çavuş oğlu Şehit (1916) Cafer oğlu Bayram Ali Serez (“1331”
1915-17.12.1993)
Bayram Ali Serez eşi Göher Serez (1923-20.10.1988)
Molla Mustafa eşi Elif Serez (“1308” 1892-05.01.1947)
Mustafa oğlu Mustafa Serez (“1336” 1920-07.07.1991)
Mustafa Serez eşi Sultan Serez (1926-01.01.1995)
İbrahim Ethem Serez (01.01.1929-07.10.2006)
İbrahim Ethem Serez eşi Fatma Serez (1929-11.06.2001)
Hüseyin kızı Elif Serez (“1320” 1909-02.06.1986)
İbrahim oğlu İsmail Serez (1904-1978)
Şehit İbrahim oğlu Ali Serez (“1327” 1911-21.01.1973)(Hikmet’in babası)
Mehmet eşi Hüsniye Ay (“1307” 1891-03.05.1977)
Bayram Çavuş oğlu Şehit (1916) Cafer eşi Müslime (“1303” 188724.02.1976)
Mehmet eşi Elif Kale (1891-1938)(Bayram Çavuş’un kızı)(Göher-KaleSerez ile Sultan Barut’un annesi)
Ali Baykan (“1315” 1899-26.06.1982)
Elif Baykan (“1325” 1909-12.02.1994)
Ali Baykan eşi Sabriye Baykan (1867-27.10.1954)
İsmail oğlu İbrahim Budak (1892-1961)
Murat oğlu İsmail Çürük (“1315” 1899-04.11.1972)
Murat oğlu Ahmet Çayır (“1328” 1912-20.05.1972)
Sadık eşi Sultan Barut (1924-15.06.2005)
Ali kızı Kadın Çakmak (01.07.1887-08.02.1959)
Ali oğlu Mustafa Çakmak (16.02.1921-14.08.1974)
İmza eşi Sultan Barut (1928-1979)
Polis Mehmet Özdemir (“1310” 1894-1947)
Polis Mehmet eşi Esmahan (Ismahan) Özdemir (“1308” 1892-1964)
Polis Mehmet oğlu Mustafa Özdemir (“1337” 1921-06.06.1989)
Polis Mehmet oğlu Cafer Özdemir (1924-25.12.1995)
Veli oğlu Ali Kiraz (20.03.1926-06.08.1984)
Veli oğlu Mustafa Kiraz (“1321” 1905-1960)
Ali Aydoğan (“1332” 1916-16.02.1991)
Fatma Aydoğan (“1333” 1917-27.10.1991)
Hasan oğlu Mehmet Akar (“1323” 1907-10.01.1993)
Mehmet Akar eşi Müslime Akar (03.04.1912-10.11.1986)
Ali eşi Emine Eker (“1329” 1913-17.08.1997)
Mustafa oğlu İ. Fehmi Tufan (1935-29.11.1993)
Ali oğlu İbrahim Çet (“1320” 1904-31.12.1969)
Hüseyin oğlu İsmail Çatan (“1329” 1913-02.04.1958)
Elif Çatan (“1309” 1893-04.08.1974)
Esat Hitay (“1293” 1877-09.08.1968)
Esat Hitay eşi Sabriye Hitay (“1315” 1899-21.03.1985)
Ahmet ağa oğlu Mustafa Tufan (“1329” 1913-22.02.1974)
Mustafa kızı Esmahan (Ismahan) Tufan (1307 “1891”-1990)
Ümmügülsüm Tufan (“1323” 1907-18.11.1992)
Hüseyin eşi Fatma Ateş (“1304” 1888-1968)
67
-
Hacı Mehmet oğlu Ali Demir (“1392” 1976-1957)(doğum tarihi 1292
olabilir, yani 1876)
Kaynaklar
Abdurrahman Dede, Rumeli’nde Bırakılanlar (Batı Trakya Türkleri). Otağ Matbaası,
1975.
Abdülmecit Mutaf, Salnamelere Göre Balıkesir (1847-1922). Zağanos Kültür ve Eğitim
Vakfı,2003.
Akarslan, M., Türk Milli Mücadelesi’nin Balıkesir Cephesi. Balıkesir Valiliği Kültür
Yayınları, No:2,1998.
Akgül, Y., Hasan Basri Çantay. Balıkesir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2006.
Ali Aksüt, Önce Türkmen Sonra Tahtacı. Kayhan Matbaası, 2003, İstanbul.
Ali Aksüt, Mürşid-i Kâmil’e Varmadan Olmaz. Evrensel Kent Çanakkale, 19 Mayıs 2007,
Yıl: 2, Sayı:30
Ali Selçuk, A., Tahtacılar. Yeditepe Yayınları, 2005
Anon., Bitek Kent : Balıkesir. Yapı Kredi Yayınları No: 1919, 2003.
Anon.,Türk Dünyası El Kitabı. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınları:121, Seri:1,
Sayı: A-23, Ankara, 1992.
Anon., Folklar-Edebiyat,Alevilik Özel Sayısı-II, Cilt : VIII, 2002/2.
Anon., Milli Mücadele’de Balıkesir. 3-4 Mayıs 1986’da Balıkesir Ticaret Odası salonunda
yapılan “Milli Mücadele’de Balıkesir” Paneli’nin tebliğ metinleridir. Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1990.
Anon, Türkülerle Türkiye: Balıkesir. Ulus Müzik San. Tic. A.Ş., İstanbul.
Aydın Ayhan, Balıkesir ve Çevresinde Yörükler, Çepniler ve Muhacirler. Zağanos Kültür
ve Eğitim Vakfı,1999.
Ayten Kaplan, Alevi Türkmen Tahtacı Türkali Köyü’nde Samah. YOL Bilim Kültür
Araştırma Dergisi, Sayı 28, Ocak-Şubat 2008, s. 63-72.
Ayten Kaplan, Balıkesir Tahtacı Köyleri Kongurca ve Türkali’de Halk Bilimi Açısından
Müzik Yapısının Araştırılması. Doktora Tezi, Ankara 1998.
Baki Öz, Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları. Can Yayınları-191, 2003.
Bal, Hüseyin, Dini Grupların Anlamı, Sınıflandırılması ve Alevi-Bektaşi Gruplar.
Zeitschrift für die Welt der Türken, Vol. 3, No. 3 (2011), s. 25-47.
Bülent Özdemir ve Zübeyde Güneş Yağcı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balıkesir.
Yeditepe Yayınevi, Ocak 2007, İstanbul.
Cemal Kutay, Milli Mücadelede Balıkesir. Türk Petrol Yayını, 1986, İstanbul.
Engin Ağır, Aleviler Ne İstiyor? Posta-Haber, 28 Ocak 2009.
Faruk Öncü, Tarihi Balıkesir Evleri. TMMOB Mimarlar Odası Balıkesir Şubesi, Temmuz
2010.
Gündüz, Tufan, Şu 40 bin Meselesi. Derin Tarih, Sayı 18, s. 58-63, Eylül 2013.
Hülya Yeşil, Balıkesir İli Türkali Köyü Halkbilim Ürünlerinin Derlenmesi ve
Değerlendirilmesi. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Bursa 2000.
