CUMHUR YET TAR H ARAŞTIRMALARI DERG S JOURNAL of

advertisement
Hacettepe Üniversitesi
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü
CUMHURİYET
TARİHİ
ARAŞTIRMALARI
DERGİSİ
Yıl 7. Sayı 14. Güz 2011
Hacettepe University
The Atatürk Institute for
Modern Turkish History
JOURNAL of
MODERN
TURKISH
HISTORY
Year 7. Issue 14. Fall 2011
YÖNETİM YERİ / CONTACT:
Hacettepe Üniversitesi
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü
Beytepe/Ankara P.K 06800
Tel: (+90) 312 297 68 70 Fax: (+90) 312 299 20 76
Tel (ed.): (+90) 312 297 68 70/129
Web: www.ait.hacettepe.edu.tr
E-mail: [email protected]
CUMHURİYET TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
ISSN 1305-1458 E-ISSN 2147-1592
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nce yılda iki kez
yayınlanan yaygın süreli hakemli bir dergidir. Yayın dili Türkçe ve İngilizce’dir.
--The Journal of Modern Turkish History is a peer-reviewed scholarly journal,
published biannually by The Atatürk Institute for Modern Turkish History, Hacettepe
University. The Journal consists of manuscripts in Turkish and English.
Basıldığı Yer: Hacettepe Üniversitesi Basımevi
06100 Sıhhıye/Ankara
Tel: 0312 310-97-90
Bu dergide yayınlanan yazılardaki fikirler yazarlarına aittir.
--The board claims no responsibility for the arguments asserted in the published
manuscripts.
CUMHURİYET TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Yıl 7. Sayı 14. GÜZ 2011
JOURNAL of MODERN TURKISH HISTORY
Year 7. Issue 14. FALL 2011
SAHİBİ / OWNER
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü adına
Adnan SOFUOĞLU
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ / MANAGING EDITOR
Seyfi YILDIRIM
EDİTÖR / EDITOR
İdris YÜCEL
YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD
Fatma ACUN
Ayten Sezer ARIĞ
Sadık ERDAŞ
M. Derviş KILINÇKAYA
Adnan SOFUOĞLU
Seyfi YILDIRIM
Mustafa YILMAZ
İdris YÜCEL
TEKNİK YARDIMCILAR / TECHNICAL ASSISTANTS
Emre SARAL, F. Salim SANLI,
Yasemin TÜRKKAN, H. Seçkin ÇELİK
HAKEM KURULU / EDITORIAL ADVISORY BOARD
AKBULUT Dursun Ali, Ondokuz Mayıs Ü, Samsun.
ARI Kemal, Dokuz Eylül Ü, İzmir.
ÇETİNSAYA Gökhan, YÖK, Ankara.
DAYI S. Esin, Atatürk Ü, Erzurum.
ERTAN Temuçin Faik, Ankara Ü, Ankara.
GÜNEŞ İhsan, Anadolu Ü, Eskişehir.
KARAMUK Gümeç, Hacettepe Ü., Ankara
KÖSTÜKLÜ Nuri, Karamanoğlu Mehmet Bey Ü, Konya.
ÖZEL Oktay, Bilkent Ü, Ankara.
SARINAY Yusuf, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara.
SEYİTDANLIOĞLU Mehmet, Hacettepe Ü, Ankara.
SOFUOĞLU Adnan, Hacettepe Ü, Ankara.
ŞAŞMAZ Musa, Niğde Ü, Niğde.
TURAN Mustafa, Gazi Ü, Ankara.
TÜRKEŞ Mustafa, Orta Doğu Teknik Ü, Ankara.
YEŞİLBURSA Behçet, Abant İzzet Baysal Ü, Bolu.
YILMAZ Mustafa, Hacettepe Ü, Ankara.
CUMHURİYET TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
YIL 7. SAYI 14. GÜZ 2011
JOURNAL of MODERN TURKISH HISTORY
YEAR 7. ISSUE 14. FALL 2011
İçindekiler/Contents
İdris YÜCEL, Sunuş
1
Makaleler
Ayten SEZER ARIĞ, Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul: İsmet
Paşa Kız Enstitüsü
Mücahit
ÖZÇELİK,
Mütareke
Hapishanelerinin Durumu
Dönemi’nde
3
Osmanlı
16
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif: Uşak
Kasabası’nda Açılan Özel Okullar
40
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği:
Urfa Amerikan Körler Okulu (1902-1914)
65
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç
İskâna Yönelik Çalışmalar (1923-1938)
87
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu
İdeolojinin Seçkinleri
114
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul
Sorunu
133
CTAD Yayın İlkeleri
181
Yazarlar
183
Sunuş
İdris YÜCEL
Hacettepe Üniversitesi
Cumhuriyetin ilanını takip eden devrim süreci yalnızca siyasal alanda değil,
kültürel ve sosyal alanlarda da köklü bir reform hareketine şahit olmuştu. Reform
sürecinde kızların eğitimine verilen ehemmiyet ayrı bir önem taşımaktadır.
Geleceğin anne adayları olan her bir kız öğrencinin, aynı zamanda ileride kendi
çocuklarının da eğitmeni olacağı noktasından yola çıkarak, kızların eğitiminin
toplumsal dönüşümde kilit rol oynadığı rahatlıkla söylenebilir. Bu hedef kapsamında
gerçekleştirilen girişimler arasında, 1928 yılında Ankara’da faaliyete açılan İsmet
Paşa Kız Enstitü’sü ilginç bir örnek teşkil eder. Enstitü, kız çocuklarına, giyimkuşam, sanat ve kültür hususlarında verilen eğitimle yeni ve çağdaş bir dünya görüşü
kazandırırken, başkent Ankara’da özellikle giyim sektörü üzerinde bir moda
anlayışının başlamasına da öncülük etmiştir. Ayten SEZER ARIĞ, çalışmasında
İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün Türk modernleşmesine olan katkısını ve kızların
eğitiminde oynadığı öncü rolü irdelemektedir.
I. Dünya Savaşı ve mütarekeyi takip eden yıllardaki mahkûmluk mefhumu ve
Osmanlı hapishanelerinin içinde bulunduğu umumi vaziyet acaba nasıldı?
Yargılanmayı bekleyen, yani gözaltında tutulan mahkûmlardan, hükmü kesinleşmiş
olanlara ve Anadolu sahasındaki hapishane müdürlerinin denetimleri altındaki
kurumları nasıl yönettiklerine kadar mütareke dönemi hapishanelerine dair tarihçeyi,
Mücahit ÖZÇELİK’in Mütareke Döneminde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu başlıklı
çalışmasında takip edebiliyoruz. Osmanlı tevkifhaneleri ile günümüzdeki tutukevleri
arasındaki farklılıkların ne şekilde olduğu bir kenara, konu Türk hukuk tarihi
açısından değerlendirildiğinde, günümüzde olduğu gibi Mütareke döneminde de,
Özçelik’in çalışmasında ortaya koyduğu üzere çok sayıda kişinin yargılanmaları
tamamlanmadan birkaç yıl boyunca gözaltında tutuldukları gerçeği ironik bir tablo
arz ediyor.
Osmanlı Devleti’nin uzun 19. Yüzyılı birçok alanda reform girişimlerine sahne
olmuştu. Bu alanlar arasında ön plana çıkanlar arasında şüphesiz eğitim sahası
gelmektedir. Yoğunlukla misyoner ve Levantenlerce gayrimüslim tebaa zemininde
işletildikleri düşünülen Osmanlı topraklarındaki özel okulların, Türk/Müslüman
eğitmen ve Türk/Müslüman talebe bağlamındaki örnekleri arşiv belgeleri
2
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
kapsamında gerçekleştirilen yeni çalışmalarla ortaya çıkmaktadır. Biray ÇAKMAK,
Uşak Kasabasında açılan özel okulları değerlendirerek, bir Türk/Müslüman
öğretmenin Uşak’ta bir özel okulu faaliyete geçirişinin hikâyesini sunuyor. Geç
dönem Osmanlı toplumunda gerçekleştirilen bir diğer tedrisat faaliyeti, Urfa’da
hizmete açılan bir körler okulu, içerik ve ajanda bakımından bahsi geçen özel
okullardan önemli oranda farklılık arzediyor. Tarafımca kaleme alınan Bir Misyonerlik
Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu başlıklı çalışma, Amerikan
misyonerlik faaliyetleri kapsamında Urfa’da işletilen körler okulunu, bir misyonerlik
kurumunun teorik olarak projelendirilmesi süreci ve okulun faaliyetleri
kapsamındaki pratik uygulama çerçevesinde değerlendirmekte. Çalışmanın, örgütün
belgeleri zemininde ele alınması, misyonerlik faaliyetindeki öznenin bilinçaltı
hususunda ipuçları sunmakta.
19. yüzyıldan itibaren Osmanlı yöneticilerince gerçekleştirilmeye çalışılan
toprağa yerleştirme faaliyetleri Cumhuriyetin ilanını takip eden süreçte de devamlılık
arzetmiştir. 1910’lu yıllarda ortaya çıkan zorunlu göç hareketleri neticesinde bozulan
demografik dengeyi yeniden düzenlemeye çalışan Cumhuriyet hükümetleri, gerek
güvenlik, gerekse halkın refahı adına iskân faaliyetleriyle epeyce bir süre meşgul
olmuşlardır. Muhammed SARI, çalışmasında Atatürk döneminde gerçekleştirilen iç
iskân faaliyetlerini detaylarıyla irdelemekte ve cumhuriyet önderlerinin iskân
konusundaki yaklaşımlarına değinerek, günümüz Türkiye’sinin nüfus dağılımı
hususunda ipuçları sunmaktadır.
Bu sayımızdaki son iki makaleden, Evren ALTINKAŞ tarafından kaleme alınan
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri başlıklı çalışma,
cumhuriyetin ilk yıllarındaki aydın profilini değerlendirerek, önde gelen düşünce
akımlarına ve modernleşme algılamalarına ışık tutmaktadır. Son olarak, Nevin
YAZICI, çalışmasında, Musul sorunu ve petrol politikaları merkezinde, Türk-Irak
ilişkilerine dair birçok önemli hususu değerlendirerek, aydınlatıcı analizlerde
bulunmaktadır.
09 Mayıs 2012, Beytepe/Ankara
Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul:
İsmet Paşa Kız Enstitüsü
Ayten SEZER ARIĞ
Hacettepe Üniversitesi
SEZER ARIĞ, Ayten, Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul: İsmet Paşa Kız
Enstitüsü. CTAD, Yıl 7, Sayı 14 (Güz 2011), 3-15.
Birinci Dünya Savaşından yenilmiş olarak çıkan Osmanlı Devleti 1918 yılında
dağılmış, yerine yeni devletler kurulmuştu. Bu devletlerden biri 1923 yılında kurulan
Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye’de Cumhuriyetin ilânı sonrası yeni devleti muasır
devletlerin üzerine çıkaracak önemli inkılâp hareketleri gerçekleştirilmiştir. Siyasî,
sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitim alandaki inkılâplar ile modern bir toplum
oluşturulmaya çalışılmıştır. Bütün bu gelişmeler ile toplumun yarısını oluşturan ve
asırlardır ihmal edilmiş olan Türk kadınının toplumdaki yeri de değişmeye başlamıştır.
Özellikle eğitim ve öğretimdeki gelişmeler Türk kadınındaki değişimde önemli bir rol
oynamıştır. Zira inkılâpların yerleşmesi için eğitilmiş insan sayısının arttırılması ve
özellikle erkeklere oranla okuma yazma bilenlerin oranı çok düşük olan kadınların
eğitilmesi gerekiyordu. Türkiye’nin kısa sürede kalkınmasını sağlamak için eğitimde
teknik ve mesleki alana ağırlık verilmiş ve bu alanda açılan sanat okulları ile hem
kızların iyi bir meslek edinmesi, hem de onların iyi yetişmiş, bilgili, kültürlü hale
gelmeleri istenmiştir. Bu amaçla 1928 yılında Ankara’da kızlar için açılan ilk eğitim
kurumlarından biri İsmet Paşa Kız Enstitüsü’dür. Kadın eğitimine verilen önemin bir
göstergesi olan bu okul, kurulacak yeni enstitülere örnek olması bakımından da
dikkate değerdir. Okul sayesinde kızların hem giyim, terzilik ve sanat eğitimi ile
meslek edinmeleri sağlanmış, hem de bu alandaki faaliyetlerle Cumhuriyetin ilk
yıllarında yeni devletin yeni başkenti olan Ankara’da kadın giyiminde yeni modanın
oluşumuna öncülük edilmiştir. Bu yazıda şimdiki adı Ankara Zübeyde Hanım
Anadolu Kız Meslek Teknik ve Meslek Lisesi olan okulun ilk 30 yılı (1928-1958)
üzerinde durulmuştur.
Anahtar Sözcükler: moda, defile, Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsü, eğitim
SEZER ARIĞ, Ayten, A Fashion Pioneerıng School In Ankara: Ismet Pasha Ladies’
Institute. CTAD, Year 7, Issue 14 (Fall 2011), 3-15.
In the Republic of Turkey, one of the successor states of the Ottoman Empire
collapsed in the wake of the First World War, reforms were held for civilization of
the country. Political, social, economic, cultural and educational reforms together
aimed to build a modern society. Meanwhile, the situation of the women, almost the
4
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
half of the society who had been neglected for ages, began to change. Particularly
developments in education played a pivotal role in this change. In order to deepen
the reforms, the society, especially the women, whose rate of literacy was lower than
the men, were required to be educated. Special importance was attached to
occupational and technical education for the rapid development of Turkey and this is
owing to the fact that by the opening of art schools, well educated, sophisticated and
intelligent ladies were aimed to bring up. One of the schools founded with this
objective was the Ismet Pasha Ladies’ Institute, which deserves attention as the proof
of the emphasis on the education of the women. At the school, girls acquired
professions such as clothing, tailor, crafts and so forth. On the other hand they
pioneered the women’s fashion in Ankara, the recently established capital. Thus, this
study aims to analyse the first three decades of the aforementioned institute, whose
current name is Ankara Zübeyde Hanım Anadolu Kız Meslek Teknik ve Meslek
Lisesi
Keywords: fashion, fashion parade, Ankara İsmet Pasha Ladies’ Institute, education
Giriş
Osmanlı Devleti’nde kuruluşundan 18. yüzyıla kadar dine dayalı bir eğitim
esas alınmıştı. Dönemin belli başlı eğitim kurumları sıbyan okulları ile
medreseler ve devlet kademelerine yüksek idareci yetiştiren Enderun Mektebi
(Saray Okulu)’nden oluşuyordu. Başlangıçta ihtiyacı karşılayan ve dönemin
bilimsel gelişmelerini takip eden bu kurumların zamanla ihtiyaca cevap vermede
yeterli olmadığı görülmüştür. 17. yüzyıldan itibaren uğradığı toprak kayıpları
üzerine Batı karşısındaki üstünlüğünü kaybetmeye başlayan Osmanlı
Devleti’nde batılılaşma hareketlerine ağırlık verilmiştir. İlk batılılaşma hareketleri
yenilmenin etkisiyle orduda başlamış ve bu alanda açılan Batılı anlamdaki ilk
kurumlar da askerî okullar olmuştur. Bu okulları II. Mahmut (1808-1839) ve
kızların meslek eğitimi almaya başladıkları süreç olan Tanzimat (1839-1876)
dönemlerinde açılan diğer modern okullar takip etmiştir.
Açılan modern okullar arasında kız ve erkek çocuklarına sanat öğretmeyi
hedefleyen sanat ve sanayi mektepleri dikkat çekicidir. 19. yüzyıla kadar
Osmanlı’da geleneksel yöntemlerle çıraklık sistemi şeklinde verilen meslekî
eğitim, bu yüzyılın başlarından itibaren gelişen teknolojinin de etkisiyle kız
çocuklarına sanat öğretme, meslek edindirme ve devletin ihtiyacını karşılayacak
çalışmaların yapılmasını sağlamak için “Kız Sanayi Mektepleri” 1 adıyla açılan
okullarda verilmeye başlanmıştır.
Bu anlamda ilk sanat okulunu 1865 yılında ordunun ihtiyacını karşılamak için
Tuna Valisi Mithat Paşa’nın açtığı bilinmektedir. Mithat Paşa bu okul ile hem
1 Bu okullar Cumhuriyet döneminde 1928’den sonra Kız Enstitüleri adıyla kurulmuş ve
zaman içinde Kız Meslek Liseleri halini almıştır.
Ayten SEZER ARIĞ, Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul
kimsesiz çocuklara iş bulacak hem memleketin bir kısım küçük sanat
ihtiyaçlarını karşılayacak ve hem de ordunun ihtiyacı olan kumaşlar ile dikişleri
temin etmiş olacaktı. 2 Aynı zamanda Türk kadınlarını giyim ve süslenmede
başkasına muhtaç olmaktan kurtarmak ve çalışarak para kazanmalarını sağlamak
gibi ekonomik maksatlarla da İstanbul Üsküdar’da 1878’de Ahmet Vefik Paşa
tarafından Üsküdar Kız Mektebi’nin açıldığı görülmektedir.3
Daha çok yetim ve fakir çocuklar için açılan bu sanat okullarında terzilik,
ayakkabıcılık, araba yapımcılığı, değirmencilik, matbaacılık ve dokumacılık gibi
sanatlar öğretilmiş4 ve bu okullar, mezunları iş hayatında tutunabildiklerinden
dolayı halk tarafından da benimsenmiştir.
Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı yıllarında (1912-1918) da ordunun
kıyafet ihtiyacının karşılanması amacıyla Avrupa’daki örneklerine benzer
nitelikteki kız sanat okullarının açılmasına ağırlık verilmesine rağmen; sınırlı
sayıda açıldığından, bu okullar Cumhuriyet döneminde geliştirilmiş ve büyük
şehirlerin yanı sıra Anadolu’da da yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Zira, Osmanlı
döneminde açılan kız sanat okullarından ikisi İstanbul’da biri Bolu’da, diğeri de
Erzurum’da olmak üzere sadece dördünün Cumhuriyet dönemine intikal ettiği
bilinmektedir.5
Milli Mücadelenin başarıyla sonuçlanması üzerine kurulan yeni Türkiye
Devleti’ni muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak için yapılan inkılâp hareketleri
arasında eğitim ve öğretimdeki değişim ve gelişmeler dikkate değerdir.
Toplumun kısa sürede kalkınması, kültür ve medeniyetin gelişmesi için açılan
okullar arasında meslekî ve teknik okullar önemli bir yere sahiptir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında okuma yazma bilmeyen kızların oranı, erkeklere
nazaran çok yüksek olduğundan, kızların okullaşma oranını arttıracak ve onları
bilinçlendirecek çalışmalara önem verilmiştir. Bu durumu Mustafa Kemal Paşa
31 Ocak 1923 tarihinde İzmir’de halk ile yaptığı konuşmasında şu cümlelerle
ifade etmiştir: “…Bizim heyeti içtimaiyemiz için ilim ve fen lazım ise bunları aynı derecede
hem erkek ve hem de kadınlarımızın iktisap etmeleri lazımdır. Malumdur ki, her safhada
olduğu gibi hayatı içtimaiyede dahi taksimi vezaif vardır. Bu umumî taksimi vezaif arasında
kadınlar kendilerine ait olan vezaifi yapacakları gibi aynı zamanda heyeti içtimaiyenin
refahı, saadeti için elzem olan mesaii umumiyeye dahi dâhil olacaklardır… Bugünün
levazımından biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Binaenaleyh
kadınlarımız da âlim ve mütefennin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün derecatı
tahsilden geçeceklerdir. Sonra kadınlar hayatı içtimaiyede erkeklerle beraber yürüyerek
Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, Cilt:1-2, Eser Matbaası, İstanbul, 1977, s. 686.
Ergin’e göre üç sınıflı olan bu okul 1881’de Suphi Paşa tarafından Kız Sanayi Mektebi
haline getirilmiş ve daha sonra Üsküdar Kız Enstitüsü olmuştur. a.g.e., s. 690.
4 İlhan Başgöz, Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk, Pan Yayınları, İstanbul, 2005, s. 40.
5 http://mtegm.meb.gov.tr/tarihce_ktogm.asp. Erişim Tarihi: 18.02 2012.
2
3
5
6
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
birbirinin muin ve müzahiri olacaklardır”. 6 Aynı konuda Paşa 14 Ekim 1925
tarihinde İzmir Kız Öğretmen Okulunda yaptığı bir konuşmasında da Türk
kadını nasıl olmalıdır? Sorusunu sormuş ve kendisi şu cevabı vermiştir: “Türk
kadını dünyanın en münevver, en faziletkâr ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır
sıklette değil; ahlâkta, fazilette ağır, vakur bir kadın olmalıdır…”.7
Kadın ve erkeğin toplumdaki farklı konumlarını düzenlemek için öncelikle
eğitimde eşitliği sağlamayı amaçlayan 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat
Kanunu, daha sonra ailede ve yasa önünde eşitliğini sağlamak için 1926’da Türk
Medeni Kanunu kabul edilmiştir. 1927-28 de ise okullarda karma eğitime
geçilmiş, kadınlar 1930 yılında belediye, 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme
hakkını elde etmiştir. Son kabul edilen yasa ile kadınlar 1935’te yapılan genel
seçimlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne mebus olarak seçilmiştir. Böylece
kadının sadece eğitim ve öğretimde değil, hukukta ve siyasette de erkeklerle eşit
haklara sahip olması sağlanmıştır.
Getirilen bu haklara paralel olarak Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan sanat ve
meslek okulları ile de kadınların ekonomik olarak ayakları üzerinde durmaları
hedeflenmiştir. Bu amaçla 1927-1928 öğretim yılından itibaren ilkokula dayalı,
beş yıl süreli genç kızların iyi bir vatandaş ve becerikli bir ev kadını olarak
yetiştirilmesi için Kız Enstitüleri kurulmuştur. Kız Enstitülerinin kurulmasında
eğitim ve öğretimin modernleştirilmesi için ülkeye davet edilen yabancı
uzmanların etkili olduğu görülür. Bilgi ve tecrübelerinden yararlanmak için 1927
yılında Türkiye’ye gelen uzmanlardan biri Belçikalı Omar Buyse’dir. Buyse,
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Konya, Mersin, Aydın, Kütahya ve Uşak
illerindeki meslek eğitimini inceleyerek bu konuda bir rapor hazırlamıştır.8
Bu rapordan da anlaşıldığı kadarıyla yazımızın konusunu oluşturan İsmet
Paşa Kız Enstitüsü’nün kurulmasında Omar Buyse’nin etkisinden söz etmek
mümkündür. İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün kurulması fikrini Prof. Dr. Omar
Buyse önermiş, okul binasının planını ise Alman asıllı Mimar Prof. Dr. Ernest
Egli 9 yapmıştır. Yapımına 1925 yılında başlanan okul binası 1933 yılında
6 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (ASD), Cilt: II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayımları,
Ankara, 1952, s. 85.
7 ASD, s. 234.
8 Buyse, Mısır asıllı olup uzun yıllar Amerika’da kalmış, oradan Belçika’ya geçerek burada
yaptığı çalışmalarını “İş Üniversitesi” adıyla yayınlamıştır. Belçika Meslekî Eğitim Müdürü olan
Buyse’un Türkiye’deki meslekî ve teknik eğitime ilişkin gözlemleri 1939 yılında Teknik Öğretim
Hakkında Rapor, (İstanbul) adıyla kitaplaştırılmıştır. Bkz. Mustafa Ergün, Atatürk Devri Türk
Eğitimi, AÜDTCF Yayını, Ankara, 1982, s. 115.
9 Ergün, a.g.e , s. 142-143. Egli’nin İsmet Paşa Kız Enstitüsü, Ankara Sıhhıye 1930, tarihli bir
çalışması vardır. Bir başka çalışmaya göre İsviçreli Mimar olarak ifade edilen Egli, 1927 yılında
Türk Hükümetinin daveti ile Güzel Sanatlar Akademisi’nin öğretim programını düzenlemek ve
dersler vermek üzere Türkiye’ye gelmiştir. Aynı zamanda Maarif Vekâleti Mimarlık Bürosu’nda
“modern eğitim binalarının yapımı için danışman mimar” olarak görevlendirilen Egli’nin İsmet
Ayten SEZER ARIĞ, Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul
tamamlanmıştır. Binanın yapımı devam ederken okul, 1928 yılında Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak İsmet Paşa Kız Enstitüsü
adı altında açılmıştır. Okul 5 öğrenci ile öğretime başlamış, yıl sonunda öğrenci
sayısı 28’e ulaşmıştır. Akşam Kız Sanat kısmında da üç şube ve 60 öğrenci vardı.
Açıldıktan üç yıl sonra 1931 yılında Ankara’nın terzi ihtiyacını karşılamak ve
öğrenciyi hayata hazırlamak amacıyla okulda döner sermaye atölyeleri açılmış ve
Ankara dışında diğer illerden de istekler olduğundan okula 25 öğrencilik bir
pansiyon ilave edilmiştir. 1934 yılında ihtiyaç duyulan her türlü bilgiden başka
kültür seviyesinin de yükseltilmesi için “ortaokul düzeyinde sanat okulları”
uygulanmasına başlanmıştır 10 . Böylece ortaokul programları da uygulanmaya
başlanan okul modern Türk kadınının ihtiyaçlarını karşılayan sanat dersleriyle
birlikte, ortaöğretime de cevap veren bir kurum haline gelmiştir.
1927-28 öğretim yılında ilkokula dayalı beş yıl süreli olarak açılan ilk kız
enstitüsünde ilk üç yıl içeriği diğer ortaöğretim kurumları ile aynı olan genel
kültür dersleri, son iki yılda ise ev idaresi, nakış ve beyaz iş, biçki-dikiş ile moda
ihtisasının öğretildiği meslek dersleri verilmiştir. 11 Dolayısıyla hem teknik
derslerden faydalanması ve hem de kısa zamanda yetiştirilmesi amacıyla
ortaokul mezunlarının devam ettiği iki yıllık eğitimi bitirenlere “Enstitü”
diploması verilmiştir. Okulun kurulmasının temel amaçlarından biri bilgili,
kültürlü, aydın ve becerikli bir ev kadınını yetiştirmek 12 iken bir diğeri
Cumhuriyet ile birlikte kadının erkekle eşit hakları elde etmesi amaçlandığından
kadının da iyi bir mesleğe sahip olması ve ekonomik anlamda güçlenmesi ve iyi
bir vatandaş olmasını sağlamaktır.13
Paşa Kız Enstitüsü’nden başka, yaptığı yapıları arasında, Musiki Muallim Mektebi (Devlet
Konsevatuarı) (1927-28 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Zootekni, Anatomi-Patoloji, Şarap,
Süt Enstitüleri, Rektörlük Binası (1933), Divan-ı Muhasebat (Sayıştay) (1928-30), Irak
Büyükelçiliği (1936-38), Türk Hava Kurumu İdare Binası (1936-40), Gazi Orman Çiftliği
Marmara Köşkü (1933 öncesi) yer almaktadır. Bkz. Leyla Alpagut, Erken Cumhuriyet Döneminde
Ankara’daki Eğitim Yapıları, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi
Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2005.
10 Bu enstitülerin programlarına 1933-34 öğretim yılında Moda-Çiçek ve Biçki-Dikiş dersleri
ilave edilmiştir.
11 1925 yılında Türk eğitimini incelemek için Türkiye’ye gelen yabancı uzmanlardan Kuhne,
bu konuda hazırladığı raporunda kadınların meslek eğitimi üzerinde durmuş ve onlar için açılacak
okullarda özellikle ev idaresi, çocuk bakımı, biçki ve dikiş derslerinin yer almasını istemiştir.
Bkz.İlhan Başgöz, Howard E.Wilson, Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk, Dost Yayınları,
Ankara, 1968, s. 136.
12 Kız Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü Brifingi, Ankara, 1982, s. 4.
13 1927 yılına kadar meslek ve sanat okullarını açmak ve idare etmek il ve belediye idarelerine
aitken, bu tarihten itibaren okulların programı, öğretmen yetiştirme ve araç-gereç işleri Maarif
Vekâleti’ne verilmiştir.
7
8
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Okulun ilk yıllarına ait bazı bilgileri ABD Büyükelçisi Charles H. Sherrill
tarafından hazırlanan raporundan öğrenmek mümkündür.14 Sherrill, Enstitü’yü
5 Temmuz 1932 tarihinde ziyaret etmiş ve okul hakkında bir rapor hazırlamıştır.
Rapora göre, 1931 yılında okul bir Fransız bayan hocanın idaresindedir. 1932’de
okulun müdürü Münir Hayri Bey’dir. 15 Yaklaşık 800 kız öğrencinin öğrenim
gördüğü okula kayıt için en erken yaş 14’tür. Ortalama öğrenci yaşı 14-24
arasındadır. Okulda yabancı dil olarak İngilizce, Fransızca ve Almancanın
öğretildiğini belirten Sherrill o tarihte 65 öğretmenin görev yaptığını, bunlardan
dördünün -Belçikalı ve Avusturyalı- yabancı olduğunu, 61 Türk öğretmenden
11’inin yurtdışında eğitim aldığını vurgulamıştır.
Bundan iki yıl sonra 1934 yılında Enstitüyü gazeteci Server Rifat ziyaret
etmiş ve okulun nakış ve dikiş atölyesi hakkında edindiği izlenimlerini şu
cümlelerle ifade etmiştir:”…Nakış ve dikiş atölyelerinde en basitinden en mükemmeline
kader her şey sistematik bir usul ile öğretiliyor. İlk mektepten iğne tutmasını bilmeden gelen
kızlarımızı en mükemmel bir terzi elinden çıkmış kadar enfes bir tayyörün artık son
ütüsünü yaparken gördüğümüz zaman pek yerinde olarak mağrur oluyoruz. Birer şiir kadar
ince ve zarif işlemeler, brodeler, yaz bulutları kadar manalı çamaşırlar…Bütün bu güzel ve
makineden çıkmış, kalıptan dökülmüş kadar el değmemişe benzeyen bu harikulade işler
hangi Türk’ü mağrur etmez?.. İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nde ihtisasını yapmış hanım
kızlarımızdan hayata atılan pek çok terzimiz vardır. Bunlar iki seneden beri Ankara
14 Sherrill’in raporu hakkında bkz. Nilüfer Cevizliler-Erkan Cevizliler, “Amerika Büyükelçisi
Charles H.Sherrill’in Raporuyla İsmet Paşa Kız Enstitüsü(Ankara)”, Kazım Karabekir Eğitim
Fakültesi Dergisi, Yıl: 2004, Sayı: 9, s. 181-186.
15 Münir Hayri Egeli 1904 yılında İstanbul'da doğdu. Yazar ve sanatkâr olan Egeli Kadıköy
Numune ve İstanbul Muallim Mekteplerinde okudu(1919). Sorbonne Üniversitesi Psikoloji
Enstitüsünü bitirdi(1922). Milli Mücadele sırasında Atatürk'ün emriyle Paris Türk Haberler
Bürosu'nu kurdu ve idare etti(1920–22). Ankara Maarif Müfettişliği, Trabzon Lisesi Öğretmenliği,
Tayyare Cemiyeti Neşriyat Müdürlüğü, Ankara Lisesi Öğretmenliği, Kocaeli, Bolu, Balıkesir
Maarif Müdürlüğü, İsmet Paşa Kız Enstitüsü Müdürlüğü, Milli Temsil Akademisi (Devlet
Tiyatrosu) ve Güzel Sanatlar Müdürlüğü, Polis Enstitüsü Öğretmenliği yaptı. Atatürk tarafından
film konusunda ihtisas yapmak üzere Berlin, Neubabelsberg ve Rusya'ya gönderildi. Film
Rejisörlüğü yaptı. Bu arada Atatürk Dokümanter filmini çevirdi. Vakit Gazetesinde gazeteciliğe
başladı(1918). Gazete ve mecmua çıkardı. Demokrasi Mücadelesinde milletle çalıştı. Haftalık
Gazeteyi çıkardı. Türkiye Serinofil Derneği Kurucu Rejisi, Türkiye Film Sanatçıları Cemiyeti üyesi
oldu. Atatürk'ün özel mektubu ile Arjantin, Almanya, İtalya ve Rusya'dan başka Hindistan,
Pakistan, K.Afrika ve Bütün Avrupa'ya gitti. 1933 yılında Atatürk'ün en benzeyen heykeli
mükâfatını aldı. Türk paralarını yaptı. Lüksemburg‘da teşhir edilen Zeybek Heykeli ile ilk
kabartma pulları ve 10. Yıl pullarını yaptı. Eserleri: 301 tane muhtelif Çocuk Piyes ve Hikayesi,
ayrıca Terleyen Efe, Fındık Kurdu isimli romanlar, Kadın Geçerken, Yiğit Hamza, Yörük Emine
(piyes), v.s. Atatürk'ün Bilinmeyen Hatıraları, (3. Baskı). Atatürk'ün el yazıları ile tashih ettiği 3
piyes ve dikte ederek iki defa tahsis ettiği Atatürk'ün Hayatına ait senaryoları vardır.
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=898. Erişim Tarihi:14 Mart 2012.
Ayten SEZER ARIĞ, Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul
terzilik âleminde derhal parlamışlar, iş hususunda fevkaladelikler göstermişler ve dikiş
piyasasının hayli inmesinde de amil olmuşlardır.”.16
İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nde 1935 yılında kız sanat okullarına öğretmen
yetiştirmek amacıyla Kız Enstitüsü mezunlarının devam edeceği Kız Teknik
Yüksek Öğretmen Okulu kısmı açılmıştır. 17 Bu okul Ankara’da meslekî ve
teknik öğretime öğretmen yetiştirmek için ilk olarak açılan okullardan biridir.
Ortaöğretimdeki kız meslek liseleri ve akşam kız sanat okullarına atölye ve
meslek dersleri vermek için 1934-1935 öğretim yılında açılan okulun öğretim
süresi iki ve üç yıl olmak üzere iki ayrı bölümden oluşmaktadır. Kız Enstitüsü
veya kız sanat okullarından birini 1934-35 ders yılında bitirenlerin devam etmesi
için açılan okula sınavla öğrenci kabul edilmiştir. Öğrencinin sınava girebilmesi
için mezun olduğu okulun öğretmenler kurulu tarafından aday gösterilmesi,
öğretmenliğe engel bir hastalığının olmaması, bunu vücutça ve sağlıkça
öğretmenliğe mani bir özrü olmadığını açıklayan bir raporla ispat etmiş olması
gibi hükümler vardı.18 Okulun iki yıllık bölümünden mezun olanlar akşam kız
sanat okullarına, üçüncü sınıfa devam ederek uygulama yapmış olanlar da kız
enstitülerine atanmışlardır.19
Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda verilen derslerin neler olduğunu
anlamak için örnek olarak ele aldığımız 1939 yılında uygulanan haftalık ders
programı şöyledir 20 : Dersler, Genel Dersler, Genel Meslekî Dersler, Dikiş
İhtisası ve Moda İhtisası şubeleri şeklinde düzenlenmiştir. Okulda verilen
dersler ve saatleri şu şekildedir21: Türkçe (5.3.2.2.2), Coğrafya (2.2,1,1,-), Yurt
Bilgisi (-,-,-,2,2.), Fizik (2. sınıftan itibaren 3.3.4 ve 5. sınıfta 1’er saat), Kimya (4.
ve 5. sınıfta 1’er saat), Tabiat ve Sağlık Bilgisi (1. sınıfta 3, 2’de 2, 3’te de 1 saat),
Matematik (5.3.2.1.1), Yabancı dil (5.2.2.2.2), Jimnastik (her yıl 1’er saat), Müzik
16 Server Rifat, “İsmet Paşa Kız Enstitüsünde”, Yedigün, No:45, 17 İkincikanun 1934, s. 1213’den aktaran Turan Tanyer, Cumhuriyet Dönemi Ankara’sının Sosyal Hayatından Sahneler, Vekam
Yayını, Ankara, 2006, s. 20-21.
17 1969-1970 öğretim yılına kadar Okul, İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve Kız Teknik Yüksek
Öğretmen Okulu adı altında öğretim yaparken 23 Eylül 1969 tarih ve 18431 sayılı Bakanlık onayı
ile Zübeyde Hanım Kız Enstitüsü olarak adı değişmiştir. 1979-1980 öğretim yılında Zübeyde
Hanım Kız Meslek Lisesi, 1991-1992 öğretim yılında Teknik Lise, 1992-1993 öğretim yılında da
Anadolu Kız Meslek Lisesi olmuş 1994-1995 öğretim yılından itibaren de okula erkek öğrenci
alınmaya başlamıştır. Okulun tarihçesi için bkz. http://www.zubeydehanimkml.k12.tr/okul.
Erişim Tarihi: 3.12.2011.
18 Kılınç, a.g.t, s. 68.
19 Mustafa Şahin, Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Uygulamalarında Yabancı Uzmanların Yeri (19231960), Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Basılmamış Doktora
Tezi, İzmir, 1996, s. 48.
20 Mustafa Kılınç, Ankara Zübeyde Hanım Anadolu Kız Meslek Teknik ve Meslek Lisesi (19282006), Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Niğde, 2007,
s. 59.
21 Parantez içinde verilen rakamlar (1.,2.,.3.,4.,5.) sınıflarda verilen ders saatlerini
göstermektedir.
9
10
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
(her yıl 1’er saat), El yazısı (1. sınıfta 2 saat), Askerlik (4. ve 5. sınıfta 1’er saat).
Birinci sınıfta toplam 26, ikinci sınıfta 19, üçüncü sınıfta 14, dördüncü sınıfta 13
ve beşinci sınıfta 12 saat ders var.
Genel Meslek Dersleri: Dikiş Başlangıcı (3,-,-,-,-), Nakış (her yıl 2’şer saat),
Resim ve Tezyini Resim (4.3.1.1.1), Yemek Pişirme (-,3.3.2,-), Ev İdaresi
(Çamaşır yıkamak, temizlik, ütü, kola) (-3.3.2,-), Çocuk Bakımı (-,-,-,1,1),
Hıfzıssıhha ve Ev İdaresine Tatbiki (-,-,1,1,-). Toplam ders saati birinci sınıfta
14, 2.sınıfta 11, 3. sınıfta 10, 4. sınıfta 9, 5. sınıfta 4 saattir. Dikiş İhtisası: Biçki
Dikiş (-,7.9.12.20), Moda (-,3,2,2,2), Çamaşır (-,-,2,2,1), Dikiş Teknolojisi (-,-,1,,-), Dikiş Mesleki Resim ve Kıyafet Tarihi (-,-,2,2,1) Toplam 2. sınıfta 10, 3.
sınıfta 16, 4. sınıfta 18, 5. sınıfta 24 saattir. Moda İhtisası Şubesi Moda (,3.7.10.15), Yapma Çiçek (-,-,4.4.6), Biçki-Dikiş (-,7.2.2.2), Moda Teknolojisi (,-,1,-,-), Moda Mesleki Resim ve Kıyafet Tarihi (-,-,2.2.1) toplam olarak 2. sınıfta
10 saat, 3. sınıflarda 16, 4. sınıfta 18, 5. sınıfta 24 saat ders vardır. Okulda
toplam olarak haftalık ders saati her sınıf için 40’ar saattir.
Kısacası 1938-1939 öğretim yılında Kız Teknik Yüksek Öğretmen
Okulu’nda bir haftada: 1-Biçki-Dikiş, 2-Moda, 3-Yapma Çiçek, 4-Ev İdaresi ve
Yemek Pişirme, 5-Meslekî Resim, 6-Çamaşır, 7-Nakış, 8-Fizyoloji, Hıfzıssıhha,
Çocuk ve Hasta Bakımı, 9-Nebatlar ve Hayvanlar,10-Umumî Fizik,11-Fiziğin
Ev İdaresine Tatbiki, 12-Umumî Kimya, 13-Kimyanın Ev İdaresine Tatbiki, 14Gıda Fenni, 15-Mensucat, 16-Mimari ve Mobilya, 17-Edebiyat, 18-Psikoloji ve
Pedagoji, 19-Yabancı Dil, 20-Askerlik (her bölüme birer saat) dersleri
veriliyordu. 22
Aynı yıllarda Okulda toplam 219 öğrenci vardı. Bunlardan 105‘i Biçki, 31‘i
Moda, 19‘u Nakış, 23‘ü Çamaşır, 12‘si Resim, 17‘si Ev idaresi ve yemek, 7‘si
Çiçek ve 5‘i Çocuk bakımı şubelerinde okumaktaydı. Okulun ortaokul
öğretmeni yetiştiren kısmından, 1935–1936 öğretim yılı sonunda 37, 1936–1937
de 51 ve 1937–1938‘de, toplam 57 öğretmen yetişmiştir. Bunların 26‘sı BiçkiDikiş, 11‘i Moda-Çiçek, 5‘i Nakış, 5‘i Çamaşır, 4‘ü Resim, 4‘ü Ev idaresi- yemek
Pişirme ve 2‘si Çocuk Bakımı öğretmeni olmuştur.
Mesleğe yönelik olarak açılan İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün öğrencileri ve
öğretmenleri kendilerini daha iyi yetiştirmeleri ve geliştirmeleri maksadıyla
Belçika, Fransa ve İtalya gibi Avrupa ülkelerine gönderilmiştir. Bu
öğretmenlerden biri olan Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsü Moda Muallimi
Kamile Feyzi Hanım, 15 Temmuz 1934 tarih ve 2/1044 sayılı Reisicumhur M.
Kemal imzalı Kararname ile İtalyan Kız Sanat Mekteplerinde mesleğine ait
incelemelerde bulunmak üzere yurtdışına gönderilmiştir. 23 Belirli tarihlerde
incelemelerde bulunmaları için yurtdışına gönderilen eğitimcilerden bir diğeri ise
22
23
Kılınç, a.g.t. s. 70.
BCA 030.18.01.02/47/52/4.
Ayten SEZER ARIĞ, Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul
Enstitü muallimi Muazzez Hanım’dır. Muazzez Hanım modanın merkezi olan
ve her yıl Mart ile Ağustos aylarında iki kez açılan Fransa’daki moda evleri ile
salonlarını görmeye gitmiştir.24 Bu uygulamayla, 19. yüzyıldan itibaren Avrupa
modasını takip eden Türk kadınının hem Avrupa’daki 25 gelişmeleri yakalaması,
hem de kendi kültürel değerlerini yansıtan eserleri ortaya koyması
hedeflenmiştir.
Yurt dışına gönderilen Türk hocaların yanı sıra diğer Enstitülerde ve
dolayısıyla İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nde de yabancı öğretmenler
görevlendirilmiş ve bazı moda malzemeleri Paris’ten getirilmiştir. Bu
eğitimcilerden biri Enstitü’nün sipariş atölyesi şefi Violette Pilizer’dir. Pilizer,
1936-1937 ders yılına yetiştirilmek üzere mülaj, model gibi Türkiye’de
bulunmayan moda malzemesini seçmek ve sonbahar modası hakkında
incelemelerde bulunmak üzere Paris’e gönderilmiştir. Bunun için bütçeden 500
Lira ile malzemeler için ise yaklaşık 2.000 Liranın döviz olarak temini
istenmiştir.26
Avrupa modasından esinlenilmekle beraber hazırlanan kıyafetlerde kullanılan
malzemeler çoğunlukla yerlidir. 1930’larda yaşanan ekonomik buhran sonrası
1933’te kurulan Sümerbank ile hem Sümerbank tarzı giyim ve hem de yerli malı
kullanılmasının teşvik edildiği görülmektedir.27
Ülkede yerli malının kullanımını sağlamak için bazı dernek çalışmalarına da
rastlamak mümkündür. Bunlardan biri “Türk Kumaşı İle Güzel Giyim
Derneği”dir. Dernek Başkanı Mesadet Bayrak’ın Başbakan Adnan Menderes’e
gönderdiği 18.7.1955 tarih ve 5 sayılı yazıda, ekonomik kalkınmada kadın
giyimindeki tasarrufun öneminden, ülkenin kalkınmasında kadınların payından
söz edilerek Türk kumaşı ile de güzel, zarif ve sade giyinilebileceği, yabancı
kumaşlar için milyonlarca dövizden tasarruf edilebileceği ve bu sosyal fikri
yaymak için dernek kurduklarını ifade etmişlerdir. Derneğin amacı güzel, zarif,
sade ve ucuz giyimi yayarak sevdirmek, umuma mal etmek, dolayısıyla kumaş
sanayimizi geliştirmek, değerlendirmek suretiyle kalkınmasına katkı sağlamaktır.
“Moda Sergisi” Hâkimiyeti Milliye, 10 Nisan 1933.
Avrupa’da modanın temelleri Rönesans İtalyasındaki şehir devletlerine kadar
götürülmektedir. Sonra modasının merkezi 17. yüzyıl sonlarında Fransa’ya taşınmaya başlamış ve
14. Louis zamanında da Paris Avrupa yüksek modasının başkenti haline gelmiştir. Bkz. Kenneth
D.McDonald, Fascist Fashion: Dress the State and the Clothing Industry in the Third Reich. PhD,
December 1998, University of California Riverside, s. 51.
26 BCA 30.18.1.2./ 67/63/8., 23.7.1936 tarihli Reisi Cumhur K. Atatürk imzalı Kararname.
Aynı şekilde 14 Mayıs 1930 tarih ve 9354 sayılı Gazi M.Kemal imzalı Kararnameden anlaşıldığına
göre İstanbul Selçuk ve Üsküdar Kız Sanat Mekteplerinde de Jofredi adında moda ve şapka
öğretmeni görev yapmıştır. Bkz. BCA 030.18.01.02./11.32.1- 14.5.1930 tarih ve 9354 sayılı Gazi
M.Kemal imzalı kararname.)
27 Ayten Sezer Arığ, Atatürk Türkiyesi’nde Kılık Kıyafette Çağdaşlaşma, Siyasal Kitabevi Yayını,
Ankara, 2007, s. 134.
24
25
11
12
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Yazıda el tezgâhlarında dokunan orijinal Türk karakterini belirten kumaşlardan
ucuza mal edilen bez gömleklerden yapılan bir elbisenin 375 kuruş olduğu,
NATO büyüklerinin aileleri tarafından ilgi gördüğü yazılmıştır. Kadınlar
arasında “yerli malı kumaş giyecek kadar düşmedim” diyen milli duygudan
yoksun kadınların varlığından da söz edilmiştir. Dernek tarafından açılacak
atölyeler ile fabrika ve tezgâhlarda kumaş imal edileceği, buradan elde edilecek
kazancın da orta, lise ve yüksekokullarda okuyan fakir çocuklara verileceği ifade
edilmiştir.28
Eğitim ve öğretim faaliyetlerinden başka İsmet Paşa Kız Enstitüsü
tarafından gerçekleştirilen en önemli etkinliklerden biri, üretilen ürünlerin
değişik zamanlarda açılan sergiler ve yapılan defilelerle tanıtımının yapılmasıdır.
Her yıl ders yılı sonlarında düzenlenen sergiler başta Ankara olmak üzere
yurdun her yerinden beğeni toplamış ve Avrupa ülkelerinden de takip edilmiştir.
Türkiye’ye gelen yabancıların ziyaret ettiği bir yer olan Enstitü’nün açtığı
sergilerde Türk kültürünü yansıtan örneklere yer verilmiştir. Maraş, Antep-Urfa
yöreleri ile İzmir, Afyon gibi yurdun dört köşesinden el işleri sergilerde yerini
almıştır. Yerli malı haftalarında düzenledikleri yarışmalarda dönemin sanayisi
olan Sümerbank ürünleri ile yapılan ucuz, sağlam ve dayanıklı olan el emeği göz
nuru işlemeler ile giyim eşyaları sergilenmiştir. Bir sanayi kurumu niteliğinde
üretim yapan Enstitüde, yapılan işlerde daha çok kendi ürünleri kullanıldığı için
fazla bir para harcanmamıştır. 29
Hemen her yıl açılan sergilere ve düzenlenen etkinliklere dönemin basınında
da yer verilmiş ve farklı yorumlar yapılmıştır. Bu haberlerden biri Hâkimiyeti
Milliye Gazetesinde yer almıştır. Gazete, Enstitü’nün kuruluşunun beşinci yılı
olan 1933’te açtığı sergiden söz etmektedir. Yazıda okulun Ankara’nın moda
merkezi olmasında önemli rol oynadığı vurgulandıktan sonra açılan sergiye
katılan bir sefire Hanımın yorumuna değinilmiştir. Sefire Hanım yaptığı
yorumunda duygularını; “Hayranı olduğum genç Türkiye’den ben de bunu
bekliyorum zaten. Artık çok eyi giyinmek için Avrupa’ya veya İstanbul’a gitmeğe
ihtiyaç kalmamıştır” sözleri ile ifade etmiştir.30
Ankara’nın gözde bilgi evlerinden biri olarak kabul gören İsmet Paşa Kız
Enstitüsü’nün her yılın Nisan ayında ilkbahar modasını açtığına dair basında yer
alan bir haberde, belirli kesimler tarafından yoğun ilgi gören defileler hakkında
olumlu olduğu kadar olumsuz eleştirilere de rastlamak mümkündür. Eleştirel
açıdan konuyu ele alan bir yazı Kadro Dergisi’nde Y.K. imzasıyla yayınlanmıştır.
”Sakarya ve Moda” başlıklı yazıda yazar Ankara’da 1934 yılında 23 Nisan Çocuk
Bayramından önce üç gün süren bir Hanımlar Modası Bayramından söz
BCA 030.01.123/786/10.
Kılınç, a.g.t., s. 61.
30 “Enstitü’nün Moda Serimi” Hâkimiyeti Milliye, 14 Nisan 1933.
28
29
Ayten SEZER ARIĞ, Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul
etmiştir. Yazıda bu bayramın Çocuklar Bayramından daha büyük şevk ve
heyecanla geçtiği Ankara Palas’ın önünün milli merasim günlerini hatırlatan bir
manzara arz ettiği belirtilmiştir. Özel ve lüks arabaların kaldırım kenarına 200
metrelik mesafe boyunca sıralandığı üç gün boyunca “Ankara’nın en kibar(!), en
şık (!) hanımları üç gün durmaksızın, helecan içinde bu arabalarından inip otelin hall’ine
taşındılar ve hall üç gün, saat dörtten yediye sekize kadar bu süslü, kokulu kadın
kalabalığıyla, fasılasız dolup boşaldı” denilen yazıda on yıldan beri ne Ankara
Palas’ın, ne de Ankara’da herhangi bir toplantı yerinin bu kadar istekle
dolmadığı Halkevindeki konferanslarda ve Yerli Malı toplantılarında bu
Ankaralı hanımların görülmediği vurgusu yapılmış ve kadınlardaki süs cezbesi
ve modanın önüne hiçbir kanun, hiçbir yasak, inkılâp ve ihtilâlin geçemediği,
karşı çıkılan hususun Türk kadınının Paris terzihaneleri ve Paris kumaş
fabrikalarının zevkine ve fantazisine esir olmalarına acındığı belirtilmiştir.31
Yapılan bu eleştiride de vurgulandığı gibi modanın takip edildiği bir mekân
olarak nitelendirilen Enstitü’nün düzenlediği defilelerin ilgiyle izlendiği gözden
kaçmamaktadır. Bu defilelerden bir diğeri 30 Nisan 1942 tarihinde Enstitü’nün
sipariş atölyesi tarafından hazırlanan bahar ve yaz elbise modellerinin canlı
mankenler eşliğinde sunulduğu defiledir. Bu defilenin davetlileri arasında Bayan
İnönü, Bayan Yücel ve Bayan Saraçoğlu ile pek çok seçkin hanım bulunmuş ve
her zamanki gibi sunum oldukça ilgi toplamıştır.32
Enstitü’nün hazırladığı bir diğer moda geçidi 31 Ocak 1946’da okulda
yapılmıştır. Moda geçidine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe İnönü
ve diğer davetliler katılmıştır.33 Defilede şapkalarla tamamlanan orijinal modelde
tayyörler, tuvaletler ve renk renk sabahlıklar sergilenmiştir.
1940’lı yıllarda 31 Kız Sanat Enstitüsü ile 3 Akşam Sanat Enstitüsü içinde en
ünlüsü ve bu alanda ilk örneği teşkil eden İsmet Paşa Kız Enstitüsü geleneksel
Türk motiflerini de kullanarak Ankara’da kadın modasında, kadın elbise ve
şapkasında modanın öncülüğünü yapmış ve modern kadın giyiminin
yerleşmesine katkıda bulunmuştur. Ankara’nın hanımlarından çoğu en güzel
elbiselerini ve şapkalarını bu okula sipariş etmişlerdir.34 Bu ve diğer Enstitüler
zamanla devrin kadınını yetiştiren birer moda merkezi haline de gelmişlerdir.35
31 Y.K “Moda ve Sakarya”, Kadro, Sayı:28, Nisan 1934, s.40-41, Cilt:3,(Tıpkıbasım), Yayına
Hazırlayan: Doç.Dr. Cem Alpar, Ankara İktisdi ve İdari İlimler Akademisi, Ankara, 1980.
32 “İsmetpaşa Kız Enstitüsünde canlı mankenler dün güzel bir geçiş yaptılar” Ulus, 1 Mayıs
1942.
33 “İsmetpaşa Kız Enstitüsünde Moda Geçidi”, Radyo, 1 Mart 1946, Cilt: 5, Sayı: 51.
34 Kazım Nami, “İsmet Paşa Kız Enstitüsü”, Cumhuriyet Gazetesi, 26 Temmuz 1933.
35 İlbeyi Özer, Osmanlı’dan Cumhuriyete Yaşam ve Moda, Truva yayını, İstanbul, 2006, s. 362.
13
14
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Sonuç
Sonuç olarak denilebilir ki, İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün, Cumhuriyet
Türkiyesi’nin başkenti Ankara’da Türk modasının oluşumunda ve bu modanın
hem içerde hem de dışarıda tanıtımında önemli rolü olmuştur. Bu kurumlarda
verilen eğitim programlarında Türkiye’nin muasır medeniyet seviyesine ulaşması
için Avrupa’daki gelişmeler takip edilmekle beraber milli kültüre de önem
verilmiş ve geçmişe ait değerlerin yaşatılması ve tanıtılması hedeflenmiştir.
Okulun açılmasının asıl gayelerinden biri de Cumhuriyet dönemi kızlarını iyi eş,
iyi anne olarak yetiştirmek ve onları hem eve ve evliliğe, hem de iş hayatına
hazırlayarak modernleşmelerini sağlamaktır. Gerek öğrenci gerekse
öğretmenlerin yurtdışı deneyimleri sayesinde Avrupa modası yerinde görülmüş
ve Avrupa’da yayınlanan moda dergileri takip edilerek kıyafete Avrupa modası
uyarlanmıştır. Böylece hem Avrupa modasının Ankara’ya taşınması sağlanmış
hem de, milli kültür unsurları kullanılarak el emeği göz nuru yerli kumaşlardan
yeni modeller geliştirilmiştir. Bu da okulun içeride ve dışarıda ilgi odağı olmasını
sağlamıştır. Bu yönüyle Enstitü, hem yerli hem de yabancı konuklar nazarında
bir Orta Anadolu kasabası görünümünde olan Ankara’nın modern yüzünü
temsil eden bir kurum niteliğini kazanmıştır. Ayrıca, Avrupaî tarz modayı
uygulayarak muasır seviyeyi yakalamada da öncü bir rol üstlenmiştir.
Kız Enstitüleri arasında en ünlüsü olan bu okul ve benzeri olan diğerleri,
1945’te İstanbul’da, 1958’de de Ankara’da açılan ve günümüzde sayıları 12 olan
Olgunlaşma Enstitülerine de temel teşkil etmeleri bakımından Cumhuriyet’in
açtığı okullar arasında önemli bir yere sahiptir.
Kaynaklar
Arşivler
BCA 030.18.01.02/47/52/4.
BCA 30.18.1.2./ 67/63/8., 23.7.1936 tarihli Reisi Cumhur K Atatürk imzalı
Kararname.
BCA 030.18.01.02./11/32/1- 14.5.1930 tarih ve 9354 sayılı Gazi M.Kemal imzalı
kararname.)
BCA 030.01.123/786/10.
Kitap ve Makaleler
ALPAGUT Leyla (2005) Erken Cumhuriyet Döneminde Ankara’daki Eğitim Yapıları,
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı,
Basılmamış Doktora Tezi, Ankara.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (ASD) (1952) , Cilt: II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü
Yayımları, Ankara.
BAŞGÖZ İlhan, Wilson, Howard E. (1968) Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk,
Dost Yayınları, Ankara.
Ayten SEZER ARIĞ, Ankara’da Modanın Öncüsü Bir Okul
BAŞGÖZ İlhan (2005) Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk, Pan Yayınları, İstanbul.
BUYSE Omer (1939) Teknik Öğretim Hakkında Rapor, İstanbul.
CEVİZLİLER Nilüfer -Erkan Cevizliler (2004) “Amerika Büyükelçisi Charles
H.Sherrill’in Raporuyla İsmet Paşa Kız Enstitüsü(Ankara)”, Kazım Karabekir Eğitim
Fakültesi Dergisi, Sayı:9, s. 181-186.
EGLİ Ernst (1930) İsmet Paşa Kız Enstitüsü, Ankara.
ERGİN Osman Nuri (1977) Türk Maarif Tarihi Cilt:1-2, Eser Matbaası, İstanbul.
ERGÜN Mustafa, (1982) Atatürk Devri Türk Eğitimi, AÜDTCF Yayını, Ankara.
“Enstitü’nün Moda Serimi” ( 14 Nisan 1933) Hâkimiyeti Milliye.
“İsmetpaşa Kız Enstitüsünde canlı mankenler dün güzel bir geçiş yaptılar” (1 Mayıs
1942) Ulus.
“İsmetpaşa Kız Enstitüsünde Moda Geçidi” (1 Mart 1942) Radyo, Cilt: 5, Sayı: 51.
Kazım Nami, “İsmet Paşa Kız Enstitüsü” (26 Temmuz 1933), Cumhuriyet Gazetesi.
Kız Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü Brifingi (1982), Ankara.
MCDONALD Kenneth D. (1988) Fascist Fashion:Dress the State and the Clothing Industry in
the Third Reich. PhD, University of California, Riverside.
“Moda Sergisi” (10 Nisan 1933), Hâkimiyeti Milliye.
ÖZER İlbeyi (2006) Osmanlı’dan Cumhuriyete Yaşam ve Moda, Truva Yayını, İstanbul.
SEZER ARIĞ Ayten (2007) Atatürk Türkiyesi’nde Kılık Kıyafette Çağdaşlaşma, Siyasal
Kitabevi Yayını, Ankara.
TANYER Turan (2006) Cumhuriyet Dönemi Ankara’sının Sosyal Hayatından Sahneler,
Vekam Yayını, Ankara.
Y.K (28 Nisan 1934) “Moda ve Sakarya”, Kadro, Sayı:28, s.40-41, Cilt:3,(Tıpkıbasım),
Yayına Hazırlayan: Doç.Dr. Cem Alpar (1980), Ankara İktisadi ve İdari İlimler
Akademisi, Ankara.
.
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=898.
http://mtegm.meb.gov.tr/tarihce_ktogm.asp.
http://www.zubeydehanimkml.k12.tr/okul.
15
Mütareke Dönemi’nde Osmanlı
Hapishanelerinin Durumu
Mücahit ÖZÇELİK
Erciyes Üniversitesi
ÖZÇELİK, Mücahit, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu.
CTAD, Yıl 7, Sayı 14 (Güz 2011), 16-39.
Balkan ve I. Dünya Savaşı yıllarında yeterli kaynağın ayrılamadığı Osmanlı
hapishanelerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 1919 yılında 28.000 kişiye ulaşmıştı ki
bu, o dönemin hapishanelerinin fiziki şartları düşünüldüğünde oldukça yüksek bir
rakamdı. Hapishanelerin savaş döneminde ihmal edilmişliğine çözüm bulmak
amacıyla Mütareke Dönemi’nde İçişleri Bakanlığınca görevlendirilen müfettişler
vasıtasıyla hapishaneler teftiş edilerek eksiklikleri belirlenmeye çalışılmıştır. İtilaf
Devletleri de Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası hapishanelerdeki esirler,
Ermeniler ve Gayrı Müslimlerin serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla hapishaneler
üzerinde bir denetim oluşturmuştur. Bu denetim neticesinde İtilaf Devletleri
temsilcilerince oluşturulan heyetler de Osmanlı hapishanelerini teftiş ederek
eksiklikleriyle ilgili raporlar hazırlamıştır. Gerek hükümet yetkililerince ve gerekse
İtilaf Devletleri teftiş heyetlerince hapishanelerle ilgili hazırlanan bu raporlarda; fiziki
yetersizlik, temizlik sorunu, güvenlik sorunu, düzensizlik, mahkûmların tedavileri,
kayıtların kötü tutulması, beslenme yetersizliği, tutuklu ve hükümlülerin ayrılmaması,
mahkûmların çalıştırılmaması ve yöneticilerin yetersizliği gibi problemlere dikkat
çekilmiştir. Fakat hapishanelerde belirtilen eksikliklerin birçoğu ancak yeni binaların
inşası ile halledilebilirdi ve Mütareke Dönemi’nin ağır şartları bunları sağlamaktan
oldukça uzaktı. Ayrıca hapishane müdürleri ile çalışanlarının yetersizliği ve
vurdumduymazlığı da hapishanelerdeki ortamı bir kat daha kötüleştirmekteydi.
Hapishane teftişleri hapishanelerde bulunan tutuklu sayısının çokluğundan dolayı
yavaş işleyen adalet sistemini de gözler önüne sermiştir.
Anahtar Sözcükler: Mütareke Dönemi, Osmanlı Hapishaneleri, mahkûm ve tutuklu,
İtilaf Devletleri
ÖZÇELİK, Mücahit, The Conditions of Ottoman Prisons in the Armistice Period.
CTAD, Year 7, Issue 14 (Fall 2011), 16-39.
During the years of World War I general negligence of the Ottoman prisons caused
deterioration on health and well-being of the inmates whose number approximately
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
reached 28,000 in 1919. Inspectors were appointed by the Ministry of the Interior in
order to determine and settle the main deficiencies in prisons in the armistice period.
Apart from the governmental authorities inspection councils of the Entente also
dealt with the prison system in order to release the prisoners of war, Armenians and
the non-Muslims. The inspection reports prepared by both sides stressed those
deficiencies such as physical disability, dirtyness, non-security, disorder, medical
treatment of the inmates, registration problems, low quality of nutrition, insufficient
segregation of convicted prisoners and detainees, discouragement of the inmates for
labor and disqualified administrators. Problems derived from overcapacity could have
only been settled through the construction of new facilities. However, the physical
and financial restrictions at the armistice period made that outcome highly
improbable. Furthermore unawareness of either the directors and the staff in prisons
deteriorated the circumstance. Finally, inspection on the situation of the prisons also
revealed cumbersomeness in the justice system due to the overcapacity.
Keywords: Armistice period, Ottoman Prisons, detainees and convicted people, Allied
Powers, inspection
Giriş
Hapis, sanık veya suçlunun yargı kararıyla bir yere kapatılarak hürriyetinin
kısıtlanması anlamında bir hukuk terimidir. Hapis, önceleri suçluyu
cezalandırmaktan ziyade cezası belirleninceye veya infaz edilinceye kadar
suçlunun bir yerde tutulması anlamını taşımaktaydı. İlkçağlardan itibaren bazı
toplumlarla birlikte ilkel denilebilecek nitelikte hapishaneler kullanılmaktaydı.
Hapis, bir ceza olarak öncelikle kilise hukukunca kabul edilmiş olduğundan
Avrupa’daki ilk hapishaneler kilise bünyesinde manastırlarda kurulmuştur. 1
Avrupa’da hukuk ve insan haklarında meydana gelen gelişmelere paralel olarak
hapishane şartları ve mahkûm hakları da gelişmiş 2 ve bugünkü anlamda ilk
hapishane 1596’da Amsterdam’da açılmıştır.3
Osmanlı’da ilk hapis olayı; Yıldırım Bayazid tarafından Germiyanoğlu Yakup
Bey ve adamlarının hapsedilmesi hadisesidir. Osmanlı tarih kaynaklarının verdiği
bilgilere göre padişaha karşı gelen ve siyasi suçlu görülen kişiler hapisle
cezalandırılmaktaydı. Reâyanın hapsedildiğine dair ilk dönem kaynaklarında bir
1 Alev Çakmakoğlu Kuru, Sinop Hapishanesi, Atatürk Yüksek Kurumu Kültür Merkezi Yayını,
Ankara, 2004, s. 12-13.
2 Timur Demirbaş, “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi”, Hapishane Kitabı,
(Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun), Kitapevi, İstanbul, 2010, s. 31-34.
3 Demirbaş, age., s. 13.
17
18
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
bilgi mevcut değildir. 4 Osmanlı Devleti’nin ilk döneminde hapis cezası ve
uygulaması asli ve yaygın bir ceza olarak görülmüyordu. Ağır suçlardan mahkûm
olanlara kürek, prangaya vurma 5 ve kalebendlik gibi cezalar verilmekteydi.
Kalebendlik; mahkûmun Foça, Bodrum, Amasra ve Sinop gibi kalelerde belli
bir süre tutulmasıydı. Osmanlı Dönemi’nde suçluların kapatıldıkları mekânlara
ise zindan, mahbes ve tomruk gibi isimler verilmekteydi. 6
Osmanlı Devleti’nin son dönemine ait belgelerde de suçlunun ve zanlının
hapsedildiği mekân hapishane ve mahbes kelimeleri ile ifade edilmiştir.7 Mahbes
olarak adlandırılan ve haklarında bir hüküm kesinleşmemiş olan suçluların
alıkonulduğu bu mekânlar, hapishane amacıyla inşa edilmiş yapılar olmayıp
hükümet konağının mahzeni veya kale ve saray gibi binaların içerisinde özel
ayrılmış yerlerdi.8
Osmanlı Devleti’nde 19. Yüzyılda batılılaşmanın etkisiyle devlet yönetiminde
yapılan düzenlemelerin adli sisteme de yansıyarak suçluların cezalandırılması
yöntemi olarak hapishanelerin ortaya çıkışının Avrupa’yla eşzamanlı
gerçekleştirildiği söylenebilir.9 Bu süreçte Batı’da olduğu gibi Osmanlılarda da
cezalandırma sisteminde değişiklikler olmuş ve suçluların cezalandırılmasında
zindan ve mahbesten, hapishaneye doğru geçiş başlamıştır.10
Osmanlı Devleti’nde başlangıçta asli ve yaygın bir ceza olarak görülmeyen
hapis cezasının etkin bir cezalandırma yöntemi olarak görülüp ceza ve infaz
hukukunda sağlam bir yer edinmesinde Tanzimat Dönemi’nin 1840-1851-1858
tarihli ceza kanunlarının da önemli payı olmuştur.11 Gerek ihtiyaçlar ve gerekse
Avrupalı devletlerin beklentisi doğrultusunda 1858’den itibaren hapishanelerin
şartlarının düzenlenmesi için de çalışmalara başlanmıştır. 1876 yılından itibaren
ise hapishanelerin modernleştirilmesine daha da hız verilmesinin yanında,
4 Necdet Öztürk, “Osmanlılarda Hapis Olayları (1300-1512)”, Hapishane Kitabı, (Editörler:
Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun), Kitapevi, İstanbul, 2010, s. 101-127.
5 Yasemin Saner, “Osmanlı’nın Yüzyıllarca Süren Cezalandırma ve Korkutma Refleksi
Prangaya Vurma”, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza 18.-20. Yüzyıllar, (Derleyenler: Noemi Levy ve
Alexandre Toumarkıne), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Basım Yılı Yok, s. 163.
6 Ufuk Adak, XIX. Yüzyılın Sonları ve XX. Yüzyılın Başlarında Aydın Vilayeti’ndeki Hapishaneler
(Ege Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), 2006, s. 32-33.
7 Ali Rıza Gönüllü, “Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Isparta Hapishanesi (1867-1920)”,
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 29, (Bahar 2011), s. 351.
8 Mehmet Temel, “XX. Yüzyıl Başlarında Menteşe Sancağı Hapishaneleri”, Selçuk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 26, (Güz 2009), s. 111.
9 Hasan Şen, “Osmanlı’da Hapishane Mefhumu”, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza 18.-20.
Yüzyıllar (Derleyenler: Noemi Levy ve Alexandre Toumarkıne), Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, Basım Yılı Yok, s. 201.
10 Ahmet Çiçen, II. Meşrutiyet Dönemi Cezaevi Islahatı (Afyon Kocatepe Üniversitesi,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 5.
11 Ali Bardakoğlu, “Hapis”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1997, s. 54-64.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
hazırlanan nizamnamelerle hapishanelerde kadınlara da bir bölüm ayrılmaya
başlandı.12
Hapishanelerle ilgili ilk ciddi çalışmalar ise II. Abdülhamit döneminde
planlandı. 13 Bu doğrultuda Osmanlı Devleti’nde 1880 tarihinden itibaren
hapishaneler Adliye Nezaretinden alınarak Dâhiliye Nezaretine bağlanmış ve 20
Mayıs 1880’de 97 maddelik Tevkifhaneler ve Hapishaneler Nizamnamesi
yayımlanarak hapishanelerin statüsü belirlenmiştir. 14 Hapishaneler; tevkifhane,
hapishane, hapishane-i umumi olarak üçe ayrılmış ve her kaza, liva ve vilayet
merkezinde hapishane açılmasına karar verilmiştir.15
Bir taraftan var olan binaların tamiratını gerçekleştiren, diğer taraftan yeni
hapishaneler inşa eden devlet, yeni yapılan hapishanelerin daha modern olması
için de çaba sarf etmiştir. 16 Hapishanelerle ilgili yapılacak düzenlemelerde fiziki
şartların iyileştirilmesi, mahkûmların çalıştırılmaması, mahkûmların beslenme ve
sağlık giderlerinin karşılanması amaçlanıyordu. Ayrıca hapishanelerin
yaygınlaştırılması, her vilayet, liva ve kazada mahalli hapishanelerin yapılması
düşünülüyordu.17 Çünkü hapishane olarak kullanılan mevcut binaların küçük ve
yetersiz olmasından dolayı hapishanelerdeki hükümlü ve tutuklu sayısı
kapasitenin çok üstündeydi. 18 Bu dönemde hapishane sayısının ve
kapasitelerinin yetersizliğinden dolayı hapishanelerde oluşan yoğunluk II.
Abdülhamit’in tahta çıkış yıldönümlerinde ve doğum gününde siyasi, suikast ve
tecavüz gibi suçların dışında cezalarının üçte ikisini tamamlayan mahkûmların
affedilmesiyle azaltılmaya çalışılıyordu. 19 Fakat hapishanelerde görülen
eksikliklere bağlı olarak II. Abdülhamit döneminde planlanan reformların
birçoğu ekonomik ve bürokratik sıkıntılardan dolayı gerçekleştirilememiştir.
Ahmet Şerif muhabir olarak 1909 yılından itibaren Anadolu’da
gerçekleştirdiği gezilerle ilgili Tanin gazetesinde yayımlanan gezi notlarında
Anadolu’nun değişik il ve ilçelerinde gördüğü hapishanelerin neredeyse
12 Ali Karaca, “XIX. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Fahişe Hatunlara Uygulanan Cezalar:
Hapis ve Sürgün”, Hapishane Kitabı, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun),
Kitapevi, İstanbul, 2010, s. 154-156.
13 Saadet Tekin, Sevilay Özkes “Cumhuriyet Öncesi Türkiye’de Hapishane Sorunu”, ÇTTAD,
Cilt VII, Sayı 16-17, (2008/ Bahar-Güz), s. 187-189.
14 Fatmagül Demirel, Adliye Nezareti Kuruluşu ve Faaliyetleri (1876-1914), Boğaziçi Üniversitesi
Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 291.
15 Demirbaş, agm., s. 31-34.
16 Saadet Tekin, “Dr. Polliç Bey’in 1918 Tarihli Raporuna Göre Berlin ve Aydın Vilayeti
Hapishanelerine Genel Bir Bakış”, OTAM, Sayı 24, (2008), s. 207-208.
17 Tekin, Özkes, agm., s. 187-189.
18 Gönüllü, agm., s. 387-389.
19 Fatmagül Demirel, “Osmanlı Adliye Teşkilatında Yaşanan Sorunların Hapishanelere
Yansıması (1876-1909), Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza 18.-20. Yüzyıllar, (Derleyenler: Noemi Levy
ve Alexandre Toumarkıne), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Basım Yılı Yok, s. 190-194.
19
20
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
tamamının; rutubetli, pis, havasız, ışıksız, sağlıksız ve dar yerler olduğunu ifade
etmiştir.20 Bu durum hapishanelerle ilgili köklü çalışmaların yapılması gerektiğini
göstermekteydi.
II. Meşrutiyet Dönemi’nde yönetime gelen İttihat ve Terakki hükümetleri ise
hapishanelerle ilgili sıkıntılara köklü çözüm üretmek istiyordu. Bu amaçla 1911
yılında Dâhiliye Nezaretine bağlı olarak Hapishaneler Müdüriyeti Umûmiyesi
kurulmuş ve 18 Ocak 1912 tarihinde hapishanelerle ilgili ayrıntılı bir durum
tespiti çalışması yapılarak, toplanan bilgiler ışığında hapishanelerin ıslahı için 4
Nisan 1912’de reform çalışmaları başlatılmıştır. 21 İttihat ve Terakki
yönetimlerince 1912, 1914 ve 1917 yıllarında yapılan bu ıslah çalışmalarında tüm
hapishane ve ıslah evlerinin tek tip bir mimari plan dâhilinde iyileştirilmesi ve
yenilenmesi, bahçeli hapishaneler inşa edilmesi, sağlık koşullarının modern
esaslara göre yeniden düzenlenmesi gibi hedefler belirlenmiştir. 22 Fakat II.
Meşrutiyet döneminde de yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlar 23 ile
Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı koşullarında hapishanelerin ıslahı için
gerekli kaynak ve zaman ayırmaya imkân bulunamamıştır.24
İttihatçılar döneminde merkeziyetçi yapısını ve gücünü devam ettirmek
isteyen devlet anlayışından dolayı imkânsızlıklara rağmen hapishaneler konusu
kuşkusuz önemli bir yer oluşturmaktaydı. Bundan dolayı savaş şartlarına rağmen
hükümet, Birinci Dünya Savaşı yıllarında psikiyatri alanında tıp eğitimi almış ve
hapishane müdürlüğü yapmış olan Alman Doktor Paul Pollitz’i Hapishaneler
Umum Müfettişi olarak görevlendirmiştir. Paul Pollitz Anadolu’daki
hapishaneleri 1917-1918 yıllarında teftiş ederek hapishaneler konusunda
yapılacak düzenlemeler için raporlar hazırlamıştır. 25 Bu raporlar çerçevesinde
Almanya’dan alınan borçla 1917’de büyük merkezlerde numune hapishaneler
inşasına başlanmışsa da bunların inşası Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda bile
tam olarak bitirilememiştir. 26
20 Ahmet Ali Gazel, “Tanin Muhabiri Ahmet Şerif Bey’in Notlarında Osmanlı
Hapishaneleri”, Hapishane Kitabı, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun), Kitapevi,
İstanbul, 2010, s. 143-151.
21 Kent Schull, “Tutuklu Sayımı: Jön Türklerin Sistematik Bir şekilde Hapishane İstatistikleri
Toplama Çalışmaları ve Bunların 1911-1918 Hapishane Reformu Üzerine Etkileri”, Osmanlı’da
Asayiş, Suç ve Ceza 18.-20. Yüzyıllar, (Derleyenler: Noemi Levy ve Alexandre Toumarkıne), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Basım Yılı Yok, s. 212-238.
22 Temel, agm., s. 113.
23 Tekin, Özkes, agm., s. 187-189.
24 Temel, agm., s. 113.
25 Yasemin Saner Gönen, “Osmanlı İmparatorluğunda Hapishaneleri İyileştirme Girişimi”,
Hapishane Kitabı, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun), Kitapevi, İstanbul, 2010,
s. 174-177.
26 Adak, age., s. 20.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
1919 yılında Osmanlı Devleti hapishanelerinde bulunan mahkûm ve tutuklu
sayısı aşağıdaki tabloda belirtildiği şekliyle toplam 28.000 kişiye ulaşmıştı ki bu, o
dönemin hapishanelerinin fiziki şartları düşünüldüğünde oldukça fazla bir
sayıydı. Hapishanelerde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısının fazlalığı;
bütçeden ayrılan ödeneklerin ve bu kişilere sunulan imkânların yetersiz
kalmasına neden olmaktaydı.
TOPLAM
VİLAYET
MAHKÛM
TUTUKLU
SAYI
İstanbul Vilayeti
550
350
900
Edirne Vilayeti
600
420
1020
Adana Vilayeti
750
755
1505
Ankara Vilayeti
930
820
1750
Aydın Vilayeti
1850
1430
3280
Erzurum Vilayeti
350
280
630
Bitlis Vilayeti
450
480
930
Hüdavendigar Vilayeti
1050
630
1680
Diyarbakır Vilayeti
750
725
1475
Sivas Vilayeti
880
1055
1935
Trabzon Vilayeti
300
400
700
Kastamonu Vilayeti
1250
630
1880
Konya Vilayeti
950
650
1600
Mamuratül-Aziz Vilayeti
550
300
850
Van Vilayeti
300
350
650
Erzincan Sancağı
50
150
200
Urfa Sancağı
200
150
350
İzmit Sancağı
255
155
410
İçel Sancağı
90
100
190
Eskişehir Sancağı
220
165
385
Bursa Sancağı
650
260
910
21
22
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Teke Sancağı
220
230
450
Canik Sancağı
50
160
210
Çatalca Sancağı
60
55
115
Karesi Sancağı
650
220
870
Kala-i Sultani Sancağı
130
220
350
Kayseri Sancağı
230
140
370
Afyonkarahisar Sancağı
210
150
360
Kütahya Sancağı
300
350
650
Menteşe Sancağı
350
120
470
Bergama Sancağı
210
220
430
Niğde Sancağı
240
350
590
15625
12470
2809527
TOPLAM
Mondros Ateşkes Antlaşması Sonrasında Hapishaneler
Mondros Mütarekesi’nin 4. maddesi gereği, İtilaf Devletleri’ne mensup savaş
esirleri ve Ermenilerden tutuklu ve hapis olanların da tahliye edilmeleri
gerekiyordu. 28 Bundan dolayı hapishanelerde tutuklu bulunan İtilaf Devletleri
vatandaşları, suçları ne olursa olsun, Mondros Ateşkes Antlaşması gereği serbest
bırakılmıştı.29 Bu gelişmeden sonra İtilaf Devletleri için Mondros’un 4. maddesi
Osmanlı yönetimi üzerinde siyasi nüfuz kurmayı amaçlayan bir maddeye
dönüşmüştü. 30 Madde askeri nitelikli gibi gözükse de İngiliz Yüksek
Komiserliği’nin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale etmek için kullandığı
bir araç haline gelmişti.
Mondros Ateşkesi sonrası esirler ve Ermeniler serbest bırakılmasına rağmen
İtilaf Devletleri fevkalade komiserleri, 12 Ağustos 1919’da yaptıkları toplantıda,
Mütareke Komisyonu üyelerince hapishanelerin teftiş edilmesine karar
vermişlerdir.
Tekin Özkes, agm., s. 192.
BOA. HR. SYS. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Nezareti Siyasi Kısım, Dosya No:2232
Gömlek No:43.
29 BOA. DH. ŞRF. (Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemi Belgeleri) Dosya No:96 Gömlek No:152.
30 Selçuk Ural, “İtilaf ve Ermeni Esirlerin İadesi Meselesi”, Atatürk Dergisi, C III, Say 3, (Ocak
2003), s. 154.
27
28
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
Hapishanelerin İtilaf Devletleri temsilcileri tarafından teftiş edileceğinin
anlaşılmasından sonra Osmanlı hükümeti tarafından değişik illere yazılan
yazılarla görevliler bu durumdan haberdar edilerek özellikle sağlık koşullarına
olabildiğince dikkat edilmesi ve böylece herhangi bir eleştiriye ve itiraza meydan
bırakılmaması istenmiştir. Bu teftişlerde İtilaf Devletleri heyetine Hapishaneler
İdare-i Umumiye Mümeyyizi Bekir Bey’in refakat etmesi kararlaştırılmıştır.
