modernden postmoderne ekonomik dönüşüm ve türkiye

advertisement
MODERNDEN POSTMODERNE EKONOMİK DÖNÜŞÜM VE TÜRKİYE
Doç.Dr. Mehmet GÜNAL
Giriş
Postmodernite (ya da Postmodernizm) kavramı günümüzde sanattan felsefeye,
bilimden teknolojiye birçok alanda tartışılan bir kavramdır. Postmodernizm, modernizm
sonrası anlamına geldiğine göre, önce modernin ve modernizmin ne olduğuna bakmak, daha
sonra da modernden postmoderne geçiş sürecini ele almak gerekmektedir. Bu çalışmada,
modernizmden postmodernizme geçişin ekonomik dönüşüme etkileri incelenecek ve
Türkiye’de yaşanan ekonomik dönüşüm bu çerçevede değerlendirilecektir.
Geleneksel toplumların karşıtı anlamında kullanılan modernlik, aydınlanma
döneminin bir kavramı olarak ortaya çıkmış olup, insanların genel olarak bir ilerleme süreci
içinde olduğunu ve dolayısıyla yeninin ve iyi olanın arzu edilmesi gerektiğini ifade
etmektedir. Sanatsal açıdan bakılınca ise, modernizm realizme bir tepki olarak doğmuştur.
Postmodernizm kavramı ise daha karmaşıktır ve çok farklı şekillerde
tanımlanmaktadır. Kullanıldığı alana göre de tanım değişebilmektedir. Ancak, esas itibarıyla,
kendisini izleyen veya kendisinden sonra geleni tanımlayan bir dönemi ifade etmektedir. Bu
çerçevede postmodernizm, modernizm sonrası veya ötesi anlamına gelmektedir. Modernizmin
bir uzantısı veya tam karşıtı olarak tanımlandığı gibi, kapitalizmin yeni bir safhası olarak da
ifade edilen postmodernizm, aynı zamanda sanayi sonrası toplumu ya da daha popüler
deyimiyle küreselleşmeyi de ifade eder şekilde kullanılabilmektedir.
Öncelikle 1960’lı yıllarda sanat çevrelerinde başlayan ve daha sonra 1970’li ve 1980’li
yıllarda giderek sosyoloji ve felsefe alanlarında belirginleşen modernizm/postmodernizm
tartışmaları , modernden farklı bir kopmayı, başka bir deyişle yeni bir toplumsal dönüşüm
sürecini ifade etmek için yapılmaktaydı.
İktisadi açıdan baktığımızda, modernizmin iki temel söylemi olan Liberalizm ve
Marksizme göre, malın değişim değeri üretim için gerekli olan emek tarafından belirlenirken,
ileri kapitalist aşamada artık mal ve hizmetlerin değişim değerinin iletişim süreci tarafından
belirlendiği öne sürülmektedir (Dursun, 2004).
Modernden Postmoderne Geçiş, Kapitalizm ve Üretim Süreçleri
Postmodernizmin modernizm ile ilişkisinin iç içe bir süreç mi, yoksa karşıt mı, yahut
farklı bir süreç mi olduğu hususundaki tartışmalar tam olarak açıklığa kavuşturulamamıştır.
Ancak, ekonomik açıdan bakıldığında, modernizmden postmodernizme geçiş sürecini
kapitalizmin gelişme aşamaları ile ilişkilendirerek üretim süreçlerindeki gelişmeleri
açıklayabiliriz. Çünkü, kapitalizmin gelişmesi, sadece ekonomik yapıları değil, toplumsal
yapıları da etkilemiştir (Giddens; 1991, s.56-57).
Kapitalizmin ilk dönemi olan klasik sanayileşme dönemi 18. yüzyılda yaşanan
değişimler ve örgütlenme tarzına ilişkin yeni dinamiklerin hakim olduğu bir dönemdi. 19.
yüzyılın sonlarında belirginleşen ve İkinci Dünya savaşı’nın sonuna kadar devam eden ikinci
aşamada ise, uluslararasılaşmanın ve ticaretin serbestleşmesinin getirdiği bir yeniden
yapılanma anlayışı hakim olmuş ve bu yeni kapitalizm aşaması örgütlü kapitalizm olarak
adlandırılmıştır.
