İLK BİRİKİM Kadriye Gül Ankara Üniversitesi, Maliye Bölümü GİRİŞ Marx, sermayenin, kendi başına bir para ya da meta olarak tanımlanamayacağını, ancak emekle karşı karşıya geldği zaman “sermaye”ye dönüşeceğini ortaya koyar. Çünkü sermaye, bir toplumsal ilişkidir. Kapitalist üretim sisteminin iki kutbundan biri sermaye, öteki ise emektir. Ancak buradaki emeğin özgür emek olması gerekir. İşçinin özgür olması ise ikili bir anlam taşır. İlk olarak işçi, kendi işgücü üzerinde özgür bir biçimde tasarrufta bulunabilme hakkına sahiptir. İkinci boyut, işçinin kendi emek gücünü gerçekleştirmesi için gerekli olan her şeyden yoksun olması, satabileceği başka metanın olmaması anlamına gelir. Yani ücretli emeğin, emek gücünden başka satacak bir şeyinin olmaması ona bir özgürlük sağlar. Özgürlüğün bu ikinci boyutu ise özel mülkiyetin ortaya çıkışı ve köylünün toprağından koparılarak emek piyasasına fırlatılışı, “mülksüzleştirilmesi” ile başlar. Kapitalist sistem, mülkiyetsiz bir işçi sınıfı ve varlıklı bir kapitalist sınıfın varlığı ile işler. Marx, bu iki sınıfın yaratıldığı fiili tarihsel sürece “ilkel birikim” adını vermiştir (Hunt, 2005: 300). İlkel birikime iki farklı stratejik noktadan bakmak mümkündü; mülkiyetsiz, ekonomik açıdan umarsız ve bağımlı işçi sınıfının yaratılma süreci olarak; ya da üretim araçları üzerinde tekelci kontrolü olan bir kapitalist sınıfın yaratılma süreci olarak. 1. İlk Birikimin Sırrı Marx, ilkel birikimi ele aldığı bölüme teolojiden verdiği örnekle başlar. Buna göre nasıl ki yasaklı elmayı ısırarak cennetten kovulan Adem'in bu hareketi, insan ırkının ilk günahının kaynağı ise, ilkel birikim de bir yanda emeklerinden başka satacak birşeyi özgür işçiler ve karşılarında da onların emeğinden elde ettiği artı ürünle sermayesini giderek büyüten kapitalist sınıfın oluşturduğu kapitalist sistemin özüdür. Ne zamanki mülkiyet kavramının oluşmasıyla köylü, toprağından, üretim araçlarından koparılmıştır, işte tam olarak bu safhada ilkel birikim başlamıştır. Bu birikim aslında tarihsel bir süreçtir; Harvey, daha sonra bu sürece "mülksüzleştirerek birikim" adını verecektir (Harvey, 2004). Buradaki kavram farklılığının nedeni ise tamamen süreçle ilgilidir. Marx'ın bu birikimi ilk olarak tanımlamasının nedeni sermayenin ve üretim tarzının tarih öncesi dönemde yee almasından kaynaklanır. Harvey ise 1 bu birikimin her dönemde devam ettiğini, yalnızca modern kapitalist dünyada görünüm değiştirdiğini ancak özünün değişmediğini, yine zenginleşme amacıyla yoksul emekçi üzerinden bir birikim sağlandığını vurgular. Bu defa sömüren kesim, çok uluslu şirketler ve küresel ölçekteki sermaye tekelleridir. Marx, büyük insan kitlelerinin geçim araçlarından, birdenbire ve zorla koparılıp özgür proleterler olarak emek piyasasına fırlatıldığı anı, ilk birikimin başlangıç noktasına oturtur. İlk birikim sürecinin temeli; köylünün topraktan yoksun bırakılmasıdır. Kapitalist dönemin 16.yy'da İngiltere başladığını kabul ettiği için de ingiltere'deki çit çekme hareketine yaptığı atıfla bu süreci açıklar. Bilindiği gibi kapitalizm öncesinde üretim ilişkileri tarım egemenlikliydi. Köylünün, temel üretim aracı olan topraktan koparılışı, mülksüzleştirilişiyle kapitalizm başladı. Bu yüzden kapitalizmin kökenlerinin, topraktaki üretim ilişkilerinin dönüşümünde aranması gerekir. Köylünün topraktan özgürleşmesi, hem tarım hem de sanayi sermayesi için gerekli ücretli emeğin kaynağını oluşturur. Bu, Marx'ın temel bir gözlemidir ve bunu alaycı bir deyişle "ilkel birikimin sözde sırrı" deyişiyle vurgular (Marksist Düşünce Sözlüğü, 2012: 298). Bu sırrın da; mevcut üretim ilişkilerinin devrimci ve daha geniş bir yeniden örgütlenmesinde aranması gerektiğini belirtir. 