Hüseyin Serez, Kaynak Kişi, şahsen görüşmelerde alınan bilgiler, 2004.
İbrahim Serez, Kaynak Kişi, şahsen görüşmelerden alınan bilgiler, 2004
İsmail Acar, Atatürk’ün Balıkesir Ziyaretleri, Manevi Dünyası ve Balıkesir Hutbesi.
Balıkesir Belediyesi Kent Arşivi Yayınları No: 2, Ocak 2010.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Karesi Vilayeti Tarihçesi. Zağanos Kültür ve Eğitim Vakfı,
2000.
İsmail Hakkı Kadıoğlu, Çepniler Balıkesir’de. Balıkesir Vilayeti Matbaası,1935.
İsmail Özmen, Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi. Cilt 1, 1998, Kültür Bakanlığı Yayını
Kahyaoğlu, Sinan, Kazadağı’ndan Esintiler. Ofset Yayın Matbaacılık, İstanbul, Haziran
2013.
Kamil Su, Balıkesir ve Civarında (Edremit)Yörükler- Türkmenler. İstanbul Resimli Ay
Matbaası,1938.
68
Kerim Kani Akpınarlı, Balıkesir Şehir ve Belediye Tarihi. Balıkesir Belediyesi Kent Arşivi
Yayınları, No.1, Eylül 2009.
Martin Lings (Ebubekir Siraceddin), Hz. Muhammed’in Hayatı. İnsan Yayınları, 2006.
Mehmet Özdemir, Kaynak Kişi, şahsen görüşmelerde alınan bilgiler, 2010-2012.
Mehmet Serez ve Lothar Gerner, Troia Tarihi Ulusal Parkı Kuş Türleri ve Habitatlarını
Tehdit Eden Faktörlere Karşı Alınması Gereken Önlemler. 2006, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniv. Yayın No: 42
Muharrem Eren, Mutasarrıf Ömer Ali Bey. Zağanos Kültür ve Eğitim Vakfı, 1993.
Muharrem Eren, Zağanos Paşa. Zağanos Kültür ve Eğitim Vakfı, 1994.
Murat Yalçın, Geçmişten Günümüz İstihbarat Örgütleri. Nokta Kitap, Şubat 2007,
İstanbul.
Nejat Birdoğan, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi. İstanbul-Mozaik
Yayınları,1995.
Nezehat Baydur, Anadolu’da Kutsal Dağlar-Dağ Tanrıları. İstanbul Graphis
Yayınları,1994.
Orhan Türkoğlu, Alevi-Bektaşi Kimliği. İstanbul Timaş Yayıncılık,1995.
Paşaoğlu, Derya Derin, Muhacir Komisyonu Maruzatı’na Göre (1877-78) 93 Harbi
Sonrası Mıhacir İskânı. History Studies, Volume 5, Issue 2, p. 347-386, March 2013.
Peter A. Andrews, Ethnic Groups in the Republic of Turkey. Wiesbaden, Dr.Ludwig
Verlag,1989.
Prof. Dr. Nesimi Yazıcı, Ocak 1898 Balıkesir Depremi ve Sonrası. Ankara Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi, Nisan 2003.
Rıza Yetişen, Tahtacı Aşiretleri. İzmir Memleket ve Gazetecilik-Matbaacılık,1986.
Serin, A., Genelkurmay: 57.Alay’ın Sancağı Kayıp. Hürriyet, 02.05.2005.
Tacettin Akkuş, Balıkesir Kazası (1840-1845). Zağanos Kültür ve Eğitim Vakfı, 2001
Tahtacılar Sempozyumu, 26-29 Nisan 1993, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995.
TRT., Balıkesir Türküleri
Turan Alptekin, Uyur İdik Uyardılar. Cem Yayınevi,1994.
Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler. Bilgi Yayınevi, 210. Basım, Kasım 2005.
Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması(1919-1925). Tekin Yayınevi, 1993.
Veli Asan, Tahtacı Türkmen Ozanları. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1997.
Yususf Halaçoğlu, Türkiye’nin Derin Kökleri. Osmanlı Kimliği ve Aşiretler. Babıâli Kültür
Yayıncılığı, 2010, İstanbul.
Yusuf Ziya Yörükan, Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar. Kültür Bakanlığı, 1998.
Zekeriya Özdemir, Milli Mücadele Yıllarında Balıkesir Cepheleri. Balıkesir
Belediyesi,2001.
Zekeriya Özdemir, Balıkesir Bölgesinde Milli Mücadele Önderleri. Kanomat Ltd. Şti.
2001
Zerrin Günal Öden, Karasi Beyliği. Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1999, Ankara.
SEREZ (SÉRRES, SÉRRAİ)
Aydın AYHAN
Serez, Osmanlı Devleti’nin, Dersaadet’ten (İstanbul) sonra en önemli darphanesinin
bulunduğu şehirlerinden birisiydi. Bir şehirde para darbetmek (para basmak)
devletlerarası geleneklere göre, “Hükümranlık Alâmeti” idi. Osmanlı paraları üzerinde
“Serez” ismi ilk defa Sultan Çelebi Mehmed (Edirne, 1389-Edirne, 26.05.1421)
Döneminde (1413-1421) görülmektedir. Devlet-i Âlî Osman, ayrıca Serez Darphanesi için
Fatih Devri’nde bir “Siroz Darphanesi Kanunnamesi” hazırlamıştı.1 (Doç. Dr. Ahmed
Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri kitap 1 s: 532).
Daha sonraki yüzyıllarda pek çok Sultan’ın bastırdığı paralar üzerinde “fi dürübe
Serez” (bu Serez’de darb edildi) ibaresini görmekteyiz. Osmanlı Devleti, İstanbul’un
Fethi’ne kadar altın sikke (para) kestirmemiştir. Bu devirlerde Venedik ve Bizans altınları
1
Doç. Dr. Ahmed Akgündüz-Osmanlı Kanunnameleri kitap 1 s:532
69
kullanılıyordu. Osmanlı ilk altın parayı İstanbul’un Fethi’nden sonra “fi dürübe
konstantiniyye” ibareli olarak sadece İstanbul’da bastırmıştır. Çok uzun zaman altın
paralar, sadece İstanbul’da bastırılmıştı. Ama bir istisna olarak, II. Bayezid Devri’nde
Serez’de de Osmanlı Devleti’nin altın paralar bastırdığını görüyoruz. Devlet, “Siroz Altun
Yasaknamesi” yayınlayarak, Sirozlu sarrafların, altınlarını şehir dışına çıkarmalarını
yasaklamıştı2 (Doç. Dr. A. Akgündüz- age. Kitap:1 s:441).
1512 de hazırlanan Serez Asesbaşlığı Kanunnamesi’nde (Suret-i Kanunname-i Serases), Serez Çarşısı’nda boyacı ve sabuncu dükkânlarının bulunduğunu, çorbacı ve
aşçıların olduğunu, şarap satılan üreticilerin ve meyhanelerin bulunduğunu da
öğreniyoruz.3 (Doç. Dr. A. Akgündüz – age. 2.kitap s:500).