Mütareke Komisyonunca da hapishaneleri teftiş etmek üzere muhtelif bir
komisyon oluşturulmuş ve bu komisyon üzerinden İstanbul başta olmak üzere
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çoğu hapishaneye müdahale edilmiştir. 31
Böylelikle Osmanlı hapishaneleri de Anadolu ve Trakya’da dolaşan İtilaf kontrol
subaylarının sorumluluk alanına girmiştir.32Bunun sonucunda da İtilaf Devletleri
temsilcileri Osmanlı hapishanelerine istedikleri gibi müdahalede bulunarak
değişik suçlardan dolayı hüküm giymiş kişileri de serbest bırakmışlardır.33 İtilâf
Devletleri subaylarının istedikleri kişileri hapishanelerden serbest bıraktırmaları
ve yöneticilere karşı saygısız davranışlarından dolayı çok sayıda hapishane
müdürü ise istifa talebinde bulunmuştur.34
Hapishanelerde Asayiş Sorunu ve Firar Hadiselerinin Önlenmesi İçin
Yapılması Gerekenler
Mütareke Dönemi’nin siyasi belirsizliği içerisinde hapishanelerdeki en
önemli problemlerden birisi firar hadiseleriydi. Dâhiliye Nezareti, gerekli
tedbirleri alarak firar hadiselerini önlemek amacıyla müfettişler
görevlendirmekte ve hapishane yetkililerinin görüşlerine başvurmaktaydı.
İstanbul’daki Hapishane-i Umumide meydana gelen firar hadiselerinin
artması üzerine hapishanenin muhafaza ve inzibat işleri hakkında bir rapor
hazırlanmış ve Hapishaneler Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu raporda
hapishane binalarının genel olarak güvenliği sağlamaya yeterli olduğu fakat
gerçekleşen firar hadiselerinin güvenliği sağlayan jandarma ve gardiyanların
yeterli sayıda ve nitelikli kişilerden oluşmamasından kaynaklandığı ifade
edilmiştir. Özellikle gardiyan maaşının artırılarak nitelikli kişilerin bu işi
31 Tülay Alim Baran, “Mütareke Döneminde İtilaf Devletlerinin Hapishaneler Üzerindeki
Denetimi”, Belleten, C LXXII, Sayı 263, Nisan 2008, s. 160-161.
32 Mustafa Budak, “Mütareke Döneminde İtilaf Devletleri’nin Müdahaleleri”, İlmi
Araştırmalar, Sayı 5, 1997, s. 96-97.
33 BOA. DH. EUM. AYŞ. ( Dâhiliye Nezareti Asayiş Kalemi Belgeleri) Dosya No:7 Gömlek
No:122.
34 Mehmet Okur, “İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki Faaliyetleri, Osmanlı Hükümetleri
Üzerindeki Etkileri ve Hükümetlerin Tutumu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı: 57, Cilt:
XIX, Kasım 2003, s. 1138.
23
24
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
yapmasının sağlanmasıyla hapishanelerdeki firar hadiselerinin önlenebileceği
çözüm yolu olarak gösterilmekteydi.35
Jandarma, günümüzde olduğu gibi o dönemde de hapishanelerin dış
güvenliğini sağladığı için, Merkez Jandarma Komutanlığı da Dersaadet Hapishane-i
Umumisi hakkında, güvenliği sağlayan nöbetçilerin eksikleriyle ilgili bir rapor
hazırlamıştır.
Bu raporda: Firar hadiselerinin engellenmesi için çözüm önerileri olarak,
jandarmaların daha rahat nöbet tutması amacıyla nöbet tutulan baraka ve
kulübelerin noksan olan kapı ve pencere camlarının takılması, üstlerindeki
çinkoların ve kiremitlerin aktarılması suretiyle tamir edilmesi ve çürümüş olan
ahşap merdiven ve çerçevelerin tamir edilmesi gerektiği sıralanmıştır.36 Tamamı
nöbetçilerin nöbet yerleriyle ilgili olan bu isteklerin kış mevsiminden dolayı
güvenlik açısından ayrı bir önem arz ettiği de raporda dile getirilmiştir.
Hapishanelerde düzen ve asayişin sağlanması için Hapishaneler ve Tevkifhaneler
Müdüriyeti Umûmiyesi tarafından Kavanin ve Nizamat Kalemi mümeyyizlerine
hazırlattırılan 28 Mart 1920 tarihli raporda ise hapishanelerin güvenliği ile ilgili
şu hususlara dikkat çekilmektedir:
1- Hapishane içerisinde mahkûmların hükümet tarafından verilen karyola ve
battaniye dışında eşya bulundurmasına müsaade edilmemesi gerekir.
2- Koğuşlarda adeta mikrop yuvası haline gelmiş eşyaların sökülüp
kaldırılması icap etmektedir. Koğuşlar bu suretle temizleneceği gibi inzibat işleri
de kolaylıkla sağlanacaktır.
3- Mevcudun fazlalığı, koğuşların kalabalık olması, kontrolü ve yoklamayı
tam olarak yapmayı engellemektedir. Büyük koğuşların bölünmesi ve koğuşların
gündüz vaktinde de elektrik ile aydınlatılması gerekmektedir.
4- Hapishanelerin zemin katları kullanılmamaktadır. Buralar elektrikle
aydınlatılıp tamir edilerek yemekhane ve kışın da teneffüshane olarak
kullanılabilir.
5- Yeme, yatma, çamaşır yıkama, teneffüs yapma, ibadet yapma, ders okuma,
atölyelerde çalışma, abdesthaneleri ve koğuşları temizleme, yatakları yapma gibi
hapishanedeki herkesin yapması gereken işlerin tanzim edilmesi zorunlu olduğu
gibi bunların ciddi bir surette tatbik olunması için müdüriyete kesin emir
verilmesi gerekmektedir.
35 BOA.
DH. MB. HPS. (Dâhiliye Nezareti Mebânî-i Emîriye ve Hapishaneler Müdüriyeti Belgeleri)
Dosya No: 161, Gömlek No: 35.
36 BOA. DH. MB. HPS. M… (Dâhiliye Nezareti Mebânî-i Emîriye ve Hapishaneler Müdüriyeti
Müteferrik) Dosya No: 51, Gömlek No: 44.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
6- Hapishanede kurulan atölyelerde eksik aletlerin bulunması ve bunlardan
bozuk olanların tamir edilerek mahkûmların buralarda çalıştırılması düzenin
sağlanması adına önemlidir.
7- Suç oranlarında meydana gelen artıştan dolayı mahkûmlar için yer
sıkıntısının çözülebilmesi amacıyla hapishanelerdeki imkânların genişletilmesi ve
hapishaneler arasında nakil yapılması gerekmektedir.
8- Bayan hapishanesindeki mevcut mahkûm kadınlar hiçbir işle
uğraşmamaktadırlar. Kadın mahkûmların dikiş dikmek ve çamaşır yıkamak gibi
işlerde istihdam edilmesi hapishanelerin yararına olacaktır.
9- Kundura atölyesi ve terzihane gibi atölyelerden istifade için taşradaki
hapishanelerde uzun müddet mahkûmiyet cezası almış sanat erbabının buraya
nakli ve buradan sabıkalılar arasından hapishanenin nizam ve intizamını ihlal
edenlerin bunlara karşılık taşraya gönderilmeleri hem asayişi temin ve hem de
mahkûmlardan yararlanılması adına önemlidir.
10- Gerek ceza kanunnamesinde ve gerekse hapishaneler nizamnamesinde
mahkûmlardan ahlaken düzelenlerin affedileceği belirtilse de, bununla ilgili bir
kanuni düzenleme olmadığı için, keyfi uygulamalara neden olmaktadır. Bu
hususta keyfiliği önleyecek bir sistem belirlenmesi gereklidir. 37
Bu rapordan da anlaşılacağı üzere hapishanelerde kapasitenin çok üstünde
mahkûm bulunması ve fiziki şartların yetersizliğinin yanında denetimsizlik
sonucu hapishanelerin nizamnameye uygun olmayan bir şekilde idare edilmesi
düzen ve asayişle ilgili ciddi sorunlar doğurmaktaydı.
Teftiş heyetlerinin haricinde Mütareke Dönemi’nde Hapishane-i Umumi
Müdüriyetince de hapishanenin eksiklikleri ve yapılması gerekenlerle ilgili bir rapor
hazırlanmıştır. Dâhiliye Nezaretine sunulan bu raporda hapishanelerdeki asayiş
ve güvenlik problemleri öncelikli olarak personel yetersizliğine bağlanmış ve
acilen gardiyan ve hasta bakıcı sayısının artırılması gerektiği belirtilmiştir.
Personel ihtiyacının karşılanması adına henüz faaliyette olmayan Üsküdar
Tevkifhanesinde görevli personelin Hapishane-i Umumiye Müdüriyeti emrine
verilmesi teklif edilmiştir. Ayrıca hapishanede suça meyilli bazı kişilerin tecrit
edilmesi için özel yerler hazırlanması gerektiği de dile getirilmiştir. 38 Osmanlı
hapishanelerinde en önemli güvenlik sorunlarından biri de içeriye sokulan silah
ve aletlerdi. Gizlice içeriye sokulan silah ve çakı gibi aletler hapishanelerde iç
güvenliğin tam sağlanamamasına yol açmaktaydı.39
Fakat hapishane olarak kullanılan binaların başka amaçlarla inşa edilmiş
olmasından dolayı fiziki şartlarının güvenliği sağlama konusunda yetersiz
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 42 Gömlek No: 10.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 50 Gömlek No: 74.
39 BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 46 Gömlek No: 79.
37
38
25
26
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
kalması ve bu yapıların eski olmalarına bir de personelin ihmalleri eklenince40
Osmanlı hapishanelerinde sıkça görülen firar hadiselerinin önlenmesi oldukça
zor görünüyordu.
İstanbul Hapishanelerinin Durumu
Birinci Dünya Savaşı’nın ağır şartları hapishanelerin durumunu daha da
kötüleştirdiği için mütareke döneminde hapishanelerde yaşanan sıkıntılar
Osmanlı devlet adamlarının ve İtilaf Devletleri temsilcilerinin dikkatini
çekmekteydi. Mütareke Dönemi’nde İngiliz subaylarından Doktor Miralay
Johnson ve Doktor Zeki Bey’in yaptığı teftişler neticesinde hapishanelerin
sağlıksız şartlarının düzeltilmesinin Dâhiliye Nezaretinden istenmesine rağmen
bir gelişme olmadığı görülmüştür. 41 Hapishane ihtiyacının en fazla olduğu il
şüphesiz ki devletin merkezi İstanbul’du. İstanbul’da Hapishane-i Umumi’deki
hükümlü ve tutuklu sayısının artması üzerine merkez hapishanesine ek olarak
Üsküdar ve İshak Paşa Tevkifhaneleri yapılarak çözüm bulunmaya çalışılmıştı.
Müttefik Kuvvetler de İstanbul’da bulunan Osmanlı hapishanelerinin
yanında kendi polis kuvvetlerinin kontrolünde değişik semtlerde altı tane
hapishane açarak işgal yılları süresince kullanmışlardır. Bunlardan Duyunu-u
Umumiye yanında bulunan hapishane Müttefik Devletler tarafından ortak
kullanılmaktaydı.42
İshak Paşa Tevkifhanesi
1921 yılına gelindiğinde yeni inşa edilmiş olan İshak Paşa Tevkifhanesinin lağım
çalışması hâlâ yapılmamış olduğundan sağlıksız bir durumdaydı. Kış
münasebetiyle problem gözükmüyorsa da ileride ciddi sağlık sorunlarına yol
açabileceğinden lağım çalışmasının acilen tamamlanması gerekmekteydi.
Abdesthaneler, elektrik ve su sistemi, döşemeler, merdivenler, mutfak ve su
deposu gibi çalışmalar da tamamlanmamıştı. Daha önce askeri birliklerin
kullandığı bu mekânın camları kırık ve hamamı da kullanılamayacak haldeydi.
Tevkifhanenin ciddi güvenlik problemleri vardı ve kuyuları mevcut
olmadığından inzibat temin olunamıyordu. Tutukluların hepsinin aynı anda
girişe hücum etmeleri halinde firarları muhakkaktı.43
40 Ali Rıza Gönüllü, “20. Yüzyılın Başında Alanya Hapishanesi”, Ed: Emine Gürsoy Naskali,
Hilal Oytun Altun, Babil Yayınları, İstanbul, 2006, Zindanlar ve Mahkûmlar, s. 58-64.
41Ebubekir Sofuoğlu, “Osmanlı Hapishanesinde Islah ve Firar Teşebbüsleri”, Hapishane Kitabı,
(Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun), Kitapevi, İstanbul, 2010, s. 166-167.
42 Mümin Yıldıztaş, Mütareke Döneminde Suç Unsurları ve İstanbul Hapishaneleri, (İstanbul
Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi), 1997, s. 87.
43 BOA. DH. MB. HPS. Dosya No:130 Gömlek No:71.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
Üsküdar Tevkifhanesi
Üsküdar Tevkifhanesi savaş sırasında askeri birliklerce kullanılmıştı ve harap
bir durumdaydı. Lağım şebekesi yapılmamış olduğundan sağlıksız bir haldeydi.
Mutfak, çatı, elektrik sistemi gibi ciddi eksikleri vardı. Hapishane inşaatının
tamamlanmamış
olması
güvenlik
zafiyeti
oluşturacağından
diğer
hapishanelerden Üsküdar Hapishanesine tutuklu nakli yapılamamaktaydı. Askeri
işgalden dolayı meydana gelen hasarlar tamir edilmediği sürece de kullanılması
mümkün değildi.44 İtilaf Kuvvetleri Komisyonu tarafından İstanbul’daki diğer
hapishanelerdeki yoğunluktan dolayı inşaatının bir an önce bitirilmesi istenen
Üsküdar Tevkifhanesinin tamamlanmasından sonra işgal kuvvetlerince askeri
kışla olarak kullanılması ise İstanbul’daki hapishaneler sorununu iyice içinden
çıkılmaz bir hale sürüklemiştir.45
Hapishane-i Umumi
Sultanahmet’te bulunan eski İbrahim Paşa Sarayı Hapishane-i Umumiye ismiyle
İstanbul’un en büyük hapishanesi olarak hizmet vermekteydi. Hapishanede 250
ve 500 kişilik olmak üzere iki koğuş vardı. Ayrıca “Karadelik” denen güneş
görmeyen özel bölümler ve sıbyan koğuşu bulunmaktaydı. 46 Hapishane-i
Umumi binası eski bir yapı olması ve hapishane olarak inşa edilmemesinden
dolayı sürekli tamirattan geçiriliyordu. Tutuklu ve hükümlülerin birçoğu yataksız
ve elbisesizdi. Hapishanenin hastanesinde ilaç bulunmamaktaydı. Memurlar da
maaş alamadıklarından vazifelerini tam yapmıyordu.47 Hapishane-i Umumideki
en büyük problemlerden birisi personel eksikliği idi. Hapishane idari odalarında
kâtip ve odacı sıfatıyla mahkûm ve tutuklu çalıştırılması kanuna uygun olmadığı
için bundan vazgeçilmesi gerektiği teftiş raporlarında sıkça belirtilmekteydi.48
İstanbul’da bulunan Hapishane-i Umumideki bu sıkıntıların kamuoyunda
sık sık gündeme gelmesi, mülkiye müfettişleri tarafından sürekli teftiş edilmesine
neden olmaktaydı. Bu teftişler neticesinde yazılan raporlarda belirtilen
eksikliklerden yapılması mümkün olanlar imkân dâhilinde kanunlara ve
mevzuata uygun olarak yerine getirilmeye çalışılmaktaydı. 49 Fakat birçoğunun
yapılması Mütareke Dönemi şartlarında mümkün görünmüyordu.
44
45
BOA. DH. MB. HPS. Dosya No: 130, Gömlek No: 71.
Mümin Yıldıztaş, Yaralı Payitaht İstanbul’un İşgali, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 208-
209.
Yıldıztaş, age., s. 201-204.
BOA. DH. MB. HPS. Dosya No: 130, Gömlek No: 71.
48 BOA. DH.MB.HPS.M.. Dosya No: 38, Gömlek No: 43.
49 BOA. DH. HMŞ. (Dâhiliye Nezareti Hukuk Müşavirliği Belgeleri) Dosya No: 5, Gömlek No:
12-5.
46
47
27
28
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
İstanbul Hapishanelerinin Umumi Teftişi
Nizamname gereği Osmanlı hapishanelerinin, kanuna aykırı hapsedilmiş kişi
olup olmadığı, idari yapısı, defter kayıtları, sağlık ve hijyen koşulları gibi
yönleriyle adliye müfettişleri tarafından denetlenmesi gerekiyordu.50 Fakat savaş
şartlarında bunun düzenli bir şekilde yapılması mümkün olmamıştı.
Hapishanelerle ilgili sıkıntıların ve şikâyetlerin artması üzerine savaş sonrası
dönemde İstanbul’daki hapishanelerle ilgili olarak en kapsamlı teftiş Ocak
1919’da Jandarma Kumandanı, Sıhhiye Müdürü, Bayındırlık Başmühendisi ve
Mektubi Mümeyyizi Sadri Beyler tarafından yapılmıştır. Bu teftiş komisyonu
İstanbul’daki hapishaneleri dolaşarak eksiklikleri ve sıkıntıları ayrıntılı bir şekilde
rapor haline getirmişlerdir. Bu rapora göre İstanbul hapishanelerinin eksikleri şu
şekilde belirlenmiştir:
a- Koğuşlar
Hapishanede koğuşlar karanlık ve rutubet içerisindedir. Burada mahkûmlar
bir mezar karanlığı içinde havasız, ışıksız ve kahredici bir ortamda hayatını
geçirmektedir. Altlarında bir hasır parçası bile mevcut değildir. Katil ve cani de
olsalar bunlar da insandır. Bu sefalethanede değil insanların, baykuşların bile
barınması mümkün değildir.
b- Dershaneler
Dershane kapalı olup terk edilmiş bir haldedir. Burası mahkûmların terbiyesi
adına kullanılmalıdır.
c- İmalathaneler
Hapishanede terzihane, kundurahane, marangozhane gibi muayyen
imalathaneler vardır. Fakat bunların asıl maksadına uygun kullanılmadığı
görülmektedir.
d- Memurlar Hakkında Takibat
Hapishanedeki olumsuz gelişmelerde ve firarlarda ihmalleri görülen
memurlar için açılan soruşturmaların uzun süre neticelenmemesi memurların bu
tür ihmalleri tekrarlamalarına neden olduğundan soruşturmalar hızlıca
tamamlanıp sorumluları cezalandırılmalıdır. Suçu görülen memurlara sadece
meslekten men cezası verilmeyip haklarında kanuni soruşturma da açılmalıdır.
e- Muhâberat ve Muâmelat
Hapishaneler, valiliğin bir şubesi oldukları için yapılacak tüm muamele ve
haberleşmelerde valiliğe müracaat edilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı
hapishanelerin başka makam ve müdüriyetlerle haberleşmesi ve onlardan emir
alması söz konusu olamaz. Fakat hapishane idaresinin doğrudan başka
kurumlarla haberleştiği ve hatta onların emirlerini yerine getirdiği görülmüştür.
50
Demirel, age., s. 295.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
f- Defter Kayıtları
Mevcut defterler ihtiyaca cevap veremeyeceğinden dolayı iptal olunmalıdır.
Usul ve nizama muvafık olarak hapishaneye ne alınmış ve ne sarf edilmiş ise
açık bir surette yeni tutulacak defterlere kaydedilmesi gerekmektedir.
g- Dışarı Çıkan Mahkûmlar
Mahkûmların dışarı çıkışının önünü almak zor bir meseledir. Bir kere bu
hareket hapishane müdürlerinin emirleri ve arzularıyla icra edilebilir. Ama şu an
gardiyanlar istedikleri mahkûmları hapishane müdürünün malumatı olmaksızın
dışarı bırakabiliyorlar. Bundan dolayı hapishane mevcudu değişik zamanlarda,
müdürler tarafından yoklama alınarak kontrol edilmelidir. Müdürlerin de bu
hususta ihmalkâr davranmalarına meydan vermemek için hapishanenin ansızın
ve farklı zamanlarda vilayetçe teftiş ettirilmesi gerekmektedir.
h- Ekmek ve Yemek
Koğuşlarda kapıcılık ve meydancılık gibi hizmetlere ayrılmış olanlara
istihkaklarından fazla ekmek ve yiyecek verildiğinden bu durum mahkûmlar
arasında rekabete ve düşmanlığa neden olmaktadır. Mahkûmların hepsine aynı
cins ve aynı oranda yemek verilmesiyle adaletin sağlanarak mahkûmlar
arasındaki problemlerin önlenmesi gerekir.
j- İhbarlar
Hapishanenin işleyişi ile ilgili yapılan ihbarların çoğunu önceden
hapishanede bulunmuş kişilerin, hapishaneden müteahhitlik yaparak menfaat
sağlamakta iken sonradan işlerine son verilenlerin veya hapishane ile alakaları
kesilmiş kimselerin yaptığı görülmektedir. Bu tür şikâyetler müfettişleri,
müdürleri ve memurları aşırı derecede meşgul etmektedir.
k- Maaşlar
Hayat pahalılığından dolayı hapishane çalışanlarının maaşları geçinmelerine
yetmediğinden bu kişilerin maaşları artırılmalıdır. Özellikle şu anki maaşla işini
hakkıyla yapacak gardiyan bulmak çok zordur.
l- Firar Vukuatı
Hapishanelerin fiziki şartlarının olumsuz olmasından dolayı insanın
yaşayamayacağı kadar kötü yerlerde kalan ve bir işle meşgul edilmeyen
mahkûmlar arasında firar hadiseleri olmaktadır. Mahkûmlar hapishanede
terzihane, kundurahane, marangozhane gibi imalathanelerde çalıştırılırsa para
kazanarak daha iyi bir yaşam sürerler ve para tedariki için firar teşebbüsünde
bulunmazlar. Hapishanede mahkûmlardan bazıları kapıcılık gibi önemli bir işte
görevlendirilmekte ki bu durum hapishaneye istenmeyen şeylerin sokulmasına
ve firar hadiselerine neden olduğundan engellenmelidir.
Teftiş heyetinin, devlet yönetim merkezi olan ve her an göz önünde olan
İstanbul hapishaneleri ile ilgili bu ayrıntılı raporu hapishanelerdeki personel
29
30
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
eksikliğini, disiplin problemini, olumsuz yaşam koşullarını, idari boşluğu ve
mahkûmların sağlık sorunlarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktaydı.
Teftiş heyeti hapishane ve tevkifhanelerin durumunu gösteren bu ayrıntılı
teftiş raporunun haricinde İstanbul Valiliğinin hapishanelerde acil yapması
gerekli olan düzenlemeleri şu şekilde sıralamıştır:
1- Hapishaneler tamirattan geçirilse bile ne idare, ne inzibat, ne sıhhat ve ne
de insaniyet açısından kullanılmaya uygun olmadığından hapishane ve
tevkifhanelerin inşası bitinceye kadar şehir dışındaki kışlalardan birinin
hapishane olarak tahsis edilmesi gereklidir.
2- Halen tutuklu ve hükümlülerden pek çoğu iyi beslenemediklerinden
dolayı kansızlık hastalığına yakalanmışlardır. Bunların hapishaneler
nizamnamesine uygun olarak iaşelerinin sağlanması gerekmektedir.
3- Hapishaneye düzenli olarak sabun gönderilmesi ve hapishanedeki
hamamın haftada birkaç gün yaktırılarak tutuklu ve hükümlülerin
temizlenmelerinin sağlanması gereklidir. Ayrıca bunlara çamaşır, elbise ve
ayakkabı temin edilmelidir.
4- Hapishane-i Umumideki perişan vaziyetteki hastanenin daha iyi bir yere
taşınarak kullanılabilir hale getirilmesi gerekir.
5- Mahkûm ve tutuklular tahtalar üzerinde yatmakta olduklarından büyük bir
kısmı hastalanmaktadırlar. Bunların yatmaları için altlarına ot minder
ayarlanması gerekmektedir.
6- Tevkifhane pek harap bir haldedir. Üstteki bazı koğuşların ansızın çökme
ihtimali olduğundan bunların derhal başka bir yere nakledilmesi gerekir.
7- Gerek hapishane ve gerek tevkifhanede iç güvenliğin sağlanması ve duvar
delmek gibi vakaların önlenmesi için her koğuşa, mahkûmlardan seçilmemiş
olmak koşuluyla, iki gardiyan düşecek şekilde gardiyan sayısının artırılması
gerekir.
8- Gardiyanların mahkûmlara karşı nüfuzlu olabilmeleri ve emirlerini
yaptırabilmeleri için mahkûmlardan hiçbir suretle istifade beklememeleri
lazımdır. Bunun için maaşlarının artırılması gerekir.
9- Tutuklu ve hükümlülerden mahkemelere götürülenlerin yollarda
firarlarının önlenmesi için acilen uygun iki araba ayarlanması şarttır. Böylece
tutukluların elleri kelepçeli olarak insanların bakışları arasında yürüyerek sevk
edilmeleri gibi çirkin görüntüler de önlenmiş olur.
10- Gerek hapishanede ve gerek tevkifhanede yakacak pek noksandır.
Sadece kömür vardır. Kömürün zehirlenmelere yol açması ve az miktarda
bulunmasından dolayı koğuşlara odun ve sac soba verilmelidir. 51
51
BOA. MB. HPS. M., Dosya No: 39, Gömlek No: 15.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
Gerek teftiş raporları ve gerekse teftiş heyeti tarafından valilikten yapılması
istenen bu düzenlemeler İstanbul’da Mütareke Dönemi hapishanelerinin her
yönüyle ihmal edilmişliğini açıkça ortaya koymaktaydı. Bu raporlar
hapishanelerin insani olmayan yaşam koşullarını ve perişan halini göstermesi
adına da son derece önemlidir.
Yine farklı bir zamanda yapılan teftişte Müfettiş İydo ve Hasan Hüseyin
Beyler tarafından da İstanbul’daki hapishanelerde yapılan tetkikler neticesinde
Hapishane-i Umumide yapılması gereken bazı işlerin yapılmadığı,
mahkûmlardan toplanmakta olan paraların ve hapishanenin hesaplarının
muhasebe usullerine aykırı tutulduğu, terzihane ve marangozhanede üretilen
mamuller hakkında bir kayıt tutulmadığı belirtilmiştir. Raporda ayrıca
hastanenin kayıtları ve işleyişiyle ilgili problemler ve tutukluların durumlarıyla
ilgili sıkıntılarda dile getirilmiştir. Aynı problemlerin daha önceki teftiş
raporlarında da ayrıntısıyla dile getirilmesi sorunların giderilemediğini
göstermekteydi.52
İtilaf Devletleri Heyeti’nin Anadolu’daki Bazı Hapishanelerle İlgili
İzlenimleri
Mondros sonrası İtilaf Devletleri esirleri ve Ermenilerin serbest bırakılması
bahanesiyle Osmanlı hapishanelerine müdahale etmek isteyen İtilaf Devletleri
fevkalade komiserleri, 12 Ağustos 1919’da hapishanelerin mütareke komisyonu
tarafından teftiş edilmesine karar vermişlerdi.
Bu karar doğrultusunda harekete geçen mütareke komisyonunun 8 Aralık
1919 tarihli notasına binaen oluşturulan Üç İtilaf Subayı; Fransız Jandarma
Yüzbaşı du Lattay, İngiliz Yüzbaşısı A.J. Wilson, İtalyan Raimondi ve Bekir
Bey’den oluşan heyet Anadolu’daki on üç hapishaneyi teftiş ederek bir rapor
hazırlamışlardır.
İtilaf heyetinin Anadolu’da gezdikleri hapishanelerle ilgili hazırladıkları bu
raporlar Mütareke Dönemi’nde taşra hapishanelerinin içinde bulunduğu
durumu ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktaydı. Heyetin incelemede bulunduğu
ve durumlarını ayrıntılı olarak belirttikleri hapishaneler şunlardır:
1-Bursa
12 Aralık 1919 tarihinde Bursa Hapishanesinde 471 mahpus vardır. Bunların
335’i tutuklu, 129’u mahkûmdur. Bunlar tevkifhanede, tevkifhane-i umumide,
kadınlar hapishanesinde ve inşa edilmekte olan binalarda bulunmaktadır.
Hastanede ise 9 erkek ve 1 kadın mahpus bulunuyordu. On metre kareye bir
kişi hesap edilirse Bursa Hapishanesinde 150 kişiden fazla mahkûm bulunması
sıhhat açısından uygun değildir. Fakat mevcuda bakıldığında hapishanedeki
52
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 48, Gömlek No: 2.
31
32
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
sayının çok fazla olduğu görülmektedir. Hapishanedeki sıkışıklığın önlenmesi
için inşa edilmekte olan binanın bir an evvel bitirilmesi gerekmektedir. Yeni
binanın inşaatının tamamlanmasıyla Bursa Hapishanesindeki sıkışıklık sona
ermiş olacaktır.53
Hapishanede yemekte verilen gıdalar yetersizdir. Hapishanede bulunan
erkeklere, çocuklara ve özellikle çocuklarıyla beraber bulunan kadınlara yeterli
miktarda gıda verilmesi gerekmektedir. Hapishanede uzun süredir mahkemeye
çıkarılmayı bekleyen kişiler vardır. Bunlardan bazıları bir seneden beri
mahkemeye sevk edilmemiş olunup bir an önce mahkemeye çıkarılmalıdırlar.54
2- Adapazarı
19 Aralık 1920 tarihinde Adapazarı Hapishanesinde 13 erkek ve 2 kadın
mahkûm ile 46 erkek ve 3 kadın tutuklu bulunmaktadır. Kadın hapishanesi
uygun bir yerdir. Erkek hapishanesi havadar ve ışıklı beş odadan oluşmaktadır.
Hapishane müdürü vazifesini iyi yaparak hapishaneyi gayet temiz tutmuştur.
Kadınlar hapishanesinde valideleriyle bulunan çocuklara süt verilmesi için
Kaymakam Bey nezdinde girişimde bulunulmuştur.55
3- İzmit
Aralık 1920 tarihinde İzmit Hapishanesinde 144 mahpus vardır. Bunlarının
121’i erkek, 1’i kadın tutukludur. Mahkûmların ise 23’ü erkek, 1’i kadındır.
Kadınlar ayrı bir bina içerisinde bulunmaktadır. Burada mahkûm ve tutuklular
birlikte bulunmaktadır. Kadınlar hapishanesi gayet iyi durumdadır. Fakat
erkekler hapishanesinin durumu çok kötüdür. 56 Hapishane, müdürün
ilgisizliğinden dolayı pis bir haldedir. Fazla firar olmaktadır. Firarların önlenmesi
için jandarma ve gardiyan sayısının artırılması gerekmektedir.57
4- Gökboza
22 Aralık 1919 tarihinde Gökboza Hapishanesinde 7 mahpus vardır.
Bunlardan 3’ü mahkûm, 4’ü tutukludur. Tavsiyemiz üzerine Osmanlı
hapishanelerini teftişe memur ve komisyon refakatinde bulunan Bekir Bey,
hapishanenin duvarlarını badana ve bazı yerlerini tamir etmek üzere Kaymakam
Bey’e 15 Osmanlı lirası vermiştir.
5- Geyve
11 Ocak 1920 tarihinde Geyve’de 32 mahpus vardır. Hapishane temiz ve
münasiptir. Yalnız binayı çeviren duvar alçak bulunduğundan duvarın
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 32.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 40.
55 BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 32.
56 BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 32.
57 BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 40.
53
54
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
yükseltilmesi istenmiş ve kaymakam hapishaneler için gelen mevcut para ile
gerekli çalışmanın yapılacağına dair teminatta bulunmuştur.58
6- Bilecik
12 Ocak 1920 tarihinde Bilecik Hapishanesinde 93 mahpus vardır. Bunlar;
2’si kadın 76 mahkûm ve 1’i çocuk 57 tutukludan oluşmaktadır. Kadınlar için
ayrı bir hapishane mevcuttur. Hapishanenin nezafet ve intizamı bizi hayretler
içinde bırakmıştır. Hapishane Müdürü Hacı Hasan Zeki vazifesinin ehli bir
kişidir. Tüm hapishanelerin Bilecik gibi temiz tutulması ve başlarında da bu
ayarda bir müdürün bulunması temenni olunur. Hapishane içerisinde bulunan
frengi hastası 2 kişi hakkında mutasarrıf beyin dikkatini çektik. Bilecik’te hastane
mevcut olmadığından bu hastaların Bursa’daki hastaneye nakillerini tavsiye ettik.
7- Eskişehir
14 Ocak 1920 tarihinde Eskişehir Hapishanesinde 53 mahkûm ve 110
tutuklu bulunmaktadır. Kadınlar hapishanesinde ise 3 mahkûm ve 6 tutuklu
vardır. Eskişehir hapishanesinde yeterli miktarda gardiyan bulunması yönünde
mutasarrıf bey nezdinde teşebbüste bulunulmuştur. Eskişehir erkek hapishanesi
mevcuda nazaran fevkalade küçüktür. Eskişehir’de yeni bir hapishane binası
yapımına başlanmışsa da ödenek yetersizliğinden dolayı zemin katı yapıldıktan
sonra inşaat durmuştur. İnşaatın tamamlanması için gerekli ödeneğin sağlanması
amacıyla girişimlerde bulunulması istenmiştir. 14 Ocak 1920’de Eskişehir
Hapishanesinden 21 kişi firar etmiştir. Bunlardan 6’sı yakalanmıştır. Bu firar bir
gardiyan ile bir jandarma tarafından tertip edilmiştir. Gardiyan görevinden
azledilmiş jandarma ise tutuklanmıştır.
8- Ankara
17 Ocak 1920 tarihinde Ankara Hapishanesinde toplam 247 tutuklu ve 70
mahkûm vardır. Erkek hapishanesinde 237 tutuklu ve 68 mahkûm, kadın
hapishanesinde ise 10 tutuklu ve 2 mahkûm bulunmaktadır. Hapishanedeki
tutukluların bir an önce mahkemeye çıkarılması gerekmektedir. Hatta bir kişi 31
aydır tutuklu bulunmaktadır. Kadınlar hapishanesi oldukça iyi durumdadır.
Erkekler hapishanesi ise çok pistir. 59 Hapishane rutubetli olup odalara fazla
pencere açmak gerekmektedir. Bir çamaşırhane ayarlanması şarttır. Hapishane
kaydı çok kötü tutulmaktadır. Hapishane Müdürü vazifesinin ehli değildir.
Derhal vazifesine son verilmesi gerekmektedir. 60 Erkekler hapishanesinde
yapılacak tamirat için hapishaneleri teftişe memur Bekir Bey vasıtasıyla 100
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 32.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 32.
60 BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 40.
58
59
33
34
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Osmanlı lirası verilmiştir. Gerekli tamiratın yapılması ve müdürün de vazifesini
tam olarak yapması halinde hapishane muntazam bir halde bulunacaktır.61
9- Kütahya
22 Ocak 1920 tarihinde Kütahya’da 281 mahpus vardır. Erkekler
hapishanesinde 128 mahkûm ve 144 tutuklu, kadınlar hapishanesinde ise 6
mahkûm ve 3 tutuklu bulunmaktadır. Kadınlar hapishanesi oldukça münasip ve
muntazamdır. Erkekler hapishanesi tamirattan geçirilmelidir. Bu hapishane eski
bir bina olup zemin katında çürümüş bulunan bazı döşemeler değiştirilirse daha
kullanışlı olur.
10- Afyonkarahisar
24 Ocak 1920 tarihinde Afyonkarahisar Hapishanesinde 256 mahpus vardır.
Erkekler hapishanesinde 165 tutuklu ve 86 mahkûm, kadınlar hapishanesinde
de 4 tutuklu ve 1 mahkûm vardır. Kadınlar hapishanesi temiz ve uygun bir
yerdir. Erkekler hapishanesi eski bir bina ise de temiz bulunmakta ve iyi idare
olmaktadır. İlk defa olarak mahkûmların hapishane içindeki atölyede çalıştığı
görülmüştür. Burada bir kundura atölyesi mevcuttur ve bu atölyede 12 kadar
mahkûm çalışmaktadır.
Hapishanede bir de hastane mevcuttur. 9 kişilik bir jandarma postası
hapishaneyi muhafaza etmektedir. Şu an güvenlik iyi görünüyorsa da her vakit
böyle olmadığı 31 Ağustos tarihinde 66 mahkûmun firar etmesinden
anlaşılmaktadır. Tahkikat neticesinde firar hadisesinin iki gardiyanın
mahkûmlara hapishane anahtarını vermesiyle gerçekleştiği anlaşılmıştır. Bu
gardiyanlar görevden alınmış ve haklarında adli soruşturma başlatılmıştır. Firar
eden 66 mahkûmdan 28’i yakalanmıştır.
11- Akşehir
26 Ocak 1920 tarihinde Akşehir Hapishanesinde 23 kişi vardır. Bunlardan 1’i
mahkûmdur. Hapishane büyük olmasından dolayı daha iyi korunmalıdır.
Duvarların badana ile temizlenmesi icap etmektedir. Hapishanedeki mevcut
tuvaletler yetersizdir. 62
12- Ilgın
28 Ocak 1920 tarihinde burada 36 mahpus bulunuyordu. Bunlardan 34’ü
tutuklu 2’si mahkûmdur. Hapishane çok berbat bir halde bulunmaktadır.
Odalardaki döşemeler çürümüş, pencereler dar ve odalar havasızdır. Ilgın
hapishanesinin tamiri acil ve gereklidir. Konya vilayetinden tamirat için ödenek
istenmesi konusunda kaymakamın teşebbüste bulunması istenmiştir.
13- Konya
61
62
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 32.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 32.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
28 Ocak 1920 tarihinde Konya Hapishanesinde 517 mahpus vardı.
Bunlardan 357 erkek ve 5 kadın tutuklu, 151 erkek ve 4 kadın ise mahkûmdur.
Kadınlar hapishanesi iyi durumdadır. Erkekler hapishanesi ise pislik içinde
bulunuyor. Odalar dar ve küçüktür. Döşemeler çok pis ve berbat bir halde
olduğundan değiştirilmesi gerekmektedir. Erkekler hapishanesi şehrin
ortasındadır ve çok dar bir binadır. Yeni bir hapishane binası tedarik edilmesi
acil bir ihtiyaçtır. Müdürün göreve başladığı 23 Ağustos 1919 tarihinden beri
firar hadiseleri artmıştır. Ortalama her ay 13’ten fazla firar hadisesi olmuştur.
Gardiyanların sayısı yeterli değildir. Mevcut 5 gardiyandan 2’si ihtiyar olup
vazifelerini tam yapamıyor. Hapishanede işlerin yürümesi için gardiyan sayısı 8’e
çıkarılmalıdır. Hapishanenin dış güvenliğini sağlayan jandarma sayısının da 10
kişiye çıkarılması gerekir. Teftiş sırasında 2 jandarmanın nöbet tuttuğu
görülmüştür. Ayrıca hapishane defteri de çok kötü tutulmaktadır.63 Vazifesini
icra edemeyen müdür derhal görevden alınmalıdır. Birçok tutuklu,
mahkemelerin yavaş çalışmasından dolayı uzun süredir hapishanede mahkemeye
çıkarılmayı beklemektedir.64
İtilaf Devletleri Heyeti, Anadolu’da teftiş ettikleri 13 hapishane ile ilgili
hazırladıkları ayrıntılı rapordan yola çıkarak Mütareke Dönemi’nde Osmanlı
hapishanelerinde görülen genel eksikleri şu şekilde sıralamışlardır:
a- Hapishane memurlarının sorumsuzluğundan dolayı hapishanelerde ciddi
temizlik ve hijyen sorunu vardır.
b- Mahkûmlara verilen gıdalar yetersizdir ve nizamnamede belirtilen miktara
uygun değildir.
c- Mahkûmlar ve tutuklular bir arada bulunmaktadır. Ayrılması mümkün
olan yerlerde de maalesef ayrılmamıştır.
d- Çocuk ve erkek mahkûmların yerleri mutlaka ayrılmalıdır.
e- Tutuklu ve hükümlüler düzenli olarak doktor kontrolünden geçirilmelidir.
f- Mahkûmlar hapishanelerdeki uygun atölyelerde çalıştırılmalı ve çocuklara
da zanaat öğretilmelidir.
g- Hapishane müdürleri Hapishaneler Genel Müdürlüğünce liyakatli kişiler
arasından seçilmelidir.
h- Hapishaneler düzenli olarak teftiş edilmelidir.
i- Adli sistemin yavaşlığından dolayı hapishanelerde aylardır mahkemeye
çıkarılmayı bekleyen tutuklular vardır.
63
64
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 32.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 40.
35
36
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Belirtilen bu eksiklikler ve yapılan uyarılar İstanbul hapishanelerinden sonra
Anadolu’da bulunan hapishanelerin de durumunun hiç de iç açıcı olmadığını
göstermekteydi. Teftiş raporu, Anadolu hapishanelerinde hayat koşullarının
uygunsuzluğu, kötü sağlık şartları, düzensizlik, personel eksikliği ve güvenlik
zafiyeti gibi birçok sorunu gözler önüne sermekteydi. Hapishanelerin teftiş
edilmemesi, ehil olmayan müdürler tarafından yönetilmesi ve bu müdürlerden
birçoğunun vurdumduymaz tavırları sorunları daha da büyütmekte ve
hapishaneler meselesini içinden çıkılmaz bir hale sokmaktaydı. Ayrıca raporda
belirtildiğine göre mahkûmlara verilen gıdalar da oldukça yetersizdi.
Nizamnamede olmasına rağmen hapishanelerde doktorlar tarafından düzenli
olarak sağlık kontrolleri de yapılmamaktaydı ki bu durum hapishanelerde
bulunan tutuklu ve hükümlülerin adeta yaşam mücadelesi verdiklerinin bir
göstergesiydi.
İtilaf Devletleri Teftiş Heyeti hapishanelerle ilgili hazırladıkları raporu ve
uyarıları 7 Şubat 1920 tarihinde Hariciye Nezaretine bildirmişlerdir. Hariciye
Nezareti Müsteşarı da İtilaf Devletleri Tetkik Heyeti’nin hapishanelerde yaptığı
denetim sonunda ortaya çıkan eksiklerin ve uyarıların yerine getirilmesini 25
Şubat 1920 tarihinde Dâhiliye Nezaretinden istemiştir. 65 Fakat İtilaf devletleri
ve hükümet yetkililerince hazırlanan raporlarda belirtilen eksikliklerin birçoğu
daha önceki teftişlerde belirtilmişse de bunlar ancak devletin imkânları
ölçüsünde giderilebilmekteydi.66
Sonuç
Osmanlı Devleti’nde Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan mali sıkıntılar
hapishanelerin de ihmal edilmesine neden olmuştu. Bu ihmal edilmişlikten
dolayı özellikle İstanbul’da bulunan hapishanelerin kötü durumunun sık sık
kamuoyunda gündeme gelmesinden dolayı sıkıntıların araştırılması amacıyla
teftiş heyetleri oluşturularak hapishanelerin eksiklikleri belirlenmeye çalışılmıştır.
Teftişler hapishanelerde; sağlık, gıda, güvenlik, personel, fiziki şartlar ve idari
konularda birçok sıkıntının ve eksikliğin olduğunu ortaya çıkarmıştır. Teftiş
raporlarının en dikkat çekici noktası hapishanelerin fiziki şartlarının
uygunsuzluğu olmuştur. Fakat binaların kötü ve yetersiz oluşu yeni
hapishanelerin inşası ile çözülebilecek problemlerdi ve bunun da Mütareke
Dönemi’nin mali imkânlarıyla gerçekleşmesi mümkün değildir.
İtilaf Devletleri de Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası hapishanelerdeki
esirler, Ermeniler ve Gayrimüslimlerin serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla
hapishaneler üzerinde bir denetim oluşturmuşlardı. Bu denetim neticesinde
İtilaf Devletleri temsilcilerince oluşturulan heyetler Osmanlı hapishanelerini
65
66
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No: 41, Gömlek No: 40.
BOA. DH. MB. HPS. Dosya No: 80, Gömlek No: 45.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
denetleyerek eksikliklerle ilgili raporlar hazırlamışlardır. Daha önce Osmanlı
hükümet yetkililerince yapılan hapishane teftişlerinde belirtilen birçok eksiklik
İtilaf Devletleri teftiş heyetince de gündeme getirilmiştir. Ancak hapishanelerde
belirtilen eksikliklerin birçoğu yeni binaların inşası ve bütçedeki hapishane
ödeneklerinin artırılması ile giderilebilirdi. Fakat Mütareke Dönemi’nin ağır
şartları bunları sağlamaktan oldukça uzaktı. Ayrıca hapishane müdürleri ve
çalışanlarının yetersizliği ve vurdumduymazlığı da hapishanelerdeki şartları bir
kat daha kötüleştirmiştir. Ama Mütareke Dönemi’nin siyasi açıdan çalkantılı
yapısı içerisinde hapishanelerle ilgili bu sorunlara çözüm üretmek oldukça zor
görünmekteydi. Hapishane teftişleri, hapishanelerde uzun süredir mahkemelere
çıkarılmayı bekleyen tutuklu sayısının çokluğundan dolayı yavaş işleyen adalet
sistemini de gözler önüne sermiştir.
Kaynaklar
Arşivler
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri
BOA. DH. EUM. AYŞ. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dâhiliye Nezareti Asayiş Kalemi
Belgeleri) Dosya No:7 Gömlek No:122.
BOA. DH. HMŞ. (Dâhiliye Nezareti Hukuk Müşavirliği Belgeleri) Dosya No:5 Gömlek
No:12/5.
BOA. DH. MB. HPS. (Dâhiliye Nezareti Mebânî-i Emîriye ve Hapishaneler Müdüriyeti
Belgeleri) Dosya No:130 Gömlek No:71.
BOA. DH. MB. HPS. Dosya No:161 Gömlek No:35.
BOA. DH. MB. HPS. Dosya No:80 Gömlek No:45.
BOA. DH. MB. HPS. M… (Dâhiliye Nezareti Mebânî-i Emîriye ve Hapishaneler Müdüriyeti
Müteferrik) Dosya No:51 Gömlek No:44.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No:38 Gömlek No:43.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No:39 Gömlek No:15.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No:41 Gömlek No:32.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No:41 Gömlek No:40.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No:42 Gömlek No:10.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No:46 Gömlek No:79.
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No:48 Gömlek No:2
BOA. DH. MB. HPS. M… Dosya No:50 Gömlek No:74
BOA. DH. ŞRF. (Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemi Belgeleri) Dosya No:96 Gömlek No:152.
BOA. HR. SYS. (Hariciye Nezareti Siyasi Kısım) Dosya No:2232 Gömlek No:43.
Kitap ve Makeleler
ADAK Ufuk (2006) XIX. Yüzyılın Sonları ve XX. Yüzyılın Başlarında Aydın Vilayetindeki
Hapishaneler (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ege Üniversitesi.
BARAN Tülay Alim (2008) “Mütareke Döneminde İtilaf Devletleri’nin Hapishaneler
Üzerindeki Denetimi”, Belleten, Cilt LXXII, Sayı 263, s.155-174.
BARDAKOĞLU Ali (1997) Hapis, İslam Ansiklopedisi, İstanbul.
BUDAK Mustafa (1997) Mütareke Dönemi’nde İtilaf Devletleri’nin Müdahaleleri, İlmi
Araştırmalar, Sayı 5, s.81-105.
ÇİÇEN Ahmet (2010) II. Meşrutiyet Dönemi Cezaevi Islahatı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi) Afyon Kocatepe Üniversitesi.
37
38
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
DEMİRBAŞ Timur (2010) Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların ve Cezaevlerinin Evrimi,
Hapishane Kitabı, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun), Kitapevi,
İstanbul.
DEMİREL Fatmagül (2010) Adliye Nezareti Kuruluşu ve Faaliyetleri (1876-1914), Boğaziçi
Üniversitesi Yayınevi, İstanbul.
DEMİREL Fatmagül (t.y) Osmanlı Adliye Teşkilatında Yaşanan Sorunların
Hapishanelere Yansıması (1876-1909), Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza 18.-20.
Yüzyıllar, Derleyenler: Noemi Levy ve Alexandre Toumarkıne, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul.
GAZEL Ahmet Ali (2010) Tanin Muhabiri Ahmet Şerif Beyin Notlarında Osmanlı
Hapishaneleri, Hapishane Kitabı, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun
Altun), Kitapevi, İstanbul.
GÖNEN Yasemin Saner (2010) Osmanlı İmparatorluğu’nda Hapishaneleri İyileştirme
Girişimi, Hapishane Kitabı, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun),
Kitapevi, İstanbul.
GÖNÜLLÜ Ali Rıza (2011) Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Isparta
Hapishanesi(1867-1920), Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 29, s.
349-392.
GÖNÜLLÜ Ali Rıza (2006) 20. Yüzyılın Başında Alanya Hapishanesi, Zindanlar ve
Mahkûmlar, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali Hilal Oytun Altun), Babil Yayınları,
İstanbul.
KARACA Ali (2010) XIX. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Fahişe Hatunlara Uygulanan
Cezalar: Hapis ve Sürgün, Hapishane Kitabı, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal
Oytun Altun), Kitapevi, İstanbul.
KENT Schull (t.y) Tutuklu Sayımı: Jön Türklerin Sistematik Bir şekilde Hapishane
İstatistikleri Toplama Çalışmaları ve Bunların 1911-1918 Hapishane Reformu
Üzerine Etkileri, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza 18.-20. Yüzyıllar, Derleyenler: Noemi
Levy ve Alexandre Toumarkıne, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
KURU Alev Çakmakoğlu (2004) Sinop Hapishanesi, Atatürk Yüksek Kurumu Kültür
Merkezi Yayını, Ankara.
OKUR Mehmet (2003) İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki Faaliyetleri, Osmanlı
Hükümetleri Üzerindeki Etkileri ve Hükümetlerin Tutumu, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, Sayı 57, Cilt XIX, s. 1133-1156.
ÖZTÜRK Necdet (2010) Osmanlılarda Hapis Olayları (1300-1512), Hapishane Kitabı,
(Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun), Kitapevi, İstanbul.
SANER Yasemin (t.y) Osmanlı’nın Yüzyıllarca Süren Cezalandırma ve Korkutma Refleksi
Prangaya Vurma, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza 18.-20. Yüzyıllar, Derleyenler:
Noemi Levy ve Alexandre Toumarkıne, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
SOFUOĞLU Ebubekir (2010) Osmanlı Hapishanesinde Islah ve Firar Teşebbüsleri,
Hapishane Kitabı, (Editörler: Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun), Kitapevi,
İstanbul.
ŞEN Hasan (t.y) Osmanlı’da Hapishane Mefhumu, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza 18.20. Yüzyıllar, Derleyenler: Noemi Levy ve Alexandre Toumarkıne, İstanbul, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları.
TEKİN Saadet (2008) Dr. Polliç Bey’in 1918 Tarihli Raporuna Göre Berlin ve Aydın
Vilayeti Hapishanelerine Genel Bir Bakış, OTAM, Sayı 24, s. 205-222.
TEKİN Saadet, ÖZKES Sevilay (2008) Cumhuriyet Öncesi Türkiye’de Hapishane
Sorunu, ÇTTAD, VII/16-17, s. 187-201.
TEMEL Mehmet (2009) XX. Yüzyıl Başlarında Menteşe Sancağı Hapishaneleri, Selçuk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 26, s. 109-135.
Mücahit ÖZÇELİK, Mütareke Dönemi’nde Osmanlı Hapishanelerinin Durumu
URAL Selçuk (2003) İtilaf ve Ermeni Esirlerin İadesi Meselesi, Atatürk Dergisi, Cilt III,
Sayı 3, s. 151-167.
YILDIZTAŞ Mümin (2010) Yaralı Payitaht İstanbul’un İşgali, Yeditepe Yayınevi, İstanbul.
YILDIZTAŞ Mümin (1997) Mütareke Dönemi’nde Suç Unsurları ve İstanbul Hapishaneleri
(Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi.
39
Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif:
Uşak Kasabası’nda Açılan Özel Okullar
∗
Biray ÇAKMAK
Uşak Üniversitesi
ÇAKMAK, Biray, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif: Uşak Kasabası’nda
Açılan Özel Okullar. CTAD, Yıl 7, Sayı 14, (Güz 2011), 40-64.
Bu çalışmada, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Uşak Kasabası’nda faaliyete
geçen özel okullar ele alınmaktadır. Bu bağlamda; öncelikle Gayrimüslim Rumlar ve
Ermeniler tarafından kurulan okullar incelenmektedir. Akabinde misyonerlik
faaliyetleri kapsamında açılan Fransız Frer Mektebi hakkında bilgiler verilmektedir.
Son olarak da Müslüman-Türk ahali tarafından açılan Gülşen-i İrfan ve Nümûne-i
Edeb mektepleri ele alınmaktadır. Çalışmada, özellikle Nümûne-i Edeb Mektebi
üzerinde ayrıntılı olarak durulmakta, mektebin kurucusu Hüseyin Remzi hakkında
detaylı bilgiler verilmektedir. Neticede, Uşak Kasabası’nda Rumlar, Ermeniler,
misyonerler ve Müslüman-Türkler tarafından özel okulların açıldığı görülmekte; bu
konuda Müslüman-Türk ahalinin de aktif olduğu anlaşılmaktadır. Mahallî düzeyde
yapılacak maârif tarihiyle ilgili araştırmaların mevcut bilgilerimize yenilerini ekleyeceği
tespiti yapılmaktadır. Çalışma, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin çeşitli tasniflerinde yer
alan belgelerdeki, vilâyet ve maârif salnâmelerindeki bilgiler üzerine inşa edilmektedir.
Anahtar Sözcükler: Uşak Kasabası, gayrimüslim mektepleri, Nümûne-i Edeb Mektebi,
Gülşen-i İrfan Mektebi, Hüseyin Remzi Efendi
ÇAKMAK, Biray, Education in the Modernizing Ottoman Provincial Society: Private
Schools in the Uşak Town. CTAD, Year 7, Issue 14, (Fall 2011), 40-64.
This study analyses the private schools opened in Uşak town at the turn of the
century (19th to 20th). To this extent, first of all non-Muslim Greek and Armenian
schools are going to be touched. Afterwards, information would be given on the Frer
School of the French missionaries. Finally, schools entitled Gülşen-i İrfan and
Numune-i Edeb are going to be told. It would be given an emphasis on the
Numune-i Edeb School, and its founder Hüseyin Remzi. In consequence, it is argued
that private schools were opened in Uşak town by non-Muslim Greeks, Armenians,
∗
Metnin son halini okuyan ve düzeltmeler konusunda yardımlarını esirgemeyen Prof. Dr.
Saim Savaş’a, Doç. Dr. Sadiye Tutsak’a ve Doç. Dr. Ramazan Altınay’a teşekkür ederim.
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
missionaries and Muslim-Turks. It is understood that muslim-Turks also actively
took part in education. It is also determined that possible research in the history of
education as a part of the local history would make crucial contribution to the
concerning current literature. This study is based on various documents of the
Ottoman Archives of the Prime Ministry, particularly on educational and provincial
yearbooks called “salname”.
Keywords: Uşak Town, non-muslim schools, Nümûne-i Edeb Mektebi, Gülşen-i İrfan
Mektebi, Hüseyin Remzi Efendi
Giriş
Mevcut araştırmalarda özel okulların, genelde azınlık ve misyoner okulları
ekseninde ele alındığı görülmektedir.1 Müslüman-Türkler tarafından açılan özel
okulların genelde göz ardı edildiği dikkati çekmektedir. Hâlbuki MüslümanTürkler tarafından da özel okulların açıldığı beyândan vârestedir. 19. yüzyılda
özel okullaşma, daha ziyade İstanbul’da yaşandı. 1865 yılında kurulan Cemiyet-i
İlmiyye-i Tedrisiyye, 1873 yılında Dârü’ş-şafaka’yı faaliyete geçirdi. Akabinde
yeni özel okular açıldı. 1873’te, Şemsü’l-maârif, 1878’de Halile-i Mahmûdiye,
1880’de Dârü’l-feyz-i Hamidî, 1882’de Mekteb-i Hamidî, 1884’te Nümûne-i
Terakkî, 1884’te Mekteb-i Osman, 1888’de Burhan-ı Terakkî, 1890’da Şemsü’lmekâtib açıldı. Şemsü’l-maârif Mektebi, Abdi Kamil Efendi ve Mehmet Nadir
Bey tarafından kuruldu. Yine 1876’da Medrese-i Hayriye, 1882’de Dârü’t-ta’lîm,
1887’de Rehber-i Ma’rifet, 1890’da Dârü’t-tedrîs ve Mekteb-i Edeb mektepleri
açıldı.2 Zamanla İstanbul’da Türkler tarafından açılan okulların sayısı arttı. 18941895 yılında İstanbul’daki özel İslam okullarının sayısı 20 idi.3 1903 yılında bu
sayı 28’e ulaştı. 4 1897 yılında, ülke genelindeki Müslüman-Türklere ait özel
okulların sayısı 225’ti. 1911 yılında ise İstanbul’da Müslüman-Türklere ait 43,
1 Selçuk Akşin Somel, “The Religious Community Schools and Foreign Missionary Schools”,
Ottoman Civilization, Volume 2, Halil İnalcık and Gülsen Renda (Eds), Republic of Turkey,
Ministry of Culture, Istanbul, 2003, pp. 387-401.
2 Konuyla ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. Selçuk Akşin Somel, “II. Abdülhamid
İstanbul’unda Müslüman Özel Okulları/Private Muslim Schools in Istanbul During the Reign of
Abdülhamid II”, II. Abdülhamid Modernleşme Sürecinde İstanbul/Istanbul During the Modernization
Process, Coşkun Yılmaz (Ed.), İstanbul, 2010, pp. 320-334; İlhan Tekeli, “Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Eğitim Sistemindeki Gelişmeler”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt
2, İstanbul, 1985, s. 471.
3Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri 1839-1924, T. C. Başbakanlık
Devlet İstatistik Enstitüsü, Tarihi İstatistikler Dizisi, Cilt 6, Mehmet Ö. Alkan (Yayına
Hazırlayan), Ankara, 2000, s. 63-64.
4 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, PegemA Yayıncılık, Ankara, 2009, s. 240. Konuyla ilgili bir
çalışmada, II. Abdülhamit Dönemi’ndeki eğitim sistemindeki gelişmeler değerlendirilmekte ve
Müslüman-Türkler tarafından özel okul açma furyasına değinilmektedir (Tekeli, agm., s. 471).
41
42
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Ermenilere ait 41, Musevilere ait 18, Rumlara ait 145 özel okul vardı.5 Azınlık ve
yabancı okul sayılarıyla karşılaştırıldığında, Müslüman-Türkler tarafından açılan
özel okulların sayısının az olduğu dikkati çekmekle birlikte, bu konuda yeterli
bilimsel araştırmanın yapılmadığı da görülmektedir. Bu da özel okulların sadece
azınlıklar ve yabancılar tarafından açıldığı izlenimini uyandırmaktadır. 6 Bunun
izalesi için, yeni ve yeterli bilimsel çalışmaların yapılması zarureti hâsıl
olmaktadır.
1869 Maârif Nizamnamesi’nin 129. ve 130. maddeleriyle, özel okullar
düzenledi. Buna göre özel okullar, cemaatler veya Osmanlı tebaası veya
ecnebiler tarafından ücretli veya ücretsiz olarak açılan, masrafları müessisleri
tarafından karşılanan mekteplerdi. Özel okulların açılabilmesi için üç şartın
yerine getirilmesi gerekmekteydi. Muallimlerinin elinde Maârif Nezâreti veya
mahallî maârif idareleri tarafından tasdik edilmiş şehadetnâmelerin bulunması,
âdaba ve politikaya mugayir ders okutulmaması için derslerin cetvelinin ve
kitapların Maârif Nezâreti veya mahallî maârif idareleri tarafından tasdik
edilmesi şarttı. Akabinde de mekteplerin, Maârif Nezâreti veya mahallî maârif
idareleri tarafından resmî ruhsatnâme almış olması gerekmekteydi.7 Dolayısıyla
özel okulların varlığı mevzuat açısından garanti altına alınmıştı. 1876 anayasası
da benzer şekilde özel okulların açılmasını yasal teminat altına almıştı.
5 BOA. MF. HUS. 15/100, 1329/1911. 1911 yılında İstanbul’daki özel okullarla ilgili farklı
sayısal veriler için ayrıca bkz. BOA. MF. HUS. 15/105, 1329/1911.
6 Bu konuda, örnek için bkz. Selçuk Uygun, “Türkiye’de Dünden Bugüne Özel Okullara Bir
Bakış (Gelişim ve Etkileri)”, Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Yıl 2003, Cilt 36,
Sayı 1-2, 2003, s. 107-120.
7 “Yüz yiğirmi dokuzuncu madde mekâtib-i husûsîyye ba’zı mahallerde cema’atler tarafından
veyâ gerek teba’a-ı devlet-i ‘aliyye ve gerek teba’a-ı ecnebiyyeden olan efrâd ve eşhâsdan biri
cânibinden ücretli veya ücretsiz olarak ihdâs ve te’sîs olunan mekteblerdir ki bunların masârıfât ve
muhassesâtı ya mü’essisleri tarafından veyâhûd merbût oldukları vakfları cânibinden idâre veya
rû’yet kılınur. Memâlik-i şâhânede bu nev’ mekteblerin te’sîsine evvelâ mu’allimlerinin yedinde
Ma’ârif Nezâreti cânibinden veyâhûd mahallî ma’ârif idâresinden şehâdetnâme bulunmak ve
sâniyen bu mekteblerde adâba ve politikaya muğâyir ders okutdurulmamak içün ta’lîm olunacak
derslerin cedveli ve kitâblar Ma’ârif Nezâretinden veyâhûd mahallî ma’ârif idâresinden tasdîk
idilmek üzere taşrada ise vilâyet ma’ârif idâresiyle vilâyet vâlîsi tarafından ve Dersa’âdetde ise
Ma’ârif Nezâreti cânibinden ruhsat-ı resmîyye virilür. Bu üç şart kâmilen mevcûd olmadıkca
mekâtib-i husûsîyye küşâdına ve devâmına ruhsat virilmez ve hilâfında hareket vukû’u takdîrinde
men’ ve sedd olunur. Mekâtib-i husûsîyye küşâd idenlerin ta’yîn idecekleri hâcelerin yedlerinde
şehâdetnâme bulunduğu hâlde anı Ma’ârif idâresine tasdîk itdirmeleri lâzım gelecekdir” (Ma’ârif-i
Umûmiye Nizâmnâmesidir, Düstur, I. Tertib, Cilt 2, Matbaa-ı Amire, Dersaadet, 1289, s. 204-205).
Bu konuda ayrıca bkz. Cemil Koçak, “Tanzimat’tan Sonra Özel ve Yabancı Okullar”, Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul, 1985, s. 485-494.
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
Uşak Kasabası’nda Mekâtib-i Husûsiye
19. yüzyılda Uşak Kasabası’nda resmî sıbyan-ibtidâî mektepleri ve rüşdiye
mektebi 8 yanında mekâtib-i husûsiye kategorisinde özel okullar açıldı. Sıbyan
mekteplerinin bir kısmı usûl-ı atîk üzere faaliyetlerini devam ettirirken, bir kısmı
usûl-ı cedîd üzere yeniden düzenlendi. 9 Yeni açılan ilköğretim düzeyindeki ilk
mekteplere ise ibtidâî adı verildi ve bu mekteplerde, tedrisat usûl-ı cedîd üzere
düzenlendi. Geleneksel eğitim kurumları olan medreseler ise eğitim-öğretim
faaliyetlerini sürdürdü. Yeni medreseler de açıldı. 10 Dolayısıyla geleneksel ve
modern eğitim-öğretim kurumları dualist bir yapı oluşturdu.
Uşak Kasabası’nda yaşayan Ermeniler ile Rumlar da özel okullar açtı. Özel
okul statüsündeki bu mektepler, cemaat okulları niteliğindeydi. Rum ve Ermeni
tebaanın erkek ve kız çocuklarına hizmet verdi. Bu mektepler yanında, Uşak
Kasabası’nda bir tane de ecnebi mektebi açıldı. 1890’lı yıllardan itibaren
kasabaya yerleşmeye başlayan yabancılar, çocuklarının eğitimi için bir mektebe
gereksinim duydu. Fransız Frerler, Uşak Kasabası’nda Frer Dez Ekol Kretiyen
Mektebi’ni faaliyete geçirdi. Uşak Kasabası’ndaki özel okullar bunlarla sınırlı
değildi. Yerli Müslüman-Türk ahali tarafından, Gülşen-i İrfan ve Nümûne-i
Edeb mektepleri açıldı. Uşak Kasabası’ndaki özel okulların sayısı, II. Meşrutiyet
Dönemi’nde açılan yeni mekteplerle artmaya devam etti.
Ermeni Mektebi
19. yüzyılda Uşak Kasabası’nda az sayıda Ermeni nüfus vardı. Kasabada,
Ermeni Mahallesi’nde yaşayan ilgili nüfus, kendilerine ait kiliselerinde ayinlerini
8 Uşak Erkek Rüşdiye Mektebi, 1872 yılında açıldı (BOA. MF. MKT. 6/20, 12 Ekim 1872/9
Ş 1289). Kız Rüşdiye Mektebi ise II. Meşrutiyet Dönemi’nde faaliyete geçti.
9 1875-1876/1292, 1876-1877/1293 ve 1878-1879/1295 yıllarında Uşak Kazası’nda 104
ibtidâî mektebi vardı (1875-1876/1292 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 150; 1876-1877/1293
Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 141; 1878-1879/1295 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s.
138). 1884-1885/1302 ve 1885-1886/1303 yıllarında kazada toplam 134 ibtidâî mektebi
bulunmaktaydı (1884-1885/1302 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 454; 1885-1886/1303
Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 39). 1889-1890/1307 yılında kazada ikisi Gayrimüslimlere ait
olmak üzere 144 ibtidâî mektebi vardı. Bu mekteplerde 260 Gayrimüslim, 4399 Müslim öğrenci
öğrenim görmekteydi (1889-1890/1307 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 242-243). 18931894/1311 ve 1894-1895/1312 yıllarında Uşak Kazası’ndaki ibtidâî mekteplerin sayısı 142 idi. Bu
mekteplerde 4399 öğrenci öğrenim görmekteydi (1893-1894/1311 Hüdagvendigar Vilâyeti
Salnâmesi, s. 310; 1894-1895/1312 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 365). 1895-1896/1313
yılında Uşak Kazası’nda 145’i usûl-ı atîk, 6’sı usûl-i cedîd olmak üzere 151 ibtidâî mektebi faaliyet
göstermekteydi (1895-1896/1313 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 133). 1896-1897/1314 ve
1897-1898/1315 yıllarında ise kazadaki ibtidâî mekteplerinin sayısı 14’ü usûl-ı cedîd, 130’u usûl-ı atîk
olmak üzere toplam 144’tü (1896-1897/1314 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 417; 18971898/1315 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 306).
10 Bu konuda yapılmış belgeye dayalı bir çalışma için bkz. Mustafa Murat Öntuğ, “Osmanlı
Dönemi Uşak Medreseleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 133, Ağustos, 2001, s. 53-68. 18831884/1301 yılında Uşak Kazası’nda 32 medrese vardı (1883-1884/1301 Hüdavendigâr Vilâyeti
Salnâmesi, s. 218).
43
44
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
icra etmekteydi. Uşak Kasabası’nda, 1897-1898’de 64211 , 1898-1899’da 65612 ,
1900-1901’de 601 13 , 1903-1904’te 602 14 , 1906-1907’de 1004 15 Ermeni nüfus
vardı. Ermenilerin murahhasa vekilleri, Kaza İdare Meclisi’nde tabiî üye olarak
yer almaktaydı. Muhtar ve ihtiyar heyeti cemaatin yönetiminden sorumluydu.16
Ermenice yanında Türkçe konuşan 17 cemaatin, kaza nüfusuna oranı, yaklaşık
%1’di.
Uşak Kasabası’ndaki Ermeni Mektebi, 1873 yılında açıldı. 18 İbtidâî
derecesindeki mektebe, Ermeni Cemaati adına 22 Ağustos 1897 tarihinde ruhsat
verildi. 19 Mektepte, 1899-1900/H. 1317 yılında 105’i erkek, 97’si kız olmak
üzere toplam 20220, 1900-1901/H. 1318 ve 1901-1902/H. 1319 yıllarında 107’si
erkek, 95’i kız olmak üzere toplam 20221, 1903-1904/H. 1321 yılında 60’ı erkek,
25’i kız olmak üzere toplam 8522 öğrenci öğrenim görmekteydi. 1900-1901/H.
1318 yılında mektepte muallim Mihran Efendi idi. 23 1901-1902/H. 1319 ve
1902-1903/H. 1320 yıllarında mektepte muallim olarak Karabet Agobyan
Efendi görev yapmaktaydı. 24 Karabet Agobyan Efendi’nin görevi, 19031904/H. 1321 yılında da devam etmekteydi. 25 Okulun çeşitli masrafları
Ermeniler tarafından karşılanmaktaydı.
1897-1898/1315 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 315.
1898-1899/1316 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 356.
13 1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 339.
14 1903-1904/1321 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 369.
15 1906-1907/1324 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 606.
16 1900-1901/1318 yılında Uşak Ermeni Murahhasa vekili Artin Efendi, Kaza İdare Meclisi
seçilmiş azası Bozoğlu Nişan Efendi idi (1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s.
216).
17 1906-1907/1324 Hüdavendigâr Vilâyeti salnâmesi, s. 192.
18 Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1321 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Dârü’lHilâfeti’l-Aliyye, Asr Matbaası, 1321, s. 497.
19 Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1317 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Dârü’lHilâfeti’l-Aliye, Matbaa-ı Amire, 1317, s. 1184-1185; Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1318
Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye, Matbaa-ı Amire, 1318, s. 1322-1323.
20 Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1317 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Dârü’lHilâfeti’l-Aliye, Matbaa-ı Amire, 1317, s. 1184-1185.
21 Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1318 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Dârü’lHilâfeti’l-Aliyye, Matbaa-ı Amire, 1318, s. 1322-1323; Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye,
1319 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye, Matbaa-ı Amire, 1319, s. 594-595.
22 Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1321 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Dârü’lHilâfeti’l-Aliyye, Asr Matbaası, 1321, s. 497.
23 1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 221.
24 1901-1902/1319 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 226; 1902-1903/1320 Hüdavendigâr
Vilâyeti Salnâmesi, s. 230.
25 1903-1904/1321 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 237.
11
12
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
Rum Mektebi
Uşak Kasabası’ndaki Rum nüfusu, 1897-1898’de 1530 26 , 1898-1899’da
1548 27 , 1900-1901’de 1583 28 , 1903-1904’te 1361 29 , 1906-1907’de 2494 30
kişiydi.31 Kasabadaki Ortodoks Rumların, Alaşehir ve Tevâbiî Metropolitliği’ne
bağlı metropolid vekilleri, muhtarları ve kilise heyetleri ile ihtiyar heyetleri
bulunmaktaydı. Kaza İdare Meclisi’nde, metropolid vekilleri ile bir seçilmiş
azaları yer almaktaydı.32 Kaza toplam nüfusu içinde cüzi bir yekûna sahip olan
Rumlar, kendilerine ait bir de kiliseye sahipti.
Uşak Kasabası’nda Rumlara ait erkek ve kız mektepleri vardı. Erkek ve kız
çocuklara eğitim-öğretim veren mektep binası, 1894 yılında yandı. Bu sebeple,
Uşak Rum Cemaati, Rum Patrikliği’ne bir istid’â verdi. Bu istid’âda; Uşak’taki
Rum Cemaati’nin 350 hane olduğunu, uzunluğu ve eni yirmi altışar, yüksekliği
on sekiz zirâ’ ebadlarında ve ahşap olarak mekteplerini inşa etmek istediklerini,
yine yanan kiliseleri ile birlikte inşa edecekleri mektebin inşa masrafının 109503
kuruş olarak tahmin edildiğini, bu meblağın büyük kısmının cemaat tarafından,
geri kalanın da kilise varidâtından karşılanacağını ifade ettiler. Bunun üzerine
mahallinde tahkikat yapıldı ve kiliseyle birlikte mektebin yeniden inşasında her
hangi bir mahzur olmadığı anlaşıldı. Konuyu görüşen Şûrâ-yı Devlet de bu
talebi uygun buldu. II. Abdülhamit’in 29 Eylül 1896 tarihli irade-i seniyyesiyle
kilisenin ve mektebin inşasına izin verildi.33 Akabinde de mektep binası, kiliseyle
birlikte yeniden inşa edildi. Rum Erkek ve Kız mektepleri, eğitim-öğretim
1897-1898/1315 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 314.
1898-1899/1316 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 356.
28 1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 338.
29 1903-1904/1321 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 368.
30 1906-1907/1324 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 606.
31 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Uşak Kazası’nın nüfusu hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz. Biray Çakmak, “Mahallî Tarihî Demografi Araştırmalarında Vilâyet Salnâmelerinin Veri
Değeri: Uşak Kazası Örneğinde Kısmî Zamanlı Bir İnceleme (1897-1898/1906-1907)”, CIEPO
Uluslararası Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Tarihi Araştırmaları 6. Ara Dönem Sempozyum Bildirileri, 14-16
Nisan 2011, Uşak, Prof. Dr. Adnan Şişman, Prof. Dr. Tuncer Baykara, Doç. Dr. Mehmet
Karayaman (Eds), Cilt I, Uşak İli Kalkınma Vakfı Yayını, İzmir, 2011, s. 359-394.
26
27
32 1900-1901/1318 yılında Uşak Rumları metropolid vekili Papa Yorgi Efendi, Kaza İdare
Meclisi seçilmiş azası ise Papazoğlu Nikoli Efendi idi (1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti
Salnâmesi, s. 216).
33 BOA. İrade, Adliye ve Mezâhib, 11, 21 R 1314/29 Eylül 1896; BOA. BEO. 64029, 13 Ca
1314/20 Ekim 1896; BOA. ŞD. 1567/13, Hüdavendigâr 3/260, 9 R 1314/17 Eylül 1896. İrade
üzerine yazılan emr-i celîl için bkz. BOA. A. DVNS. KLS. d.03, s. 190, 483 nolu kayıt. Bu konuda
yapılmış bir çalışma için ayrıca bkz. Sadiye Tutsak, “Uşak’ta Rumlara Ait Bir Kilise ve Mektebin
Yeniden İnşasına Dair”, Doğumunun 65. Yılında Prof. Dr. Ahmet Özgiray’a Armağan, Erdoğru,
Mehmet Akif (Ed.), IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 598-606.
45
46
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
faaliyetlerine devam etti. 1900-1901/H. 1318 yılında mektepte, erkek öğrenciler
için muallim Kimon (?) Efendi, muavini de Yorgi Efendi idi. Rum İnas Mektebi
muallimesi ise Arazmiye Hanım’dı. 34 1901-1902/H. 1319 ve 1902-1903/H.
1320 yıllarında Erkek Mektebi muallimi Ligori Efendi, İnas Mektebi muallimesi
yine Arazmiye Hanım’dı. 35 1903-1904/H. 1321 yılında mektebin muallim-i
evveli Panayot Paldi Efendi, muallim-i sânîsi Andriya Efendi idi.36
Fransız Frer Mektebi
İzmir-Kasaba/Turgutlu-Alaşehir Demiryolu’nu, Uşak ve Karahisar-ı Sahib’e
kadar Osmanlı Devleti adına inşa ve işletme imtiyazı, Fransız sermayedarlar
adına hareket eden M. G. Nagelmackers’e, 22 Şubat 1893 tarihli irade ile
verildi. 37 İnşaata, 18 Ekim 1895’te başlandı. 38 Alaşehir-Uşak kısmının resmî
açılışı, 6 Eylül 1897 tarihinde yapıldı. Uşak-Karahisâr-ı Sâhib kısmı ise 15 Aralık
1897’ye kadar tamamlandı. 39 Bu sebeple Uşak Kasabası’nda muhtelif
1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 221.
1901-1902/1319 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 226; 1902-1903/1320 Hüdavendigâr
Vilâyeti Salnâmesi, s. 230.
36 1903-1904/1321 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 237.
37 Bu konuda bkz. Murat Özyüksel, Anadolu ve Bağdat Demiryolları, Arba Yayınları, İstanbul,
1988, s. 83; BOA. İrade, Husûsî, 23, 31 Ekim 1892/9 R 1310; 22 Şubat 1893 tarihli “İzmirKasaba Demiryolu ile Temdîdi İmtiyaz Mukavele ve Şartnamesi”, Düstur, I. Tertib, Cilt 6,
Başvekâlet Devlet Matbaası, Ankara, 1939, s. 1340-1366; BOA. Y. PRK. TNF. 3/2, 28 Ekim
1890/14 Ra 1308.
38 Nagelmackers, imtiyazı, 18 Temmuz 1894’te 16 milyon frank sermayeyle teşkil ettiği İzmirKasaba ve Temdîdi Osmanlı Anonim Şirketi (Société Anonyme Ottomane du Chemins de fer
Smyrne-Cassaba et Prolongements)’ne devretti. Bu konsorsiyumda Banque N. Et S. Bardac de
Paris ve Régie Générale des Chemins de Fer de yer aldı. Daha sonra Osmanlı Bankası da
konsorsiyuma iştirak etti (Andre Autheman, Bank-ı Osmani-i Şahane, Ali Berktay (Çev.), Osmanlı
Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul, 2002, s. 133-134). İnşaat için de bölgeye gerekli
çalışmaları yapmak üzere Mösyö Kolanej (?) başkanlığında fennî bir heyet gönderildi. Osmanlı
Devleti de mahallî idarecilerinden heyetin güvenliğinin sağlanmasını ve gerekli kolaylığın
gösterilmesini istedi (BOA. DH. MKT. 17/1, 22 Nisan 1893/5 L 1310). Heyetin çalışmaları
sonucunda hattın geçeceği güzergâh tespit edildi ve gerekli istimlâkler yapıldı. Hattın inşası şirket
tarafından, Régie Générale des Chemins de Fer’e verildi. İnşaata, 18 Ekim 1895’te başlandı.
39 Alaşehir-Uşak arasındaki kısmın resmî açılışı, 6 Eylül 1897/8 R 1315’te yapıldı (BOA. Y. A.
HUS. 376/32, 7 Eylül 1897/9 R 1315). 15 Aralık 1897/3 Kanûn-ı evvel 1313’e kadar da UşakAfyon Karahisar-ı Sahib arasındaki kısım tamamlandı ve işletmeye açıldı (Edgar Pech, Manuel des
Sociétés Anonymes Fonctionnant en Turquie, 4 edition, Constantinople, 1908, s. 73; Uşak-Dumlupınar
arasının 2 Kasım 1897/6 C 1315’te tamamlandığı ve vagonların işletilmesine izin verildiğine dair
bkz. BOA. Y. A. HUS. 378/16, 3 Kasım 1897/7 C 1315. Hattın Afyon Karahisâr-ı Sâhib’e kadar
tamamlanarak işletmeye açıldığına dair de bkz. BOA. Y. A. HUS. 379/35, 5 Aralık 1897/10 B
1315).
34
35
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
milletlerden ecnebiler yerleşmeye başladı. 40 Bu arada kazanın ticarî öneminin
artmasının da etkisiyle 1891 yılında Osmanlı Bankası, Uşak Şubesi açıldı.41
Yabancı yatırımlar yanında, Uşak Kazası’nın ticarî potansiyeli de, yabancı
nüfusun yerleşmesinde önemli bir rol oynadı. Uşak Kazası, özellikle halı ve
kilim ile tarımsal ürünlerin ticareti sayesinde İzmir limanı yoluyla, uluslararası
boyutta bir ticarî potansiyele sahip oldu. Bu sebeple de Uşak’a yabancı nüfus
yerleşti.42
Uşak Kasabası’ndaki yabancı nüfus miktarı, 1897-1898’de 3243, 1906-1907’de
kişiydi. Bu yabancıların eğitim ve ibadet ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
İzmir’de doğan Fransız tebaasından Vartalidi (?) ile iki arkadaşı Uşak’a gelerek,
Sabah Mahallesi’nde, Hacı Veli Ağa’nın hanesini kiralamışlar, bu haneyi önce
mektebe, daha sonra da bir tarafını mabede tahvil etmişlerdir. Mektepte, Katolik
mezhebinde bulunan demiryolu memurlarının erkek ve kız 14 çocuğuna, Rumca
ve Fransızca eğitim vermeye; “eyyâm-ı mahsûsada”, demiryolu memurları ve
Uşak’ta bulunan Katoliklerle birlikte mabette ayinlerini yapmaya başlamışlardır.
