¾ËWh¸?Âh¸??¾lG ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ ¾ËWh¸?Âh¸??¾lG ³@ÄAÅiH@Òʦ@Ä@iYI¹@ý Editörden ÀÍYjºA ÄjºA A ÀnI ² @ÃAÄhH@ÑÉÁ¥@Ã@hYI¸@¼ ¿mH Tasavvufi eserler ilaç gibidir. Onlarda bulunan salihlerin nasihatleri ölü kalplere can iksiri olur. O eserlerden biriside İmam Abdulkerim Kuşeyri’nin “Kuşeyri risalesi” diye meşhur olan eseridir. Bizde bu eserden tadımlık olsun diye sizlere sunuyoruz: ¿ÌXi¹@Ãi¹@@¿mH Serî-i Sakatî k.s. şöyle demiştir: “Ey gençler! Benim gibi ihtiyarlamadan önce Allah yolunda ciddi gayret edin. Yoksa benim zayıf düşüp ibadetten geri kaldığım gibi zayıflar ve gereğince ibadet yapamazsınız.” Halbuki hazret bunu söylediği zaman, ibadette hiçbir gencin kendisine ulaşamayacağı bir durumda idi. ¾ËXh¸@Âh¸@@¾lH İbrahim b. Edhem k.s. şöyle demiştir: “Bir kimse şu altı engeli geçmeden salihlerin derecesine ulaşamaz: Nimet kapısını kapatıp şiddet ve sıkıntı kapısını açmak. İzzet (üstünlük) kapısını kapatıp zillet (tevazu) kapısını açmak. Rahatlık kapısını kapatıp ibadet yolunda gayret kapısını açmak. Uyku kapısını kapatıp uykusuzluk kapısını açmak. Zenginlik kapısını kapatıp fakirlik kapısını açmak. Uzun emel kapısını kapatıp ölüme hazırlanma kapısını açmak.” Zünnûn-i Mısrî k.s. şöyle demiştir: “Allah hiçbir kuluna nefsinin aslında düşük olduğunu göstermekten daha büyük bir üstünlük hali vermemiştir. Yine Allah, bir kulunu nefsinin aşağılık olduğunu görmesini perdelemekten daha büyük bir zillete düşürmemiştir.” Ebu Ali Rûzbârî k.s. şöyle demiştir: “Halka afetler üç şeyden gelmektedir. Bunlar; tabiatın hastalanması, adetlere sarılmak ve kötü beraberliktir. Tabiatın hastalığı haram yemektir. Kötü adetlere yapışmak harama bakmak, haram şeylerden gıda edinmek ve gıybettir. Kötü beraberlik, nefsinin kötü istekleri galeyana gelince ona tabi olmaktır.” Zünnûn-i Mısrî şöyle demiştir: “Halka bozuk haller şu altı yoldan biriyle gelmiştir: Ahiret ameline karşı niyetin zayıf olması. Bedenlerinin şehvetlerinin rehini olması (sürekli bedenlerinin arzularının peşinde sürüklenmesi). Ecelleri yakın olmakla birlikte, uzun yaşama düşüncesinin kendilerine hakim olması. Halkın rıza ve hoşnutluğunu, yüce Allah’ın hoşnutluğuna tercih etmeleri. Kötü arzularına tabi olup peygamberleri Hz. Muhammed s.a.v.’in sünnetini terk etmeleri. Selefin ufak tefek hatalarını kendileri için (sakıncalı işlere dalmada) bir delil yapıp, onların bir sürü güzel hal ve ahlâkını görmezlikten gelmeleri.” Daha güzel Burhan’larda buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olun. İçindekiler AYLIK İLİM KÜLTÜR DERGİSİ Yıl: 12 Sayı: 142 Temmuz 2017 SAHİBİ Burhan Basın Yayın Eğ�t�m ve Tur. Ltd. Şt�. SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Serdar TAŞAR YAYIN DANIŞMANLARI Prof. Dr. İbrah�m BAYRAKTAR Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN Yard. Doç. H. Murat KUMBASAR YAYIN KURULU Yusuf ELİBOL Ramazan ÇAKIR Aydın BAŞAR Sal�h AYDIN Musa KARACA GRAFİK TASARIM Talha AKA DAĞITIM ORGANİZASYONU Talha AKA Gsm: 0541 580 1969 F�yatı Tek Sayı: 8 TL 1 Yıllık (12 Sayı) Abone: 96 TL Yurtdışı 1 Yıllık Abone: 75 Euro Abonel�k İç�n Hesap Numaraları Posta Çek� No: 5091167 Burhan Basın Yay.Eğt.Tur.Ltd.Şt�. Kuvettürk Sultanbeyl� Şubes� Hesap No: 826718 - 1 İBAN: TR51 0020 5000 0008 2671 8000 01 Türk�ye F�nans Sultanbeyl� Şubes� Müşter� No: 291928 IBAN:TR67 0020 6000 6300 2919 2800 01 Z�raat Bankası Sultanbeyl� Şubes� Hesap No: 1673–44165588-5002 IBAN:TR690001001673441655885002 YAYIN VE İLETİŞİM ADRESİ Mehmet Ak�f Mah. Kuran Kursu Cad.No: 87 Sultanbeyl� / İST. Tel: +9 (0216) 498 94 00 Faks: +9 (0216) 398 94 69 İNTERNET ADRESİ burhanderg�s�@hotma�l.com www.burhanderg�s�.com BASKI M�lsan A.Ş. 0212 697 1000 YAYIN TÜRÜ Aylık Sürel� Yayın Gönder�len yazılarda ed�tör ve yayın kurulu değ�ş�kl�k yapab�l�r. Gönder�len yazılar �ade ed�lmez. Yazılardan kaynak göster�lerek alıntı yapılab�l�r. Yayınlanan reklamlardak� ürün ve h�zmetler�n sorumluluğu reklam verene a�tt�r. Dut Ağacının Uzayan Gölgesi 4 Tatil Anlayışımız 10 İslama Uygun Bir Tatil Anlayışı 14 Tatil Var! Tatil Var! 20 Prof. Dr. Mustafa Ağırman Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sami YILDIZ Fatih Sultan SEMİZ Tatillerimizi Kur’anla Olsun 24 Abdullatif ACAR Tatil İçimizde 30 Hatice FURHAN Neyi Göremiyoruz? 34 Akaid Konusunda Bir Risale II 42 Nureddin YILDIZ Yrd. Doç. Dr. Süleyman KOYUNCU Sahâbe-İ Kiramın Tefsir Kaynakları Açısından Önemi 48 Hasan TUĞ Bidatçilerin Batıl Söz ve Hakaretlerine Karşı Selefi Müdafaa Etmek 54 Rasulullah’ın Aile-İ Saadetleri 62 Yusuf KARAGÖZOĞLU Ersan BİLGİN İslam’dan Başka Hak Din Var Mı? 66 Bahaddin ELÇİ Burhan Çocuk 70 Musa KARACA 4 Dut Ağacının Uzayan Gölgesi Prof. Dr. Mustafa Ağırman 34 Neyi Göremiyoruz? Nureddin YILDIZ 42 Akaid Konusunda Bir Risale II Yrd. Doç. Dr. Süleyman KOYUNCU 62 Rasulullah’ın Aile-İ Saadetleri Ersan BİLGİN Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN Dut Ağacının Uzayan Gölgesi “ Saygıdeğer okuyucularım! Bu yazıda şimdiye kadar yapmadığım bir şeyi yaptım ve biraz kendimden bahsettim. Sizlerden özür dilerim, kusuruma bakmayın. Ben bu yazımla biraz da okuyucularımı yaz tatilinde İslâm adına bir şeyler yapmaya teşvik ettim. Siz de çevrenizi teşvik ediniz lütfen! 4 Temmuz/ 2017 ” Şimdi İmam-Hatip Lisesi olarak bilinen okulların adı eskiden İmam-Hatip Okulu idi. İmam-Hatip Okullarında eğitim-öğretim yedi seneydi. Bu okulların orta kısmı dört sene, Lise kısmı da üç seneydi. Dört senenin sonunda orta kısmı bitirme imtihanı yapılır ve dört yıl boyunca okutulan bütün derslerden sorular sorulurdu. Haziran ayı boyunca bir ay devam eden bu imtihan sözlü olurdu. Yedinci senenin sonunda da aynı şekilde lise bitirme imtihanları yapılırdı. Orta kısmı bitirenler imam olma hakkını kazanıyorlar, liseyi bitirenler de imtihanla Yüksek İslâm Enstitüsü’ne girebiliyorlardı. Bu imtihan önce yazılı oluyor, yazılıyı kazananlar da sözlü imtihana giriyorlardı. Yedi sene İmam-Hatip Okulunda okuyan ve oradan Üniversitelere gitmek isteyenler de Lise fark derslerini verdikten sonra Üniversite imtihanına girme hakkı kazanıyorlardı. Erken hayata atılmak isteyenler orta kısmı bitirdikten sonra hemen imam oluyorlar ve yuvalarını kuruyorlardı. Lise kısmını bitirdikten son- ra yüksek tahsile gidemeyenler de imam veya Diyanet’in açtığı imtihanla vâiz oluyorlar ve onlar da erkenden hayata atılıyorlardı. İmam-Hatip Okullarında eğitim-öğretim çok kaliteliydi. Hem okuldaki meslek dersleri öğretmenlerimiz, hem Türkçe-Sosyal dersi öğretmenlerimiz hem de fen-matematik derslerinin öğretmenleri kendilerini bize vakfeder ve bizi çok güzel yetiştirirlerdi. Biz de gece gündüz çalışırdık. Ayırım yapmadan her derse çalışırdık. Birbirimizle de yarışırdık. Her sınıfta hafızlar ve çeşitli medreselerde Arapça okumuş molla arkadaşlar olurdu. Onlardan da Kur’ân-ı Kerîm ve Arapça dersleri alırdık. Onların durumunu görünce, yaz tatilinde hem hafızlığa başlamaya hem de Arapça okumaya karar vermiştim. 1964-1965 eğitim-öğretim yılında birinci sınıfı okuduğum Erzurum İmam-Hatip Okulu yaz tatiline girince, ilçemiz olan Oltu’ya geldim. İlçe merkezinde imam olan babamdan hafızlık yaparken Aslan Paşa Câmii müezzini Selahaddin Koçak hocadan da Arapça okumaya başladım. Hoca efendi, ilçemizin hem tarihî hem de merkezî câmiinin müezziniydi. Rahmetli babası da aynı câmide müezzinlik yapmış olduğu için hocamızın evi câmiye yakındı. Yani hocamız baba evinde oturuyordu. Evi ile câmi arasında her türlü meyve ağacının bulunduğu bir bahçe vardı. Hocamız bizi ve kendisine Kur’ân-ı Kerim öğrenmek için gelenleri bu bahçenin içindeki büyük bir dut ağacının gölgesinde okuturdu. Ben, ‘Emsile’ ve ‘Binâ’ okumaya işte bu dut ağacının gölgesinde başladım. Haziran ayını Oltu’da geçirir, Temmuz ve Ağustos aylarında köy işlerinde amcalarıma yardım etek için köyümüze, Oltu ilçesinin İnci köyüne giderdim. Köyde de derslerime ara vermez, köyümüzün imamı Osman Çelebi’den Kur’ân-ı Kerîm ve Arapça derslerimi devam ettirirdim. Üç yıl bu böyle devam etti. Daha sonra Sakarya İmam-Hatip Okulu’na geçiş yaptım. Orada okurken de yaz tatillerini İstanbul’da geçirir ve buradaki meşhur hocalardan istifade ederdim. Özellikle İsmail Ağa Câmii müezzini Hasbi efendinin derslerine katılırdım. Pazar günleri sabah namazını İsmail Ağa’da kılar ve namazdan sonra Mahmud efendinin sohbetini dinlerdim. Uzun olan ve fakat bıktırmayan feyizli sohbetleri ile hoca efendi aynı zamanda Arapça dersi yapardı. Âyetleri, hadisleri ve Arapça ibâreleri tercüme ederken dinleyen mollalara da Arapça kâideleri hatırlatırdı. Aynı gün öğle namazından sonra Emir Buhârî câmiinde Ali Yakup hoca efendinin ‘İhyâ’ derslerini takip ederdim. Hoca efendi İhyâ’yı Arapça aslından okur biz öğrenciler de ellerimizdeki kitaplarımızdan dersi takip ederdik. Arapça bilmeyen câmi cemaati de oturur bu dersi can kulağı ile dinlerdi. Ali Yakup hocamız Yugoslav muhâciriydi. Kendi memleketinde ve Ezher’de çok iyi okumuş bir âlimdi. Onu iyi tanıyabilmek için Ali Ulvi Kurucu hocanın hâtıralarını oku- Yedi sene İmam-Hatip Okulunda okuyan ve oradan Üniversitelere gitmek isteyenler de Lise fark derslerini verdikten sonra Üniversite imtihanına girme hakkı kazanıyorlardı. Erken hayata atılmak isteyenler orta kısmı bitirdikten sonra hemen imam oluyorlar ve yuvalarını kuruyorlardı. Temmuz/ 2017 5 manızı tavsiye ederim. Türkçesi biraz zayıf olmasına rağmen ‘İhyâ’yı Ali Yakup hoca gibi güzel okutanı görmedim. Aynı gün ikindiden sonra da İskender Paşa Câmiinde Mehmed Zâhid efendini sohbetini dinlerdim. O mübârek zat da sanki gökten inmiş bir melek gibiydi. Pazar günleri bu üç mübârek zattan aldığımız feyiz bize bir hafta yeterdi. O zaman İstanbul’un Fatih muhiti bizim için mekteb ve medreseydi. Câmileri, tekkeleri, kur’ân kursları, imamları, müezzinleri, hâfızları, ezanları, mevlidleri, mevlidhanları ve hayır sahibi zenginleri ile bizi bağrına basan, göğsüne ve kucağına alan bir anne gibiydi. O zaman Fatih, biz Anadolu çocuklarının, evi, yuvası, barınağı ve sığınağıydı. Biz, aradığımız her şeyi orda bulurduk. Yüce Allah beni 1972 yılında girdiğim İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Prof. Dr. Osman Öztürk hoca ile karşılaştırdı. Hocamız daha yeni doktorasını bitirmiş ve İstanbul İmam-Hatip okulundan bize tayin edilmişti. Medeniyet tarihi dersimize giriyordu. Kabına sığmayan bir yapısı vardı. Aradığım îmân, amel ve cihad aşkı onda vardı. Yurtta nöbetçi olduğu akşamlar bizimle yakından ilgilenir ve elimizden tutardı. Bizim okuduğumuz yıllar sene içinde imtihanlar yoktu. Haziran ayında sınıf geçme imtihanları yapılır, geçen geçer, geçemeyenler de Eylül’de ikmâl imtihanlarına girerlerdi. Osman hocamız, 1973’ün Haziran imtihanından önce “Arapça ve İslâmî ilimler okuyacak meraklı ve istekli öğrenciler arıyorum. Dört yıl benim yaptığım programa uyacak ve dizini kırıp oturacak ilim meraklısı adamlar arıyorum. Şartlarımı ka- { bul eden varsa bana gelsin!” dedi. İlk müracaat eden ben oldum. Hocanın şartlarını kabul eden on arkadaşla hemen o yaz tatilinde derse başladık. Hocamızın şartları şunlardı: Yaz tatilinde, Şubat tatilinde ve bayram tatillerinde memleketinize gitmeyeceksiniz. Cumartesi ve Pazar günleri tatil yapmayacaksınız, devamlı okuyacaksınız. Zaten bizim istediğimiz de buydu. Hocamız, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nın yönetimindeydi. Bu vakfın organizesiyle bize bir program yaptı. Mezun olduğumuz senenin yaz tatili de dâhil olmak üzere biz yaz-kış okumaya devam ettik. Hocamız, bayramlarda bize kısa bir izin veriyor, annemizin, babamızın ellerini öpmeye gönderiyordu. Osman hocamız, yazın kalacak yerlerimizi de ayarlıyordu. Kışın zaten Üsküdar-Bağlarbaşı’ndaki okulumuzun yatılı yurdunda kalıyorduk. Yazın da vakfın Laleli’deki merkezinde ders gördüğümüz için Fatih’te yer ayarlıyordu. Vefa’daki İlim Yayma yurdunda, bazen de Fatih Câmii’nin çevresindeki medreselerde kalıyorduk. Bu zaman zarfında çok güzel okuduk. Mehmet Sofuoğlu ve Bekir Sadak hocalarımızdan çok istifade ettik. Abdulkadir Kabakçı hocamızdan Arap edebiyatı ve belâğat okuduk. Mehmet Sofuoğlu hocamızdan tefsir okumanın zevkini yaşadık. Bekir Sadak gibi bir dehadan mantık, usûl ve hadis okuduk. Hocanın özel derslerine katılmayan onun nasıl bir deha sahibi olduğunu bilemez. İbrahim Eken hocanın ilminden ve tecrübesinden istifade ettik. Okul derslerimiz bu derslerimizi, bu derslerimiz de okul derslerimizi takviye etti, güçlendirdi. Osman hocamız bizden sonra } Ayırım yapmadan her derse çalışırdık. Birbirimizle de yarışırdık. Her sınıfta hafızlar ve çeşitli medreselerde Arapça okumuş molla arkadaşlar olurdu. Onlardan da Kur’ân-ı Kerîm ve Arapça dersleri alırdık. Onların durumunu görünce, yaz tatilinde hem hafızlığa başlamaya hem de Arapça okumaya karar vermiştim. 6 Temmuz/ 2017 da gruplar oluşturdu. Hocamız, bize sadece bize bu dersleri aldırmakla kalmadı; İstanbul’da tanımamız gereken yaşlı şahıslarla da bizi buluşturdu. Rahmetli Mahir İz hocanın yazın Beşiktaş’ta, Yahya Efendi dergâhındaki, kışın ise Erenköy’deki sohbetlerine de devam etmemizi sağlamıştı. Bu halkalarda okuyan ders arkadaşlarımın her biri şu anda değişik ilahiyat fakültelerinde akademisyen olarak çalışmaktadırlar. Bize bu imkânları hazırlayan Osman hocamızı rahmetle yâd ediyoruz. Mezun olduğumuz 1976 senesinin yaz tatilinde de derslerimiz devam etmişti. O senenin Eylül ayında öğretmen olarak tayinim Alaçam İmam-Hatip Lisesine çıkmıştı. Elini öpmek ve duâsını almak için odasına gittiğim Osman hocam ile ayrılırken ikimiz de ağlıyorduk. Bir yandan gözyaşlarımı siliyor bir yandan da “Hocam! Üzerimizde çok emeğiniz var. Lütfen hakkınızı helâl ediniz!” diyordum. Hocam hem ağlıyor hem de bana ağır bir sorumluluk yüklüyor ve şöyle diyordu: “Mustafa! Gittiğin yerde sen de halka kurar ve okutursan, hakkım san helâl olsun! Yok, eğer okutmaz, bu vatanın evlatları ile ilgilenmez ve bildiklerini unutursan iki elim iki yakandadır, bunu bilesin!” Hocam, yine hocalığını gösteriyor ve beni hayat boyu canlı ve diri tutacak aşıyı yapıyordu. “Hocam! Size lâyık olmaya çalışacağım ve sizi hayat boyu unutmayacağım!” dedim ve ayrıldım. İki yıl kaldığım Alaçam İmam-Hatip Lisesi’nde, uzun dönem askerlik yaptığım Iğdır’da, askerlikten sonra görev yaptığım Sivrihisar İmam-hatip Lisesi’nde ve otuz beş yıldan beri- Özellikle İsmail Ağa Câmii müezzini Hasbi efendinin derslerine katılırdım. Pazar günleri sabah namazını İsmail Ağa’da kılar ve namazdan sonra Mahmud efendinin sohbetini dinlerdim. Uzun olan ve fakat bıktırmayan feyizli sohbetleri ile hoca efendi aynı zamanda Arapça dersi yapardı. dir çalıştığım Erzurum İlahiyat fakültesinde hocama verdiğim sözü yerine getirmenin saâdeti içindeyim. Hocamın vasiyeti gereği devamlı okutuyorum. Doğup büyüdüğüm Oltu ilçesi, Erzurum’a yüz yirmi kilometredir. İstanbul’da okuduğum yıllar izine geldiğimde ilk Arapça hocamın elini öpmek ve namaz kılmak için gittiğim tarihi Aslan Paşa camiinde konuşabilecek bir genç arar bulamazdım. Kendi kendime “Allah’ım! Acaba bu câmilerin gençlerle dolu olduğu günleri görebilir miyiz?” derdim. Allah’ım o günleri de bize gösterdi. Rahmetli Erbakan hocamız, 1974 yılında girdiği koalisyon hükümetinde yeni İmam- hatiplerin açılmasına karar alınca benim ilçeme de bir okul açıldı. Halkımız çok ilgi gösterdi ve çocuklarını verdiler. Tarihi câminin yanındaki medreselerde açılan bu okulun öğrencileri câmiyi doldurmaya başladı. Ben de 1982 yılında Erzurum’a gelince hemen bu okulun öğrencileriyle ilgilenmeye başladım. İmam olan babamın câmisin boş olan bodrum katına bir yurt yapıp yüz kadar öğrenci ile burada ilgilenmeye başladım. Sonra da bir vakıf kurup bu çalışmaları legal hale getirdim. Çoğu hafız olan bu çocuklarla yaz kış devamlı ilgilendim. Her yaz tatilinde bunları alıp değişik yerlere götürdüm iki ay boyunca bunlarla dersler yaptım. Bir sene Erzurum’a, bir sene İstanbul’a, bir sene Rize’ye, …götürdüm ve başlarında ben kaldım. Arapça ve Kur’ân-ı Kerîm okuduk, değişik kitaplar okuttuk. Yani bu çocukları geleceğe hazırladık. Bu öğrencilerle iç içe oldum. Mesafeyi iyi ayarlayarak onların hem ağabeyleri hem hocaları oldum; yattıkları odada yattım, birlikte ders çalıştım. Beraber yemek yedim. Sabah namazı da dâhil beş vakit namazı cemaatle kıldık. Bunların büyük bir çoğunluğu, çeşitli üniversitelerde okudular ve şu anda her Temmuz/ 2017 7 Emir Buhârî câmiinde Ali Yakup hoca efendinin ‘İhyâ’ derslerini takip ederdim. Hoca efendi İhyâ’yı Arapça aslından okur biz öğrenciler de ellerimizdeki kitaplarımızdan dersi takip ederdik. Arapça bilmeyen câmi cemaati de oturur bu dersi can kulağı ile dinlerdi. biri çok güzel yerlerde bulunuyorlar. 28 Şubat bu faaliyetlerimizi biraz sekteye uğrattı, ama şu anda yeniden toparlanıyoruz. Rahmetli Osman hocamdan aldığım aşk ve heyecanı hiç kaybetmedim. Otuz beş yıldır Erzurum’da Üniversite öğrencileriyle ilgileniyorum. Arapça okutuyorum, sohbet ediyorum, yol gösteriyorum ve ellerinden tutuyorum. Gösterdiğim hedefi yakalayan, istediğim kitapları okuyup bitiren öğrencilerimle Şubat tatilinde umreye gidiyorum. Onların sevincini görüyor ben de bundan manevi bir zevk alıyorum. Benden daha çok da bu çocukları umreye götüren zenginler zevk alıyor. Allah onlardan razı olsun. Yıllardan beri her Cuma günü, kandil gecelerinde ve Ramazan ayı boyunca Erzurum’da, üniversitemizin büyük câmiinde vaaz ve sohbetler yapıyorum. Terâvih namazını üniversite öğrencileri ile birlikte kılıyorum. Namaz sonrası ayaküstü yaptığımız sohbetler de çok bereketli ve kalıcı oluyor. Ayrıca her Pazar günü Oltu’ya gidiyorum. Öğle namazından sonra kadınlara, ikindi namazından sonra da erkeklere vaaz edip akşama Erzurum’a dönüyorum. Yatsı namazından sonra da yıllardan beri devam ettirdiğim ‘Asr-ı Saâdet’ sohbetlerini yapıyorum. Bu sohbeti şehrin en büyük salonunda kalabalık bir dinleyici kitlesine yapıyorum. Her kesimden katılan dinleyicilerimize Hz. Peygamber efendimizi ve sahâbe-i kirâm efendilerimizi anlatıyorum. Yurt içi ve yurt dışında da çağrıldığımız yerlere imkânlar ölçüsünde gitmeye çalışıyorum. Bazen öyle oluyor ki, sabah namazında çıktığım evime gece yarısında dönebiliyorum. Çok yorgun oluyorum, ama manen dinç ve huzurlu bir şekilde yatıp uyuyorum. Saygıdeğer okuyucularım! Yukarıdan beri adı geçen çok muhterem hocalarımın büyük bir kısmı hakkın rahmetine kavuştu. Onların hepsini, özellikle Prof. Dr. Osman Öztürk hocamı rahmetle anıyor ve hocalarımın hepsinin Hz. Peygamber efendimize komşu olmaların diliyorum. Oltu’daki dut ağacının gölgesi ne kadar uzadı, gördünüz mü? Ne kadar insan bu gölgenin altına girdi, değil mi? Karanlığa küfretmeyelim, gelin, bir mum yakalım! Özellikle imam, müezzin, hoca, öğretmen ve akademisyen arkadaşlar! Sizi göreve çağırıyorum. Lütfen, yaz tatilini boş geçirmeyin, kendinize yazık etmeyin. Herkes, kendi suffasını kursun ve ashâb-ı suffasını oluştursun. Saygıdeğer okuyucularım! Bu yazıda şimdiye kadar yapmadığım bir şeyi yaptım ve biraz kendimden bahsettim. Sizlerden özür dilerim, kusuruma bakmayın. Ben bu yazımla biraz da okuyucularımı yaz tatilinde İslâm adına bir şeyler yapmaya teşvik ettim. Siz de çevrenizi teşvik ediniz lütfen! 8 Temmuz/ 2017 Halkayı Zikre Girmek Halkayı zikre girmek, Gönlü yara olmalı, Tazelendirir canı. Bu yola girenlerin. Darbı tevhid eylemek, Nurlandırır insanı. Nefsinle eyle savaş, Dervişlere atma taş. Safi olan emekler, Kervana tezce ulaş, Razı eder Mevla’yı. İman edip ver can, baş. O deryanın damlası, Sallar arşı alayı. Abu hayat içirir, Sultanın keşkülünden. Rahmet ırmağı Hakk’ın, Varlığından geçirir, Nedamet gözyaşları. Kamil eder insanı. Bu yol Hakk’a pek yakın, Götürür dervişleri. Kim aşk ile zikreder, Canu dilden Allah’ı. Bol eser feyzin yeli, Dilediğin hâlkeder, Huzur bulur bu canlar. Görür seni vallahi. Çağlar muhabbet seli, Gönüllere nur damlar. Pirsiz bu yol aşılmaz, Benim pirim Rufai. Benzi sarı olmalı, Dervişi yolda kalmaz, Mevlayı sevenlerin. Hakka gider kervanı. Temmuz/ 2017 9 Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK Tatil Anlayışımız “ Müslüman için boş vakit söz konusu değil; dinlenme vakitleri söz konusudur. Çünkü Rabbimiz bir işi bitirdiğimiz zaman yeni bir işe yönelmemizi istemektedir. “Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul. Yalnız ” Rabbine yönel.” (İnşirah, 94/5-8). 10 Temmuz/ 2017 İnsanoğlu beden ve ruhtan müteşekkildir. İnsanoğlunun ihtiyaçlarını en iyi bilen Rabbimiz gündüzü çalışmak ve geceyi de istirahat için yarattığını ve aynı zamanda dinlenmenin bedenin bir ihtiyacı olduğunu belirtmektedir. “O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır…” (Yunus, 10/67) . “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O’dur…” (Furkan, 25/47). “Dinlensinler diye geceyi (karanlık) ve (çalışsınlar diye) gündüzü aydınlık kıldığımızı görmediler mi?..” (Neml, 27/86). “İçinde dinlenesiniz diye geceyi, görmeniz için de gündüzü yaratan Allah’tır…” (Mümin, 40/61). Ruhumuzun dinlenmesi, düşünmemiz ve gördüklerimizden ibret almamız için Rabbimiz yeryüzünde dolaşmamızı istemektedir. “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı?...” Rum, 30/9). “(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu…” (Hac, 22/46). “Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin âkıbetinin nasıl olduğunu görsünler! Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri yönünden bunlardan daha da üstündüler…” (Mümin, 40/21). “Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuştur, görsünler!...” (Mümin, 40/82). “Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi?...” (Muhammed, 47/10). Bir İşi Bitirince Hemen Diğer Bir İşe Yönel! İslâm’ın üzerinde ısrarla durduğu konulardan birisi sıla-i rahim denilen yakın akraba ziyaretidir. Çünkü çağın gerektirdiği bir durumdur ki, insanların akrabaları her zaman yanında olamamaktadır. Bundan dolayı yılda bir defa veya bayramlarda dahi olsa uzakta olanları ziyaret etmek dinimizin istediği bir emirdir. Ayrıca insanlar, hem akraba ziyaretlerinde bulunmak hem de sağlık ihtiyacından dolayı veyahut da çağın hastalığı olan stresten ruhunu rahatlatmak için dinlenmeye ihtiyaç duymaktadırlar. Bazılarının tatil, izin veya dinlenme dediği; hiçbir iş yapmayarak âtıl bir vaziyette durmak ise dinimizin onayladığı bir durum değildir. Boş vakit konusunda Allah Rasûlü bizleri uyarmaktadır: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” (Buhârî, Rikâk, 1; Tirmizî, Zühd, 1; İbn Mâce, Zühd, 15). Müslüman için boş vakit söz konusu değil; dinlenme vakitleri söz konusudur. Çünkü Rabbimiz bir işi bitirdiğimiz zaman yeni bir işe yönelmemizi istemektedir. “Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul. Yalnız Rabbine yönel.” (İnşirah, 94/5-8). Yani Müslümanın tatili bir yerde bir işi bitirip başka bir işle meşgul olmaktır. Çalışırken yorulur, istirahat etmek için başka bir işe, ibadete, akraba ziyaretine, sağlığını korumak için bazı etkinliklere yönelir. Her anında Rabbinin rızasına uygun davranış sergilemiş olur. Bu anlamda insan hayatının farklı zamanlarda ağırlık vereceği durumlar olabilir. Oyun, çalışma ve ibadet insan için ayrılmaz değerlerdir. Çocukluk ve gençlik zamanında gelişimiyle de bağlantılı olarak oyun ve eğlence; olgunluk döneminde çalışma; yaşlılık döneminde ibadet. Farklı dönemlerde bunların sadece öncelenmesi değişmektedir. Yoksa insan, hayatının her aşamasında ergenlik yaşından ölünceye kadar kulluktan sorumludur. “Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Hıcr, 15/99). Rabbimiz gündüzü çalışmak ve geceyi de istirahat için yarattığını ve aynı zamanda dinlenmenin bedenin bir ihtiyacı olduğunu belirtmektedir. “O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır…” (Yunus, 10/67) . Temmuz/ 2017 11 Son zamanların modası olan Ramazan ve Kurban bayramlarını fırsat bilerek tatil beldelerine akın etmek İslamî olarak doğru olmasa gerek. O zaman bayramların ruhuna uygun hareket edilmemiş olunur. Hiç olmasa yılda iki defa aile büyüklerini ziyaret etmek ve onların dualarını alıp gönüllerini hoş etmek gerekmektedir. Özellikle bayramlarda bir birleriyle dargın olan Müslümanlar barışmalı, büyükler ziyaret edilmeli ve küçükler sevindirilmeli her yerde bir bayram havası esmelidir. Kazancımızı Nereye Harcadığımızdan Sorumluyuz Toplumun ekonomik gelişmişliğiyle de bağlantılı olarak tatil denince bugün çoğu insanın aklına daha çok deniz ve lüks oteller gelmektedir. Geceliği asgari ücretlinin bir ayına karşılık gelen lüks otellerde kalmak da bunun başında gelir. Ayrıca bu otellerde yapılan israfın zaten hattı hesabı yoktur. İnsanlar kıtlıktan çıkmış gibi tabaklarına yiyebileceğinden daha fazla alarak güzelim yemek ve ekmeklerin çöpe gitmesine sebep olmaktadırlar. Biz kazandığımızdan sorumlu olduğumuz yani ailemize helal rızık temin ile mükellef olduğumuz gibi helal kazancı nerelere harcadığımızdan da sorumluyuz. “Kıyâmet gününde beş şeyden sorgulanmadıkça, kulun ayakları yerinden kımıldamaz: 1. Ömründen; onu ne ile yok etti? 2. Gençliğinden; onu nerede çürüttü? 