2. Kır Nüfusunun Topraktan Yoksun Bırakılması Kapitalist üretim tarzının temellerini atan ilk dönüşüm 15.yüzyılın son çeyreği ile 16.yüzyılın başlarında ilk sinyallerini vermiştir. Evleri ve şatoları boş yere doldurduğu iddia edilen hizmetkarlara yol verilerek özgür bir proleter kitlesi, emek piyasasına atılnıştır. Büyük feodal beyler, bulundukları topraklarda kendileri gibi feodal haklara sahip olan köylüleri kovarak ve ortak topraklara el koyarak, muazzam büyüklükte bir proleteryanın doğuşuna yol açmışlardır. İngiltere’de ilk kapitalist sınıf, kapitalist çiftçiler ve toprak sahiplerinin ittifakı ile olmuştur. Köylüler, çiftliklerinden zorla çıkarılmışlar; 15.yüzyıldan 19.yüzyıla kadar ihtiyaçlarını karşılayabilmek için piyasaya bağımlı hale gelmişlerdir. Boşattırılan bu toprakları ele geçirerek tarımsal üretim araçlarını tekeline alan burjuva sınıfı, emeğin sistematik sömürüsünü sağlamak için kapitalist üretim faaliyetlerini başlatmıştır. İngiliz hükümeti de bu yapılanları desteklemiştir. İlkel birikimin bu sürecini Marx, şöyle özetler: “Sömürü, kölecilik, hırsızlık, katillik.. kısacası şiddet, gerçek tarihte büyük rol oynar” (Holmstrom ve Smith, 2000). 2 Kapitalist sistem, kitlelerin kul durumunda olmasını, ücretli işçi haline getirilmesini ve emek araçlarının sermayeye dönüştürülmesini büyük bir arzuyla hedefler. Reform hareketi ve bunun sonucu olarak kilise mallarının yağmalanması, 16.yüzyılda halk kitlelerinin zora dayalı olarak mülksüzleştirilmelerine yeni bir dürtü sağlamıştır. Zaten sermaye sahibi için, köylünün elinden toprağını alarak onu ücret karşılığı çalıştırması için her yeni gelişme ayrı bir nedendi ve esasen bunu gerçekleştirmesi için bir gerekçeye de ihtiyacı yoktu. Köylünün ekip biçtiği toprağından zora dayalı koparılıp atılması tek bir nedenle açıklanabilir; insanın doymak bilmez hırsı ve sermaye elde etme amacına yönelik sınırsız arzusu. Sadece küçük köylünün değil, devlet topraklarının da bu gaspa maruz kaldığını görüyoruz. "Glorious revolution" (şanlı devrim), Orange Prensi III.William ile birlikte, toprak sahibi ve kapitalist kar yapıcılarını iktidara getirmişlerdir. Bunlar, o zamana kadar mütevazi bir biçimde yürütülmüş olan devlet toprakları yamasını muazzam bir ölçeğe taşıyarak yeni bir dönem açmışlardır. Devlet toprakları bol keseden eşe dosta peşkeş çekilmiş, komik fiyatlarla satıldı veya doğrudan doğruya gasp yoluyla özel mülklere katılmıştır (Marx, 2013: 695). Görüldüğü gibi kapitalist için toprağı ticari bir meta haline getirme aşamasında toprağın sahibinin kim olduğunun bir önemi yok. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi gasp edilmek istenen toprağın sahibi devlet de olabilir, birkaç dönüm arazisinde çalışarak ailesinin geçimini sağlamaya çalışan küçük köylü de. 18. yüzyılda ortak toprakların yağma aracı haline geldiği görülmektedir. Hatta bunu yasal olarak meşrulaştırmak bile es geçilmemiştir. "Ortak Toprakların Çevrilmesi İçin Yasa Tasarıları" (Bills for Inclosures of Commons) bir nevi halkı mülksüzleştirme kararnameleriydi. Bu kararnameler aracılığıyla toprak beyleri, halka ait toprakları kendi kendilerine hediye ediyorlardı. Çok geçmeden bu tasarılar, yasaya dönüştürülmüştür; “Ortak Toprakların Çevrilmesi İçin Genel Parlamento Yasası". El konulan ve çevrilen topraklar nedeniyle büyük çiftliklerin tekelinin artması, besin maddelerinin fiyatlarının yükselmesi ve hatta nüfusun azalması büyük sermaye sahibi için bir anlam ifade etmiyordu. Onun için önemli olan tek şey, daha fazla servet sahibi olabilmekti. Bunun yolu da köylüyü toprağından edip, ücret karşılığı çalıştırmak ve onun üzerinden daimi bir sömürü sağlamaktı. Bu mülksüzleştirme süreci sonunda ortaya çıkan en bariz sonuç, halkın aşağı sınıfların durumunun her bakımdan kötüleşmesiydi. Küçük mülk sahibi ve çiftçile, artık gündelikçi ve ücretli işçilerdi ve hayatlarını çok daha zor şartlarda kazanmak zorunda bırakılmışlardır. Tarımla uğraşan halkı mülksüzleştirme sürecinin son aşaması ise "clearing of estates" olmuştur. Yani gayrimenkullerin (kulübelerin) temizlenmesi. Böylece bu yerleşim yerlerinde 3 insanların yaşamasının da önü kesilmiş oluyordu. Topraktan, önce bağımsız köylü atılmış, daha sonra kulübeler temizlenmiştir. Böylece toprağın yeni sahibi tarafından çalıştırılan tarım işçileri, kendileri tarafından işlenen topraklar üzerinde başlarını sokacak bir kulübecik için gerekli olan bir toprak parçasını bile bulamamışlarıdr (Marx, 2013: 699). Topraklarından koparılıp atılan köylülerin yaşadıkları acı durumun en dramatik tablosu, 1825 İngiltere'sinde karşımıza çıkıyor. Toprağından koparılan köylülerin büyük kısmı deniz kenarına sürülmüş ve burada balıkçılıkla hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Bir İngiliz yazarının "yarı karada yarı suda yaşayan hayvanlara" benzettiği bu zavallı yoksul halkın çilesi henüz bitmemiştir. Balıkçılığın karlı bir iş olduğunu gören "balık kokusu ile birlikte kar kokusunu almış olan büyük adamlar" deniz kıyısındaki yoksul halkı buradan kovarak, buraları Londra'nın büyük balık tüccarlarına kiralamışlardır. Görüldüğü gibi sermaye, karın peşinden koşmaktan asla vazgeçmiyor ve bunu yaparken sefalete sürüklediği insanların hayatlarına nasıl devam edeceklerine dair en ufak bir düşünce geçirmiyor servet aşığı zihniyetinden. 