Serez, Selanik Eyaleti’ne bağlı büyük bir sanayi ve tarım şehri idi. Koyun ve keçi
yetiştiriciliği yapılır, etrafı bağlarla çevrili, kuru üzüm, şıra ve sirkenin yanı sıra, Hıristiyan
reaya şarap üretirdi.
Halkın başlıca geçim kaynağı tarım idi. Tütün ve pamuk ekilir, özellikle pamuk,
Serez’deki dokuma tezgâhlarında dokunarak, Ordu için, “çadır bezi” haline getirilirdi.
Serez pirinci, ülkenin en kaliteli pirinci olduğundan, devlet bir de “Serez Çeltik Yasağı”
hazırlamıştı4 (Doç. Dr. A. Akgündüz-kitap 1 s:408).
Osmanlı Devleti, Serez’de oturan bazı özel şahısları, bazı vergilerden muaf tutmuş,
bunun için de bir “Siroz Âzâdegân-ı Der Nefs-i Şehr-i Siroz”u yayınlamıştı5 (Doç. Dr. A.
Akgündüz- kitap 1, s:411).
Serez ile ilgili bir başka kanunname de Kanunî Dönemine ait olan “Kanun-ı Bazar Der
Siroz” idi. Bu kanunnamede bulunan vergi kalemlerinden öğrendiğimize göre, Kanunî
Sultan Süleyman Devrinde, Serez Pazarı’na; kuruyemiş, yaş yemiş, taze balık, kuru balık,
havyar, pirinç, kestane, kepenek, abâ, kepe, keçe, keten, pamuk, gön, çırağ yağı, demir,
nal, mıh, çuka, baz, peynir, balmumu, kızıl boya, buğday, arpa, ağaç, tahta, odun, sığır,
koyun, kuzu, katır, at, sığır ve esir getirilir, alınır ve satılırdı 6 (Doç. Dr. A. Akgündüz age.
Kitap 6 s:632).
Boyacılık son derece ileri gitmişti ve burada dokunan bezler, boyanır, piyasaya öyle
sürülürdü.
Dağlardan temin edilen ağaçlar, kütük ve kereste olarak kullanıldığı gibi, kömür
haline getirerek kışlık ihtiyacın yanı sıra, gene Serez’de toplanan “güherçile ile
birleştirilerek barut yapılır ve Ordu ihtiyacı için kullanılırdı.
Çevredeki demir madenlerinden alınan cevher burada işlenerek, Ordu ihtiyacı için,
top yuvarlağı dökülür, Demir cevheri elde etmek için de, Serez civarında bulunan kömür
madeninden çıkarılan kömür kullanılırdı.
Alivyonlu toprağı “tuğla ve kiremit” yapılmağa elverişli olduğundan, toprak Serez’deki
tuğla ocaklarında pişirilerek, gerek kale, ambar, depo ve mahzen gibi yerlerin inşasında,
gerekse sivil şahısların ihtiyacında kullanılırdı.
Serez Rüştiyesi 1857 da açıldı. Serez, 1861 de bir telgraf hattı ile Dersaadet’e
(İstanbul’a) ve 1885 de Rumeli Demiryolları hattına bağlandı.
1860’larda Serez’de “Deli Dede” namında bir Bektaşî dervişi yaşardı.
Serez, Rumeli’nin çok hareketli bir ticaret merkezi olduğundan, yabancı tüccarların
işlerini yürütebilmek için, Rusya, Avusturya, Yunanistan ve Fransa Konsolosluk Vekillikleri
bulunmaktaydı.
Serez’de her yıl çok büyük bir “panayır” açılır ve 45 gün süren bu panayıra ülkenin
her tarafından tüccarlar geldiği gibi, pek çok Avrupa ülkesi ile Rusya’dan da katılanlar
olurdu. Adına da “Kervan Panayırı” denirdi.7
Serez Mahalleleri
2
Doç. Dr. A. Akgündüz- age. Kitap:1 s:441
Doç. Dr. A. Akgündüz – age. 2. kitap s:500
4
Doç. Dr. A. Akgündüz – kitap 1 s:408
5
Doç. Dr. A. Akgündüz- kitap 1 s:411
6
Doç..Dr. A. Akgündüz age. Kitap 6 s:632
7
BOA.D..BSM.MKH.d.. gömlek:43069
3
70
Ali Paşa Mahallesi, Balcı Mahallesi, Başkale Mahallesi, Bezzazistan Mahallesi,
Bedreddin Mahallesi, Darbhane Mahallesi, Halil Paşa Mahallesi, Haraççı Mahallesi, Hisar
Arkası Mahallesi (Seyirgâh), İsmail Mahallesi (Evlâd-ı Fatihan Mahallesi), Musa Çelebi
Mahallesi, Tatarhan Mahallesi, Timur Hisar Mahallesi (Yayla’da), Veli Hasan Mahallesi,
Yeni Mahalle, Arabacılar Mahallesi, Tanrıverdi Mahallesi, Fener Mahallesi ve Suluyar
Mahallesi
Serez’de bulunan cami, vakıf, tekke ve bazı yer isimleri
Cami-i Atik (Eski Cami), Koca Emir Efendi Cami, İsmail Mahallesi Cami, Kemerşah
Cami, Korudağ Cami, Makramalı Cami, Orta Mezarlık Cami, Siyavuş Ağa Cami, Sultan
Murad Cami, Evrenos Bey Cami, Hüdâverdizade Mustafa Çelebi Cami 8, Kara Hasan Cami,
Zeynizade Cami, Alaca Cami(Süleyman Bey Cami), Abacı Mustafa Bey Mescidi 9, Tatar
Mahallesi Mescidi, Halil Paşa Mescidi, Yağcı Nasuh Mescidi, Ayşe Hatun Mescidi, Selçuk
Sultan Mescidi, Koyun Yusuf Mescidi, Balak Mustafa Paşa Cami Evkafı,10 Mevlevihane11
(Candarlı Ali Paşa yaptırdı), Sultan Süleyman Han Vakfı, Şehid Mehmed Paşa Vakfı, Atik
Ali Paşa Vakfı12 (Ab-ı Heste Vakfı), Hazinedâr Mehmed Efendi Çeşmeleri Vakfı, Koca
İbrahim Paşa Su Kemeri Vakfı 13, Sultan Bayezid-i Velî Vakfı14, Osman zade Efendi Vakfı 15,
Selçuk Sultan Vakfı (2.Bayezid’in kızı), Hayrettin Paşa Vakfı, İbrahim Paşa Vakfı, İlyas
Paşa Vakfı, Mihrimah Sultan Evkafı16, Kara Ahmed Ağa Vakfı, Harççı Muhiddin Ağa Vakfı 17,