3. Malından; onu nereden kazandı? 4. Malından; onu nereye sarf etti? 5. İlminden; onunla ne yaptı?” (Tirmizî, Kıyâme, 1/2416-2417). Müslüman Allah’ın verdiği nimetlerin helal olanlarından israfa düşmeden istediğini yiyebilir. “Ey Ademoğulları! Her mescide gidişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf, 7/31). Müslüman deniz kenarında abdest gibi bir ibadeti yerine getirmek için dahi olsa israf etmemesi gerekir. Abdullah b. Amr’ın haber verdiğine göre (Bir gün) Sa’d abdest alırken Rasûlüllah (s.a.v.), onun yanından geçti ve “Bu israf nedir?” buyurdu. Sa’d de “Abdestte israf var mı?” diye sorunca, Rasûlüllah (s.a.v.) “Akan bir nehir üzerinde bile olsan evet (abdestte israf vardır.)” buyurdu. (İbn Mâce, Tahâret, 48/425). İsrafı önleyerek hem Rabbimizin emrine uygun davranmış olduğumuz gibi hem aile hem de milli ekonomiye katkı yaparak böyle tesislerin uygun fiyatlara çekilmesine katkı sağlamış oluruz. Şu bir hakikat ki, muhâfazakâr Müslümanların gittiği oteller diğer otellere göre daha pahalıdır. Bunda bu tip otel sayısının yeterince yaygın olmaması ve müşterilerin israf konusunda yeterince duyarlı olmamaları gibi farklı sebepler sayılabilir. Eğer israf önlenirse fiyatlar daha makul seviyelerde olabilir, dolayısıyla Rabbimizin büyük bir nimeti olan denizden herkesin İslamî kurallar çerçevesinde faydalanması da sağlanmış olur. Müslüman hayatının her aşamasında israf, haram iş ve fillerden kaçınmalı, ibadet ve kulluktan ayrılmamalıdır. Tatil Öğrenciler İçin Bir Fırsattır Bir eğitimcinin benzetmesiyle “yarış arabaları birbirlerine tatillerde fark attığı gibi öğrenciler de birbirlerine yaz tatillerinde fark atar.” Yani öğrencilerin dönemeçleri tatillerdir. Bu anlamda veliler çocuklarını yönlendirerek hem derslerindeki hem de dini ilimlerdeki eksikliklerini tamamlamalarını temin etmeleri gerekir. Bunun için tatiller büyük bir fırsattır. Çocuklar, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okuma, ezberleme ve anlama konularında Kur’an Kurslarına gönderilmelidir. Kur’an Kursları ise çocuklara el, beden ve zihin gelişimine katkı yapacak bazı etkinlikler ve yarışmalar mutlaka sunmalıdır. Selam ve dua ile… 12 Temmuz/ 2017 Temmuz/ 2017 13 İslama Uygun Bir Tatil Anlayışı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sami YILDIZ 14 Temmuz/ 2017 Müslümanın kendisinin, dinin doğru bulmadığı bir amaçla ve yöntemle tatil yapmasının doğru olmadığı gibi bu amaçla tatil yapan kişilerle de aynı günah ortamını paylaşması doğru değildir. Tatile Müslümanca bir bakış açısı geliştirebilmek için önce tatil kelimesini ve Müslümanı tanımlayalım arkasından bu iki kavramın kesişmiş olduğu yani her iki kavramın da tanımının içinde kalan, paylaşabildikleri bir alan olup olmadığına bakalım. A- Tatil Tatil kavramını araştırdığımız da tatil için şu anlamların verildiğini görürüz: 1. Kanun gereği çalışmaya ara verilmesi için belirtilmiş süre. 2. Özel veya kamu kurumlarının bir vesile ile çalışmasını durdurduğu ve kapalı kaldığı dönem. 3. Kendi işinde veya bir başkasının yanında çalışırken bu iş yerinin geçici olarak işine son vermesi, bir şekilde kapatılması, kişinin kendinin izin alması gibi nedenle çalışmaya ara vermesi. 4. Eğlenmek, dinlenmek, gezip görüp ibret almak, eş dost ziyaretinde bulunmak gibi birtakım amaçlarla çalışmadan geçirilen süre. B- İslam ve Müslüman İslam Dini: İslam kelimesi kurtuluşa erme, güven, emniyette olma, boyun eğme, itaat, teslim olma, sulh ve barış yapma gibi anlamlara gelir. Din kelimesi Arapça bir kelime olup1 Türklerin İslam Dinini kabul etmeleri ile Türkçeye geçmiştir. Adet, durum, ceza, mükâfat, itaat, hesap dâhil olmak üzere otuza yakın sözlük anlamı vardır.2 Dinin kavram olarak tanımına gelince din, akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle en iyiye, en doğruya, en güzele ulaştıran ilahi bir kanundur.3 İslam dini ise, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla gönderilen, aslını koruyan ve insan eliyle herhangi bir değişikliğe uğramayan din, gerçek dindir. Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (a.s.) kadar gönderilen bütün ilahî dinlerin ortak adı İslam’dır.4 Diğer dinlerin asılları şu veya bu şekilde insanlar tarafından değiştirildiği için şu anda dünyada aslını koruyan tek din İslam dinidir. Temmuz/ 2017 15 Müslüman: İslam Dinin kabul eden, onu doğru anlayan ve yaşayan kimseye Müslüman denir. Diğer bir ifade ile Müslüman içinde bulunduğu zamanda ve mekânda Rabbinin kendisine ne emrettiğini bilen Rabbinin emrettiği şeyi O’nun rızası için, O’nun emrine uygun bir şe- 1. Allah’ın rızasına odaklanmış bir kalp (ihlas). 2. Allah’ın rızasına ulaştıracak bilgi (doğru bilgi). 3. Bu doğru bilgiyle uyumlu, Hz. Peygamberin (s.a.v.) uygulamalarına ters düşmeyen doğru eylem (salih amel). kilde Hz. Peygamber’i örnek alarak uygulayan kimsedir. Bu durumda Müslüman her şeyden önce bütün zamanlarda ve mekanlarda Allah’ın rıza- Müslüman hayatını gerçekleştirirken hayatının hiçbir anında saymış olduğumuz bu özellikleri devre dışı bırakamaz. sına yönelmiş, onun rızasına odaklanmış doğru bir niyete sahip olmalıdır. Ayrıca İçinde bulunduğu zamanda ve mekânda karşılaştığı her bir şeyi doğru okuyarak doğru bilgiye ulaşmak için elinden gelen bütün çabayı göstermek durumundadır. Varlığı doğru okumak zorunda olan Müslüman, doğru bir niyete ve bilgiye sahip olmakla sorumluluğunu yerine getirmiş olmamakta, görevi bitmemektedir. Aynı zamanda doğru okuduğu varlık karşısında önceden elde ettiği doğru bilgiyle uyumlu doğru eylem sergilemek ve sergilediği bu eylemde Hz. Peygamberin uygulamalarına ters düşmemek Müslümanın arzu ettiği neticeye ulaşması için yapması gereken zorunlu görevlerindendir. Kısaca özetlersek İslam Dinini kabul eden ve ona tam bir bağlılıkla inanan her bir Müslüman, şartlar ne olursa olsun hedeflemiş olduğu Allah’ın rızasına ulaşmak için bütün hayatı boyunca şu üç donanıma { sahip olması gerekiyor: İyi niyeti bırakmaz çünkü “ameller niyetlere göredir”. Allah’ın rızası amaçlanmamış hiçbir eylem kişiye Allah katında bir şey kazandırmaz. Nice adetler vardır ki iyi niyetle ibadete dönüşür; nice ibadetler vardır ki Allah’ın rızası amaçlanmadığı için adete dönüşür. Doğru bilgiyi bırakamaz çünkü insanın Allah’ın ona verdiği görev olan halifelik görevini yerine getirmesinin gerekli şartlarından birisi kişinin doğru bilgiye sahip olmasıdır. İnsan ne kadar iyi niyetli olursa olsun doğru bilgiyi ihmal ederse yanlış yapmaktan ve zulme düşmekten uzak kalamaz. Yanlış yapan insanda mutlaka zulmetmiş olur. Zulmeden insana da ateş dokunur. Bu gerçeği şu ayetler ne güzel ifade etmektedir: َ ـاب َم َعـ � ت َو َمــنْ تَـ � َفاسْ ـتَ ِق ْم َك َ ٓمــا ا ُ ِم ـ ْر ۜ ـك و ََ� تَ ْط َغ ـ ْوا َ﴾ و ََ� تَ ْر َكـ ـنُٓوا �ا لَــى ا ّلَ ۪ذيــن١١٢﴿ �ا ّنَ ـهُ بِمَ ــا تَعْمَ لُــو َن ب َ۪صي ـ ٌر } Müslüman içinde bulunduğu zamanda ve mekânda Rabbinin kendisine ne emrettiğini bilen Rabbinin emrettiği şeyi O’nun rızası için, O’nun emrine uygun bir şekilde Hz. Peygamber’i örnek alarak uygulayan kimsedir. 16 Temmuz/ 2017 ِ ّٰ ُون الل ِمــنْ َا ْو لِ َيٓــا َء ِ َظلَ ُمــوا َفتَمَ َّس ـ ُك ُم ال َّنــا ُر ۙ َو َمــا لَ ُك ـ ْم ِمــنْ د ﴾١١٣﴿ ْصـ ُرو َن � ث ُـ َّم َ� تُن Meal: Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir. Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!5 Müslüman niyetinin doğru olması, o niyeti gerçekleştirecek doğru bilgiye de sahip olması görevini yerine getirmek için gerekli olan şartlardır ama bunlar Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak için yeterli değildir. Bunlara ek olarak Müslüman olan kimsenin bu iyi niyet ve sahip olduğu doğru bilgiyle uyumlu eylem de bulunması gerekir. Ayrıca bu eylemi gerçekleştirirken Hz. Muhammed’e (s.a.v.) muhalefet etmemesi ona ters düşmemesi gerekir aksi halde bütün yaptıkları boşa gider. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde farklı farklı bağlamlarda ifade edilmiştir. Ama biz burada Hucurat suresindeki şu ayetleri hatırlayalım: Müslüman her şeyden önce bütün zamanlarda ve mekanlarda Allah’ın rızasına yönelmiş, onun rızasına odaklanmış doğru bir niyete sahip olmalıdır. Hucurât Sûresi (1 -3 ) ِ ّٰ يَٓــا َا ّي ُ َهــا ا ّلَ ۪ذيــنَ ٰا َمنُــوا َ� ت ُ َق ِّد ُمــوا بَ ْيــنَ يَ ـ َد ِي الل َورَسُ ــولِ ۪ه �َ ﴾ يَٓــا َا ّي ُ َهــا ا ّلَ ۪ذيــنَ ٰا َمنُــوا١﴿ الل �سـ ۪ـمي ٌع َع ۪لي ـ ٌم َ ّٰ اللۜ �ا َّن َ ّٰ وَاتَّ ُقــوا ِ ّٰ ت ُ َق ِ ّد ُمــوا بَ ْيــنَ يَـ َد ِي الل �سـ ۪ـمي ٌع َع ۪ليـ ٌم َ ّٰ اللۜ �ا َّن َ ّٰ الل َورَسُ ــولِ ۪ه وَاتَّ ُقــوا ْت ِ ص ـو � ﴾ يَٓــا َا ّي ُ َهــا ا ّلَ ۪ذيــنَ ٰا َمنُــوا َ� تَ ْر َف ُعٓــوا َاصْ وَاتـَ ُك ـ ْم َف ـو َْق١﴿ ـض َا ْن ٍ ْض ُك ـ ْم لِ َب ْعـ ِ ال َّن ِبـ ِّـي و ََ� ت َ ْج َه ـ ُروا لَ ـهُ بِا ْل َق ـو ِْل َك َج ْه ـ ِر بَع َ ت َ ْح َب ـ ُ ّ ﴾ �ا َّن ا ّلَ ۪ذيــنَ يَغ٢﴿ ط َاعْمَ الُ ُك ـ ْم َو َا ْنت ُـ ْم َ� تَشْ ـ ُع ُرو َن ُضــو َن َ الل ا ُ ۬و ٰل ٓ ِئـ ِ ّٰ ـول الل قُلُوبَ ُه ـ ْم ُ ّٰ َـك ا ّلَ ۪ذيــنَ ا ْمتَ َحــن ِ َاصْ وَات َ ُه ـ ْم ِع ْن ـ َد رَسُ ـ ُ ّ ﴾ �ا َّن ا ّلَ ۪ذيــنَ يَغ٣﴿ لِلتَّ ْقــوٰى لَ ُه ـ ْم َم ْغ ِف ـ َرةٌ َو َا ْج ـ ٌر ع َ۪ظي ـ ٌم ُضــو َن ۜ ٓ َ الل ا ُ ۬و ٰل ِئـ ِ ّٰ ـول الل قُلُوبَ ُه ـ ْم ُ ّٰ َـك ا ّلَ ۪ذيــنَ ا ْمتَ َحــن ِ َاصْ وَات َ ُه ـ ْم ِع ْن ـ َد رَسُ ـ َ ﴾٣﴿ ـوٰى لَ ُه ـ ْم َم ْغ ِف ـ َرةٌ َو َا ْج ـ ٌر ع َ۪ظي ـ ٌم ۜ لِلتّ ْقـ Meal: Ey iman edenler! Allah ve resulünün önüne geçmeyin, Allah’a itaatsizlikten sakının! Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden fazla çıkarmayın, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider. Allah resulünün yanında seslerini kısanlar var ya, işte onlar, Allah’ın gönüllerini takvâ yönünden denemeye tâbi tuttuğu kimselerdir. Onlar için büyük bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.(3) Görüldüğü gibi Müslüman hayatının hiçbir aşamasında Hz. Peygamberi (s.a.v.) devre dışı bıra- Temmuz/ 2017 17 İnsan ne kadar iyi niyetli olursa olsun doğru bilgiyi ihmal ederse yanlış yapmaktan ve zulme düşmekten uzak kalamaz. Yanlış yapan insanda mutlaka zulmetmiş olur. Zulmeden insana da ateş dokunur. karak onu onun önüne geçerek Allah Teâlâ’nın rızasını kazanamaz. Doğru niyet, doğru bilgi ve doğru eylem ile görevini tam yerine getirebileceğine inanmış ve Allah’ın rızasına odaklanmış Müslüman, işe kendisini ve içinde bulunduğu dünyayı tanımak ile başlayacaktır. Niçin yaratıldığını, niçin bu dünyada bulunduğunu, kendisini nelerin beklediğini, vb. soruları soracaktır? Bu soruları soran Müslümanın imdadına Kur’an-ı Kerim yetişecek ve onun kafasındaki bu sorulara açık bir şekilde cevap verecektir. Onun bu dünyadaki bulunuşunun gayesinin imtihan olduğunu, bu imtihanın salonun dünya olduğunu, imtihan süresinin de insanın buluğa erdiği andan başlayıp aklı başında olarak yaşadığı bütün ömrünün olduğunu, imtihanın konusunun da insanın içinde bulunduğu bu dünyada Yaratanına iman ettiği halde “en güzel iş”i ortaya koymak olduğunu, bunun için de peygamberlerin en güzel örnek olduğunu ona Kur’an-ı Kerim açıklayacaktır. Bu şekilde Kur’an-ı Kerim ve sünnetten hayatın gayesi ve bu gayeye nasıl ulaşacağını öğrenen insan, hayat boyunca önüne çıkan zaman ve mekân başta olmak üzere maddi ve manevi bütün imkanları bu amaç çerçevesinde değerlendirmeye çalışacaktır. Bu açıkladıklarımız çerçevesinde tatil kavramını değerlendirdiğimiz de şu sonuçlara varırız: 1- İş yerinin Resmî veya gayri resmi olarak bir şekilde tatil edilmesi durumunda başlangıçta yaptığımız tatil tanımın 1.2 ve 3. maddelerine giren tatil anlamındaki tatil yani işe verilen ara anlamındaki tatil işin tabiatı gereğidir. Kişi zaten buna uymak zorunadır. Bu durumlarda Müslümanın unutmaması gereken en önemli şey, resmî tatillerde resmi ve sivil otoriteye karşı sorumluluğu tatil olmuştur. Allah’a karşı sorumluluğu devam etmektedir. İçinde bulunduğu an ve mekânda mutlaka yapabileceği en güzel bir iş vardır. O işi tespit edip Allah’ın rızasını gözeterek Hz. Peygamber’i (s.a.v.) örnek alarak yerine getirmektir. 2- Eğlenmek, dinlenmek, gezip görüp ibret almak, eş dost ziyaretinde bulunmak gibi birtakım amaçlarla çalışmadan geçirilen süre, anlamında tatile gelince gelince Müslüman Allah’a karşı sorumluluğunun bütün zaman, mekân, maddi ve manevi, a’dan z’ye sahip olduğu bütün nimetler çerçevesinde olduğu şuuruyla hareket etmek zorundadır. 18 Temmuz/ 2017 Allah’a karşı sorumluluğu kesintisiz ve her şeyi kuşatıcı olduğunun farkında olan Müslüman için boş zaman tarifi anlamsızdır, tanımsızdır. Bu durumda Müslüman icra edeceği tatilin olmazsa olmaz üç boyutu vardır: a) Tatilin amacının mutlaka ve mutlaka meşru olması gerekir. Yani bir Müslüman kumar oynamak, zina etmek ve çeşitleriyle karşılaşmak vb. amaçlarla tatile çıkamaz. Niyeti dinen kabul görmeyen bir amacı gerçekleştirmek olan kişi, bu yolculuk boyunca bütün zaman ve imkanlarını saçıp savurmuş olur ki Allah Teâlâ böyle bir amaçla sefere çıkmaktan bütün Müslümanları korusun. Bu konuda Kur’an’ı Kerim şöyle buyurur: �ا َّن ا ْل ُم َب ِ ّذ ۪ر يــنَ َكا ن ُـٓـوا َّ ين َو َكا َن �ا ْخــوَا َن ۪ الشــي ۜ ِ َاط َ الشــ ْي َّ ًطا ُن لِ َر بِّـ ۪ـه َك ُفــور ا “Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine karşı çok nankördür.”6 “Yine anılan o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler; boş ve mânasız davranışlarla karşılaştıklarında onurluca çekip giderler.”7 Sonuç Müslüman, hayatının bütün zamanlarını, mekanlarını ve fırsatlarını doğru okuduğu gibi tatilini de İslami bir bakış açısıyla okumalıdır. Çünkü tatildeki yapıp ettiklerinden de diğer zamanlarda sorumlu olduğu gibi Allah’a karşı sorumludur. Bu durumda tatil kavramının İslami bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde şu sonuçlara varıyoruz: 1- Müslümanın tatili meşru bir amaç için olmalı, Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! 2- Müslüman tati- linin bütün süreçlerinde doğru niyetini, Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı doğru çok iyi görmektedir. Zalimlerin yanında ihtiyacını ve bu bilgi olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz! b) Müslümanın tatil için amacı dinen meşru olsa bile bu tatili gerçekleştirirken bütün süreçlerde Allah’ın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak zorunluluğu vardır. Dolayısıyla tatilin bütün süreçlerinde Müslüman kişi, doğru niyetini, doğru bilgisini ve Hz. Peygambere ters düşmeyecek şekilde doğru bilgiyle uyumlu olarak sergileyeceği doğru eylemini yani salih amelini gözetmek durumundadır. c) Müslümanın kendisinin, dinin doğru bulmadığı bir amaçla ve yöntemle tatil yapmasının doğru olmadığı gibi bu amaçla tatil yapan kişilerle de aynı günah ortamını paylaşması doğru değildir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade ediliyor: ًوَا ّلَ ۪ذينَ َ� يَشْ َه ُدو َن ال ّ ُزو َرۙ َو �ا َذا َم ّ ُروا ِباللَّ ْغ ِو َم ّ ُروا ِك َراما 5 bilgiye olan ile uyumlu doğru eylem gerçekleştirme sorumluluğunu unutmamalı, 3- İslami olmayan gaye veya yöntemlerle başkalarının gerçekleştirmiş olduğu tatil ortamlarında bulunmamaya özen göstermelidir. Bütün ömrümüzü ilmek ilmek salih amellerle ördüğümüz bir hayat yaşamak temennisiyle sizleri Allah’a emanet ediyor, sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum… Dipnotlar 1. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 312. 2. İbn Manzur, Lisanu’l-Arap, Beyrut, c, 1, s 1044,1045. 3. Şentürk, Lütfi, Yazıcı, Seyfettin, İslam İlmihali, Ankara 2005, s. 9. 4. Serinsu, Ahmet Nedim, Dini Terimler Sözlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 2009, s. 60. 5. Hûd Sûresi 11/ (112 - 113) 6. İsrâ 17/ 27 7. Furkân 25/72 Temmuz/ 2017 19 Fatih Sultan SEMİZ Tatil Var! Tatil Var! “ Tatil yapalım ama Müslüman olduğumuzu unutmadan yapalım. Namaz kılarken ki durumumuzu koruyarak tatil yapalım. Allah’tan kaçış olmadığını ama eninde sonunda Allah’a kaçılacağını bilerek tatil yapalım. Bize altın kâse de sunulan zehirlere aldırış etmeden tatil yapalım. 20 Temmuz/ 2017 ” Mecelle kanunlarından biri de ‘Su-i misal emsal olmaz’ kaidesidir. Yani hiç kimse mahkemenin huzuruna çıkarak “şu adam hırsızlık yaptığından dolayı bende hırsızlık yaptım” deyip ceza almaktan kurtulamaz. Bunu neden söylüyorum, çünkü Müslümanların bir kesimi yanlış örnekler üzerinden İslam’ı bir köşeye hapsetmeye çalışıyorlar. Ekranlar da uydurma Hadis okuyan birinden dolayı bütün Hadis-i Şeriflere uydurma muamelesi yapıyorlar. Veya kendi aklını ilah edinen birinden dolayı akıl kullanmayı yasaklı, cehennemlik bir iş gibi görebiliyorlar. Kur’an-ı Kerim’de ki onca akletmez misiniz ayetine rağmen. Bu durum dini anlama hususunda olduğu kadar sosyal hayatın içinde ki çoğu mevzuu içinde geçerlidir. Oysa eşya da asıl olan mubahlıktır. Et helaldir, eğer domuz eti değilse. Paranın çok olması kötü değildir, eğer faizden, rüşvetten, kaçakçılıktan kazanılmamışsa. Konuşmak normaldir, eğer gıybetsiz ve yalansız olursa. Yürü- mek, uyumak, gülmek, ev sahibi olmak, lüks bir arabaya sahip olmak sakıncası olmayan işlerdendir. Nereye yürüdüğünü, kaç saat uyuduğunu bilir ve haramlardan uzak durursan. Tatil yapmak mevzusu da bu mevzulardan biridir. Kimilerine göre Müslüman, tatil denen olgudan cehennemden kaçar gibi kaçmak zorundadır. Çünkü artık tatiller günah yuvalarının içinde yüzüldüğü, bütün mahremiyet kurallarının hiçe sayıldığı organizasyonlar olarak önümüzde duruyordur. Tatil deyince aklına beş yıldızlı oteller gelenler için bu tespite katılmamak haksızlık olur. Ama dedik ya su-i misal emsal olmaz. Birileri gittiği tatilinden yüksek puanlı günahlarla dönüyorsa, burada yapılması gereken tatili yasaklamak mı yoksa o adama tatili yasaklamak mıdır? Tatil mubah bir iştir. Hatta güzel bir niyet ile beraber gittiğimiz tatilden yüksek puanlı sevaplarla dönebiliriz. Bunu yapabilmemiz için rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’in sayfalarına ve önderimiz olan Peygamber aleyhisselam’ın hayatına bakmamız gerekir. Bu cümlemden şu anlaşılmıyordur herhalde, tatil kelimesinin içinde geçtiği kaç ayet var ki? Veya Peygamber aleyhisselam tatile nereye giderdi sorusunun cevabını aramayacağız. Peygamber aleyhisselam ve sahabe tatili cihad meydanlarında yaptı yazıp bu konuyu burada kapatmak vardı ama anlatmak istediklerim yarım kalır. O yüzden anlatmak istediklerime devam ediyorum. İslam öyle bir nizamdır ki yasakladığı ve emrettiği kurallar kıyamete kadar sürecek emir ve yasaklardır. Öyle bir nizamdır ki develerin ulaşım aracı olarak kullanıldığı zaman içinde aynı kurallar geçerlidir, hız ibresinin iki yüzü zorladığı arabaların kullanıldığı zaman içinde geçerlidir. Şimdi çöl şartlarında yapılan bir tatille, beş yıldızlı bir otelde yapılacak olan tatil arasında bir fark gözetmeksizin bir tatilde olması gereken kurallar dizinini sıralayalım. 1. İsraf olmamalıdır. Üç günlük bir tatil için üç aylık maaşımız kadar borç yaptıran tatil, tatil değil kapitalizmin çarklarını yağlamaktır. Sadelik bizim imanımızın gereğidir. Bu sadelik sadece elbiselerimiz ve yemeklerimiz için değil tatilimiz içinde geçerlidir. Para harcamak mantığı ile yola çıkılan tatil banka kapılarında biter. İsraftan aldığımız günahın yanına bir faiz günahını ekledik mi gayet yüksek puanlı günahlarla tatilden mezun oluruz. Açık büfe konusunu israf konusunun dışında tuttuğum sanılmasın. Yemeyeceklerimizi almamız israftan daha çok aç gözlülüğümüzle alakalı bir durumdur. 2. Tatil biz de atalet yani tembellik meydana getirmemelidir. Yattıkça yatmak isteyen tiplerin rüyaları belki güzel olur ama hayatları kâbusa döner. Biz çalıştıkça daha fazla çalışmak isteyen bir ümmetiz. Bir iş bittiğinde yeni bir işe koyulmamızı Rabbimiz bize emrediyor. Müslüman yoruldukça koşmaya başlayan bir İsraf olmamalıdır. Üç günlük bir tatil için üç aylık maaşımız kadar borç yaptıran tatil, tatil değil kapitalizmin çarklarını yağlamaktır. Sadelik bizim imanımızın gereğidir. Temmuz/ 2017 21 zihin yapısına sahip olmak zorundadır. Televizyonun karşısında muhallebiye dönmüş, tembelliği karakter haline getirmiş biri beş vakit namazı nasıl yerine getirsin? Tabi ki beş vakit namazı kılmayan biri tatili hak etmiş biri değildir. mediğini bilerek hareket eder. Tatil deyince güneş, kumsal ve deniz üçlüsünden daha fazlasını aklına getirme salahiyetine sahiptir. O, bir dağ evinde bir köylüye de birkaç kuruş kazandırarak da tatil yapabileceğini bilen adamdır. 3. Anne babayı ihmal ettiren şey değil tatil, umre bile olsa yapmayız. Anne babaya bakmak, onların gönlünü hoş tutmak, onların senden razı olmasını sağlamak farz bir ibadettir. Umre ise büyük bir sünnettir. Tatil ise mubahtır. Ve kaide bellidir. Farz sünnetten önce gelir. Farz mubahla kıyas bile edilmez. Anne babasını ihmal edip, bayram izni var deyip kendisini güneyin sularına veya başka yerlere atanlar girdikleri suyun su değil ateş olduklarını bilsinler. Allah azze ve celle kendi rızasını ve gazabını anne babanın rızası ve gazabına bağladığını bilen biri onları ihmal ederek tatile çıkmayı göze alamaz. Anne babam benden razı olsun, ben tatilimi cennette yaparım anlayışı bize hâkim olmak zorundadır. 5. İbadetlerimizin aksatıldığı tatil de bizim tatilimiz değildir. Namazların aksadığı, Kur’an-ı Kerim’in günlerce açılmadığı, yetimin başının okşanmasının es geçildiği tatiller bizim tatilimiz değildir. Allah bizi kendisine ibadet edelim diye yaratmışken, biz eğer yaratılış gayemize ihanet edersek bunun bedelini ağır öderiz. İbadetler bizim hayatımız için gerekli soluklardır. Eğer onlar olmazsa ölü hükmündeyizdir. Ölünün de tatil yapmaya ihtiyacı yoktur. 