3. Yüzyılın Sonundan İtibaren Mülksüzleştirilenlere Karşı Çıkarılan Kanlı Mevzuat: Ücretlerin Düşürülmesine Yönelik Yasalar Toprağından koparılarak proleterleştirilen ve yoksulluğa itilen halk, büyük ölçüde soygunculuğa, dilenciliğe ve serseriliğe meyletmiştir. Buna asla izin vermeyen yasa koyucu, toplumsal bozulmayı önlemek için ceza yasaları çıkarmıştır. İngiltere'de bu yasaların çıkarılması VIII.Henry döneminde başlamıştır. Yoksul bir adam serserilik mi yaptı? Serseri, ilk yakalanışında bir arabanın arkasına bağlanıp kanı sel gibi akana dek dövülüyor ve ardından daha önce ne iş görüyorsa onun başına dönmesi için yemin ettiriliyordu. Bu cezaya rağmen akıllanmayan ve ikinci kez yakalanan serseri bu defa kırbaçlanarak kulağının yarısı kesiliyor. Üçüncü kez serserilik yapmanın bedelini ise canıyla ödüyor; idam ediliyor. Marx, bu şekilde dilencilik yapan, serserilik eden ya da işten kaçıp ortalıkta dolanan kişilere verilen cezaları tarihsel süreç içerisinde el alıyor. VIII.Henry (1530) ile başlayan bu cezalar, VI Edward, Elizabeth (1572) ve I.James ile farklı şekillerde devam ediyor. Bu cezalar arasında, dilendiyi ihbar eden kişiye köle olarak hediye edilmesi (!), farklı anlamara gelen harflerle göğüslerinden kızgın demirlerle damgalanması, yine kızgın demirle kulaklarının dağlanması, en hafif ceza olarak kırbaçlanması, eğer bu cezalara rağmen hala ıslah edilememişlerse idam cezasına kadar gidiyordu. Bu yasalarla Elizabeth döneminde 300 ya da 400 kişinin hep birlikte darağacında sallandırıldığı, 72.000 kişinin ise VIII.Henry döneminde hırsızlık suçundan dolayı idam edildiği belirtilmektedir. Tüm bu ölümler gerçekleşirken hiç 4 bir aklı başında yasa koyucunun çıkıp da suçun nedenlerini araştırmak aklına gelmemiş midir acaba? Eğer kleptomaniye (kişisel gereksinme veya parasal değere önem vermeksizin nesneleri çalma dürtüsü ile ortaya çıkan hırsızlık yapma hastalığı) yakalanmamışsa, neden hırsızlığa yönelir bir insan? Thomas More Ütopya'sında bu sorumuza şöyle bir açıklık getirmekte; “...aniden boşluğa atıldıklarından, sahip olduklarını ellerinden çıkarmak zorundadırlar. Ve şuradan buraya süründükten ve son kuruşlarını da yedikten sonra, yüce Tanrım, çalmaktan ve böylece usulü dairesinde asılmaktan veya dilenmeye gitmekten başka ne yapabilirler? O zaman bunları yine serseri diye hapse atarlar, çünkü bunlar her türlü işi yapmaya ne kadar arzulu olsalar da, dünyada kendilerine iş vermediğinden çalışamazlar ve sürünürler Marx, 2013: 706, dipnot 250). Çalışacak işi olmayan yoksul bir insanın hırsızlık yapması etik açısından tartışmaya açık bir konudur. Pek çok kişi, her aç kalan insanın çalarak karnını doyurmasını ahlaken doğru bulmayabilir ve bunun bir toplumsal çöküşe yol açabileceğini düşünebilir. Ancak şu an konumuz ahlak felsefesi alanının sınırlarını aşmaktadır. Davranış ilkelerinin toplumsal kökenleri olduğunu ortaya koyan Adam Smith, sermayedar sınıfın gelirinin tehlikeye girmesi durumunda olabilecekleri şöyle özetliyor; "Ufak damarların kiminde akışı duraklayan kan, herhangi bir bozukluğa sebep olmadan, kolayca daha büyüğüne boşalır, ama büyük damarların birinde tıkanıp kalırsa birden vukua gelen önüne geçilmez sonuçlar inme ya da ölümdür". Yalnızca bir kaç yıl sürse de sömürge piyasasının dışında kalan tacirlerin, sanayici patronlarının hükümeti telaşa düşürecek kargaşa ve ayaklanma çıkarabileceklerini ifade ediyor (Smith, 2014: 666-667). Burada kapitalisti, bunca telaşa sevk eden şey, ticari ilişkilerinin bozulması sonucu gelirindeki muhtemel azalmadır. Peki emeğinden başka satacak hiç bir şeyi kalmayan ve maalesef