Resmî ruhsat almadan, adeta fiilî bir durum yaratarak başlattıkları bu
kurumsallaşma faaliyetleri karşısında, mahallî idarecilere “mensûb oldukları
sefâretden teblîğât vuku’ bulmadıkca bu hâlde devâm ideceklerini ifâde”
etmişlerdir. Bunun üzerine konu İstanbul’a bildirilmiş ve yapılması gerekenler,
Hüdavendigâr Vilâyeti tarafından 4 Haziran 1899 tarihinde Dâhiliye Nezâreti’ne
sorulmuştur. 45 Dâhiliye Nezâreti’nin tezkiresi üzerine Bâb-ı ‘Âlî, Hâriciye
Nezâreti’nden, “hükûmet-i seniyyeden ruhsat almaksızın memâlik-i şâhânede
mekâtib ve me’âbid te’sîs ve inşâsının men’i hakkındaki irâde-i seniyye-i hazret-i
hilâfet-penâhî hükm-i münîfine nazaran mezkûr mektebin şimdiden
kapattırılması yâhud bu gibi ahvâlin ‘adem-i vukû’u için nezâret-i celîlelerince
sefârât ile bi’l-muhâbere hâsıl olacak netice üzerine icrâ-yı îcâbını” ve bu konuda
“vâki’ olacak mütâla’a-ı ‘aliyyelerinin inbâsını ve tezkirenin i’âdesini” talep
5344
40 BOA. BEO. VGG. 58899. Ayrıca bkz. BOA. HR. H. 542/5, 29 Mayıs 1896; BOA. HR. H.
438/24, 13 Mart 1896.
41 BOA. MV. 67/46, 17 Eylül 1891/12 S 1309; BOA. İrade, Meclis-i Mahsûs, 5328, 22 Eylül
1891/17 S 1309. Konuyla ilgili olarak ayrıca bkz. Edhem Eldem, Osmanlı Bankası Tarihi, Ayşe
Berktay (Çev.), Osmanlı Bankası Tarihi Araştırma Merkezi, İstanbul, 1999, s. 161, 285-286.
Şubenin açılışında Uşak Kazası’nın ticarî öneminin önemli rol oynadığı hakkında bkz. Christopher
Clay, “The Origins of Modern Banking in the Levant: The Branch Network of the Imperial
Ottoman Bank, 1890-1914”, International Journal of Middle East Studies, 26, 1994, pp. 597.
42 Biray Çakmak, Osmanlı Modernleşmesi Bağlamında Bir Batı Anadolu Kazasında Sosyo-ekonomik
Yapı: Uşak (1876-1908), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2008, s. 120-124; Sadiye Tutsak, “Osmanlı Devletinin Son
Devirlerinde Uşak Kazası”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XVI, İzmir, 2001, s. 177-179.
43 1897-1898/1315 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 315.
44 1906-1907/1324 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 607.
45 BOA. DH. MKT. 2211/156, 18 Haziran 1899/8 S 1317.
47
48
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
etmiştir. 46 Ancak, bu girişimden bir netice alınamamış ve misyonerler
faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Vartalidi ve arkadaşları oldukları anlaşılan Fransuva’nın ve Anton’un daha
sonra, kiralanan mektep binası ile yeni binalar satın aldıkları anlaşılmaktadır.
Nitekim İtalyan vatandaşı olan Fransuva’nın iki adet hane satın aldığı,
kendisinin vefatıyla hanelerin mülkiyet hakkının eşine geçtiği; Fransa
tebaasından olan Anton’un da bir boyahane satın aldığı, bu boyahanenin
mülkiyet hakkının da kendisinin vefatıyla eşine geçtiği görülmektedir. Bu
binalar, mülk sahipleri tarafından 1906/H. 1324 yılında İzmir’de oturan Andriya
Poli Ferri Timoni (?)’ye 45000 kuruş bedel karşılığında satılmıştır.47 Bu arada
Fransa tebaasından Viktor Parmanti de, 13000 kuruş değeri olan bir adet
mesken, 5000 kuruş kıymetinde bir adet icarhane satın almıştır. Nitekim
Hüdavendigâr Vilâyeti’nden Dâhiliye Nezâreti’ne yazılan 18 Haziran 1914 tarihli
tahriratta; Fransız tebaasından Andriya Poli Ferri Timoni adına 27000 kuruş
kıymetinde bir boyahane ile iki hane kayıtlı olduğu, bunların “mü’essesât-ı
hayriyyeden olduğuna dâ’ir kayd ve işâret” olmadığı, iki haneden birisinin
mektep haline ifrağ ve diğerinin ikâmete tahsis edildiği48 belirtilmektedir. Aynı
tahriratta; Viktor Parmanti adına kayıtlı iki haneden birisinin de, aynı şekilde
mektep ittihaz edildiği ve diğerinde rahiplerin ikamet eyledikleri ifade
edilmektedir. 49 Bu hanelerin “yekdiğerine kalb idilerek Fransız Frer Mektebi
nâmı altında” kullanılmaya başlandığı, hanelerden birisinin bir odasının mabede
tahvil edildiği anlaşılmaktadır.50
Rum Mahallesi’nde bulunan ve 1896/R. 1315 yılında açılan mektebin ilk
müdürü rahip Marengo idi. İbtidâî derecesinde olan mektepte, üç rahip muallim
görev yapmaktaydı. “Müdâvimîni meyânında etfâl-i Müslime” bulunmayan
mektep, birçok yerde olduğu gibi, ruhsatsız olarak açıldı. 51 Osmanlı Devleti,
mektebe, “Latin Kilise Mektebi” adı altında, 1901 yılında resmî ruhsat verdi.52
BOA. BEO. 99596, 23 Haziran 1899/13 S 1317.
BOA. DH. İUM. E-24/75, 30 Kasım 1916/4 S 1335.
48 Uşak Kasabası’nda, Rum Mahallesi’nde, 2000 zirâ’ genişliğinde, sırf mülk bir arsa üzerinde
bulunan 15000 kuruş değerinde, Andriya Poli Ferri Timoni adına kayıtlı hanelerin mektep ve
mabet ittihaz edildiğine dair bkz. BOA. BEO. 138722, 20 Mayıs 1902/11 S 1320.
49 BOA. DH. İ.UM. 85/1-9.
50 BOA. DH. İUM. E-24/75, 30 Kasım 1916/4 S 1335. Bu müesseseler hakkında ayrıntılı
bilgi için bkz. Adnan Şişman, Sadiye Tutsak, Biray Çakmak, “XX. Yüzyıl Başlarında Uşak’taki
Fransız Müesseseleri”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt IV, Sayı 1, 2002, s. 103116.
51 BOA. ŞD. 2757/1, Dersaadet 23/600, 19 Temmuz 1906/27 Ca 1324, 25. sayfa.
“Mevcûdiyetleri karîn-i tasdîk-i ‘âlî olan Fransa mü'essesâtı meyânında ‘Uşşâk’da “Latin Kilisesi
Mektebi” deyû bir mektebin mukayyed bulunduğu müfettişliğin kuyûdundan anlaşılmışdır.”
52 Şerife Yorulmaz, “Osmanlı-Fransız İlişkileri Çerçevesinde Osmanlı Topraklarında Açılan
Fransız Kültür Kurumları ve Bunların Meşruiyet Kazanmaları (19.-20. Yüzyıl Başları)”, OTAM,
46
47
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
Bu okula, 1913 yılında, Ecoles Chrétiennes Rahipleri Mektebi adıyla yeniden
ruhsat verildi.53
I. Cihan Harbi’nin başlaması üzerine, Osmanlı Devleti’nin almış olduğu
kararla mektepteki ve mabetteki misyonerler sınır dışı edildi.54 Bunun üzerine
müesseseler kapandı. Mektep olarak kullanılan binada, Uşak Kaymakamlığı
tarafından Uşşak Medresesi açıldı.55
Bu medrese, 1920 yılında Yunan işgal kuvvetleri tarafından tahrip edildi.
Medresenin doğu ve güney taraflarındaki otuz hücre, Yunan topçu kıtaları
tarafından işgal edilmiş, içerisindeki dolaplar ve kapaklar kırılmış ve yakılmıştır.
Yunan işgal birlikleri tarafından idarî işlere müdahale edilmeyeceği defalarca
beyan edilmekle birlikte, Yunan kuvvetleri generali Nider (?), Hulusi Efendi’yi
belediye reisi atamıştır. Hulusi Efendi 56 , medrese yatakhanesini 17 Ekim
1920’de Yunan kuvvetlerine işgal ettirmiştir. İçerisindeki eşyaların taşınmasına
izin verilmemiştir. Yatakhane içindeki 100 karyola tahtası, 30 karyola demiri, 23
dolap işgal kuvvetlerinin elinde kalmıştır. Bu arada belediye memurlarıyla
birlikte Yunan zâbit ve askerleri, medresenin tedrîsât kısımlarının ve civarında
bulunan medrese müdürüne ait hanenin tahliye edilmesini istemişlerdir. 22
Ekim 1920, Pazartesi günü, saat 7’de, hanenin kapısı kırılarak, medrese
müdürünün kişisel eşyaları ile ailesi haneden dışarı atılmıştır. 23-24 Ekim 1920
gecesi, medrese müdürü, müdürlük odasından silahlı askerler tarafından atılmış,
merkez kumandanlığına götürülmüş, resmî evrak dosyalarına el konulmuştur.
Medrese müdürü, çeşitli işkencelere maruz bırakılmıştır. Bu süre zarfında da
medrese tatil edilmiştir.
Sayı 11, Ankara, 2000, s. 742; Şamil Mutlu, Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okulları, Gökkubbe,
İstanbul, 2005, s. 159.
53 Mutlu, age., s. 178.
54 BOA. DH. İUM. E-24/75, 30 Kasım 1916/4 S 1335. “Mevcûd mekteb ile ânın bir
odasında bulunan ma’bed de düvel-i muhâsama mü’essesâtından olmağla Meclis-i Vükelâ
zabıtnâmesinin on sekizinci bendi mûcibince ilgâ ve tahliye kılınmış ve binâsı da hükûmet-i
seniyye cânibinden ‘Uşşâk Medresesi ittihâz olunmuş ve erkân ve müstahdemîni memleket
hâricine ihrâc idilmişdir” (BOA. HR. HMŞ. İŞO. 126/2, 9 Aralık 1916/13 S 1335, lef 1/1, 1/2).
55 “Devletlü efendim hazretleri Emniyyet-i ‘Umûmiyye Müdîriyeti ifâdesiyle şeref-vârid olan 6
Kânûn-ı evvel sene 1331 târîhli ve 761 numerolu tahrîrât-ı ‘aliye-i nezâret-penâhîleri ‘arîza-ı
cevâbiyyesidir. ‘Uşşak’da mukaddemâ Fransız tâbi’iyetinde ve Fransız Frer Mektebi nâmında olan
mekteb âhiren medreseye tahvîl idilerek ‘Uşşâk Medresesi nâmla yâd ve el-yevm derûnunda icrâ-yı
tedrîsât idilmekde olduğunun ve bundan başka livâ dâhilinde ecnebî tâbi’iyetinde mü’essesât-ı
tedrîsiyye ve mezhebiyye olmadığının bi’l-muhâbere anlaşıldığı ‘arz olunur. Olbâbda emr û fermân
hazret-i men-lehü’l-emrindir. 20 Rebî’ü’l-evvel 334 Kütahya Mutasarrıfı” (BOA. DH. EUM. 5.
Şb. 23/12, 12 Nisan 1916/8 C 1334).
56 “âsâyiş-i hukûk-ı ‘âlî-i Osmânî’yi pâyımâl iden ve sırf Yunanlılara itmiş olduğu casusluk ve
ahâli-i mahalliyyeyi tehdîd ile emvâl ve nükûdunu gasb itmek ve itdirmek husûsundâki hıdemât-ı
me’yûsesine mükâfaten Ceneral Nider (?) tarafından ta’yîn idilen belediye re’isi Hulûsî Efendi”
(BOA. DH./İ-UM. 20-26/14-9, 27 Aralık 1920/15 R 1339).
49
50
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Medrese müdürü, bu durumu, “böyle ruhânî dârü’t-tedrîs olan bir
mü’essesenin hukûku hiçbir düvel-i muhârebe tarafından zabt ve gasb
idilemeyeceği bi’l-‘umûm devletlerin kabûl ve ri’âyet itmekde oldukları hukûk-ı
beyne’d-düvel kavâ’id-i esâsîyyesinden olub ‘aksi hâli ‘asr-ı hâzır-ı medeniyet
bütün mevcûdiyetiyle redd itmekde olduğu ma’lûm-ı en’âmdır” şeklindeki
ifadeleriyle Dâ’ire-i Meşihat-ı İslâmiyye’ye bildirmiş ve Yunan işgal kuvvetleri
tarafından belediye reisi atanan ve “ihânet-i fıtrıyyesi pek âşikâr olan” Hulusi
Efendi’nin “memleket ve milletine bir düşmânın itmekden hayâ ideceği harekâtı
cümlesinden olarak memleketin yersiz ve hâmisiz yetimlerinin iskân ve i’âşe ve
ta’lîm, terbiye idildiği dârü’l-eytâmı ve kezâlik i’dâdî ve Necm-i Edeb ve Osmân
Gâzi gibi medeniyetin muhâfazasına sâ’i olan bir takım mü’esseseleri derûnunda
mevcûd ve hemân bin kadar eytâm ve etfâli sokağa atmak sûretiyle işgâl”
ettirdiğini ifade etmiştir. Devamla “ufak bir kazâ merkezi olan kasabamızın
efrâd-ı ma’sûmeye â’id mesâkin ve mebâninin cebren ve kahren hatta bilâ-lüzûm
ve bilâ-ihtiyâc zabt ve gasb idilmiş olanları yüzlere bâliğ olmaktadır. Bu meyânda
yalnız idâre-i dâ’iyânemde bulunan medresede îkâ’ idilmiş olan tahrîbât bin lirayı
mütecâviz bir meblâğ ile ta’mîr idilemeyecekdir. Ma’a-hezâ bu işğâllerin devâmı
daha ‘azîm zararları ve ‘ilm ve ‘irfân noktasından telâfisi gayr-i kâbil felâketleri
intâc ideceğinden bir an evvel işgâl altında tahrîb idilmekde olan medrese ve
müştemilâtı mebâninin tahliyesi ve hasarât-ı vâkı’anın tanzîmini, husûsâtıyla bi’lmüdâhale belediye re’isi ta’yîn olunan Hulûsi Efendi’nin tebdîli keyfiyetinin îcâb
iden makamâta” ‘arz ve tebliğ edilmesini talep etmiştir.57 Bunun üzerine Dâ’ire-i
Meşihat-ı İslâmiyye tarafından gereği Dâhiliye Nezâreti’ne 23 Aralık 1920
tarihinde bildirilmiş, akabinde de Dâhiliye Nâzırı Vekili Mustafa Arif Bey,
Hâriciye Nezâreti’ne bilgi vermiştir.58
Müslüman-Türk Özel Okulları
20. yüzyıl başında Uşak Kasabası’nda Müslüman-Türk ahali tarafından da
özel okullar açıldı. Nümûne-i Edeb Mektebi dışında, Şemşü’l-Maârif, Gülşen-i
İrfan, Bedrü’l-Maârif ve Mustafa Rüstem Efendi Mektebi açılan özel okullardı.59
Gülşen-i İrfân Husûsî Mektebi
Gülşen-i İrfân Husûsî Mektebi, muallim Ahmet Tahir Efendi60 tarafından
kaymakam Şevki Bey’in izniyle açıldı. Mektebin resmî açılışı, II. Abdülhamit’in
BOA. DH./İ-UM. 20-26/14-9, 27 Aralık 1920/15 R 1339.
BOA. DH./İ-UM. 20-26/14-9, 27 Aralık 1920/15 R 1339.
59 1906-1907/1324 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 420; 1900-1901/1318 Hüdavendigâr
Vilâyeti Salnâmesi, s. 221; 1901-1902/1319 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 226.
60 Ahmet Tahir Efendi, müderris Çallı Ömer Efendi’nin oğludur. 1872-1873/H. 1289 yılında,
Uşak’ta doğdu. Uşak Rüşdiye Mektebi’nde eğitim gördü. Babası Çallı Ömer Efendi’den Arapça ve
Farsça dersleri aldı. Şiire ilgi duydu. Vilâyet merkezi Bursa’da çıkan edebî mecmua, Nilüfer’de özel
57
58
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
tahta çıkışının 25. yıldönümünde yapıldı. Müessis ve muallim-i evvel Ahmet
Tahir Efendi, Uşak Kaymakamlığı’ndan resmî ruhsat verilmesini istedi. Bunun
üzerine Uşak Kaymakamlığı, 10 Ocak 1908’de gereğini, Kütahya
Mutasarrıflığı’na bildirdi. Kaymakamlığa verilen istid’âya; mektebin muallim-i
evveli Ahmet Tahir Efendi’nin, muallim-i sânîsi Ömer Lütfi Efendi’nin,
muallim-i sâlisi Mustafa Efendi’nin tercüme-i hal varakları, ibtidâî ve rüşdî
kısımlarda okutulan ders kitaplarının isimleri, mektebe devam eden
öğrencilerden tahsil edilen ücretler için verilen makbuz ilmuhaberleri de eklendi.
İlgili evrak, Maârif Nezâreti’ne gönderildi.61 Nezâret, evrakı Mekâtib-i ‘Âliye ve
Husûsiye Müdiriyeti’ne havale etti. İlgili müdiriyet, evraktaki eksikliklerin
giderilmesini, daha sonra da gerekli muamelenin Hüdavendigâr Vilâyeti, Maârif
Müdiriyeti tarafından yapılmasını kararlaştırdı. Maârif Nezâreti de gereğini
Hüdavendigâr Vilâyeti’ne bildirdi.62 Daha sonra Hüdavendigâr Vilâyeti, Maârif
Müdürlüğü, gerekli ruhsatı verdi.
1903-1904/H. 1321 yılında mektepte, muallim-i evvel Ahmet Tahir Efendi,
muallim-i sânî Ragıb Efendi, muallim-i sâlis Şükrü Efendi, rik’a muallimi nüfus
memuru Mehmet Ali Efendi idi.63 1904-1905/H. 1322 yılında muallim-i sâlis ve
rik’a muallimi değişti. Muallim-i sâlis Ömer Lütfi Efendi, rik’a muallimi Mehmet
Ali Efendi oldu.64 1905-1906/H. 1323 yılında mektebin kadrosunda herhangi
bir değişiklik yaşanmadı. 65 1906-1907/H. 1324 yılında da aynı kadro görev
başındaydı.66
Nümûne-i Edeb Mektebi
Kaza Maârif Komisyonu tarafından ehliyetnâme verilen Hüseyin Remzi
Efendi, mektebine bir ruhsatnâme verilmesini istid’ânâme ile talep etti.
Kendisinden mektebin ders programı, talîmât-ı esâsiyyesi, tercüme-i hâl varakası
alınmış; bu evrak, Kaza Maârif Komisyonu mazbatası ve konuyla ilgili olumlu
Kaza İdare Meclisi mazbatası ile birlikte Kütahya Mutasarrıflığı’na
gönderilmiştir. Kütahya Mutasarrıflığı’nın evrakı, Hüdavendigâr Vilâyeti’ne
havale etmesi üzerine, konuyla ilgili olarak Vilâyet Maârif Müdiriyeti’nin
mütalaası alınmıştır. Neticede Vilâyet, Maârif Nezâreti’nden, “bu gibi husûsî
bir köşesi vardı. Mektebinde Uşaklılara ilk kez futbol topunu gösterdi. İlk kez nota ve ritmik
hareketlerle müzik talîmi yaptırdı. Dolayısıyla ilk kez jimnastik (Beden Eğitimi) dersini okulunda
talîm ettirdi. Ahmet Tahir Efendi, 1922 yılında Yunanlılar tarafından şehit edildi (Haşim Tümer,
Uşak Tarihi, Uşak Halk Eğitimine Yardım Derneği Kültür Yayınları, İstanbul, 1971, s. 81-82).
61 BOA. MF. MKT. 1060/12, 16 Haziran 1908/16 Ca 1326.
62 BOA. MF. MKT. 1060/12, 16 Haziran 1908/16 Ca 1326.
63 1903-1904/1321 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 237.
64 1904-1905/1322 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 217.
65 1905-1906/1323 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 225.
66 1906-1907/1324 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 420.
51
52
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
olarak mekteb küşâd idenlere ruhsatnâme i’tâsı mesbûk olmadığından
ruhsatnâme virilecek olduğu sûretde nümûnesinin isrâsını” talep etmiştir. 67
Bunun üzerine Maârif Nezâreti, Meclis-i Kebîr-i Maârifi68, konuyu görüşmüş ve
“husûsî olarak mekteb küşâdı arzûsunda bulunanlar içün îcâb iden mu’âmelenin
iktizâsı(nın) ma’ârif nizamnâmesinin yetmiş dokuzuncu maddesinde musarrah
ve mekteb mü’essis ve mu’allimlerine dâ’ir ma’lûmât(ın) dahi nizamnâme-i
mezkûrun mu’allimler hakkındaki madde-i mahsûsunda münderic”
bulunduğunu ifade etmiştir.69 Bunun üzerine de Maârif Nezâreti, Hüdavendigâr
Vilâyeti’ne bilgi vermiştir. 70 Neticede, mahallince ilgili nizamnameye göre
mektebe ruhsatnâme verilmiştir.
Hüseyin Remzi Efendi, Nümûne-i Edeb Mektebi’nin talîmât-ı esâsiyyesini
de hazırlamış ve mektebin işleyişi ile ilgili temel esasları belirlemiştir.
Talimatnameye göre; mektep, gündüzlüydü. Mektepte eğitim-öğretim süresi altı
yıldı. Bunun 3 yılı ibtidâî, 3 yılı rüşdî tedrîsâtı içindi. Mektepte seçmeli olarak
Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri öğretilecek, öğrencilere okuma ve tercüme
usûlleri gösterilecekti. Mektebin idaresi kurucusuna ait olacaktı. Mektebe kayd
ve kabul olacak/olunacak talebenin, bulaşıcı hastalığının olmadığı tespit edilecek
ve ayrıca talebeler aşılı oldukları halde mektebe kabul edilecek, aşılarını
yaptırmayan talebeler mektebe kabul edilmeyecekti. Mektepte talebeler tek tip
elbise giyecek (mektebe dühûl idecek talebeye yeknesak elbise iksâ itdirilecek),
bu üniformaların ücretleri veliler tarafından karşılanacaktı. Mektebe kabul
olunacak talebe, 7 yaşından küçük, 10 yaşından büyük olmayacak, ancak
imtihânla üst sınıflardan birine kaydolunabilecek olan talebelerin yaşı, sınıfı
nispetinde yukarı olabilecekti. Mektebe dâhil olacak talebeden aylık tahsil
edilmek ve üçe bölünmek üzere bir eğitim-öğretim ücreti alınacaktı. Birinci
kısım bir mecidiye, ikinci kısım üççeyrek mecidiye, üçüncü kısım yarım mecidiye
olacak, üç dereceye taksim edilen aylık ücret (ücret-i mâhiye) çocukların
velilerinin ekonomik durumlarına göre tahdîd olunacaktı. Bununla birlikte fakir
olup da, öğretim ücretlerini ödeyemeyen İslâm çocukları, geri çevrilmeyecek,
mektebin bütçesini bozmamak şartıyla meccânen kaydedilebileceklerdi.
Talebenin “tahsîl-i ‘ulûm ve fünûn husûsunda derecât-ı sa’y ve gayretleri
anlaşılmak” için her üç ayda bir defa husûsî imtihânları, yılsonunda da “Kazâ
Ma’ârif Komisyonu Hey’eti ile hâricden teşrîf edecek olan öğrenci velileri ve
sâ’ir ma’ârif-şinâs” karşısında genel sınavları (imtihân-ı ‘umûmîleri) yapılacaktı.
Mektepteki muallimler muvazzaf olacak, fahrî olarak ders vermek isteyenler de
BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29 L 1317.
Meclis-i Kebîr-i Maârif, Maârif Nezâreti bünyesinde ilmî ve idarî kısımlardan oluşan ve
danışma meclisi niteliğinde olan bir organdı. Bu meclis hakkında bkz. Uğur Ünal, Meclis-i Kebir-i
Maârif, 1869-1922, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2008.
69 BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29 L 1317.
70 BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29 L 1317.
67
68
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
ders verebilecekti. Talimatnameye göre, bir dili bilmek demek, onu okuyup,
yazmak, konuşmak demekti. Bu sebeple mektepten mezun olan talebe, görmüş
olduğu lisânı okuyabilecek, yazabilecek, konuşabilecekti.71
Nümûne-i Edeb Mektebi’nde kız-erkek öğrenciler birlikte öğrenim-eğitim
gördü. Uşak Kasabası’nda muhtelit-karma eğitim verilen ilk Müslim
mektebiydi. 72 Uşak eşrâfından Tirîdzâde Mehmet Paşa 73 , Nümûne-i Edeb
Mektebi’ni nakden desteklemiş, iki kızını bu mektebe kaydettirmiştir. Bu
mektepte, Kulalı Mehmet Ağa’nın kızı Ayşe, Tirîdzâde Mehmet Paşa’nın kızları
Hasibe ve Sıdıka, İllez Ağa kızı Hayriye eğitim-öğretim görmüşlerdir.74
Mektebin Kurucusu Hüseyin Remzi Efendi
Hüseyin Remzi, aslen Adanalı’dır. İsmi, Hüseyin, mahlası Remzi’dir. Hacı
Remzi olarak yâd olunur. Babası aslen Kayserili’dir. İsmi Arif, mahlası Hacı
Himmet’tir. Şâ’ir ve şeyhtir. 1870/H. 1287 yılında Kayseri’den Adana’ya
göçmüştür. Hüseyin Remzi Efendi, 11 Mart 1872 tarihinde, Çarşamba günü,
akşam, ezanî saatle birde doğmuştur. Adana Hükümet Konağı karşısındaki
ibtidâî mektebine başlamıştır. 1881/H. 1298 yılı sonunda mektepten
şehadetnâme almıştır. Bu sırada annesi vefat etmiş ve İzmir’de ikâmet etmekte
olan babasının yanına gelmiştir. Burada İzmir Rüşdiye Mektebi’ne kaydolmuş ve
süresi zarfında derslerini tamamlayarak, 25 Temmuz 1887 tarihinde
şehadetnâme alarak mezun olmuştur. Akabinde İzmir’de Şadırvan Camii imamı
Hâfız İbrahim Efendi’den hıfza başlayıp, 15 Mayıs 1888 tarihinde duasına
muvaffak olmuştur. Daha sonra ilmiye tarikine girerek, Manisa, Kırkağaç, Soma
ve Bergama taraflarında “miftâhü’l-‘ulûm olan sarf ve nahv gibi mukaddimâtı
tahsîl” etmiştir.75
1891/H. 1307 yılında Uşak Kasabası’na gelmiş ve eşrâftan Acemzâdelerin76
ve sairlerin ricâsı ve talebi üzerine Uşak’ı vatan ittihaz etmiştir. Bu sırada
71 24 Ekim 1899/11 Teşrîn-i evvel sene 1315 ve 18 Cemâziel-âhir sene 1317 tarihli ve Uşak
Nümûne-i Edeb Mektebi mü’essisi ve mu’allimi Hüseyin Remzi Efendi tarafından hazırlanan
talîmât-ı esâsiye için bkz. BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29 L 1317. Konuyla ilgili bir
çalışmada, mekteple ilgili arşiv belgelerine ulaşılmadığından, sathî bilgilere yer verilmektedir. Bu
konuda bkz. Erdoğan Solak, “Osmanlı Dönemi Uşak Mektepleri”, İlmî Araştırmalar, Sayı 15,
İstanbul, 2003, s. 122.
72 Tümer, age., s. 79.
73 Tirîdzâde Mehmed Paşa hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Biray Çakmak, “Geç Dönem
Osmanlı Taşra Toplumunda Eşrâfın Mahallî İşlevleri Üzerine: Uşaklı Tirîdzâde Mehmed Paşa”,
Hacettepe Üniversitesi, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi (CTAD), Yıl: 7, Sayı 13, 2011, s. 3-29.
74 Tümer, age., s. 80.
75 BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29 L 1317.
76 Eşrâftan Acemzâdeler, 18. yüzyılın sonlarından itibaren Uşak Kazası’nda önemli roller
oynadı. Nitekim Acemzâde Ahmet Ağa, yükümlülüklerini yerine getirmediği için fermânlı ilan
edildi. Anadolu vâlisi Ali Paşa, tedibine memur edildi. Ali Paşa, Acemzâde Ahmet Ağa üzerine
bizzat gitmedi. Kardeşi Osman Bey’i ve Uşak Voyvodası Hasan Ağa’yı gönderdi. Acemzâde
53
54
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
memleketinde bulunan babasını Uşak Kasabası’na getirmiştir. Daha sonra tahsîl
amacıyla İstanbul’a, Nisan 1891’de de Ramazaniye içün Midilli’ye gitmiştir.
Orada Midilli müftüsü Mehmet Efendi, damadı Mustafa Efendi ve Defter-i
Hakânî memuru Salim Bey, kendisinden çok memnun kalmışlardır. Daha sonra
babasından mektupla izin isteyerek, Hicaz’a gitmek üzere yola çıkmıştır.
Güzergâhında bulunan Mısır’a uğramış, orada Mısır Fevke’l-‘ade
Komiserliği’nde bulunan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın kâtiplerinden Arif ve
İzzet beylerle meşâyih-i kirâmdan es-Seyyid eş-Şeyh el-Hac Abdullah Efendi’nin
iltifatlarına mazhar olmuş, Hicaz’dan dönüşünde Mısır’da kalıp, Mehmet Bey
Medresesi’nde bir odada, tahsile devam etmiştir. Burada mantık, me’ânî, fıkıh,
akâ’id ilimlerini tahsîl etmiştir. Ayrıca burada husûsî olarak erbâb-ı fennden
hendese, hisâb, coğrafya, tarih-i Fransevî tahsîl etmiştir. Türkî, Arabî, Fârisî
lisânlarını okuyup yazmaya kâdirdir. Mısır’daki Medresetü’l-‘Abbasiyye’de
Türkçe muallimliğine tayini kararlaştırılmış iken, 30 Ağustos 1894 tarihinde
Uşak Kasabası’nda meydana gelen yangında77 afetzede olan ve Sivaslı Köyü’ne
giderek 81 yaşında, 16 Ekim 1894 tarihinde vefat eden merhum babasını ziyaret
etmek için Uşak’a dönmüştür.78
Birkaç ay sonra da Uşak müftüsü el-Hac Mustafa Asım Efendi’nin derslerine
devam etmeye başlamış ve kendisinden icazetnâme almıştır. Bu arada tekrar
Mısır’a gitmek niyetinde iken Uşak eşrâfından Kulalı Mehmet Ağa’nın79 talep ve
Ahmet Ağa, Banaz’ın Öksüz köyüne çekildi. Üzerine gönderilen kuvvetleri yenilgiye uğrattı.
Bunun üzerine Acemzâde Ahmet Ağa’nın isyanını bastırmak için Karaosmanoğlu Hacı Mehmet
Ağa ve Bergama Voyvodası Hacı Ömer Ağa memur edildi. Neticede Acemzâde Ahmet Ağa,
yapılan askerî harekât sonucunda idam edildi. Kellesi padişaha gönderildi (Ahmed Cevdet Paşa,
Tarih-i Cevdet, Cilt 5, Dersa’âdet, 1309, s. 326). Acemzâdeler, daha sonraki yıllarda, Uşak
Kazası’nda çeşitli işlevler ifa etti. Acemzâdelerin etkinliği, Tanzimat Dönemi’nde iltizâm ve ticâret
sayesinde sürdü. Aile, önemli miktarda mal varlığına sahip oldu. Bir ara İstanbul’daki Ermeni
Bogos’tan faizle borç para aldı. Ancak borcunu ödeyemedi. Bunun üzerine gayrimenkulleri
haczedilerek satışa çıkarıldı. Ancak talip çıkmaması sebebiyle malları satılamadı. Sultan
Abdülaziz’in saltanatında, askerî personele tefevvüzâtta bulunmaları sebebiyle memleket işlerine
karıştırılmamaları için haklarında irâde-i seniyye çıktı. Kaza Meclisi’nde aza olan Acemzâdeler’den
Hâlid Bey’e, Sadâret tarafından tenbihnâme yazıldı. “Muğâyir-i rızâ-yı ‘âlî bir gûne harekette”
bulunmaması istendi (BOA. MVL. 249/48, 27 Nisan 1852/7 B 1268). 1870’li yıllardan sonra da
kazada mültezim olarak hep var oldular. Haklarında köylüler tarafından İstanbul’a sık sık
şikâyetler yapıldı.
77 Bu yangın hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Biray Çakmak, “Geç Dönem Osmanlı
İmparatorluğu’nda Afet Yönetimi: 1894 Büyük Uşak Yangını”, Hacettepe Üniversitesi, Türkiyat
Araştırmaları Dergisi (HUTAD), Sayı 15, Ankara, 2011, s. 63-90.
78 BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29 L 1317.
79 Kulalı Rüstem Ağâzade Hacı Mehmet Ağa, ticâret ve iltizâmla zenginliğini arttıran önemli
bir şahsiyetti. Kaza idaresinde sık sık müspet ve menfî icraatlarıyla varlığını hissettirdi. Kula’da
önemli miktarda tarım arazilerine sahipti. Zenginliğinin bir diğer kaynağı da tefecilikti. “Uşşâk’da
Rüstem Ağazâde Mehmed Ağa nâmında bir tâcirin zürrâ’ ve ahâliye yüzde seksen güzeşte ile pâre
ikrâz ve suver-i sâ’ire ile rahtedâr itmekde olduğu ifâdesini hâvî ahâli vekîli Hasan imzâsıyla virilen
varak 25 Teşrîn-i sânî sene 305 târîhinde vilâyet-i celîlerine gönderilmiştir.” (BOA. DH. MKT.
1772/30, 16 Ekim 1890/2 Ra 1308).
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
ricası üzerine altı-yedi yaşlarında bulunan kızına husûsî, usûl-ı cedîd üzere dersler
vermeye başlamış ve birkaç ay sonra çocuk okuyup-yazmaya başlamış, bunun
üzerine Uşaklıların evlatlarını da kabul etmeye başlamıştır. Kısa sürede
çocukların sayısı artmış, bunun üzerine bir mektep tedârikine gereksinim
duyulmuştur. Neticede geçici olarak bir mektep kiralanmaya ve daha sonra
yardımseverler tarafından bir mektep inşa ettirilmeye karar verilmiş ve
Debbağlar Tekkesi isimli bir mahal kiralanmış, 11 Aralık 1897 tarihinden
itibaren orada eğitim-öğretime devam edilmiştir. Kısa sürede de öğrencilerin
sayısı 100’e ulaşmıştır. Böylece tesis ve terakkisine muvaffak olduğu Nümûne-i
Edeb isimli husûsî mektep için bir ruhsat alma fikri hâsıl olmuştur. Bu arada
Uşak’a gelen Hüdavendigâr valisi Halil Paşa da kendisine iltifatta bulunmuş,
bunun üzerine mektebin ne şekilde kurulduğunu ve nasıl geliştirildiğini valiye
arz etmiştir. Bunun üzerine Hüdavendigâr valisi Halil Paşa, Uşak Kasabası’ndaki
mekteplerin teftişi göreviyle Uşak’ta bulunan Kütahya Mekteb-i İdâdî-i Mülkî
Müdürü ile maiyet memurlarından Mazhar ve Şevket beyleri mümeyyiz tayin
edip, mektebini teftiş ve mevcut talebelerin “derecât-ı müktesebelerini” tayin ve
takdir ettirmiştir.80
Neticede, eğitim-öğretim faaliyetleri müspet bulunmuştur. Bunun üzerine
Nümûne-i Edeb Mektebi’nde okutulan derslerin programını ve talîmât-ı
esâsiyyesini, istid’ânâme ile birlikte vali Halil Paşa’ya vererek, ruhsatnâme
talebinde bulunmuştur. Bunun üzerine vali, istid’ânâmeyi müdire vermiş ve
kendisinin icap eden fenlerden imtihân edilmesini emretmiştir. Yapılan
imtihânda başarılı bulunmuş ve kendisine maârif komisyonu heyeti tarafından
tasdik edilmiş bir ehliyetnâme verilmiştir. Müdür tarafından ayrıca
istid’ânâmenin zeyline, “mu’allim-i mümâileyh Hüseyin Remzi Efendi’nin
istid’âsına leffen takdîm-i huzûr-ı ‘âlî-i vilâyet-penâhîleri kıldığı programdaki
fennlerden imtihânı bi’l-icrâ yedine bir ehliyetnâme verilmiştir. Binâen’aleyh
ruhsatnâme i’tâsı ise irâde-i ‘inâyet-sa’âde-i hazret-i şehinşâhîye menût olduğu
ma’lûm-ı ‘âlî-i vilâyet-penâhîleri olmağla olbâbda” yazılmıştır.81
Öğretim Kadrosu
Mektepte 1900-1901/H. 1318 82 , 1901-1902/H. 1319 83 , 1902-1903/H.
1320 84 , 1903-1904/H. 132185 , 1904-1905/H. 132286 ve 1905-1906/H. 1323 87
BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29 L 1317.
BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29 L 1317.
82 1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 221.
83 1901-1902/1319 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 226.
84 1902-1903/1320 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 229.
85 1903-1904/1321 Hüdavendigâr Vilâyeti salnâmesi, s. 237.
86 1904-1905/1322 Hüdavendigâr Vilâyeti salnâmesi, s. 217.
80
81
55
56
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
yıllarında muallim-i evvel Hacı Remzi Efendi, muallim-i sânî Katibzâde Mustafa
Efendi idi. Ayrıca mektepte, 1900-1901/H. 131888 yılında bevvâb olarak Hacı
Yunus Efendi görev yapmaktaydı. 1906-1907/H. 1324 yılında ise mektepte,
muallim-i evvel Hacı Remzi Efendi, muallim-i sânî Hasan Efendi idi.89
Okulda Okutulan Dersler
Nümûne-i Edeb Mektebi’nin ders programı 3 yılı ibtidâî ve 3 yılı rüşdî
sınıfları olmak üzere yıl yıl tespit edildi. Mevzuat gereği hazırlanan ders
programına göre; ibtidâî kısımdaki dersler, genelde okuma-yazma ve dört işlem
ağırlıklıydı. Rüşdî kısım derslerini ise ağırlıklı olarak Arapça, Farsça ve Türkçe
gramerleri, tarih, coğrafya, Fransızca, ahlak dersleri oluşturdu.
İbtidâî birinci kısım şâkirdânına mahsûs dersler
Mükemmel Elifbâ-yı Osmânî, Tahrîr-i Hurûf, Tahrîr-i Cümel, Kırâ’at-ı
Türkiyye, Eczâ-yı Şerîfe, ‘İlm-i Hâl, Ta’dâd ve Terkîm-i Cem’
İbtidâî ikinci kısım şâkirdânına mahsûs dersler
Kurân-ı Kerîm, Tecvîd, ‘İlm-i Hâl, Kırâ’at-ı Türkiyye, Ta’lîm-i İmlâ, Risâle-i
Ahlak, Muhtasar Sarf-ı Osmânî, Sülüs ve Rik’a Hattı, Hisâb-ı Tarh ve Cem’ ve
Darb
İbtidâî üçüncü kısım şâkirdânına mahsûs dersler
Kurân-ı Kerîm, Tecvîd ve Tatbîkâtı, Mufassal ‘İlm-i Hâl, Mufassal Sarf-ı
Osmânî, Hisâb-ı Taksîm ve İ’mâl-i Erba’anın Tatbîkâtı, Kırâ’at Tarîkiyle Târîh-i
Osmânî, Risâle-i Ahlak, Ta’lîm-i İmlâ, Lügat, Hüsn-i Hatt-ı Türkî, Tasrîfât-ı
Ef’âl-i Arabî ve Fârisî
Rüşdiye kısmı birinci seneye mahsûs dersler
Sarf-ı Arabî, Usûl-ı Fârisî, Nahv-ı Osmânî, Küçük Târîh-i Müslimîn,
Mebâdî-i Cografya, Elifbâ-yı Fransevî, Ahlak Risâlesi, Avrupa Kıt’asının
Tersîmi, Hisâb ‘İlmi Kesr-i A’şârî Kısmı, Tatbîkât Tarîkiyle Nasîhatü’l-Hükemâ,
‘İlm-i Hâl-i Kebîr-i Ezmân, Lüğat, Resm Hattı, Hüsn-i Hatt-ı Türkî, Hatt-ı
Fransevî
Rüşdiye ikinci sene şâkirdânına mahsûs dersler
Nahv-ı ‘Arabî, Mesâ’il-i Dinîyye, Fârisî Gülistân, Muhtasar Târîh-i İslâm,
Osmanlı Cografyası ve Haritalarının Tersîmi, Çocuklara Münşe’ât,
Fransızca’dan Usûl-ı Tedrîs, Resm Hattı, Lugat, Hatt-ı Fransevî, Hisâb ‘İlmi
Kesr-i ‘Adî Kısmı
Rüşdiye üçüncü sene şâkirdânına mahsûs dersler
1905-1906/1323 Hüdavendigâr Vilâyeti salnâmesi, s. 225.
1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 221.
89 1906-1907/1324 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi, s. 420.
87
88
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
Nahv-ı ‘Arabî-i Tekmîl, Muhtasar Mantık ve Belegât, Gülistân-ı Tekmîl,
İzâhât-ı Nûnîyye, Hıfzu’s-Sıhha, Mesâ’il-i Fıkhıyye, Usûl-ı Defterî, Hisâb-ı
Tekmîl, Muhtasar Cografya-ı ‘Umûmî, Kıta’ât-ı Hamse Tersîmâtı, Resm-i
Hendese-i Halliyye, Kırâ’at-ı Fransevî, Hatt-ı Fransevî, Târîh-i ‘Umûmî-i
Kurûn-ı Evlâ ve Vüstâ.90
Sonuç
19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Osmanlı eğitim sistemi, dualist yapı
arz etmekteydi. Zira geleneksel eğitim-öğretim kurumları olan sıbyan mektepleri
ve medreseler varlığını sürdürmekteydi. Bunların yanında yeni eğitim-öğretim
kurumları açılmaktaydı. Nitekim modernleşme süreciyle birlikte işlevleri artan
devlet, çeşitli sebeplerle eğitim-öğretim hizmetlerine bizzat müdâhil olmakta,
Batı modelinde yeni eğitim-öğretim kurumları tesis etmekteydi. Bunun yanında
ahali tarafından gayr-i resmî eğitim-öğretim kurumları da tesis edilmekteydi.
Mekâtib-i husûsiye olarak adlandırılan özel öğretim kurumları mekâtib-i gayr-i
müslime, mekâtib-i ecnebiye ve mekâtib-i müslime olarak tasnif edilmekteydi.
Gayrimüslimler kendi mekteplerini açmakta; Protestan ve Katolik misyonerler,
çeşitli amaçlarla Memâlik-i Osmâniyye’nin eğitim-öğretim hizmetlerine müdâhil
olmaktaydılar.
19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Uşak Kasabası, Osmanlı eğitimöğretim sisteminin bir micro-cosmosu niteliğindeydi. Yukarıda genel çerçevesi
çizilen eğitim-öğretim kurumlarını, Uşak Kasabası’nda da müşahede etmek
mümkündür. Nitekim kasabada yaşayan Hıristiyan Rumlar ve Ermeniler kendi
mekteplerine sahiptirler. Katolik Fransız Frerler, bir mektep açmışlardır. Bu
mektepler yanında Müslüman-Türk ahali tarafından da özel okullar tesis
edilmiştir.
Bu çalışmada ele alınan ve Müslüman-Türk ahali tarafından Uşak
Kasabası’nda açılan iki mektepten, özellikle ikincisi, yani Nümûne-i Edeb
Mektebi, bünyesinde ilginç husûsiyetleri barındırmaktadır. Zira, Uşak
Kasabası’nda Müslüman-Türkler tarafından açılan ilk modern özel mekteptir.
Mektep kurma talebi Kütahya Mutasarrıflığı’nı da şaşırtmıştır. Böyle bir talep ve
durumla ilk defa karşılaştığı anlaşılan taşra bürokrasisi, Maârif Nezâreti’nden,
hangi mevzuata göre, ne şekilde muamele yapacağını sorma gereğini duymuştur.
Akabinde de, Maârif Nizamnâmesi’ne göre işlem yapılması gerektiği cevabı
verilmiştir.
Mevcut araştırmalarda, özel okulların genelde azınlık ve misyonerlik
mektepleri ekseninde ele alındığı görülmektedir. Bu durum ise MüslümanTürklerin özel okullar açmadığı izlenimini uyandırmaktadır. Dolayısıyla özel
90
BOA. MF. MKT. 489/46, 2 Nisan 1900/29 L 1317.
57
58
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
okullarla ilgili araştırmalarda bu durumun da dikkate alınması, bu konuda yeni
araştırmaların yapılması gerekmektedir.
Kaynaklar
Arşivler ve Süreli Yayınlar
Vilâyet Salnâmeleri
1875-1876/1292 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1876-1877/1293 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1878-1879/1295 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1883-1884/1301 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi
1884-1885/1302 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1885-1886/1303 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1889-1890/1307 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1893-1894/1311 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1894-1895/1312 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1895-1896/1313 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1896-1897/1314 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1897-1898/1315 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1898-1899/1316 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1900-1901/1318 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1901-1902/1319 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1902-1903/1320 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1903-1904/1321 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1904-1905/1322 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1905-1906/1323 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
1906-1907/1324 Hüdavendigâr Vilâyeti Salnâmesi.
Maârif Salnâmeleri
Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1317 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Darü’lHilafeti’l-Aliye, Matbaa-ı Amire, 1317.
Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1318 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Darü’lHilafeti’l-Aliyye, Matbaa-ı Amire, 1318.
Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1319 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Darü’lHilafeti’l-Aliyye, Matbaa-ı Amire, 1319.
Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1321 Sene-i Hicriyyesine Mahsûsdur, Darü’lHilafeti’l-Aliyye, Asr Matbaası, 1321.
Nizamnâmeler
22 Şubat 1893/5 Ş 1310 tarihli “İzmir-Kasaba Demiryolu ile Temdîdi İmtiyaz Mukavele
ve Şartnamesi”, Düstur, I. Tertib, Cilt 6, Başvekâlet Devlet Matbaası, Ankara, 1939, s.
1340-1366.
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
Ma’ârif-i Umûmiye Nizâmnâmesidir, Düstur, I. Tertib, Cilt 2, Matbaa-ı Amire,
Dersaadet, 1289, s. 184-219.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
Maârif Nezâreti, Mektûbî Kalemi
MF. MKT. 1060/12, 16 Haziran 1908/16 Ca 1326; MF. MKT. 489/46, 2 Mart 1900/29
L 1317; MF. MKT. 6/20, 12 Ekim 1872/9 Ş 1289.
Divan (Beylikçi) Kalemi, Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait Defterler, Kilise
Defterleri
A. DVNS. KLS. d.03, s. 190, 483 nolu kayıt.
Bâb-ı ‘Âlî Evrâk Odası, Vilâyet Gelen-Giden Defterleri Belgeleri
BEO. 138722, 20 Mayıs 1902/11 S 1320; BEO. 64029, 13 Ca 1314/20 Ekim 1896;
BEO. 99596, 23 Haziran 1899/13 S 1317; BEO. VGG. 58899.
Dâhiliye Nezâreti, Mektûbî Kalemi Belgeleri
DH. MKT. 17/1, 22 Nisan 1893/5 L 1310; DH. MKT. 1772/30, 16 Ekim 1890/2 Ra
1308; DH. MKT. 2211/156, 18 Haziran 1899/8 S 1317.
Dâhiliye Nezâreti, Emniyet-i ‘Umûmiye Müdiriyeti Belgeleri
DH. EUM. 5. Şb. 23/12, 12 Nisan 1916/8 C 1334.
Dâhiliye Nezâreti, İdâre-i ‘Umûmiye-i Vilâyet Belgeleri
DH. İ.UM. 85/1-9; DH. İUM. E-24/75, 30 Kasım 1916/4 S 1335; DH. İ-UM. 2026/14-9, 27 Aralık 1920/15 R 1339.
Hâriciye Nezâreti, Hukûk Kısmı Belgeleri
HR. H. 438/24, 13 Mart 1896; HR. H. 542/5, 29 Mayıs 1896.
Hâriciye Nezâreti, Hukûk Müşavirliği, İstişâre Odası Belgeleri
HR. HMŞ. İŞO. 126/2, 9 Aralık 1916/13 S 1335.
İrade, Husûsî
İrade, Husûsî, 23, 31 Ekim 1892/9 R 1310.
İrade, Meclis-i Mahsûs
İrade, Meclis-i Mahsûs, 5328, 22 Eylül 1891/17 S 1309.
İrade, Adliye ve Mezâhib
İrade, Adliye ve Mezâhib, 11, 21 R 1314/29 Eylül 1896.
Bâb- Âlî, Meclis-i Vükelâ Mazbataları
MV. 67/46, 17 Eylül 1891/12 S 1309.
Bâb- Âlî, Meclis-i Vâlâ Riyâseti Belgeleri
MVL. 249/48, 27 Nisan 1852/7 B 1268.
Maârif Nezâreti, Tedrîsât-ı Husûsiye Kalemi
MF. HUS. 15/100, 1329/1911; MF. HUS. 15/105, 1329/1911.
Bâb-ı ‘Âlî, Şûrâ-yı Devlet Belgeleri
ŞD. 1567/13, Hüdavendigâr 3/260, 9 R 1314/17 Eylül 1896; ŞD. 2757/1, Dersaadet
23/600, 19 Temmuz 1906/27 Ca 1324.
59
60
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Yıldız, Sadâret Husûsî Ma’rûzât Evrâkı
Y. A. HUS. 376/32, 7 Eylül 1897/9 R 1315; Y. A. HUS. 378/16, 3 Kasım 1897/7 C
1315; Y. A. HUS. 379/35, 5 Aralık 1897/10 B 1315.
Yıldız, Perâkende Evrâkı, Ticâret ve Nafı’a Nezâreti Ma’rûzâtı
Y. PRK. TNF. 3/2, 28 Ekim 1890/14 Ra 1308.
Kitap ve Makaleler
AHMED CEVDET PAŞA (1309) Tarih-i Cevdet, Cilt 5, Dersaadet.
AKYÜZ Yahya (2009) Türk Eğitim Tarihi, PegemA Yayıncılık, Ankara.
AUTHEMAN Andre (2002) Bank-ı Osmani-i Şahane, Ali Berktay (Çev.), Osmanlı
Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul.
CLAY Christopher (1994) The Origins of Modern Banking in the Levant: The Branch
Network of the Imperial Ottoman Bank, 1890-1914, International Journal of Middle
East Studies, 26, pp. 589-614.
ÇAKMAK Biray (2008) Osmanlı Modernleşmesi Bağlamında Bir Batı Anadolu Kazasında
Sosyo-ekonomik Yapı: Uşak (1876-1908), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
ÇAKMAK Biray (2011) Geç Dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda Afet Yönetimi: 1894
Büyük Uşak Yangını, Hacettepe Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Dergisi (HUTAD),
Sayı 15, Ankara, s. 63-90.
ÇAKMAK Biray (2011) Mahallî Tarihî Demografi Araştırmalarında Vilâyet
Salnâmelerinin Veri Değeri: Uşak Kazası Örneğinde Kısmî Zamanlı Bir İnceleme
(1897-1898/1906-1907), CIEPO Uluslararası Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Tarihi
Araştırmaları 6. Ara Dönem Sempozyum Bildirileri, 14-16 Nisan 2011, Uşak, Prof. Dr.
Adnan Şişman, Prof. Dr. Tuncer Baykara, Doç. Dr. Mehmet Karayaman (Eds), Cilt
I, Uşak İli Kalkınma Vakfı Yayını, İzmir, 2011, s. 359-394.
ÇAKMAK Biray (2012) Geç Dönem Osmanlı Taşra Toplumunda Eşrâfın Mahallî
İşlevleri Üzerine: Uşaklı Tirîdzâde Mehmed Paşa, Hacettepe Üniversitesi, Cumhuriyet
Tarihi Araştırmaları Dergisi (CTAD), Yıl: 7, Sayı 13, 2012, s. 3-29.
ELDEM Edhem (1999) Osmanlı Bankası Tarihi, Ayşe Berktay (Çev.), Osmanlı Bankası
Tarihi Araştırma Merkezi, İstanbul.
KOÇAK Cemil (1985) Tanzimat’tan Sonra Özel ve Yabancı Okullar, Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul, s. 485-494.
MUTLU Şamil (2005) Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okulları, Gökkubbe, İstanbul.
ÖNTUĞ Mustafa Murat (2001) Osmanlı Dönemi Uşak Medreseleri, Türk Dünyası
Araştırmaları, Sayı 133, Ağustos, s. 53-68.
ÖZYÜKSEL Murat (1988) Anadolu ve Bağdat Demiryolları, Arba Yayınları, İstanbul.
PECH Edgar (1908) Manuel des Sociétés Anonymes Fonctionnant en Turquie, 4 edition,
Constantinople.
SOLAK Erdoğan (2003) Osmanlı Dönemi Uşak Mektepleri, İlmî Araştırmalar, Sayı 15, s.
113-130.
SOMEL Selçuk Akşin (2003) The Religious Community Schools and Foreign
Missionary Schools, Ottoman Civilization, Volume 2, Halil İnacık and Gülsen Renda
(Eds), Republic of Turkey, Ministry of Culture, Istanbul, pp. 387-401.
SOMEL Selçuk Akşin (2010) II. Abdülhamid İstanbul’unda Müslüman Özel
Okulları/Private Muslim Schools in Istanbul During the Reign of Abdülhamid II,
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
II. Abdülhamid Modernleşme Sürecinde İstanbul/Istanbul During the Modernization Process,
Coşkun Yılmaz (Ed.), İstanbul, pp. 320-334.
ŞİŞMAN Adnan; TUTSAK, Sadiye; ÇAKMAK, Biray (2002) XX. Yüzyıl Başlarında
Uşak’taki Fransız Müesseseleri, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt
IV, Sayı 1, s. 103-116.
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri 1839-1924, T. C.
Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Tarihi İstatistikler Dizisi, Cilt 6, Mehmet Ö.
Alkan (Yayına Hazırlayan), Ankara, 2000.
TEKELİ İlhan (1985) Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Eğitim Sistemindeki Gelişmeler,
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul, s. 456-475.
TUTSAK Sadiye (2001) Osmanlı Devletinin Son Devirlerinde Uşak Kazası, Tarih
İncelemeleri Dergisi, XVI, İzmir, s. 175-191.
TUTSAK Sadiye (2006) Uşak’ta Rumlara Ait Bir Kilise ve Mektebin Yeniden İnşasına
Dair, Doğumunun 65. Yılında Prof. Dr. Ahmet Özgiray’a Armağan, Erdoğru, Mehmet
Akif (Ed.), İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, s. 598-606.
TÜMER Haşim (1971) Uşak Tarihi, Uşak Halk Eğitimine Yardım Derneği Kültür
Yayınları, İstanbul.
UYGUN Selçuk (2003) Türkiye’de Dünden Bugüne Özel Okullara Bir Bakış (Gelişim
ve Etkileri), Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Yıl 2003, Cilt 36,
Sayı 1-2, s. 107-120.
ÜNAL Uğur (2008) Meclis-i Kebir-i Maârif, 1869-1922, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara.
YORULMAZ Şerife (2000) Osmanlı-Fransız İlişkileri Çerçevesinde Osmanlı
Topraklarında Açılan Fransız Kültür Kurumları ve Bunların Meşruiyet Kazanmaları
(19.-20. Yüzyıl Başları), OTAM, Sayı 11, Ankara, s. 697-768.
Ek I: Nümûne-i Edeb Mektebi muallim-i evveli ve müessisi Hüseyin Remzi hakkında
Kaza Maârif Komisyonu tarafından hazırlanan mazbata
‘Uşşâk’da nümûne-i Edeb nâm mekteb-i husûsî mü’essisi Hüseyin Remzi Efendi
tercüme-i hâl varakasından anlaşılacağı vechle mu’allim-i mümâileyh hakîkaten ezkiyâ-yı
hâcegân ve erbâb-ı dânişmendândan her vechle fâ’ikü’l-akrân bir zât-ı guyûr-simât
olmağla tercüme-i hâl varakasına leffen tanzîm ve takdîm eylediği mektebin ta’lîmât-ı
esâsîyyesinde münderic bulunan fünûn-ı mezkûrenin kâffesini bi-hakkın tedrîs ve
ta’lîme muktedir olduğunu birkaç kere vukû’ bulan şâkirdânın huzûr-ı imtihânlarında
göstermiş olduğu gibi geçende bi’z-zât ‘Uşşak’ı teşrîf buyuran vâlî-i ‘âlî-i vilâyet devletlü
Halil Paşa hazretlerinin hîn-i teşrîflerinde dahi huzûr-ı vâdî-i cenâb-ı vilâyet-penâhîye
‘arz ve takdîm eylediği istid’âsına mebnî müşârünileyh hazretlerinin emr ve ta’yîn-i
vâlâları üzere Kütahya mekteb-i idâdî müdîri ile husûsî bir iki muktedir mümeyyiz
tarafından mekteb-i mezkûr bi’t-teftîş kendüsünün dahi îcâb iden fenlerden imtihânı
bi’l-icrâ yedine bir ehliyetnâme i’tâ kılınarak bu sûretle bir kat dahi kesb-i temeyyüz
eylemişdir. Binâen’aleyh mümâileyh mu’allim-i guyûrun her cihetle iktidâr ve ehliyeti
gerek komisyonumuz hey’eti ve gerek sâ’ir ma’ârif-mendân nezdinde sâbit ve müsellem
olmağla mümâileyhin ikdâmât-ı kesîre-i fâzîlâneleri berekâtı olarak açmış olduğu çığır ve
göstermiş olduğu nümûne-i terakkî sâyesinde bir iki seneden berü ‘Uşşak’da yedişer
sekizer yaşlarındaki çocuklar okuduğunu yazmağa ve yazdığını okumağa başladığından
hakk-ı ehakk-ı mu’allimânelerinden ne dürlü medh ve tergîb ve taltîf buyurulsa becâ ve
61
62
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
tahdîs-i ni’met kâbilinden olacağı hey’etimiz tarafından tasdîk ve ‘arz eyler ve îcâb iden
mu’âmelesinin icrâ ve isrâsı husûsunda himemm-i ‘aliye-i kaymakamîlerinin bî-dirîğ
buyurulması bâbında işbu mazbata-ı ‘âcizânemizi huzûr-ı ‘âlî-i kaymakamîlerine takdîm
ideriz olbâbda emr û fermân hazret-i men-lehü’l-emrindir. Fî 13 Teşrîn-i evvel sene 315
Ma’ârif Komisyonu Re’îsi
A’zâ
A’zâ
Kaymakam-ı Redif-i ‘Uşşak Mahkeme-i Ticaret Re’isi Nakîbü’l-eşrâf Kaymakamı
A’zâ
A’zâ
Mürûr Şu’be Kâtibi
Tapu Kâtibi Nüfûs Me’mûru
BOA. MF. MKT. 489/46, 29 L 1317.
Ek II: Uşak’ta Fransız Frer Mektebi binasında faaliyete geçirilen Uşak
Medresesi’nin Yunan işgal kuvvetleri tarafından tahrip edildiğine dair medrese müdürü
tarafından yapılan şikâyet
Makâm-ı mu’allâ ve cenâb-ı meşîhat-penâhîye
Ma’rûz-ı dâ’îleridir
Encümen-i ‘ilmî tarafından tanzîm ve makâm-ı devletlerine takdîm kılınan
mazbatada ‘arz idildiği vech ile bir mü’essese-i dinîyye ve resmîyye olduğundan dolayı
salâhiyatdâr makâmlar tarafından ‘Uşşâk medresesi işğâlden mu’âf tutulmuş iken şark ve
cenûb cihetinden otuz hücre Yunan topcu kıta’âtı tarafından işğâl idilmiş ve içerüsindeki
dolab ve kapakları kırılub yakılmak sûretiyle her an ve zaman tahrîb idilmekde
bulunmuşdur. Umûr-ı idâremize müdâhale idilmeyeceği müte’addid def’alar beyân
idildiği hâlde esâsen hukûk-ı ‘âlî-i ‘Osmânîyi pâyımâl iden ve sırf Yunanlılara itmiş
olduğu casusluk ve ahâli-i mahalliyyeyi tehdîd ile emvâl ve nükûdunu gasb itmek ve
itdirmek husûsâtındaki hıdemât-ı me’yûsune mükâfatan Ceneral Nider (?) tarafından
ta’yîn idilen belediye re’isi Hulûsî Efendi medrese yatakhânesini dahi 17 Teşrîn-i sânî
sene 36 târîhinde işğâl itdirmiş, içerüsündeki eşyâ-yı emîriyyenin nakline müsâ’ede
idilmediğinden yüz ‘aded karyola tahtası, otuz ‘aded karyola demiri ve yigirmi üç ‘aded
dolab kıta’ât-ı işğâliyyenin elinde kalmışdır. Ve târîh-i mezkûrdan i’tibâren her gün
belediye me’mûrları refâkatlerinde zâbit ve ‘askerler tarafından medresenin diğer tedrîsât
kısmı ve civârındaki hânemin tahliyesi içün musırran mürâca’ât olunmuş ve mâh-ı hâlin
yigirmi ikinci pazarirtesi günü sâ’at yedi râddelerinde ‘askerler tarafından kapu kırılarak
eşyâ-yı zâtıyyem ve efrâd-ı â’ilem dışarı atılmışdır. 23/24 gicesinde müdîriyet odasından
efrâd-ı müselleha ma’rifetiyle kaldırılarak gayr-i kanûnî ve haysiyyet-i ruhâniyye ve
me’mûremi münhal bir sûretde merkez kumandanlığına sevk olunmuş, evrâk-ı resmiyye
dosyaları dahi müsâdere idilerek mütenevvi’ işkencelerle mevkûf bulunduğum müddet
medrese ta’tîl itdirilmişdir. Hâlbuki gerek efrâdın ve gerek böyle ruhânî dârü’t-tedrîs
olan bir mü’essesenin hukûku hiçbir düvel-i muhârebe tarafından zabt ve gasb
idilemeyeceği bi’l-‘umûm devletlerin kabûl ve ri’âyet itmekde oldukları hukûk-ı beyne’ddüvel kavâ’id-i esâsiyyesinden olub ‘aksi hâli ‘asr-ı hâzır-ı medeniyyet bütün
mevcûdiyetiyle redd itmekde olduğu ma’lûm-ı enâmdır. Yine ihânet-i fıtrıyyesi pek
âşikâr olan re’is-i merkûmun memleket ve milletine bir düşmanın itmekden hayâ ideceği
harekâtı cümlesinden olarak memleketin yersiz ve hâmîsiz yetimlerinin iskân ve i’âşe ve
ta’lîm, terbiyye idildiği dârü’l-eytâmı ve kezâlik i’dâdî ve Necm-i Edeb ve Osman Gazi
gibi medeniyyetin muhâfazasına sâ’i olan bir takım mü’esseseleri derûnunda mevcûd ve
heman bin kadar eytâm ve etfâli sokağa atmak sûretiyle işğâl itdirmişdir. Ufak bir kazâ
Biray ÇAKMAK, Modernleşen Osmanlı Taşrasında Maârif
merkezi olan kasabamızın efrâd-ı ma’sûmeye â’id mesâkin ve mebâninin cebren ve
kahren hatta bilâ-lüzûm ve bilâ-ihtiyâc zabt ve gasb idilmiş olanları yüzlere bâliğ
olmaktadır. Bu meyânda yalnız idâre-i dâ’iyânemde bulunan medresede îkâ’ idilmiş olan
tahrîbât bin lirayı mütecâviz bir meblâğ ile ta’mîr idilemeyecekdir. Ma’â-hezâ bu
işğâllerin devâmı daha ‘azîm zararları ve ‘ilm ve ‘irfân noktasından telâfisi gayr-i kâbil
felâketleri intâc ideceğinden bir an evvel işğâl altında tahrîb idilmekde olan medrese ve
müştemilâtı mebâninin tahliyesi ve hasârât-ı vâkı’anın tanzîmini husûsâtıyla bi’lmüdâhale belediye re’isi ta’yîn olunan Hulûsî Efendi’nin tebdîli keyfiyyetinin îcâb iden
makamâta ‘arz ve teblîğe inâyet ve ‘âtıfet buyurulması müstercâdır. Olbâbda emr û
fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir. 22 Kânûn-ı evvel sene 36 Uşşâk Medresesi Müdîri
BOA. DH./İ-UM. 20-26/14-9, 15 R 1339.
Ek III: Gülşen-i İrfan Mektebi’ne resmî ruhsat verilmesine dair Hüdavendigâr
Vilâyeti, Maârif Müdürlüğü’nün Maârif Nezâreti’ne tahriratı
Hüdâvendigâr Vilâyeti
Ma’ârif Müdîriyeti
‘Aded
342
Ma’ârif-i ‘Umûmiye Nezâret-i Celîlesi Cânib-i ‘Âlîsine
Devletlü efendim hazretleri
Yiğirmi beşinci sene-i devriye-i hazret-i hilâfet-penâhîye şeref-müsâdif yevm-i
mes’ûdda ‘Uşşak kasabasında kaymakam-ı esbak Şevki Beğin müsâ’edesiyle mu’allim
Ahmed Tâhir Efendi tarafından te’sîs ve resm-i küşâdı icrâ olunduğu bi’l-muhâbere
anlaşılan “Gülşen-i ‘İrfân” nâm husûsî mektebin ruhsat-ı resmiyyeye rabtı zımnında
mahallî kaymakamlığı vekâletinin fî 28 Kanûn-ı evvel sene 323 târîhli ve bin dört yüz
doksan bir numerolu tahrîrâtıyla vârid olan mekteb-i mezbûr mü’essis ve mu’allim-i
evveli mümâileyh Ahmed Tâhir ve sânîsi ‘Ömer Lütfi ve sâlisi Mustafa Efendilerin
ma’a-evrâk-ı müsbete terâcim-i ahvâl ve rüşdî ve ibtidâ’î kısımlarını hâvî tedrîs olunan
kitâbların esâmîsini ve mekteb-i mezbûra müdâvim talebeden alınan ücûrât-ı tedrîsiyeye
mukâbil virilen makbûz ‘ilm û haberini mübeyyin evrâk leffen ‘arz ve takdîm kılınmışdır.
Ma’lûm-ı sâmî-i cenâb-ı nezâret-penâhîleri olduğu üzere bu gibi mekâtib-i Müslime ve
Gayr-i Müslimenin ruhsat-ı resmiyeye rabtı bi’l-istizân irâde-i seniyye-i hazret-i hilâfetpenâhînin şeref-sudûruna mütevakkıf olduğu Dâhiliye Nezâret-i celîlesinin makâm-ı
vilâyetden idâre-i çâkerâneme havâle buyurulan fî 24 Kanûn-ı evvel sene 1323 târîhli ve
yüz elli bir ‘umûm numerolu emri iktizâsından bulunmuş olmasına binâ’en mekteb-i
ma’rûz hakkında olunacak mu’âmele merhûn-ı re’y-i ‘âlî-i dâver-i efhemîlerdir olbâbda
ve her hâlde emr û fermân hazret-i men-lehü’l-emrindir fî 7 Muharrem sene 326 ve fî 28
Kânûn-ı sânî sene 323
Hüdâvendigâr Vilâyeti Ma’ârif Müdîri
BOA. MF. MKT. 1060/12, 16 Ca 1326.
Ek IV: Uşak Kasabası’ndaki Fransız Frer Mektebi’nin tahliyesi üzerine, aynı binada
Uşak Medresesi’nin tesis edildiği ve Uşak’taki Fransız müesseseleri hakkında
Bâb-ı ‘Âlî
Dâhiliye Nezâreti
63
64
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
İdâre-i ‘Umûmiye-i Dâhiliye Müdîriyeti
‘Umûmî
Husûsî
Kütahya Mutasarrıflığı’nın 29 Teşrîn-i evvel sene 332 târîhli ve 222 numerolu
tahrîrâtı sûretidir.
10 Teşrîn-i evvel sene 332 tarîhli ve 182 numerolu tahrîrât-ı ‘aliye-i nezâretpenâhîleri ‘arîza-ı cevâbiyyesidir. ‘Uşşâk medresesi ittihâz idilen Fransız Frer Mektebi iki
bâb hâne ile bir bâb boyahâne olduğu ve boyahâne Fransız teba’asından Anton Ziro (?)
zevcesi Eliza Ziro (?) ve iki bâb hâne dahi İtalya teba’asından Fransuva zevcesi Rone
Antion’un (?) bâ-tapu ‘uhde-i temellükünde iken her üç hâne kırk beş bin guruş bedel ile
İzmir’de mukîm Andriya Poli Ferri Timoni (?) nâmında bir şahsa üç yüz yiğirmi dört
târîhinde kat’iyen ferâğ idildiği ve bu emâkinden başka kazada katolik misyonerlerine
mahsûs mahall ile Ekol Kratiyen râhiblerine â’id manastır, ma’bed, kilise, mekteb
nâmıyla başkaca emâkin bulunmadığı ve merkûm Andriya Ponakari Timoni’nin teferrüğ
eylediği mezkûr üç bâb hâne yekdiğerine kalb idilerek Fransız Frer Mektebi nâmı altında
isti’mâl ve bir odası ma’bed ittihâzıyla harb-i ‘umûmî i’lânına değin tamamı birkaç
râhibin ikâmetine hasr idilmiş olduğu ve harbin i’lânını müte’akib mutavattın olan
Fransız râhibleri memleket hâricine ihrâc olunarak mezkûr ebniye ‘Uşşâk medresesine
teslîm ve kalb olunduğu ve husûsî olarak inşâ edilmiş manastır ve ma’bed ve kilise ve
mekteb gibi gerek münferid ve gerek müctemi’ mü’essesât bulunmadığı kazâ-yı mezkûr
kaymakamlığından cevâben alınan tahrîrâtda iş’âr idilmiş olmağla ‘arz-ı keyfiyet olunur.
Olbâbda emr û fermân hazret-i men-lehül emrindir.
BOA. DH. İUM. E-24/75, 4 S 1335.
Bir Misyonerlik Uygulamasının
Teorisi ve Pratiği:
Urfa Amerikan Körler Okulu (1902-1914)∗
İdris YÜCEL
Hacettepe Üniversitesi
YÜCEL, İdris, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan
Körler Okulu (1902-1914). CTAD, Yıl 7, Sayı 14 (Güz 2011), 65-86.
Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş sürecinde misyonerlik olgusu, bölgedeki Batı nüfuzu,
gayrimüslim tebaanın konumu ve Osmanlı Devleti’nin dağılması gibi hususlarla girift
bir ilişki arz eder. Yaklaşık iki bin yıllık tecrübeye sahip Hıristiyan misyonerliğinin
Anadolu sahasındaki girişimlerinin arka planındaki tartışmaların çözüme
kavuşturulması, bahsi geçen misyonerlik kurumlarının, şüphesiz birincil nitelikteki
tarihî kaynaklar doğrultusunda analizine bağlıdır. Bu çalışma, Amerikan Bord
misyonerleri tarafından 1902-1914 yılları arasında Urfa’da açılan ve daha önce
herhangi bir akademik değerlendirmeye tabi tutulmamış olan Urfa Körler Okulu’nun
hikâyesini, Boston’daki örgüt merkezine sunulan çalışma raporlarını değerlendirerek
ele almaktadır. Bu çerçevede, Bord misyonerlerinin bu türden bir misyonerlik girişimi
öncesindeki teorik kurguları, okulun bir misyonerlik aracı olarak projelendirilmesi
süreci, eğitim faaliyetleri ve bu faaliyetlerin hem öğrenciler, hem de misyonerler adına
ifade ettiği önem analiz edilmektedir.
Anahtar Sözcükler: Amerikan Bord, Misyonerlik, Körler Okulu, Urfa, Osmanlı
İmparatorluğu
YÜCEL, İdris, A Missionary Enterprise in Theory and Practice: Urfa Shattuck
School for the Blind in Asia Minor (1902-1914). CTAD, Year 7, Issue 14 (Fall 2011),
65-86.
Missionary activities in the modern Turkish history bear a close relation with the
facts such as western influence in the region, state of the non-Muslim societies and
the decline of the Ottoman Empire. Basic discussions on the background of the
missionary activities conducted nearly for two millenniums require archival
∗
Makalenin son haliyle ilgili düzeltmeler konusunda yardımını esirgemeyen Doç. Dr. Seyfi
Yıldırım ve Dr. Biray Çakmak’a teşekkür ederim.
66
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
examination of the referred missionary organizations. This study handles the story of
the Urfa Shattuck School for the Blind established by the American Board in Urfa
between 1902 and 1914 by touching the correspondences and reports of the
aforementioned institution. In this sense, the theoretical ground of the proposed
mission institution constructed by the American Board missionaries, activities of the
school and its effects on the blind students as well as the place and importance of the
school within the missionary activities of the American Board are among the main
facts to be investigated.
Keywords: The American Board, Ottoman Empire, Urfa Shattuck School for the
Blind, missionary, Urfa
Giriş
Balkanlar, Anadolu ve bugünkü Orta Doğu’nun önemli bir kısmını
haritasına dâhil etmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyıldan itibaren
dönem dönem Katolik ve Protestan misyonerler tarafından ziyaret edilmişti.
Ancak, imparatorluğun son yekpare asrı olan 19. yüzyıl, Osmanlı topraklarında
eşi görülmemiş bir misyoner akınına şahit oldu. Katolik ve Protestan
misyonerler, Balkanlar’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan Osmanlı
vilayetlerinde çok sayıda okul, ibadethane, sağlık merkezi ve yetimhane
türünden misyonerlik kurumları tesis ettiler.1
Misyonerlik faaliyetlerinin teolojik boyutunu ele alan araştırmaları bir kenara
bırakarak, meseleyi tarih bilimi kapsamında değerlendiren çalışmalara
bakıldığında konunun genelde Ermeni meselesi merkezinde incelendiği
görülmektedir. Katolik ve Protestan misyon örgütlenmelerinin, Ermenilerle
meskûn mahallerde uzun yıllar gösterdikleri faaliyetler dikkate alındığında, bu
durumun şaşırtıcı olmadığı da görülmektedir. Bu çalışmalar, temel olarak
misyonerlik faaliyetlerinin kolonyal boyutuna vurgu yaparak, misyonerlerin
Osmanlı tebaası arasındaki ahengi ve bütünlüğü eğitim, basın-yayın, tıbbî ve
1 Osmanlı topraklarındaki misyonerlik faaliyetleriyle ilgili olarak bkz. Erdal Açıkses,
Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK Yayınları, Ankara, 2003; Gülbadi Alan,
Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu’daki Etkileri, TTK Yayınları, Ankara, 2008; A. A.
Bartholomew, Tarsus American School, 1888-1988, The Evolution of a Missionary Institution in Turkey,
(Doctorate Thesis), Bryn Mawr College, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Bryn Mawr, 1989; Dilşen
İnce Erdoğan, Osmanli Devleti’nde Amerikali Misyonerler ve Van Ermeni İsyanı (1896), Yayımlanmamış
Doktora Tezi, İzmir, 2007; Joseph Greene, Leavening the Levant, The Pilgrim Press, New York,
1916; Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika 19. Yüzyılda Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba Yayınları, İstanbul, 1989; Şamil Mutlu,
Osmanlı Devleti'nde Misyoner Okulları, Bilim Basın Yayınları, İstanbul, 2005; Julius Rıchter, A History
of Protestant Missions in the Near East, Oliphant, Anderson&Ferrier, Edinburg and London, 1910;
William E. Strong, The Story of the American Board, The Pilgrim Press, Boston, 1910; İdris Yücel,
Kendi Belgeleri Işığında Amerikan Board’ın Osmanlı Ülkesindeki Teşkilatlanması, Erciyes Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2005; İdris Yücel,
Anadolu’daki Amerikan Hastaneleri ve Tıbbi Misyonerlik (1880-1930), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk
İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2011.
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
sosyal hizmetler gibi kanallar üzerinden sürdürdükleri çalışmalarla bozduklarını
ifade etmektedirler. Ancak, Osmanlı coğrafyasındaki misyonerlerin
mevcudiyetini, Ermeni meselesi ekseninin ötesinde, birkaç basamak yukarıdan
değerlendirmek, misyonerlik faaliyetlerinin bütüncül olarak idrak edilmesine
yardımcı olacaktır.
Osmanlı topraklarını kusursuz bir biçimde kendi aralarında taksim ederek2
oluşturdukları misyon sahaları üzerinde hemen her fırsatı değerlendirmek
suretiyle doğrudan yüz binlerce insanla temasa geçen misyonerlerin bilinçaltı
hafızası, bu misyonerlik kurumlarına ait her türden faaliyet raporundan, kurum
içi yazışmalardan ve ülkelerinin dışişleri örgütlenmeleri ile gerçekleştirdikleri
muhaberatı muhafaza eden arşivlerden takip edilebilmektedir. Bu faaliyetlerin
arka planının kavranmasında, misyonerlerin hangi amaçlar doğrultusunda hedef
bölgeye ulaştıkları, faaliyetlerinin zaman ve şartlara bağlı olarak geçirdiği süreç
ve misyon örgütünün, bağlı olduğu ülkenin hedef bölgeye yönelik
politikalarında nasıl bir işleve sahip olduğu soruları anahtar niteliktedir. Bu
çerçevede öne çıkan en önemli tartışmalar arasında misyonerlik faaliyetlerinin
dünyevî mi? uhrevî mi? bir hedef gözettiği konusu yer alır. Ayrıca, temel hedef
olarak hayırseverlik/sosyal yardımlaşma şeklinde formüle edilen İsa’nın
krallığının inşası projesi, bir diğerini kendi inanç sistemine entegre etmeye
çalışırken etik değerler açısından nasıl bir manzara ortaya çıkmıştır? Amerikalı
misyonerlerin okyanus aşırı coğrafyalara ulaşarak, Osmanlı ülkesinin en ücra
köşelerinde dahi örgütlenme imkânı bulmasının altında yatan etkenler nelerdir?
Bu çalışma, bu hususların aydınlatılmasında bir dizi ipucu elde edebilmek üzere
Osmanlı sahasındaki misyonerlik faaliyetlerinin Amerikan kulvarına yönelerek,
bir Anadolu şehrinde, zaman ve faaliyet alanıyla mahdud bir vaka incelemesi
hedeflemekteyiz. Çalışmamız, bir misyonerlik girişiminin teori ve pratiğini
değerlendirmeyi amaçlamakta, bu bağlamda örgüt merkezine yazılan faaliyet
raporlarının içeriğine nüfuz etmek suretiyle Amerikalı misyonerler tarafından 20.
yüzyıl başlarında Urfa’da faaliyete açılan körler okulunun tarihçesini ortaya
koymayı hedeflemektedir.
Örneğin Amerikan Bord, Osmanlı topraklarındaki erken dönemli faaliyetlerine Suriye bölgesini
de dâhil etmişken 1870 yılında bu sahayı bir diğer misyonerlik örgütü Presbyterian Board’a bırakmış
ve personelini geri çekmiştir. Fakat bu tür bir taksimat, rakip olarak algılanmalarına binaen
Katolik misyonerlik örgütleriyle gerçekleştirilmemiş, misyonerlik faaliyetleri aynı saha üzerinde
sürdürülmüştür. Osmanlı topraklarında Katolik misyonerlerce gerçekleştirilen faaliyetler için bkz.
Christiane Babot, La Mission des Augustins de L’assomption à Eski-Chéhir 1891-1924, Première
Impression, İstanbul, Strasbourg 1996, P. Hilaire de Barenton, La France Catholique En Orient
Durant Les Trois Derniers Siecles: D'apres Des Documents Inedits, Paris 1902.
2
67
68
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Dünya’da ve Osmanlı’da Körlerin Eğitimi
Urfa Körler Okulu (Urfa Shattuck School for the Blind), Amerikan Bord3 örgütü
bünyesinde teşkil edilmiştir. Bir Protestan misyonerlik örgütü olan Amerikan
Bord, 1810 yılında, Boston’da kurulmuştur. Örgüte ait misyon personeli,
Osmanlı topraklarına 1820 yılında ulaşmıştır.4 Teşkilatlanmasını Batı, Merkezî,
Doğu ve Avrupa Türkiye’si misyonları şeklinde gerçekleştiren Amerikan Bord,
19. yüzyılda başta gayrimüslimler olmak üzere birçok etnik ve dinî kökenden
Osmanlı tebaasıyla temas sağlamıştır. Örgütün başlıca misyonerlik enstrümanı,
ülkenin dört bir yanında tesis edilen ilk, orta ve yüksek dereceli eğitim kurumları
olmuştur. Yüzyılın son çeyreğinde ardı ardına açılan misyon hastaneleri ise Bord
misyonerlerine, etnik ve dinî köken ya da sosyal statü gözetmeksizin, her türlü
Osmanlı vatandaşına ulaşma imkânı vermiştir. 5 İbadet yerleri, yetimhaneler,
gençler için sosyal kulüpler, zanaat kursları ve körler için açılan özel okullar,
Bord misyonerleri tarafından kullanılan diğer araçlar olmuştur.