Mahmud Bey Vakfı18, Bosnalı Abdullah Efendi Vakfı 19, Hacı İsmail Efendi Vakfı, Hasan
Efendi Vakfı, Ayas Paşa Vakfı, Hürremzade Hacı Mehmed Vakfı, Gedik Ahmed Paşa oğlu
Mehmed Bey Vakfı20, Saraç Sinan Vakfı, Hüsrev Kethüda Vakfı, Abdülbakî Efendi Vakfı,
Balî Beşe Nukûdu Vakfı, Keremşah Sultan Vakfı, Gazi Kara Ali Bey Vakfı 21, Mehmed
Voyvoda Vakfı, Eslime Hatun Dükkânları ve Mescidi Vakfı, Hayrettin Paşa Hamamı ve
Dükkânları Vakfı22, Ali Paşa Hanı ve Dükkânları Vakfı23, İsleme Hatun Vakfı24, Turhan Bey
Vakfı, Salı Tekkesi, Pir Mehmed Efendi Tekkesi ve Türbesi (Nakşî Tekkesi), Eynebi zade
Tekkesi, Divane Pirî Çelebi Tekkesi, Şeyh Bereddin Simavî Zaviyesi Vakfı 25, Derviş Balî
Zaviyesi, Korkut Atâ Zaviyesi, Hatice Hatun Zaviyesi, Bayezid Bey Zaviyesi, Ahmed Bey
Zaviyesi(Kadirî Zaviyesi), Halvetî Zaviyesi(Zeynizade Camisi içinde), Ebubekir Bey zade
Hacı Mehmed Bey Zaviyesi, Halvetî Sufî Ali Bey Zaviyesi ve camisi 26, Hacı Mustafa ibni
Givan Zaviyesi, Bahettin Paşa İmareti 27, Ataullah Efendi Medresesi, Çakeri Sinan Bey
Mektebi28, Kaptan Yusuf Mektebi29 ve Çayağzı İskelesi
Serez Köprüleri Nehirleri ve Gölleri
8
BOA.İE.EV.dosya:11 gömlek:1358 – 15 Rebiyülevvel 1090
BOA.C.EV.dosya:438 gömlek:22200 – 30 Zilkade 1195
10
BOA.C.EV.dosya:454 gömlek:22975 – 26 Zilkade 1173
11
BOA.C..EV.dosya:362 gömlek:18371 – 29 Ramazan 1155
12
BOA.C..EV. gömlek:21811
13
BOA.C.BLD.dosya:81 gömlek:4017 – 29 Receb 1150
14
BOA.C..EV.gömlek:33310
15
BOA.C..EV.dosya:382 gömlek:19356 – 29 Zilhicce 1080
16
BOA.C.EV.gömlek:16434
17
BOA.İE.EV.dosya:11 gömlek:1276 – 16 Zilhicce 1076
18
BOA.İE.EV.dosya:9 gömlek:1025 – 13 Şaban 1077
19
BOA.C.MF.dosya:57 gömlek:2831 – 13 Cemaziülahir 1154
20
BOA.EV.HMH.d.. gömlek:6798
21
BOA.MVL.dosya:537 gömlek:29 – 16 Cemaziülevvel 1284
22
BOA.C.EV.dosya:43 gömlek:2106 – 20 Şevval 1170
23
BOA.C.BLD.dosya:95 gömlek:4721 – 15 Rebiülahir 1170
24
BOA.C..EV.dosya:233 gömlek:11609 – 07 Şevval 1175
25
BOA.C..EV.dosya:140 gömlek:6959 – 19 Şevval 1243
26
BOA.C.EV.dosya:148 gömlek:7897 – 21 Cemaziülehir 1154
27
BOA.C.EV. dosya:160 gömlek:7968- 13 Zilkade 1171
28
BOA.C.MF.dosya:130 gömlek:6452 – 29 Şevval 1170
29
BOA.C.MF.dosya:23 gömlek:1108 – 12 Şevval 1189
9
71
Borda Köprüsü, Çayağzı Köprüsü, Kâmile Köprüsü, Anşan Köprüsü, Papaz Köprüsü,
Sengerni Köprüsü, Çelenk Köprü, Nişan Köprü, Nemyanos Gölü, Botkova Gölü,
Tehsanos(Tahyanos) Gölü, Ayvasıl Nehri, Nehir Altı, Kalender Nehri, Nihur Nehri,
Gülsezer Nehri, İstanimka Nehri ve Karasu Nehri
Serez’deki Çiftlikler
Güllü Hanım Çiftliği, Koçozoğlu Çiftliği, Mühürdaroğlu Çiftliği, Yani Mahalle Çiftliği,
Ada Mahallesi Çiftliği, Çadır Mahallesi Çiftliği, Şahindoğlu Çiftliği, Patrik Çiftliği, Tahyanus
Çiftliği, Sal Mahallesi Çiftliği, Mehmed Bey Çiftliği, Bahtiyar Çiftliği, Virnar Çiftliği, Kavaklı
Çiftliği, Kumla Çiftliği, Yeni Çiftlik, Fola Çiftliği, Topalyan Çiftliği, Kumarbân Çiftliği, Kefere
Familyası(Gâvur Karısı) Çiftliği, Büyük Çiftlik, Ada Çiftlik, Kameryanı Çiftliği, Müslim Kale
çiftliği ve Nahreyn-i Cedidyan Çeltiği30.
Serez Yöneticileri
Voyvoda Mahmud Ağa,1671; Naib Ebubekir, 1697; Naib Abdülfettah, 1701; Naib
Lütfullah, 1711; Ayin Ali Ağa, 1776; Voyvoda Hacı Veli oğlu Mehmed Ağa, 1779; Voyvoda
Hüseyin Ağa, 1786; Ayan Ali Ağa,1788; Ayan İsmail Ağa, 1789; Ayan Hüseyin Ağa,1804;
Ayan İsmail Ağa, 1805 (korkusuz ve kahraman birisi idi); Ayan Yusuf Ağa, 1813; Ayan
Yusuf Muhlis Ağa, 1815(Daha sonra Halep Valisi paşa); Müdür Mustafa Mazhar Ağa,
1825; Müdür Kara Osman zade Yakub Ağa,1829; Müdür Abdullah Ağa, 1829; Müdür Hacı
Mehmed Bey,1829; Müdür İbrahim Paşa, 1832; Kaymakam Ömer Paşa, 1841;
Kaymakam Müşir Salih Paşa, 1846; Kaymakam Sucûdî Efendi,1849; Kaymakam Alêddin
Efendi,1849; Kaymakam Üsküdarlı Hacı Ahmed Ağa,1849; Kaymakam Cemal Paşa, 1852;
Kaymakam Mehmed Vehbi Bey,1852; Kaymakam Cabbarzade Sadık Bey, 1853;
Kaymakam Azmi Bey, 1854; Kaymakam Raif Bey, 1855; Kaymakam Aziz Bey, 1856;
Kaymakam Mehmed Vasfi Bey, 1857; Kaymakam Alaeddin Paşa, 1858; Kaymakam
Ahmed Raif Bey,1858; Kaymakam Hakkı Bey, 1858; Kaymakam Mustafa Bey,1859;
Kaymakam Sadık Pertev Bey, 1860; Kaymakam Ali Tevfik Bey, 1863; Mutasarrıf
Abdurrahman Paşa, 1866; Mutasarrıf Ali Paşa, 1871; Mutasarrıf Necip Paşa, 1872;
Mutasarrıf Rauf Paşa, 1873; Mutasarrıf Haydar Bey,1873; Mutasarrıf Namık Kemal
Bey,1881; Mutasarrıf Fehim Paşa,
1883; Mutasarrıf Hasan Fehham Efendi, 1884;
Mutasarrıf Bedirhanî Mehmed Necib Paşa,1888 ve Mutasarrıf Cavid Paşa, 1890.