4. Tatile dinlenmek için gidilir daha fazla yorulup geri gelmek için değil. Şehrin kalabalığından kaçıp başka bir kalabalığa girmek, Müslümanın basiret ve ferasetine yakışmaz. O yüzden Müslüman, gideceği yerde az kalabalık olmasına, tefekkür edecek malzemesinin çok olmasına özen gösterir. Herkesin mecburi istikamet diye gittiği tatil beldeleri onun uğrayacağı yer olmaz. O, akıl sermayesinin ona boşuna veril- { 6. Haramlara bulaşılmayan bir tatil olmalıdır. Haram değil tatil de cami de bile yasaklı bir iştir. Gözlerin harama kaydığı, içkili büfelerde oturulan, kumar oynanan otellerden rezervasyon yapılan her tatil cehenneme otostop çekmektir. 7. İlimin olmadığı hiçbir etkinlik bize ait değildir. Biz ilim ümmetiyiz. Kitaplarımızı almadan yola çıkmayız. Biz evde telefonu unuttuğunda telaşlanan değil kitaplarını unuttuğunda telaşlanan bir ümmetiz. O yüzden alim ziyaretleri yapılmayan bir tatil veya bol miktarda kitap okunmayan bir tatil pekte hayırlı bir iş değildir. } Tatil biz de atalet yani tembellik meydana getirmemelidir. Yattıkça yatmak isteyen tiplerin rüyaları belki güzel olur ama hayatları kâbusa döner. Biz çalıştıkça daha fazla çalışmak isteyen bir ümmetiz. Bir iş bittiğinde yeni bir işe koyulmamızı Rabbimiz bize emrediyor. 22 Temmuz/ 2017 Bu maddelerden sonra o zaman tatil yapmayalım cümlelerini duyar gibiyim. Tatil yapalım ama onlar gibi tatil yapmayalım. Onlar kim mi? Bu sorunun cevabını aşağıda bulabilirsiniz. Biz ve Onlar Biz ve onlardık. Onların inandığı değerler bizim için pespaye şeylerdi. Onlar gibi gülmüyor, onların güldüklerine de gülmüyorduk. Acılarımız farklıydı. Onların dilleri ile yalan kustukları noktada bizim yüreğimiz kanardı. Onlar gibi giyinmemeye özen gösterirdik. Baktığımız noktalar farklı idi. Onlar bizim hep batımızdı, batılımızdı. Mekânlarımız farklı, kavramlarımız farklı, uyku düzenimiz farklı idi. Düşünde dünyamız, tepkilerimiz, hoşlandıklarımız, hatta kalp ritimlerimiz bile farklı idi. Kan gruplarımız tutabilirdi ama asla kanlarımız uyuşmazdı. Kıblelerimiz farklı idi bir kere. Biz, yerleri ve gökleri yaratan Rabbimizin emri ile Kâbe’ye dönerken yüzlerimizi, onlar yüzlerini ve kalplerini Washington ve Tel-Aviv’e çevirmişlerdi. Bizim için takvimler 1438’i gösterirken, onlar için 2016 idi. Bizde kanın akmasının yasak olduğu haram aylar vardı, onlarda ise akan kanın ayı olmazdı. Önemli olan akan kanın Müslümana ait olup olmadığı idi. Biz, helalinden kazanır helaline harcardık. Helalde hesap, ha- Tatile dinlenmek için gidilir daha fazla yorulup geri gelmek için değil. Şehrin kalabalığından kaçıp başka bir kalabalığa girmek, Müslümanın basiret ve ferasetine yakışmaz. O yüzden Müslüman, gideceği yerde az kalabalık olmasına, tefekkür edecek malzemesinin çok olmasına özen gösterir. ramda azap olduğuna inanırdık. Onlar ise kazan kazan prensibini uygularlardı. Helal, haram ver Allah’ım derlerdi. Elbisenin değil kelimenin fazlasının israf olduğunu düşünürdük, onlar ise Afrika’yı doyuracak kadar parayı kozmetik malzemelerine harcarlardı. Biz, hep kazanırdık eskiden, ölsek de kazanırdık. Şimdi yaşarken kaybediyoruz. Onlar hep kaybederlerdi bizim nezdimizde. Çünkü kazananların ve kaybedenlerin tespit yerinin mahşer meydanı olduğuna inanırdık biz. Ama şimdi onlarında kazanabileceğine inanır olduk. Biz, hacı yağı kokardık, onlar ise parfüm. Biz, çatalı da bıçağı da sağ elimizde tutardık, onlar ise bıçağı sağ elle çatalı sol elle. Besmele ve Allah’a hamd etmek yemeklerimizin vazgeçilmeziydi, onlarda ise yemeği vereni akla getirmek yoktu. Anne babalarımız evlerimizin baş tacı idi, onlarda ise huzurevlerinin daimi ziyaretçisi. Biz ve onlardık ve öyle kalmalıydık. Tatil yapalım ama Müslüman olduğumuzu unutmadan yapalım. Namaz kılarken ki durumumuzu koruyarak tatil yapalım. Allah’tan kaçış olmadığını ama eninde sonunda Allah’a kaçılacağını bilerek tatil yapalım. Bize altın kâse de sunulan zehirlere aldırış etmeden tatil yapalım. Kapitalizmin dişlilerine yeni bir çentikte biz eklemeden tatilimizi yapalım. Allah’ı unutursak Allah’ın da bizi yok sayacağını bilerek tatilimizi yapalım. İslam coğrafyasında ki kanı unutmadan tatil yapalım. Bu dünyada çok gülenlerin diğer dünyada çok ağlayacağını bilerek tatilimizi yapalım. Bu dünyada midelerini şişirenlerin diğer dünyada aç kalacağını bilerek tatilimizi yapalım. Eee tatil var, tatil var… Temmuz/ 2017 23 Abdullatif ACAR Tatillerimizi Kur’anla Olsun “ Evet, tatil yerlerimiz kuran kursları ve camilerimiz olurken tatil yaptığımız arkadaşımızda Kur’an olsun. Kur’anla dirilelim ve Kur’anla dinlenelim. Bıktırmadan ve usanmadan Kur’an-ın ikliminde gezintiye çıkalım. Görmediklerimiz hakikatleri ferasetle sabırla onun açtığı ufuktan izleyelim. Bu tatil dönüşümüz muhteşem ve dopdolu olsun. 24 Temmuz/ 2017 ” Bir zamanlar kavurucu sıcağın hâkim olduğu, güneşin iyice hissedildiği bir günde, pazarda buz satan bir adamın bağırışları ne kadar ibretle doluydu düşünen ve ibret alabilenler için. Sıcağı fırsata çevirmek isteyen ancak erimeye başlayan buzlarını görünce telaşa kapılan bu adam, avazı çıkıncaya kadar şöyle bağırır: “Ne olursunuz sermayesi eriyen şu adama yardım edin” oradan geçen bir derviş, ibretle dinler bu bağırışları ve şöyle der: “Zaman sermayesini ve onun tükenişini şu adamın bu sözlerinden başka hiçbir kelime bu kadar iyi anlatamaz.” Evet, zaman su gibi akıp gitmekte, buz gibi eriyip tükenmekte, eriyen bizim sermayemiz. Ticaret yapıyoruz adeta dünya pazarında, cennet karşılığında. Kazanmak varken durmanın zamanı mı? Durmak, boş işlerle uğraşmak, tatilim ve boş zamanım var, düşüncesiyle günahlara dalmak, iflas etmek ve kaybetmekle eş anlamlıdır. Bir an önce eriyen ser- mayemizi kurtarmanın telaşı içerisinde olmamız gerekmez mi? Geçen günleri geri getirmemiz mümkün değil elbette ki, gelecek zamana ulaşacağımızın da hiçbir garantisi yok. Öyleyse önemli olan bulunduğumuz anı Allah’ın rızası doğrultusunda en iyi şekilde değerlendirmektir. Ancak insanların çoğu, zamanlarının kıymetini bilemez de hep onu geçirmenin telaşına girerler. Boş zamanı öldürmeyi, onu, nasıl olursa olsun geçirmeyi kazanç olarak düşünürler. Peygamberimiz(s.a.v.) bu hususta bizleri uyarmaktadır: “İnsanların çoğu şu iki nimette aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit” (Buhari, Tilmizi ve İbni Mace) Müslüman’ın boşuna geçirecek zamanı olmamalı. Çünkü o, konuştuğunda hayır konuşur, onun susması dahi tefekkür içindir, yürümesi bir gayeye matuf olan müminin durması da bir maslahat nedeniyledir. O, bir iş yaptığında, bir eyleme teşebbüs ettiğinde o işin ve o eylemin İslam’a ve Kur’an’a uygun olup olmadığını inceden inceye hesap eder. Müslümanın çalışması da dinlenmesi de, bu minval üzere bütün plan ve programları da Müslümanca olmalı. Müslüman, mevsimler gibi değişen, zaman ve mekânın şartlarına göre şekil alan insan değildir. Evde farklı, çarşıda farklı, işte başka, boş zamanda daha başka bir insan portresi ikiyüzlülük kabul edilir. Her yerde ve her zaman Rabbinin kendisini görüp gözettiği bilinciyle hareket eden insandır mümin “Nerede olursanız olun o sizinle beraberdir” (Hadit,4) buyuruyor yüce Mevla. Böyle bir teslimiyet, insanın tatil anlayışına da hâkim olmalı. Mescitte görüp gözeten Allah, sahilde de tatil yerinde de görüp gözetmektedir. İnsanların içerisinde yaptıklarımızı meleklerle kayıt altına alan Allah, tek başımıza kaldığımız zamanda da yapıp ettiklerimizi kayıt etmiyor mu? İslam bir hayat nizamıdır; insanın her anını ve zamanını düzenler. İnsan Ramazanda nasıl kendine çeki düzen veriyorsa ramazandan ve bayramdan sonrada aynı gayret içerisinde olmalı. Çalışırken, alışveriş yaparken hak ve hukuka riayet eden Müslüman, tatilde de, boş zamanında da Allah’ın hakkına riayet etmeli, asli görev ve sorumluluklarını unutmamalı. Müslüman düğünü düğün, matemi matem atmosferinde geçirirken ne ifratın ne de tefritin tuzağına düşer. Ağlaması gereken yerde ağlayan, gülmesi gereken yerde gülen, sevinmesi gereken yerde sevinen, üzülmesi gerektiğinde üzülmesini bilen iman adamı insan her hal-ü karda imtihan edildiğini bilmeli. Tatillerini günah işleme fırsatı olarak görmemeli. Tatil anlayışımızın nasıl olmasının gerektiğini yüce Mevla bizlere şöyle bildiriyor: “Bir işten boşalınca, yeni bir işe giriş ve sadece Rabbine yönel.” (İnşirah,7-8) “Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur ve çalışmasında yakında görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir”(Necm,39-41) Tatil anlayışımızın nasıl olmasının gerektiğini yüce Mevla bizlere şöyle bildiriyor: “Bir işten boşalınca, yeni bir işe giriş ve sadece Rabbine yönel.” (İnşirah,7-8) Temmuz/ 2017 25 Müslümanın işi gücü Rabbinin rızasıdır. Müslüman hayırdan başka bir şey düşünmez. O, hayırlı bir işte yorulduğun da başka bir hayırlı işte dinlenir. Bu dünya ekim yeridir, ekim mevsiminde ki insanın yemesi içmesi, dinlenmesi neyse dünya da kulluk etmekle görevli insanın tatili de eğlenmesi de odur “O cennete girene dek hayır dilemeye ve hayır işlemeye doyumsuzdur” (Keşfu’l Hafa, II,215) buyuran Allah Resulü (sav), müminin hayırlı olan işlerinde yorulmayacağını bildiriyor. Bu dünya müminin rahat etmesi için değildir. Bu dünya çalışıp çabalama yeridir. Asıl dinlenme yeri cennettir. Nasıl ki yeme ve içmeden yorulma söz konusu değilse farz olan; insanın ruhunu ayakta tutan ibadetlerde de yorulma olmaz. Çünkü ibadetlerin tatili olmaz. İbadetlerde devamlı olmak esastır Peygamberimiz(s.a.v.) buyuruyor ya: “Az olup devamlı olan ibadet makbuldür.” diye. Yüce Allah’ta: “Sana ölüm gelinceye kadar ibadete devam et”(Hicr,99) buyurarak uyarıyor bizleri. İnsanın ibadet ve itaati kısıtlı zaman dilimlerine hapsetmesi İslam’ın kabul ettiği bir davranış değildir. Her an nefes alıp vermekteyiz, havadan sudan dünyanın bütün nimetlerinden faydalanırken “biraz ara verelim” diyor muyuz? Öyleyse her nimetin şükrünün ifadesi olan ibadetlere ara vermek ne insani ne de İslam’i bir davranışl olur. Hem ibadetler ihlas ve samimiyet içerisinde yerine getirilir, şartlarına uygun olarak eda edilirse bu, insanın yorulmasına değil dinlenmesine, bunalmasına değil rahatlamasına, ruhu- { nun doyumuna, kalbinin tatmin olmasına vesile olur. Aslında insanı yoran uhrevi gayesi olmayan dünyevi meşgalelerdir. Dünyanın yorgunluğunu sırtımızdan ibadet ve itaatin manevi ve dinlendirici atmosferine girerek atabiliriz. O zaman yük olan yorgunluklarımız hafifler, yoğunlukların arasında kaybolduğumuz bir zamanda bir nefes ve hayat iksiri olur bizler için ibadet ve itaat. İslamdan ve imandan kopuk bir anlayışın girdabına yakalanmış insanların tatilleri dahi yorgunluktur. Boş gidip günahları sırtlarına yükleyerek kalpleri katılaşmış insanların tatil dönüşleri ‘dinlenmek midir yoksa dinden uzaklaşmak mıdır’ bir düşünelim! Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor: “Allah’ın sana verdiği her şeyde ahiret yurdunu ara; bu arada dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 77) bu ayet her fırsatı ahiret için değerlendirmek gerektiğini bizlerden isterken dünyadan da nasibimizi unutmamamızı gerektiğini bildiriyor. Dünya geçici, ahiret ise ebedidir. Dünya bir gölgelik, ahiret ise asıl vatan. Dünya zevki sefası nefsimizin hoşuna giderken ahiret için çalışıp çabalamak Rabbimizin hoşuna gidiyor. İşte kazanmak ile kaybetmek arasındaki ince ve hassas olan nokta budur. Bu dengeyi gözettiğimiz zaman tatillerimiz belki ibadet hükmünü alır. “iki günü eşit geçen ziyandadır.” (Keşfu’l Hafa, 323) düsturunu asla göz ardı etmemeli, her geçen gün ahiret heybesine koyabildiklerimizin hesap ve kitabını yapmalıyız. Her günün kendine ait ibadetleri vardır. Bu günümüz bir önceki günden daha verimli ve faydalı değilse zararımız söz konusudur. Çünkü ortaya koyduğumuz zaman sermayesi boşuna gitmiş, ona hıya- } “Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur ve çalışmasında yakında görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir”(Necm,39-41) 26 Temmuz/ 2017 net etmiş oluruz. Allah verdiği nimetleri bizlere emanet olarak vermiştir, hesabını da mutlak soracaktır. Bir sene boyunca ibadet ve itaatine devam eden sonra “Müslüman da tatil yapmalı” anlayışına sığınarak sahillerde, tatil beldelerinde haram işleyen, günahları meşru sayan, alabildiğine israf eden, sözüm ona, dindarların artık dindar olmadıkları /dinden olmadıkları inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Bugün, maalesef tatili bir kaçış, kurtuluş olarak algılar oldu insanlar çoğunlukla. İnsanlar eşten-dosttan, anadan-babadan, akrabalardan, iş arkadaşlarından, kapı komşularından, arkadaşlarından kaçarak dinlenebileceklerini zannederler. Baş başa kalacakları insanları etraflarından dağıtabildikçe rahat edeceklerini düşünürler. Hâlbuki İslam’a uygun tatil anlayışındaki mü’min, ertelenen sıla-i rahimi tatiller nedeniyle yeniden hatırlayarak o açığın kapanmasına gayret etmeli, sevinçlerin paylaştıkça, insanların kucaklaştıkça, ellerin öpüldükçe, başların okşandıkça topluma karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirebilme hususunda yeni bir güç ve enerjiye vesile olunacağını gösterebilir insanlığa. Mümin, ibnül vakit yani vaktin oğludur. Mümin bütün zamanları kendine gelmek, Rabbine kulluk ederek onun rızasına nail olmak için bir fırsat aralığı bilmeli. Çünkü yarın huzur-u mahşerde her dakikanın hesabını yüce Mevla bizlerden soracaktır. “Bir kimse kıyamet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmi ile ne gibi işler yaptığından, İbadetlerin İbadetlerde tatili devamlı olmaz. olmak esastır Peygamberimiz(s.a.v.) buyuruyor ya: “Az olup devamlı olan ibadet makbuldür.” diye. Yüce Allah’ta: “Sana ölüm gelinceye kadar ibadete buyurarak devam uyarıyor et”(Hicr,99) bizleri. malını nerede kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden ayrılamaz” (Tirmizi, Kıyamet, 1) buyuruyor yüce Resul. Boş zamanlar aslında boş değil, başka bir işin ve meşguliyetin zamanıdır. “Boş” denmesi başıboş olduğunu zanneden, boşluk içerisinde olan, gayesi ve hedefi olmayanların uydurmasıdır. Tatillerimizi, ibadetlerimizdeki eksik ve gediklerimizi tamamlamanın fırsatı olarak bilmeliyiz; hem kendimizin hem de bizlere emanet olarak verilen çocuklarımızın dini eğitimlerine ayırmalıyız. Normal eğitim ve öğretim zamanlarında evlatlarımızın dünyevi gelecekleri için kaygılandığımız gibi, tatil zamanlarında da onların ahiret kaygılarını gidermenin peşine düşmeliyiz. Çocuklarımıza bırakılacak en büyük mirasın dini ve ahlaki eğitimleri olduğunu düşünmeliyiz. Bir babanın evladını milyarlarca para ödeyerek dersanelere, dil kurslarına gönderdiği, sosyal aktivitelere para akıttığı bir zamanda kazancının ne kadarını kuran eğitimi ve öğretimi için harcıyor? Tatillerde camiler ve çeşitli eğitim kurumlarının düzenlemiş olduğu yaz kuran kurslarına ne kadar değer veriyoruz bir düşünelim. Netice umduğumuz ve beklediğimiz gibi değil. “Hiç olmasa çocuğum bir harf öğrensin yeter” dememeli bu yaz en azından Kur’an-ı Kerim’i iyice bellemeli, gerekli ezberleri yapmalı, dini eğitimlerini azami ölçüde ve imkanların el verdiği oranda” almalı diye düşünmeliyiz. Sonra da tatillerimizi çocuklarımızın Kur’an-ı Kerim eğitimine göre ayarlamalı. Haşa, Kur’an eğitimini angarya bir iş; tatili de asıl olarak gördüğümüz zaman bunun neticesi ağır olur hem evlat hem baba ve anne hem de toplum için. Temmuz/ 2017 27 “Doğrusu kuran Allah’ın kullarına sunduğu ziyafet sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince onun ziyafetini kabul edin, her ziyafet sahibi davetine gelinmesini ister. Allah’ın ziyafeti ise Kur’an’dır. O halde onu bırakmayın.” (Kenzu’l Ummal, I. 513-514) Çocuklarımız bizim hiç bir fedakârlıktan kaçınmayacağımız ciğer parelerimizdir. Onların ateşte yanmasını istemeyen, ayaklarına bir diken batsa onun acısını iliklerine kadar hisseden anne ve babalar, hissiyatlarınızı uyandırın! Bu yaz ve her zaman plan ve programlarınızı hem kendiniz hem de evlatlarınızın Kur’an ve dini eğitimine göre yapın. En hayırlı evlat olmak ve en hayırlı insan olmak Kur’an okumak ve onu yaşamakla mümkündür. “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir” buyurmuyor mu Allah Resulü. “Doğrusu kuran Allah’ın kullarına sunduğu ziyafet sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince onun ziyafetini kabul edin, her ziyafet sahibi davetine gelinmesini ister. Allah’ın ziyafeti ise Kur’an’dır. O halde onu bırakmayın.” (Kenzu’l Ummal, I. 513-514) Var mıyız tatillerimiz bu yaz Kur’an’la olsun. Var mıyız açlığımızı ve susuzluğumuzu Kır’an’ın sofrasında gideremeye, Rabbimizin davet ettiği Kur’an sofrasından doymaya. Evet, tatil yerlerimiz kuran kursları ve camilerimiz olurken tatil yaptığımız arkadaşımızda Kur’an olsun. Kur’anla dirilelim ve Kur’anla dinlenelim. Bıktırmadan ve usanmadan Kur’an-ın ikliminde gezintiye çıkalım. Görmediklerimiz hakikatleri ferasetle sabırla onun açtığı ufuktan izleyelim. Bu tatil dönüşümüz muhteşem ve dopdolu olsun. Özellikle yaz döneminde camilerin bahçeleri cıvıl-cıvıl çocuk sesleriyle şenlenerek bir sevinç cümbüşüne dönerken, o çocuklar küçücük yürekleriyle ve minnacık elleriyle büyük büyük Kur’anlara sımsıkı tutunup cami ve kursların yollarına koyulurken büyükler, anne babalar ve hocalar olarak üzerimize düşen görevlerin olduğunu unutmayalım. Onların gözlerindeki ışıltıları, gönüllerindeki heyecanı fırsata çevirmenin yollarını araştıralım. Onları Kur’an’dan Allah’tan ve dinden uzaklaştıracak davranışlardan şiddetle kaçınalım. Zira Kur’an eğitimi iradeyle ve sevdirerek ve sevindirerek yapılması gereken İslam’ın bir emridir. Zorla yapılan eğitim ve öğretimin insanda müspet etki yerine menfi bir tesir bırakacağı gerçek bir vakıadır. Zorluğu belki buradan kaynaklanmaktır. Bu nedenle Kur’an eğitimi ve öğretimi biraz sabır ve gayret gerektiren bir süreçtir. Çocukların bu işi severek yapmaları için çeşitli hediye ve aktiviteler de önemlidir. Verimli ve faydalı olabilmek için başarılı olanları onura etmek, onları motive etmek açısından büyük bir ehemmiyet taşır. Bu bağlamda başta diyanet işleri başkanlığı olmak üzere çeşitli dernek ve vakıfların ciddi gayret ve teşvikleri söz konusudur. Biraz da biz gayret edelim de bu yaz tatillerimizi Kur’an’a göre ve Kur’anla geçirelim… Selam ve dua ile… 28 Temmuz/ 2017 Temmuz/ 2017 29 Hatice FURHAN Tatil İçimizde “ Müslüman tatil yapar elbette. Gezer de, Ama Israf etmemek, gösteriş yapmamak, gezdiği yerleri, yediği içtiği şeyleri sosyal ortamlar da paylaşmamak şartı ile ve gezdiği yerler de tefekkür ederek, o nimetleri vereni hatırlayarak yapar. 30 Temmuz/ 2017 ” Bir eğitim öğretim yılını daha geride bıraktık. Şimdi çoğumuzun zihinlerin de dinlenmek, eğlenmek, gezmek kısaca tatil yapmak var. Kimine göre tatil yıldızı bol bir otel de, açık büfe sunulan yemeklerden doyasıya yemek, yüzmek, güneşlenmek. Kimine göre tatil , memleket ziyareti yapmak, kimine göre ise zihni dinlendirecek sakin bir yerde bir süre vakit geçirmek. Kimine göre ise, müslüman tatil yapmaz. Peki bizler tatil denildiğinde ne anlamalıyız. Dinlenmek için illa bol yıldızlı bir yerlere gidip , bol harcama yapmak mı gerekir ? Zihni ve bedeni yorgunluklarımızı atmak için mutlaka bavullu seyahatlere çıkmak şartı var mıdır? Mevzu derin biraz. Zihni yoracağa benziyor. Yazı bitince kısa bir tatile çıkarız dinlenmek için. Ama önce konuyu anlamaya çalışalım. Önce Kitabullah’ tan bir ayet; 5. Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. 6. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. 7. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul, 8. Yalnız Rabbine yönel. (inşirah suresi) Ne kadar zorlanırsak zorlanalım her işin bir kolaylığı mutlaka var diyor Allah c.c. Tüm işleri, kainatın tüm düzenini yaratan Rabbimiz, yarattığı her işin zorluğu ile mutlaka kolaylığı olduğunu bildiriyor bu ayette. Hemen devamın da ise; “Bir işten boş kaldığın da, bir işi bitirdiğin de hemen başka bir işe yönel” diye buyuruyor. Bu dört ayeti kerimeyi incelediğimiz de, tefekkür ve tedebbür ettiğimiz de anlıyoruz ki; Tatil anlayışımız işimiz bittiğin de bomboş kalmak, bomboş işlerle meşgul olmak, hayatı rölantiye almak, yeniden verimli çalışabilmek için bir süre uzaklaşmak olmamalı. Dünya hayatının ahirete nispeten kısalığını düşünerek, çalışma zamanımızın aslında ne kadar az olduğunu anlamamız gerekmektedir. Bu nedenle, sonsuz olan aleme yatırım yapmak için elimiz de kısıtlı bir süre olduğunu düşündüğümüz de, yapmamız gereken asıl şey, ayette bildirildiği gibi, bir işi bitirdiğimiz de yeni bir iş ile meşgul olmanın, kendimiz, çevremiz ve insanlık için nasıl güzel ve faydalı işler yapabileceğimizin derdinde ve gayretinde olmaktır. Peki müslüman tatil yapmak için bir yerlere gitmez mi ? Müslüman tatil yapar elbette. Gezer de, Ama Israf etmemek, gösteriş yapmamak, gezdiği yerleri, yediği içtiği şeyleri sosyal ortamlar da paylaşmamak şartı ile ve gezdiği yerler de tefekkür ederek, o nimetleri vereni hatırlayarak yapar. Aksi halde o gidilen tatil ne dinlenme olur, ne huzur getirir. Çünkü huzur kalpte dir, Kalbi itmi’nan-ı yakalayan insan için her gece uykusu bile tatil olur. Furkan Suresi nin 47. Ayetin de ise şöyle buyuruyor; Size geceyi örtü, uykuyu rahatlık kılan, gündüzü çalışma zamanı yapan Allah’tir... Bu ayeti kerime de ise; uykunun rahatlık , dinlenme yani tatil olduğu ifade ediliyor. Bizler ise gündüzün tüm gailesini taşıyarak heder ettiğimiz bir uyku ile dinlenemiyoruz elbette. Oysa başımızı yastığa koyduğumuz da kalbimiz rahat olsa, uyku elbette dinlenme olacak. Peki kalp nasıl rahat olacak ? Bunun cevabını da bize yine Rabbimiz veriyor. Rad Suresi 28. Ayette. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur. Mutmain olan kalp huzurlu olur. Aradığımız biraz huzur değil mi? Tatile çıkmanın, gezmenin, eğlenmenin amacı huzur bulmak değil mi? Oysaki işin sırrını bize tüm işleri ve tüm duyguları yaratan veriyor. Kalbin aradığı mutmain olmaktır. Mutmain bir Bizler zikir dendiğin de anlamamız gereken şeyin, tüm hayatımızı adeta bir zikir ibadetine çevirmek olduğunu bilmek ve bunun farkındalığına ermek zorundayız. Temmuz/ 2017 31 Tüm hayatı zikre çevirmek ise, kainata tefekkür gözü ile bakmakla mümkün olur. kalbin sahibi ise huzurlu olur. Başını yastığa huzurla koyan için ise her gece güzel bir tatil ve dinlenme fırsatıdır. Mutmain olmanın yolu ise sadece ZİKİR den geçer. Ama bu durum da aklımıza şöyle sorular gelebilir. Peki bu zikir taneli tesbihle mi, basmalı tesbihle mi yoksa dijital tesbihle mi yaparsak daha makbul olur? Tv izlerken zikir yapılır mı? Beşbin mi çeksek daha makbul olur yoksa yedibin mi? Evet aklımıza bu sorular gelebilir dedik. Ama bunu elbette ironik bir anlatım olarak, zikir konusuna sığ bakışımızı ifade etmek için yazdık. Aslında aklımıza gelip sormamız gereken sorular bunlar mı yoksa tek bir sorumu dur? ZİKİR NEDİR ? Elbette bu durum da ‘zikir nedir’ sorusunu sormak ve bunun en sağlıklı cevabını aramak ve bulmak bizim için, huzur ve tatmini yakalayarak tüm hayatımızı tatil e çevirmenin sırrını verecek, yolunu gösterecektir. Bizler zikir dendiğin de anlamamız gereken şeyin, tüm hayatımızı adeta bir zikir ibadetine çevirmek olduğunu bilmek ve bunun 32 Temmuz/ 2017 farkındalığına ermek zorundayız. Tüm hayatı zikre çevirmek ise, kainata tefekkür gözü ile bakmakla mümkün olur. Okullar kapandı ama kainat okulu her daim açık bizler için. Bakmak değildir marifet. Asıl marifet görmektir. Bir çiçeğin açışını, bir bitkinin incecik gövdesi ile kalın ve sert toprağı yarışını, kışın kupkuru ağaçların yazın meyveye duruşunu, hayvanların yavrusunu doyurmasını, karıncanın kış hazırlığı yapmasını, gecenin gündüzü , gündüzün geceyi sarmasını, mevsimlerin ardı ardına gelmesini, insanın doğması büyümesi ve yaşlanmasını, topraktan yaratılan bedenin yeniden toprak oluşunu, gülün kokusunu, suyun sesini kısacası saymakla bitiremeyeceğimiz, ağaçların kalem denizlerin mürekkep olsa dahi yazmaya yetmeyeceği nimetleri görmek ve en önemlisi o nimetlere bakarken onların Rabbimiz den olduğunu , bizlere karşılıksız lütfettiğini düşünmek ve tüm bu nimetler karşısında her an şükretmek. İşte hayatı zikrederek yaşamanın ve bu vesile ile kalbii tatmine erişip her anımızı huzur ile doldurmanın sırrı. Bu aynı zaman da tüm hayatımızı tatil gibi huzurla yaşamanın da sırrıdır. Kısacası TATİL İÇİMİZ DE …….KALBİMİZ DE ….. Sözü , kesin olmamakla birlikte Hitit‘lere ait duvar yazıların da bulunduğu iddia edilen mana itibari ile hoş bir dua ile bitirelim. Allah’ım Beni Yavaşlat Allah’ım, Beni yavaşlat Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir... Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telâşlı hızımı dengele... Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükûnetini ver. Sinirlerim ve kaşlarımdaki gerginliği, Belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür. Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol... Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, Güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, Güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, Balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret... Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat. Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, Hayatta hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim... Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla. Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır... Beni yavaşlat Allah’ım ve köklerimi hayat toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et. Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim. Ve hepsinden önemlisi... Allah’ım Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET, Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SÜKÛNET, İkisini birbirinden ayırt etmek için de AKIL ver... Temmuz/ 2017 33 Nureddin YILDIZ Neyi Göremiyoruz? “ baka Âlemlerin rabbi Allah’a hamd, Efendimiz Mu- Müminlerin baka, inandığımız yüzüne mümin olduğuna bir insanın, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetiyle istihza etmesi, hammed aleyhisselama, ailesine, ashabına salat ve selam olsun. Medine ismi, üç farklı yansıma yapar: Kızıldeniz’in şurasında, enlemi-boylamı şu olan, filan yerdeki şehirdir; coğrafî özellikleri, iklimi… bu bir Medine’dir. onun hadis-i şeriflerini basite alması, Kur’an’ımızı gerekçe gösterip Peygamber aleyhisselamın sünnetini ve hadislerini gereksiz gibi önümüze koyması, başımıza ” gelmesini hiç beklemediğimiz bir felaketti. 34 Temmuz/ 2017 Bir Medine daha var: İslam tarihinin hicretinden, Peygamber aleyhisselam Efendimiz’i barındırması, devletinin kurulmasına kadar Müslüman tarihin önemli ve temel taşlarından olan Medine. Üçüncü bir Medine daha var: Cebrail aleyhisselamın kıyamete kadar bütün müminlerin, Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerin bağlı kalacağı şeriatı getirdiği yer. Bunun için, müminlerin elindeki kitabın surelerinin bir bölümüne ‘Medine suresi’, diğer bir bölümüne de ‘Mekke suresi’ denmiştir. Üçüncü Medine, kesinlikle ikinci ve birinci Medine’yle aynı değildir. Bugün ne yazık ki Müslümanlar olarak bu Medine’lerden hangisinin sahibi olduğumuzu sormak zorundayız. Müslüman olmayanlar için New York’la, Londra’yla Medine’nin hiçbir farkı yok; yolları, binalarıyla öyle veya böyle aynı şehir nihayetinde. Ama Müslümanlar arasında tarihin Medine’siyle şeriatımızı simgeleyen Medine arasında kesinlikle bir fark olması gerekiyor. Bugün ‘lâilâheillallah Muhammedun Resûlullah’ diyen insanlar, Medine deyince ne anladıklarını çok iyi düşünmek zorundadırlar. Hatta dikkatli ve imanımızı esas alarak baktığımızda gayet altını çizerek söylüyorum ki, bir Müslüman olarak Medine benim için Peygamber’imin kabrinin bulunduğu yer olmakla da ayrıcalıklı değildir. Çünkü Ebu Bekir radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz vefat ettiğinde, “Kim Muhammed’e tapınıyordu ise Muhammed öldü, Allah ise Hayy ve Kayyum’dur” demişti. Müslümanlar olarak, Resûlullah aleyhisselamın şeriatının yerleştiği Medine’yle kabr-i şerifinin bulunduğu Medine arasında fark olması esef vericidir. Bir Müslüman olarak, Peygamber aleyhisselam Efendi- miz’in kabri elbette, gözümüze sürme yapacağımız kadar değerlidir; ama Ebu Bekir radıyallahu anhın o çıkışına bakılacak olursa, onun şeriatı kabrinden daha değerlidir. Bunu anlamak istemeyenler için kabr-i şerifi her gün ziyaret etmek de bir anlam ifade etmiyor zaten. Belki de o kabr-i şerifin huzurundaki sahte üç dakikalık duruş, yüz küsur senedir tedavülden kaldırılmış gibi gözlerimizden uzaklaştırılan şeriatının yokluğunun tesellisi durumuna getirilmiştir. Bunun için biz inşallah, umut yüklü nesil olarak Medine’nin neresinde ve hangi Medine’ye talip olduğumuzun cevaplarını vermeye gayret edeceğiz. İstanbul’dan Medine’ye mesafemiz, kilometre olarak bellidir. Yüreklerimizdeki Medine’ye mesafemiz nedir; bu sorunun cevabı herkese göre değişir. Zira bu cevap İstanbul’la Medine arasının ölçümü değil, kalplerimiz ve beyinlerimizle Resûlullah’ın getirdiği şeriatının arasındaki ölçüdür. Bu bir iman meselesidir ve ahirette nerede-ne olacağımızın mesafesi ve ölçüsüdür. Rabbim o Medine’ye mesafemizi, içinde bulunacağımız şekilde sıfır kılsın. O Medine benim yüreğimdedir ve dolayısıyla mesafem sıfırdır, diyebildiğimiz gün kâmilen iman etmiş olacağız inşallah. Değerli kardeşlerim, Şu fani dünyada başımıza sayılamayacak kadar aBiz inşallah, umut yüklü nesil olarak Medine’nin neresinde ve hangi Medine’ye talip olduğumuzun cevaplarını vermeye gayret edeceğiz. İstanbul’dan Medine’ye mesafemiz, kilometre olarak bellidir. Yüreklerimizdeki Medine’ye mesafemiz nedir; bu sorunun cevabı herkese göre değişir. Temmuz/ 2017 35 Rabbim o Medine’ye mesafemizi, içinde bulunacağımız şekilde sıfır kılsın. O Medine benim yüreğimdedir ve dolayısıyla mesafem sıfırdır, diyebildiğimiz gün kâmilen iman etmiş olacağız inşallah. bela gelebilir. Dünyanın bahtı budur, böyle yaşanır dünya der, bir tür teselli bulabiliriz. Ama mümin ismimize rağmen başımıza gelen felaketler arasında, Resûlullah aleyhisselam Efendimiz’in sünnetine soğuk bakma felaketi olmamalıydı. Buna hiçbir anlam veremiyoruz. Müminlerin yüzüne baka baka, mümin olduğuna inandığımız bir insanın, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetiyle istihza etmesi, onun hadis-i şeriflerini basite alması, Kur’an’ımızı gerekçe gösterip Peygamber aleyhisselamın sünnetini ve hadislerini gereksiz gibi önümüze koyması, başımıza gelmesini hiç beklemediğimiz bir felaketti. ‘Lâilâheillallah Muhammedun Resûlullah’ diyen bir toplumda Peygamber’imizin hadislerinin hafife alınmasının git gide yaygınlaşması, bunun bir yangın gibi büyüyüp bizi tehdit etmesi, esasen o Medine’ye ve şeriata da mesafemizin çığ gibi büyüdüğünü göstermektedir. Depremi sigortalayıp evlerini koruma altına aldığı gibi insanların, bizim de artık Resûlullah aleyhisselamın sünnetini imanımıza sigorta ettirmemiz gerekiyor. Peygamber’imizin sünneti ve hadis-i şerifleri imanımızın sigortası altında olmalıdır. Bu ne demek? Sünnet ve hadis, imanımız anlamına gelmelidir. Bu böyleydi zaten. Böyle olmadıkça iman etmiş olamazdık. Ama ne yazık ki içimizi kemiren bir fitne, özünde kâfirlere hoş görünmek ve Peygamber’lerini bir kenara bırakmış Yahudi ve Hıristiyanlar’ı keler deliğine girseler bile taklit etme fitnesi bulunan bir şey bu ümmetin içindekileri de istila altına almıştır. İlmen de yaş olarak da çocuk sayılacak insanların, Allah’ın Peygamberi’nin hadislerini, ümmet-i Muhammed’in 14 asırlık emeğini sakız gibi çiğneyip sonra da tükürüp atabilecek durumda olmaları, Allah’ın kaderiyle başımıza gelmiş en büyük felaketlerden biridir. Bu yaşadığımız zamanda kâfirlerin ümmetimize saldırılarına planlamalar yaptığımız gibi, içimizdeki Peygamber kıymeti bilmez cahillerin saldırısına karşı da en ağır tedbirlerimizi almadıkça, Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in şahsını ve hadislerini koruma altına almadığımız sürece onun Peygamberliğini de korumuyoruz demektir. Bu artık bir iman meselesidir. Ya Resûlullah aleyhisselamın emaneti olan sünnetini ve onun yazıya dökülmüş şekli olan hadislerini imanımız kabul edeceğiz ya da elli mi yüz elli sene sonra mı olur; Yahudiler ve Hıristiyanlar’ın başına gelen, ‘Peygamber’lerini bir kenara bıraktıkları hâlde mümin olma’ hastalığı bizim de başımıza gelecek. 36 Temmuz/ 2017 Neslimizin içinde bu fitnenin kol gezmesine karşı tedbir almadığımız ve Medine’ye olan mesafemizi her gün ölçmediğimiz sürece şu dünyadan hakiki bir mümin olarak ayrılmamızın tehlikede olduğunu bilmemiz gerekir. Belki anlaşılmasında risk taşıyacak bir cümle olarak da diyorum ki bugün, Medine’ye mesafemizi münafıkların da yapabileceği turistik-artistik bir Medine ziyaretiyle bile ölçemeyiz. Ravza-i Mutahhara’da, kabr-i şerifin karşısındaki duruşumuz, ziyaretimiz esasen imanî bir tavır olmakla beraber artık bugün, bir ölçüm cihazı olma niteliğini de kaybetmiş olabilir. Nasıl, ‘Peygamber var Allah yok’ sözünü sapıklık kabul ediyorsak ‘Kur’an var sünnet yok’ sözü de sapıklıktır, ‘sünnet var Kur’an yok’ sözünün de sapıklık olacağı gibi. Bana Allah yeter, Peygamber’e gerek yok sözündeki sapıklık; düzeyi farklı olmakla beraber, ‘Kur’an’ım var sünnete gerek yok’ ya da ‘sünnetim var Kur’an’a gerek yok’ ile yansıyabilecek bir sapıklıktır. ‘Allah var Peygamber yok’, ‘keyfime göre kulluk yapacağım’ demektir ve ‘Kur’an var sünnete gerek yok’ da aynı anlama gelir. Bunun için Resûlullah aleyhisselamın sünneti, o sünnetin elimizdeki dokümanları olan hadisler, Medine’ye mesafemizin en net ölçülebilecek cihazı durumundadırlar. Bu hakikatten sonra, bazı kuralları hatırlamamızda fayda var. Hiç kimse böyle bir karşılaştırma yaparak sünnete muhalefet etmiyor; bazen Kur’an-ı Kerim -güya- tazim yoluyla kaldırılarak sünnetin yeri yok edilmek isteniyor bazen de başka sebeplerle. Dolayısıyla bu benzetmenin yeri yokmuş gibi anlaşılabilirse de özü ‘Lâilâheillallah Muhammedun Aziz kardeşlerim, bu olan bir savaşı şey‘Resûl’ ve ‘Allah’ Resûlullah’ diyen bir toplumda tan meydana indirmiştir. kelimelerini ayırabilir mi‘Resûlullah’a Peygamber’imizin hadislerinin hafife Direkt gerek yok’ diyemediği yiz? Yani Peygamber ve Alalınmasının git gide yaygınlaşması, bunun ve henüz bunu camilerlah, birbirinden ayrılabilir mi? Allah’ı olmayan Resûl bir yangın gibi büyüyüp bizi tehdit etmesi, de konuşturamadığı için, Resûlullah’ı Resûlullah düşünebilir miyiz? Bu ne esasen o Medine’ye ve şeriata da mesafemizin yapan esasları yok ettidemek? İçimizde bir insan çığ gibi büyüdüğünü göstermektedir. rerek, boşlukta duran ve var; ben Peygamberim konuşmayan, konuşma diyor. Ama Allah ile bağyetkisi olmayan bir Peylantım yoktur, diyor. Beni Allah göndermedi, kendim peygamberlik ilan ettim; gamber üretmeye çalışmaktadır. bu kabul edilebilir mi? Linç edilecek biridir bu. İki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, MediTersten baktığımızda; Allah’a iman ediyoruz, ne’ye Kur’an adını verdiğimiz bir kitap getirdi. Bunu onun bir peygamber göndermediğini söylüyoruz. Bu mescitte bir rafa koydu, herkes buradan gelip fotokoolabilir mi? Elbette bu da olamaz. O zaman ortada bir pi çektirsin ve cennete girsin mi dedi? Okuma-yazma peygamber yoksa, öyle diyorsak, Allah’ı da var kabul bilmeyen bir toplumdan, Allah’ın yüzde yüz razı olduediyorsak bağlantıyı nasıl kuracağız? Herkes kendini ğu bir toplum nasıl yetiştirdi peki? peygamber ilan edecek! Bu da bir sapıklık. Ayet ayet-sure sure inen Kur’an’ı, pratik olarak Resûl var Allah yok, sözü sapıklıksa, Allah var zihinlere nakşetti. Eliyle, diliyle ve duruşuyla resûl yok, sözü de sapıklıktır. İkisi de insan aklını yok Kur’an’dan nasıl bir Müslümanlık alınması gesaymaktır. Allah ile bağlantı için, Cebrail’in gelip gitti- rektiğini gösterdi. Yani Peygamber aleyhisselam ği biri lazım; yoksa insan sayısı kadar peygamber olur. olmasaydı eğer, Mescid-i Nebi’nin rafında, basılmış olarak herkese dağıtılmak için bekleseydi Kur’an Hangi gerekçeye dayanarak bunu söylediysek, -şimdi bütün camilerin dolaplarında beklediği gibiaynı gerekçe Kur’an ve sünnet ilişkisinde de vardır. ve Resûlullah’ın pratiklerinde yaşamasaydı, 23 sene Temmuz/ 2017 37 sonra Allah’ın “sizden razı oldum” dediği bir nesil yetişir miydi? Cahiliye hayatı geçirmiş bir toplumdan nuranî bir toplum çıkarır mıydı Kur’an; pratiğini Resûlullah yapmasaydı? Kur’an elbette hidayetin tek kaynağıdır. Ona ne Peygamber’in -aleyhissalatu vesselam- ne de başka bir insanın 115. sure ilave etmeye hakkı yoktur, yapanın da imanı yoktur. Resûlullah aleyhisselamın yaptığı, Kur’an’ı pratikleştirmektir. Ashab-ı kiram, yani birinci nesil, Peygamber aleyhisselamdan pratik şekliyle aldı Kur’an’ı. Anlaşılmaz, ne yapılacağı bilinemez, uygulamasının açıklaması olmayan bir kitap olarak almadılar. Namaz deyince Kur’an, Peygamber aleyhisselam da ‘bu böyle’ dedi. Zekât denince ‘şu kadar’ diye tarif etti. Oruç dedi, nikâh dedi; kendisi uyguladı. Aksi takdirde Yahudiler’in Tevrat için ‘biz bunu nasıl uygulayacağız’ dediği gibi vahim bir tablo Yesrib’i bekliyordu. Yesrib’i Medineleştirmek Kur’an’ın emridir. Ama bunu pratiğe döken de Peygamber aleyhisselamın 23 senesidir. Peygamber aleyhisselam 23 yıl gibi kısa, bir gencin doğup askere gideceği yaşa gelmesi kadar bir zamanda, en alt bataklıktan zirveye bir nesil taşıdı; şüphesiz ki bu Kur’an’ın hidayetiyle oldu. Peygamber aleyhisselamın pratiğini kenara çektiğimizdeyse Kur’an sadece raflarda bekler. Ya da İsa aleyhisselamdan 50 sene sonra 350 çeşit din ve İncil türeten Hıristiyanlar’ın akıbeti gibi bir akıbet beklerdi Kur’an’ı. { Eğer namazıyla, kelime-i tevhidiyle, şeriatıyla İslam; Medine’deki tazeliğinde hâlâ duruyorsa, bunun en temel sebebi -şüphesiz- Allah’ın korumasıdır. İşte bu korumayı Peygamber aleyhisselamın pratiğiyle gerçekleştirmiştir Rabbimiz. Allah’ın İslam’ı koruma muradının tahakkuku, Peygamber aleyhisselamın pratiğidir. Bunun için şeytan, direkt Kur’an’ı kaldırmayı başaramayacağını biliyor; ama onun pratiğini Kur’an’dan uzaklaştırdığı zaman, tıpkı ‘Allah var Peygamberi yok’ demek gibi, dışarıdan izlendiğinde Kur’an’a saygı ve yüceltme gibi algılanabilecek bir söz üzerinden, Kur’an’ı etrafında dolaşılan ama şeriatı uygulanmayan bir kitap hâline getirir. Bugün Resûlullah’ı korur gibi sünnetini ve hadislerini koruyamazsak bir de bunu Kur’an’ı yücelteceğiz diye Peygamber aleyhisselamı ‘tarihteki rolünü oynadı’ şeklinde bir tarihsel safsatasına teslim edersek, yarın elimizde Resûlullah olmayacağı gibi getirdiği Kur’an’ın da değeri kalmayacaktır. Kendisinin değeri olmayan Peygamber’in getirdiği kitabın değeri mi olurmuş! Bu belki 150300 senelik bir projesidir şeytanın; henüz 50. senesindedir şeytan. Projesinin sonunu göremediğimiz için gafletimizi derinleştirip duruyor olabiliriz. Üç: Kur’an-ı Kerim’imizde 114 sure var. Her sure de ayetlerden oluşur. Bu ayetler içinde bir sayfayı kaplayacak olan da var bir satırdan daha küçükler de. ـل ُ َُّ هم َدص�ُّهالـde ayettir, Bakara suresindeki müdayene ayeti de. Her ayetin de bize ver- } Depremi sigortalayıp evlerini koruma altına aldığı gibi insanların, bizim de artık Resûlullah aleyhisselamın sünnetini imanımıza sigorta ettirmemiz gerekiyor. 38 Temmuz/ 2017 diği bir mana, ona bağlanmamızı gerektirecek bir mesajı vardır. Kur’an’ın herhangi bir ayeti kısadır diye önemsiz ya da bir ayet diğerinden daha önemsiz kabul edilemez; böyle bir oranlama yapmak mümin olunduğu sürece mümkün değildir. Çünkü biz Kur’an’ın ancak bütününe iman ederek mümin olunabileceğine iman ediyoruz. Peki, Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in hangi sözünü ‘ikinci sınıf’ yapabiliriz? “Allah’ın kitabı Kur’an’a sahip çıkın” dediği sözünü kenara alabilir miyiz? Deniyor ki; Allah bize Kur’an gönderdi, onun üzerinden cennete gideceğiz. Bunu kim dedi bize? Cebrail aleyhisselam Medine’de kapı kapı dolaşıp “Mescide Mushaf bıraktım, gidin okuyun” mu dedi insanlara? Hayır. Abdullah’ın oğlu Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- isimli bir insan, “Size kitap getirdim” dedi. İşte hadis bu. Bir insan olarak, “Size şöyle diyorum” sözünü bize söylemesi budur. “Size Allah’tan kitap getirdim” dedi Efendimiz. “Şu haramdır, bunu yapmayın” dediği sözleri, “Ama biz Kur’an’a iman etmiştik” deyip bir kenara koyduğumuzda ne yapmış oluyoruz; Kur’an’ı mı yüceltmiş olduk? Peki, Kur’an yücedir diye kim demişti bize? Mesaj mı geldi telefonlarımıza “Kur’an yücedir” diye? Bu sözü bize Resûlullah söyledi. O da Allah’ın Peygamberi olduğu için sözünü aldık, sahiplendik. Daha sonra da “şunu haram ediyorum” veya Peygamber’imizin sünneti ve hadis-i şerifleri imanımızın sigortası altında olmalıdır. Bu ne demek? Sünnet ve hadis, imanımız anlamına gelmelidir. Bu böyleydi zaten. Böyle olmadıkça iman etmiş olamazdık. “Misvak kullanacaksınız” dedi. Misvak sözünü almayıp “O Kur’an’dan değil” diye de gerekçe gösterirken çelişki içinde olmaz mıyım? Bu ne anlama gelir: Peygamber dediğim insanın bir sözünü alıp öbür sözünü almama hakkım var demek ki. Bu Peygamber’e gösterilebilir bir tavır olabilir mi? Peygamber aleyhisselamın sözlerinden seçme hakkım, önemli-önemsiz deme lüksüm var mı? Kur’an’ı bir bütün olarak alıyorum; çünkü Allah’a ait. Bu kuralı kim koydu? Peygamber. Neyiyle? Hadisleri ve sünnetiyle. Kur’an’ı Kur’an yapan, Peygamber’in mesajlarıdır. “Bu, Bakara suresinin ayetidir” demeseydi o ayet Bakara suresine konacak mıydı? İhlas suresinin İhlas suresi olduğunu ve namazlarda okuyabileceğimizi söylediği için öyle yapıyoruz ve bu demesi, hadistir-sünnettir. Hangi yetkiyle onun 500 tane hadisinden 5 tanesini alıp istediğim kadarını da kenara koyabilirim? Peygamber’in bana ulaşan 100 sözünden 2’si Kur’an’ı yüceltmek için söylenmiş diye otomatik alıyorsam ve aynı Peygamber, “Kur’an size Allah’tan geldi, bunu alın” derken Peygamber’di de “köpek pistir” derken bu sözünü hangi hakla almayabilirim? Sırf ben köpek seviyorum diye mi? Kadın-erkek bir arada oturmayın, el ele tutuşmayın derken… belli günler Kur’an’ı açıklama günleriydi de o günlerde söylenmiş sözlerini kabul ettik ama diğer sözlerini tatilde filan söyledi diye mi almıyoruz? Derin âlim olmak gerekmiyor bunun için: Sünnetin oyulduğu ve hadis-i şeriflerin çiğnenip bir kenara atılabileceğinin düşünüldüğü bir ortamda, kaybedilen şey Kur’an’dır aslında. Yüz sene sonra şeytan, Temmuz/ 2017 39 Ne yazık ki içimizi kemiren bir fitne, özünde kâfirlere hoş görünmek ve Peygamber’lerini bir kenara bırakmış Yahudi ve Hıristiyanlar’ı keler deliğine girseler bile taklit etme fitnesi bulunan bir şey bu ümmetin içindekileri de istila altına almıştır. “Kur’an da Muhammed’in mesai saatleri dışında söylediği sözlerdi…” dedirtecektir. Sen Diyanet’te müftü, cami imamı, ilahiyat fakültesinde araştırma görevlisi mi zannediyorsun Peygamber aleyhisselamı? Biraz düşünen bir müminin çıldıracağı kadar ağır bir oyun bu. Medine’ye mesafemizi git gide büyütüyorlar. Biz hâlâ umreye bu sene hangi ayda gideceğimiz ve Medine’nin coğrafyasına-tarihine takıldık kaldık. Eğer Kur’an’da herhangi bir ayeti ‘olmasa da olur’ diye küçük göremiyorsak, sahih şekilde bize ulaşmış herhangi bir hadis-i şerifi ve sünnete ait herhangi bir mirası da önemli-önemsiz diye ayıramayız. Kardeşlerim, Bir başka noktadan ele alırsak meseleyi; Resûlullah aleyhisselam Efendimiz, ashabına pratik yapar- ken bu pratiği şimdi bizim din öğrenirken kullandığımız gibi, konularına bölünmüş ve sayfa numaralarına ayrılmış olarak uygulamadı. Bir annenin, çocuğuna hayatı öğrettiği gibi. Bir annenin; idrarı geldiğinde çocuğu tuvalete götürüp idrar boşaltmayı öğrettiği kadar pratik şekilde tuvalet kültürü verdi ashaba. Acıkınca çocuğunu emzirdiği gibi yemek terbiyesi verdi. Peygamber’imiz, hiçbir zaman ashabını toplayıp “Bugün abdest dersi yapacağız, müfredatımız böyle” diye sıralama yapmadı. Peygamber aleyhisselamın Kur’an’ın etrafında dolaşan sünneti ve hadis-i şerifleri dindi, din olduğu kadar hayattı ve hayatın içindeydi de. Teori olarak hiçbir şey öğretmedi. ‘Şöyledir ve yap.’ Bugün Müslümanlığımızın sorun yaşaması, hadis-i şeriflerin Buharî ve Müslim’de konularına göre yazılmış olmasından da kaynaklanıyor. 10 yaşında çocuğu hazmedeceği şekilde emzirecek yerde, 80 yaşında lazım olacak ya da olmayacak konulandırılmış Müslümanlık olarak eğitmeye çalıştığımız için zorlanıyoruz. Elbette Buharî’nin konularına göre dizilmiş olması, Riyâzu’s-Salihin’imizin bir konu indeksi içerisinde dizilmesi, daha sonraki dönemler için bir zaruretti. Ama bugün biz, eczaneye gittiğimizde “Şu sağ raftaki ilaçlardan birer tane ver” demiyoruz. Sağlığımızla ilgili olduğundan, bronşitle ilgili ilaç istiyoruz veya tırnağımızdaki bir yarayla ilgili. Müslümanlığımızı bu kıvama döndürmek zorundayız. Aksi takdirde ilahiyat fakültelerinde, Ezher Üniversitesi’nde eczanenin bu tarafını birinci sene, diğer tarafını ikinci sene almaya çalışan hasta gibi; blok olarak din alıp gençlere bunu öğretip çok din bilen ama azını bile yaşamakta zorlanan nesil yetiştirmiş oluyoruz. 40 Temmuz/ 2017 Üç aylık bir çocuğun açlıktan bağırıp feryat ettiğini, benzinin solduğunu düşünün. Bir insanın da o çocuğa acıdığını ve götürüp büyük bir fırının önünde “beğen yavrum, bütün ekmekler senin” dediğini düşünün. İşkenceden başka bir şey değil. Bugün ashab-ı kiramla aramızdaki kıyaslama yapıldığında ortaya çıkan facia budur. Onlar acıkınca, o anda Resûlullah’tan ihtiyaçları olan şeyi aldılar. var olup da bugün olmayan hiçbir şey yoktur. Tıpkı bugün için Efendimiz’in, ‘lâilâheillallah Muhammedun Resûlullah’ diyen bir Müslüman’la ilgili olmayan bir hadisi olamayacağı gibi. Hiçbir erkek, kadınlarla ilgili hadisleri “bu kadınlarla ilgiliymiş…” deyip ihmal edemez. Hiçbir kadın da tersini yapamaz. Değerli kardeşlerim, Çok riskli ama söylenmesi farz bir söz edeceğiz: Müslümanlık olarak misvak kullanmaktan namaz kılmaya, sağlıktan mezara ait bilgilere kadar… Müslümanlık olarak ne biliyorsak; hicret takvimiyle 1437 senedir Müslümanlar, Allah için ne yapıyorlarsa hepsinin %80’e yakını Peygamber aleyhisselamın sünnetinden alıntıdır. 