Bord tarafından faaliyete geçirilen tüm misyonerlik kurumları, şüphesiz İsa
ile başladığı düşünülen yaklaşık 2 milenyumluk bir misyonerlik tecrübesine
dayanmaktaydı. Her bir misyon kurumu, öncelikle sabit ve önceden belirlenen
bir hedef kitleye odaklanmaktaydı. Misyonerlik kurumları, çoğunlukla kusursuz
bir saha araştırması ve bir takım detaylı psikolojik analizler üzerine inşa
edilmekteydi. 1902 yılında, Urfa’da faaliyete geçen körler okulu da bu türden,
detaylı bir zemin araştırması üzerine inşa edilecekti.
Öte yandan körlerin tarihî süreçte ait oldukları toplumlar tarafından algılanış
biçimleri, genelde negatif referanslar içermektedir. Örneğin ilkçağlarda körler,
dışlanmışlar ve oldukça kötü muamelelerle karşılaşmışlardır. Kör doğan
çocukların öldürüldüğüne ve Kartacalıların körleri yakarak güneşe kurban
verdiklerine dair örnekler aktarılmaktadır.6 Körlere yönelik bu türden sıra dışı
uygulamalar, sıklıkla görülmemiş olsa da, onların toplumsal mevcudiyetleri tarihî
3 Orijinal adı American Board of Commissioners for Foreign Missions olan örgüt, mevcut akademik
çalışmalarda ABCFM, Amerikan Board ya da Amerikan Kurul gibi kısaltmalarla anılmıştır. Özellikle
Cumhuriyet’in ilanı sonrasındaki örgüte ait Türkçe neşriyatta ve benzer basılı kaynaklarda örgütün
tercih ettiği resmi tanımlamanın Amerikan Bord Heyeti şeklinde olmasına binaen, bu çalışmada
Amerikan Bord veya yalnızca Bord şeklindeki tanımlama tercih edilmiştir.
4 Amerikan Bord’un, Osmanlı topraklarındaki misyonları ve 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden I.
Dünya Savaşı’na kadar gerçekleştirmiş olduğu faaliyetlerin istatistikî analizi için bkz. İdris Yücel,
Kendi Belgeleri Işığında Amerikan Board’ın Osmanlı Ülkesindeki Teşkilatlanması, Erciyes Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2005.
5 Amerikan Bord’un, 19. yüzyıl sonlarından itibaren Antep, Merzifon, Kayseri, Harput,
Adana, Van, Diyarbakır, Konya ve Erzurum’da faaliyete geçirdiği misyon hastaneleri ve tıbbî
misyon aracılığıyla gerçekleştirdiği faaliyetler için bkz. Yücel, Anadolu’daki Amerikan Hastaneleri..
6 Benjamin B. Bowen, A Blind Man's Offering, Özel Baskı, Boston, 1847, pp. 28.
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
süreçte üç temel aşama geçirmiştir; ilk aşama ayrımcılık, ikinci aşama bağımlılık
ve üçüncü aşama özgürleşme.7
Üçüncü safha, yani körlerin özgürleşmesiyle ilgili en önemli unsur, körler
için açılan eğitim kurumları olmuştur. Körlerin eğitimiyle ilgili olarak, Batı
dünyasındaki profesyonel anlamda ilk girişimlerin henüz 18. yüzyılın sonlarında
başlatılmış olduğu görülmektedir. Özellikle 18. yüzyılın son çeyreğinde, körlerin
eğitimi için Fransa, İngiltere, İskoçya ve Avusturya gibi birçok Batı ülkesinde,
eğitim kurumları tesis edilmeye başlanmıştı.8 Aslında bu kurumsallaşma çabaları,
sadece körlerin sorunlarına yönelik bir girişim olmaktan ziyade, bu toplumlarda
ortaya çıkmaya başlayan sosyal içerikli sorunların çözümüne yönelik bütüncül
yönelimlerin bir parçasıydı. Nitekim bu dönemde deliler, mahkûmlar ve yetimler
gibi problemli sosyal guruplarla ilgili girişimler söz konusuydu.9 Diğer taraftan
ABD’deki ilk körler okulu, 1829 yılında açıldı. 1900 yılında, büyük şehirlerdeki
kör öğrenciler, kamu okullarında öğrenime başladılar.10
Osmanlı Devleti’nde Körlerin Eğitimi
Osmanlı topraklarında yaşayan körlerin genel durumlarına bakıldığında,
özellikle maarif hususunda 19. yüzyıl sonlarına kadar hemen hemen hiçbir ciddi
adımın atılmamış olduğu görülmektedir. Daha çok düğün ve şenliklerde şarkıtürkü söyleyerek geçimlerini sağlayan körlerin eğitimlerine yönelik ilk önemli
adım, 1890’lı yıllarda atılmıştır. II. Abdülhamid döneminde, Maarif Nazırı Münif
Paşa’nın görme engellilerin eğitimiyle ilgilenmesi ve konunun padişaha arzı
üzerine 1891 yılında Dilsiz ve Sağır Mektebi’ne bağlı olarak bir Âmâlar Okulu
açılmıştır.11 Bu okul, Avrupa’da ve ABD’de faaliyet gösteren körler okullarına
7 Berthold Lowenfeld, The Changing Status of the Blind, Thomas Publishing, Springfield, 1975,
pp. 85.
8 1785 yılında Francois Lecueur’un girişimleriyle Paris’te Institution des Jeunes Aveugles adında ilk
körler okulu tesis edildi. Okulun müfredatı, okuma yazma eğitimi, müzik, matematik, coğrafya ve
tarih gibi oldukça farklı derslerden oluşmaktaydı. Paris Körler Okulu’la ilgili detaylı bilgi için bkz.
Edgard Guilbeau, Histoire de l’Institution National des Jeunes Aveugles, Belin Freres, Paris, 1907.
9 Gordon Ashton Phillips, The Blind in British Society: Charity, State, and Community, c. 1780-1930,
Ashgate Publishing, Hempshire, 2004, pp. 3.
10 Carol Castellano, Making It Work: Educating the Blind, Information Age Publishing,
Charlotte, 2005, pp. 2. 1829 ve sonrasında bazı merkezî şehirlerde açılan bu okulların yatılı oluşu
ve küçük yaştaki çocukların ailelerinden uzakta güçlük içerisinde eğitim görmek zorunda
kalmaları, 1860’lı yıllara gelindiğinde eleştirilmeye başlanmış ve 1900 yılında hazırlanan bir yasa
tasarısı ile kör öğrencilerin kamu okullarında eğitim görmelerinin önü açılmıştı.
11 Ayrıca bu dönemde Osmanlı başkentinde olmasa da, Mısır Hidivi I. İsmail Paşa döneminde
1874 yılında Kahire’de bir körler okulunun açılmış olduğu aktarılmaktadır. Ancak Anadolu
coğrafyası bağlamında, ilk körler okulu girişimi payitahtta 1890’lı yılların başlarında
gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti’nde körlerin eğitiminin tarihçesiyle ilgili ayrıca bkz. Necati
Kemal, “Sağır ve Dilsiz ve Körler Müessesesi’nin 340 Kanunusaninisinden 341 Mayısına Kadar
Mesaisi”, Birinci Milli Türk Tıb Kongresi Müzakeratı (1-3 Eylül 1925), İstanbul 1926, s. 519-527. A.
69
70
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
benzer bir eğitim müfredatını ortaya koyamamış ve öğrencilere, modern
eğitimden ziyade yoğunlukla müzik eğitimi verilmiştir. 12 Üstelik zaman
içerisinde müzik eğitiminin de kaldırılarak eğitime yalnızca ilahi ve kasidelerle
devam edilmesi sonucu öğrenciler okuldan uzaklaşmıştır. Böylece beklentileri
karşılayamaması üzerine okulun faaliyetlerine, 1897 yılında son verilmiştir. 13
Ancak, bu yıllarda göz doktoru Esat Bey’in görme engellilerin eğitimlerine
yönelik bir farkındalık yaratmak üzere gösterdiği çaba dikkate değerdir. 14 Dr.
Esat Bey, görme engellilerin eğitimlerini yakından takip etmiş, Avrupa’da
faaliyet gösteren okullarla ilgili incelemeler yapmıştır. Öyle ki zaman zaman bu
hususla ilgili sempozyum ve bilimsel toplantılara katılarak, tebliğler de vermiştir.
Dr. Esat Bey, başkentte modern bir körler okulunun açılması için 1903 yılında
bir başvuruda bulunmuş ve bu hususun Bâb-ı Âlî nezdinde önemsendiğine dair
müspet bir cevap almasına rağmen, somut bir sonuç elde edememiştir. Konuyla
ilgili bu yıllardaki resmî yazışmalar, Bâb-ı Âlî’nin yeni bir körler okulu açılmasına
olumlu yaklaştığını göstermektedir. Ancak, girişimlere rağmen modern bir
körler okulunun faaliyete geçirilmesi mümkün olamamıştır. Okul için gerekli
malî tahsisatın çeşitli sebeplerle ayrılamamasının, böyle bir kurumun tesisine ve
faaliyete geçmesine engel teşkil ettiği yönünde bir kanaat söz konusudur. 15
Bununla birlikte 1890’lı yıllardan itibaren Osmanlı başkentinde, körlerin
eğitimiyle ilgili bir hassasiyetin gelişmekte olduğu bir gerçektir. Konuyla ilgili
araştırmalar, gerek Bâb-ı Âlî’nin, gerek Dr. Esat Bey gibi duyarlılık sahibi
kişilerin, taşrayı kapsamasa da en azından başkentteki görme engelli çocukların
eğitilmesi gerekliliği hususunda kuvveden fiile geçemeyen yapıcı bir tutum
içinde olduklarını göstermektedir. Ancak bu olumlu tutum, Osmanlı
başkentinde modern bir okulun vücuda getirilmesi için kâfi gelmemiştir. Okulun
açılamamasının ardında yatan nedenin, yalnızca maddî imkânsızlıklarla
açıklanması fazlaca iyimser bir yaklaşım olur. 16 Zira, çalışmanın ilerleyen
Süheyl Ünver, “Manisada Saruhanlıların Körhane Binası Hakkında”, Türk Tıb Tarihi Arkivi,
6(19), (1942), s. 3-7.
12 Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, Cilt 3, Osmanbey Matbaası, İstanbul 1941, s. 967.
13 Nuran Yıldırım, “İstanbul’da Sağır Dilsiz ve Âmâların Eğitimi”, İstanbul Armağanı 3,
Gündelik Hayatın Renkleri, Ayrı Basım, İstanbul Belediyesi Yayınları, İstanbul, 1997, s. 318.
14 1865 yılında doğan Dr. Esat Bey 1889 yılında tabip yüzbaşı olarak Mekteb-i Tıbbiye’den
mezun olmuştur. Dr. Esat Bey, gerek İttihat ve Terakki Fırkası bünyesinde gerekse Milli
Mücadele ve Cumhuriyet dönemlerinde siyası olarak aktif bir kişilik sergilemiştir. Üniversite
reformuna kadar öğretim üyeliğinde de bulunan Dr. Esat Bey, askeri, kültürel ve siyasi alanda
gösterdiği faaliyetlerle Cumhuriyetin kuruluşunda önde gelen isimler arasındadır.
15 Hasan Basri Sayı, Osmanlı Belgeleri Işığında Dr. Esat Bey'in Biyografisi ve Görme Engellilere Yönelik
Eğitim Çalışmaları, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Konya, 2008, s. 71.
16 Görme engellilerin eğitimi için İstanbul’da bir okul açma projesi, aslında oldukça elle
tutulur bir etüt çalışmasına sahipti. Okulun inşası için gerekli bütçe hazırlanmış, Avrupalı
elçilerden modern körler okullarıyla ilgili bilgiler temin edilmiş, bir dilsiz ve ama mektebi
açılabilmesi için oluşturulan fonda 425.480 kuruş biriktirilmişti. Bütün bu somut girişimlere
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
bölümlerinde hikâyesi aktarılacak olan Urfa Körler Okulu’nun açılış ve faaliyete
geçiş sürecinin, hiç de büyük bütçelere gereksinim duyulmadan, son derece
mütevazı imkânlarla gerçekleştirilmiş olduğu görülmektedir.
Körlerin Eğitimine Yönelik İlk Misyoner Girişimleri
Urfa’da, körler okulu açılmadan önce, Bord misyonerleri zaman zaman
Osmanlı topraklarındaki körlerin durumuyla ve eğitim ihtiyaçlarıyla ilgili bazı
tespitlerde bulunmuşlardı. Anadolu’da bir körler okulunun açılması hususunda
ilk tartışmalar, 1864 yılında Batı Türkiye Misyonu’nun17 yıllık toplantısı sırasında
gündeme gelmiş, fakat okul inşasıyla ilgili somut bir sonuç alınamamıştı. 18
Ancak, yine de 1864 yılından itibaren Bord’a ait eğitim kurumları, zaman zaman
kör öğrencilere eğitim verdi. Hatta kimi kör öğrenciler, ortaokul düzeyinde
öğrenim gördüler. Bu öğrenciler eğitime ilk olarak 1864 yılında, Moon
sistemiyle19 kabartılmış olan Türkçe St. Matthew İncil’i ile başlamışlardı. Aynı süre
zarfında bu kitap birçok eğitim kurumuna dağıtılmış, ancak aynı türden
kitapların sürekli kullanımı kısa sürede eskimelerine yol açmıştı. Körler için özel
olarak basılmış kitap ve teçhizata ulaşmaksa pek de kolay olmuyordu.20 Ayrıca
bu çabalar, körlere yönelik sistemli bir eğitim müfredatının ürünü olmaktan
oldukça uzaktı. Nitekim katılım da sınırlı orandaydı.
Osmanlı topraklarında bir körler okulu tesisiyle ilgili ikinci önemli girişim,
1894 yılında İstanbul’da gerçekleştirildi. Bord misyonerlerinden H. O. Dwight
ile C. J. Tarring, Rev. A. L. Long, Hohanness Minasyan ve Rev. W. F.
Anderson’dan oluşan bir komite, 11 Mayıs’ta bir toplantı düzenledi ve
İstanbul’da ya da civardaki yerleşim birimlerinden birinde bir körler okulunun
açılmasını kararlaştırdı. Alınan kararlar arasında, okulun eğitim esasının
Hıristiyanlık teması üzerine tesis edilmesi gerekliliği de vurgulanmıştı. Bord
misyonerlerinden meşhur Rev. Elias Riggs’in oğlu, gözleri görmeyen Charles W.
Riggs’in de okuldan sorumlu öğretmen olarak atanması kararlaştırıldı.21 Ancak,
tespit edilemeyen sebeplerle, toplantıyı takip eden yıllarda, bu okulun tesisi
mümkün olamadı. Öte yandan yüzyılın sonuna ulaşıldığında, İstanbul ve
rağmen okulun inşası mümkün olamadı. Bu başarısız girişimle ilgili detaylı bilgi için bkz. Yıldırım,
agm., s. 313-329.
17 Batı Türkiye Misyonu, Amerikan Bord’un 1860 yılındaki misyon bölgelerinde
gerçekleştirdiği nihai şekillendirme sonucu ortaya çıkmıştır. Batı Türkiye Misyonu, kabaca
Trabzon ile Mersin arasında çekilecek dikey bir hat ile batı istikametinde Trakya bölgesine kadar
olan saha içerisindeki yerleşim birimlerini kapsamaktadır.
18 ABCFM Arşivi, Reel 653, No: 539.
19 Moon’s Type, Brighton’lı kör bir İngiliz olan Dr. William Moon tarafından geliştirilen
kabartmalı okuma sistemidir. Sistem, basitleştirilmiş roma rakamlarıyla daha çok yetişkinlerin
okumalarına yönelik geliştirilmiştir. Moon Type sisteminin detayları için bkz. William Moon, Light
For the Blind, Longmans&co., London, 1879, pp. .
20 ABCFM Arşivi, Reel 653, No: 539.
21 ABCFM Arşivi, Reel 653, No: 540.
71
72
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
dolaylarında olmasa da bir diğer Osmanlı şehri Urfa’da, bölgedeki ilk körler
okulunun açılması için sonuç getirici bir girişimde bulunuldu. Urfa’da açılan bu
okul, bir misyonerlik kurumu olarak ciddî bir misyolojik teori ile
temellendirilecekti.
Körler ve Misyonerlik
Bord misyonerleri prensip olarak ilk önce hedef kitleyi ve daha sonra da bu
kesimin ihtiyaçlarını tespit ederek işe koyulmaktaydı. Faaliyete geçirilmesi
tasarlanan her bir girişim, detaylı bir fizibilite çalışması ile fayda-risk analizi
üzerine temellendirilmekteydi. Urfa Körler Okulu da bu minval üzerine tesis
edildi. Buna göre; öncelikle etnik ve dinî köken gözetilmeden Osmanlı
topraklarında yaşayan bütün körlerin sosyo-ekonomik koşulları analiz edilerek
işe başlandı. İlk tespit, körlerin içinde bulunduğu olumsuz maddî koşullardı.
Buna göre, Türk İmparatorluğu’nda yaşayan körler oldukça yoksul ve cahil
durumdaydı. Kör bir erkek ya da kadın ticarî olarak, gözleri görmekte olan diğer
kimselerle rekabet edebilecek konumda değildi. Kendi kendilerine yetebilmeleri
için gerekli olan temel düzeyde bir zanaat bilgisini edinemiyorlardı. Hal böyle
olunca, birçoğu başta Osmanlı başkenti olmak üzere büyük şehirlere göçerek,
dilencilik yapmakta ve geçimlerini bu şekilde sağlamaktaydılar.22 Diğer taraftan,
sayıları nadir de olsa geçimlerini marangozluk, hasır sandalye ve sepet imalatı,
pamuk toplayıcılığı gibi faaliyetlerle sağlayan kör erkekler ve kadınlar
bulunmaktaydı. Ancak körler, genelde, temel zanaat eğitimine tabi
tutulmadıkları için bu türden meslekleri icra edememekteydiler. Böylece Bord
misyonerleri, körlerin, eğitim ve öğretime tabi tutularak, meslek sahibi
olabilecekleri yönünde oldukça pragmatik ve önemli bir tespitte bulundular.
Bord misyonerlerinin körlerle ilgili ikinci önemli tespiti, onların toplum
içindeki sosyal konumları üzerine oldu. Kimi zaman hayatlarını şarkı söyleyerek
ya da düğünlerde davul çalarak kazanan körlerin toplumsal imajları oldukça
olumsuzdu. Kendi kendilerine geçimlerini sağlayamayan, aile bireylerine ya da
hayırseverlere bağımlı bir biçimde, edilgen bir hayat yaşayan körlerin, toplumun
diğer bireylerinde saygı uyandırmadığı görülmekteydi. 23 Nitekim, kör kızların
önemli bir kısmı, kendi saçlarını dahi taramayı ve örmeyi beceremiyordu. Yine,
okuma-yazma bilmeyen ve dolayısıyla temel düzeyde bir tedrisi birikimden dahi
mahrum olan körler, sosyal hayatın içerisinde var olamıyordu. Dolayısıyla
22 ABCFM Arşivi, Reel 653, No: 538, Proposed Work for the Blind in Turkey. İlgili raporda;
Osmanlı topraklarında çok sayıda kör vatandaşın mevcudiyetinden bahsedilmekte, ancak net bir
sayı verilmemektedir. Diğer taraftan kendi başlarına geçimlerini sağlayabilen bazı körlerin
mevcudiyetinden de bahsedilmektedir. Örneğin Çukurova’da, dağlık bir bölgede ikamet etmekte
olan kör bir adam, marangoz atölyesinde meyve ve sebze sandıkları imal ederek ve bir tavuk
çiftliği işleterek evinin geçimini sağlamaktadır. Yine, geçimini pamuk toplayıcılığıyla sağlayan kör
bir kadın ve hasır sandalye ören kör bir adamdan bahsedilmektedir.
23 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 521.
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
körlere okuma-yazma, edebiyat, tarih ve matematik gibi derslerin okutulacağı bir
eğitim kurumu, kendilerinin sadece meslek sahibi olmalarına imkân
sağlamayacak, aynı zamanda toplum içinde, birey olarak kendilerini ifade
edebilmelerini ve saygı görmelerini sağlayacaktı.
Körler için açılacak bir eğitim kurumu, sadece körleri değil, örüntüsel olarak
onların çevresinde bulunan kimseleri de hedef edinmekteydi. Okulda
öğrendikleri çeşitli türden zanaat tecrübesi sayesinde meslek edinecek olan
körler, almış oldukları sosyal ve fen dersleri sayesinde, genel kültürlerini ve bilgi
birikimlerini artıracaklardı. Böylece, okula başlamadan önceki ve mezuniyet
sonrası durumlarının mukayesesi, toplum nezdinde oldukça etkileyici ve çarpıcı
bir olgu olarak algılanacaktı. Buna göre; ilk halka, kör kimsenin ebeveyninden,
kardeşlerinden ve akrabalarından oluşmaktaydı. İkincil olarak, yaşanılan
bölgenin sakinleri arasındaki farklı mezhep guruplarından insanların
sempatisinin kazanılacağı düşünülmekteydi.24 Üçüncü olarak ise, bölgedeki idarî
ve askerî kamu görevlilerinin olumlu görüşleri kazanılacaktı. Körler üzerinden
ulaşılması düşünülen dairenin son ve oldukça önemli bir halkasını da, mezun
öğrencilerin farklı şehirlerde faaliyete geçirecekleri körler okulları vasıtasıyla
ulaşılacak olan diğer kör öğrenciler oluşturmaktaydı. 25 Hatta misyonerler,
körlere verilecek eğitimin toplum nezdindeki önemini, bu okulların normal
misyoner okullarına kıyasla daha büyük bir sempati toplayacağı şeklinde bir
kıyaslama ile belirtmişlerdi.26
Urfa Shattuck Körler Okulu
Urfa’da faaliyet gösteren Bord misyonerlerinden Corinna Shattuck, Osmanlı
topraklarındaki ilk körler okulunu açma işini üstlendi. 1848 yılında, ABD’nin
Kentucky Eyaleti’nde doğan ve dört yaşında yetim kalan Shattuck, büyükannesi
tarafından yetiştirilmişti. Eğitimini tamamladıktan sonra, 1873 yılında Osmanlı
topraklarına ulaşan Shattuck, örgütün Merkezî Türkiye Misyonu olarak
belirlediği Adana, Maraş, Antep ve Urfa dolaylarında öğretmenlik yapmış ve
nihayet 1890’lı yıllardan itibaren kalıcı misyon şehri olarak Urfa’da faaliyetlerini
devam ettirmişti. 27 Urfa’da, yoğunlukla iştigal ettiği yetimhane çalışmaları
esnasında, buradaki çocukların endüstriyel çalışma adı altında fırıncılık, terzilik,
ayakkabıcılık, bağcılık, marangozluk, demircilik ve dikiş-nakış gibi çeşitli zanaat
ABCFM Arşivi, Reel 653, No: 539.
ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 897.
26 ABCFM Arşivi, Reel 653, No: 539.
27 Emily Clough Peabody, Lives Worth Living-Studies of Women, Biblical and Modern, Especially
Adapted for Groups of Young Women in Churches and Clubs, The University of Chicago Press, Illinois,
1915, pp. 130-131.
24
25
73
74
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
dallarında eğitim görmelerini sağlamıştı.28 Shattuck, körlerin eğitimiyle ilgili bir
girişimde bulunma fırsatını, öğretmen Mary Harutunian’ın 1898 yılında, Urfa’ya
transferiyle yakaladı. Yetim olarak büyüyen ve tek gözü görmeyen Mary
Harutunian, Maraş’taki Merkezi Türkiye Kız Koleji’nden (The Central Turkey Girls’
College), 1893 yılında mezun oldu. Birkaç yıl Adana’da ve Adapazarı’nda
öğretmenlik yapan Harutunian, 1898 yılında, Urfa’ya geldi. Burada bir yıl
öğretmenlik yaptıktan sonra, 1899 yazında, göz iltihaplanması sonucu görmekte
olan tek gözünü de kaybetti ve tamamen kör oldu. Bunun üzerine Shattuck,
Harutunian’a maddî destek sağlayarak, bir yıl eğitim almak üzere Londra’da
bulunan Royal Normal School for the Blind adındaki körler okuluna gönderdi.
Harutunian, Londra’da, 19 ay boyunca, körlerin eğitimi için gerekli olan modern
düzeyde bir müfredat ile eğitim araç gereçleri hakkında bilgi edindi.29
Harutunian, Londra’daki eğitiminin ardından 1902 yılında, Urfa’ya döndü.
Akabinde, Shattuck ile birlikte bir körler okulu açmak için kolları sıvadı.
İngiltere’de öğrenmiş olduğu Braille alfabesini30, öncelikle Ermeniceye uyarladı.
Oldukça mütevazı şartlardaki iki odadan oluşan okul, hem öğrencilerin
yatakhanesi, hem de derslikleri olarak kullanılmaktaydı. Eğitim, 4-5 yıllık bir
sürece yayılmıştı. 31 İlk yıllarda öğrenci sayısı genellikle 15 dolaylarında oldu.
Okutulan dersler, başlangıçta temel düzeyde okuma-yazmadan ve matematikten
ibaretken, çok geçmeden oldukça çeşitli ve sofistike yeni alanlar müfredata
eklendi. Okul, açılışını takiben, henüz ilk on yılını tamamlamadan, öğrencilerine
organ32 çalma ve müzik dersleri, İncil dersleri, fizikî coğrafya, İngilizce, Türkçe
ve Ermenice okuma-yazma, genel tarih, Ermeni tarihi, fizyoloji ve aritmetik
üzerine eğitim verir oldu.33 Bu derslerin yanı sıra Fizik Kültür (physical culture)
başlığı altında, öğrencilere çok yönlü beceriler kazandırılmaktaydı. Fizik Kültür
derslerinde yemek servisi, çeşitli türlerde örgü yapma, dikiş-nakış, hasır örme,
kamış sandalye ve tabure örme gibi çok yönlü pratik beceriler öğretiliyordu.
28 Corinna Shattuck’un Urfa’da gerçekleştirdiği endüstriyel faaliyet (industrial work) çalışmaları,
bölgedeki yoksul çocukların zanaatkâr olarak yetişmesi ve daha da önemlisi ürettikleri malların
Avrupa ve ABD’de pazar bulması açısından oldukça ilgi çekicidir. Örneğin, ürünleri genelde
yurtdışına pazarlanmakta olan yalnızca oyacılık sektörü, zaman zaman iki bin kadar genç kıza ve
kadına istihdam sağlamıştır.
29 ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 905.
30 Braille alfabesi, Paris’te açılan ilk körler okulunun öğrencilerinden Louis Braille’nin icat
etmiş olduğu, okuma metodudur. Alfabe, dikdörtgen üzerinde yer alan kabartmalı 6 noktanın her
bir harf karşılığı kombinasyonların oluşturulması esasına dayanmaktadır. Braille alfabesi, körlerin
eğitimi için metod olarak oldukça önemli bir adım olmuştur.
31 İlerleyen yıllarda okuldaki eğitim süresinin biraz daha uzamış olduğu görülmektedir. Ayrıca,
mezun öğrencilerden bazılarının, bilgilerini derinleştirmek için bir tür lisansüstü eğitimi
kapsamında okulda kaldığı, eğitimlerini ilerletmekte oldukları görülmektedir (ABCFM Arşivi, Reel
667, No: 521).
32
Kiliselerde ilahiler eşliğinde çalınan bir müzik aleti.
33
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 490-491.
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
Ayrıca, Ev Bilgisi (domestic science) adı altında, özellikle kız öğrencilere, ev işleriyle
ilgili olarak verilen oldukça yararlı bir ders mevcuttu. Bu derste, gözleri çok az
miktar da olsa görebilen öğrencilere, yemek yapma, servis etme ve çamaşır işleri
konusunda eğitim verilmekteydi.34
Derslerde öğrencilere okutulan kitapların önemli bir bölümü İngiltere’den ve
ABD’den bağış olarak gönderilen dinî içerikli yayınlardı. 35 Bu kitaplardan
bazıları, Jesus’s First Prayer, Christy’s Old Organ, Pilgrim’s Progress, Jewels ve Cross
Bearer başlığını taşımaktaydı. 36 Benzer şekilde kutsal yazılar ve dinî risaleler,
öğrencilere sıklıkla okutulan materyal arasında yer aldı. Okulun ders programı
öğrencilere çeşitli zanaat dallarından yabancı dil öğrenimine kadar oldukça
dünyevî bilgiler sunmasına rağmen, bu çalışmaların zemininde yer alan dinî
boyutun son derece belirgin olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim, okumayazma ve yabancı dil öğreniminde kullanılan materyalin tamamı dinî literatür
üzerineydi.
Her yıl düzenli olarak Eylül ayında açılan okul, Haziran başlarında, kilisede
gerçekleştirilen törensel bir sınav ve mezuniyet uygulaması ile yaz tatiline
girmekteydi. Öğrenciler yıl boyunca öğrenmiş oldukları bilgileri ve becerileri
kilisede izleyiciler önünde ortaya koymakta, koro ve solo ilahiler
okumaktaydılar. 37 Mezuniyet hususunda, her bir öğrencinin etik durumu ve
derslerindeki başarısı anahtar rol oynamaktaydı. Örneğin 1909 yılında,
derslerindeki başarısına rağmen, kleptomani rahatsızlığı bulunan Markared
adında bir öğrenci, arkadaşlarına ait eşyaları çalmaktan bir türlü vazgeçmediği
için mezun edilmemişti. 38 Benzer şekilde derslerinde başarısız bulunan
öğrencilere de diploma verilmemekteydi. Bord misyonerlerinin mezuniyet ve
sınıf geçme hususunda gösterdikleri bu hassasiyet, muhtemelen okulun hedefleri
ile doğrudan ilgiliydi. Okul, temelde Anadolu’nun çeşitli önde gelen şehirlerinde
körler okulu açacak nitelikte öğretmenler mezun etmeyi hedeflemekteydi.
Ayrıca yine mezun öğrencilerin önemli bir kısmı, vaiz (Bible Women) 39 olarak
Bord misyonerleriyle birlikte Anadolu’daki birçok yerleşim birimindeki örgüt
istasyonlarında istihdam edilmekteydi. Okulun kurucu öğretmeni Mary
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 527-528.
ABCFM Arşivi, Reel 660, No: 612.
36 ABCFM Arşivi, Reel 666, No: 256.
37 ABCFM Arşivi, Reel 666, No: 339.
38 ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 904.
39 Bord misyonerleri tarafından yerli halk arasından seçilerek, belirli bir eğitim sürecinin
ardından göreve başlayan kadın vaizler, şehir merkezinde ve civar bölgelerde yaşayan halk
arasında misyonerlik faaliyeti sürdürmüşlerdir. Çoğunlukla Ermeniler arasından seçilen kadın
vaizler, bölge halkı ile temas sağlanması hususunda oldukça önemli bir işleve sahiptiler. Kadın
vaizler, yerli yardımcı statüsündeki Bord personeliydi ve belirli bir ödeneğe sahipti.
34
35
75
76
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Harutunian, Urfa Körler Okulu’nun hedefini, “bu okul, dallarını diğer şehirlere
kadar uzatacak olan bir ağaç olmalıdır” şeklinde belirtmekteydi.40
Diğer taraftan, okulda gerçekleştirilen tüm bu çalışmalar, birkaç kişilik bir
kadro tarafından sürdürülmekteydi. 1904 yılında, Halep’te Dr. Altunyan
tarafından ameliyat edilen Harutunian’ın gözlerinden biri yeniden görmeye
başlamış ve kendisi okulda başöğretmen sıfatıyla eğitim ve öğretim işlerinin
sorumluluğunu üstlenmişti. İngiltere’den döndükten sonra Braille alfabesini,
Ermeniceye uyarlayan Harutunian, müteakip yıllarda durmaksızın İncil’in ve
diğer dinî eserlerin Ermenice Braille alfabesine aktarılmasıyla meşgul oldu. 41
Okul kadrosunda, Harutunian’a yardımda bulunmak üzere gözleri gören bir
yardımcı asistan yer almaktaydı. 42 Öte yandan Corinna Shattuck, 1910 yılına
kadar, okulun sorumlu misyoneri olarak görev yaptı. Ancak, Shattuck, kış
aylarında geçirdiği rahatsızlık sonucu, 1910 Nisan’ında bir süreliğine ABD’ye
dönmeye karar verdi. Zorlu bir yolculuk sonrasında Massachusetts’e ulaşan
Shattuck, rahatsızlığının ağırlaşması sonucu, Mayıs ayında öldü.43 Urfa’da Bord’a
ait görevli tek misyoner olan Shattuck’un ölümünün ardından, Bayan Lucile
Foreman geçici olarak bölgeye gönderildi. 44 1911 yılında Rev. Francis H. Leslie,
Bord tarafından Urfa’ya kalıcı misyoner olarak atandı.45
Okuldaki Öğrenci Profili
Urfa Körler Okulu, bölgedeki yegâne örnek olduğundan Alman misyonerler
dahi etkinlik alanlarındaki kör öğrencileri Urfa’ya göndermiş ve eğitimleri için
finansal destek sağlamışlardı.46 Ancak, Urfa Körler Okulu’nun başlıca öğrenci
kaynağını, Osmanlı sahasındaki Bord örgütlenmesi bünyesinde faaliyet gösteren
misyonerlerin ve papazların iletişim kurduğu kör çocuklar oluşturuyordu.47 Bu
öğrencilerin büyük bir kısmı, Anadolu’nun çeşitli yerleşim birimlerinden,
ailelerinden ayrılarak Urfa’ya getirilmekte ve yatılı olarak eğitim görmekteydi.
Adana, Maraş, Antep, Adıyaman ve Haçin gibi civar illerden gelen öğrencilere
ilaveten Harput, Kayseri ve Merzifon gibi daha uzak yerleşim birimlerinden
gelen talebeler de söz konusuydu. 48 Yatılı olarak eğitim görenler haricinde,
gündüz öğrencisi (day pupil) olarak Urfa’daki yetimhaneden ve şehir merkezinden
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 521.
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 500.
42 ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 905.
43 Greene, Leavening The Levant, s. 181, Charles M. Pepper, Irving Bacheller, Life Work of
Louis Klopsch: Romance of a Modern Knight of Mercy, The Christian Herald, 1910, s. 41.
44 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 501.
45 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 521.
46 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 496.
47 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 530.
48 ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 908.
40
41
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
gelen öğrenciler de vardı. Diğer taraftan bu öğrencilerin çoğunun körlük nedeni,
suçiçeği ve iltihap kaynaklıydı. Ancak, doğuştan kör olanlar ile kızıl humma
hastalığı ya da yaralanmalar sonucu görme yetisini kaybetmiş olan öğrenciler de
vardı.49 Öğrencilerin önemli bir kısmı, 6-7 yaşlarında eğitime başlamaktaydılar.
Genellikle, 10 yaşını aşmamış olanlar düzenli eğitime dâhil ediliyordu. Ancak
yaşları ilerlemiş olan yetişkinler de çeşitli aşamalardaki eğitim seanslarına
yerleştirilerek, eğitim sürecine dâhil ediliyorlardı. Örneğin 1911-12 eğitim yılında
öğrenciler arasında 45 yaşında kör bir kadın da bulunmaktaydı. Dört yıl kadar
önce gözlerini kaybetmiş olan bu kadın, vaiz (bible woman) olabilmek için dersleri
düzenli bir biçimde takip etmekteydi.50
Urfa Körler Okulu’nun yıllık faaliyet raporlarında, öğrencilerin etnik ve dinî
kökenlerine dair detaylı bir veri yer almamaktadır. Ancak raporlarda geçen
isimlerden ve öğrencilerle ilgili çeşitli anekdotlardan anlaşıldığı üzere
öğrencilerin önemli bir kısmının Ermeni kökenli olduğu söylenebilir. Fakat
sınırlı sayıda da olsa kimi zaman Müslüman öğrencilerin, hem Urfa, hem de
civar yerleşim birimlerinde Bord misyonerlerinin denetiminde körlerin eğitimine
yönelik olarak açılan okullarda eğitim aldıkları görülmektedir.51
Okulun Finans Kaynakları
Urfa Körler Okulu’nun faaliyete geçirilmesi için malî anlamda ciddî bir
yatırım gerekmemişti. Ayrıca, okuldan sorumlu olan Bord misyoneri, hali
hazırda Urfa’da faaliyet göstermekte olan personeldi. Yani okula özel bir
misyoner ataması yapılmamış olması, Bord’un bütçesini önemli bir yükten
kurtarıyordu. Ancak takip eden yıllarda öğrenci sayısının artması ve bu
öğrencilerin çoğunun yatılı olarak öğrenim görüyor olması, okulun giderlerini
yükseltti. Bu giderlerin tamamı, elde edilen bağışlarla karşılandı. Körler
Okulu’nun faaliyet raporları, diğer birçok misyoner kurumunda olduğu gibi,
bazı yıllarda Amerikan kamuoyuyla paylaşıldı ve özenli bir üslup ile bağış talep
edildi. Bahsi geçen bağış taleplerinin dili oldukça hassas ve etkileyici bir üslup
taşımaktaydı. Örneğin Mary Harutunian, 1911 yılında yaptığı bağış çağrısında;
dinî anlamda gerçekleştirilen başarılar ve öğrencilerin kaydettikleri mesafeyi
aktardıktan sonra, okulun ihtiyaçlarının karşılanmasına binaen “keşke yalnızca
Amerika’nın israfı bize gönderilse” demekteydi.52
Okul binasında gerçekleştirilmesi düşünülen yenileme çalışmaları ya da inşa
edilmesi tasarlanan ek bir yapı için gerekli finansman, bağış çağrılarıyla
ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 903.
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 521. Örneğin, 1909 yılı raporunda, öğrenci sayısının oldukça
artmış olduğu ve birçok kör kadının da okula, özellikle zanaat öğrenimi görmek üzere başvuruda
bulunduğu aktarılmaktadır (ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 904).
51 ABCFM Arşivi, Reel 660, No: 592.
52 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 528.
49
50
77
78
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
kamuoyundan mütemadiyen talep edildi. Bu çerçevede varlıklı birçok
hayırsever, Urfa Körler Okulu’nun Philadelphia, New York, Londra ve
İstanbul’da belirlemiş olduğu adreslere ya da doğrudan Urfa’ya para göndererek
bağışta bulundu. 53 Ayrıca yıl içinde elde edilen bağışların bir bölümü,
İngiltere’den ve ABD’den düzenli olarak okula yardımda bulunan kimseler
tarafından gerçekleştirildi. 54 Bağışlar aynî surette de gelmekteydi. Örneğin,
Londra’dan çok sayıda Braille alfabesinde kitap ve öğrenciler için kıyafet
yardımında bulunuldu. 55 Ayrıca, Osmanlı Devleti sınırları içindeki sair
eyaletlerden de gerçekleşen bağışlar söz konusuydu. 56 Öte yandan okul
üzerindeki malî yükün azaltılması için yatılı öğrenciler mevcut işlere yardımda
bulunmaktaydı. Su tankının doldurulması, mutfak işleri ve genel temizlik
yapılması gibi rutin işlere çoğunlukla öğrenciler yardım etmekteydiler.
Urfa Körler Okulu’nun bağışlar haricinde önemli bir diğer gelir kalemi daha
vardı. Öğrenciler, eğitimleri esnasında öğrendikleri zanaat dallarında aynı
zamanda üretici konumundaydılar. Üretilen başlıca ürünler arasında, hasırla
hazırlanan ev eşyaları gelmekteydi. Hasır sandalyeler, tabureler, masa örtüleri,
halılar öğrenciler tarafından en çok üretilen ürünlerdi. 57 Hatta daha sonraki
yıllarda, hamak ve çeşitli kıyafetler dahi üretilmeye başlandı.58 Ürünler, genellikle
bölge halkına pazarlandı. Ayrıca, kilisede gerçekleştirilen sene sonu
etkinliklerinde bu ürünler sergilenmekte ve satılmaktaydı. 59 Diğer taraftan bu
ürünlerin sergilenmesi, gelir kaynağı yaratmanın yanında, kör öğrencilerin kat
ettikleri mesafenin katılımcılara gösterilmesi açısından da önemi haizdi. Son
olarak, Urfa Körler Okulu’nun finans kaynakları bakımından Bord’un bölgede
faaliyete açmış olduğu sağlık ve eğitim temelindeki diğer misyonerlik
kurumlarıyla aynı sisteme sahip olduğu söylenebilir. Yani, girişimci
misyonerlerce projelendirilen ve faaliyete geçirilen misyonerlik kurumu, Bord’un
kurumsal desteği ve hayırseverlerden elde edilen bağışlarla işlerlik ve süreklilik
kazanmaktadır.
Dinî Propaganda ve Misyonerlik Uygulamasının Aracı Olarak Okul
Çalışmanın daha önceki bölümlerinde de belirtildiği üzere Urfa Körler
Okulu, dünyevî olduğu kadar ruhanî temellere dayanmaktadır. Okulun işleyiş
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 528.
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 498.
55 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 530.
56 ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 908. Örneğin, 1909 yılında, Urfa’ya iki günlük mesafesi olan
bir yerde ikamet eden dul bir kadının yaptığı bağıştan bahsedilmektedir. Yine, Urfa’daki bölge
halkı da okula aynî ve nakdî yardımlarda bulunmuştur.
57 ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 883.
58 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 530.
59 ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 897.
53
54
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
programının arka planı, tamamen misyonerlik metotları çerçevesinde inşa
edilmiştir. Shattuck, yazışmalarda çoğunlukla bu okulun bir Tanrısal plan
(providential plan) olduğunu vurgulamaktadır. 60 Öğrencilere derslerde okutulan
dinî içerikli yayınlar, Urfa Körler Okulu’ndaki en önemli dinî propaganda
materyali olarak değerlendirilebilir. Dersler, haftanın günlerinin tamamına
yayılmış durumdadır. Öğrenciler, bu derslerde okuma-yazmayı, dil eğitimini ve
hatta tarih öğrenimini dahi dinî risaleler, İncil’den bölümler ve dinî kitaplar
üzerinden gerçekleştirmektedirler. Derslerde Protestanlıkla ilgili alenî olarak
okutulan dinî materyalleri, gerçek etkisi bilinçaltına yönelik bir uygulama olarak
değerlendirmek mümkündür.
Urfa Körler Okulu’nun açılışını takip eden birkaç yılda öğrencilere yönelik
dinî uygulamaların gittikçe koyulaşmış olduğu görülmektedir. Örneğin, 1906
yılına kadar yalnızca Cuma günleri gerçekleştirilen dinî toplantılar, bu yıldan
itibaren haftada üç güne çıkarılmıştır. 61 Ayrıca öğrenciler, her Pazar, kilisede
gerçekleştirilen Pazar ayinlerine götürülmüşlerdir. Hafta içinde öğrencilere sabah
takvası (morning devotion) adında sabah ibadetleri yaptırılmıştır. Bu ibadetler
temelde gönüllülük esasına dayanmamış ve eğitmenler tarafından zorunlu
kılınmıştır. Örneğin, 1910-1911 çalışma raporunda, öğrencilerin, papazın Pazar
ayinlerinde vermiş olduğu vaazları Pazartesi sabahları tekrar etmelerinin zorunlu
kılındığı aktarılmaktadır. 62 Okulun başöğretmeni Mary Harutunian, her sabah
kahvaltı öncesi, kız öğrencilerle birebir dua seansları uygulamıştır. Bu
seanslarda, öğretmen ve öğrenciler, Braille alfabesiyle hazırlanan İncil’den
bölümler okumuşlardır. Bu öğrenciler arasında mezuniyet sonrasında kadın vaiz
olarak görev almak isteyenler daha yoğun bir dinî programa tabi tutulmuşlardır.
Bu öğrencilerin kilisedeki dinî organizasyonları ve Pazar ayinlerini daha sık takip
etmeleri teşvik edilmiş ve Urfa’da ev ev dolaşarak, dinî propagandada bulunan
görevlilere eşlik ederek eğitim almaları sağlanmıştır.63
Çoğunluğu Gregoryen mezhebine bağlı olan öğrenciler arasından, okulda
tabi tutuldukları yoğun dinî propagandaya bağlı olarak Protestan kilisesine kayıt
yaptıranlar olmuştur. 64 Benzer şekilde dinî propagandadan etkilenen ve
Hıristiyanlıkla ilgili meseleleri öğretmenleriyle konuşmak isteyen öğrencilerle
ilgili anekdotlar aktarılmaktadır. Okuldaki misyonerlik girişimleri, teknik bir
şablonun öğrencilere uygulanması şeklinde düşünülmemelidir. Dinî telkinler
oldukça samimi bir ortamda, çoğunlukla birebir iletişim temeline
dayanmaktadır. Öğrenci-öğretmen arasındaki doğal iletişim atmosferi ve okulun
ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 905.
ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 883.
62 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 494.
63 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 528.
64 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 493.
60
61
79
80
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
yatılı oluşu, Bord misyonerlerine dinî propaganda için oldukça geniş bir zaman
tanımaktadır. Misyoner Shattuck ve görevli öğretmenlerin, kimi akşamlar
öğrencilerle bir araya gelerek birlikte okudukları ilahiler, okul vasıtasıyla
gerçekleştirilen misyonerlik uygulamasının okul yaşamının bütününe yayılmış
olduğunu göstermektedir.65
Urfa Körler Okulu, açılışını müteakiben Bord misyonerlerinin hedefleri
doğrultusunda işlerlik kazanmıştır. Öğrenciler yoğun bir meslekî ve dinî eğitime
tabi tutulmuş ve öğrencilerin tamamına yakını okulu başarıyla bitirmiştir.
Okulun mezunları arasında memleketlerine dönenlerden bazıları, yeni körler
okullarının açılmasını sağlamıştır. Örneğin, 1907 mezunu bir öğrenci,
mezuniyeti sonrası memleketi Maraş’a dönerek, burada bir körler okulu
açmıştır. 66 Benzer şekilde Urfa Körler Okulu mezunları Adana’da, Haçin
(Saimbeyli)’de ve Antep’te de birer körler okulu tesis etmişlerdir.67
Okulun Protestanlığı yayma hedefleri çerçevesinde, mezunlarından bazıları,
Urfa’da bulunan diğer körler arasında dinî propaganda çalışmaları
gerçekleştirmiştir. Örneğin okulda eğitim almış olan 45 yaşında bir kadının, dinî
propaganda çalışmalarını büyük bir gönüllülükle gerçekleştirdiği ve gözleri
gören ya da görmeyen birçok şehir sakini arasında ilahiler söyleyip, dinî
yayınlardan bölümler okuduğu görülmektedir. Üstelik bu propagandalar,
Müslüman aileler arasında da gerçekleştirilmiştir.68
Birinci Dünya Savaşı ve Okulun Kapanması
Osmanlı topraklarında yaşayan körlere yönelik ilk modern eğitim kurumunu
faaliyete geçirdiklerinin farkında olan Bord misyonerleri, Urfa Körler Okulu’nu
dünya standartlarına yükseltmek için girişimlerde bulundular. Urfa Körler
Okulu, bir anlamda Maraş, Adana ve Antep gibi civar şehirlerde ardı ardına tesis
edilen körlerin eğitimine yönelik okulların ilham kaynağı olmuştu. Okulun
başöğretmeni Mary Harutunian, Osmanlı topraklarındaki körler okullarının
anası olarak niteledikleri Urfa Körler Okulu’nu daha yüksek standartlara
ulaştırmak için Boston’daki Perkins Enstitüsü’nde eğitim almak üzere 1914
yılında bir yıllığına Boston’a gitti. 69 1913-1914 çalışma yılına ait Urfa Körler
Okulu’nun son raporu, çalışmaların oldukça kusursuz bir biçimde devam
65 ABCFM Arşivi, Reel 666, No: 256. Bu toplantılarda okunan ilahilerden bazıları; “He
knows”, “Anywhere with Jesus”, ve “God be with you” idi. Bu ilahiler, kimi zaman öğretmen
Maria Tomasyan tarafından solo olarak okunmakta, kimi zaman öğrenciler eşliğinde koro olarak
seslendirilmekteydi. İlahilerin önemli bir kısmı İngilizce’ydi. Fakat Ermenice olanlar da söz
konusuydu.
66 ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 897.
67 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 528.
68 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 528.
69 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 530.
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
ettiğini gösteren detaylar içermektedir. Ancak 1914 yazında başlayan I. Dünya
Savaşı, Osmanlı topraklarındaki neredeyse bütün misyonerlik kurumlarını
derinden etkilemiştir. Bord misyonerlerinin başta Ermeniler olmak üzere, büyük
bir ehemmiyetle konsantre oldukları gayrimüslim tebaanın tecrübe ettiği süreç
ve Ermeni tehciri, Bord’a ait misyon kurumlarının atıl bir duruma düşmesiyle
sonuçlanmıştır. 1915 yılında başlatılan Ermeni tehciri, savaşın getirdiği ülke
genelindeki yıkım ve Osmanlı ile ABD arasındaki diplomatik ilişkilerin 1917
yılında kesilmiş olması, Bord misyonerlerinin birçok misyon istasyonunu
kapatmasıyla sonuçlandı.
Bord’un Urfa’dan sorumlu misyoneri F. H. Leslie, savaşın başlamasıyla
birlikte Urfa Amerikan konsolosu görevini de yerine getirmeye başlamıştı. 70
Tehcirin başlangıcını müteakip 1915 yazında Urfa’daki birçok misyon binasına
hükümet yetkililerince el konulmuştu. Savaş şartlarından kötü derecede
etkilenen misyoner Leslie, 1915 Ekim’inde öldü.71 Şehirdeki Bord misyonerinin
ölümü üzerine Urfa Körler Okulu da 1915 yılından itibaren tamamen işlevsiz
kaldı.72 Misyoner Leslie’nin eşi, 1917 baharında Urfa’ya döndü.73 Ancak ne bu
tarihte, ne de savaş sonrasında şehirdeki misyon faaliyetlerini yeniden başlatmak
mümkün olmadı.
Öğrenciler ve Misyonerler Adına Kazanımlar
Urfa Körler Okulu, 1902-1914 yılları arasında gerçekleştirdiği eğitim
faaliyetleri sonucu, birçok görme engelli öğrenciye diploma kazandırdı. Okulun
faaliyet gösterdiği bu süreç, bir dizi dinî, politik, sosyal, ekonomik ve pratik
kazanımla sonuçlandı. Bord misyonerleri adına okulun gerek öğrenciler, gerek
öğrenci yakınları ve bölge halkı üzerinde yarattığı dinî etkinin oldukça kayda
değer olduğunu söylemek mümkündür. Şöyle ki Gregoryen, Katolik ya da İslam
inancına sahip öğrenciler, okulda geçirdikleri süre zarfında ciddî bir Protestanlık
propagandasına tabi tutulmuş ve bazı öğrencilerin doğrudan Protestanlığı
benimsemesi sağlanmıştır. Ayrıca, kadın vaiz olarak yetiştirilen çok sayıda
öğrenci, hem kendilerinin Protestanlığı benimsemesi, hem de bölge halkı
arasında misyonerlik faaliyeti sürdürülmesi adına önemli birer kazanım olmuştu.
Yine mezun öğrencilerin Antep, Maraş ve Adana gibi şehirlerde körlerin
eğitimine yönelik okullar açması, Urfa’da atılan tohumun Protestanlık
National Archives of the USA, NA/RG59/867.4016/139.
Greene, age., pp. 182.
72 Mary Caroline Holmes, Urfa’da Ermeni Yetimhanesi (1919-1921), Çev. Vedii İlmen, Yaba
Yayınları, İstanbul, 2005, s. 34. Holmes, kör öğrencilerin birçoğunun savaş şartlarında açlıktan
ölmüş olduklarını ve böylece okulun da tamamen işlevsiz kaldığını aktarmaktadır.
73 James L. Barton, Survey of the Fields 1916-1917, Boston, 1917, pp. 9.
70
71
81
82
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
propagandası temelinde hızlı bir biçimde Anadolu’nun farklı bölgelerine nüfuz
etmesi manasına gelmektedir.74
Urfa Körler Okulu’nun Bord misyonerleri adına ikinci önemli getirisi,
okulun gerek bölge halkı, gerekse yöneticiler nezdinde kabul görerek
misyonerlik faaliyetlerine karşı oluşabilecek olası muhalif tavırları bertaraf
etmesi yönündedir. Mezuniyet törenlerinde sergilenen kör öğrencilerin
ürettikleri ürünler ve öğrencilerin kat ettikleri tedrisî aşama, bölge halkı
tarafından ilgiyle izlenmiştir. Ayrıca, 1910 Haziranında gerçekleştirilen
mezuniyet töreninde, Bâb-ı Âlî müfettişinin okulla ilgili övgü dolu sözler sarf
etmesi, Urfa Körler Okulu’nun devlet nezdinde politik kabul gördüğü şeklinde
yorumlanabilir.75 Nitekim, okula ait mevcut raporlarda, herhangi bir hükümet
yetkilisinin muhalefetine dair bir bahis geçmemektedir. 76 Özellikle, 1880’li
yıllardan itibaren, Ermeni sorunuyla ilintili olarak payitahtın misyonerlik
faaliyetleri karşısında almaya çalıştığı önlemler ve çok sayıda ruhsatsız
misyonerlik kurumuna karşı merkezî ve yerel otoriterler tarafından dönem
dönem uygulanmaya çalışılan kısıtlama girişimleri göz önünde
bulundurulduğunda, bir hükümet görevlisinin misyoner kimliğine rağmen Urfa
Körler Okulu’nu övücü bir konuşma yapmış olması oldukça manidardır.77 Şu
şartlarda Bord misyonerlerinin Urfa Körler Okulu vasıtasıyla kendileri adına
oldukça önemli iki unsur olan dinî propaganda ve politik kabul konusunda
başarı sağladıkları söylenebilir.
Okulun öğrenciler adına sağlamış olduğu şüphesiz bir dizi getiri söz
konusuydu. Bunlardan ilki, öğrencilerin çok sayıda pratik bilgi edinerek, okuldan
mezun olmaları hususudur. Kendi başlarına saçlarını dahi tarayamadıkları
74 Örneğin, 1907 mezunu bir öğrenci, Maraş’ta bir körler okulu açarak, 14 öğrenci ile faaliyete
başlamıştır (ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 897). Bord misyonerlerinin denetimi altında Antep’te,
Adana’da ve Maraş’ta açılan körler okullarıyla ilgili bir diğer belge için bkz. ABCFM Arşivi, Reel
661, No: 904.
75 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 497.
76 Ancak burada okulun faaliyetlerinin, bütün kesimler tarafından kusursuz bir kabul
görmemiş olduğunu ve münferit surette olsa da zaman zaman muhalif bir takım tavırlarla
karşılaştığını belirtmek gerekir. Belgelere yanıysan bu muhalefet türü, öğrenci velisi ve karşıt
mezhep merkezlidir. Örneğin 1911 yılı mezunları arasında bulunan Ermeni kökenli bir kız
öğrencinin, evine döndükten sonra Protestanlıkla ilgili kitaplar okumaya devam etmesi, ailesinin
tepkisine yol açmıştır. Mezun öğrencinin velisi, Protestanların son derece kötü insanlar olduğunu
belirtmiş, hatta onların Kürtler’den daha fena bir topluluk olduğunu söylemiştir. Bu ifade gerek
1910’lu yıllardaki Ermeniler ve Kürtler arasındaki ilişkilerin ulaştığı menfi noktaya, gerekse farklı
mezheplere ait bireylerin Bord misyonerlerinin yürüttükleri Protestan propagandasına karşı
muhalif tutumlarına işaret etmektedir. İlgili belge için bkz. ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 520.
Protestanlık propagandasına karşı duruş sergileyen mezhepler arasında Katolikler önemli bir
konum işgal eder. Örneğin bu hususla ilgili olarak 5 yaşındaki görme engelli kızını, Urfa Körler
Okulu’na kaydettirmek isteyen bir veli, çocuğunu yatılı olarak bu okula vermemesi yönünde
Katolikler tarafından uyarılmıştır (ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 882-883).
77 Payitahtın misyonerlik faaliyetleri karşısındaki tutumu ve önlem önerileri için bkz. Yücel,
a.g.t., s. 65.
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
aktarılan görme engelli çocuklar, müthiş bir değişim yaşayarak, okuldan mezun
olmuşlardır. Mezun öğrenciler, artık ev işlerinin neredeyse tamamını kendi
başlarına yapabilecek duruma gelmişlerdir. Ayrıca bu pratik yararların ötesinde
okul, öğrencilerin toplum içerisindeki konumlarını değiştirerek, sosyal
düzeylerinde devrim niteliğinde farklılaşma sağlamıştır. 1911 yılında okuldaki kız
öğrencilerden biri, kendisinde gördüğü değişimi ve kazandığı özgüveni şu
sözlerle ifade etmişti; 78 “Evimize bir misafir geldiğinde bir fare gibi çabucak ortadan
kaybolurdum. Fakat şimdi, okulda edindiğim örgü ve oya işleri gibi beceriler ve derslerde
öğrendiğim bilgiler sayesinde misafirlerle birlikte hoş vakit geçirip, birçok konu üzerine sohbet
edebiliyorum.” Öğrenciler, gerek edindikleri sosyal beceriler, gerekse enstrüman
çalma ve şarkı söyleme gibi kültürel vasıflar aracılığıyla ruhsal bir dönüşüm de
yaşamışlardı. 79 Bu değişim, öğrencilerin tüm hayatlarını etkileyecek düzeyde
kapsamlı bir programın sonucuydu. Öyle ki jimnastik dersleri ile kızlara
vücutlarını bir hanımefendi gibi nasıl taşıyacakları dahi öğretilmişti.80
Urfa Körler Okulu’nun öğrencilerin yaşamları üzerindeki ikinci önemli
etkisi, ekonomi alanında oldu. Okul başlangıcından itibaren kör öğrencilerin
ekonomik koşullarını yükseltmeyi hedeflemişti. Temel olarak öğrenciler ya
zanaatkâr, ya öğretmen, ya da vaiz olarak istihdam edilmek üzere eğitilmişti.
Öğrenciler eğitim yılları boyunca ciddî bir zanaat eğitimi almış ve bu sayede
oldukça seri bir biçimde malî gelir elde etmeye başlamışlardır. Bu öğrenciler,
öğrendikleri zanaatlar sayesinde, yalnızca kendi geçimlerini sağlamakla
kalmamışlar, aynı zamanda ailelerine de maddî gelir elde etme yolları
göstermişlerdir. 81 Bazı öğrenciler mezuniyet sonrası körlere yönelik okullar
açarak ya da tek tek körlerin evlerini ziyaret ederek gezici öğretmen (home teacher)
suretiyle öğretmenlik mesleğini icra etmişlerdi. 82 Son olarak Bord
misyonerlerinin denetiminde yerel yardımcı suretinde vaizlik yaparak,
geçimlerini sağlayan çok sayıda kör öğrenci söz konusuydu.
Sonuç
Zaman ve metod açısından sınırlandırılarak analiz edilmiş olan Urfa Körler
Okulu’nun hikâyesi, çalışmanın giriş bölümünde temas edilen yakın dönem
Türk tarihindeki misyonerlik olgusuna dair köklü tartışmalar hususunda bazı
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 492.
ABCFM Arşivi, Reel 666, No: 339.
80 ABCFM Arşivi, Reel 666, No: 256.
81 Örneğin okulun 1911 yılı mezunlarından bir kızın, annesi yokken ev işlerini yapması ve
ayrıca zanaat işleri aracılığıyla para kazanmak için ailesine örnek teşkil etmesiyle ilgili olarak bkz.
ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 520. Yine 30 yaşında bir kadının okulda almış olduğu eğitim
sayesinde meslek öğrenerek evine ve yaşlı annesine bakmaya başlamasıyla ilgili alıntı için bkz.
ABCFM Arşivi, Reel 661, No: 882.
82 ABCFM Arşivi, Reel 667, No: 489, 520.
78
79
83
84
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
ipuçları sunmaktadır. II. Abdülhamid Dönemi’nde, 1890’lı yıllardan itibaren,
körlerin eğitimine yönelik bazı girişimler söz konusu olmuştu. Bakanlık
düzeyinde yazışmalar gerçekleştirilmiş ve fiiliyata geçememiş olsa da okulun
tesisine yönelik bir irade ortaya konulmuştu. Payitahtta faaliyete geçirilecek
modern düzeyde bir körler okulu, zamanla Osmanlı taşrasındaki önemli
yerleşim birimlerinde birer şube açarak, ülke genelindeki görme engellilerin
ekonomik ve sosyal koşullarının iyileşmesine yol açabilirdi. Her ne kadar
Osmanlı başkentinde olmasa da bir diğer Anadolu şehri Urfa’da modern
düzeyde bir körler okulu, Bord misyonerleri tarafından faaliyete geçirildi. Üstelik
kısa sürede okul mezunları Maraş, Antep ve Adana gibi önemli yerleşim
birimlerinde benzeri eğitim kurumlarını hizmete soktular. Dolayısıyla devletin
görme engellilerin eğitimine yönelik inisiyatif alamaması, bu sahanın misyonerler
tarafından kapatılmasıyla sonuçlandı. Ancak buna rağmen, devlet eliyle Osmanlı
taşrasında körlerin eğitimine yönelik kurumların tesis edilmemesi, misyonerlerin
bu türden kurumları faaliyete sokmalarının yegâne gerekçesi olarak
düşünülmemelidir. Nitekim eğitim, yetimhane ve sağlık gibi sair misyonerlik
uygulamalarında misyonerler kamuya ait kurumlarla dönem dönem rekabet
içerisinde bulunmuşlardır. Ancak Batı Avrupa ve ABD merkezli bu misyon
örgütlenmeleri transfer ettikleri bilgi ve teknik donanım sayesinde kamu
kuruluşlarına kıyasla oldukça ileri düzeyde bir hizmet kalitesine ulaşmışlardır.
Hayır amaçlı kurulan vakıfların, kendilerine has bir insanî yardım felsefesine
sahip olmaları şüphesiz yadırganamaz bir durumdur. Ancak misyonerlik
uygulamaları söz konusu olduğunda, durum kuruluş ve yardım felsefesi itibarıyla
farklı bir içerik kazanmaktadır. Kendilerini hemen her fırsatta birer hayırseverlik
kurumu olarak niteleyen birçok misyonerlik kuruluşu, sundukları pratik
hizmetler doğrultusunda, sağlık ve eğitim gibi birçok temel ihtiyacın
karşılanması hususunda bölge halkına yardımcı olmuşlardır. Ancak temelde,
karşılıksız bir yardım söz konusu değildir. Bölge halkına hizmet sunan kurumun
temel amacı, alenî bir şekilde dinî propagandada bulunmaktır. Urfa Körler
Okulu örneğinde gözlemlenebildiği üzere sosyal ve ekonomik açıdan oldukça
düşük bir seviyede bulunan görme engelliler, temelde eğitim ihtiyacını gidererek,
ekonomik ve sosyal bir bağımsızlık kazanmayı hedeflerken, bu hizmet
karşılığında yoğun bir Protestanlık propagandasına maruz kalmışlardır.
Urfa Körler Okulu’nun tarihçesinin sunmuş olduğu belki de en önemli
ipucu, Bord misyonerlerinin toplumun ihtiyaçlarını analiz hususunda göstermiş
oldukları maharetle ilgilidir. Hedef topluluğun içinde bulunduğu sosyal,
ekonomik ve psikolojik koşullar ile ruh halleri, bahsi geçen misyonerlik
kurumunun projelendirilmesi aşamasında mükemmel bir biçimde çözümlemeye
tabi tutulmuştur. Toplum içindeki görünürlüğü oldukça düşük düzeyde olan bir
sosyal grubun sorunlarına yönelik gerçekleştirilen analizler ve bu insanların her
birini, birer birey/değer olarak ele alıp, yaşam koşullarının yükseltilmesi
yönündeki gayretler, bahsi geçen misyonerlik girişimini başarılı kılan en önemli
İdris YÜCEL, Bir Misyonerlik Uygulamasının Teorisi ve Pratiği: Urfa Amerikan Körler Okulu
etkenlerdir. Son tahlilde, tarihî olayları yeniden kurgulamak, tarih biliminde
geçerli bir metodolojik yaklaşım olmasa da, bahsi geçen misyonerler, birer
Amerikan vatandaşı değil de, taşra halkının refahının yükseltilmesini hedefleyen
bir politika bünyesinde payitahtça görevlendirilmiş memurlar olarak tasavvur
edildiğinde, Türk modernleşmesinin harcındaki noksan unsurlar daha rahat
anlaşılabilecektir.
Kaynaklar
Arşiv Kaynakları
National Archives of the USA
NA/RG59/867.4016/139.
ABCFM Mikrofilm Arşivi
Reel 653, No: 538, 539, 540.
Reel 660, No: 592, 612.
Reel 661, No: 882, 883, 897, 903, 904, 905, 908.
Reel 666, No: 256, 339, 521.
Reel 667, No: 489, 490, 491, 492, 493, 494, 496, 497, 498, 500, 501, 520, 521, 527, 528,
530.
Kitap ve Makaleler
AÇIKSES Erdal (2003) Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK Yayınları,
Ankara.
ALAN Gülbadi (2008) Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu’daki Etkileri, TTK Yayınları,
Ankara.
BABOT Christiane (1996) La Mission des Augustins de L’assomption à Eski-Chéhir 18911924, Première Impression, İstanbul, Strasbourg.
BARENTON P. Hilaire (1902) La France Catholique En Orient Durant Les Trois Derniers
Siecles: D'apres Des Documents Inedits, Paris.
BARTHOLOMEW A. A. (1989) Tarsus American School, 1888-1988, The Evolution of a
Missionary Institution in Turkey, (Doctorate Thesis), Bryn Mawr College,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Bryn Mawr.
BARTON James L. (1917) Survey of the Fields 1916-1917, Boston.
BOWEN Benjamin B. (1847) A Blind Man's Offering, Özel Baskı, Boston.
CASTELLANO Carol (2005) Making It Work: Educating the Blind, Information Age
Publishing, Charlotte.
ERDOĞAN Dilşen İnce (2007) Osmanlı Devleti’nde Amerikalı Misyonerler ve Van Ermeni
İsyanı (1896), Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir.
ERGİN Osman (1941) Türkiye Maarif Tarihi, Cilt 3, Osmanbey Matbaası, İstanbul.
GREENE Joseph (1916) Leavening the Levant, The Pilgrim Press, New York.
GUILBEAU Edgard (1907) Histoire de l’Institution National des Jeunes Aveugles, Belin
Freres, Paris.
85
86
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
HOLMES Mary Caroline (2005) Urfa’da Ermeni Yetimhanesi (1919-1921), Çev. Vedii
İlmen, Yaba Yayınları, İstanbul.
KEMAL Necati (1926) “Sağır ve Dilsiz ve Körler Müessesesi’nin 340
Kanunusaninisinden 341 Mayısına Kadar Mesaisi”, Birinci Milli Türk Tıb Kongresi
Müzakeratı (1-3 Eylül 1925), İstanbul. s. 519-527.
KOCABAŞOĞLU Uygur (1989) Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika 19. Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba Yayınları, İstanbul.
LOWENFELD Berthold (1975) The Changing Status of the Blind, Thomas Publishing,
Springfield.
MOON William (1879) Light For the Blind, Longmans&Co., London.
MUTLU Şamil (2005) Osmanlı Devleti'nde Misyoner Okulları, Bilim Basın Yayınları,
İstanbul.
PEABODY Emily Clough (1915) Lives Worth Living-Studies of Women, Biblical and Modern,
Especially Adapted for Groups of Young Women in Churches and Clubs, The University of
Chicago Press, Illinois.
PEPPER Charles M.; Bacheller Irving (1910) Life Work of Louis Klopsch: Romance of a
Modern Knight of Mercy, The Christian Herald, Basım Yeri Yok.
PHILLIPS Gordon Ashton (2004) The blind in British Society: Charity, State, and
Community, c. 1780-1930, Ashgate Publishing, Hempshire.
RICHTER Julius (1910) A History of Protestant Missions in the Near East, Oliphant,
Anderson&Ferrier, Edinburg and London.
SAYI Hasan Basri (2008) Osmanlı Belgeleri Işığında Dr. Esat Bey'in Biyografisi ve Görme
Engellilere Yönelik Eğitim Çalışmaları, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya.
STRONG William E. (1910) The Story of the American Board, The Pilgrim Press, Boston.
ÜNVER A. Süheyl (1942) “Manisada Saruhanlıların Körhane Binası Hakkında”, Türk
Tıb Tarihi Arkivi, 6(19), s. 3-7.
YILDIRIM Nuran (1997) “İstanbul’da Sağır Dilsiz ve Âmâların Eğitimi”, İstanbul
Armağanı 3, Gündelik Hayatın Renkleri, Ayrı Basım, İstanbul Belediyesi Yayınları,
İstanbul.
YÜCEL İdris (2005) Kendi Belgeleri Işığında Amerikan Board’ın Osmanlı Ülkesindeki
Teşkilatlanması, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Kayseri.
YÜCEL İdris (2011) Anadolu’daki Amerikan Hastaneleri ve Tıbbi Misyonerlik (1880-1930),
Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Ankara.
Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında
İç İskâna Yönelik Çalışmalar∗
(1923-1938)
Muhammed Sarı
Aksaray Eşmekaya İÖO.
SARI, Muhammed, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik
Çalışmalar (1923-1938). CTAD, Yıl 7, Sayı 14 (Güz 2011), 87-113.
1923-38 arası dönemde Türkiye’de dışarıdan bir göç, nüfus mübadelesi yaşanırken,
içeriden de çeşitli sebeplere bağlı olarak bir iç göç yaşanmıştır. Yunanistan ile 1923
yılında başlayan mübadelede, Türkiye’ye yaklaşık 500.000 mübadil gelmiş ve hükümet
uzunca bir süre bunları iskân etmekle meşgul olmuştur. Türkiye’den giden mübadil
Rumların yerlerine iskân edilen bu mübâdillerin yerleştirme işlemleri 1925 yılından
itibaren büyük oranda azaltılmıştı. Ancak bu kez de, ülke içerisindeki yerleşik olmayan
halkın iskânı hükümeti uğraştırmıştır. Atatürk döneminde uygulanmış olan iç iskânın,
Atatürk’ün iskân politikasında önemli bir yeri vardır. Bu dönemde iç iskân faaliyetleri
düzenli olarak 1926 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanmış ve 1930’lu yıllarda aynı
şekilde devam etmiştir. İç Anadolu ve Karadeniz ile Doğu Anadolu’da bu faaliyetler
yoğun olarak yaşanmıştır. Göçebe vaziyette yaşayan aşiretler, geçimlerini bulundukları
yerlerde temin edemeyenler, güvenlik sebebiyle yapılan iskânlar ile şark mültecileri bu
dönemde iç iskânın unsurlarını oluştururlar. İskânı yapılan bu gruplar sayesinde ülke
daha medenî ve daha homojen bir görünüm kazanmıştır.
Anahtar Sözcükler: İskân, göçebe, aşiret, güvenlik, mülteci
SARI, Muhammed, Activities Concerning The Inner Settlement Policy of Atatürk Era
(1923-1938). CTAD, Year 7, Issue 14 (Fall 2011), 87-113.
Between 1923 and 1938 inner migration happened in Turkey beside the migration
from abroad and the population exchange with Greece. Beginning from 1923, in
consequence of the population exchange, the Turkish government seriously dealt with
the settlement of almost 500 thousand immigrants. Settlement process of those
exchangees was gradually reduced beginning from 1925. However, as soon as the the
government solved the problem, the settlement of the non residents emerged as a
∗
Bu makale Doktora tezinden derlenmiştir.
88
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
challanger. The inner settlement had a crucial place on the settlement policy of
Atatürk’s period. Activities on inner settlement began to be implemented regularly
beginning from 1926 and continued in the 1930’s especially in central, northern and
eastern parts of Turkey. Nomadic tribes (aşiret), inhabitants who were not able to earn
their life from their inhabitance, settlement emerged for security reasons and oriental
refugees were the elements of inner settlement. Their settlement helped homogenity
and civilization of the country.
Keywords: settlement, immigrant, tribe, security, refugee
Giriş
İskân; sakin kılma, oturtma, ev sahibi etme ve yerleştirme1 gibi anlamlarda
kullanılmıştır. Bu konu, devletlerin ekonomik ve idarî meseleleri ile yakından
ilgili olmasının yanında, toplumu da büyük oranda alakadar etmiştir. Bu sebeple
iskân, çeşitli şekilleri bünyesinde taşıdığı gibi, metot bakımından da değişik
usuller dâhilinde yürütülmüştür2. Cumhuriyet döneminde iskân politikasının ilk
basamağını Yunanistan ile yapılan mübadele teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra,
Yunanistan’daki Türklerin Türkiye’ye getirilmesiyle, ülke içindeki nüfusun
yoğun bir biçimde homojenliği sağlanmıştır3. Kısa sürede ortaya çıkan yoğun
Rum göçü, Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısını oluşturan koşulların
değişken ve dinamik bir nitelik kazanmasında önemli ölçüde rol oynamıştır.
Zaten bozulmuş olan toplumsal ve ekonomik dengeler ülkeyi daha da
derinleşen sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır4. Gerçekten bu işin çok çabuk ve
ani gelişmesi, düzenli bir iskân politikasının yapılmasına imkân bırakmamıştır.
Düzenli bir iskân politikasının izlenmeye başlaması ise, 1930 sonrasına tesadüf
eden, muhacirlerin iskânı ve ülke içerisindeki çeşitli unsurların yerlerinin
değiştirilmesi esnasında kendini göstermiştir.
Atatürk döneminde izlenen iskân politikasının başlıca iki temel hedefi vardı.
Birincisi; Türk kültürünü kuvvetlendirmek, bunun için de memlekete Türk
kültürüne bağlı muhacir getirtmek, Türk kültürlü nüfusu sıklaştırmak ve Türk
kültürünü sağlamlaştırmaktı. İkinci amaç, ekonomik, siyasal ve askeri bakımdan
memlekette nüfusun dağılış şeklini değiştirmektir. Bunun için ise, topraksız veya
az topraklı çiftçileri yaşama şartlarının iyi bulunmadığı köyleri daha iyi yerlere
Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara, 2001, s. 451.
Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin
Yerleştirilmesi, TTK, Ankara, 1997, s. 1.
3 Kemal Arı, Büyük Mübadele Türkiye’ye Zorunlu Göç 1923-1925, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 2003, s. 1.
4 Age., s. 8.
1
2
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
taşımak, kültürel, siyasal ve askeri bakımdan da bazı yerleri boşaltmak5 olarak
sıralanabilir. Bunun yanında o dönemde yapılması lazım gelen işler ve yenilikler
“dağınık ve ufak köyleri birleştirmek, köylüyü faizcilerin elinden kurtararak, şehir
iktisadiyatında otomatik hareket eder bir duruma sokmak, hükümetle köylü arasındaki
bütün münasebetleri vasıtasız yaptırmak”6 gibi çalışmalara yönelik olmuştur.
O dönemki hükümetler tarafından benimsenmiş olan iskân politikalarının
uygulanmasında şüphe yoktur ki, dışarından gelen mübadillerin iskânı kadar, iç
iskân da ehemmiyetli bir konumdadır. Çünkü ülke içerisinde bazı aşiretler
veyahut aileler, ya göçebe vaziyette hem kendilerine, hem de devlete yararsız bir
halde bulunmaktalar ya da isyan, eşkıyalık ve kaçakçılık gibi sebeplerle devleti
boş yere meşgul tutmaktaydılar. Bunu millî ve medenî bir devlet için büyük bir
sakınca olarak gören Cumhuriyet hükümetleri, bu işi kati bir şekilde halletmek
için 1923 yılından itibaren faaliyetlerine başlamıştır. Bu faaliyetlerinin başında
ise, iskâna yönelik kanun ve kararnameler çıkarmak gelmiştir.
İç iskân faaliyetlerinden, ülke içerisinde gerçekleşen iç göçler
anlaşılmamalıdır. Zaten incelenilen dönem içerisinde kayda değer şekilde
köylerden şehirlere doğru bir nüfus hareketi yani göç gerçekleşmemişti. 7 Bu
dönemde iç iskâna yönelik olarak ilk ciddi çalışma, 1926 tarihinde yayımlanmış
olan iskân muhtırası olmuştur. 1 Ağustos 1926 tarihli iskân muhtırasına göre,
memleket dâhilindeki seyyar aşiretlerle bütün göçebelerin, sıhhî durum sebebiyle
nakilleri icap eden köylülerin, dağlık ve ormanlık yerlerde ulaşım vasıtasından
mahrum olan köylülerin, münasip ve müsait yerlere iskânı yapılmıştır. Ayrıca,
haneleri çok dağınık olan bazı köylerin münasip merkezler etrafında toplanması,
casusluklarından şüphe edilen kişilerin hudutlardan uzaklaştırılması gibi
çalışmalar bu kanunun içeriklerindendir. Yine aynı kanuna göre, Türk
tabiiyetinde bulunan çingeneler münasip yerlerde iskân ettirilirken, yabancı
tabiiyetinde bulunan çingeneler hudut haricine çıkarılmıştır.8 Buna göre göçebe
yörükler, çingeneler, sınırlardaki kaçakçı unsurlar ve casuslar, iskânla ilgili
metinlerde iskân edilip devlete bağlanması ve denetim altına alınması gereken
unsurlar olarak kabul edilmiştir. 9 1926 tarihli iskân muhtırasına bağlı olarak
yapılan iskân çalışmalarının ardından, çeşitli eksiklikler göze çarpmıştır. Bu
sebeple 3 Haziran 1933 tarihinde yeni bir çalışma daha yapılmıştır. Bu
5
Şeref Nuri, “İskân Kanunu ve Yurdlandırma Politikamız”, Ulus, nu: 5031, 1 Ağustos 1935,
s. 2.
6 Kadri Kemal, “Anadolu’nun Doğusunda Köy İçtimaiyatı”, Yeni Türk Mecmuası, Cilt I, Sayı
10, Temmuz 1933, s. 816.
7 Sadun Aren, “Şehirleşme Hareketleri”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt
4, Sayı 1,2 ve 3-4, 1949, s. 344.
8 Naci Kökdemir, Eski ve Yeni Toprak, İskân Hükümleri ve Uygulama Kılavuzu, (Yayınevi Yok),
Ankara, 1952, s. 193.
9 Fikret Babuş, Osmanlı’dan Günümüze Etnik-Sosyal Politikalar Çerçevesinde Türkiye’de Göç ve İskân
Siyaseti ve Uygulamaları, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 133.
89
90
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
çalışmayla nüfusu yoğun olan yerlerden, nüfusu az olan yerlere göçmek
isteyenlere nakil ve iskân bakımından kolaylıklar tanınmıştır. 10 1926 ve 1933
senelerinde yapılan çalışmalara dayanılarak, bu dönemde ülke içerisindeki
halkın bir kısmının, yine ülke dâhilindeki daha uygun yerlere nakilleri yapılmıştır.
İç iskân ile ilgili olarak Şevket Aziz, ülke içerisindeki iç iskânı ele alırken şu
değerlendirmeyi yapar: “Bugün Türkiye’nin nüfusunu artırmak için alınan ve alınacak
olan sıhhî, toplumsal ve iktisadî tedbirler yanında, diğer bir tedbir de iç muhaceretler olabilir.
Memleketimizin tabiat şartları itibarıyla nüfus yoğunluğuna daha çok müsait yerlerde mevcut
nüfusu daha fazla yoğunlaştırmaya çalışmaktır. Bu artan nüfus kütlesinin fazlasını
memleketin nüfusu az mıntıkalarına bir plân içinde dağıtıp, yeni köyler kurmaktır”. 11
Nitekim bu dönemde neredeyse dış iskân kadar, iç iskân da önemli bir faaliyet
alanı olarak dikkat çekmektedir. Bunun için yukarıda da belirtildiği gibi en
önemli adım 1926 tarihinde çıkarılan 885 sayılı kanun olmuştur.
885 sayılı kanun, devletin muhacir iskânı işlerinde takip edeceği siyaseti çok
açık ve kapsamlı surette ifade etmiştir. Dışarıdan geleceklerin genellikle
kabullerinden ortaya çıkacak zararlar, bunlar hakkında özel bir kanun hazırlama
gereğini ortaya çıkarmıştır. Mecburi göç ve iltica edenlere kapılarını daima açık
bulunduran Türkiye Cumhuriyeti, onların rahat şekilde yaşamlarını sürdürmeleri
ve üretici konuma geçmeleri için çeşitli hükümler koymuştur. Eskiden beri
düşünülen göçebe aşiretlerin yerleştirilmesi, geçimlerini teminden mahrum
dağınık yerler halkının iskânı gibi işler yapılmıştır.12
885 sayılı kanunun içeriğinde yer alan bu işler, 3. maddede ifade edilmiştir.
Bu maddeye göre, memleket içerisinde göçebeliği kaldırmak, sıhhat veya geçim
sebepleriyle bazı köy ve evleri başka yerlere götürmek, dağınık köyleri toplamak
ve casusluklarından şüphe edilenleri memleketin iç kısımlarına almak
gerekmiştir. Daha sonra nüfusu yoğun olan yerlerden, nüfusu daha az yoğun
olan yerlere göçmek isteyenlerin iskânı da buna dâhil edilmiştir.