satmak istediği halde bir iş bulamayan yoksul işçi, hayatını nasıl idame ettirecektir? Bu dönemde hırsızlık, serserilik ve dilenciliğe karşı çıkarılan idama varan ceza yasalarını çıkaran yasa koyucu ve bunu uygulayan yöneticilerin yaptığının nasıl bir açıklaması olabilir? Kapitalist üretimin doğuşunun başlangıç döneminde ücretleri düzenlemek, yani iş gününü uzatmak ve işçinin kendisini bir bağımlılık derecesinde tutmak için devlet zoruna ihtiyaç duyulmasını ilk birikimin temel unsuru olarak tanımlar Marx. İşçinin sömürülmesini hedef alan ücretli emek mevzuatı, İngiltere'de 1349 yılında III Edward'ın İşçiler Statüsü (Statue of Labourers) ile başlar. Bu yasa ile kentlerdeki ve taşradaki ücretli işler için yasal bir ücret tarifesi saptanmış ve yasal oranın üstüne çıkmak hapisle cezalandırılmıştı. Fazla ücret alanın, fazla ücret ödeyenden daha fazla cezaya çarptırılması ise sermayenin yanında yer alan devlet ruhunun çok güzel temsilidir. İşçilerin birlik oluşturmasına karşı çıkarılan yasalar ve devletin ücretler için bir üst sınır koyarken, alt sınır koyma gereksinimi duymaması, işçinin sınırsız ve hesap verilmeksizin sömürülebileceğini kanıtlıyor. 5 16.yüzyılda düşen ücretler nedeniyle işçilerin durumu iyice kötüleşmiştir. Kapitalizmin başlangıç yıllarında, ilkel birikim sürecinde devlet desteğine duyulan ihtiyaçtan yukarıda bahsettik. Kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle birlikte, gerçek manifaktür döneminde gelindiğinde iyice palazlanan sermaye sınıfı, artık bu yasalara da gerek duymamaya başlamıştır. 1813'te ücretleri düzenleyen yasalar kaldırılmıştır. "Kapitalistin fabrikayı kendi özel yasaları ile düzenlediği ve tarım işçisinin aldığı ücretin altına düşülmesi mümkün olmayan sınıra yükseltilmesi için yoksullar vergisinden yararlandığı bir dönemde bu yasalar gülünç bir anomali oluşturuyordu." Patronla işçi arasında çıkan anlaşmazlıkta patrona sadece hukuk davası açılırken, işçiye ceza davası açılması öngören hükümlerin, Kapital'in ilk cildinin yayınlandığı 1867 yılında hala yürürlükte olduğunu belirtiyor Marx. Fransa'da da durum İngiltere'den farklı değildir. Fransız burjuvazisi, her tür işçi birliğini "özgürlüğe ve insan hakları bildirgesine yönelik bir suikast" ilan etmiştir. 4. Kapitalist Çiftçinin Doğuşu İngiltere'de ilk çiftçi örneği olan kahyalık (biailiff), önce ortakçılığa (metayer), daha sonra toprak kiracılığına dönüşmüştür. 15. yüzyıl boyunca mütevazi bir gelişme düzeyi sürdürmüştür çiftçi. 16. yüzyılda değerli madenlerin ve dolayısıyla paranın değerindeki sürekli düşmeyle birlikte, çiftçinin kapitalistleşmesinin hızı, olağanüstü düzeyde artmıştır. Çiftçi, hem çalıştırdığı işçi, hem de toprağını kiraladığı mülk sahibinin üzerinden zenginleşmiş ve 16.yüzyılda İngiltere'de zengin bir kapitalist çiftçi sınıfı yükselmiştir. 5. Tarım Devriminin Sanayi Üzerideki Etkisi. Sanayi Sermayesi İçin İç Pazarın Yaratılması Kır halkının mülksüzleştirilmesi, sanayiye bir proleter kitlesi sağlamıştır. Sanayi proleterlerşmesindeki yoğunlaşmaya ek olarak, toprağı işleyenelerin sayısı eskisinden az olmasına rağmen, topraktan eskisinden daha çok ürün elde edilmeye başlanmıştır. Bunun nedenleri ise tarım yöntemlerinin iyileştirilmiş olması, el birliği düzeyinin yükseltilmesi, üretim araçlarının yoğunlaşması ve tarım işçilerinin daha yoğun bir biçimde çalıştırılmasıdır. Kovulanlardan geriye kalan tarım işçilerinin kendileri için ektikleri tarlaların da alanı daralmıştır. Eskiden kır halkı tarafından tüketilen besin araçları ve sanayiye ham madde olan yerli tarımsal ürünler, değişmez sermayenin unsurlarına dönüşmüşlerdir. 