Serez Kazaları ve Köyleri
Bedricek, Demir Hisar, Hamid, Isromca, Karadağ, Nasliç, Nevrekob, Menlik, Petriç,
Razlık, Tefeni, Toyran, Zihne, Açve, Ali Bey, Ark, Arunan, Aydın (Aydıhal), Ayova, Bana,
Baran, Baylar, Baz, Bedirli, Bekriye (Nekrita), Bursenik (Brasnik), Büyük Ayarendi,
Cencus, Cincoz, Cuma, Çınar Adası, Darnik, Demirci, Demirhanlı, Dilhova, Dobricalık,
Dosyata, Doyeşte, Dragomir, Dragos, Duberlaka, Dutlu, Eburçiftlik, Ebveroz, Elşan,
Erkök, Eyve, Fereşnab-ı Bâlâ, Fetocoyce, Gebrem, Girme, Görelmedi, Hahoş, Harmankuş,
Harpe, Hemendos, Hotence, İdinor, Kafada, Kapu, Karacaköy (Broyka), Karamanlı,
Karlıkova, Kartal, Kasri,
Kerem, Kestane Manastır, Ketefli, Kığılcık, Kıran Mahalle,
Kırklaska, Kırşova, Kobok, Koçan, Korsuk Derbendi, Kraştan, Krista, Küp, Laboset,
Lafasom, Lazişte, Lakoş, Leşence, Marikoşata,
Martaş, Matuh, Mengeç(Menengeç),
Menuh, Merhale, Mertan, Nedvirişka, Naki, Naska, Nekrite, Nevaska, Nikoşlav, Nufuslav,
Obye, Ortaköy, Özeşte, Paltaros, Perince, Perneti, Pınarcık, Rahodester, Rendi-i Bâlâ,
Sanofça, Sarımsaklı, Sidrekapsi, Soha Banya, Sahyanya, Sakakça, Staveş, Subaşı,
Taraşka, Tarliş(Terlis), Tekrat (Tikrit), Telmo, Tekrita, Terkepazarı, Tersince, Tuzcular,
Umurbey, Urlan, Vetirne, Virjani, Vrund-u Bâlâ, Yabyak, Yorsenik, Yotkova,
NOT: 1897’deki Osmanlı-Yunan Savaşı’nın Türk Ordusu’nun kesin üstünlüğüyle
bitmesine rağmen, Osmanlı Balkanlardaki Makedonya meselesi Avrupa ülkelerinin de
30
BOA.D.HSK.d..gömlek:25675
72
dahil olmasıyla çözülemedi. Bulgar ve Yunan çetecilerinin Selanik ve çevresinde
örgütlenmeleri nedeniyle, Balkan Savaşları’nın sonuna kadar hem Müslüman ve hem de
Hıristiyan ahali büyük sıkıntı yaşadı. Osmanlı askeri sürekli çeteci takibindeydi ve
Müslüman halkın bir kısmı Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Özellikle Selanik ve
çevresindeki Vuriştin, Vaypis, Siroz (Serez) gibi yerlerde sık sık çatışmalar yaşandı,
köyler basıldı (Atlas Tarih, sayı 7, s.26).
Serez
73
Serez
BALIKESİR-TÜRKALİ KÖYÜ SEREZLER SÜLALESİNİN SOY AĞACI
Prof. Dr. Mehmet SEREZ
Serezler Sülalesinin soyu, “Serezli oğlu İsmail” ile başlamaktadır
Serezli Oğlu İsmail (?-Serez, 1850), eşi Senem ile birlikte Serez’de (Sérres, Sérrai)
yaşamışlardır.
Serezli oğlu İsmail’in Osmanlı ülkesi olan Yunanistan’ın Makedonya Bölgesi’nde,
Selanik’in 60 km kuzeydoğusunda bir kent olan Serez’de yaşamış olduğu bilinmektedir.
Atalarının buraya muhtemelen Saruhan (Manisa) veya Karesi (Balıkesir) Beyliği’nden göç
ettirilerek yerleştirilen ve Anadolu Alp Erenleri Türkmenlerinden olduğu sanılmaktadır.
Serezli oğlu İsmail’in Serez’den gelen oğullarının yerleşim yerleri Sauhan ve Karesi
Beylikleri hudutları içinde kaldığına göre, Atalarının da vaktiyle bu Beylikerden Serez’e
göç etmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir.
Osmanlı Tarihi’ne göre, Fütuhat Dönemi’nde Karesi (Balıkesir) ve Saruhan’dan
(Manisa) Bylikleri’nden Rumeli’ye pek çok evler nakledildi. Karesi Beyliği (1330-1336),
Balıkesir, Bergama, Soma ve Çanakkale Bölgelerini kapsamaktaydı. Saruhan Beyliği
(1300-1410) ise, Manisa, Menemen, Tarhanyat, Marmara, Gördek, Gördes, Kayacık,
Atala, Demirci, Nif, Ilıca, Turgutlu, Karacalar, Foça ve Akhisar yörelerini kapsamaktaydı.
Osman Gazi’nin silah arkadaşlarından Aygut Alp’in torunu Kara Tümurtaş Paşa (?Bursa, Ağustos 1461), Lala Şahin Paşa’dan sonra Rumeli Beylerbeyi olunca, Saruhan
İli’nden ve havalisinden nakledilen Yörük aşiretlerini Serez’e naklettirmek suretiyle, bu
aşiretler hudut kuvvetlerini teşkil ettiler. XV. Yüzyıl’ın İkinci Yarısı ile XVI. Yüzyıl’ın İkinci
Yarısı arasında, genellikle Karesi Beyliği’nden gönderilen Türkler, Serez, Selanik, Drama
ve Kavala gibi yerlere yerleştirilmişlerdir.
93 Harbi, Balkanlarda ve Kafkaslarda özellikle Müslüman-Türk kesimleri için çok etkili
olmuş, işgal edilen topraklardan kaçan Türk ve Müslüman halkları, daha güvenli olarak
düşündükleri bölgelere göç etmişlerdi. Plevne Savunması sona erdiğinde, Bulgar halkı
Plevne’ye girmiş ve yaralı Türklerin hepsi katledilmiş, kemikleri de gübre fabrikalarına
74
satılmıştır. Avrupalı devletler de, savaşın sonunda müzakereler için bu kırımları da neden
olarak göstermiştir. Mülteci sayıları, 130.000-1.500.000 arasında farklı tahminlerle ifade
edilmektedir. Mark Levene, bu kırımların Avrupalı devletlerce pek de dikkate alınmadığını
belirtmiştir. Fransız komutan Romieu, Fransa Savaş Bakanlığı'na gönderdiği raporda,
1878 ve ilerleyen yıllarda, Ermeni çetelerinin Türklere karşı terörist faaliyetlerde
bulunduklarını ve nefret beslediklerini belirtmiştir. Mülteciler, Osmanlı idaresindeki
şehirlere gelmiş, camilere, mekteplere, sivil evlere sığınmışlardır. Bu da Osmanlı
ekonomisini olumsuz etkilemiştir.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında başlayan göç dalgası konusunda 5 Ocak
1860’da kurulan İdâre-i Umumiyye-i Muhâcirîn Komisyonu’nun hazırladığı bir deftere
göre, Osmanlı Muhacir Komisyonu muhacirlerin ihtiyaçlarının karşılanması, kayıt altına
alınmaları ve iskân edilmeleri için kurulmuştur. Defterte, göçmenlerin geldikleri ve
Türkiye’de yerleştirildikleri bölgeler belirtilmiştir. Toplam 90.672 muhacirin tasnifinin
yapıldığı 13 Kasım 1881 tarihli defterde kaydedilen muhacirlerden 82.000 kişi, 1877-1878
Harbi sonunda kaybedilen topraklardan göç eden muhacirlerdir. Bu göçmenlerin 40.000
kadarı Bulgaristan’dan olmak üzere, diğerleri Batum, Sohum ve Rumeli-i Şarkî
topraklarından gelmiştir. Kayıtlara göre, yaklaşık 35.000’i İstanbul’da olmak üzere 51.000
muhacir iskân edilmeyi beklemekte. İstanbul dışındaki yaklaşık 55.000 muhacir ise
Selanik Vilayeti, Sinop ve İzmit Sancağı’ndaki kasaba ve köylerinde iskân edilmek üzere
gönderilmiştir.