Bu gibi kimseler, 1926 yılı ve sonrasında çıkarılmış olan iskân kanunları
gereğince iskân edilerek, memleket içerisindeki dağınıklık ve göçebeliklerin yanı
sıra çeşitli isyan, eşkıyalık ve kaçakçılık gibi olumsuz faaliyetlerin önüne
geçilmeye çalışılmıştır.
Göçebelik Sebebiyle Yapılan İç İskân
1927 nüfus sayımında, Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünün göçebe
olduğu anlaşılmıştır. Tüm ülke nüfusunun %80’ine yakınını oluşturan kırsal
10 Adnan Güriz, Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları,
Ankara, 1975, s. 160.
11 Şevket Aziz, “Türk Topraklarının Adamı”, Ülkü Halkevleri Mecmuası, Cilt 4, Sayı 20, Eylül
1934, s. 81-82.
12 İskân Tarihçesi, Hamit Matbaası, İstanbul, 1932, s. 79-80.
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
nüfusun yarısına yakını göçebeydi. Nüfusun bu kesiminin denetim altına
alınması ve devlet ekonomisine katkı sağlaması için bazı önlemlerin alınması
gerekmiştir. Göçebe nüfusun yaşam biçimi, millet oluşumuna ve çağdaşlaşma
çalışmalarına uygun değildi.13 Bu nedenle hükümet, çıkarmış olduğu kanunlarla
ki, bunların içerisinde konumuzla en alakalı olanı 885 sayılı kanundur, bu
göçebe yaşam biçimine son vermeye ve yerleşik hayata mecbur kılmaya
çalışmıştır.
Göçebelik, çağdaş bir devlet olmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti’nin vasfına
aykırı bir durum olarak görülmüştür. Ayrıca göçebe halde bulunan aşiret ya da
aileler, toplumsal bir sorun olmalarının yanında, iktisadî açıdan da ülke
ekonomisine kazandırılması gereken önemli bir unsur olarak görülmüştür. Bu
amaçla, ülke içerisinde göçebe vaziyette bulunan grupların iskânı beklenmeden
yapılmıştır. Göçebelerin iskânı yapılırken mümkün mertebe göçebe vaziyette
yaşadıkları yerlere yakın alanlar iskân sahası olarak seçilmiştir. Yine büyük
çoğunluğu hayvancılıkla geçinen bu gruplar, geçim vaziyetleri göz önünde
tutularak merası olan yerlere yerleştirilmişlerdir.
Göçebelere yönelik iskân çalışmalarının başta gelenlerinden birisi
Isparta’daki aşiretlerin iskânıdır. 1925 tarihinde Isparta’da göçebe halde bulunan
aşiretleri, yerleşik duruma getirmek için, yine aynı vilâyet dâhilinde iskân
edilmişlerdir. Buna göre; 104 nüfustan oluşan Sarıkeçili aşiretinden 22 nüfus
Atabey nahiyesine, 42 nüfus Keçiborlu’ya, 40 nüfus da Uluborlu’ya iskân
edilmiştir. 548 nüfustan oluşan Saçıkaralı (Hayta) aşireti Uluborlu’da, Afşar
nahiyesinde, Atabey nahiyesinde, Keçiborlu, Yalvaç, Karaağaç kazalarında iskân
edilirken, 1.455 nüfustan oluşan Karakoyunlu aşireti Cebel nahiyesi, Karaağaç
kazası ve Uluborlu kazasında iskân edilmiştir 14 . Bazı aşiretler ise göçebe
yaşamlarına kendileri son vermek istemiş ve bu amaçla hükümetten iskân
talebinde bulunmuşlardır. Mesela Samsun, Bafra, Sinop, Tokat ve Merzifon
havalisinde göçebe olarak yaşan Türk aşiretlerinden Aydınlı aşireti, 1926
senesinde Bafra’da iskânları için hükümetten izin istemiş ve 206 nüfustan oluşan
bu aşiretin iskânı aynı tarihte yapılmıştır.15
Memleket içerisinde Türk, Kürt ve Arap olarak çeşitli aşiretler göçebe halde
dolaştıklarından, bunların gerçek nüfusları tam olarak belirlenememiştir. Ancak,
dağıtımı yapılanların miktarı 51.397 nüfuslu 44 Türk, 90.899 nüfuslu 48 Kürt ve
25.760 nüfuslu 6 Arap aşireti olmak üzere, toplamda 168.056 nüfuslu 98 aşiret
vardı. Bunların bir an evvel memleket içerisinde, bilhassa boş olan yerlerde
iskânları hem memleketin, hem de kendilerinin menfaati gereği ise de, hükümet
on yıl içerisinde daha çok mübadil ve muhacir işleriyle meşgul olduğundan, bu iş
Babuş, age., s. 132.
BCA. 272.65. 6.3.7, 10/12/1925.
15 BCA. 272.12.50.109.10, 23/12/1926.
13
14
91
92
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
için önemli miktarda vakit ve para ayıramamıştır. Aşiretlerden yalnız 5.544
nüfuslu 1.260 aile iskân olunabilmiştir. Bu ise toplamın %3’üne tekabül
etmekteydi. Bu aşiretler içerisinde Kürtleşmiş Türk aşireti olan Halikanlı,
Bayezit vilâyetinden Trakya ve Aydın’a nakil edilerek oralarda serpiştirme
suretiyle iskân edilmiştir. Bu aşiretlerden başka, 58 hanede 423 nüfuslu Bazıklı
Kürt aşireti ile 38 hanede 189 nüfuslu Alametik Kürt aşiretlerinin iskânları da
yapılmıştır.16 Bu gruplar içerisinde ise sıhhî, iktisadî, idarî ya da siyasî sebeplerle
bir yerden diğer bir yere, 1.457 hanede 8.277 nüfus naklolunmuş ve
göçebelerden 1.260 hanede 5.544 nüfus iskân edilmiştir.17
Bu dönemde Kıptîlerin de iç iskânda yer aldığı görülür. Bolvadin kazası
civarında göçebe olarak yaşayan Kıpti Müslümanların hem göçebe olmaları,
hem de burada geçim sıkıntısı çektiklerinden Bolvadin’de kendilerine köy
kurmak suretiyle iskânları temin edilmiştir18. Burada asıl sıkıntı yaratan durum,
mübadillerin iskânı aşamasının tam anlamıyla bitmeden, iç iskân çalışmalarının
başlamış olmasıdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarına rastlayan bu dönemde, muhacirler
nüfus artışının %22,8’ini oluşturduğundan 19 , iskân işinin ne kadar yoğunluk
kazandığı kolaylıkla görülebilir. Hakikaten bu dönemde mübadiller,
harikzedeler, doğu ve batı vilâyetlerinden gelen muhacirler ile Suriye, Rusya ve
mübadele dışı mültecilerin toplamı bir milyonu aşmış, içeride bulunan diğer
evsizlerle birlikte 1,5 milyon kişi yerleştirilmeyi beklemiştir.20 Görüldüğü üzere,
iskân edilecek kişiler sadece mübadillerden müteşekkil değildir. Batıdan doğuya
nakil ve daha sonra iade edilenlerin sevk, iaşe ve iskânları ile sel v.b. afetlerle
açıkta kalanlar ile aşiretlerin iskânı, hükümetin yoğun bir biçimde çalışmasını
gerektirmiştir.
Ülke içerisinde dağınık vaziyette bulunan aşiretlerden bazıları mevcut
çiftliklere, bazıları mübâdillerden kalan yerlere, bazıları da boş durumda bulunan
arazilere iskân edilmişlerdir. Bunlardan, İçel vilâyetinde bulunan ve kışı sahilde,
yazı da Konya’nın Karaman kazasında geçiren 27 hane Erdemli, 77 hane Yağda,
Koyuncu ve Çiriş, 73 hane Hacı Hasanlı aşiretine mensup aileler, Erdemli
mevkiindeki bir çiftliğe yerleştirilmişlerdir.21 Yine 1925 senesinde mübâdillerin
iskânı Antalya’nın Korkuteli kazasının Köseler köyünde yaptırılmış ve İçel
vilâyetinin Mut kazasının, Sinanlı mıntıkasında ikâmet eden ve 250 haneden
ibaret bulunan Karadöne aşiretinin yerleşik vaziyete geçmeleri için Hamam
sınırı, Sakız alanlı, Suçatı ve Ilıca köylerine nakillerine 1932 senesinde karar
BCA. 030.10.124.885.4, 12/08/1933.
BCA. 030.10.124.885.4, 12/08/1933.
18 BCA. 272.12.60.171.2, 7/10/1928.
19 Cevat Geray, “Türkiye’de Göçmen Hareketleri ve Göçmenlerin Yerleştirilmesi”, Amme
İdaresi Dergisi, Cilt 3, Sayı 4, Aralık 1970, s. 18.
20 Ali Cengizkan, Mübadele Konut ve Yerleşimleri, Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2004, s. 21.
21 BCA. 030.18.1.2.28.38.20, 17/5/1932.
16
17
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
verilmiştir. 22 Aşiretler yerleştirilirken arazinin durumuna göre bazı aşiretler
bölünerek, aynı vilâyetin farklı yerlerine iskân edilmişlerdir.
Çorum’da göçebe vaziyette yaşayan ve 40 haneden ibaret Yörikan aşireti
mensuplarından bir kısmı, yine aynı vilâyetin Sungurlu kazasındaki Saraca ve
Karadere köylerine, diğer bir kısmı ise Çaşak ve Han Huzlus köylerine iskânları
yapılmıştır.23 Aynı şekilde Tokat vilâyetinin Pazar nahiyesine bağlı Gerdikan ve
Sarıtarla köylerinde Gaygel Türk aşireti ile Bazıklı Kürt aşiretinin24, Ceyhan’da
Tekeli ve Horzun aşiretinin 25 , Kadirli de ise Karatekeli aşiretinin 26 iskânları
yapılmıştır.
Niğde vilâyeti de, göçebe aşiretlerin iskân edildiği yerlerdendir. Bu vilâyette
ilk olarak, kışı Adana vilâyetinde ve yazı da Niğde vilâyetinde geçiren, Tekeli
aşiretine mensup 60 aileden oluşan göçebeler, 1931 baharında iskân edilmiştir.27
Yine aynı tarihlerde, yani 1931 yılı Ağustosunda yazın Niğde yaylalarına çıkan ve
kışın da Adana’ya inen 150 aileden ve 1.200 nüfustan ibaret olan Aydın,
Karakeçili, Korzun ve Sarıkeçili aşiretlerine mensup göçebelerin, Niğde
vilâyetinde iskânları yapılmıştır. 28 Bunlar içerisinde ise Aydın, Karakeçili,
Korzun ve Sarıkeçili aşiretleri kendi istekleri dâhilinde iskân edilmişlerdir.
Niğde’nin yanında göçebe iskân edilen bir diğer yer Aksaray’dır.
Aksaray’daki ilk faaliyet, 150 nüfustan ibaret ve koyunculukla meşgul yörük
aşiretinin, nakillerini kendileri yapmak şartıyla, Aksaray’a bağlı Amarat
(Yenikent) köyünde 1932 senesinde iskânlarıdır.29 Daha sonra bu yörük aşireti,
bu köyde nüfus yoğunluğunun fazla olması, dört köy arazisinin bir arada olması
ve bunun yanı sıra arazinin ancak yerli ahalinin ihtiyacına yetebilmesi yüzünden,
yerlerinin değiştirilmesi gerekmiştir. Bunun üzerine, Amarat köyüne
yerleştirilmelerine imkân bulunmayan bu aşiretin, bu köye yakın, sahipsiz ve köy
yapılmasına elverişli bulunan Künk mevkiinde iskânları yapılmıştır. 30 Bundan
başka, Yozgat da iskân yapılan yerlerdendir. Yozgat’ın Sorgun kazasının çeşitli
köylerinde göçebe suretiyle oturan Türk nüfusun, 51 hanede 279 kişi olarak,
Boğazlıyan Ermenilerinden kalan Çat köyüne nakil ve iskânları yapılmıştır. 31
BCA. 030.18.1.2.30.53.1, 13/7/1932.
BCA. 030.18.1.2.25.2.2, 3/1/1932.
24 BCA. 030.18.1.2.41.81.11, 5/11/1933.
25 BCA. 030.18.1.2.45.37.1, 26/5/1934.
26 BCA. 030.18.1.2.45.36.20, 26/5/1934.
27 BCA. 030.18.1.2.23.68.12, 4/10/1931; Geçen Dört Yılda Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde
Yapılacak İşler Hülasası, Nüfus Umum Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1935, s. 61-62.
28 BCA. 030.18.1.2.22.57.2, 02/08/1931; Geçen Dört Yılda Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde
Yapılacak İşler Hülasası, s. 61-62.
29 BCA. 030.18.1.2.26.12.15, 02/03/1932.
30 BCA. 030.18.1.2.36.39.4, 23/05/1933.
31 BCA. 030.18.1.2.40.78.8, 05/11/1933.
22
23
93
94
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Yine Artvin vilâyeti dâhilinde göçebe bir halde bulunan Hemşinli 89 ailenin,
göçebelikten kurtarılmaları için iç vilâyetlere iskânları 1933 tarihinde
yapılmıştır.32 Fakat bunların hangi vilâyetlere iskân edildikleri hakkında elimizde
bir bilgi mevcut değildir.
Bu dönemde uygulanan iç iskânlara bakıldığında, hükümetin bu konuda çok
ısrarlı olduğu göze çarpmaktadır. Hatta 885 sayılı kanundan sonra hazırlanmış
olan 2510 sayılı kanun da, bu göçebe yaşama bir son vermek istemiştir. 2510
sayılı kanunun amacı hem Türk, hem Kürt göçer aşiretleri yerleşik hayata
geçirmekti. Şükrü Kaya, Anadolu’nun güney ve batısının yanı sıra, doğusunda da
bir milyondan fazla göçerin bulunduğunu ve bunları yerleşik hayata geçirip
onlara, cumhuriyetin nimetlerini götürmeyi fevkalade önemli gördüğünü
belirtmiştir. 33 2510 sayılı kanunun 9. maddesi, Türkiye tabiiyetinde bulunan
gezginci çingeneleri ve Türk kültürüne bağlı olmayan göçebeleri, toplu olmamak
üzere kasabalara serpiştirme suretiyle, Türk kültürlü köylere dağıtıp yerleştirmeyi
işaret etmiştir. Bunun yanında, casuslukları sezilenleri sınır boylarından
uzaklaştırmağa ve ecnebi tebaası gezginci çingeneleri ve Türk kültürüne bağlı
olmayan göçebeleri, millî sınırlar dışına çıkarmaya hükümetin yetkili olduğu
bildirilmiştir. 34 Nitekim Şükrü Kaya, 14 Haziran 1934 tarihli Meclis
konuşmasında iç iskân meselesinde; “Arzettiğim gibi memleketimizde bir milyondan
fazla göçer vardır. Yarım veyahut daimî göçer... Şarkta, garpta, hatta Adana’da,
Antalya’da, Muğla’da, Burdur’da, Isparta’da bile göçenler vardır. Bunların her biri bugün
muzdarip bir haldedir. Bunlar insanî, ahlâkî, millî ve siyasî terbiyeden mahrum kalıyorlar.
Kendilerine cumhuriyetin nimetleri hâlâ yetiştirilememiştir. Aralarında ne bir hâkim, ne bir
hekim, ne bir muallim vardır. Bunların böyle rüzgâra kapılmış yapraklar gibi kopup
oradan oraya sürüklendiğini görmek, çok acıdır”35 ifadesini kullanarak, iskân kanunu
çerçevesinde bu konuda çalışmalarının olduğunu bildirmiştir. Öyle ki zaten bu
tarihlerde iskânı yeniden düzenleyen, belki de en kapsamlı iskân kanunu olan
2510 sayılı kanun, yürürlüğe konulmuştu.
1934 tarihli iskân kanununun koyduğu hükümlerin, ekonomik, politik, sosyal
ve kültürel bakımdan büyük önemi vardır. Gezginci kabileleri, göçebeleri,
kendilerine uygun yerlere yerleştirmekle, memleketteki huzur ve refahın
artırılması hedeflenmiştir. Şükrü Kaya’nın açıklamalarına göre, memlekette bir
milyondan çok göçebe vardır. Bu göçebelerin sürdükleri yaşam şekli, millî
kültürden uzak kalmaları neticesini doğurmuştur. Hâlbuki devlet politikasının
BCA. 030.18.1.2.40.78.2, 05/11/1933.
“Şükrü Kaya Bey’in Millet Meclisinde Söylediği Mühim Nutuk”, Hâkimiyet-i Milliye, nu:
4632, 16 Haziran 1934, s. 2.
34 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IV, İçtima: III, Cilt: XXIII, Ankara, 1934, s. 143; Düstur, III
Tertip, Cilt XV, Ankara, 1934, s. 1158.
35 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IV, İçtima: III, Cilt: XXIII, s. 141; “Şükrü Kaya Bey’in Millet
Meclisinde Söylediği Mühim Nutuk”, Hâkimiyet-i Milliye, nu: 4632, 16 Haziran 1934, s. 2.
32
33
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
başlıca davalarından biri, memleketteki herkesi Türk kültürü etrafında
toplamaktı. Bu kanundan çıkan sonuç, artık gelişigüzel ve plânsız bir yerleştirme
yapılamayacağıdır. Gerek dışarıdan memlekete muhacir olarak geleceklerin,
gerekse bazı ekonomik, siyasal, sosyal ve askeri sebeplerden dolayı memleket
içerisinde bir yerden diğer bir yere taşındırılacakların, o yerin iklim, yaşayış ve
üretim şartlarına uygun olmaları göz önünde tutulmuştur.36
Güvenlik Sebebiyle Yapılan İç İskân
Gasp, eşkıyalık, casusluk, ayaklanma gibi ülke güvenliğini tehdit edici
sorunlar görülünce, ülke içerisindeki bazı unsurların yerleri geçici olarak
değiştirilmiştir. Öyle ki, I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği sıralarda doğuda
orduya asker sağlayan aşiretler civar mahallerde, durumları şüpheli isyancı
aşiretler ise batı bölgelerinde iskân edilmişlerdir37. Bu tür uygulamalar bundan
sonraki dönemlerde, yani Cumhuriyet hükümetleri döneminde de bezer şekilde
devam etmiştir.
Bu tür uygulamalar, bazen kaçakçılık ve eşkıyalık sebeplerinden yapılırken,
bazen de ülkenin iç güvenliğini temin etmek amacıyla yapılmıştır. Mesela 1924
senesinde Arnavutluk’tan geldikten sonra, iskân edilmiş oldukları Anadolu’nun
iç kısımlarından İzmir’e kendiliklerinden gelerek, emvâl-i metrûkeyi işgal eden
Bornova ve Buca’da birçok Arnavut vardı. İmâr Kanunu’nun 3. maddesi
gereğince, hükümet bunları dilediği yere nakil ve iskâna yetkiliydi. Bu sebeple,
Bornova ve Buca’daki Arnavutların mütecaviz, şüpheli kısmından otuz hanenin
Niğde’ye, on beş hanenin de Isparta’ya sevkine karar verilmiştir.38 Yine Iğdır
civarında gasp ve eşkıyalık suretiyle halkı rahatsız eden 7.000 nüfustan oluşan
Celali aşiretinin, 1923 yılında alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile sınırdan uzak
uygun bir yerde iskân edilmesine karar verilmiştir.39 Bu şekilde, ülke içerisinde
rahatsızlık yaratan ailelerin iskân muamelesinin yapıldığı yerlerden birisi de İçel
vilâyetidir.
İçel vilâyetinin, Gülnar kazasının Bozağaç köyündeki Tuzlu ve Papazdere
mevkilerinde, ev kurarak ormanları tahrip edip kereste kaçakçılığı yapan ve
güvenlik bakımından da mahzurlu görülen 10 evden ibaret Tahtacı aşiretinin,
Bozağaç köyündeki Yenice mahallesine iskânları yapılmıştır. 40 Eşkıyalık
sebebiyle yerleri değiştirilen ailelere bir örnek de, Kara Haydar oğullarıdır.
Ankara, Yozgat ve Kırşehir civarında eşkıyalık yapan ve zamanla faaliyetlerini
36
Şeref Nuri, “İskân Kanunu ve Yurdlandırma Politikamız”, Ulus, nu: 5031, 1 Ağustos 1935,
s. 2.
Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913-1918), İletişim
Yayınları, İstanbul, 2007, s. 143.
38 BCA. 272.11.20.100.5, 02/12/1924.
39 BCA. 030.18.1.2.6.46.3, 18/01/1923.
40 BCA. 030.18.1.2.76.57.6, 19/06/1937.
37
95
96
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
artırdığı bildirilen Kara Haydar oğullarının eşkıyalıklarını önlemek için, 17
hanede 94 nüfustan ibaret aile ve akrabalarından, Çiçekdağı’nda 9 hanede 44
nüfus, Çiçekdağı kazası ve köylerine 1931 senesinde iskân edilmişlerdir41. Bunun
yanında, casusluk şüphesi ile de nakiller yapılmıştır. Bunlar, özellikle Birinci
Umumi Müfettişlik bölgesi olan doğudan batıya yapılan nakillerdir. Bunların
yanında İç Anadolu’da, Yozgat’ın Kediler köyünden yukarıda bahsedilen
ailelerden bir kısmı, Kütahya’ya gönderilmiştir. 42 Bunun yanında, casusluk
sebebiyle de yer değiştirmeler yaşanmıştır.
1937 yılında casusluk yaptıkları kendi itiraflarıyla sabit olan ve kaçak eşya
getirirken hudut devriyeleri tarafından yakalanan, Şavşet kazasının Taşköprü
köyünden bazı ailelerin, Niğde iline nakledilmeleri kararlaştırılmıştı. 43 Yine
Çorum ve Yozgat vilâyetleri hududu üzerinde bulunan Aygar dağının sarp ve
yolsuz mıntıkalarında, yaptıkları obalarda oturan ve 4.875 hayvana sahip 440
nüfus, uygun yerlere iskân edilmiştir. 44 Bundan bir yıl sonra, yani 1933
senesinde Yozgat vilâyeti içerisinde 271’i nüfusa kayıtlı olmayan, 1.131’i başka
yerlerde kayıtlı ve 70 adedi de yerli olan 1.472 nüfus, emniyet ve asayiş sebebiyle
Danlı ve Aygar dağları üzerinden ve eteklerinden kaldırılarak, dağınık şekilde
iskân edilmişlerdir 45 . Aslında dağınık köyleri toplamak işiyle pek meşgul
olunmamıştır. Yalnız emniyet ve asayiş açısından önemli rol oynayan oba, huğ
ve komların köyler içine alınması hakkında tedbirler alınmış ve Aygar ve Danlı
dağları üzerindeki nüfusun, münasip oba köylerine yerleştirilmesi
kararlaştırılmıştır.46
Yerli olan bu tür nüfusun iskânının yanında, memleket içindeki bazı
Ermenilerin de yerleri değiştirilmiştir. Mesela Kayseri vilâyetinin Gesi
nahiyesine bağlı Efkere köyünde oturan Ermenilerin, yine güvenlik nedeniyle,
askeri tesisat ve garnizonların bulunduğu yerlerden uzak bir yere nakilleri;
Genelkurmay Başkanlığının muvafakati ile Dâhiliye Vekâleti’nin teklifi üzerine
1938 yılında kabul edilmiştir.47 Bunlardan başka, memleket içerisinde çingene
adı altında pek çok insan vardı. Bunların nüfusları da tam olarak tespit
edilememişti. Emniyet ve asayiş işinde çok mühim rol oynayan çingeneler ile
çeşitli şekillerde meşgul olunmuş ve zaman zaman çok sıkı tedbirler alınmıştır.
Hatta bunlar hemen her tarafta nüfusa kaydettirilmiş ve oturmaya
zorlanmışlarsa da, yine müsait zemin ve zaman bularak göçebeliğe
BCA. 030.18.1.2.23.63.19, 14/09/1931.
BCA. 030.10.124.885.4, 12/08/1933.
43 BCA. 030.18.1.2.80.97.10, 01/12/1937.
44 BCA. 030.18.1.2.25.2.1, 03/01/1932.
45 BCA. 030.18.1.2.41.82.12, 13/11/1933.
46 BCA. 030.10.124.885.4, 12/08/1933.
47 BCA. 030.18.1.2.84.79.8, 06/09/1938.
41
42
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
dönmüşlerdir. Fakat asayişi bozma yönündeki faaliyetleri azalmıştır. 48 Ülke
içerisindeki çeşitli karışıklıkları bu şekilde önleme gayreti içerisinde olan
hükümet, bir yandan da dışarıdan Türkiye’ye gelmiş bulunan mültecilerin
yerlerini çeşitli sebeplerle değiştirmek veya sınırlandırmak zorunda kalmıştır.
İskân ve Aşâir Şubesi tarafından İmâr ve İskân Vekâletine gönderilen 25
Mayıs 1924 tarihli telgrafta, son zamanlarda komünistlerin hudutları üzerinde
çeşitli şekil ve suretlerde başlayan hareketlerin, hududa yakın olmak itibariyle,
Vilayât-ı Selâse bölgesindeki Kafkas mültecileri arasında, komünistlik
cereyanının olabileceği bildirilmişti. Bu sebeple, bu bölgede siyasî karışıklıklar
olmasının muhtemel olduğu ifade edilmiştir. Bu yüzden, Kafkas mültecilerinin
geldikleri yerler ile ulaşımı zor olan bir mıntıkaya nakil ve iskânlarının hem
hudut güvenliği, hem de asayişin kolaylığı açısından gerekli olduğu bildirilmiştir.
Ayrıca, dış propagandalara alet olan unsurların zararından korunmak için,
mültecilerin memleketin iç kısımlarına gönderilmeleri istenmiştir. 49 Ancak
bundan sonraki dönemde, yani 1934-1937 yılları arasında Sovyet Rusya’dan
Türkiye’ye doğru ilticalar yaşanmıştır. Bu yıllar arasında toplamda 244 evde 683
nüfus iltica etmiş ve bunların bir kısmı Kars vilâyetine iskân edilirken, diğer
kısmı çeşitli vilâyetlere serpiştirilmiştir. 1937 yılına gelindiğinde Türk hükümeti,
Sovyet Rusya’dan gelecek mültecilerin kabul edilmemesi yönünde bir karar
almıştı. Ancak gizli olarak gelenler olursa, bunların huduttan en az 50 km içeride
iskân edilmesini istemişti.50 Aynı şekilde Kasım 1925 tarihli karar ile Hakkâri
ilinden alınarak memleketin iç kısımlarına gönderilen Nasturilerin masrafları
İskân Umum Müdürlüğü tarafından karşılanması için 12.015 liralık bir pay
ayrılmıştı.51 Askerî lüzum sebebiyle, memleketin iç kısımlarına nakilleri zorunlu
görülen ve geldikleri yerlerde mülteci veya muhacir sıfatıyla iskânları mümkün
olmayan kişilerin, geldikleri yerlerde terk etmiş oldukları mallara karşılık olmak
üzere, terkedilmiş Rum gayr-i menkullerinde iskânları uygun görülmüş52 ve bu
gibi kişilerin mağdur durumda kalmalarına izin verilmemiştir. Bu dönemde
hükümet çingeneler, gezginci aşiretler, yörükler ve Ermeniler gibi çeşitli
unsurların iskânı işiyle uğraşmakla beraber, bunların içerisinde daha çok
Kürtlerin iskânı işiyle meşgul olmuştur. Bunu başlatan olay ise 1925 tarihli Şeyh
Sait İsyanıdır.
Bu olayda, 1 Şubat 1925 günü Doğu Anadolu’daki bazı Kürtler, başlarında
Şeyh Sait olduğu halde isyan ettiler. İsyandan maksat, bağımsız bir Kürdistan
BCA. 030.10.124.885.4, 12/08/1933.
BCA. 272.12.41.49.4, 25/05/1924
50 BCA. 030.18.1.2.79.89.1, 03/11/1937.
51 BCA. 030.18.1.1.16.71.19, 08/11/1925.
52 BCA. 030.18.1.1.16.77.2, 07/12/1925.
48
49
97
98
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
kurmak ve halifeliği yeniden diriltmekti 53 . Bunun üzerine hükümet, hemen
askeri önlemler almaya başlamıştır. Şeyh Sait ayaklanmasına karşı yalnız askerî
ve kanunî önlemler almakla kalınmamış, bu bölgede yönetimin yeniden
düzenlenmesi yoluna da gidilmiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nde tehlikeli sayılan
azınlıklara yapılageldiği gibi, sorun çıkaracağı düşünülen bölgenin önde gelen
kişi ve topluluklar, başka bölgelere göçürülmüş ve daha sonra bunların yerlerine
Türk muhacirler yerleştirilmiştir.54
Bu isyan sırasında hükümet, çeşitli suistimâllerin önüne geçmek için önlem
almıştır. Dâhiliye Vekâleti’nden yazılan 1925 Şubat ayına ait bir yazıda, isyan
mıntıkasında askeri kıtaların ileri harekâtı üzerine halk tarafından boşaltılan
köylerde bulunacak eşya, erzak ve hayvanların hükümetçe deftere yazılarak iyi
bir şekilde korunması için, gerekli tedbirlerin alınması ve bu mallardan sahipsiz
olduğu ortaya çıkan kısmının hükümetçe koruma altına alınması istenmiştir.
Ayrıca, bunların usulüne uygun olarak ihale ile bedelinin maliyece bildirilmesinin
gerektiği ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra, askeri yönden lüzumlu olan
maddenin, kayıt karşılığında verilmesine izin verilmiştir. 55 Bu isyanın
bastırılmasından sonra hükümet, 1097 sayılı kanunu çıkarmış ve bu kanunla
isyanla ilgisi olduğu anlaşılan kişilerin, yerlerinin değiştirilmesi kararlaştırılmıştır.
Çünkü ülke içerisinde çıkan isyanların hemen hemen hepsi bu bölgeden
kaynaklanmıştır. Bu durum ise, burada bir sorun olduğunu gösterdiğinden,
hükümetin bu soruna bir an evvel çözüm bulması kaçınılmaz olmuştur.
Hükümet, ilk iş olarak bir kanun hazırlamıştır. 1097 sayılı, Şarktan Garba
Nakledilecek Kişiler Hakkındaki Kanunun yapılış amacı, cumhuriyet kanunlarını
hakkıyla uygulama ve doğu illerinde köklü ıslahat icrasına yöneliktir. Bu yüzden,
zararlı bir unsur teşkil eden reislerin ve kendilerine ruhanî bir mevki vererek
halkı kandıran ve hükümete engel çıkarmaya çalışan, Şeyh ile bunların daimî
kışkırtmalarına kapılarak doğuda yapılacak ıslahata muhalefet ve engel teşkil
edecek kabiliyetteki zararlı kişileri, buralardan uzaklaştırmak gerekmiştir.
Bununla birlikte, idam veya ağır bir ceza ile mahkûm edilen ve Suriye, Irak ve
İran'a firar ederek ülke aleyhine hareket eden zararlı kişilere mensup ailelerin ve
doğu hapishanelerindeki mahkûmların, ıslahat mıntıkalarından uzaklaştırılmaları
zarurî hale gelmişti. Bu sebeple hükümet, adı geçen kişi ve zümrelerin, ıslahat
mıntıkasında bulundukça, yenilik ve ilerleme uğrunda yapılacak girişimlerden
olumlu bir netice çıkmayacağı düşüncesiyle56, 6 Aralık 1927 tarihindeki Meclis
oturumunda bu kanunu kabul etmiştir. Kabul edilen kanuna göre; batı
53 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi Sosyal Ekonomik Kültürel Temeller, Afa Yayınları,
İstanbul, 1996, s. 60.
54 Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, s. 178.
55 BCA. 30.18.1.1.13.26.7, 29/02/1925.
56 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: II, İçtima: IV, Cilt XXXIII, Ankara, (t.y), s. 153.
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
vilâyetlerine naklolunan kişilerden, Şeyh Sait Vakası ve bunu takip eden isyan
v.s. hadiseleri ile bilfiil alâkadar olmayan ve naklolundukları mıntıkalarda kötü
hali görülmeyenler hakkında, bu kanun hükmünün kaldırılmasına İcra Vekilleri
Heyeti’ne yetki verilmiştir. 57 Bu kanunla birlikte, doğudan batıya nakiller
başlamıştır.
1097 sayılı kanun gereğince, batıya gönderilecek kişilerden yardıma muhtaç
olanların nakli ve iaşe masraflarının hükümet tarafından verilmesi, bunların
ikâmet ettirilecekleri yerlerde iskân ve borçlanma kanunlarına uygun olarak,
âdîyen iskân işlemine tâbi tutulmaları ve doğuda terkettikleri emlâk ve araziye
karşılık, batıda mal ve arazi verilmesi suretiyle refahlarının sağlanması
hedeflenmiştir.58 Bunun ardından, Beyazıt vilâyetinden 1.400 kişi ve ayrıca bu
bölgedeki mahkûmlar, batıya gönderilmişlerdir. İsyanın elebaşlarının tespit
edilmesinden sonra, onların bölgeden uzaklaştırılmasıyla yetinilmemiş, ayrıca
burada toprakla ilgili bir reform yapılarak, buradaki topraksız halka toprak
verilmesi plânlanmıştır.59 Şeyh Sait İsyanı’nda olduğu gibi, Dersim vilâyetinde de
isyanlar neticesinde bazı kimseler batı vilâyetlerine gönderilmiştir. Bu nakillerin
en çok yapıldığı sahalar ise Balıkesir, Aydın, Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli gibi
vilâyetler olmuştur. Bu nakiller yapılırken, ailelerin bu isyanla ilgisinin olup
olmadığı mutlak surette göz önüne alınmış ve isyanla ilgisi olan aileler, buradan
göç ettirilmişlerdir.
1927 tarihinde iskâna memur kişilerden Aydın’a; Van’dan 48, Muş’tan 13,
Bayezid’den 1, Mardin’den 23, Genç’ten 2 ve Hınıs’tan 4 kişi olmak üzere
toplamda 91 kişi gönderilirken, Balıkesir’e Mardin’den 38, Diyarbakır’dan 22,
Bayezid’den 13, Hınıs’tan 6 ve Van’dan 3 kişi olmak üzere toplam 82 kişi
gönderilmiştir. 60 İsyana dayalı olarak, ya da yaşadığı yerde bu tür faaliyetlere
katılması muhtemel aileler gönderilirken, gittikleri yerlerde onların tam
anlamıyla üretici duruma geçmelerine önem verilmiş ve sefil vaziyete düşmeleri
hükümet tarafından engellenmiştir.
Bu duruma en iyi örneklerden birisi Halikanlı aşiretidir. 1930 yılında İran’dan
Türkiye’ye gelen ve 405 aileden müteşekkil olan Halikanlı aşireti, Aydın,
Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli’ne iskân edilmişlerdi. Bu aileler kısa sürede iskân
edilmiş, tarlaları sürülerek hazır hale getirilmiş, hatta hayvanlarının kışlık
yiyeceklerine kadar temin edilmişti. Bunun yanı sıra, bu aşiretin okul çağındaki
çocukları okullara yerleştirilmişti 61 . Eylül 1931 senesinden itibaren iskân
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: III, İçtima: I, Cilt I, Ankara, (t.y), s. 85.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: II, İçtima: IV, Cilt XXXIII, Ankara, (t.y), s. 153.
59 Erdoğan Başar, “Tarih Toprak Reformunu Haklı ve Mümkün Buluyor”, Sosyal Adalet, Sayı
2, Mart 1963, s. 7.
60 BCA. 272.11.23.119.34, 17/11/1927.
61 BCA. 030.10.81.530.19, 28/11/1931.
57
58
99
100
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
yerlerine gönderilen Halikanlı aşiretinden 154 aile Edirne, 100 aile Tekirdağ, 26
aile Kırklareli ve 125 aile de Aydın vilâyetine iskân edilmişti.62 Bu şekilde iskân
edilen aşiretlerden bir diğeri Alamelikli ve Hamşioğullarıdır.
1920 yılının sonlarına doğru Erzincan’a bağlı Mitni köyüne gelerek hazineye
ait araziye yerleşen 377 nüfuslu Alamelikli aşireti, güvenlik sebebiyle Giresun
vilâyetindeki köylere iskân edilirken 63 , Kars vilâyetinin ilçelerinde oturan 268
nüfuslu Hamşioğulları, 1936 yılında Isparta, Denizli, Aydın, Muğla, Manisa,
Balıkesir, Bolu ve Afyon vilâyetlerine yerleştirilmişlerdir. 64 Ancak bu ailenin
tamamen ziraat ve hayvancılıkla meşgul bulunması nedeniyle, bunların vilâyet
merkezlerinde yerleştirilmesi uygun bulunmamıştır. Göç ettirilen ailelerin bir an
evvel üretici duruma geçmeleri ve herhangi bir sebeple perişan duruma
düşmemeleri, hükümetin çok önem verdiği bir husus olmuştur. Nitekim Şark
İstiklal Mahkemesi kararıyla iskân yerleri değiştirilmekte olan, Koçuşağı aşiretine
mensup 83 kadın ve çocuktan oluşan kafilenin, Malatya’da sefil ve perişan bir
halde kaldıkları anlaşıldığından, Kayseri’ye kadar sevk ve yiyecek içecekleri için
gerekli 500 liranın verilmesi kararlaştırılmıştı.65
Hükümetin para yardımı yanında, aile düzeninin devamı noktasında da bu
gibi kimselere kolaylık sağladığı görülmüştür. Aksaray vilâyetinden Dâhiliye
Vekâleti’ne gönderilen telgrafta, buraya cezalandırma suretiyle Elazığ’dan
gönderilen Kâtip Mehmet Efendi’nin burada birçok arazi, ev ve dükkânları
mevcut olduğu ancak, bunların tasfiye işlemlerini yapacak ailenin başka bir
kimsesi de olmadığından, bu kişinin karısının sevkinin ertelenmesi istenerek66
ailenin mağduriyeti giderilmeye çalışılmıştır. Aynı şekilde, Kayseri’nin Aziziye
kazasında zorunlu ikâmete tâbi tutulan Beyazıt vilâyetinin Diyadin kazası
halkından Mehmet Fahri’nin, kaymakamlığa verdiği dilekçede, eşinin rahatsızlığı
sebebiyle ailesinin sevkinin geciktirilmesini talep etmişti. Aynı zamanda
hayvanatının da hastalıklı durumda olmasından dolayı valilik, ailenin Kasım
1927 sonuna kadar sevklerinin tehirini uygun bulmuş ve durumu da Dâhiliye
Vekâleti’ne bildirmişti. 67 Hükümet, zorunlu ikâmete tâbi bu kişilere çeşitli
kolaylıklar sağlamaya çalışmıştır. Fakat maddî imkânsızlıklar, bazen bu kişilerin
muhtaç duruma düşmelerine engel olamamıştır. Bu kimseler ise, her defasında
isyanla ilgilerinin olmadığını ve bu mağduriyetlerinin giderilmesini istemişlerdir.
Güvenlik gereğiyle, doğudan batıya yapılan nakillerden sonraki süreçte, bazı
kişilerin suçsuz olduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine hükümet içerisinde yeni bir
BCA. 030.10.116.808.17, 10/09/1931.
BCA. 030.18.1.2.40.77.20, 05/11/1933.
64 BCA. 030.18.1.2.68.79.16, 05/10/1936.
65 BCA. 030.18.1.1. 23.7.2, 02/02/1927.
66 BCA. 272.11.22.117.14, 24/10/1927.
67 BCA. 272.11.22.117.14, 24/10/1927.
62
63
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
çalışma başlatılmış ve bazı kişilerin nakillerinin durdurulması yönünde görüşler
ön plâna çıkmıştır. 5 Aralık 1927 tarihinde Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya Bey, bazı
kimselerin doğudan batıya nakillerinin durdurulmasıyla ilgili kanunun
görüşülmesi esnasında, bu naklin zaruretten kaynaklanmış olduğunu ve
hükümetin, kanuna karşı hürmetsizliğe alışanların mukavemetine uğradığını
bildiren konuşmasında; “En büyük mukavemeti en çok ihmal edilen Şark vilâyetlerinin
bazılarında gördü. Her biri kendi muhitinde metin bir sultan hükmü süren şeyhler, seyitler,
kabile reisleri, bu mukavemeti hazırladı” dedikten sonra, nakil işinin durdurulacağını
şu şekilde açıklamıştır: “Kanunu hâkim kılmak için, icabında zor ve şiddet kullanmak
ve kanunu hâkim kıldıktan sonra tekrar tabi halini iade etmek, ancak medeni ve kuvvetli
devletlerin şiarıdır”. 68 Bu görüşlerden sonra yine aynı tarihte, bazı kimselerin
doğudan batıya gönderilmesinin durdurulması yönünde bir kanun kabul
edilmişti.
Doğudan batıya gönderilmenin durdurulması yönündeki kanuna göre, batı
vilâyetlerine naklolunan kişilerden, Şeyh Sait Vakası ve müteakip eşkıyalık
olayları ile bilfiil alâkadar olmayan ve naklolundukları mıntıkalarda kötü hali
görülmeyenler hakkında eski, yani 1097 numaralı kanun hükmü kalkacaktı.
Bunun yanında, mahallerinde eskiden beri eşkıyalık, isyan ve zorbalığı alışkanlık
edinenlerle, aileleri ve batıdaki iskân yerlerinden firarla eşkıyaya katılıp, bu
kanunun yayımlanmasından itibaren üç ay zarfında teslim olmayan eşkıyaların
aileleri hakkında, 1097 numaralı kanun hükmü yürürlükte olacaktı.69 1097 sayılı
kanunun kaldırılmasına yönelik kabul edilen ve Şeyh Sait v.s. isyanlarla ilgisi
olmayanların, memleketlerine dönmelerine yönelik kabul edilen kanunun sebebi
şöyle açıklanmıştır:
“İdarî, askerî ve içtimaî sebeplerden dolayı, Şark idare-i örfiye mıntıkasıyla, Beyazıt
vilâyetinden 1097 numaralı kanunun verdiği yetkiyle bazı kişi ve aileler, batı vilâyetlerine
nakledilmiştir. Bunlar arasında, Şeyh Sait İsyanı ile ve bu isyanı takip eden isyan
hadiseleriyle bilfiil alâkaları olmadıkları halde, orada uygulanacak nakil ve bastırma
tedbirleri arasında bazı ailelerin de, batıya nakilleri uygun görülmüştü. Daha sonra doğu
vilâyetlerinde yapılan başarılı askerî hareketler sebebiyle, artık bu gibilerin yerlerine
iadelerinde idarî, siyasî ve içtimaî mani kalmadığından, memleketlerine iadesi uygun
görülmüştür”70. Bu durumda olan ve iç vilâyetlere nakil ve iskân olunan kişilerden,
112 hanede 557 nüfustan ibaret bulunan Hamşizade ailesinin, memleketlerine
iade edilmelerinde artık bir mahzur kalmadığı anlaşıldığı için, yol masrafları
68 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: III, İçtima: I, Cilt I, (Yayın yeri ve Tarihi yok), s. 84; “Dâhiliye
Vekili Şükrü Kaya Bey’in İzahat ve Beyanatı”, Ayın Tarihi, Kânûn-ı Evvel 1927, Cilt 15, Sayı 45, s.
2860.
69 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: III, İçtima: I, Cilt I, s. 85-86; “Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya
Bey’in İzahat ve Beyanatı”, Ayın Tarihi, s. 2861.
70 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: III, İçtima: I, Cilt I, (Dâhiliye, Adliye ve Bütçe Encümenleri
Mazbataları), s. 1.
101
102
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
kendilerine ait olması ve nakledildikleri yerlerde iskânlarına tahsis edilen emvâl
ve emlâkın boşaltılması kararlaştırılmıştı. Ayrıca, ziraî malzeme ve tohumluk gibi
borçları da, iskân edildikleri yerde uygun bir şekilde kendilerinden tahsis
edilmesi şartıyla, memleketlerine iadeleri kararlaştırılmıştı.71 Bu kanundan sonra
ülke içerisindeki muhacir, mülteci v.b. unsurlarla, göçebe yaşayan aşiretleri
düzenli bir şekilde iskân etmek maksadıyla, 1934 tarihinde kapsamlı bir iskân
kanunu yürürlüğe girmiştir.
2510 sayılı kanun, yalnız dış muhacirlerin iskânı için değil, iç iskân için de
hükümler getirmiştir. İç iskân için getirilen hükümlerin arkasında 1925 Şeyh
Sait, 1930 Ağrı ve 1937 Dersim’deki ayaklanmaların etkisi vardır. 72 Özellikle,
Tunceli vilâyetinde meydana gelen isyan v.b. olaylar neticesinde bir kısım halk,
buradan göç ettirilirken, aynı zamanda 1935 Aralık ayında burada yeni bir
düzenlemeye daha gidilmiş ve burada bir kolordu komutanı ve vali idaresinde
bir yönetim kurulmuştur.73 Bu kanuna göre, Tunceli, Erzincan, Bitlis, Siirt, Van,
Bingöl, Diyarbakır, Ağrı, Muş, Erzurum, Elazığ, Kars, Malatya, Mardin, Çoruh
illerinden 5.074 hanede 25.831 nüfus, batıya nakledilmiştir. 74 Bu kanunun
uygulanması safhasında ise, Umumi Müfettişliklerin rolü büyük olmuştur. 1927
yılında kurulan bu müfettişlikler, buradaki devlet otoritesini temsil etmiştir.75
1934 senesi başlangıcından 1937 yılı sonuna kadar siyasî, askerî, kültürel,
inzibatî ve içtimaî sebeplerle, bazı kimselerin hudut boylarından
uzaklaştırılmaları veya oturdukları mahalden yaşayış şartlarına daha uygun
mahallere nakilleri, yetkili makamlar tarafından istenilmiştir.76 Bunun yanında,
bazı kişiler de ya sıhhi sebebe dayanılarak, ya da geçim vasıtalarından mahrum
kalmaları sebebiyle, başka yerlere naklolunmuşlardır.
Sıhhî Zorunluluk ve Geçim Sebebiyle Yapılan İç İskân
Bu dönemde uygulanan bir diğer iç iskân şekil ise, sıhhî ve geçim sebebiyle
yapılan iskânlardır. Bu sebeplerle yapılan nakiller, meydana gelen olaylar ve
müracaatlara göre yapılmıştır. Buna dayanarak yapılan nakillerin en önemlisi, su
baskınları ve heyelanlar sebebiyle Of ve Sürmene kazalarından, Maçka ve
Bayburt kazalarına yapılan nakillerdir. Of ve Sürmene felâketzedelerinden 568
hanede 2.766 aile Maçka’ya, 1929 senesinde iskân edilmişlerdir. Bu aileler,
başlangıçta Bayburt’a iskân edilmek istenmiş, ancak buraya daha evvel 1.300
BCA. 030.18.1.2. 6.51.10, 17/10/1929.
İlhan Tekeli, “Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi
ve İskân Sorunu”, Toplum ve Bilim, Sayı 50, Yaz 1990, s. 63.
73 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: V, İçtima: I, Cilt VII, Ankara, 1935, s. 175.
74 Tekeli, agm., s. 64.
75 Cemil Koçak, Umumî Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 53.
76 Geçen Yıllarda Yapılan ve Gelecek Yıllarda Yapılacak Olan İşler Hülasası, Dâhiliye Vekâleti
Yayını, Ankara,1938, s. 100.
71
72
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
hanede 7.389 nüfus iskân edildiği için, burada yerleşime uygun hane kalmamıştı.
Hatta bu yoğunluk yüzünden, buradaki bazı ailelerin dahi Maçka’ya iskân
edilmesi düşünülmüştü. 77 Aynı şekilde, I.Dünya Savaşı’nda evleri yanmış ve
yıkılmış olan Torul kazasının Köstere ve Silve köyü halkından 150 nüfus,
Maçka’daki Yanakandos köyüne iskân edilmişler, ancak bu tarihte bir karar
alınmadığından bu kişilerin iskânı 1934 senesinde gerçekleştirilmiştir. 78 Of
felâketzedelerinden, 1930 yılındaki kayma ve sellerde evleri yıkılarak geçici
olarak Erzurum’a bağlı Tercan kazasının Pülk köyünde yerleştirilen 177 nüfus,
1935 yılında buraya kalıcı olarak iskân edilmişlerdir. 79 Bu şekilde, çeşitli
felâketlerle su baskını ve heyelanlarla yerleri değiştirilen ailelerden başka, yangın
sebebiyle de iskânlar yapılmıştır.
Bilecik’in Söğüt kazasına bağlı Sıraca köyünde, evleri yanarak açıkta kalan
180 nüfus, Söğüt kazası merkezine iskân edilmişlerdi. 80 Bunun yanı sıra bu
dönemde yapılan iç iskânların çoğunluğunu, arazilerin yetersiz olması, ya da
verimsiz olmasından dolayı yapılan iskânlar teşkil eder. Bu tür uygulamaları ise,
ülkenin her bölgesinde görmek mümkündür. Ancak bu tür uygulamalar
çoğunlukla İç Anadolu, Doğu Anadolu ile Karadeniz vilâyetlerinde yoğunluk
kazanmıştır. Mesela Avanos kazasının Kozaklı köyünde 54 ailede 299 nüfus,
geçim sıkıntısı sebebiyle Boğazlıyan kazasının Çat köyüne nakledilmişlerdir. 81
Yine aynı şekilde, geçimlerini çiftçilikle temin eden Zara kazasına bağlı Ütük
karyesi halkı, arazisinin darlığı sebebiyle borçlandırma suretiyle Rumlardan
kalma Kızık karyesine nakilleri, 1930 tarihinde İcra Vekilleri Heyeti kararıyla
kabul olunmuştu.82
Karadeniz Bölgesi’nde ise Artvin, Trabzon, Çorum ve Gümüşhane gibi
vilâyetlerde bu tür uygulamalara rastlanır. Artvin vilâyetinin Şavşat kazasına
bağlı Çağlayan, Oba, Dutlu, Tepebaşı, Demirci, Meydancık, Balıklı ve Çukur
köylerinden 150 nüfus, arazisinin kayalık ve geçim sıkıntısı çekmelerine sebep
olduğundan, hükümetten yardım talebinde bulunmuşlardı. Bunun üzerine,
evlerini kendileri yapmak şartıyla Ardanuç nahiyesine iskân edilmeleri uygun
görülmüştü.83 Yine Çorum vilâyetinin Alaca kazasının Beşiktepe köyüne iskân
edilmiş olan Rusya mültecileri, burada su bulunmaması ve civar yerlerden de su
getirme imkânının yokluğu sebebiyle, Tokat vilâyetinin Erbaa kazasına bağlı
BCA. 030.10.81.530.13, 09/01/1930.
BCA. 030.18.1.2.42.7.20, 17/02/1934.
79 BCA. 030.18.1.2.57.66.15, 06/08/1935.
80 BCA. 030.18.1.2.57.66.1, 15/08/1935.
81 BCA. 030.10.124.885.4, 12/08/1933; 030.18.1.2.38.53.17, 20/07/1933; Geçen Dört Yılda
Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde Yapılacak İşler Hülasası, s. 61.
82 BCA. 030.18.1.2.15.76.6, 17/11/1930.
83 BCA. 030.18.1.2.31.64.1, 22/09/1932.
77
78
103
104
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Kırkharman köyüne iskân edilmişlerdi.84 Bu vilâyetlerle birlikte Of, Sürmene ve
Trabzon, yerleşim alanı olarak sıkıntı yaşanan yerlerdendir.
Nitekim Trabzon ve Çoruh’ta toprakların azlığı yüzünden 2.692 evde 9.836
kişi, toprağı bol ve verimli olan Van Gölü civarına azar azar gönderilip iskân
edilmişlerdir85. Aynı şekilde, Sürmene’nin Küçük Vizera köyünden 60, Büyük
Zimla köyünden 45, Zavzaka köyünde 7 ve Humurga köyünde 12 nüfus olmak
üzere toplamda 124 nüfus halk, topraklarının olmaması sebebiyle geçim sıkıntısı
çekmişlerdir. Bu sebeple, 124 nüfus Erzurum’a bağlı Tercan kazasına, 1935
senesinde iskân edilmişlerdir. 86 Gümüşhane vilâyetinde ise, Zimon ve Boğalı
köyünden 43 nüfus Tercan’a iskân olunurken 87 , yine aynı vilâyetin Perek
köyünden 21 nüfus, Tercan’a88 yerleştirilmiştir.
Karadeniz ve İç Anadolu Bölgelerinin yanında Doğu Anadolu’da, bilhassa
Kars ve Ardahan civarında arazi darlığı v.b. sebeplerle, iç iskân çalışmalarına
rastlanır. 1933 senesinde, geçimlerini temin edemediklerinden dolayı, nakillerini
isteyen Posof kazasının Şuvaskal ve Hırtas köyleri halkından 216 nüfus,
kendilerine sadece arazi verilmek şartıyla Van vilâyetine iskânları yapılmıştır89.
Aynı sene içerisinde, Kars vilâyetinin Arapçay Kümbet köyünden 138 nüfus,
kendilerine toprak verilmek suretiyle Erciş kazasına iskân edilirken 90 , Çıldır
kazasının Meryem ve Bayra Hatun köylerindeki 96 nüfus, Kars merkeze bağlı
Emval-i Metruke köyünde iskân edilmiştir91. 1934 senesinde de buradaki iskân
çalışmaları devam etmiş, Posof kazasına bağlı Nunus köyü halkından 66 nüfus,
Kars’taki Emval-i Metruke köyüne iskân edilirken92, yine Posof kazasının Ağara
köyü halkından 24 nüfus, Sarıkamış kazasının Kara Kurt köyüne iskân
edilmişlerdir.93 Bu tür iskânlar, 885 sayılı kanunun 3. maddesine göre yapılmış
ve bu da ya sıhhat şartlarından, ya da geçim vasıtalarından uzak olmak
durumunda uygulanmıştır.
Böyle bir uygulama da Ankara’da görülür. Samutlu köyü civarında muhacir
iskân edilmek üzere istimlâk edilen araziye, 885 numaralı iskân kanununun 3.
maddesine göre, sıhhî şartların uygun olmaması sebebiyle, Ankara’nın Akköprü
civarında oturmakta olan 100 aile muhacirin yerleştirilmesine, 1931 tarihinde
BCA. 030.18.1.2.38.52.17, 15/07/1933.
BCA. 030.18.1.2.40.77.9, 05/11/1933.
86 BCA. 030.18.1.2.56.56.19, 28/06/1935.
87 BCA. 030.18.1.2.56.57.1, 28/06/1935.
88 BCA. 030.18.1.2.57.61.9, 04/07/1935.
89 BCA. 030.18.1.2.40.77.6, 05/11/1933.
90 BCA. 030.18.1.2.41.83.13, 05/11/1933.
91 BCA. 030.18.1.2.45.37.10, 26/05/1934.
92 BCA. 030.18.1.2.45.35.15, 21/05/1934.
93 BCA. 030.18.1.2.46.49.4, 09/07/1934.
84
85
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
karar verilmiştir. 94 İç Anadolu Bölgesi’nde, sıhhî şartlardan ziyade daha çok
geçim vasıtalarından mahrum olma yüzünden yer değiştirmeler yapılmıştır.
Sıhhat şartlarını düzeltmek bazen mümkün olabilmekte fakat özellikle de susuz
ve çorak bir arazide kurulmuş olan bölgenin, bu vasıtayı temin etmesi kolay
değildi. Bu sebeple yer değiştirmeler gündeme gelmiştir. 18 Haziran 1935 tarihli
“Kurak Yerler Sulak Yerlere mi Yerleşecek” başlıklı bir gazete haberinde bu hususta
şöyle bahsedilmiştir:
“Orta Anadolu’nun bu yıl da yağmursuz geçmesi, eskiden beri tatbiki düşünülen yeni bir
mevzuyu tazelemiştir: Susuz ve çorak arazide kurulmuş olan köylerimizin, sulu ve verimli
yerlere nakledilmesi… Koçhisar civarı, Haymana’nın bazı kısımları, geniş Konya ovası,
Kırşehir’in bazı tarafları, Sultaniye-Bozkır havzası gibi, kuraklığın fasılalı olarak hüküm
sürdüğü çevrelerde bulunan köylerimizin, zaman zaman dağılmak ve göç tehlikesi göstermesi
dolayısıyla, bu mıntıkalarda yaşayan yurttaşların, kendilerine yakın ve suyu bol bereketli
yerlere nakledilmeleri düşünülmektedir”. Ziraat Vekili Muhlis, Haziran 1935 tarihinde
yağmursuzluk çeken Ankara’nın yakın köylerine gitmiş ve incelemelerde
bulunmuştu. Oradaki yetkili bir kişi: “Orta Anadolu’nun geniş ovalarında, tarihin
muhtelif devirlerinde kuraklık yüzünden göçler olmuştur. Buralarda yer yer olan ufak sular,
ancak küçük sahaları sulamaya kâfi gelmektedir. Buraları ya kendilerine en yakın büyük
nehirler ve ana sulardan sulamayı temin etmeli, ya da mümkün olduğu kadar köy
yoğunluğunu sahil mıntıkalara ve suyu bol yerlere çekilmesi” 95 gerektiğini söyleyerek,
böyle bir konuyu yeniden gündeme getirmiştir. Zaten iskân kanunu da, bu
yetkileri Dâhiliye Vekâleti’ne vermişti. Dâhiliye Vekâleti’ne, 1934 tarihli iskân
kanunu ile şu yetkiler verilmiştir:
1-Türkiye dâhilinde toprağı dar veya bataklık, ormanlık, dağlık ve taşlık olan,
geçim vasıtalarından mahrum bulunan köyler halkını.
2-Yerleşmiş veya göçebe bulunan köyler halkını.
3-Evleri dağınık köyler halkını.
Yaşayış, sıhhat itibariyle elverişli yerlere nakil, evleri dağınık köyler halkını
daha uygun merkezlerde toplamak, huğları, obaları, komları köyler içine
kaldırmak, yenilerinin yapılmasını yasaklamaktan oluşmuştur 96 . Bu vaziyetteki
köyler, dağınık bir halde olduğundan, Türk köyünde her türlü medenî ve
kültürel bir yenilik yapmak, onları iktisaden teşkilatlandırmak, sosyolojik açıdan
mümkün olamayacağından, memlekette yapılacak ilk yenilik, bu küçük ve
dağınık köyleri kalabalık köyler halinde bazı merkezlerde toplamaktı97. Örneğin
94
95
BCA. 030.18.1.2.21.47.8, 01/07/1931.
“Kurak Yerler Halkı Sulak Yerlere mi Yerleşecek?”, Babalık, nu: 4653, 18 Haziran 1935, s.
1.
H. Nuri, İskân ve Muhaceret, (Yayınevi Yok), İstanbul, 1934, s. 9-10.
Ömer Lütfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler I, Gözlem Yayınları, İstanbul,
1980, s. 488.
96
97
105
106
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Maraş’ın Süleymanlı kazasına bağlı dağlar arasında yaşayan ve birbirine yaklaşık
birer ikişer saat mesafede bulunan halkın, Zeytun’daki verimli arazilere
yerleştirilmeleri temin edilmişti 98 . Bu uygulamalardan biri de Konya’ya bağlı
Ereğli kazasında yapılmıştır.
1901 yılında Konya’nın Ereğli kazasının Burhaniye köyünde iskân edilmiş
olan, 50 hanede 1.000 nüfustan kalan 10 hanede 40 kişinin, oturdukları yerlerin
havasızlığı ve geçim vasıtalarının azlığı yüzünden, Beyşehir kazasına
yerleştirilmeleri, 1934 senesinde gerçekleştirilmiştir 99 . Bu tür uygulamanın
yapılmış olduğu bir diğer yer ise Yozgat’tır. Akdağmadeni ve Boğazlıyan kazaları
içerisinde bulunan ormanlardan koruma altına alınan kısmı içerisinde, Rum ve
Ermenilerden kalan köylere iskân edilmiş olan muhacirler ile ormanlara daima
zarar vermekte olan bir kısım yerli köylülerin, orman dışına nakilleri hakkında
Dâhiliye Vekâleti, kaza kaymakamlığına emir vermişti.
Yozgat Valiliğinin verdiği bilgiye göre, her iki kazada ormanlar dâhilinde
toplam 26 köyde 924 hanede, 4.874 nüfus oturmaktaydı. Bunların yerlerinden
kaldırılması, iktisadî ve ziraî bir buhran doğurmakla beraber, iskân ve evlerinin
temini de hükümetçe ayrı bir masraf olacaktı. Ziraat Vekâletinin raporunda,
orman içerisinde bulunan Ermenilerden kalan arazinin borçlanma kanununa
göre ahaliye satılmakta olduğu, orman müfettişliğinin haberine göre
bildirilmekteyse de, Akdağmadeni kaymakamlığından cevaben alınan yazıda,
orman içinde mevcut ve boş olup da yeniden ihya ve imâr edilen köyler
olmadığı bildirilmiştir.
Boğazlıyan kazasınca, orman içindeki köylere başlangıçta on beş yirmi hane
kadar muhacir iskân edilmiş ise de, gerek bunların ve gerek bu yerli köyler
halkının ormanlara zarar verecek hal ve hareketleri görülmemiş olduğu
kaymakamlıkça bildirilmişti. Bundan dolayı, ormanların içerdiği sahaya göre,
korunmasında görevli orman muhafaza memurları yeterli olmadığından,
bunların sayısının artırılmasıyla birlikte, görevlerini layıkıyla yerine
getirebilmelerini temin etmek gerekiyordu. Bunun için, teftiş ve daima kontrol
altında bulundurulmaları ve usul ve kanuna göre yapılacak kesim ve tahribat
işleri hakkında para cezalarının ve orman davaları hakkındaki zaman aşımı
müddetinin artırılması ile cezaların şiddetlendirilmesi, ormanların korunmasına
fayda sağlayacağı valilik tarafından teklif edilmiştir100. İşte memleket dâhilindeki
nüfus hareketlerinin başlıca sebeplerinden birisi de, halkın sağlığının mevcut
yerlerde tehlike altında olması, ya da oturmuş oldukları sahalarda geçimlerini
temin edememeleri olmuş ve devlet bazen, bu grupları kendi istekleri dâhilinde,
bazen de kendisi uygun bularak onların yerlerini değiştirmiştir. Bu gruplarla
BCA. 272.11.16.64.10, 22/03/1923.
BCA. 030.18.1.2.50.83.12, 06/12/1934.
100 BCA. 272.11.23.124.18, 19/07/1928.
98
99
.
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
birlikte, memleket içerisinde sürekli iskân bekleyen ve göçebe durumunda
bulunan bir başka grup ise, doğudan savaştan zarar gördüğü için göçüp,
memleketin iç ya da batı kesimlerinde iskân bekleyen Şark mültecileriydi.
Şark Mültecileri
I. Dünya Savaşı sırasında, doğu illeri Ruslar tarafından işgal edildiği zaman,
Orta ve Batı Anadolu’ya kaçarak oraya yerleşmeye gelen kişilere Şark Mültecisi
denilir. Savaştan sonra Rus işgali sona ermişse de, oralarda meydana gelen kanlı
olaylar, boş kalan Müslüman evlerini tamamen yakıp yıkmış ve kalanlar da
kendiliğinden çökmüş olduğundan, geniş bir sahanın büyük bir çoğunluğunu
birden eski yerlerine götürmek ve barındırmak büyük bir mesele olmuştur. Bu
halktan gücü yetenlerin büyük bir kısmı kendi kendilerine eski memleketlerine
dönüp oralarda yerleşmeye çalışmışlarsa da, önemli bir kısmı, devletin yardımına
ihtiyaç duymuştur. Devlet, bunlardan bir kısmının gidiş masrafını vererek
göndermiş, fakat gitmek istemeyenleri oldukları yerlerde barındırmayı
düşünmüştür. Oldukları yerlerde barındırmak düşüncesi de, Şark mültecilerinin
iskânını gündeme getirmiştir.
Şark mültecilerin durumu, tamamen muhacir durumunda olup, bunları
barındırmak kadar bir de geçindirmek yönü düşünülmüş, bunlara da âdî iskân*
muamelesi yapılmış, evden başka dükkân ve arazi de verilmiştir. Öyle ki, Şark
mültecilerinden 1923-33 yılları arasında iskân görenlerin miktarı 9.145 ailede
35.017 nüfustur. Bunlara verilmiş olan yapılarla topraklar, borçlanma kanununa
göre 20 yıl içinde ödenmek üzere borçlandırılmıştır. 101 Şark mültecileri iskân
edilirken, belirli esaslar göz önünde tutulmuştur. Özellikle bu mülteciler
arasında, Kürt kökenli olanların yerleştirilmeleri sırasında iskân edildikleri yerin
halkıyla nüfus oranlarına büyük önem verilmiştir. Bu durum ise I. Dünya Savaşı
esnasında sürüp gelen bir uygulamanın devamı niteliğindedir.
I. Dünya Savaşı devam ederken, 4 Mayıs 1916 tarihinde Konya, Ankara,
Kayseri ve Niğde gibi vilâyetlere, Dâhiliye Vekâleti tarafından gönderilen bir
yazıda; harp mıntıkalarından gelen Kürt mültecilerinin reis, imam ve
şeyhlerinden ayrı ve yerli halkın %5 oranını geçmeyecek şekilde, Anadolu
içlerine iskân olunmak üzere gönderilmeleri istenmiştir 102 . Zaten bu dönem
içerisinde büyük bir göç hareketi meydana gelmiştir. 1917 sonlarında Diyarbakır
ve Urfa’dan 50.000 mültecinin Konya’ya gönderildiği ve bu sevk işlemi için ise
*Adi İskân: Memleketinde malı olup olmadığına bakılmayarak kendisine barınacak bir hane,
işine göre geçinecek dükkân, arsa veya tevzî talimatnamesinin tayin ettiği oran ve miktarda arazi,
bağ, bahçe, zeytinlik v.s. vermekti. Bkz: Naci Kökdemir, Eski ve Yeni Toprak, İskân Hükümleri ve
Uygulama Kılavuzu, (Yayınevi Yok), Ankara, 1952, s. 193.
101 BCA. 030.10.124.885.4, 12/08/1933.
102 Dündar, age., s. 143-144.
107
108
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
100.000 liradan fazla bir miktarın harcandığı anlaşılmaktadır.103 Bunun yanında,
I. Dünya Savaşı’nda memleketlerini terk etmiş olan Şark vilâyeti
mültecilerinden, başlangıçta memleketlerine iade edilmekte iken, bulundukları
yerlerde alıkonulan Türk mültecilerin, arzu ettikleri takdirde memleketlerine
dönmesine müsaade edilmesine karar verilmiştir.104
Aslında I. Dünya Savaşı sırasında, düşman istilâsından kaçarak göç eden Şark
mültecileri savaş içinde, memleketleri düşman istilâsında kaldığı müddetçe,
muhacirler gibi iskâna tabi tutulmuşlar ve yerleştirilmişlerdir. Bu, sırf
memleketlerinin düşman istilâsı altında kalmasından kaynaklanmıştır. Tabi bu
durum geçici kabul edilmiş ve bunların memleket dışından gelen muhacirler gibi
yerleştirilmesine izin verilmemiştir. Dâhiliye Vekâleti tarafından 22 Ekim 1922
tarihinde yayımlanan bir genelgede şöyle denilmiştir: “Edirne, Bursa veya İzmirli
bir yerlinin, Konya veya Ankara’da yerleşmesinden bir farkı olmayan bu işleme devama
imkân kalmadığından, bu güne kadar bir yere yerleştirilmiş, tahsis ve iskân işleri
tamamlanmış bulunmayanlar hakkında yapılacak bir işlem kalmamıştır… Yalnız,
memleketlerine dönecek muhtaçlara tahsisat mevcut oldukça nakliye masrafları
verilecektir” 105 . Bu meseleye Mustafa Kemal, 1 Mart 1923 tarihli Meclis
konuşmasında değinmiş, Şark vilâyetleri mültecilerinin memleketlerine iadesi ve
oradaki halka yapılacak yardımlarla ilgili olarak şöyle demiştir: “Geçen senelerde,
yalnız Şark vilâyetleri mültecilerinin geri alınan yurtlarına iadesine ve memleketleri o zaman
henüz kurtulmamış olan Batı Anadolu mültecilerinin, iaşesine ve iskân mıntıkalarında
inceleme yapmakla, kalan yardım işleri bu sene daha geniş bir şekilde çalışılmış ve maddeten
olumlu neticeler alınmıştır”106. Hakikaten Atatürk’ün bu konuşması dâhilinde, Şark
mültecileriyle ilgili bir kanun kabul edilmiş ve özellikle de onlara yapılacak
yardımlara değinilmiştir.
İlk olarak Nisan 1923 tarihinde kabul edilen kanuna göre, Rus istilâsına
maruz kalan doğudaki halktan bu istilâ sebebiyle iç bölgelere göç etmiş
olanların, memleketlerine iadeleri için 150.000 liralık tahsisat konulmuştur 107 .
Daha sonra ise, Şark vilâyetleri mültecilerinin memleketlerine iadesi ile ilgili
olarak çıkan, Nisan 1924 tarihli kanunun maddeleri de şöyleydi.108
1- Şark vilâyetlerinde Rus istilâsına maruz kalan yerler halkından, iç bölgelere
göç etmiş olanların memleketlerine iadeleri için, 1923 senesi Muâvenet-i
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre: III, İçtima: IV, Cilt I, Ankara, 1992, s. 361.
BCA. 272.12.61.176.14, 18/12/1928.
105 İskân Mevzuatı, Sıhhat ve İçtimaî Muâvenet Vekâleti İskân Umum Müdürlüğü Yayını,
Ankara 1936, s. 236.
106 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1997, s.
349.
107 Düstur, III. Tertip, Cilt IV, İstanbul, 1929, s. 15-16.
108 BCA. 272.11.18.82.18, 21/04/1924.
103
104
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
İçtimaîye bütçesinden (Şark vilâyetleri ahalisinden iç bölgelere göç edenlerin
iadesi masrafıdır.) 150.000 lira tahsisat konulmuştur.
2- Yunan istilâsında ele geçirilen yerlerden, harp durumu sebebiyle kısmen
veya tamamen harap olan köy ve kasabalardaki evlerin tamir ve inşası için,
Maliye bütçesine (Harp sebebiyle harap olan evlerin tamir ve inşası masrafı)
adıyla 1 milyon lira tahsisat konulmuştur.
3- 2. madde ile verilen tahsisat her bölgede yapılan keşifler sonucunda
tahakkuk edecek tahribatın, imâr bedeline göre %5’inde ve sırasıyla en acil
tamirata ve inşaata tahsis olunur.
4- 1. ve 2. maddelere verilen tahsisattan 1923 senesi zarfında sarfedilemeyen
miktarı 1924 senesinde sarfedilebilir.
Mübadele, İmâr ve İskân Vekâletinin teşkilinden evvel, muhacir işlerinin
devredildiği Sıhhiye ve Muâvenet-i İçtimaîye Vekâleti bütçesine ve Şark
vilâyetleri ahalisinden iç bölgelere göç edenlerin iade masrafı namıyla 150.000
lira ve yangın sebebiyle harap olan evlerinin tamir ve inşası masrafı namıyla Maliye
Vekâleti bütçesinde 1.000.000 liranın alınmasına ve bu tahsisatın 1924 senesinde
de sarf edilebilmesine dair kanunun ardından, Maliye Vekâletince bu tahsisattan
vilâyete gönderilen paraların, kanunun ruhuna ve amacına muhalif olarak bazı
taraflarda hak etmeyen kişilere verilmiş olduğu anlaşılmıştır. Hakikaten yardıma
muhtaç olan evsiz barksız ahalinin dahi beş, on lira ile hane ve meskenlerinin
inşasına imkân olamayacağı kanaati hâsıl olmuştu. Bu nedenle, bu tahsisatın bu
suretle sarf ve heder olunmasından ise, bununla her çeşit inşaat malzemesi satın
alınarak mâl oldukları fiyat üzerinden yardıma muhtaç ahaliye dağıtılması uygun
görülmüştü. Bu sayede hem mülkün imârını ve hem de tahsisatın faydalı bir
suretle kullanılmasını sağlayacağından, bu yolda maliye memurlarına tebligat
yapılması ve daha sonra tahsisatın bu şekilde önemli olan mevkide harcanması
kararına varılmıştır109.
Ancak bu kanunun çıkarılmasının ardından, 10.000’in üzerinde mülteci eski
memleketlerine gönderilmişlerdir. Nitekim Dâhiliye Vekili Cemil Bey, 25 Mart
1925 tarihinde Meclis’teki konuşmasında, Şark vilâyetleri mültecileri hakkında şu
bilgileri vermiştir: “Vilâyeti Şarkiye mültecileri, şöyle böyle, elli, elli dört bin kadar
mülteci gelmiş, bunların geçen sene takriben on iki bini hükümet tahsisatı ile sevk edilmiş, bu
sene de evleri hazırlandıktan sonra, sevk edilecek on beş bin kişi için, bütçeye tahsisat kondu.
Geriye kalan yirmi beş bin kişi tekrar eski yurtlarına dönmek niyetinde ve arzusunda
değildirler. Başka yerde yerleşmişlerdir ve bu yerleşenlere, bulundukları yerlerde emlâk ve
arazi verilmek için ayrıca bir kanun hazırlanmıştır” 110 . Daha önceden Rus istilâsı
üzerine, Orta ve Batı Anadolu’ya gelen doğu halkı, oraların geri alınmasından
109
110
BCA. 272.11.18.82.18, 21/04/1924.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: II, İçtima: II, Cilt XVI, Ankara, (t.y.), s. 204.
109
110
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
sonra büyük kısmı geriye dönmüştür. Şark mültecisi olarak nitelendirilen bu
kişilerin büyük bir kısmını da hükümet, yol parasını vererek yurtlarına
göndermiştir. Memleketine dönmeyenler, Şark mültecisi adı altında iskân
görmüştür111.
Sonuç
Atatürk döneminde mübadele ve ardından 1930’lu yıllardan itibaren
Türkiye’ye yönelik yapılan göçler, bu dönemde belirli bir plân dâhilinde bir
iskân politikasının izlenmesini gerektirmiştir. Mübadeleye tâbi olan muhacirler
ile mübadeleye tâbi olmayan gayr-i mübâdiller, memlekette Türk kültürlü
nüfusun yoğunluğunu artırmış ve homojen bir nüfus yaratılması noktasında
kayda değer katkıları olmuştur. Ancak bu sırada, bir taraftan millî kültür çatısı
altında toplum şekillendirilirken, bazı unsurların bunun önünde önemli bir engel
olarak görülmüş olması, iç iskân meselesini ortaya çıkarmıştır.
Cumhuriyet hükümeti, Anadolu’nun doğusunda ve batısında yaşayan bütün
vatandaşlarını, mütecanis ve tek bir vücut haline getirmek ve onlarla homojen
ve birlik içinde bir millet yaratmak gayesindeydi. Bunun için, ülke içerisinde
dağınık vaziyette yaşayan aşiretler, göçebe aşiretler dışında kaçakçılık, eşkıyalık
vb. olumsuz faaliyette bulunanlar ile topraklarının darlığı sebebiyle bir türlü
geçimini temin edemeyen halkın, bir kısmının yerleri değiştirilmiştir. Bunların
içerisinden, geçim sıkıntısı sebebiyle yerleri değiştirilenler, daha çok
bulundukları yerlere yakın alanlara iskân edilmişlerdir. Aynı şekilde göçebelik
sebebiyle yapılan iskânlarda da, aynı yöntem takip edilirken, güvenlik sebepli
yapılan iskânda halkın bulunduğu yerden uzak yerlere nakli şeklinde kendini
göstermiştir. Şark mültecilerinde ise durumları diğerlerine göre daha farklı
olduğu için, eski yerlerine dönmek isteyenlere izin verilirken, mevcut yerlerinde
kalmak isteyenler de bulundukları yerlerde iskânları temin edilmiştir.
Bu uygulamalar neticesinde, göçebe aşiretler yerleşik hayata geçirilmiş,
topraklarının azlığı sebebiyle geçim sıkıntısı çekenlere belirli miktarda arazi
verilmiş ve bu sayede, ülkenin millî ve medenî bir yapıya kavuşmasının önü
açılmıştır. Yine şark mültecilerinin iskânı sayesinde, uzun süre evsiz, barksız,
topraksız ve üretimden mahrum vaziyette kalan halkın, ülke iktisadına katkısı da
bu şekilde sağlanmıştır. Ancak Şeyh Sait İsyanının ardından, doğudan batıya
gönderilen halkın önemli bir kısmı bulundukları yerleri bir türlü
benimseyememişler ve buralardan bir an evvel memleketlerine dönmek
istemişlerdir. Nitekim daha sonra çıkarılan kanunlarla bunların bir kısmı
memleketlerine tekrar dönmüşlerdir. Bu şekildeki bir sirkülasyonun ise ülke
ekonomisine vurduğu zarar inkâr edilemez. Bütün bunlarla birlikte, homojen ve
birlik temeline dayalı bir nüfus oluşumunda iç iskânların payı büyük olmuştur.
111
BCA. 030.10.124.885.4, 12/08/1933.
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
Kaynaklar
Arşiv Belgeleri
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA)
Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu
Fon. Kod. 030.10
030.10.81.530.10;
030.10.124.885.4;
030.10.81.530.192;
030.10.116.808.17;
Bakanlar Kurulu Kararları Kataloğu (1920-1928)
Fon. Kod. 030.18.1.1 030.18.1.1.16.71.19; 030.18.1.1.16.77.2; 030.18.1.1.13.26.7;
030.18.1.1.23.7.2;
Bakanlar Kurulu Kararları Kataloğu (1928 ve Sonrası)
Fon. Kod. 030.18.1.2 030.18.1.2.28.38.20; 030.18.1.2.30.53.1; 030.18.1.2.25.2.2;
030.18.1.2.41.81.11; 030.18.1.2.45.37.1; 030.18.1.2.45.36.20; 030.18.1.2.23.68.12;
030.18.1.2.22.57.2; 030.18.1.2.26.12.15; 030.18.1.2.36.39.4; 030.18.1.2.40.78.8;
030.18.1.2.40.78.2; 030.18.1.2.6.46.3; 030.18.1.2.76.57.6; 030.18.1.2.23.63.19;
030.18.1.2.80.97.10; 030.18.1.2.25.2.1; 030.18.1.2.41.82.12; 030.18.1.2.84.75.8;
030.18.1.2.79.89.1; 030.18.1.2.40.77.20; 030.18.1.2.68.79.16; 030.18.1.2.6.51.10;
030.18.1.2.42.7.20; 030.18.1.2.57.66.15; 030.18.1.2.57.66.1; 030.18.1.2.38.53.17;
030.18.1.2.15.76.6; 030.18.1.2.31.64.1; 030.18.1.2.38.52.17; 030.18.1.2.40.77.9;
030.18.1.2.56.56.19; 030.18.1.2.56.57.1; 030.18.1.2.57.61.9; 030.18.1.2.40.77.6;
030.18.1.2.41.83.13; 030.18.1.2.45.37.10; 030.18.1.2.45.35.15; 030.18.1.2.46.49.4;
030.18.1.2.21.47.8; 030.18.1.2.50.83.12;
Toprak İskân Genel Müdürlüğü Kataloğu
Fon. Kod. 272.11, 272.12, 272.65] 272.65.6.3.7; 272.12.41.49.4; 272.12.61.176.14;
272.12.50.109.10; 272.12.60.171.2; 272.11.20.100.5; 272.11.23.119.34; 272.11.22.117.14;
272.11.16.64.10; 272.11.23.124.18; 272.11.18.82.18.
Kitap ve Makaleler
“Kurak Yerler Halkı Sulak Yerlere mi Yerleşecek?” (1935) Babalık, nu: 4653, 18
Haziran.
“Şükrü Kaya Bey’in Millet Meclisinde Söylediği Mühim Nutuk” (1934) Hâkimiyet-i
Milliye, nu: 4632, 16 Haziran.
AREN Sadun (1949) “Şehirleşme Hareketleri”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1,2 ve 3-4, 332-346.
ARI Kemal (2003) Büyük Mübadele Türkiye’ye Zorunlu Göç 1923-1925, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (1997) C.I, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara.
Ayın Tarihi (1927) Kânûn-ı Evvel, Cilt 15, Sayı 45.
BABUŞ Fikret (2006) Osmanlı’dan Günümüze Etnik-Sosyal Politikalar Çerçevesinde Türkiye’de
Göç ve İskân Siyaseti ve Uygulamaları, Ozan Yayıncılık, İstanbul.
111
112
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
BARKAN Ömer Lütfi (1980) Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler I, Gözlem
Yayınları, İstanbul.