6 Eskiden ülke geneline yayılmış olan tezgah ve iğler, yeni düzende tıpkı emek ve sermaye gibi bir kaç büyük çalışma alanına toplanarak ve üretim araçları, işçiler için bağımsız bir hayat sağlayan araçlar olmaktan çıkarak onlara kumanda eden araçlar haline gelmiştir. Birçok işyerinin birleştirilmesiyle oluşan büyük manifaktürler, "birleşik manifaktür" adını almıştır. Kır halkının mülksizleştirilerek kovulması bir iç pazar yaratılmasının da yolunu açmıştır. Şöyle ki küçük çiftçileri ücretli işçi, çalışma araçlarını da sermayenin maddi unsurları haline getiren araçlar aynı zamanda sermayenin iç pazarını yaratır. Eskiden köylü ailesinin kendi tüketimi için ürettiği yiyecek maddesi ve ham maddeler birer metaya dönüşerek pazarda alıcısını bekler. Sonuç olarak, ülkenin iç pazarı, ev sanayisinin yok olması ile kapitalist üretimin arzuladığı genişlik ve istikrar kavuşur. Eskiden, bir işçi ailesinin kendi emeğiyle kendi ihtiyacını gidermek üzere ürettiği yirmi librelik ün, şimdi pazara götürülmekte, fabrikaya gönderilmekte, oradan simsara, satıcıya derken büyük bir ticari işlem döngüsü ortaya çıkıyor. Malın değeri de yirmi katına çıkıyor. Bu durum bize göstermektedir ki gelişen kapitalist üretim tarzı ve ilişkileri, yeni araçları ve kurumları da beraberinde getiriyor. Malın değerini görünürde artıracak ancak ürünün kendisine doğrudan bir ek değer katmayan nominal bir sermaye yaratılmış oluyor. Büyük sanayi, önce makinelerle, kapitalist tarımın temelini atıyor, ardından kır halkını mülksüzleştirerek ev sanayisinin tarımdan ayrılma sürecini tamamlıyor. Ve böylece iç pazar, sanayi sermayesi için ele geçirilmiş oluyor. Dobb, “Kapitalizmin Gelişimi Üzerine İncelemeler”inde ilkel birikimin iki yönlü işlevine dikkat çekmektedir. Kapitalist üretimin genişlemesinin koşullarından biri olarak, tarıma, sermaye yatırımını engellemekten çok kolaylaştıran koşulların bulunmasını gösterir. Gerçek kapitalist çiftçiliğin, kendisine eşlik etmiş olan ilkel birikim biçimleriyle el ele gelişme fırsatı bulacağını ifade etmektedir (Dobb, 2007: 148). Bu tür gelişmeler hem kırsal kesime proleterya yaratırken, aynı zamanda imalat malları için bir iç pazar yaratılmasına katkıda bulunmuştur. 6. Sanayici Kapitalistin Doğuşu Bazı küçük lonca ustaları, bağımsız küçük zanaatçi ve bazen de ücretli işçi, önce küçük kapitalistlere, ardından tam kapitalistlere dönüşmüştür. Ancak bu süreç, çiftçinin doğuşu gibi yavaş bir süreçte olmamıştır. Feodal yapının çözülüşü, kır halkının mülksüzleştirilmesi ve topraklarından kovulmaları, tefecilik ve ticaret yoluyla oluşan para sermayenin sanayi 7 sermayesine dönüşmesinin önünü açmıştır. Amerika'da altın ve gümüş madenlerinin keşfedilmesi, yerli halkın köleleştirilmesi, Doğu Hint Adalarının yağmalanmaya başlanması, kapitalist üretim döneminin sinyallerini vermiştir. Marx, bu süreçlerin ilk birikimin ana uğraklarını olduğunu vurgular. İlk birikimin farklı uğrakları ise Avrupa geneline yayılmış; ve tarihsel süreçte de benzer bir sıra izleyerek özellikle İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa ve İngiltere'ye dağılmış bulunmaktadır. Bunlar, 17.yüzyılın sonunda, İngiltere'deki sömürge sistemini, devlet borçları sistemini, modern vergi sistemini ve korumacılık sistemini içine alan bir sistematik bütün oluşturmaktadır (Marx, 2013: 718). Sömürgecilik sistemi, ticaretin ve deniz taşımacılığının gelişmesiyle birlikte yaygınlık kazanmıştır. Tekelci şirketler, sermayenin yoğunlaşmasına önemli katkı sağlamıştır. Sömürgeler de manifaktürlere güçlenmiş bir birikim sağlamıştır. Kamusal borçlanma, uluslararası kredi sistemi ilk birikimin en güçlü itici güçleri haline gelmiştir. Bu yolla başıboş duran para çoğalma gücü kazarak sermayeye çevrilir ve bu para sanayi, hatta tefecilik alanına yatırılarak katlanarak artan bir gelir yaratılmış olunur. Bununla birlikte yüksek vergiler ve ticaret savaşları; gerçek manifaktür döneminin yaratıkları, büyük sanayinin çocukluk dönemi boyunca devler gibi büyümüştür (2013: 724). Manifaktür tipi işletmelerin fabrika türü işletmelere dönüştürülebilmesi için daha çok sayıda insanın daha büyük oranlarda sömürülmesi ve hatta çocukların çalıştırılması ve köleleştirilmesi zorunlu hale getirilmiştir. Lancashire'de gece-gündüz vardiyasında dönüşümlü olarak çalışan işçilerin vaziyeti içler acısıdır. Gündüz işçilerin çalışmaktan bitap düşünce hazır bekletilen gece işçileri hemen işe başlatılıyor; gündüz işinden çıkan grup az önce gece işine kalkan grubun çıktığı yataklara giriyor ve ertesi sabah da bunun tersi oluyordu. Ve Fielden'in ifadesiyle yatakları hiç soğutmamak, Lancashire'de bir gelenek olmuştur (Marx, 2013: 725). 