24 saatimizin en az 20 saati Peygamber’imizin sünnetiyle doludur, uykudan yemeğe, tuvalet terbiyesinden günlük hayatımıza kadar. Kadın gece kocasından dayak yiyince sabah Resûlullah’a gitti, hemen ona ‘ağrısı’yla ilgili ilaç verildi. Şimdi 10 yaşında bir çocuğa; eşi yok çocuğu yok, kadın dövmekle ilgili hadisleri okusan ne olacak? Herkesin ağrısı-sızısına göre ilaç alacağı pratiklikte bir Müslümanlık, ancak hadis kültürüyle mümkündür. Kur’an’ı bir insana verip “al, Müslümanlık yaşa” demek, büyük bir fırının önünde üç aylık bir bebeği doyurmaya çalışmak gibidir. Sünnet olmasa fırının önünde açlıktan bağıran çocuklar hâliBu belki 150-300 senelik bir projesidir ne döner ümmet. Sünneti yok saydığımızda Kur’an’dan şeytanın; henüz 50. senesindedir şeytan. alabileceğimiz pratik, Bu maddeye dipnot Müslümanlığımızın Projesinin sonunu göremediğimiz için olarak şu hakikati beyan %20’sini bile dolduretmeliyiz: Belki de bizim gafletimizi derinleştirip duruyor olabiliriz. maz. Önümüze iki bu, sünneti felsefeleştirme yol çıkar öyleyse: Ya hastalığımız, şu noktaya Müslümanlığı %20’ye da gelmiş olabilir: Mesela düşürüp günümüzün Peygamber aleyhisselamın gerisini liberal-sekümescidinde bir kadının temizlik yapmayı düşünme- ler kafayla dolduracağız ve ‘İslam da bu kadarsi, bizim sadece “ne duygusal kadın, maşallah, dır’ diyeceğiz ya da sahih şekilde Peygamber Allah ondan razı olsun” deyip geçiştireceğimiz bir aleyhisselamdan bize ulaşan sünnetlerle Müshadis-İslam tarihi bilgisi gibi duruyor. Biz bunu nesil lümanlık yaşayacağız. yetiştirmiş Peygamber aleyhisselamın rafındaki ve bizim de muhakkak muhtaç olduğumuz ilaçlardan biri Eğer ashab-ı kiramın yaşadığı bir İslam olarak görmediğimiz sürece ashabın gittiği yoldan gitise aradığımız, sünnetsiz olması mümkün dememiz çok zordur. ğil. Allah’ın razı olduğu birinci nesil gerekli Efendimiz aleyhisselamın Mekke-Medine’de kul- değilse bizim için, o zaman %100’ünü atmaklandığı hangi pratik uygulama varsa -bu bir köleyle ta da sakınca yok zaten… Hiçbir ateist, terk veya ağaçla veya yemekle ilgili olabilir- biz onu kendi- ettiği sünnetlerden dolayı vebal altına girmemizle yüzde yüz ilgili görmek zorundayız –eğer o nesil yecektir kıyamet günü. Kökü olmayan ağacın örnek nesil ise. Peki, bu zamanda kölelik yok, köleler- dalı da olmaz. le ilgili sözlerini nereye koyacağız Peygamber’imizin? Âlemlerin rabbi Allah’a hamd, Efendimiz MuEvet, kölelik yok ama köleleşme riski taşıyan in- hammed aleyhisselama, ailesine, ashabına salat ve san hâlâ var. Peygamber aleyhisselamın döneminde selam olsun. Temmuz/ 2017 41 Yrd. Doç. Dr. Süleyman KOYUNCU Akaid Konusunda Bir Risale II “ Peygamber’den (s.a.v.) sonra hilafet, şu rivayete göre otuz sene olacak: “Benden sonra hilafet otuz senedir; melik olacak, sonra benbizya (birbirlerini ısıran, fitne fesat çıkaranlar) olacak.” Peygamber’den (s.a.v.) sonra ilk halife, ashabın ittifakıyla Ebu Bekr (r.a.)’dir; hatta Ömer şöyle demiştir: “Allah Resulü dinimizin işlerinde sana razı olmuş da, biz dünya işlerinde senden razı olmayalım mı?” 42 Temmuz/ 2017 ” 21- Sonra, iman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Eğer imanı olduğu halde diliyle ikrar etmezse, mümin sayılmaz; tıpkı diliyle ikrar edip de kalbiyle tasdik etmeyip (o inançla) mümin sayılmayacağı gibi. Çünkü, özürsüz olarak (dil ile) açıklamayı terk etmek, tasdikin kaçmasına delalet eder. Kerramiye nezdinde, iman, Peygamber’in (s.a.v.), “= � إله إ� اللAllah’tan başka ilah yoktur, deyinceye kadar insanlarla savaşmam üzere emrolundum.” , sözüne istinaden dil ile ikrardır, başka değil. Biz deriz, bu, Allah’ın “Onlar ağızlarıyla iman ettik dediler, kalpleri iman etmemiştir.” “Sözü sebebiyle batıldır. Onların bu kavline göre münafıklar da mümindirler; bu (görüş ise) zayıftır. İmam Şafii radıyallahü anhü şöyle demiştir: İman, Allah’ın, “Allah imanlarınızı zayi edecek değildir.” Sözüne istinaden (dil ile) ikrar, (kalp ile) tasdik ve( vücut azalarıyla) Salih amelden ibarettir. Yani, (imandan maksat) namazınızı zayi etmez; ayette namaza iman adı verilmiştir. Biz deriz, amelin iman sayılması, Allah’ın, “Kim Allah’a inanır ve Salih amel işlerse,.” sözüne dayanarak batıldır. İnsana, amelsiz olduğu halde mümin adını vermiştir. Çünkü, matuf (Kim Salih amel işlerse), matufu aleyhin ( kim Allah’a iman ederse) başkasıdır. (aynı cinsten değillerdir). Ayetten maksat tasdiktir; ameller, şayet imandan sayılsaydı, nesh (ayni konuda gelen bir ayetin, daha önce gelen bir ayetin hükmünü kaldırmasıdır) caiz olmazdı. 22- Sonra, iman ve İslam, bazılarına göre, “ومــن = يبتــغ غيــر ا�ســ�م دينــا فلــن يقبــل منــهKim İslamdan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” ayetine dayanarak birdir (aynı manadadır). Bazıları indinde, Allah’ın şu, “Bedeviler iman ettik dediler; de ki, siz iman etmediniz. Fakat, “Müslüman olduk” deyiniz.” Sözünden dolayı, iman ve İslam farklıdırlar. Ancak en doğru (sahih) olan söz, Ebu Mansur el Matürîdî’nin dediğidir: şüphesiz İslam, keyfiyetsiz Allah’ı tanımaktır. Bu marifetin yeri göğüstür. İman, Allah’ın Ulûhiyyetini bilmektir; bunun mahalli göğüsün iç kısmında bulunan kalptir. Marifet, Allah’ı sıfatlarıyla bilmektir; bunun mahalli, kalbin içinde fuad (gönül, yürek denilen) yerdir. Tevhid Allah’ı Vahdaniyetle bilmektir; bunun mahalli, kalbin içinde bulunan yüreğin içindeki sırdır. Bu (dörtlü) Allah’ın şu sözünün misali gibidir; “O’nun nurunun misali, içinde lamba olan fanusa benzer.” O zaman bu dört madde (ayetin devamındaki ana maddeler) ne birdirler (aynıdırlar), ne de başkadırlar. Bu dört madde birleşince din olur. Eğer, bunu yaratan kimdir? Bilmiyorum veya namaz bana farz mıdır? Bilmiyorum veya kafiri bilmiyorum veya (cennet veya cehennem olarak onun ) yeri neresidir? Bilmiyorum derse kafir olur. Türk bölgesinde (Karakurum ve çevresi Sibirya’ya kadar olan bölge) İslamın tümünü ikrar eder, şeriatten hiçbir şey bilmez ve hiçbir şeyi yerine getiremezse o mümindir. (fetret devri insanı sayıldığı için) Bu da, Eş’arilerin ve Mutezilenin hilafına mukallidin imanının sıhhatine delalet etmektedir. Dedikleri şey, risalette Allah’ın hikmetlerinin gitmesine sebep olur; çünkü taklit, şayet sahih olmazsa, maksadı ifade edemez. Ancak, delil getirmenin derecesi taklitten daha âladır; çünkü iman, Peygamber’in (s.a.v.) dediği gibi daha nurludur ( ve aydınlatıcıdır): “Şayet Ebu Bekr’in (r.a.) imanı bütün yaratıkların imanı ile tartılsaydı, onun imanı tercih edilecek (ve ağır basacaktı).” Yani, ziyade ve noksan bakımından değil, nur bakımından… çünkü imanı ikrar ve tasdikin ziyade olma ihtimali yoktur (herkesin imanı o noktada eşittir). İman ikrar ve tasdik olduğu zaman, iman yaratılmış olur. Bazıları, iman yaratılmamıştır, demektedir. Çünkü iman, Allah’ın yardımıyla meydana gelmektedir, o mahluk (yaratılmış) değildir Biz deriz, evet, fakat bununla kulun fiili Allah’ın fiili olmaktadır; böylece oruç ve namaz gibi iman da mahluk (yaratılmış) olarak kalacaktır. 23- Sonra, İmanın nuru bütün organlara yayılır. Sonra o vücuttan bir uzuv koptuğu zaman, o uzva ait olan iman ondan kalbe gider. Çünkü iman bölünmez. Eğer, ademoğlu öldüğü zaman ruhu ile veya bedeni nereye gider? Denilse, biz deriz, ne bununla (ruhla), ne de onunla (bedenle) değil, fakat, kul imana ehil olduğu mana ile (Müslüman olarak) gider. Eğer, o mana nedir? Denilse, biz deriz, o, mana gizlice (içsel) Allah’ın Aydınlatması (nurlandırması) dır. Eğer, (ölünce) diğer amelleri nere gider? Denilse, biz deriz, Allah’ın sevabı veya ikabı ile birleşir. Eğer Allah ne ile bilinir? Denilse, bazıları akıl ile demişlerdir. Bilakis mezheple…Allah’ın şu ayetine istinaden O, kendisini bildirmesiyle bilinir: “Allah kimin gönlünü İslam’a açmışsa o, Rabbinden bir nur üzere değil midir?” İman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Eğer imanı olduğu halde diliyle ikrar etmezse, mümin sayılmaz; tıpkı diliyle ikrar edip de kalbiyle tasdik etmeyip (o inançla) mümin sayılmayacağı gibi. Çünkü, özürsüz olarak (dil ile) açıklamayı terk etmek, tasdikin kaçmasına delalet eder. Temmuz/ 2017 43 24- Sonra, yeis (ümitsizlik) imanı makbul değildir. Çünkü gabya inanmamıştır. biz deriz, Levh-i Mahfuzda yazılı olan kulun sıfatıdır, Allah’ın kazasına gelince, o, değişmez. 25- Sonra, imanda bizim ve şüphecilerin beyninde istisna vardır. Sihirbazların, “Musa ve Harun’un Rabbi olan alemlerin Rabbine inandık, dediler.” Sözü ve “işte gerçek müminler onlardır.” kavli ile onları (şüphecileri) reddediyoruz. Sihirbazlar getirdikleri imanda istisna da yapmadılar.Çünkü iman bir akittir, istisna onu iptal eder. Eğer, Allah’ın Nebisi (s.a.v.), “Şüphesiz biz de size kavuşacağız inşallah.” Diyerek, vukuu muhakkak olmakla beraber ölümü istisna yapmıştır, denilse, biz deriz, Allah’ın Nebisi ölümde istisna yapmamıştır; bilakis o kabristandaki mevtalara kavuşma konusunda istisna yapmıştır. Çünkü, “bu, inşallah bir adamdır” demek caiz değildir. Eğer, mescid-i Haram’a girmek Allah’ın haber vermesiyle kesin bilinmektedir; bununla beraber istisna edilmiştir, denilse, biz deriz, “İnşallah” la murad, Allah dilediği zaman veya istisna “emin olmak” kelimesinin bizzat içine girmiştir, deriz. Eğer, ancak istisna son için (akıbet, hatime) caiz, denilse; biz deriz, bu durum bize göre, vaciptir; bu konuda söylenecek fazla söz yoktur; söylenecek söz ancak, iman hakkındadır ve hatimeye hamledilen cevaz konusunda İbn Mesud’dan rivayet edilende veya ondan bir zellededir. Tekrar müracaat et! 27- Sonra, bu zamanda emir ve nehiy kalkıyor. Çünkü matematiksel yönüyle değil (ihtiyaca binaen). Bundan dolayı, bozgunculuk ve kan dökme bulunduğu içim, kılıçla zalim idareciye baş kaldırılması caiz değildir. 28- Sonra, büyük günah işlemekle (işleyen) kafir olmaz. Hariciler ve Mutezile, tövbe etmeden öldüğü zaman kafir olur ve ayetle ebedî ateşte kalır, demektedirler. Biz deriz, bundan murad, nakille (adam) öldürmeyi helal kabul ettiği zaman böyledir veya bundan uzun zaman (cehennemde kalacağı) kastedilir. Keza,Hz.Muhammed’in (s.a.v.) sözünden şu muraddır: “Kim namazı kasten terk ederse, kesin kafir olur.” Çünkü, şayet (büyük günah işleyen) kafir olsaydı, fasıkın şahadetini açıklamasını emretmezdi veya Mâiz’e (r.a.) İslama dön diye emrederdi. Mürcie, (Muaz b. Cebel ile Humuslu bir gencin arasında geçen bir hadisede) o gencin sözüne istinaden , imanla beraber hiçbir şey zarar vermez, demektedirler. Biz deriz, o gencin, “İmanla beraber hiçbir şey zarar vermez.” Sözü, yani, iman büyük günahla kalkmaz (kişi imansız olmaz). Çünkü bu durum korkunun düşmesini gerekli kılar. 26- Sonra, Eş’arilerin hilafına saadet şekavete, keza şekavet de saadete dönüşür. Eş’ariler bu muhalefetten dolayı şunu söylediler: şüphesiz Ebu Bekr ve Ömer radıyllahü anhüma putlara yaptıkları secde halindeyken (bile) iki mümindiler. Biz de, Allah’ın, “İnkar edenlere (sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.” Kavli ile onları reddediyoruz. Şayet (putlara secde ederlerken) mümin sayılsalardı, affetmenin faydası giderdi (bir anlamı kalmazdı). Aynen bu ayette olduğu gibi, “Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır.” Yani, günahları siler, tövbeyi sabit bırakır. Eğer, tebeddül (saadetin şekavete, şekavetin de saadete dönüşmesi) Allah’a zahirdir (açıkça bildiği) tartışılmazdır, denilse, 29- Sonra, Mutezile ve Cehmiyye’nin hilafına bizim nezdimizde kabir azabı haktır. Çünkü Mutezile ve Cehmiyye, biz görüyoruz ve müşahede ediyoruz ki, ölü görünürde bizim acı vermemizle elem duymuyor. demektedirler. Keza, gaipte de böyledir. Bundan dolayıdır aynı guruplar camit maddelerin tesbihini, mîzanı, sıratı, iman ehlinin ateşten çıkmasını ve mîracı inkar etmektedirler. Biz, akıl acizdir, diyoruz. Peygamber (s.a.v.), “Allah’ın yaratıkları hakkında tefekkür ediniz; Allah hakkında (künhü hakkında) tefekkür etmeyiniz.” Yani, aklınız zayıf olduğundan dolayı (Allah’ın künhü hakkında tefekkür etmeyiniz). Buna delil Allah’ın şu kavlidir: “Onlara iki kez azap edeceğiz.” Yani, bir defa kabirde, bir defa da kıyamette…Keza ondan önce de bir azapla… 44 Temmuz/ 2017 Keza, “En büyük azaptan önce, onlara mutlaka en yakın azaptan tattıracağız; olur ki (imana) dönerler.” Yani kabir azabı. Keza, “O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” Ve “Biz, kıyamet günü için adalet terazilerini kurarız.” İman, Allah’ın Ulûhiyyetini bilmektir; bunun mahalli göğüsün iç kısmında bulunan kalptir. Marifet, Allah’ı sıfatlarıyla bilmektir; bunun 30- Sonra, Ehl-i Bidad ve Ehva ateştedir, hadisle sabittir. mahalli, kalbin içinde fuad (gönül, 31- Sonra, Kaderiye ve Mutezilenin hilafına cennet ve cehennem (halihazırda) yaratılmış haldedirler. Çünkü Allah aciz değildir ki, ihtiyaç vaktinde yaratsın. Bizim için delil, Allah’ın şu kavlidir:“Takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” Onların sözü, verdiği haberde Allah’ın yalanlanmasına (götürür) sebep olur; çünkü cennet ve cehennem bir şeydir; kıyamete ise şey denilmez, çünkü,Mutezilenin hilafına (kıyamet) mevcut değildir. Çünkü Mutezile,kıyametin yaratılmış olduğunu söylemektedir, ancak kıyamet görünmemektedir, kişi ölünce, Peygamber’in (s.a.v.), “Kim ölürse kesinlikle kıyameti kopmuştur.” Sözüne dayanarak ona kıyamet görünür. Biz deriz, bunun manası (ölen kişiye) saadet ve şekavet durumu görünür demektir. Sonra, cennet ve cehennem Mutezile ve Kaderiye nezdinde fena (yok) olacaklar. Çünkü cennet ve cehennem amellerin sevabı (neticesi)dir, onlar da sınırlıdır (sona erer). Bizim için (delil olarak) Allah’ın şu kavli vardır: “Onlar için tükenmeyen bir mükafat vardır.” Keza, “Tükenmeyen ve yasaklanmayan, sayısız meyveler içindedirler.” Eğer, (cennet ve cehennem halihazırda var olmaları) Allah’ın bekasıyla beraber O’na ortaklığa sebep olur, denilse, biz deriz, şirkete sebep olmaz, çünkü cennet-cehennem (daha önce) yoktular ki, hatta şimdi (sonradan yaratılmış olarak) şirkete sebep olsunlar! Vahdaniyetle 32- Sonra, şüphesiz bütün melekler masumdurlar; itaat için yaratılmışlardır. Harut ve Marut ve şeytanlar ise ancak şer için (yaratılmışlardır). Sadece onlardan birisi Müslüman olmuştur, o da Hamme b. Heyyim’dir 33- Sonra, insanlar ve cinler fıtrat üzere yaratılmışlardır. Mutezile ve Eş’ariler nezdinde fıtrat İslamdır. Bundan dolayı kafir, kendi fiiliyle kafir olmaktadır, demektedirler. Ehl-i Sünnet ise, fıtrat, Allah’ın şu kavlinden dolayı yaratılış demektir: “Allah’ın fıtratına.” yürek denilen) yerdir. Tevhid Allah’ı bilmektir. Yani, Allah’ın yaratması (anlamınadır). Şu da aynı manadadır: “Her doğan İslam fıtratı (yaratılışı) üzere doğar; ancak ana-babası o çocuğu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, hatta dili ile onu telaffuz edene kadar. Yani, eğer o çocuk doğduğu fıtrat üzere bırakılsa (terk edilse), o hilkatle yaratanına (O’nun varlığına) delil getirebilir. Ancak ebeveyni onu Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır, yani, (çocuğun Yahudi veya Hıristiyan) olmasına sebep olurlar. Şayet Allah gökte midir, yerde midir? Bilmiyorum dese, kafir olur. Çünkü bu bir mekan tevehhümdür; keza, Allah arşta mıdır? Bilmiyorum dese, kafir olur. Eğer, Musa ve İsa (aleyhimesselam) nebi midir, değil midir? bilmiyorum, sözünün hilafına, Lokman ve Zülkarneyn nebi midir, değil midir? bilmiyorum dese kafir olmaz. Çünkü Musa ve İsa’nın (a.s.) peygamber oldukları hakkında nas (ayet) vardır. Şayet yarın kafir olmaya niyet etse, o saatte kafir olur. İnanmaksızın, bizzat tercihi ile olduğu zaman küfür kelimesini diliyle söylese kafir olur. 34- Yezide lânet etmek caiz değildir; çünkü fasıktır, affedilmesi caizdir. 35- Sonra, emirleri yapmak, yasaklananlara da son vermek için, resullerin gönderilmesi sabittir. Bir gurup resullerin gönderilmesi sabit değildir, demiştir. Çünkü Allah emredilen şeylerle menfaatlenmez, yasaklanan şeylerden de zarar görmez; kendisinde fayda olmayan bir şeyi emretmek hikmetsizliktir (sefeh). Biz deriz, emirde, emredilen şeyin faydasının hikmeti vardır. Ama onların sözüne gelince, eğer, güzellik ve çirkinlikleri açıklamak içinse, bu konuda akıl için yeterlilik vardır (güzeli-çirkini akıl da anlayabilir, peygamberlerin gönderilmesine gerek yoktur). Biz deriz, aklın, ne şer’î meselelerde, ne de eşyanın tabiatlarını bilmede fonksiyonu vardır. Temmuz/ 2017 45 Peygamber (s.a.v.), “Allah’ın yaratıkları hakkında tefekkür ediniz; Allah hakkında (künhü hakkında) tefekkür etmeyiniz.” 36- Sonra, evliyanın kerameti sabittir (vardır). Mutezilenin şüphesine gelince, onlar şöyle demektedirler: şayet evliyanın kerameti (nin var olması) caiz olsaydı, insanlar, mucize ile kerametin arasını ayırt etmekten âciz olurdu. Biz deriz, mûcize, kerametin hilafına, (nübüvvet) dava edildiği vakit ortaya çıkan şeydir.(keramet her an ortaya çıkan şeydir.) Sonra, kerametin reddi, Hz.Meryem’in kerametinin zikredildiği âyetin inkarına götürür: “Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulurdu.” Ve Belkıs’ın tahtının zikredildiği ayeti ve Hz. Ömer’in, “Ey Sâriye! Sırtını dağa ver, dağa ver!” hadisini inkara götürür. 37- Sonra, cinler ve insanlar masum değildirler. Ancak Resuller ve Nebiler büyük günah işlemekten masumdurlar. Çünkü onlar, büyük günahtan masum olmasalardı, yalandan uzak duramazlardı. Fakat, şefaatleri zayıflamasın diye küçük günahtan masum değildirler. Çünkü imtihan edilmeyen, musîbetlerle sınanana karşı şefkatli davranamazlardı. Mutezile, peygamberler, küçük-büyük bütün günahlardan masumdurlar; çünkü onlar şefaati görmeyecekler, demektedir. 38- Sonra, Resuller, Cebrail vasıtasıyla kendilerine vahyolunan kimselerdir. Nebiler ise, Cebrail dışında başka bir melekle vahyolunan veya kendilerine rüyalarında (gerçekler) gösterilen veya ilham edilen kimselerdir. 39- Sonra, peygamberlerden meydana gelen zelle (sürçme,hata), o, vahy gelmeden önce bir şeyi yapmalarıdır. Hz.Davud’un (a.s.) vahy gelmeden önce Orya’nın ( )اوريــاeşi ile evlenmesi gibi; veya en üstün olanı terk edip sadece üstün olana meyletmesi; Hz.Âdem’in, Allah’ın ismine hürmeten nehyi terk etmesi gibi; hatta Allah şöyle buyurmuştur: “(Bu suretle) Âdem Rabbine âsî olup yolunu şaşır- 46 Temmuz/ 2017 dı.” Bu durum mani olma vechine göredir; yoksa büyük günah ve suç işlemeyi gerçekleştirmek değildir; Allah’ın dediği gibi: “Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık.” 40- Sonra, en doğru olan ki, şüphesiz Hz.Muhammed(s.a.v.) Hz.Âdem’den daha üstündür. Hz.Muhammed’den sonra(sıra itibariyle)gelen peygamberler mahlukatın en üstünüdür; sonra, Muhammed ümmetinin en üstünü Ebu Bekr, sonra Ömer, Osman, sonra Ali (Allah hepsinden razı olsun). 41- Sonra, Nebiler gibi insanoğlunun seçkin kimseleri, meleklerin havaslarından üstündür; meleklerin (Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil gibi) seçkinleri (hasları) insanoğlunun avam kısmından daha üstündür; insanoğlunun avam kısmı, meleklerin avam kısmından daha üstündür. Ama Rafiziler, “Allah’ım! Yaratıklarının sana en sevgili olanını bana getir, benimle beraber bu kuştan yesin.” Rivayetine dayanarak hz.Ali’yi, hz. Ebu Bekr ve sahabilere karşı üstün görmektedirler. Hemen akabinde hz.Ali Resulullh’a (s.a.v.)geldi; çünkü hz.Ali sahabenin en yiğidi, küfürden en uzak olanı ve en bilginleri idi. (Ebu Bekr’in üstün olduğuna dair) Ehl-i Sünnetin delili şu hadistir: “Ebu Bekr size oruç ve namazı ile değil, kalbindeki vakarı ile üstündür.” İbn Ömer’den (r.anhüma) rivayet edilmiştir. Biz, Resulullah(s.a.v.) aramızdayken şöyle derdik:Muhammed ümmetinin en üstünü Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali (r.Anhüm). “Yaratıkların en hayırlı olanını bana getir, mervi hadisi, üstünlüğün Nebilere karşı olmasını gerektirmez. Onların, (hz.Ali hakkındaki söyledikleri) daha cesur, daha bilgili sözlerine gelince, bu memnudur (kabul edilemez). Ehl-i Sünnet’in bazısı, Hz.Ali’yi, hz.Osman’a karşı üstün tutmaktadırlar. Sonra bazıları hz.Aişe’nin derecesi Peygamber (s.a.v.) ile beraber yükselmektedir. Bazıları ise, hz. Fatıma (daha üstün) demişler. Çünkü hz.Aişe’nin derecesi peygamber’e (s.a.v.) tabi olarak yükselmiştir. 42- Sonra, umuma göre, Nebilerden ve Resullerden sonra imamet haktır. Bazıları, imamet vacip değildir, demektedirler. Çünkü, ancak zulmü ve fitneyi defetmek için imama ihtiyaç duyulmaktadır; onlardan sakınmakla da ihtiyaçsızlık vaki olur. Biz deriz, imam seçmek, ashb-ı kiramın, Resulullah’ın vefatından sonra yaptıkları ittifaktan dolayı vaciptir; ihtilaf (imametin gerekliliği konusunda değil), ancak, kimin imam olacağını tayin ve tesbit etme konusundadır. Sonra imamın Kureyşli olması gerekmektedir. Rafiziler, (imamet) ancak Haşimilere uygundur, dediler ve hz.Ali ve evlatlarını belirlediler (kararlaştırdılar). Biz deriz, (imamet konusundaki) hadis mutlaktır (şu olsun kaydı yoktur). Şu kabileye ait de, öbürüne değildir, diye bir tahsis yoktur. Sonra, imamın (günahlardan) masum olması, Peygamber’in (s.a.v.) şu hadisine istinaden şart değildir: “Her iyi ve kötü imamın arkasında namaz kılınız.” Çünkü bir şeyin yasak ve serbestliği, Resullerin hilafına kitap ile sabittir. Rafiza ise, imamda masumiyet şarttır, demektedir. Keza, imamın müçtehid olması da şart değildir. Ama güçlü, cesaretli, savaş ve çatışma taktik ve tekniklerini bilen, hükümlerin uygulanmasına kadir birisi olmasının şart olması gerekir. 43- Sonra, Peygamber’den (s.a.v.) sonra hilafet, şu rivayete göre otuz sene olacak: “Benden sonra hilafet otuz senedir; melik olacak, sonra benbizya (birbirlerini ısıran, fitne fesat çıkaranlar) olacak.” Peygamber’den (s.a.v.) sonra ilk halife, ashabın ittifakıyla Ebu Bekr (r.a.)’dir; hatta Ömer şöyle demiştir: “Allah Resulü dinimizin işlerinde sana razı olmuş da, biz dünya işlerinde senden razı olmayalım mı?” Rafizilerin, Ebu Bekr, Ali’nin hilafet hakkını gasp etti,sözü batıldır; çünkü, bu gaspın zulüm olacağına dair sahabenin icmaı ile söylenmiş bir söz vardır (ki böyle bir gasp yoktur). Bir de Hz. Ali’nin, hz. Ebu Bekr’e (önce) bey’at etmeyip, sonra istemeyerek bey’at ettiğini iddia ettikleri husus vardır. Biz deriz, eğer hz Ali, hz. Ebu Bekr’in hak üzere olduğunu bilmekle beraber bey’atten imtina ettiyse, bu batıldır. Ali’nin bunu yaptığı düşünülmez. Eğer, onun (Ebu Bekr’in) batıl üzere olduğunu bilmekle beraber bey’at etmiş olursa, bu da caizdir; fakat onun iddiasına göre, kılıcının meşhur olmadığı (harekete geçmediği) ve onu da engellemediği delili ile batıl üzerinde olmaz; Sonra, hz. Ebu Bekr’in hilafeti sabit olunca, Ömer’in hilafeti de sabit olur. Çünkü, hz.Ömer’i halife atayan hz. Ebu Bekr’dir. Sonra, şüphesiz Ömer hiç kimseyi halife atamamış, altı kişiden birini seçmek için işi şuraya bırakmıştır; altı kişiden birisi hz Osman’a bey’at etti ve geri kalanlar da buna razı oldular; böylece ittifak meydana geldi. Sonra, hz.Osman’ın vefatından sonra, hz.Ali’nin hilafeti üzerinde sahabe ittifak etti. Sonra, kitapta adları geçen altı kişi şunlardır: Osman, Ali, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Sa’d b. Ebî Vakkas, Ridvanüllahi Teala aleyhim ecmain. Dipnotlar 40. Buharî a.g.e, I,102-103, bab, 28. 41. Maide, 5/45. 42. Bakara, 2/143. 43. Talak, 65/11. 44. Âl-i İmran, 3/85. 45. Hucurat, 49/14. 46. Nur, 24/35. 47. Taftazanî, Saduddin Mesud b. Ömer b. Abdillah, Şerhu ‘l Makasıd Fî İlmi’l Kelam, Pakistan, 1401/1981, II, 262; Hakemî, Hafız b. Ahmed b. Ali, Mearicü’l Kabul Bi Şerhi Süllemi’l Vusul, Daru İbni’l Kayyim, 1410/1990, III, 1011, bab,2, Tefasıli Ehli’l İman;Aclunî, İsmail b. Muhammed b. Abdilhadî, Beyrut, 1418/1997, II, 149, hadis no:2128. 48. Zümer, 39/22. 49. Â’raf, 7/121-122. 50. Enfal, 8/4,74. 