BAŞAR Erdoğan (1963) “Tarih Toprak Reformunu Haklı ve Mümkün Buluyor”, Sosyal
Adalet, Sayı 2, Mart, 7.
CENGİZKAN Ali (2004) Mübadele Konut ve Yerleşimleri, Arkadaş Yayınevi, Ankara.
DEVELLİOĞLU Ferit (2001) Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi
Yayınları, Ankara.
DÜNDAR Fuat (2007) İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913-1918),
İletişim Yayınları, İstanbul.
Düstur (1929) III. Tertip, Cilt IV, XV
Geçen Dört Yılda Yapılan ve Gelecek Dört Yıl İçinde Yapılacak İşler Hülasası (1935) Nüfus
Umum Müdürlüğü Yayınları, Ankara.
Geçen Yıllarda Yapılan ve Gelecek Yıllarda Yapılacak Olan İşler Hülasası (1938) Dâhiliye
Vekâleti Yayını, Ankara.
GERAY Cevat (1970) “Türkiye’de Göçmen Hareketleri ve Göçmenlerin
Yerleştirilmesi”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 3, Sayı 4, Aralık, 8-36.
GÜRİZ Adnan (1975) Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma
Vakfı Yayınları, Ankara.
H. Nuri (1934) İskân ve Muhaceret, (Yayınevi Yok), İstanbul.
HALAÇOĞLU Yusuf (1997) XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İskân Siyaseti ve
Aşiretlerin Yerleştirilmesi, TTK, Ankara.
İskân Mevzuatı (1936) Sıhhat ve İçtimaî Muâvenet Vekâleti İskân Umum Müdürlüğü
Yayını, Ankara.
İskân Tarihçesi (1932) Hamit Matbaası, İstanbul.
Kadri Kemal (1933) “Anadolu’nun Doğusunda Köy İçtimaiyatı”, Yeni Türk Mecmuası,
Cilt I, Sayı 10, Temmuz, 814-816.
KARPAT Kemal H. (1996) Türk Demokrasi Tarihi Sosyal Ekonomik Kültürel Temeller, Afa
Yayınları, İstanbul.
KOÇAK Cemil (2003) Umumî Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yayınları, İstanbul.
KÖKDEMİR Naci (1952) Eski ve Yeni Toprak, İskân Hükümleri ve Uygulama Kılavuzu,
(Yayınevi Yok), Ankara.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (1992) Devre: III, İçtima: IV, Cilt I, Ankara.
Şeref Nuri (1935) “İskân Kanunu ve Yurdlandırma Politikamız”, Ulus, nu: 5031, 1
Ağustos.
Şevket Aziz (1934) “Türk Topraklarının Adamı”, Ülkü Halkevleri Mecmuası, Cilt 4, Sayı
20, Eylül, 81-82.
TBMM Zabıt Ceridesi (1934) Devre: IV, İçtima: III, Cilt: XXIII, Ankara.
TBMM Zabıt Ceridesi (1935) Devre: V, İçtima: I, C. VII, Ankara.
TBMM Zabıt Ceridesi (t.y.) Devre: III, İçtima: I, C. I, Ankara.
TBMM Zabıt Ceridesi (t.y.) Devre: II, İçtima: II, C. XVI, Ankara.
TBMM Zabıt Ceridesi (t.y.) Devre: II, İçtima: IV, C. XXXIII, Ankara.
TEKELİ İlhan (1990) “Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer
Değiştirmesi ve İskân Sorunu”, Toplum ve Bilim, Sayı 50, Yaz, 49-71.
Muhammed SARI, Atatürk Dönemi’nin İskân Politikasında İç İskâna Yönelik Çalışmalar
TUNÇAY Mete (1999) Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (19231931), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
113
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar:
Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
Evren ALTINKAŞ
Dokuz Eylül Üniversitesi
ALTINKAŞ, Evren, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin
Seçkinleri. CTAD, Yıl 7, Sayı 14 (Güz 2011), 114-132.
Bu çalışmada Cumhuriyet dönemi aydınlarının Kemalizm ekseninde ortaya
koydukları toplumsal inşa çabaları, yeni devletin yeni ideolojisinin şekillenmesindeki
fonksiyonları incelenmiştir. Kadrocular başta olmak üzere, çeşitli aydın gruplarının
ortaya koyduğu farklı önerilerin irdelendiği çalışmada, ayrıca Cumhuriyet dönemi
aydınlarının Batılılaşma düsturundan hareketle Kemalizm’e ve rejime bakışları analiz
edilmiştir. Yine, Kemalist düşüncenin yayılmasında etkili unsuru olan basın ve
Halkevleri gibi kurumlar da irdelenmiştir. Genel olarak bakıldığında Cumhuriyet’in ilk
dönem aydınları pozitivizmin etkisiyle toplumu yeniden şekillendirme misyonunu
hayata geçiren bir grup olarak tanımlanabilir.
Anahtar Sözcükler: Aydınlar, Cumhuriyet, Kemalizm, Batılılaşma, Pozitivizm.
ALTINKAŞ, Evren, Intellectuals In the Early Republican Era: Elites Of the
Founding Ideology. CTAD, Year 7, Issue 14 (Fall 2011), 114-132.
In this study, efforts of social construction by Republican intellectuals and their
functions on shapening of the new state’s new ideology have been examined.
Focusing on the intellectuals with an emphasis on the Kadro Movement, view of
Republican intellectuals on Kemalism with a pace from Westernization principle and
different suggestions of various intellectual groups’ have been analysed. Also, role of
the media and People’s Houses on the dissemination of Kemalist ideology has been
reviewed. With a general perspective, we can define intellectuals of the early
Republican era as a group which vitalized the mission of restructuring society under
the influnce of Positivism.
Keywords: intellectuals, Turkey, Kemalism, westernization, positivism
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
Giriş
Cumhuriyeti kuran kuşakların ve bu dönemin aydınlarının eğitim
süreçlerinde ve buna bağlı olarak dünyaya bakışlarında en etkili olan düşünce,
kuşkusuz pozitivizmdi. Çağdaş dünyayı nesnel olarak kavrayabilen, bilimsel
yöntemler çerçevesinde çözümler üreten eğitimli insanların toplumun
önderliğini yapmaları ve yönetimde söz sahibi olmaları pozitivizmin doğal
sonucu olarak kabul edilmiştir. Pozitivizmin en önemli unsuru olan değişim,
Türk aydınları üzerinde büyük bir etkiye sahip olmuştur. Değişim fikrinin
etkisiyle Cumhuriyet’in hedefleri de şekillenmişti. Ekonomide süratle kalkınma,
pozitif bilimin ve teknolojinin hızlı transferini gerçekleştirme ve böylece Batı’yı
yakalama gibi hedefler, dönemin iktidarını ve aydınlarını biçimlendiren temel
unsurlar haline geldi. 1 Önceliğin sanayileşme ve toplumun kültür anlamında
modernleştirilmesine verilmesi, demokrasinin toplumun hazırlık düzeyine göre
izin verilebilecek sınırlı bir hedef haline geldi2. Yeni rejim, halkın genel eğilimi
sonucu değil, devrimci bir kadronun gayretleriyle gerçekleşmişti. Toplum,
Cumhuriyetin getirdiği ulusal egemenlik düşüncesinin çok uzağındaydı. 3 Öte
yandan Cumhuriyetin ve modernleşmenin gereği, çoğu bürokrat kökenli olan
aydınlar tarafından daha iyi anlaşılmıştı. Jakoben bir eğilim sergilediği iddia
edilen Kemalist düsturun, özellikle 1930 sonrası “radikal Kemalizm”in, Osmanlı
modernleşme çabalarının aksine, halktan kopuk değil, tersine halka yönelik bir
anlayış sergilemesi, Cumhuriyet dönemi aydınlarına yüklenen misyonu
anlamamız açısından önemlidir. 4 Bu açıdan bakıldığında, Kemalizm’in halkı
sosyal, ekonomik ve kültürel alanlara katılmak için teşvik etme biçimleri
arasında sayabileceğimiz gazeteler, dergiler, eğitim kurumları ve diğer sosyal
mekânlarda aydınların etkisini net bir biçimde görebiliriz.
Türkiye, devrimler sistemi içinde Batılılaşma hareketini Cumhuriyetle birlikte
hızla geliştirmeye yöneldi. Bunun için özel bir bürokrasi tarifi getirildi ve
aydınlar da bu tarifleri simgelenen yapıya dönüştürdü. Bilim ve teknolojiyi elinde
bulunduran evrensel kültüre yönelindi ve ulusal kültüre gereken önem
verilmedi. 5 Cumhuriyet’in beraberinde getirdiği düşünce dünyasına
baktığımızda, hâkim olan düşüncenin Atatürk ilke ve inkılâpları çerçevesinde
çizilen toplumsal projenin Kemalist düşünürler tarafından Aydınlanma’nın
1 İsmail Doğan, “Türkiye’de Tek Partili Dönemde Sivil Toplum”, Sosyal Bilimler Araştırma
Dergisi, Cilt 9, 2007, s. 2.
2 Mithat Baydur, “Demokrasi ve Modernleşme Sürecinde Devletin Sivil Topluma Baskın
Gelmesi ve Kemalizm”, Yeni Türkiye Dergisi, Cilt 18, 1997, s. 198.
3 Levent Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 19.
4 Nazım İrem, “Jakobenizm-Cumhuriyetçilik Açmazında Kemalist Radikalizm”, Dokuz Eylül
Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, Cilt:5, Sayı:2, 2004, s. 15.
5 Yılmaz Karakoyunlu, “Aydın Geleneğimizin Oluşumu ve Cumhuriyet Aydınları”, Türk
Aydını ve Kimlik Sorunu, 1995, s. 18.
115
116
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
kendisi olarak sunulduğunu görürüz. 6 Osmanlı döneminde aydından ya da
ulemadan beklenen hizmetle, Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet aydınından
beklenen işlev, nitelik olarak aynı; içerik olarak farklıdır. Cumhuriyet aydını
ilerleme ve değişime inanan, bunun için çabalayan ve halkı eğiten bir işleve
sahiptir.
Cumhuriyet Aydınlarının Genel Özellikleri ve Batılılaşma
Cumhuriyet aydınları ile ilgili önemli bir nokta, neredeyse tümünün
Osmanlı’nın dağıldığı dönemde yetişmiş olmaları ve Osmanlıca eğitim
almalarıdır. 7 Devletin kendi aydınını yarattığı bir dönem olarak
nitelendirebileceğimiz Cumhuriyet’in ilk yıllarına baktığımızda; aslında bu
durumun tüm yeni kurulan devletlerde yaşandığı gerçeğini göz ardı etmememiz
gerekir. Batılı anlamda sınıfların eşit oranda gelişmemiş olması, Cumhuriyet’in
kuruluşunda bürokrat aydınların oynadıkları rolü ön plana çıkarmıştır. Himmet
Hülür ve Anzavur Demirpolat, Cumhuriyet döneminde aydının rolünü birkaç
temel noktayı ele alarak anlayabileceğimizi iddia ederler. 8 Bunlardan birincisi,
çağdaş Cumhuriyetin ideolojik temellerinin belirlenmesinde, Osmanlı’nın son
dönemindeki Türkçü ve Batıcı aydının katkısının önemidir. İkinci bir nokta,
İslami geleneğin, çağdaş Cumhuriyet rejimi içinde kendine yer edinemeyerek
İslamcı söylemin suskun kalmasıdır.9 Bir diğer önemli nokta ise, Osmanlı’nın
son döneminde aydınlar arasında yaygınlaşan seçkinciliğin, Cumhuriyet dönemi
aydınlarına da aynı şekilde intikal etmiş olmasıdır. Cumhuriyet aydını, Osmanlı
döneminin ilim adamı olan ulemanın yerini tam anlamıyla almış; ancak, Osmanlı
aydınında da sıklıkla görülen bir sorun olarak, ulemanın kültürü Batı’ya karşı
koruma çabasının tam aksine, kültürü ve toplumu Batılılaştırmaya yönelik bir
çaba sarf etmiştir. Burada vurgulanması gereken, çağdaşlaşma çabalarının
Osmanlı aydınları tarafından, hatta bizzat devletin kendisince başlatıldığı ve
Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte, eskinin ve eski olanın yerine yeninin
zaferinin ilan edilmiş olduğudur.10
Batılılaşma, Cumhuriyet’le toplumsal alanın her safhasında görünür olmuş,
muhalif tavırların ortaya çıkması etkin tedbirlerle önlenmeye çalışılmıştır.
Cumhuriyet idaresi kendini saltanattan ayrıştırırken toplumsal alanı daha yakın
ve daha etkili bir kontrolle belirlemeyi hedeflemiştir. Cumhuriyet, saltanat-
6 Hasan Hüseyin Akkaş, “Türk Modernleşme Tarihinde Muhafazakâr Siyasi Düşünce”, Afyon
Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, 2001, s. 34.
7 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, s.
290.
8 Himmet Hülür ve Anzavur Demirpolat, “Seçkincilik, Aydın Kimliği ve Süreklilik”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:5, 1999, s. 368.
9 Hülür ve Demirpolat, a.g.m., s. 369.
10 Hülür ve Demirpolat, a.g.m., s. 382.
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
toplum ayrışmasına muhalefet ederken, toplumsal alanın nasıl kullanılacağını
belirlemede topluma yabancı olabilecek tavır alışları bir anlamda zorunlu hale
getirmekte tereddüt etmemiştir.11 Cumhuriyet döneminde siyasi ve sosyal alanı
belirlemede de etkili olan merkez siyasi/askeri yapıdır. Çalışma ve eğlence
hayatını da askeri bürokrasi belirlemektedir. Bu gelişme kurumsal mekânlarda
olduğu gibi, sosyal hayatta kurulan birçok yeni mekânda da askerlerin, değişimin
simgesel gücü olarak kabul edilmesi sürecini hızlandırmıştır. Cumhuriyet
modernleşmesi Avrupa karşısında güçlü ve batılı bir toplum görüntüsüyle ayakta
durabilmek için, farklılık arz edecek kesimleri de (asker, memur, esnaf,
öğretmen) aynı Batılılaşma programı çerçevesinde toplamaya çalışmıştır. Bu da,
adab-ı muaşeretin siyasi toplumsal elitlere göre şekillenmesine imkân tanımıştır.
Osmanlı modernleşmesinde üst ve orta tabakayla sınırlı kalan Batılılaşma,
Cumhuriyet modernleşmesinde elit zümreler vasıtasıyla toplumsal yaşantıya
geçirilmiştir. Bunun askerler, bürokratlar, öğretmenler, tacirler aracılığıyla
toplumsal alanda yaygınlaştırılması hedeflenmiştir. 12 Bu dönemde ticaret
erbabının batılı normlara sahip kapitalist bireyler olarak yeniden tanımlanması
ve dolayısıyla bir burjuva sınıfının ortaya çıkması için, bizzat siyasi otorite
tarafından ciddi çalışmalar yapılmıştır. Böylece, batılılaşmaya ait ticari normlara
sahip yeni Türk tüccarlar yetişmiştir. Siyasi yapı tarafından Batı eğilimlerine göre
yeniden tanımlanan ve kurulan kamusal alan, özellikle çalışma hayatında,
kurumlarda bulunan kadın ve erkeğin dış görünüşüne bile müdahale etmiştir.13
Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti’nde Batılılaşma, ülkeyi çağdaş
medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak gibi bir dinamik ideal haline
getirilmiştir.14 Peyami Safa’nın Batılılaşma ile ilgili düşünceleri, Cumhuriyet’in ilk
dönemi aydınlarının bu olguya bakışları konusunda da bize önemli ipuçları
vermektedir:
Garp mevhumu, Balkan Harbinde olduğu gibi Kurtuluş Harbi sıralarında da tehlikeli bir
macera geçiriyordu. Garp medeniyetiyle, garp emperyalizmini gene birbirine karıştırmaya başlamıştık.
Garp emperyalizmine karsı kinimizi garp medeniyetine de çevirdik. Kurtuluş edebiyatımızda bu
medeniyet «tek dişi kalmış canavar» halinde de görünür. Fakat bu garp kini Lozan sulhu yapılıp da
Avrupa devletleriyle normal münasebete girdiğimiz günden sonra kaybolmuştu. Osmanlı
Türkçülüğünü de, Osmanlı Garpçılığını da kangren olmuş taraflarını kesip atmak şartıyla
yaşatmak kabil değildi. Bu kangren olmuş taraf, her ikisinin de Osmanlılık sıfatıdır. Atatürk bu
büyük ameliyatı yaptı… Böyle bir milletin siyasi istiklalini Avrupa devletlerine kabul ettirdikten
sonra içeride yapılacak tek ve büyük bir is vardı: Garp metodunu, yeniçağ Avrupası’nın tekniğini
yıkılmış bir imparatorluğun, zaruri kıldığı endişelerden hiçbiriyle sakatlamadan, şeriat ve saltanat
Nevin Meriç, Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2000, s. 58.
Meriç, a.g.e., s. 59.
13 Meriç, a.g.e., s. 60.
14 Mesut Erşan, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Batılılaşma Hakkındaki Düşünceleri”, Afyon
Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 3, 2006, s. 44.
11
12
117
118
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
korkusundan temizlenmiş bir bütünlükle, yekpare ve tastamam bir inkılâp hareketi halinde
memlekete sokmak.15
Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’in Batılılaşma fikri çerçevesinde en
çok önem verdiği aydın Ziya Gökalp olmuştur. Gökalp 1922’de Yeni Gün
gazetesindeki makalelerinde Batı medeniyetini kabule mecbur olduğumuzu
belirterek söyle diyordu:
Kabul etmediğimiz takdirde Garp devletlerinin esiri olacağız. Garp Medeniyetine hâkim olmak
yahut garp devletlerine mahkûm olmak, bu iki şıktan birini kabul mecburiyetindeyiz. Bugün artık şu
hakikat anlaşılmıştır: Avrupa’ya karsı hürriyetimizi ve istiklalimizi müdafaa edebilmek için
Avrupa Medeniyetini iğtinam etmemiz lazımdır. Avrupa medeniyeti müspet ilimlerden ve sınaî
tekniklerden, içtimaî teşkilatlardan ibarettir.16
Mustafa Kemal, Gökalp’ın bu fikirlerine aynen katılmakla kalmamış, Türkiye
Cumhuriyeti’nin önündeki tek yolun sadece ve sadece Batılılaşma olduğunu da
çeşitli defalar dile getirmiştir. Gökalp’ın Türk sosyolojisinin değil ama Türk
milliyetçiliğinin babası olduğunu dile getiren Murat Belge, Gökalp’ın
sentezciliğinin Mustafa Kemal’i ne derecede etkilediğinin iyi anlaşılmasının
Cumhuriyet dönemi aydınını anlamak için çok faydalı olacağını söyler. Atatürk
milliyetçiliğinin temelinde ırktan ziyade kültürel milliyetçiliğin olması, bire bir
Ziya Gökalp’ın fikridir.17 Gökalp’ın korporatizmiyle Mustafa Kemal’in “Sınıfsız,
imtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz” cümlesi; yine Mustafa Kemal’in “Hayatta en
hakiki mürşit ilimdir” cümlesinin Ziya Gökalp’ın şiddetli bir savunucusu olduğu
pozitivizme bir övgü olması gibi örneklerle bu etkileşim gösterilebilir.18
Ancak, Mustafa Kemal’in zihin dünyasındaki en belirleyici özelliği, modern
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ilkelerini ve düşünce yapısını, belirli bir
ideolojinin dar kalıpları içine sıkıştırmamış olmasıdır. Halkçılık ilkesine büyük
önem veren Mustafa Kemal, ulusun önüne hedef olarak sürekli ilerlemeyi
koymuştur. Bu hedefe ulaşmak için de yönetimde aydınların öncü rolünün kabul
edilmesi ve aydınların halka yönelmesi ve halkla bütünleşmesinin bir gereklilik
olarak kabul edilmesi gerekiyordu. 19 Yine, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in
ilanından 7 ay önce Konya’daki Türk Ocağı’nda yaptığı bir konuşmasında
aydınlara yol göstermek için kullandığı “sınıf-ı münevver telkinle, irşatla kitle-i
ekseriyeti kendi maksadına göre iknaya muvaffak olamayınca, başka vasıtalara tevessül
Peyami Safa, Türk Inkilabına Bakışlar, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1996, s. 53-54.
Erşan, a.g.m., s. 41.
17 Şahin Gürsoy ve İhsan Çapcıoğlu, “Bir Türk Düşünürü Olarak Ziya Gökalp: Hayatı,
Kişiliği ve Düşünce Yapısı Üzerine Bir İnceleme”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 47, Sayı: 2, 2006, s. 91.
18 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, 2005, s. 372.
19 Nur Betül Çelik, “Kemalizm: Hegemonik Bir Söylem”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:
Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 77.
15
16
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
eder. Halka tahakküm ve tecebbüre başlar, halkı istibdatta bulundurmaya kalkar” 20
ifadeleri oldukça önemlidir. Mustafa Kemal aydınları, sıradan halkı kendi
doğrularına inandırmaya çağırmaktadır.
Geniş bir toplumsal siyasal programa ihtiyaç duyan rejimin Reşit Galip ve
Afet İnan gibi oluşturulmuş aydınlara/ideologlara ihtiyacı olduğunu söyleyen
Arslan 21 ; Cumhuriyet’in 1930’lardaki kitlesel-politik-ideolojik şekillenmesinde
derinlikli olmayan, tarihsel arka planı çok yeterli bulunmayan, Atatürk kültüne
çok bağımlı aydın ve ideologların büyük etkisi bulunduğunu iddia eder. Yine,
1930’lu yıllarda Cumhuriyet ideallerine bağlanmış olan yazarlar, öncü aydının
meseleleriyle birlikte Osmanlı’dan miras kalan feodal yapılara ve kendi
koordinatlarına göre tanımladıkları gericiliğe/yobazlığa karşı aydınlanma
seferberliği üzerine yoğunlaşmışlardı. Bu dönem yazarlarında görülen en büyük
eksiklik, toplumcu gerçekçilikten ve halkın sorunlarından uzak bir tutum içinde
olmalarıydı. Ankara’da toplanan bu yeni kuşağın yanı sıra, eski diyebileceğimiz
ve İstanbul’da yaşayan, eserlerini eskiye özlemle sunan, rejimin bazı noktalarına
kinik bir tavırla yaklaşan bir kuşaktan daha bahsedebiliriz. Mehmet Rauf,
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Rasim, Abdülhak Şinasi
Hisar gibi yazarları arasında sayabileceğimiz bu kuşağın Cumhuriyet döneminde
yazdıkları eserler, genelde İstanbul’un eski ve yeni gündelik yaşamına dair
olmuştur.22
Kemalist Aydınlar, Halkevleri ve Adnan Adıvar
Yunus Nadi, genç Cumhuriyet’in adıyla 1924’te yayınlamaya başladığı
Cumhuriyet gazetesi ile dönemin Kemalist aydınları arasında, basın gücü ile
farklılık yaratanların arasında gelir. Ankara’da değil fakat rejime muhalif yaklaşan
grupların yoğun olduğu İstanbul’da yayınlanmaya başlaması, Cumhuriyet
gazetesinin ideoloji yayma işlevini göstermesi açısından önemlidir.23 Gazetenin
ilk sayısında Yunus Nadi şöyle demiştir: “Cumhuriyet Türkiye’de büyük kavgalarla
elde edilmiş bir sonuçtur. Biz elde edilen bu amaç uğruna fiilen çalışmış insanlarız.
Memlekette bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli taraftarları vardır. Cumhuriyet
memlekete mal olmuş bir fikirdir. Biz onun temsilcileri ve koruyucusuyuz.”24
Bu dönemin önemli aydınlarından biri Falih Rıfkı Atay’dır. Falih Rıfkı,
Mustafa Kemal’in isteğiyle 1923 yılında Yeni Mecmua’yı yeniden yayınlamaya
Azra Erhat. Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına. Can Yayınları, 2003, İstanbul, s. 47.
Cumhur Arslan, “Halil Nimetullah Öztürk”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 203.
22 Ömer Türkeş, “Güdük Bir Edebiyat Kanonu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 447.
23 Bağış Erten ve Görkem Doğan, “Cumhuriyet’in Cumhuriyet’i: Cumhuriyet Gazetesi”,
Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 501.
24 Erten ve Doğan, a.g.e., s. 503.
20
21
119
120
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
başladı. Dergi kadrosunda Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Necmettin Sadık Sadak ve Ahmet
Ağaoğlu da vardı. Falih Rıfkı, Milliyet ve Ulus gibi pek çok gazetede başyazarlık
yaptı. “Biz ne komünistiz ne de faşistiz; biz Kemalist’iz” diyen Falih Rıfkı,
Kemalizm’i bir ideoloji olarak değerlendirmekte; ancak bu ideolojinin
diğerlerinin aksine halen bitmemiş, kımıldayan, oynak bir ideoloji olduğunu
vurgulamaktaydı. Ona göre bu bitmemişlik, Kemalizm için bir tehlike arz
ediyordu.25 Bu nedenle, Kemalizm bir an önce sistemleştirilmelidir diyen Atay,
aksi halde bu ideolojinin her tarafa çekilebilir bir hale bürünmesinden
korkuyordu. Ona göre Türkiye’ye özgü bir ideoloji olan Kemalizm, ülkenin
koşulları gereği faydacı olmak durumunda kalmıştır.26 1930’lu yıllarda eser veren
tüm Türk aydınları gibi, Atay’da da komünizm ve faşizm gibi totaliter rejimlerin
bazı uygulamalarından etkilenme emareleri görülmektedir. Güçlü bir devletin
gerekliliği, hatta parlamenter demokrasinin kötü olduğu gibi ifadelerin geçtiği
bazı makaleleri olan Atay, İtalya’daki korporatist modelin Türkiye’de
uygulanması gerektiğini bile savunmuştur. 27 “Kemalist, garpçı, laik ve cumhuriyetçi
milliyetperver demektir. Kemalizm, Türk milliyetperverliğini garpçılık, laisizm ve
cumhuriyetçilikle tezat teşkil eden maddi ve manevi müesseselerden, adet ve ananelerden
tasfiye etmektedir” diyen Atay’ın bu ifadesi bize Kemalizm’e bakış açısı konusunda
bir fikir vermektedir. Falih Rıfkı Atay’ın aydınların misyonu hakkındaki
görüşleri de, döneme hâkim olan genel düşünce yapısının tezahürüdür:
Türkiye davasından, Türkiye’nin baştanbaşa, topyekûn, halkı ile toprağı ile köyü ve şehri ile
kafası ve gönlü ile yeniden yaradılışı davasından, bu memlekette herhangi bir fikir adamının, yalnız
kendini ve başkalarını hoşlandırır işler arttırabileceğine inanmıyorum. Türkiye davası ile sorun
yaşayan hiçbir kimsenin ve mesleğin, hizmetini değil şerefini de anlamıyorum. Davanın sıcak
heyecanından kurtulan, keyif için sanat, eğlence için yazı, hatta tuhaflık için mizah yapabilenlere
şaşarım.28
Mahmut Esat Bozkurt da Cumhuriyet’in kurucu döneminin önemli
aydınlarından biridir. Kendisini İttihat ve Terakki’nin “sol cenah”ına yakın
gören Bozkurt; hukukçu kimliğiyle 1924-1930 arası Türk Hukuk Devrimi’ni
gerçekleştiren kişidir.29 Türk ihtilalinin en önemli unsurunun köylüler olduğunu
söyleyen Bozkurt’a göre, devletçilik devlet sosyalizmi demekti. Bozkurt, bu
sistemi şöyle tanımlar: “Bu sistem özel mülkiyeti tanıyan, fakat insanın insan tarafından
sömürülmesini önlemek ve milli kalkınmayı başarmak için devlete ekonomik işlerde kontrol
25 Hande Özkan, “Falih Rıfkı Atay”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009, s. 66.
26 Özkan, a.g.e., s. 67.
27 Özkan, a.g.e., s. 69.
28 Türkeş, a.g.e., s. 427.
29 Hakkı Uyar, “Mahmut Esat Bozkurt”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009, s. 214.
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
ve teşebbüs hak ve yetkilerini kabul eden bir sistemdir.” 30 1924 yılında yazdığı Türk
İhtilali’nin Düsturları adlı yazıları, Türk Devrimi’ni teorileştirmeye yönelik ilk
girişimdir.
Afet İnan, Cumhuriyet’in ilk döneminde yetişmiş önemli bir tarihçi ve
Cumhuriyet aydınıdır. İnan, erken dönem Cumhuriyet’in misyoner sosyal
bilimcilerinin tipik örneğidir. Dönemin milliyetçi tarih yazımının baş eseri olan
Türk Tarihinin Ana Hatları’nı kaleme alan İnan, 1930 yılında yayınladığı Medeni
Bilgiler isimli eseriyle de resmi ideolojinin aydını olduğunu açık açık belirtmiştir.
Medeni Bilgiler’de en çok önem verdiği kavram devlettir. İnan’a göre genel
irade toplumdaki tek tek bireylerin toplamından daha başka ve yüksek bir
kavramdır.31 Devlet milli çıkar peşinde şefkatli ve çok yoksul olanı çok zengin
karşısında koruyan bir aygıt olarak milli dayanışma duygularını güçlendirir.
Dönemin önemli aydınlarından Necmettin Sadık Sadak, sosyoloji alanındaki
çalışmalarının neredeyse tümünde Kemalist doktrini pekiştirici ifadeler
kullanmıştır. Hakkı Uyar’a göre Kemalizmin ideolojileştirilmesi çabalarına, resmi
sosyolojinin yazıcısı ve öğretmeni olarak katkılarda bulunan Sadak; Comte,
Durkheim ve Gökalp’ı referans almıştır.32 Dönemin bir diğer önemli aydını da
Halil Nimetullah Öztürk’tür. Radikal-pozitivist ve anti Osmanlıcı olarak eserler
veren Öztürk, 1928 yılında yayınladığı “İnkılâbın Felsefesi” adlı eserinde Türk
inkılâbının Osmanlılıktan tamamen sıyrılması gerektiğini savunmuştur. 33
İnkilabın felsefesini “Osmanlı Cumhuriyeti’nden Türk Cumhuriyeti’ne Geçiş”
olarak sistemleştiren Öztürk; yeni devletin siyasal ve toplumsal yapısının
Gökalp’ın dediği gibi “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” değil fakat
“Türkleşmek, Laikleşmek, Çağdaşlaşmak” olduğunu savunur. Öztürk’e göre
Türk devriminin amacı “ulusal varlığı kendi ulusal olmayan kuralları, gelenekleri
içinde boğmakta olan Osmanlılığı atmak, Türklüğü bulmaktır; çünkü inkilabın
bize bırakmayı icap ettirdiği hayat eski Osmanlı hayatı, bizi edinmeye zaruri
kıldığı hayat da içine girdiğimiz Türk hayatıdır.”34 Öztürk, dinin eleştirilmesi ve
seküler bireylerin yetiştirilmesinin Cumhuriyet reformlarının esas içeriğini
oluşturduğunu ifade etmiştir. Ona göre artık İslamcılık çağı geçmiş, Türk milleti
modern ulus-devlet aşamasına gelmiş ve Türkçülük tek tutunacak yol olarak
belirlenmiştir. Osmanlı’nın şeriat ile yönetilen yabancı bir dine dayandığını
belirten Öztürk, yeni devletin dine tanıdığı alanı bireysel vicdanlarla sınırlı
Uyar, a.g.e., s. 217.
Özgür Sevgi Göral, “Afet İnan”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009, s. 223.
32 Hakkı Uyar, “Necmettin Sadık Sadak”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009, s. 103.
33 Arslan, a.g.e., s. 202.
34 Arslan, a.g.e., s. 203.
30
31
121
122
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
tutmaya çalışırken pozitivist teorinin, hem mühendislik hem de jakoben
geleneğin izlerini taşır.
1930’ların sonu ve 1940’ların başında hümanist politikaların izlenmesinde
başrolü kuşkusuz Hasan Ali Yücel oynamıştır. “Dünya Edebiyatından Tercümeler”
dizisinin yayının başlatan Hasan Ali Yücel, bununla ilgili bir konuşmasında
temel hedefin Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı kimliğinin Batı tarafından
anlaşılabilmesi olduğunu söylemiştir. 35 Koçak’a göre, bu seri kapsamında
çevrilen eserlerin ve oluşturulan kanonun nesnel işlevi, inkılâpları benimseyen
Türk aydınının hem kendini Batılı/evrensel hissetmesini hem de Batı’daki
gelişmelerden etkilenip, habersiz kalmamasını sağlamaktı. 36 Diğer bir deyişle,
Tercümeler dizisinin Batı’ya açılan penceresi daha çok bir ayna işlevi görüyordu.
İnkılâpçı Türk aydını orada kendi rahatlatıcı Batı imgesini ve kendi
Batılılaşmışlığını görüyordu.
Kemalist rejimin kendisini topluma anlatabilmek için kullandığı “edebiyat
kanonu oluşturma” çabası kayda değer bir entelektüel aktiviteyi de beraberinde
getirmiştir. 37 Ahmet Kutsi Tecer, Behçet Kemal Çağlar gibi aydınların
eserlerinin yanı sıra, Reşat Nuri Güntekin’in neredeyse tüm romanları, Kemalist
reformların ve özellikle de laikliğin savunusunu yapan eserlerdir.38 Pek çok yazar
ve edebiyatçı da, kanonlaştırmanın tamamlayıcı bir unsuru olarak CHP’den
milletvekili seçilmişlerdir. Hamdullah Suphi, Ziya Gökalp, Falih Rıfkı Atay,
Yakup Kadri, Memduh Şevket Esendal, Mehmet Emin Yurdakul, Hüseyin
Rahmi Gürpınar bu isimlerden bazılarıdır. Görülüyor ki, Cumhuriyet’in kuruluş
ve yayılışında asli görevi yerine getirmekle görevlendirilmiş aydınlar, bu
işlevlerini daha kolay ve rahat bir şekilde yerine getirebilsinler diye milletvekili
yapılarak siyasi alanda da kendilerine yetkiler verilmekteydi. Bu durum bize,
Osmanlı aydınından beri süregelen devletle iç içe olma açısından, Cumhuriyet
aydınının da benzer nitelikler taşıdığını; ancak artık Osmanlıcılık ya da İslamcılık
gibi çözümlerin peşinde koşmak yerine, Kemalizm’in tek çözüm yolu olarak
görüldüğünü göstermektedir.
Kemalizm’in bir ideoloji olarak topluma yayılması için önemli bir işlevi de
Halkevleri yerine getirmekteydi. Türk Ocakları’nın, CHP’nin gözünde, kendi
aydını dışında entelektüel bir buluşma yeri olması ve iktidara alternatif görüşler
üretme potansiyeli, hatta İttihat ve Terakki’nin bir mirası olarak görülmesi gibi
nedenlerle kapatılmasının akabinde açılan Halkevleri, Kemalist doktrinin
35 Orhan Koçak, “1920’lerden 1970’lere Kültür Politikaları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:
Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 395.
36 Koçak, a.g.e., s. 397.
37 Selçuk Çıkla, “Türk Edebiyatında Kanon ve İnkılâp Kanonu”, Muhafazakâr Düşünce, Yıl:4,
Sayı: 13-14, 2007, s. 54.
38 Çıkla, a.g.m., s. 57-58.
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
işlendiği bir eğitim merkezi olarak da değerlendirilebilir.39 Cumhuriyetçi asker,
aydın ve bürokratlardan oluşan seçkinlerin alışık olduğu Batılı yaşam kalıplarının
Anadolu’ya ve halka taşındığı mekânlar olan Halkevleri; yayınladıkları dergiler,
düzenledikleri konferanslar ile partinin himayesindeki kamusal alanın genişleyip
tüm ülkeye yayılmasını sağlamışlardır. 40 Halkevlerinin en önemli işlevlerinden
biri, Mustafa Kemal’in aydınların görevi hakkında 1923’te söylediği gibi, telkin
ve terbiye yoluyla devrimlerin ve yeniliklerin halka benimsetilmesi olmuştur.
Halka açık kitap okumalarının yapılması, halkın kullanımı için geniş ölçekli kitap
alımlarıyla kütüphaneler kurulması gibi örnekleriyle Halkevleri, 1750’li yıllarda
Fransız kamusal alanının oluşmasıyla büyük benzerlikler gösteren bir kamusal
alan oluşturma ve bu kamuya hitap etme işlevlerini yerine getirir. Aydınların
halkı ve halkın da birbirini tanımasını hedefleyen köy gezileri, köylüleri çağdaş
sanatla ve diğer kurumlarla tanıştırmak gibi işlevlerinin yanı sıra Halkevleri,
imtiyazsız ve sınıfsız kaynaşmış bir “halk-millet” bütünleşmesini sağlama
görevini de yerine getirme amacına hizmet etmektedir.41
Halkevleri, 1932 yılında kurulduktan hemen sonra, 1933 yılında Ülkü
Dergisi’ni çıkarmaya başlamıştır. Derginin amacını ve içeriğini anlatan “Ülkü
Neden Çıkıyor?” başlıklı yazısında Recep Peker şöyle der: “….cemiyetin kanındaki
inkılap unsurlarını ısıtmak, ileri adımlarını sıklaştırmak için….Milli dile, milli tarihe,
milli sanatlara ve kültüre hizmet için…..çıkıyor”.42 Derginin en önemli politikası, her
Türk’ün bir aydın olduğunun savunulması ve derginin esas işlevinin de tüm
münevverler arasında bir iletişim zemini oluşturabilmek olarak tanımlanıyordu.
Dergide, 350’ye yakın yazar dünya ve Türkiye’deki gelişmelere bağlı olarak,
kendi görüşlerini yansıtan yazılar kaleme almışlardır.
Adnan Adıvar, muhalif bir tutum takınmış olmasına rağmen, Cumhuriyet’in
getirdiği değişiklikler konusunda olumsuz düşünceler belirtmemiştir. Temelde,
ülkedeki değişim eğilimine ve değişikliklerin yapılış biçimine karşı çıkmıştır.43
Gericiler ile yenilik yapma eğilimini benimseyenler dışında kalan üçüncü bir
aydın grubunun içinde yer aldığını söyleyebileceğimiz Adıvar, Türkiye’nin sosyal
ve kültürel sorunlarının liberal yoldan halledilebileceğine inanmıştır. 1940 yılında
yayımladığı Osmanlı Türklerinde İlim isimli eseri, Osmanlı toplumunda sosyal
bilimler dışındaki gelişmeleri anlatan ve dönemi açısından büyük öneme sahip
39 Bahattin Demirtaş ve Kadir Ulusoy, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında İki Önemli Kültür
Politikası: Halk Evleri ve Millet Mektepleri”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Prof. Dr. Reşad Genç Özel
Sayısı, Cilt: 29, 2009, s. 1194.
40 Neşe G. Yeşilkaya, “Halkevleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009, s. 114.
41 Yeşilkaya, a.g.e., s. 117.
42 Yeşilkaya, a.g.e., s. 119.
43 Kurtuluş Kayalı, “A. Adnan Adıvar”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve
Batıcılık, İletişim Yayınları, 2002, s. 36.
123
124
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
bir eserdir. Bir aydın olarak İslam Ansiklopedisi’nin editörlüğünü yapmış olmak
ve yabancı eserlerin tercümesi faaliyetlerinde bulunmak gibi önemli işlevleri
olmuştur. Kendi deyişiyle “hakikat savunucusu” olarak kendini tanımlayan
Adıvar; “Hakikat arayıcılığının ilk şartlarından biri, hakikat yolcusunun sağdan, soldan
kendisine gösterilen meşalelerin ışığına kapılmayarak, bazen sağda, bazen solda parlayan
aydınlıklarla gözleri kamaşmayarak hakikati kendi gözüyle ne tarafta görüyorsa o tarafa
tevcih edebilecek kadar fikir istiklaline ve teşebbüs kudretine sahip olmasıdır” demiştir.44
Kadrocular
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, dönemin önemli düşünürlerinden biridir.
1929 yılında İkdam Gazetesi’nde çıkan “Gençliğe Üçüncü Hitabım” başlıklı
yazısında şöyle demiştir: “Bu millet için hürriyetten daha aziz, daha mukaddes
mefhumlar ve kıymetler olduğuna kail bulunuyorum. Bizim hürriyetimizin üstünde milletin
bağımsızlığı var, bu bağımsızlığın ise ancak sıkı bir inzibattan doğduğuna şüphe yoktur.
(…) Hürriyet bir gaye değil, bir vasıtadır.”45 Talay’a göre, Yakup Kadri her zaman
bireyin önemini anlatan model entelektüel figürü olarak karşımıza çıkar. Yaban,
onun aydınları anlatan ve Cumhuriyet’e bakışını gösteren en önemli eseridir.
Cumhuriyet sonrası devleti, devrimlerin bilincine varan aydın grubunun
yönetmesi gerektiğini savunur.46 Yakup Kadri’nin de dâhil olduğu ve aydınların
neredeyse kendi kendilerine yükledikleri bu ütopyacı bireysellik, aslında Türk
aydınının Osmanlı’dan aldığı vatan kurtarma görevinin değişerek köylüyü
kurtarmaya doğru evrilmesini ifade eder. Atatürk adlı kitabında da Kemalizm’i
şöyle tanımlar: “Kemalizm, ne komünizm gibi yalnız bir sınıf kavgasının, ne de faşizm
gibi yalnız bir devlet inzibatı hareketinin adıdır. O, evrensel bir platform üzerinde vuku
bulmuş, umumi tarihin seyrine şamil ve bütün insanlığın mukadderatıyla alakalı bir geniş
hadisedir.” 47
Şevket Süreyya Aydemir, Kadro Dergisi’nin neredeyse baş ideologu
konumundaydı. Türk Kurtuluş Savaşı’nın dünyadaki bütün ülkelerde
kullanılabilecek bir örnek olduğunu vurgulayan Aydemir, kendi sanayisini kurup
bu sanayiyi düzene sokarak teknik ve ekonomik gelişmeyi sağlama hedefinin
Türkiye Cumhuriyeti’ni kapitalist ve sosyalist ülkelerden ayıran bir özellik
olduğunu söyler.48 15 Ocak 1931’de Ankara Türk Ocağı’nda verdiği “İnkılâbın
İdeolojisi” başlıklı konferansta Aydemir, inkılâp heyecanının sürekli
Kayalı, a.g.e., s. 39.
Birsen Talay, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 430.
46 Talay, a.g.e., s. 434.
47 Talay, a.g.e., s. 437.
48 Cennet Ünver, “Şevket Süreyya Aydemir”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 470.
44
45
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
yaşayabilmesi için bir ideolojiye ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır. 49 Ona göre,
inkılâbın ihtilal safhasını oluşturan Kurtuluş Savaşı sonrasında artık cepheler
ekonomik, kültürel ve siyasal alanlarda açılmıştır. İnkılâp, kaçınılmaz olarak,
öncelikle sayıları az olan bir azınlık grubu tarafından benimsenecek ve
yaşanacaktır. Bu kadro içerisinde, siyasi liderler grubunun yanı sıra, aydınlar ve
düşünürlerin de belirleyici bir rolü vardır.
1932 yılının Ocak ayından itibaren çıkmaya başlayan Kadro Dergisi’nin
imtiyaz sahibi Yakup Kadri’dir. Derginin düzenli yazarları arasında Şevket
Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin
vardır. Mustafa Türkeş’e göre bu yazarların ortak noktası, bürokratik orta sınıfa
ait olmalarıdır.50 Derginin hedeflerinden birisi de, 1929 yılından itibaren, Dünya
Ekonomik Buhranı’nın da etkisiyle ekonomik anlamda devletçi politikalar
izlemeye başlayan Cumhuriyet’in bu yeni ekonomi politikalarını savunmaktır.51
Yakup Kadri’ye göre Kadro’nun görevi, gerçekleşen siyasi inkılâbı kültürel,
iktisadi ve idari inkılâplarla tamamlamaktır. 52 Derginin yazarları, Yakup Kadri
hariç, sol grupların içinde yer almış aydınlardır. Kadrocular, Türk Devrimine
yeni bir ideoloji üretme çabası içinde olmuşlardır. Türkeş’e göre Kadro’yu salt
iktidarı destekleyen bir oluşum olarak görmek yerinde olmaz.53 Yine de, devlette
önemli görevler elde etmişler ve bürokratik-aydın olarak tanımlanmışlardır.
Örneğin Vedat Nedim Tör, 1931 yılında Matbuat Müdürlüğü görevini
üstlenmiş; bu görev kapsamında Türkiye’yi yurtdışında tanıtmak için Fransızca
kitapçıklar kaleme almıştır.
Derginin ilk sayılarında İttihatçıların liberal kanadını temsil eden Cavit Bey’in
liberalizmini çürütmekle işe başlayan Kadrocular; kendilerine yeni rejimin yeni
aydınları olma misyonunu da biçmişlerdir. Türkeş, yönetimin bizzat içinde
bulunmayan, rejimin önde gelenleriyle doğrudan karşı karşıya gelmekten
kaçınan ancak öte yandan da yönetimi etkilemeye çalışan, siyasette etkin olmaya
gayret eden Kadrocuların ideolojik eğilimlerinin gayet net olduğunu iddia eder.54
Kadrocuların ideolojisi milliyetçiliği tarihi materyalizm içine yerleştirmeye
çalışan, emperyalizm analizinde Lenin’den doğrudan etkilenen, pozitivistmodernizmi savunan, gelir ve kaynak dağılımı konularının burjuvazinin
hegemonyasına bırakılmamasını, hatta burjuvazinin devlet tarafından kontrol
Ünver, a.g.e., s. 471.
Mustafa Türkeş, “Kadro Dergisi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009, s. 464.
51 Talay, a.g.e., s. 438.
52 Mustafa Türkeş, Kadro Hareketi: Ulusçu Sol Bir Akım, İmge Kitabevi, Ankara, 1999, s. 59.
53 Mustafa Türkeş, a.g.e., 2009, s. 467.
54 Mustafa Türkeş, a.g.e., 2009, s. 470.
49
50
125
126
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
altına alınmasını ısrarla dile getiren radikal milliyetçi sol bir düşüncedir.55 Bu
bağlamda, Kadro hareketinin Osmanlı/Türk modernleşmesi ve aydın tarihi
içinde geç kalmış bir “sınıfların aydını” tanımına yaklaşan ilk hareket olduğunu
söylememiz mümkündür. Kadroculara göre yalnızca kendileri gibi düşünenler
gerçek aydınlardır. 56 Kadro’ya göre, uluslararası emperyalist sistemin sömürü
düzenine karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı, atılmış önemli bir adım olarak
değerlendirilmelidir. Kadro, Türkiye’de kapitalizm öncesi sınıfların varlığını
tespit etmiştir. Örneğin Tökin’e göre kapitalizm öncesi sınıflar derebeyleri,
toprak ağaları, köylü müteşebbisler, küçük mülkiyet sahibi üreticiler, ortakçılar,
marabacılar, köy ameleleri, topraksız köylüler ve toprak köleleridir.57 Ekonomik
gücü kim elinde tutarsa politik gelişmelere de o yön verir iddiasından yola çıkan
Kadrocular, özel sektörün sanayileşmedeki rolünün azaltılmasını, hatta devlet
tarafından kontrol edilmesi gerektiğini savunmaktaydılar. Kapitalizm ve
sosyalizm arasında üçüncü bir yolu öneren Kadrocular, bunun için devletin
sanayileşmede öncülük etmesi gerektiğini ve dış ticaretin devlet tekeline
alınmasını önermişlerdir.58 Kadrocular hakkında vurgulanması gereken bir diğer
önemli nokta, tarihsel materyalizmin bir yöntem olarak Türkiye’deki sisteme
uygulanması sonucunda ülkeye özgü yeni bir yapının ortaya çıkacağını iddia
etmeleri ve bu özellikleriyle Batı Avrupa sosyalizminden ayrılmalarıdır. 59
Marx’ın tarihsel materyalizmin bir sonucu olarak sistemin değiştirilmesi
açısından işçi sınıfına atfettiği önemin Batı Avrupa için geçerli olabilecek bir
durum olduğunu işaret eden Kadrocular, esas sorunun Batı emperyalizminin az
gelişmiş ülkeleri sömürmesi olduğunu ve değişimin sömürülen ülkelerin
kendilerince olabileceğini savunmuşlardır. Bu da, sömürülen ülkelerde, sınıf
hareketinden bağımsız olarak gelişen ulusal kurtuluş mücadeleleriyle mümkün
olur demişlerdir.60
Kadrocuların demokrasi kavramına bakışları da ilginç özellikler taşımaktadır.
Şevket Süreyya’nın Kadro’daki yazılarında vurgulanan noktalardan birinin,
demokrasinin bireyin çıkarlarının toplumun çıkarlarının aleyhine işlediği bir
düzen olarak ele alınması olduğunu söyleyen Rukiye Akkaya 61 ; çoğunluğun
aleyhine bir özgürlük yerine çoğunluğun lehine olan her türlü kısıtlamayı meşru
55 Ayhan Orhan, “Tek Partili Yılların Ekonomi-Politiği ve Kadro Hareketi”, Kocaeli Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 1, 2009, s. 131.
56 Süleyman Güngör, Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Yıllarında Politikacı-Aydın İlişkisi, Nobel
Yayınları, Ankara, 2001, s. 106.
57 Mustafa Türkeş, a.g.e., 2009, s. 473.
58 Mustafa Türkeş, a.g.e., 1999, s. 104.
59 Orhan, a.g.m., s. 132.
60 Orhan, a.g.e., s. 134.
61 Rukiye Akkaya, “Kadro Hareketi’nin Değişim ve Demokrasiye Yaklaşımları Üzerine Bir
Değerlendirme”, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 1-4, 2002, s. 214.
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
gören Kadrocuların demokrasiyi de ikinci plana attıklarını iddia eder.
Kadroculara göre değişimin hedefi, toplumu sınıflaşmaya neden olmaksızın,
ekonomik ve kültürel yönden kalkınmış bir ulusa dönüştürmektir.62
Kadrocuların Türk siyasetine getirdikleri en önemli tartışmalardan biri,
Türkeş’e göre, devletin rolü üzerine yaptıkları tartışmadır. Onlara göre,
kapitalizm öncesi feodal toplumlarda devlet toprak sahiplerinin, kapitalist
toplumlarda ise burjuvazinin temsilcisidir. 63 Türkiye ise, o dönem açısından
bakıldığında, henüz kapitalist sistemin kurulmadığı ancak feodal ilişkilerin de
belirleyici olmadığı bir dönemden geçmektedir. Kadro’ya göre Kurtuluş
Savaşı’nı yürüten ekip belirli bir sınıfın temsilcisi de değildir. Bu durum, devletin
dönüştürülmesi için iyi bir fırsat yaratmaktadır. Türkiye’de devletin belirli bir
sınıfı temsil eden bir organ haline gelmesi önlenmeli ve devlet tüm ulusu temsil
eden bir yapıya dönüştürülmelidir. 64 Devletçilik konusunda Aydemir’in şu
tespiti ilginçtir: “Devletçilik, tekelcilik demek değildir. Aynı şekilde, devletin birtakım
işleri ve teşebbüsleri belirli bir zümre veya menfaat sahipleri hesabına kendi himayesi altına
alması da değildir. Böyle devlet müdahalesi iktisadi hayata ancak teknik bir müdahale olur.
Halbuki devletçilik halk yararına ve sosyal fayda hesabına teşebbüs nizamıdır.” 65 Bu
dönüşüm ise, tüm bu süreci idare edebilecek bir aydın sınıfın başta olmasıyla
mümkündür. Aslında Kadrocular, tam da bu misyonu kendilerine
yüklemişlerdir. Kadrocuların bu söyleminden rahatsız olan ve hareketin gittikçe
partiden bağımsızlaştığını düşünen İsmet İnönü, Recep Peker ve ekibi
“gerekiyorsa CHP’ye ideolojiyi biz üretiriz” ifadelerini kullanarak dergiye yüklenmiş
ve derginin imtiyaz sahibi Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Tiran’a büyükelçi
tayin edilmesiyle dergi 1934’te yayın hayatına “kendi isteğiyle” son vermiştir.
Derginin kapanmasını sadece Peker ve İnönü’nun duyduğu rahatsızlığa
bağlamanın yetersiz olduğunu düşünen Türkeş’e göre; derginin kendine ait güç
dayanaklarının çok sınırlı olmasını da bir diğer sebep olarak tanımlar.66 Derginin
okuyucuları genelde bürokrat aydınlardan oluşmaktaydı ve 1933 yılında
CHP’nin kendi yayın organı olarak görülen Ülkü Dergisi’nin yayınlanmaya
başlamasıyla birlikte Kadro’ya duyulan ihtiyaç da ortadan kalkmıştı diyen
Türkeş, derginin yazarlarının yönetici kadroyla karşı karşıya gelme riskini göze
alamamalarının da derginin kapanması sürecinde önemli bir etken olduğunu
vurgular.
Akkaya, a.g.m., s. 215.
Mustafa Türkeş, a.g.e., 1999, s. 119.
64 Mustafa Türkeş, a.g.e., 2009, s. 475.
65 Orhan, a.g.e., s. 136.
66 Mustafa Türkeş, a.g.e., 2009, s. 476.
62
63
127
128
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Muhafazakâr Aydınlar
Cumhuriyetle birlikte muhafazakâr aydınlar da kendilerini ifade etmeye
başlamışlardır. Ancak, ilk dönem Cumhuriyet muhafazakârları kendilerini
muhafazakâr olarak adlandırmaktan çekinmişler ve örneğin Ismayıl Hakkı
Baltacıoğlu gibi, “ananeci” olarak tanımlanmayı tercih etmişlerdir. Nazım İrem’e
göre; “bu çekingenliğe yol açan nedenlerin başında, Kemalist yönetici seçkinlerin her türlü
muhafaza talebini, geleneksel Osmanlı sisteminin siyasal ve sosyal kurumlarını koruma
ve/veya canlandırmaya yönelik irticai talepler olarak görme eğilimleri gelmektedir”.67
İrem’in 68 “cumhuriyetçi muhafazakârlar” olarak tanımladığı bu grubun önde
gelen isimlerinden Peyami Safa’nın yayınladığı Türk Düşüncesi dergisinde
vurguladığı en önemli noktalardan biri, Kemalist moderniteyle birlikte
toplumun neredeyse kaderinin bağlandığı Batı medeniyetinin ne olduğunu tam
olarak anlaşılması gerektiğiydi. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu da bu grubun önde
gelen isimlerindendir ve 1934 yılında yayınlamaya başladığı Yeni Adam dergisi
ile, “cumhuriyetçi muhafazakarların” sesini duyurmuştur. Gökalp’in yazdıklarını
sert bir şekilde eleştiren bu grup, toplumu etkileyen makro yapılardansa gelenekgörenekler gibi mikro yapıların üzerinde durulması gerektiğini savunmuşlardır.
Baltacıoğlu Batıya Doğru eserinde Türkiye’nin kendi kültürünü koruyarak
Batı’nın tekniğini almasını ve bu süreçte medeniyetin bir unsuru olan kültürel
altyapıyı almanın, Gökalp’in iddia ettiği gibi bir ayrımdan ziyade aslında bütün
bir medeniyeti kabullenmek anlamına geldiğinin unutulmaması gerektiğini
vurgulamaktadır. Bu özellikleriyle, İngiliz muhafazakâr söylemine yakın bir
şekilde, değişimin olmasını ancak bunun yavaş bir şekilde hayata geçmesini
savunmaktaydılar.
Sonuç
Sonuç olarak genel bir değerlendirme yapmadan önce, dönemin tek ve nev-i
şahsına münhasır aydını olan Ahmet Ağaoğlu’nun düşüncelerindeki dönüşüme
ve aydınlar hakkındaki genel görüşlerine bakmak bu çalışmada anlatılmaya
çalışılan ana fikri daha net gösterecektir. Ağaoğlu’nun hem Kemalist aydınlarla,
hem muhafazakâr aydınlarla hem Kadrocularla hem de liberal düşünceyle olan
hesaplaşmasının dönemin genel entelektüel havasındaki değişkenliğin görülmesi
açısından önemli olduğu aşikârdır. Ahmet Ağaoğlu, Cumhuriyet’in ilk yıllarında
en değerli ve etkili aydınlardan biriydi. Türk Yurdu dergisinin ve Türk Ocağı’nın
kurucuları arasında yer alan Ağaoğlu, Kurtuluş Savaşı sırasında Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi’nin başyazarı oldu. Ona göre Milli Mücadelenin ideolojik
Nazım İrem, “Kemalist Modernizm ve Türk Gelenekçi-Muhafazakârlığının Kökenleri”,
Toplum ve Bilim, Sayı: 74, 1997, s. 63.
68 Nazım İrem, “Cumhuriyetçi Muhafazakârlık, Seferber Edici Modernlik ve “Diğer Batı”
Düşüncesi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 57, Sayı: 2, 2002, s. 41.
67
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
temelinde milliyetçi, halkçı ve köylücü bir anlayış vardı. 69 Ağaoğlu, halkın
düşüncelerinin ancak aydınlar tarafından doğru bir şekilde dile getirilebileceğini,
eğer iki grup arasında uyum sağlanamazsa azınlıktaki yöneticilerle çoğunluktaki
halk arasında sonu gelmez bir çatışmanın çıkacağını ifade etmiştir. Seçkin ve
seçilmiş azınlığın yönetiminde, çoğunluğun isteklerine göre çalışan bir hükümet
yapısı öneren Ağaoğlu, aydınlara da rehberlik görevi yüklemiştir.70 Üç Medeniyet
isimli eserinde Batı’nın üstünlüğünün topyekûn kabul edilmesi gerektiğini,
reform adı altında Batı’dan bir kavramın alınıp diğerlerinin dışarıda
bırakılmasının tutarlı olmadığını savunmuştur. Gökalp’le devletçilik fikri
üzerinde ciddi bir çatışmaya girmişlerdir. Ağaoğlu, devletin ve bireyin aynı anda
var olabileceğini, bireyciliğin önemini vurgulayan liberal bir aydın olarak hâkim
düşünceden farklılıklar göstermeye başlar. 1926 yılında Atatürk’e sunduğu bir
raporda, CHP’yi ve parti yönetimini devrimleri uygulayamamakla ve ataletle
suçlaması, özellikle İnönü ve ekibi tarafından hiç hoş karşılanmamış ve
“makbul” aydın olarak görülmemeye başlanmıştır. 1930 yılında kurulan Serbest
Cumhuriyet Fırkası’nın ideologu gibi çalışan Ağaoğlu, parti programına liberal
değerleri eklemiştir. Bürokrasinin azaltılması, devletle birey arasındaki ilişkinin
eşitlik ve özgürlük prensiplerine uygun hale getirilmesi gibi program maddeleri
Ağaoğlu’nun kaleminden çıkmıştır. 71 Serbest Fırka’nın kapatılmasından sonra
milletvekilliği de sona eren Ağaoğlu, Kadrocularla ideolojik bir tartışmaya
girmiştir. Kadrocuların devlete yükledikleri görevi sert bir şekilde eleştiren
Ağaoğlu, devletin sadece bireyin tek başına yapamayacağı işlerde devreye
girmesi gerektiğini söyler. Bu söylemini de Kemalist çerçevede geliştirdiğini
sürekli vurgular. Bu özelliğiyle Ağaoğlu, kendisini muhalif bir aydın olarak değil,
fakat liberal-demokrat Kemalist bir aydın olarak konumlandırmaya çalışır. 72
1934 yılında yayımladığı Serbest Fırka isimli eserinde Ağaoğlu “Bizde
Cumhuriyetten en uzak bir alamet bile yoktur. Bizdeki rejim tam manasıyla ve en şiddetli
bir diktatörlüktür ve bunu hepsi, herkes biliyor!” demiştir.73 Ağaoğlu’na göre rejimin
bu niteliği almasının sorumlusu aydınlardır ve aydınlar rejimin oturması için
çalışmak yerine, kendi kişisel çıkarlarının peşinde koşmuşlardır. 1933 yılından
itibaren İstanbul’da çıkartmaya başladığı Akın gazetesini “cumhuriyetçi, halkçı,
laik ve inkılâpçı” olarak tanımlar. 74 Akın gazetesinde de muhalif tutumunu
sürdürmeye devam eden Ağaoğlu, özellikle iktisadi konularda hükümet
Güngör, a.g.e., s. 43.
Güngör, a.g.e., ss. 50-51.
71 Güngör, a.g.e., ss. 56-61.
72 Ahmet Ağaoğlu, Devlet ve Fert. İstanbul: Sanayiinefise Matbaası, 1933, ss. 105-108.
73 Ahmet Ağaoğlu, Serbest Fırka Hatıraları. İstanbul: Nebioğlu Yayınları, 1934, s. 106.
74 Hakkı Uyar, “Ağaoğlu Ahmet’in “Liberal Muhalif” Gazetesi: Akın (1933)”, Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce: Liberalizm, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005, s. 135.
69
70
129
130
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
politikalarını eleştiren pek çok yazı yazmıştır. 75 “Hem üniversitede hoca, hem de o
üniversitenin sahibi olan iktidara muhalif olunmaz” diyen iktidarın üniversitedeki
kürsüsünü elinden almasından hemen sonra gazetenin de yayınına son vermek
zorunda kalmıştır.76 Ağaoğlu’nun tasfiyesi, Cumhuriyet’in ilk döneminde iktidar
ile aydın arasındaki ilişkinin ne durumda olduğunu gözler önüne seren önemli
bir örnektir.
Genel hatlarıyla bakıldığında, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki aydınların genel
özelliği, kurucu ideolojinin seçkinleri olarak daha iyi bir yönetim anlayışı, daha
etkin bir ekonomi politikası, devrimin halka daha etkin ulaşabilmesi için gerekli
yöntemler gibi konularda eserler ortaya koymaları ve temel olarak rejimin
yayılması ve dengelenmesi için çabalıyor olmalarıdır. Bunun dışında elbette
rejimi eleştiren aydınlar da ortaya çıkmış, fakat dönemin konjonktürel yapısı
nedeniyle sesleri daha cılız kalmıştır.
Kaynaklar
AĞAOĞLU Ahmet (1933) Devlet ve Fert, Sanayiinefîse Matbaası, İstanbul.
AĞAOĞLU Ahmet (1934) Serbest Fırka Hatıraları, Nebioğlu Yayınları, İstanbul.
AKKAŞ Hasan Hüseyin (2001) Türk Modernleşme Tarihinde Muhafazakâr Siyasi
Düşünce, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, 3041.
AKKAYA Rukiye (2002) Kadro Hareketi’nin Değişim ve Demokrasiye Yaklaşımları
Üzerine Bir Değerlendirme, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi,
Cilt: 6, Sayı: 1-4, 211-220.
ARSLAN Cumhur (2009) Halil Nimetullah Öztürk, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:
Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul.
BAYDUR Mithat (1997) Demokrasi ve Modernleşme Sürecinde Devletin Sivil
Topluma Baskın Gelmesi ve Kemalizm, Yeni Türkiye Dergisi, Cilt 18, 197-214.
ÇELİK Nur Betül (2009) Kemalizm: Hegemonik Bir Söylem, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce: Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul.
ÇIKLA Selçuk (2007) Türk Edebiyatında Kanon ve İnkılâp Kanonu, Muhafazakâr
Düşünce, Yıl:4, Sayı: 13-14, 47-68.
DEMİRTAŞ Bahattin ve ULUSOY Kadir (2009) Cumhuriyet’in İlk Yıllarında İki
Önemli Kültür Politikası: Halk Evleri ve Millet Mektepleri, Gazi Eğitim Fakültesi
Dergisi Prof. Dr. Reşad Genç Özel Sayısı, Cilt: 29, 1190-1208.
DOĞAN İsmail (2007) Türkiye’de Tek Partili Dönemde Sivil Toplum, Sosyal Bilimler
Araştırma Dergisi, Cilt 9, 1-17.
ERHAT Azra (2003) Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına. Can Yayınları, İstanbul.
75
76
Uyar, a.g.e., 2005, ss. 136-138.
Güngör, a.g.e., ss. 92-96.
Evren ALTINKAŞ, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri
ERŞAN Mesut (2006) Mustafa Kemal Atatürk’ün Batılılaşma Hakkındaki Düşünceleri,
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:8, Sayı:3, 39-49.
ERTEN Bağış ve DOĞAN Görkem (2009) Cumhuriyet’in Cumhuriyet’i: Cumhuriyet
Gazetesi, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul.
GÖRAL Özgür Sevgi (2009) Afet İnan, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul.
GÜNGÖR Süleyman (2001) Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Yıllarında Politikacı-Aydın İlişkisi,
Nobel Yayınları, Ankara.
GÜRSOY Şahin ve ÇAPCIOĞLU İhsan (2006) Bir Türk Düşünürü Olarak Ziya
Gökalp: Hayatı, Kişiliği ve Düşünce Yapısı Üzerine Bir İnceleme, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 47, Sayı: 2, 89-98.
HÜLÜR Himmet ve DEMİRPOLAT Anzavur (1999) Seçkincilik, Aydın Kimliği ve
Süreklilik, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:5, 367-390.
İREM Nazım (1997) Kemalist Modernizm ve Türk Gelenekçi-Muhafazakârlığının
Kökenleri, Toplum ve Bilim, Sayı: 74, 52-101.
İREM Nazım (2002) Cumhuriyetçi Muhafazakarlık, Seferber Edici Modernlik ve “Diğer
Batı” Düşüncesi, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 57, Sayı: 2, 41-60.
İREM Nazım (2004) Jakobenizm-Cumhuriyetçilik Açmazında Kemalist Radikalizm,
Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, Cilt:5, Sayı:2, 1-25.
KARAKOYUNLU Yılmaz (1995) Aydın Geleneğimizin Oluşumu ve Cumhuriyet
Aydınları, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Bağlam Yayınları, İstanbul.
KAYALI Kurtuluş (2002) A. Adnan Adıvar, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme
ve Batıcılık. İletişim Yayınları, İstanbul.
KOÇAK Orhan (2009) 1920’lerden 1970’lere Kültür Politikaları, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce: Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul.
KÖKER Levent (2000) Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İletişim Yayınları, İstanbul.
LEWIS Bernard (1998) Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara.
MERİÇ Nevin (2000) Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi, Kaknüs Yayınları, İstanbul.
ORHAN Ayhan (2009) Tek Partili Yılların Ekonomi-Politiği ve Kadro Hareketi, Kocaeli
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 1, 120-147.
ÖZKAN Hande (2009) Falih Rıfkı Atay, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul.
SAFA Peyami (1996) Türk Inkilabına Bakışlar, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,
Ankara.
TALAY Birsen (2009) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:
Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul.
TÜRKEŞ Mustafa (1999) Kadro Hareketi: Ulusçu Sol Bir Akım, İmge Kitabevi, Ankara.
TÜRKEŞ Mustafa (2009) Kadro Dergisi, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul.
TÜRKEŞ Ömer (2009) Güdük Bir Edebiyat Kanonu, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:
Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul.
UYAR Hakkı (2005) Ağaoğlu Ahmet’in “Liberal Muhalif” Gazetesi: Akın (1933),
Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Liberalizm, İletişim Yayınları, İstanbul.
131
132
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
UYAR Hakkı (2009) Mahmut Esat Bozkurt, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul.
UYAR Hakkı (2009) Necmettin Sadık Sadak, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul.
ÜLKEN Hilmi Ziya (2005) Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul.
ÜNVER Cennet (2009) Şevket Süreyya Aydemir, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:
Kemalizm. İletişim Yayınları, İstanbul.
YEŞİLKAYA Neşe G. (2009) Halkevleri, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm.
İletişim Yayınları, İstanbul.
1926-1956 DÖNEMİ TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA MUSUL SORUNU
Nevin Yazıcı
Başkent Üniversitesi
YAZICI, Nevin, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu. CTAD,
Yıl 7, Sayı 14 (Güz 2011), 133-179.
Bu çalışmada, 1926-1956 yılları arasında Türk dış politikası, Musul sorunu ekseninde,
Türkiye’nin Irak ve Ortadoğu bölge ülkeleriyle, İngiltere ve Batı devletleriyle ilişkileri
çerçevesinde ele alınmıştır. Musul Sorunu çerçevesinde şekillenen diplomatik, siyasî,
ekonomik, sosyo-kültürel sorunları belirleyen temel etken Musul petrolleri, yani
Musul petro-politiğidir. Çalışmada sınırlandırılan tarihsel süreci belirleyen temel etken
ise; Türkiye’nin Musul petrollerinde sahip olduğu hakların geçerli olduğu sürenin
1926-1956 yıllarını kapsamasıdır. Osmanlı Devleti’nden, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ne sorunlu bir miras olarak devredilen Musul petrolleri nedeniyle, 19.
yüzyıldan itibaren büyük güçler arasında egemenlik, denetim altına alma ve imtiyaz
elde etme politikaları çerçevesinde büyük bir rekabet yaşanmıştır. Musul petrollerine
yakınlık, Türkiye-Irak halkları arasındaki kültürel, dinî ve etnik ortaklık, Türkiye’ye
karşı, petrolleri ele geçirmek ya da denetim altına almak isteyen ülkeler tarafından
kaos unsurları olarak kullanılmış; bu durum, Türkiye’ye stratejik bir üstünlük
sağlamakla beraber Türkiye’yi gerek bölgesel, gerekse uluslararası güçlere karşı
potansiyel bir hedef haline getirmiştir.
Bu çalışmada, Türkiye’nin 1926-1956 dönemi dış politikasına yön veren sorunlar,
gerek bölgesel, gerek uluslararası konjonktür çerçevesinde ele alınmış; sorunların
giderilmesi sürecini belirleyen ikili ilişkilere ve imzalanan anlaşmalara yer verilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Musul Sorunu, Türk Dış Politikası, Irak, Petro-politik, 1926 Ankara
Antlaşması
YAZICI, Nevin, The Mosul Question In Turkish Foreign Policy (1926-1956).
CTAD, Year 7, Issue 14 ( Fall 2011 ), 133-179.
This study focuses on the Mosul Question in Turkish foreign policy between 1926
and 1956 within the framework of Turkey’s relations with Iraq, the Middle Eastern
states, England as well as the Western states.The main determinant that shapes the
Mosul question is the oil, in other words the petroleum politics of Mosul. Turkey
enjoyed the right of usage of the oil in Mosul between 1926 and 1956. Due to the oil
resources in Mosul, the problematic heritage of the Ottomans for the Republic of
134
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Turkey, there had been a strong rivalry among the great powers for sovereignty,
dominance and attainment of privileges in the region since the 19th Century. Turkey’s
geographical closeness to the oil resources in Mosul and the common cultural,
religious and ethnic features between Turkish and Iraqi people were used as motives
of provocation and chaotic atmosphere in the area by the great powers to acquire
control over the oil as well as Turkey herself. Such a circumstance helped Turkey
have a strategic superiority on the others whereas it also made the country a potential
target for the external and internal powers. In addition, problems that Turkey
challanged in her foreign policy between 1926 and 1956 are adressed within the
framework of the local and international conjuncture. Moreover, this study refers to
the bileteral relations and the agreements signed that served for the settlement of the
disputes.
Keywords: Mosul Question, Turkish Foreign Policy, Iraq, petropolitics, Angora Treaty
of 1926.
Giriş
Musul, Yukarı Mezopotamya’da, Dicle Nehri’nin batı kıyısında, antik
Ninova kentinin kalıntıları karşısında kurulmuş, 90.370 km2’lik yüzölçümüne
sahip bir yerleşim birimidir.1 Musul, Osmanlı Dönemi’nde idarî taksimat göre; 3
sancak/liva (Musul, Kerkük ve Süleymaniye), 18 kaza, 25 nahiye ve 3 bin
köyden oluşmaktadır.2 I. Dünya Savaşı öncesi 350.000-400.000 civarında olan
Musul Vilayeti’ndeki nüfusun yaklaşık %90’ını Müslümanlar, Müslüman
nüfusun %97’sini de Sünnîler oluşturmaktaydı. Etnik olarak, toplam nüfusun
%55-60’ını Kürtler, %10-15’ini Türkler, %10-15’ini Araplar, %4-5’ini
Hıristiyanlar, %1-2’sini Yahudiler meydana getirmekteydi. Ancak, İngiltere’nin
bölgeye ait çıkarlarının belirmesiyle birlikte yapılan nüfus sayımlarında, Arap ve
Gayrimüslim nüfusun miktarı abartılmış, Türk ve Kürt nüfusu gerçek sayı ve
oranların çok altında gösterilmiştir.3
Dünya hâkimiyeti stratejilerinin değişimi ve en nihayet “enerji kaynaklarına
hâkim olan dünyaya hâkim olur”4 fikrine istinaden; Ortadoğu, “etnisitenin bir
1 Besim Darkot, “Irak”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1950, C.V/2, s. 667–670. 34˚-15’ ve 37˚15’ kuzey meridyenleri arasında yer alan Musul’un batısında Suriye, doğusunda İran ve kuzeyinde
Türkiye bulunmaktadır. Türkiye ile 305 km. olan sınır hattı, Hakkari ve Şırnak illeri ile çevrilidir.
2 Abdurrahman Şeref Efendi, Coğrafya-i Umûmi, İstanbul, 1895, s. 195; Tuncer Baykara,
Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş, Ankara, 1988, s. 136-139; İhsan Şerif Kaymaz, Musul Sorunu,
Petrol ve Kürt Sorunları İle Bağlantılı Tarihsel ve Siyasal Bir İnceleme, Otopsi Yayınları, İstanbul, 2003, s.
20-21; Nilüfer Bayatlı, XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti, Ankara, 1999, s. 33-138; Ahmet Gündüz,
Osmanlı İdaresinde Musul (1523-1639), Elazığ, 2003, s. 233-252; Arzu Terzi, Bağdat-Musul’da
Paylaşılamayan Miras: Petrol ve Arazi (1876-1909), İstanbul, 2007, s. 44.
3 Kaymaz, age., s. 28-29.
4 Armağan Kuloğlu-F. Elif Saklaya, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz,
Sayı 48, ASAM Yayınları, Ankara, Nisan 2004, s. 25.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
müdâhale aracı olarak” en ziyade kullanıldığı bir coğrafya olmuştur. Üstelik 19.
yüzyıldan itibaren milliyetçilik akımlarının ve müteakiben 20. yüzyılın kimlik
politikalarının ön plana çıktığı siyasal süreç, Musul sorununa eklemlenecek
“Hıristiyan unsurlar (özellikle Nesturiler / Nasturiler)”, “Ermeni unsurlar” ve “Kürt
unsurlar” başlığı altında sorunları da belirlemiştir. Bu durum, Musul’un
barındırdığı etnik ve dinî farklılıkların, Musul petrollerine sahip olmak isteyen
bölge dışı güçler tarafından sürekli bir gerilim unsuru olarak kullanılmasına ve
bu güçlerin “demokratik yapının gelişmesine hizmet” söylemiyle bölgeye
müdahalelerine zemin hazırlamıştır.
1926’da Türkiye-Irak sınırı, büyük güçlerin isteklerine uygun olarak,
uluslararası hukuk göz ardı edilerek ve yerel toprak örgütlenmeleri dikkate
alınmadan çizilmiştir. Belirlenen sınır, taraflar arasında etnik, dinî, ekonomik ve
stratejik nedenlerle birtakım sorunların yaşanmasına ve sınırda istikrarın
sağlanamamasına neden olmuştur. Sınırın kuzeyinde ve güneyinde mevcut etnik
devamlılık, sınırın istikrarsızlaşmasında önemli bir etken olmuştur. Diğer
taraftan sınırın kuzeyindeki ve güneyindeki aşiretlerin ekonomik hareketliliği de
sorun oluşturmaktadır. Musul Vilayeti’nin petrol kaynakları bakımından zengin
olması, bölgeyi dış güçlerin ilgi odağı haline getirmekte ve bölgedeki etnik
grupların çatışmasına zemin hazırlamaktadır. Sınırın kuzey kısmı dağlık
alanlardan, güney kısmı, yani Musul Vilayeti, tarıma elverişli alanlardan
oluşmaktadır. Ekonomik anlamda bir bütün olarak var olabilecek olan bölgenin
ikiye ayrılmasıyla; ticareti ve ulaşımı engelleyen bir durum ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak, sınırın iki yakasındaki halkın yaşamak için birbirlerine bağımlı hale
gelmesiyle eşkıyalık ve kaçakçılık faaliyetleri artmıştır.5
Uzun süre Türk idaresinde kalan Musul bölgesinde yaşayan insanların pek
çok özelliği, Anadolu insanı ile benzerlikler taşımaktadır. Ancak bölge dışı
güçlerin uyguladıkları ayrımlaştırma politikası ve bölgedeki aşiret düzenine
dayalı toplumsal yapı, giderek mevcut olan benzerlikleri ve ortaklıkları çatışma
ve kaos sürecine taşımıştır.
Türkiye ile Irak, bulundukları coğrafyada birbirlerini tamamlayan ve adeta
buna mecbur olan iki komşu ülkedir. Irak, Fırat ve Dicle gibi ortak nehirlerle
Türkiye’ye bağlı, Anadolu’nun tabii bir uzantısıdır. Bu durum, aynı zamanda
iktisadî ve ulaşım açısından da bağımlılığı beraberinde getirmiş, hatta tarih
boyunca da böyle olmuş ve olmaya da devam edecektir.
Tarihî Süreçte Musul Petro-politiği
“Etnik, dinî ve politik farklılıkları barındırmasından ve üç kıta arasında geçiş
güzergâhı üzerinde bulunmasından dolayı tarihin her döneminde önemini
koruyan Ortadoğu coğrafyasındaki Irak toprakları, jeopolitik öneme sahiptir.
5
Mesut Özcan, Sorunlu Miras Irak, Küre Yayınları, İstanbul, 2003, s. 107.
135
136
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Musul Vilayeti (Irak’ın Kuzeyi), Irak’ın kontrol edilmesini, Irak’ın kontrol
edilmesi, Körfez bölgesinin kontrol edilmesini, Körfez bölgesinin kontrol
edilmesi ise Ortadoğu’nun kontrol edilmesini sağlar. Ortadoğu Bölgesi, Afrika,
Asya, Avrupa kıtalarının kesiştiği bir coğrafyada yer almaktadır ve bu kıtalar
arası kavşak noktası konumundadır. Bu bölgeyi kontrol etmek, Basra Körfezi’ni,
Ortadoğu’yu, Kafkasları, Karadeniz’i, Orta Asya’yı ve Doğu Akdeniz’i kontrol
etmek anlamını taşımaktadır.”6
Irak, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %10’unu barındırmaktadır ve bu
rezervlerin %20’si kuzey Irak’ta, yani Musul Vilayeti’nde yer almaktadır. Bu
bilgiden hareketle, Musul sorunu çerçevesinde şekillenen diplomatik, siyasî,
ekonomik, sosyo-kültürel sorunları belirleyen temel etkenin Musul petrolleri,
yani Musul petro-politiği olduğunu söyleyebiliriz.
Musul petro-politiği, 19. yüzyıldan itibaren büyük güçler arasında egemenlik,
denetim altına alma ve imtiyaz elde etme politikaları çerçevesinde büyük bir
rekabetin yaşanmasına neden olmuştur. Alman-İngiliz-Hollanda-Amerikan
çıkarlarını temsil eden şirketler, “Bağdat Demiryolu projesi” adı altında,
demiryollarının inşası vesilesiyle petrol arama ayrıcalığı elde etmek üzere
harekete geçmişlerdir. Özellikle İngiliz William Knox D’Arcy grubu ile Alman
Deutsche Bank grubu, bu rekabetin en önemli aktörleri olmuşlardır.7
II. Abdülhamit Dönemi’nde artan Alman nüfûzu, Bağdat Demiryolu’nun
inşasında ve bölge petrolünü ele geçirme rekabetinde ilk sırada yerini alacaktır.
Deutche Bank’ın egemen olduğu bir şirket olan Anadolu Demiryolları Şirketi,
27 Kasım 1899’da, diğer şirketleri geride bırakarak, Anadolu’daki demiryollarını,
Konya’dan Bağdat’a kadar uzatma ayrıcalığını elde etmiştir. 8 1904 yılında
Anadolu Demiryolları Şirketi, Osmanlı Devleti ile Bağdat ve Musul
vilayetlerinde petrol arama antlaşması imzalamış; ancak sözleşme koşullarına
uyulmadığı gerekçesi ile bu anlaşma, II. Abdülhamit tarafından 1906 yılında
feshedilmiştir.9 Deutsche Bank’ın temsil ettiği gruba, 1907’de Hollanda-İngiltere
ortaklığı olan Royal-Dutch / Shell grubunun da katıldığını görmekteyiz. Bu
Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, Sabah Kitapları, İstanbul, 1988, s. 41-53.
Nebil İlseven, “Petrol Sorunu”, Ortadoğu Sorunları ve Türkiye, Ed: Haluk Ülman, Türkiye
Sosyal Ekonomik Çalışmalar Vakfı Yayını, Ankara, 1991, s. 79.