7. Kapitalist Birikimin Tarihsel Eğilimi İlk birikimin doğuşu, sahibinin emeğine dayanan özel mülkiyetin çözülüp yok olması, dolaysız üreticinin mülksüzleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bireylere ait dağınık üretim araçlarının toplumsal olarak yoğunlaşmış üretim araçlarına dönüşmesi, büyük halk kitlelerinin topraklarından ve geçim araçlarından koparılarak mülksüzleştirilmesi, sermayenin tarih öncesi dönemini oluşturur. Kişisel emek ürünü olan özel mülkiyet, yerini, özgür emeğin kapitalist sömürüsüne dayanan kapitalist özel mülkiyete bırakmıştır. Bu dönüşüm sürecinin ikinci evresi ise, işçiyi sömüren kapitalistin mülksüzleşme 8 dönemidir. İlk evre tamamlandığı anda, emek daha geniş ölçüde toplumsallaşır, toprak ve diğer üretim araçları daha geniş ölçüde sömürülen ve ortak biçimde kullanılan üretim araçlarına dönüşür. Bunu sağlayan ise bizzat kapitalist doğa yasalarının kendisidir. Sermayenin merkezileşmesi ile az sayıda kapitalist çok sayıda kapitalisti mülksüzleştirmeye başlar. Bütün uluslar dünya piyasası ağına sokulurlar ve böylece kapitalist rejim uluslararası bir nitelik kazanmış olur. Sefalet, baskı ve sömürünün sınırlarını zorladığı bu dönüşüm sürecinde büyük sermayedar kesimin sayısı azdır fakat sahip oldukları tekel gücü sayesinde giderek daha fazla azmanlaşırlar. Sermaye tekeli burda hangi görevi yerine getirir? Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek.. Marx buradaki sıralı mülksüzleşmeyi şöyle açıklamaktadır; Kapitalist üretim tarzının ürünü olan kapitalist özel mülkiyet, bireyin kendi emeğine dayanan mülkiyetin ilk olumsuzlanmasıdır. Ne var ki kapitalist üretim, bir doğa yasasının şaşmaz zorunluluğu ile kendi olumsuzlanmasınıı doğurur. Bu, olumsuzlanmanın olumsuzlanmasıdır. Bu, özel mülkiyeti yeniden getirmez ama kapitalist dönemde edinilmiş şeyler olan el birliği ile toprağın ve emek harcanarak üretilmiş üretim araçlarının ortak mülkiyeti temeline dayanan bireysel mülkiyeti getirir" (Marx, 2013: 729-730). BÖLÜM 25: MODERN SÖMÜRGELEŞTİRME TEORİSİ Batı Avrupa'da ilkel birikim süreci büyük ölçüde olgunluğa erişmiş iken sömürgelerde durum farklıdır. Kapitalist rejim, Batı Avrupa'da ulusal üretimi doğrudan doğruya egemenliği altına almıştı ve geçmiş üretim tarzına ait toplumsal katmanları elimine etmişti. Ancak bu kapitalist rejim, sömürgelerde bir engelle karşılaşmıştır; kapitalist yerine kendisini zenginleştiren emekçi üretici. Kapitalistin ilkel birikimi başarıyla tamamladığı yerlerdekinin aksine, sömürgelerdeki üretici, kapitalistin "ulusal zenginlik" adına kendisini yoksullaştırmasına izin vermemiştir. Wakefield, ücretli işçinin olmaması durumunda, istediği kadar sermayeye, üretim ve geçim aracına sahip olsun, bunlara sahip olmanın kişiyi, kapitalist yapmaya yetmediğini ortaya koymuştur. Güney Avustralya ve Yeni Zelanda’nın kolonileştirilme çabalarında önemli rol üstlenen İngiliz politikacı E.G.Wakefield (1796-1862)’nin Marx’la belki de tek ortak düşünceleri bu konudadır. Marx'ın deyimiyle sermaye, bir toplumsal üretim ilişkisidir; tarihsel bir üretim ilişkisidir (Marx, 2910: 732, dipnot 287). Demek ki kapitalist üretim tarzının bir kutbunda kapitalist, diğer kutbunda "üretim araçlarından koparılmış ve emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan özgü işçi"nin bulunması esastır. Sömürgelerde, bu ikincisinin 9 yokluğu, kapitalist üretimin ve ilkel birikimin önündeki en büyük engeldir. Wakefield, üretim ve geçim araçlarının, dolaysız üreticinin mülkleri olarak sermaye olmadığını, ancak işçinin sömürülmesine ve boyunduruk altına alınmasına hizmet eden araçlar haline geldikleri zaman sermaye olduklarını ortaya koyar. Yani, işçi kendisi için birikim yapabildiği sürece kapitalist birikim ve kapitalist üretim tarzı olanaklı değildir. Çünkü kapitalist üretim için ücretli işçi sınıfının varlığı zorunludur. Eski Avrupa'da üretim araçlarının işçinin elinden çıkması ve sermaye ile ücretli emeğin ortaya çıkması ise bir toplum sözleşmesi aracılığıyla (contrat social) gerçekleşmiştir. Wakefield, “England and Amerika” adlı çalışmasında bu durumu şöyle özetliyor; "İnsanlık, sermaye birikimini hızlandırmak için..basit bir yöntemi benimsedi: sermaye sahipleri ve emek sahipleri olarak bölündü...bu bölünme gönüllü bir anlaşma ve birleşmenin sonucuydu" (Marx, 2013: 733). Yani insanlar gönüllü olarak kendi