Bu örgütlü kapitalizm dönemini, Marksist iktisatçılar ise emek süreçlerini ve
örgütlenmesinin boyutlarını kapsayan bir düzenleme biçimi olarak siyasal boyutu da içerecek
şekilde “Fordist” dönem olarak, döneme damgasını vuran ideolojiyi de “Fordizm” olarak
adlandırmışlardır. Endüstriyel tarımdan kitle üretim ve kitle tüketim ekonomilerine dönüşü
simgeleyen Fordizm dönemi bu gelişmiş ekonomik özelliklerinden dolayı modern dönem
olarak adlandırıldı. Yüksek ücretler ve iyileşen yaşam standartları, büyük ölçüde kas ve zihin
gücü gerektiren yeni çalışma süreçleriyle Fordizm hem bir kapitalist üretim biçimi hem de bir
tüketim tarzı olarak nitelendirilmektedir. (Fordizm ve Post-Fordizm ile ilgili daha ayrıntılı
bilgi için, Birkök (2004) ve A. Lipietzel (1993) bakılabilir)
1970’lerde ekonomilerde ve uluslar arası para sisteminde yaşanan dönüşümler ve
petrol krizleri, özellikle bilişim ve iletişim alanında ortaya çıkan teknolojik devinim sonucu
yaşanan bir yeniden yapılanma sürecine yol açmıştır. Bilim, kültür ve sanat anlayışı açısından
bir bütün olarak “Post-Fordizm” olarak adlandırılan bu süreci; daha önceki fordist döneme
modern dönem diyen Weberci gelenekten gelen düşünürler ise Post-Modernizm süreci olarak
adlandırmaktadırlar. ( Şaylan,2001, s.138)
Post Modernizm, Küreselleşme ve Ekonomik Dönüşüm
Bilgi ve iletişim teknolojilerinde ortaya çıkan yeniliklerin etkin olduğu PostModernizm anlayışı, yeni bir ekonomik, siyasi ve kültürel düzeni ifade eden küreselleşme
olgusunu da gündeme getirmiştir. Bu süreçte bilgi üretimin, daha geniş anlamda ekonominin
asli unsuru haline gelmiştir. Endüstrinin egemenliğinden, bilgi ve hizmetlerin egemenliğine
geçişi simgeleyen ve toplumsal alanın tüm unsurlarının dönüşüme uğradığı bu sürece
“ekonomik Post-Modernleşme”, başka bir deyişle “enformatikleşme” süreci denilmektedir.
Bu adlandırmayı yapan Hardt ve Negri; “modernleşme sürecini emeğin tarım ve
madencilikten (birincil sektör) göçüyle tanımlarken, post-modernizm sürecini emeğin
endistriden hizmet alanına ( üçüncü sektör) göçüyle tanımlamaktadır.” (Hardt ve Negri, s.298.
Bu alıntı Dursun, 2005’ten yapılmıştır.)
Ekonomik üretim faaliyetlerinde bilgi ve iletişimin merkezi rol oynadığı ve dolayısıyla
bu faaliyetlerin çoğunun değişken ve esnek olduğu, yeni sektörler ile teknolojik ve kurumsal
yeniliklerin hızla geliştiği bu dönem endüstriyel üretimin ya da Fordist üretimin sonu değil,
bu üretim aşamalarının yeni bir küresel örgütlenmesi olarak görülmektedir. Harvey’e (1999)
göre, bu çerçevede hakim kapitalist ülkeler, öncelikle G-7 ülkeleri enformatik hizmet
ekonomileri, onların ilk bağımlıları endüstriyel ekonomiler, daha çok bağımlı olanlar ise
tarımsal ekonomilerdir.
Aslında Harvey’in bu tespiti, günümüzdeki toplumsal yapıya “bilgi toplumu”,
çağımıza ise “bilgi çağı” denmesinin bir başka ifadesi gibi görünmektedir. Bu dönemde postendüstriyel bir ekonomik yapı, post-modernist bir düşünce yapısı hakim hale gelmiştir. Daha
genel olarak baktığımız zaman ise, bu yapı ve kurumların tamamını içerecek şekilde
“küreselleşme” kavramının sık kullanılır hale geldiğini görmekteyiz. Küreselleşme, hem bilgi
toplumuna geçişi, hem de eski sosyo-kültürel yapının değişimini, hem de uluslararasılaşmaya
(modern dönemin temeli olan milli devlet kavramının aşınmasını) ifade etmektedir.
Türkiye’de Modernden Postmoderne Geçiş ve Ekonomi
Türkiye’deki modernleşmenin tarihini, Türklerin ilk olarak Ortaçağda Asya’dan kopup
batıya yönelmesi ile başlatan Bernard Lewis, Arap ve İslam etkisiyle kesintiye uğradığını
iddia ettiği bu tarihi sürecin, Osmanlı reformcularının 18. yüzyılda bir model ve esin kaynağı
olarak batıya dönmeleri ile yeniden başladığını ifade etmektedir (Kasaba, 1999, s.16-17).