51. Müslim, Ebu’l Hüseyin Müslim b. el Haccac, Sahihu Müslim, İstanbul,1401/1981, I, 671, bab, 35, hadis no:104. 52. Enfal, 8/38. 53. Ra’d, 13/39. 54. Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Nisa, 4/93. 55. İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el Gazvînî, Sünen-ü İbn Mace, İstanbul, 1404/1981, II, 1339, bab,23, hadis no, 4034. 56. Mâiz sahabeden biridr. Büyük bir günah işlemiş, bunu Peygamberimize itiraf etmiş, o da recm uygulamış; ama Mâiz’e imanını tazele teklifinde bulunmamıştır. 57. Eş’arî, Ebu’l Hasen Ali b. İsmail b. İshak b. Salim b. İsmail b. Abdillah b. Musa b. Ebi Bürde b. Ebi Musa, el İbane An Usuli’d Diyane, Kahire, 1397/1975, Babü’l Mes’eleti, I, 118. 58. Tevbe, 9/101. 59. Secde, 32/21. 60. İsra, 17/44 61.Enbiya, 21/47. 62. Nesaî, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali, Sünen-i Suğra Li’n Nesaî, Halep,1406/1986, III, 188, hadis no: 1578. 63. Âl-i İmran, 3/133. 64. Aclûnî, İsmail b. Muhammed b. Abdilhadî, Keşfü’l Hafa Ve Müzilü’l İlbas, Beyrut, 1418/1997, II, 250, hadis no: 2617. 65. Fussılet, 41/8. 66. Vakıa, 56/32,33. 67. Rum, 30/30. 68. Âl-i İmran, 3/37. 69.Razi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. el Hasen b. el Hüseyin, Mefatihu’l Gaybi Beyrut, 1420/1999,, 433; Taftazanî, Saduddin Mesud b. Ömer b. Abdillah, Şerhu’l Makasıd Fî İlmi’l Kelam, Pakistan, 1401/1981, II, 204. 70. Tâ Hâ, 20/21. 71. Tâ Hâ, 20/115. 72. Heysemî, Nureddin Ali b. Ebi Bekr b. Süleyman, Keşfü’l Estar An Zevaidi’l Bezzar, Beyrut, 1399/1979,III, 194. 73. Et Tavil, Rızk, Medhal Fî Ulûmi’l Gıraat, Mektebetü’l Faysaliyye, 1405/1985, I, 82; Gazalî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, Kavaidü’l Akaid, Lübnan, 1405/1985, I, 116, bab,39; Aclûnî, a.g.e, II,170, hadis no:2226. 74. İbn Ebi’lİzz, Sadruddin Muhammed b. Alaiddin Ali b. Muhammed, Vüzaratü’ş Şuûni’l İslamiyye, ve’l Evkat ve’l Daveti ve’l İrşat,1418/1996, I, 365. 75. Beğavî, Ebu’l Kasım Abdullah b. Muhammed b. Abdilaziz b. Merzüban b. Sabur b. Şahinşah, Mecmûu’s Sahabe, Küveyt, 1421/2000, IV, 368; İsbehanî, Ebu Nuaym Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshak b. Musa b. Mehran, Tarihu Esbehan= Ahbaru Esbehan, Beyrut, 1410/1990,I, 295. Temmuz/ 2017 47 Hasan TUĞ Sahâbe-İ Kiramın Tefsir Kaynakları Açısından Önemi “ Unutulmaması ve üzerinde durulması gereken bir husus da şudur; Sahabe-i Kiram Kur’ân-ı Kerim’in tamamını tefsir etmemişlerdir. Sadece onlar ihtiyaç doğrultusunda ayet-i ihtiyaç kerimeleri duyulan tefsir etme yoluna gitmişlerdir. Ayrıca Sahabe döneminin Tefsir İlmi açısından elimizdeki kaynaklar 48 Temmuz/ 2017 ” sınırlıdır. Özet: Kur’ân’ı Kerim’in başlıca emirlerinden ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in aslî vazifelerden biri de tebliğ etme vazifesidir. Yani bu görevin kapsamı Kur’ân’ı açıklamak ve insanlara ulaştırmaktır.1 Hz. Peygamber (s.a.v) vahyi tebliğ ederken hem kitabın lafzını hem de lafzın taşıdığı manayı ulaştırmayı hedeflemiştir.2 Bu hedef doğrultusunda ve Kur’ân’ı tebliğ etme aşamalarında da bir takım kimselerle muhatap olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) bu muhatap olduğu kişilere, kendilerine verilen bu vazife doğrultusunda yani Kur’ân’ı tebliğ etme aşamalarında da bir takım emir ve nehiyleri onlara ileterek vazifesini tamamlamıştır. “Sahabe” olarak adlandırılan bu kişiler de kendilerine bildirilen bu bildirileri birtakım yöntem ve teknikleri ile sonraki nesillere ulaştırmıştır. Bu nesil yani Sahabe nesli, Hz. Peygamber (s.a.v) diliyle “en hayırlı nesil”3 olarak nitelendirilmiştir. Bu sebepten dolayı bu makalede Sahabe-i Kiram’ın Kur’ân’ı anlama konusunda ve tefsir ilmindeki önemi ve bazı meşhur tefsirci Sahabeler belirtilmiştir. Anahtar Kelimeler: Sahabe, Kur’ân, Tefsir. The main orders from the Quran and the Prophet. Prophet (s.a.v) one in primary duty is the duty to communicate the well. So the Qur’an describes the scope of this task to transport the people. Hz. The Prophet (s.a.v) and the book of revelation of the verses while the wording of the communiqué was aiming to convey the sense that carry both literal. In line with this objective that has been addressed in a number of stages with no notice of the Qur’an. It is addressed to people who, in a number of orders and nehiy given to them in this task in accordance with that notice of the Qur’an stage has completed its task by passing them. This generation to generation so Companions, the Prophet. The Prophet (s.a.v) language as the “most auspicious generation” has been called. Keywords: Companion, Quran, Tafsir. GİRİŞ Tefsir ilminde Sahabenin Kur’ân’ı tefsiri, onların tefsir yöntem özellikleri ve bu özelliklerine dair çeşitli misaller verilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) vahyin ilk muhatabı olduğu için tefsire dair beyanları müfessirler tarafından bağlayıcı kabul edilmiş, onun bu açıklamaları Kur’ân’dan sonra en mühim tefsir kaynağı olarak kabul edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kur’ân’a dair açıklamalarına muhatap olan ilk kişiler de Sahabe-i kiramdır. Sahabe muhatap oldukları bu hitaba kulak vermişlerdir. Ayrıca bu hitabı hayatlarına uygulamışlardır. Bu çerçevede Sahabe tefsir tarihi silsilesinde Hz. Peygamber (s.a.v)’in ilk öğrencileri olarak nitelenmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v) vahye dair ne almışsa, onu ilk olarak Sahabeler işitmiş ve uygulamışlardır. Tefsir ilmine dair de ilk açıklamalar ve beyanlar Sahabeye yapılmış ve onlara öğretilmiştir. Bu sebepten dolayı tefsir ilmi açısından Sahabenin yeri ve önemi büyüktür. Sahabeler İslâm’ı öğrenmek için Hz. Peygamber (s.a.v)’e müphem ve mücmel kelimelerin manası, âyette maksudun tâyin edilmesi, manasını bildikleri isimlerin sıfatları ve gayba dair bir takım sorular sormuşlardır.4 Bu sorulara istinaden Peygamber (s.a.v)’in zihinlerdeki istifhâmları izâle etmek için verdiği cevaplar onların tefsir yaklaşımlarına, anlayışına ve fikir edinmelerine de bir hayli etkili olmuştur. Sahabe’nin Kur’ân hakkında tereddütlerinin benzerleri daha sonraki asırlarda da sorulmuştur. Çünkü Kur’ân’ın muhtevasında yer alan bilgilerin çok yönlü ve değişik amaçları içermesi ve bunların en güzel tarzda sunulması, her insan tarafından kolay anlaşılmamıştır. Ayrıca İslam’ın farklı milletlere ve toplumlara yayılması, bir de buna insanın tabiatında olan birtakım kusurlarda eklenince, Kur’ân etrafındaki sorular ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kur’ân’a dair açıklamalarına muhatap olan ilk kişiler de Sahabe-i kiramdır. Sahabe muhatap oldukları bu hitaba kulak vermişlerdir. Ayrıca bu hitabı hayatlarına uygulamışlardır. Temmuz/ 2017 49 fikirlerin arttığı görülmüş ve farklılaşmıştır. Bu ve benzeri sorular her asırda görülmüştür. Bu sorulara verilen cevaplar ve Kur’ân’ın amacına uygun olarak anlaşılma ameliyesi tefsir kaynaklarını meydana getirmiştir. Bu makalede, Hz. Peygamber (s.a.v)’in tefsir hakkındaki fikir ve beyanlarının iyi anlaşılması Sahabe tefsirinin iyi anlaşılmasından geçtiği ve sonraki asırlar için de birer kaynak niteliğinde olduğu işlenmektedir. 1. Sahabe Tefsirinin, Tefsir İlmi Açısından Önemi Tefsir ilminin doğuşunda Sahabenin tefsir anlayışının önemli bir yeri bulunmaktadır. Çünkü Sahabeler kendi ortamları Arap oldukları için Arap dilinin üslup ve inceliklerini, Arap örf ve âdetlerini iyi biliyorlardı. Ayrıca onlar bu bilgilerine binaen sarsılmaz bir imana sâhiptirler. Aynı zamanda onlar eski medeniyetlerin tesirinden uzak yaşadıkları için zihinleri berrak ve dilleri fasihtir. Bundan dolayıdır ki onlar, Kur’ân’ın maksat ve gayesini iyi kavramışlar, akıllarına takılan konuları da Hz. Peygamber (s.a.v)’e sorarak öğrenmişlerdir. Böylece Kur’ân’ın iniş sürecini müşahede etmişler ve bu esnada meydana gelen olaylara da şahit olmuşlardır. Bu birikim ile Hz. Peygamber (s.a.v)’den nakil yoluyla aldıkları ilim ve imanla yüksek seviyelere ulaşmışlardır. Bu durum onları tefsir konusunda Resulullah’tan sonra en güvenilir konuma getirmiş, onların tefsir açısından önem ve fonksiyonlarını arttırmıştır. { Ancak dikkat çekilmesi gereken bir husus daha vardır. Sahabenin tamamı Kur’ân’ı anlama konusunda aynı seviyede değildirler. Çünkü onların hem zekâ hem de ilmi elde etme imkânları bakımından durumları farklılık arz etmektedir. Örneğin Hz. Ömer (r.a), Hz. Ali (r.a) Abdullah b. Abbas (r.a), Hz. Aişe (r.a) vs. Arap dilinin üslup ve inceliklerini, eski Arap şiirini, Arap örf ve geleneklerini çok iyi bilmekte ve bu kişilerin Hz. Peygamber (s.a.v)’e yakınlıkları bilinmektedir. Bunların yanında farklı milletlerden olan Selman b. Fârîsî (r.a) Bilal Habeşî gibi Arap olmayan Sahabeler de mevcuttur. Bu durum göz önüne alındığında Sahabelerin Kur’ân’ı anlama şekilleri farklılık göstermekte ve bu farklılıklardan dolayı Kur’ân’ı tefsir konusunda farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır. 2. Sahabenin Tefsire İlmine Yaklaşımı Ve Tefsirdeki Yöntemleri Sahabeler, Hz. Peygamber (s.a.v) hayatta iken karşılaştıkları soruları ona sorup cevaplarını ondan öğreniyorlardı. Onun vefatından sonra ise Kur’ân’ı tefsir etme konusunda iki gruba ayrıldılar. Bir grup Sahabe İslam’ın ilk günlerinde olduğu gibi tefsir ile ilgili mevzularda çekingen davranarak re’y ile tefsire karşı çıkanlar ki, Bu kısım sahabelerde Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Kim bilgisizce Kur’ân hakkında bir şey söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın”5 “Kim sırf kendi içtihadı ile Kur’ân hakkında bir şey söylerse isabet etse bile hata etmiş olur”6 şeklindeki } Hz. Peygamber (s.a.v)’in ilk öğrencileri olarak nitelenmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v) vahye dair ne almışsa, onu ilk olarak Sahabeler işitmiş ve uygulamışlardır. Tefsir ilmine dair de ilk açıklamalar ve beyanlar Sahabeye yapılmış ve onlara öğretilmiştir. Bu sebepten dolayı tefsir ilmi açısından Sahabenin yeri ve önemi büyüktür. 50 Temmuz/ 2017 rivayetlerin etkili olduğu söylenebilir. Onlar bu gibi rivâyetleri esas alarak âyetleri tefsir etme konusunda çekinceli davranmışlardır. Bu duruma; Hz. Ebu Bekir (r.a)’a “eben” kelimesinin anlamı sorulunca “Allah’ın kitabına dair her şeyi kendi fikrime göre tefsir eder veya anlamını bilmediğim bir şey hakkında konuşursam, hangi arz beni üzerinde taşır ve hangi sema beni altında gölgelendirir”7 şeklinde vermiş olduğu cevabı, Hz. Ömer (r.a) da söz konusu âyetin içinde yer aldığı sûreyi minberden okuyup, “bütün bunları biliyoruz, fakat “ebben” kelimesi hakkında Allah’a yemin ederim ki bu bir zorlamadır”8 diyerek, re’y ile tefsiri tasvip etmediğini ifade eden sözleri örnek olarak gösterebiliriz. Zikredilen bu ve benzeri rivâyetler bize bir kısım Sahabenin Kur’ân’ı tefsir etme konusunda duyarlılık gösterdikleri; âyetleri kendi reylerine göre tefsir etmekten uzak durmayı tercih ve tereddüt ettiklerini göstermektedir. Bir kısım Sahabeler de naklin bulunmadığı yerde kendi içtihatlarıyla Kur’ân’ı tefsir etme yoluna gitmişlerdir. Bu Sahabeler, herhangi bir âyeti tefsir ederken öncelikle Kur’ân’a sonra da Resulullah’ın sünnetine başvurmuşlar, eğer aradıkları cevabı bu iki kaynakta bulamazlarsa kendi içtihatları ile tefsire yönelmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v)’den nakil yoluyla aldıkları ilim ve imanla yüksek seviyelere ulaşmışlardır. Bu durum onları tefsir konusunda Resulullah’tan sonra en güvenilir konuma getirmiş, onların tefsir açısından önem ve fonksiyonlarını arttırmıştır. İçtihad içeren bu tefsirler; genel olarak ya dil ya da din olgusuna önem vermektedir. Çünkü Kur’ân onların ana dilleriyle nâzil olduğu için9 onun lafız ve tepkilerini, inceliklerini Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra en iyi bilen onlardır. Sahabelerin dil tahlilleri ile birlikte Arap şiirini çok kullandığı görülmektedir. Özellikle İbn Abbas’ın tefsirde Arap şiirini çok kullandığı rivâyet olunmuştur. Mesela kendisine soru soran Nâfî b. Ezrak’a cevaben her kelimeyi beyt okuyarak cevaplandırdığı ifade edilir. Örnek olarak; “Şimdi ne oluyor o inkâr edenlere ki, sana doğru boyunlarını uzatarak konuşuyorlar: sağdan ve soldan bölük bölük”10 âyetinde geçen “izin” kelimesini “ince halkalar ve dağınık fırkalar” şeklinde tefsir etmiş ve bu ifadelerini bir beyitle desteklemiştir. Ayrıca Ashâb, tefsir yaparken nesih-mensuha, nüzul sebeplerine dikkat çektiği yerler de vardır. Örneğin; Abdullah b. Ömer’in “Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır.” Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz” âyeti inzâl olunca; Ashab: “Ey Allah’ın Resulü! Ondan yararlanıp onu içelim” deyince “Ey iman edenler! Siz sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” âyeti inzâl edildi. Daha sonra da içkinin kesin bir biçimde haram olduğunu bildiren âyet nâzil oldu; “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” Bu âyetle birlikte içki kesin olarak yasaklanmış oldu. Temmuz/ 2017 51 Burada dikkat edilmesi gereken konu Sahabenin aralarında bir takım farkların olmasıdır. Çünkü Sahabeler farklı kültür, zekâ ve ilimlere sâhiptiler. Onların bu farklılıkları Kur’ân’ı anlama konusunda da farklılık göstermektedir. Ayrıca bir kısım Sahabe Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanında uzun süre dururken, bir kısmı da kısa zaman zarfında yanında bulunmuşlardır. Bunun için onların Kur’ân anlayışları da elbette farklılık arz edecektir. Dolayısıyla bu farklılıklar onların farklı tefsir yorumu yapmalarına vesile olmuştur. Onların bu farklılıkları tezat değil, çeşitlilik farkıdır. Bu durum göz önünde bulundurulursa bir kelimenin birden fazla farklı şekilde açıklamış olduğu görülecektir. 3. Sahabe Tefsirinin Bağlayıcılığı Bu durumu izah edebilmek için hadis usûlü açısından Sahabe sözlerinin ne ifade ettiği bilinmelidir. Kaynaklara göre Sahabe sözleri ya merfu hadis hükmündedir ya da mevkuf haberdir. Eğer Sahabenin yapmış olduğu açıklamalar, üzerinde içtihat etme ve fikir yürütmenin mümkün olmadığı bir alana ait ise bunlar merfu haber hükmünde kabul edilmiştir.11 Merfu haberler dışında fikir yürütülmesi ve içtihat edilmesi mümkün olan durumlara ait olan haberlere mevkuf haber denir.12 Bu duruma göre müfessirler tarafından merfu haberler bağlayıcı görülüp, delil olarak kabul edilmiştir.13 Bu tür rivâyetler onların bizzat şahit oldukları duruma dayanmaktadır. Mevkuf haberlere gelince ise bu haberler Sahabenin bilgi birikimine dayanan ve içtihadın mümkün olduğu haberlerdir. Bu haberlerin bağlayıcılığı konusunda Müfessirler arasında ihtilaf görülmektedir. Bunların bir kısmına göre bu haberleri almak vacip olmayıp; bu haberler içtihada dayanmaktadır. Müçtehidin de yanlış yapma olasılığı mevcut olduğu için tefsirde kullanmak için içtihada bağlıdır.14 Diğer kısım müfessirler ise Sahabeler bu bilgileri, Hz. Peygamber (s.a.v)’den ders almışlardır. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra Kur’ân’ı en iyi bilen onlardır.15 Yani içtihat edilmesi mümkün olmayan konularda Sahabenin tefsiri bağlayıcı olduğu savunulmuştur. 4.Sahabelerin Yapmış Olduğu Tefsirin Genel Nitelikleri Sahabeler, Kur’ân’ın tamamını tefsir etmemiş ve buna da ihtiyaç duymamıştır. Sadece ihtiyaç duydukları durumları tefsir etmişlerdir. Tefsirdeki yöntemleri, âyeti; âyetle, sünnetle ve nüzul sebepleri ile açıklamışlardır. Sahabe arasında zuhur eden ihtilaflar görülmüş, bu ihtilaflar tezatlık değil ziyade çeşitliliği olarak ifade edilmiştir. Sahabeler ahkâm âyetlerinden hüküm istinbâtında bulunmamışlar ve tefsir kaynakları daha bu dönemde henüz tedvin edilmemiştir.16 5.Meşhur Müfessir Sahabeler Tefsir ilminde şöhrete ulaşan Sahabe müfessirler Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a), Hz. Ali (r.a), Abdullah b. Abbas (r.a), Abdullah b. Mesud (r.a), Ubey b. Ka’b (r.a), Zeyd b. Sabit (r.a), Abdullah b. Zübeyr (r.a), Ebu Musa el-Eş’âri (r.a)17’dır. 18 52 Temmuz/ 2017 Sahabenin tamamı Kur’ân’ı anlama konusunda aynı seviyede değildirler. Çünkü onların hem zekâ hem de ilmi elde etme imkânları bakımından durumları farklılık arz etmektedir. Sonuç Bu makalede Tefsir ilmi açısından sahabenin yeri ve önemi ele alınmıştır. Bu incelemede Tefsir ilminde sahabe önem arz etmektedir. Sahabenin İslam dini ile ilk müşerref olma özelliğine sahip oldukları esas alınırsa onların Tefsir ilmi açısından önemi büyüktür. Onlar Hz. Peygamber (s.a.v)’in öğrencileridir. Bu sebeple Hz. Peygamber hakkında bilgi ve onun öğretileri sahabeden rivayet edilmiştir. Ama onların Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanında bulunup bulunmama konusunda farklılıkları olması konuya yaklaşım açısından da önemlidir. Bu sebeple onlar Hz. Peygamber’den sonra silsilenin en başındadır. Tefsir ilminde ün kazanmış başlıca sahabeler de bulunmaktadır. Sahabenin Tefsir konusunda da yaklaşımları farklıdır. Bir kısmı tefsir etme konusunda çekingen davranırken bir kısmı da kendi şartları doğrultusunda bir takım bilgi ve rivâyetler doğrultusunda ve şiir ile Kur’ân’ı tefsir etme yoluna gitmişlerdir. Unutulmaması ve üzerinde durulması gereken bir husus da şudur; Sahabe-i Kiram Kur’ân-ı Kerim’in tamamını tefsir etmemişlerdir. Sadece onlar ihtiyaç doğrultusunda ihtiyaç duyulan ayet-i kerimeleri tefsir etme yoluna gitmişlerdir. Ayrıca Sahabe döneminin Tefsir İlmi açısından elimizdeki kaynaklar sınırlıdır. BİBLİYOGRAFYA CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsîr Usûlü, T.D.V. Yay., Ankara, 2010. DEMİRCİ, Muhsin, Tefsir Tarihi, İfav Yay., Beşinci Baskı, İstanbul, 2009. İBN KESÎR, Ebu’l-Fida İsmail, Hadislerle Kur’ân’ı Kerim Tefsiri, (Çvr; Bekir Karlıağa, Bedrettin Çetiner) Çağrı Yayıncılık, İstanbul,1990. GÜMÜŞ, Sadreddin, Kur’ân Tefsirinin Kaynakları, İstanbul, 1990. MÜSLİM, Fedâilü’s-Sahabe, Shamela.ws. (06.04.2017) TABERÎ, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vi’l-Ayn’l-Kur’ân, (Yy: Ahmet Subaşı) Ümit Yay. Ümit Yayınları, İstanbul, 1955. TİRMİZÎ, Fedâilü’l-Kur’ân, (Hazırlayan: Abdullah Parlayan) Konya, Kitapçılık, ts. SUYUTÎ, İmam Celâluddîn, el-Itkân fi Ulumi’l-Kur’ân, (Trc: Sakıp Yıldız, H. Avni Çelik) Hikmet Neşriyat, İstanbul, 1987. SUYÛTÎ, Celâluddîn, Tedribu^r-Râvi, yy., ts. ŞÂTİBÎ, el-Muvâfakât, (Trc: Mehmet Erdoğan) İstanbul, 1999. ZEHEBÎ, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, Mısır, 1976. ZÜRKÂNÎ, Muhammed Abdulazim, Menâhilû’l-İrfân, Dâru’l-Hadis, Kâhire, 2001. Dipnotlar * Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fak. Yüksek Lisans Öğrencisi, ([email protected]) 1. Mâide, 5/67. 2. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsîr Usûlü, T.D.V. Yay., Ankara, 2010, s.232. 3. Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, s.216, Shamela.ws. (06.04.2017). 4. Zürkânî, Muhammed Abdulazîm, Menâhilü’l-İrfân, Dâru’l-Hadis, Kâhire, 2001, c.I, s.24. 5. Tirmizi, Tefsir, s.1; Taberî, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vi’l-Ayn’l- Kur’ân, (Yy: Ahmet Subaşı) Ümit Yay., c.I, s.27. 6. Tirmizi, a.g.e, s.1. 7. Taberî, a.g.e, c.I, s.27; İbn Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail, Hadislerle Kur’ân Tefsiri, (Çev: Komisyon) Çağrı Yay., İstanbul, 1990, c.IV, s.473. 8. İbn Kesir, a.g.e, c.IV, s.473; Suyûtî, İmam Celâluddîn el-Itkân fi Ûlûmi’l-Kur’ân, (Trc: Komisyon)Hikmet Neşriyat, İstanbul, 1987, c.I, s.149. 9. Yûsuf, 12/2. 10. Me’âric, 70/36-37. 11. Suyûtî, Tedribu’r-Râvi, yy., ts., c.I, s.192. 12. Bkz. Subhi Salih, Hadis İlimleri, s.175. 13. Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, Mısır, 1976, c.I, s.95. 14. Şâtîbi, el-Muvafâkat, (Trc: Mehmet Erdoğan) İstanbul, 1999. c.IV, s.41. 15. Gümüş, Sadreddin, Kur’ân Tefsirinin Kaynakları, İst. 1990, s.77-78. 16. Suyûtî, Itkân, c.I, s.158. 17. Suyûtî, Itkân, c.II, s.239. 18. Bilgi için: bkz. Demirci, Muhsin, Tefsir Tarihi, İfav Yay., Beşinci Baskı, İstanbul, 2009, s.75. Temmuz/ 2017 53 Yusuf KARAGÖZOĞLU Bidatçilerin Batıl Söz ve Hakaretlerine Karşı Selefi Müdafaa Etmek “ Biraz cesaretli olun da fikrinizi açıkça beyan edin. Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, İlhami Güler, Mustafa Öztürk, Abdulaziz Bayındır, Edip Yüksel vb bidatçilerle aynı görüşlerdeyseniz sizi takip eden müslümanlara bunu belirtin, yok farklı görüşteyseniz İslamoğlu’nun kanalı olan Hilal Tv de ne işiniz var? 54 Temmuz/ 2017 ” Halef sonradan gelenler, selefte önceden yaşayanlar anlamındadır; şimdikiler öncekilerin halefi, öncekiler şimdikilerin selefidir. Dikkat edersek adım adım kıyamete yaklaşıyoruz; tabii ki kıyamet alametleri vuku bulmadan kıyamet kopmayacaktır. Bu alametlerden biri de hiç şüphesiz selefi salihine tahkir ve tezyif edici söz söylemek, çirkin ve alaycı bir üslupla hakaret etmektir. Sünneti ihya etmekle ömrünü tüketen tefsir, hadis, fıkıh ve kelamda ümmetin gözbebeği olan selefin alimlerine dil uzatmak bidatçilerden başkasının işi değildir. O bidatçiler ki, sözleri baldan tatlı ama zehirli, açıklamaları ilmi olmaktan uzak hissi, nefsi ve tamamen keyfidir. Tüm ümmetin adalet, doğruluk ve takva yönünden en üstün oldukları üzerinde icma ettikleri Sahabe, Tabiun, Tebeuttabiunun yanısıra Hadis, Fıkıh ve Mezhep imamları hakkında iftira etmek, incitici söz söylemek yada hakaretvari konuşmak ve davranmak kesinlikle bir müslümana yakışmaz. Mezhep imamlarını beğenmeyen, hadis imamlarını kabul etmeyen fitneci güruhlar peyda olmuş, daha yediği lokmanın bile helal olup olmadığı meçhul olan, maaşında faizin olduğu, banka kredisine bulaşmış, ibadetinde gevşek davranan, gösteriş delisi, komşusunun kendisinden razı olmadığı, dini samimiyetini göremediğimiz muamelatattan aile hayatına birçok konuda isviçre medeni hukukuna göre yaşayan nice belamlar, münafık sosyete hocaları, işi gücü şer çıkarmak olan yerli oryantalistleri görmek sıradanlaştı artık. Bakarsınız Sahabeden Hz.Muaviye’ye, Hz. Ebu Hureyre’ye, Hz. Aişe validemize, burun kıvırırlar, Hadis imamlarımızdan İmam Buhari’ye, İmam Müslim’e, Mezhep imamlarımızdan İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye, İmam Malik’e, İmam Şafii’ye, İmam Ahmed bin Hanbel’e dil uzatırlar, neymiş onlar da bizim gibi birer insan, onları putlaştırmayın yahu diye söze başlarlar. İslam tarihini taraflı okumak oryantalistlere önce şiadan, daha sonrasında onları takip eden mutezileden geçmiştir. Nitekim islam tarihinde vuku bulmuş olan üzücü hadiselerden olan Cemel ve Sıffin savaşlarında Hz. Ali tarafını tutan fitneci Şiiler, Hz. Aişe ve Hz. Muaviye ile onların safında yer alan sahabileri küfürle itham etmişlerdir. Gelin isterseniz islam tarihinin tozlu sayfalarından sahabe arasında vuku bulmuş olan bu üzücü hadiseleri Müslüman bakış açısıyla yeniden inceleyelim. Hicretin 36.yılında meydana gelen Cemel vakasında sayıları on bini bulan Hz. Ali ve yanındakiler Hz. Osman’ın katillerini tespit edilmesinin ortam ve şartlardan dolayı ertelenmesi gerektiğini düşünürken, sayıları beş ile altı bin civarında olan Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ve yanındakiler Hz. Osman’ın katillerini derhal bulunması görüşündeydiler; zaten asıl anlaşmazlık bu noktada belirmeye başladı. Bu üzücü hadise sonucunda şehid olan Hz. Talha ve Hz. Zübeyr için gözyaşı döken Hz. Ali Hz. Peygamber aleyhisselam’dan duymuş olduğu bir hadise mebni olarak Hz. Aişe’yi Medine’ye gönderdi. Çünkü ikisi arasında vuku bulacakların yer aldığı hadis şöyledir: Bir gün Hz. Peygamber Efendimiz: “Ya Ali ileride seninle Aişe arasında bir ihtilaf çıkacaktır.” diye buyurdu. Hz. Ali -hayretler içerisinde- “Ben mi?” diye sordu. Efendimiz: “Evet” diye cevap verdi. Bunun üzerine, Hz. Ali: “Haksız taraf ben miyim?” diye sordu. Efendimiz: “Hayır! Ancak aranızda bu olay gerçekleştiğinde Aişe’yi iyice gözetip güvenliğinin sağlandığı yere gönder.” buyurdu. (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 13/55) Elbette Hz. Ali kararında daha haklı ve isabetliydi, lakin karşı taraftaki sahabiler Hz.Osman’ın katillerine kısas uygulanması konusunda ictihat etmiştir, yanılıp hata etseler de bundan dolayı kınanmazlar. Demek ki takdiri ilahinin böyle olması iktiza edecekti. Bazı bidatçilerin dile getirdikleri gibi Hz.Aişe, Hz.Talha, Hz. Zübeyr ve beraberindeki sahabiler Hz.Ali’ye Sünneti ihya etmekle ömrünü tüketen tefsir, hadis, fıkıh ve kelamda ümmetin gözbebeği olan selefin alimlerine dil uzatmak bidatçilerden başkasının işi değildir. O bidatçiler ki, sözleri baldan tatlı ama zehirli, açıklamaları ilmi olmaktan uzak hissi, nefsi ve tamamen keyfidir. Temmuz/ 2017 55 Tüm ümmetin adalet, doğruluk ve takva yönünden en üstün oldukları üzerinde icma ettikleri Sahabe, Tabiun, Tebeuttabiunun yanısıra Hadis, Fıkıh ve Mezhep imamları hakkında iftira etmek, incitici söz söylemek yada hakaretvari konuşmak ve davranmak kesinlikle bir müslümana yakışmaz. karşı isyan edip ayaklanma başlatmış olsalardı; Basra’ya değil de, doğrudan Medine’ye giderlerdi. Hiç öyle olmadı, aksine Hz. Ali onlara karşı hazırladığı orduyla yol çıktı. Hicretin 37. yılında vuku bulan Sıffin savaşındaysa, Hz.Ali tarafı yüzbin Hz.Muaviye tarafı yetmiş bin civarındaydı. İki taraf da karşılıklı şartlar görüşülürken Hz.Muaviye önce amcaoğlu Hz.Osman’ın katilerini teslim edilip ardından biat edeceğini söylerken, Hz.Ali de hilafeti için önce biat edilip Hz.Osman’ın katillerinin durumun sonraya bırakılmasını dile getirmiştir. Her iki taraf arasındaki anlaşmazlık bu konuda çıkmıştır. Hem Cemel hem de Sıffin savaşlarında Hz. Ali’nin karşı taraftaki sahabilere göre hakka daha yakın oluşu şu emarelerden anlaşılabilir. Hz. Ali safında savaşan hakkında Resul-i Ekrem (sav)’in, “Vah Ammâr! Kendisini âsi (bâği) bir topluluk öldürecek.” (Buhârî / Salât, 63 Cihad, 17) dediği Ammar bin Yasirin Hz. Muaviye’nin ordusu tarafından şehid edilmesi ve haricilerin hakka daha yakın grup tarafından öldürüleceği. Haricilerin öldürüleceğiyle ilgili olarak Buhari ve Müslim, Ebu Said’den Rasulullalh’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Müslümanlar tefrikaya düştüklerinde onlardan bir fırka (dinden) çıkacak ve iki gruptan daha haklı olanı bu fırkayı öldürecektir” ( Müslim, Zekat: 150: Ebu Davud, Sunnet: 12). Ehl-i Sünnet uleması da ictihatlarında hata eden Hz. Muaviye ve beraberindekilerin bir ecir, ictihatında isabet eden Hz. Ali tarafınınsa iki ecir aldığı, ayrıca ictihatından dolayı hata eden müctehid sahabiye buğzeden kimsenin isyancı olduğu görüşlerini savunmaktadır. Bu konuda ulemadan Hâfız İbni Hacer-i Mekkî diyor ki: “Hazret-i Ali ve ehl-i beytin hakiki düşmanları Haricî taifesi ile Şam halkından onlara benzer kimselerdir. Sahabeden Muaviye ve benzeri değillerdir. Çünkü Muaviye ve arkadaşları Hazret-i Ali ve taraftarlarıyla yaptıkları münakaşa ve ihtilafları hususunda ictihadlarına dayanıp te’vil sahibi olduklarından dolayı, Allah’tan onlara bir ecir, Hazret-i Ali ve ona tabi’ olanlara iki ecir vardır. Allah hepsinden razı olsun.” (es-Sava’iku’l-Muhrika, Bedir Yayınevi, s. 348-349) Yine ulemadan İmam-ı Kurtubî diyor ki: “Ashab arasında birçok muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların bu husustaki hâlleri, ahkâm babında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya hepsi hakka isabet etmiştir denilir, yahut isabet eden bir tanesidir. Fakat hata eden mazur olur. Çünkü o reyine ve zannına göre muhataptır. İşte bunlardan birine meâzallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse âsî olur; tevbe etmesi gerekir.” (Kaynak: A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınevi, 1983; c.1, Bab:33, s.345) Ashabın dindeki yerini bilmeden, heva ve hevesine göre konuşanlar, ümmetin fıkıh ve hadis imamlarını pervasızca ve mesnedsizce eleştirenler ya proje 56 Temmuz/ 2017 - Bahaîlikte, herkes malının yüzde beşini, topluadamıdırlar yada cahilliğinden böyle yapıyorlar. Proje adamları derken aklımıza hemen dinlerarası diyalog mun başında bulunan 19’lar heyetine vermek zorunprojesi gelmeli. Hani şu fetönün ilahiyat profesörü dadır. Fethullahçı organizasyon ve vakıfların başındaSuat Yıldırım’ın mealinde İncil ve Tevrat gibi tahrif ki yönetim kurulu da 19 kişidir. edilen kaynaklarla Kur’an ayetlerini açıklaması, yetmedi Kelime-i Tevhid’in ikinci kısmı olan “MuhamBahailik demişken şu Amerika’daki meşhur kenmeden Resulullah” kısmının çıkarılması garip de- dini peygamber ilan eden Reşad Halife’nin sadık hizğil mi! Peki ya Zaman Gazetesi’nin, 14 Nisan 2000 metkarı bahai Edip Yüksel’i unutmamak gerek. Kuratarihinde “Diyalogdan düğüne” manşetini verdiği nı Kerim’in 19 mucizesi üzerine kurulduğunu Tevbe Ayasofya’ya düşürülen haç gölgesi etkinliğine ne di- Suresi’nin son iki ayetinin buna uymadığı için haşa yeceksiniz? O yıl nisan ayında Harran’daki, ‘Dinler Kuran’a sonradan eklendiğini iddia eder, bu yüzden Arası Diyalog’ sempozyumunda Hıristiyan Lester babası Molla Sadrettin Yüksel oğlu Edib’in bu ayetKurtz ile Müslüman Mariam Kurtz’a haham, papaz leri inkar ettiği için mürted olup dinden çıktığını ve ve müftünün huzurunda nikah kıyılmasından söz kendisini evlatlıktan reddettiğini söylemiştir. Benzer ediyorum. Son dönemde ülkede fitnenin başını çe- şekilde Kayseri’nin önemli alimlerinden olup aynı zaken kendisinde Bahailiğin işaretleri de olduğu tespit manda emekli bir vaiz olan merhum Ahmed İslamoğedilen vatikanın hizmetkarı kardinal papaz fethullah lu da oğlu Mustafa İslamoğlu’nun için “Mustafa’yı gülen haininin bizlere ibret olması lazım. Semih Tufan şeytanım kadar sevmiyorum, dünyaya fesat daGülaltay, İleri Yayınları’nğıtıyor. Humeyni’nin dan çıkan “Fethullah Haricilerin öldürüleceğiyle ilgili birinci adamı! Dua Müslüman mı?”adlı adlı kiedelim de Cenab-ı olarak Buhari ve Müslim, Ebu Said’den tapta fethullahçıların içinHak hidayet eylesin. Rasulullalh’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu Yaşı 55 oldu, torun sade batiniliğin fazla olduğu risalelere kainat kitabı denakletmişlerdir: “Müslümanlar tefrikaya hibi oldu ama İran kanilmesini, yine bahailerin düştüklerinde onlardan bir fırka (dinden) falı, Humeyni kafalı, ev-mabedlerine benzer şeevinin her tarafı İrançıkacak ve iki gruptan daha haklı olanı lıların kitabıyla dolu, kilde ışıkevleri kurduklarını anlatır. Devamla kitapta bu fırkayı öldürecektir” ( Müslim, Zekat: o yüzden babasıyla da Fethullahçılıkla Bahaî inagörüşemez.” Demişti, 150: Ebu Davud, Sunnet: 12). nışları arasındaki paralelbuna karşılık Mustafa, da likler şöyle anlatılır: babasına “80’e merdi- Bahaîlerde ibadete başlama yaşı 16’dır. Fethullah Gülen de bir kitabında şöyle demektedir: “16 yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi sayıyorum.” - Bahaîlikte el öptürmek kesinlikle yasaktır. Fethullah Gülen de el öptürme konusunda şöyle diyor: “Fevkalade rahatsızlık duyuyorum. El öptürme prensibim hiç yoktur.” - Bahaîler, camiye girmez, cemaatle namaz kılmaz. Sadece cenaze namazı kılarlar. Gülaltay’a göre, Fethullah Gülen’in de cenaze namazı dışında camiye girip namaz kıldığını şu ana kadar kimse görmemiştir. - Bahaîlikte kurban kesilmez. Ünlü Fethullahçı bilim adamlarından birisi de katıldığı bir tartışma programında kurban kesmeyi hayvan katliamı olarak nitelendirmiştir. ven dayamış, şuuru bir gidip bir gelen” bunadı demeye getirmişti. Babasına böyle diyen aynı Mustafa İslamoğlu yakın zamanda fethullah hainine “O bir âlim, hadi bir Fethullah Hoca yetiştirin de göreyim sizi. Hattâ Hoca’nın ayakkabısını yetiştirin, alnınızdan öpeyim sizin.”diyerek methiyeler dizmişti. Yine mason olan üstadı Afgani için “hepiniz toplansanız Afgani’nin tuvalet bezi bile olamazsınız” demişti. İslamoğlun’un bu gerçek alimlere cephe alıp sahte kahramanları övdüğü bu nakaratlarından sonra hezeyanlarına ve ifsadlarına bir göz atalım. İhsan Şenocak hoca oryantalistlerin hadisleri itibarsızlaştırma ve hadislerin üzerinde şüphe uyandırma çalışmalarına ithafen söylediği Buhari ve Müslim çökerse İslam çöker başlıklı konuşması neo - mutezili, ehl-i bidatten Mustafa İslamoğlu’na çok dokunmuş olacak ki Çay Temmuz/ 2017 57 TV’deki sunucuyla olan diyaloğunda; o kıt aklıyla konuyu hadislere getirmesi beklenilirken kişi üzerinde değerlendirme yaparak Peygamberimiz bile Allah’ın vekili değilken kim Buharî’yi Allah’ın vekili ilan ediyor veya Allah’ın yerine geçiriyor? diyor. Daha sonra Sunucunun: “Hocam şöyle desek doğru olmaz mı? Şimdi bunu söyleyen kişi aslında bir yerde doğru söylüyor yani. Buharî çökerse uydurulan din çöker. Sözüne karşılık önceden fikir birliği edercesine, islamın rükunlarına saldırmayı kendine sanki bir görevmiş gibi telakki eden İslamoğlu: Hah uydurulmuş İslâm çöker. Bunu düzeltelim o zaman kendisi düzeltsin. Evet, doğrudur uydurulmuş din çöker,aynen doğru, aynen öyle.” diyor(1). Yine yerli oryantalist Mustafa İslamoğlu demiş ki ; “İmam-ı Azam’da insan, ben de insanım. O kendi devrine göre fetva vermiştir, ancak bu fetvalar bu zamanda geçerli değil.” Yine başka bir konuşmasında “O da ehl-i rey bende ehl-i reyim” diyerek kendini günümüzün müçtehidi görmektedir. Belki denebilir ki İmam Ebu Hanife (r.a) ehl-i rey diye mi böyle diyor islamoğlu, hayır çünkü aynı Ebu Hanife (r.a), Benden sahih hadise aykırı görüş sadır olursa, onu bırakıp sahih hadisle hükmediniz. demiştir. Gündemde kalmak için bir programda İslamoğlu, İmam Ahmed b. Hanbel’(r.a) in, devletle barıştıktan sonra, Müsned’inden zalim sultanla ilgili rivayetleri attığını iddia etmişti. Bunlardan başka göze çarpan en bariz küstahça açıklaması, Allah’ın ismi anılırken celle cellaluhu demenin ve Peygamber (as.)’e salavat getirmenin protokol olduğunu { yani diğer tabirle yağcılık olduğunu söylemesidir. Söylediğiyle imtihan olan İslamoğlu’na arkadaşı Engin Noyan, Hilal Tv’deki Vahyin Penceresi programında hoca yerine Mustafa diye hitap ettiği için protokole uymadığı için yani yağcılık yapmadığı için görevinden alınmış. İlginç değil mi? Sayın islamoğlu Peygamberi Zişan’a (SAV) karşı edepsizlik ve hürmetsizlik yapınca iyi de birisi sana yapınca mı kötü oluyor? Üstelik samimi arkadaşın yıllarca yanında çalışan biri o kadar büyük egon mu var ki tatmin olmuyor; görünen o ki nefsin seni esir etmiş kendine. Yine namaz bu ümmetin başına beladır diyen deist Yaşar Nuri öldüğü zaman birçok insanı Kuran’la buluşturduğunu anımsatarak ona rahmet dileyen Caner Taslaman, Emre Dorman ve Mehmet Okuyan üçlüsü ekranlarda milletin itikadıyla alay ediyorlar, adeta beyinlere zehir enjekte ediyorlar. Televizyonlar yetmiyormuş gibi bir de üniversite öğrencilerine ve sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği konferanslarda boy gösteriyorlar, bakıyorsunuz kızlı erkekli karma sohbetler başını almış gidiyor, romantik islamcı kızlar onlarla fotoğraf karesinde olmak için can atıyorlar. Haremlik -selamlığa neden dikkat etsinler ki, tv’lerde baldırı çıplak dekolteli sunucu görmeye alışık değiller mi? Öyle ya bu (z)alimlere! Din öğretmeye mi kalkıyorsunuz? Siz kim oluyorsunuz ki bu belamlara din öğretiyorsunuz? Söyler misiniz? Söz namahremden açılmışken bir Kuran talebesi (!) olan Mehmet Okuyan’ın hezeyanını anlatmak yerinde olacak sanırım. https://www. } Mustafa İslamoğlu demiş ki ; “İmam-ı Azam’da insan, ben de insanım. O kendi devrine göre fetva vermiştir, ancak bu fetvalar bu zamanda geçerli değil.” Yine başka bir konuşmasında “O da ehl-i rey bende ehl-i reyim” diyerek kendini günümüzün müçtehidi görmektedir. 58 Temmuz/ 2017 youtube.com/watch?v=JzTfK4-m-GU bu linkte Okuyan dostlarının eşleriyle aynı ortamı paylaşmış haremlik - selamlığa dikkat etmemiş, kendisini dinleyenlere de ali cengiz oyunu yaparak kendince Kuran’dan delil getirip yutturuyor, hatta bu ortama rıza göstermeyen annesini de ikna etmeye çalışıyor. Aslında sadece bu mahrem meselesi bile bu modernist - mealcilerin tanınması için turnusol kağıdı hükmündedir. Mehmet Okuyan’ın bu videosuna karşılık tüm bidatçileri her hâlükârda münazaraya davet eden İhsan Şenocak hocadan cevap gelmekte gecikmedi. Lisanı haliyle şöyle der gibiydi, bak Mehmet Okuyan sen Samsun Ondokuz Üniversitesinde hocasın, verdiğin seküler ilahiyat eğitimiyle öğrencileri zehirliyorsun; bende sana yakınım Samsun’da İFAM’da medrese hocasıyım, senin çapın ne ki, seninle tartışmak için benim gelmeme gerek de yok yani. Eğer istersen öğrencilerimi gönderirim, bu sana yeter. Şimdi de iki ilahiyatçı profesörden yapılmayacak büyük gaflardan bahsetmek yerinde olacak. Öncelikle islamı modern – seküler – tarihselci bir şekilde yorumlayan haşa (!) Kurandaki bazı ayetlerin hükmünün evrensel olmadığının, hitabının indiği ortamla sınırlı olduğunu diyecek kadar küfür ve zındıklıkta ileri giden İlhami Gülerin gafından bahsedeyim. Ali Eren hocanın İlhami Güler için söylediği beni hâricilikle suçlayınca, “Namaz kılmadığınız söyleniyor, doğru mu?” diye sorduğumda yüzü kızardı, dediği kişidir. Okuyanın gafına gelince… İnternetteki bir videosunda Okuyan abdestsiz namaz kıl- Yine namaz bu ümmetin başına beladır diyen deist Yaşar Nuri öldüğü zaman birçok insanı Kuran’la buluşturduğunu anımsatarak ona rahmet dileyen Caner Taslaman, Emre Dorman ve Mehmet Okuyan üçlüsü ekranlarda milletin itikadıyla alay ediyorlar, adeta beyinlere zehir enjekte ediyorlar. dırdığını, Kur’an’da apaçık abdest ayetleri olmasına rağmen abdestsiz olduğunu bile bile namazına devam ettiğini laubali bir şekilde anlatıyor. Bir de “abdest bu kadar önemliyse” diyor Yaradana, Zekeriyya (as) gibi bir işaret ver bana. Abdest almak sanki çok zormuş gibi kendine kılıf buluyor, hani Zekeriyya (as) çocuk ile müjdelenince “Rabbim bana bir işaret göster” (Al-i imran / 41) demişti ya, sayın mealcimiz ciddiyet vakardan uzak bir şekilde zorlama tevil yaparak böylelikle Kuran’dan işine geleni almış oluyor (https:// www.youtube.com/watch?v=fGN_zfikhZA). Hariciler hakem olayında Hz. Ali’nin “hüküm yalnızca Allah’a aittir” (el hukmu lillah) (Yusuf / 40) ayetinin gereğince hükmetmeyip beşerin hükmünü kabul ettiği için küfre girdiğini söylemişlerdi. Bunsa karşılık Hz. Ali (r.a) onlara: Söyledikleriniz haktır; ama bu sözle kastettiğiniz batıldır, yanıtını vermiştir. Bizde diyoruz ki sayın Okuyan zikrettiğin ayet haktır, ama bununla söylemek istediğin mana batılın kendisidir. Şunu da söylemeden edemeyecem. O pek muhterem (!) hocalarının ibadetin şartı olan abdesti es geçmesine dini eğlenceye alırcasına kahkahayla karşılayan İslamcı gençler – yetişkinler, size söylüyorum dine alay etmek hoşunuza gitti mi? Eğlencenizi böldüm mü yoksa? Afedersiniz rahatsız etmeyeyim. Gelelim diğer bidatçilerin dikkati şayan oyunlarına. Deist Yaşar Nuri, Emre Dormanı da Kuran’la tanıştırmış baksanıza ne diyor münkir Emre “Kur’an’dan başka hadis yoktur!” Tıpkı üstadı Yaşar Nuri’nin Kuran’daki İslam kitabının 214.sayfasında Yusuf Suresi’nin 111.ayetinin mealini Bu Kuran uydurulmuş bir hadis değildir olarak vermesi gibi. Hâlbuki sözkonusu Temmuz/ 2017 59 Televizyonlar yetmiyormuş gibi bir de üniversite öğrencilerine ve sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği konferanslarda boy gösteriyorlar, bakıyorsunuz kızlı erkekli karma sohbetler başını almış gidiyor, romantik islamcı kızlar onlarla fotoğraf karesinde olmak için can atıyorlar. mealin orjinali Bu Kuran uydurulmuş bir söz değildir olacak, ee peki ne beklersiniz münkir deist Yaşar Nuri’den? Meale bu manayı vermekle hem ayetin manasını değiştirmiş oluyor, hem de hadislerin uydurma olduğunun altını kalın çizerek ısrarla vurgu yapıyor. Sonuç olarak da dalaleti hak diye bizlere sunuyor, bilmeyen avam da kolayca inanıyor, oyun büyük, onun inkâr bayrağını ekranların yeni gözdeleri din, bilim ve felsefeyi birbirine karıştırıp cacık yapan Caner Taslaman’la Emre Dorman almış durumda (2). Uydurulan dinden indirilen dine sloganıyla kendilerine taban bulmaya çalışan İslamoğlu, Okuyan ve Taslaman üçlüsü Fatih Altaylı’nın Habertürk kanalında sunuculuğunu yaptığı Teke Tek programında Işid terör örgütünün beslendiği kaynağın geleneksel din kültürü olan Ehl-i Sünnet algısı olduğu üzerinde mu- tabıktılar. İslamı enine boyuna tartışmaya açarak onda şüphe, hata ve yanılgı diyebilecekleri birşeyler bulma telaşına giriyorlar. Darwinist - evrimci Caner Taslaman İslam Fıkhını hedef alırken, İslamoğlu Hadisleri eleştiriyor, Okuyan da bunları Kuran üzerinden destekliyordu. Halbuki cehennem köpekleri olan Işid’in Irak ve Suriye’de katlettiği müslümanlar çoğunlukla Ehl-i Sünnet, yine mezhebi farklı olan İran’ın bile keyfi olarak bir bahane bulup astırdığı müslümanlar da Ehl-i Sünnet, hal böyleyken hem Ehl-i Sünnet müntesipleri zulme maruz kalacak, hem de onları İcma-ı Ümmetin sarıldığı Sevadul Azam’ın inancı olan Ehl-i Sünneti algı operasyonuyla gözden düşürüp iftira ve hakaretlere kurban edeceksiniz, adeta linç edercesine onu aşağılamaya çalışacaksınız. Velhasıl-ı kelam bu sahte din tüccarlarının ekranlarda rahatça koltuklarına dayanarak Ehl-i Sünnet etrafında yaygara koparmaları, tükenişlerinin ve dikkate alınmayışlarının göstergesidir. Evrimci Taslaman bir açıklamasında bu kadarına da pes denebilecek, küstahça kepazece bir üslup kullanarak mezhepler ensest ilişkiye kapı açıyor başlığı altında Kuran’da çocuklarınız size haram kılındı diyor; ama evlilik yoluyla meydana gelsin gelmesin ayırt etmiyor.. Şafii ve Maliki nasıl olur da kişinin zina mahsulü çocuğuyla evlenmesini caiz görüyor, diyor. Ortada anlaşılmayacak bir durum yok ki, zina mahsulü kız çocuk neden haram olsun ki, zira haram olması için nesep (soy), süt ve sıhriyyet (yakınlık) sebeplerinden birini taşıması gerekiyor. Bu sebeplerden hiçbirini taşımıyorsa ve Nisa Suresi’nin 23-24. ayetlerinde evlenilmesi yasak olanlar içinde zindan doğan kız çocuğu olmadığına göre mezheplerin görüşüne kimse itiraz edemez (3).görünen o ki, Taslaman’daki yanılgının cehalete dönüşmesi ona İslamoğlu’ndan sirayet etmiş gözüküyor, nitekim daha önce İslamoğlu aynı mügalatayı evlatlığın mahremiyetini dile getirirken yapmıştı. İslamoğlu kendi Gerekçeli Mea- 60 Temmuz/ 2017 li’nde Nisa Suresi’ni 23.ayetini 10 nolu dipnotunu da ondan. Soruyorum Abdullah Yıldız ve Ramazan izah ederken; üvey kızın üvey babaya haram olma Kayan hocalara; ümmetin alimlerine ve selefi saşartını aynı evde bir arada olma şartına bağlar, bunu lihinin büyüklerine dil uzatırken, mezhepler ve da İbn-i Hazm’ın Hz. Ali ve Hz. Ömer’e dayandırdığı hadisler üzerinden dini yıkmaya çalışırken susşaz ve zayıf rivayetle destekler. Hâlbuki mahremiyet mayı tercih eden siz beyefendiler! Biraz cesa(haram olma) üvey babanın üvey kızın annesini ni- retli olun da fikrinizi açıkça beyan edin. Muskahına alıp onunla zifafa (ilişkiye) girmesiyle olur. tafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, İlhami Güler, İlgili ayetin devamında 9 nolu dipnotta da: evlatlık Mustafa Öztürk, Abdulaziz Bayındır, Edip Yükalınan anasız - babasız veya analı - babalı yetim ve sel vb bidatçilerle aynı görüşlerdeyseniz sizi öksüz kimselerin evlat edinilmesi sırasında oluşabiletakip eden müslümanlara bunu belirtin, yok cek mahremiyet problemlerini aşmada bir çıkış yolu farklı görüşteyseniz İslamoğlu’nun kanalı olan olarak görülebilir, demektedir. Yani kendince evlat Hilal Tv de ne işiniz var? Bugüne kadar onunla edinen kişinin evlatlıkla evlenmesinin haram olduve onun gibi düşünenlerle bu meseleleri konuşup tüğunu ima etmeye çalışıyor, üstelik bunu mahremiyet sebebi olarak ekliyor, oysaki ayetten evlatlılarla ev- münü hakka ve hayra davet ettiniz mi hiç? Durum lenmenin helal olacağı anlaşılmalı. Nitekim böyle çok vahim gerçekten (!),fındık kadar putperest olmasaydı Allah’ın Resulü (as) evladlığı olan akıllarıyla görüşlerini birer din haline getirmeZeyd’in (r.a) boşadığı eşi Zeynep binti Cahş(r. ye çalışan bu din tahripçileri sizin gündeminizde yok mu? Yoksa anha) ile evlenir miydi? Şimdi haşa ve kella Yakın zamanda da Ebubekir Sifil bunlar size göre basit meselemi? BunlaPeygamberimiz (sav) hoca İHH ile kardeş STK’ların birlikte (4,5) haram mı işledi? rın hepsi acilen yanıt düzenlediği Diriliş Buluşmalarından bekleyen sorular…. Bakıyorsunuz ağzı ayrılmak zorunda kaldı, Neden mi? süt kokan ilahiyat meSözlerin noktalarÇünkü Diriliş Buluşmalarına katılan zunu yeni yetme tosundiğer hocalar (Abdullah Yıldız ve Ramazan ken tavan yapmış yükcuklar bu şirret kişilersek egolarını ve isyancı Kayan) bidatçilerle aralarına mesafe den etkilenmiş olmalı nefislerinin kurbanı olan ki Şefaati, Kabir azakoymuyordu da ondan. zevatların selefin büyükbını, Mucizeyi, Miracı, lerinin ilimlerini hazmeNüzul-u İsa’yı, Sünnet demediklerinden dolayı dışı vahyi vb. daha birçok islamın rükünlerini onlara düşmanlık yapıp kin güderek hürmetsizlik ve inkâr ediyorlar. Bunlardan bazısını Kuran’da yok saygısızlık yaptıklarını müşahade ettik. Sarfedilen diye bazısını da Kuran’dan farklı yorumlayarak inkâr yolunu seçerler, bu münkir bidatçilerin arkasında ka- kötü, çirkin söz ve davranışların hataen değil, tiyyen namaz kılınmaz. Eskilerden islamcı geçinen kasten; hüsn-ü niyetle değil bilinçlice yaptıkErcümend Özkan vardı; hadisleri ve sünneti inkar larını unutmamak gerekir, en dayanılmazı da ediyordu, öldüğü zaman Mehmet Emin Akın hoca ile bedeni saran bir ur gibi içimizde yuvalanıp Hüsnü Aktaş hoca bunun cenaze namazına gitmedi. büyüyen bu hastalığın suret-i haktan görünüp Neden gitmediler? Çünkü sünneti inkar etmek en bü- bize yavaş yavaş batılı empoze etmeleridir. yük itaatsizlik, en büyük cürüm öyle değil mi? Sünneti inkar edenin cenaze namazına gidilmez de ondan, Kaynaklar bakmayın cenazeye giden diğer (z)alim geçinenlere! 