Osmanlı Devleti, uygulanan sistemli yok etme politikası karşısında Balkanlarda halkını
koruyamamış ve göç taleplerini kabul etmiştir. Katliam, açlık ve hastalıktan yaklaşık 500
bin kişi hayatını kaybederken, kurtulabilen yaklaşık 1. 200.000 kişi de göç etmek zorunda
kalmıştır. Bu muhacirlerin 200 bini Şumnu’da, 300 bini Makedonya’da, 150 bini Batı
Trakya ve Rodoplar’da toplanırken, Eylül 1879’a kadar, 387.000 fazla muhacir de
İstanbul’a sevk edilmiştir. Savaş sırasında başlayan göçlerle, Kafkaslardan ve Doğu
Anadolu’daki savaş bölgesinden gelenler Erzurum’a yığılmışlardır. Sohum ve Batum’dan
gelenler, geçici olarak Trabzon, Giresun ve Samsun’da barındırılmışlardır. Resmi
istatistiklere göre, Rumeli’den 767.339, Sohum, Batum ve Kars havalisinden yaklaşık 300
bin kişi Anadolu’ya göç etmişti
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında “93 Göçü” yaşanmış,
Makedonya’dan Anadolu ve Trakya’ya 767.339 göçmen gönderilmiştir. Göçmenler,
Hüdavendigar (Bursa) ve Aydın Vilayetleriyle, Biga ve Karesi Sancakları’na
yerleştirilmişlerdir. Serezli oğlu İsmail’in Serez’de dört oğlu olmuş ve bunlar muhtemelen
Ocak-Temmuz 1878’de Serez’den Karesi Sancağı’na geldiler.
75
Tırnova’dan kaçan Müslüman Türk Grubu’nun Şumlu’ya gelişi, 1 Eylül 1877
Serezli Oğlu İsmail’in Oğulları
Birinci oğlu, Bayram Dede (Serez, 1262 (1846)-Türkali, 1332 (1916)
Annesi: Senem
Eşi: Bahar Ebe (Akhisar-Gubaşdere “Göğceli” Köyü’nden)
Bayram Dede, diğer üç kardeşiyle birlikte, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan (93
Harbi) sonra 1880’de Rumeli’den Anadolu’ya gelen büyük göçler sırasında, Serez’den 32
yaşında geldiğinde, önce Kozak-Demircidere Köyü’ne yerleşir. Oradan Soma-Kozluören
Köyü’ne gider ve Musa Dede’ye çoban olur. Bir gün, Balıkesir-Türkeli Çiftliği’nde
Tahsildarlık yapan Ahmet Bey, Karesi Vilayeti Paşa’sı adına köylerden Jandarma askeri
olacakları toplarken, Kozluören Köyü’ne de gelir ve Bayram’ı da alır götürür. Ahmet Bey,
Bayram’ı önce kendisine ait Türkeli Çiftliği’nin Bayraklı mevkiinde bulunan At Çiftliği’nde
çalıştırmak ister, fakat Bayram bunu kabul etmez. Bunun üzerine Ahmet Bey Bayram’ı
alır Karesi Paşası’na götürür. “Size gözü açık ve cengâver bir asker adayı getirdim” der.
Rivayete göre, Bayram önce Karacabey Devlet Üretme Çiftliği’nde At Ahırları’nda
çalıştırılır ve daha sonra da Savaştepe’ye (Giresun) Çavuş Rütbesi’yle Karakol Komutanı
olarak görevlendirilir. Bundan sonra Bayram Dede, “Bayram Çavuş” olarak anılır.
Karacabey Devlet Üretme Çiftliği (Karacabey Tarım İşletmesi Müdürlüğü), 1300 yıllarında
Osmanlı Sultanı Orhan Gaziye Kayınpederi Köse Mihal tarafından hediye edilen arazide kurulmuş
olup, zamanla etraf araziler de satın alınarak, “Çiftlikat-ı Hümayun” adı ile ordunun binek atı, keçe,
yapağı vb. hayvansal ürün ihtiyaçlarını karşılama görevini, Cumhuriyet Dönemi’ne kadar
sürdürmüştür. İşletme 1926’da “Ziraat Vekâletine” devredilerek, “Karacabey Harası” ismi ile 1983’e
kadar Türkiye hayvancılığının ve özellikle Marmara Bölgesi hayvancılığının ıslahı yönünde başarılı
çalışmalar yapmıştır. 1984’de Haralar ve İnekhanelerin Devlet Üretme Çiftlikleri ile birleşmesi
neticesinde, Kamu İktisadi Kuruluşu olarak Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Karacabey
Tarım İşletmesi Müdürlüğü” adı altında faaliyetlerini sürdürmektedir. 1994’de “İktisadi Devlet
Teşekkülüne” dönüştürülmüş olup, görevini bu statüde devam ettirmektedir.
76
Bayram Çavuş, daha sonra Savaştepe (Giresun) Karakol Komutanlığından 20 Mecit
aylıkla emekli olur. Önce Kozak-Demircidere Köyü’ne gelir ve daha sonra da beline sarılı
yedi renkli bir bayrakla Türkali Köyü’ne gelerek yerleşir.
Bayram Çavuş, Türkali Köyü Çiftliği’nde Tahsildarlık yapan Ahmet Bey ile ilk eşlerini
Kozak-Demircidere Köyü’nden alırlar ve bacanak olurlar. Ancak, çocukları olmadığı için
boşanırlar ve bu defa Bayram Çavuş ikinci eşi olan Bahar Ebe’yi Akhisar-Gubaşdere
(Göğceli) Köyü’nden alır. Bayram Çavuş ve Bahar Ebe, Türkali Köyü’nde yaşarlar ve
orada ölürler.