Evet, bizim batıyı takip ettiğimiz doğrudur. Ancak, hep bir adım geriden takip
etmişizdir. Biz batının sanayi devrimini yakalamaya çalışırken, batı bilgi veya enformasyon
çağına girmiştir. Biz daha Aydınlanmanın değerlerini özümsemeden, batı Aydınlanmaya karşı
postmodernizmi geliştirmiş ve bir muhalif düşünce yaratmıştır. Ancak, bizim geçişlerimizin
karmaşık olduğunu ve birçok unsuru içinde barındırdığını kabul etmek gerekir. Türk toplumu
ekonomik açıdan esas olarak tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecini yaşarken,
aynı anda başka geçiş süreçlerini de yaşamaktadır. Sanayi toplumuna geçiş yanında, sanayi
sonrası toplumunun üretim ve kurumlaşma yapısının bazı yönleri ( en azından iletişim yoluyla
olmak üzere) yaşanmaktadır. Kısacası, Türk toplumu birden fazla geçişi iç içe yaşamaktadır
(Yılmaz, 1996, s.166-167).
Türkiye açısından bakıldığında, ekonomik alanda tarımdan sanayi üretimine geçişin,
başka bir deyişle geleneksel yapıdan moderne geçişin görüldüğü, ancak aynı zamanda
postmoderne geçiş sorunlarının devam ettiği söylenebilir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında devletçi bir anlayışla sanayi planları uygulayan Türkiye,
kendine özgü bir tür Fordist yaklaşımla sanayileşmeyi gerçekleştirmeye çalıştı. 1950’lerden
sonra kısmi bir serbestleşmenin yaşandığı dönemde ise, planlı ekonomi ve ithal ikameci bir
ekonomik yaklaşım hakim oldu. Türkiye, ancak 1980’de yaşanan dönüşüm sonrası, dışa açık
bir serbest piyasa ekonomisi anlayışını benimseyerek sanayileşme sürecini belli ölçüde
tamamlamış oldu.
1990’ların sonu ve 2000’li yıllar ise aslında postmodernist bir ekonomik yapıya, başka
bir deyişle bilgi toplumuna (bilgi çağına) geçişin (daha doğrusu geçemeyişin!) sancılarının
yaşandığı bir dönem oldu.
Sonuç
Postmodernizm, üretim ile birlikte tüketimin de önem kazandığı ve ön plana çıktığı bir
süreç. Özellikle ülkemizde tüketimin hızla arttığını, üretimin ise yeterince artmadığını
gözlemliyoruz. Bunun sonucunda da dış ticaret ve cari işlem açıklarımız hızla artıyor. Yani
üretmeden tüketiyoruz ve bunu da borçlanmayla finanse ediyoruz. Bu tüketim kalıplarındaki
değişme, yani modernitenin tasarruf eden, üreten bir toplum tasavvurunun yerine tüketen bir
topluma, başka bir deyişle arzu ve ihtiyaçların ön plana çıktığı topluma geçişin ifadesidir.
Sonuç olarak modern toplumda tüketilen malların miktarı ve faydaları ön planda iken,
postmodern toplumda bu malların sembolik anlamları ön plana çıkmıştır.
Aslında bilgi çağı ve postmodern dönemin esnek ve serbest yapısına bakılınca, ağır
sanayi yapısı tamamlanmadan, bilgi çağına geçişin mümkün olduğu görülmektedir. Üretim
süreçlerinde, hammadde sermaye ve emekten çok bilginin ve teknolojinin önem kazanması
bizim için bir avantaj olabilir. Bunun için ise bilginin keşfinin, icadının, işlenerek ürüne
dönüştürülmesinin ve nihayet üretiminin (çoğaltılmasının) önemini kavrayan ve buna göre
stratejiler ve politikalar geliştirerek yeterli kaynağı ayıran bir yönetim anlayışı gerekmektedir.
Türkiye bunu gerçekleştirecek insan potansiyelini içeren genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir,
ancak bu potansiyeli değerlendirecek yönetim anlayışına henüz sahip değildir.