8 Edward Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, Milliyet Yay, 1972, s. 67-72; İlber Ortaylı,
Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Kaynak Yay, 1983, s. 107; Bilmez Bülent Can,
Demiryolundan Petrole Chester Projesi (1908–1923), Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000, s. 105;
Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, ( Yayıncı Yok), Ankara, 2003, s. 57, 82;
Volkan Ş. Ediger, Osmanlı’da Neft ve Petrol, (Yayıncı Yok), Ankara, 2005, s. 175-195; Stephen
Hemsley Longrigg, Iraq 1900 to 1950, A Political, Social and Economic History, Oxford University
Press, 1968, s. 27; Azmi Süslü, “Osmanlı İmparatorluğu’nu Paylaşma Projeleri”, Belleten, C.
XLVII, Sayı 187, s. 746-774.
9 Uluğbay, age., s. 87; Ediger, age., s. 213-223; Şükrü Sina Gürel, Ortadoğu Petrolünün Uluslararası
Politikadaki Yeri, Ankara Üniversitesi Yay., Ankara, 1979, s. 55.
6
7
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
sırada D’Arcy, sahibi olduğu Anglo Persian Oil Company aracılığı ile petrol
imtiyazları için Osmanlı Devleti ile görüşmeler yapmış ve bu görüşmeler, İngiliz
Büyükelçiliği tarafından da tam anlamıyla destek görmüştür. Bu yarışa Amiral
Colby M.Chester’in10 temsil ettiği bir Amerikan grubu da, Ottoman-American
Development Company adıyla katılmıştır.
1908’de İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidara gelmesiyle, Hazine-i Hassa
tasarrufunda bulunan mülkler ve haklar petrol arama izni de dâhil olmak üzere
Hazine-i Hassa’dan alınıp, Devlet Hazinesi’ne devredilmiştir. Musul ve Bağdat
vilayetleri dâhilindeki petrol hakları da buna dâhil edilmiştir. Osmanlı
Devleti’nin içinde bulunduğu siyasî belirsizlik ve Amerikan rekabeti neticesinde,
Avrupalı şirketler ortaklık kurma yoluna gitmişlerdir. Bu işbirliğinin
sağlanmasında Ernest Cassel’in ve C. S. Gülbenkyan’ın yönetimindeki bir İngiliz
bankası olan National Bank of Turkey önemli bir rol oynamıştır. National Bank
of Turkey, 1911 yılında Londra’da sermayesinin %35’i kendisine, %25’i
Deutsche Bank’a, %25’i Royal-Dutch / Shell’in bir yan kuruluşu olan AngloSaxon Petroleum Company’ye, %15’i Gülbenkyan’a ait olan African and
Eastern Concessions Ltd. adlı konsorsiyumun kurulmasına öncülük etmiştir. Bu
konsorsiyum, 23 Ekim 1912’de, Turkish Petroleum Company olarak adını
değiştirmiştir. Petrolün İngiltere donanması için önemini belirten 1913 tarihli
İngiliz Donanma Bakanlığı’nın hazırladığı rapor, İngiliz Hükümeti’ni TPC 11
hisselerinin çoğunu denetim altına almak için harekete geçirmiştir. Böylece
Gülbenkyan ve National Bank of Turkey’in hisseleri, Anglo-Persian Oil
Company’e devredilmiştir. 19 Mart 1914’te, Osmanlı sadrazamının da imzaladığı
Foreign Office Anlaşması 12 ile TPC’nin kuruluşu sağlanmış ve D’Arcy
grubunun %50, Deutsche Bank ve Anglo-Saxon Petroleum Company’ninin
%25’er pay ile katıldıkları bir ortaklık haline gelmiştir. 13 Bu ortaklıkta
10 Chester Projesi: Osmanlı-Amerikan Kalkınma Şirketi’nin inşa edeceği demiryolunu 99 yıl
süreyle işletecek; hattın her iki kenarındaki 20’şer km’lik alandaki madenleri işletme hakkına sahip
olacaklardı. Ana hat Sivas’tan Samsun’a, Harput-Ergani-Musul-Kerkük üzerinden Süleymaniye’ye,
Bitlis üzerinden Van’a, Halep üzerinde Akdeniz’e ulaşacaktı. Bu proje tekrar Lozan görüşmeleri
sırasında gündeme gelecek olup; Amerikan Hükümeti’nden beklenen desteği görmediği için
hayata geçemeyecektir. Bkz. Jhon DeNovo, American Interests and Politics in the Middle East 19001039, Minesota University Press, 1963, s. 61; Can, age., s .113-120; Uluğbay, age., s. 96; Ediger,
age., s. 266.
11 TPC: Turkish Petroleum Company.
12Foreign Office Anlaşması: TPC, arama, deneme ve petrol sahası belirleme ile uğraşacak ve
kuracağı işletme şirketleri kanalıyla da elde etiği ayrıcalık alanında üretim yapacaktır. Bu işletme
şirketlerinin tüm sermayesi TPC’ye ait olacak, dışarıdan ortak alınmayacaktır. Şirket ortaklarına
Mısır, Kuveyt ve İran’dan aktarılan bölgeler hariç Osmanlı topraklarında petrol ayrıcalığı alma ve
işletme hakkı tanınmıştır (Mısır, İngiliz himayesindedir. Kuveyt ise topraklarındaki petrolü
İngiltere emrine tahsis etmek üzere taahhütte bulunmuştur ve İran’da ise D’Arcy grubu etkindir).
Bkz. Uluğbay, age., s. 208-211.
13 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi,Cilt II (Trablusgarp ve Balkan Savaşları, Osmanlı
Asyası’nın Paylaşılması İçin Anlaşmalar, Kısım: III (Paylaşımlar),TTK Yay., Ankara, 1991, s. 360-365.
137
138
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Gülbenkyan’a, D’Arcy grubu ve Deutsche Bank’ın hisselerinden %5
veriliyordu. 14 20 Mayıs 1914’te, Anglo-Persian Oil Company’nin hisselerinin
%51’i İngiltere tarafından satın alınmış, böylece İngiltere, hem bu şirketi, hem
de TPC’yi doğrudan denetimi altına almıştır.
I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Deutsche Bank’ın TPC’deki %25’lik
payına “düşman mal varlığı” olarak el koymuştur. İngiltere ve Fransa arasında
Dünya petrol anlaşması olarak kabul edilen San Remo Anlaşması, 20 Nisan
1920’de imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Fransa’ya TPC’den %25 oranında hisse
verilmiştir. Irak’ın İngiliz mandası altında kalması kaydıyla TPC veya onun
yerini alacak şirketin Osmanlı Devleti’nden sağladığı imtiyazların aynen
tanınmasına, şirketin daima İngiliz sermayesi kontrolünde olmasına, TPC’deki
sermayenin %25 Fransa, %55 İngiltere ve %20 yerel devlet payı olarak tespitine
karar verilmiştir.15
I. Dünya Savaşı sonunda ise İngiltere, Irak’ta manda yönetimi kurmuştur.
Irak’taki İngiliz manda yönetimi, Türkiye’nin Turkish Petroleum Company’deki
petrol imtiyazlarını belirsiz ve çatışmalı bir sürece taşımıştır. Lozan Konferansı,
20 Kasım 1922’de başlamış, Musul ve Türkiye-Irak sınırı konusu konferans
gündemi dışında, ikili görüşmelerde tartışılmıştır.16 İkili görüşmelerde çözüm
arayışı, 23 Ocak 1923’e kadar sürmüş, ancak bir netice elde edilememiştir. 17
Ülke ve Askerlik Komisyonu’nun 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda Musul
sorunu ele alınmıştır. Bu oturumda İsmet Paşa, Türkiye’nin, Musul’u bir başka
14 Gülbenkyan, “Bay Yüzde Beş” ismini bu hisseden dolayı almıştır. Gülbenkyan, Ermeni
asıllı Osmanlı vatandaşı olup, petrol işleriyle uğraşan bir aileden gelmektedir. Eğitimi sırasında
petrol konusunda yapmış olduğu çalışmalar kendisine uluslararası bir ün sağlamıştır. Osmanlı
Hükümeti adına Mezopotamya petrolleri ile ilgili hazırladığı bir rapor mevcuttur. Daha sonra
İngiltere’deki çeşitli petrol sermayedarları ve şirketleri ile bağlantılar kurmuş, Mezopotamya
petrollerinin kullanım hakkını İngiltere lehine düzenlemiş ve TPC’nin kuruluşu ve hisselerin
düzenlenmesinde aracılık yapmıştır. Bkz. Daniel Yergin, Petrol, Para ve Güç Çatışmasının Epik
Öyküsü, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1999, s. 240-242; Ediger, age., s. 300-312; İlhan
Murad, “Gülbenkyan’dan Talabaniye”, Zaman, 29 Temmuz 1992, s. 2; Uluğbay, age., Ankara,
2008, s. 431, Ek. 15.
15Earle, age., s. 67-72; İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Kaynak Yayınları,
İstanbul, 1983, s. 107; Can, age., s. 105, 113-120; Uluğbay, age., s. 208-211, 283; Ediger, age., s. 300327; S. H. Longrigg, Oil in the Middle East, Oxford University Press, London, 1968, s. 25-32;
Gürel, age., s. 54-57; Denovo, age., s. 61-72; Arzu Terzi, “Bağdat-Musul Petrolleri Üzerine Bir
Değerlendirme”, Irak Dosyası II, İstanbul, 2003, s. 354-357; William Stivers, Supremacy of Oil: Iraq,
Turkey and the Anglo-American World Order (1918-1930), London, 1982, s. 87-93; Charles Tripp, A
History of Iraq, Cambridge Universiy Press, 2002, s. 58-63.
16 Bilal N. Şimşir, Lozan Telgrafları, Cilt I (1922–1923), TTK, Ankara, s. 344.
17 Age, s. 136-137, 145-149, 179, 197, 224, 237, 270, 284, 288-289; Selahi Sonyel, Türk Kurtuluş
Savaşı ve Dış Politika, C. II, TTK Yayınevi, Ankara, 1991, s. 308; Ali Naci Karacan, Lozan
Konferansı ve İsmet Paşa, İstanbul, 1943, s. 168; Mim Kemal Öke, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerinde
Musul ve Kürdistan Sorunu, (1918-1926), Türk Dünyası Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1992,
s. 194-195; Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı: Belgeler, C. I, Ankara, 1978, s. 342-377; Yaşayan
Lozan, Çağrı Erhan (Ed), T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2003, s. 146-147.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
devlete bırakmak istemeyişinin sebeplerini; etnik, siyasî, tarihî, askerî ve
ekonomik açıdan anlatmış ve İngiliz tezini temellendiren gerekçelerin
yetersizliğini ortaya koymuştur.18
Lozan görüşmelerinde, tarafların konu hakkında farklı çözüm önerileri ileri
sürmesi, süreci kesintiye uğratmıştır. 19 Konferansın resmî oturumları son
bulmuşsa da, diplomatik görüşmeleri sürdüren İsmet Paşa, Sovyet Rusya’nın
olası bir savaşta Türkiye’nin yanında yer almayacağını ve İtilaf Devletleri’nin,
Musul’un konferans dışı bırakılması yönündeki tavsiyelerini de dikkate alarak;
Ankara Hükümeti’ne, barışa ulaşabilmek için Musul konusunda İngilizler ile
mutlaka uzlaşılması gerektiğini bildirmiştir. Ankara Hükümeti’nin tavrı, uzlaşı
yönünde değişmiş ve İsmet Paşa, Lord Curzon ile 4 Şubat1923 tarihinde bir
araya gelmiş ve görüşmelerde; “Musul’un bir yıl içinde taraflar arasında çözüme
kavuşturulması ve başarılı olunamazsa meselenin Milletler Cemiyeti’ne sevk
edilmesi kararı” taraflarca kabul edilmiştir. İsmet Paşa’nın imzasıyla konferansa
katılan devletlerin dışişleri bakanlarına hitaben kaleme alınan 8 Mart 1923 tarihli
nota ve barış antlaşması tasarısıyla, Musul, konferans programından
çıkarılmıştır.20
Lozan Konferansı’nın ikinci tur görüşmeleri 23 Nisan 1923’te başlamış,
İngiltere’yi bu turda temsil eden Horace Rumbold, 8 Mart 1923 tarihli antlaşma
taslağında birtakım değişiklikler talep etmiştir. Türkiye’nin kabul ettiği bu
değişikliklerle; Milletler Cemiyeti Konseyi’nin statüsü, uzlaştırma komisyonu
düzeyinden hakem düzeyine yükseltilmiş, ikili görüşmelerin süresi 12 aydan, 9
aya indirilmiş, ikili görüşmelerin başlangıç tarihi, Anlaşma’nın yürürlüğe gireceği
tarihten; İstanbul ve Doğu Trakya’nın boşaltılacağı tarihe çekilmiştir.21
Türkiye ile İngiltere arasında çözüm arayışları devam ederken, ABDİngiltere arasında Musul petrolleri üzerindeki rekabet yoğunlaşmıştır. 1 Şubat
1923’te, ABD’den, Lord Curzon’a gelen yazıda şöyle denilmektedir; “İngiliz
Hükümeti’nin Türk Petrol Şirketi’nin Osmanlı Devleti’nden elde ettiği petrol
imtiyazlarının geçerli olduğu şeklindeki açıklamasının kabul edilmeyeceği,
imtiyazların geçersiz olduğu ve konunun gerekirse bir hakeme götürüleceği…”.
Ayrıca, ABD, İngiliz Hükümeti’ne Mezopotamya petrolüne ilişkin yapılan
düzenlemelerin, “açık kapı” ilkesine aykırı olduğunu bildiren sert notalar
18 Milletler Cemiyeti Belgelerinden Musul Kerkük Sorunu ve Kürdistan’ın Paylaşımı, (Haz. Hasan
Hüseyin Yıldırım), İstanbul, 1991, s. 157-170; Meray, age., s. 342-377; Yaşayan Lozan, s. 145-147;
Öke, age., s. 192-199; Kaymaz, age., s. 269-279; Uluğbay, age., Ayraç Yayınları, Ankara, 2003, s.
363-373; Şimşir, age,.. s. 342-375; B. Şimşir, Türk-Irak İlişkilerinde Türkmen Sorunu, Bilgi Yayınevi,
Ankara, 2004, s. 52-56.
19 Kaymaz, age., s. 281-287; Öke, age., s. 194-199; Uluğbay, age., s. 396-407, Şimşir, age, s. 469470; T.B.M.M.G.C.Z., C. III, Devre 1, İçtimâ 3, 6 Mart 1922-27 Şubat 1923, TBMM Basımevi,
Ankara, 1980, s. 1238-1239, 1243, 1256-1259, 1266-1267.
20 Kaymaz, age., s. 287-292; Yaşayan Lozan…, s. 158-160.
21 Kaymaz, age., s. 303-305, 310; Stivers, age., p. 292.
139
140
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
verecektir. Diğer taraftan, II. Abdülhamid’in varislerinin petrol imtiyazlarının
savunulması konusunda, İngiltere, Fransa ve ABD arasında ciddî bir rekabet
yaşanmıştır.22
Lozan’da birinci tur görüşmelerin kesildiği dönemde, Ocak 1923’ten itibaren
TBMM komisyonlarında incelenmekte olan Chester Projesi, 9 Nisan 1923’te,
“Şarkî Anadolu Demiryolları’na Dair Kanun” adıyla onaylanmıştır. Böylece
Türkiye, Musul meselesine karşı güçlü bir ittifak için adım atmıştır. Ancak, proje
yürürlüğe girmeyecek ve ABD Hükümeti’nce de destek görmeyecektir.23
İngiltere ile Türkiye arasında, Musul meselesi ile ilgili ikili görüşme, 19 Mayıs
1924’te, İstanbul’da Haliç Konferansı adı altında başlamıştır. 24 Konferansta,
Türkiye’yi Ali Fethi Okyar temsil etmiş ve Lozan’da İsmet Paşa’nın öne sürdüğü
tezler yinelenmiştir. İngiltere’yi temsil eden Sir Percy Cox ise, meselenin Musul
ile sınırlı olmadığını, Türkiye-Irak sınırını tarif ederken, Hakkâri ilinin
Beytüşşebap, Çölemerik (Hakkâri il merkezinin eski adı) ve Revanduz
kazalarının da Nasturi25 yurdu olarak Irak’a terk edilmesini istemiştir. İngiltere,
Türkiye’nin Musul Vilayeti’nde referandum yapılması önerisini reddetmiştir.
Konferans, 5 Haziran’da sonuca ulaşamadan dağılmıştır.26
İngiltere, Lozan Antlaşması’nı, 6 Ağustos 1924’te onaylamış ve Musul
meselesinin çözümü için Milletler Cemiyeti’ne başvuruda bulunmuştur.27 Musul
meselesinin Milletler Cemiyeti’ne taşındığı günün ertesinde, yani 7 Ağustos
1924’te, Hakkari’de, Musul Vilayeti’nin olası bir Türk Ordusu tarafından işgalini
engellemek amacıyla ve Nasturilere baskı yapıldığı şeklindeki İngiliz tezini
desteklemek üzere, Nasturi İsyanı çıkarılmıştır.28
Milletler Cemiyeti Musul Araştırma Komisyonu 29 , 11 Şubat 1925’te
çalışmalarına başlamış, iki gün sonra, 13 Şubat 1925’te, Şeyh Sait İsyanı
çıkmıştır. Komisyonun Musul’daki incelemeleri, bu isyanın gölgesinde
Öke, age., s. 200-203;Uluğbay, age., s. 395-396.
Can, age., s. 267-336; Uluğbay, age., s. 410-414; Kaymaz, age., s. 302.
24 Meray, age., s. 355.
25 Nesturi, Nasturi ve Asirian olarak kaynaklarda yer almaktadır.
26 Uluğbay, age., s. 423; Kaymaz, age., s. 358; Öke, age., s. 234-242; Yaşayan Lozan…, s. 160161; Şimşir, age., s. 56-58; Kürkçüoğlu, age., s. 290; Suphi Saatçi, Tarihten Günümüze Irak
Türkmenleri, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2007, s. 163-165.
27 Aslında İngiltere, dokuz aylık sürenin dolduğu 5.7.1924 tarihinde, Milletler Cemiyeti’ne
başvuracağını bir nota ile Türkiye’ye bildirmiş; Türkiye ise henüz yürürlüğe girmemiş bir
antlaşmanın hükümlerine dayanılarak hareket edilmeyeceğini ifade etmiştir. Bunun üzerine
İngiltere Lozan Antlaşması’nı 6 ağustos 1924’te onaylamıştır. Bkz. Kaymaz, age., s. 380-383.
28 Detaylı bilgi için bkz. Suat Akgül, Musul Sorunu ve Nasturi İsyanı, Berikan Yayınları, Ankara,
2004.
29 Komisyon üyeleri: İsveç’in Bükreş Elçisi Wirsen, Belçika Ordusu’ndan emekli Albay Albert
Paulis, coğrafya uzmanı eski Macaristan Başbakanı Kont Teleki’den oluşmaktaydı. Bkz. Kaymaz,
age., s. 424; Öke, age., s. 260.
22
23
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
gerçekleşmiş, Şeyh Sait İsyanı, Musul’un, İngiliz mandası altındaki Irak’a
bırakılmasını kolaylaştırmıştır.30
Bu arada, Musul’un statüsü henüz belirlenmemiş olmasına rağmen, Irak
Hükümeti, 14 Mart 1925’te, TPC (Türk Petrol Şirketi)’ye, 75 yıl sürecek petrol
ayrıcalıkları tanımıştır.
Milletler Cemiyeti Musul Araştırma Komisyonu, Türkiye-Irak sınırı
hakkındaki kararını, 14 Aralık 1925’te açıklamıştır. Komisyonun raporuna göre;
Musul’daki Arapların büyük bir kısmı Türkiye’ye katılma arzusu içindedir ve
Kürt eşrafı ve ayanı olmasa bile Kürt halkının büyük çoğunluğu da Türkiye
yanlısıdır. Musul’daki Türklerin tutumu zaten belliydi. Hıristiyan ve Yezidiler ise
Irak’tan yanaydı.31 Özetle, rapor, Musul’un ekonomik açıdan Irak’a, siyasî açıdan
Türkiye’ye bağlanması gerektiğini belirtmekte, halkın eğiliminde zaman zaman
meydana gelen değişkenlik sebebiyle de Musul’un taksimini önermekteydi.32
Milletler Cemiyeti Konseyi, raporu esas alarak, Brüksel Hattı’nın33 kuzeyini
Türkiye’ye, güneyini Irak’a bırakmıştı.34 Yani, Musul Vilayeti, Irak’a bırakılmış
ve İngiltere’nin Irak’taki manda rejiminin süresi 25 yıla uzatılmıştır. Bunun yanı
sıra, İngiliz Hükümeti, bölgedeki Kürt halkını koruyacak idarî önlemler
alacaktı.35 İngiltere, Irak ile 13 Ocak 1926’da, geçerlilik süresi 25 yıl olmak üzere
bir antlaşma yapmış ve Türkiye ile ikili görüşmelere başlamıştır.
Bu süreçte, Türkiye’nin tam bir siyasî yalnızlık içinde olması, Sovyet
Rusya’nın tarafsız tutumu, İtalya ve Fransa’nın Türkiye üzerindeki artan
baskıları, Türkiye’nin İngiltere ile uzlaşma sürecini hızlandırmıştır. Uzun süren
pazarlık sürecinin sonunda, Türkiye-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri
Antlaşması; 5 Haziran 1926’da Ankara’da imzalanmıştır.36
30 Kaymaz, age., s. 468-469; Uluğbay, age., 2003, s. 431-433; Uğur Mumcu, Kürt-İslam
Ayaklanması (1919-1925), İstanbul, 1991, s. 56; Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar
(1924-1938), Ankara, 1972, s. 88; Abdühaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, 1993, s. 390395.
31 Öke, age., s. 155.
32 Age., s. 157-158.
33 Bkz. İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), C. I, Türk Tarih Kurumu
Yayını, Ankara, 1983, s. 314-317; Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100
Belge), 1919-1923, C. II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994, s. 421-428.
34 Kemal Melek, İngiliz Belgeleriyle Musul Sorunu 1890–1926, İstanbul, 1983, s. 50.
35 Kaymaz, age., s. 554-558; Öke, age., s. 290-297.
36 Antlaşma; “Türkiye ile Irak arasındaki Sınır” (1-5 Madde), “İyi Komşuluk İlişkileri” (6-13
Madde), “Genel Hükümler” (14-17 Madde) başlıklarından oluşmaktadır. Ayrıca Tevfik Rüştü
Bey’e Antlaşmanın 14. maddesiyle ilgili verilmiş bir de nota mevcuttur. Bkz. Soysal, age., s. 304317; Jacob Colleman Hurrewitz, Diplomacy in The Middle East (1914-1956), USA, 1956, p. 144-146;
Düstur, III. Tertip, C. 14, Devlet Matbası, Ankara, 1953, s. 238; “Musul Muâhedesi’nin Metni”,
Cumhuriyet, 7 Haziran 1926; “Türkiye, İngiltere ve Irak Arasında Hudûd ve Münâsebât-ı
Hemcivâri Mu’âhedenâmesi’nin Metni”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Haziran 1926.
141
142
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Ankara Antlaşması ile Türkiye-Irak sınırı belirlenmiş ve Musul petrollerinden
Türkiye’ye 25 yıl boyunca %10 hisse ödenmesi kararlaştırılmıştır. Anlaşmaya
koyduğu ek bir protokolle İngiltere, petrol hisseleri karşılığında Türkiye’ye 500
bin pound ödemeyi teklif etmiştir. Ancak Türkiye, 500 bin poundluk öneriyi
kabul etmemiş, Musul petrollerinden 25 yıl süreyle %10 hisse almayı
sürdürmüştür.37
Türkiye’nin Musul petrollerinde sahip olduğu imtiyazların 25 yıllık süresinin,
1926 yılında başlaması halinde, 1951’de bitmesi gerekmektedir. Oysa Türkiye’ye
bu imtiyazlardan dolayı ilk ödeme 1931 yılında başlamıştır ve 25 yıllık sürenin
1956’da son bulması gerekmektedir.38
Türkiye bu süreçte petroller üzerinde sahip olduğu hisseyi hakkıyla alabilmiş
değildir. Bunun nedenleri; hakların zaman aşımına uğratılma çabası, petrol
üretiminin düşük gösterilmesi ve Türkiye’nin petro-politik süreci doğru
yönetememesi olarak sıralanabilir.39 Bu çerçevede, Musul petro-politiği, 19261956 dönemi Türk dış politikasını belirlemiş ve yön vermiştir.
Türk Dış Politikasında Musul Sorunu (1926-1956)
1926-1956 dönemi Türk dış politikasında, Türkiye’nin Irak ve Ortadoğu
ülkeleriyle, İngiltere ve Batı devletleriyle ilişkilerinin merkezinde Musul sorunu
yer almaktadır. Bu dönem, Atatürk Dönemi, İnönü Dönemi ve Demokrat Parti
Dönemi olarak üç bölümde ele alınacaktır.
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası ve Musul Sorunu (1926-1938)
Atatürk Dönemi Türk dış politikasını, yeni Türk Devleti’nin ulusal-üniterbağımsız yapısının korunmasına hizmet etmek kaydıyla, Lozan dengesinin
sürdürülmesi ve uluslararası konjonktürdeki gelişmeler çerçevesinde Misak-ı
Milli sınırlarına ulaşmak olarak tanımlayabiliriz.
Bu dönemde, Türkiye, uluslararası alandaki tüm gelişmelerle ilgilenmekle
beraber, esas olarak, Lozan’dan kalan bazı pürüzlerin çözümüyle uğraşmıştır.
Özellikle Musul sorununun çözümü, Türkiye-İngiltere ilişkilerinin ve dolayısıyla
Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin gelişmesinde belirleyici olmuştur.
Türkiye’nin Musul Vilayeti üzerindeki haklarından vazgeçmek zorunda
kalmasını belirleyen temel etken, Musul’daki petrol rezervleri ve Türkiye’nin
meselenin çözümü sürecinde yaşadığı siyasî yalnızlıktır.
37 Nevin Yazıcı, Petrol Çerçevesinde Musul Sorunu (1926-1955), Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2010,
s. 59-62.
38 Age., s. 373-380.
39 Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. age.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
Musul bunalımının devam ettiği süreçte, İtalya, Yunanistan ve
Yugoslavya’nın uygun bir zamanda Türkiye’ye karşı birlikte harekete geçmeyi
tasarladıkları bilgisi Atina’daki İngiliz Büyükelçiliği’ne gelen 23 Mart 1926 tarihli
raporda şöyle yer almaktadır; “Yunanistan Doğu Trakya’yı alacak, İtalya Anadolu’da
serbest kalacak, Yugoslavya Arnavutluk’u ilhak edecektir.”40
Musul sorunu, Fransa-Türkiye ilişkilerini de olumsuz etkilemiş; Fransa,
sorun çözümlenmeden Türkiye ile imzaladığı 30 Mayıs 1926 tarihli Dostluk ve
İyi Komşuluk Antlaşmasını onaylamamıştır. 41 Türkiye’nin Millî Mücadele
döneminden beri en güçlü müttefiki olan Rusya ile arasında imzalanan 17 Aralık
1925 tarihli antlaşma dahi Türkiye’yi uluslararası yalnızlıktan kurtarmaya
yetmemiştir.42
Musul sorununun taraflar arasında çözüme kavuşturulmasıyla beraber,
Türkiye’nin Batı ile iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmesi ve işbirliğine girmesi
mümkün olmuştur. Diğer taraftan, Atatürk, Türkiye-Irak ikili ilişkilerinin
kurulması ve güney sınırlarının güvenli hale getirilmesi için gerekli görüşmeleri
de başlatmıştır. Türkiye-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Antlaşması;
Türkiye, İngiltere ve Irak arasında 5 Haziran 1926’da Ankara’da imzalanmıştır.
Bu anlaşma ile Türkiye-Irak sınırı belirlenmiş; Türkiye, Musul Vilayeti
üzerindeki haklarından vazgeçmiş ve Musul petrollerinden Türkiye’ye 25 yıl
boyunca %10 hisse ödenmesi kararlaştırılmıştır.
Amiral Frederick Field komutasındaki İngiliz filosunun, Ekim 1929’da
Türkiye’ye gelmesiyle, Türk-İngiliz ilişkilerinin iyileşme süreci başlamıştır.
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Hudge Knatchbull-Hugessen anılarında,
Türk-İngiliz
yakınlaşmasını,
Mustafa
Kemal’in
kararı
olarak
değerlendirmektedir.43
1930’lu yıllar, İngiltere-Türkiye ilişkilerinde ekonomik ve siyasal alanda
ittifakların kurulduğu bir dönemi başlatmıştır. 1932 yılında Türkiye’nin Milletler
Cemiyeti’ne üye olması, tüm devletlerle olduğu gibi, İngiltere ile olan ilişkilerde
de yeni gelişmelere olanak sağlamıştır.
İngiltere, Ortadoğu ve Akdeniz güvenliği için bir tehdit olarak algıladığı
Rusya’dan uzak, bir Türkiye-İngiltere dostluğunu tesis etmeye çalışmıştır.
Kürkçüoğlu, age., s. 302.
İlhan Uzgel-Ö. Kürkçüoğlu, “Batı Avrupa’yla İlişkiler: İngiltere’yle İlişkiler”, Türk Dış
Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (Cilt 1: 1919-1980), Ed: Baskın Oran,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 267.
42 Documents on British Foreign Policy (1919-1939), “Memorandum Respecting the Foreign Policy
of His Majesty’s Goverment with Alist of British Commitments in Their Relative Order of
Importance: Turkey-Middle East, April 1927”, First Series IA, Volume II, Chapter IV, H. M.
Stationary Office, Edit By W. N. Medlicott, M. A. D. Lit., Douglas Dakin, M. A., P. H. D., M. E.
Lambert, M. A. London 1966, s. 794-795.
43 Ludmila Jivkova, İngiltere-Türkiye İlişkileri (1933-1939), Habora Kitabevi, İstanbul (t.y), s. 27.
40
41
143
144
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Türkiye’yi bölgenin güvenliği ve istikrarı için teminat olarak gören İngiltere,
Türkiye’yi ekonomik ve siyasî ittifaklarla kuşatacak bir politika izlemiştir. Bunun
için 1930’lardan itibaren Türkiye ile İngiltere ticarî ittifak ve kredi antlaşmaları
imzalamıştır. Diğer taraftan İngiltere, İtalya’nın Akdeniz’de artan faaliyetlerine
karşı Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz ittifakını oluşturmuş; Montrö Boğazlar
Sözleşmesi ile Boğazların Türk egemenliğine bırakılmasında destekleyici bir rol
üstlenmiştir.44
Türkiye-Irak Yakınlaşması ve İkili Anlaşmalar
Musul Vilayeti’nin Türkiye toprak bütünlüğü dışında kalması, Türkiye
tarafından petrol bakımından zengin ve verimli toprakları yitirmek olarak değil;
vatan toprağını kaybetmek olarak algılanmıştır. Bu nedenle, 1926 Ankara
Antlaşması sonrası, basında yer alan en dikkat çekici manşet ise şu olmuştur:
“Musul kaybettiğimiz değil, kurtaramadığımız bir vatan parçasıdır!”45
Türkiye, Musul üzerindeki hukuk ve unvanlarından müstakil Irak hükümeti
lehine feragat etmiştir.46 Ancak, Irak, Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiliz manda
yönetimine bırakılmıştır. İngiltere, manda yönetimi altındaki Irak’ı, Türkiye’nin
İslamcılık ideolojisiyle yeniden ele geçireceği endişesini taşımış; bu endişeyle
Türkiye-Irak arasında bir “ötekileştirme” politikası uygulamıştır. Bu politikanın
aracı ise, Türkiye-Irak sorunlarını canlı tutarak bir Türkiye korkusu yaratmak
olmuştur.
1932’de, Irak, Milletler Cemiyeti’ne üye olmuş ve bağımsızlığını kazanmışsa
da, İngiltere’nin Irak’ta sahip olduğu imtiyazlar ve yaptırımlar, tam bağımsız ve
tarafsız bir Irak Devleti’nin varlığına imkân tanımamıştır.47 Bu nedenle TürkIrak ilişkilerini, İngiltere’den bağımsız olarak düşünmek ve geliştirmek pek
mümkün olmamıştır.
Mustafa Kemal, bu durumu şöyle ifade etmektedir; “Irak’ta İngilizlerin
muâmelâtı, ahâli-i İslâmiyeyi fevkalâde dilgîr etmiş oldu. Biz kendileriyle temâs aramadan
evvel onlar bizimle temâs aradı, eskisi gibi Osmanlı memleketinin bir cüzü olmayı kabul
ettiler. Fakat biz onlara karşı; kendi dâhilinizde, kendi kuvvânızla, kendi mevcûdiyetinizle
istikbâlinizi temîne çalışınız. Biz de her şeyden evvel istikbâlimizin temînine çalışıyoruz.
Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mâni kalmaz.48
44 Uzgel-Kürkçüoğlu, agm., s. 2272-277; Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl, AnılarYorumlar, Cilt I, TTK, Ankara, 1987, s. 81-83; Jivkova, age., s. 55, 91.
45 Cumhuriyet, “Musul, kaybettiğimiz bir vatan parçası değil; belki kurtaramadığımız bir vatan
parçasıdır!”, 6 Haziran 1926, s. 2.
46 Vakit, “Milletler Cemiyeti’nde Türkiye ve Irak: Hariciye Vekilimizin Türk-İngiliz ve TürkIrak Münasebetlerine Dair Nutku”, 5 Teşrîn-i evvel (Ekim) 1932, s. 2.
47 Behçet Kemal Yeşilbursa, İngiltere ve Amerika’nın Ortadoğu Savunma Projeleri ve Türkiye (19501954), Ankara, 2000, s. 11.
48 Sadi Borak, Atatürk-Gizli Oturumlardaki Konuşmalar, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1997, s. 14.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
Atatürk döneminde, Türkiye-Irak arasında üst düzey ilişkiler 1927 yılında
başlamıştır. İlk adımı, Irak Kralı Faysal atmış ve 3 Kasım 1927 tarihinde,
Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Ahmet Ferit Tek aracılığıyla, Türkiye’ye dostluk
mesajı göndermiştir. 1928 yılında ise Kral Faysal, eski bir Osmanlı subayı olan
ve Atatürk’le yakından tanışan Sabih Naşat Bey’i, Türkiye’ye elçi olarak
atamıştır. Ertesi yıl Tahir Lütfi Tokay, ilk Türk Elçisi olarak Bağdat’a
atanmıştır.49
Türkiye-Irak arasında diplomatik düzeyde başlayan ilişkileri, dostluk ve
ittifak görüşmeleri takip etmiştir. Kral Faysal, Ankara’yı ziyaret ederek; Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’e saygılarını sunmak isteğini, Türkiye Elçisi Tahir Lütfi
Bey aracılığı ile iletmiştir. 15 Aralık 1930 tarihinde, bu istek, Ankara’ya
bildirilmişse de beklenen davet hemen gelmemiştir. Ankara, Irak’a biraz
mesafeli bir tutum takınmayı yeğlemiştir. Bunun üzerine Kral Faysal, 25 Mayıs
1931’de, Türkiye Elçisi Tahir Lütfi Bey’le bir görüşme yaparak; Kuzey Irak’ta
Barzani aşiretinden ve İngilizlerden sıkıntıları olduğunu anlatmış ve Ankara’ya
gelip, Gazi Hazretlerinin elini öpmek istediğini bildirmiştir. Elçi, ertesi gün, bu
görüşmeyi, Ankara’ya rapor etmiştir.50 Bu rapor üzerine Atatürk, Kral Faysal’a
kollarını açmıştır. 51 6-7 Temmuz 1931 tarihleri arasında Türkiye’ye
gerçekleştirdiği ziyarette Kral Faysal, adeta özel bir konuk, kardeş bir devlet
başkanı olarak ağırlanmıştır.
Kral Faysal’ın ziyareti sonrasında, Ankara’nın 8 Temmuz 1931 tarihinde
yayınladığı resmî tebliğde şu ifadeler yer almıştır; “…iki devlet arasında vukû’ bulan
temâs ve mülâkâtlarda iki memleketin iktisâdî münâsebetleri ve tarafeyn teba’asının
diğerinin ülkesinde ikâmet şerâ’iti hakkında fikir te’âtîsi yapılmış, Türkiye ile Irak
arasında İkâmet ve Ticâret Mukâvelenâmesi ‘akdi için hemen müzâkerelere girişilmesi
husûsunda ittifâk hâsıl olmuştur. Hudûdun emniyet ve asâyişini temîn husûsunda hudûdun
iki tarafın da yekdiğeri ‘aleyhine harekete ve teşebbüse müsâ’ade etmemek esâsının dikkatle
ve sebâtla takîbi teyît edilmiştir. Türk-Irak dostluğunun gelişmesi, Irak Kralının
Ankara’da Atatürk’le kucaklaşması, Irak Türkleri için de yararlı olmuştur. Bu olumlu
ortamda Iraklı soydaşlarımız için de haklar ve kazanımlar sağlanmıştır”.52
Türk-Irak ilişkileri, Atatürk’ün “kardeşlik ve dostluk” temelinde izlediği
siyasetle büyük bir gelişme göstermiştir. Türkiye’nin rehberliğinde, karşılıklı
işbirliği içinde ortak bir siyaset izlenmiştir.53 Irak, pek çok alanda Türkiye’yi bir
model olarak benimsemiştir. Özellikle, Türkiye’nin “millî iktisat” politikası, Irak
B. Şimşir, age., s. 79-82.
Age., s. 82.
51 Age., s. 85.
52 Age., s. 87-89.
53 Bağdat Büyükelçiliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na, No. 300: Şimşir, age., s. 84-85.
49
50
145
146
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
basınında, kamuoyuna ideal bir örnek olarak sunulmuştur. 54 Türkiye-Irak
arasında gelişen dostluk atmosferi, taraflar arasında ayrıcalıklı bir ticarî anlaşma
yapma zeminini sağlamıştır. 55 Türkiye ile Irak arasında yürütülen müzakereler
neticesinde, gerek sınır asayişinin sağlanması, gerekse karşılıklı hukukî ve ticarî
işbirliğinin oluşturulması amacıyla 9-10 Ocak 1932’de, “Ticâret, İkâmet ve İâdei Mücrimîn Muâhedesi” imzalanmıştır.56
Türkiye, 1930 sonrası değişen dünya konjonktürüne (II. Dünya Savaşı
öncesi) paralel olarak, Ortadoğu denkleminde etkili bir aktör olmak üzere yerini
alacaktır. Sadabat Paktı bunun ifadesidir. Bu paktın imzalanmasında iki temel
neden vardır; birincisi, sınır sorunlarının kalıcı biçimde çözülmesi isteği; ikincisi
de; ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini vurgulama isteğidir. Ayrıca
İtalya’nın, Habeşistan’a saldırmasıyla, Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan İtalyan
tehlikesi de bir nedendir. İtalya’nın saldırgan tutumuyla, Ortadoğu’nun kritik bir
hale gediğini, Türkiye ile birlikte, diğer Doğu devletleri de fark etmişler ve
Ortadoğu’ya yönelmiş olan İtalyan tehdidi için ortak bir savunma sistemi
kurmanın zorunlu olduğuna inanmışlardır.57
İran’ın girişimleri üzerine 2 Ekim1935 tarihinde Cenevre’de, Türkiye, İran ve
Irak üçlü bir anlaşma parafe etmişlerdir. Bu anlaşmaya, 1935 yılı Kasım ayında,
Afganistan da katılmayı kabul ettiğini bildirmiştir. 1935 yılı, Kasım ayında
Afganistan’ın katılmasıyla dört ülkenin üzerinde anlaşmış olduğu bu metnin,
“pakta” dönüştürülmesi uzun bir zaman almıştır. Bunun nedeni ise İran ile Irak
arasındaki sınır uyuşmazlığıdır. İran hükümeti, Irak’la sınır konusunda
anlaşmaya varıncaya kadar, Paktın imzalanmasının ertelenmesi gerektiğini Türk
hükümetine bildirmiştir. Paktın imzalanmasını isteyen ve bu konuda çaba sarf
eden Türkiye, İran ile Irak arasındaki sınır uyuşmazlığı konusunda ara buluculuk
görevi üstlenmiştir. Bunun üzerine İran ile Irak arasında 4 Temmuz 1937’de
“İran-Irak Sınır Antlaşması” imzalanmıştır. 58 İran ile Irak arasındaki sınır
anlaşmazlığının giderilmesi üzerine İran, Irak, Afganistan ve Türkiye arasında 8
Temmuz 1937’de Sadabat Paktı imzalanmıştır.59
54 “Bağdat’ta yayınlanan El-Irak gazetesinin ‘Genç Türkiye’de İktisadî Uyanış’ başlıklı
yazısının sureti”, BCA, Tarih: 15/3/1930, Dosya: 17416, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No:
166.153..6.; “Irak Dışişleri Bakanı Nuri Paşa’nın Ankara’dan döndüğü gün gazetelerde çıkan
açıklaması”, BCA, Tarih: 2/10/1930, Dosya: 43655, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 258.739..15.;
Şimşir, age., s. 82-88; Bilal Şimşir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. II, TTK, Ankara, 2001, s.
247; Cumhuriyet, 7 Temmuz 1931, s. 1-3; Cumhuriyet, 15 Temmuz 1931, s. 1-2.
55 “Türkiye 1929 Yıllık Raporu: Türk-Irak İlişkileri”; B. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk
(1919-1938), C. VI, TTK, Ankara, 2005, s. 426-427.
56 Cumhuriyet, “Irak Başvekili Geldi”, 12 Kânûn-ı sânî (Ocak) 1932, s. 1-3.
57 İsmail Soysal, “1937 Sadabat Paktı”, X. Türk Tarih Kongresi (Kongreye Sunulan Bildiriler), VI.
Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994, s. 3136.
58 Agm., s. 3139.
59 Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, s. 584-587.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
Bu pakt, çeşitli bakımlardan önemlidir. İran, Irak, Afganistan ve Türkiye,
Sadabat Paktı ile karşılıklı olarak, birbirlerinin iç işlerine kesinlikle karışmamayı,
uluslararası anlaşmazlıklarda birbirleriyle danışmalarda bulunmayı, birbirlerine
tek veya başka devletlerle birlikte herhangi bir saldırıda bulunmamayı
yükümlenmişlerdir. Bir saldırı durumunda, saldırıya uğrayan devletin kendini
savunmak için önlemler alması doğal sayılmış; ancak sorunun Milletler Cemiyeti
Konseyi’ne sunulması öngörülmüştür. Paktın en önemli niteliği, Kürt
isyanlarına karşı alınacak ortak tedbirleri öngörmüş olmasıdır. Sadabat Paktı, II.
Dünya Savaşı öncesinde, bölgenin sahip olduğu petrol rezervleri dikkate
alındığında, Alman ve İtalyan yayılmacılığına karşı bölgesel güvenlik ittifakı
olarak ortaya çıkmış; aynı zamanda da, İngiltere ve Sovyet Rusya’nın bölgedeki
rekabetine karşı güvenlik kanadı oluşturulmuştur.
İngiltere Musul’da Konsolosluk Kurmak İstiyor
Türkiye’nin, Bağdat’ta, Türk Konsolosluğu’nun kurulması yönünde
hazırlıkları başlattığı sırada, İngiltere, Musul’da da konsolosluk kurulması
yönünde bir tasarıyı gündeme getirmiştir. Türkiye ise “istenmeyen politik
sonuçların ve meydana gelecek şüphelerin” farkında bir tutum sergileyerek, bu
tasarıya sıcak bakmamıştır. 60 Anlaşılan İngiltere, Musul’u, Osmanlı idaresinde
olduğu gibi ayrı bir eyalet düzeninde yapılandırmak istemiş, Türkiye ise Musul’u
Irak’ın ülke bütünlüğü içinde görmüştür.
Türkiye-Irak Daimî Hudut Komisyonu Toplantıları
Irak-Türkiye sınırı, 331 km. uzunluğunda olup; bu sınırın 107 km’si
nehirlerin ve derelerin ortasından, 224 km’si ise dağlık arazinin güney ucundan
geçmektedir. 61 Sınırın bazı yerlerde, 2.000-3.000 metre yükseklikten ve hayli
zorlu dağlardan geçmesi, sınırın korunmasını güçleştiren coğrafî faktördür.
Ankara Anlaşma’sına göre; Türk-Irak sınırı, Milletler Cemiyeti’nin 29 Ekim
1924’te saptadığı “Brüksel Hattı” olacaktır. Belirlenen sınırın her iki tarafında,
75’er kilometrelik alanda, yağmacılık ve eşkıyalığın önlenmesi amacıyla işbirliği
yapılacak; bölgede ele geçirilen suçlular iade edilecektir. Her iki ülke de sınır
bölgesinde diğer ülke karşıtı propaganda ve örgütlenmeye izin vermeyecektir.
Taraflar arasında ortak bir sınır komisyonu oluşturulacak; bu komisyon sınır
sorunlarını görüşmek üzere en az altı ayda bir toplanacaktır. Türkiye ve Irak,
suçluların karşılıklı iadesi için antlaşma yapmak üzere görüşmelere başlayacaktır.
60 Documents on British Foreign Policy (1919-1939), “Correspondence Relating to British Policy
on Middle Eastern Questions: Conversation on British and Italian in Interest in the Area of Red
Sea, 9 June 1926-10 February 1927”, Series IA, Volume II, Chapter IV, H. M. Stationary Office,
Edit By W. N. Medlicott, M. A. D. Lit., Douglas Dakin, M. A., P. H. D., M. E. Lambert, M. A.
London 1966, s. 850-853.
61 M. Özcan, age., s. 107.
147
148
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Irak, antlaşmanın imzalanmasından önce Türkiye yanlısı tutumunu açıkça ifade
edenleri tedirgin etmeyecek ve onlara af çıkaracaktır.
Türk-Irak sınırı, büyük ölçüde İngiltere’nin istediği biçimde ve Milletler
Cemiyeti’nin aldığı karara paralel olarak düzenlenmiştir. Bu sınırın kesin olduğu
ve tarafların değiştirmeye yönelik her tür girişimden kaçınması gerektiği
öngörülmüş; Türkiye’nin ileride Irak’a karşı herhangi bir harekette bulunmasının
önü alınmıştır. Ayrıca, Türkiye, Musul Türkleri için azınlık hakları elde
edememiş; bu konuda ısrarlı olmayışının ardında, Lozan’da kabul etmediği
“Türkiye Kürtleri” için azınlık statüsü meselesinin tekrar gündeme gelmesinden
duyduğu çekince yer almıştır.62
5 Haziran 1926 Ankara Anlaşması kararlarına göre oluşturulan Daimî Hudut
Komisyonu çalışmalarına devam etmiş; meydana gelen sorunların önemli bir
kısmı karşılıklı işbirliği ile çözüme kavuşturulmuştur. Türkiye-Irak Daimî Hudut
Komisyonu tutanakları ve İngiliz belgeleri dikkate alındığında, sınırın
düzenlenmesinde ve meydana gelen sorunların aşılması sürecinde tarafların
farklı yaklaşımlar sergilediği görülmektedir.
Türkiye-Irak Daimî Hudut Komisyonu toplantılarında, Türkiye’nin talepleri,
daha ziyade sınır ihlallerinin önlenmesi ve Türkiye aleyhinde propagandanın
yapılmaması çerçevesinde şekillenmiştir. Nasturiler, Ermeniler ve Kürtler
tarafından gerçekleştirilen sınır ihlalleri ve sınır bölgesinde meydana gelen
isyanların önlenmesine yönelik gerekli tedbirlerin alınmaması; hatta bu
unsurların Türkiye’ye karşı kışkırtılması, Türkiye’nin ısrarla üzerinde durduğu
sorunlar olmuştur. Özellikle göçebe aşiretlerin iskânı ve mevsimlik
mobilizasyonu 63 sırasında meydan gelen olayları, Türkiye tek başına kontrol
altına almakta zorlanmıştır. 64 Türkiye, İngiltere tarafından sınır bölgesinde
görevlendirilen yetkililerin; Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren aşiret
liderlerinden seçilmiş olmasından rahatsızdır ve değiştirilmeleri için talepte
bulunmuş; ayrıca sınır bölgesinde yer alan aşiretlerin silahsızlandırılmasını
istemiştir.65
Türkiye-Irak Daimî Hudut Komisyonu toplantılarında İngiltere temsilcisi,
Türkiye-Irak sınırının belirlenmesinde Irak hükümetinin uzlaşıcı ve gereken
tavizleri vermeye hazır bir tutum sergilemesine karşın; Türkiye’nin uzlaşmaya
uzak, inatçı ve şüpheci bir tavır takınmasından dolayı, sınır düzenlemesinde bazı
köylerin ve halkın mağdur olduğuna dikkati çekmektedir. İngiltere, Türk
Hükümeti’nin yerel halka ve yabancılara karşı uyguladığı zorlayıcı ve kısıtlayıcı
Kürkçüoğlu, age., s. 320.
Sürüleri otlatmak için sınırdan geçişler.
64 Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk…, s. 290-294.
65 Age., s. 428-429.
62
63
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
önlemlerin, Musul ve Türkiye’nin doğu bölgelerinin geleneksel ilişkilerini ve
ticarî faaliyetlerini engellediği için eleştirmektedir.66
Atatürk Dönemi Dış Politikasında Kürt Sorunu
Musul sorununun ortaya çıkışını, gelişimini, çözüm sürecini ve günümüzde
de varlığını sürdüren boyutlarını, Kürt meselesinden bağımsız düşünmek
mümkün değildir. 1926-1932 döneminde, yani Irak’ın bağımsızlığa geçiş
sürecinde, meydana gelen Kürt isyanları, bölge devletlerinin istikrarını ve sınır
güvenliğini tehdit etmişse de bu durumdan en çok etkilenen Irak ve Türkiye
olmuştur.
Türkiye’nin haklı olarak şüpheyle yaklaştığı İngiltere, Ankara Antlaşması’nın
imzalanmasını takiben, “Kürtlerle işbirliği içinde olmayacağına, sınır
güvenliğinin sağlanacağına dair Türkiye’ye güvence vermiş” ve bu yönde
açıklamalarda bulunmuştur. 67 Fakat Sovyet Rusya, İngiltere’den farklı
düşünmektedir. Rus basınında yer alan bir habere göre; “Musul, Mezopotamya’dan
İran, Karadeniz ve Hazar Denizi’ne giden yollara hâkimdir. Musul, Kürt nüfusuyla İran ve
Türkiye’ye karşı silah olarak kullanılabilecektir.” 68 Diğer bir ifade ile Ankara
Antlaşması’yla oluşturulan Türkiye-Irak sınır düzenlemesi, Kürt meselesini, İran
ve Türkiye için bir tehdit unsuru haline getirmiştir. Üstelik Rusya da, İran
üzerinde nüfuz kurmak için Kürt aşiretlerini kışkırtmış ve sorunun
devamlılığında önemli rol oynamıştır. Kürt meselesi, Türkiye-İran arasında sınır
gerilimi ve çatışmalarını da beraberinde getirmiş ve Türkiye, 22 Nisan 1926’da
İran’la Dostluk ve Güvenlik Antlaşması imzalayarak sorunu, karşılıklı işbirliği
çerçevesinde kontrol altına almaya çalışmıştır.69
İngiltere, Irak’ın toprak bütünlüğünü kendi çıkarları açısından istemekte ve
desteklemektedir. Irak Yüksek Komiseri Sir Henry Dobbs, 21 Kasım 1926
66 “Türkiye’yi ziyaret eden Irak eski İçişleri Bakanı Hikmet Süleyman’ın gazetelere yaptığı
açıklama”, BCA, Tarih: 13/12/1935, Dosya: 436190, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No:259.744..13.
67 Milliyet, “Musul Muâhedenâmesi İngiliz Meclisi’ne Verilmek Üzeredir. İtilâfnâme’nin Büyük
Bir Ekseriyetle Tasdîk Olunacağı Muhakkaktır”, 13 Haziran 1926, s. 1-4; Documents on British
Foreign Policy (1919-1939), “Correspondence Relating to British Policy on Middle Eastern
Questions: Conversation on British and Italian in Interest in the Area of Red Sea, 9 June 1926-10
February 1927”, s. 850-853.
68 E3939/62/65, FO371/11464: “Moskova’dan Sir R. M. Hodgson tarafından İngiltere
Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen 18 Haziran 1926 tarihli rapor”; Kürkçüoğlu, age., s. 321-322.
69 Antlaşmanın 5. maddesi: “Bağıt taraflar (…) kendi ülkeleri içinde diğer bağıtlı tarafın kamu
güvenliği ve düzenini bozmak veya hükümetini devirmek amacını güden kuruluş ve örgütlerin
oluşturulmasını veya yerleşmesini (…) kabul etmemeyi yükümlenir.” 6. madde: “Bağıt taraflar,
(…) sınıra yakın kesimlerde bulunan aşiretlerin iki ülkenin güvenliğini bozucu biçimde yarata
geldikleri suç niteliğindeki eylem ve hazırlıklara son vermek için gerekli tüm önlemleri
alacaklardır.” Bkz. A. Akdevelioğlu-Ö. Kürkçüoğlu, “İran’la İlişkiler”, Türk Dış politikası, Kurtuluş
Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Ed. Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.
360-361.
149
150
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
tarihinde Irak Hükümeti’nin Kürt politikası konusunda Türkiye’nin endişelerini
gidermek üzere, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile bir görüşme
gerçekleştirmiştir. Bu görüşmede; Irak yönetiminin “Kürtlere yönelik her türlü
otonominin karşısında olduğuna” dikkat çekilmiştir. 70 Diğer taraftan, Türkiye
sınırında Kürt mülteciler sorunu 71 yaşanmaktadır ve Türkiye-Irak sınırı stabil
değildir. Türkiye’nin kabul etmediği mülteci Kürt grupları İran’a sığınmıştır.
Mültecilerin silahsızlanmalarını sağlamak için İran askerî makamları ve
İngiltere’nin Tahran’daki temsilciliği arasında mutabakat sağlanmıştır.
Irak Yüksek Komiseri Dobbs, Türkiye’nin kendi güvenliği için aldığı
önlemlerin, Kürt sorununu tırmandıracağı ve Türkiye-Irak, Türkiye-İran
ilişkileri açısından da olumsuz sonuçlara yol açacağı endişesini taşımaktadır.72
Hâlbuki Türkiye, Doğu ve Güney Doğu sınırında ciddî güvenlik sorunları
yaşamaktadır ve bu sorunun mimarı ise İngiltere’dir. 1925-1938 yılları arasında,
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde isyanlar meydana
gelmiştir. 73 1925-1930 yılları arasında meydana gelen isyanlar, Şeyh Said
İsyanı’nın “artçı isyanları” niteliğinde seyretmiştir. Bu isyanların önemli bir
kısmı, feodal nitelikli ve geleneksel yapının merkezî otoriteye karşı direnç
hareketleridir. 1930-1938 yılları arasında meydana gelen isyanları ise, Irak’taki
İngiliz manda yönetimine karşı gerçekleştirilen Kürt isyanlarıyla paralel
değerlendirmek gerekmektedir.
İngiltere ve Irak arasında imzalanan ve iki yıl içinde Irak’ın bağımsızlığını
tanıyacak olan 30 Haziran 1930 tarihli antlaşma, beklenenin aksine Kürtlere
özerklik sağlayan düzenlemelere yer vermemiştir. Irak’taki Kürt aşiretlerinin
hem Irak’ı, hem de Türkiye’yi hedef alan isyanlar çıkarmasına sebep olmuştur.
Irak yönetimine karşı, Şeyh Mahmut Berzenci öncülüğünde ve bazı aşiretlerin
de desteğiyle isyan çıkmıştır. 74 Irak, ayaklanmayı bastırmış ve Şeyh Mahmud
Berzenci’yi Nasıriye’ye sürgüne göndermiştir. Bundan sonra, bölgede Kürtçülük
70 FO371/11557, E 6677/6677/44: Sir Henry Dobbs’un yaptığı görüşme tutanağı, 22 Kasım
1926: Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk…, s. 90-93.
71 Kürt mülteciler sorunu, henüz istikrarın sağlanamadığı Irak’ta kalmak istemeyen Kürt
aşiretlerin Türkiye’ye yerleşmek için başvurmasıyla ortaya çıkmıştır.
72 FO371/11557, E 6677/ 6677/44: Sir G. Clerk’ten, Sir Austen Chamberlain’e gönderilen
yazı, 24 Kasım 1926: B. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, s. 86-90.
73 1925-1938 döneminde meydana gelen isyanlar şöyledir; Şemdinli İsyanı (1925-1926),
Raçkotan ve Raman İsyanları (1925), Eruhlu Yakup Ağa İsyanı ve Pervari İsyanı (1926),
Koçuşağı İsyanı (1926), Sason İsyanları (1925-1937), Hakkâri İsyanı (1927), Mutki İsyanı (1927),
Bicar İsyanı (1927), Batuş İsyanı (1927), Tendürek İsyanı (1929), Asi Resul İsyanı (1929), Ağrı
İsyanları (1926-1930), Oramar İsyanı (1930), Savur İsyanı (1930), Zeylan İsyanı (1930), Pülümür
İsyanı (1930), Dersim İsyanı (1937-1938).
74 “Irak’ta Şeyh Mahmut ile hükümet kuvvetleri arasında çıkan çarpışma”, BCA, Tarih:
16/2/1931, Dosya: 43661, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 258.740..1.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
faaliyetleri Şeyh Ahmet Barzani ve aile fertleri tarafından sürdürülmüştür.75 Bu
dönemde, Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğusu’nda meydana gelen isyanlar
içinde, 6 Temmuz-10 Ekim 1930 tarihleri arasında gerçekleşen Oramar İsyanı,
Irak’taki siyasî Kürt faaliyetinin bölgeye uzanmasını bütün çıplaklığıyla ortaya
koymuştur. İsyan sırasında, Şeyh Ahmet Barzani 500 kişilik bir grup ile Irak
sınırını aşarak Oramar’ın doğusundaki Şat Dağı’na gelmiş ve Oramar’daki askerî
kışlaya saldırmıştır. Bölgedeki aşiretlerin güvenlik güçlerinin yanında yer
almalarıyla eylemcilerin çoğu, Irak, Suriye ve İran’a kaçmışlardır. Bölgedeki
diğer teröristlerin ele geçirilmesi, Barzani’nin, Oramar, Herki ve Eruh
bölgelerindeki etkisi nedeniyle gecikerek tamamlanmıştır.76
Şeyh Ahmet Barzani, 1931’de Irak yönetimini tanımadığını ilan ederek,
kardeşi Molla Mustafa Barzani ile beraber Irak Hükümeti’ne karşı silahlı
faaliyette bulunmuştur. Barzani, Irak yönetiminden gördüğü baskı üzerine
Türkiye’ye sığınmak istemiş; Türkiye, bu isteği reddetmiştir. 77 Öte yandan
Türkiye ile Irak arasında Ocak 1932’de imzalanan “İâde-i Mücrimîn Muâhedesi”
ile aşiretlerin ve Kürtlerin sınır ihlallerini kontrol altında tutmak için gerekli
önlemleri almak üzere ortak hareket edilmesi kararı alınmıştır.
İngiltere ve Irak arasında 30 Mayıs 1932’de imzalanan antlaşmayla, Irak’ta
manda rejimi son bulmuş ve Irak, Milletler Cemiyeti’ne girmiştir. Bu anlaşma,
Kürtlere ve diğer azınlıklara önemli haklar tanımıştır. Ancak bu hakların tam
olarak uygulanmaması, Kürt hareketini tatmin etmemiştir. Bunun üzerine,
Barzani önderliğinde Irak yönetimine karşı isyan çıkmıştır. Şeyh Ahmet Barzani,
Şeyh Sadık Barzani ve Molla Mustafa Barzani yanlarında yüzlerce adamları ile
birlikte, 23 Haziran 1932’de, Türkiye sınırını geçmiş ve kendi ifadeleri ile Bizi
afv etmeye hazır olan İngilizlerin gururlu bakışları altında ezilmektense, Müslüman olan
Türkiye’de asılmayı tercih edelim diyerek, Türk ordusuna teslim olmuşlardır. 78
Barzani ailesi, 13 Mayıs 1933’te içlerinde Oramar İsyanı’na iştirak edenler hariç,
Irak hükümetine teslim edilmiştir. 79 Barzaniler, Irak yönetimine karşı
75 David McDowall, Modern Kürt Tarihi, Çev. Nesenur Domaniç, Doruk Yayıncılık, İstanbul,
2004, s. 200-202.
76 Hıdır Göktaş, Kürtler I: İsyan ve Tenkil, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1991, s. 113-114; Vedat
Şadillili, Türkiye’de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar, Kon Yayınları, Ankara, 1980, s. 135.
77 “Barzan şeyhi Ahmet’in Irak’tan gördüğü tazyîk üzerine ülkemize gelerek hizmet etmek
istediği, anlaşma yapabileceği yolunda mektup gönderdiği”, BCA, Tarih: 26/12/1931, Dosya:
96B251, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 113.768..6.
78 S. Bilgin, Barzani, Fırat Yayınları, İstanbul, 1992, s. 37-39; Wadie Jwaideh, Kürt
Milliyetçiliğinin Tarihi Kökenleri ve Gelişimi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s. 443.
79 Lütfü Akdoğan, Molla Mustafa Barzani Anlatıyor, Arkaplan Yayınları, İstanbul, 2007, s. 110112.
151
152
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
faaliyetlerini sürdürmüşler ve bunun üzerine 1936’da Süleymaniye’ye sürgün
edilmişlerdir.80
1932’de Irak’ın Milletler Cemiyeti’ne girmesi üzerine, Irak’taki azınlıklara
tanınacak haklar, Milletler Cemiyeti Meclisi’nde görüşülürken; Kürtlere
muhtariyet tanınması meselesi, Fransa tarafından gündeme getirilmiştir.
İngiltere, Milletler Cemiyeti’nin hiçbir zaman Irak Kürtlerinin idarî muhtariyet
taleplerini kabul etmediğini öne sürerek; Fransa’nın girişimini bir provokasyon
olarak değerlendirmiştir. Türkiye ise, bu gelişmeyi, Fransa’nın demokratik haklar
söylemiyle bölge halklarına nüfuz etmek isteği olarak yorumlamıştır.81 Türkiye
için bu açıklamanın önemi, kuşkusuz, bağımsız bir Kürt devletinin uluslararası
platformda yeniden gündeme getirilmesi ve bu açıklamalardan cesaret bulacak
girişimlerin ülke bütünlüğüne ve bölge güvenliğine olumsuz yansıyacak
olmasıdır.
İran-Irak-Türkiye arasındaki üçgende yaşayan Kürt aşiretlerin sınır
tanımayan isyanları, bu devletler arasında güven ortamını bozmakta ve ikili
ilişkilere olumsuz yansımaktadır. Temel sorun, sınırın karşı tarafındaki
aşiretlerin, soruna taraf devletlerden aldıkları destekle, kendi ülkelerinde ve
sınırda güvenliği bozan eylemleri ve bu eylemlere dair kuşkulardır. Bu
kuşkuların giderilmesi ve taraf ülkeler arasında uzlaşmanın doğurduğu güven
ortamının sürdürülmesi için saldırmazlık ve dostluk antlaşması temelinde,
Afganistan’ın da katılımıyla 1937’de Sadabat Paktı’nı imzalayacaklardır. Sadabat
Paktı’nın Kürt aşiretlerin faaliyetlerini engellemek üzere düzenlenen 7.
maddesinde; “Bağıt taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer bağıtlı
tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini
bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını veya
eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir.”82 ifadesi yer almaktadır.
Türkiye-Irak yakınlaşmasında, Irak’ın, Türkiye’de çıkan Kürt isyanlarına
destek vermemesi, hatta sınırda birtakım tedbirler alması önemli rol
oynamıştır. 83 Hatta Türkiye-Irak yönetimleri ayrılıkçı Kürt gruplarına karşı
işbirliği politikası izlemişlerdir. Bu işbirliği politikası, aslında bölgenin ve etnik
yapının doğal bir sonucu; istikrar ve güvenin zorunluluğudur. Çünkü herhangi
bir tarafta meydana gelen Kürt isyanı ya diğer tarafın topraklarından
80 “Irak’ın Fırat isyanını bastırdığı”, BCA, Tarih: 16/7/1935, Dosya: 436178, Fon Kodu:
30..10.0.0, Yer No: 259.744..1.
81 “Irak’ın Cemiyet-i Akvâm’a girmesi üzerine azınlıklara verilecek haklarla ilgili görüşmede,
Fransız üyenin Kürtlere idarî özerklik verilmesi isteği”, BCA, Tarih: 18/7/1932, Dosya: 43694,
Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 259.741..12.
82 Akdevelioğlu-Kürkçüoğlu, agm., s. 365-366.
83 Ayın Tarihi, “Şark’ta Büyük Britanya”, Cilt 24, Sayı 82-83, Şubat 1931, s. 6903-6913.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
kaynaklanmış, ya da mutlaka diğer tarafın topraklarına sıçramış ve toprak
bütünlüğünü tehdit etmiştir.84
Hıristiyan Unsurların Yurt Talepleri
Ankara Antlaşması’nda Hıristiyan unsurlara özerklik tanınmamış; İngiltere
Hakkâri bölgesini yurt olarak söz verdiği Asurileri / Nasturileri göz ardı etmişti.
İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Austin Chamberlain, 7 Haziran 1926’da, Cemiyet-i
Akvâm’da, Ankara Antlaşması hakkında yapmış olduğu açıklamada; Irak’taki
Hıristiyan unsurların can ve mal güvenliğinin en sağlam garantisinin Türkiye ile
İngiltere’nin dostluğu olduğunu söyleyerek yatıştırma politikası izlemiştir. 85
Ancak Asurîler, kendilerine verilen sözün tutulması için girişimde bulunmaya
devam etmişlerdir.
İngiltere ve Irak arasında imzalanan ve iki yıl içinde Irak’ın bağımsızlığını
tanıyacak olan 30 Haziran 1930 tarihli antlaşmayı takiben Fransa, Irak’taki
Hıristiyan ekalliyetlerle Müslümanlar arasında çatışma çıkarmak için çeşitli
girişimlerde bulunmuştur. Fransa, Irak’taki Hıristiyan ekalliyetler ile
Müslümanları karşı karşıya getirerek, karışıklık çıkarmak istemekte,
Hıristiyanlardan müteşekkil bir manda yönetimi oluşturmayı amaçlamaktadır.
Hatay bunalımın ortaya çıktığı bu dönemde, Fransa, kendi lehine kamuoyu
oluşturmak için Türkiye aleyhinde asılsız söylentiler yaymaktadır: “Hıristiyan halk
arasında yapılan propagandalarda Türkiye’ye İskenderun havâlisi terk olunacağı ve ona
mukâbil Türkiye’nin de Urfa-Mardin-Diyarbakır mıntıkasını terk edeceği ve Irak’ın şimâli
ile berâber bu mıntıka sahasında bir Hıristiyan hükûmeti tesîs edileceği işâ’a
olunmaktadır.”86
Irak’ın Milletler Cemiyeti’ne girmesi üzerine, Irak’taki azınlıklara tanınacak
hakların Milletler Cemiyeti Meclisi’nde görüşüldüğü süreçte; Asurîler, Milletler
Cemiyeti’ne başvurarak, Kuzey Irak’ta, Türkiye sınırına yakın bölgede; Zaho,
Dahok ve Akra’yı yurt olarak istemişlerdir. Asurîlerin taleplerini İtalya ve
İspanya desteklemiştir. Milletler Cemiyeti, Irak yönetiminden Asurîlerin toplu
olarak iskânının sağlanmasını istemiştir. Irak, Asurîleri, İmadiye bölgesine
yerleştirmiştir. Ancak Asurîler, Arap ve Kürt unsurun bulunduğu bölgeye
84 “Türkiye-Irak Sınır Komisyonunun 8. toplantısı hakkında Komisyon reisi Tevfik Hadi
Bey’in raporu”, BCA, Tarih: 24/7/1930, Dosya: 4178, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 230.548..8.
85 Milliyet, “Musul Muâhedenâmesi İngiliz Meclisine Verilmek Üzeredir. İtilâfnâmenin büyük
bir ekseriyetle tasdîk olunacağı muhakkaktır”, 13 Haziran 1926, s. 1-4.
86 “Iraktaki Hıristiyan azınlıklar meseleleri”, Bağdat Elçisi tarafından Hâriciye Vekâletine
yazılmıştır. 8/5/1931 tarihli ve 117 numaralı tahrîrâta zeyildir, BCA, Tarih: 8/7/1931, Dosya:
43668, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 258.740..8.
153
154
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
yerleştirilmekten rahatsız olmuşlardır. Asurîlerin isyan çıkarmasından endişe
eden Irak hükümeti, bölgeye askerî kuvvet sevk ederek tedbir almıştır.87
Asurî sorunu, Irak’ın özellikle bağımsızlık sonrası temel sorunlarından biri
olmuştur. Asurî vatanı olarak Musul Vilayeti’nin seçilmesi, Hakkâri’ye yönelik
tehditleri barındırmakla beraber, dış güçlerin petrol bölgesine yönelik
politikalarının doğal uzantısı olarak görünmektedir.
Mondros’tan Sonra İlk Kez Türk Heyeti Musul’da
Sadabat Paktı’nın hazırlıkları çerçevesinde gerçekleştirilecek Bağdat ziyareti
için Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile İktisat Bakanı Celal Bayar, 18
Haziran 1937’de, Musul ve Kerkük üzerinden Bağdat’a gitmeye karar
vermişlerdir. Musul, Türkiye’den ayrıldığından beri ilk defa iki Türk bakan
tarafından ziyaret edilecek ve resmî karşılama töreni Kerkük’te yapılacaktı. Bu
nedenle bu ziyaret özel bir önem taşıyordu. Anadolu Ajansı muhabiri 21
Haziran 1937’de ziyarete dair izlenimlerini şöyle aktarmıştır: Bütün şehir, Türk ve
Irak bayrakları ile donatılmış, şehir halkı sokaklara dizilmiş, misâfirleri sıcak ve coşkun
tezâhürâtla alkışlıyor ve selâmlıyorlardı. Irak Matbuât Bürosu bildiriyor: Irak
Hükûmetinin Ankara Elçisi Bay Naci Şevket muhterem delegasyon arasında
bulunmaktadır. Musul şehri donatılmıştır ve halk Türk heyetinin muvasalatından dolayı
bayram yapmaktadır.”88
21 Haziran 1937’de Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra ilk kez bir
Türk heyeti, Musul ve Kerkük’e gelmişti. Dükkânlar kapanmış, alışveriş durmuş,
genç-ihtiyar herkes sokaklara dökülmüştür. Bu durum karşısında, Irak hükümeti
şaşkın, halkı dağıtmak için çareler aramıştır.89 Kerkük Türkleri, Türk dostluğuna,
Atatürk’e karşı tezahüratta bulunmakta, Irak yönetimi ise yersiz bir kuşku ve
vesvese ile halkı tedirgin etmektedir.90
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasında Türkmenler
Ankara Antlaşması’ndan sonra Irak Türkleri iki seçenekle karşı karşıya
bırakılmışlardır. Seçeneklerden ilki, Lozan Antlaşması’nın 31. ve 32. fıkralarına
göre, antlaşmanın yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, 18 yaşını aşmış
kimselerden, isteyenlerin iki yıl zarfında, Türkiye’ye göç edebilmesiydi. İkincisi
87 “Irak’taki Asurilerin Cemiyet-i Akvâm’dan yurt istekleri”, Bağdat Büyükelçisi Tahir Lütfi
tarafından 20/11/1932 tarihinde Hâriciye Vekâleti’ne yazılmıştır, BCA, Tarih: 4/1/1933, Dosya:
436106, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 259.741..24.
88 B. Şimşir, Türk-Irak İlişkilerinde…, s. 96-97. Ayrıca bkz. Ergünöz Akçora, “Cumhuriyetten
Günümüze Türk-Irak İlişkileri ve Türkmenler”, İkinci Orta Doğu Semineri, Elazığ, Mayıs, 2004, C.
I, s. 40.
89 Nefi Demirci, Dünden Bugüne Kerkük (Kerkük’ün Siyasi Tarihi), Ey Dizgi Yayınları, İstanbul,
1990, s. 51; Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara,
1999, s. 266-267.
90 B. Şimşir, age, s. 98-99.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
ise, Lozan Antlaşması’nın 30. fıkrasına göre, Türkiye’den ayrılmış ülkelerde
yerleşmiş Türk uyruklarının, bu ülke hangi devlete bırakılmışsa o devletin
uyruğuna geçebilmeleriydi. 91 Yani Anlaşma ile 12 ay boyunca, Irak
Türkmenleri‘ne Türkiye’ye taşınma hakkı verilmişse de, hemen hemen hiç kimse
bu hakkı kullanmamıştır.92
Kral Faysal’ın Türkiye’yi ziyareti sırasında, 1931 yılında, Irak’ta, 74 numaralı
yerel diller kanunu çıkarılmıştır. Iraklıların Türkmence dedikleri Türk dili de bir
yerel dil sayılmış ve bu kanuna göre, Kerkük ve Erbil başta olmak üzere, Irak’ın
bazı Türk bölgelerinde yargılamaların Türkçe yapılması kabul edilmiştir.
Türklerin çoğunlukta oldukları ilkokullarda öğretimin de tamamen Türkçe
yapılması kararlaştırılmıştır.93
Irak yönetiminin, Türkmenlere uyguladığı baskıların artmasına neden olan
bir diğer gelişme ise Hatay meselesi olmuştur. Hatay meselesindeki gelişmeler ile
Türkmenlerin haklarının ortadan kaldırılması aynı döneme rastlamıştır. Hatay
Türkleri, Türkiye’ye katılma konusunda mesafe alırken, Irak Türkmenleri
üzerindeki baskılar da günden güne artmıştır. Bağdat yönetimi, Türkmenlerin
haklarına saygı gösterildiği takdirde, Kuzey Irak’ta, sanki bir Hatay
yaratılacakmış gibi düşünerek, Türkmen toplumuna baskı uygulamış, çareyi
Araplaştırma politikası izlemekte bulmuştur.94
Irak Türklerine tanınmış olan kültürel haklar kademeli olarak yürürlükten
kaldırılmağa başlanmıştır. Bu amaçla Kerkük şehir merkezi dışındaki
ilkokullarda Türkçe öğretimini yasaklamıştır. Kerkük’te bırakılan birkaç okulda
ise Türkçe, yabancı bir dil gibi, haftada bir saate indirilmiştir. 1937 yılında,
Bağdat yönetimi bunu da kaldırmıştır. Ayrıca, Türk asıllı memurların Türk
bölgeleri dışında çalıştırılmaları, Kerkük ve çevresinde Arap ve Kürt kökenli
memur, asker, polis ve jandarmaların kullanılması ısrarla uygulanmış, Türklerin
yardımlaşma ve sosyal dernekler kurmalarına izin verilmemiştir. Özellikle Irak
Türklerinin, en yoğun yerleşme merkezi olması sebebiyle Kerkük, yönetimin en
çok baskı uyguladığı bir şehir haline gelmiştir. Hükümet, Türk memur ve
öğretmenlerini, sistematik biçimde güney Irak bölgesine sürgüne göndermiştir.95
1935’teki, Yasin el-Haşimi kabinesi de Kerkük Hewice bölgesine Arap Ubeyd
aşireti gruplarını yerleştirme işine girişmiştir.96
Fazıl Demirci, age., s. 14-15.
Mahir Nakip, Kerkük’ün Kimliği, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007, s. 53-54.
93 Aydın Beyatlı, “Dünden Bugüne Iraklı Türklerin İnsan Hakları Beyannamesi”, Misâk-ı Millî
ve Türk Dış Politikasında Musul, Kerkük ve Erbil Meselesi Sempozyumu, ATAM Yayınları, Ankara 1998,
s. 42; B. Şimşir, age, 91.
94 B. Şimşir, age., s. 112.
95 S. Saatçi, age., s. 210.
96 Nuri Talabani, Kerkük Bölgesinin Araplaştırılması, Çev. Zafer Avşar, Avesta Yayınları,
İstanbul, 2005, s. 26.
91
92
155
156
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
1936 yılında ise okullarda Türkçe eğitim-öğretim kaldırılmış, itiraz edenler
sürgüne gönderilmiş; ancak Kürtlere ve Ermenilere kendi dillerinde eğitim
yapmalarına izin verilmiştir. 97 Bu durum, Türkmenlere uygulanan baskıların
farklı bir amaç ve niyete hizmet ettiğini göstermektedir.
1936-1937 yıllarında öğretmenlerin dersleri Arapça olarak anlatması
mecburiyeti konmuştur. Kerkük şehir merkezindeki bazı ilkokullarda, bir süre
Türkçe dersler sürdürülebilmişse de daha sonra, Türkçe dersi, sanki yabancı dil
dersi gibi haftada bir-iki saate indirilmiştir. 1937 yılında ise Türkçe eğitimöğretim tamamen kaldırılmış, yasaklanmıştır. Hâlbuki 1937 yılı, Sadabat
Paktı’nın imzalandığı yıldı ve Türk-Irak dostluğu bir bakıma doruğa çıkmıştı.98
Irak yönetimi, bundan sonra Türkmenlere karşı daha sert tedbirler almış,
sosyal ve kültürel faaliyetleri yasaklamış, bölgedeki tarihî Türk eserlerini tahrip
etmiş, Türkmenleri bölge dışı görevlere tayin etmiş ve Arapların bölgeye iskânı
ile Türkmenleri azınlık haline getirmiştir.99
Atatürk’ün vefatı Türkmenler arasında büyük bir acı yaratmış, 15 Kasım
1938’de TBMM’ye, Kerkük Türkleri tarafından yollanan bir mektupta şu
satırlara yer verilmiştir; Büyük halâskâr, sefâlet ve mahrûmiyetin derinliklerinde inleyen
bed-baht Kerkük’ü bir gün mutlaka kurtaracaktı. Mesût Hatay’a çevirdiği nûrlu yüzünü
bir gün bize de döndürecek ve bizim artık fersiz kalan gözlerimizi kamaştıracak ve uzun
yılların hasretini bir anda unuturacak ve kurtaracaktı.“100
Bekir Sıtkı Paşa Darbesi
Türkmenlerin, Atatürk’ün Musul Vilayeti’ni tıpkı Hatay gibi bir gün
Türkiye’ye katacağı konusundaki beklentileri gerçekleşebilir miydi? Bu konuda
dönemin basınında “Musul Faci‘âsı“ olarak yer alan siyasî bir gelişmeden
bahsetmek yerinde olacaktır.
Irak’ta giderek artan İngiliz düşmanlığı, ülkede siyasî istikrarın bozulmasına
yol açmış ve milliyetçi tepkilere neden olmuştur. 29 Ekim 1936’da, Bekir Sıtkı
Paşa, İngiltere’nin desteklediği Nuri Sait Paşa’yı yönetimden uzaklaştırmış, yeni
hükümet, Hikmet Süleyman 101 başbakanlığında kurulmuştur. Irak’ta, yeni
hükümette yer alan yöneticilerin önemli kısmı, Atatürk inkılâplarına bağlı
demeçlerde bulunan ve Türkiye’de eğitim görmüş isimlerden oluşmaktaydı.
Hükümet darbesi, yaygın olarak İngiliz karşıtı Arap milliyetçiliğinin tepkisi
olarak algılanmıştır. Fakat kurulan yeni hükümet, İngiltere yanlısı politika takip
N. Demirci, age., s. 50.
B. Şimşir, age., s. 109-110, 114.
99 B.Şimşir, age., s. 112.
100 B. Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999, s. 414-415.
101 Hikmet Süleyman, Mahmut Şevket Paşa’nın kardeşi, Aysel Doğramacı’nın babasıdır.
97
98
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
etmiş olan Nuri Sait Paşa’nın girişimlerinin sonuç vermesiyle devrilmiş; uzun
soluklu olmamıştır. 13 Ağustos 1937’de Bekir Sıtkı Paşa, suikasta kurban gitmiş;
Hikmet Süleyman tutuklanmıştır. Türkiye’ye yakın devlet adamlarının
oluşturduğu hükümet, bir faciayla iktidardan uzaklaştırılmıştır.