kendini mülksüzleştirmişti. Oysa sömürgelerde, bu durum gerçekleşmemiş ve kapitalist sınıf "sistematik sömürgeleştirme"nin yollarını aramaya koyulmuştur. Sömürgelerde neden kaptalist üretim tarzı işlememiştir? Çünkü toprağı elinden alınmış halk kitlesi, kapitalist üretim tarzının temelini oluşturuyordu. Bu üretim tarzında ücretli işçi, durmadan ücretli işçi olarak yeniden üretiliyor ve aynı zamanda sürekli olarak sermaye birikimine oranla bir göreli ücretli işçi nüfusu fazlası üretiyordu. Dolayısıyla ücreti belirleyen de kapitalist sömürünün kurallarını koyan kişiydi ve işçiyi kendisine bağımlı kılmış oluyordu. Bu tablonun aksine sömürgelerde mutlak nüfus, anavatandan daha hızlı artmaktaydı. Yani emek piyasası her zaman az doludur, emek arz ve talebi yasası burada geçerli değildir. Modern dünyadaki, Batı Avrupa'daki canlı emek deposu burada mevcut değildir. Bu da zenginlik rüzgarlarının bu defa kapitalist aleyhine esmesi anlamına gelir. Ücretli işçiler, kapitalist için değil kendileri için çalışan bağımsız üreticiler haline geldiklerinde ücretli işçinin sömürülme derecesi azalır, kapitaliste bağımlılılık duygusu olmaz. Buralarda ücretli emek arzının hem devamlı olmamasından hem de güvenilmezliğinden yakınır kapitalist. İşçiler, kapitalistlerin, emeklerinin karşılığını vermemesine asla izin vermemişlerdir. Dolayısıyla bu sömürgelerde daha ucuz ve daha itaatkar işçilere büyük bir ihtiyaç duyulmuştur. Daha önce uygarlaşmış bölgelerde, işçi, doğal yasalar gereği kapitalistlere bağlıdır, ancak sömürgelerde bu bağımlılığın yapay araçlarla yaratılması gerekmiştir. İngiltere'deki işçi sınıfı ile Kuzey Amerika ve diğer yeni sömürgelerdeki işçi profilini karşılaştıran Wakefield, İngiliz üreticisinin, kapitaliste bağımlılığını ve mecburiyetini şöyle ifade eder; "ingiliz tarım işçisi sefil bir yaratıktır...Hiç şüphesiz İngiltere'de tarımda kullanılan beygirler, değerli bir mülk oldukları için İngiliz köylüsünden daha iyi beslenirler". Bu 10 tespitlerde bulunan şahsiyetin, 1827 yılında çocuk kaçırma suçundan üç yıl hapis cezasına çarptırılması da, savunduğu düşüncelerde de kendini gösteren insanlıktan ve ahlaktan ne derece yoksun olduğunu kanıtlar.. Collins ise, ilkel birikim sürecini güzel bir benzetmeyle şöyle açıklıyor; "Bir insanı alın, havasız bir yere koyun, onun havasını çalmış olursunuz. Toprağa el koymakla yaptığınız budur. Sizin iradenize göre yaşasın diye, insanı, düpedüz, bütün zenginlikten yoksun bırakmaktır bu". (Marx, 2013: 738, dipnot 303). Kollarından başka hiçbir şeyi olmayan insanların ortaya çıkması, toprağın özel mülkiyetinin ortaya çıkmasından kaynaklanır. Bu ortaya çıkan kapitalist özel mülkiyet ve kapitalist üretim tarzı da, kişinin kendi emeğine dayanan özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını, yani işçinin mülksüzleştirilmesini gerektirir. Yani denilebilir ki özel mülkiyet birinci aşamada, köylüyü üretim araçlarından koparıp emek piyasasına fırlatıyor; ikinci aşamada ise aynı özel mülkiyet olgusu, kişinin kendi emeğine dayanan özel mülkiyetini ortadan kaldırıyor, yani işçiyi mülksüzleştiriyor. Tüm bu sürecin kendisi ise, emek arz ve talep yasasının geçerli olduğu Batı Avrupa'da kusursuz işlerken, yeni sömürgelerde işlerliğini yitiriyor. Çünkü Avrupa'da sermaye hiç tereddüt etmeden yatırımda bulunma imkanına sahipti, yani talebin çok üstünde bir emek arzına. Buralarda insanların, geçimlerini sağlayabilmek için birbirleriyle girdikleri kıyasıya rekabet, ücretleri aşağıya çekiyor ve kapitalistin işçiyi sömürme derecesini artırıyordu. İşçilerin, sisteme karşı gelmeleri ya da kapitalizmin işleyişini aksatacak girişimlerde bulunmaları devlet eliyle de baskılanıyordu. İşçi örgütlenmelerine karşı çıkarılan yasalar ya da ücretler için bir üst sınır belirleyen yasa hükümleri, işçilerin sömürülmesinde kapitalist sınıfın devlet desteğini nasıl arkasına aldığına verilecek örneklerdendir. Oysa sömürgelerde emek arzı, emeğe olan talebin çok üstünde olduğundan ve kapitalistin buradaki bağımsız üreticiyi, toprağından edecek gücü olmayışından ilk birikimi gerçekleştirmekte Avrupa'daki başarısını gösterememiştir. Üstelik buralarda yasal mevzuat ve yönetici sınıfın da desteğinden mahrum olan