Postmodernizm (ya da küreselleşme) sosyal ilişkileri bozduğu, bir tür vahşi
kapitalizme yol açtığı için, ülkeler arasında ve kesimler arasında gelir adaletsizliğini
derinleştirdiği için tepkiler almaktadır. Bu çerçevede, küreselleşmenin ekonomik aktörleri
olan IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gibi uluslar arası kuruluşlarda tepki alıyor. Hatta daha
önce bu kuruluşlarda çalışanlardan da tepki almaktadırlar. Dünya Bankası eski başekonomisti
olan Joseph Stiglitz, IMF programlarının başarısız olduğunu; birçok ülkenin IMF programını
uygulamayarak başarılı olduğunu; ve nihayet IMF ve Dünya Bankası’nın lağvedilmesi
gerektiğini savunmaktadır. Stiglitz’in bu görüşüne katılan, 2004 yılı ekonomi Nobel ödülünün
sahibi olan Edward Prescott ise bu iki kuruluşun ekonomik politikaları düzenleyen kurumlar
olarak değil, hükümetlerin dış politikalarını yönlendiren araçlar olarak karşımıza çıktığını
ifade etmektedir.
Sonuç olarak, postmodernizmin hem ekonomik sosyal yapıları hem de kurumları
dönüştürdüğü, küreselleşme boyutunda ele aldığımızda ise bu yapılar ve kurumları aşındırdığı
görülmektedir. Küreselleşme süreci içinde yaşanan bu gelişmeler, toplumların kültürlerini,
siyasi ve ekonomik sistemlerini önemli ölçüde değiştirmekte veya değişime zorlamaktadır.
Ancak, tüm bunlardan daha önemlisi, küreselleşme toplumlar arasındaki gelir dağılımı
adaletsizliğini daha da bozmaktadır. Küreselleşme (postmodernizm) öncesi dönemde Doğu-
Batı mücadelesi olarak lanse edilen gerginliklerin yerini, artık zengin-yoksul, başka bir
deyişle Kuzey-Güney mücadelesi (Huntington’un deyimiyle “çatışması”) almaktadır.
Böyle bir süreçte önemli olan kavramlar değil, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerdir.
Bu süreçte, bilgi çağına geçiş için gerekli eğitim, altyapı ve kaynakları hazırlayarak
gelişmesini sağlayacak ve toplumsal dönüşümü gerçekleştirecek bir Türkiye, hem İslam
ülkeleri açısından bir model oluşturarak, hem de dünya ölçeğinde barışı ve katılımcı
demokrasiyi savunan bir strateji geliştirerek, küreselleşmenin ihmal edilen sosyal boyutunu
dikkate alan ve çatışmayı değil uzlaşmayı teşvik eden bir küreselleşme anlayışının hakim
kılınmasında çok önemli bir rol üstlenebilir.
Türkiye, bir yandan demokrasinin yaygınlaştığı ve dolayısıyla gelir dağılımının
iyileştiği bir ortamda küreselleşmenin olumsuz ve kutuplaştırıcı etkilerini dengeleyerek
Huntington'un "medeniyetler çatışması" tezinin yanlışlığını ortaya koyarken, öte yandan bilgi
toplumuna geçişi gerçekleştirerek önce bölgesinde lider bir ülke sonra da bir süper güç haline
gelebilecektir.
KAYNAKLAR
Birkök, M. Cüneyt (2004)“Modernizmden Post-Modernizme: Yeni Problemler,”
International Journal of Human Sciences, 2004
http://insanbilimleri.com/en/makaleler/sosyoloji/modernizmden_postmodernizme.htm
Dursun, Gülten (2004) “Ekonomik Postmodernlik: Üretimin Enformatikleşmesi ve Bilgi,”
Kocaeli Üniversitesi'nce düzenlenen "II.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim
Kongresi"de sunulan bildiri. http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=254
Giddens, Antony (1991), The Consequences of Modernity, Oxford.
Hardt M. ve Negri, A. (2002), İmparatorluk, Çev: A. Yılmaz, Ayrıntı.
Harvey, David, (1999), Postmodernliğin Durumu, Çev: S. Savran, Metis.
Kasaba, Reşat (1999), “Eski ile Yeni Arasında Kemalizm ve Modernizm,” Editörler: Sibel
Bozdoğan ve Reşat Kasaba, Türkiye!de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, içinde, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, No.55, İstanbul (2. Basım), s.12-28.
Sayar, Ahmed Güner (2001), Osmanlı’dan 21. Yüzyıla: Ekonomik, Kültürel, ve Devlet
Felsefesine Ait Değişmeler, Ötüken yayınları, İstanbul.
Şeylan, Gencay (2002), Postmodernizm, İmge Kitabevi.
Yılmaz, Aytekin (1996), Modernden Postmoderne Siyasal Arayışlar, Vadi Yayınları, Ankara.
Download