Bayram Çavuş Savaştepe’de (Giresun) Karakol Komutanı iken, vaktiyle Aydın
taraflarından gelip Soma-Kozluören Köyü’ne yerleşen “Vaatı” namıyla anılan ve asıl adı
İsmail olan Pehlivan-Güreşçi birisi varmış. Bir gün İsmail Pehlivan (Vaatı), Savaştepe
yakınlarında bir Yörük Köyü’nde yapılan düğünde güreşirken rakibinin kolunu kırar, olay
çıkar ve şikâyet üzerine, İsmail Pehlivan (Vaatı) Savaştepe Karakol Komutanı olan
Bayram Çavuş tarafından tutuklanır. Tutukluluk süresinde aralarında karşılıklı konuşmalar
sırasında, Vaatı’nın kızı olan Müslime’yi (Müslüme Ebe) (Kozluören, “1302” 1886-Türkali,
24.02.1976) oğluna ister, alır ve kızla beraber Türkali Köyü’ne gelirler oğlu Cafer’le
Müslüme’yi evlendirir. Bu olay tahminen 1903-1904 yıllarına rastlar, çünkü Müslime o
tarihte 17-18 yaşlarındadır. Cafer Dede’nin ilk oğlu olan Hasan (Serez) de, 1907 (1323)
doğumludur.
Bayram Çavuş’un Türkali Köyü Mezarlığı’nda bulunan mezar taşı kitabesi Arap
harfleriyle yazılmıştır. Tercümesi:
“Efendim, nazar eyle şu mezarımın taşına, gafil olma, aklını al başına, çok yerler
gezdim, neler geldi başıma, akıbet mevt oldum, taş dikildi başıma, Serezli Oğlu Bayram
Çavuş, Ruhuna Fatiha, 1332 (1916)”.
İkinci Oğlu Yusuf: Serez’den diğer kardeşleriyle birlikte 1878’de geldiğinde,
İstanbul’a yerleştiği ve fakat kendisinden bir daha hiç haber alınamadığı bilinmektedir.
Üçüncü Oğlu Ali: Serez’den diğer kardeşleriyle birlikte 1878’de geldiğinde,
Burhaniye-Taşçılar Köyü’ne yerleşir. Bu sülale, “Kehliler Sülalesi” olarak köyde varlığını
sürdürmektedir.
Dördüncü Oğlu İsmail: Edremit-Güre Yassıçalı Köyü’nden Ali Bekçi’ye (Berber
Ali, Çakır Ali) göre, Bayram Dede, diğer kardeşleriyle birlikte Serez’den ayrıldıktan sonra,
kardeşi İsmail Dede, Kozak Köyü’ne yerleşmiş, burada yedi evladı olmuş, fakat bir
hastalık sonucu altısı ölmüş, yalnız Hasan hayatta kalmıştır. Bu defa Hasan da EdremitMehmetalan Köyü’ne gelmiş, bir süre Nizam Dede’nin yanında hizmetkâr olarak çalışmış,
evlenmiş, Kozak Köyü’ne geri dönmüş ve burada yine bir süre daha kaldıktan sonra, bu
defa Güre-Yassıçalı Köyü’ne göç etmiştir. Bir rivayete göre, Yassıçalı Köyü’nde Serez
Sülalesi, İsmail oğlu Hasan’la değil, Ali oğlu Hasan’la başlar.
Yassıçalı Köyü’nde İsmail Oğlu Hasan’ın da dört çocuğu olur. Bunlar: Fatma, Hüseyin,
İsmail ve kardeşlerin en büyüğü olan Kozaklı Mehmet (?-1989) idi. Bunlardan İsmail
Dede’nin mezarı bugün Mehmetalan Köyü mezarlığında bulunmaktadır (o zamanlar bu
mezarlık, Mehmetalan Köyü ile ortak olarak kullanılmakta idi). Mezar taşındaki yazısı:
“Allah Baki, Ayrancı İsmail Eybek, Ruhuna Fatiha, D. 1901, Ö. 13.07.1964”.
A. Türkali Köyü’nde Serez’ler Sülalesi’ni oluşturan Bayram Çavuş’un
Çocukları
1. Mustafa: 1915’de Çanakkale Savaşları sırasında, muhtemelen askerlikten firar
ettiği için, peşine düşen askerler tarafından Kaz Dağları’nda vurulduğu bilinmektedir.
Mustafa’nın Çocukları:
- Fatma (Köy Korucusu iken Bozen Köyü’nden birisi tarafından vurularak öldürülen
Çakır Ahmet’in karısı). Çocukları: Cemile ve Döndügül.
- Adalı Mustafa. Çocukları: Gürcü ve Selahattin.
77
2. Cafer (eşi: “Vaatı” lakaplı Pehlivan İsmail”in kızı Müslime): HicazYemen Cephesi’nde 1916’da (1332) şehit olmuştur. Balıkesir-Merkez Çardaklı Kahve
civarında oturan yakın arkadaşı ve “Kör Dede” lakaplı bir çavuşun Hasan Serez’e verdiği
bilgilere göre, “Savaş sırasında Cafer’le birlikte İngilizlere esir düşerler. Esir Kampı’nda
Cafer, İngilizlerin gönüllü askeri olan bir Arap neferi ile tartıştıkları sırada, süngülenerek
şehit edilir. Son nefesini Kör Dede’nin kucağında verir. Kör Dede’nin gözleri de İngiliz
Kampı’nda çalıştırılan Ermeni Hekimler tarafından kör edilir”.
Hicaz-Yemen Cephesi: Halk arasında Yemen Cephesi adıyla da anılır. Birinci Dünya Savaşı
boyunca Osmanlı İmparatorluğu, 4 Tümenlik bir kuvvetle Arabistan'daki Kutsal İslam Şehirleri’ni
korumaya çalıştı. 7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir, San'a ve Hudeybe'de konuşlandırılmıştı.
Uzaklık nedeniyle bu tümenlere yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916’da
İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlı Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Mekke
Emiri Şerif Hüseyin, bağımsızlığını ilan etti. Yemen'de İmam Yahya Osmanlılara bağlı kalırken,
Asir'de Seyyid İdris de ayaklanmaya katıldı. 1916 sonu-1917’nin ilk yarısı arasında, Hicaz Kuvve-i
Seferiyesi Komutanlığı'nı yürüten Tümgeneral Fahrettin (Korgeneral Türkkan) idi. Ocak 1917’de
Arapların isyankâr hareketleri üzerine, Medine Bölgesi’ne gönderilmişti ve harbin sonuna kadar da
bu bölgede İngiliz ve Araplara karşı savaştı. Şubat 1917’de bu komutanlığa atanmak üzere, Şam'a
gelen Tümgeneral Mustafa Kemal Paşa, Hicaz'ın boşuna savunulmayıp boşaltılmasını istedi. Manevi
nedenlerden dolayı bu istek uygulanmadı ve Komutanlık ataması da yapılmadı. Bin bir güçlükle
Medine'yi, Yemen'i, Asir'in kuzeyini Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar savunan 7. Kolordu, 30 Ekim
1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi'nden bir müddet sonra, 23 Ocak 1919'da teslim oldu.