sermayedar, sömürgelerdeki anti-kapitalist duruşu yıkma gücünden mahrum kalmıştır. SONUÇ Tarihsel süreçte ilk birikim yöntemlerine bakıldığında, kilise mülklerinin yağmalandığı, devlet topraklarına hileli yollarla el konulduğu, ortak toprakların çalındığı ve feodal mülkiyet ile klan mülkiyetin gasp edilerek modern özel mülkiyete dönüştürüldüğü görülür. Fakat ilk birikim denildiğinde şüphesiz akla ilk gelmesi gereken şey, toprağını özgürce ekip biçen köylünün elinden toprağının alınarak, bulunduğu 11 yerden kovulması, köylünün “mülksüzleştirilmesi”dir. Dolaysız üretici olan köylünün üretim araçlarından koparılarak emek piyasasına fırlatılması, sanayi kesimi için bir proleter sınıf yaratmıştır. Feodalizmden kapitalizme geçişle birlikte oluşan yeni üretim tarzı ve ilişkileri, özel mülkiyet olgusunu doğurmuş ve böylelikle kapitalist özel mülkiyet, bireysel özel mülkiyetin yerini almıştır. Mülklerinden zorla çıkarılan halk, kentlerde serserilik, hırsızlık ve dilenciliğe yönelince yasa koyucunun çıkardığı acımasız ceza yasaları ile kırbaçla dövülme, kızgın demirle dağlanma vb. işkence sürecinin ardından idama varan cezalandırmalara çarptırılmışlardır. Özellikle Elizabeth zamanında serserilik yaptıkları gerekçesiyle 300-400 kişinin darağacında sallandırılmaları veya VIII. Henry saltanatı zamanında 72.000 kişinin hırsızlık suçundan dolayı idam edilmesi, kapitalist üretim tarzının neden olduğu sosyal dönüşümden nasibini almış yoksul halk kitlelerinin dramını yansıtmaktadır. İngiltere’de çitleme hareketinden önceki hırsızlık ve dilencilik suçlarının sayısı ile özel mülkiyetin doğuşuyla kırdan köye göç eden ve talep edilenden çok daha fazla emek arzı oluşturan proleter sınıfın yöneldiği hırsızlık ve serserilik suçlarının sayısı karşılaştırıldığında aslında kırılma noktası kolaylıkla tespit edilebilirdi. Eğer bir olumsuz bir toplumsal dönüşüm yaşanmışsa, verilen cezalarla bunun önüne geçilemediği kapitalizmin uzun dönemleri boyunca görülmüştür. Yaşamak için emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan yoksul işçi, emek piyasasında ne kadar zor şartlarda da olsa kendine bir yer bulamadığı için suça yönelmiştir. Amerika’da altın ve gümüş madenlerinin keşfi, yerli halkın kökünün kazınması, Doğu Hint Adalarının yağmalanması, Afrika’nın köle ticaretine sunulan sınırsız pazar hacmi vb. ilk birikimin ana uğraklarını oluşturur. Daha sonra İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa ve İngiltere’de oluşan sömürge sistemleri, devlet borçları sistemi, modern vergi sistemi, korumacılık sistemi ve ticaret savaşlar, ilk birikimin diğer uğrakları olmuştur. Kapitalist birikimin tarihsel eğilimine baktığımzda ise sermayenin ilk birikiminin kapitalist tarafından toğrağından koparılan köylünün mülksüzleştirilmesi ile gerçekleştiği görülür. Ancak bu sürecin bir de ikinci safhası vardır ki bu defa mülksüzleştiren kapitalist sınıf mülksüzleştirilir. Bu da kapitalist üretim üretimin özünde yatan yasaların işlemesiyle gerçekleşir. Sermayeler merkezileştikçe, büyük kapitalist küçük kapitalisti yiyerek tekel gücü elde eder ve bu defa yoksullaşan, mülksüzleşen küçük kapitalist olur. Komünist Manifesto’da burjuvazinin en başta kendi mezar kazıcısını ürettiğini belirten Marx, ilkel birikimin tüm sürecini tanımlarken yaratılma döneminde, “sermaye, her yoksulun tepesinden tırnağına süzülen kan ve kirden gelir” diye yazmıştır. 12 KAYNAKÇA Dobb, M., (2007), Kapitalizmin Gelişimi Üzerine İncelemeler Geçiş Tartışmaları, İstanbul, Belge Yayınları Harvey, D., (2004), “‘Yeni’ Emperyalizm: Mülksüzleşme Yoluyla Birikim”, Praksis, Sayı 11, ss.23-48. Holmstrom, N., Smith, R,. (2000), The Necessity of Gangster Capitalism: Primitve Accumulation in Russia and China, Monthly Review Hunt, E.K. (2005), İktisadî Düşünceler Tarihi, Ankara, Dost Kitabevi. Marksist Düşünce Sözlüğü, (2012), Yayın Yönetmeni: Tom Bottomore, Çev. Metin Çulhaoğlu, İstanbul, İletişim Yayınları Marx, K. (2013), Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, I. Cilt, Çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, İstanbul, Yordam Kitap. Smith, A. (2011 [1776]) Milletlerin Zenginliği, Çev. Haldun Derin, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 13