1)http://www.dirayet.com/reddiye/buhari-cokerse-islam-cokmez-mi-yahut-bir-islamoglu-demagojisi-i/ Yakın zamanda da Ebubekir Sifil hoca İHH ile 2) Bknz: Hangi İslam (Yaşar Nuri Öztürk’ün Kuran’daki İslam Kitabına Bir Eleşkardeş STK’ların birlikte düzenlediği Diriliş tiri) / sayfa; 167-168 / Mustafa Varlı TDV Yayınları) 3) http://www.musellem.net/kisa-bir-osman-caner-taslaman-zihniyeti-analizi/ Buluşmalarından ayrılmak zorunda kaldı, Ne- 4) Gerekçeli Meal’in Gerekçesiz İddiaları Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an Anlayışı den mi? Çünkü Diriliş Buluşmalarına katılan / sayfa; 335-336 / Hidayet Zertürk / Kişisel Yayınlar 5) Mustafa İslamoğlu’nun Batıl Görüşlerine Karşı Hak Söz / sayfa; 106-113 / diğer hocalar (Abdullah Yıldız ve Ramazan Ka- Talha Alp, Hüsamettin Vanlıoğlu, Abdullah Hiçdönmez, Muhammed Yelkenci, yan) bidatçilerle aralarına mesafe koymuyordu Fatih Kalender, Emin Ali Yüksel / Arifan Yayınları Temmuz/ 2017 61 Ersan BİLGİN Rasulullah’ın Aile-İ Saadetleri “ diyor Hz. ki; Aişe, Rasulullah’a - “Allah (cc), senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamışken, niçin bu kadar meşakkate katlanıyorsun?” Rasulullah (sas) buy urdu: - “Şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhari) 62 Temmuz/ 2017 ” - “Dünya Onların Olsun” - Bir gün Hz. Ömer (ra), Sevgili Peygamberimiz’in evinde hasırın üzerinde yattığını ve vücudunda hasırın izlerinin olduğunu görünce ağlamış ve Efendimiz’e (sas): - “Ya Rasulallah! Allah’a dua et de ümmetine genişlik versin. Kisra ve Kayser’in nasıl yaşadığı malum! halbuki Sen, Allah’ın elçisisin”, demiş ve Efendimiz de, ona: - “Dünyanın onların, ahiretin de senin (Müslümanların) olmasını istemez misin?” buyurmuştur. (Müslim) - Hane-i Saadetleri Küçücüktü Hane-i Saadetleri mütevazı ve sade olduğu gibi O’nun (as) arzu ve tavsiye ettiği şekilde geniş de de- ğildi, bir kısmı taştan ve bir kısmı da kerpiçten olup üzerleri hurma kütüğü ve dalları ile örtülmüştü. Bu konuda Hz. Aişe’ye (r.anha) kulak veriyoruz: “Ben Rasulullah’ın karşısında, ayaklarım secde edeceği yere gelecek şekilde uyurdum. Secdeye varacağı zaman eliyle uyarırdı ve ayaklarımı geri çekerdim. Secdeden kalktığı zaman yine uzatırdım.” (Müsned) - Rasulullah Evinde Ne Yapardı? Peki, “en güzel örnek”, Rasûlullah (sas) evinde ne yapardı? Sahabe bu soruyu Hz. Aişe Validemiz’e sordu. O (ra), şöyle cevap verdi: “Herkes evinde ne yaparsa onu yapardı. Elbisesini yamar, ayakkabısını tamir eder, koyunları sağar, kendi işini kendi yapardı. Namaz vakti gelince mescide geçerdi.” (Müsned) Yine O (as), eşyasını kendisi taşır, kimseye yük olmazdı. (Heysemi) - Hayatları gibi yemekleri de gayet sade idi. “Ben ancak bir kulum. Kulun yediği gibi yer, kulun içtiği gibi içerim.” (Feyz’ul Kadir) Kardeşim, Müslüman ailesine karşı da en iyi davranan kimsedir. - “Yarışalım Mı ?” - Aişe Validemiz’in anlattığına göre; evliliklerinin ilk yıllarında Rasûlullah (sas) ile bir sefere giderken, Nebi (sas) yanındaki sahabilere, “siz yürüye durun”, buyurdu. Sahabiler, bir hayli yürüdükten sonra Hz. Aişe’ye -“Yarışalım mı?” diye sordu. Aişe Validemiz, bu teklifi sevinerek kabul edince yarıştılar. Genç olan Hz. Aişe (ra), yarışı kazandı. Aradan yıllar geçtikten sonra yine bir seferde beraberdiler. Sevgili Peygamberimiz (sas), “yarışalım mı?” diye sordu. Hz. Aişe, bir zamanlar yaptıkları yarışı hatırlayarak teklifi memnûniyetle kabul etti. Yarıştılar; bu defa da Hz. Aişe kaybetti. Çünkü kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, kilo almış ve biraz şişmanlamıştı. Hz. Peygamberimiz (sas) gülerek (Müsned), “Bu, vaktiyle kazandığın müsabakanın rövanşıdır” buyurdu… Kardeşim, bütün bunlar ailede sevgiye ve muhabbete vesile olan güzel şeyler olduğu için Efendimiz, biz ümmetine de güzel bir örnek oluyordu. Aile hayatı sevgi, iletişim ve fedakarlıkla yürür. - “Eli Uzun Olanınız..!” Hz. Aişe validemizin anlattığına göre, Ezvâc-ı tâhirât (mübarek hanımları) birgün Peygamber Efendimiz’in (sas) yanında toplanmışlardı. Sordular: - “Ya Rasûlallah! Senin vefatından sonra, en önce hangimiz sana kavuşacağız?” Hz. Peygamberimiz: - “Eli uzun olanınız” buyurdu. Aişe (r.anha) söze devamla diyor ki: “Elimize bir kamış çubuk aldık; kollarımızı ölçmeye başladık. Sonra öğrendik ki; uzun kollu de- Mübar evladı İbrahim, vefat edince Şefkat ve Rahmet Peygamberi Efendimiz Mübarek (sas), ağlamış ve şöyle demiştir: - “Göz ağlar, kalp üzülür. Fakat biz, üzüntümüzden dolayı Allah’ın (cc) rızasına uymayan söz sarfetmeyiz. Vallahi Ey İbrahim! ölümün sebebiyle hepimiz üzgünüz.” (Müslim) Temmuz/ 2017 63 - Bir gün Rasulullah (as), Ebuzer radıyallahu anh’a dedi ki; “Ya Ebu Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet (ikram et.)” (Müslim) - Efendimiz (sas), “Komşusu aç iken, karnını doyuran kimse gerçek mümin değildir” (Hakim) ilkesini bizzat kendileri uygulamışlardır. mek, bol sadaka veren, eli açık kimse demektir. Bununla beraber Peygamberimiz’in (sas) vefatından sonra içimizden O’na en önce kavuşan yine de Sevde oldu. Çünkü Sevde (r.anha), sadaka vermeyi çok severdi.” boyunca hoşgörüyle muamele edip hiçbir eleştiride bulunmaması bu asalet, merhamet ve nezaketin en güzel örneklerindendir. - Rasulullah buyurdu: “Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim.” (Buhari) - Rasulullah (as), sabah olup evinden çıktığında kapısının önüne konulmuş insan ve hayvan pisliklerini gördü. Azılı müşrik amcası Ebû Leheb ve diğer komşusu Ukbe b. Ebî Muayt yıllar boyu bıkıp usanmadan tüm bu pislikleri, dikenleri kapısının önüne koyar; her türlü çirkinliği, arsızlığı yaparlardı. “Ey Abdumenâf oğulları, bu nasıl komşuluk!” diye seslendi, cevap veren olmadı. Oysaki O (as), komşularına çok iyi davranır, ikramlarda bulunurdu. (İbn Sa’d) - Göz Ağlar, Kalb Üzülür! Mübarek evladı İbrahim, vefat edince Şefkat ve Rahmet Peygamberi Efendimiz (sas), ağlamış ve şöyle demiştir: - “Göz ağlar, kalp üzülür. Fakat biz, üzüntümüzden dolayı Allah’ın (cc) rızasına uymayan söz sarfetmeyiz. Vallahi Ey İbrahim! ölümün sebebiyle hepimiz üzgünüz.” (Müslim) - Nezakette De Lider Hane-i saadetlerinde Efendimiz’in yanında bulunan Hz. Enes b. Mâlik radıyallahu anh’ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Peygamber aleyhisselâm’a on yıl hizmet ettim. Bu süre zarfında bana bir kere bile ‘öf’ demedi (en küçük bir azarını bile işitmedim). Yaptığım bir şeyden dolayı, ‘Onu niçin öyle yaptın?’; yapmadığım bir şeyden dolayı da, ‘Onu niçin yapmadın?’ demedi (Beni eleştirip rencide etmedi).” (Buhârî) Rabbimiz (cc), Sevgili Elçisi’ni (sas) överken, “Muhakkak ki sen yüce bir ahlâka sahipsin.” buyurmaktadır. [Kalem Sûresi 68/4] Çocukluğundan itibaren yanında kalan Hz. Enes’e (r.a), on sene 64 Temmuz/ 2017 - “Bu Nasıl Komşuluk!” - İslam’ın yüce davetçisi bir keresinde: “Benim Allah yolunda çektiğim eziyeti hiç kimse çekmedi. Benim Allah yolunda korkutulduğum kadar hiç kimse korkutulmadı. Bilal’le öyle otuz gün geçirdik ki, Bilal’in koltuğu altında saklayabildiğinden başka bir canlının yiyeceği kadar bir şeyimiz yoktu.” buyurmuştu. [Tirmizî, Kıyamet 34] - “Komşusu Açken …” - Bir gün Rasulullah (as), Ebuzer radıyallahu anh’a dedi ki; “Ya Ebu Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet (ikram et.)” (Müslim) - Efendimiz (sas), “Komşusu aç iken, karnını doyuran kimse gerçek mümin değildir” (Hakim) ilkesini bizzat kendileri uygulamışlardır. - Rasulullah aleyhisselam buyurdu ki: “Cebrail (as) bana komşuya iyiliği ve ikramı o kadar tavsiye etti ki, komşuyu komşuya mirasçı yapacak zannettim.” (Buhari ve Müslim) - Verdiğin Senindir! - En Güzel Örneğimiz Örneğimiz ve Önderimiz Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’ın ev halkı bir koyun kesmişlerdi. Hepsini infak etmişler sadece kürek kemiği kalmıştı. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): - ‘’Ey Aişe! Koyundan geriye ne kaldı?’’ diye sordu. Hazreti Aişe: - “Yalnız kürek kemiği kaldı”, cevabını verdi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) da: - “Hayır, kürek kemiğinin dışında hepsi bize kaldı, verdiğin senindir Ya Aişe” buyurdu. (Tirmizi/Sıfatu’l-Kıyame 34) Bize kalan, bize faydası olan bizim verdiğimizdir, buyuruyor Efendimiz (sas). Verince büyük mükafatlara nail olacağımızı Rabbimiz şöyle ilan ediyor: “Gece-gündüz, gizli-açık, Allah yolunda mallarını infak edenlerin Rableri katında mükâfatları vardır. Bunlar için korku ve üzüntü yoktur.” [Bakara, 247] - “Şükreden Bir Kul, Olmayayım Mı ?” Müminlerin annesi, Aişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selem, gece ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Hz. Aişe, Rasulullah’a diyor ki; - “Allah (cc), senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamışken, niçin bu kadar meşakkate katlanıyorsun?” Rasulullah (sas) buyurdu: - “Şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhari) Evet, şükreden bir kul olmanın yolu Rabbimiz’e samimiyetle yönelmekten geçmektedir. “İslam hayattır” şuuruyla, ecel gelinceye kadar kulluktan ayrılmamalıyız. Temmuz/ 2017 65 Bahaddin ELÇİ İslam’dan Başka Hak Din Var Mı? “ “Allah’ım bize Hakkı Hak olarak bilip ona uymayı, Batılı batıl olarak bilip ondan kaçınmayı nasip eyle ve ayaklarımızı senin dinin üzerinde sabit kıl.” 66 Temmuz/ 2017 ” Hz. Adem’den beri Hak ile batıl mücadelesi var olup, kıyamete kadar da sürecektir. Bir tarafta HAKKI temsilen, Hak adına yeryüzünde tevhid, İmar, adalet, ıslahat için cihad edenler ki bunlar başta peygamberler olmak üzere “İşittik, itaat ettik” diyen Müslümanlardır. Öbür tarafta BATIL’ı, temsilen, batıl(şirk) adına, mücadele ederek yeryüzünde ifsada, tahribe ve zulme çalışan bunu açıkça da ifade eden “İşittik, isyan ettik” diyenler ki, bunlar Siyonistler ve onların kontrolündekilerdir. Bunlar Batıl cephesini oluştururlar. Birinciler Hak da hayır da, iyilikte birbirleriyle yarışırlarken BATIL’a karşı da birlikte mücadele ederler. İkinciler ise ifsatta, şerde, zulümde yarışırlar ve bunu engellemeye çalışan müslümanların öncüleriyle mücadele ederler. Hangi taraf daha çok çalışırsa, Rabbül alemin o tarafa egemenlik verir. Bu iki sınıf dışında bir üçüncüsü vardır ki bunlar “işittik, itaat ettik” deyip, sözünde durmayan ve “Islah edicilerdeniz” demek suretiyle ifsat edenlerdir. Asıl tehlikeli olan bu zümredir. Bu sınıf doğal olarak BATIL sınıfında konumlanmıştır, ifsad edenler hemen her değeri ifsada çalışırlar. Dini, nesli, tabiatı, tüm değerleri, nimetleri bozmaya çalışırlar. İşte insanların genleriyle, bitkilerin, hayvanların genleriyle oynandığı bugün ortaya çıktı. İşte Siyonizm, Katolik projesi olduğu tartışılmayan “Dinler arası diyalog”, “Ilımlı İslam” projeleri, oryantalizm, misyonerlik de yegane HAK olan İslam’la çeşitli yöntemleri kullanarak savaşmakta onun tahrife, tebdile, tağyire dönüştürmeye özellikle cihatsız, siyasetsiz hukuksuz bir din algısı oluşturmaya çalışmakta olup, epeyce de mesafe kat ettiği acı bir gerçek… İşte bu çalışmaların sonucu dünya da ki özellikle İslam coğrafyasındaki kan ve gözyaşları ortada. Islah ediyoruz diyolar, ifsad ediyorlar. Müslümanlar ki bir millet, küfür de bir millet. Küresel zalimler, karşılarında tek rakip ve düş- man olarak gördükleri İSLAM’la ve Müslümanlarla savaşmakta hem de Müslümanları kullanmaktalar. Müslümanların önde gelenlerini bir şekilde ikna edebilmekteler. Bunun için İslam’ın özellikle Kur’an’In temel kavramlarıyla oynamakta, onların İçlerini boşaltmakta, anlamlarını daraltmakta veya değiştirmektedirler. İşte bunlar da birisi de HAK kavramıdır. Diyanet İşleri başkanlığımız bu ramazanda HAK kavramına vurgu yapmaktadır. Bu son derece memnuniyet vericidir. Muhterem başkanımızın vakarı ve söylemi bizi sevindiriyor. Ancak bu hak vurgusu münasebetiyle Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi ne başvurduğumuzda Hak kavramıyla ilgili aşağıdaki beyanlar bizi hem çok şaşırtmış, hem de üzmüştür. Bu şaşkınlık ve üzüntüyle yazımızı kaleme almak zorunda kaldık. Bu konuda yazı yazmak bize de düşmemeliydi. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 15. Cild 137. Ve 138. Sayfa. HAK ile ilgili maddeden: “Nitekim kitabi dinlerden birine mensup olanların ve Müslümanlara ehl-i sünnet ve-l cemaat mezhebinden olanlara “ehl-i hak” , bunların dışındaki din ve mezhep mensuplarına da “ehl-i batıl” (ehl-i dalal) ismi verilmiştir.” Bu ifadede Yahudilik ve Hristiyanlık adları geçmese de ustaca “kitabi dinler” içine yerleştirilerek “ehl-i hak” kapsamına alınmıştır?! “Her kim İslam’dan başka bir din ararsa asla kabul edilmeyecek.” (Ali imran 85) “Allah için geçerli yegane din İslam’dır. (Ali imran 19) Temmuz/ 2017 67 “Hak kelimesi İslam dinini, batıl ise putperestliği ve umumi inkarcılığı ifade eder.” Bu cümlede ise batıl kavramı içinde Yahudilik ve Hristiyanlık, zikredilmeden örtülü olarak hak kapsamına alınmıştır. Yahudilik ve Hristiyanlığın da hak din olduğu algısı veriliyor. Konuyla ilgili birkaç aydınlatıcı Ayet-i kerime meali sunuyoruz: “Onlar öyle zalim kişilerdir ki Allah’ın yolu (İslam) ndan engellerler ve yolun eğriliğini arayıp bulmaya çalışırlar” (Araf 45) “Onlar, o kimselerdir ki, dünya hayatını ahirete tercih ederler, insanları Allah yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler. İşte bunlar çok büyük ve derin bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim, 3) “De ki: “Hak geldi, batıl zail oldu” (İsra, 81) “Her kim İslam’dan başka bir din ararsa asla kabul edilmeyecek.” (Ali imran 85) “Kuluna o dosdoğru kitabı indiren, onda hiçbir eğrilik koymayan Allah’a hamdolsun” (Kehf 1) “Allah için geçerli yegane din İslam’dır. (Ali imran 19) “Ey müminler kendilerine kitap verilenlerden birisine uyarsanız sizi imanınızdan sonra döndürüp kafir yaparlar.” (Ali İmran 100) “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide 3) “Onlar, Kur’an’ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayarak onu kısım kısım böldüler.”(Hicr, 91) İlgili bazı Hadis-i Şerifler: “Allah’ın ahdini az bir bedel karşılığında satmayın.” (Nahl, 95) “Toplumda iki zümre vardır. Ulema ve ümera. Onlar doğru olurlarsa toplum doğru olur. Bozulurlarsa toplumu da bozarlar. Islah veya ifsad bu iki sınıfın sorumluluğundadır” (S.A.V) “Benim ayetlerimi az bir bedele satmayın” (Bakara,12) “Ahir zamanda bu din mihraptan tahrif edilecek.” (S.A.V) { “Hakkı bile bile gizlemeyin, hak ile batılı birbirine karıştırmayın.” (Bakara 43) } “Ümmetin en şerlileri kötü alimlerdir. Hem saparlar, hem saptırırlar.” (S.A.V.) “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide 3) “Onlar, Kur’an’ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayarak onu kısım kısım böldüler.” (Hicr, 91) 68 Temmuz/ 2017 “Dini kimden aldığınıza dikkat edin.” (S.A.V.) “Onlar, o kimselerdir ki, dünya “Kişi önderinin, arkadaşının dini üzerinedir.”(S.A.V.) hayatını ahirete tercih ederler, insanları “İyilikler emredilecek, kötülükler önlenecek bu yapılmazsa üzerinize büyük bir azap gönderilir. Dualarınız kabul de olmaz” (S.A.V.) eğrilmesini isterler. İşte bunlar çok Allah yolundan çevirirler ve onun büyük ve derin bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim, 3) “Alimler de, abidler de tehlikededirler, muhlisler müstesna” (S.A.V.) “Kıyamet günü en şiddetli azabı ilmi kendisine fayda vermeyen alimler görecektir.”(S.A.V.) “Size iki emanet bırakıyorum. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim. Bunlara sahip çıkarsanız kurtulursunuz.”(S.A.V.) “Ümmetin Kur’an ve sünnete aykırı hükmederlerse cinayetler çoğalır. Allah ‘a ahdini bozarsa düşmanları musallat olur.”(S.A.V.) “Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecek ki Allah’ın kitabı ile saptırılacaklar. Bu önce ulema ve ümera ile başlayacak. Ulema, ümeranın arzularına uyarak onlara destek olacaklar.”(S.A.V.) Dini ve devleti ıslah edenler de ifsad edenler de bu iki zümredir. Yani ulema ve ümeradır. (Abdullah İbn-i Mübarek) Amellerin kabulü için ilim, niyet, ihlas, sabır gerekiyor. İlim de amel de tek başına ihlassız işe yaramaz. Din korunmadan can, akıl, nesil, mal…. vb. temel hak ve değerler korunamaz. İşte korunamıyor. Bütün değerlerimiz tehdit ve tehlikede değil mi? Dinin tahrif, tağyir ve tahribini, reform çalışmalarına dönüştürülmesini, eğriltilmesini kimler önleyecek? Doğru ve tam din bilgisini nasıl ve kimlerden öğreneceğiz? Günde 40 kez namazda Fatiha’da okuma ihtiyacında olduğumuz gazaba uğrayanların Yahudiler, dalalette olanların da Hristiyanlar olduğunu Efendimiz beyan buyurmuş. Zemin kaygan. İstikamet ayarı, ahdimizin yenilenmesi ve hatırlanması, doğru yola hidayet duamız ve öteki yollara sapmaktan korunma duamız, niyazımız var. Yegane Hak ve doğru din (nizam) yol olan İslam’da, Kur’an da hiçbir çelişki, eğrilik, yanlışlık, yoktur, olamaz. Lafızlarında, manasında, hükümlerinde eşsiz, benzersiz ve üstündür. Hikmet, adalet ve doğruluk vardır. İnsanlığın yaşadığı tüm sorunların çözümünde, öteki tüm din/düzen /ideolojilerinin çözmediği, çözemediği sorunlar, tüm cevaplar, çözümler, çareler, ilaçlar, ilkeler Kur’anda mevcuttur. Sorun hangi konuda olursa olsun. Hodri Meydan! Çünkü O Rabbül aleminin HAK kitabı, dinidir. Ekmeldir. “Doğrumuz İslam, yanlışımız İslam’dan başka her şeydir.” N.F.K. Yazımıza Efendimizin duasıyla son veriyoruz: “Allah’ım bize Hakkı Hak olarak bilip ona uymayı, Batılı batıl olarak bilip ondan kaçınmayı nasip eyle ve ayaklarımızı senin dinin üzerinde sabit kıl.” Temmuz/ 2017 69 İyi Tatiller Heyecanla beklenen an geldi, karneler alındı ve yaz tatili başladı. Tabiî ki tatil planından önce alınan karneler değerlendirilmeli. Unutulmamalı ki karnedeki notlar sizlerin ne kişiliğinizi ne de karakterinizi ölçüyor. Bu notlar sadece sizin yıl boyunca derslere çalışıp çalışmadığınızı göstermektedir. Karne notlarından memnun olanlar olduğu gibi üzülenler de olacaktır. Zayıf notlar olsa bile iyi değerlendirme yapılıp gerekli dersler alınmalıdır. Unutulmamalı ki ders alınan başarısızlıklar, başarısızlık değildir. Düşmek önemli değil önemli olan düştükten sonra kalkabilmektir. Bu sebeple karnelerden gerekli çıkarımlar yapılmalıdır. Tatil, zayıf olan derslerin üzüntüsüyle geçirilmez; tatilde ders çalışmakda uygun olmaz ama seneye aynı hatalara düşmemek için yeni stratejiler geliştirmelidir. Yıl boyunca çalışıp emeğinin karşılığını belgelerle süsleyen kardeşlerimizi biz de tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. Karne değerlendirmesi tamamlandıktan sonra tatil planı yapılabilir. Peki tatilde neler yapılmalı? Öncelikle yaz kurslarına katılmalı. Kur’an-ı kerim okumalı, bilenler biraz daha okumasını geliştirirken hiç bilmeyenler okumayı öğrenmelidir. Spor kurslarına katılmalı. Yüzme, güreş gibi spor dallarında kendinizi geliştirmelisiniz. Tarihi mekanlara, dost ve akrabalara ziyaretler yapılmalı, sılayı rahim ihmal edilmemelidir. Tatili, gece geç vakitlere kadar oturup ertesi gün de öğleye kadar uyuyarak ardından kalkıp kahvaltı yapılan ve geç kalkmanın tembelliğiyle dışarı çıkmayıp bilgisayarda oyun oynanarak internette boş boş oyalanmak ya da televizyonda amaçsızca kanallar arasında gezinerek vakit geçirilen bir zaman dilimi olarak görmek asla uygun değildir. Uygun bir tatil planı yapılmalıdır. Planları namaz vakitlerine göre ayarlamalı, güne sabah namazı ile başlamalıdır. Mümkünse camiye gitmeli; sabahın o serinliğini, günün sessizliğini bozan kuş seslerini, doğanın sesini dinlemeli, ozon gazını teneffüs ederek güne zinde ve mutlu başlamalıdır. Ozon gazı, bazı zaman dilimlerinde yeryüzünde daha bol miktarda bulunur. Yağmur yağdıktan hemen sonra sabah güneş doğmadan yaklaşık bir saat önce yeryüzünde ozon gazı diğer zamanlara göre daha bol bulunur, topraktan farklı bir koku yayılır. Bu zaman dilimlerinde doğada yürüyüş yapmak, camiye gidiş geliş ya da evin pencerelerini açıp hava almasını sağlamak doğal ozon terapisi almanızı sağlar. Ozon gazı vücuttaki yaşlı hücrelerin atılması ve vücutta hücre yenilenmesini hızlandırır. Vücut zindelik kazanır, hastalıklara karşı vücut savunması güçlenir. Yaralar ve hastalıklar daha hızlı ve kolay iyileşir. Rabbimizin sabah vaktine vermiş olduğu bu özel ikramdan faydalanılmalıdır. Aynı şekilde diğer namazları da ihmal etmemeli cemaatle kılmaya özen gösterilmelidir. Tatil de yanınızda bir okuduğunuz kitap bir de gezip gördüğünüz yerlerin özelliğini, ilginizi çeken olayları yazacağınız veya günlük tutacağınız bir ajandanız olsun. Kitap okudukça anlama, konuşma, yorumlama kabiliyetiniz, ufkunuz, hayata bakışınız gelişirken yepyeni dünyalarla tanışma fırsatı bularak yazacağınız günlükle yazarlık yeteneğiniz gelişecektir. Hatıratınız ilerleyen yıllarda tatlı hatıralarınızın tanığı olarak eski günlerinizi size hatırlatacaktır. Temel Atma Töreni Adamın biri bir gün Karadeniz Bölgesi’nde gezmeye gider. Arabasıyla ilerlerken bakar ki bir uçurumun kenarında muhteşem bir manzara ve de bir grup yöreli davul zurna, kemençe horon tepiyorlar. Çeker arabasını sağa ve başlar seyretmeye ama o da ne? Adamlar bir tur atıp geliyorlar uçurumun başına ve halayın başındakini aşağıya atıyorlar. Sonra bir tur daha ve yine bir adam aşağıya... Turist dayanamaz yaklaşır yanlarına ve sorar: - Kardeşim ne diye atıyorsunuz adamları aşağıya? İçlerinden biri cevap verir: -Haçan biz burada Temel atma töreni yapayruk! Sanki Yedim Camii İstanbul’un Fatih ilçesi Sinanağa Mahallesi Kırbacı Sokak’ta bulunan caminin ilginç bir yapım hikayesi vardır. Sanki Yedim Camii, Osmanlı döneminde 18. yüzyılda yaptırıldığı tahmin edilen küçük bir mahalle camisidir. Yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte çeşitli rivayetler günümüze ulaşmıştır. Keçecizade Hayreddin Efendi adında dar gelirli bir esnaf (Bir başka rivayete göre Adanalı Şakir Efendi’dir.) “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahret gününe inanan, namazı gereği üzere kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar imâr eder. İşte bunların doğru yolda olup başarıya ulaşacakları umulur.” âyetindeki müjdeyi duyunca bir cami yaptırma arzusu duyar. Camii yaptırmaya gücü yetmediğinden para biriktirmeye karar verir. Ne zaman ki canı bir şey istese: “Sanki yedim! (var say ki yedin)” der ve yemek istediği şeyin fiyatı kadar parayı bir kenara koyar. Biriktirdiği paralar küçük bir cami yaptıracak miktara ulaşınca bu mütevazı camiyi yaptırır. Yaptırılan cami halk arasında “Sanki Yedim Camii” olarak anılmaya başlar. Camii küçük birikimlerle neler yapılabileceğini gösteren çok güzel bir örnektir. Virdlerdeki Fazilet ve Müjdeler ﷽ َّ لل ﴾ َولَ ْم يـَ ُكنْ لَهُ ُك ُفواً َا َح ٌد٣﴿ ۙ ﴾ لَ ْم يَ ِل ْد َولَ ْم يُولَ ْد٢﴿ ۚالصمَ ُد ُ ّٰ ﴾ َا١﴿ ۚ الل َا َح ٌد ُ ّٰ قُ ْل ُه َو ﴾٤﴿ “De ki: O Allah, birdir. Allah, bütün mahlûkların kendisine yöneleceği ve sığınacağı yegâne varlıktır. O doğurmadı ve doğurulmamıştır. Ve ona hiç bir şey denk eşit olmamıştır.” Cabir b. Abdullah (radiyallahu anh)’den rivayete göre: Rasûlüllah (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki: “Üç şey vardır ki, herkim imanıyla beraber (mü’min olduğu halde) bunları yaparsa dilediği kapıdan cennete girer ve göz nuru hurilerden dilediği ile evlendirilir: katilini affeden, gizli olup (kimsenin bilmediği borcunu) ödeyen ve her farz namazın ardından on kere ihlas suresini okuyan.” - Hz. Ebubekir (radiyallahu anh) hemen: “bunlardan birini yapan da aynı mıdır? Ya Rasûlüllah! diye sordu. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de buyurdular ki: “Birini yapanda (aynıdır.)” (Hadis için bkz.: Ebî Ya‘lâ el-Mevsılî, el-Müsned, nr. 1794, 3/332.) •Hakem b. Cahl (radiyallahu anh) anlatıyor: Emîr’ul-Mü’minin Hz. Ali (kerremallahu vechehu) Sabah namazından sonra bizim yanımıza uğradı ve dedi ki: “Ben, Rasûlüllah (sallallahu aleyhi vesellem)’i şöyle derken işittim: “Her kim sabah namazını kıldıktan sonra hiç konuşmadan on defa İhlas suresini okursa, o gün içerisinde ona hiçbir günah ulaşamaz ve şeytandan korunur.” (Hadis için bkz.: İbni Asâkir, Muhtasar’ı Tarîhi Dimeşk, 24/195; Ali el-Müttakî el-Hindî, Kenzü’l Ummâl, 2/67 nr. 3538.) •İbnü’n-Neccâr’ın İbni Abbas (radiyallahu anh)’den rivayetine göre Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki: “Herkim ihlas suresini her farz namazın ardından on defa okursa Allah (azze ve celle) ona rızasını ve mağfiretini vacip kılar.” (Hadis için bkz.: Suyûtî, Câm‘ul-ehâdîs, nr. 22829, 7/343. Ali el-Müttakî el-Hindî, Kenzü’l Ummâl, 1/298 nr. 2729.)