Bu durumu ve Atatürk’ün Musul politikasını, Ömer Kürkçüoğlu, 12 Ekim
1970’te, eski Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey’le yaptığı görüşmeden şöyle
aktarmaktadır; “Türkiye, Musul’u Irak’a terk ederken, İngiltere ile arasının açık olması
karşısında başka ülkelerin Türkiye ile ilişkilerini geliştirmekten duydukları endişeyi
gidermek istediği gibi; Musul’u Irak’a verip bu ülkeyi memnun bırakarak ilerde onunla bir
konfederasyon yapmayı da düşünmüştür. Fakat Irak’ta bu işi gerçekleştirecek Türk yanlısı
devlet adamları suikasta uğradılar.”102
Atatürk Dönemi Musul Petrollerinden Elde Edilen Gelir
1931-1938 dönemi Musul petrollerinden Türkiye’ye ödenen %10 hissenin
karşılığı yaklaşık 1 milyon sterlindir. Ödemeler, 1926 yılında değil, avans ödeme
olarak 1931’de başlamıştır. 103 1938 yılında Türkiye, İngiltere’den Irak
petrollerinde sahip olduğu hisse karşılığında uzun vadeli borç talebinde
bulunmuştur. Ancak bu girişimi, sonuç vermemiştir. Türkiye’nin bu girişimi
sadece İngiliz belgelerindeki kayıtlarda yer almakta; konuyla ilgili diğer
kaynaklarda böyle bir bilgi bulunmamaktadır.104
İnönü Dönemi Türk Dış Politikası ve Musul Sorunu (19391950)
İsmet İnönü dönemi Türk dış politikasını şekillendiren en önemli gelişme,
II. Dünya Savaşı’dır. II. Dünya Savaşı, Ortadoğu petrolleri üzerinde sert bir
rekabetin yaşandığı ve dolayısıyla Türkiye ve Irak’ı çevreleyen saldırgan
politikaların arttığı bir süreci de beraberinde getirmiştir. Bu durum ise, komşu
ülkelerden herhangi birinin toprak bütünlüğünün bozulması ya da karşıt
gruplarda yer almaları halinde; doğal olarak bir diğerini belirleyecek sonuçlar
doğurabilirdi. Savaşın ilk döneminde, Türkiye, bir yandan kendini Sovyetler
Birliği’ne karşı garantiye alıp, diğer yandan da İngiltere'yi ikna etmeye ve
Almanya’yı da ürkütmemeye çalışarak çok temkinli bir politika izlemiştir. Bu
politikanın dayandığı temel strateji, savaşan güçlerle belli bir mesafenin
korunması ve değişen güç dengesinin Türkiye'nin avantajına kullanılmasıydı.105
Ö. Kürkçüoğlu, age., s. 321.
N. Yazıcı, age., s. 250-251.
104 Erdoğan Karakuş, İngiliz Belgelerinde İkinci Dünya Savaşı Öncesi Türk-İngiltere İlişkileri (19381939), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004, Ek-41, 51,
68.
105 Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, İstanbul, 2004, s. 135.
102
103
157
158
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Türkiye, savaş dışı kalmayı sağlayacak denge politikaları içinde toprak
bütünlüğünü korumaya çalışırken; Irak ise, Almanya-İngiltere nüfuz
mücadelelerine sahne olacaktır.
Savaşın ilanı üzerine Nuri Sait Paşa, 25 Eylül 1939 tarihinde, Irak
radyosundan yaptığı açıklamada; Irak’ın İngiltere ile yaptığı 5 Eylül 1939 tarihli
anlaşması nedeniyle Almanya ile münasebetlerini kestiğini ve Sadabat Paktı ve
Arap ittifakı ile komşu devletlerle beraber hareket edeceğini belirtmiştir. 106
Türkiye, Irak petrollerini kontrol etmek üzere cephe açması veya işbirliği içinde
hareket etmesi yönünde çeşitli baskı ve taleplere maruz kalmıştır. Bunlardan ilki,
Almanya’dan gelmiştir. Almanya, Nisan 1940’da silah, malzeme ve belli sayıdaki
birlikleri, Irak’a sevk etmek için Türk topraklarından serbest geçiş hakkı
istemiştir. Almanya’nın hedefi, öncelikle Irak'ta planlanan Alman yanlı darbeye
yardım sağlamak, sonra da ileride Sovyetler Birliği’ne yapılacak saldırı için bir ön
hazırlık yapmaktı. Buna mukabil olarak Türkiye’ye, Edirne yakınındaki bir
bölgenin Türk topraklarına dâhil edilmesi vaat ediliyordu. Bu tekliften haberdar
olan İngiliz Dışişleri, Türkiye'yi kendi lehine etkilemek üzere Yunanistan'ın da
onayını alarak, karşı bir teklifte bulunmuş; Midilli ve Sakız adalarının Türkiye'ye
verilebileceğini belirtmiştir.107
Mart 1940’da Nuri Sait Paşa, ordunun yoğun baskısı nedeniyle istifa etmiş ve
yerine İngiltere karşıtı ve Alman yanlısı Raşid Ali Geylani başbakan olmuştur.
Fakat yapılan karşı bir darbe sonucu, Ocak 1941’de yerini General Taha
Haşimi’ye bırakmak zorunda kalmıştır. Ancak 3 Nisan 1941’de Geylani, “Altın
Kare” olarak bilinen dört Albay ile birlikte karşı bir darbe yapmış ve iktidarı
tekrar ele geçirmiştir. 108 Artık, tüm dikkatler Irak’a çevrilmişti. Başbakan
olduktan sonra Raşid Ali, İngiliz askerî desteğini kısıtlamış ve Irak kuvvetleri,
Bağdat’ın 40 kilometre batısında bulunan İngiliz üssünü kuşatma altına
almışlardır.
3 Mayıs’ta Hitler’in Alman Savaş uçaklarını Irak’a göndermesi, İngilizlere
karşı verilen mücadeleye yardımcı olmuştu. Almanların Irak’a asker
göndermesinin en kestirme yolu, Vichy idaresinin Suriye’de bıraktığı üsleri ele
geçirmekti. 5 Mayıs’ta, Fransa’da bulunan Vichy hükümetinden bu planları için
izin aldılar. Görünürdeki tek sorun, Suriye ile Irak arasındaki demiryolu hattının
Türk topraklarından geçmesi ve bu sebeple operasyonun Türk iznine bağlı
olmasıydı. Bu sırada Türk hükümeti, Raşid Ali’yle İngilizler arasında faydasız bir
arabuluculuk girişimde bulunmuştu. Haziran ayında, Almanlarla yapılan
106 “Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa'nın II. Dünya Savaşı'nda Irak'ın durumuyla ilgili radyoda
yaptığı konuşma”,BCA, Tarih: 7/10/1939, Dosya: 436283, Fon Kodu: 30..1.0.0, Yer No:
259.747..29.
107 F. Sönmezoğlu, age., s. 135.
108 Behçet Kemal Yeşilbursa, “Geçmişten Günümüze Irak Meselesi”, Gazi Eğitim Fakültesi
Dergisi, Cilt 29, Özel Sayı II, (Temmuz 2009), s. 1323.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
pazarlıklarda Türkiye, Almanya’nın Irak’a sınırsız sayıda silah gönderme ve
Alman birliklerini Türk topraklarından geçirme taleplerini kabul etmemiştir.
İngilizler için Musul’daki petrol kuyularının söz konusu bir Alman saldırısından
korumak en önemli mesele idi ve bir an önce müdahale edilmeliydi. İngiliz
kuvvetleri, kısa sürede Irak’a ulaşacak ve 30 Mayıs’ta, Raşid Ali’yi iktidardan
uzaklaştıracaktır. 109 Diğer taraftan İngiltere, Almanların petrol ihtiyaçlarının
karşılanmaması için Basra’da da önlemler alacaktır.110 Sonuçta, Alman yardımına
güvenen Raşit Ali ve subaylar, bekledikleri gibi bir yardım alamamışlardır.111
Raşid Ali iktidarının devrilmesiyle, İngiltere yanlısı Nuri Sait Paşa ve Kral
Naibi Abdullah, Irak’a geri dönmüş; Ekim 1941’de Nuri Sait Paşa başbakan
olmuştur. 16 Ocak 1943’te Irak, Almanya, İtalya ve Japonya’ya savaş ilan
etmiştir. 1944’te Nuri Sait Paşa istifa etmiş, yerine Hamdi Paçacı geçmiş ve
1946’ya kadar bu görevde kalmıştır. Paçacı’nın iktidarından sonra, ülke tekrar
hükümet krizlerinin yaşandığı bir döneme girmiştir.112
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya üzerindeki güç dengelerinde büyük
değişimler yaşanmıştır. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi İngiltere,
dünyadaki hâkimiyetini yitirirken ortaya çıkan boşluğu, ABD ve Sovyetler
doldurmaya başlamıştır. Irak ise bu dönemde Sovyetler Birliği yanında yer
almıştır.113 Irak’ın, Sovyetler Birliği ile imzaladığı antlaşmalar çerçevesinde, bu
ülkeden ekonomik ve askerî yardım almaya başlaması, ABD’yi ve İngiltere’yi
tedirgin etmiştir. 1945-1950 yılları arasında, Türk dış politikası en zorlu
dönemini yaşamıştır. Bu dönemde, Sovyetlerin tekrar Türkiye üzerindeki
emperyalist emellerinin ortaya çıkması karşısında Türkiye, Ortadoğu’daki
gelişmelerden uzak durarak, Batı ile ittifak içerisine girmiştir.114
Türkiye-Irak Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması (29 Mart 1946)
1945 yılında, Türkiye ile Irak arasında yüksek düzeyli temaslar başlamıştır.
15-20 Eylül 1945 tarihlerinde Irak Kral Naibi Abdullah ve eski Başbakan Nuri
Sait Paşa, Türkiye’ye gerçekleştirdikleri ziyaret sırasında, Türkiye-Irak dostluk
ilişkilerinin önemi vurgulanmışlardır. Nuri Sait Paşa, Yakındoğu işbirliğinin
oluşturulması hakkında 21 Eylül’de şu açıklamayı yapmıştır; “Şimdiye kadar sadece
Arap memleketleri arasında işbirliğinden bahsedildi. Şimdiden sonra, başta Türkiye olduğu
Tayyar Arı, Irak, İran, ABD ve Petrol, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007, s. 390.
Elizabeth Monroe, Britain’s Moment in the Middle East (1914-1956), London, 1963, s. 90.
111 E. Monroe, age., s. 114.
112 Peter Mansfield, The Otoman Empire and its Successors, New York, 1973, s. 95-96; Marion
Farouk-Sluglett, Peter Sluglett, Iraq since 1958: From Revolution to Dictatorship, London, 1987, s. 1523.
113 T. Arı, age., s. 391.
114 İdris Bal, 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, Ankara, 1982, s. 701.
109
110
159
160
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
halde, Irak, Suriye, Mısır, Filistin ve Afganistan gibi Ortadoğu memleketleriyle, Birleşmiş
Milletler Anayasası çerçevesinde, bir işbirliği kurulması düşünülmelidir.”115
29 Mart 1946 tarihinde, Irak Ayan Meclisi Başkanı Nuri Sait Paşa,
beraberinde bir resmî heyetle birlikte tekrar Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Türkiye
ile Irak’ı ilgilendiren çeşitli konular üzerinde müzakereler gerçekleşmiştir. Bu
müzakereler sonunda, Türkiye-Irak Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması ile İ’âde-i
Mücrimîn ve Adlî Yardımlaşma Sözleşmesi imzalanmıştır.
Yeni Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması ile Türkiye ile Irak arasında sınır
güvenliği konusu, dostluk ilişkilerinin vazgeçilmez ön şartı olarak kabul
edilmiştir. Bu anlaşmanın sınırla ilgili düzenlemeleri; 1926 antlaşmasıyla
belirlenmiş ve çizilmiş sınıra riayet edilmesi, taraflardan birinin ülke
bütünlüğüne ve hudut dokunulmazlığına karşı herhangi bir saldırı tehlikesi varsa
veya saldırı yapıldığında Birleşmiş Milletlerin yetkili organına haber verilmesi, iki
ülke arasındaki hududun her iki tarafında, 75’şer kilometrelik bir bölgede
çıkacak ve hudut münasebetlerinin ahengini bozacak her türlü anlaşmazlığın
çözülmesinin sağlanması, tarafların hudut güvenliği ve ülke bütünlüğü aleyhinde
faaliyet göstermemeleri ve gerekli önlemleri almaları, tarafların hudutlarını silahlı
kişilerin taarruzlarına karşı korumak için gerekli tüm tedbirleri almaları
gerekmektedir. 116 Türkiye-Irak sınırı ile ilgili düzenlenen protokol ve
anlaşmalarla, sınırın güvenliği, silahlı grupların faaliyetlerinin engellenmesi,
gerekli önlemlerin alınması ve tarafların işbirliği içinde çalışmalarıyla ilgili
düzenlemeler yapılmıştır.
Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşmasıyla aynı gün imzalanmış olan “İ’âde-i
Mücrimîn ve Adlî Yardımlaşma Sözleşmesi” de sınır güvenliğinin
pekiştirilmesine yardımcı olmak üzere düzenlenmiş bir belgedir. Ayrıca
“Türkiye-Irak Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması”na eklenen protokollerle,
kaynakların paylaşımı, eğitim, kültür, haberleşme, ulaşım vb. konularda uzlaşı ve
işbirliği sağlanmasının temelleri atılmıştır. Bu protokoller şöyledir; Dicle, Fırat
Nehirleri ve Kolları Sularının Tanzimi Protokolü, Asayiş İşlerinde Karşılıklı
Yardımlaşma Protokolü, Eğitim, Öğretim ve Kültür İşbirliği Protokolü, PostaTelefon-Telgraf Protokolü, Ekonomik İşlere İlişkin Protokol ve Hudut İşleri
Protokolü.
İ. Soysal, Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye Olaylar Kronolojisi (1945-1975), İstanbul, 1998, s. 12.
İ. Uzgel-Ö. Kürkçüoğlu, “1926 Ankara Antlaşması ve Türkiye’nin Sınırı Kabul Edilmesi”,
Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (Cilt 1: 1919-1980), Ed:
Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 268-269.
115
116
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
İnönü Dönemi Türk Dış Politikasında Kürt Meselesi
II. Dünya Savaşı sırasında Irak’taki hükümet darbelerinden117 faydalanmak
isteyen Barzani, Barzan bölgesinde, Temmuz 1943’te, SSCB tarafından önemli
ölçüde desteklenen bir ayaklanma daha başlatmıştır. Barzani, İngiliz yetkililerin
Kürt otonomisi için desteğini almaya çalışmış, bu süreçte İngiliz Büyükelçi Sir
Kinahan Cornwallis, Nuri Sait Paşa’yı, Barzani ile temas’a geçmesi için
cesaretlendirmiştir.118 Irak yönetimi, Barzani ile görüşerek bazı isteklerini kabul
etmişse de, aynı yıl hükümet değişince anlaşma uygulanamamış; Irak hükümeti,
Irak’ın kuzeyinde hâkimiyeti yeniden kurmak için harekete geçmiş ve büyük
aşiretlerin de desteğini alarak, Barzani’nin faaliyetlerini bastırmıştır.
Barzani, 1945’te, İran’a geçmiş ve 22 Ocak 1946’da, Mahabad Kürt
Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.119 Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kurulması, İran
ve Irak’taki Kürt faaliyetlerinin artmasına neden olmuş ve Türkiye’yi rahatsız
etmiştir. Bunun üzerine, Türkiye-Irak, 29 Mart 1946’da, “Dostluk ve İyi
Komşuluk Antlaşması” imzalamıştır. Bu antlaşmada, sınır güvenliğine ve silahlı
grupların faaliyetlerinin karşılıklı olarak önlenmesine ve gerekli önlemlerin
alınmasına dair hükümler yer almaktadır.120
Türkiye-Irak sınır güvenliğinin ve tarafların ülke bütünlüğünün en temel
endişesini, bu dönemde de yine Kürt aşiretlerinin isyanları ve örgütlü faaliyetleri
oluşturmuştur. Barzani’nin İran’da bulunduğu süreçte, İran’dan Irak’a sızan
Kürt çetelerinin faaliyetleri, Irak ve Türkiye’nin işbirliği sayesinde
engellenmiştir.121
Öte yandan Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılması üzerine, Barzani, 1947
İlkbaharında yeniden Irak’a dönmüştür. Ancak, Bağdat yönetiminin Barzani
ailesine karşı sert bir tutum göstermesi üzerine, Molla Barzani, yanında 500
kişilik bir grup ile 27 Mayıs 1947’de, Türk sınırından girmiş, İran-Türkiye sınırı
boyunca 14 gün ilerledikten sonra, Sovyetler Birliği‘ne sığınmıştır. Bu 14 gün
boyunca Türk birlikleri, Molla Barzani ve 500 adamını izlemişlerdir.122 Barzani,
1958’e kadar SSCB’de kalmıştır.123
Irak’ta önce Alman yanlısı, sonra İngiliz yanlısı karşı hükümet darbesi yaşanmıştır.
McDowall, age., s. 392-398.
119 Erol Kurubaş, “Irak Kürt Hareketi, İç Çekişme-Dış Destek-Ayaklanma”, Irak Krizi (20022003), s. 31; S. Bilgin, age., s. 91-100.
120 İ. Uzgel-Ö. Kürkçüoğlu, agm., s. 269; Yaşar Canatan, Türk-Irak Münasebetleri (1926-1932),
Ankara, 1996, s. 91-99.
121 “Irak ve Türkiye arasında faaliyet gösteren Kürt çetelerinin takibi için ortak hareket
edilmesi isteği”, BCA, Tarih: 3/4/1946, Dosya: 436301, Fon Kodu: 30..10.0.0.,Yer No:
259.747..48.
122 Chris Kutschera, Kürt Ulusal Hareketi, Avesta Yayınları, İstanbul, 2001, s. 220-221.
123 E. Kurubaş, agm., s. 31; H. Göktaş, Kürtler I: İsyan ve Tenkil, s. 130-133; S. Bilgin, age., s.
109-144.
117
118
161
162
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
İnönü Dönemi Türk Dış Politikasında Türkmenler
1946 Türk-Irak Dostluk Antlaşmasına bağlı Eğitim, Öğretim ve Kültür
İşbirliği Protokolü, Irak Türkmenlerine yepyeni ufuklar açmış ve önemli
kazanımlar sağlamıştır. Irak okullarının verdiği diplomaların Türkiye’de geçerli
sayılması, Iraklı gençlerin Türkiye’ye akın etmesine ve Türk okullarına girmesine
zemin hazırlamıştır.124
Ayrıca, tarafların üniversite ve yüksekokullarınca, Türkiye ve Irak’ın büyük
merkezlerinde, kültür haftalarının düzenlenmesi ile iki ülke öğretim üyeleri
arasında tanışma ve işbirliği sağlamak; her dereceden teknik ve meslek
okullarıyla enstitülerinden, üniversite ve yüksekokullardan ve buralardaki
çalışma, araştırma ve inceleme imkân ve araçlarından devamlı veya geçici olarak
karşılıklı faydalanmak; iki tarafın birbirlerini daha yakından tanımalarını
sağlayacak radyo yayını yapmak; gazete, dergi, sinema ve benzeri araçlarla iki
memleketi birbirine tanıtıcı faydalı bilgiler yayımlamak imkânına
kavuşulmuştur.125 Eğitim, Öğretim ve Kültür İşbirliği Protokolu, Türkmenlerin
kültürel kimliğinin korunmasında önemli bir yere sahiptir.126 Ancak bu protokol,
Irak yönetimi tarafından Türkmenlerin sahip olduğu kültürel hakların
uygulanmasını engelleyecek her türlü adımı atmasına engel olamamıştır.
Irak yönetimi, Türkmen varlığını yok etmeye yönelik katliamlara seyirci
kalmış ve Türkmenlere yönelik uyguladığı baskının şiddetini giderek arttırmıştır.
12 Temmuz 1946 yılında, Irak Petrol Şirketi işçilerine yönelik gerçekleştirilen
“Gâvurbağı Katliamı”, Irak yönetiminin Türkmenlere yönelik ırkçı baskılarına
ve insan hakları ihlaline örnek olabilecek özellikler taşımaktadır.127
03-16 Temmuz 1946’da, Kerkük’te, Irak Petrol Şirketi aleyhine işçi grevleri
düzenlenmiş ve şehir, yoğun siyasî faaliyetlere sahne olmuştur. Kerkük’te bir
petrol şirketinde çalışan işçiler, hayat şartlarıyla ilgili taleplerini elde etmek için iş
bırakma eylemi başlatmışlar ve seslerini duyurmak için Gâvurbağı Meydanı’nda
toplantılar düzenlemişlerdir.128 Irak emniyet kuvvetleri, Gâvurbağı Meydanı’nda
toplanmış kalabalığa yönelik çeşitli tutuklamalar yapmış; bu sırada, kalabalığı
dağıtmak için açılan ateşte Türkmenlerden ölen ve yaralananlar olmuştur.
Gâvurbağı’nda yaşananların ardından, olay yeri incelemesi neticesinde, işçilerden
ve masum halktan beş ölü ve birkaç yaralı bulunmuş; ikinci gün ise ölü sayısı
altıya çıkmıştır. Hastaneye müracaat eden yaralı sayısı on dördü bulmuştur.
124 B. Şimşir, age., s. 116-117; Ümit Ertuğrul, Irak Türkleri ve Türkiye, Kerkük Vakfı Yayınları,
İstanbul, 2006, s. 221.
125 B. Şimşir, age., s. 118-119.
126 B. Şimşir, age., s. 115-121.
127 Şemsettin Küzeci, “Gavurbağı Katliamı: Kerkuk, 1946”, Kerkük Dergisi, Sayı 2, Temmuz,
2005, s. 19.
128 Aziz Kadir Samancı, Irak Türkmenleri'nin Siyasi Tarihi, Bağdat, 1999, s. 72-74.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
Ancak sorgulanma korkusuyla, hastaneye gitmeyen çok sayıda yaralı olduğu
bilgisi, yaralı sayısının bilinenden bir hayli fazla olduğunu göstermektedir. 129
Katliam, Türkmenlerin siyasî bakımdan Irak’ta meydana gelen olaylarda, etki
sahibi olmaları için bir dönüm noktası oluşturması gerekirken; tam aksi bir etki
yaratmıştır. Türkmenler, siyasî ve sosyal açıdan daha içe kapanık bir toplum
haline dönüşmüştür.
Türk kamuoyu bu dönemde yaşanan gelişmelerden büyük oranda habersiz
kalmış ve bu sebeple gerekli tepki gösterilememiştir. Dönemin basınından
yalnızca Akşam gazetesi; Kerkük’te çarpışmaların yaşandığını, 5 ölü ve 15
yaralının olduğunu ve ölenlerin Irak Petrol Şirketi ameleleri olduğunu
bildirilmektedir.130
1947 sonbaharında yapılan milletvekili seçimlerinde aday olan Türkmenleri
desteklemek için yapılan ve halkın büyük bir çoğunluğunun katıldığı gösterilere
güvenlik güçleri müdahale etmiş, çok sayıda yaralanan olmuş ve halk dağılmak
zorunda kalmıştır. 1949 yılında ise Türkmenler, Kerkük’te görev yapan vali ile
belediye başkanının değiştirilerek, Türk kökenlilerin seçilmesini istemişlerdir. Bu
amaçla binlerce Türkmen bir araya gelmiş, mitingler ve gösteriler
düzenlemişlerdir. Nihayet, yönetim, Türkmen Şamil Yakubi’yi belediye
başkanlığına getirmek zorunda kalmıştır.131
İnönü Dönemi Musul Petrollerinden Elde Edilen Gelir
1939-1950 dönemi Musul petrollerinden Türkiye’ye ödenen %10 hissenin
karşılığı yaklaşık 1.800.000 sterlindir. Irak, sadece 1945 yılında Türkiye’ye ödeme
yapmamıştır.132
Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikası ve Musul Sorunu
(1950-1956)
I. Dünya Savaşı sonunda Türkiye, Ortadoğu’dan kopartılmıştı. II. Dünya
Savaşı sonrasında ise değişen güç dengeleri, Türkiye’nin yeniden Ortadoğu’ya
entegre edilmesine zemin hazırlamıştır. Batılı olan Türkiye, bu yeni stratejide
“bölgesel yapı projesinin” çekirdeğini teşkil edecektir.133
129 Charles Tripp, ölen işçi sayısının on, yaralanan işçi sayısının yirmi yedi olduğunu
belirtmektedir. Bkz. C. Tripp, age, s. 541; S. Saatçi, age., s. 213.
130 Akşam, “Kerkük’te Çarpışma”, 15 Temmuz 1946, s. 1.
131 S. Saatçi, age, s. 213-214.
132 N. Yazıcı, age, s. 241-244.
133 Nassif Hitti, “Süper Güçlerin Stratejileri içinde Arap Dünyası ve Türkiye”, Arap-Türk
İlişkilerinin Geleceği (Milletler arası Platformda Çözüm Önerileri), Editör: Ali Çankırılı, Timaş Yayınları,
İstanbul, 1994, s. 467-477.
163
164
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
1945’den itibaren Türk dış politikasının genel olarak, Batı’ya, özellikle de
Amerika’ya doğru yönelmesini etkileyen temel dış etken, Sovyetler Birliği olmuş
ve bu etken, Türkiye’nin Ortadoğu politikasının da şekillenmesinde önemli rol
oynamıştır.
Türkiye’nin Arap ülkeleri ile aktif siyaseti, 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen
Adnan Menderes hükümeti döneminde gerçekleşmiştir. Atatürk döneminde
uygulanan tarafsızlık politikası, bu dönemde bilinçli olarak terk edilmiş ve yeni
politika, aktif / dinamik politika olarak tanımlanmıştır.134 Türkiye, bu dönemde,
NATO’ya girmiş ve böylece müttefiklerinin Ortadoğu’daki politikalarına hem
ortak, hem de destek olmuştur. Batı’nın Ortadoğu’daki çıkarları, Menderes
hükümeti tarafından Türkiye’nin kendi güvenlik çıkarları ile özdeş olarak
algılanmış; Türkiye, bölgede “Batı kulübünün aktif bir üyesi rolünü”
üstlenmiştir.135 Batılı devletler, Türkiye önderliğinde Ortadoğu’da askerî bir pakt
kurarak, bölgedeki çıkarlarını korumak niyetindeydiler. Bütün bölge ülkelerini
kapsayacak bir savunma paktı oluşturulması ve daha sonra bu paktın, Arap
bloğuna veya federasyonuna dönüştürülmesi hedeflenmişti. Ortadoğu’da
kurulacak bu ittifak, NATO ile ilişkilendirilecek ve Türkiye, Sovyetler karşısında
yalnız bırakılmayacaktı. Böylece İngiltere’nin endişeleri giderilmiş olacak ve
Ortadoğu’da Batı’nın etkisi arttırılacaktı.136
Diğer taraftan, 1950’lerin başında Irak’taki siyasî yapı iki ana gruba ayrılmıştı.
Birincisi, Nuri Sait Paşa’nın başını çektiği, İngiltere yanlılarının oluşturduğu
muhafazakâr grup, ikincisi ise milliyetçilerin ve sosyalistlerin oluşturduğu grup.
Irak’ta, 1945 ile 1958 yılları arasında çoğunluğu İngiliz yanlısı, Nuri Sait Paşa
başkanlığında ve genellikle aynı kişilerden oluşan yirmi dört hükümet
kurulmuştu. 137 Arap ülkeleri içinde Batı politikalarına sadece Irak yakın
durmaktaydı. Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa, tam bir Batı hayranıydı ve
Ortadoğu’da kurulacak bir ittifakta köprü olabilirdi.138
Ortadoğu Savunmasında Türkiye Öncülüğü ve Bağdat Paktı (24 Şubat
1955)
Sovyet nüfuzuna karşı İngiltere’nin ve Amerika’nın teşvikiyle bölge ülkeleri
arasında dayanışmayı arttırmak amacıyla Türkiye, İran, Pakistan ve İngiltere’nin
Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Yayınevi, Ankara, 1990, s. 41.
H. Bağcı, “Demokrat Parti’nin Ortadoğu Politikası”, Türk Dış Politikasının Analizi,
Derleyen: Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul, 2004, s. 171.
136 Melek Fırat-Ömer Kürkçüoğlu, “1945-1960 Arap Devletleriyle İlişkiler”, Türk Dış
Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (Cilt 1: 1919-1980), Ed: Baskın Oran,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 618.
137 M. F. Sluglett-P. Sluglett, age., s. 38-45.
138 Y. Canatan, age., s. 113.
134
135
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
katıldığı Bağdat Paktı kurulmuştur.139 Paktın kurulması sürecinde Türkiye-Irak
ittifakı önemli rol oynamıştır. Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı
Fuat Köprülü, 6-14 Ocak 1955 tarihlerinde Bağdat’ı ziyaret ederek Irak
yetkilileri ile görüşmüşlerdir. Bu görüşmeler sonucunda, 12 Ocak 1955’te
yayınlanan Türk-Irak ortak deklarasyonunda, Türkiye ve Irak arasında bir
antlaşma yapılmasına karar verildiği bildirilmiştir; “Türkiye ve Irak hükümetleri,
Orta Şark’ta, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın prensiplerine ve bu prensiplere dayanan
kararlara uygun şekilde istikrarın tesisine, her ne şekilde olursa olsun tecavüz niyetlerinin
önlenmesi sureti ile emniyetin takviyesine hizmet edeceğine kavi bulundukları böyle bir
antlaşmaya onun gayelerinin tahakkukuna hizmet azmini ispat etmiş olan veya coğrafi
mevkiinden dolayı veya elindeki imkânlar sayesinde bu yolda faaliyet sarf edebilecek vaziyette
bulunan devletlerin iltihakını faydalı ve lüzumlu telakki eylemektedirler. Bu itibarla, bu
antlaşmanın nihai şeklini almasına takaddüm edecek çok kısa zamanda bu mevzuda
kendileri ile beraber hareket etmek arzusunu gösterecek devletlerle sıkı temas halinde
bulunacaklar, mümkün olursa vesikanın imzasının onlarla birlikte yapılmasına çalışacaklar
ve her halükârda imzadan sonra dahi aynı gayretlere devam edeceklerdir.”140
Türkiye-Irak görüşmeleri sonucunda 24 Şubat 1955’te, Türkiye ile Irak
arasında Bağdat’ta
“Güvenlik Savunma Antlaşması” imzalanmıştır. Bu
Antlaşma, 4 Nisan 1955’te, İngiltere, 23 Eylül 1955’te, Pakistan ve 3 Kasım
1955’te, İran’ın da katılımıyla Bağdat Paktı’na dönüştürülmüştür.141 Anlaşma’da,
Türkiye ile Irak arasındaki dostluk ilişkilerinin gelişmekte olduğu ve bu
gelişmenin Ortadoğu ülkelerinin barış ve güvenliğinin ayrılmaz bir parçası
olduğu vurgulanmıştır. 142 Bu anlaşmada, akit tarafların, Birleşmiş Milletler
Anayasası’ndan doğan hak ve yükümlülüklerinden hiç birini; herhangi bir
biçimde zedelemeyeceği ve Ortadoğu bölgesinin barış ve güvenliğinin
korunması yolunda BM üyesi sıfatıyla üstlendikleri büyük sorumlulukların
bilincinde oldukları belirtilmiştir. 143 Taraf ülkelerin, kendi güvenlik ve
savunmaları için işbirliği yapmaları, birbirlerinin içişlerine karışmayacakları ve
olası uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözülmesi gerektiği anlaşma maddelerinde
yer almıştır. Ayrıca, Anlaşma’nın bütün Arap Birliği devletlerine ve bölgenin
139 Ramazan Gözen, “Ortadoğu’da Güç Dengeleri”, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, Editör:
İdris Bal, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2004, s. 647.
140 Cumhuriyet, 13 Ocak 1955.
141 Melek Fırat-Ömer Kürkçüoğlu, “Bağdat Paktı”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (Cilt 1: 1919-1980), Ed: Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul,
2001, s. 620-626.
142 Ayın Tarihi, 255 (24 Şubat 1955), s. 185-187.
143 İ. Soysal, “1955 Bağdat Paktı”, Belleten, 55/212, TTK Yayınları, Ankara, Nisan, 1991, s.
229.
165
166
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
güvenliği ve barışı ile ilgili, tarafların tanıdığı devletlere açık olduğu, onların
Türkiye ve Irak ile özel anlaşmalar yapabileceklerine yer verilmiştir.144
Irak'ın pakta girme nedeni, batının ekonomik ve askerî yardımını alarak
bölgedeki en güçlü Arap devleti olmaktı. Ancak, Mısır, Irak'ın Arap dünyasında
güçlü bir konuma gelmesini istemeyecektir. 145 Mısır'a göre bu pakt, Arap
liderliğini Kahire'den Bağdat'a taşımakta ve Mısır'ı Arap dünyasında güçsüz bir
konuma düşürmekteydi. Mısır, Arap dünyasındaki inisiyatifini kaybetmemek için
Bağdat Paktı karşısına yeni bir blok oluşturmaya giriştiyse de başarılı
olamamıştır. 146 Ancak, Süveyş krizinden sonra Arap dünyasının tartışmasız
lideri, Mısır olmuştur.
Türkiye’nin Bağdat Paktı’ndan beklentisi çok fazlaydı ve Arap ülkelerinin
pakta karşı olumsuz tutum takınmalarını da beklemiyordu. Bu nedenle, Arap
ülkelerini ikna etmek için Başbakan Menderes, Ürdün’e ve Lübnan'a ziyarette
bulunmuştur. Ancak, bu ziyaretler esnasında protestolarla karşılaşmıştır.
Türkiye’nin, Bağdat Paktı’nın oluşumunda oynadığı öncü rol, Sovyetler Birliği’ni
kendisine karşı tahrik etmiş ve Ortadoğu ülkelerini Türkiye’den uzaklaştırmıştır.
Arap ülkeleri ittifaka katılmamış ve bu girişimi, İngiliz emperyalizminin yeni bir
oyunu olarak değerlendirmişler ve Türkiye’yi buna araç olmakla
suçlamışlardır.147
Türkiye’nin Sovyet tehdidinden dolayı Batı’ya yaklaştığı bir dönemde, Mısır
ile Suriye ekseninin Batı’dan uzaklaşması ve Sovyet yanlı ve radikal Arap
milliyetçisi konumuna gelmeleri, iki tarafın dış politika anlayışlarında farklılıklar
doğurmuştur.148 Bu gibi sebeplerden dolayı Bağdat Paktı’nı kendileri için tehdit
olarak gören bu grup, Bağdat Paktı’na üye olmamışlardır. Daha sonra ise bu
grubun uzantıları Irak Devrimi ile birlikte, Irak’ta yönetimi ele geçirmiştir. Bu da
Bağdat Paktı’nın yakın bir zamanda varlığını sürdüremeyeceğinin en büyük
kanıtı olmuştur.149
Bağdat Paktı, şüphesiz Sovyetlerin tepkisini çekmiştir. Sovyetler tepkisini,
İngiltere’nin 4 Nisan 1955’de, Bağdat Paktı’na katılmasıyla birlikte göstermiş ve
bu konuda bir nota yayınlamıştır. Bu notada, Sovyetler Birliği, Batı’nın Türkiye
Ayın Tarihi, 255 (24 Şubat 1955), s. 185-187.
Sabit Duman, “ Ortadoğu Krizleri ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 317.
146 The Times, 1 Februrary 1955.
147 T. Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Alfa Yayınları, İstanbul,
2004, s. 306; Mim Kemal Öke-Erol Mütercimler, Düşler ve Entrikalar (Demokrat Parti Dönemi Türk
Dış Politikası), İstanbul, 2004, s. 171; Nasuh Uslu, Türk Amerikan İlişkileri, 21. Yüzyıl Yayınları,
Ankara, 2000, s. 113.
148 Gökhan Çetinsaya, “Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Yönelik Politikasına Bir Bakış
(1923-1998)”, ATA Dergisi, Selçuk Üniversitesi, Konya, Sayı 8, 1998, s. 45-46.
149 G. Çetinsaya, agm., s. 47.
144
145
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
vasıtasıyla Ortadoğu’da askerî blok kurmak üzere izlediği siyasetin, Arap
ülkelerinin bağımsızlığını tehdit ettiğini ve Türkiye’nin yeniden bu ülkeler
üzerinde hâkimiyet kurmak üzere harekete geçeceğinden duyduğu endişeye yer
vermiştir.150 9 Mayıs 1954 tarihinde Türkiye, Sovyetlerin iddialarını reddetmiş ve
çabalarının sadece Birleşmiş Milletler prensiplerine uygun, barışçı bir nitelik
taşıdığını bildirmiştir. Ancak, Sovyet Birliği, Bağdat Paktı’nı ve dolayısıyla
Türkiye’yi suçlayan resmî bildiriler yayınlamaya devam etmiştir.151
Türk-Irak İşbirliği Antlaşması, NATO gibi fiilî yaptırım içermeyen, pratik bir
değer taşımaktan uzaktı. Irak’ın tek Arap ülkesi olarak Bağdat Paktı’na katılımı,
Arap birliği içinde büyük parçalanmalara neden olmuş; üstelik bu parçalanma,
Bağdat Paktı’yla engellenmek istenen Sovyetlerin Ortadoğu’ya girmesini de
kolaylaştırmıştır. Türkiye-Irak İşbirliği Anlaşması, Türkiye’den ve Irak’tan
ziyade, İngiltere’nin çıkarlarına hizmet etmiştir. İngiltere’ye Irak’ta üs
bulundurma hakkı tanıyan 1930 Antlaşması, 1956 yılında sona erecekti ve bu
antlaşmanın yenilenmesi ihtimali çok zayıftı. Süveyş bölgesini terk etmek
durumunda kalan İngiltere, Irak’taki üslerini yitirmek istemiyordu.152
İngiltere, Irak ve Türkiye'nin bütün gayretlerine rağmen pakta her hangi bir
Arap devleti üye olmamıştır. Arap dünyasında Irak'ın etkinliğinin artması, Suudi
Arabistan'ı, Mısır'dan uzaklaştırırken; Suriye’yi, Türkiye ile Irak'ın
yakınlaşmasından çekinmesinden dolayı Mısır'a yaklaştırmıştır. 153 Bağdat
Paktı’na, Türkiye ve Irak’tan sonra, İran ve Pakistan’ın da katılımıyla,
Amerika’nın çevreleme politikası çerçevesinde ortaya çıkarmış olduğu “Kuzey
Kuşağı” projesi, yavaş yavaş hayata geçmiştir.154
Demokrat Parti Dönemi Türk Dış Politikasında Türkmenler
Bağdat Paktı’nın imzalanmasıyla, Türkiye-Irak ilişkileri iyi bir seyir izlemesine
rağmen; Pakt’ta Türkmenlerinin durumuna hiç yer verilmemiştir. Irak’ta, Türkçe
yasağı devam etmiş, Türkiye ile Irak arasındaki dostluk bağları güçlenirken; Irak
yönetimi, Türkmenlere yönelik baskıları her geçen gün artırmaya devam
etmiştir.155 Bu dönemde, Irak yönetimi, Türkmenlere yönelik baskılarını bölgeye
150 Melih Aktaş, 1950-60 Demokrat Parti Dönemi Türk Sovyet İlişkilerinde Amerikan Faktörü, Sema
Yayınları, İstanbul, 2006, s. 105.
151 Ö. Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Karsı Politikası (1945-1970), SBF Yayınları,
Ankara, 1972, s. 80.
152 Mehmet Gönlübol-Haluk Ülman, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), Siyasal
Yayınları, Ankara, 1996, s. 263-264.
153 S. Duman, agm., s. 318.
154 Ö. Kürkçüoğlu, age., s. 79.
155 Yaşar Aytek, “Irak Türkleri ve Barzani (1)”, Yeni İstanbul Gazetesi, 30 Mart 1974, s. 5, S.
Saatçi, Irak’ta Türk Varlığı, s. 208-209.
167
168
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
atadığı Kürt vali ve belediye başkanları aracılığıyla sürdürmüştür. 156 Türk
düşmanı olarak tanınan Reşid Necip, Kerkük Valisi olarak atanmış ve göreve
başlar başlamaz, Kerkük’ün Türk asıllı belediye başkanını değiştirerek, yerine
Kürt asıllı Fazıl Talabani’yi tayin etmiştir. Bundan sonra, yeni atanan Kürt vali
ve belediye başkanı, Türkmenlere ait tarihî eserleri tahrip ettirmiş, Türkmen
memur ve öğretmenleri Türkmenlerin yaşadığı bölgelerden uzaklaştırmış ve
yerlerine Kürt asıllıları getirmişlerdir. Diğer taraftan Kerkük’ün etrafında
gecekondular inşa edilmiş, işsiz olan Kürtler buraya yerleştirilmiş ve kısa bir süre
sonra da Irak Petrol Şirketi’nde çalışmaya başlamışlardır.157
Bağdat Paktı sırasında 150 bin nüfuslu Kerkük’te, Kürt nüfusu 2-3 bini
geçmez iken, Pakt imzalandıktan sonra Kürt nüfus, 15 bini bulmuştur.
Kerkük’teki Kürt yöneticiler, bölgeyi Türk diplomatlarına, gazetecilerine ve
sporcularına kapalı tutmuşlardır. Yaşanan bu gelişmeleri, ABD’nin Kürtlere
karşı himayeci tutumunun sonucu olarak yorumlamak mümkündür.158
Demokrat Parti Dönemi Musul Petro-politiği
1950-1956 yılları arasında Irak’ın, Türkiye’ye petrol gelirleri nedeniyle 1951
ve 1954 yıllarında olmak üzere iki kez yaptığı ödemenin tutarı, yaklaşık 1 milyon
Sterlindir. Bu dönemde Irak petrol üretimi artmış 159 , dolayısıyla Türkiye’ye
petrol hisselerinden ödenecek gelirin de fazlalaşması beklentisi yükselmiştir.
Bağdat Paktı vesilesiyle Türkiye-Irak arasında meydana gelen yakın işbirliği,
dönemin basınında Türkiye’ye ödenecek gelirin hayli yüksek olacağı yönünde
tartışmaları da başlatmıştır.160 Türkiye, Irak petrol üretiminin artmasına paralel
olarak yeniden bir hesaplama yapmış ve Irak petrollerinden elde edeceği geliri,
1952 yılı bütçesinde alacak olarak 100 milyon TL161 olarak göstermiştir. Türk
hükümeti, Irak’a resmen müracaat ederek, Türkiye’nin Irak petrolleri üzerindeki
Y. Canatan, age., s. 130.
Enver Yakuboğlu, Irak Türkleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1976, s. 20-21.
158 Y. Aytek, “Irak Türkleri ve Barzani (2)”, Yeni İstanbul Gazetesi, 31 Mart 1974, s. 5.
159 İran petrollerinin millîleştirilmesi yönündeki gelişme, dünya petrol şirketlerini harekete
geçirmiş ve petrol üreten ülkelerle yapılan antlaşmalardaki hisse oranları %50-50’ye yükseltilmişti
ki bu durum, Irak petrol üretiminin artmasını sağlamıştır. Irak petrol üretiminin artmasını
sağlayacak bir diğer gelişme ise Irak Petrol Şirketi ve ortakları arasında imzalanan Kırmızı Çizgi
Antlaşması’nın feshedilmesidir. Kırmızı Çizgi haritasının kısıtlayıcı maddelerinin ortadan
kalkmasıyla ve ortakların genişleme politikasına yönelmesi sonucunda Irak Petrol Şirketi’nin
üretimi de artmıştır. Bkz. Leonard Mosley, Petrol Savaşı, Ankara, 1975, C. I, s. 204-205.
160 Asım Us, “Irak Petrolleri”, Vakit, 12 Ocak 1955, s. 3.
161 O zamanki kurla yaklaşık 35 milyon Dolar’a tekabül etmektedir. Bkz. Asım Us, “Irak
Petrollerinde Türkiye’nin Hissesi”, Vakit, 22 Haziran 1953, s. 1; Ayın Tarihi, 14 Mayıs 1952; Türk
Parlamento Tarihi: TBMM IX. Dönem (1950-1954), Derleyen Kazım Öztürk ve Türk Parlamento
Tarihi Araştırma Grubu, TBMM Vakfı Yayını, Ankara, 1998, C. I, s. 911; C. III, s. 2854, 3507; C.
IV, s. 4815, 5070; Cahit Kayra, 1938 Kuşağı, Olaylar, İnsanlar, Anılar, Cem Yayınevi, İstanbul, 1995,
s. 145.
156
157
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
hissesinin artırılması talebinde bulunmuş ve taraflar arasında müzakereler
yapılmıştır. 162 Başlangıçta, Irak hükümetinin bu tutarı ödeyeceği bilgisi
basında163 yer almışsa da; Bağdat Paktı müzakereleri sürecinde, bu ödemenin
yapılmayacağı, hatta bu haktan feragat edildiği şeklinde haberler basına
yansımıştır.164 Bunun yanı sıra, Irak hükümeti de yaptığı bir açıklama ile 1926
Ankara Antlaşması’nın süresinin 1951 yılında sona erdiğini belirtmiştir.165
Türkiye-Irak ilişkilerinin Orta Doğu’da güvenliğin sağlanmasında yapmış
olduğu öncü rol (Bağdat Paktı) ve yakın iş birlikteliği bu borcun
ödenmemesinde bir dış faktör olarak dikkate alınmalıdır. Irak petrollerinden
alacağının tahsil edilmemesi üzerine Türkiye’nin Adalet Divanı’na başvuracağı
yönünde haberler basında yer almışsa da Türkiye, böyle bir girişimde
bulunmamıştır.166 1959 bütçesinden başlayarak; Irak petrollerinden %10 alacak,
gelir tahmini kalemine konmamış; madde 7 olarak gösterilmeye başlanmıştır.167
Bu durum, Türkiye’nin Irak’tan petrol gelirleri nedeniyle bir ödeme
beklentisi içinde olmadığı veya Irak’ın bu ödemeyi askıya aldığı şeklinde
yorumların yapılmasına neden olmuştur.168 Ancak, Musul petrol hisselerindeki
Türkiye’nin hakları, Irak-Türkiye dostluğu için feda edilmiş görünmektedir.
Konuyla ilgili Demokrat Parti hükümetinin tutumunu ise Feridun Ergin şöyle
aktarmaktadır; “24 Şubat 1955’te imzalanan Bağdat Paktı, ertesi gün onaylanmak üzere
TBMM’ne sunulmuştur. Dışişleri Komisyonu’nda görüşülürken Irak petrollerinden
alacaklarımız hakkında açıklama rica edilmiştir. Başbakan gülümseyerek; ‘Terazinin bir
gözüne Irak’ın dostluğunu, diğer gözüne de alacağımızı koyuyoruz!’ yanıtını vermiştir.”169
Sonuç
Dünya enerji dengelerinde petrolün kritik konumu ve petrol rezervlerinin
dengesiz dağılımı, 19. yüz yıldan itibaren petrole istisnai bir ekonomik, stratejik
ve politik önem kazandırmıştır. Yerel petrol kaynaklarına sahip olmayan petrol
ithalatçısı ülkeler, yabancı arz kaynaklarını kontrol etmeye yönelik çeşitli
politikalar geliştirmeye başlamışlardır. Bu devletler, “bölgesel bir destabilizasyon
162 Vakit, “Türkiye-Irak Petrol Müzakereleri”, s. 3, 4 Kasım 1952; Cumhuriyet, “Irak Petrolleri
ve Bizim Hissemiz”, s. 3, 4 Kasım 1952.
163 Milliyet, “Irak 100 Milyon Lirayı Ödüyor”, 7 Ağustos 1955, s. 1.
164 Cumhuriyet, “Irak’la Aramızda Petrol Yüzünden Çıkan İhtilaf”, 10 Ağustos 1955, s. 1-6.
165 Cumhuriyet, 10 Ağustos 1955, s. 1-6;11 Ağustos 1955, s. 1-3; Yeni Sabah, 6 Eylül 1955, s. 7.
166 Cumhuriyet, 20 Kasım 1957, s. 1-5; Hürriyet, 18 Aralık 1960, s. 2.
167 Madde 7: “Musul petrollerinden biriken 100 milyon liralık hissesinden… malî yıl içinde
tahsîl edilen kısım (B) işaretli cetvelin çeşitli gelirler faslına gelir kaydedilir” hükmü konmuştur.
Bkz. H. Uluğbay, age., s. 461.
168 H. Uluğbay, age., s. 461.
169 Feridun Ergin, “Musul Sorunu ve Körfez Petrolleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.
II, Sayı 20, Mart 1991, s. 173.
169
170
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
aracı ve müdahale gerekçesi” oluşturmak üzere; zayıf devletlere insanî yardım
adı altında müdahale etmişler veya demokrasinin gelişimine hizmet etmek üzere
etnik ve kültürel farklılıkları istismar ederek, nüfuz altına alınabilecek yapılar
oluşturmuşlardır. Bu nedenle petrol, ülkelerin, hem ulusal politikasının, hem de
dış politikasının temelini oluşturan; petrole erişilebilirlik noktasında da bir ulusal
güvenlik sorunu şeklinde algılanan, önemli bir güç olmuştur.
Musul Sorunu çerçevesinde şekillenen diplomatik, siyasî, ekonomik, sosyokültürel sorunları belirleyen temel etken, Musul petrolleri, yani Musul petropolitiğidir. Musul bölgesindeki petrol rezervlerinin, gerek Türkiye, gerekse Irak
için ulusal ve uluslararası ilişkilerde son derece önemli ve belirleyici bir güce
sahip olduğu ve olmaya da devam edeceği açıkça görülmektedir. Tarihsel süreç
dikkate alındığında, Türkiye, Musul petrollerinde sahip olduğu hakları, TürkiyeIrak dostluğunun geliştirilmesi adına göz ardı etmiş ve 25 yıl boyunca sahip
olduğu petrol hakları üzerinden gerekli yaptırımları kullanmamıştır.
Türkiye’nin Musul petrollerine yakınlığı, Türkiye-Irak halkları arasında
devamlılık gösteren kültürel, dinî ve etnik ortaklık, Türkiye’yi, petrolleri ele
geçirmek ya da denetim altına almak isteyen ülkelerin hedefi haline
getirmektedir. Üstelik bu durum, Türkiye’ye stratejik bir üstünlük sağlamaktan
ziyade, sürekli bir karmaşa ortamını da canlı tutmaktadır.
1926-1956 döneminden günümüze kadar uzanan süreçte, Türk dış
politikasının en önemli sorunlarından biri, Irak’ın bağımsızlığı ve toprak
bütünlüğü olmuştur. Özellikle bölgede hızla siyasallaşan ve Türkiye’nin toprak
bütünlüğünü de tehdit eden ayrılıkçı Kürt hareketine karşı güvenlik önlemleri
geliştirmek, Türkiye’nin Musul sorunu merkezinde izlediği dış politikasının
temel belirleyicisi olmuş ve olmaya devam edecektir. Bu nedenle, Türkiye, karşı
karşıya kaldığı güvenlik sorunlarını çözmek için bölgesel ve uluslararası
ittifaklara yönelmiştir. Türkiye, bölgede sahip olduğu tarihsel belirleyici rolünü,
dostluk, işbirliği ve karşılıklı güven ortamının sürdürülmesi çerçevesinde devam
ettirmeye çalışmıştır. Özellikle, Türkiye-Irak ilişkilerinin geliştirilmesi, bu
politikanın sürdürülmesinde önemli bir yere sahip olmuştur.
Diğer taraftan, tarihsel süreçte, bölgenin en önemli unsuru
konumundayken, bugün azınlık durumunda ifade edilen Türkmenlerin var olma
mücadelesi ve karşı karşıya kaldığı asimilasyon politikası, Türkiye’nin dış
Türklere yönelik politikasında önemli bir yer tutmaktadır. Irak’ın iç işlerine
müdahale etmemek kaydıyla, Türkiye, bölgedeki Türkmenlerin varlığını
sürdürmesinde, daha ziyade eğitim ve kültürel boyutları öne çıkan bir politika
takip etmiştir.
ABD’nin Irak’a iki kez müdahalesi, Irak toprak bütünlüğüne yönelik
meydana gelen değişiklikler ve petrole olan ihtiyacın artmasıyla beraber yükselen
petrol fiyatları, Irak’taki yeni yapılanma süreci ve petrol sahalarının ve
gelirlerinin el değiştirmesi ihtimali, Türkiye’nin bölgesel güvenliğini etkileyen
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
sorunlarla ilgili tartışmaları daha da güçlendirmiştir. Irak’ta, henüz güçlü bir
merkezî siyasal otorite, tesis edilememiştir. Bu durum, hem Irak’ın, hem de
Türkiye’nin içinde bulunduğu süreci olumsuz yönde etkilemeye devam
etmektedir. Musul’un jeopolitik önemi ve jeostratejik unsurları, bölgedeki kaotik
durumu dinamik tutmakta ve siyasî, ekonomik ve sosyal değişikliklere zemin
hazırlamaktadır.
Kaynaklar
Arşivler ve Süreli Yayınlar
BCA(Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi), “Bağdat’ta yayınlanan El-Irak Gazetesi’nin
‘Genç Türkiye’de İktisadî Uyanış’ başlıklı yazısının sureti”, Tarih: 15/3/1930,
Dosya: 17416, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No:166.153..6.
BCA, “Irak Dışişleri Bakanı Nuri Paşa’nın Ankara’dan döndüğü gün gazetelerde çıkan
açıklaması”, Tarih: 2/10/1930, Dosya: 43655, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No:
258.739..15.
BCA, “Türkiye’yi ziyaret eden Irak eski İçişleri Bakanı Hikmet Süleyman’ın gazetelere
yaptığı açıklama”, Tarih: 13/12/1935, Dosya: 436190, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer
No: 259.744..13
BCA, “Türkiye-Irak Sınır Komisyonu’nun 8. toplantısı hakkında Komisyon reisi Tevfik
Hadi Bey’in raporu”, Tarih: 24/7/1930, Dosya: 4178, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer
No: 230.548..8.
BCA, “Irak’ta Şeyh Mahmut ile hükümet kuvvetleri arasında çıkan çarpışma”, Tarih:
16/2/1931, Dosya: 43661, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 258.740..1.
BCA, “Barzan şeyhi Ahmet’in Irak’tan gördüğü tazyik üzerine ülkemize gelerek hizmet
etmek istediği, anlaşma yapabileceği yolunda mektup gönderdiği”,
Tarih:
26/12/1931, Dosya: 96B251, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 113.768..6.
BCA, “Irak’ın Fırat isyanını bastırdığı”, Tarih: 16/7/1935, Dosya: 436178, Fon Kodu:
30..10.0.0, Yer No: 259.744..1.
BCA, “Irak’ın Cemiyet-i Akvâm’a girmesi üzerine azınlıklara verilecek haklarla ilgili
görüşmede, Fransız üyenin Kürtlere idarî özerklik verilmesi isteği”, Tarih:
18/7/1932, Dosya: 43694, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 259.741..12.
BCA, “Irak’taki Hıristiyan azınlıklar meseleleri”, Bağdat Elçisi tarafından Hariciye
Vekâleti’ne yazılmıştır. 8/5/1931 tarihli ve 117 numaralı tahrirata zeyildir, Tarih:
8/7/1931, Dosya: 43668, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 258.740..8.
BCA, “Irak’taki Asurilerin Cemiyet-i Akvâm’dan yurt istekleri”, Bağdat Büyükelçisi
Tahir Lütfi tarafından 20/11/1932 tarihinde Hariciye Vekâleti’ne yazılmıştır, Tarih:
4/1/1933, Dosya: 436106, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 259.741..24.
BCA, “Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa'nın II. Dünya Savaşı'nda Irak'ın durumuyla ilgili
radyoda yaptığı konuşma”, Tarih: 7/10/1939, Dosya: 436283, Fon Kodu: 30..1.0.0,
Yer No: 259.747..29.
BCA, “Irak ve Türkiye arasında faaliyet gösteren Kürt çetelerinin takibi için ortak
hareket edilmesi isteği”, Tarih: 3/4/1946, Dosya: 436301, Fon Kodu: 30..10.0.0.,
Yer No: 259.747..48.
171
172
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Documents on British Foreign Policy (1919-1939), “Memorandum Respecting the
Foreign Policy of His Majesty’s Goverment with Alist of British Commitments in
Their Relative Order of Importance: Turkey-Middle East, April 1927”, First Series
IA, Volume II, Chapter IV, H. M. Stationary Office, Edit By: W. N. Medlicott, M.
A. D. Lit., Douglas Dakin, M. A., P. H. D., M. E. Lambert, M. A. London 1966, p.
794-795.
Documents on British Foreign Policy (1919-1939), “Correspondence Relating to
Brtish Policy on Middle Eastern Questions: Conversation on British and Italian in
Interest in the Area of Red Sea, 9 June 1926-10 February 1927”, Series IA, Volume
II, Chapter IV, H. M. Stationary Office, Edit By: W. N. Medlicott, M. A. D. Lit.,
Douglas Dakin, M. A., P. H. D., M. E. Lambert, M. A. London 1966, p. 850-853.
Süreli Yayınlar
Akşam
Cumhuriyet
Hâkimiyet-i Milliye
Hürriyet
İkdâm
Milliyet
The Times
Vakit
Yeni İstanbul Gazetesi
Yeni Sabah
Zaman
Resmi Yayınlar
Ayın Tarihi
Düstur, III. Tertip, C. 28.
T. B. M. M. G. C. Z, C. III, İş Bankası Yay., Ankara, 1985.
Kitap ve Makaleler
ABDURRAHMAN ŞEREF EFENDİ (1895)Coğrafya-i Umûmi, İstanbul.
AKÇORA Ergünöz (2004) “Cumhuriyetten Günümüze Türk-Irak İlişkileri ve
Türkmenler”, İkinci Orta Doğu Semineri, Elazığ, Mayıs, C. I, s. 21-53.
AKDOĞAN Lütfü (2007) Molla Mustafa Barzani Anlatıyor, Arkaplan Yayınları, İstanbul.
AKGÜL Suat (2004) Musul Sorunu ve Nasturi İsyanı, Berikan Yayınları, Ankara.
AKTAŞ Melih (2006) 1950-60 Demokrat Parti Dönemi Türk Sovyet İlişkilerinde Amerikan
Faktörü, Sema Yayınları, İstanbul.
ARI Tayyar (2004) Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Alfa
Yayınları, İstanbul.
ARI Tayyar (2007) Irak, İran, ABD ve Petrol, Alfa Yayınları, İstanbul.
Atatürk’ün Milli Dış Politikası (Milli Mücadele Dönemine Ait 100 Belge), 1919-1923, C. II,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994.
BAĞCI Hüseyin (1990) Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Yayınevi, Ankara.
BAĞCI Hüseyin (2001)Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, ODTÜ Gelişme Vakfı Yay.,
2. baskı, Ankara.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
BAĞCI Hüseyin (2004, “Demokrat Parti’nin Ortadoğu Politikası”, Türk Dış Politikasının
Analizi, Derleyen: Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul, s. 101-134.
BAL İdris (1982) 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler
Fakültesi Yayınları, Ankara.
BAYATLI Nilüfer (1999) XVI.Yüzyılda Musul Eyaleti, Ankara.
BAYKARA Tuncer (1988) Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş, Ankara.
BAYUR Yusuf Hikmet (1991) Türk İnkılâb Tarihi, Cilt II (Trablusgarp ve Balkan Savaşları,
Osmanlı Asyası’nın Paylaşılması İçin Anlaşmalar, Kısım: III (Paylaşımlar), TTK Yay.,
Ankara.
BEYATLI Aydın (1998) “Dünden Bugüne Iraklı Türklerin İnsan Hakları
Beyannamesi”, Misâk-ı Millî ve Türk Dış Politikasında Musul, Kerkük ve Erbil Meselesi
Sempozyumu, ATAM Yayınları, Ankara, s. 42.
BİLGİN M. Sıraç (1992) Barzani, Fırat Yayınları, İstanbul.
BORAK Sadi (1997) Atatürk-Gizli Oturumlardaki Konuşmalar, Kaynak Yayınları, İstanbul.
BRZEZİNSKİ Zbigniew (1988) Büyük Satranç Tahtası, Sabah Kitapları, İstanbul.
CAN Bilmez Bülent (2000) Demiryolundan Petrole Chester Projesi (1908-1923), Tarih Vakfı
Yayınları, İstanbul.
CANATAN Yaşar (1995) Türk-Irak Münasebetleri (1932-1959), Ankara.
ÇAY Abdülhaluk (1993) Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara.
ÇETİNSAYA Gökhan (1998) “Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Yönelik Politikasına
Bir Bakış (1923-1998)”, ATA Dergisi, Selçuk Üniversitesi, Konya, Sayı 8, s. 45-46.
DARKOT Besim (1950) “Irak”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, C. V/2.
DEMİRCİ Fazıl (1991) Irak Türklerinin Dünü-Bugünü, Ankara.
DEMİRCİ Nefi (1990) Dünden Bugüne Kerkük (Kerkük’ün Siyasi Tarihi), Ey Dizgi
Yayınları, İstanbul.
DENOVO Jhon (1990) American Interests and Policities in the Middle East (1900-1939),
Minnesota University Press.
DUMAN Sabit (2005) “Ortadoğu Krizleri ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp
Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 35-36, Mayıs-Kasım, s. 317.
EARLE Edward Mead (1972) Bağdat Demiryolu Savaşı, Milliyet Yayınları, İstanbul.
EDİGER Volkan Ş. (2005) Osmanlı’da Neft ve Petrol, Ankara.
ERGİN Feridun (1991) “Musul Sorunu ve Körfez Petrolleri”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, C. II, Sayı 20, Mart, s. 165-173.
ERKİN Feridun Cemal (1987) Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar-Yorumlar, Cilt: I, Ankara, TTK.
ERTUĞRUL Ümit (2006) Irak Türkleri ve Türkiye, Kerkük Vakfı Yayınları, İstanbul.
GÖKTAŞ Hıdır (1991) Kürtler I: İsyan ve Tenkil, Alan Yayıncılık, İstanbul.
GÖMEÇ Saadettin (1999) Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Akçağ Yayınları,
Ankara.
GÖNLÜBOL Mehmet-ÜLMAN Haluk (1996) Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995),
Siyasal Yayınları, Ankara.
GÖZEN Ramazan (2004) “Ortadoğu’da Güç Dengeleri”, 21. Yüzyılda Türk Dış
Politikası, Editör: İdris Bal, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, s. 643-650.
GÜNDÜZ Ahmet (2003) Osmanlı İdaresinde Musul (1523-1639), Elazığ.
173
174
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
GÜREL Şükrü Sina (1979) Ortadoğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri, Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara.
HALLI Reşat (1972) Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1924-1938), Ankara.
HITTI Nassif (1994) “Süper Güçlerin Stratejileri içinde Arap Dünyası ve Türkiye”,
Arap-Türk İlişkilerinin Geleceği (Milletlerarası Platformda Çözüm Önerileri), Editör: Ali
Çankırılı, Timaş Yayınları, İstanbul, s. 467-477.
HURREWITZ J. C. (1956) Diplomacy in the Middle East (1914-1956), USA.
İLSEVEN Nebil (1991) “Petrol Sorunu”, Ortadoğu Sorunları ve Türkiye, Editör: Haluk
Ülman, Türkiye Sosyal Ekonomik Çalışmalar Vakfı Yayını, Ankara, s. 79.
JWAIDEH Wadie (2008) Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi Kökenleri ve Gelişimi, İletişim
Yayınları, İstanbul.
KARACAN Ali Naci (1993) Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, Bilgi Yayınevi, Ankara.
KARAKUŞ Erdoğan (2004) İngiliz Belgelerinde İkinci Dünya Savaşı Öncesi Türk-İngiltere
İlişkileri (1938-1939), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
Yayınları, Ankara.
KAYMAZ İhsan Şeref (2003) Musul Sorunu (Petrol ve Kürt Sorunlarıyla Bağlantılı TarihselSiyasal Bir İnceleme), Otopsi Yayınları, İstanbul.
KAYRA Cahit (1995) 1938 Kuşağı, Olaylar, İnsanlar, Anılar, Cem Yayınevi, İstanbul.
KULOĞLU Armağan Kuloğlu-SAKLAYA, F. Elif (2004) “Büyük Ortadoğu Projesi ve
Türkiye”, Stratejik Analiz, Sayı 48, ASAM Yayınları, Nisan, Ankara, s. 23-32.
KURUBAŞ Erol (2003) “Irak Kürt Hareketi, İç Çekişme-Dış Destek-Ayaklanma”, Irak
Krizi (2002-2003), Der. Ümit Özdağ-Sedat Laçiner-Serhat Erkmen, ASAM
Yayınları, Ankara, s. 21-43.
KUTSCHERA Chris (2001) Kürt Ulusal Hareketi, Avesta Yayınları, İstanbul.
KÜRKÇÜOĞLU Ömer (1972) Türkiye’nin Arap Ortadoğu’suna Karşı Politikası (19451970), SBF Yayınları, Ankara.
KÜRKÇÜOĞLU Ömer (1978) Türk-İngiliz İlişkileri (1918-1926), Siyasal Bilgiler
Yayınları, Ankara.
KÜZECİ Şemsettin (2005) ”Gavurbağı Katliamı: Kerkuk, 1946”, Kerkük Dergisi, Sayı 2,
Temmuz, s. 19.
LONGRIGG Stephen Hemsley (1968) Oil in the Middle East, Oxford University Press,
London.
LONGRIGG Stephen Hemsley (1955) Iraq 1900 to 1950, A Political, Social and Economic,
Oxford University Press, London.
MANSFİELD Peter (1973) The Otoman Empire and its Successors, New York.
MC DOWAL DAVİD (2004) Modern Kürt Tarihi, Çev. Nesenur Domaniç, Doruk
Yayıncılık, İstanbul.
MELEK Kemal (1983) İngiliz Belgeleriyle Musul Sorunu 1890-1926, İstanbul.
MERAY Seha L.-OLCAY Osman (1977) Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri
(Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması İle İlgili Belgeler), Siyasal Bilgiler Yayınları,
Ankara.
Milletler Cemiyeti Belgelerinden Musul Kerkük Sorunu ve Kürdistan’ın Paylaşımı, Haz. Hasan
Hüseyin Yıldırım, İstanbul, 1991.
MONROE Elizabeth (1963) Britain’s Moment in the Middle East (1914-1956), London.
MOSLEY Leonard (1975) Petrol Savaşı, C. I, Ankara.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
MUMCU Uğur (1991) Kürt-İslam Ayaklanması (1919-1925), İstanbul.
NAKİP Mahir (2007) Kerkük’ün Kimliği, Bilgi Yayınevi, Ankara.
ORTAYLI İlber (1983) Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Kaynak Yayınları,
İstanbul.
ÖKE Mim Kemal-MÜTERCİMLER Erol (2004) Düşler ve Entrikalar (Demokrat Parti
Dönemi Türk Dış Politikası), İstanbul.
ÖKE Mim Kemal (1992) Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu,
(1918-1926), Türk Dünyası Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara.
ÖZCAN Mesut (2003) Sorunlu Miras Irak, İstanbul.
SOYSAL İsmail (1989) Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920–1945), C. I, TTK, Ankara.
SAATÇİ Suphi (2007) Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, Ötüken Yayınevi, İstanbul.
SAMANCI Aziz Kadir (1999) Irak Türkmenleri'nin Siyasi Tarihi, Bağdat.
SLUGLETT Marion Farouk-SLUGLETT Peter (1987) Iraq since 1958: From Revolution to
Dictatorship, London.
SOYSAL İsmail (1998) Soğuk Savaş Dönemi ve Türkiye Olaylar Kronolojisi (1945-1975),
İstanbul.
SOYSAL İsmail (1983) Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal
Andlaşmaları (1920-1945), I. Cilt, Türk tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
SOYSAL İsmail (1991) “1955 Bağdat Paktı”, Belleten, 55/212, TTK Yayınları, Ankara,
Nisan, s. 229.
SOYSAL İsmail (1994) “1937 Sadabat Paktı”, X. Türk Tarih Kongresi (Kongreye Sunulan
Bildiriler), VI. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, s. 3136-3139.
SÖNMEZOĞLU Faruk (2004) Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, İstanbul.
STIVERS William (1982) Supremacy of Oil: Iraq, Turkey and the Anglo-American World Order
(1918-1930), London.
ŞADİLLİLİ Vedat (1980) Türkiye’de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar, C. I, Kon Yayınları,
Ankara.
ŞİMŞİR Bilal N. (2001) Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. II, TTK, Ankara.
ŞİMŞİR Bilal N. (1999) Doğunun Kahramanı Atatürk, Bilgi Yayınevi, Ankara.
ŞİMŞİR Bilal N. (2005) İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938), C. VI, TTK, Ankara.
ŞİMŞİR Bilal N. (1975) İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu, 1924-1938, Şeyh Sait ve
Dersim Ayaklanmaları, TTK, Ankara.
ŞİMŞİR Bilal N. (2004)Türk-Irak İlişkilerinde Türkmenler, Bilgi Yayınevi, Ankara.
ŞİMŞİR Bilal N. (1990) Lozan Telgrafları, C. I-II, TTK, Ankara.
TALABANİ Nuri (2005) Kerkük Bölgesinin Araplaştırılması, Çev. Zafer Avşar, Avesta
Yayınları, İstanbul.
TERZİ Arzu (2007) Bağdat-Musul’da Paylaşılamayan Miras: Petrol ve Arazi (1876-1909),
İstanbul.
TERZİ Arzu (2003) “Bağdat-Musul Petrolleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Irak Dosyası
I, İstanbul, s. 347-360.
TRİPP Charles (2002) A History of Iraq, Cambridge Universiy Press.
Türk Dış politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. I (19191980), Editör: Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
175
176
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
Türk Parlamento Tarihi: TBMM IX. Dönem (1950-1954), C. I, C. III, C. IV, Derleyen:
Kazım Öztürk ve Türk Parlamento Tarihi Araştırma Grubu, TBMM Vakfı Yayını,
Ankara, 1998.
ULUĞBAY Hikmet (2003) İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Ankara.
USLU Nasuh (2000) Türk Amerikan İlişkileri, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara.
YAKUBOĞLU Enver (1976) Irak Türkleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul.
Yaşayan Lozan, Editör: Çağrı Erhan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,
2003.
YAZICI Nevin (2010) Petrol Çerçevesinde Musul Sorunu (1926-1955), Ötüken Yayınevi,
İstanbul.
YERGİN Daniel (1999) Petrol, Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Türkiye İş Bankası
Yayınları, Ankara.
YEŞİLBURSA B. Kemal (2000) İngiltere ve Amerika’nın Ortadoğu Savunma Projeleri ve
Türkiye (1950-1954), Ankara.
YEŞİLBURSA B. Kemal (2009) “Geçmişten Günümüze Irak Meselesi”, Gazi Eğitim
Fakültesi Dergisi, Cilt 29, Özel Sayı II, Temmuz, s. 1315-1343.
Ekler
CO730 / 107 / 9286: “Cabinet Meeting of 28 April 1926: Proposal for Turkish
Participation in Royalties from Iraq Oil”, 28 April-4May 1926.
GİZLİ
Başbakanlık Konutu’nda 28 Nisan 1926 günü, saat 11.30’da yapılan
Kabine Toplantısı’na dair bazı notlar
Irak Politikası
Türkiye ile sürdürülen müzakereler
Ankara’daki elçimizin gönderdiği telgrafları (21 Nisan no: 2 ve 22 Nisan no: 3,
4) yorumlayan Dışişleri Bakanı, Irak’tan toprak talebinden vazgeçip, bu ülkedeki
petrolden pay istemek gibi alternatif bir öneri getiren Türkiye’nin tavrındaki
kayda değer değişime dikkat çekti. Bakan, ayrıca 24 Nisan tarihinde elçiye
gönderdiği 6 no’lu telgraf hakkında bilgi verdi; bu telgrafta, Türk Hükümeti’nin
gösterdiği olumlu yaklaşıma ivedilikle karşılık verilmesini ve Türkiye’nin
petrolden pay almasının sağlanması gerektiğine işaret etmektedir. Zira, böyle
yapılırsa meseleye müdahil olan üç ülkenin onayı yeterli olacaktır; aksi halde
hisseler yeniden paylaşılacak olursa, Fransa ve Amerika ile uzun sürecek sıkı
pazarlıklar gerekecek, bunun yanı sıra henüz çözüme ulaştırdığımız İngiliz
vatandaşlarının şahsî çıkarları sorunu gündeme gelecektir.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
1923’te İngiliz Manda Yönetimindeki Irak’ın Haritası
177
178
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
“Irak Hükümeti Petrol Hissesinin Yüzde Onunu Bize Verecektir ”, Milliyet, 6
Haziran, 1926, s. 1.
Nevin YAZICI, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu
2007 Irak Petrol Alanları ve Boru Hatları
179
CUMHURİYET TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
(CTAD)
Yayın İlkeleri
1.Ulusal hakemli bir dergi olarak yayınlanan Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi’nin
amacı, dünyadaki gelişmeler ışığında; Türkiye Cumhuriyeti tarihini Osmanlı
modernleşme döneminden başlayarak siyasî, toplumsal, kültürel ve ekonomik
yönleriyle ele alan bilimsel çalışmaları ortaya koymak; bu alanda tartışma zemini
oluşturmak ve yapılan çalışmaları kamuoyu ile paylaşmaktır. Cumhuriyet Tarihi
Araştırmaları Dergisi’nde Türkiye’nin jeopolitik konumu ve sahip olduğu zengin tarihî
mirasın bir gereği olan coğrafî komşuluk ilişkilerini inceleyen bilimsel çalışmalarla,
pek çok farklı disiplinden (sosyoloji, iktisat, siyaset bilimi, felsefe, antropoloji, sosyal
psikoloji vd.) faydalanılarak eleştirel bir yaklaşımla tarih bilimini inceleyen yazılara
yer verilmektedir.
2. Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi’ne gönderilecek yazılarda özgün bir makale
veya daha önce yayımlanmış çalışmaları değerlendiren ve bu konuda yeni ve dikkate
değer görüşler ortaya koyan bir inceleme olma şartı aranır.
3. Makalelerin daha önce başka bir yerde yayımlanmamış veya yayımlanmak üzere
kabul edilmemiş olması gerekir. Bilimsel bir toplantıda sunulmuş bildiriler, bu
durum belirtilmek şartı ile kabul edilebilir.
4. Yazarlar, 10.000 kelimeyi geçmeyecek şekilde Microsoft Word programında
yazılmış
olan
makalelerini,
e-posta
adresine
göndermelidirler:
[email protected]. Makalenin başında 100-150 kelimeden oluşan Türkçe ve
İngilizce özetler ile 5 sözcükten oluşan anahtar kelimeler verilmelidir. Başlığın sağ alt
kısmında yazarın adı, sayfa altında ise görev yeri (veya adresi, iş telefonu, GSM
numarası ve e-posta adresi ) ve unvanı yazılmalıdır.
4.1 Yazılar 1.5 satır aralığı ile 11 punto, Times New Roman karakteri ile yazılmalı,
alıntı veya notlar sayfa altında yer alan dipnotlarda aşağıdaki örneklerde gösterildiği
şekilde belirtilmelidir. Örnek: Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin
Kıratlı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993, s.150. (İlk atıfta Yayınevi
veya basıldığı matbaa varsa mutlaka, ayrıca ilgili eser ilk baskı değilse
kaçıncı baskısı olduğu da belirtilmelidir.), Eserin ikinci veya devam atıflarında
ise: Lewis, age., s.200. şeklinde olmalıdır. Makaleler-Bildiri alıntılması ise: Suat İlhan,
“Türk Çağdaşlaşması”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt VII, Sayı 19, Kasım
1990, s.7 (Cilt, Sayı, Yıl, mutlaka yazılmalı) İlgili Makalenin tam sayfa aralığı
Kaynaklar içinde belirtilmelidir. Makalenin ikinci atıflarında, İlhan, agm., s…
Sayfa içinde yer alan beş satırı geçen alıntılar girintili paragrafta, 10 punto ile
yazılmalıdır. Metin içinde resim, şekil ve çizelge kullanılabilir. Bunların basımına ait
teknik imkânlar yazar tarafından sağlanmalıdır. Türkçede Türk Dil Kurumu’nun
yürürlükteki yazım kılavuzuna uyulması gerekmektedir. Dolayısıyla inceltme ve
uzatma işaretleri, nisbî (î) kullanımına uyulmalıdır; aslî, millî, fikrî gibi, kâr, mebusân
vs. Yararlanılan kaynaklar, metin sonunda yazarların soyadına göre alfabetik
182
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yıl 7 Sayı 14 (Güz 2011)
olarak yazılmalı, aynı yazarın birden fazla eseri olduğu takdirde yayım tarihine göre
sıralanmalıdır. Kaynaklarda eserler/kitapların gösterilmesinde şu yol izlenmelidir:
Örnek: LEWIS Bernard (1993) Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin KIRATLI,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. Kaynaklarda Makaleler/Bildiriler ise:
[Makale Yazarı], Soyad Ad (Makalenin yayınlandığı dergi/Gazetenin, Bildiri
Kitapları, edisyon kitapların basım yılı) Makalenin başlığı (İtalik yazılmamalı),
Eser adı (Kitap, Dergi vb.İtalik olmalı), Yayın Yılı, Sayfa tam aralığı belirtilmelidir.
Örnek: İLHAN Suat (1990) Türk Çağdaşlaşması, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
Cilt VII, Sayı 19 (Kasım). Arşiv Malzemesinde, ilgili arşivin (yerli veya yabancı)
standart bir kısaltması var ise ona itibar edilmelidir (özellik Başbakanlık Osmanlı
Arşivi ve Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi ve Genelkurmay ATASE Arşivi için), fakat
ilk atıfta bu kısaltma yapılmadan uzun açılımı (Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet
ve ATASE arşivlerinin varsa arşiv rehberleri esas alınmalıdır, Örnek: Başbakanlık
Osmanlı Arşivi, Dahiliye, Kalem-i Mahsus Müdüriyeti, BOA DH.KMS) mutlaka
verilmelidir. Arşiv malzemesinde belgenin ayrıntılı künye bilgisi verilmelidir. (Belge
tanımlaması, Belge tarihi yazılmalıdır.). Yazar eğer özel şahıs ve kendi arşivinden bir
belge kaynak kullanıyorsa, belge/lerin tasnifli veya tasnifsiz olduğunu belirtmeli,
tasnif tarafından yapılıyor ise kendi kısaltma tasarrufunun uyarısını yapmalıdır.
Araştırma döneminin süreli yayınları kullanıldığında, ilgili gazete/dergiden bir
makale veya yazı alıntılamasında ve bunun kaynaklarda gösterilmesinde şu kurala
uyulmalıdır: Örnek Dipnotlarda; Yusuf Akçura, “Muallime Dair”, Türk Yurdu, Gün
Ay (ismi) Yıl, s… Kaynaklarda Makalalerin gösterilmesinde makaleler tırnak içine
alınmamalıdır; AKÇURA, Yusuf (1913/veya Hicrî) Muallime Dair, Türk Yurdu, Gün
Ay (ismi), s…, Gazetenin tümü referans alınıyorsa yine aynı şekilde gösterilmelidir:
Örnek: Türk Yurdu (1913) Gün, Ay. Kaynaklarda makale, kitap, arşiv, sözlük vs.
kaynakların iç tasnifine gerek yoktur.
5.Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi’ne gönderilen yazılar önce Yayın Kurulu
tarafından incelenerek, uygun görülenler konusunda uzman iki hakeme gönderilir.
Yazar ve hakem adlarının gizli tutulduğu raporlar olumlu olduğu takdirde makale
yayımlanır. Yayın Kurulu veya hakemlerin yazıya ilişkin eleştiri ve önerileri varsa
yazının yazara gönderilmesinden itibaren bir ay içinde gerekli düzeltmeler
yapıldıktan sonra makale yayımlanır. Yayın Kurulu ve Editör tarafından esasa
yönelik olmayan düzeltmeler yapılabilir. Yayımlanması kabul edilmeyen makaleler
iade edilmez. Yazara yazısı ile ilgili bilgi verilir.
6.Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi’nde yayımlanacak makalelerin telif hakkı
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’ne devredilmiş
sayılır. Yayımlanan yazılardaki görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazı ve
fotoğraflardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Dergide yazısı çıkan yazarlara
çıkan sayıdan 5 dergi verilir.
7.Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi Yüksek Öğretim Kurumu tarafından
yayınlanan “Üniversitelerde Ders Aracı Olarak Kullanılan Kitaplar, Teksirler ve
Yardımcı Ders Kitapları Dışındaki Yayınlarla İlgili Yönetmelik” hükümlerine tâbidir.
Yazarlar
Ayten SEZER ARIĞ, Doç.Dr., Hacettepe Ü Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi
Enstitüsü, Ankara. E-Posta: [email protected]
Mücahit ÖZÇELİK, Yrd.Doç.Dr., Erciyes Ü Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü, Kayseri. E-Posta: [email protected]
Biray ÇAKMAK, Yrd.Doç.Dr., Uşak Ü Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
Uşak. E-posta: [email protected]
İdris YÜCEL, Dr., Hacettepe Ü Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü,
Ankara. E-Posta: [email protected]
Muhammed SARI, Dr., Aksaray Eşmekaya İÖO., Sosyal Bilgiler Öğretmeni,
Aksaray. E-posta: [email protected]
Evren ALTINTAŞ, Yrd.Doç.Dr., Avrasya Ü İİBF Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü, Trabzon. E-posta: [email protected]
Nevin YAZICI, Yrd.Doç.Dr., Başkent Ü Atatürk İlkeleri Uygulama ve
Araştırma Merkezi, Ankara. E-posta: [email protected]
Download