Cafer’in Çocukları:
-
Hasan Serez (1907-05.01.1996), eşi Senem Serez (1912-09.10.1993)
Kâtip Hüseyin Serez (1912-18.08.2005), eşi Fatma Serez (1910-23.11.1981)
Bayram Ali Serez (1915-17.12.1993), eşi Göher Serez (1923-20.10.1988)
Hasan Serez’in Çocukları:
- Ali Haydar Serez (1935-?), eşi Hayriye. Çocukları: Ergün, Ayfer (eşi Erdin,
-
çocukları Eren ve Emre) ve Gülfer
Bozkurt (Muzaffer) Serez (1938-?), eşi Nurten. Çocukları: Erdin (eşi Ayfer,
çocukları Eren ve Emre) ve Gönül
Mehmet Serez (03.05.1942-?), eşi Nuray (29.09.1951-?). Çocukları: Mustafa
(28.02.1970-?), eşi Suzan (Sevengil) ve kızı Alize (27.10.1998-?); Murat
(28.11.1977-?), eşi Necla (Doğanay) (17.01.1976-?)
Erden Serez (1945-?), eşi Gülseren. Çocukları: Dilber ve Erdin
Nurten Serez (Nacar), (1951-?) eşi Hasan. Çocukları: ilk eşi Hüseyin’den Hülya ve
Derya
Kâtip Hüseyin Serez’in Çocukları:
-
Cafer Serez, eşi Gülyaz. Çocukları: Melahat, İsmail, Muharrem ve Gülsevim
Sefa Serez, eşi Sevim. Çocukları: Sevay, Şükran ve Kazım
İsmail Serez, (1947-29.03.1963)
Kâzım Gazi Serez (1956-29.09.1972)
Ahmet Serez. Çocukları: Gülay, Güllü, Kazım, Mustafa ve Suzan
Bayram Ali Serez’in Çocukları
-
Gülrengi Özdemir, eşi Mehmet. Çocukları: Zülfikâr, Gülgâr ve Bahtiyar
Mehmet Serez, çocukları: Orhan, Cafer ve Müslime
3. İbrahim:
1915’de Çanakkale Savaşları sırasında, ilk hücumlarda şehit
düşmüştür. Çocukları:
78
İsmail Serez (Goca Baba)(1904-1978), eşi Hüseyin kızı Elif Serez (Çiçili)(Goca
Ana)(1909-02.06.1986), çocukları: İbrahim ve Bahar.
İbrahim’in çocukları:
 Bahriye, çocuğu Aslı
 İsmail Asım, çocukları: Berna, Bülent, Berkant, Serpil ve Selda
 Ali, çocukları: Barış ve Can
 Müslime, çocuğu: Mehmet
 Taki, çocuğu: Bulut
 Güllü, çocuksuz
- Müslime Akar (03.04.1912-10.11.1986), eşi Hasan oğlu Çoban Mehmet Akar
(1907-10.01.1993), çocukları: Hasan, Mehmet ve Sultan
- Ali Eker Serez (1911-21.01.1973), eşi Emine Eker (1913-17.08.1997) çocukları:
İsmail, Hikmet, Şehriban ve Ali
-
4. Müslime, Çocukları:
- Elif Serez (Çiçili)(Goca Ana), eşi İsmail Serez (Goca Baba), çocukları: İbrahim ve
Bahar
- Gülsüm Özbay
- Ambarcı İsmail (1915’de Çanakkale Savaşları sırasında şehit olmuştur)
5. Elif (1891-1938), eşi Mehmet Kale, Çocukları:
-
Göher (Bayram Ali Serez’in eşi), çocukları: Mehmet ve Gülrengi
Sultan Barut (1924-15.06.2005), eşi Sadık Barut (1923-15.06.1995). Çocukları:
Hulusi, Gülseren, Mehmet ve Ercan
B. SEREZ SÜLALESİ’NİN EDREMİT-YASSI ÇALI KÖYÜ KOLU
Edremit-Güre-Yassıçalı Köyü’nde Serezliler sülalesi, Serezli oğlu İsmail’in Serez’den
diğer kardeşleriyle birlikte gelen İsmail ile başlamaktadır. Edremit-Güre Yassıçalı
Köyü’nden Ali Bekçi’ye (Berber Ali, Çakır Ali) göre, Bayram Dede, diğer kardeşleriyle
birlikte Serez’den ayrıldıktan sonra, kardeşi İsmail Dede, Kozak Köyü’ne yerleşmiş,
burada yedi evladı olmuş, fakat bir hastalık sonucu altısı ölmüş, yalnız Hasan hayatta
kalmıştır. Bu defa Hasan da Edremit-Mehmetalan Köyü’ne gelmiş, bir süre Nizam
Dede’nin yanında Hizmetkâr olarak çalışmış, evlenmiş, Kozak Köyü’ne geri dönmüş ve
burada bir süre kaldıktan sonra, Güre-Yassıçalı Köyü’ne göç etmiştir. Bir rivayete göre,
Yassıçalı Köyü’nde Serez Sülalesi, İsmail oğlu Hasan’la değil, Ali oğlu Hasan’la başlar.
Yassıçalı Köyü’nde İsmail Oğlu Hasan’ın da dört çocuğu olur. Bunlar: Fatma, Hüseyin,
İsmail ve kardeşlerin en büyüğü Kozaklı Mehmet (?-1989) idi. Bunlardan İsmail Dede’nin
mezarı bugün Mehmetalan Köyü mezarlığında bulunmaktadır (o zamanlar bu mezarlık,
Mehmetalan Köyü ile ortak olarak kullanılmakta idi). Mezar taşındaki yazısı: “Allah Baki,
Ayrancı İsmail Eybek, Ruhuna Fatiha, D. 1901, Ö. 13.07.1964”.
Yassıçalı Köyü’ne yerleşen İsmail’in çocukları:
1. Hasan: Çocukları Fatma, Hüseyin, İsmail ve Kozaklı Mehmet (?-1989)
 Fatma: (Merhum Hüseyin eşi), Çocukları:
-


Göger, çocukları Sabriye ve Mustafa
Medine, çocukları Gülsüm ve Günay
Elif (Çamcı Köyü)
Ali, çocukları Fatma (eşi Hasan), Senem (eşi Çamcı Köyü’nden Mustafa, iki
çocuklu), Yeter (eşi, Tahtakuşlar Köyü’nden Ali) ve Hüseyin
Hüseyin, çocuksuz, merhum, kardeşi İsmail’in oğlu evlatlığı idi
İsmail, çocukları:
79
-

-
Hasan Hüseyin
Elif (eşi Kazım), çocukları Mustafa, Göher (eşi Apti), İsmail, Bayram (Hacı
Arslanlar Köyü) ve Yazgülü
Ali, çocukları Cemal, Mehmet ve Hasan
Kozaklı Mehmet. Çocukları
Rıza, çocuğu İbrahim
Ali, çocukları Selvinaz ve İsmail (Öğretmen)
Kalender, çocukları Güllü (1990’da Lüleburgaz’da trafik kazasında hayatını
kaybetti)
Hasan, çocukları Haydar (çocukları Sibel ve Cafer) ve Elif, çocuğu Erkan
Meyeser (eşi Tahtakuşlar Köyü’nde Kalender), çocukları Yeter (Hacı Arslanlar
Köyü’nde), Selver ve Sabır
Cafer (1983’de trafik kazasında hayatını kaybetti), çocuğu Fatma
Mehmet, çocukları Kenan ve Murat
Sabır (Zeytinli Beldesi)
80
Download